DÖNEM: 23 YASAMA YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 44
80’inci
Birleşim
22 Nisan 2009 Çarşamba
(Bu Tutanak
Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN KAĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
münasebetiyle, erken yaşta zorla evlendirmelere ilişkin gündem dışı konuşması
2.- İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, Türkiye-Azerbaycan arasındaki son
gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
3.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Sevigen’in, kot kumlama işinde çalışan
işçilerin silikozis hastalığına yakalanmaları ve
ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı
V. - BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
1.- Sri Lanka Parlamentosu
Başkanı W.J.M Lokubandara ve beraberindeki heyetin 26
Nisan-1 Mayıs 2009 tarihlerinde ülkemizi ziyaret
etmelerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/761)
B) ÖNERGELER
1.- Gaziantep Milletvekili
Hasan Özdemir’in, (6/1133, 6/1174, 6/1175, 6/1196, 6/1220) esas numaralı sözlü
sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/130)
2.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonundan
çekildiğine ilişkin önergesi (4/131)
C)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Mardin Milletvekili Ahmet
Türk ve 19 milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik, toplumsal olaylarda
orantısız güç kullanımı iddialarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/347)
2.- Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu ve 19 milletvekilinin, kanser
hastalığının boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/348)
3.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı ve 21 milletvekilinin, süt sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/349)
VI. - SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık
Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
2.- Küçük ve Orta Ölçekli
Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/675) (S. Sayısı:330)
3.- Ulusal Bayram ve Genel
Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Çorum Milletvekili Agah
Kafkas’ın, İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’ın, Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal ve 14 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Bülent
Baratalı ve 16 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/690, 2/176,
2/212, 2/213, 2/215, 2/225, 2/420, 2/421, 2/430) (S. Sayısı: 354)
VIII. - YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- İzmir Milletvekili Oktay
Vural’ın, telefon dinlemelerine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin’in cevabı (7/6710)
2.- İstanbul Milletvekili
Ayşe Jale Ağırbaş’ın, İstanbul’daki okulların
elektrik borçlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/6859)
3.- Manisa Milletvekili Erkan
Akçay’ın, hizmet içi eğitimlerde otellerin
kullanılmasına ve bir danışmanlık hizmetine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/6864)
4.- Yozgat Milletvekili Mehmet
Ekici’nin, Yerköy’de taşımalı eğitim yapılan bir
ilköğretim okulunun onarımına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/6865)
5.- Yozgat Milletvekili
Mehmet Ekici’nin, “100 Temel Eser” listesine ilişkin
sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı
(7/6866)
6.- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulut’un, sözleşmeli öğretmenlere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/6909)
7.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, branşlara
göre öğretmen sayılarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/6914)
8.- Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat’ın, bir kasabadaki lise
inşaatına ve YİBO yapımına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/6916)
9.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, gençlik programlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/6917)
10.- Ankara Milletvekili
Nesrin Baytok’un, köylere posta dağıtımına ilişkin
sorusu ve Ulaştırma
Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6924)
11.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk’ün, bir bürokratın görevlerine ilişkin Başbakandan
sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/6943)
12.- İstanbul Milletvekili
Sebahat Tuncel’in, bazı cezaevlerindeki hak ihlali
iddialarına ve cezaevlerinin denetimine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in
cevabı (7/7002)
13.- İzmir Milletvekili
Bülent Baratalı’nın, Ankara-Afyonkarahisar-Uşak-İzmir
demir yolu projesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım’ın cevabı (7/7022)
14.- İzmir Milletvekili
Bülent Baratalı’nın, okulların bilişim
teknolojileriyle desteklenmesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım’ın cevabı (7/7028)
15.- Balıkesir Milletvekili
Ergün Aydoğan’ın, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
Kamu İhale Kurumunca iptal edilen ihalelerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/7153)
16.- Adana Milletvekili
Hulusi Güvel’in, tahkim davalarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/7154)
17.- Konya Milletvekili
Atilla Kart’ın, TRT’nin bazı ihalelerine yönelik iddialara ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı
Mehmet Aydın’ın cevabı (7/7191)
18.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kontakt lens bedellerinin karşılanmamasına ilişkin sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7228)
19.-
Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, ihracattaki azalmaya ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in
cevabı (7/7334)
20.-
İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert’in, Bilim ve Teknik Dergisi’yle ilgili
iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın
cevabı (7/7340)
21.-
Kocaeli Milletvekili Cevdet Selvi’nin, icralık olduğu
için iş akdi feshedilen işçilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/7355)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.03’te açılarak üç oturum yaptı.
Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü, özel tüketim harcamaları ve gelir dağılımındaki
adaletsizliğe,
Giresun
Milletvekili Murat Özkan, FİSKOBİRLİK’in içinde bulunduğu son duruma,
İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz’ın,
işsizlik ve işsizliğin önlenmesine ilişkin gündem dışı konuşmasına Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik cevap verdi.
Kosova Türkleri Millî Bayramı törenlerine iştirak edecek olan,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in
başkanlığındaki Parlamento heyetinin üye sayısının altıya çıkması nedeniyle,
grubu bulunan siyasi partilerin yüzde oranları gereğince, Adalet ve Kalkınma
Partisine düşen bir üyeliğe Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş’ın
bildirildiğine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Mardin
Milletvekili Ahmet Türk ve 20 milletvekilinin, 1977 yılında 1 Mayıs
kutlamalarında Taksim’de meydana gelen (10/345),
Mardin
Milletvekili Ahmet Türk ve 19 milletvekilinin, yerel seçimlerden sonra Ağrı’da
yaşanan bazı (10/346),
Olayların
araştırılması amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön
görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Demokratik Toplum Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri
Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, toplumsal olaylarda
ve dur ihtarlarında güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımına göz yumarak
yaralanma ve ölüm olaylarına yol açtığı ve bu suretle toplumsal barışı
tehlikeye attığı iddiasıyla İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/7) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin
gündeme alınıp alınmamasına ilişkin ön görüşmesi tamamlandı; yapılan oylama
sonucunda, gündeme alınmasının kabul edilmediği açıklandı.
Norveç
Parlamentosu Başkanı Thorbjørn Jagland’ın
davetine icabet etmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal
Toptan’ın, beraberinde bir Parlamento heyetiyle, Norveç’e resmî ziyarette
bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi;
Devlet Bakanı
Kürşad Tüzmen’in;
20-23 Ocak 2009
tarihlerinde Mısır’a,
16-18 Şubat 2009
tarihlerinde Suriye’ye,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 28-30 Ocak
tarihlerinde İsviçre’ye,
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün, 12-15 Şubat 2009 tarihlerinde Rusya
Federasyonu’na,
Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in 17-21 Şubat 2009 tarihlerinde Kırgızistan’a,
Yaptıkları resmî
ziyaretlere iştirak etmesi uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkereleri;
Kabul edildi.
17 Nisan 2009 tarihinde dağıtılan ve biraz önce okunan İçişleri
Bakanı Sayın Beşir Atalay hakkındaki (11/7) esas numaralı gensoru önergesinin
gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına, Anayasanın
99’uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin
Genel Kurulun 21 Nisan 2009 Salı günkü (bugün) birleşiminde yapılmasına, bu
birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesine;
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmında yer alan 354 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmın 3’üncü sırasına
alınmasına ve diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; Genel Kurulun, 22 Nisan 2009 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü
soruların görüşülmemesine; 21 Nisan 2009 Salı günkü birleşiminde (11/7) esas
numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar; 22 Nisan 2009
Çarşamba günkü birleşiminin saat 14.00’te açılması ve çalışmalarını 354 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar sürdürmesine;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 89’uncu yıl dönümünün ve Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi
amacıyla Genel Kurulda özel bir görüşme yapılması için Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 23 Nisan 2009 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmasına, bu
toplantıda yapılacak görüşmelerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına,
siyasi parti grupları başkanlarına ve grubu bulunmayıp da Mecliste üyesi
bulunan siyasi partilerin genel başkanlarının görevlendireceği bir
milletvekiline onar dakika süreyle söz verilmesine ve bu birleşimde başka
konuların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi, yapılan görüşmelerden
sonra kabul edildi.
Genel Kurulu
ziyaret eden Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Suleiman ve beraberindeki heyete Başkanlıkça “Hoş geldiniz”
denildi.
Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli
ve İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın şahsına sataştığı iddiasıyla bir konuşma
yaptı.
Afyonkarahisar Milletvekili
Halil Ünlütepe ve Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen
Kütükleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin
(2/200), İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
22 Nisan 2009
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime
19.20’de son verildi.
|
|
|
|
|
|
Şükran
Güldal MUMCU |
|
|
|
Başkan Vekili |
|
|
Yusuf
COŞKUN |
|
Canan
Candemir ÇELİK |
|
Bingöl |
|
Bursa |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 85
II.- GELEN KÂĞITLAR
22 Nisan 2009 Çarşamba
Tasarılar
1.- Bütçe Kanunlarında Yer
Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı (1/691) (İçişleri; Adalet; Milli Savunma; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.4.2009)
2.- Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/692) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.4.2009)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mardin Milletvekili Ahmet
Türk ve 19 Milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik toplumsal olaylarda
orantısız güç kullanımı iddialarının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/347) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.04.2009)
2.- Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu ve 19 Milletvekilinin, kanser
hastalığının boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/348)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.04.2009)
3.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı ve 21 Milletvekilinin, süt sektörünün
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/349) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.04.2009)
22 Nisan 2009 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.02
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa),
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN – Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.05
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.18
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa),
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN –
Açılışta yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi
yoklama işlemini tekrarlıyorum.
Yoklama
için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN –
Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle, erken
yaşta zorla evlendirmelerle ilgili söz isteyen İzmir Milletvekili Canan Arıtman’a aittir.
Buyurunuz
Sayın Arıtman. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
münasebetiyle, erken yaşta zorla evlendirmelere ilişkin gündem dışı konuşması
CANAN
ARITMAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, tüm dünyada
çocuklarına bayram hediye etmiş ilk ve tek ülkedir ama ne yazık ki hayatı
onlara bir bayram olarak yaşatamıyoruz. Çocuklarımız, insan olan herkesin
yüreğini yakacak acılarla karşı karşıyadır.
Ülkemizde
çocuk ihmal ve istismarı, çocuk hakları ihlalleri çok yaygındır. Bugün
bunlardan sadece birine, erken yaşta zorla evlendirme olgusuna dikkatinizi
çekmek istiyorum.
Ülkemizde
çocuk yaşta evlilik oranı yüzde 35’tir yani her 3 evlilikten 1’i on sekiz yaşın
altındadır. Güneydoğuda ise bu oran her 2 evlilikten 1’i şeklindedir.
Erken
yaşta evlilik olgusu, bir çocuk hakları ihlali ve çocuk istismarıdır; çocuğa
yönelik şiddettir ve bir toplumsal halk sağlığı sorunudur.
Erken yaş
evlilikleri yüksek risk taşıyan erken yaş gebeliklerine neden olur. Bu
gebeliklerde anne ve bebeklerin hastalanma, sakatlanma ve ölüm riskleri
yüksektir. Erken yaş gebeliklerinde gebelik ve doğuma bağlı anne ölümleri 4
misli daha fazla görülür.
Daha ilköğretim
çağında, anne-baba olunan çocuk yaştaki evliliklerde, hem sağlıklı bir aile
ilişkisinden hem de sağlıklı bir kişilik gelişiminden bahsetmek mümkün
değildir. Ülkemizde bu evlilikler erkeklerde az görülürken kız çocukları çok
yüksek oranlarda erken yaşta evlendirilmektedir. Buna bağlı
olarak da eğitimlerini tamamlayamayan, bir meslek sahibi olamayan, evlilikte
sevilmeyen, ihmal edilen, kendini koruyamayan, şiddete maruz kalan, bazen
ailenin diğer erkeklerini de kapsayan bir biçimde cinsel taciz ve tecavüze
uğrayan, törelere kurban edilen bu çocuklar başlık parası, berdel gibi
geleneksel nedenlerle gelir getirici bir mal, meta görülerek bir an önce
evlendirilirler.
Bu erken
yaş evliliklerinin, bireyin özgür iradesi, kendi rızası olmaksızın aile baskısı
zoruyla yapılması bile başlı başına çocuğa yönelik bir şiddettir.
Birleşmiş
Milletler erken yaş evliliklerini “kız çocuklarını vuran köleliğin modern
biçimi” olarak tanımlamaktadır. Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmeleri
kadınların toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmekte, şiddete karşı zayıf hâle
getirmektedir. Bu evliliklerde aile içi şiddet oranları çok yüksektir. Yapılan
araştırmalara göre, evlilik içi tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalma
oranlarının yüksekliği de çarpıcı ve sarsıcıdır.
Ailenin
sosyoekonomik düzeyi ne kadar düşükse kız çocuğunun erken yaşta evliliğe
zorlanması olasılığı da o kadar yüksek olmaktadır. Erken yaştaki bu zorla
evlendirmeler, kız çocuklarının zorla eğitimden alınmalarına ve böylelikle de
onların eğitimsizlik, yoksulluk, cahillik ve bağımlılık kısır döngüsüne
hapsedilmelerine yol açmaktadır.
Sosyoekonomik
durumu ve eğitimi düşük olan kız çocukları, geleneksel rol olan doğurganlığa
mahkûm edilmekte ve daha çocuk yaşta kaldıramayacağı, kaldırmaması gereken bir
yükün altına girmeye zorlanmaktadır. Çocuk yaşta olduğu için genelde yasal
olmayan evlilikler şeklinde gerçekleştiğinden, medeni nikahla
kazanacağı haklarından da mahrum bırakılan bu çocukların mağduriyetleri de
artmaktadır.
Çocuğun
eğitim hakkından sağlıklı yaşam hakkına kadar neredeyse tüm haklarının elinden
alınmasına neden olan bu erken yaş evlilikleri, kadının toplumsal statüsünün
düşmesine ve daha yoğun cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmasına yol açmaktadır.
Bir süre
önce, Adalet Bakanlığında, evlilik yaşıyla cinsel ilişkide rıza yaşının on
dörde düşürülmeye çalışılması çok vahimdir, ürkütücüdür. Daha kendi çocukluğunu
yaşamamış, insan hakları elinden alınmış, örselenmiş, güçsüz bırakılmış çocuk
annelerle ülkemizi ileriye götüremeyiz; kalkınmayı, çağdaşlığı yakalayamayız.
Çocuklarımızın
insan hakkı ihlallerine, cinsel istismarına, şiddete maruz kalmasına ve
toplumsal halk sağlığı sorunlarına neden olan erken yaşta evliliklerin
önlenmesi için tedbirler almak, yasal düzenlemeler gerçekleştirmek, bunların
yaşama geçmesini sağlamak bu Meclisin görevidir. Bu çaba, çocuklarımızın insan
hakları mücadelesidir.
Milyonlarca
çocuğun yaşamını derinden etkileyen bu erken yaşta evliliklerin önlenmesi için
nedenlerinin araştırılarak gereken önlemlerin alınması amacıyla, Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekilleri olarak, Meclis araştırması açılması için
verdiğimiz önergenin yaşama geçirilmesini de yüce Meclisimizden diliyor ve
saygılarımı sunuyorum.
Ayrıca…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Arıtman.
CANAN
ARITMAN (Devamla) – Son bir cümle…
BAŞKAN –
Buyurunuz.
CANAN
ARITMAN (Devamla) – Sayın Başkan, ayrıca, bu anlamlı günde bu konuda bana
konuşma imkânı tanıdığınız için size özellikle teşekkür etmek istiyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Arıtman.
Gündem
dışı ikinci söz, Türkiye-Azerbaycan arasındaki son gelişmeler hakkında söz
isteyen İstanbul Milletvekili Atila Kaya’ya aittir.
Buyurunuz
Sayın Kaya. (MHP sıralarından alkışlar)
2.- İstanbul Milletvekili Atila
Kaya’nın, Türkiye-Azerbaycan arasındaki son gelişmelere ilişkin gündem dışı
konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
ATİLA
KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Konuşmama
başlarken, yarın kutlayacağımız Türkiye Büyük Millet Meclisinin 89’uncu kuruluş
yıl dönümünü bir kere daha tebrik ediyorum ve bu anlamlı günü Türk çocukları
nezdinde bütün dünya çocuklarına bir bayram olarak armağan eden,
cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’i de bu vesileyle bir kere daha
minnet ve şükran duyguları içerisinde anıyorum.
Değerli
milletvekilleri, geçtiğimiz hafta içerisinde, Türkiye ve Azerbaycan
kamuoylarını yoğun bir şekilde işgal eden ve Ermenistan sınır kapısının
açılmasına yönelik spekülasyonlar üzerine, her iki
kamuoyunda meydana gelen hassasiyetleri yerinde tespit etmek maksadıyla,
Azerbaycan Parlamentosunda temsil edilen muhtelif siyasi partilerin daveti
üzerine bir grup parlamenter arkadaşımızla beraber Azerbaycan’da bir ziyaret
gerçekleştirdik. Bu ziyaretimiz esnasında, hem Azerbaycan
Millî Meclis Başkanı hem de değişik siyasi partilerin temsilcileriyle ve sivil
toplum teşkilatlarıyla Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde son dönemde bir krize
doğru giden süreci karşılıklı olarak değerlendirme imkânına sahip olduk ve
orada, haklı olarak Azerbaycan kamuoyunun bu sınır kapısının açılmasına yönelik
endişelerini ve kaygılarını, bir kere daha, yerinde gözlemleme, müşahede etme
imkânımız oldu.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye-Azerbaycan ilişkileri son derece önemli ilişkilerdir.
Ortak köken, tarih, medeniyet birlikteliğimizin yanı sıra özellikle çıkarlar
bağlamında da yaklaştığımızda hakikaten Azerbaycan, Türkiye için son derece
önemli bir ülkedir. Aynı şekilde Bakü-Tiflis-Ceyhan,
Bakü-Tiflis-Kars demir yolu ve yine Bakü-Tiflis-Erzurum petrol ve gaz boru hatlarını da dikkate
aldığımızda, 21’inci yüzyılın önemli projeleri olan bu projeleri de dikkate
aldığımızda, Azerbaycan’ın ihmal edilmemesi gereken ve son derece önem
verilmesi gereken dost ve kardeş ülke olduğu gerçeğini öncelikle burada
belirtmek istiyorum.
Tabii,
değerli milletvekilleri, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin geçtiğimiz haftalar
içerisinde bir krize doğru gidiyor olmasının altında yatan temel sebep, bugünkü
iktidarın, Hükûmetin maalesef bu konuya yeterince
ehemmiyet göstermemesi neticesinde olmuştur. Çünkü, bu
mesele ilk gündeme geldiği zaman yani bu sınır kapısının açılması meselesi ilk
defa olarak Ermenistan medyasına yansımıştır. Daha sonra Ermenistan medyası,
ondan sonra Azerbaycan kamuoyu yoğun bir şekilde bu meseleyi işlemeye
başlamıştır. Bütün bu süreçler içerisinde, maalesef, bizim Hükûmetimizden
bu konunun olmadığına yönelik herhangi bir açıklamanın gelmemesi üzerine, bu
sefer Azerbaycan’ın resmî yetkilileri de birtakım kaygılarını, endişelerini
ortaya koyan açıklamalar yapmaya başlamışlardır.
Değerli
milletvekilleri, biz Azerbaycan’da bulunduğumuz süre içerisinde de bu kaygı ve
endişeleri yerinde tespit etme imkânına sahip olduk. Yine Azerbaycan’daki resmî
yetkililerin bize ifade ettiklerine göre, bu Ermenistan’la yaşanan, Cenevre’de
iki yıldan beri devam etmekte olan süreç hakkında kendilerinin geçtiğimiz mart
ayına kadar, yani bu içinde bulunduğumuz, daha doğrusu iki ay önceye kadar
kendilerine yeterince bilgi verilmediği, doyurucu bir şekilde bilgi verilmediği
şeklinde ifadeleri oldu. Dolayısıyla, bu süreç maalesef Hükûmet
tarafından gerektiği kadar iyi yönetilememiştir ve ilişkiler neredeyse, Sayın Aliyev’in Türkiye’deki Medeniyetler Zirvesi’ne gelmemekle
ortaya koyduğu tavırla, giderek yükselen bir boyut kazanmıştır.
Konuşmamın
başında da ifade ettim, değerli milletvekilleri, Türkiye ve Azerbaycan
ilişkileri önemli ilişkilerdir, dostluk ve kardeşlik ve çıkarlar bağlamında son
derece önemli ilişkilerdir. Dolayısıyla, hem Ankara hem Bakü
bu ilişkilerde son derece dikkatli olmalıdır. Ama aynı şekilde de, hem Türkiye
kamuoyu hem de Azerbaycan kamuoyu bu süreçleri sağduyulu bir şekilde,
sağduyuyla takip etmelidir. Çünkü maalesef bu zaaflardan dolayı birtakım üçüncü
ülkeler, birtakım başka unsurlar da devreye girmek suretiyle, Türkiye ve
Azerbaycan dostluğunu ve kardeşliğini zedelemeye yönelik birtakım faaliyetleri
gerçekleştirme imkânına kavuşabiliyorlar. Onun için bu meseleye büyük bir
hassasiyetle yaklaşılması gereğini burada bir kere daha ifade etmek istiyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ATİLA
KAYA (Devamla) – Sözlerimi şu şekilde tamamlamak istiyorum: Azerbaycan’da
yaptığımız görüşmeler esnasında Azerbaycan Parlamentosuna mensup bir
milletvekilinin şöyle bir tespiti oldu: Azerbaycan’da geçtiğimiz hafta
içerisinde bir kamuoyu araştırması yapılıyor ve bu kamuoyu araştırmasında dost
gördükleri ülkeler soruluyor. Azerbaycanlıların kendilerine
dost gördüğü ülkeler içerisinde Rusya’nın oranı yüzde 1, İran’ın oranı yüzde 3,
Türkiye'nin oranı ise yüzde 65 çıkıyor ancak bu oranları o sayın milletvekili
şu şekilde değerlendirdi, dedi ki: “Bu yüzde 65’lik oran, iki dost ülke
açısından iyi bir orandır ancak iki kardeş ülke açısından baktığımız zaman ise
düşük bir orandır.”
Bu
vesileyle tekrar bu meseleye hem Hükûmetimizin hem
Parlamentomuzun büyük bir hassasiyetle yaklaşmasını temenni ediyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Atila Kaya.
Hükûmet adına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Cemil Çiçek konuşacaktır.
Buyurunuz
Sayın Çiçek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DEVLET
BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evvela,
yarın büyük bir coşkuyla kutlayacağımız Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın tüm
çocuklarımıza, milletimize, hepimize hayırlı olmasını temenni ediyor, bu
bayramı bize armağan edenleri saygıyla, rahmetle ve şükranla anıyorum.
İkinci
olarak, güncel bir konu, Türk milleti olarak bizi yakından ilgilendiren
Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini gündeme getirdiği için Değerli Arkadaşımıza
huzurunuzda çok teşekkür ediyorum.
Bu mesele hepimizin yakından takip ettiği, ilgilendiği, ilgilenmesi
gereken bir konu.
Evvela
bir üzüntümü burada ifade etmek istiyorum: Bizim Azerbaycan’la ilişkilerimiz
-sadece bugünkü Hükûmet bakımından değil, geçmişteki
cumhuriyet hükûmetleri bakımından da- özellikle
Azerbaycan’ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra kurulan ilişkilerimiz kardeşçe
ilişkilerdir. Bizim Azerbaycan’la, Azerbaycan’ın daha ötesinde Türk cumhuriyetleriyle
olan ilişkilerimiz, bu ülkelerin maddi varlıkları, zenginlikleri, oradan elde
edilecek imkânların ötesinde doğrudan doğruya kardeşlik temeline dayanmaktadır.
Biz karşılaştığımız her sorunu, geliştirdiğimiz her ilişkiyi bir kardeşlik
ilişkisi çerçevesinde değerlendiriyor, ona göre yapılması gerekenleri yapmaya
çalışıyoruz.
Tabiatıyla
bu kardeşlik ilişkisinin ekonomik, ticari, siyasi, kültürel başka boyutları
olabilir ama bugün bu konuşmanın yapıldığı zamana kadar olan ilişkilerimizin
böyle bir samimiyetle, böyle bir anlayışla yürütüldüğünden evvela bizim,
birbirimizin emin olması gerekir, Azeri kardeşlerimizin de olması gerekir. Onun
için, yazılıp çizilen, söylenen bir kısım iddiaların çok da haklı nedenlere
dayanmadığını, asılsız, spekülatif bir kısım
haberlerden yola çıkılarak bir değerlendirme yapıldığını burada belirtmek
istiyorum ve milletimizin takdirine de sunmak istiyorum.
Esasen,
bu gelişmeler başladığı günden beri müteaddit açıklamalar yapıldı. Sayın
Başbakanımızın açıklamaları var, G-20 zirvesi için
gittiği Londra’dan yaptığı açıklamalar var. Daha sonra yurt içinden yapılan
açıklama var. Dışişleri Bakanımızın var. En son, geçtiğimiz Hükûmet
toplantısından sonra, Bakanlar Kurulu toplantısından sonra benim yaptığım
açıklamalar var; bu, Türkiye içine dönük olarak. Ayrıca, Azerbaycan’daki bir
kısım medya kuruluşlarının bize ulaşarak -devletin kayıtlarında vardır- bu
konuyla ilgili görüşlerimiz sorulduğunda da, çok net ve açık olarak
Türkiye-Azerbaycan ilişkileri ve Kafkasya’daki gelişmeler nedir, ne değildir ve
Türkiye bu meseleye nasıl bakmaktadır? Bunları Azerbaycan halkına da, oradaki
kardeşlerimize de ifade ettik, benim de konuşmalarım var. Anlaşılıyor ki, bütün
bu konuşmalara rağmen, hâlen ortada yine de tekrar konuşulması gereken hususlar
var. Ben de bu mülahazayla bir defa daha yüce Meclisin bilgisine ve takdirine,
milletimize bu konudaki görüşlerimizi açıklamak üzere huzurunuza geldim.
Türkiye,
30 Ağustos 1991’de Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettiğinde, Azerbaycan
Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte 9 Kasım 1991’de tanıyan ilk devlettir.
Türkiye-Azerbaycan ilişkileri bu tarihten bu yana gücünü iki halk arasındaki
tarihî, kültürel ve aynı millete mensup olmaktan doğan bir yakınlık temelinde
sürekli bir şekilde geliştirmiştir.
Türkiye
ve Azerbaycan arasında mevcut olan iş birliği ve dayanışma, uluslararası
ilişkilerde iki bağımsız ülke arasında benzerine az rastlanabilecek bir
seviyeye de ulaşmıştır. Türkiye-Azerbaycan siyasi ilişkilerinin temelini, iki
ülkenin ortak menfaatlerinin geliştirilmesi arayışı ve her iki ülke halkının
refah ve istikrarına katkıda bulunacak şekilde iş birliğinde bulunması ilkesi
oluşturmaktadır. İki ülke yönetimi arasındaki diyalog ve temaslar, en üst
seviyede sürdürülmekte ve ziyaretler vesilesiyle her iki ülkeyi de yakından
ilgilendiren ikili ve bölgesel tüm konuların ele alınması mümkün olmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, bakınız, 2008 yılı içinde iki ülke arasında Cumhurbaşkanı ve
Başbakan düzeyinde on, çeşitli bakanlar düzeyinde ise otuz kadar karşılıklı
ziyaret yapılmış olması, temasların sıklığını ortaya koyması açısından son
derece önemlidir diye düşünüyoruz. Eğer, Azerbaycanlı kardeşlerimizin bu gelişmelerle
ilgili, bu görüşmelerle ilgili yeteri kadar bilgisi yoksa,
kendilerine bilgi vermesi gerekenlerin yeterli bilgiyi vermediğindendir. Bunun
da altını çiziyorum.
Cumhurbaşkanı
Aliyev’in 15 Ekim 2008 seçimlerinde yeniden iş başına
gelmesinin ardından yurt dışına yaptığı ilk resmî ziyaret kapsamında ülkemizi
ziyaret etmiş olması, Azerbaycan yönetiminin ülkemize verdiği değerin açık bir
göstergesidir ve üstelik tekrar Cumhurbaşkanlığı görevine seçildiğinde orada
temsil edilen birkaç ülkenin başında da Türkiye gelmektedir.
Türkiye-Azerbaycan
ekonomik ilişkileri de özellikle son dört yıl içinde siyasi ilişkilere paralel
bir gelişme göstermiş ve memnun edici düzeye erişmiştir. İkili ticaret hacmimiz
son dört yıldır ortalama yüzde 40 oranında artarak Eylül 2008 sonu itibarıyla 2
milyar doları aşmıştır. Azerbaycan’ın petrol dışı sektörlerine yatırımlarımız 3
milyar dolar seviyesine ulaşmış olup bu rakamla Türkiye, Azerbaycan’ın petrol
dışı sektörlerinde en büyük yatırımcı konumuna gelmiştir.
İki ülke arasında hayata geçirilen Bakü-Tiflis-Ceyhan
ve Bakü-Tiflis- Erzurum petrol, doğal gaz boru
hatları ile çalışmaları devam eden Bakü-Tiflis-Kars
Demir Yolu Projesi gibi enerji ve ulaşım alanlarında bölgesel önemi haiz iş
birliği alanları, Türkiye’yle Azerbaycan’ın parçası oldukları çok taraflı iş
birliğinin tüm Avrasya coğrafyası açısından taşıdığı stratejik önemi ortaya
koymaktadır. Söz konusu projeler, her iki ülke halkının
refahına katkıda bulunmanın ötesinde, bölgenin istikrara kavuşmasına ve
uluslararası planda stratejik önem kazanmasına da vesile olmuştur.
Tüm bu
saydığım unsurlar, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin stratejik niteliğini ve
önemini büyük bir açıklıkla ortaya koymaktadır. Hükûmetimiz,
gerek Azerbaycan’la ikili ilişkilerimizin taşıdığı bu önemin gerek Azerbaycan’ın
Türk halkının kalbinde taşıdığı yerin farkındadır.
Bölgedeki diğer bir komşumuz olan ve aramızda da sorunlar bulunan
Ermenistan’la yürütülmekte olan ve son dönemde de bölgedeki gelişmeler
sebebiyle hız kazanan görüşmeler süreci ise bu ülkeyle mevcut olan sorunların
çözümü için gerekli altyapının sağlanmasını ve Güney Kafkasya’daki tüm
ülkelerin iştirakiyle bir istikrar ve güven ortamının oluşturulması için ilk
adımların atılmasını hedeflemektedir.
Ermenistan’la
esasen bu ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından bu yana çeşitli
düzeylerde sürdürülen bir temas vardır ancak - geçtiğimiz pazartesi günü yaptığım
açıklamada da ifade ettim- ikili ilişkilerde ve uluslararası diplomaside
konular belli bir olgunluğa kavuşmadan, yeterli açıklamalar yapılmamış olması
bu ilişkilerin dün, evvelsi gün başladığı anlamına gelmiyor. Burada bir defa
daha ifade ediyorum ki Ermenistan’
Ayrıca,
Türkiye'nin birçok uluslararası toplantıda ve üst düzey ziyaretlerde, ister
Türkiye’ye yapılan ister Türkiye'nin yaptığı ziyaretlerde gündeme getirdiği iki
önemli konu vardır. Bunlardan bir tanesi Kıbrıs konusudur, diğeri de bizim
tarafımızdan gündeme getirilen Karabağ konusudur.
Dolayısıyla Ermenistan ile müzakere sürecimizde bugüne kadar olduğu gibi bundan
sonra da dost ve kardeş Azerbaycan halkının çıkarları ve iyiliği hiçbir şekilde
göz ardı edilmemiştir ve edilmeyecektir. Azerbaycan topraklarının işgali sona
ermeden bölgede arzu edilen normal ilişkilerin tesisinin mümkün olmadığı tüm
bölge ülkeleri tarafından da bilinmektedir.
Hükûmetimiz,
Azerbaycan’ın konuya ilişkin hassasiyetinin bilincinde olarak, sürecin başından
bu yana Ermenistan ile yürütülen müzakereler hakkında Azerbaycan yönetimine
gerekli bilgilendirmeyi her zaman yapmıştır. Bunun da tekrar altını çiziyorum.
Yani biz, 2002’den bu tarafa, Ermenistan’la eğer bir görüşme yaptıysak, bir
müzakere varsa, bu konuyla ilgili Azerbaycan’dan herhangi bir bilgi
saklamaksızın ne görüşüldüyse, ne konuşulduysa Azerbaycan yetkililerine her
kademede bu bilgilendirme yapılmıştır ve bundan sonra da bu bilgi akışı
sürdürülmeye devam edecektir. Amacımız, bir yandan Türkiye ile Ermenistan
arasında ilişkilerin normalleşmesi yönünde ilerleme kaydedilirken, bir yandan
da Yukarı Karabağ sorununun Azerbaycan’ın toprak
bütünlüğü çerçevesinde çözümü için uygun şartların yaratılmasıdır. Zira Yukarı Karabağ sorunu çözülmeden bölgede kalıcı huzur, istikrar ve
iyi komşuluk ilişkilerinin tesis edilmesi mümkün değildir ve mümkün
olmayacaktır. Bu konu müteaddit defalar hem Sayın Başbakanımız ve hem de Hükûmetimiz tarafından kamuoyunun bilgilerine sunulmuştur.
Değerli milletvekilleri,
netice itibarıyla aramızda çok yönlü ilişkiler var, bunlara bu çerçevede devam
etmek istemiyorum ancak biz, bu ilişkileri sürdürürken dikkat ettiğimiz ve
bundan sonra da daha fazla dikkat göstereceğimiz hususları madde başlıkları
itibarıyla bilgilerinize sunmak isterim:
1) Evvela, Türkiye ile
Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi sürecine ilişkin gelişmeler
hakkında Azerbaycan’a, tekrar ifade ediyorum ki, düzenli bilgi verilmiştir,
bundan sonra da verilmeye devam edilecektir.
2) Son dönemde ortaya atılan
bazı iddialar ise tamamıyla spekülatif niteliktedir.
Ermenistan ile yürüttüğümüz normalleşme sürecinin Azerbaycan’ın aleyhine
cereyan ettiği gibi haberler gerçeği yansıtmamaktadır.
3) Ermenistan ile müzakere
sürecimizde, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, dost ve kardeş Azerbaycan
halkının çıkarları ve iyiliği hiçbir şekilde göz ardı edilmemiştir ve
edilmeyecektir.
4) Türkiye'nin Azerbaycan’ın
menfaatleri aleyhine adımlar atması kesinlikle söz konusu değildir.
5) Türkiye, Yukarı Karabağ sorununun Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü
çerçevesinde, barışçı ve kalıcı bir çözüme kavuşmasını arzu etmektedir. Bu
politikamızda hiçbir şekilde sapma yoktur.
Diğer bir madde: Yukarı Karabağ sorunu çözülmeden bölgede kalıcı huzur, istikrar ve
iyi komşuluk ilişkilerini tesis etmek mümkün değildir, mümkün olmayacaktır. Bu,
Sayın Başbakanımız ve Hükûmetimizce defaatle vurgulanmıştır ve Azerbaycan yetkilileri de bunu
bilmektedir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Yani kapı açılmayacak değil mi Sayın Bakanım?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Azerbaycan topraklarının işgali sona ermeden
bölgede arzu edilen normal ilişkilerin tesisi imkânsızdır.
Bilgilerinize saygı ile arz
ediyorum, hepinize teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Çiçek.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Kapı açılacak mı açılmayacak mı?
BAŞKAN - Gündem dışı üçüncü
söz, kot kumlama işinde çalışan işçiler arasında silikozis
hastalığı sebebiyle artan ölüm olayları hakkında söz isteyen İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’e aittir.
Buyurunuz Sayın Sevigen. (CHP sıralarından alkışlar)
3.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, kot kumlama işinde
çalışan işçilerin silikozis has-talığına
yakalanmaları ve ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) –
Sayın Başbakan Yardımcımız buradan gitti ama milletvekilleri adına bir soru
sormuşlardı “Kapı açılacak mı açılmayacak mı? “ diye, umarım bunun cevabını
verir herhâlde.
EMİN NEDİM ÖZTÜRK (Eskişehir)
– Verdi cevabını.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) –
Yani sadece duymamışlar.
Çok teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, sevgili arkadaşlarım; ben bugün karşınıza silikozis
hastalığından mağdur olan vatandaşlarımızla ilgili gündem dışı söz aldım. O
konuyla ilgili sizleri bilgilendirmek, ortak bir çözüm önerisi bulmak için
buradayım.
Bu konuda, ben, milletvekili
olarak düşüncelerimi dile getireceğim, Sayın Bakan varsa çıkıp cevap verecek.
Zannediyorum Çalışma Bakanı yok. Olsun, biz de Parlamento olarak eğer
anlaşabilirsek zannediyorum bir çözüm buluruz ve bunlara biraz yardımcı oluruz
diye düşünüyorum.
İzin verirseniz, önce ben
size bu konuda mağdur olmuş bir işçi arkadaşın mektubunu okumak istiyorum, bir
mektup göndermiş: “Sizler, ölümü beklemek nedir bilir misiniz? Size doktorlar
‘Hastalığınızın tedavisi yok, birkaç yıl içinde öleceksiniz.’ deseler ne
yaparsınız? Sizler, çocuğunuzun gözlerinin içine bakıp onun büyümesine şahitlik
edemeyeceğinizi hiç düşündünüz mü? Sizler, sırf başkalarına yük olmamak için
hemen ölmeyi düşündünüz mü? İşte, biz bütün bunları düşünüyoruz çünkü ölmeyi
kurtuluş olarak görüyoruz. Yüreğimizi kanatan ise zamansız oluşudur ölümlerin.
Yirmili, otuzlu yaşlarda ekmek parası uğruna ölmek kader olmasa gerek. Şimdi
diğer bütün ölümleri nasıl cezalandırıyorsanız bu ölümlerin de suçlularının
cezalandırılması gerekir. Ölümü bekleyen mağdurlara sahip çıkılmalıdır. Bizler
tedavisi olmayan bir hastalığın pençesindeyiz. Belki ölümümüzü
engelleyemezsiniz ama ölürken gönlümüzü rahatlatırsınız, gözümüz arkada kalmasın
diye, kırılmış olan kalplerimize bir nebze olsun merhem olursunuz.”
Hele bu günde, 23 Nisan
Ulusal Egemenlik Bayramımızda -onu da kutluyorum hepinizin- o insanların
çocuklarına bir nebze olsun bu hastalıktan kurtulmalarına yardımcı olacak bir
çözüm buluruz diye düşünüyorum.
Sevgili arkadaşlarım, silikozis hastalığı, daha çok tünellerde, madenlerde
çalışan insanların yakalandığı bir hastalık. Ama,
maalesef, bizim ülkemizde bu kot beyazlatma dediğimiz, hepinizin çok yakından
bildiği, kotları beyazlatmaya çalıştığımız atölyelerde –doktor arkadaşlarım
daha çok iyi bilir- sağlıksız yerlerde, kapalı yerlerde, sigortasız insanların,
çoğunun, yüzde 90’ının sigortasız olarak çalıştığı ya da bir kısmının
başkalarının üzerine sigortalı yaptırıldığı, taşeronların elinde olduğu,
havasız küçük atölyelerde çalıştırılıyor ve burada çalışan insanların yüzde
90’ının sigortası yok, yüzde 90’ının geleceği yok, sağlık güvencesi yok. Yüzde
90’ı, bırakın sigortalı çalışmayı, kendi yanındaki arkadaşlarına başka bir
şirket, paravan şirket kurarak sanki onların üzerinde sigortalıymış gibi
gösterdiklerini ve kendilerinin sırf sigortalı olduklarını kanıtlayabilmek için
mahkeme kapılarında uzun süre kuyruklarda beklediğini, mahkemeler
sonuçlanıncaya kadar çoğunun da öldüğünü, o dev gibi adamların nasıl
küçüldüğünü, ufacık kaldığını görerek yaşıyoruz.
Bu konuda AKP’li ve CHP’li
milletvekili arkadaşlarım… İki arkadaşım Meclis araştırması vermiş: Sacid Yıldız, Çetin Soysal arkadaşım. AKP’li, Yozgat
Milletvekili bir arkadaşım da bu konuda kendi köyünde ölen insanlara yardımcı
olmak için bir Meclis araştırması vermiş zannediyorum. Bütün bu milletvekili
arkadaşlarımızın ortak yaptığı bir çalışmaya dayanarak ben de bir kanun teklifi
verdim. Dedim ki: Bir kereye mahsus olmak üzere, bu işte çalışan, hasta olmuş,
sağlık kuruluşlarından alacakları raporlarla hasta olduklarını belgeleyen,
raporlara dayanarak bu insanları sigortalı yapalım ya da bu insanları malulen
kendi hastalık derecelerine göre emekliye ayıralım ve bu hizmeti devlet olarak bedava
yapalım, bir kereye mahsus olmak üzere.
Tabii, bunları nasıl
bulacağız, nereden bulacağız? Bunları da bulmak mümkün değil ama Sağlık
Bakanlığı eğer bu insanlara bir gazete ilanı vererek…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) –
Hemen bitiriyorum Başkanım.
Bu insanların Türkiye’de ne
kadar çalıştıklarına, nerelerde çalıştıklarına, hangi şartlarda çalıştıklarına
bakılmaksızın biz ilan vererek bunların ücretsiz olarak devletin o
kuruluşlarında ciğerlerinin muayene edilmesi gerektiğini belirterek, hiç
olmazsa bu hastalığa kimlerin yakalandığını önce bir tespit edelim. Elimizdeki
veriye dayanarak, iktidarı, muhalefeti, Hükûmeti,
milletvekilleri ortak bir karar vererek böyle bir günde, yarın kutlayacağımız
bir günde bu çocukların babalarının, ailelerinin…
İnsanlar ölüme mahkûm
edilmişler, bile bile. Bu hastalığın çaresi yok
sevgili arkadaşlarım, bu hastalığın tedavisi yok. Ancak organ nakliyle
yapılabiliyor, bunlar da çok sağlıklı değil. İki tane arkadaşa yapılmış ciğer
nakli. Bir tanesi geçen gün, iki gün evvel ölmüş, bir tanesi de yoğun bakımda.
E, Türkiye’de kaç kişi nakil olacak? Onun için, hepimiz el ele verirsek bir
kereye mahsus olmak üzere bu insanlara sahip çıkarız diye düşünüyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Sayın Bakanım, geldiniz mi?
BAŞKAN –
Sözünüzü tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Hepinize bu konuda beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor,
sevgiler, saygılar sunuyorum.
Bu arada,
Çalışma Bakanlığımız da bu zararlı gördükleri, bu konuda kullanılan,
zannediyorum kumda gördüğü zararlı maddeleri de yasaklamış bir genelgeyle; ona
da teşekkür ediyorum. Bu kuruluşlar, dernekler Sağlık Bakanlığından görüşme
istemişler, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı gelmiş, kendileriyle görüşmüş. Çalışma
Bakanımızdan randevu istemişler, o daha kendilerine ulaşmamış. Eğer Çalışma
Bakanı da onlara randevu verirse, bu konuda mağdur olan derneklere,
zannediyorum problemi biraz daha öne almış ve çözmüş oluruz. Çünkü onların
zamanla yarıştığını bilmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Hepinize
sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Sevigen.
Hükûmet adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik konuşacaktır.
Buyurunuz
efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in,
kot kumlama işçiliğinde çalışan işçilerin silikozis
hastalığına yakalanmaları sebebiyle ölümlerinin araştırılması ve sorunlarıyla
ilgili gündem dışı konuşması üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin tedbirler,
bildiğiniz gibi, 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında ele alınmış bulunuyor ve
sadece işçileri kapsamaktadır. Bizim müstakil bir iş sağlığı ve güvenliği yasamız
dünden bugüne olmamıştır. Müstakil bir iş sağlığı ve güvenliği yasasını
hazırlayıp şu anda Başbakanlığa sevk etmiş bulunuyoruz ve tüm çalışanları
kapsamaktadır. Yani memur-işçi ayrımını ortadan kaldıran müstakil bir iş
sağlığı ve güvenliği yasasına Türkiye inanıyorum ki hep birlikte yapacağımız
çalışmayla kavuşacaktır. Bu işin birinci yönü.
İkinci
yönüne baktığımız zaman, meslek hastalıklarının tümü önlenebilir
hastalıklardır. Ne yazık ki, az önce Sayın Milletvekilimin söylediği ve
medyadan hepimizin izlediği gibi üzücü olaylarla karşı karşıyayız ama bunların
tümü önlenebilir hastalıklardır, önlenebilir rahatsızlıklardır. İş kazaları
için aynı şeyi söylemek mümkün mü? Tabii ki mümkün değil. İş kazalarının da
yüzde 98’ini alınacak olan önlemlerle, tedbirlerle engellemek, önüne geçmek,
yüzde 98’inin önüne geçmek mümkündür.
Şimdi, bu
çerçeveden baktığımız zaman, Yasa yani 4857 sayılı İş Kanunu’muz
iş kazaları ve meslek hastalığının önlenmesiyle ilgili olarak birinci derecede
sorumlu işvereni tutmaktadır. Şimdi, elimizi vicdanımıza koyalım, siyasetçiler
olarak bu sıkıntılarla biz yüzleşiyoruz, karşı karşıya kalıyoruz. Bizim tabii
ki sorumluluklarımız var ama işçinin alın terinden, emeğinden hatta sağlığından
ödün vererek birilerinin de para kazandığını hiç unutmayalım. Bundan dolayı
yasa koyucu ve yasa diyor ki: “Sorumluluğun büyüğü, sorumluluk merkezinde işveren bulunmaktadır.”
Şimdi,
işveren eğer kayıt dışı istihdamı sürdürüyor ise işverenin eğer iş yeri
kayıt dışı ise bunun ne derece bir sorumsuzluk olduğunu öyle tahmin ediyorum ki
bizi izleyenler de, sizler de takdir edersiniz. Bununla benim işverenlerin
tümünü ifade etmem tabii ki söz konusu değil ama bir sorumsuz anlayış
içerisinde hayatını idame ettirmeye çalışan, gelirine gelir katmaya çalışan, işçiyi
sömürerek, işçinin alın terini sömürerek hayatını sürdürmeye çalışan
işverenlerin olduğunun en canlı örneğini de bu dramatik sahnelerin ortaya koyduğunu bilmemiz
gerekiyor.
Şimdi, açık kumlama, bu kot
işçiliğinde, kotların beyazlatılmasında birkaç çeşit beyazlatma şeyi var ama
esas iki yöntem var: Biri kapalı, biri açık. Bu açık yöntemde… Yürürlükteki
mevzuat kesinlikle açık kumlamaya müsaade etmemektedir. Yani bu, bugün
yasaklanmış filan bir hadise değil. Bizim mevzuatımız açık kumlama… Açık kumlama
ne? Bir hortumla, açık bir alanda, maske var yok, böyle bir ortamda kumlama
yapıyorsunuz ve tüm bu tozlar ciğerlere ulaşıyor. Aslında silikozis
“Toza bağlı akciğer hastalığı.” demek. Açık olarak bunu yaptığınız zaman, insan
sağlığının ne derece tehlikeye girdiğini, hepimiz öyle tahmin ediyorum ki çok
daha iyi anlıyoruz. Kapalı yöntem nedir? Kapalı alan içerisinde, yine gerekli
önlemler alınarak, yalnız bileklerinize kadar veya ellerinizle yapmış olduğunuz
bir faaliyettir ki bunun birincisiyle mukayese edilir yanının olmadığı açıktır.
Şu anda silikozis
hastalığının şikâyet verecek… Açık sistemde kumlama yapılan bir iş yerini biz
tespit etmiş bulunmuyoruz, böyle bir iş yerine rastlamış değiliz değerli
arkadaşlar. Bunu bugün itibarıyla söylüyorum. Bu bir savunma…
CANAN ARITMAN (İzmir) – Demek
ki sıfır denetim Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Tabii, bu bir savunma açısından değil. Bakınız,
eğer konuşmama bütünü içerisinde bakacak olursak çok daha net bir şekilde
görülecek.
Şimdi, silikozis
hastalığının üç ayrı klinik şekli var: Biri akut, diğeri hız-lanmış
şekli, bir diğeri de kronik olan şeklidir. Burada tekrar ediyorum: Bu me-sele siyaset meselesi değil, bu mesele insan sağlığı
meselesi. Yani kronik, bir silikozis hastası kronik
durumda ise bu belki 1990’lardan, 1995’lerden, on yıla, on beş yıla sâri bir
durum da olabilir yani. Adam çalışıyor, emekli oluyor, o kronik durum devam
ediyor ve emekliğinden sonra da çok ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya
kalıyor bu çalışanımız. Dolayısıyla akut durumda ise belki bir iki ay
içerisinde olumsuz ortamda çalışması neticesinde yine bu hastalığa yakalanma…
Bu hastalık da öyle bir hastalık ki, bundan kurtuluşun olmadığını, bir tedavi
yönteminin olmadığını da hepimiz biliyoruz.
Şimdi, Bakanlık olarak, tabii
özellikle iş başına gelir gelmez, bu konularla ilgili olarak Bakanlık proje
denetimleri çerçevesinde, özellikle madenler, ki daha
önce de ifade ettim, ilk gittiğim yerlerden biri de Zonguldak’ta
Ayrıca iş yerlerinin tespiti
için Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesinden kot kumlama nedeniyle silikozis tedavisi gören işçilerin iş yerlerinin listesi
istendi ve bu iş yerlerinde de teftişler gerçekleştirildi. 2009 yılında ise…
2008 yılında bu bahsettiğimiz 71 iş yerinde, özellikle İstanbul ve Çorlu
istikametinde bu denetimler yapıldıktan sonra, 2009 yılının ilk üç ayında ise
78 iş yerinin denetimi yapıldı, nisan ayında ise 54 iş yeri denetimi yapılmak
üzere programa almış bulunuyoruz. İster program dâhilinde ister ihbarla olsun
iş müfettişlerimiz bu konudaki denetimlerini sıkı bir şekilde
sürdürmektedirler.
Burada önemli bir rakam
vermek istiyorum bu hastalıkla, bu rahatsızlıkla ilgili. Çalışma Bakanlığı
olarak bizler ve İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi ve Bursa Verem Savaş
Derneğiyle birlikte 2007 yılında yapılan araştırmada yani kot taşlama, kot
beyazlatmasıyla ilgili, bu silikozis hastalığıyla
ilgili yapılan araştırmada yüzde 38,8; silikozis
hastalığının bu iş yerlerinde çalışan işçilerimizde varlığı göründü. Bu
gerçekten ürkütücü ve korkutucu bir rakamdır.
Bu tespitler 2007-2008 yılında yapılınca yapmamız gereken neydi?
Birincisi, denetimleri -az
önce ifade ettiğim gibi- çok daha sıkı bir şekle dönüştürmek,
ki bu gerçekleşti, bu yapılıyor.
İkincisi, meslek
hastanelerine vatandaşların yönlendirilmesi konusunda bir çaba sarf ediyoruz.
Ayrıca, bu bahse konu
araştırma yapılan ve teftişler yapılan iş yerlerinde ise iş yeri eğitimi ve
bilgilendirme çalışmalarımızı da yoğun bir şekilde sürdürdüğümüzü sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, kayıt dışı, kayıt dışı… Kayıt dışının önlenmesiyle ilgili
biz çok önemli düzenlemeler yaptık. Şimdi, bu küresel krize rağmen –dün burada
ifade ettim- 300 binin üzerinde kayıt dışı çalışan vatandaşımız banka
işlemlerinde ve diğer kamu kurumlarıyla ilgili yaptığımız yasal düzenlemelerden
dolayı kayıt dışı kayıt altına alınmıştır, 300 binin üzerindeki işçimiz, çalışanımız.
On bir bin iş yerimiz kayıt dışılıktan kayıt altına girmiştir yapılan yasal
düzenlemeler neticesinde.
Ben
inanıyorum ki bu küresel kriz geçince, bu yasal mevzuatın işlerliği çok daha
büyük bir anlam kazanacak ve kayıt dışılığın gerçekten beli kırılacak
ümidindeyiz çünkü onunla ilgili gerekli altyapı oluşturulmuş bulunuyor. Fakat vatandaşımız eğer duyarlılığını ortaya koymaz ise yani
kendisi böyle olumsuz şartlar içerisinde iş sağlığı, güvenliğine aykırı bir
ortamda çalışmasına rağmen, kendisi bir şikâyette bulunmaz ise veya yanındaki
komşusu veya evindeki ailesi bu konuda bir duyarlılık göstermez, hastalığa
yakalandıktan sonra şikâyetlerimiz artmaya devam ederse, e bu da, bu toplum
içerisinde yaşayan birisi olarak toplum sağlığı açısından, vatandaşın sağlığı
ve geleceği açısından, herhâlde en hafif tabiriyle, görevimizi yapmamak
karşılığı şeklinde ifade edilebilir. Onun için, bu gündem dışı konuşma
vesilesiyle ben ifade ediyorum: Bütün dinleyen vatandaşlarımız bu konuda
duyarlı olsunlar ve Bakanlığımızın taşra teşkilatları var, merkez
teşkilatlarımız var, yani bir telefon yeterlidir.
Ayrıca,
bakınız, biz Alo 170 hattını kurduk. Alo 170 hattı kayıt dışı çalışmayla
ilgili, yalnız kayıt dışı çalışma değil çalışma hayatıyla ilgili tüm sorunları,
şikâyetleri içeren bir hattır. Yani silikozis
hastalığına neden veren kot taşlamayla ilgili sağlıksız ortamda bir hizmet, bir
faaliyet söz konusu ise, bir işletme böyle bir faaliyet içerisinde ise Alo 170
hattını çevirmesi bile yeterlidir. Ama bu konuda bir duyarsızlık söz konusu
ise, herhâlde sizler milletvekilleri olarak, bizler Bakanlık olarak hangi
merdiven altında hangi işlerin yapıldığını araştırmakla görevliyiz, bu doğru ama bütün
merdiven altlarını ve bütün olumsuz alanları denetleme, bulma imkânınız yok ki
tabii. E, bulamayınca bunlara göz yummamız doğru mu? O hâlde vatandaşlarımıza
düşen görevler var. Tabii ki bize düşen görevler de var. Bunları el birliği
içerisinde yerine getirmemiz gerekiyor.
Şimdi,
yaptığımız bir önemli düzenleme var. Bildiğiniz gibi üç meslek hastanesi var,
meslek hastalıkları hastanesi var. Bunlar İstanbul, Zonguldak ve Ankara
illerimizde bulunuyor. Şimdi, biz 2008 yılının onuncu ayında yönetmelikte bir
değişiklik yaparak ilave bir şey yaptık. Dedik ki: Meslek hastalıkları madem önlenebilir,
önlenebilir olduğuna göre, bu konuyla ilgili kamu üniversite hastanelerine de
meslek hastalıkları tanısını koyma yetkisini verdik. Dolayısıyla şimdi
üniversite hastaneleri de meslek hastalıklarıyla ilgili tanı koyabilecek. Yani
Antalya’da bir hasta var -silikozis hastası diyelim-
bunun tanısı, Ankara’ya, Zonguldak’a veya İstanbul’a gelmek durumunda. Şimdi,
üniversite hastanelerinde yaygınlaştırılarak bunun önemli bir adım olduğu
düşüncesindeyim.
Peki,
işin can alıcı noktasına gelelim. Ne olacak bu insanların hâli? Esas can alıcı nokta burası.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, eğer meslek hastanesi bu hastalıkla ilgili bir işçimiz, bir
çalışanın üzerinde bir tespitte bulunmuşsa, yüzde 10 ve daha üzerinde bir
hasar, bir kazanma gücü kaybı söz konusuysa, bu vatandaşımıza sürekli iş
göremezlik geliri bağlanıyor. Hangi durumlarda? Meslek hastanesine gitmiş ve
tespit yapılmış. Kayıt altından bahsediyoruz.
İkincisi
ise, vatandaş kayıt dışı çalışıyor ise burada yapılacak olan nedir? Burada
yapılacak olan, müfettişlerimiz bu kayıt dışı çalışmanın neticesinde silikozis hastalığına yakalanmış olan vatandaşlarımıza
gidiyorlar. Diyorlar ki: “Siz nerede çalıştınız?” Vatandaş diyor ki: “Ben filan
iş yerinde çalıştım.” Bu iş yeri kayıt altında mı? Değil. Orada bir şahit bile
yeterlidir. Yani birisinin “Evet, bu Ahmet, bu iş yerinde, kayıt dışı iş
yerinde çalıştığına ben şahidim. Ben bunu biliyorum. Burada böyle iş yeri
vardı.” demesi, müfettişe bu bilgiyi vermesi yeterlidir. Bakınız, yeterlidir bu
bilgi. “Ne olacak?” sorusu şu: Yani ya kayıtlı olacaksınız -silikozis
hastaları için söylüyorum veya meslek hastaları için söylüyorum- kayıt altında
olacaksınız veya tanık ifadeleriyle bunu belgeleyeceksiniz orada çalıştığınıza dair,
bizim için bu tespitler yeterlidir. Evet, bu vatandaşımıza sürekli iş
göremezlik aylığı bağlanıyor.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Mahkemeye gitmeden mi?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Problem nedir? Zaten kayıt dışı yerde çalışmanın
nereden kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. O bilinç olsa, çalışsa bile
şikâyette bulunur kendi geleceği açısından. Bu şikâyette bulunmuyor.
Bulunmayınca, daha sonra kendisi bu sağlık sorunlarıyla karşılaşınca da bunun
çözümü konusunda da bir yol bilemiyor vatandaşımız.
Şimdi, burada net söylüyorum:
İki tane yolumuz var. Kayıt altındakiler için hastane, meslek hastanelerinden,
üniversite hastanelerinden rapor yeterlidir. Kayıt dışı olan vatandaşlarımız,
müfettiş gittiği zaman, ilgili iş yerinde çalıştığına dair bir tanığın
müfettişimize bilgi vermesi, bunun rapor edilmesi yeterlidir. Bunların
hiçbirisi yapılamıyorsa, tespit edilemiyorsa, yargı yolundan başka bir çıkış
yolu görülmüyor. Yani, iş yeriyle bağlantı kurulmadan vatandaşa bizim sürekli
iş göremezlik aylığı bağlamamız mümkün değildir. Mutlaka iş yeriyle bir bağ
kurulacak. Nasıl kurulacak? Hastane bu bağı kuracak, kayıtlılık bu bağı
kuracak. Kayıt dışıysa müfettiş raporuyla, tanıkla bu bağ kurulacak veyahut da
“Evet, bu, böyle bir meslek hastalığı neticesinde bu duruma gelmiştir.” diye
yargı bir karar verecek ki, biz bu işi çözelim.
Dikkat ederseniz, kapalı bir
nokta yok, her şey açık. Ama, belki bilgi açısından,
bilgi kirliliği açısından ve yeterli araştırma yapmamaktan kaynaklanan bir
sorunla karşı karşıyayız.
Ben, bir vesileyle daha
buradan ifade ediyorum: Bu sorun önemli
bir sorundur. Yalnız silikozis hastaları için değil,
iş sağlığı, güvenliğine aykırı… Bakın, Tuzla olaylarını hep beraber izledik.
Aynı şey… Ben gayri resmî olarak da gittim, orada denetimlerde gördüm. Adam
boya yapıyor, maskeyi takmıyor. “Neden takmıyorsun?” diye bizzat işçiyle
yüzleştim. “Sana bu maske verilmiş, niye kenara koymuşsun?” diyorum.
Bakınız, bütün çalışanlara,
bütün emekçilere buradan sesleniyorum: Sağlıksız ortamlarda ve iş sağlığı ve
güvenliğine aykırı ortamlarda çalıştırılıyorsanız, Alo 170 hattı size çok
yakın. Alo 170 hattına bu ihbarda bulununuz, biz de kamu olarak üzerimize düşen
sorumluluğu ve görevi yerine getirelim. Aksi olarak “Olumsuzluklar oluşsun ve
Bakanlık, Bakanlığın 200-300 müfettişi Türkiye'nin
neresinde ne varsa bunu ortaya çıkarsın.” gibi bir yaklaşım olumsuzlukların
devamı anlamınadır. Sorumluluk tümden 70
milyonundur. El birliğiyle, özellikle de milletvekili arkadaşlarımızla birlikte
bir dayanışma içerisinde, inanıyorum ki, bu ve benzeri iş sağlığı, güvenliğine
aykırı kayıt dışı uygulamaların önüne geçeceğimize ben inanıyorum.
Bu fırsatı verdiğiniz için
ben de gündem dışı konuşma yapan değerli arkadaşıma ve siz değerli
milletvekillerine teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Çelik.
Sayın milletvekilleri,
gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Sri Lanka
Parlamentosu Başkanı W.J.M Lokubandara ve
beraberindeki heyetin 26 Nisan-1 Mayıs 2009
tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmelerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/761)
21
Nisan 2009
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlık Divanı’nın 15 Nisan 2009 tarih ve 46 sayılı Kararı ile Sri Lanka
Parlamentosu Başkanı Sayın W.J.M Lokubandara ve
beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur.
Söz konusu heyetin 26 Nisan-1 Mayıs 2009 tarihleri arasında ülkemizi ziyareti,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Köksal
Toptan
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Sözlü
soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum:
B) Önergeler
1.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in,
(6/1133, 6/1174, 6/1175, 6/1196, 6/1220) esas numaralı sözlü sorularını geri
aldığına ilişkin önergesi (4/130)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Gündemin
Sözlü Sorular Kısmının 355, 392, 393, 414, 436 sırasında yer alan (6/1133,
1174, 1175, 1196, 1220) esas numaralı soru önergemi geri alıyorum.
Gereğini
saygılarımla arz ederim.
Hasan
Özdemir
Gaziantep
BAŞKAN –
Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.
Komisyondan
istifa önergesi vardır, okutuyorum:
2.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonundan
çekildiğine ilişkin önergesi (4/131)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Üyesi
bulunduğum Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonundaki görevimden gördüğüm lüzum
üzerine istifa ediyorum.
Gereğini
arz ederim.
Saygılarımla.
21/04/2009
Osman
Özçelik
Siirt
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır. Ayrı ayrı
okutacağım.
İlk
okutacağım önerge 500 kelimeden fazla olduğu için özeti okunacaktır, ancak
önergenin tam metni tutanak dergisinde yer alacaktır.
Okutuyorum:
C) Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve 19
milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik, toplumsal olaylarda orantısız güç
kullanımı iddialarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/347) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na
Güvenlik
güçlerinin, toplumsal gösterilere “kamu düzenini koruma ve güvenliği sağlama”
amacını aşan müdahale şeklinin, kullandıkları araç-gereçlerin ve özellikle son
iki yılda toplumsal gösterilerdeki yaşam hakkı ihlallerinin, ölümlerin
araştırılması amacıyla Anayasa’nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105’inci Maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Ahmet Türk (Mardin)
2) Emine Ayna (Mardin)
3) Fatma Kurtulan (Van)
4) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
5) Sırrı Sakık (Muş)
6) Ayla Akat Ata (Batman)
7) Bengi Yıldız (Batman)
8) M. Nezir Karabaş (Bitlis)
9) Akın Birdal (Diyarbakır)
10) Aysel Tuğluk (Diyarbakır)
11) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
12) Hamit Geylani (Hakkâri)
13) Pervin Buldan (Iğdır)
14) Sebahat Tuncel (İstanbul)
15) Nuri Yaman (Muş)
16) Osman Özçelik (Siirt)
17) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
18) Sevahir Bayındır (Şırnak)
19) Hasip Kaplan (Şırnak)
20) Şerafettin Halis (Tunceli)
Gerekçe Özeti:
Ülkemizde
yapılmak istenen demokratik eylem ve etkinliklere, güvenlik güçlerinin görev ve
yetkilerini aşan müdahalesi nedeniyle yaşam hakkı ihlallerinin sıkça yaşandığı
kamuoyuna yansımaktadır.
Oysaki
demokratik toplumlarda toplanma özgürlüğü, siyasal ve toplumsal yaşamın
vazgeçilmez unsurlarındandır. Toplantı ve gösteriler, düşünceyi ifade etmenin
kolektif bir biçimi ve düşünce özgürlüğünün tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu
nedenle demokratik bir fonksiyona sahip olma özelliği taşır.
Toplanma
ve gösteri özgürlüğü hakkının kullanılması ise izin alınmaksızın yalnızca
bildirime tabi bir hak olup, bu şekliyle Anayasanın 34'üncü Maddesi'nde
düzenlenmiştir. Barışçıl toplanma özgürlüğü hakkının kullanılmasına yönelik
müdahale etmeme yükümlülüğü, açık bir yükümlülüktür. Ancak ülkemizde yapılan
barışçıl ve demokratik gösterilere karşı müdahaleler "kamu düzenini koruma
ve güvenliği sağlama" amacının çok ötesinde, aşırı güç kullanımı sonucu
çok sayıda insanın yaralanmasına ve hatta yaşam hakkının ortadan kalkmasına yani
ölümlere sebep olmaktadır.
Avrupa
Birliği uyum sürecinde "demokratikleşme paketi" adı ile yasal
düzenlemelere gidilirken; bu düzenlemelerin yaşamsal bir karşılığının olmaması
idari bir sorumluluktur. İnsan hakları ihlalleri son iki yılda kaygı verici bir
artış göstermiştir. Bu durum demokratik eylem ve etkinliklere güvenlik
güçlerinin göstermiş olduğu orantısız güç kullanımında da kendini
göstermektedir. Güvenlik güçleri tarafından 2007 yılında 34, 2008 yılında 127
toplantı ve gösteriye müdahale edilmiş. Yine 2007 yılında 84, 2008 yılında ise
299 kişi güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucunda yaralanmış; daha da vahim
olanı 2009 Nisan ayı itibariyle Mehmet Deniz, Yahya Menekşe, Zeki Erinç,
Ramazan Dal, İkbal Yaşar, Fahrettin Şedal, Ahmet Özhan, Mustafa Dağ, Mahsun
Karaoğlan adlı 9 vatandaşımız yaşamını yitirmiştir.
İşçi
sendikalarının, 2008 yılı 1 Mayıs kutlamalarını Taksim Meydanı'nda yapma
istekleri üzerine, idarenin diyalogu bütünüyle dışlayıcı bir yaklaşımla bu
talebi reddetmiştir. Aşırı güç kullanılması sonucu yüzlerce kişi yaralanmış ve
gözaltına alınmıştır. Özellikle Özgürlük ve Dayanışma Partisi ve Demokratik
Toplum Partisi binalarına atılan gaz bombalarının, kapalı mekanda
kullanılıyor oluşundan ötürü artan etkisiyle ciddi sağlık sorunlarına neden
olmuştur.
Şubat
2009'da Batman'da ve Diyarbakır'da yapılmak istenen basın açıklamasına yönelik
güvenlik güçlerinin aşırı güç ve gaz bombası kullanması sonucunda çok sayıda
insanımız yaralanmıştır. 59 yaşındaki Sinan Aydın adlı vatandaşımız gaz
bombasının yoğun kullanılması sonucu solunum yolu rahatsızlığı yaşamış, yoğun
bakıma kaldırılmış ve 11 Mart 2009'da yaşamını yitirmiştir.
Son
olarak, Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Dayanışma Dernekleri Federasyonu'nun,
cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlüler üzerindeki tecrit ve izolasyona
dikkat çekmek amacıyla 3-4 Nisan tarihlerinde yaptığı
demokratik eylem keyfi olarak engellenmek istenmiştir. Bu durum karşısında,
aralarında Milletvekillerinin de bulunduğu heyet, güvenlikten sorumlu
yetkililerle görüşürken, kitle saldırıya uğramıştır. Müdahale esnasında
Milletvekillerinin de bulunduğu heyete yönelik rütbeli asker ve emniyet
mensupları tarafından fiziksel ve sözlü saldırı gerçekleşmiştir.
Güvenlik güçlerinin
kullandıkları araçların, gaz bombalarının, yakın mesafede öldürücü olduğu
bilinmesine rağmen halk üzerine ateş açılmıştır. iki
çocuk babası 27 yaşındaki Mustafa Dağ başından aldığı gaz bombası kapsülü
yarasıyla, üniversite üçüncü sınıf öğrencisi 21 yaşındaki Mahsun
Karaoğlan sol göğsüne aldığı darbe sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir. Yine
müdahale esnasında bazıları ağır olmak üzere çok sayıda insanımızda
yaralanmıştır.
Güvenlik güçlerinin,
toplumsal gösterilere "kamu düzenini koruma ve güvenliği sağlama"
amacını aşan müdahale şeklinin, kullandıkları araç - gereçlerin ve özellikle
son iki yılda toplumsal gösterilerdeki yaşam hakkı ihlallerinin, ölümlerin
araştırılması amacıyla Anayasa'nın 98, içtüzüğün 104 ve
2.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 19 milletvekilinin,
kanser hastalığının boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/348)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizin en önemli sağlık
problemlerinden biri olan kanser hastalığının hangi boyutlarda olduğunun
tespiti, araştırma merkezleri, tıbbi cihaz, uzman hekim ihtiyacı ve hasta
sayısının belirlenmesi ile tanı ve tedavi şekilleri dahil
tüm eksikliklerin giderilmesi için gerekli önlemlerin ortaya konulması amacıyla
Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis
Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz. 16/04/2009
1) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
2) Reşat Doğru (Tokat)
3) Hasan Çalış (Karaman)
4) Ümit Şafak (İstanbul)
5) Oktay Vural (İzmir)
6) D. Ali Torlak (İstanbul)
7) Münir Kutluata (Sakarya)
8) Recai Yıldırım (Adana)
9) Yılmaz Tankut (Adana)
10) Alim Işık (Kütahya)
11) Kemalettin Nalcı (Tekirdağ)
12) Hüseyin Yıldız (Antalya)
13) Murat Özkan (Giresun)
14) Akif Akkuş (Mersin)
15) İsmet Büyükataman (Bursa)
16) H. Hamit Homriş (Bursa)
17) Beytullah Asil (Eskişehir)
18) Hasan Özdemir (Gaziantep)
19) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
20) Erkan Akçay (Manisa)
Gerekçe:
Tüm dünyada ve ülkemizde
yaygınlaşarak, çağımızın en önemli sağlık problemi hâline gelen ve ülkemizde
her yıl 100 bin civarında kişinin yakalandığı kanser hastalığıyla ilgili ve
özellikle hasta sayısı hakkında net bilgiler bulunmamaktadır. Kansere yakalanan
hastalarımızın sayısı her geçen gün artarken, hastaneler dolup taşmaktadır.
Üstelik tedavi masrafları da bir hayli yüksek olan bu hastalıkta, sorun sadece
hasta ile kalmayıp, tüm aile bireylerini de yakından ilgilendirmektedir.
Türkiye'de 1982 yılında 1593
sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun 57. Maddesi gereğince "bildirimi
zorunlu hastalıklar listesi"ne alınmış olmasına rağmen ülkemizde gerçek
kanser sayısı bilinmemektedir.
Ülkemizde kanser tedavi
hizmetlerinin organizasyonunda, en çarpıcı ve önemli nokta ülkemizdeki tıbbi onkologların ve hematologların sayısal yetersizliğidir. Şu
an sayıları 350 bin olan kanserli hastaların tedavisini ve takibini yetersiz
sayıdaki tıbbi onkolog ve hematolog üstlenip
götüremeyeceğine göre, tedavi hizmetlerinin ilgili diğer uzmanlık alanlarından
olabildiğince yararlanarak organize edilmesi zorunludur.
Sadece
senede 1.000'in üzerinde akciğer kanseri tanısı konulan Ankara'nın merkezindeki
Atatürk Göğüs Hastalıkları Hastanesinde bile zaman zaman
onkoloji uzmanının bulunmadığı unutulmamalıdır. Unutulmaması gereken diğer bir
nokta ise, göğüs hastalıkları uzmanlarının akciğer kanseri takip ve tedavisini
üstlenmedikleri 5-6 yıl öncesinde, bu hastalara
onkoloji kliniklerinde aylar sonrasına randevu verildiğidir. Göğüs hastalıkları
uzmanlarının bu işi üstlenmelerinin nedenleri burada yatmaktadır.
Ülkemizde
50 bini aşkın lösemi hastası takip edilirken, yılda 15 bini aşkın yeni lenfoma ve 10 bini aşkın yeni lösemi olgusu saptanmaktadır.
Lösemi ve lenfomada son 10 yılda yaşam beklentisinin
belirgin olarak artmış olması, takip altındaki hasta sayısının katlanmasına yol
açmaktadır.
Sağlık
Bakanlığı yetkilileri, 2020 yılına kadar ülkemizde 54 yeni Kanser Araştırma
Merkezine ihtiyaç olduğu yönünde açıklamalar yapmaktadır. Gerekli uzman ihtiyacının
karşılanması içinde üniversiteler ve tıp fakülteleri ile birlikte ortak
çalışmaların yapılarak tespit ve çözümlerin belirlenmesi gerekmektedir. Erken
teşhis ile kanserle savaş politikasına yön verilmesi ve nüfus tabanlı kanser
kayıt sistemlerinin kurulması ve daha sağlıklı veri toplanması sağlanmalıdır.
Medikal
onkoloji konusunda, uzmanın yetişmesi seneler almaktadır. 11 milyon nüfuslu
Yunanistan'da bile medikal onkolog sayısı bizden
fazladır. Bu konudaki yetişmiş eleman sayımız gerçekten yetersizdir. Üstelik
sadece onkolog yetiştirmekte yeterli değildir.
Patolojide uzmanınız yoksa yeterli onkolog olması da
bir şey ifade etmez. O nedenle, radyolog, stolog, ve patologların yetiştirilmesine önem vermeli ve insan
kaynakları yetersizliğini gidermeliyiz. Bir medikal onkolog
ve hematolog günümüzde ancak 40 yaşında göreve başlayabilmektedir. Bu
uzmanların yetiştirilmesi konusunda yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğu da
aşikârdır.
Bütün bu
sorunları ülke düzeyinde çözümlemek üzere kural koyucu ve denetleyici bir
kurulun oluşturulmasına büyük bir gereksinim vardır. Adı ve yetki sınırları
çalışmalarla saptanacak böyle bir ulusal kanser kurumunun oluşturulması, hem
ülkemizde kanser sorununun disipline edilmesi açısından hem de pahalı
tedavilerinin hasta ve aileye yük olmaması açısından, hastalarımızın teşhis ve
tedavilerinde en gelişmiş yöntemlerden yararlanmaları bakımından büyük önem
taşımaktadır.
İşte tüm bu nedenle ülkemizin en önemli sağlık problemlerinden biri
olan kanser hastalığının hangi boyutlarda olduğunun tespiti, araştırma
merkezleri, tıbbi cihaz, uzman hekim ihtiyacı ve hasta sayısının belirlenmesi
ile tanı ve tedavi şekilleri dâhil tüm eksikliklerin giderilmesi için gerekli
önlemlerin ortaya konulması amacıyla Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105.
maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif
ederiz.
3.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin
Nalcı ve 21 milletvekilinin, süt sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/349)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Süt sektörümüzün sorunlarının tespit edilip, çözüm yollarının
belirlenmesi, eksikliklerinin giderilmesi, Süt Konseyinin daha işlevsel hale
getirilmesi, yönetmeliğinin düzenlenmesi, adil olmayan bu durumların düzeltilmesi,
hayvancılığın gelişimi, ülkenin sağlıklı beslenmesinin riske girmemesi, ulusal
düzeyde koordinasyonun sağlanması, destekleme yollarının araştırılması, idari
ve kurumsal yasal düzenlemelerin yapılması amacıyla Anayasanın 98. TBMM
İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırılması açılmasını
arz ve teklif ederiz. 15.04.2009
1) Kemalettin Nalcı (Tekirdağ)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Mehmet Günal (Antalya)
4) Recep Taner (Aydın)
5) Muharrem Varlı (Adana)
6) Ahmet Bukan (Çankırı)
7) Necati Özensoy (Bursa)
8) Mustafa Kalaycı (Konya)
9) Cumali Durmuş (Kocaeli)
10) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon)
11) Cemaleddin Uslu (Edirne)
12) Ahmet Orhan (Manisa)
13) H. Hamit Homriş (Bursa)
14) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
15) Murat Özkan (Giresun)
16) Kürşat Atılgan (Adana)
17) Yılmaz Tankut (Adana)
18) Osman
Ertuğrul (Aksaray)
19) Osman
Durmuş (Kırıkkale)
20) Hasan
Çalış (Karaman)
21) Reşat Doğru (Tokat)
22) Erkan
Akçay (Manisa)
Gerekçe:
Depolanması
ve stoklanması mümkün olmayan dayanıksız bir ürün olan sütün hemen işlenmesi
gerektiği hepimizin bildiği bir durumdur. Üreticinin satmakla dökmek arasında
bir tercih yapması gerektiğini bilen çok az sayıdaki büyük süt alıcılarının
oyunları sonucu fiyatlar düşürülmüştür. Satıcılar (Kooperatifler, birlikleri,
süt toplayıcıları ve sütünü direkt alıcılara satan işletmeler) ve bir elin
parmaklarından daha az olan büyük süt alıcıları arasındaki pazarlık istersem
alırım, almazsam dökersin anlayışıyla sürmüş, satıcılar her zaman verilen
fiyata razı olmaya mecbur bırakılmıştır. Üretici birliklerinin ve
kooperatiflerin alıcı firmalar tarafından belirlenen fiyatın üzerine çıkma
şansı yoktur. Fiyat belirleme tek taraflı olarak süt alıcısının kontrolünde gerçekleşmektedir.
Kasım ayı
süt fiyatı yine bu anlayış ile yapılan ihaleyle 0,565 TL'ye indirilmiştir. 2007
Kasım ayında 0,660 TL olan süt alım fiyatı birkaç operasyonla 2009 Ocak ayında
0,515 TL 'ye indirilmiştir. Yıllardan beri sürdürülen fiyat politikası bir kez
daha üreticilerin aleyhine gerçekleşmektedir. Bu arada üreticilerin tepkileri
sonucu çıkan birkaç cılız tepki, itirazlar ve toplantılardan bir sonuç
çıkmamakta, daha önce olduğu gibi sorunun çözümü zamana bırakılmakta ve sonuçta
alıcı firmaların günler, aylar önce verdiği fiyatlar kabul edilir hale
gelmektedir.
Bir yıl
içerisinde süt üretiminde elektrikten suya, ottan, samandan yeme, ilaçtan
tohuma kadar girdilerin hepsi katlanarak artmıştır. Süt ürünleri ise 2008
yılında %40 civarında arttığını yetkili ağızlardan duyuyor, market
vitrinlerinde görüyoruz. Sütün fiyatında düşme olmasına rağmen süt ve süt
ürünlerinde Ocak 2009 tarihi itibariyle düşme olmamıştır. Beslenmemizin ana
maddelerinden biri olan süt ve süt ürünlerinin pazarlanmasından dolayı alıcı
firmalar açısından çok ciddi bir sıkıntı yoktur. Kısa süreli stoklarda fiyat
artışlarından dolayı işletmelerin artı kazancı haline gelmektedir. Süt
üreticileri ise tahıllar, saman, ot, silaj, yonca gibi ürünleri alıp bir yıl
süreyle stoklama durumundadır. Üstüne ne kadar süt vereceğini bilmediğimiz bir
buzağıyı en az 24 ay bakmakta ve kazanç ummaktadır.
Yukarıdaki
nedenlerden dolayı süt fiyatlarının düşürülmesini gerektiren herhangi bir neden
yoktur. Süt fiyatlarının düşürülmesinin tek nedeni krizi fırsat bilip alıcı
firmalar yatırımlarını üreticilerin sırtına yükleme çabalarıdır. Kriz
bahanedir. Süt işleyen firmaların hepsi çok ciddi kapasite arttırmaya giderek
yatırım yapmaktadırlar. Finans kaynağı ise üreticinin emeği, sermayesi ve
varlığıdır. Bu fiyat düşürülmesinin başka bir izah tarzı yoktur.
Üreticinin
bu fiyatlarla yaşaması mümkün değildir. Fiyat düşmesiyle birlikte inek
kesimleri hızlanmış, işi terk edenlerin sayısı artmıştır.
Çözüm
olarak ülke genelinde yapılacak olan kampanyalar ve reklamlarla
içme sütü tüketimini arttırmak tüm sektörü rahatlatacak gibi görünmektedir.
Bunun yanında sokak sütçülüğünün kontrollü olarak tekrar canlandırılması
düşünülebilir. Talebi artırmak için “Okul Sütü” programı uygulanmalıdır.
Süt sektörümüzün sorunlarının tespit edilip, çözüm yollarının
belirlenmesi, eksikliklerinin giderilmesi, Süt Konseyinin daha işlevsel hale
getirilmesi, yönetmeliğinin düzenlenmesi, adil olmayan bu durumların
düzeltilmesi, hayvancılığın gelişimi, ülkenin sağlıklı beslenmesinin riske girmemesi,
ulusal düzeyde koordinasyonun sağlanması, destekleme yollarının araştırılması,
idari ve kurumsal yasal düzenlemelerin yapılması amacıyla Anayasanın 98. TBMM
İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırılması açılmasını
arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Şimdi
gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.
VI.- SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık
Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN -
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda
boşalan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan aday gösterilmiştir.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.32
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.58
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa),
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Alınan karar gereğince sözlü
soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Türk
Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2’nci sırada yer alan, Küçük
ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Küçük ve
Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/675)
(S. Sayısı: 330) (x)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Geçen birleşimde 8’inci madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşmalar yapılmıştı.
Şimdi şahıslar adına
konuşmalar yapılacaktır.
Şahsı adına ilk söz Tokat
Milletvekili…
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan, geri çektik, konuşmayacağız.
BAŞKAN – Peki, Reşat Doğru
geri çekildi.
Konya Milletvekili Mustafa Kabakcı, buyurun.
Süreniz beş dakikadır.
MUSTAFA KABAKCI (Konya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi ve Genel Kurulumuzu
saygıyla selamlıyorum.
3624 sayılı Küçük ve Orta
Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair -Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından
hazırlanan- Kanun Tasarısı’yla ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yapılan hazırlığın ülkemize,
mensuplarına, muhataplarına hayırlı olması dileğiyle saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kabakcı.
Soru-cevap için sisteme
girilmemiş.
Madde üzerinde bir önerge
vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 330 sıra sayılı "Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve
Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı"nın 8 inci maddesine geçici 3 üncü maddeden sonra
gelmek üzere aşağıdaki geçici 4 üncü maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Bekir Bozdağ |
Mustafa Elitaş |
Celal Erbay |
|
Yozgat |
Kayseri |
Düzce |
|
|
Veysi Kaynak |
Mehmet Yüksel |
|
|
Kahramanmaraş |
Denizli |
|
"Geçici
Madde 4- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar bu Kanun kapsamında
kullandırılan desteklerden, uygunsuzluğu tespit edilerek ihtilaflı hale gelen
veya dava açılmış olmakla birlikte haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayanların,
ana paranın işletmeler tarafından 31/10/2009 tarihine
kadar defaten ödenmesi halinde, alacakların faizinin tahsilinden bir defaya
mahsus olmak kaydıyla vazgeçilir. Bu işletmeler, KOSGEB tarafından sağlanan
desteklerden herhangi bir işleme gerek kalmaksızın faydalandırılır. Bu durumda
mahkemelerde veya icra dairelerinde haklarında hukuki işlem, takip veya dava
devam etmekte olanların mahkeme ve icra masrafları ile vekalet
ücreti işletmeler tarafından ödenir."
BAŞKAN –
Çerçeve madde 8’e bağlı geçici madde 3’ten sonra gelmek üzere yeni bir geçici
madde eklenmesini isteyen bu önergeye Komisyon katılıyor mu?
SANAYİ,
TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER
AKSOY (Kütahya) – Takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
SANAYİ VE
TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN –
Gerekçeyi mi okutayım? Kim konuşacak?
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Gerekçeyi okutun.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Küresel
krizin ve bu krize bağlı olarak ihracatta yaşanan gerileme sebebiyle ekonomide
daralmalar yaşanmaktadır. Diğer taraftan KOSGEB, özellikle son dönemde ana
hedef kitlesi olan KOBİ'lerle çeşitli konularda
hukuki ihtilaf yaşamaktadır.
İşletmeler,
KOSGEB'in sağladığı desteklerden ihtilaflı hale gelenler nedeniyle yeni
desteklerden de faydalanamamaktadır. Bu mağduriyetin ortadan kaldırılması
amacıyla, ana paranın ve mahkeme masrafları ve vekalet
ücretinin ödenmesi kaydıyla, bir defaya mahsus olmak üzere faiz alacağından
vazgeçilmekte ve böylece 3624 sayılı Kanun kapsamında yapılan yeni desteklerden
faydalandırılmalarının yolunun açılması hedeflenmektedir.
BAŞKAN –
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
Önerge kabul
edilmiş ve böylece çerçeve metindeki “madde” ibaresi çoğul hâle getirilmiştir.
8’inci
maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… 8’inci madde kabul edilmiştir.
9’uncu
maddeyi okutuyorum:
MADDE 9-
Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN –
9’uncu madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili
Sayın Hüseyin Ünsal.
Buyurunuz
Sayın Ünsal.
CHP GRUBU
ADINA HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz 330 sıra sayılı Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve
Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken saygılarımı sunuyorum.
Değerli
arkadaşlarım, sanayinin ve ekonomik yapıları küçük, orta ölçekli işletmelerin
etkinlikleri gün geçtikçe artmaktadır. Taşıdıkları önemi, istihdam ve yatırım
yönleriyle ekonominin temel unsuru olarak söylememiz mümkündür. Türkiye’de
gelinin noktada artık kamu sektöründen ve hatta büyük ölçekli özel sektör
işletmelerinden istihdama katkı sağlanması beklenilmemelidir. Bu noktada küçük
ve orta ölçekli işletmelerin payı ve etkinliğini artırmak, rekabet düzeylerini
yükseltmek, sanayi ve teknolojiye entegre olmalarını
sağlamak hükûmetlerin en önemli görevleridir. KOSGEB
bu anlamda çok önemlidir, kuruluş amacı da bu anlama yöneliktir. Bu anlamda KOBİ’lere önem verilmeli ve desteklenmelidir.
Bu
tasarıyı biz destekliyoruz ama tasarının eksik olduğunu da ifade etmek
istiyoruz. KOBİ’lerin ihtiyaçlarına cevap verecek
durumda da değildir. Çıkartılmakta olan yasa değişikliğine gelmeden önce, bu
Mecliste bir KOBİ politikasının belirlenmesi, bu konuyla ilgili tartışmanın
ortaya atılması gerekirdi. Bu yapılmamıştır. “Nasıl bir KOBİ özlüyoruz,
olmasını istiyoruz?” ona bakılmalıydı, bir temel anlayış olarak Türkiye Büyük
Millet Meclisi çatısı altında belirlenmeliydi.
Bu temel
anlayış nelerdir? KOBİ’ler çok yönlü olmalı ve
değişen ekonomik şartlara ve teknolojik gelişmeye ayak uydurmalıdır. Bugün
yaşadığımız kriz karşısında KOBİ’lerin içine düştüğü
durum nedeniyle bu temel değerlendirmenin ne kadar doğru olduğu tartışmalıdır.
KOBİ’lerin emek yoğun işletmeler olmaları
nedeniyle çok amaçlı makine donanımıyla çalışır olmaları, basit üretim
tekniğiyle ucuz üretim yaptıkları gerçeği göz önüne alınmalıydı.
KOBİ’lerin bölgeler arası dengeli
kalkınmayı sağlayan yönü vardır, bu anlamda önemi vardır. Gelir dağılımını
düzenler, ferdî tasarrufları teşvik eder, sosyal yaşantıda denge unsurudur;
dünyanın kabul ettiği gerçektirler, ekonomik gelişmelere karşı esnek bir yapıya
sahiptirler.
Bu
sıraladığım temel değerler KOBİ’lerin ve ona destek
verecek olan KOSGEB’in önemini de ortaya koymaktadır.
KOSGEB
Yasası’nda yapılan değişikliklere katılmakla birlikte yeterli görmediğimizi bir
kez daha ifade etmek istiyoruz. Bu yasa değişikliği, yaşanan ve Sayın Başbakan
ve Hükûmetçe de yeni yeni
algılanan kriz ve sonrası yaşanacak sorunlara cevap vermeyecektir. Her ne kadar
kriz Sayın Başbakan ve Hükûmetçe yeteri kadar
algılanmasa da Sayın Bakan, bir kriz var ve bu yasa, yaşanan kriz ortamında KOBİ’lerin, sanayi sektörünün, esnafın, sanatkârın içine
düştüğü sıkıntıya KOSGEB çerçevesinden bir çözüm üretmemektedir.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bir önemli konu da KOSGEB’in
denetlenmesiyle ilgilidir. KOSGEB, en son 2005 yılı itibarıyla Yüksek Denetleme
Kurulu tarafından denetlenmiş, 5018 sayılı Yasa ile de KOSGEB Sayıştay
denetimine tabi tutulmuştur. Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
denetim yapmaktadır.
Peki,
değerli arkadaşlarım, KOSGEB’in Sayıştay incelemelerinden haberiniz var mı?
Sayın Bakan, size ulaşmış bir Sayıştay raporu var mı? Var ise bundan bizim
haberimiz olmuyor. Bu konu önemli. Bugün KOSGEB’in
İnternet sitesine girin. 1 milyar dolar ihracat destek kredisinden söz
ediliyor. Bu krediler kimlere veriliyor veya verildi, haberimiz var mı? Bu
kadar büyük meblağların konuşulduğu KOSGEB’in Sayıştay raporunu güncellenmiş
bir şekilde istiyoruz. Buna da hakkımız olduğunu bir kez daha ifade etmek
istiyoruz. KOSGEB şu anda nasıl denetleniyor, haberimiz yok.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; yaşanan ekonomik krizin uyarılarını bir
buçuk yıl önce yapan muhalefet ve onun Sayın Genel Başkanına Sayın Başbakan
“Kriz tellallığı yapıyor.” diyerek adını böyle koymuştur.
Sayın
Başbakanın 16/12/2008 tarihinde yaptığı konuşma
metninden sizlere pasajlar okumak istiyorum. Bir tanesi şu: “2009 yılı bütçesi,
küresel finans krizini Türkiye için fırsata dönüştürme bütçesidir.” Bu nasıl
fırsata dönüşmüştür, kimler fırsattan yararlanmıştır, ortada… Anlaşılır gibi
değildir. Bu bütçeyle yüzde 4 kalkınma önerirken şu anda yüzde 3,6 küçülme
olacağı Sayın Bakanlar tarafından adlandırılmıştır. İşsizlik
had safhada. Daha da artacağı konusunda TÜSİAD’ın
dün açıklaması vardır.
Bir konuşmasını daha sizlere,
Sayın Başbakanın, buradan aktarmak istiyorum: “Ama biz her zaman dedik ki
Türkiye kazanacaksa biz kaybetmeye hazırız ve razıyız.” diyor. Şimdi, hem
Türkiye’ye kaybettirdiniz hem de bu son seçimlerde sizler kaybettiniz. Evet, aynen
öyle oldu.
Şimdi, bir konuşması da şu:
“Artık muhalefet anlayışının da değişmesi, çağın gereklerine uygun hâle gelmesi
gerekiyor.” diyor. “Artık demokrasinin standardı sadece iktidarın kalitesiyle
ölçülmüyor. Aynı zamanda muhalefetin kalitesiyle de ölçülüyor.” diyor. Bunu
dediğinde Sayın Genel Başkanı Deniz Baykal, Cumhuriyet Halk Partisinin,
“Önerinizi verin.” dedi ve bu önerilerini yedi maddeyle sıraladı, “İşine
bakın.” diye cevap verdi Sayın Başbakan. Ama ondan sonra da bu yedi tane öneri,
tek tek, daha sonraki günlerde Hükûmet
tarafından maalesef dile getirilmeye ve uygulanmaya kalkıldı.
Bir konuşması da şu: “3 Kasım
2002’nin anlattığı budur, 28 Mart 2004’ün anlattığı budur, 22 Temmuz 2007’nin
anlattığı budur ve dikkat ediniz -aynen böyle söylüyor- 29 Mart 2009’un
anlatacağı da bu olacaktır.” 29 Mart 2009’un neler anlattığını hep beraber
görmeye başladık.
Şimdi, dün, tekrar, Sayın
Başbakan yine teğet geçeceği konusunda ifadelerde bulundu. Sayın Başbakan
anlaşılan bu krizi görmek istemiyor veyahut da göremiyor ama bir yandan kriz
varken bir yandan da kendisinin filosuna uçak katmaya, milyon dolarlarla
değerlendirilen uçakları katmaya devam ediyor, şarkıcı Cengiz Kurtoğlu’nun düğününe gidiyor, Almanya eski Başbakanının
doğum gününe giderek bir hayat yaşamaya devam ediyor.
Bugün sanayiciler bu krizi
yaşıyorlar ve sıkıntıları çekiyorlar. KOBİ’ler
sıkıntıların içerisindeyken bunları çok dikkate almak gerekiyor. Sanayiciler
daha bugün, bu sabah haberlerinde yeni bir slogan ürettiler sizlerle ilgili:
“Makineler yalan söylemez.” diyorlar. Fabrikalarda artık makineler susmuş,
çalışamaz durumdayken hâlâ Sayın Başbakanın “teğet geçecek” demesi başka
manaları da aklımıza getiriyor. Gerçekten, halkın isteklerini anlamayan bir
zamanın kralları, kraliçelerinde “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler.” mantığı
vardı. Sanırım Sayın Başbakanda da aynı mantık devam ediyor gibi gözüküyor.
KOSGEB’le ilgili, eğitim
konusunda da söyleyeceklerimiz var. KOSGEB çalışanlarının yeterli eğitime sahip
olmadığını da bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Artık, araştırma
faaliyetleriyle birlikte, özellikle KOSGEB’in sanayi kuruluşlarında destek
hizmeti veren personeline mühendislik eğitimi ayrı bir bölüm olarak verilmesi
mutlaka sağlanmalıdır. İşletmelere giden bu personel orada apışıp kalmakta ve
yeterli cevabı verememektedir. Bunun canlı örnekleri gözümüzle görülmektedir.
Sayın Bakanım, bu konuyla
ilgili, özellikle Amasya bölgemizde de KOSGEB’le ilgili sıkıntılar yaşanmakta,
organize sanayi bölgesinde faaliyet gösteren işletmeler KOSGEB’le ilgili gelen
personelden yeteri kadar yararlanamamaktadır. Bu bir eğitim sorunudur. Yine
Amasya’nın organize sanayi bölgesi artık çok kötü durumdadır, mutlaka bir
ilgiye ihtiyacı vardır. Tamamen mermer üretimine dönmüş olan sanayi bölgesinin
yeni bir ihtisas sanayi bölgesi hâline gelmesine ihtiyaç vardır. Yine, aynı
zamanda, Merzifon Organize Sanayi Bölgesi parselleri dolmuş, ilave bir organize
sanayi bölgesi açılması ihtiyacı vardır. Bu konuyla ilgili derhâl bir çalışma
yapılması gerekmektedir. Suluova OSB’yle birlikte bu üç bölgemizde
yatırımcıların her şeyden önemlisi desteğe ihtiyacı vardır. Maalesef bu KOSGEB
kredilerini bile almakta zorluk çekmektedirler. Bu konuyla ilgili sanayicilerin
bir kez daha dinlenmesine ihtiyaç vardır.
Bu anlamda, çıkacak yasanın
şimdiden hayırlı olmasını diliyor, heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Ünsal.
Madde üzerinde şahsı adına
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan söz istemiştir.
Buyurunuz Sayın Aydoğan. (CHP sıralarından alkışlar)
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Teşekkür ederim.
Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi
Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesi üzerine söz almış
bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Tasarıyla ile küçük ve orta
ölçekli sanayi işlemlerine hizmet ve destek veren KOSGEB’in hedef kitlesi
genişletilmektedir. Sayıları toplumumuzda önemli bir
büyüklüğe sahip bulunan, ekonomimizde üretim, hizmet ve ticaret sektöründe yarattıkları
istihdam ve sağladıkları katma değer açısından önemli bir kesimi oluşturan
esnaf ve sanatkârlarımızın özellikle piyasa ve pazar ekonomisi içindeki yerinin
iyi değerlendirilmesi, mevcut sorunlarının çözümlenmesi, kredi ve teşvik
sistemlerinden etkin bir şekilde yararlanmaları bu kesimin gelişip güçlenmesi
bakımından büyük önem taşımaktadır.
KOBİ’ler,
sanayileşmenin, sağlıklı bir sosyal yapının, gelir dağılımındaki dengenin ve
ticaretteki dinamizmin sürükleyici faktörü ve ekonominin de vazgeçilmez
unsurudur. KOBİ’ler, toplam işletmelerin neredeyse
yüzde 99’unu meydana getirmektedir. Bu arada, açıklanan rakamlar -dış ticaret
rakamları açıklanıyor- gerçekten bir felaket. Büyüme rakamları, işsizlik
verileri iç karartıcı. Sanayi üretimi istatistikleri her ay bir öncekinden
kötü. Şubat ayı rakamları toplam sanayi üretiminin yüzde 23,7’si. İmalat
sanayisi üretimi 25,9’a düşmüş. Türk sanayisi bu denli ağır bir üretim düşüşünü
bundan önceki hiçbir kriz döneminde yaşamadı. Başbakana göre teğet geçen küresel
kriz, TÜİK verilerine göre Türk sanayisini felç etmiş durumda. Talebin
azalması, dış talebin daralması, sanayide meydana gelen bu boyuttaki üretim
kaybı, ticaret ve ulaştırma başta olmak üzere, hizmet sektörünün katma değerini
de düşürmüştür.
Özetle, ülkemiz bu yıl
büyüyemeyecek, fakirleşecek, işsizlik daha da ağırlaşacak, işsizlikte tarihî
bir rekor kırılacak ki kırıldı, cumhuriyet tarihinin en yüksek işsizlik oranını
ne yazık ki yaşıyoruz. Başbakan “Elli üç tedbir aldık.” diyor. Belli ki alınan
tedbirler yaşanan soruna çare olmuyor. Ya sorun doğru teşhis edilmemiş ya da
tedbirler yanlış veya yetersiz. İkisi de olabilir. Umudumuzu IMF’e bağlamış durumdayız. Yeterli mi? Sanayi üretimini
ayağa kaldıracak, istihdamı koruyup işsizlik artışını durdurabilecek iç tüketim
ve yatırım talebi canlandırılmalı. O nedenle, KOSGEB ile ilgili düzenlemeler bu
sorunları çözsün istiyoruz.
KOBİ ve esnaf konusunda biraz
daha genel bakılmalı, KOBİ ve esnaf bakanlığı kurulmalı. Bu arada, krizin de
etkileri dikkate alınarak yeniden yapılandırma, gelişme, değiştirme süreci
başlamalıdır.
Küresel krizde özellikle
sistemin yükünü çekenler küçük, orta ölçekli işletmelerdir. Ekonomik krizin
etkilerinden kurtarmak için bulduğunuz formül onları borçlandırmak mıdır?
Borçlandırarak bulunmaz, bulamazsınız.
Reel sektör açısından
baktığımızda durum bundan farklı değildir. Türkiye’nin döviz kurlarını sürekli
düşük tutmasından dolayı ithal malların ucuzladığı, yerli sanayinin rekabet
gücü kalmadığı için de sanayici üretmek yerine ithal etme yolunu tercih etmeye
başladı. Türk sanayisi ara mallarda Batı ülkelerinin, nihai mallarda ise Uzak
Doğu’nun dayanılmaz yıkıcı rekabeti karşısında ezilmekte ya kapasite düşürmekte
ya da üretimi tamamen bırakarak yabancı rakiplerinin Türkiye bayisi olma yolunu
seçmektedir.
Halk Bankası, Büyük Önder
Atatürk’ün gelecekle ilgili olağanüstü öngörülerinden birisidir. Ama son
dönemde Halk Bankasının küçük, orta ölçekli esnafa kredi vermek yerine, ne
yazık ki son dönemde ATV-Sabah grubuna, Başbakanın damadına kredi verdiği bir
tabloyla karşı karşıyayız.
KOSGEB’in mevcut kurumsal
yapısında unvan fazlalığı sıkıntısı yaşanıyor ve elaman alımında objektif kriterler aranmıyor. Bu, KOSGEB’in kadrolaşmanın merkezi
hâline geldiğinin göstergesidir.
Sayın Bakan, siz bakan
olduktan sonra kaç kişi KOSGEB’de işe başlamıştır?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
tamamlayınız.
Buyurunuz.
ERGÜN AYDOĞAN (Devamla) –
KOSGEB’e kadro ihdası yapıldıktan sonra sizin parti yöneticilerini arayarak
“Bana eleman gönderin, işe alayım.” dediğiniz yönündeki iddialar doğru mudur?
KOSGEB kadrolarının nasıl kullanıldığını göstermesi bakımından bir sorunun cevabını
daha sizden bekliyorum.
AKP’li milletvekillerinin
danışman ve sekreterlerine KOSGEB’den kadro verdiğiniz yönündeki iddialar doğru
mudur? Kaç kişiye kadro verildiğini burada açıklayın. Siz bu kadrolaşma
anlayışıyla mı küçük ve orta boy ölçekli işletmeleri destekleyeceksiniz,
geliştireceksiniz, kalkındıracaksınız? Gerçekten merak ediyorum.
Bugün bu KOSGEB’le ilgili
görüşülen yasanın ülkemize ve KOSGEB, küçük ve orta ölçekli sanayi
temsilcilerine hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyor,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak KOSGEB yasasını desteklediğimizi buradan
bildiriyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Aydoğan.
Şahsı adına Van Milletvekili
Kayhan Türkmenoğlu.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Yok.
BAŞKAN – Yok.
Soru-cevap işlemine
geçiyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, arkadaş yoksa ben konuşmak istiyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Burada, gelmiş. Geldi Sayın Başkanım, geldi.
KAMER GENÇ (Tunceli) – “Yok”
dedi. Olmaz ama! Böyle bir şey olur mu efendim?
BAŞKAN – Şimdi, sayın
milletvekilleri…
Türkmenoğlu, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, bu hiledir. Söz istemiyor, ondan sonra ben söz isteyince istiyor.
BAŞKAN – Sayın Türkmenoğlu,
buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Uygulamanız da hatalı. Söz istememiş, ben söz isteyince ondan sonra buradan
çıkıp geliyor, söz istiyor.
BAŞKAN – Dikkate alacağız
efendim bunu da.
KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KOSGEB yasasının 9’uncu maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Küçük ve Orta Boy İşletmeleri
İdaresi Başkanlığımızın getirmiş olduğu yasanın, ülkemize, milletimize,
sanayicimize, iş adamımıza hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum. Yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Türkmenoğlu.
Soru-cevap işlemine
geçiyorum.
Sayın Coşkunoğlu,
buyurunuz.
Bir dakika süre tanıyacağım,
ona göre lütfen.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sizin aracılığınızla Sayın
Bakana benim seçim bölgemden bir esnaf odası başkanından gelen sorulardan bir
tanesini yöneltmek istiyorum. Esnafımız hakkında sicil affı çıkarıldı fakat
bankalarımızda bu konuda sıkıntı devam ediyor. Yani bu sicil affı ya silinmiyor
ya kredi verilmiyor. Şimdi, siz de Sayın Bakan, şikâyet ettiniz zaten
bankaların durumuyla ilgili. Fakat özel piyasa sisteminde bankaların yaptığı da
doğaldır. Şimdi, bu durumu telafi etmek için herhangi bir önlem düşünüyor
musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Coşkunoğlu.
Sayın Genç…
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, aslında işte bu
gibi olaylara meydan vermemeniz lazım. AKP’li ben söz istemeyeyim… Söz isteyen
olmayınca biz söz istiyoruz, ondan sonra oradan türüyorlar. Nereden türüyorlar
bunlar ben anlamadım.
Şimdi, Sayın Başkan, AKP’nin
bir huyu var: Son maddelere geçici bir madde getirerek kendi yandaşlarına af
getiriyorlar. Şimdi, öyle bir önerge vermişler ki, diyorlar ki: “31/10/2009 tarihine kadar defaten ödenmesi hâlinde.” Yani,
adam 31/10/2009 tarihine kadar defaten ödemez de
taksit taksit öder. Yani bir önerge
hazırlanırken biraz hukuk terminolojisine uygun olması lazım. Adam
taksitle o tarihe kadar hepsini öderse aftan yararlanmayacak mı?
Ayrıca, bu getirilen, geçici
4’üncü madde olarak verilen önergeyle kaç kişinin, ne kadar miktarda faizi
affediliyor? Özellikle bunlardan AKP’ye yakın olan ve bu önergeyi veren
kişilere yakın olan kişiler var mıdır? Bakandan öğrenmek istiyorum.
Yine, bir de bir haksızlık
var. Yani bir gün önce mahkeme karar vermiş…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Süreniz doldu
efendim.
Sayın Özkan…
MURAT ÖZKAN (Giresun) –
Efendim, teşekkür ediyorum.
Ben de KOBİ’lerle
ilgili olarak… Küresel krizden en fazla etkilenen işletmeler olduğu bilinen bir
gerçek. Bu amaçla Sayın Bakanımızdan şu önlemleri acaba gündemine alabilir mi
diye soracağım:
KOSGEB bütçesinin
artırılmasını ve verilen desteklerdeki bürokrasinin azaltılmasını düşünüyor
musunuz? Birinci sorum.
İkincisi: KOBİ’lerin
kredi kullanırken yaşadıkları ipotek ve kefaletle ilgili çok ciddi problemleri
var. Buradaki kırtasiyeciliği, bürokrasiyi azaltmayı düşünür müsünüz?
KOBİ’lere
pazarlama desteği olarak KOSGEB’in katkısı nedir?
Diğer bir sorum da: Maalesef KOBİ’ler ölçek ekonomisinden faydalanamayan işletmeler
durumundadır. KOBİ’lerin ölçek ekonomisinden
faydalanabilmesi için KOBİ’ler arasında, kendi benzer
işleri yapanlar arasında bir birleşme, bir bir araya
getirme düşünülüyor mu?
Diğer bir sorum da: Büyük
ihalelere giremiyor maalesef KOBİ’ler. KOBİ’lerin kamunun büyük ihalelerine girebilmesi için konsorsiyum oluşturulması gibi bir…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın
Bakanım.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI
MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum.
Efendim, tekrar, konuşmalar
için, verilen katkılar için teşekkür ediyorum.
Evet, bu sicil affı kanunu
Büyük Millet Meclisimizde Genel Kurulda görüşülürken ve komisyonda görüşülürken
o zaman da dile getirilmişti. Bankalara bu konuda “Mutlaka bunu sileceksiniz.”
şeklinde bir müeyyide koymak mümkün değil. Bu konuda gerek BDDK’nın
gerek Merkez Bankasının gerek Bankalar Birliğinin bu konuyla ilgili vermiş
olduğu görüşler… Bir de serbest piyasa kurallarına uygun değil. Hep söylüyorum.
Yani onunla ilgili bir düzenleme getirirsiniz ama diğer taraftan bir başka
bahaneyle, başka bir gerekçeyle isterse sicil affının yerine başka bir
gerekçeyi göstererek banka krediyi vermeyebilir. Ancak sicil affı kanunu çıkar
çıkmaz, öncelikle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası sicil affıyla ilgili bütün
düzeltmeyi yaptı, yani bütün sicili bozulmuş olan kayıtları düzeltti. Bankalarla bire bir görüşerek, zaman zaman
bir araya gelerek, Bankalar Birliğiyle bir arada oturarak sicil affı konusunda
varsa bir engel, bu konunun düzeltilmesiyle ilgili kendileriyle görüşüyoruz ve
bunu da gerek TESK’le yapmış olduğum gerek TOBB’la ve ilgili odalarla yapmış olduğum toplantılarda da
kendilerine “Eğer böyle müşahhas bir problem varsa lütfen iletin ve bu konuda
bankalarla görüşelim.” diye söylüyorum. Yani şu an için bize sicil
affının silinmemesiyle ilgili intikal eden çok ciddi problem olmadığını tekrar
ifade etmek isterim.
Diğer taraftan, efendim, bu
geçici madde… Yani “yandaş” veya “yakın”
-bilmiyorum neye göre bu tarif yapılacak, neye göre söylenecek- böyle
bir şey olması söz konusu değil. Bunun son anda girmesinin sebebi şu: KOSGEB
vermiş olduğu kredilerde bazen şartlı kredi destekleri veriyor. Örneğin geçen sene vermiş olduğumuz makine teçhizat kredisinde
koymuş olduğumuz şart şuydu: Makine teçhizat kredisinden KOBİ’nin
faydalanması için kredi zaten KOBİ’ye verilmedi,
makineyi aldığı işletmeye verildi ve bu krediyi alanların da 3 veya 5 kişiyi
istihdam etmesini -derecesine göre- şart koştuk ve dedik ki: “Bu istihdamı
kredinin müddeti olan on sekiz ay boyunca işten çıkartmayacaksınız ve on sekiz
ay bu insanları çalıştıracaksınız.”
Buna benzer başka kredilerde
de, yine KOSGEB desteklerinde de böyle benzer şartlar koyduk. Örneğin, ihracat
yapanlarda da ihracat şartı koyduk. Ancak sonradan… Burada herhangi bir şekilde
KOSGEB’in bir kaybı zaten yok. Bildiğiniz gibi KOSGEB olarak biz faiz
sübvansiyonu, faiz desteğini veriyoruz, krediyi banka zaten kendisi
kullandırıyor. Dolayısıyla burada banka zaten kendi parasını, alacağını alıyor
veya alacak. Diğer taraftan, faizi zaten biz KOSGEB olarak peşin ödemiş
durumdayız.
Şimdi, bu durumda, bu
taahhüdü yerine getirmeyenler açısından bu sefer ortaya bir hukuki problem
çıkıyor. Çıkan problemde de ben, işletmeyi niye bu şartı yerine getirmedin diye
mahkemeye vermek ve cezai işlem yapmak zorunda kalıyorum.
Şimdi, bu düzenleme… Tabii ki
bu küresel ekonominin Türkiye üzerinde de getirmiş olduğu olumsuz şartlarda
işletmeler istihdam şartını yerine getiremiyorlar veya ihracatı, vermiş
oldukları taahhütleri yapamıyorlar. Bu işletmeler bu durumda kaldığı müddetçe
bir taraftan ceza çalışırken bir taraftan da bunların KOSGEB desteklerinden
faydalanma imkânı ortadan kalkıyor. Bu getirilen düzenleme böyle bir küresel
kriz ortamında işletmelerin KOSGEB desteklerinden faydalanmaya devam etmesini
sağlayacak olan bir düzenlemedir.
Daha evvel atlandığı için
sonradan önerge olarak bunu getirdik. Başka bir düşüncenin olması zinhar,
kesinlikle doğru değildir ve böyle bir şey olması da mümkün değildir. Yani
KOSGEB burada kâğıt üzerindeki bir alacağından vazgeçiyor. Ortadan vazgeçilen kısım
da budur.
Diğer taraftan, Sayın
Özkan’ın sormuş olduğu soruyla ilgili de efendim şunu ifade edeyim: KOBİ’lerin konsorsiyum yapması
açısından hiçbir sakınca yok. Yani kendileri bunu rahatlıkla yapabilirler.
Şimdi, KOSGEB’de geçen yıl
başlattığımız, bu sene devam edeceğimiz özellikle esnaf ve sanatkârda ve KOBİ’lerimizde işletmelerin bir araya gelmesiyle, güçlü
yapılar oluşturmasıyla ilgili çalışmamız var. Maliye Bakanlığımız ayrı bir
çalışma yapıyor. Şirketlerin bir araya gelmesi, konsolide
olması noktasında vergisel destekler gelecek. KOSGEB’de de biz güç birliği veya
ortaklık yapma noktasında bu tür destekleri zaten koyuyoruz. Bunların, KOSGEB
desteklerinin biliyorsunuz bazıları kredi destekleri, bazıları da bu destek
mekanizması şeklinde aktarılan kısımlar.
İpotek ve kefalet konusuna
gelince, tekrar ifade ediyorum: Değerli arkadaşlar, KOSGEB kredi vermiyor.
KOSGEB 23 milyon dolar faiz ödemesiyle örneğin 1 milyar dolarlık ihracat
kredisi kullandırıyor. 44 katı bir kredi kullandırıyoruz. Dolayısıyla KOSGEB 23
milyon dolar faizden mesul, verilen kredilerden bankaların kendisi mesul,
dönüşünden. Bankaların…
MURAT ÖZKAN (Giresun) – Sayın
Bakan…
SANAYİ VE TİCARET BAKANI
MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Söyleyeceğim.
Bankalar tabii ki vermiş
oldukları paraları -bir yerde ben de rahatsız oluyorum ondan- sağlama alma
noktasında enteresan şartlar getiriyor ancak şu çalışmaya başladık: Artık,
bankalarla yapmış olduğumuz anlaşmalarda müracaatın bir ay içinde mutlaka
kesinleştirilmesiyle ilgili bir hüküm koyduk, bu bürokrasinin azaltılması
noktasında. Yeni kanunumuz çıktıktan sonra zaten Odalar,
Odalar Birliği, Esnaf Odaları Birliğiyle beraber, onların altyapısıyla onların
network imkânlarını da kullanacağız ve banka sayısını artırarak da -mesela, en
son krediyi on bankayla yaptık, daha evvel üç veya beş bankayla yapıyorduk-
müracaatın zamanında etkin verilmesini sağlıyoruz ama dediğiniz uyarıları da
mutlaka dikkate alacağız.
MURAT ÖZKAN (Giresun) – Sayın
Bakan, KOSGEB’in faiz desteği verdiği kredilerde KOSGEB’in garantisi yeterli
olamaz mı?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI
MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Dikkate alalım efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Çağlayan.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar
yeter sayısını istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Arayacağım efendim.
9’uncu maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
On dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
16.31
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.49
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Görüşülmekte
olan 330 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 9’uncu maddesinin oylamasında karar
yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi,
maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
9’uncu
maddeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı
vardır.
10’uncu
maddeyi okutuyorum:
MADDE 10-
Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN –
10’uncu madde üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili
Tayfur Süner. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayın Süner.
CHP GRUBU
ADINA TAYFUR SÜNER (Antalya) – Teşekkür ediyorum Başkanım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının 10’uncu maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Gurubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği
gibi, konuştuğumuz bu madde yürütme maddesidir. Yürütme maddesinde tasarıyla
ilgili çok fazla konuşacak bir şey yok. Zaten benden önceki milletvekili
arkadaşlarım da tasarının neler getirdiğini ayrıntılarıyla birlikte
açıkladılar. Ben bu konuşmamda daha çok esnaflarımızı nasıl rahatlatabiliriz,
onların içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları nasıl azaltabiliriz, bu konuda
sizlere düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
Bu
tasarıyla KOSGEB’e yeni görevler veriyoruz, bu kurumun yetkilerini biraz daha
genişletiyoruz. Bunlar güzel uygulamalar ancak kurumun görev ve yetkilerini
artırmak yerine şu anda siftah yapamadan kapanan iş yerlerimizi ayakta tutmak
için geçici kararlar yerine esnafın yararına kalıcı kararlar alınması
gerekmektedir. Kapanan iş yerleri sayısına baktığımızda bu önlemlerin acilen
alınmasının gerekliliğini çok rahat görebileceğiz. Dört yıl öncesiyle kıyasladığımızda,
2008’de kapanan iş yeri sayısı 2004 yılına göre yüzde 333 artmış durumdadır.
Kapanan iş yeri sayısına son on yıllık dönem itibarıyla bakıldığında, 2008
yılında son on yılın rekorunun kırıldığı fark edilmektedir. 1999 yılının
tamamında kapanan iş yeri sayısı 10.166 iken 2008 yılının sadece beş ayında
21.335’tir. Bunlar TÜİK’in verileridir. İşin doğrusu
kapanan iş yeri sayısı bu rakamların çok fazla üzerindedir. Bunun nedeni, TÜİK
bu verileri ticaret sicili kayıtlarına göre derlemektedir. Çok sayıda iş yeri
ticaret sicili kayıtlarında faal gözükmekte ama aslında faal değildir. Ekonomik
krizden ve durgunluktan etkilenen binlerce iş yeri, faaliyetlerine fiilen son
vermekte ama ticaret siciline bildirimde bulunmadığından ticaret sicili
kayıtlarında işi terk etmiş sayılmamaktadır.
Değerli
milletvekilleri, bunları da göz önüne alarak gerçek anlamda kapanan iş yeri
sayısının 2008’de açılanın da üzerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çoğu
iş yeri siftah yapmadan kapanmaktadır. Kiralar, ücretler, vergiler, SSK
primleri ödenememektedir. Bununla birlikte, bonolar protesto olmakta, çekler
karşılıksız çıkmaktadır. Esnaf, sanatkâr ve tüccar kepenkleri kapatmaktadır.
2001 krizinde bile kapanan iş yeri sayısının açılan iş yeri sayısına oranı 2008
yılındaki gibi değildir. Kapanan iş yeri sayısının son on yılın rekoru olduğu
bir dönemde ekonomik tablo da hiç iç açıcı değildir. Uygulanan yanlış para
politikası ülke ekonomisini kısır bir döngünün içine sıkıştırmış durumdadır.
İşsizlik tırmanışta olup son yirmi yılın en yüksek oranına ulaşmıştır. Kapanan
iş yeri sayısı arttıkça yalnızca o iş yerinin sahibi değil, çalışanlar da işsiz
kalmaktadır, bu durum çalışanların ailelerini de etkilemektedir. Bununla
birlikte, kapanan iş yerlerine mal satan ya da hizmet yapan firmaların da
işleri olumsuz yönde etkilenmektedir. Devletin gelir vergisi, KDV ve sigorta
prim kaybı da hâliyle olmaktadır. Böyle bir ortamda, asgari
ücret üzerinden gelir vergisi kesintisinin bir yıl süreyle yapılamayacağı,
asgari ücreti aşan ücretlerde ise asgari ücret tutarına isabet eden gelirin bir
yıl süreyle vergiden muaf olması ve sigortalı çalıştıran özel sektör
işverenlerinin SSK prim ödemelerinin kendi paylarına düşen kısmının bir yıl
boyunca onar puan aşağıya çekilmesi, hiç olmazsa iş yerlerinin bir yıl süreyle
daha ayakta kalmalarına bir nebze yardım edecek bir uygulama olacaktır.
Bununla
birlikte, emeklilerimiz de büyük ekonomik sıkıntı içerisindedir. Açlık sınırı
olarak açıklanan 750 TL’yi bile bulmayan aylıklarıyla geçinmek zorunda olan emeklilerimiz
zorunlu ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma getirilmişlerdir.
Emeklilerimizin ekonomik açıdan biraz olsun rahatlaması için maaşlarının en az
yüzde 50 artırılması gereklidir. Bu yolla hem emeklilerimiz zorunlu
ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilecek hem de evindeki bir nevi hapis
hayatından kurtularak sokağa çıkacak ve esnafımıza da hatırı sayılır katkısı
olacaktır.
Bu
konularda Meclis Başkanlığına sunulmuş kanun tekliflerim vardır, komisyonda
görüşülmek için beklemektedir. Bu tekliflerimin acilen ilgili komisyonlarda
görüşülerek Meclis gündemine alınması ve kanunlaşması, esnafları, emeklileri ve
özel sektör çalışanlarını ekonomik açıdan büyük ölçüde rahatlatacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; esnaf ve sanatkârlarımızın AKP İktidarından en
önemli beklentisi, kapsamlı bir esnaf destek paketinin bir an önce
açıklanmasıdır. Esnaf ve sanatkârların vergilerinin, çalışanların maaş ve SSK
primi gibi ödemelerinin desteklenmesi ve iş yerlerinde kullanılan doğal gaz, su
ve elektrik gibi girdi fiyatlarının konut fiyatlarıyla eş değerde olması
gerekmektedir.
İşçimize,
memurumuza, SSK’lı, BAĞ-KUR’lu tüm emeklilerimize bir
defaya mahsus olmak üzere insanların elini rahatlatacak, esnaftan alışveriş
yapmasını sağlayacak harcama çeki veya benzeri bir nakit desteği verilmelidir.
Zaten yerel seçimler öncesinde AKP Hükûmeti
tarafından vatandaşımıza bu konuda da söz verilmiştir. Bunun bir seçim yatırımı
olup olmadığını yakın zamanda anlayacağız. Ayrıca, doğal gazda KDV -zorunlu
tüketim malı gibi- yüzde 1 oranına indirilmelidir. Sorunlu kredilere ödeme
kolaylığı sağlanarak insanlara nefes aldırılmalı, onlara tekrar alışveriş
yapabilme olanağı sağlanmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, ülkemiz ekonomisinin 2008 yılının son çeyreğinin büyüme
rakamları açıklanmıştır. Bu dönemde ekonomimizde yüzde 6,2 oranında daralma
gözlenmiştir. Bu rakamın açıklanması ve 2009’daki gidişata bakarak bu yıl da
pozitif büyüme gerçekleşmesini beklemek imkânsız hâle gelmiştir.
AKP Hükûmetinin son üç aydır ekonomi yerine seçime kilitlenmesi
krize karşı müdahaleyi oldukça geciktirmiştir. Ekonomik açıdan 2009’u kaybetmiş
durumdayız. 2010’da toparlanmanın başlaması için de bugünlerin çok iyi
değerlendirilmesi gerekmektedir. Enflasyon ve cari açık dışında bütün
göstergeler kötüye gitmektedir. Enflasyon talep yetersizliğinden dolayı
düşmektedir. Şu anda içinde bulunduğumuz durum talebi canlı tutmayı zorunlu
kılmaktadır. Bunun için de yeni paketlerin açıklanmasına şiddetle ihtiyaç
vardır.
Var olan
işsizlik, aralık ve ocak aylarında hızla artmaya başlamıştır. Aralık ve şubat
aylarında kendilerine işsizlik sigortası ödemesine başlanan işsizlerin bu
ödenekleri sonbahara kadar bitmiş olacaktır. Dolayısıyla, yaz aylarına kadar
talep artırıcı her türlü önlemin alınması gerekmektedir. Ben buradan Hükûmeti uyarmak istiyorum: Aksi hâlde, hem bir sosyal
buhran yaşanacak hem de ekonominin yeniden büyümesini uzun süre erteleyen bir
kısır döngüye girilecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugüne kadar AKP Hükûmeti tarafından
beş tedbir paketi açıklanmıştır ve hepsi de olumludur. Ancak, bununla birlikte,
halkın yoğun olarak kullandığı peynir, süt, yoğurt, yağ, şeker, makarna, çay,
salça, konserve ve sebze gibi ürünler ile sabun, deterjan ile zorunlu tüketim
mallarında 2009 yılı sonuna kadar KDV oranları sıfırlanmalıdır. Bugüne kadar
otomotiv, beyaz eşya ve mobilya gibi sektörlere yapılan indirimler belli
toplumsal kesimleri rahatlatmıştır. Yürürlüğe konulan kısa vadeli tedbirler
paketlerinin sosyal boyutu eksik kalmıştır. Piyasaların rahatlaması, dar
gelirli toplumsal kesimlere destek ve güven verilmesi için yaklaşık 150 milyar
dolarlık bir hacme sahip gıda ve zorunlu tüketim mallarında KDV oranı
sıfırlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
Antalya’da yapılan şehir tramvayı sonucunda, kısa vadede hat üzerinde, orta
vadede bütün şehir esnafını perişan eden ve gününü siftah yapmadan geçiren
esnafımızın sorunlarını, daha önce yapmış olduğum konuşmalarımda bu kürsüden
dile getirmiştim. Bununla birlikte, yine Antalya’da uygulamaya konulan ancak
birilerinin çıkarı gözetildiği için yanlış hesaplamalar sonucu dolmuş ve otobüs
esnafını mağdur eden Ankart uygulamasını bilmeyen
yoktur. Bu yanlış uygulamalar sonucu, AKP’li Büyükşehir Belediyesi, yerel
seçimlerle birlikte Antalya’dan esnafın da onayıyla gönderilmiştir. Yapılan
yanlışların üstüne, Antalya’da olduğu gibi yanlışlar eklemeyin.
Sözlerimi bitirmeden önce,
tekrar dikkatinizi çekmek isterim: İşçi emeklilerimizin yüzde 83’ü, BAĞ-KUR
emeklilerinin yüzde 99’u açlık sınırının altında aylık alıyor. Vermiş olduğumuz
kanun tekliflerine desteğinizi bekliyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sözlerinizi
tamamlayınız lütfen.
Buyurunuz.
TAYFUR SÜNER (Devamla) –
Gelin, verdiğimiz önergelere destek olun. Bu vatan hepimizin.
Krizden en az zararla çıkmak için gelin bizlere kulak verin.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Süner.
10’uncu madde üzerinde şahsı
adına Nevşehir Milletvekili Erdal Feralan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Feralan.
AHMET ERDAL FERALAN
(Nevşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun
tasarısının 10’uncu maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu kanunun KOBİ’lerimize, ülkemiz ekonomisine önemli kazanımlar
getireceğini belirtmek istiyorum. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Feralan.
Şahsı adına Denizli
Milletvekili Mehmet Yüksel. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Yüksel.
MEHMET YÜKSEL (Denizli) –
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz 330
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 10’uncu maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
KOSGEB Yasası, Türkiye Odalar
ve Borsalar Birliği ile birlikte esnaf birliklerimizin toplam 3,5-4 milyonu bulan üyeleri ve aileleriyle beraber 12-14
milyonu bulan bir nüfusun beklediği bir yasaydı. Bu yasanın çıkarılması
noktasında bütün partilerimizin ortak mutabakatı sağlanmış, Sanayi Bakanımız
başta olmak üzere bütün personel ve yetkili arkadaşlarımıza, emeği geçen
herkese çok teşekkür ediyorum.
Hayırlara vesile olmasını
diliyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Yüksel.
Soru-cevap için… Bir soru
görüyorum.
Sayın Ünsal, buyurunuz, bir
dakika süreniz var.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) –
Teşekkür ederim.
Sayın
Bakan, 5018 sayılı Yasa’nın 68’inci maddesinin bir fıkrasını okuyorum:
“…yönetimin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin; kanunlara, kurumsal amaç,
hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının Türkiye Büyük
Millet Meclisine raporlanmasıdır.” Dolayısıyla -demin konuşmamda da
söylemiştim- KOSGEB’in Sayıştay denetim raporları henüz elimize geçmemiştir.
Meclise de gelip gelmediği konusunda yeterli bir bilgi almadık, çünkü
komisyonlarda yoktur. Sizlerde bu mevcut mudur, elinize geçmiş midir? Eğer
sizin elinize geçtiyse bize de bilgi verilmesi, bu rapordan bir örnek verilmesi
mümkün müdür?
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Ünsal.
Buyurunuz
Sayın Bakan.
SANAYİ VE
TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; öncelikle son maddesini görüşmüş olduğumuz bu KOSGEB
Kanunu’nun hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum ve katkı veren herkese
yürekten teşekkür ediyorum. Bahsedilen birçok konuda dile
getirilmiş olan hususları ciddi bir şekilde dikkate alacağımızı, gerek teşkilat
(organizasyon) yapısı gerek bütçe konusunda KOSGEB’in geçmiş başarılarına daha
büyük başarı katacağımız noktasında gerekli hazırlıklarımızı yaptığımızı ifade
etmek istiyorum ve bu noktada Bakanlar Kurulumuzun özellikle sektörel ve bölgesel alınmış olan yetkisi çerçevesinde
belirlenmesi ve yönetmelikle ilgili çalışmalarımız da yine ilgili birimimiz
tarafından, Bakanlığımız tarafından hazırlanmıştır. Bu da yine kanun
çıkar çıkmaz, hemen yasalaştıktan sonra, Sayın Cumhurbaşkanımızın onayını
müteakip Bakanlar Kurulumuza sunulacak ve bu konuda Anadolu’nun her tarafından
KOSGEB desteği bekleyen işletmelerimize, KOBİ’lerimize,
esnaf ve sanatkârımıza ciddi bir finansman noktasında nefes aldıracaktır.
KOSGEB’in ilgili destekleri, bir taraftan kredi desteği devam ederken bir
taraftan şirket birleşmeleri, pazarlama, araştırma-geliştirme, inovasyon, teknoloji alanındaki diğer sorumluluk ve diğer
çalışmalarımız da devam edecektir. Ümit ediyorum ki yıl içinde KOSGEB’e yine
bütçeden alınacak olan desteklerle KOSGEB destekleri de aynı oranda
artırılacaktır.
Sayın
Milletvekilimizin sormuş olduğu soru: 5018’den sonra Sayıştay denetimi
yapılmıştır ve Sayıştay raporları Başkanlığımızda mevcuttur. Müracaatınız
hâlinde orada arkadaşlarımız değerlendirecektir.
Sayın
Başkanım, ben tekrar size ve emeği geçen tüm milletvekillerine teşekkür etmek
istiyorum bu vesileyle.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Çağlayan.
10’uncu
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 10’uncu madde
kabul edilmiştir.
Tasarının
tümünü oylamadan önce oyunun rengini belli etmek üzere lehte Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
(CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz
efendim.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; bu
Mecliste özellikle Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, esnafımızla ilgili ne
getirilirse onlar için sonuna kadar destek olacağımızı bir kez daha söylüyoruz.
Bu kanunun grup olarak biz hep lehinde olduk, sonuna kadar lehinde olacağız.
Bir kere bu kanunun hazırlanmasında emeği geçen Sayın Bakana, tüm gruplara
teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, ama bir yasa uygulanmalı yani
çıkarırsın ama uygulamazsın. Demin sordular sicil affıyla ilgili, uygulanmıyor.
Geçen de belirttim, bir yasanın uygulanması lazım. Sayın
Bakan, bir kere zimmet maddesi, Bankalar Kanunu’ndaki zimmet maddesinin
özellikle küçük esnaf, küçük sanayiciye uygulanan bölümü kalkmadığı sürece veya
Bankalar Birliği tarafından zimmet konusunda özellikle sicil affından oluşan
bir aftan sonra daha önce bir şekilde kara leke yiyen insanlara tekrar kredi
açmanın, sicil affından dolayı zimmet maddesine girmeyeceğinin belirtilmesi
lazım. Bir kere arkadaşlar, bunu açık söylüyorum, bankacılar yapmıyor
bunu. Zimmet maddesi başlarında bir şey… Sicil affı olmasına rağmen, açık
olmadığı için “Yarın benim başıma buradan bela gelir.” diyor. Bunun bir kere
Bankalar Birliği ve BDDK tarafından sicil affından dolayı, bu Yasa’dan dolayı daha
önceki herhangi bir şeyi olan insanlara açılacak kredilerin sicil affından
dolayı artık yeni açılan kredileri kapsamayacağının ve zimmet maddesine,
içeriğine girmeyeceğinin belirtilmesi lazım. Bu belirtilmediği sürece
arkadaşlar, bu sicil affından dolayı hiçbir banka kredi vermez.
İki, -geçen de söyledim Sayın
Bakan- yine sicil affıyla ilgili küçük esnafımıza yönelik mutlaka bankaları
özendirmeniz lazım. Dün Plan Bütçe
Komisyonunda Merkez Bankasının bir brifingi vardı,
arkadaşlarım orada gördüler. Ben, burada konuştuğum tüm konuyu Merkez Bankası
Başkanına, kendisine ilettim. Bir şekilde yapanla yapmayan
bankayı ayırmak lazım. Yani “Ben niye uygulayacağım?” diyor “Çünkü
hiçbir kazancım veya hiçbir şeyim yok.” Ama siz, Bankalar Birliği ve BDDK’yla bir mutabakat sağlayıp özellikle esnafın
borçlarını iki yıl ve daha uzun vadeye yayan, yapılandıran bankalara mutlaka
munzam karşılık ve disponibilitede belirli bir indirim
yaparsanız, o zaman bankalar da sicil affından dolayı yeniden yapılandırma
olayına sıcak bakar ve bunun sonucu alınır. Yoksa bu sicil affı hep bir…
Meclis sicil affı yaptı,
esnaf bayram etti. Hayır, esnafın bayram ettiği yok. Herkes bu gerçeği bilsin.
Hiçbir şekilde işlemiyor sicil affı. Sadece, Merkez Bankası, kayıtlarından
sildi ama herkesin defterinin altında, kara kaplı defter duruyor. Kesinlikle
kimse sicil affına uğrayan insanlara yeni kredi açmıyor, kredi yeniden
yapılandırmasını yapmıyor. Ben, bir kez daha yasanın lehine oy kullanacağımı
söyleyerek ama bunun bir kere daha dikkate alınmasını söylüyorum.
Ayrıca dün yine yukarıda
Sayın Merkez Bankasının brifinginde… Özellikle, biz, geçen dönem bu Mecliste kredi kartlarıyla ilgili ve
tüketici kredisini ilgilendirdiği için ve bu Bakanlığın sorunu olduğu için
hakem olsun diye hakemliği Merkez Bankasına verdik ve ben bu konuda çok ısrar
etmiştim, Merkez Bankası iyi hakemdir diye ama dün Sayın Başkanın önünde itiraf
ettim “Ben suç işlemişim hakemliği size vermekle.” dedim.
ASIM AYKAN (Trabzon) – Yanlış
yapmışsınız, suç değil.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Evet. Yani yanlış düşünmüşüm, yanlış düşünmüşüm.
Biz, adil olacağınız yönünde
düşünmüştük ama dünyanın hiçbir yerinde tüketici kredileri ile kredi kartları
arasında çok büyük bir fark yoktur. Bana Sayın Başkan “Bazı ülkelerde 3 kat.”
diyor. Tabii arkadaşlar, faizlerin LİBOR+1 olduğu ülkelerde
yani yüzde 4 yıllık faiz oranı olan bir ülkede tüketici kredisi faizinin, kredi
kartı faizinin yüzde 12 olması çok büyük bir şey değil, ama faizlerin, tüketici
kredi faizlerinin aylık 1,5 olduğu bir yerde, aylık 4,5; aylık 5 gibi bir kredi
kartı faizi bir fahiş faizdir. Ben yine söylüyorum: Sizin Bakanlığınızın
konusu, kredi kartları bir tüketici kredisidir, tüketim amaçlıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız.
Buyurunuz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) – Kredi kartlarının mutlaka tüketici kredisi kapsamı içinde
değerlendirilip -bu düzenlemeyi Merkez Bankasından alıp Bakanlığınıza- Tüketici
Kredisi Kanunu’nda yeni bir düzenleme yapılmasına gerek vardır.
Hepinize saygılar sunuyorum,
teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Aslanoğlu.
Aleyhte İzmir Milletvekili
Harun Öztürk.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, görüşülmekte olan 330
sıra sayılı Tasarı’yla ilgili olarak oyumun rengini belirtmek üzere söz aldım.
Bundan önceki birleşimde KOSGEB Tasarısı’yla ilgili görüşmeler sırasında
aldığım sözde, bir iki teknik itirazı ilave ettikten sonra, tasarıyı olumlu
olarak değerlendirdiğimi ve olumlu oy vereceğimi ifade ettim. Ancak biraz önce
tasarıya ilave edilen geçici 4’üncü madde nedeniyle tasarının günahının
sevabını aştığı kanaatine vardım ve oyumun rengini değiştirdiğimi sizlere ifade
etmek için söz aldım.
Değerli milletvekilleri,
önergeyle ilave edilen geçici 4’üncü maddenin tasarıya eklenmesiyle ilgili
olarak İç Tüzük’e baktığımızda herhangi bir şekilde usul hatası olmadığını
söyleyebiliriz. Yani Genel Kurulun yetkisi dâhilinde burada görüşülen
tasarılara sayın milletvekillerinin vermiş oldukları önergelerle maddeler ilave
edilmesi doğaldır. Doğal bulmadığım, Türkiye Büyük Millet Meclisinde önemli
olan bazı hususların, özellikle af niteliği taşıyan bazı hususların ihtisas ve
uzman komisyonlarda görüşülmeden… Çünkü gerekçesi krize bağlanıyor. Kriz
Türkiye’yi 2007 yılı Ağustosundan bu yana etkiliyor, dolayısıyla Hükûmet ve Sayın Bakanlık bu tasarıya bu geçici maddeyi
önce de ilave edebilir, komisyonlarda tartışılabilir ve Genel Kurulun huzuruna
o şekliyle gelebilirdi. Dolayısıyla Hükûmet sürekli
olarak bunu yapmaktadır, özellikle af niteliği taşıyan bazı düzenlemeleri Genel
Kurulda vermiş olduğu son dakika önergeleriyle tartışılmasına imkân vermeden
kabulünü ve yasalaşmasını sağlamaktadır.
Getirilen metni
değerlendirdiğimizde, yürürlüğe girdiği tarihe kadar bu kanun kapsamında
kullandırılan desteklerden uygunsuzluğu tespit edilerek ihtilaflı hâle gelen ve
dava açılmış olmakla birlikte haklarında kesinleşmiş yargı kararı
bulunmayanlara ilişkin faiz affı getirilmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu
tür düzenlemeler ne yazık ki Türkiye’de hukuk devletini yerleştirme imkânlarını
ortadan kaybettirmektedir. Çünkü biz burada bir yasal düzenleme yaparak
kurallarını belirliyoruz, gerektiğinde bakanlara, Bakanlar Kuruluna yetkiler
veriyoruz ve o yetkiler çerçevesinde birtakım esas ve usuller belirliyor ve bu
usul ve esaslar, ekonominin geneliyle ilgili ve birtakım eşitlikleri sağlamaya
yönelik, adaleti sağlamaya yönelik düzenlemeler oluyor. Ancak sonuçta
yaptığımız bu düzenlemelere bir kısım vatandaşlarımız uymuyor ve uymadıklarını tespit
ediyoruz ve sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisine dönüyoruz ve yasalara uygun
davranmayan vatandaşlarımızın bu aykırılıklarını affediyoruz. Bu, bir kere,
yargıya intikal eden olaylardan kesinleşmiş yargı kararı olanlarla ilgili
olarak faizlerini alacaksınız ancak yargıya intikal etmiş olan olaylardan henüz
sonuçlanmayanlarla ilgili olarak yargı kararlarını da etkisiz hâle getirecek
bir biçimde faizleri almaktan vazgeçtiğinizi ifade edeceksiniz…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayın.
Buyurunuz.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) –
Tamamlıyorum Sayın Başkan. Teşekkür ediyorum.
…ve bunu da birtakım
adaletsizlikler yaparak sağlayacaksınız.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bu adaletsizliklere alet olmaması gerektiğini ve hukuk devletini el
birliğiyle yerleştirebilmemiz için bu tür düzenlemelere fırsat vermememiz
gerektiği ifadesini belirttikten sonra, tasarıya vermek istediğim oyun renginin
bu nedenle değiştiğini ifade ediyor “Hayır” oyu kullanacağımı tekrarlıyor ve
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Öztürk.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Sayın Bakan, konuşmak istiyor
musunuz?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI
MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Sağ olun Başkanım, teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz biz
de.
Şimdi, 3’üncü sırada yer alan
Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Çorum Milletvekili
Agâh Kafkas’ın, İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’ın, Diyarbakır Milletvekili
Akın Birdal ve 14 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili
Bülent Baratalı ve 16 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve İçişleri Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız.
3.- Ulusal Bayram ve Genel
Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Çorum Milletvekili Agâh Kafkas’ın,
İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’ın, Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal ve 14 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Bülent
Baratalı ve 16 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/690, 2/176,
2/212, 2/213, 2/215, 2/225, 2/420, 2/421, 2/430) (S. Sayısı: 354) (x)
BAŞKAN –
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 354 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının
tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Mustafa
Özyürek konuşacaktır.
Sayın Özyürek…
MUHAMMET
RIZA YALÇINKAYA (Bartın) – Dışarıda, geliyor.
BAŞKAN –
İkinci sıradaki konuşmacıyı çağırayım o zaman.
Demokratik
Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal.
Buyurunuz
Sayın Birdal. (DTP sıralarından alkışlar)
DTP GRUBU
ADINA AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na ilişkin Demokratik Toplum Partisi
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yüce
Meclisin çatısı altında, Hükûmet ile Mecliste grubu
bulunan ya da bulunmayan siyasi partilerle, bugüne değin, demokratikleşme,
demokrasi, barış ve bir arada yaşama yolunda ne yazık ki ortak mutabakatlar
sağlana-mamıştır birkaç konu dışında. İşte, geçtiğimiz
aylarda, 2010 Avrupa kültür başkenti olma konusunda bir mutabakat sağlanmıştır
ama onun dışında, yaklaşık iki yılı dolduracağız, ne emek ne demokrasi ne barış
ne özgürlük ne adalet yolunda, ne yazık ki henüz daha bizi bir araya
getirebilecek, nü-anslarımızı kabul ederek, adım
atılamamıştır.
Gerçi bugüne değin bizim verdiğimiz kimi öneriler, yasa tasarıları,
araştırma komisyonlarının oluşturulması yolundaki öneriler komisyonlarda
bekletilmekte, ama ilk kez 1 Mayıs konusunda Hükûmetin
ve Mecliste grubu bulunan ya da bulunmayan siyasi partilerin, 1 Mayıs İşçi
Bayramı, Emek Bayramı konusunda, tatil edilmesi yolunda bir mutabakat
sağlanarak komisyondan Genel Kurula getirilmiş olmasını da önemsiyoruz.
Şimdi, bu
tasarı, işçi sınıfının, emekçilerin, yoksul halk yığınlarının, ezilenlerin
yıllardır sürdürdüğü mücadelelerinin kuşkusuz bir sonucudur. Örneğin geçtiğimiz
günlerde seçim -yine- rüşveti olarak bilinen birtakım-biliyorsunuz-
düzenlemeler yapıldı. Seçim rüşvetinden, baskılardan, tehditlerden ve seçimlerin
demokratik, adil ve eşitlikçi olması yolunda birçok olaylar yaşandı, gerek
bölgemizde ve gerekse İstanbul, metropol kentlerde.
Ama ne yazık ki Hükûmetle ilişkili olanlar ve başta
Sayın Başbakan, bu seçimlerin demokratik ve adil olmadığı yolunda da yakındı
nedense. Nasıl bir paradokstur ki gerçekten seçimlerin
demokratikliğinin, eşitlikçi olmasının ve herkesin, her yurttaşın iradesini
serbestçe sandığa taşıması konusundaki güvencelerin kendilerince sağlanması
gerekirken, bölgede baskı altında oyların kullanıldığı yolunda yakınmıştır ve
bununla da yetinilmemiştir, sonra da Türkiye'nin birtakım şu andaki
gerçekliklerini, olguları gizlemek niyetiyle de partimiz, Demokratik Toplum
Partisi üzerinde operasyonlara girişilmiştir. 3 parti genel başkan
yardımcımızın, çok sayıda parti meclis üye ve yöneticisinin, kadın meclisi ve
gençlik meclisi yönetici ve üyelerimizin derdest bir operasyonla gözaltına
alındığına ve tutuklandığına tanık olduk. Şu anda 200’ü aşkın arkadaşımız
tutuklanmıştır. Dört gündür gözaltında olup da hâlâ kendilerine soru
sorulmadığına da avukat arkadaşlar aracılığıyla tanık olmaktayız.
Şimdi,
tabii, biraz sonra değineceğim, gerçekten Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü, ki, Türkiye'nin demokratikleşmesinin olmazsa olmazı
olan bu sorunun çözülmesine ilişkin 22 Temmuzda yaratılmış olan bir fırsatın
bugüne değin değerlendirilmemesine karşın, ikinci kez, halkımızca yaratılmış bu
fırsat gerçekten göz göre göre niye acaba gizlenmek
isteniyor, ne örtbas edilmek isteniyor ya da halkımızdan hangi gerçekler
saklanmaya çalışılıyor; onu biraz sonra yine elbette konuşacağız. Ama, 1 Mayıs kutlamalarının, özellikle dünya işçi sınıfının,
emekçilerinin 1 Mayıs 2009’da 120’nci ve Türkiye’de de 100’üncü yılını kutluyor
olmasının elbette ki, emekçiler, çalışanlar açısından büyük bir anlamı var ve
özellikle bu 1 Mayısı anlamlı kılan… Bizim 1 Mayısta ve 1 Mayıs öncesinde ve
sonrasında yaşadıklarımız ve trajediler, bu 1 Mayısı Türkiye emekçi güçleri
açısından çok daha anlamlı kılmaktadır.
Şimdi, 1
Mayısın yüz yıl önce örgütlenmesinde temel rolü üstlenen Selanik Sosyalist İşçi
Federasyonu, amaçlarını Sosyalist Enternasyonale şöyle açıklıyordu: “Osmanlı
milleti aynı ülkede yaşayan ve her birinin ayrı dili, kültürü, edebiyatı,
göreneği ve nitelikleri olan çeşitli milliyetlerden oluşmaktadır. Öyle bir
teşkilat kurmak istedik ki, insanlar kendi dil ve kültürlerini terk etmeden ona
girebilsinler. Hatta daha iyisi, aynı bir ülkü uğrunda -sosyalizm ülküsü-
çalışırken her biri kendi kültürünü ve bireyliğini geliştirme olanağını
bulabilsinler.” diyorlardı. Bu, tam yüz yıl önce Türkiye’de yayınlanan bir 1
Mayıs deklarasyonundaki amacı ortaya koymaktadır. Ama
ne yazık ki, vahşi kapitalizmin acımasız ve neoliberal
politikaların “soy, sömür ve kazan” politikalarının sonucunda ne yazık ki, bu
özlem karşılık bulamamış, saldırılara, cinayetlere, katliamlara ve büyük meydan
cinayetlerine dönüşmüştür.
Şimdi,
Türkiye’de bu 1 Mayıs kutlandıktan sonra, tabii, evrensel değerlerin en
önemlilerinden birisi, emeğin en yüce değer olduğu ve emeğe duyulan saygıdır.
19’uncu yüzyıldan bu yana sürdürülen mücadeleler sonucu emekçiler ve
çalışanlarca günlük çalışma süresini sekiz saate indirmek için grev ve
gösterilerin yapıldığı ve bu yolda birçok acıların ve ölümlerin yaşandığı
bilinmektedir. Bu mücadelenin simgesi olarak da 1 Mayıs günü dünyanın birçok
ülkesinde resmî tatil ilan edilerek, bayram olarak kutlanmaktadır.
Ülkemizde
1 Mayıs, 1908 yılından bu yana İşçi Bayramı, 1925 yılından sonra Bahar ve Çiçek
Bayramı olarak belirlenmiş ve bu durum 12 Eylül 1980 askerî darbesine değin de
sürmüştür.
Şimdi, bu
1 Mayıs, 1976’da ilk kez kitlesel olarak Taksim’de Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonunca kutlanmıştır ve 1976’da bir şiddet yaşanmamıştır. 1977’de bir şiddet yaşanmamıştır yine ve alana dört bir yandan
gelen insanların alanda toplanmasının beklenmesi ve törenin başlaması biraz geç
zamana yayılmıştır ve akşam 19.00 sıralarında Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu Genel Başkanı Kemal Türkler hemen konuşmasını bitirdikten sonra,
Sular İdaresinden, “InterContinental” denilen şu
andaki The Marmara otelinden ateşler açılmaya
başlanmıştır ve o günlerde emekçilerin bayramının kardeşçe kutlanması yolunda
çaba gösteren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ahmet İsvan, kürsüde, bu ateş açanların polis mi, görevli mi
olduğu konusunda yanındakilere sorduğu sorular karşılıksız kalmış ve hatta
tartaklanmıştır.
Şimdi, bu
konuda daha sonraki yıllarda, yine… 1978 yılında gerçekten yüz binler, o 1977 1
Mayıs katliamını telin etmek için 78’de yine 1 Mayıs, Taksim Alanı’nda
buluşulmuş ve 1977’de yaşanılanları adları tek tek
sayılarak 36 yurttaşımız emekçinin anısı önünde saygı duyulmuş ve Taksim
Alanı’nın “1 Mayıs alanı” olarak kabul edilmesi kararlaştırılmış ve ilan
edilmiştir. Ama ne yazık ki o günden sonra emekçiler 1 Mayıs alanında,
Taksim’de buluşamamış ve bayramını, emek bayramını kutlayamamışlardır.
Şimdi,
yine, işte biz burada bugün tatil günü ilan edeceğiz hep birlikte; keşke adını
“bayram” olarak da koysaydık ve isteyen istediği şekilde bayramını kutlayabilseydi,
bütün farklı diller, kimlikler, emekçiler buluşabilselerdi. Ama şimdi Sayın
İstanbul Valisi “Orantılı güç kullanılacaktır eğer gelinirse.” diyor. Şimdi,
geçen yıl biz yine tanık olduk ve emek ve demokrasi güçlerinin kardeşliği ve
birliği yolunda, dayanışması yolunda Demokratik Toplum Partisinden 8
milletvekili arkadaşımız, emekçilerin bayramında birlikte olmaya gittik ama
hepimiz tanık olduk DİSK Genel Merkezi’nin, emekçilerin, sendikacıların nasıl
biber gazıyla, gaz bombalarıyla saldırıya uğradığına. Şimdi, orantılı güç bu mu
oluyor acaba? O nedenle, biz bugün buradan bu kararı çıkarırken Hükûmet ve başta Sayın Bakan, bu İstanbul Valisine,
isteyenlerin istediği yerde özgürce bayramını kutlayabileceğini salık versin ve
güvenlik güçleriyle İstanbul’da 1 Mayıs alanının kuşatılmasının önlenmesini
istesinler.
Şimdi,
dileğimiz tabii bu ki, bu 1 Mayısın… Yaratılmak istenilen,
ki egemen güçlerin düzeninin yarattığı korku ve yoksulluktur; hem yoksulluğu
üreteceksiniz hem iş, ekmek ve özgürlüğü baskı altına almaya kalkışacaksınız,
ondan sonra da panzerlerinizle, tanklarınızla, askerlerinizle, polislerinizle, JİTEM’inizle, mahkemelerinizle korkuyu egemen kılmaya
çalışacaksınız ama tabii, demokratikleşme ve özgürleşme yolunda korkuların
nasıl yenildiğini, hak ve özgürlük mücadelesinden ve insanlık onuruna
bağlılıktan nasıl vazgeçilmediğinin, Türkiye coğrafyasında, size çok iyi örneği
de verilmektedir.
Şimdi,
bakın, örneğin, orantısız… “Orantılı güç kullanılacaktır”ın
biz şeyini de gördük. Dün örneğin burada bir gensoru tartışılırken hepsi
reddedildi. Arkadaşlar, daha biz geçtiğimiz yıl “nevroz”da… Gerçekten o da,
Kürt halkının, Orta Doğu halklarının uzun, ağır bedeller ödeyerek kazandığı bir
gündür. Şimdi, o “nevroz”un, örneğin, gerçekten kazanılmış bu
gün, artık birçok yerde özgürce kutlanabilmektedir 21 Martta, yine
halklarımızın kardeşliği ve dayanışması orada ilan edilmektedir ama geçen yıl,
izin verilmeyen yerlerde nasıl orantılı güç kullanılarak 4 yurttaşımızın
katledilişine, 197 yurttaşımızın ağır yaralanmasına ve 600’ü aşkın insanın da
gözaltına alınıp tutuklanmasına tanık olduk. Şimdi, nedir bu? O zaman bu
şiddeti kaldırın ve gerçekten, 21 Mart “nevroz”un da tatil ve bayram olması
için burada bir yasa önerimiz var, bunun da önümüzdeki günlerde Genel Kurula
getirilmesini ve 21 Martın da “Nevroz” Bayramı ve tatil olarak kabul edilmesini
diliyoruz.
Şimdi, DTP’ye yönelik son operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar
neyi acaba ifade ediyor? Bakın, bu operasyonların sonunda yöneticilerin
tutuklanması, gözaltı…
Şimdi,
birincisi: Acaba ekonomik krizin gerçekten sonuçları mı gizlenmek isteniyor?
Bakın, Sayın Başbakan, uluslararası mali krizin, finans çöküşünün, finans
kapitalin çöküşünün bizi teğet geçeceğini söyledi ve ısrarla Sayın Başbakan…
Örneğin, son şu krizden sonra 1 milyonu aşkın emekçi kapı dışarı edildi ama
Sayın Başbakan hâlâ “Kriz yok.” diyor, “Teğet geçecek.” diyor.
Şimdi,
örneğin, resmî rakamlar -ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bu oranlara
ulaştı- yüzde 15,15. Yine resmî açıklamalara göre işsiz sayısı 3 milyon 650
bin. Ama konfederasyonlarımızın, ki dün daha DİSK
Genel Başkanı Sayın Süleyman Çelebi’nin açıklamalarına göre 24,2 ve işsiz
sayısı da 6 milyon 334 bine ulaşmıştır. Ama şimdi, hâlâ Sayın Başbakan “Teğet
geçmiştir.” diyor. Şimdi, işsizliğin rakamının, yüzdesinin çoğalmasını
kadınlara bağlıyor Sayın Bakan. Diyor ki: “Şimdi, işsiz kadınlar iş için
başvurdular, o nedenle bu yüzde arttı.” Ya da Sayın Başbakan ne diyor? “Eğer
üretim kesintiye uğruyorsa, eğer atölyeler kapanıyorsa, eğer kepenkler
kapatılıyorsa bu ekonomik krizden değil o yöneticilerin beceriksizliğindendir.”
diyor. Arkadaşlar, emek ve emekçiler, çalışanlar bu kadar aşağılanır mı? Bu
nasıl bir sınıf fikridir, nasıl bir adalet fikridir Sayın Başbakanda ki hâlâ
“Ekonomik krizin sonuçlarını nasıl birlikte giderebiliriz?” konusunu Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Genel Kuruluna taşımıyor. Pekâlâ
yine iki ay sonra göreceğiz bu ekonomik krizin gerçekten nasıl sonuçlar
doğuracağını ve biz, şimdi bunu haber veriyoruz. Kaç kez bu Genel Kurulda
ekonomi ile demokrasinin ilişkisini anlatmaya çalıştık, hak ve özgürlüklerin
anayasal güvenceye bağlanmasının doğrudan ekonomik kalkınmayla, ilerlemeyle
nasıl ilişkisinin olduğunu anlatmaya çalıştık. Ama ne yazık ki bunlar
“Sözümüzün eriyiz, eğer ‘Teğet geçiyor.’ dediysek teğet geçecektir.” diyorlar
ve bunun tersini kabul etmiyorlar.
Yine, bu seçim sonrası
gerçekten Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümüne yaratılan bu fırsatı
ikinci kez heba ederken acaba PKK’nin 1 Hazirana
kadar eylemsizlik kararını gözden kaçırmak mı istemişlerdir ya da Erbil’de gerçekten bütün iradelerin bir araya gelip Kürt
sorununun çözümü konusunda düzenlenecek konferansın Kürt halkının iradesine
bağlı bir çözüm olmayacağından kaygı duyarak mı erteleyerek yine bunu gözden
kaçırmaya kalkışmışlardır ya da on gün sonra, meşru, kazanılmış 1 Mayıs Taksim
Alanı’na dönüşün meşruiyetini mi örtmeye kalkışmaktadırlar? Ama bütün
bunlar nafile, çünkü halkın demokrasi, barış ve özgürlük isteyişini biraz
erteleyebilirsiniz ama halkın ekmek isteyişini ve halkın açlığını
erteleyemeyeceksiniz. Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. AKP ve Sayın
Başbakan, siz Kürtlersiz bir demokrasi mi
istiyorsunuz, siz emekçilersiz bir demokrasi
olacağını mı düşünüyorsunuz ve siz muhalefetsiz bir demokrasi olacağını mı
düşünüyorsunuz? Bunların, Kürtlersiz, emekçilersiz, kadınlarsız ve
muhalefetsiz bir demokrasinin olmayacağını ve olamayacağını çok kısa zamanda
göreceksiniz.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; şimdi, gerçekten tartışılıyor, örneğin dün yine tanık olduk,
Ergenekon meselesi. Bakın, bu 1 Mayıs katliamının ardındaki adres bellidir; bu
adres kontrgerilladır. Şimdi gelin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, gerçekten,
Almanya ve Türkiye’nin dışında bütün NATO üyesi ülkelerde temizlenmiş olan bu gladyoyu, kontrgerillayı açığa çıkaralım. Neden bu konudaki
araştırma önerimizi dikkate almıyorsunuz? Çünkü,
bugünkü yaşanılan sonuç, darbelerin Türkiye’ye uğrattığı sonuçlardır. Çünkü, darbeler, emeğin ve emekçilerin düşmanıdır. Darbeler,
halklara ve özgürlüklere karşıdır. Darbeler, insanlığa karşı işlenmiş
suçlardır. Darbeler, solun, sosyalizmin ve emeğin düşmanıdır. O nedenle,
bugünkü yaşanılan kriz ve sonuçları ve bugünkü tıkanıklık darbelerle hâlâ
yüzleşememekten kaynaklanmaktadır.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri;
şimdi, tabii, Sayın Bakan gerçekten mizah yapıyor hâlâ kanların üzerinde, bunu
yapmayalım. “Gelin, 500 kişiyle 1 Mayıs alanında toplanın, çiçek bırakalım, ben
de geleyim.” diyor. Yapmayın Sayın Bakan, bu hakkın kabulünü önce siz buradan
ilan edin. 1 Mayıs emek bayramıdır, 1 Mayıs işçi sınıfının bayramıdır, 1 Mayıs,
işçi sınıfının, çalışanların birlik, mücadele ve dayanışma günüdür ve bu bir
haktır. Gelin, bu hakka saygı gösterilmesini lütfen siz burada ilan edin ve hep
birlikte emekçilerle 1 Mayısta buluşalım.
Şimdi yapılması gereken şu:
Bugünkü yasa tasarısının kabullenilecek olması yetmez.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
AKIN BİRDAL (Devamla) –
Bağlıyorum Sayın Başkan.
Gerçekten, bugüne değin 1
Mayısın kutlanmasından önce, 28-29 Nisanlarda
yaşanılan acılar, 1 Mayısta yaşanılan dramlar ve yakınlarını yitiren
ailelerden, emekçilerden, işçi sınıfından, onları açlığa, yoksulluğa, işsizliğe
terk edenler bir defa özür dilemelidir.
İkincisi, yapılması gereken,
1 Mayısta, gerçekten, Taksim’de, 1 Mayıs alanında toplanılmasının önündeki
engelleri kaldırarak bunun güvencesi verilmelidir. Üçüncüsü de 1 Mayıs 1977
katliamının faillerinin bulunması yolunda verdiğimiz Meclis araştırma komisyonu
oluşturulması yolunda ortak bir irade gösterilmelidir. Yoksa,
örneğin KESK şimdi iş, aş ve barış olarak bu 1 Mayısı adlandırdı ve yine 1
Mayısın, emekçilerin birlik, mücadele…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen bağlayınız.
AKIN BİRDAL (Devamla) – Son
sözümü söylüyorum Sayın Başkan.
…dayanışması için sekiz saat
iş, sekiz saat uyku, sekiz saat de canınız nasıl isterse… İşte özgürlük bu,
işte demokrasi bu, işte barış bu.
Bu umutla bugünlere 1 Mayısı
taşıyan bütün emekçileri selamlıyorum ve bu yolda 1 Mayıs ateşini
söndürmeyenleri selamlıyorum, emekçilerin 1 Mayısını kutluyorum ve bu yolda
yaşamını yitirmişleri bir kez daha saygıyla anıyorum. (DTP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Birdal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek.
Buyurunuz Sayın Özyürek. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, görüşmekte olduğumuz 1 Mayısın tatil ve bayram ilan
edilmesiyle ilgili tasarı hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu, hükûmet tasarısı şeklinde
görüşülüyor olsa da 8 milletvekilimizin -imzalayanların sayısıyla çok daha fazla
milletvekilimizin- çeşitli tarihlerde verdiği yasa teklifleri birleştirilmek
suretiyle bir tasarı önümüze gelmiştir.
Aslında
bugün burada tarihî bir görüşme yapıyoruz. Bizi televizyon başında izleyen
yurttaşlarımızın, özellikle emekçi kardeşlerimizin Meclisin bu tenhalığına
aldanmamalarını diliyorum. Meclis tenha ama görüşmekte olduğumuz konu tarihî ve
önemli.
Tabii,
Türkiye ve dünya buraya kolay gelmemiştir. Kısaca, şöyle bir geçmişe bakarsak:
1 Mayıs 1886 yılında sekiz saatlik iş günü mücadelesine önderlik eden Amerika
Birleşik Devletleri’ndeki işçi önderleri bu mücadeleyi başlatmışlar ve daha
sonra 1 Mayıs emekçilerin günü, işçilerin bayramı olarak kutlanmaya
başlanmıştır. Sekiz saat çalışma -biraz önce Değerli Hatibin de söylediği gibi-
sekiz saat dinlenme, sekiz saat uyku şeklindeki bu ilk mücadeleyi yapan Albert Persons şöyle diyor:
“Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil
emekçi olduğumdan asılacağım.” Ne yazık ki dünyada ve Türkiye’de pek çok insan
emekçi olduğu için katledilmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, daha sonra bu mücadele bir noktaya gelmiş ve emek bayramı olarak
1 Mayıs kutlanmaya başlanmıştır. Gene, Türkiye coğrafyasında, Selanik’te
–Osmanlı toprağıydı o zaman- bundan yüz yıl önce 1 Mayıs kutlanmıştır. Aynı
zamanda, bizim için önümüzdeki günlerde, 1 Mayısta kutlayacağımız bayramın da
yüzüncü yılıdır. Yani Osmanlı toprağında bile yüz yıl önce kutlanmış olan bir
bayramı ne yazık ki Türkiye otuz yıldır kutlayamamıştır.
Şimdi, bu
tasarı bu Hükûmet döneminde geldiği için AKP Grubu ve
Hükûmet kendince bir pay sahibi olabilir ama bu çok
uzun mücadelenin buraya getirdiği bir noktadır ve bu mücadeleyi emekçiler
yapmıştır. Hani hep kullandığımız güzel bir slogan vardır ya, söke söke alınan bir haktır. Emekçilerin, işçilerin söke söke aldığı, bedelini ödediği, canını verdiği bir hak
yeniden verilmiştir. Oysa biz 1976 yılında, oysa biz 1978 yılında 1 Mayısı
Taksim’de büyük bir coşku içinde kutlamıştık. 1977’deki o menfur saldırı ile
bir tatsızlık yaşanmış ama onun öncesinde de sonrasında da 1 Mayıs Taksim
Meydanı’nda coşkuyla kutlanılmıştır. Ama daha sonra sıkıyönetim girmiş, 12
Eylül askerî darbesi 1 Mayısı işçilere, emekçilere çok görmüştür.
Değerli
arkadaşlarım, geldiğimiz noktada bütün gruplar olarak, artık 1 Mayısın tatil
olması noktasında ve 1 Mayısın emekçinin, işçinin bayramı olması noktasında
birleşmiş bulunuyoruz. Her ne kadar tasarıda “Emek ve Dayanışma Günü” demek
suretiyle “bayram” sözcüğü işçilerden, emekçilerden esirgeniyor olsa da, biz,
gene de, bu yasayı ve bu günü bir işçi bayramı, bir çalışanlar, bir emekçiler
bayramı olarak görmek, algılamak ve kutlamak istiyoruz.
Bu emek
bayramının, bu işçi bayramının içini boşaltmak isteyen çevreler var ne yazık
ki. Bu Taksim’de kutlanması yönündeki tartışmalar sırasında, kendini solda
gören bazı çevreler bile “Canım, gidip o gün piknik yapın, nasıl olsa tatil de
var.” diyorlar. Oysa, 1 Mayıs bir emek bayramıdır,
biraz önce belirttiğim çok uzun mücadeleler sonunda elde edilen bir gündür;
emekçiler, işçiler bunu coşkuyla kutlamalıdır. Piknik yapmak her zaman
mümkündür. Geçmişte söylendiği gibi bahar bayramı olarak kutlamak her zaman
mümkündür. O nedenle, bütün emek dünyasının, işçilerimizin, memurlarımızın,
emeğiyle geçinen herkesin bu 1 Mayısı coşkuyla kutlaması gerekiyor.
Şimdi, 1
Mayıs 1977’de yaşanan olaylar özellikle belli çevreler tarafından emek
dünyasını, işçileri susturmak, onların yükselen taleplerini bastırmak için hep
kullanılmıştır, “İşte, siz birlikte coşkuyla kutlamak istiyorsunuz ama 1 Mayıs
1977’yi unutmayın.” demektedirler. 1977’de olup bitenler elbette mutlaka
araştırılmalıdır, sorumluları ortaya çıkarılmalıdır, ama hep o korkulu gün
insanların önüne getirilmek suretiyle bu bayramın coşkuyla ve Taksim
Meydanı’nda kutlanmasının engellenmesi düşünülemez.
Değerli
arkadaşlarım, 1 Mayıs emekçilerin en doğal hakkı. İşte, emekçiler yıllarca
bunun mücadelesini yaptığı için, bütün sendikalarıyla, örgütleriyle birey
olarak bu mücadeleyi yaptıkları için yüce Mecliste hep beraber onların hakkını
teslim etmek zorunda kalıyoruz. İşte, diyor ki AKP’li arkadaşlarımız “İşte bunu
biz sağladık.” Peki, yedi yıldır neredeydiniz? Bu mücadele bu hakkı
doğurmuştur. Bu mücadele olmasaydı bu hak alınmazdı. Daha geçen yılki
tartışmaları hatırlayınız, Sayın Başbakan “Ne tatili! Bir günlük tatil
Türkiye’de 2 katrilyona mal oluyor, onun için biz 1 Mayısı tatil yapamayız.”
demişti. Acaba şimdi hangi hesap değişti, Sayın Başbakana sormak lazım. Olsa olsa, herhâlde çalışanların sayısı azaldığı için, işsizlik
çok arttığı için bu 2 katrilyon rakamı aşağı düşmüş olabilir!
Değerli
arkadaşlarım, bu bayramı Meclis olarak sağlıyoruz. Hep beraber biraz sonra
oylamada ellerimizi kaldıracağız ve yüce Meclisin nadiren birleştiği konulardan
birisi olarak halkımıza, vatandaşlarımıza, işçilerimize, emekçilerimize bir
bayramı yüce Meclis tescil edecek, kabul edecek. Öyleyse, geliniz, bu bayramı,
bu coşkuyu insanlar, emekçiler diledikleri gibi kullansınlar. Bir “Taksim’de
asla olmaz.” yaklaşımı yüce Meclisin bu iradesine saygısızlık anlamına gelir
değerli arkadaşlar. Yine pazarlıklar başladı. “500 kişiyle giderseniz gelirim.”
diyor Sayın Bakan. Peki, yüce Meclisin böylesine oy birliğiyle ilan edeceği,
kabul edeceği bir bayramı niye 500 kişiyle kutluyoruz, niye 500 bin kişiyle
kutlamıyoruz, niye herkesin istediği yerde kutlamıyoruz? Bunu anlamak mümkün
değil. Bir Taksim takıntısını toplumun önüne, işçilerin önüne ve böylesine
önemli bir günün önüne koymak son derece yanlıştır. Umarım ve dilerim ki, geçen
yıl Taksim’de yaşadığımız, DİSK’in binasında yaşadığımız olaylara bu sene tanık
olmayız. Güvenlik güçleri her türlü önlemi alır ve coşkuyla hep beraber gideriz
Taksim’de bu bayramı kutlarız.
Şimdi,
bütün işçi sendikalarının, bütün işçi temsilcilerinin isteği, bu bayramı
Taksim’de kutlamaktır. Deniliyor ki: “Güvenlik yönünden bu güvenliği
sağlayamayız Taksim’de.”
Değerli
arkadaşlarım, Taksim Meydanı, örneğin Kadıköy’e göre güvenliği sağlama
açısından çok daha uygun bir meydandır. “Bir tarihte çok kötü olaylar meydana
geldi.” diye o meydanı devamlı öyle bir kötü alan olarak, menfur alan olarak
görmek son derece yanlıştır. Geliniz, 1976’daki gibi, 1978’deki gibi bu bayramı
hep birlikte kutlayalım diyorum.
Değerli
arkadaşlarım, geçen yıl yaşanan olaylar Türkiye için bir yüz karasıdır, işçi
sınıfı için yüz karasıdır -yani işçi sınıfına reva görüldüğü için yüz
karasıdır- ve o uygulamayı yapan herkes için yüz karasıdır. O nedenle, artık
biber gazının sıkılmadığı, buna karşılık çiçeklerin atıldığı bir 1 Mayısı
Taksim’de kutlamak istiyoruz; emekçiler olarak, işçiler olarak hep birlikte
kutlamak istiyoruz.
Geçen
yılki olaylar bütün dünyada yansıdı, bütün uluslararası camia bunu hayretle,
ibretle ve Türkiye’yle ilgili çok kötü değerlendirmeler yaparak izlemiş oldu.
Bunlara asla meydan vermemek ve artık işçi sınıfının önüne, işçi sendikalarının
önüne böyle barikatlar, setler kurmamak lazım.
Deniliyor
ki: “Taksim miting alanı değil.” Peki, kim diyor “Miting yapılacak.” diye?
Taksim’de bir bahar şenliği, bir işçi bayramı, bir emekçi bayramı kutlanacak.
Bu bir bayram, bu bir şenlik, bu bir miting değil. O nedenle, kategorik olarak,
yok Kazlıçeşme, yok Çağlayan…
Değerli
arkadaşlarım, Çağlayan’da miting filan verilmez. Sayın Valinin geçen seçimler
sırasında bize reva gördüğü Çağlayan’da gerçekten miting filan yapılmaz. Dört yolun
ağzına kuruyorsunuz kürsüyü, “Burası miting alanı.” diyorsunuz. Burada 1 Mayıs
filan kutlanamaz. Kadıköy Alanı 15 bin metrekaredir, küçük bir alandır. Orada
da, hele ilk kez yüce Meclisin bayram yaptığı, tatil kabul ettiği bir günde
insanları küçük bir alana hapsetmek doğru değil. Burada tek alan var. O da
Taksim Alanı’dır, Taksim Meydanı’dır. Hep birlikte bunu sağlamalıyız. Ben Hükûmetten rica ediyorum. İsteyerek-istemeyerek bir
noktada, geldik, işçilerin bu hakkını teslim ediyoruz. Öyleyse işçilerin uğrunda
mücadele yaptıkları, otuz senedir hasretini çektikleri bir alanı onlara çok
görmeyelim. Onlar da bu alanı bayram yeri gibi süslesinler, orada eğlensinler,
coşsunlar istiyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, bu kanun teklifini verirken biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
sadece 1 Mayısın değil, aynı zamanda nevruzun da bayram olmasını istemiştik. Ne
yazık ki Hükûmet ve AKP çoğunluğu o konudaki
önerimize, kanun teklifimize itibar etmediği için onu görüşme fırsatını
bulamadık. Umarım ve dilerim ki gelecek nevruzu da gene Meclisten çıkaracağımız
bir kanunla coşkuyla bir bayram olarak kutlama şansını bulabiliriz.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye çok sıkıntılı günlerden geçiyor. Bazı çevrelerde, bazı
köşelerde görüyorum. “Bunca işsizlik varken, bunca yoksulluk varken bayram
bizim neyimize?” deniliyor. Tabii, Türkiye hep böyle fakir kalacak değil,
Türkiye hep böyle işsiz kalacak değil. İnşallah, gecikmeden Türkiye bu
sorunların altından kalkacak, ekonomi de düzelecek, işsiz kalan insanlar da iş
bulacak. Şimdi, çalışanıyla çalışmayanıyla, işsiziyle işi olanıyla, memuruyla
işçisiyle bu bayramı coşku içinde kutlamalıyız. Bu,
emekçilerin en doğal hakkı; bu, işçilerin en doğal hakkı. Tabii, şartların ağır
olduğunu biliyorum, akşam eve götürecek ekmek derdinde olan insanların o
coşkuyu doya doya yaşayamayacağını biliyorum ama bir
hakkı, uğruna yıllardır mücadele edilmiş, bedeller ödenmiş bir hakkı kutlamak,
el birliğiyle ve coşku içinde kutlamak, işi olanın da işi olmayanın da,
sıkıntıda olanın da rahat yaşayanın da hakkıdır diye düşünüyorum ve biraz önce
de söylediğim gibi, bu emekçi bayramının, bu işçi bayramının hakkını hep
birlikte vermemiz lazım. Bunu bir yasak savma kabilinden görmeyelim.
İşte, “bu bir resmî tatildir, öyleyse resmî kurumlar da bunu kutlamalıdır”
filan gibi görüşler de var. Bunlar doğru değil değerli arkadaşlarım. Bu, halkın; bu, emekçinin; bu, çalışanların; bu, memurların,
emeğiyle geçinenlerin bayramı. Bırakalım, resmî kimlikli olan kişiler
olmasın, onlar coşkuyla kullansınlar. Sayın Bakan “bakan” sıfatıyla oraya
gitmesin, bir vatandaş gibi oraya gitsin, bayramı kutlasın ama oraya giderken
yasaklarıyla beraber gitmesin, “500 kişi olursa katılırım, 500’den fazla olursa
katılmam.” demesin. Sayın Vali “Şu, şu, şu şartlarla siz bu bayramı
kutlayabilirsiniz, bu şartlar olmazsa size izin vermem, fırsat vermem.”
demesin. Mademki bir özgürlüğü tanıyoruz, mademki bir coşkuyu, bir bayramı hep
birlikte kabul ediyoruz, öyleyse yasakları kaldıralım. 1 Mayısın Taksim
Meydanı’nda kutlanmasını sağlayalım. Bu konuda bütün işçi sendikalarının talebi
var. İşçi sendikaları orada güvenliği sağlayabileceklerini söylüyorlar. Devlet
de, güvenlik güçlerimiz de her türlü önlemi alır ve huzur içinde, coşkuyla bir
bayramı kutlarız. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul edeceği ve tarihî
bir karar vereceği 1 Mayısı, gene Taksim’de kutlanacak mı, kutlanmayacak mı
diye her yıl tartışmaya açmak son derece yanlıştır. Geldiğimiz nokta, artık bu
konuda, 1 Mayıs konusunda her türlü engelin aşıldığı bir nokta olmalıdır. İşte
geçmişte, daha 35’lerden başlayarak 1980’lere kadar bayram olarak kutladığımız
bir günü otuz yıl sonra tekrar bir bayram şeklinde kutlayacağımız ve o yönde
karar alacağımız bir noktada Taksim mutlaka aşılmalıdır, yani her 1 Mayısta
Taksim tartışması yapmaktan, her 1 Mayısta işçilerimiz Taksim’de coşkuyla…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
…bu
bayramı kutlayacak mı, kutlamayacak mı tartışmasından, saplantısından
kurtulalım; el birliğiyle, coşkuyla bu bayramı kutlayalım diyorum.
1 Mayıs
İşçi Bayramı’nın emek dünyasına, milletimize, vatandaşlarımıza hayırlı olmasını
diliyorum ve bu tarihî toplantıda bulunan, bu tarihî karara el kaldıracak
herkese şükranlarımı sunuyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP, MHP ve DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Özyürek.
Sayın
milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.02
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.16
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
354 sıra
sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şimdi,
söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’da.
Buyurunuz
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU
ADINA İSMET BÜYÜKATAMAN (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 354 sıra sayılı Ulusal Bayram ve Genel
Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle,
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
23 Nisan
1920 tarihi, Türk milletinin kendisine dayatılmak istenen ve rıza göstermesi
beklenen teslimiyeti reddedişinin ve sonunda cumhuriyetle taçlanan sürecin en
önemli dönüm noktasıdır. Kuruluşunun 89’uncu yılını kutladığımız Türkiye Büyük
Millet Meclisi, bugün de tıpkı o gün olduğu gibi demokrasimizin, millî
devletimizin ve geleceğimizin en büyük güvencesidir. Bu vesileyle, seksen dokuz
yıl önce bu vatanı ve Meclisi emanet eden Büyük Atatürk’ü, kurucu kahramanları,
şehitlerimizi ve gazilerimizi minnet ve rahmetle anıyorum. Aziz milletimizi ve
çocuklarımızı bu bayram vesilesiyle bir kez daha kutluyor, sevgi ve saygılarımı
sunuyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, 1 Mayıs İşçi Bayramı, işçi hareketinin sosyal ve ekonomik
kazanımlarının kutlandığı gün olarak pek çok ülkede resmî bayram olarak kabul
edilmektedir. Türkiye İşçi Bayramı’yla yüz yıllık tanışıklığına rağmen İşçi
Bayramı’nın resmî bayram hüviyetini kazanamamış olması, toplumsal yaşamda
kendini önemli bir eksiklik olarak hissettirmektedir. Dünya ölçeğinde
kutlanmasıyla, 1 Mayıs İşçi Bayramı, toplumsal hafızada ilerleme fikrinin
zaferini ilan vasıtası hâline gelmişken, kendisi ilerleme düşüncesinin ürünü
olan Türkiye’de bu niteliği hiçbir dönemde elde edememiştir.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 1 Mayıs, işçi ve emekçiler tarafından dünya
çapında birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü olarak kutlanmakta
olup, dünya üzerindeki pek çok ülkede resmî tatil olarak kabul edilmektedir. 1 Mayıs ile ilgili tarihî sürece göz attığımızda, işçiler açısından
organize bir şekilde ilk kez hak arama girişimi olarak, 1856’da Avustralya’nın
Melbourne kentinde, taş ve inşaat işçilerinin çalışma saatlerinin günde sekiz
saate indirilmesi için gerçekleştirdikleri yürüyüş ile başlamış; 1 Mayıs
1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçilerin günde on
iki saat, haftada altı gün olarak çalışma takvimine karşı günlük sekiz saatlik
çalışma talebiyle iş bırakma eylemi yapmaları ile devam etmiş ve sonunda,
1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de, Fransız bir işçi temsilcisinin
önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada birlik, mücadele ve dayanışma günü
olarak kutlanmasına karar verildiğini görüyoruz.
Ülkemizde
ise ilk kitlesel işçi hareketleri, Osmanlı’nın Meşrutiyet Dönemi’nde başlamış,
Cumhuriyet Dönemi’nde de işçiler tarafından kutlanmıştır. İlk kez 1911 yılında
Selanik’te tütün, pamuk ve liman işçileri tarafından kutlanan 1 Mayıs,
cumhuriyetin ilanından sonra ilk kez 1923’te resmî olarak kutlanmıştır.
1925’teki Takrîr-i Sükûn Kanunu’yla birlikte maalesef
bu süreç askıya alınmıştır. 1935 yılında ise 1 Mayısın “Bahar Bayramı” olarak
kutlanması kararı alınmıştır. Ancak halk arasında yine 1 Mayıs “İşçi Bayramı ve
Bahar Bayramı” olarak bilinmiştir. 1976 yılında ilk kez geniş katılımlı olarak
kutlanan 1 Mayıs, 1977 yılında 500 bin kişinin katılımıyla en kalabalık şekilde
kutlanmıştır. 1 Mayıs 1977 yılında Taksim Meydanı’nda kutlanan İşçi Bayramı, provokatörlerin kışkırtması sonucu kanlı olaylara sahne
olmuş; polisle çatışan işçilerden 34 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu talihsiz
hadise sonucu 1 Mayıs 1977 kutlamaları tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçmiştir.
Ülkemizde Mayıs 1977’de yaşanan bu acı hadiseler ne yazık ki toplumsal
hafızamızda derin izler yaratmıştır. Toplumsal barışın tescil edildiği bir gün
olması gereken 1 Mayıslar ne yazık ki ülkemizde bir tedirginliğin, korkunun
kaynağı hâline gelmiştir. 1996 ve 2005 yıllarında da provokasyonlar
sonucu yine çeşitli olaylar yaşanmış, 2005 yılında bir polis memuru linç
edilmek istenmiştir.
Bu
olayların bir daha yaşanmaması, 1 Mayısların, bütün çağdaş ülkelerde olduğu
gibi ülkemizde de işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak
kutlanması ve bir gerilim günü olmaktan çıkması Milliyetçi Hareket Partisi
olarak en büyük temennimizdir. Bu konuda herkes üzerine düşeni yapmalı, duyarlı
ve sorumlu davranmalıdır. Gerginlikten beslenen anlayış ve yaklaşımlardan artık
vazgeçilmelidir. Asıl amaç kutlamak olmalıdır ve nerede olacağı, kutlanacağı
önemli değildir.
Aslında 1
Mayıs çalışma bayramı olarak tatil edilmelidir. Böylece 1 Mayıs daha anlamlı
hâle gelecektir. 1 Mayıs, anlamına uygun olarak, çalışanların sorunlarının
tartışıldığı, sorunlarının çözümü için somut adımların atıldığı, çalışan,
işveren ve siyasi iradenin kaynaştığı, çalışma barışının sağlandığı bir gün
olarak görülmeli ve yapılacak düzenlemeler bu yolda olmalıdır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, işçi, İş Kanunu tarafından “Hizmet akdine dayanarak, herhangi
bir işte ücret karşılığı çalışan kişi.” olarak tanımlanmaktadır. Daha genel bir
ifadeyle işçi, yaşamını sürdürmek amacıyla bedenini, kafa gücünü veya el
becerisini kullanarak ücretli olarak çalışan kimsedir. Üretimin en önemli ve
vazgeçilmez temel unsurlarından bir tanesidir. Yüce dinimiz çalışmaya, emek
sarf etmeye büyük bir değer vermiş ve bundan asırlar önce emeğin kutsallığına
vurgu yapılmıştır. Bu kapsamda işçilerin haklarının korunması, ücretlerinin
eksiksiz ve zamanında verilmesi, onlara güzel davranılması hususlarında yüce
dinimizin getirdiği pek çok düstur vardır. “İşçinin ücretini alın teri
kurumadan ödeyin.” prensibiyle işçinin hakkını en mükemmel şekilde teminat
altına almış, Allah’a karşı vazifelerini de yerine getiren bir insanın
çalışması ibadet olarak kabul edilmiştir. Peygamber Efendimiz “Hiç kimse kendi
elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde edemez.” buyurmuştur. Bu anlamda
işçinin ve emekçinin haklarını korumak ve bu konuda düzenlemeler yapmak
dinimizin de salık verdiği bir husustur.
Saygıdeğer
milletvekilleri, ülkemiz ekonomik açıdan oldukça zor ve sıkıntılı bir süreçten
geçmekte, yaşanan ekonomik kriz etkisini her geçen gün daha ağır olarak
hissettirmektedir. Ülkemiz, giderek, gelecekten ümidi olmayan, endişeli, mutsuz
insanların yaşadığı bir ülke hâline gelmektedir. Bu tablonun mimarı, Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmetinin yanlış tercihi ve uyguladığı
ekonomik politikalarıdır. Bu tercihler yüzünden Türkiye, gelişmekte olan
ülkeler arasında işsizlikte 3’üncü, sanayi üretimindeki düşüşte 2’nci sırada
yer almaktadır.
Bu kriz
döneminden en çok etkilenenler şüphesiz evine alnının teriyle helal yollardan
ekmek götürme derdinde olan işçi ve emekçi kesimler olmaktadır. Binlerce
işçinin işini kaybettiği bugünlerde ekonomik krize karşı tedbir almakta geciken
ve yaşanan sıkıntıların tek müsebbibi olan Hükûmetin,
işçilerimizin ekonomik açıdan güçlenmesini sağlayacak tedbirleri bir an önce
alması artık bir zaruret hâline gelmiştir.
Ekonomik
krizin etkilerini giderek daha yoğun bir şekilde hissettirdiği, pek çok
emekçinin işini kaybettiği ve işsizler ordusuna katıldığı, pek çok işçinin
ücretsiz ya da yarı ücretli izne çıkarıldığı bu zor günlerde 1 Mayısın tatil
olarak ilan edilmesi işçilerimiz için bir nebze de olsa moral olacaktır. Ancak,
işçilerimize ve emekçilerimize asıl bayramı yaşatacak şey Hükûmetin
işsizliği önlemeye yönelik olarak atacağı adımlar olacaktır.
Hükûmetin bugüne kadar aldığı kriz
önlemleri ne yazık ki işten çıkarmaların, ücretsiz ya da yarı ücretli izne
çıkarmaların önüne geçebilmiş değildir. Türkiye ekonomisinin mevcut görünümü
ile “kriz” kelimesini ısrarla yan yana getirmekten imtina eden, “Her şey
yolunda.” mesajlarıyla hem kendisini hem de milletimizi aldatan Sayın Başbakan,
ekonomiyi işsizlik fırtınasının tam ortasına getirip kendi hâline terk
etmiştir. Dünya ekonomik krizle başa çıkmaya çalışırken Başbakan Erdoğan’ın
krizi yok farz etmesi krizi küçültmemiş, ağırlığından bir şey kaybettirmemiş,
aksine, fark edilemeyen etkileriyle ekonomik ve sosyal tahribat daha da
büyümüştür. Resmî olarak ilan edilen rakamlarda bile çığrından
çıktığı görülen işsizliğin gerçekte daha yüksek ve kaygı verici bir noktada
olduğunu söylemek durumundayım.
Hükûmet insanlarımızın geleceğe güvenle bakmasını
sağlamak için, toplumun her kesiminin görüşlerini alarak, toplumsal mutabakatla
ve kararlılıkla artık bu soruna acil olarak çözüm bulmalıdır.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; temel hak ve özgürlüklerin en iyi biçimde
korunduğu ve kullanıldığı demokrasilerin önemli kurumlarından biri de
sendikalardır. İşçilerimizin hak ve menfaatlerini savunan ve siyasal karar alma
organlarına ileten sendikalarımız çoğulcu demokrasinin vazgeçilmez
örgütlerindendir.
Cumhuriyete
kadar demokrasinin ve onun sağladığı hür ortamın yokluğu sendikacılığın etkin
biçimde yerleşmesini ve gelişmesini engellemiştir. Cumhuriyetle birlikte
benimsenen demokratik rejimin hürriyetçi yapısı, sendikal hak ve hürriyetlerin
yerleşip gelişmesine imkân sağlamıştır. Bağımsız ve güçlü sendikal hareketlerin
oluşması da, demokrasinin güçlenme ve gelişme sürecini hızlandırmıştır.
İşçilerimizin haklarını savunan, görüşlerini dile getiren ve sorunlarına
siyasal sistem içerisinde çözüm arayan sendikalar, demokrasinin sağlıklı
temeller üzerinde işlemesine, vatandaş-devlet diyaloğunun
gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Sendikalarımızın ülke sorunları konusunda
getirdiği öneriler, kamu yönetiminin etkin ve saydam işleyebilmesi için kaynak
oluşturmakta ve yardımcı olmaktadır.
Karar
alma organlarıyla emekçilerimiz arasında köprü konumunda olan sendikalarımız,
çalışanların eğilimlerini olumlu biçimde yönlendirmeleri ve demokratik çözüm
arayışlarıyla toplumsal uzlaşmayı da güçlendirmektedirler. Emeklerini ortaya
koyarak ülkemizin kalkınması için var gücüyle çalışan işçilerimizin en iyi
yaşam düzeyine ulaşmaları hepimizin ortak dileğidir. Sendikaların bu konuda
gösterdiği çabayı takdirle izlemekteyiz.
Sendikacılığın
gelişmesi için yasal düzenlemeler tek başına yeterli olmamaktadır. Haklarının
bilincine varmış, önce ülkesinin çıkarlarını gözeterek kendi çıkarlarını
savunan emekçiler, sendikacılığın ve ülkenin gelişimine güç katmaktadırlar.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Anayasa’mızın 2’nci maddesinde Türkiye
Cumhuriyeti’nin sosyal hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. 5’inci maddesinde
ise, bireyin ve toplumun huzur ve mutluluğunu sağlamak, bireyin temel hak ve
hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak biçimde
sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve
manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları hazırlamaya çalışmak,
devletin temel amaçları ve görevleri arasında sayılmıştır.
Sosyal
devlet, bireyi ekonomik hayata yenik düşürmeyen, güçsüzleri güçlüler karşısında
koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla
yükümlü devlettir. Bireylerin sosyal hakları ve asgari yaşam düzeyleriyle
ilgilenerek, onların huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlamak sosyal
devletin temel amaç ve görevlerindendir. Sosyal devlet, bireyin huzurunu
sağlamakla kalmayıp aynı zamanda güvenceye alan devlettir. Bu bağlamda,
işsizliği önleyici ve millî gelirin adaletli biçimde dağılımını sağlayıcı
önlemler almak da sosyal devletin görevleri arasındadır. Devlet, sosyal
niteliği nedeniyle bireyle toplum arasında denge kurmak, emek ve sermaye
ilişkilerini dengeli olarak düzenlenmek, özel girişimcinin güvenlik ve
kararlılık içinde çalışmasını sağlarken, çalışanların insanca yaşaması ve
çalışma yaşamının kararlılık içinde gelişmesi yönünde ekonomik, mali ve sosyal
önlemleri alarak çalışanları korumak zorundadır.
Devletimiz,
anayasal sorumluluklarını ve sosyal devlet olma ilkesinin gereklerini yerine
getirirken, sendikalarımızın girişimleri de işçilerimizin hayat düzeylerinin
yükselmesini sağlamaktadır. Ülkede çalışma barışının sağlanması etkin üretimin
en önemli anahtarıdır. Çalışma barışına giden yol uzlaşma kültüründen
geçmektedir. Sendikalarımızın uzlaşmacı tutumları işverenle işçi arasındaki
ilişkileri en üst düzeyde tutarak işçi mutluluğunu sağlamakta, bu da üretime
olumlu biçimde yansımaktadır. İş güvencesi yasa tasarısının bir an önce
çıkarılması bu alanda keyfî uygulamalara son verecek, işçilerimizi koruyarak
etkin çalışmaları için güvenli ortam sağlayacaktır. Bu da işçilerimizin
üzerindeki olumsuz baskıları azaltarak kapasitelerini en iyi biçimde
kullanmalarına zemin oluşturacak ve verimliliği artıracaktır.
Bu
tasarının yasalaşması Anayasa’da ve yasalarda yer alan sendikalaşma hakkının
kullanılmasını da kolaylaştıracaktır.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, bu yasada olduğu gibi sendikal mevzuatta yapılacak
değişikliklerle ilgili olarak da sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin desteğini
almak şartıyla Hükûmete katkı sağlayacağımızı ifade
etmek istiyorum. Çalışma barışı ve demokrasi kültürünün gelişmesi açısından bu
düzenlemeyi önemli bulduğumuzu ancak tek başına yeterli görmediğimizi belirtmek
istiyorum. 1 mayısların barış ve bayram havasında
kutlanmasını, bugünlerin demokrasi şölenine dönüşmesini, herkese örnek olacak
bir olgunlukta gerçekleşmesini temenni ediyorum.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; milletimizin her alanda ve her anlamda
düzeyinin yükseldiği, ülkemizin demokratikleşme sürecini tamamladığı, siyasal
yapımızın istikrara kavuştuğu, işsizliğin olmadığı, herkesin sosyal
güvencesinin bulunduğu, üreten, güçlü ekonomisi olan, Büyük Atatürk’ün koyduğu
amaçların gerçekleştirildiği mutlu Türkiye’ye ulaşmak için hepimize büyük
görevler düşmektedir. Türkiye, ülke çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan şuurlu
vatandaşlarının ve sorumlu kurum ve kuruluşlarının el ele vermesiyle bu
amaçları yakalayacak güçtedir.
Herkesin çabalarıyla güçlü, başarılı, huzurlu,
mutlu Türkiye’ye ulaşacağımıza yürekten inanıyor, bu duygular içerisinde
yasanın çalışanlarımıza, milletimize hayırlara vesile olması temennisiyle
hepinizi saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Büyükataman.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Çorum Milletvekili Agâh Kafkas.
Buyurun
Sayın Kafkas. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ
GRUBU ADINA AGÂH KAFKAS (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ulusal
Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bugün
önemli bir kanunu görüşmek için bir aradayız ama bugün 22 Nisan ve 23 Nisanın
bir öncesi günü. 23 Nisan Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 89’uncu
yılı ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı coşkuyla kutluyorum. Ulusal
egemenlik Türkiye'nin karakteridir. Bugün, millet olarak ulusal egemenliğimizin
üzerinde hiçbir gücün olmadığını bilmeli ve demokrasimize, özgürlüklerimize,
diyalog ve iş birliği bilincimize sahip çıkmalıyız diye düşünüyorum. Yine
dünyada meclisinin kuruluş yıl dönümünü çocuklara bayram olarak hediye eden tek
ülke olmanın da onurunu paylaşmak istiyorum ve 23 Nisanı, başta çocuklarımız
olmak üzere aziz milletimize, kutluyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 1 Mayıs dünya işçi hareketi için kuşkusuz
önemli bir gündür. Resmî miladı, 1886’da Chicago’da, insan onuruna yakışmayan
çalışma saatlerinin günde sekiz saate indirilmesi talebiyle 80 binin üzerindeki
emekçinin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki onurlu duruşunun kanlı bir şekilde
bastırılması, liderlerinin ya idam edilmesi ya da hapse atılmasıyla
başlamıştır. Gerek başlangıç eylemi gerekse dünyada ve ülkemizde bazı yıllarda
yaşanan çatışmalarla kanlı bir şekilde sona eren 1 Mayıs kutlamaları nedeniyle
bu bayram günü hafızalarımızda hep kavga, kan, hüzün günü olarak yer etmiştir.
1 Mayıs kutlamaları, emek ortak temelinde, ülkelerin kendi ekonomik, sosyal,
kültürel, siyasal modellerine göre yüzün üzerinde ülke tarafından kutlanılmaktadır.
1 Mayıs
bütün dünyada birlik ve dayanışma günü olarak kutlanırken ülkemizde de
1905’lerde kutlanılmaya başlanmıştır ve bu süreç İstanbul’un işgal yılları
dâhil olmak üzere, zaman zaman kesintiye uğrasa da,
emek ve dayanışma günü olarak kutlanmıştır ve ta ki 1935’te Bahar Bayramı
olarak resmî tatil edilmiştir. Sonraki süreçler hepimizin malumu. Konuşmamı
tekrarla geçiştirmemek üzere çünkü hem ülkemizde hem de dünyadaki tarihsel
sürecini değerli konuşmacı arkadaşlarım detaylarıyla dile getirdiler. Ama
Türkiye’deki kutlanışına baktığınız zaman en acısı 1977 1 Mayısında Taksim’de
34 canımızı kaybettiğimiz kara ve kanlı 1 Mayıstır.
136 kişi yaralanmış ve tarihin sayfalarına kanlı bir gün olarak geçmiştir. Daha
sonra 1980’de darbeyle birçok hak ve özgürlüklerimizin elimizden alındığı gibi,
bilindiği gibi 1 Mayıs da, her ne kadar bahar bayramı olarak kutlanılıyor olsa
da, tatil olmaktan çıkarılmıştır.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de de son on beş yıldır 1 Mayısın kutlanması konusunda
çok olumlu gelişmeler olmuştur. 1991 yılında, içinde, tertip komitesinde bizzat
görev aldığım ve üç konfederasyon tarafından ilk defa kutlanması
gerçekleştirilmiştir. 1 Mayısta, resmî ideoloji, devlet ve hükûmetler
hep mesafeli olmuşlardır. İlk defa Atatürk tarafından 1 Mayıs kutlanmıştır
Türkiye’de. Daha sonra, rahmetli Menderes tarafından kutlanmıştır. Yine, burada
rahmetle anıyorum, 1991 yılında üç konfederasyon birlikte kutladığımızda, Sayın
Erdal İnönü tarafından bizzat katılınılarak
kutlanmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; son döneme geldiğimiz zaman, yedi yıldır, AK
PARTİ İktidarı döneminde, Sayın Başbakanımız her yıl 1 Mayısı kutlayarak 1
Mayısa meşruiyet zemini oluşturma gayreti içerisine girmiştir. 2008’de, Hükûmetimiz ilk defa, cumhuriyet
tarihinde ilk defa, 1 Mayısı “Emek ve Dayanışma Günü” olarak Bakanlar Kurulu
kararıyla ilan etmiştir ki ondan önceki döneme baktığınız zaman, Cumhuriyet
Halk Partisi döneminde, 1935’te çıkarılan kanunla Bahar Bayramı’ydı
adı bildiğiniz gibi ve o güne kadar resmî hiçbir hükûmet,
Emek ve Dayanışma Günü’nün kimliğini kabul eden bir Bakanlar Kurulu kararı ya
da bir hukuki düzenleme yapmamıştır; AK PARTİ’nin
demokratik açılımının önemli bir göstergesidir. Yine Hükûmetimiz
tarafından, 13 Nisan 2009’da Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiştir
Bakanlar Kurulu kararıyla 1 Mayısın tatil olması.
Burada,
benim ve 26 AK PARTİ milletvekili arkadaşımla birlikte verdiğim kanun teklifi
vardır. Ayrıca, benimle birlikte, muhalefet partilerimize mensup 7 ayrı
milletvekilimiz ve arkadaşları da kanun teklifi vermiştir. Ama burada önemli
olan, devletin bakış açısının, Hükûmetin bakış
açısının bir göstergesi, demokratikleşme sürecinin somut bir örneği olarak, Hükûmet tarafından Emek ve Dayanışma Günü olarak tatil
yapılmasının teklif edilmesi bence demokratikleşmemiz açısından önemli bir
adımdır diye düşünüyorum.
Bilinen
resmî görüş yerine, sivil, demokratik bir açılım olarak önem kazanmaktadır. AK
PARTİ ile hızlanan demokratik sürecin bu 1 Mayısta kazandığı önemli aşamanın
bundan sonra da başta sivil bir anayasa olmak üzere çalışma yaşamını düzenleyen
yasaların da demokratikleşmesini de hızlandırarak ivme kazandırmalıyız ve
Türkiye'nin özgürleşmesi, demokratikleşmesi konusunda sivil bir anayasa ve
çalışma yasalarının ve tüm yasaların demokratikleşmesi konusunda da
Parlamentomuzda bugün sağlanan konsensüsün bundan sonraki
süreçlerde de sağlanması en önemli temennimizdir. Yine yüce Meclisimizin 12
Eylülün baskıcı yasalarını kaldırması açısından da bu yasal düzenlemeyi çok çok önemsiyorum.
Değerli arkadaşlarım, yine burada çalışma yasalarını düzenleyen ve
tarafımdan Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanımızın üçlü danışma konseyinde ve zaman zaman
çok sayıda toplantılarıyla sosyal kesimlerle bir ortak paydada buluştuğu, temel
parametrelerinde çok çok büyük oranda anlaşılan 2821
sayılı Sendikalar Kanunu’nun, 2822 sayılı Grev ve Toplu İş Sözleşmesi
Kanunu’nun da bir an önce hayata geçirilmesi en önemli temennimdir.
Burada
sosyal taraflardan, özellikle, ayrıntılara takılmak yerine, 12 Eylülden kalma
bu vesayetçi yasanın ana parametrelerinde anlaştığımız şekilde hayata
geçirilmesi konusunda desteklerini bekliyorum. Ayrıntılarla uğraşarak esası
kaçırmanın kimseye bir faydası olmayacağının altını çizmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu düzenlemelerin ayrıca bana göre dünyanın en büyük barış
projesi olan Türkiye'nin Avrupa Birliğine uyum sürecinde de ciddi anlamda
katkılar sağlayacağına inanıyorum. Çünkü bu açılımlar, Avrupa Birliği uyum
süreci konusundaki yüce Meclisin yaptığı çalışmalar kendi insanımız ve
emekçilerimiz için mutlak gerçekleşmesi gereken hususlardır diye düşünüyorum.
1 Mayısla ilgili bu güzel konsensüsün ve bu demokratik açılımın birileri tarafından
alan fetişizmine kurban edilmemesini diliyorum ve 1 Mayısın korku günü olmaktan
kurtarılmasını diliyorum. 1991 yılından beri üç konfederasyon birlikte
kutlarken zaman zaman Taksim’le ilgili taleplerimiz
olduğu hâlde hiçbir ısrarda bulunmayıp son iki yılda Taksim’i olmazsa olmaz
hâline getirip dayatılmasını da gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum.
SIRRI SAKIK (Muş) – Size biat mı etsinler, ne yapsınlar işçiler?
AGÂH KAFKAS (Devamla) – O
dediğin kültür bizim kültürümüzde yok, herhâlde sende var vaziyete göre.
SIRRI SAKIK (Muş) – Onu
istiyorsunuz, başka ne istiyorsunuz? Uzlaşı kültürü olsa “Buyurun, birlikte
kutlayalım.” derdiniz.
AGÂH KAFKAS (Devamla) –
Şimdi, 1977 kanlı 1 Mayısının üzerinde durmak istiyorum esas itibarıyla.
Türkiye, bugün 1 Mayısı tatil ederken ve Parlamentodaki bütün partilerin bu konsensüsünün sağlandığı bu noktada, ben Türkiye’deki
savcıları, Türkiye'nin adalet mekanizmalarını 1 Mayısın, 1977 1 Mayısının
karanlık noktalarını araştırmaya davet ediyorum. Türkiye karanlık noktalarını,
cumhuriyet tarihimizdeki karanlık noktalarını aydınlatmadığı sürece demokratik
gelişmemizi tamamlamamız, yarınlara emin adımlarla yürüme imkânımız bir
şekliyle mümkün olmayacaktır. O nedenle Türkiye, ayıplarını, depolarını,
yanlışlarını temizlemelidir.
HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Her
alanda ama her alanda!
AGÂH KAFKAS (Devamla) – Ve o
günün, bu kanlı 1 Mayısın sorumlularına bir şekliyle bu ülke hesap sormalıdır,
hesap sormalıdır. Yoksa 1 Mayısa gitmekle… 1 Mayıstaki o karanlık noktaları
temizlemediğimiz sürece Taksim’de değil de nerede kutlarsanız kutlayın Türkiye
o ayıptan, o günahtan, o karanlık noktadan kurtulamayacaktır ve bence önemli
olan bu noktadır. Bu noktada bir konsensüs sağlayıp
birlikte bu karanlık noktaların üzerine gidiyor olmamız lazım. Türkiye'nin
dünündeki karanlıkları temizlemeliyiz, bugünündeki karanlık noktaları
temizlemeliyiz ki yarınlarımız ancak aydınlık olabilsin. Onun için, alan
fetişizmiyle birbirimizden ayrışacağımıza, madem öyle işte böyle mantığı
içerisinde tartışma kültürü içerisinde olacağımıza bir uzlaşmayı arıyor olmamız
lazım.
Türkiye sendikal hareketi
dünya sendikal hareketiyle ciddi anlamda entegrasyonunu
sağlamıştır ve gerçekten de çok büyük bir uzlaşı kültürünü edinmiştir. Bu
noktada son günlerde, dün çeşitli gazetelerde tam sayfa olarak DİSK’e bağlı bir
sendikamızın ilanlarını memnuniyetle gördüm. Tekstil sektöründeki bir kriz
vesilesiyle “kaderine terk edemezsiniz” diyor, Başbakana bir mektup yazıyor.
“Bu yeni bir anlayış” diye de bir kısım köşe yazarlarımız tarafından da takdim
ediliyor. Ben kendilerini kutluyorum, dünya sendikal hareketinin ve Türkiye
sendikal hareketinin çok uzun yıllar önce yakaladığı bu uzlaşı kültürünü
değerli arkadaşlarımın da yakalamış olmasından duyduğum memnuniyeti ifade etmek
istiyorum çünkü “Sayın Başbakanımız” diye başlayan o ilanı benim de genel
sekreteri olduğum sendika 1992 yılında zamanın Başbakanı Demirel’e Antalya’daki bir
fabrika için gazete ilanlarıyla yapmıştı. O açılımların, bugün bütün Türkiye’de
ve bütün sendikalarımız tarafından kabul ediliyor olmasını da çok anlamlı
buluyorum. Ama burada bir başka şeyin altını çizmek istiyorum: İşverenlerle
uzlaşma konusunda bu kadar güzel bir jest yapan, bu kadar güzel bir duruş
sergileyen değerli Konfederasyonumuzun yöneticilerini, üç konfederasyon
arasında uzlaşma konusunda da, Emek ve Dayanışma Günü’nün birlikte kutlanması
konusunda da, göstermelerini de temenni ediyorum, diliyorum çünkü bu…
SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – DİSK Başkanı burada, ona da söz hakkı doğdu.
AGÂH KAFKAS (Devamla) – DİSK
Başkanının avukatlığı sana düşmez. O benim senden daha çok arkadaşımdır.
SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – Buradan DİSK’i eleştireceğine yardımcı olmaya çalış. Taksim’in önünü
hep birlikte açalım. DİSK’in avukatlığını yapmaktan da onur duyarım.
AGÂH KAFKAS (Devamla) –
DİSK’e, emekçilere, bütün konfederasyonlara yardımcı olmak bizim boynumuzun
borcudur ve ben o emek hareketinin içinden gelen birisiyim ve biz…
SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – Tıkıyorsunuz Taksim’i işte!
AGÂH KAFKAS (Devamla) –
Hiçbir şeyi tıkamıyoruz.
Şimdi
burada birileri çıkıp şunu söylüyorlar: Vay efendim “Bir kısım emekçiler bunu
söke söke aldılar.” Emekçilerin 1 Mayısın tatil
olması adına yaptıkları mücadeleyi alkışla karşılıyorum, tebrik ediyorum,
kararlılıklarını kutluyorum ama 80’den bu yana bu köprünün altından çok su aktı
be kardeşim. Bu ülkede biraz önce “Söke söke
emekçiler aldı.” diyenler, otuz senedir sizin iktidar olduğunuz dönemlerde, bu
1 Mayıs sizin döneminizde Bahar Bayramı iken sonra 12 Eylülde kaldırılmış iken
sizin iktidar olduğunuz, kimi partilerinizin iktidar olduğu dönemlerinde 1
Mayıs takvimden çıkmış mıydı?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yedi senedir iktidardasınız.
AGÂH
KAFKAS (Devamla) – Çıkmış mıydı?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Yedi sene geçti…
AGÂH
KAFKAS (Devamla) – 1 Mayıs yine vardı bu takvimlerde. Yine emekçiler vardı,
yine Taksim oradaydı. Neredeydiniz de o gün, bu emekçilerin taleplerini bizim
kabul edişimizi küçültmek adına “Bu, birilerinin kazanımıdır.” diyorsunuz.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) – Elbette emekçilerin kazanımı… Kimin kazanımı? Emekçilerin
kazanımı.
AGÂH
KAFKAS (Devamla) – Ben, burada özellikle Sayın Başbakanımızı kutluyorum. Bir
kısım arkadaşlarımız diyorlar ki: “Sayın Başbakan geçen sene ‘Şu kadar maliyeti
var yapmayalım.’ dedi, bu sene niye yaptı?”
SIRRI
SAKIK (Muş) – Bu kadar maliyetle gaz bombası attılar 1 Mayısta.
AGÂH
KAFKAS (Devamla) – Ya herkesin anlaması gereken bir konunun altını çizmek
istiyorum: AK PARTİ, demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak almış bir partidir.
(CHP sıralarından “Vay be!” sesleri) AK PARTİ, demokrasinin teminatıdır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ, dün kendi süreçleri içerisinde
tartışmış, o günün konjonktüründe ilk defa, cumhuriyet
tarihinde ilk defa Bakanlar Kurulu tarafından “Emek ve dayanışma Günü” ilan
edilmesine karar vermiş, sonraki tartışma sürecinde de 1 Mayısın tatil olmasını
getirmiştir. Şimdi bir hakkı teslim etmeyelim mi? Burada bir konsensüsün
olmasında bütün partilerimize, bütün milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür
ediyorum emek dünyasından gelen birisi olarak. Ama,
kabul edin ki bu grup da bu işe “evet” diyor olmasaydı ve ilk defa Hükûmet böyle bir tasarıyı getiriyor olmamış olsaydı, bugün
bunu burada görüşüyor olmamız ve hayata geçiriyor olma şansımız var mıydı, var
mıydı yani? Bunu da teslim etmemiz lazım diye düşünüyorum. (CHP sıralarından
gürültüler)
Değerli
arkadaşlarım, mutlaka 1 Mayısları korku tünelinden çıkartmak zorundayız.
HÜSEYİN
YILDIZ (Antalya) – Başbakan Köşke çıktı, sen geç kaldın.
AGÂH
KAFKAS (Devamla) - Ben yıllarca sendikacılık yapmışım. Her 1 Mayıstan önce 1
Mayısı kutlamak, alanları daha coşkulu yapmak üzere fabrikalara gittiğimde, bir
yandan emekçilerin 1 Mayıs alanlarına gelme konusundaki heyecanlarını,
gayretlerini görürdüm, bir yandan da terör ve anarşi konusundaki endişelerini,
o bakışları hiç hafızamdan silinmedi. Gelin, korku tüneli olmaktan kurtaralım.
Gelin! Üç konfederasyonun yöneticilerine sesleniyorum, emekçilere sesleniyorum:
Sadece emekçilerin katıldığı hiçbir 1 Mayısta olay çıkmamıştır.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) – Hep beraber Taksim’de kutlayalım.
AGÂH
KAFKAS (Devamla) - Gelin, şu 1 Mayıs meydanlarında laleyle problemi olan, oradaki
laleyi dövmeye kalkanlarla aramıza mesafe koyalım. Gelin, işçilerle 1 Mayısı
barıştıralım. Gelin, bu halkla 1 Mayısı barıştıralım.(AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Gelin, birlikte biz olalım, beraber olalım ve 1 mayısları
korku tüneli olmak yerine, 1 mayısları emeğin, demokrasinin, özgürlüklerin,
hakların genişletileceği zeminler olarak esası tartışmaya bakalım, esası
tartışmaya bakalım.
MEHMET
NEZİR KARABAŞ (Bitlis) – 1 Mayısı kiminle sınırlamak istiyorsun?
AGÂH
KAFKAS (Devamla) - Gelin, terörü savunmaktan vazgeçelim, demokratikleşmeyi
birinci öncelik hâline getirelim. (DTP sıralarından gürültüler) Gelin! Gelin,
bunları yapalım.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – İşçiler terörist değil!
AGÂH
KAFKAS (Devamla) - Demokrasi olmazsa olmazımız bizim.
SIRRI
SAKIK (Muş) – En büyük terörist sensin!
AGÂH
KAFKAS (Devamla) - Önce demokrasi ve demokratik zemin içerisinde mücadele
yapmayı öğrenelim. Yani hem demokrasinin kodları konusunda sıkıntımız olacak,
hem demokrasi hem terör diyeceksiniz; bu ikisinin bir arada oluyor olma şansı
yok.
Ve gelin,
artık, Türkiye bir muz cumhuriyeti değil, Türkiye demokratik, laik, sosyal
hukuk devletidir.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) – Sizin döneminizde kivi cumhuriyeti oldu; muz cumhuriyeti
değil kivi cumhuriyeti!
AGÂH
KAFKAS (Devamla) – Bir hukuk devletinde herkesin, yargının bağımsız ve özgürce
karar vermesinin zeminini oluşturma konusunda bu yüce Meclise giren herkesin
destek vermesi ve gayret göstermesi bir zorunluluktur diye düşünüyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
AGÂH
KAFKAS (Devamla) – Aksi takdirde yüce Meclise giren insanların demokrasi
konusunda sıkıntılarının oluyor olması üzücü bir durumdur diye bakıyorum.
Emekçiler
bilmektedirler ki ne kadar demokrasi o kadar özgürlük, ne kadar demokrasi o
kadar yaşam kalitesi, ne kadar demokrasi o kadar ekmek ve o kadar iş
diyebilmekteyiz biz. Onun için de Türkiye’de ne kadar demokratik gelişme
olmuşsa o kadar bizim ekmeğimiz büyümüştür. O nedenle ben bu demokratikleşme
adımına katkı veren herkesi içtenlikte kutluyorum.
1 mayıslar bir anlamda sömürüye karşı verilen bir mücadelenin
de tarihidir, bir mücadelenin de tarihidir.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) – O işte.
AGÂH
KAFKAS (Devamla) – 1 mayısları ideolojik ve siyasal
nedenlerle de sömürmekten vazgeçelim. Gelin, 1 mayısları
anlamına uygun bir şekilde emek ve dayanışma günü olarak birlikte coşkuyla
kutlayalım diyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) – Taksim’de bekliyoruz.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) – Taksim’de bekliyoruz.
AGÂH
KAFKAS (Devamla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Türkiye emekçileri
adına Hükûmetimize, Meclis Başkanımıza ve grup başkan
vekillerimize birer karanfil takdim etmek istiyorum.
Tekrar
emeği geçen herkese saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Kafkas.
Teşekkür
ediyoruz, 1 Mayısın İşçi Bayramı olması nedeniyle yaptınız bu jesti.
OKTAY
VURAL (İzmir) – Evet, Sayın Başkanım, devam edelim, seremoniyi beklemememize
gerek yok.
BAŞKAN –
Ediyoruz efendim.
Alanları
açacakları günü bekliyoruz esasında, alanların açılacağı günü bekliyoruz biz
aslında.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) - Biz Taksim
kutlamalarında göreceğiz karanfilleri, Taksim kutlamalarında!
BAŞKAN –
Şimdi, şahsı adına tasarının tümünde Bursa Milletvekili Mehmet Ocakden.
Buyurunuz
Sayın Ocakden. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
OCAKDEN (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2429 sayılı Ulusal
Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinize
saygılar sunuyorum.
Bu tasarı
ile 1 Mayıs gününün bütün demokratik dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Emek ve
Dayanışma Günü” adıyla tatil günü olarak belirlenmesi öngörülmektedir.
Bugün
bütün dünyada 1 Mayıs, işçilerin ve tüm emekçilerin demokratik haklarını ve
taleplerini gündeme taşıdıkları bir gün olarak insanlığın hafızasında yer
almaktadır.
Ülkemizde ilk kez 1908’de
kutlanan 1 Mayıs, 1923 yılında İzmir İktisat Kongresinde işçilerin bayramı
olarak benimsenmesine rağmen maalesef yasal bir düzenleme yapılmamış, dahası
zaman zaman da 1 Mayısın kutlanması fiilen
engellenmiştir.
1935 yılında “İşçi Bayramı”
olarak değil “Bahar Bayramı” olarak tatil günleri arasında yerini almıştır.
1976’da ilk kez kitlesel
olarak kutlanmaya başlanan 1 Mayıs 1977 yılındaki kutlamalarda, tıpkı 1886’da
Amerika’da olduğu gibi, yaratılan provokasyon sonucu
37 işçimiz ne yazık ki hayatını kaybetmiştir.
1978, 79 ve 80 yıllarında
engellemelere rağmen 1 Mayıs kitlesel olarak kutlanmıştır.
12 Eylül 1980 darbesi
sonrasında 1 Mayısın Bahar Bayramı olmasına dahi tahammül edilememiş ve 1 Mayıs
İşçi Bayramı âdeta bir tabu hâline getirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; emek her türlü üretimin vazgeçilmezi olduğuna göre emeğin
bayramı da bayramların en anlamlılarından biridir.
1 Mayısın huzur ve güven
içinde, demokrasiye yakışır bir şekilde kutlanabilmesi için fiilî durumun
resmiyete kavuşturularak resmî tatil olarak kabul edilmesi, sendikalarımızın da
taleplerine olumlu bir cevap verilmesi açısından anlamlı bir adım olacaktır.
Kaldı ki Anayasa’nın 49’uncu maddesi “Devlet, çalışanların hayat seviyesini
yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak,
çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak
ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” şeklindedir. Yüce
Meclisimizin bu maddeyi de göz önünde bulundurarak 1 Mayısı resmî tatil ilan
etmesi hem demokratik değerlerin hayata geçirilmesi hem de toplumsal barışımız
açısından büyük bir önem taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye’de iktidarımız döneminde özgürlükler, insan hakları ve
topyekûn demokratikleşme konusunda önemli mesafeler alınmış, demokratik kazanımlar
anlamında devrim niteliğinde adımlar atılmıştır. İşte, bugün, burada, bu yüce
çatı altında, Sayın Başbakanımızın öncülüğünde, parti gruplarımızın da
desteğiyle bir tabuyu daha yıkıyoruz ve yeni bir demokrasi baharı başlatıyoruz.
Çünkü 1 Mayıs bütün demokratik dünyada emeğin bayramı olarak kutlanmaktadır.
Bir demokrasi ülkesi olan Türkiye'nin bütün işçilerinin de 1 Mayısı bayram
olarak kutlama hakkı vardır. Ancak kabul etmek gerekir ki Türkiye’deki
demokratik değişimler kolay olmamıştır. Demokratik açılımların önü zaman zaman demokrasi dışı kuşatmalarla, zaman zaman da doğrudan darbe anayasalarıyla kesilmiştir.
Kısacası Türkiye'nin demokrasi tarihi uzun ve yorucu bir insan hakları ve
özgürlükler mücadelesinin tarihidir. Artık, Türkiye'nin, özgürlükler konusunda
daha fazla gecikmelere tahammülü yoktur. Bunca gecikmişliğin ardından ertelenen
özgürlüklerin emekçilere iade edilmesi demokrasimizin ve sendikal hareketin
ciddi bir kazanımı olacaktır.
Zaman zaman
muhalefete mensup değerli milletvekillerinin, sanki bu tür demokratik
açılımları sadece AK PARTİ yapıyormuş gibi itirazlarının aslında çok da temeli
olduğunu sanmıyorum, çünkü şükrediyoruz ki bu demokratik hayatı yaşamın bir
parçası olarak algılayan AK PARTİ İktidarı, yine 1 Mayıs emeğin bayramı hakkının
işçilere iade edilmesi de AK PARTİ İktidarının sayesinde olmuştur.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Yani lütufta mı bulunuyorsunuz?
MEHMET OCAKDEN (Devamla) –
Hayır, bugüne kadar sizin de iktidarları içinde bulunduğunuz iktidarların…
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Ne zaman iktidar olduk?
MEHMET OCAKDEN (Devamla) –
…bu hakkı iade etmemelerinin bize nasip olmasından söz ediyorum sadece.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Hep böyle lütuf, işçilerin başına kakarak nereye kadar?
MEHMET OCAKDEN (Devamla) –
Aynen Nazım Hikmet’in üzerindeki tabuların da, yasakların da kalkması bu
İktidara nasip olmuştur.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Söke söke alıyor işçiler!
MEHMET
OCAKDEN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üretimin temel
unsuru olan insan emeğine gerekli değerin verilmesi, aynı zamanda uygarlığın da
ön koşuludur.
Bugün, burada 1 Mayısı emeğin bayramı olarak ilan etmeye hazırlanırken,
işçilerin haklarını ve sorunlarını sadece insan hakları ve hürriyetleri
temelinde çözme iradesinde olduğumuzun ve bu hakları asla ideolojik
yaklaşımlara kurban etmememiz gerektiğinin altını da özellikle çizmek
istiyorum, çünkü özgürlüklerin ideolojik bir formatta gündeme gelmesi, bu
konunun tüm topluma mal olmasını maalesef engellemektedir. Dolayısıyla,
Türk çalışma hayatının ve işçilerimizin sorunlarını popülist
ve ideolojilere hapsolmuş bir zihniyetle çözemeyiz. 1 Mayısın, emeğin kutsal
olan haklarının korunması, bu konuda toplumsal bir bilinç oluşturulması ve bir
bayram havasında kutlanması asıl temennimizdir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi demokrasi zamanıdır. Korkuları aşarak
tabuları yıkma zamanıdır.
Tıpkı
İspanyol şairi Neruda’nın “Buğdayın Türküsü” şiirinde
olduğu gibi:
“Halkım
ben, parmakla sayılmayan.
Sesimde
pırıl pırıl bir güç var;
Karanlıkta
boy atmaya,
Sessizliği
aşmaya yarayan.”
Şimdi,
emekçi kardeşlerimizin yıllardır ertelenen emeğin bayramını kutlama zamanıdır ve
şimdi, sendikalarımıza düşen en önemli görev, bu bayramı ideolojik bir
gösteriye dönüştürmeden, toplumsal barışı zedelemeden, daha da önemlisi
kutlamaları birtakım inatlaşmalara kurban etmeden bir demokrasi şöleniyle
kutlamaktır.
İnanıyoruz
ki, demokratik kazanımlarla daha bir güç kazanan sendikalarımız 1 Mayıs
Bayramı’nı toplumsal barış duyarlılığı içinde kutlayacaklardır.
Hepinize
sevgiler ve saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Ocakden.
Sayın
milletvekilleri, otuz dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.09
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 19.47
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin
Altıncı Oturumunu açıyorum.
354 sıra
sayılı Tasarı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon?
Yerinde.
Hükûmet? Yok.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.48
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.53
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Yedinci
Oturumunu açıyorum.
354 sıra sayılı Tasarı’nın
görüşmelerine kaldığımız devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi söz sırası Hükûmet adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’te.
Buyurunuz Sayın Çelik. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
23'üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak otuz yıldır
gerçekleştirilemeyen 1 Mayısın tatil olması, “Emek ve Dayanışma Günü” olmasıyla
ilgili kanun tasarısını Hükûmet olarak huzurlarınıza
getirmekten mutluluk duyuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
sanayideki gelişmeler -bilindiği gibi- emeğin sömürülmesini, insanı ruhsuz bir
makine gibi gören yaklaşım ve üretim anlayışları, daha çok kazanma ve üretim,
günde on beş – on altı saat karın tokluğuna çalışma ve çalıştırma anlayışları
neticesinde bu hak arama süreci başlamış ve dünyada, bu hak arama süreci
çerçevesinde birçok ölümcül olaylar, birçok müessif olaylar yaşanmıştır. Amerika
Birleşik Devletleri de, Almanya da, Fransa da bu acı olaylara sahne olmuştur.
Neticede, 1889 yılında, 1 Mayıs “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma
Günü” olarak kabul edilmiş ve ülkemizde de ilk olarak 1906 yılında 1 Mayıs
kutlanmıştır. Daha sonra, bildiğiniz gibi 1935 yılında “Bahar Bayramı” olarak
tatil günlerine dâhil edilmiş. İlk olarak, kitlesel olarak 1976 yılında… 1977
yılında da yine kitlesel olarak kutlanırken, maalesef birçok müessif olaylar
yaşanmıştır ve 12 Eylül 1980 müdahalesiyle 1 Mayıs Bayramı ortadan kalktığı
gibi sendikal örgütlenmelerin önüne de çok ciddi yasaklar getirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aradan geçen otuz yılda Türkiye’de ve dünyada çok şey değişti.
Çalışma hayatında “çatışmacı” değil “dayanışmacı” anlayış kökleşirken sosyal
devlet, sosyal diyalog ve insan merkezli çalışma politikaları hayata geçirilmeye
başlanmıştır. Emek ve sermaye yani işçi ve işveren endüstriyel ilişkilerde
birbirinin rakibi değil üretimi ve kalkınmayı gerçekleştiren vazgeçilmez iki
unsur olarak görünmeye başlanmıştır. Bu bakış ülkemizin kalkınmasını,
gelişmesini hızlandırmıştır. Bu anlayış aynı zamanda alın terinin sembolü olan
1 Mayısı ülkemizde korku günleri olmaktan çıkarıp işçi ve emekçinin dayanışma
gününe dönüştürmüştür. Her alanda özgürlükleri genişleten Hükûmetimiz
25 Nisan 2008’de almış olduğu kararla 1 Mayısı fobi olmaktan çıkararak “Emek ve
Dayanışma Günü” ilan etmiştir. Bugün burada hep birlikte tarihî bir adım daha
atıyoruz. Tüm dünyada coşkuyla kutlanan 1 Mayısı yirmi dokuz yıl aradan sonra
tatil günü ilan ediyoruz. Ülke olarak, millet olarak, demokrasi yolunda önemli bir
mesafe daha katetmiş oluyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde bildiğiniz gibi 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı 1,5 gün;
23 Nisan, 30 Ağustos ve 19 Mayıs 3 gün; ramazan ve kurban bayramları -dinî
bayramlar- 8 gün, yılbaşı 1 gün olmak üzere, tatil günlerimiz toplam 13,5
günden ibarettir. Bugün alacağımız kararla, 1 Mayısla birlikte bu tatil
günlerinin sayısı 14,5 güne ulaşmış olacaktır. Dünyada hâlen 1 Mayıs 148 ülkede
tatil ilan edilmiş, 28 ülkede bayram olarak kutlanmaktadır, 15 ülkede ise İşçi
Bayramı nedeniyle 1 Mayıs haricinde farklı günler tatil günü olarak
kutlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, emeğin dayanışması, çalışma
hayatının sorunlarının irdelendiği, demokrasi kültürünün zirveye çıktığı,
sevginin, barışın yeşerdiği bir gün olarak hafızalarda yer etmelidir. Bundan
sonra 1 Mayısları dünyaya örnek olacak bir olgunlukla kutlamamız, demokrasimize
büyük katkılar sağlayacaktır. Bu konuda herkese büyük sorumluluklar ve
fedakârlıklar düşmektedir. Geçmişte yaşananlara sünger çekip 1 Mayısı bir matem
günü olarak değil, ruhuna uygun bir şekilde milletçe coşkuyla kutlamak için
enerjimizi kullanmalıyız. Meseleye ideolojik yaklaşarak bugünün anlam ve
önemini hiç kimsenin gölgelemesine müsaade etmemeliyiz. Nerede kutlanacağı
tartışmalarıyla bugünün tarihsel önemini gölgelemekten kaçınmalıyız. Kutlamanın
kendisi, nerede kutlanacağından çok daha önemlidir. Geçmiş tecrübeler bize
gösteriyor ki demokrasi bir sonuç değil, bir süreçtir ve bu sürecin olağan akışını
sekteye uğratmamalıyız. Şimdiden 1 Mayısın, Emek ve Dayanışma Günü’nün
çalışanlarımıza, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Bu yasa tasarısını
tabii ki Hükûmet olarak getirdik. Bunun üzerinde bir
tartışma yürütülmesini doğrusu uygun bulmuyorum. Milletvekili arkadaşlarımız,
çeşitli siyasi partilere mensup milletvekili arkadaşlarımız bu sürece, 1
Mayısın tatil olma sürecine katkıda bulunmuşlardır. Kendilerini de kutluyorum,
emeği geçenleri kutluyorum ve büyük ihtimalle bizleri yanıltmayacağınızı umuyorum.
Kabul edeceğinizden dolayı da
1 Mayısın, tatil gününün milletimize, çalışanlarımıza tekrar hayırlı olmasını
temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Çelik.
Şahsı adına İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş.
Buyurunuz Sayın Ağırbaş. (DSP sıralarından alkışlar)
AYŞE JALE AĞIRBAŞ (İstanbul)
– Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 354 sıra sayılı Kanun Tasarısı ve bu konuda verilen kanun
teklifleri üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çalışanların hakları için verilmiş ve kazanılmış mücadeleden
doğan Demokratik Sol Partinin milletvekili olarak, 1 Mayısın işçi bayramı
olarak resmî tatil ilan edilmesine ilişkin kanun teklifim demokratik sol
felsefe açısından ayrı bir önem taşımaktadır.
1963 yılındaki çalışma
yasaları, iş yasaları, toplu sözleşme, grev ve sendika yasaları demokratik sol
felsefeyle ülkemizde şekillenmiş ve hayat bulmuştur. 57’nci Hükûmet
döneminde İş Güvencesi Yasası yine Demokratik Sol Partinin öncülüğünde
çıkartılmıştır. Merhum Başbakanımız, işçi dostu Bülent Ecevit “Kırk yedi yıllık
siyasi yaşamınızda en çok gururlandığınız ‘İyi yaptım.’ dediğiniz iş nedir?” şeklinde sorulan
soruya, 15 Temmuz 1963 yılında sendika yasalarının çıkartılması olduğunu,
bundan gurur duyduğunu belirterek Türkiye’de işçi bayramının sendika
yasalarının çıkarıldığı 15 temmuz tarihinde kutlanması gerektiğini ifade
etmiştir. Bülent Ecevit’in ışığında ilerleyen Demokratik Sol Parti, bu bilinç
ve sorumluluk içerisinde emekçilerin hep yanında yer almış ve daima emekçilerin
sorunlarını dinleyen, onlara sahip çıkan bir anlayış içerisinde olmuştur. 1
Mayısın tatil edilmesine ilişkin kanun teklifimiz bu felsefenin gereği olarak
verilmiştir. Bu konuda Mecliste siyasi partiler arasında bir uzlaşma olmasını,
ülkemizin bu konuda demokratikleşmede ulaştığı seviyeden son derece memnuniyet
duyduğumu ifade etmeliyim.
Diğer taraftan şunu da
belirtmeden geçemiyorum: 1 Mayısın resmî tatil ilan edilmesi emekçilerimize
bahşedilen bir hak değildir, onların yılmadan verdikleri mücadele ve kararlı
duruşlarının bir sonucudur. Bir başka ifadeyle biz siyasiler işçilere haklarını
teslim etmekteyiz.
Değerli milletvekilleri,
toplum olarak geçmişte acı, hatırlamak istemediğimiz, bizlerde kötü izler
bırakan olaylardan korkmak yerine yaşananlardan gerekli dersleri alarak
geleceğimizi şekillendirmeliyiz. Hiçbir zaman geçmişte yaşanan olumsuz
olayların geleceğimizi de etkilemesine müsaade etmemeliyiz. Bugün görüştüğümüz
kanun teklifi bahsettiğim kırılmayı gerçekleştirecek, bizleri korkularımızın
esiri olmaktan kurtaracak önemli bir mihenk taşıdır. Geçmişte yaşanan birtakım
olayları kendi şartları içerisinde değerlendirmek, olumsuzlukları o şartları
göz önüne alarak derinlemesine analiz etmek sağlıklı kararların alınmasını
sağlayacaktır. Bunu yaptığımız takdirde, bugün tartıştığımız, önümüzde
yıllardır sorun olarak duran birçok konunun da kendiliğinden hallolduğunu o
zaman göreceğiz. Bu nedenle öncelikle korkularımızı, bardağın boş tarafını
görmeyi bir kenara bırakmalıyız diye düşünüyorum.
İşçilerimiz, işçi
temsilcileri, sendikalar 1 Mayısı İstanbul Taksim Meydanı’nda kutlamak
istemektedirler.
Dünyanın birçok ülkesinde
işçi bayramı kentlerin en merkezî yerlerinde, coşkuyla kutlanmaktadır.
Ülkemizde de işçilerin 1 Mayısı Taksim Meydanı’nda kutlama istekleri yerine
getirilmelidir. 1 Mayıs işçi bayramıdır ve bayramlar yasakların gölgesinde
kutlanamaz. Bu günün Taksim Meydanı’nda kutlanma kararı asla ama asla
bürokrasinin üzerine yıkılmamalıdır. Hükûmet bu
konuda kesin tavrını işçilerden yana ortaya koymalıdır. 1977 yılında yaşanan
olayların zihinlerde bıraktığı kötü izlenimi ve 1 Mayısın ülkemizde kutlama
biçimine ilişkin olumsuz algıyı yıkmak için emekçilerin bayramı Taksim
Meydanı’nda kutlanmalıdır.
Şuna inanıyorum ki
emekçilerimiz 1 Mayısı Taksim’de miting havasında değil, bayram havasında,
kışkırtmalara kapılmadan, coşkuyla kutlayacaklardır. Türkiye geçmişte yaşanan
acı günlerin etkisinden, 1 Mayıs kaygılarından kurtulmalı, her şeyi kendi doğal
çerçevesi içinde yaşayabilen bir ülke erginliğine gelebilmelidir.
1 Mayısın bayram ilan
edilmesi emekçilerin taleplerine kulak verilmesi açısından önemli bir aşama
olmakla beraber, yeterli değildir. İşçilerimiz sorunlarının çözülmesi konusunda
önemli adımlar atılmasını beklemektedirler. Öncelikle işçi hak ve
özgürlüklerini geri götüren 4857 sayılı İş Kanunu yeniden ele alınmalıdır, İş
Güvencesi Yasası’nın kapsamı genişletilmeli ve etkinliği artırılmalıdır.
Üzülerek ifade ediyorum ki İş
Güvencesi Yasası’nın uygulama etkinliği farklı yollar takip edilerek
zayıflatılmıştır. Oysa çıkarıldığı zamanki mevcut zor koşullar düşünüldüğünde
aksaklıkları olmakla beraber İş Güvencesi Yasası’nın ne kadar önemli bir adım
olduğu ve daha da ileri götürülmesi gerektiği yadsınamaz bir gerçek olarak
önümüzde durmaktadır.
Örgütlenme özgürlüğünün
önündeki her türlü yasal ve kuramsal engellere son verilmelidir. Bugün
çalışanların büyük bir kısmı sendikasız ve örgütsüzdür. İşçilerin sendikasız
olması seslerini duyuramamalarına, mevcut zor koşullar altında ezilmelerine
neden olmaktadır. İşçilerin sendikalı olmalarının önünün yeteri kadar
açılmaması sebebiyle ülkemizde çalışma saatleri keyfî olarak belirlenmekte, iş
güvenliği önlemleri yetersiz kalmaktadır.
Geçtiğimiz aylarda hemen hemen her gün, Tuzla’da tersane işçilerinin ölüm haberleri
yazılı ve görsel medyada sıklıkla yer almaktaydı. Bugün de bu ölümler devam
etmektedir. Tuzla’daki tersanelerde yaşanan işçi ölümleri sadece bu iş kolunda
medyaya yansıyan iş kazalarıdır. Yazılı ve görsel basına yansımayan, bizim
haberdar olmadığımız diğer sektörlerde de ölümlerin varlığı düşündürücü ve
üzücü diğer bir husustur.
İşçilerimiz sendikalı
olmadıkları için, sendikaya üye olmaları görünen ve görünmeyen engellerle
zorlaştırıldığından, emekçilerimiz keyfî kararlarla işten çıkarılmaktadırlar.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik 1 Mayısın resmî tatil ilan
edilmesine ilişkin kanun tasarı ve tekliflerinin birleştirilerek görüşüldüğü
komisyon toplantısında 2821 ve 2822 sayılı Kanunlarda de-ğişiklik
yapılacağına dair açıklamalarda bulunmuştu. Bu düzenlemelerin ivedilikle ve
işçilerin hak ile kazanımlarını güçlendirecek şekilde gerçekleştirilmesi-ni temenni ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
ülkemiz dünyayı etkileyen bir global krizin
içerisindedir. Bu krize Hükûmetin basiretsiz ekonomi
yönetiminin eklendiğine de dikkatinizi çekmek istiyorum. Bundan en büyük zararı
emekçiler görmüştür. Kurun düşük tutulduğu, “özelleştirme” adı altında millî
servetlerimizin satılarak gelmekte olan ekonomik krizin etkilerinin
geciktirilmeye çalışıldığı ortamda emekçiler, memurlar, emekliler bankalara
borçlandırılmak suretiyle ev almaları, araba almaları, tüketimlerini artırmaları
yolunda teşvik edilmişlerdir. Kriz geldiği zaman, harcamaları teşvik edilen
kesimler işsiz kaldıklarında, işten çıkarıldıklarında kaderleriyle,
yüklendikleri borçlarla karşı karşıya kaldılar. Kredi kartı borcunu, zorunlu
harcamalarını dahi karşılayamayacak duruma düşen emekçiler, umutsuzluk
içerisinde kendilerine bir çözüm yolu gösterilmesini beklemektedirler.
Son
dönemde ülkemizde toplu işçi çıkarmaları görülmüştür. İşçilerimiz güne işten
çıkarılma tedirginliği yaşayarak başlamaktadırlar. Ekim 2008’den bugüne kadar
500 bin kişi işsiz kalmıştır. İş yerlerine asılan listelerde işten
çıkarıldığını gören emekçilerimiz gözyaşlarına boğulmaktadırlar.
Ülkemizde
şartlar her geçen gün emekçilerin aleyhine işlemektedir. Emeklilik yaşının
altmış beş olduğu ülkemizde, emekçilerimiz kırk yaşında işsizliğe mahkûm
edilmektedir. Mersin’de Toros Devlet Hastanesinin
temizlik işlerinin ihalesini alan taşeron firma, yaşı kırkın üstünde olan 41
temizlik işçisini 28 Şubat 2009 tarihinde işten çıkarmıştır. Gerekçesi çok
ilginç değerli milletvekilleri: İhale şartnamesinde, temizlik işlerinde
çalışacak kişilerin yaşının kırkın üzerinde olmaması öngörülmüştür. Yaşı kırkın
üzerinde olan insanlar çalışmayacak mı? Evlerine nasıl ekmek götürecekler?
İşçilerin yıllarca emek verdikleri hastanelerde kırk yaş gibi hiçbir şekilde
kabul edilemeyecek gerekçelerle kolayca işten çıkarılması, Hükûmetin
buna göz yumması, emekçi kesime bakış açısını göstermesi açısından bir o kadar
düşündürücüdür.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
AYŞE JALE
AĞIRBAŞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Kayıt
dışı istihdamı önleyecek, işçilerimizin çalışma şartlarını ve aldıkları ücreti
iyileştirecek, haklarını tam olarak verecek düzenlemelerin yapılması ve bu
hususta doğru bir politika izlenmesi zaruridir.
Temennim,
1 Mayısın işçi bayramı olarak, resmî tatil olarak kabul edilmesini sağlayan
teklifin kanunlaşmasının, bugüne kadar ihmal edilen, istekleri, sesleri
duyulmazdan gelinen işçi sınıfının hak ettiği haklara kavuşmasının dönüm
noktalarından biri olmasıdır.
Bu duygu
ve düşüncelerle, 1 Mayısın resmî tatil ilan edilmesine katkı veren, başta işçi
temsilcileri, sendikalar olmak üzere emeği geçen herkese şükranlarımı
sunuyorum. Kanunun hayırlı olması dileğiyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Ağırbaş.
Sayın
milletvekilleri, şimdi soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Tekrar
yineliyorum: Süre bir dakikadır.
Buyurunuz
Sayın Kaplan.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, Taksim Meydanı, değişik meslek gruplarının,
çeşitli kurum, kuruluşların ve en son Polis Günü’nde bütün trafik yolları
kapanarak kutlamanın yapıldığı bir alan ancak işçilerin 1 Mayıs bayramına
geldiği zaman yıllardır bir engellemeyle karşı karşıya. Bu artık temel bir
demokrasi ölçütü olmaya başladı ve Taksim 1 Mayıs alanı olarak bütün işçi,
emekçi kesimce bilinmektedir.
Sizler
açıklamanızda “500 kişiyle gidilirse ben de katılırım.” dediniz. Ben buradan
bir davette bulunuyorum. Gelin, Sayın Bakan, siz başta olmak üzere bütün parti
gruplarını, hepsini 1 Mayısa, 1 Mayıs işçi bayramına katılmaya davet ediyorum
ve buradaki engelleri… Sayın Başbakanı, İçişleri Bakanını ve İstanbul Valisini,
bugünden itibaren, bu yasa çıktığı andan itibaren ilan etmesini ve 1 Mayısın
Taksim’de kutlanacağının müjdesini vermeye davet ediyorum çünkü toplumsal barış
için, işçi bayramının ilan edildiği…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – 12 Eylül askerî darbesinin yasakladığı bu güne kavuşması
açısından önemlidir.
BAŞKAN –
Çok teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.
Sayın
Yıldız…
BENGİ
YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan, ulusal bayramlarda, konserlerde, millî
marşlarda on binlerce insan Taksim’de toplanıyor. Televizyonlar canlı yayın
yapıyor. Bu insanlarımızın güvenlik problemi olmuyor ama nedense 1977’den
itibaren Taksim’de işçi sınıfının, emekçilerin bayram yapma isteği güvenlik
gerekçesiyle reddediliyor. Taksim’de 1 Mayısı kutlatmamak kimin kırmızı çizgisidir? Taksim’de 1 Mayısı kutlamamak mı alan
fetişizmi yoksa burada kutlama yapmaya çalışmak mı?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.
Sayın Ağyüz…
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
Bakanım, “bayram” sözcüğü esirgenerek çıkaracağımız 1 Mayıs Emek ve Dayanışma
Günü tatili yasasını olumlu bir yasa olarak görüyorum ve zamanlaması da
özellikle 23 Nisan öncesi olduğu için takdir ediyorum.
Sendikalarımızın
yıllardır verdiği mücadeleyi de göz ardı etmeden, bu mücadelede özellikle
DİSK’in kararlı mücadelesini inkâr etmeden sağlanan bu kazanımı işçilerimiz
için emek tarihi açısından özel bir anlamı olan Taksim Alanı’nda kutlamalarına
izin vererek neden taçlandırmıyoruz?
1
Mayısları bir gerilim, bir kâbus günü olmaktan çıkarmamız gerekmiyor mu? Bu
yasayı bu vesileyle bir araç olarak kullanamaz mıyız? Güvenlik veya miting
alanı olmaması bir gerekçe midir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Ağyüz.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, 1 Mayıs bir dayanışma günüdür, emeğin
ve sorunların dile getirilme günüdür ama son yıllarda 1 Mayıslar işçilerimizin
sorunlarının dile getirilmesi bir yana, dövüldüğü, coplandığı, biber gazı
atıldığı günler olarak hep hafızalarda kalacaktır.
Bu
yasanın uygulayıcısı İçişleri Bakanıdır. İçişleri Bakanı maalesef ne bugün var
ne de Komisyonda vardı. En azından bu yasayı o uygulayacaktır, sizin kadar. Bu
nedenle, ben bu konuda üzüntülerimi bildiriyorum.
1
Mayıslarda copun, biber gazının ve dayağın yerini çiçekler alacak mı? İçişleri
Bakanının bu konuda önlemi var mı?
Taksim’deki
1 Mayısa siz katılıp işçilerimize çiçek atacak mısınız?
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.
Sayın
Vural…
OKTAY
VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanım, bu 1’inci maddede yapılan bir değişiklik var. Tasarıdan sonra, Komisyonda,
Kanun’un 2’nci maddesinin (d) bendinde “Ulusal resmî ve dinî bayram günleri ile
yılbaşı günü resmî daire ve kuruluşlar tatil edilir...” Burada “1 Mayıs Emek ve
Dayanışma Günü” çıkartılmış. Komisyon raporunda “Mükerrerlik olmasın diye
çıkardık.” deniyor ama zaten mükerrerlik yılbaşı tatili için var. Bu durumda
acaba kanun koyucu olarak… Özellikle 1 Mayıs günü resmî daire ve kuruluşların
tatil edilmeyeceği anlamı çıkartılabilir. Aslında (D) bendinde zaten yılbaşı
günü mükerrer olarak yer almış. Mükerrer olarak yer almış yılbaşı günü varken
Emek ve Dayanışma Günü’nün mükerrerlikten dolayı çıkartılmış olması bu konuda
bir tereddüt oluşturabilir. Dolayısıyla, bu konudaki kanaatinizi öğrenmek
istiyorum.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Vural.
Sayın Sakık…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
1 Mayıs
1977 yılında 34 vatandaşımız orada katledilmişti, Taksim’de. Acaba, Sayın Hükûmetimizin, Bakanımızın bu ölen insanların anısına orada
bir anıt yapmak gibi bir düşünceleri var mıdır?
İkinci
bir sorum: 1980 askerî darbesiyle özellikle bütün sendikaların mallarına el
konuldu ama DİSK’in de mallarına el konuldu. Ankara’da Anayasa Mahkemesi
tarafından kullanılan bir bina vardı, çok ucuz bir fiyata satın alınmıştı.
Bugün, DİSK o parayı faizleriyle birlikte ödemek istiyor. Anayasa Mahkemesi de oradan ayrıldı.
Böyle bir olanak sağlayabilir misiniz?
Üçüncü bir sorum: Siz
gerçekten emekten, özgürlükten yanaysanız neden 1 Mayısta yoksunuz? Neden
polislerin elinde gazlı bombalar var ve siz hâlâ yoksunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Sakık.
Sayın Gök…
İSA GÖK (Mersin) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’yla işçi hakları budandı.
Emekliliği kavuşulamayacak hâle getirdiniz. Sendikacılık fiilen bitirildi, çok
cılız bir kamu sendikacılığı kaldı. Hükûmet
içerisinde, parti içerisinde sizin beş altı dönemdir vekil olanlarınız var
hatta bakanlık yapanlarınız var. Bu süre içerisinde 1 Mayısı kutlatmadınız.
Coplandı insanlar, hastane acil servislerine bombalar atıldı. Bu insanlar
hakkında soruşturma dahi açılmadı, emniyet güçleri hakkında. Ne oldu da 1 Mayıs
yasa tasarısı bir anda aklınıza geldi? Bu farlı bir değişim.
Bir de bir şey söylemek
istiyorum: Kırmızı karanfil bizimdir, elinize yakışmıyor, karanfilimize el
uzatmayın.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Gök.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Ayıp
oluyor!
BAŞKAN – Sayın Baytok…
NESRİN BAYTOK (Ankara) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Senin
eline yakışıyor, benim elime yakışmıyor! Bu ayıp ya! Bu yüce Meclise saygı
duyun!
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Baytok.
Lütfen sayın milletvekilleri,
sonra tartışın.
NESRİN BAYTOK (Ankara) –
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, 1 Mayıs, 1977
yılıyla tarihe geçmişti. Bir de 1 Mayıs 2008 tarihe geçti, coplarla, gaz
bombalarıyla, yoğun şiddetle ve hak edilenin çok ötesinde çok yoğun bir
saldırıyla tarihe geçti. Yüzde 47 oy alınca coplar, gaz bombaları, yüzde 38’e
düşünce oylar 1 Mayısın tatil edilmesi mi gündeme geliyor?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Baytok.
Buyurunuz Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Öncelikle tabii, Genel
Kurulda önemli bir tasarıyı görüşüyoruz, otuz yıldır beklenen bir tasarıyı. Ben
Komisyonda da çok arzu etmeme rağmen, özellikle işçi konfederasyonu
başkanlarının Komisyonda olmamalarını Komisyonda eleştirmiştim. Konfederasyon
başkanlarının bugün Genel Kurulda olmalarından dolayı kendilerine teşekkür
ediyorum. Aynı zamanda Bakanlığımızın sosyal partnerleri,
birlikte çalışıyoruz, bu kararları birlikte alıyoruz ve dolayısıyla,
kendilerine “Hoş geldiniz.” diyorum.
Bu çerçevede, sorulara
baktığımız zaman, ağırlıklı olarak Taksim Meydan’ında 1 Mayısın kutlanmasıyla
ilgili değerlendirmeler yapılıyor.
Değerli milletvekilleri,
tabii, Türkiye bir hukuk devleti. Demokrasimiz, genç
cumhuriyetimiz, ciddi mesafeler katederek, önemli
mesafeleri kat ederek bir noktaya geldi. Bugün, 1 Mayısla ilgili de önemli bir
düzenlemeyi gerçekleştiriyoruz, hep birlikte gerçekleştiriyoruz.
Bu 1 Mayısı otuz yıl aradan
sonra tatil günü ilan ettikten sonra 1 Mayıs gününün tekrar bir kargaşa, bir
olumsuz gün olarak hafızalarda yer etmesi veya böyle bir tatil gününün bu
şekilde bir başlangıca vesile olması, inanıyorum ki hiç kimseyi memnun etmez.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Nereden biliyorsunuz Sayın Bakanım?
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Siz zaten
insanları vurmazsanız öyle bir şey olmaz.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Dolayısıyla, konfederasyon
başkanları da buradadır. Kendileriyle bu görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Son ana
kadar da bu diyaloglarımızı sürdüreceğiz. Ben inanıyorum ki aklıselim galip
gelecektir ve burada sağlıklı bir çıkış noktasını yine birlikte bulacağız.
Yani iki
açıdan bakılabilir: Sizlerin de ifade ettiğiniz gibi Taksim’de bu 1 Mayıs
kutlansın. Bu birinci yolu. İkinci yolu: Diyelim ki
idare, toplantı, gösteri yürüyüşleriyle ilgili kanun çerçevesinde bugüne kadar
belirlediği alanlarda bunun kutlanması konusunda karar alır ise… Hukuk
devletinde medeni bireylerin yapmaları gerekenler bellidir. Yani bu konuda bu
karar niye alınıyor? Tabii ki eleştirilebilir, tabii ki değerlendirilebilir ama
netice itibarıyla demokratik girişimlerde bulunulabilir, hak arayışları
gerçekleştirilir, sonunda bir karara varılır. O karara varılınca herkesin buna
saygı duyması gerekiyor. Yani ülkemizde bu ve benzeri günler, bayram günleri,
tatil günleri kutlanırken ille de dünyaya olumsuz görüntüler vermek zorunda
değiliz.
NESRİN
BAYTOK (Ankara) – Siz veriyorsunuz Sayın Bakan, siz veriyorsunuz!
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Bu konuda yalnız idareyi
suçlamak, yalnız kamuyu suçlamak ne kadar doğru?
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) – Nereden biliyorsunuz
Sayın Bakan?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Kaldı ki 1 Mayısa daha sekiz
günlük bir süreç var.
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) – Nereden biliyorsunuz ama, nereden
biliyorsunuz?
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Siz nereden biliyorsunuz?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Ben biraz önce yine konfederasyon
başkanlarıyla görüştüm. Yine görüşmemizi sürdüreceğiz ve ben inanıyorum ki…
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) – Kardeşim, çıkacaksa her yerde çıkar! Yani
Taksim’de oluyor da Çağlayan’da olmaz mı! Çağlayan’da olmuyor da
Taksim’de niye oluyor?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Şimdi, bakınız, benim
söylediğim olay, böyle bir görüntüyü vermeyi ne konfederasyonlar ister ne
işçiler ister ne bu yasayı çıkaranlar ister. Kimsenin böyle bir talebi yok
diyorum ben. Böyle bir arzu da olamaz zaten.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) – İçinizde öyle bir his
mi var yoksa?
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) – Kavga çıkacak diye iddia ediyorsunuz. Bir bakana yakışır mı
bu?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Hepsiyle görüştüm kuliste. Hepsi Taksim’i istiyor.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Efendim, sizin de burada Taksim
talebini dile getirmeniz saygıdeğerdir. Buna saygı duyarız. Ama netice
itibarıyla diyorum, idare bir karar alacaksa… Hukuk devletinde bireyin nerede,
nasıl duracağı bellidir.
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakanım, siz “Kargaşa çıkar.” diyorsunuz.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) –Hukuka saygımız varsa bu konuyu…
K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – İdare size bağlı. Yapmayın.
ÖZDAL
ÜÇER (Van) – Gerekçeniz yanlış.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) – Sayın Bakanım, siz şimdiden korku salıyorsunuz, ilan
ediyorsunuz kargaşayı, karmaşayı, şimdiden korku salıyorsunuz topluma.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – O zaman niye Hükûmetsiniz?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Yani, burada bazı arkadaşların
tribüne oynamalarını da saygıyla karşılıyorum, bunu da saygıyla karşılıyorum
fakat hukuk devletinde olması gerekenler olur. Bu konuda da kimsenin endişesi
olmasın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) – Hükûmetin görevi sorun çözmektir.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Şimdi… Biz sorunları çöze çöze geliyoruz, bakınız. Onu bu İktidara söylemeyin.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Esas tedirgin olan sizsiniz!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Bakınız, en basitinden 1 Mayısı tatil yapıyoruz.
Bu da sorun çözmektir. Ama sizler çözemediniz. Yani ben bu şekilde bir cevap
vermeyi de kendi siyasi yaşamım açısından, üslubum açısından doğru bulmuyorum.
Ama daha ileri götürürseniz farklı şeyler de söyleriz yani.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Söyleyin canım, söyleyin.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Söyleyin Sayın Bakan, içinizde kalmasın.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
İçinizde kalmasın.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Gaipten haber geliyor sana zahir!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Şimdi, bir başka konu: İşte, 1977’de ölen, orada
katledilen vatandaşlarımız adına bir anıt, Anayasa Mahkemesi binasının devri ve
benzeri konularla ilgili, doğrusu, tarihî geçmişiyle ilgili şu anda bir bilgim
yok. Bu konuları yazılı olarak sizlere bildiririz.
Bir önemli konu Sosyal
Güvenlik Kurumuyla ilgili. Sosyal güvenlik reformunu
burada gerçekleştirdik. Hayret ettim, işçi haklarını budayan bir yasa
getirdiğimizi söylediler. Sosyal güvenlik reformunu da çok büyük bir uzlaşıyla
geçirdik. Arkadaşımız herhâlde burada bulunmadılar. Bakınız, haklarla ilgili…
İSA GÖK (Mersin) – Emeklilik
primleri ne oldu Sayın Bakan? Yapmayın! İnsaf yani, insaf! Sendikalar burada.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sosyal güvenlik reformunu herkesin ben okumasını
tavsiye ediyorum, özellikle soruyu soran arkadaşımızın iyi okumasını tavsiye
ediyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Biz
rey vermedik!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Çok büyük
bir uzlaşı ve gerçekten çok ciddi sosyal hakları içeren bir düzenleme getirdik.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Sayın Bakan rey vermedik biz!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – En basitinden yalnız eşitsizlikleri gideren düzenleme
bölümünü okursanız sizin için yeterlidir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Rey
vermedik!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sendikal hakları budadığımızı söylüyorsunuz. 2821-22 ile ilgili, 4688’le ilgili düzenlemeler Meclisin
gündemindedir. İnanıyorum ki bu dönem içerisinde bunları da yasalaştıracağız
ama bizim dönemimizde sendikal haklarla ilgili bir budama söz konusu değildir.
Aksine, 12 Eylülden kalan yine bu düzenlemeleri 2821-22
ile ilgili o düzenlemeleri de ortadan kaldırmak için iradeyi ortaya koyduk ve
Meclisin gündemine yine birlikte taşıdık. Bunları da bilmiyorsanız… Tabii ki milletvekilinin bir görevi denetimde bulunmak. Eğer
muhalefetteyseniz ağırlıklı denetim göreviniz vardır. Mecliste olup bitenleri,
bakanların yapmış olduklarını bilmek ve denetlemek de asli görevinizdir.
Bunlardan uzak kalmanıza üzüldüm doğrusu.
İSA GÖK (Mersin) – Neyin
cevabı… Neye cevap verdiniz bugüne kadar?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Bir diğer konu, yani kırk yedi oy, otuz dokuz oy…
Vallahi şimdi…
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Bir gerileme yok diyorsunuz. Hangi sendika…
BAŞKAN – Lütfen Sayın Bakan,
lütfen karşılıklı konuşmayalım sayın milletvekilleri. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Milletvekilleri rahatsız ediyor Sayın Başkan.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Böyle
bir usul yok Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yoksa cevap
verilmek…
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Efendim
oradan öyle mi gözüküyor?
BAŞKAN – Sorularınızı
sordunuz, Sayın Bakanın cevap vermesini dinleyelim lütfen.
Devam ediniz Sayın Çelik.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Şimdi, seçimler geride kaldı.
Herkes seçimlerden tabii ki nasibini aldı. Soruyu soran arkadaşın seçimlerden
galip çıktım diyemediğini hepimiz biliyoruz. Onun için, güzel bir kanun
görüşüyoruz. Seçim
tartışmalarını biz meydanlarda bolca yaparak geldik. Milletimiz
bir tabloyu ortaya koydu. İnanıyorum ki bunları düşünüyorsunuz ama şunu
söyleyeyim: Bu seçim neticelerinde tek AK PARTİ’de,
AK PARTİ İktidarında bir liderlik tartışması ve benzeri tartışmalar, hiç böyle
bir şey gündeme gelmedi ama genelde diğer tüm partilerde bu ve benzeri
tartışmalar yaşanıyor şu anda. (CHP sıralarından gürültüler)
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) – Nerede yaşanıyor, nerede?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Onun için biraz kendi içimize
bakmamız gerekiyor.
İSA GÖK
(Mersin) – Ne alaka Sayın Bakan?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) –
Tekrar
ediyorum.
ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) – Saygısızlık yapıyorsunuz. Böyle bir bakan üslubu olamaz!
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) –Ben, bu üslubu hiç sevmiyorum
ama sorduğunuz sorular bunları gerekli kıldığı için söylüyorum.
Evet,
öyle tahmin ediyorum, genelde 1 Mayıs ve Taksim’le ilgili sorular geldi, onun
için, başka bir soru gelmediği için… Gerçekten de 1 Mayıs ilk olarak otuz yıl
sonra tatil günü olarak ilan ediliyor. Hep birlikte bunun altında imzamız var,
katkımız var, desteğimiz var. Ben inanıyorum ki önümüzdeki 1 Mayıs, bu amaca
dönük, barış içerisinde, huzur içerisinde, sevgi ve kardeşlik içerisinde
kutlanacaktır. Bundan hiç şüphemiz yok. Gerekli temasları ve diyalogları da
ilgili sosyal taraflarla sürdüreceğiz.
Çok
teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Çelik.
Sayın
Vural’ın sorusuna Komisyon Başkanı Ziyaeddin Akbulut
cevap verecektir.
Buyurun
Sayın Akbulut.
İÇİŞLERİ
KOMİSYONU BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın
Oktay Vural’ın sorusuna cevap vermek için söz aldım. Efendim, buradaki
tasarının dikkatlice okunması hâlinde farklılık görülecektir. 1’inci maddede
"yılbaşı günü", “1 Mayıs günü" şeklinde bir tespit yapılıyor.
Bunların tespitinden sonra (C) fıkrasında
“tatili” kelimesine yer verilerek
“1 Ocak günü yılbaşı tatili, 1 Mayıs günü Emek ve Dayanışma Günü
tatilidir." deniyor. Dolayısıyla 1’inci maddedeki olay günün tespitidir,
(C) fıkrasındaki olay tatil olduğunun tespitidir.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Akbulut.
Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
ULUSAL BAYRAM VE GENEL TATİLLER HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 17/3/1981 tarihli ve 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel
Tatiller Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci
fıkrasına, bu fıkrada geçen "yılbaşı günü" ibarelerinden sonra gelmek
üzere "ve 1 Mayıs günü" ibaresi eklenmiş ve birinci fıkranın (C)
bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"C)
1 Ocak günü yılbaşı tatili, 1 Mayıs günü Emek ve Dayanışma Günü
tatilidir."
BAŞKAN –
1’inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bartın Milletvekili
Rıza Yalçınkaya konuşacaktır.
Buyurunuz
Sayın Yalçınkaya. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU
ADINA MUHAMMET RIZA YALÇINKAYA (Bartın) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım; 354 sıra sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesiyle ilgili
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, ülkemizde 1 Mayıs ilk kez 1905 yılında İzmir’de kutlanmış, bunu
1909 Üsküp kutlaması izlemiştir. İstanbul’da ilk 1 Mayıs kutlaması ise 1910
yılında yapılmıştır.
1 Mayıs,
Anadolu toprakları açısından sadece “İşçi Bayramı” anlamını değil, aynı zamanda
“özgürlük ve bağımsızlık” anlamını da tarihten bu yana taşımıştır. Nitekim 1920
yılının 1 Mayısında, işgal idaresinin ve Osmanlı Hükûmetinin
yoğun baskılarına rağmen 1 Mayıs “İşçi Bayramı” olarak bu coğrafyada
kutlanmıştır. 1920 yılında tüm baskılara rağmen işçiler Haliç’ten başlayarak
Karaköy üzerinden Beyoğlu’na kadar yürüyüş yapmışlar ve “Bağımsız Türkiye”
yazılı bir pankart taşımışlardır. Aynı şekilde 1921’in 1 Mayısında da
İstanbul’da işçiler, özellikle Şirketi Hayriye, Seyr-i
Sefâin, Haliç İdaresi ve Tramvay Şirketi çalışanları
1 Mayısı kutlamışlardır. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 1 Mayısında, 1923
yılında çok sayıda yerli ve yabancı işletmede çalışan işçiler greve çıkmış,
taleplerini dile getirmişlerdir. İşçilerin taleplerinin arasında yabancı
şirketlere el konulması, 1 Mayısın resmen İşçi Bayramı olarak tanınması, sekiz
saatlik iş günü, hafta tatili, serbest sendika ve grev hakkı bulunmakta idi.
1925
yılında çıkarılan Takriri Sükûn Kanunu’na kadar işçiler Türkiye’de 1 Mayısı
işçi bayramı olarak kutladılar. 1925 yılında yasaklanmış da olsa işçiler 1
Mayısı işçi bayramı olarak kutlamayı 1935 yılına kadar sürdürmüşlerdir. 1935 yılında çıkarılan Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında
Kanun ile 1 Mayıs “Bahar ve Çiçek Bayramı” olarak genel tatil günlerine dâhil
edilmiş, çocuklar için bahar ve çiçek bayramı olan 1 Mayıs, çalışan babalar ve
anneler için her zaman bütün dünyada olduğu gibi birlik, dayanışma ve mücadele
günü olarak kabul görmüştür.
Yaklaşık
500 bin emekçinin katılımıyla gerçekleşen 1977 Taksim kutlamaları
emekçilerimizin, insanlarımızın yaşamını yitirdiği son derece üzücü provokasyonlara sahne olmuştur. 1978 1 Mayısında da Taksim
Meydanını 100 binlerce emekçi doldurunca dönemin sıkıyönetimi korkmuş, 1979
yılında Taksim’i emekçilere kapatmış ve 12 Eylül darbesinden sonra bahar
bayramı olarak bile 1 Mayıs kutlamalarına tahammül gösterilememiştir.
Bütün
dünyada, yüz altmış beş ülkede bayram havasında kutlanan, yüz yirmi yıldır
evrensel bir değer olarak kabul edilen emeğin, emekçilerin direniş ve mücadele
gününün simgesi olan 1 Mayıs kutlamaları ülkemizde her yıl çeşitli engellere
takılmaktadır. Kölelik yasalarına, haklarının ellerinden alınmasına karşı
emekten yana politikalar için grevli sendikal hak ve özgürlük mücadeleleri için
bir araya gelen emekçilerin birlikteliği maalesef ülkemizde her yıl 1 Mayısta
engellenmeye çalışılmıştır.
Türkiye,
toplam çalışanının 22 milyona ulaştığı ve Avrupa Birliğine uyum sürecinde olup
da 1 Mayısı “İşçi Bayramı” olarak kutlamayan tek ülke konumundadır. Bu gerçeğin
farkında olan emek dostu siyasi partiler ve milletvekilleri de Türkiye Büyük
Millet Meclisinde 1 Mayısın emeğin bayramı, yani işçi bayramı olması ve tatil
ilan edilmesi konusunda yıllardır mücadele vermişlerdir.
1905
yılından bu yana Anadolu coğrafyasında kutlanılmakta olan ve emekten yana işçi
sendikaları öncülüğünde yaklaşık otuz iki yıldır da kitlesel olarak 1 Mayısı
kutlayan bir ülke olduğumuz hâlde anlamsız çağ dışı yasaklar ve korkularla 1 Mayıs
kutlamalarına her yıl çeşitli engeller çıkarılmakta ve emeğin, emekçinin hak
mücadelelerinde saygın bir yeri olan 1 Mayıs kutlamaları âdeta illegal
örgütlerin yürüyüşü gibi kamuoyuna yansıtılmaktadır.
Değerli arkadaşlar, AKP
İktidarının işçi bayramı ve 1 Mayıs hakkında ne denli samimi olduğu geçtiğimiz
yılın 1 Mayısında ortaya çıkmıştır. Hatırlayınız, 1 mayısların
simgesi olan Taksim sıkıyönetim bölgesi ilan edilmişti geçen yıl. Hükûmetten talimat alan güvenlik güçleri Taksim’de kuş bile
uçurtmamışlardı. Yapılamayan kutlamalara rağmen sadece emekçilere değil,
pastanede oturan sade vatandaşa bile artık moda olan deyişle orantısız güç
kullanılmıştı. Hatırlayınız, bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi tarafından
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında güvenlik
güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı
tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla
gensoru önergesi verilmiştir. Ancak çoğunluk anlayışıyla işleyen Meclis
demokrasisi nedeniyle, gensorunun gündeme alınması her zamanki gibi AKP
milletvekilleri tarafından engellenmiştir.
1 Mayıs 2008’de İstanbul
korku şehrine, açık hava cezaevine dönüştürülmüştür, hayat felç edilmiştir.
Emekçilerin üzerine binlerce gaz bombası kullanılmıştır. Hastanelere, sendika
binalarına gaz bombaları atılmıştır. Bir gazetecinin kolu kırılmış, bazıları
dövülmüş, kadınlar tekmelenmiş, turistler coplanmıştır. Polisin emekçilere
karşı bu acımasız ve sert bir
tutum ile uyguladığı olağanüstü şiddet tüm dünyada hayretle,
ibretle izlenmiş, AKP İktidarının demokrasi anlayışı bu vesileyle bir kez daha
somutlaştırılmıştır. 1 Mayıs kutlamalarına gölge düşüren, engellemek için
elinden geleni yapan, işçi sınıfından ve işçi sınıfı bilincinden nefret eden
AKP Hükûmetinin nasıl olup da aniden 1 Mayısın işçi
bayramı olması yönünde kanun tekliflerini desteklemeye karar verdiğini anlamak
ise yerel seçimler sonrasında aslında hiç de zor değildir. Aslında
daha bir sene önce 1 Mayısın tatil olması ve Taksim’de kutlanmasıyla ilgili “1
Mayısı tatil ilan etmeyeceğiz çünkü Türkiye tatiller ülkesi, bir günlük tatilin
maliyeti 2 katrilyondur.” diyen ve bu kadar ince hesaplar yapan Başbakanımız,
insanlarımızın yiyecek ekmek bulamadığı, sosyal patlamaların yaşandığı,
işsizlik oranının yüzde 15,5’la tüm zamanların en yüksek rakamına dayandığı,
yaklaşık 4 milyon işsizin bulunduğu bu kriz ortamında kendisine 60 milyon
dolara iş jeti, yani uçak almayı ihmal etmemiştir. Gene Sayın Başbakan
konuşmalarında “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar.” sözünü sarf etmiş ve
emekçilere talihsiz bir şekilde “ayak takımı” yakıştırması yapmıştır. Mart 2009 yerel seçimlerinde seçmen frene basıp AKP’ye “kendine
gel” deyince, yani AKP’nin oyları tüm kamusal baskılara, dağıtılan hediye
paketlerine, buzdolaplarına, çamaşır makinelerine, kanepelere rağmen, aniden kesilen
elektriklere, oy torbalarının belediye araçlarında yaptıkları seyahatlere
rağmen yüzde 47’lerden yüzde 38’lere düşünce, Başbakan, 1 Mayısın bayram ve
tatil olması için düğmeye basmıştır. Ancak hangi gerekçelerle olursa
olsun 1 Mayısın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak resmî tatil ilan edilmesi
tarihsel sürecin ve bu süreç içerisindeki işçi sınıfının ortaya koymuş olduğu
emek mücadelesinin haklı ve gururlu sonucudur. Çıkacak olan kanunla, artık, 1
Mayıs resmî olarak Emek ve Dayanışma Günü olacaktır. 1 Mayıs 2009’da kutlanacak
olan Emek ve Dayanışma Günü’nün, emek hareketinin uluslararası birlik,
dayanışma, mücadele ve direniş günü olarak en geniş katılımla, ülkemizde 1
Mayısın simgesi hâline dönüşmüş olan Taksim’de kutlanacağına inanıyorum ve
diliyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
tamamlayınız.
MUHAMMET RIZA YALÇINKAYA
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, artık 1 Mayısın Emek ve Dayanışma Günü
olduğunun herkes tarafından kabullenilerek huzur içerisinde kutlanılmasını
temenni ediyor, işsizliğin ortadan kalktığı, yoksullukların sona erdiği, tüm
çalışanların refahının yükseldiği, temel hak ve özgürlüklerin engellenmediği,
sendikal örgütlenmelerin önündeki engellerin kaldırıldığı, çalışanların
sorunlarının çözüldüğü, barışın egemen olduğu, cumhuriyetin temel ilkelerinin
tartışılmak yerine demokratik kazanımlarının artırıldığı bir ülke dileğiyle 1
Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü yürekten kutluyorum. Emekten
yana olan sendikalarımıza da bu günün hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Yalçınkaya.
1’inci madde üzerinde
Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Siirt Milletvekili Osman Özçelik.
Buyurunuz Sayın Özçelik.
DTP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ulusal Bayram ve Genel Tatiller
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi
üzerine Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüldüğü gibi Meclisimizde 1
Mayısın bayram ve tatil günü olarak kabul edilmesi konusunda bir mutabakat var,
“Emek ve Dayanışma Günü” olarak tescil ediliyor, oysa bugünün evrensel adı
“Emeğin Uluslararası Dayanışma, Birlik ve Mücadele Günü”dür. Yalnız ittifakla,
mutabakatla “Emek ve Dayanışma Günü” adının verilmesi de sanıyorum içeriğini
ifade ediyor.
Yıllardır
çatışma, tartışma ve gerginlikle geçen 1 Mayısın bayram tatili ilan edilmesi
için işçiler, emekçiler, aydınlar, demokratlar, insan hakları savunucuları
büyük bir mücadele yürüttüler. En zor koşullarda bile emekçiler, kendi
bayramlarını kutlamak üzere alanlara çıktılar; yaşamları pahasına bunu
yaptılar, gaz bombaları, biber gazları yeme pahasına bunu yaptılar,
cezaevlerine girme pahasına emek mücadelesini alanlarda yürüttüler; ülkenin
demokrasisinin gelişmesine bu şekilde büyük katkı sundular. Bu arada,
kaybettiğimiz işçi önderleri Sayın Kemal Türkler ve Sayın Abdullah Baştürk’ü de saygıyla anıyorum buradan.
Eğer biz 1 Mayısı bir yıl önce, gerek grubumuz
gerek ÖDP Milletvekili Sayın Ufuk Uras’ın ve diğer milletvekillerinin 1 Mayısın
bayram olarak ilan edilmesi konusunda verdiği kanun teklifi geçen sene kabul
edilmiş olsaydı, en azından, 2008 1 Mayısında İstanbul o günü yaşamayacaktı. O
gün neler yaşandı? O gün hastanelere gaz bombaları atıldı, o gün siyasi
partilerin merkezlerine gaz bombaları atıldı, milletvekilleri biber gazı
yediler, sendika genel başkanları, emekçiler kırmızı boyayla boyandılar,
coplandılar; bugünleri yaşamamış olacaktık. Gecikmiş de olsa yine de
Meclisimizin bugün 1 Mayısı tatil günü ilan etmesi sevindiricidir, parti olarak
bunu destekliyoruz.
Bilindiği
gibi yüzlerce yıldır bu mücadele sürdürülüyor ve gelişmiş demokratik ülkelerde
1 Mayıs bayram havası içinde, tam bir festival gibi kutlanmakta ve bayramın
kutlandığı, günün kutlandığı ülkelerin ilgili kentlerinin en güzel meydanları,
en ünlü meydanları 1 Mayıslara tahsis edilmekte ve gerçekten bayram şölen
havası içinde geçmekte. Ama ülkemizde ne yazık ki 1 Mayıs Taksim Meydanı ile
özdeşleşmiş durumda.
Bunun
önemli bir nedeni var: 1977 1 Mayısı. Ben de o 1 Mayıstaydım.
Beyaz gömleğimle, sağlık emekçileriyle birlikte işçilerimizin, emekçilerimizin
bayramında dayanışma amacıyla oradaydım. 500 bin insanın katıldığı büyük bir
şölen, büyük bir coşku, büyük bir bayram havası içinde geçen bayramın dağılma
anında birdenbire insanların üzerine ateşler açıldı, birdenbire siren sesleri,
ses bombaları patlatıldı. 5 insan kurşunla yaşamını yitirdi, 25 insan ezilerek
canını verdi, 1 insan da panzer altında kaldı.
Bunun
büyük bir provokasyon olduğu çok açıktı. Ancak diğer
gün hemen, bayramın ikinci günü, yani 2 Mayısta sağ basın olayı çarpıtarak
kamuoyunu yanıltmaya kalktı.
Günaydın
gazetesi şöyle dedi: “Maocu vatan hainleri İşçi Bayramını kana buladı.”
Tercüman
gazetesi: “Maocular DİSK’in İstanbul’da yaptığı mitingi bastı.”
Son
Havadis gazetesi: “Kızıllar kudurdu, Taksim savaş alanına döndü.”
Hergün gazetesi: “Solcular 40 kişiyi katletti.”
Yeni Asya
gazetesi: “DİSK mitinginde komünistler birbirini yedi.” gibi tamamen gerçek
dışı ve amaçlı, kamuoyunu yanlış yönlendirmeye yönelik haberler yapıldı.
İşte,
bugün aynı zihniyet devam ediyor. Sanki 1 Mayısta emekçiler, işçiler,
devrimciler, demokratlar kan dökecekmiş gibi bir hava yaratılıyor. Ne yazık ki Hükûmette de böyle bir ön kabul var gibi görüyoruz. Oysa
işçilerin, emekçilerin kendi düşüncelerini ifade etmek için kullandıkları
sloganları dışında ve taşıdıkları pankartların dışında herhangi bir şiddet
uyguladıklarına rastlamıyoruz 1 mayıslarda. 1 mayıslarda kendi sınıf çıkarlarını savunmak üzere
düşüncelerini dile getiriyorlar. Ne zaman ki polis müdahale ediyor, işte o
zaman kan dökülüyor, o zaman insanlar coplanıyorlar.
Müdahalenin
olmadığı hiçbir 1 Mayısta emekçiler 1 Mayısı bayram havası dışında kutlama
gayreti içinde olmamışlardır. Bu 1 Mayısta da böyle olacaktır. Bakın, DİSK
polis sendikalarını davet etti, polisleri davet etti Avrupa’dan; polisler
gelecekler 1 Mayısa, 1 Mayısı Türkiye emekçileriyle birlikte kutlamaya
gelecekler, daveti kabul etmişler. Bizim polisimizin de oraya gelmesini
istiyoruz, ama nasıl? Copsuz, biber gazsız ve panzersiz; bayrama, şölene
katılmalarını istiyoruz 1 Mayısta.
1 Mayısın
önemi: İşçi sınıfı açısından çok önemli. 1 Mayısın Taksim’de kutlanması son
derece önemli. Geçmişimizle yüzleşmek zorundayız. O gün 1 Mayısta provokasyon yapanlar 1980 askerî darbesinin hazırlıklarını
yapanlardı ve şartlar olgunlaşınca darbe yaptılar. Bugün de Türkiye bir darbe
tehlikesi yaşamıştır ve darbe belki önlenmiştir ama işin kökü kazınmadıkça bu
ülke her an bir darbeyle karşı karşıya kalabilir. Bu tehlikeyle, bu korkuyla
yaşayamayız.
Eğer biz
1 Mayıs 1977’nin katillerini, örgütleyicilerini ortaya çıkarmaz isek, eğer biz
Susurluk’u ortaya çıkarmaz isek, eğer biz Şemdinli’yi ortaya çıkarmaz, faili
meçhul cinayetleri ortaya çıkarmaz isek bu ülke demokrasiye ulaşamaz. Demokrasi
ancak geçmişimizle yüzleşmek ve karanlık bütün cinayetleri ve olayları
aydınlatmakla mümkündür. Bu da Hükûmetin görevidir,
Meclisin desteğini arkasında bulacaktır.
Bakın, 1
Mayısta alanda çok büyük sayıda görevli vardı. 15 emniyet müdürü, 315 emniyet
amiri, 3.094 polis, 207 bekçi, 81 motorlu ekip, 9 panzer ve 1 jandarma birliği
görev yapmıştı. Ancak, kitleye saldıranlar değil, doğrudan doğruya kitleye bu
güvenlik görevlileri müdahale ettiler. O günün Belediye Başkanı Sayın İsvan coplandı o gün orada. Sayın İsvan
mıydı kitleyi kurşunlayan? O gün, 1 Mayısta görevli olan kişi, 1 Mayısın
güvenliğini sağlamak üzere görevlendirilen kişi kimdi biliyor musunuz? 1955 6-7 Eylül
olaylarına neden olan, Selanik’te Atatürk’ün evini kundaklayan kişi; daha sonra
-ki adı Oktay Ergin- Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Daire Başkanlığında 1
Mayıs toplantısıyla ilgili önlemlerin alınması ve uygulanmasında
görevlendirilmişti. Yani güvenlik önlemi almak yeterli değil. Gerçekten olayın
yaşanmaması için, demokrasiye inanmış, barışa inanmış insanların
görevlendirilmesi gerekmektedir.
Zaman
yeterli değil. Biz, 1 Mayısla ilgili kanun teklifi vermiştik ancak gündeme
gelmemişti. Yine bizim, “nevroz”un bayram günü ilan edilmesiyle, kabul
edilmesiyle ilgili verdiğimiz bir yasa değişikliği önerimiz vardı; o da
gündemimize, Meclisimizin gündemine getirilmedi. Bunların bir an önce gündeme
getirilmesi ve yasalaşması temennimizdir.
Zaman
darlığı nedeniyle… Daha fazla konuşmak mümkün ama zamanım bitti. Diyorum ki:
Yaşasın 1 Mayıs…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OSMAN
ÖZÇELİK (Devamla) - “…” (x)
Saygılar
sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Özçelik.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi.
Buyurunuz.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ
GRUBU ADINA HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 354 sıra sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
1’inci
maddesi üzerinde grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, 1 Mayısın tarihine baktığımızda 1886’da Chicago’da
bayraklaşan, ağır çalışma şartlarının ve sürelerinin yeniden düzenlenmesi için
başlatılan mücadeleyi görmekteyiz. Bu mücadele, sadece iş saatlerinin
düzenlenmesi değil, çalışanların, ezilenlerin, işsizlerin, yoksul halk
kesimlerinin ekmek, barış, özgürlük, hak ve onur mücadelesidir. 1 Mayıs bir
ideolojinin kavramı değildir, tüm çalışanların ve dünyanın evrensel ortak bir
değeridir. Tüm dünyada “Uluslararası Birlik ve Dayanışma, Mücadele Günü” olarak
kutlanmaktadır. Ülkemizde 1 Mayıslar ilk kez 1909’dan itibaren kutlanmaya başlanmıştır.
1 Mayıs, 1923’te resmî “İşçi Bayramı” olarak kutlandı. 1924’te kitlesel
kutlamalar yasaklandı. 1935’te “Bahar ve Çiçek Bayramı” oldu, ilk defa ücretsiz
tatil günü ilan edildi. 1981 yılına kadar da ülkemizde resmî tatil olarak
kutlanıyordu. Ancak, 12 Eylül ihtilal döneminde 1 Mayıs resmî tatil olmaktan
çıkarılmıştı.
Değerli arkadaşlarım,
hafızalarınızı yoklarsanız yıllardır Türkiye’de 1 Mayıslar kavgayla, endişeyle,
korkuyla, kanla, şiddetle anılmıştır. Özellikle, küçük illegal örgütler 1 Mayısı
fırsat bilerek meydanlarda terör estirmektedirler. Anlaşılmaz bir şekilde, bazı
örgütler de buna çanak tutmaktadırlar. 1990’lı yıllardan itibaren işçi
konfederasyonlarının 1 Mayısı ortak kutlamalarında emeği geçmiş ve bu
kutlamalarda aktif görev almış sendikacı kökenli bir arkadaşınız olarak ifade
etmeliyim ki 1 Mayısa damgasını vuran maalesef hep üzücü olaylar olmuştur.
1977’de 34 kişi, 1996’da 3 kişi, insanımız, çıkan olaylarda hayatını
kaybetmiştir. Kaldırım taşlarının söküldüğü, camların ve canların kırıldığı,
lalelerin tekmelendiği, trafik lambalarının parçalandığı görüntüler hâlâ
hafızalarımızdadır. Geçmişte yaşadığımız acı tecrübeler hepimizce malumdur.
Artık bu olumsuzluklara, şiddet görüntülerine son verilmeli, hafızalarımızda
yeni bir sayfa açılmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarıyla, sendikalarımızla, işçi
ve işveren kuruluşlarımızla bu acı tecrübelerin tekrarlanmaması için, hep
beraber ortak akılla hareket etmeliyiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmetimizin attığı bu ileri ve
olumlu adım, sadece 1 Mayısın resmî tatil ilan edilmesi olarak görülmemelidir.
Bu adım, AK PARTİ İktidarında sağlanan açılımların, toplumsal huzura ve barışa
getirilen yeni kazanımların devamıdır, demokratikleşmenin, bireysel hak ve
özgürlüklerin genişletilmesidir. 1980 sonrasında bütün işçi sendikalarının ve
konfederasyonlarının her platformda dile getirdiği “1 Mayıs resmî tatil olsun”
talebi, dönemin bütün iktidarları tarafından görmezden gelindi ama bunu yine AK
PARTİ gündeme taşıdı ve bugün de hep beraber gerçekleştiriyoruz. AK PARTİ, her
zaman söylediğimiz gibi, değişimi ve dönüşümü takip eden değil, bizzat
gerçekleştiren partidir. Biz, ülkemizin geçmişinde ne kadar kara delik ve
olumsuz iz varsa onları tek tek gideriyoruz ve
siliyoruz. Değişen ve gelişen dünyanın tüm açılımlarını ülkemize
kazandırıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, 1
Mayıs, bildiğiniz gibi, geçen yıl Hükûmetimizce “Emek
ve Dayanışma Günü” olarak ilan edildi. Bu yıl da Türkiye Büyük Millet Meclisine
resmî tatil olması için kanun teklifi verildi. Biz bütün toplumsal kesimlere
olduğu gibi çalışanlarımıza da her zaman elimizi uzattık. Çalışanların
haklarında önemli ilerlemeler kaydedildi, birçok yasal düzenleme yapıldı.
Hatırlamak istersek bunları:
İş Kanunu revize edildi. 1980 öncesindeki hak grevine benzer şekilde,
ücretlerini alamayan çalışanlara iş borcunu yerine getirmeme hakkı tanındı.
Yine bizim dönemimizde 13,5 katrilyon zorunlu tasarruflar anapara ve
nemalarıyla ödendi. Konut edindirme yardımlarında hak sahiplerine şu ana kadar
3 katrilyona yakın geri ödeme yapıldı ve hâlen ödemeler yapılmaya devam ediyor.
2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve
Lokavt Kanunu önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
gelecek. Çalışma hayatının kronik sorunlarından birisi olan geçici işçiler
sorununda 218 bin geçici işçi AK PARTİ ile daimî kadrolarına kavuştu. Bütün
bunlar AK PARTİ’nin emekçilere bakışını açıkça, net
bir şekilde ortaya koymaktadır.
Biz hiçbir şeye kayıtsız
kalmadık, kalmıyoruz, kalmayacağız. AK PARTİ olarak, Anayasa’nın 2’nci
maddesindeki “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” kavramlarının içini
doldurmak ve onları hayata geçirmek için çaba sarf ediyoruz. Türkiye elde
ettiği kazanımlarını kaybetmeyecek, daha ileri düzeylere taşıyacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üzerinde konuştuğumuz düzenleme Türkiye Büyük Millet Meclisine
sevk edildikten sonra emekçilerin tebrik ve teşekkür mesajlarını aldık ancak
birtakım çevrelerin de “1 Mayısı aldık, sıra Taksim’de.” yaklaşımları şimdiden
ortamı germektedir. Bu tür yaklaşımlar 1 Mayısın barış, kardeşlik ve dayanışma
ruhuna aykırı yaklaşımlardır. Biz 1 Mayısın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak
kutlanması için üzerimize düşeni yapıyoruz, çalışanların taleplerine geçmişte
yapıldığı gibi seyirci kalmadık ancak bu konuda konfederasyonlarımızın da
yerine getirmeleri gereken görevler vardır. Son yıllarda 1 Mayıs kutlamalarında
ciddi gelenekler oluşmaya başlamıştır ancak bu gelenekler bazı girişimlerle
birtakım tartışmaları da beraberinde getirmektedir.
1 Mayıs konusunda alan
ısrarını anlamlı bulmuyoruz. Çünkü alanlar değil, emek kutsaldır. Kaldı ki
Taksim Meydanı hiçbir zaman 1 Mayısa kapatılmamıştır. 1 Mayıs öncesi Taksim
Meydanı’na bütün işçi ve memur konfederasyonu temsilcileri çıkarlar, önce
Atatürk Anıtı’na çelenk konur, ondan sonra da Kazancı Yokuşu’ndaki 1 Mayısta
hayatını kaybeden işçilerin başına karanfil konulur, anılır.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Onu da mı yasaklayacaksınız!
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Dolayısıyla, Sayın Özyürek, 1 Mayısta Taksim Alanı
kapalı değildir ancak siz ifade ettiniz, dediniz ki: “Taksim’de kutlayalım.”
Oysa yetkililerden…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
- Eğer yetkililerden alanlara ilişkin bir hacim sorarsanız, öğrenirseniz en
büyük alan Kazlıçeşme Alanı’dır, 300 bin
metrekaredir.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Dağın başıdır.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
- Onun yanı başına baktığınızda Çağlayan Meydanı, “Burada miting mi olur!”
dediğiniz yer 180 bin metrekaredir.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Orada meydan falan yok.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Taksim Alanı 60 bin metrekaredir.
Eğer geniş katılımlı,
hepimizin orada bulunmasını arzu ettiğiniz bir meydan, bir alan istiyorsanız,
hepimizi alacak en büyük meydan Kazlıçeşme Alanı’dır.
Eğer meydanı böylesine…
ÖZDAL ÜÇER (Van) – O zaman
yılbaşını da orada kutlayın.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Taksim’i niye kapatıyorsunuz?
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Taksim kapalı değil…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
İşçilere kapalı.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
-…beraberce 1 Mayıs günü gidelim, karanfilimizi beraber koyalım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
100 kişiyle!
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Sayın Özyürek, ben yirmi yıldır 1 Mayısı Taksim
Meydanı’nda kutlayan bir arkadaşınızım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
100 kişiyle mi?
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Sembolik ama!
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Siz Kazancı Yokuşu’ndaki o hayatını kaybeden işçi arkadaşlarımızın hangisine
karanfil götürdünüz? (CHP sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Yapma ya!
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Senin yaşın kadar ben oraya çelenk bıraktım.
BAŞKAN – Sayın Tanrıverdi, lütfen sözlerinizi bağlayınız.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Sayın Özyürek, size soruyorum ben… (CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Tanrıverdi, lütfen sözlerinizi bağlayınız.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Ben size soruyorum… Şimdi bakın…
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Evet, evet… Ben İstanbul il başkanıydım, o zaman gider oraya karanfil
bırakırdım.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Hepsine…
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– O zaman Sayın Özyürek…
BAŞKAN – Karşılıklı
konuşmayalım lütfen.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Sayın Başkanım, bir dakika alabilir miyim?
BAŞKAN – Ek bir dakika daha
verdim Sayın Tanrıverdi, lütfen tamamlayınız.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Teşekkür ederim.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Geçen sene neredeydiniz?
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Sayın Özyürek, görülüyor ki Taksim Alanı kapalı
değil, karanfilinizi götürebiliyorsunuz, koyabiliyorsunuz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Bırak ya! Yapma ya! Sana kapalı değil.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– O hâlde burada başka bir şey yapmaya gerek yok, düşünmeye gerek…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Kitlelere kapalı, sana kapalı değil.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Biz emekçilerin hakkını savunuyoruz, sizin hakkınızı değil.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Şimdi, önemli olan, 1 Mayısta mesaj verebilmektir, mesaj.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) -
Taksim’de verelim!
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Devamla)
– Biz bu meydanlarda çok mesaj verdik ama kimse algılamamıştı. İşte şimdi AK
PARTİ İktidarı bunu algılıyor, uyguluyor.
Hayırlı olsun diyorum. Sağ
olun, var olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Tanrıverdi.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Kanlı Pazarlarda da verdiniz mesajı vaktiyle!
BAŞKAN – 1’inci madde üzerine
şahsı adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk.
Buyurunuz Sayın Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan, bizim Genel
Başkan ABD’nin, tarikatların ve cemaatlerin izni ve icazetiyle ısmarlama genel
başkan olmamıştır. Bizim Genel Başkan, Hikmetyar’ın
dizinin dibinde çökerek, büyüyerek genel başkan olmamıştır. O nedenle, AKP
rahatsız olabilir bizim Genel Başkandan, siz rahatsızsınız diye, siz
istemiyorsunuz diye, Amerika istemiyor diye biz Genel Başkanımızı değiştirecek
değiliz. Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanının değişmesini bekleyenler
avuçlarını yalarlar! (CHP sıralarından alkışlar)
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Ya,
şimdi ne alakası var bunun? Başkasına niye sataşıyorsunuz?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) –
Şimdi, değerli arkadaşlarım, ben bir konuşmacının konuşma metnini düzelterek
konuşmama devam etmek istiyorum: “1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda polisle
çatışan işçilerden 34 kişi hayatını kaybetmiştir.” diye bir ifade geçmiştir.
Siz de hatırlarsınız ki, 1 Mayıs 1977’de Taksim’de işçilerin polisle çatışması
değil, orada yapılan bir provokasyon sonucu işçilerin
paniklemesiyle, o kalabalığın paniklemesiyle ezilerek insanlar ölmüştür,
işçilerle polisin çatışması söz konusu değildir.
AKP’nin sözcüsü dedi ki: “1
Mayısta Taksim Meydanı’nın emekçilere açılmasını savunacağımıza, gelin 1 Mayıs
1977’deki katliamı yapanların üzerine gidelim.” Ben bu Meclis kürsüsünde de
defalarca söyledim, 1 Mayıs 1977 katliamının üzerine gidin dedim. Şimdi, 1
Mayısta Taksim Meydanı’nın emekçilere açılmasını istemek, 1 Mayıs 1977
katliamını yapanların üzerine gidilmesine engel midir değerli arkadaşlarım?
AKP sözcülerinin
konuşmalarından anladığımıza göre hâlâ şu anlayıştan vazgeçmiş değiller: Hâlâ
kendilerinin lütfettiğini ve işçilere 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü
kendilerinin bir lütfu olarak verdiklerini söyleyip
duruyorlar. Oysa, kendilerinin de sendikacı olduğunu
söyleyen arkadaşlarımız, dünya toplum tarihinin ezenler ve ezilenlerin
mücadelesi olduğunu çok iyi bilirler ve hak verilmez, hak alınır. Siz
lütfetmiyorsunuz, dünya işçi sınıfı bunu canıyla aldı, Türkiye işçi sınıfı da
yüz yıldır mücadelesi sonucunda, artık, o mücadelenin elde ettiği başarıyı
kazanmanın mutluluğunu yaşıyor. Bugün, işçi sınıfının, Türkiye işçi sınıfının
verdiği mücadele sonucunda bu haklarını elde etmişlerdir. Türkiye'de ilk defa
1909 yılında kutlanmıştır 1 Mayıs, yüz yaşındadır bu 2009’un 1 Mayısında.
Değerli arkadaşlarım, burada
yine ben teknik bazı şeyler söylemek istiyorum. Şimdi, ısrarla bu 1 Mayısta
Taksim Meydanı’nın açılmasına karşı olan dar bir kesim ideolojik dayatmayla
aslında olaya bakıyor, 1 Mayısın açılmaması için çeşitli bahaneler ileri
sürüyorlar. Bunlardan bir tanesi, Taksim Meydanı’nın büyüklük olarak mitinge elverişli
olmamasıymış; diğeri ise Taksim Meydanı turizm merkeziymiş, miting
yapılamazmış. Bir kere, bu miting falan değil, bunu Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu kapsamında değerlendirmek doğru değildir. Bu, 1 Mayıs,
uluslararası, işçilerin dayanışma, birlik, beraberlik ve mücadele günüdür.
Nasıl diğer bayramlar istenildiği tarzda buralarda kutlanabiliyor ise, işçiler
de bu dayanışma gününü pekâlâ özgürce burada kutlamalıdırlar. Buradaki bütün
telaş, bütün kaygı, bu toplantıların özgürce yapılamayacağı kaygısından
kaynaklanmaktadır. Şimdi, burada, öteden beri, olay çıkacağı konusunda
iktidarın bakanı felaket tellallığı yapıyor, iktidar partisi felaket tellallığı
yapıyor. Hükûmetin görevi felaket tellallığı yapmak
değildir. İktidarın görevi, olay çıkacak diye insanların haklarını kullanmasını
engellemek değildir, özgürce bunun kutlanması için gereğini yapmaktır, gereğini
sağlamaktır.
Burada, İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanının İstanbul Metropoliten Planlama Bürosuna yaptırdığı
“İstanbul Çevre Düzeni Planı” var, bu planda İstanbul’un meydanları
işaretlenmiştir. Burada benden önce konuşan AKP sözcüsü arkadaşımız, Şişli’deki
meydanın en büyük meydan olduğunu, Taksim’in 2 katı olduğunu söylemiştir. Oysa, bu elimizdeki raporda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından yaptırılan raporda, Taksim Meydanı, Kadıköy Meydanı ve Çağlayan
Meydanı kıyaslanmıştır. Taksim Meydanı 58 bin metrekaredir, oysa Çağlayan
Meydanı 15 bin metrekaredir; bu, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
yaptırdığıdır ve bu raporda hem güvenlik bakımından hem ulaşım bakımından hem
teknik bakımdan hem de büyüklük bakımından…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurunuz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) –
…Taksim Meydanı’nın en uygun meydan olduğu, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün
kutlanacağı en uygun alan olduğu belirtilmektedir.
Bu meydanlar, alanlar
yolların, salt yolların kesişmesinden meydana gelen yerler değildir. Bu meydanların
geçmiş tarihindeki anılar vardır. Meydanlar o anılarıyla birlikte
değerlendirilir, o anılarıyla birlikte anlam kazanırlar. Meydanların güzelliği,
ulaşımı, çevresi elbette önemlidir ama tarihin, toplumun ona kattığı değer
hepsinden daha da önemlidir. Bugün tüm dünyada meydanlar insanların
protestolarını, sevinçlerini, acılarını haykırdıkları toplu buluşma
alanlarıdır. Acı günlerinde ağıt yakarlar. Sevinçlerinde türkü söylerler, halay
çekerler. 1 Mayıs denilince Taksim anlaşılır, Taksim Meydanı anlaşılır. Taksim
Meydanı’nın Türkiye işçi sınıfı için çok özel bir anlamı vardır. Orada,
Taksim’de işçiler 37 tane şehit vermişlerdir. Bu mücadele ve dayanışma gününün
Taksim’de kutlanılmasından korkulacak hiçbir şey yoktur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
bağlayınız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) –
Toparlıyorum Sayın Başkan.
Bakın, Nasreddin
Hoca’nın deyimiyle eşeği yanlış yerde aramamak lazım. Bu korkunun sebebi oraya
katılan işçiler değildir, o dayanışma gününde orada toplanan insanlar değildir.
Bunun sebebinin kim olduğunu herkes biliyor. Şimdi toplumda yapılması gereken
bir geniş uzlaşıyla… Bir de kendisine “Demokratım ve özgürlüklerin
savunucusuyum.” diyen AKP döneminde Taksim Meydanı kapatılarak 1 Mayıs
Uluslararası Dayanışma Günü kutlanılamaz değerli arkadaşlarım. O nedenle 1
Mayısa korkusuzca gitmemiz lazım.
Ben Sayın Çalışma Bakanımıza,
Sayın Başbakanımıza, AKP’li milletvekili arkadaşlarımıza 1 Mayısta Taksim
Meydanı’nda hep beraber bu işçi sınıfının uluslararası dayanışma, birlik ve
mücadele gününü beraber kutlayalım diyorum. Yaşasın 1 Mayıs diyorum. Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Öztürk.
1’inci madde üzerinde şahsı
adına İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç.
Buyurunuz Sayın Domaç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET DOMAÇ (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1 Mayısın “Emek ve Dayanışma Günü”
adıyla tatil günü olarak düzenlenmesini sağlayacak kanun tasarısının 1’inci
maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başbakana, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanımıza, Bakanlar Kurulu üyelerine, AK PARTİ Grubuna,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna, Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna, Demokratik
Toplum Partisi Grubuna, tek tek milletvekillerimize,
işçilerimizin temsilcisi sendikalarımıza 1 Mayısın Emek ve Dayanışma Günü,
kısaca işçi bayramı olarak kutlanmasına sundukları katkılar için teşekkür
ediyor, şükranlarımı sunuyorum.
Sayın milletvekilleri,
sanayileşmiş ülkelerde 19’uncu yüzyılda çalışma saatleri gün ışığıyla başlama
esasına göre belirleniyordu ve işçiler yaklaşık yaz aylarında on sekiz, kış
aylarında on beş saat çalışıyorlardı. Bu nedenle, sekiz saat iş gücü talebi
kapitalizmin geliştiği her ülkede yükseldi ve “sekiz saat çalışma, sekiz saat
sosyal hayat, sekiz saat dinlenme ve uyku” sloganı Avustralyalı işçiler
tarafından hayata geçirildi, talep edildi ve 1856 yılında Avustralya’da
gerçekleştirildi.
Saat hareketi Amerika
Birleşik Devletleri’nde yığınsal bir harekete döndü. 1886 yılında, Ulusal Emek
Birliği Kuruluşu bunu karar altına aldı. Hak arama süreçleri kolay olmadı.
Ölümlerle sonuçlanan acı olaylar gerçekleşti. Emeğin dünya dayanışması
geliştirildi ve 1 Mayıs, 1889 yılında işçilerin, emekçilerin birlik, mücadele,
dayanışma günü olarak belirlendi, insanlık tarihinin önemli günlerinden biri
olarak ülkelerin, toplumların hafızalarına kaydedildi.
Sayın milletvekilleri,
ülkemizde de 1 Mayıs yasaklarla dolu bir geçmişe sahip, acı olayların,
ölümlerin gerçekleştiği bir mücadele süreci. 1 Mayıs bahar bayramlarından yola
çıkarak kutlamalar 1923-1975 yılları arasında doğru
düzgün gerçekleştirilemedi. 1977 yılında bizim de o topluluğun içinde
bulunduğumuz, failleri henüz bulunamayan acı ölümlerin yaşandığı yıllarla
yüzleşmek durumundayız. Bu yüzleşmeyi hep birlikte yapmalıyız, toplumun bütün
kesimleri yapmalı herhangi bir kesimini ayırmadan. Demokrasiye ve insan onuruna
olan inancımız ise bu felaketler karşısında her gün daha pekişiyor. Bu inançla
geliştiğimizi, değiştiğimizi ve insana daha fazla değer vermeyi öğrendiğimizi
düşünüyorum hep birlikte.
12 Eylül 1980 darbesi 1
Mayısı ortadan kaldırdı. Yani bizi yüz yıl geri taşıdı, yüz yıl. Belleklere
işlenmiş, nesilden nesile geçen mücadele, dayanışma,
birlik duygusunu yok etmek olanaksızdı çünkü o genetik bir özellik hâline
dönüşmüştü. Tabii ki işçiler, sendikalar durmadılar, mücadele ettiler, acı
çektiler ama her zaman vardılar, var olacaklarını da gösterdiler.
Sayın milletvekilleri, yirmi
dokuz yıl aradan sonra bugün 1 Mayısı emeğin ve dayanışmanın günü olarak tatil
yapmak için çaba harcıyoruz. Bunun için işçi bayramının yalnızca işçilerin
değil, barışın, kardeşliğin, tüm yurttaşların bayramı olmasıdır buradaki
çabamız çünkü üretim, emek tek tek bireylere yönelen,
paylaşılan bir olgudur. 1 Mayıs işçi bayramının doğuracağı coşku ve kıvanç
herkesçe paylaşıldığı oranda artacaktır. 1 Mayıs, sevinci, dayanışmayı,
paylaşma coşkusunu, erinci kendisinde saklı tutmaktadır. Ülkemizin sınırları
dışında tüm emekçilere bir selam gönderiliyor, böylece dünyada barış istendiği
kararlı bir şekilde haykırılıyor. Onun için, 1 Mayısta omuz omuza olmayı,
geleceğe ait ideallerimizin daha bir yeşermesi için, yansıtılması için,
paylaşmayı, dostluk duygularını geliştirmemiz gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
MEHMET DOMAÇ (Devamla) – 1
Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün resmî tatil olarak kutlanacak olmasının
kıvancı ve sevgisiyle saygılar sunuyorum, hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Domaç.
Sayın milletvekilleri, şimdi
soru-cevap işlemine geçiyoruz.
On dakika süremiz var, beş
dakikasını sorulara ayıracağım, beş dakika dolduğu zaman sorulara son
vereceğim.
Sayın Genç, buyurunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efendim, bugün
televizyonlarda bir yayın yapılıyor. Sayın Bakan, 500 bin kişi geçici işçi
alacağını deklare etmiş. Zaten aslında bu ekonomik krizde 500 bin değil belki 1
milyon insan almak lazım. Bu doğru mudur? Alınacaksa, bunları hiç olmazsa ağaç
dikmede ve taşlı arazilerin temizlemesinde kullanmayı düşünüyorlar mı?
1 Mayısın kabulü elbette ki
olumludur, resmî tatil günü olarak kabul edilmesi. Ama,
AKP yedi yıldır iktidardadır, yedi yıl sonra mı aklı başına geldi? Keşke daha
önceden de bunu getirseydi, bu iş daha da kutlanacak bir durum olacaktı.
Ayrıca, AKP İktidarı zamanında sendikacılık öldürüldü yani KİT’ler
özelleştirildi, işte, devletin resmî kurumlarındaki işçi kanalıyla görülmesi
gereken işler, temizlik işçisi ve güvenlik görevlisi…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Genç.
Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, yedi senedir
iktidardasınız, her 1 Mayıs gelişinde iktidar ile işçi ve emekçi kesim temsilcileri
arasında izin ve meydan krizi yaşanıyor. Demin kürsüde yapılan konuşmalar da
bunu ortaya koyuyor. Şunu sormak istiyoruz gerçekten: AKP’nin agorafobi
hastalığı mı var? Yani, meydan fobisi hastalığına mı yakalandı? Yani yedi sene
sonra ilk defa ortak bir önerge veriyoruz 1 Mayıs işçi bayramının yasallaşması
için ve bayramların kutlanması biçimi mitingler gibi değil siyasi partilerin.
Mitinglere emniyet müdürleri, valiler yer gösterebilir. Ama bayram olduktan
sonra artık bu değişimi AKP’nin de görüp bu hastalığı aşması gerekiyor. Bunun
zamanı geldi. Toplumsal barış…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kaplan.
Sayın Üçer…
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Söz hakkı
için teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanın az evvelki söylemine
bağlı olarak… Sendikal hakların AKP Hükûmeti
süresince genişlediğini ifade etti ve buna karşılık olarak, altı yıllık
iktidarınız süresince sadece sendikal faaliyetler yürüttükleri için acaba kaç
sendika yöneticisi ya da sendika şube başkanı, sendika şube temsilcisi
gözaltına alındı? Kaç sendikanın iş yeri binası güvenlik güçlerince basıldı?
Sendika üyesi olup sendika yöneticiliği yapan kaç kişi görevinden alındı ya da
görev yeri kendi isteği dışında değiştirildi, yani sürgün edildi? Bunları yanıtlarsa
söylediğinin haklı ya da haksız olduğunu değerlendirme şansımız var.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Üçer.
Sayın Dibek…
TURGUT DİBEK (Kırklareli) –
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Ben sorumu aslında İçişleri
Bakanımıza soracaktım ama kendisi yok, sanıyorum Komisyon Başkanımız
yanıtlayabilir.
Şimdi, dün sanıyorum basında
da yer almıştı, geçen yıl Taksim’de hiç istemediğimiz görüntüler oldu. Polis
memurlarımızın -hatta az önce Rıza Bey de belirtti- pastanede oturan bir
vatandaşa tokat attığını biliyoruz. Bunları önlemek üzere, İçişleri Bakanlığı,
Çevik Kuvvet polis memurlarının kasklarına numaralandırma işleminin
yapılacağını söylemişti. Dün sanıyorum basında yer aldı, İstanbul, Diyarbakır
gibi çok büyük iller de dâhil olmak üzere otuza yakın ilde bu uygulamanın henüz
başlamayacağı, yapılamadığı belirtildi. Şimdi anlaşılıyor ki on gün sonraki 1
Mayısta Taksim ile ilgili olarak bu olayların tekrar çıkması muhtemeldir.
Benim sormak istediğim şu:
Aradan bir yıl geçti, niçin İstanbul, Diyarbakır ve diğer otuza yakın illerde
bu uygulamayı İçişleri Bakanlığı başlatmadı? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Dibek.
Sayın Kafkas…
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Sayın
Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma bir soru sormak istiyorum.
Biraz önce bir değerlendirme
yaparken kimi partilerde seçim sonrasında liderlik tartışmalarının
olabileceğini söylerken acaba hangi partinin liderine hakaret ettik ki bir
arkadaşımız çıkıp burada partimizin Genel Başkanı ve Başbakanımıza haddini aşan
ifadeler kullandı? Biz mi duymadık, yoksa bu arkadaşımız hadsizlik mi yaptı?
Bir de bir arkadaşımız
kırmızı karanfillerin birilerinin eline yakışıp yakışmadığını sordu. “Acaba
kırmızı karanfili bile ortak, birlikte sevemiyorsak burada bir sevgisizlik yok
mu?” diye sormak istiyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Bakana mı soruyorsunuz bunu?
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak)
– Bakan nereden bilecek?
RAHMİ GÜNER (Ordu) – Bakan
konuşurken yoktunuz herhâlde.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Kafkas.
Buyurunuz Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Efendim, teşekkür ederim.
Öncelikle tabii önemli bir
gündem maddesi. Yıllarca beklediğimiz bir
gündem maddesini görüşüyoruz. Burada konuya bağlı kalınması…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Nereden
çıkarıyorsunuz siz, nereden çıkarıyorsunuz? Adını ben ağzıma almadım ki.
Tutanak orada. Nereden çıkardınız? Niye alınıyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen sakin olunuz.
Buyurunuz Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – …son derece önemli.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Alınacak ne var? Tutanak orada.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Çünkü 1 Mayısı konuşuyoruz, 1 Mayısın dışında
birçok şeyler burada gündeme geliyor.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Siz getirdiniz Sayın Bakanım, siz getirdiniz!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Hayır efendim.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Siz getirdiniz! Bizim Genel Başkanımızı siz getirdiniz!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Bakınız, söylenen…
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Tutanaklar orada.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Bakınız, ben size şunu söyleyeyim: Siz Genel
Başkanınızdan tabii ki memnunsunuz. Doğrusu biz de memnunuz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Siz niye getiriyorsunuz? Size ne bizim Genel Başkanımızdan!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Biz de memnunuz efendim, bir şey yok.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Tam bir demagoji! Gecenin bu saatinde bir bakana
yakışıyor mu bu!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Yani demagoji değil.
Bizim bir memnuniyetsizliğimiz söz konusu değil fakat burada ifade edilen konu,
yok “47 alırken bilmem şuraya indiniz, bundan dolayı mı getirdiniz?” gibi
yakışıksız ifadeler kullanılıyor. Bu anlamda söylediğimiz bir şey.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Bir bakana yakışıyor mu!
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Siz niye getiriyorsunuz?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Tabii ki bu cümleyi ifade
ederken, doğrusu seçimlerden sonra bazı genel başkanlar da siyasetten
ayrıldılar veya istifa ettiler.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) – Yüzde 39 oy almadınız mı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) - Burada bu soru
üzerine verdiğimiz cevap çerçevesinde de gerçekten bu sorunun muhatabı olmayan
ve bu kadar önemli bir gündemi takip eden Sayın Bahçeli’ye de ben gerçekten çok
teşekkür ediyorum, çünkü önemli gündem maddesini görüşüyoruz ve muhatap, soruyu
soran muhataba dönük ifademiz biraz daha genelleme şeklinde anlaşıldıysa bu
konuda tavzihini ifade etmek için söylüyorum, yoksa bizzat bu soruyu soran
arkadaşıma dönük bir cevap idi çünkü… O da şu: Seçimlerden sonra
dikkat ederseniz günlerce partinizle ilgili değerlendirme yapıldı medyada. Buna
yanlış diyebilir misiniz? Yani, bunu,
böyle bir şeyi…
ALİ İHSAN
KÖKTÜRK (Zonguldak) – Ne alakası var bunun konuyla?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) –
Böyle bir şeyi sorup da bize bu…
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) – Size ne! Size ne!
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Bizi ilgilendirmiyor ve Genel Başkanınıza da
memnuniyetimizi ifade
ediyoruz.
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) – Siz kendi işinize bakın! Kendi işini yaptın da CHP mi
kaldı?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) –
Şimdi, sayın bir milletvekilimizin sorusu: “500 bin geçici işçiyi nasıl
alacaksınız? Nedir?” şeklinde. Bu konuyla ilgili tabii bu küresel krizin
yansımaları neticesinde işsizlikle ilgili ciddi sorunlar var talep
daralmasından kaynaklanan, iç talep, dış
talep daralmasından dolayı yaşadığımız sorunlar var. Bununla ilgili… Kriz tabii geçici. Geçici önlemler alıyoruz, vergi
indirimleri, ÖTV, KDV indirimleri gibi bazı düzenlemelerimiz var. Yine
işsizliğin önlenmesi konusunda da geçici bazı önlemler üzerinde çalıştığımız
anlamında medyaya verdiğimiz bir demeçtir. Özellikle toplum
yararına işlerle ilgili olarak yaygın bir şekilde seksen bir ilde altı aylık
süre veya üç aylık süre veya bir yıllık süre içerisinde çok yaygın bir
istihdamı gerçekleştirme imkânımız olduğu gibi mesleki eğitimi de
yaygınlaştırarak şu anda yılda 100 bin kişiyi mesleki eğitime tabi tutmayı,
kapsamı daha da genişleterek 300 bin kişiye çıkarma hedeflerimiz var. Böylece
1 milyona yakın vatandaşımızın gerek meslek edinme, bir mesleki formasyona kavuşma gerekse belli süreli toplum yararına
işlerde istihdamı konusundaki çalışmamıza dönük medyanın soruları karşısında
verdiğim cevap idi.
Bir diğer
soru ise: Sendikal hakların genişlemesi veya daraltılmasıyla ilgili ben burada
bir ifade kullanmadım. Sendikal mevzuatın, 12 Eylül döneminde çıkan bir mevzuat
olduğunu, bu konuda AB ve ILO normları çerçevesinde bu yasanın değişmesi
gerektiği konusunda bir irade var. Bu iradeyi hep birlikte Parlamentoda,
komisyonlarda bu iradeyi ortaya koyduk ve yasayı Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündemine taşıdık. Bu 2821 ve 22’yle ilgili düzenlemeyi gerçekleştirdiğimiz an
bu konuda elde edilmesi gereken haklar elde edilmiş olacak anlamında bir şeyler
söylemeye çalıştım.
Efendim,
sendikal faaliyetlerinden dolayı herhangi baskı veya tutuklama veya gözetim
altına alınma diye bize iletilen bir şey söz konusu değil fakat illegal
faaliyetler neticesinde…
SIRRI
SAKIK (Muş) – 4 tane KESK şube başkanı tutuluyor.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Bakınız, yani yasalara aykırı
bir tutum neticesinde bir durum söz konusu ise, sendikacı da olsanız kim
olursanız olun yasalara karşı bir tutumunuz söz konusu ise o ayrı bir olaydır.
Bu konuda da hukuka hepimizin saygılı olması gerekiyor.
İçişleri
Bakanımızla ilgili bir soru tevcih edildi. Sayın Bakanımız, tabii, burada
olmadıkları için o konuda ben bir değerlendirme yapmayı uygun bulmuyorum.
1 Mayıs huzur içerisinde,
barış içerisinde kutlansın temennisinde bulunuyoruz. Taksim’e,
az önce arkadaşlarımız da ifade ettiler, hep beraber de gidebiliriz,
çiçeklerimizi de koyabiliriz, geçmişin anılmasıyla ilgili bir tablo söz konusu
ise hep birlikte bunu gerçekleştirebiliriz ama meydanla ilgili, miting alanıyla
ilgili veya büyük kitlesel toplantıyla ilgili tabii ki ilgili ve yetkililerin
alacağı karara da hepimizin saygılı olması gerektiğini ifade ediyorum.
Çok teşekkür ediyorum, sağ
olun.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Çelik.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Yetkililer kim? Vali, Hükûmetin emrinde memurlar.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın
Başkan, sormuş olduğumuz sorulara…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Efendim, biz Çalışma Bakanı olarak çalışma
hayatındaki sorunları…
BAŞKAN – Bir dakika sayın
milletvekilleri, bir dakika…
Şimdi, sizin sözünüz bitti
Sayın Bakan, bir arkadaşımız bir talepte bulunuyor.
Buyurunuz.
ÖZDAL ÜÇER (Van) –
Milletvekillerinin sorusunu hükûmet sözcüsü olan
sayın bakanların cevaplaması İç Tüzük esasına dayalıdır ve sayın bakanların da
kamuoyunu doğru bilgilendirme sorumluluğu vardır. Bu anlamda sormuş olduğumuz
soruya kendi mecrasından saptırılarak, başka bir yöne çekilerek cevap verildiği
için…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Sayın Başkan, soru sordu ve Sayın Bakan da cevap verdi.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Ben sormuş
olduğum soruya net cevap istiyorum. O zaman sorumu şu şekilde soruyorum: En son
Ağrı Eğitim-Sen İl Başkanı hangi hukuki gerekçelerle göz
altına alındı ve o zaman denildiği şekilde gözaltına alınan ya da yasal
prosedüre tabi tutulan sendika yöneticilerinin hangi hukuki gerekçelerle
gözaltına alındığını söyleyebilir mi?
BAŞKAN – Sayın Üçer, sorunuza
tam yanıt alamadığınızı söylüyorsunuz; doğru mu anlıyorum?
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Evet.
BAŞKAN – Sayın Bakan, bu
sorunun tam yanıtını verebiliyorsanız lütfen şimdi veriniz, yoksa yazılı olarak
veriniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Böyle
bir usul yok!
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, böyle bir usul yok!
BAŞKAN – Buyurunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Şimdi, Sayın Başkan, sendikal faaliyetler yasal
zemin faaliyetleridir. İlgili yasalar çerçevesinde sendikalar kurulur ve
faaliyetlerini icra ederler. Bu çerçevede bize intikal etmiş olan bir durum söz
konusu değil, bir olumsuz durum söz konusu değil. Ama yasalara aykırı bir durum
var ise tabii ki ilgili merciler bununla ilgili değerlendirmeyi yapacaklardır.
Eğer suçsuzluk söz konusu ise yine ilgili adli merciler kararını vereceklerdir.
Eğer sendika, yasaların hükümleri çerçevesinin dışında bir faaliyet söz konusu
ise, illegal bir faaliyet söz konusu ise de onunla ilgili de değerlendirmeyi
hep beraber göreceğiz. Ama ben Çalışma Bakanlığına bugüne kadar sendikal
faaliyetinden dolayı gözetim altına alınan, tutuklanan bir sendikacının bize
intikal etmediğini söylüyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Çelik.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Hangi
hukuki gerekçelerle gözaltına alındı?
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 1’inci madde üzerindeki…
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Eğitim-Sen
Başkanı hangi gerekçelerle gözaltına alındı?
BAŞKAN – Sayın Üçer, böyle
bir usul yok. Sorunuzu sordunuz, Sayın Bakan cevap verdi. Eğer cevap uygun
gelmiyorsa tekrar yazılı olarak yineleyin, gerekli cevabı tekrar alırsınız.
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN – Şimdi, 1’inci madde
üzerinde konuşmalar tamamlandı ve 1’inci madde üzerinde üç önerge var.
Önergeler aynı mahiyette
olduğundan birlikte işleme alacağım ve istemleri hâlinde ayrı ayrı söz vereceğim.
Şimdi önergeleri okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
354 S. Sayılı Kanun
Tasarısının 1. Maddesinde geçen “ve 1 Mayıs günü” ibaresinin “1 Mayıs günü ve
21 Mart günü” olarak değiştirilmesini; C bendinde geçen “1 Mayıs günü Emek ve
Dayanışma Günü” ibaresinden sonra “ve 21 Mart Nevruz Günü” ibaresinin eklenmesini
arz ederiz.
|
Oktay
Vural |
Atila Kaya |
M.Akif Paksoy
|
|
İzmir |
İstanbul |
Kahramanmaraş |
|
Hasan
Çalış |
Akif
Akkuş |
Ahmet
Duran Bulut |
|
Karaman |
Mersin |
Balıkesir |
TBMM
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 354 s.
sayılı yasa tasarısının 1. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ederiz.
Saygılarımızla.
|
Ferit Mevlüt Aslanoğlu |
Mustafa
Özyürek |
Atila Emek |
|
Malatya |
İstanbul |
Antalya |
|
Hüseyin
Ünsal |
Bayram
Meral |
Sacid Yıldız |
|
Amasya |
İstanbul |
İstanbul |
Madde: 1- 17.3.1981 tarihli
ve 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunun 2. maddesinin
birinci fıkrasına, bu fıkrada geçen "yılbaşı günü" ibarelerinden
sonra "1 Mayıs günü ve 21 Mart nevruz günü" ibaresi eklenmiş ve
birinci fıkranın (C) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"C) 1 Ocak günü yılbaşı,
1 Mayıs günü Emek ve Dayanışma Günü ve 21 Mart Nevruz günü tatilidir."
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 354 s.
sayılı kanun tasarısının 1. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ve teklif ederiz.
Selahattin Demirtaş |
Akın Birdal |
Nuri Yaman |
|
Diyarbakır |
Diyarbakır |
Muş |
|
Fatma Kurtulan |
Sırrı Sakık |
|
|
Van |
Muş |
|
|
Madde 1: 17.3.1981 tarihli
2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasına, bu fıkrada geçen
"yılbaşı günü" ibarelerinden sonra "1 Mayıs günü ve 21 Mart
Nevruz Günü" ibaresi eklenmiş ve birinci fıkranın (C) bendi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"C) 1 Ocak günü yılbaşı,
1 Mayıs günü Emek ve Dayanışma Günü ve 21 Mart Nevruz Günü tatilidir."
BAŞKAN – Komisyon önergelere
katılıyor mu?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI
TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Şimdi, gerekçeler mi
yoksa…
OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe
okunsun.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Söz istiyorum Sayın Başkan.
SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – Söz istiyoruz Sayın Başkan, ben konuşacağım.
BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Özyürek. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; önergemiz hakkında söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Konuşmamda da ifade ettiğim
gibi nevruzun da biz tatil olmasını ve bütün Türkiye coğrafyasında coşkuyla
kutlanmasını istiyoruz, o nedenle de bu önergeyi vermiş bulunuyoruz.
Şimdi, 1 Mayısı tatil ve
bayram ilan etmek suretiyle emekçilerin, işçilerin yıllardır devam eden bir
taleplerine cevap vermiş oluyoruz.
Nevruz için de yurdumuzun pek
çok bölgesinde fiilen kutlanan, diğer bazı ülkelerde de kutlanan bu günün de
tatil ve bayram olmasını istiyoruz, bu nedenle bu önergeyi vermiş bulunuyoruz.
Burada deminden beri AKP’nin
ne kadar özgürlükçü, halkın taleplerine ne kadar duyarlı olduğuna dair güzel
konuşmalar dinledik. Bu konuşmaların bir gereği olarak arkadaşlarımızın bu
önergemize sahip çıkacaklarını, kabul edeceklerini umuyorum ve bekliyorum.
Değerli arkadaşlarım, biraz
önce burada konuşulurken, bir polemik açmak için
söylemiyorum ama arkadaşlarımızın, özellikle AKP sözcülerinin laleye karşı,
lale çiçeğine karşı çok duyarlı olduklarını gördük, bundan çok mutlu olduk,
memnun olduk. Çiçeklere, böceklere, hayvanlara karşı da sevgi göstermek,
sempati duymak güzeldir ama geçen yıl 1 Mayısta biber gazı sıkılan, coplanan
insanlara da aynı saygıyı, aynı sevgiyi göstermek gerekmez mi? (CHP
sıralarından alkışlar) Şimdi, Tuzla’da hayatını kaybeden, peş peşe hayatını
kaybeden insanlara da aynı saygıyı göstermek gerekmez mi değerli arkadaşlarım?
Şimdi, öyle bir hava
estiriliyor ki burada, tamam kardeşim, biz size, emekçilere bayram tatilini
verdik, bir de Taksim Meydanı talebi nereden geliyor havası esiyor. Değerli
arkadaşlarım, bunlar birbirinin ayrılmaz parçaları. (AKP sıralarından “Olur mu
öyle şey?” sesleri) Tabii, tabii,
yıllardır, yıllardır, otuz yıldır Türkiye’de -arkadaşlarım eğer emek dünyasının
taleplerini, sendikaların taleplerini izleme fırsatı bulmuşlarsa- 1 Mayısın
Taksim’de kutlanması talebi vardır, bunun mücadelesi vardır. Bu mücadelenin
sadece bayram kısmını, tatil kısmını görüp diğer esas kısmını, Taksim’de
kutlanmasını görmezden gelmek bütünüyle ideolojik bir takıntıdır. Bu ideolojik
takıntıdan kurtarın kendinizi, bu talebi kabul edin, geliniz, hep beraber
işçiler, memurlar, emekçiler bugünü coşkuyla kutlasınlar diyorum. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) İdeolojik takıntıdır sizin Taksim’e karşıtlığınız.
Bunun başka hiçbir anlamı yoktur. Ama geçen yıl bu tartışmalar gündeme
geldiğinde Sayın Başbakan demişti ki “Ayaklar baş olursa elbette o ülkeyi
yönetemezsiniz.” demişti. Ayakların baş olması meselesi değil, ayakların da
özgürlüğünün, ayakların da haklarının korunması, verilmesi, onların haklarına
saygı gösterilmesi meselesidir. Bizim talebimiz budur.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Ayak değil, ayak!
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Ne
ayağı? Neden bahsediyorsunuz? Ayak ne?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) –
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan; eğer demagoji
yapacaksak burada, biz âlâsını yaparız.
AGÂH KAFKAS (Çorum) –
Başlayalım isterseniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) –
Ama gecenin bu saatinde hem görüşmekte olduğumuz kanuna, bunun bir an önce yasalaşmasına saygımız
nedeniyle susuyoruz ama size de bir partinin iç işiyle, bir partinin lideriyle
ilgili değerlendirme yapmak yakışmıyor. Bu sizin konunuz değil. Siz,
meydanlarda herkes eteğindeki taşı döktü, herkes boyunun ölçüsünü aldı, oturun
onu değerlendirin, onun bunun işiyle meşgul olmayın.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) –
Boyunuzun ölçüsü ne kadar? Boyunuzun ölçüsünü söyleyin!
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Özyürek.
Sayın Demirtaş,
buyurunuz. (DTP sıralarından alkışlar)
SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Aslında 1 Mayısla ilgili
olarak iktidar grubunun değerli sözcülerinin yapmış oldukları gerçekten de
demokratik açılımlara, demokrasiye ne kadar saygı duyduklarına ve bu konuda
açılımlara devam edeceklerine dair bu umut veren söylemleri üzerine “Niye
olmasın?” dedik. Acaba, bu kadar demokrasi havası eserken neden 1 Mayısın
yanına da “nevroz” eklenmiş olmasın? İki sendromdan
birlikte kurtulmuş oluruz.
Bu ülkede
yıllardır iki sendrom vardı: 1 Mayıs sendromu,
“nevroz” sendromu. Yıllardır “nevroz” bu ülkede izinli kutlanıyor. Geçen yıl ve
ondan önceki yıl bazı kentlerde, maalesef ki İstanbul 1 Mayısına benzer
talihsiz olaylar yaşandı, hatta Van’da, Yüksekova’da sivil yurttaşlarımız bu
müdahalelerde yaşamını yitirdi. Madem bu kadar demokrasi
heveslisiyiz, madem açılımlar, Avrupa Birliği süreci, AKP Hükûmeti
demokrasi konusunda bu kadar büyük bir hevesle çalışmalarını yürütüyor;
binlerce yıldır Orta Asya’da, Orta Doğu’da değişik halkların kutladığı,
Türkiye'de de yıllardır kutlanan “Nevroz” Bayramı’nı da resmî tatil ilan edelim
ve hep birlikte bu bayrama sahip çıkalım, bu bayramın anlamına, bu bayramın
önemine binaen bunu da kardeşlik içerisinde, barış içerisinde hep birlikte
kutlayalım. Yoksa 1 Mayısta demokrat olup “nevroz”da eğer yasaklamaya
veya “nevroz”u tanımamaya devam edeceksek, yarım demokratlık olmaz. Demokrasi
ya tam bir inanışla tümüyle yürekten sahiplenilir ya da burada öyle demokrasi
nutukları atmakla olmaz.
Dolayısıyla,
değerli arkadaşlar, mademki seçim sonrasında 1 Mayısın tatil olması konusunda
halktan bir mesaj aldınız, emekçilerden bir mesaj aldınız, aynı mesajı “nevroz”
konusunda da almış olmanız gerekir. Bu mesajı da eğer doğru okursanız bu
değişiklik önergelerinin desteklenmesi gerekir.
Biz, bu
umutla, bu beklentiyle, sizlerin bu demokrasi anlayışına güvenerek önergemizi
destekleyeceğinizi umut ediyor, bekliyoruz.
Hepinize
saygılarımı sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Demirtaş.
Sayın
Oktay Vural ve arkadaşları tarafından verilen önergenin gerekçesini okutuyorum:
Gerekçe:
Bilindiği
gibi milletleri yaşatan, millet hayatını devamlı kılan ve “tarih sahnesinde ben
de varım” dedirten en önemli temel dinamik kültürdür.
Bunun
içindir ki, milletimizi her türlü kültür emperyalizmine karşı korumak isteyen
Mustafa Kemal Atatürk, yaptığı bir konuşmada “Dünyanın bize hürmet göstermesini
istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milletimize bu hürmeti hissen,
fikren, fiilen, bütün ef’al ve hareketimizle
gösterelim. Bilelim ki; millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin
esiridir,” diyerek millî kültür hayatımıza sahip çıkmanın hayati derecedeki
önemine değinmiştir.
Demek ki,
bir millet varsa, bir kültür, bir tarih olacaktır. Tarihini ve kültürünü
yaşatamayan milletlerin ömrü az olur.
Şayet
kültür; geçmiş nesillerin, sonrakilere miras bıraktıkları bir millî-manevi
değerler ve kavrayışlar bütünüyse, bir millete ait hayat biçimi ve asırların
süzgecinden geçerek yaşanılan çağa kadar intikal etmiş bir zenginliklerin
ifadesi ise; bizim de kendi kültürümüzü yaşatma mecburiyetimiz vardır.
Çünkü
Millî Kültürümüzün yaratacağı her türlü güçlü fikir ve mefkûreler bize
kazandıracağı millî şahsiyet ve hassasiyetle ayakta kalır ve mutlu oluruz.
Bu
vesileyle hem millet gerçeğimize ihanet olan her türlü kopyacılık ve
taklitçilikten kurtuluruz, hem de gelişmek ve mutlu olmak sırrını kendi kültür
dünyamızda buluruz. Bu aynı zamanda şerefli yaşamanın da vazgeçilmez şartıdır.
İşte bu
güzelliklerden birisi de Nevruz Bayramı’dır.
Temelinde
sevgiyi, güzelliği, dayanışmayı, baharın gelişini ve binlerce yıllık
vazgeçilmez âdetlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi yaşatan Nevruz Bayramı’nın
bir günlük resmî bayram olarak kutlanması milletimizi sevindirecektir.
Aynı
zamanda bu kabul -kadim Türk bayramını bahane ederek ülkemizi kan ve gözyaşına
boğmak isteyenlerin de hain emellerine dur- diyecektir.
Tüm Türk
Cumhuriyetlerinde resmî bayram olarak kutlanan bu müstesna günün bizde de resmî
bayram ilan edilmesi; ortak bir geçmişin ortak yaşanacak bir geleceğe öncülük
etmesine de hizmet edecektir. Bu sebeple dili, tarihî, tüm maddi ve manevi
kıymet hükümleri bir olan büyük bir milletin sevinçleri, bayramları da bir ve
ortak olmalıdır.
KAMER
GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN –
Dikkate alacağım.
Önergeleri
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar
yeter sayısı vardır; kabul edilmemiştir.
1’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde
kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, yeni geçici madde eklenmesini isteyen bir önerge vardır.
Önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 354 sıra sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun Tasarısı’na
1 inci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
“Geçici
Madde - 1 Mayıs 2009 tarihinde kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılması
kararlaştırılan iş ve işlemler yürütülür. Kamu kurum ve kuruluşları bu iş ve
işlemlerin yürütülmesi için gerekli tedbirleri alır.”
|
Nurettin Canikli |
Kemal Anadol |
Oktay Vural |
|
Giresun |
İzmir |
İzmir |
|
Hüseyin Tanrıverdi |
Agâh Kafkas |
M. Nuri Yaman |
|
Manisa |
Çorum |
Muş |
BAŞKAN –
Komisyon önergeye katılıyor mu?
İÇİŞLERİ
KOMİSYONU BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Takdire bırakıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükûmet?
ÇALIŞMA VE
SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN –
Kim konuşacak?
K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Bu
Tasarı’nın hazırlanmasından önce 1 Mayıs 2009 tarihinde yapılacağı
kararlaştırılan bir çok iş ve işlem bulunmaktadır.
Bunların bazılarının uzun bir tebligat ve hazırlık aşaması söz konusudur.
Anılan kapsama giren iş ve işlemlerin aksaması kişi ve kurumların, mali
konularda ve süre açısından mağduriyetine sebep olabilecektir. Bu bağlamda
örneğin 1 Mayıs 2009 tarihinde yapılması belirlenmiş olan icra satışlarında
mağduriyetin yaşanacağı açıktır. Değişiklik önergesi, 1 Mayıs 2009 tarihine
mahsus bu gibi sorunların giderilmesini amaçlamaktadır.
BAŞKAN –
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmiştir.
2’nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE 2-
Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN –
2’nci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adı-na
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış konuşmak istiyor.
Buyurunuz
Sayın Barış. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU
ADINA TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ulusal
Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, “İşçi Bayramı”nın tarihi, 1886 yıllarında Amerika’da on beş-on
altı saatlik çalışma sürelerine dayanamayan yaklaşık 80 bin işçinin çalışma
saatlerinin düşürülmesi amacıyla başlattıkları eylemlere dayanır. Günde
ortalama on beş-on altı saat çalışan işçiler dinlenmek, uyumak ve temizlenmek
için, çalışmaktan geriye yeteri kadar zamanları olmadığından, çalıştıkları
yerlerde uygun olmayan ortamlarda barınarak uyumaya, dinlenmeye çalışmakta, bu
sürenin sonunda da tekrar kaldıkları yerden on beş-on altı saatlik işlerine
devam ediyorlardı. Çalışanların başlattığı bu eylemle çalışma koşullarının
iyileştirilmesi ve sürenin sekiz saate indirilmesi isteniyordu. Tabii ki her
zaman olduğu gibi hak arama cezasız kalmayacak, çalışanların önderleri cezasını
çekecekti; öyle de oldu. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve çalışma saatinin
on beş-on altı saatten sekiz saate indirilmesini isteyen işçi önderlerinden 4’ü
idam edilmiştir.
1889’da
toplanan İkinci Enternasyonal Toplantısı’nda işçilerin çalışma koşulları ve
sekiz saatlik iş gücü isteklerinin anısına 1 Mayıs’ın “Uluslararası Birlik,
Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabul edilmiştir. Bugün dünyada
yüz altmışın üzerinde ülkede “İşçi Bayramı” olarak kutlanan 1 Mayıs ülkemizde
ilk defa 1923 İktisat Kongresi’nde işçilerin önerisi üzerine “İşçi Bayramı”
olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, 1961 Anayasası ile hak ve özgürlük alanlarında elde edilen
kazanımlar sonucu 15-16 Haziran 1970’te başlayan büyük
işçi eylemleri sonucu 1 Mayıs, yeniden, güçlü bir şekilde gündeme gelmeye
başlamıştı. 1976 yılında, başta Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)
olmak üzere Türk-İş’e bağlı çok sayıda sendikanın da katılımıyla, elli yıl
aradan sonra, ilk kez, yasal 1 Mayıs İşçi Bayramı, Taksim Meydanı’nda, 100
binden fazla emekçinin katılımıyla kutlanmıştır. 1977 yılında büyük bir şölen
ve bayram havasında başlayan, Taksim Meydanı’nda düzenlenen, “yakın tarihimizin
en büyük işçi eylemi” olarak kabul edilen, emekçilerin, demokratik, ekonomik,
politik talep ve sloganlarının öne çıktığı, 500 binden fazla işçinin katıldığı
1 Mayıs İşçi Bayramı’nda, maalesef yaratılan provokasyon
sonucu 37 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bu çatı altında ben, hayatını
kaybeden işçi kardeşlerimi saygıyla anmaktayım.
Değerli
milletvekilleri, yıllardır işçilerden, “işçi” kelimesinden, işçi bayramından
bir korku vardır. Kim bu insanlar? İşçi kardeşlerimiz kimler? Bu ülkenin
kalkınmasında emeğini, alın terini akıtan, hatta işverenlerin de kalkınmasında
emeği olan insanlardır. Bunlardan korku niye? Bu insanlara, inşaat sektöründe,
sanayi sektöründe, tarım sektöründe emeğini harcayan ve elbette yaşam
koşullarının düzelmesi için, haklarını aramak için, birtakım, böyle, 1 Mayıs
günlerini kendi haklarını aramak için kutlamak isteyen işçilerimize bu niye çok
görülmektedir?
Değerli
arkadaşlarım, bu korkulardan bir an önce arınmamız gerekiyor. Ben 26 Şubat 2008
tarihinde, 1 Mayısın tatil olmasıyla ilgili bir kanun teklifi vermiştim. Aradan
on dört ay geçti ve bugün, Başbakanımız, bu tatil gününün, 1 Mayısın tatil
olmasıyla ilgili doğru yolu bulmuştur diyelim. Ama aradan geçen on dört ay
içerisinde ne değişti de dün “Hayır, olmaz.” diyen Sayın Başbakanımız, bugün
buna “Olur.” demiştir? Ve o günlerde, hatırlarsanız bir günlük tatil
maliyetinin bile hesabı yapılmıştı ve bu hesap 2 katrilyon olarak ortaya
konmuştu. Acaba o günden bugüne bu 2 katrilyon liranın nazarıdikkate
alınmaması ülkemizin çok fazla zenginleştiğinden mi arkadaşlar? Bunun bir
cevabını almak gerekiyor. Sayın Başbakanımız “Yapacak çok işimiz var.” derken
acaba neden o gün 1 Mayısın tatil olmasını istememişti? Ebette, bunun da bir
cevabı olacaktır. Ancak, yine de bugün Sayın Başbakanımızın ve iktidarın, Hükûmetin 1 Mayıs işçi bayramını tatil olarak önermesi -ki
ondan önce önerenler bizleriz- yine de umut verici, mutluluk vericidir.
Tabii ki
“Dünden bugüne ne değişti?” derken maalesef dünden bugüne işsizler ordusuna 1,5
milyon kişi daha eklenmiştir arkadaşlar. Bunun yanında, dünden bugüne
derinleşen bir ekonomik kriz hâlen ülkemizi kasıp kavuruyor ve aile ocaklarını
söndürmeye devam ediyor. Gençlerimizin üçte 1’i işsiz,
üniversite mezunlarımızın ikide 1’i işsiz. Esnaf, memur, emekli ve
çiftçi hangi durumda, bunun hesabını sizler yapın arkadaşlarım. Korkularla veya
korkutularak bir yere varılamaz. Baskı, tehdit ve korku ile günü kurtarabilirsiniz
ama sonuç her zaman hüsrandır. Ergenekon dalgaları ile yaratılan korku, telefon
dinlemeleriyle yaratılan korku elbette bir gün sandıkta gerekli cevabını
alacaktır değerli arkadaşlarım. Taksim korkusu nereye kadar diyoruz. Her yıl
tartışma, toplumsal bir gerilim, “Taksim’de olmasın, şurada olsun, burada
olsun…”
Değerli
arkadaşlarım, bir otuz yıl daha bekleyerek bu sorunu çözmek mümkün değildir. O
nedenle, Sayın Çalışma Bakanım da burada, ben İçişleri Komisyonunda da bu
öneriyi yapmıştım kendisine, gelin, bizlerle beraber, hepimiz, orada işçi
kardeşlerimizle, sivil toplum örgütleriyle, siyasi partilerle hep beraber bu
günü kutlayalım ve orada coşkuyu hep beraber işçi kardeşlerimizle bir bayram
havasında kutlayalım, demiştim. Tabii ki zaman var, sanırım Sayın Bakanımız da
bu konuda gerekli ilgiyi gösterecektir ve o gün hep beraber işçi bayramını
Taksim’de kutlayacağız.
Değerli arkadaşlarım, Türk-İş
ne diyor? “1977 1 Mayısının zihinlerde bıraktığı travmayı
geride bırakmak için Taksim şart.” diyor. Devrimci İşçi Sendikaları ne diyor?
“1977 1 Mayısında hayatını kaybedenlerin anısı için Taksim şart.” diyor. İşçi örgütlerimiz böyle derken, bakıyorum burada siyasi partilerin
çoğu, ana muhalefet, diğer partiler “Taksim şart” derken, bundan kaçmak niye,
bu toplumsal barışı hep bir arada hayata geçirmek varken bundan kaçmak niye,
diye soruyorum ve bu kürsüden bu çağrıyı yineliyorum ve hep beraber özgürlük
meydanı Taksim’de 1 Mayısı kutlayalım diyorum değerli arkadaşlarım. Adına
ne denirse densin, “Emek ve Dayanışma Günü” densin, bir başka şey densin ama
herkes şunu bilsin ki bu gün 1 Mayıs işçi bayramıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız.
TANSEL BARIŞ (Devamla) –
Sokakta kime sorarsanız “1 Mayıs günü ne bayramıdır?” diye, herkes işçi bayramı
olduğunda birleşecektir. İktidarın da bu konuyu nazarı dikkate almasını ben
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
yasaksız bir bayram için ve yasaksız bir Türkiye için tüm emekçilerin Taksim’de
buluşmasını ve işçi bayramını hep beraber kutlamanın çok şık olacağını
düşünüyorum.
Ben tüm emekçilerimizin 1
Mayıs işçi bayramını kutluyorum ve yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Tansel.
Demokratik Toplum Partisi
Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk. (DTP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Tuğluk.
DTP GRUBU ADINA AYSEL TUĞLUK
(Diyarbakır) – Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 354 sıra sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesiyle ilgili
DTP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ezilen halkların ve sömürülen
sınıfların özgürlük ve demokrasi mücadelesi dinamizminden hiçbir şey
kaybetmeden, egemen ve tahakkümcü iktidarlara karşı büyük bir inançla sürmekte,
sürdürülmektedir. Daha güzel bir dünya, daha yaşanılır bir hayat için verilen
bu mücadele kendi geleneğini ve değerlerini yaratarak insanlık için büyük bir
miras ve ilham var etmiştir. Çağdaş dünyanın ulaştığı düzey, hak ve
hürriyetler, demokratik değer ve kazanımlar, kimse unutmasın ki yoksul ve
ezilen halkların mücadelesi sonucudur. Bu sebeple, insanlık adına, bu en büyük
fedakârlık hareketlerini doğru tanımlamak ve anlamak önemlidir. Tarihin özgürlüksel akışı bilinmelidir ki bu direnişçi yaşam
tarzının sonucudur ve hâlen de büyük bedel ve acılarla sürmektedir.
İşçi ve emekçilerin dayanışma
ve mücadele günü olan 1 Mayıs, hâkim, iktidarcı, savaşçı kültür ve sisteme
karşı özgürlük ve eşitlik arayışında olan ezilenlerin belki de en kapsamlı
eleştirisi olmaktadır. Simgesel anlamı ve önemi bir yana, özgürlük ve eşitlik
ideallerini ezilenler ve emekçiler adına güncel ve yaşanılır kılması, bu uğurda
atılmış tek bir adımın dahi boşa gitmediğinin kanıtlanması bakımından da
insanlığın ortak belleği ve bilinci olma özelliğini korumaktadır. Belki bugün
teknik ve yasal bir değişiklikle 1 Mayısı tatil ilan edeceğiz ancak bu öyle bir
özgürlük mücadelesidir ki direnişçi özünden hiçbir şey kaybetmeden, halkların
özgürlük arayışına ve kendi gelişim tarihine öncülük etmeyi sürdürecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; devletin baskıcı, tahakkümcü ve savaşçı iktidarı nasıl
zincirin halkaları gibi gelişim göstermişse ezilen ve yoksul halkların buna
karşı hareketleri de kendi özgün gelişim tarihine sahiptir. 1 Mayıs bu tarihin
kuşkusuz ki en önemli dönemeçlerinden biridir. Özgürlük, emek, eşitlik
talepleriyle halkların özgür duruşunu, sömürgenliğe, gaspçılığa, hırsızlığa
karşı demokratik bir seçenek olarak, yeni ve anlamlı yaşam bayrağı olarak
dalgalandırmıştır. Hâlen küreselleşmenin bir fetişizm hâline getirdiği ve
allayıp pullayıp topluma sunduğu serbest piyasa değerlerine karşı emek ve
dayanışmanın ahlakıyla aynı geleneğin sürmesine vesile olmaktadır. Ahlaklı
hiçbir insan ve toplum, halkların ve özgün toplulukların bu mücadelesini inkâr
edemez. Tarihin esas dinamiği de ezilenlerin bu mücadelesi olmaktadır. Zaman zaman kesintilere uğrasa da bu tarihin başat bir rol
oynayarak süreceğinden kuşku duyulmamalıdır. Belki bastırılabilir,
geriletilebilir, kıstırılabilir ama asla yok edilemez. Yoksulların varlık
savaşları tüm direngenliğiyle sürecek, sürdürülecektir. O nedenle, halkların
politik seçeneği olan demokrasiyi doğru tanımlayıp çözüm gücünü ortaya koymak
en yakıcı ve en acil olguların başında gelmektedir.
Sadece 1 Mayısı resmî tatil
ilan etmekle bir yol almış olmayacağız. Tatil olsa da olmasa da emekçilerin ve
yoksulların mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs kutlanmaya devam edecektir.
1 Mayıs gibi tarihsel ve
güncel simge değerinde olan bir günü kendi özgün tarihini yok sayarak iktidarcı
siyasetinize alet etmek sizleri kesin olarak solcu yapmaz, demokrat ise hiç
yapmaz, belki “şeklen yapar” diye düşünebilirsiniz ancak bu, takiyeciliğinizi pekiştirmekten başka bir algıya da yol
açmayacaktır.
Eğer gerçekten samimiyseniz
ve kaygınız varsa, ezilenlere karşı sermaye sınıfının dizginsiz sömürüsüne ve
gaspçılığına, çalışan ve emekçi sınıfın hakkını ve hukukunu koruyacak tutuma
sahip olmalısınız. İlkeli, ahlaklı ve tutarlı davranmak esas göreviniz
olmalıdır.
İnsanlığın uzun bir direnme
tarihi boyunca var ettiği özgürlük değerlerine günümüzün çağdaş, demokratik
ilke ve kriterlerine uygun bir toplumsal yaşam tarzı
ve bunun hukuksal ve anayasal ifadesini Meclis içinde ve dışında bir
konsensüsle oluşturmak gibi bir göreviniz ve sorumluluğunuz vardır. Bundan daha
fazla kaçamazsınız çünkü seçimlerden sonra siyasi denge ve koşulları her açıdan
değişmiş bir ortam ve sürece girmiş bulunmaktayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye’yi yönetenler bir dönem “Sürdürülebilir çatışma.” dedikleri nispeten
daha az kanlı ve siyaset üzerindeki vesayeti de sürdürebilecekleri bir konsept çizdiler. Ancak ABD seçimleri ve ekonomik krizle
birlikte değişen dünya dengeleri ve yine Türkiye’nin iç denge ve çelişkileri ve
özellikle de demokratik Kürt muhalefetinin bu yeni sürece yönelimi söz konusu konsepti geçersiz kıldı. DTP’ye
yapılan ve faşizmi andıran yöntemlerle tutuklamalarla sonuçlanan operasyon
göstermektedir ki, Türkiye’deki vesayet rejimi, soruna ciddi bir iç hazırlık
süreciyle başlamış bulunmaktadır. Adına “demokrasimiz” dedikleri oyuna son
vermeyi düşünüyorlar. Zaten, adım adım bunu
yapıyorlar. OHAL uygulamaları zaten çoktandır sıradanlaşmış hâldeydi. Hakeza,
AB ve demokratikleşme çabaları askıya alınmış durumdadır. Burada esas hedef,
demokratik Kürt siyasetinin tamamen işlem dışına itilmesidir. Evet, Türk
siyaset eliti, farklı kesimler arasında denge
siyaseti sürdürebileceğine inanmaktadır. Böylesi zor bir oyunun en önemli iki
koşulundan birincisi, iç temizliktir. Buna “birlik ve bütünlük” diyorlar.
İkincisi ise, güçlü uluslararası aktörlerle kısmi iş birlikçi bir ilişki
tarzıdır. İşte böylesi zor bir oyuna hazırlanan ordu ve AKP kliği 2009
baharıyla birlikte yeni bir esas hamle başlatmış durumdadırlar.
Elbette ki partimiz, Kürtler
ve demokratik kamuoyu bu konsepte karşı demokratik
direnişini ve onurlu mücadelesini büyüterek karşı duracaktır. Demokratik bir
toplumsal yaşam ve birlikte bir gelecek yaratma adına özgürlükçü politik
çizgimizi ve değerlerimizi savunmayı sürdüreceğiz. Bu, bizler için sadece bir
siyaset yapma ve mücadele etme biçimi değildir. Bu, herkes çok iyi bilmelidir
ki, halkların özgür duruşu adına direnmeyle, bedelle, ahlak ve onurla
yaratılmış ve asla vazgeçilmeyecek bir yaşam tarzı ve felsefesidir.
Bu memlekette hayata ve
dünyaya yönelik samimi kaygıları ve demokrasi tasavvuru olanlar, kendilerini
asla yalnız hissetmemelidir. Bütün direnenlerin, özgürlük arayışında olanların
demokratik bir yaşam ve gelecek adına emek ve çaba sarf edenlerin ütopyalarını
gerçekleştirmek için 1 Mayısın özüne de uygun olarak daha fazla dayanışma ve
birlik ruhu içinde olacağımızın bilinmesini istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye çok sert bir kapışma ortamına doğru sürüklenmektedir.
Yoksul Türk ve Kürt halklarının nasıl bir sona yöneltildiğinin farkına
varmaları ve nasıl bir gelecek istediklerini haykırmaları gerekiyor. Yoksa, uluslararası sermayenin toz dumanında kanlarının
hiçbir değer taşımadığını ve egemenlerin ise, olası gelecekleri bu kanla hazırlamaya
karar verdikleri bir ortamda “Duyduğumuz çığlıklardan sonra yüreğimiz
dağlandı.” cümlesi herkes için şık bir yalan hâline gelecektir.
Sonuç olarak, 1 Mayısın resmî
tatil olması için verilen yasa teklifini destekleyeceğimizi belirtiyor, tüm
emekçilerin birlik, emek ve dayanışma gününü kutluyorum, Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Tuğluk.
2’nci madde üzerinde şahsı
adına İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şahsım adına söz aldım ve 354 sıra sayılı Ulusal Bayram ve
Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının
2’nci maddesi üzerinde görüşlerimizi açıklayacağım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Özgürlük, insanın var
oluşunun en önemli ve en temel nedenidir. Bu nedenledir ki tarih, insanların ve
toplumların özgür olabilme, bağımsız kalabilme mücadeleleriyle yazılır.
Özgürlüğünü istemek, insanın varlığını koruyabilme eylemidir. Bu yönüyle
özgürlük, insanın haksızlığa uğradığında hakkını arayabilmesinin, haksızlık
karşısında “hayır” diyebilmesinin ya da baş kaldırabilmesinin ifadesidir çünkü
düşünme yeteneğine sahip olan insan talep etme hakkına da sahiptir. Talep etme,
isteme mutlak bir haktır ve insanların bu haklarını kullanabilmeleri için özgür
olabilmeleri şarttır. Bu bağlamda baktığımızda, aslında özgürlük ve hak
kavramları birbirini tamamlayan maddi olgulardır. İnsanlar ve toplumlar
haklarını aradıkları oranda özgürleşir ve özgürleştikleri oranda da haklarını
daha sağlam temeller üzerinde talep eder ve korurlar. Bu gerçeklik ise
demokrasinin dokusunu oluşturur.
1 Mayıs hak arama, özgürleşme
ve demokrasi bilincinin çok önemli bir yapı taşıdır. Biliyoruz ki 1886 yılının
1 Mayısında işçiler ve çalışanlar bedel ödeyerek haklarını elde ettiler. O gün
haklarını talep ederek mücadele edenler bu hak kazanımları ile 1 Mayısın,
“Birlik, Dayanışma, Emek Günü” olarak ilan edilmesine neden oldular. Onları
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
ülkemin 1 Mayıs tarihi ise 1925 yılında o günün İşçi Bayramı olarak kabulü ile
başladı. Evet, “1 Mayıs tarihi” dedim. Ülkemin 1 mayısları
bir tarih oluşturmuştur. Tarihsel bu süreç aynı zamanda ülkemin hak, özgürlük
ve demokrasi tarihi ile iç içe geçmiştir. Sıkıyönetimler, sokağa çıkma
yasakları, baskı, korku yayma ve sindirme uygulamalarıyla doludur bu tarih. Ben
de dâhil olmak üzere burada bulunan milletvekillerinin bir kısmı bu tarihin çok
önemli bölümlerine ve özellikle 1 Mayıs 1977’ye tanık olmuştur veya o günleri bire
bir yaşamıştır. 1 Mayıs 1977’yi hafızalardan silmek imkânsızdır. O gün yaşamını
yitiren 34 kişinin faili ise meçhul değildir. Onlar, günün anlamını kutlamak,
düşüncelerini ifade etmek ve özgürce haklarını talep etmek için toplanmışlardı,
katledildiler. Onları saygıyla selamlıyorum. 1 Mayıs 1977, 12 Eylül darbesinin
önünü açan bir dönüm noktasıdır. Türkiye, tarihinin bu kara günüyle, olması
gerektiği gibi, yargı yoluyla yüzleşmelidir. 1 Mayıs 1977 günü yapılanlar
insanlık suçudur ve insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı yoktur.
Sayın milletvekilleri, 12
Eylül darbesiyle yasaklı gün ilan edilen 1 Mayıs, o tarihten itibaren ilk kez
geçtiğimiz yıl, AK PARTİ İktidarı tarafından “Emek ve Dayanışma Günü” olarak
kabul edildi. Bu yıl ise Emek ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs gününü resmî tatil
olarak kabul ediyoruz. Bugün, toplumsal barışı güçlendirme yolunda önemli bir
adım daha atıyoruz, bir yasağı kaldırıyoruz. Bugüne tanık olduğum için kendimi
mutlu hissediyorum. Emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum ve
gösterdikleri cesaret için kendilerini kutluyorum, sağ olsunlar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Bahçekapılı.
Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan.
Buyurunuz
Sayın Erdoğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
ERDOĞAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ulusal Bayram ve
Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
2’nci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan Ulusal
Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile 1 Mayıs günü tüm dünyada çalışanların birlik ve dayanışmasının
simgesi olarak kabul gördüğünden, tasarıyla, anılan günün ülkemizde de “Emek ve
Dayanışma Günü” adıyla tatil günü olarak belirlenmesi öngörülmektedir. İşçilerin,
insanlık onuruna yaraşır bir hayat seviyesine ve demokratik haklara ulaşabilmek
için verdiği mücadelenin sembolü olan 1 Mayıs, emekçilerin uluslararası birlik,
mücadele ve dayanışma günüdür.
Emeğiyle, alın teriyle ve
bilgisiyle çalışan ve üreten herkesin ortak bayramı 1 Mayıs işçi bayramı yüz on
yılı aşkın bir süredir her kıtada ve ülkede kutlanmaktadır. Bugün Türkiye Büyük
Millet Meclisimize verilen kanun teklifiyle 1981’den sonra tekrar resmî bayram
olarak 1 Mayısın kabul edilmesi gündeme gelmiştir. 1 Mayıs işçi bayramı, işçi
hareketinin sosyal ve ekonomik kazanımlarının kutlandığı gün olarak pek çok ülkede
resmî bayram olarak kabul edilmektedir. Türkiye, işçi bayramıyla yüz yıllık
tanışıklığına karşın, işçi bayramının resmî bayram hüviyetini kazanamamış
olması toplumsal yaşamda kendini önemli bir eksiklik olarak hissettirmekteydi.
Toplumsal barışın tescil edildiği bir gün olması gereken 1 Mayıs, ne yazık ki
ülkemizde bir korku kaynağı olarak takdim edilegelmiştir.
Ülkemizde 1 Mayısın resmî bayram olarak tanınması toplumsal ufkumuzun olmazsa
olmaz belirleyicisi, toplumsal dayanışma ruhunun hak ettiği yere kavuşturulması
sadece dayanışma ruhunu kazanmamıza neden olmakla kalmayacak aynı zamanda
emeğin toplum hüviyetini kazanmamızdaki kurucu rolünü gelecek kuşaklara
aktarmamızı sağlayacaktır. 1 Mayısın dünyanın her yanında olduğu gibi
Türkiye’de bayram ilan edilmesi çalışanların isteklerini, dertlerini,
sıkıntılarını barış, sevgi, dostluk içinde birlik ve dayanışma duygularıyla
dile getirmeleri sağlanmış olacaktır.
Gecikmiş bir beklentiyi
hayata geçirecek yasa, toplumsal barışımıza katkı sağlayacak, emekçilerimizin
demokratik şuurla kendilerini ifade edebilecekleri bir kazanım olacaktır.
Bu anlayış içerisinde,
yasanın, başta işçilerimiz olmak üzere ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını
diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Erdoğan.
Soru-cevap işlemine
geçiyoruz, on dakika süremiz var.
Sayın Tuncel…
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) –
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
İşçi ve emekçilerin özgürlük
mücadelesinin kazanımı olan 1 Mayısın, halkların özgürlük sembolü olan nevruzun
ve kadın emekçilerin özgürlük mücadelesinin kazanımı olan 8 Martın özgürce ve
bayram coşkusuyla kutlanması umudunu koruyoruz çünkü burada, 1 Mayıs sadece
“Birlik ve Dayanışma Günü” olarak ilan ediliyor, ne yazık ki bayram olarak ilan
edilmiyor.
Bu vesileyle, Sayın Bakana
şunu sormak istiyorum: Sendikalı oldukları için, başta ATV ve Sabah Grubu ve
DESA işçileri olmak üzere işten çıkartılan ve sayıları 5 milyonla ifade edilen
işsizler konusunda herhangi bir çalışmaları var mı? Yine bu, sendikalı
oldukları için işten çıkartılan işçilerin işe geri alınması konusunda herhangi
bir çalışmaları var mı?
Ve 500 bin işçi alınacağından
bahsediliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Tuncel.
Sayın Sakık…
SIRRI SAKIK (Muş) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Biraz önce, Sayın Bakanımıza
bir arkadaşımız bir sual sordu ama sual tam cevabını almadı. Şimdi, 4 tane KESK
şube başkanı tutuklu. Bunlar, düşüncelerinden dolayı alındı ve tutuklandı. Görevine
son verilen 2 tane genel başkan var: Biri, SES Genel Başkanı ve bir MYK üyesi;
bir de DİVES Genel Başkanı var, bunun da politik nedenlerden dolayı görevlerine
son verildi, işlerine son verildi. Onun dışında KESK’e
bağlı olan bir sürü sürgün yaşanıyor, bu bütün Bakanlıklarda var. Bu konuda
Sayın Bakan ne diyor? Özgürlüklerden çok bahsediyorlar ama bu partizan
tutumlarını ne zaman sona erdirecekler?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Sakık.
Sayın Aydoğan…
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Döneminizde çalışanlar hızla
sendikasızlaştırılmıştır. Çalışanlar her geçen gün hak kaybı yaşamaktadır. 1
Mayıs Emek ve Dayanışma Günü buruk kutlanacaktır. Daha önce 1 Mayısın tatil
edilmesine karşıyken bugün kabul ediyorsunuz. Bugün de Taksim’de kutlamaya
karşısınız. Taksim’de kutlamaya ne zaman izin vereceksiniz? İşsizliğin resmî
rakamlara göre 3 milyon 650 bine yükseldiği günümüzde işsizlere ne zaman bayram
yaşatacaksınız?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Aydoğan.
Sayın Kaplan…
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın
Bakan, biber gazı yiyen vatandaşlarımız, bir de 1 Mayıs gösterilerinde gaz
bombasıyla gazlanan vatandaşlarımızın bir kısmı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde dava açtı ve kazandı. Bu kazandıkları mahkeme kararlarında
devletlerin sadece toplantı yapma hakkını korumakla kalmayıp, bu hakkı dolaylı
yoldan usulsüz bir şekilde sınırlandırmaktan da kaçınmaları gerektiğini not
etmektedir. 2004’teki Anayasa -madde 90- değişikliğinden sonra Avrupa Birliği
reformları karşısında toplantı hakkını kullanmak isteyen sendikaların bu
haklarını neden görmezlikten geliyorsunuz? Kaç tane mahkûmiyet kararı oldu
bugüne kadar bu şekilde yapılan başvurularda? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
başvurusu yapılıp kazanılan dava sayısı kaçtır?
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kaplan.
Buyurunuz Sayın Bakanım.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Evet, teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Şimdi, 1 Mayısın Emek ve
Dayanışma Günü olarak ilan edilmesinin sebebi, bütün emekçileri, bütün
çalışanları kapsasın diye. İşçi bayramı olarak ilan edilmesi hâlinde yalnız
işçi kesimine has bir bayram olacak idi. Oysa, biz,
önümüzdeki süreçte mevzuatımızı “çalışanlar” diye değiştirme arzusu
içerisindeyiz. Böyle baktığımız zaman, emeği öne çıkarmanın, dayanışmayı öne
çıkarmanın çok daha geniş kapsamlı, çok daha kucaklayıcı olacağı düşüncesiyle
“Emek ve Dayanışma Günü” olarak tatilini uygun bulduk.
Diğer sorular: Ben tekrar
ifade ediyorum, sendikal faaliyetinden dolayı bizde kayıtlı, bize ifade edilen
tutuklu hiçbir sendikalı söz konusu değil. Fakat konu yargıya intikal etmişse
yargıdaki sonucu beklemek gerekiyor ve neye dayanarak bu tutuklama olmuş
doğrusu bilgi sahibi değiliz. Bununla ilgili gerekli çalışmayı, araştırmayı biz
de yapıp yazılı olarak arkadaşlara bilgi verebiliriz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan.
2’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN –
3’üncü madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili
Ali Arslan.
Buyurunuz
Sayın Arslan. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU
ADINA ALİ ARSLAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
görüşülmekte olan 354 sıra sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında
Kanun’da değişiklik yapılarak 1 Mayısı Emek ve Dayanışma Günü tatili yapan
kanun üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına 3’üncü maddede söz almış
buluyorum. Sözlerime başlamadan önce sizleri, yüce Meclisi, emeğin
temsilcilerini, televizyonları başında bizi izleyen değerli emekçilerimizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bugün sanıyorum bütün Meclisin onur duyacağı, gurur duyacağı bir
gün, çok az yaşıyoruz bunu aslında. Yaşadığımız yasalar var ama bütün Meclisin
tüm üyelerinin katılarak, onaylayarak birlikte olduğu bir yasayı
gerçekleştiriyoruz. Bu, gerçekten onur verici, gurur verici bir tablo bu Meclis
için. Dilerim bu tür yasaların, bütün Meclisin birlikte aldığı yasaların
sayılarında artışlar olur. Büyük mücadele var tabii. Bu, aslında verilen bir
hak değil, belki, alınan bir hak aslında. 1 Mayısın emeğin bayramı, işçinin
bayramı olması için, emeğin mücadele günü olması için yıllardan beri insanlar,
sendikalarımız, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler uğraş veriyor ancak
bugün bunu gerçekleştirme onuruna biz ulaştık. Gerçekten onurlu bir gün,
gururluyuz hepimiz. Ben, bu yasanın hazırlanmasında emeği olan herkese, teklif
veren bütün milletvekili arkadaşlara, bütün siyasi parti gruplarına bir işçi
çocuğu olarak şükranlarımı sunuyorum, çok teşekkür ederim.
Değerli
arkadaşlarım, aslında 1 Mayısın bir başka özelliği var, belki de bu yasa
geçtikten sonra bütün dünyayla birlikte kutladığımız evrensel, küresel bir
bayramın içine biz de dâhil olmuş olacağız. Belki bu yönüyle de aslında
enteresan. Bütün dünyayla birlikte kutladığımız bir yılbaşımız var, bir de
şimdi bütün dünya emekçileriyle aynı anda, Türkiye’deki, bütün dünyanın
emekçileriyle aynı anda kutlanan bir bayram olacak. Bu yönüyle de enteresan bir
bayram ve dünya ülkeleriyle yavaş yavaş entegre olduğumuzu da gösteriyor.
Geçtiğimiz
yıllarda yine Sayın Agâh Kafkas’ın -yanılmıyorsam- yine 22’nci Dönemde
milletvekili olan İzzet Çetin arkadaşımızın 1 Mayısın bayram olmasıyla ilgili
tekliflerine Sayın Cemil Çiçek’in çok enteresan bir cevabı var, diyor ki:
“Yahu, dünyada yok ki başka bir yerde, çok fazla yok ki.” Bugün ne mutlu ki
Sayın Çalışma Bakanının ağzında duyuyoruz, ki öyle
olduğunu da hepimiz biliyorduk, o zaman da öyleydi, dünyada 140’tan fazla ülke
1 Mayısı emeğin bayramı olarak, emeğin mücadele günü olarak ve tatil olarak
kutluyor. Bu değişiklik nereden nereye geldi, altı yıllık süre içinde nasıl
oldu? Doğrusu gerçekten iyi bir gelişme AKP Grubu için. Bir Sayın Bakan
“Dünyada böyle bir bayram yok.” derken, bugün artık AKP’li bir Bakan da
“Dünyanın birçok ülkesinde… “ Hatta bakın hangi ülkeler bunlar? Komşumuz
neredeyse tüm ülkeler değerli arkadaşlarım. Yunanistan’da, Bulgaristan’da,
Irak’ta, Suriye’de 1 Mayıs emeğin bayramı olarak, işçi bayramı olarak
kutlanıyor ve tatil. İşte, Amerika’da, İngiltere’de, dünyanın
birçok ülkesinde tatil. Bugün, böyle bir yanlışlığı, böyle bir eksikliği
hep birlikte gidermiş oluyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, tarihsel sürecini, dünyadaki ve Türkiye’deki tarihsel sürecini
birçok kez dinlemek durumunda kaldık. Türkiye’deki tarihsel sürecine baktığımızda,
sanıyorum, iki önemli köşe taşı var 1 Mayısın: Birincisi, 1977’de hepimizi üzen
37 emekçinin can verdiği olaylar ve hâlâ faillerinin bulunamadığı olaylar. Bir
de sanıyorum tarihe 22 Nisan 2009 önemli bir gün olarak geçecek, emekçilerimize
1 Mayısın tatil ve bayram hakkı olarak verildiği bir gün olarak geçecek. İki
önemli köşe taşı.
Tabii,
tartışmalar bu noktaya gelince, 1977 en çok tartışılan tarih olunca da Taksim…
Konuşmaların önemli bir bölümü, Taksim’i verelim mi vermeyelim mi?
Değerli arkadaşlarım, bir
AKP’li milletvekili arkadaşımızın anlayışı çok garibime gitti. Diyor ki işçi
sendikalarına seslenerek: “Yani 1 Mayısı aldık,
Taksim’i de mi alacağız diyorsunuz?” Siz, ne o, 1 Mayısı verdik, size
Taksim’i vermeyiz mi diyorsunuz? Nasıl 1 Mayısı aldılarsa o insanlar, söke söke aldılarsa, o hakkı bugün teslim ediyorsak, yıllardan
beri bununla ilgili mücadele verdilerse Taksim için de mücadele verilecektir.
Elbette Meclisten çıkacak karar ama “1 Mayısı verdik, Taksim’i vermeyiz…” Böyle
bir inatlaşmanın içine girmeyi anlamak mümkün değil.
Bakın, Taksim alanını siz
yılbaşında İstanbul Büyükşehir Belediyesine veriyor musunuz? Veriyorsunuz.
Yılbaşı gösterileri Taksim alanında yapılıyor ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi
yapıyor. Bu, çifte standart değil mi? Futbol kulüplerimiz Taksim alanını
şampiyonluk kutlamaları için kullanıyor mu kullanmıyor mu? Kullanıyor. Ee siz, İstanbul Büyükşehir Belediyesine yılbaşı
kutlamaları için vereceksiniz, spor kulüplerimize şampiyonluk kutlamaları için
verilecek. “Onlara niye veriyorsunuz?” diye suçlamıyorum, sakın onlardan geri
almayın. Ama 1 Mayısı en çok hak eden kurumların başında Türkiye’nin emekçileri
geliyor, 37 insanı şehit vermişler. Hatta birçok konuşmacı arkadaşımız da dile
getirdi. Bırakın Taksim’de 1 Mayısın her yıl kutlanmaya izin verilip
verilmeyeceğini, Taksim Alanı’na “1 Mayıs alanı” adı verilmesi gerekiyor, hatta
Taksim Alanı’na anıt dikilmesi gerekiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer
gerçekten Türkiye’de demokratik açılımların, sendikaların bu tür demokratik
hareketlerin önünü açtığını, demokrasinin gelişmesi konusunda büyük emekleri
olduğunu kabul ediyorsak, Taksim Alanı’na biz 1 Mayıs anıtını hep birlikte
dikmek zorundayız. Bırakın, yarın, bir hafta sonra yapılacak 1 Mayısta Taksim
Alanı’nı tahsis edip etmemeyi.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
yine sayın konuşmacılar diyorlar ki: “İşte, 1 Mayıs korku, endişe, gerilim
günleri hâline geldi.” hatta bir konuşmacı arkadaşımız “Korku tüneli...” Şimdi,
değerli arkadaşlarım, 1 Mayısın korku tüneli hâline gelmesinde 37 insanı
öldürenler mi sorumlu, işçiler mi sorumlu? Şimdi, öyle bir tablo çiziyorsunuz
ki, sanki 37 insan, 37 işçi, 37 emekçi o törene katılanlar tarafından
öldürüldü! Ben de, biz de katılıyoruz; bu konuda birçok da şimdiye kadar
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından verilmiş önergeler var. 1 Mayısın
faillerinin mutlaka bulunması gerekiyor, mutlaka bulunması gerekiyor. Bu
konuda, bu Meclisin yapacağı en büyük görevlerden birisinin de bu olduğuna
inanıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bir
yandan övünüyoruz işte “Biz yaptık, bizden öncekiler yapmadı.” Hatta bakın,
bırakın insanlar Taksim Alanı’na gitsinler, haykırsınlar. 1977 yılında o
meydanda can verenlerin çocukları, gitsinler, babalarının katillerinin
bulunması için yüksek sesle bağırsınlar, hep birlikte bağırsınlar. Niye
korkuyorsunuz bundan?
Değerli arkadaşlarım,
tersanede can veren, âdeta bir ölüm tarlasında çalışır gibi tersanelerde ölüm
pahasına çalışan işçilerimiz bırakın dayanışma içinde -Emeğin Dayanışma Günü
diyorsunuz- hep birlikte haykırsınlar 1 Mayısta, bayram etsinler, bayramın
ötesinde sorunlarını dile getirsinler. Emekli olduktan sonra yeniden işçi
hâline gelip ayağındaki varisle elli yaşında, altmış yaşında ev temizliğine
giden kadınlar da o insanlarla omuz omuza olsun, dayanışma içinde olsunlar.
1980 yılında Türkiye’de
biliyorsunuz 40 milyon civarında nüfusumuz var, sendikalı işçi sayısı kaç?
Toplu sözleşmeden yararlanma hakkı olan sendikalı işçi sayısı kaç? 2,5 milyon
değerli arkadaşlar. Bugün nüfus kaç? Neredeyse 2 katına çıkmış. Sendikalı işçi
sayısı 2 katına mı çıkmış? Hayır, beşte 1’e, dörtte 1’e düşmüş. Şimdi bu
insanlar 1 Mayısta Taksim Alanına gidip bu olumsuz tabloyu haykırmasınlar mı?
“Efendim ona sıra gelmedi. Biz iktidardayız, işte yavaş yavaş
yapıyoruz.”
Bakın, sıra ilk neye geldi?
Hatırlayın, 2002 yılında iktidara geldiniz, bu Meclise getirdiğiniz ilk yasa
işçileri köle hâline getiren kölelik yasasıdır. Çok acele ettiniz o konuda ama
bu konuda acele etmiyorsunuz. Sendikalar Yasası’nın bu Meclisten bir an önce
çıkması konusunda bir aceleniz yok. Bakın geçen sene ILO toplantısına giderken
acilen komisyona Sendikalar Yasası’nı getirdiniz Sayın Bakan. Bir yıl oldu
görüşüldü Komisyonda. Bir yıldan beri işçileri, iş güvencesiz, köle hâline
getiren, sendikalaşmasını engelleyen bu olumsuz tabloyu yaratan yasayı
düzeltecek yasayı hâlâ bu Meclise getiremediniz. Belki bir daha ILO
toplantısına giderken acele yine toplayacaksınız, ILO’ya
ayıp olmasın, Avrupa Birliğine ayıp olmasın diye çıkarmak zorunda kalacaksınız.
Bakın, bu insanlar…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sözlerinizi
toparlayın lütfen.
ALİ ARSLAN (Devamla) –
Eleştiriyor Sayın Başbakan Cumhuriyet Halk Partisini, İstanbul Büyükşehir
Belediyesinde iktidarda olduğu dönemde çöp yığınları varmış. Arkadaşlar, o çöp
yığını Cumhuriyet Halk Partisinin onurudur. [(AK PARTİ sıralarından “Bravo!”
sesleri, alkışlar.(!))] Neden? Bugün siz o işçileri, grev yapıp çöpleri
toplamayan işçileri taşeronların emrine verip köle hâline getirdiniz, aç
karnına çalıştıkları, karın tokluğuna çalıştıkları hâlde “Biz grev yapıyoruz.”
diyemez hâle getirdiniz işçileri. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
K.KEMAL ANADOL (İzmir) –
Hepsi taşeron, hepsi taşeron…
ALİ ARSLAN (Devamla) – Biz o
çöpün hesabını veririz de siz bu işçileri bu hâle nasıl getirdiniz onun
hesabını vermek zorundasınız, değil mi?
ÜNAL KACIR (İstanbul) –
İşçilere hakkı verilmiyor mu?
K.KEMAL ANADOL (İzmir) –
Hangi belediyenizde sendika var? Bütün belediyelerde taşeron, sendika yok.
ALİ ARSLAN (Devamla) – Yok
ki, sendikası yok, iş güvencesi yok; “Karın tokluğuna çalışıyorum.” diyemez
hâle getirdiniz işçiyi, grev yapamaz…
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – İSKİ,gate onurunuz mu?
ALİ ARSLAN (Devamla) - …hâle
getirdiniz işçiyi. Yazık değil mi?
Bu insanlar, bırakın
gelsinler Taksim’e, bu sorunlarını hep beraber haykırsınlar değerli
arkadaşlarım.
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) –
Susuz İstanbul, susuz!
ALİ ARSLAN (Devamla) -
Sevgili dostlar, yarın 23 Nisan. Ben 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı’nı hem de bütün emekçilerimizin, beyaz yakalı, mavi yakalı bütün
emekçilerimizin, sağlık çalışanlarının, eğitim çalışanlarının bütün işçi
kardeşlerimin…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sözünüzü bağlayınız
lütfen.
ALİ ARSLAN (Devamla) - ...1
Mayıs Dünya Emek ve Dayanışma Günü’nü, 1 Mayıs işçi bayramını yürekten
kutluyorum. Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Arslan.
Demokratik Toplum Partisi
Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.
Buyurunuz Sayın Kaplan. (DTP
sıralarından alkışlar)
DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında 1 Mayıs bayramıyla
ilgili bütün grupların uzlaştığı bir noktada konuşuyoruz ama bir iki gerçeğin
altını çizmekte büyük yarar var.
Şimdi, 12 Eylül askerî
darbesi oluyor, 1 Mayıs bayramını yasaklıyor ve yasaklar bugüne kadar sürüyor.
Bu hak gasbını, işçi sınıfının, emekçi halkın verdiği
mücadelelerin, yılların mücadelesinin sonucu kazandığı bu hakkı -yarın, 23
Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı yarın- 5 tane general geliyor, darbe yapıyor, bu
Meclisi kapatıyor, üstelik Atatürk’ün kurduğu partiyi de kapatıyor, bütün
partileri kapatıyor, liderlerini de Zincirbozan’a
kapatıyor, 1 Mayısı da kapatıyor. Aradan yirmi dokuz sene geçmiş. Biz, bir hak gasbını, darbecilerin gasbettiği
bir hakkı burada almaya kalkarken, bu konsensüsü bu
muhalefet gruplarının sayesinde yakalamış, yedi yıldır iktidar olan AKP’nin
milletvekili, sendika kökenli milletvekili kalkıyor burada bir lütufmuş gibi
gösteriyor. Bakın, işçi sınıfına, emekçi halka yapılacak en büyük saygısızlık
budur. Sakın ha bir lütuf gibi göstermeyin. 1890’lardan bu yana dünya işçi
sınıfı hareketi, mücadeleler vere vere, meydanları
gümbürdeterek Taksim Meydanı’na 1 milyon insanı yığdığı zaman şu marş
söyleniyordu:
“Günlerin bugün getirdiği,
Baskı, zulüm ve kandır.
Ancak bu böyle gitmez,
Sömürü devam etmez.
Yepyeni bir hayat gelir,
Bizde ve her yerde.
1 Mayıs, 1 Mayıs,
İşçinin, emekçinin bayramı.”
Hatta daha ötesine gidelim,
orijinal şiirine gidelim marşın:
“Devrimin şanlı yolunda,
İlerleyen halkların bayramı.”
1890’lardan bu yana. (DTP sıralarından alkışlar)
“Devrimin şanlı yolunda,
İlerleyen halkın bayramı.
“Yepyeni bir güneş doğar,
Dağların doruklarından.
Mutlu bir hayat filizlenir,
Kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri,
Mutlak gelen gündedir.”
diyordu işçiler
meydanlarda.
Ben 1977 1 Mayısında hukuk
fakültesi son sınıf öğrencisi bir genç olarak o meydanda 1 milyon insanın
Türk-İş’i, DİSK’i… Hak-İş yoktu o zamanlar, bazı sendikalar yoktu. KESK yoktu
ama TÖS vardı, TÖB-DER vardı, gençlik örgütleri vardı, kadın örgütleri vardı,
halkevleri vardı, değişik kurumlar vardı. 1 milyon insan Taksim Meydanı’na
toplanıp gümbürdettiğinde, sömürüye karşı emeğin hakkını savunduğunda,
meydanlarda o bayrakları dalgalandığında işçilerin, acımasızca kurşun sıktılar
Sular İdaresinin üstünden, gözlerimle gördüm. Acımasızca insanlarımızı
katlettiler Intercontinental Oteli’nden. O gün
kürsüde konuşan işçi lideri Kemal Türkler’i de
katlettiler.
Şimdi, hepimiz geldik, yarın
23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’nı kutlayacağız çocuklara armağan edilen.
Hepsi bunların hazırlanan bir darbenin milim milim
adımlarıydı. Hiçbir siyasetçi uyanmadı ve 12 Eylülde bu Meclis kapandı;
İstiklal Savaşı’nın kapatmadığı bu Meclisi darbeyle kapattılar.
Şimdi, lütfen, bu Mecliste
çoğunluk olmuş AKP iktidar, yedi senedir bu darbecilerin gasbettiği
hakkı siz hangi haysiyet ve onurla lütuf olarak sunabilirsiniz burada? Hangi
hakla? Lütfen, onuruna, emeğin onuruna, insanlık onuruna
biraz saygı. Saygıya davet ediyorum, lütfen. Bu bir.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – 12
Eylül yedi sene önce miydi?
HASİP KAPLAN (Devamla) – İki:
İşçinin, emekçinin bayramını teslim etmek, bu gasbedilen
hakkı yirmi dokuz senede teslim etmek, geç teslim etmek, bizim siyasilerin
maalesef çok geç kalmış bir uzlaşması ve konsensüsüdür.
Ben, bu Meclisi, yüzde 85
temsilini, farklı renkleri bir araya gelip birlikte bunu yapabilme becerisini
gösterebilecek bir kıvamı yakalamış bu Meclisten daha büyük şeyler bekliyorum.
Taksim’de bu korkuyu biz
yenemezsek, bu terör korkusudur, yok provokatör
korkusudur, yok ajan korkusudur, yok bilmem ne korkusudur deyip, pala bıyıklı,
boyalı pala bıyıklı emniyet müdürlerinin insafına Taksim Meydanı’nı bırakırsak,
gaz bombalarıyla hastanelerin acil servislerini bombalarsak, çıkıp demokrasiden
bahsetme hakkını kendimizde bulamayız. Biz, gerçekçi olmak zorundayız. Biz, bu
ülkede hukuku savunmak zorundayız.
Ben, buradan şunu açıklıkla
ifade etmek istiyorum: Ulusal Egemenlik Bayramı’nı kutlayacağız yarın, değil
mi? Peki, ben buraya seçildiğim günden bugüne… İşte, yazıyor: “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir.” Benim Genelkurmay Başkanım, Kara Kuvvetleri
Komutanım, sadece Obama geldiği zaman buraya geldi oturdu. Ben sandıktan
çıktım, 3 milyon oyun iradesine saygı göstermiyorsa… Eğer
İktidar Partisinin Başbakanı, yedi yıldır iktidar olan Başbakanı hâlâ benim partime
“O parti.” diyorsa, beni, 22 Temmuzda halkın iradesini tanımıyorsa, daha dün
tuşa geldi 29 Mart seçimlerinde, Doğu ve Güneydoğu’da kendi seçildiği ve
Başbakan yapan Siirt’te de belediye başkanlığını kaybediyorsa, bakanının olduğu
Van’ı kaybediyorsa, bakanının olduğu Diyarbakır’ı kaybediyorsa, Şırnak’a
giremiyorsa, gelip burada bana “O parti.” diyemez. (DTP sıralarından
alkışlar)
Yarın 23 Nisan Egemenlik
Bayramı. Egemenlik Türkiye halkınındır. O halkın üstünde güç, o halkın üstünde
kurum, o halkın üstünde kişi tanımam ama buradaki, Meclisteki her partinin
önünde, her milletvekilinin önünde saygıyla eğilirim, her zaman; bunu da
eksiklik saymam, diyalog da kurarım, Türkiye'nin sorunları için de uzlaşırım,
tıpkı bu yasada olduğu gibi. Ama, bir nevruz önergesi
verdik üç parti olarak. Ayıp! Yazıktır, yazık! 75 tane Kürt milletvekili ret
oyu kullandı. Ret! Ret! Bunu nasıl anlatacaksınız, söyler
misiniz. Nasıl anlatacaksınız Iğdır’da Azeri’ye? Gidip Van’da Kürt’e,
gidip Diyarbakır’da, “Amed”de nasıl anlatacaksınız?
Orta Doğu halklarının bu kadim bayramına ret kaldırdınız, ret. Bu üç partinin,
üç grubun ortak verdiği önerge karşısında sınıfta çaktığınızın en büyük
fotoğrafı budur.
Şimdi, Taksim Meydanı’na Çin
Seddi’nin surlarını çekmek istiyorsunuz. Çekemez AKP. Gücünüz yetmez. Bu
muhalefet, bu dinamizm olduktan sonra gücünüz yetmez.
Ben buradan sesleniyorum
Sayın Baykal’a, Sayın Bahçeli’ye, Sayın Ahmet Türk’e. Lütfen, Taksim Meydanı’na
emekçilerle beraber gelin. (DTP sıralarından alkışlar) Sizler Taksim Meydanı’na
barış getirin. Taksim Meydanı’na bayram havası getirin. Taksim Meydanı’na coşku
getirin. O zaman iktidarın gazları, copları, bombaları, panzerleri tanzerleri de o tarafta kalsın. Gerçek demokrasi budur
arkadaşlar.
23 Nisan’da çocuklarınıza
teslim edeceğiniz, çocukların babalarına bayram hakkını verirken o çocukların
geleceğine dair vicdanınızın sesini dinleyin. İnsanlığın sesini dinleyin.
Demokrat olmanın sesini dinleyin. Hukukun üstünlüğünün sesini dinleyin. Hukuk,
bir emniyet müdürü ile bir valinin iki dudakları arasında kalamaz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
Hakları bir emniyet müdürü ile bir valinin insafına, keyfine, takdirine terk
edecek kadar işçi sınıfı âciz değildir. Emekçi halk âciz değildir; KESK âciz değildir, DİSK âciz değildir,
Türk-iş âciz değildir, Türkiye Barolar Birliği âciz değildir, Türk Tabipler
Birliği âciz değildir, mühendis odaları âciz değildir, meslek örgütleri âciz
değildir. O insanlarımıza potansiyel suçlu gözüyle bakmak vicdansızlıktır,
haksızlıktır, hakarettir, zulümdür. Yeter! İnsan ne zamana kadar vatandaşına
potansiyel düşman gözüyle bakacak. Vatandaşını dışlamanın bir sınırı, bir
izanı, bir vicdanı olsa gerek diyoruz.
Hepinizi vicdana ve insafa
davet ediyorum. Taksim Meydanı’na bütün grupları, bütün milletvekillerini...
Ben orada olacağım, ister izin verin Sayın Bakan ister vermeyin, ister Hükûmet versin ister vermesin ben 1 Mayısta olacağım. 1
Mayıs şehitlerinin katillerini çıkaramadık ortaya ama…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen
sözünüzü tamamlayınız.
HASİP KAPLAN (Devamla) –
…saygı duruşunda durmak için 10 binlerle, 100 binlerle; o meydandaki, 77’deki 1
milyon emekçi gibi onurumuzla ve Türkiye'nin barışı için, demokrasisi için,
hepsi için 1 Mayıs kutlanacak. O haktır, hak alınır, verilmez; bunu bilin, bunu
bilin, bunu bilin!
Teşekkür ediyorum. (DTP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kaplan.
3’üncü madde üzerinde şahsı
adına Çorum Milletvekili Agâh Kafkas.
Buyurunuz Sayın Kafkas. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün burada önemli bir
kanunu görüşüyoruz ve bu kanunun vesilesiyle emeğin, emeğin sorunlarının,
ülkenin, ülkenin sorunlarının ve demokratikleşmenin daha enine boyuna
konuşacağımız zemin yerine, bu kanun vesilesiyle tribüne selam verme
anlayışımızı bazı arkadaşlarımız hararetle sürdürmektedirler.
Birkaç konunun altını çizmek
ve küçük düzeltmeler yapmak istiyorum. Biz, ben ve AK PARTİ’nin
hiçbir sözcüsü emek hareketinin verdiği mücadeleyi küçümseyecek hiçbir beyanda
bulunmadık. Aksine, ben yaşamımın en güzel yıllarını emek hareketi içerisinde
geçirmiş, bu işi de haysiyetlice yapmış bir sendikacılık dönemi geçirmiş
birisiyim. Emek hareketinin bu konudaki istemlerini biz haklı bulduk ve hakkı
teslim ettik, bunu söylüyoruz. Bundan niye gocunuyorsunuz?
Ve 12 Eylül yedi yıl önce
olmadı. 12 Eylül takvimlerde, 12 Eylülün takvimi 1980. Yani 80’den 2009’a
gelene kadar, bu ülkede, burada siyaset yapanların birçoğu, özellikle sol
siyaset adına konuşan değerli arkadaşlarımızın birçoğu iktidar oldular,
koalisyon oldular, hükûmet oldular. O takvimde… O
iktidar olduğunuz yılların takvimlerinde de 1 Mayıs vardı. Bu 1 Mayısın bazı
yıllarda olup bazı yıllarda olmamak diye bir şansı yok, her yıl 1 Mayıs oluyor.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Her yıl 1 Mayıs oluyor ve siz iktidardaydınız,
bu Mecliste çoğunluğunuz oldu; hiçbir gün aklınıza gelmedi ve şimdi ilk defa… Ve sizin döneminizde, 1935’lerde, bugün “İşçi Bayramı” dediğiniz
Emek ve Dayanışma Günü’nün adını “Bahar Bayramı” siz yaptınız ve 12 Eylüle
kadar böyle geldi ve biz geçen yıl “Emek ve Dayanışma Günü” olarak ilk defa, Hükûmetle, resmî anlayışla sivil anlayışları örtüştürmek
adına bir adım attık ve Emek ve Dayanışma Günü ilan ettik ve sonunda da döndük,
bu sene de kendi iç dinamiklerimizle tartıştık…
Şunu anlamıyorum ya: Siz
“Geçen dönem böyle demişti, niye böyle yaptı?” Yani AK PARTİ, bir kere daha
söylüyorum… Bazı arkadaşlarımız parti içi demokrasiyi görmedikleri ve
yaşamadıkları için anlamakta zorluk çekiyor olabilirler, AK PARTİ demokrasiyi
bir yaşam biçimi olarak almış, kendi dinamikleri içerisinde sorunları
tartışarak çözüm üretmeyi becerebilen, Türkiye'nin en büyük partisidir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu anlayacağız,
bunu anlayacağız; bu kadar basit. Dün tartıştık Emek Günü ilan ettik, bugün
tatil yapıyoruz; bu bir süreç. Biz durduğumuz yerde durmuyoruz ki, her gün ders
çalışıyoruz, her gün dersimize çalışıyoruz. Tavsiye ederim, bu ders çalışmanın
kimseye de bir zararı yok. Onun için değerli arkadaşlarım…
Bir de sendikacılar çıkıp
burada… Bize kimse haysiyet mücadelesi veremez, haysiyet dersi veremez.
Cümlenin arasında diyeceksin ki, işte, “Hukuka saygı.” Hukuka saygı diyeceksin
ve satır aralarında diyeceksin ki: “Başbakan Şırnak’a giremiyor.” Başbakan
bütün illere gitti ve gidemediği hiçbir vatan toprağı olamaz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bugünkü
Başbakanımız da gitmiştir, bundan sonrakiler de gidecektir. Kimsenin de haddine
değil başbakanları bir yere sokup sokmamak.
RAHMİ GÜNER (Ordu) – Devletin
uçağıyla gitti değil mi?
AGÂH KAFKAS (Devamla) -
Kimsenin de gücü yetmez! Kimsenin de gücü yetmez!
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) –
Sandıklarda sokmadılar, “güle güle” dediler.
AGÂH KAFKAS (Devamla) – Sen,
sonuçlarda “Şurada burada kaybettik.” diyeceksin. Ağrı’da, bütün örgütlerinizi
toplayacaksınız gideceksiniz, “Seçim sonucunu kabul etmiyorum.” diyeceksiniz.
Siz, hukuku, önce bir hukuku içselleştirin, önce terörle aranıza bir mesafeyi
koyun.
SIRRI SAKIK (Muş) – Terör
sensin, sen! En büyük terörist sensin!
AGÂH KAFKAS (Devamla) - Önce
bu ülkenin hukuk sistemine bağlılığınızı bir ortaya koyun, hep beraber ondan
sonra olayları çok daha rahat tartışalım. Sen hukukla, hukuka olan… Hukuk,
lazım olduğu zaman, kullanılması gereken bir şey değil ki, herkese, her gün ve
her zaman lazım olan şey.
Onun için… Bir de bir konunun
altını bu kısa süre içerisinde çizmek istiyorum: Yani burada “Vay efendim, 47
olunca cop, 38 olunca bilmem ne.” Ya arkadaşlar, bu 38’e niye takılıyorsunuz
ki, bütün muhalefet partilerinin toplamı kadar, 39 yani bu milletin verdiği
ölçü. Bizim bu milletin verdiği ölçüye bir itirazımız yok. Bugün, dün
cumhuriyet tarihinde hiçbir partiye vermediği kadar büyük destek vermiştir. Biz
bu seçim sonuçlarından dersimizi çıkardık, milletle küstüğümüz filan yok.
Gereken dersi çıkardık ve sizin de çıkarmanızın faydalı olacağını düşünüyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sizin de çıkarmanızın faydalı olacağını
düşünüyorum çünkü biz demokrasinin bir unsuru olarak buradayız. Geçerken hiç
kimse buraya gelmedi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi
tamamlayınız.
AGÂH KAFKAS (Devamla) -
Burada önce Anayasa’da belirtilen o temel ilkeleri hepimiz içselleştireceğiz;
demokratik, laik, sosyal hukuk devleti dediğimiz şeyi hepimiz
içselleştireceğiz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) –
Kesinlikle doğru.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Kesinlikle doğru. Laiklik de esas değil mi?
AGÂH KAFKAS (Devamla) - Bu
Mecliste olmanın temel olmazsa olmazının bu olduğunu hepimiz kabul edeceğiz.
Ondan sonra ayrışmalarımız olabilir, ondan sonra tartıştığımız konularımız
olabilir ama burada bu konuda kimsenin ihtilafının olmaması lazım.
Allah aşkına, artık, bu
kölelik yasasını çıkardınız filan… İlk defa, bu “kölelik yasası” dediğiniz
şeyin bu kriz döneminde ne kadar işe yaradığını kısa çalışma ödeneğiyle gördük
ve bu, sendikalar yok, başka şeylerde filan yok. İlk defa, cumhuriyet tarihinde
ilk defa taşeronun alt işveren olarak sorumluluk içerisine alınmasını o “köle
yasası” dediğiniz yasalar sağladı, geçmişte öyle diyordunuz, o Yasa çıkarken.
Allah aşkına, Ali’ciğim sen iyi bir araştırmacısın,
bir araştır sevgili kardeşim, Allah aşkına bir araştır. O dediğiniz gün, “köle
yasası” diyordunuz ama uygulamalarıyla bunun böyle olmadığını emekçilerin hepsi
biliyorlar, gidip sorarsan öğrenme imkânın olur diyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok
canım!
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Nereden çıkardın?
AGÂH KAFKAS (Devamla) - Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kafkas.
Şahsı adına İstanbul
Milletvekili Bayram Meral. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Meral.
BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) –
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 354 sıra sayılı yasanın 3’üncü
maddesiyle ilgili şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Genel Kurulu
saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, yarın
23 Nisan, bir hafta sonra 1 Mayıs. Gönül istiyor ki 1 mayısları,
23 Nisanları işsizliğin aza indiği, yoksulluğun aza indiği, haksızlığın ortadan
kalktığı bir dönemde kutlayalım ama ne yazık ki bunu yaşayamıyoruz. Bugün
ülkemizde işsizliğin had safhaya çıktığı, binlerce iş yerinin kapandığı, yüz
binlerce işçinin kıdem tazminatsız kapının dışına bırakıldığı; çiftçinin ektiğine
biçtiğine pişman olduğu; emeklinin, memurun sosyal yardım beklediği,
çalışanların yarınına güvenle bakamadığı; kısacası değerli arkadaşlarım,
işsizliğin, yoksulluğun, sıkıntının had safhada olduğu bir ortamda 23 Nisanı
kutluyoruz, 1 Mayısı kutlayacağız.
Değerli arkadaşlarım, bir
konuyu yine özellikle bilginize sunmak istiyorum: Seksen beş yıllık cumhuriyet hükûmetlerinin yaptığı iç ve dış borç 226 milyar dolar. Bir
cumhuriyeti kurmuştur, okullar yapmıştır, fabrikalar yapmıştır, yapmıştır da
yapmıştır… Yedi yıllık Hükûmetiniz döneminde değerli
arkadaşlarım, yaptığınız iç ve dış borç 260 milyar, 80 milyara yakın da
özelleştirmeden gelen parayı koyarsak paha biçilmez bir borç edindiniz. Bunun
nereye gittiğini benden daha fazla sizler merak ediyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, elbette
ki 1 Mayıs, mücadele eden insanların kanı pahasına, zindanlarda çürüme pahasına
elde edilmiştir. 1 Mayıs işçi sınıfının uluslararası dayanışma ve birlik
günüdür; çalışanların emek, barış, özgürlük, demokrasi günüdür; güçlü sendikacılığın
temelinin atıldığı günlerdir; sömürünün önüne set çekildiği dönemlerdir değerli
arkadaşlarım.
Muhterem arkadaşlarım, burada
önemli bir tartışma yapıyoruz. Sayın Kafkas da bilir, sizler de bilirsiniz
değerli arkadaşlarım, Türk-İş’te genel başkanlığım döneminde en fazla miting
yapan, meydanları dolduran genel başkanlardan birisiyim. Ne bir insanın burnu
kanadı ne bir insanın malına zarar verdik. İçinizde bunu söyleyen var mı? Niye
burada kendimizi bu kadar yoruyoruz?
Sayın Bakanım diyor ki: “Taksim
için müracaat eden olmadı.” Oldu Sayın Bakanım, Türk-İş yaptı, DİSK yaptı,
Hak-İş meraklı, diğer kuruluşlar yaptı, yaptı. Bakınız, yapıyoruz, bozuyoruz.
Çalışma yaşamında tarihte iz
bırakan siyasiler vardır değerli arkadaşlarım. 1961 Anayasası’ndan sonra 274,
275 sayılı yasalar merhum Ecevit döneminde çıkarılmıştır. 12 Eylülün bütün
tahribatına rağmen iskelesini yıkamamıştır. İz bırakmıştır işte bu.
Yine iz
bırakanlar vardır. 57’nci Hükûmet döneminde -Sayın
Başbakan Yardımcımız burada oturuyor, kendisine teşekkür ediyorum- saatin üç
buçuğuna kadar İş Güvencesi Yasası çıktığında Ecevit hasta hasta
Mecliste bulunmuştur, Sayın Başbakan Yardımcım bulunmuştur. Ne olmuştur sonra?
Tahrip edilmiştir. Şimdi Sayın Bakanım diyor ki: “Bir sürü haksız yere işçi atılıyor,
bunları yeniden getirip düzelteceğiz.” Memnuniyet vericidir.
Şimdi
değerli arkadaşlarım, olay Taksim. Size şaşıyorum! Ya değerli arkadaşlarım,
neyin tartışmasını yapıyorsunuz? Yani anlamakta zorluk çekiyorum, niye
zorluyorsunuz? Yani orada yapılmış ne, burada yapılmış ne… Bakınız, iz
bırakandan bahsediyorum.
Sayın
Bakanım, size bir şey daha söylemek istiyorum: 2821’i, 2822’yi değiştirirken
lütfen 274 ve 275’le bir mukayesesini yapın, size yardımcı olur.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
BAYRAM
ALİ MERAL (Devamla) – Muhterem arkadaşlarım, bakınız, bir baklava
pişiriyorsunuz -bu Meclis pişirdi- tavanın kulpundan da siz tutuyorsunuz. Kime
götürüyorsunuz? İşçiye. Götürürken üzerine niye acı biber atıyorsunuz?
Yaptığınızın farkında mısınız? Hep birlikte gelin, gidelim Taksim’e, davullu
zurnalı halayları çekelim. Yanlış bir şey olursa sorumlu siz olmazsınız, biz
oluruz, biz! Biz oluruz! Sorumlu kimse de olmaz değerli arkadaşlarım,
olmamıştır da bugüne kadar. Geçen dönem polis gidip de DİSK’in kapısının önünde
işçilere cop vurmasa olay olur muydu? Olmazdı. Dövme beni dövmeyeyim seni, bu
kadar basit. Muhterem arkadaşlarım, yapmayınız bunu. Güzel bir şey yaptınız,
çok teşekkür ederim yüce Meclise, emeği geçenlerin hepsine teşekkür ederim. Bu
küçümsenecek bir olay değildir, bunu kabul ediyorum. Yılların beklentisi
ortadan kalkmıştır ama beklentiyi yeni bir beklentiye sokmayın.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Lütfen sözünüzü bağlayınız Sayın Meral.
BAYRAM
ALİ MERAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, sorunlar had safhada,
sıkıntılar had safhada, işsizlik had safhada, yoksulluk, haksızlık had safhada.
Derdin üzerine bir dert daha yüklemeyin. Bırakın millet gitsin, Taksim’e
çıksın, halayını çeksin, davulunu çalsın, konuşan konuşsun, yuhalayan varsa da
bizi biraz yuhalasın. Gelirseniz kısmetinizi alırsınız, gelmezseniz evinizde
oturun, çağıran mı var sizi?
İşte onun
için, muhterem arkadaşlarım, bu güzel konuyu güzellikle sonuçlandıralım, sizden
özellikle rica ediyorum. Tahrik de etmiyorum, sizden özellikle katkı
bekliyorum. İktidarsınız, sorumlusunuz, sorumluluğunuzun yerine getirilmesini
istiyorum. Bu da sizin göreviniz.
Hepinize
saygılar sunuyorum. Hayırlı olsun, uğurlu olsun, barış getirsin!
Teşekkür
ederim. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Meral.
3’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının
tümünü oylarınıza sunmadan önce, lehte, oyunun rengini belirtmek üzere İzmir
Milletvekili Kemal Anadol.
Buyurunuz
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; oyum elbette
olumlu olacak. Tarihî bir gün bu. Bu Meclis Türkiye’yi
çok geç de olsa bir ayıptan kurtardı. Gerçekten, 1 Mayısı yasaklayan bir ülke
olarak ayıp ediyorduk yıllarca.
Bu arada, bir vefa borcu
olarak, 29 Nisan 1980’de yani 12 Eylül darbesinden dört buçuk ay önce 1 Mayısın
işçi bayramı olması için kanun teklifi veren ve çoğu aramızda olmayan, bir
kısmı aramızda olmayan önerge sahiplerinin isimlerini tutanaklara geçirtmek
istiyorum, bunu bir vefa borcu sayıyorum: Kemal Anadol,
Mustafa Gazalcı, İsmail Hakkı Öztorun, Gündüz Onat,
Erol Saraçoğlu, Altan Tuna, Yılmaz Cemal Bor, Neccar Türkcan, Mehmet Balta, Mehmet Ali Pestilci, İskan Azizoğlu, Temel Ateş, Veli Zeren, Süleyman Sabri Öznal,
Ertuğrul Günay, Süleyman Genç, Sevil Korum, Orhan
Yağcı, İsmail Akın, Mustafa Şentürk, Ferhat Arslantaş, Nizamettin Çoban, Süleyman Sırrı Ergun, Yücel Akıncı, Hüseyin Kaleli, İbrahim Akdoğan,
Mehmet Sönmez, Abdullah Emre İleri, Nedim Tarhan.
Biz, tek parti dönemini de
eleştirmesini biliriz, onun sorumluluğunu da üstlenmesini biliriz. 1935’lere
arkadaşım geldi, temas etti. Yanlış yapmışız, tek parti dönemiydi. Canım 1
Mayısı bahar bayramı hâline getirmek yanlış, tek partinin koşullarında. Bakın,
üstleniyoruz ama “Hikmetyar” deyince tüyleriniz diken
diken oluyor. 1993’te… 1993’te…(AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Kemal
Ağabey yapma, bak “ağabey” diyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Millet yapıyor Başbakan, millet yapıyor!
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) –
Millet seçiyor Başbakanı, millet!
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
1993’te “Elbette laiklik elden gidecek. Laiklik ne menem
şey yahu?” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın cümlelerini
söylediğim vakit kıvırıyorsunuz, “Biz gömlek değiştirdik.” diyorsunuz. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Egemenliğin kaynağı millet!
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Sayın Anadol, arkadaki yazıyı okur musunuz.
BAŞKAN – Sakin olun lütfen…
Sayın milletvekilleri, lütfen sakin olun…
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Gömlek değiştirmek kolay ama deri değiştirmek imkânsız! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
O yetkiyi millet veriyor, millet! Rüyanızda bile göremezsiniz onu.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Dinleyin… Dinleyin…
Bak, sizin geçmişinizden
bahsettiğimiz vakit kıvırıp “Gömlek değiştirdik.” diyorsunuz. Gömlek
değiştirmek kolay, deri değiştirmek imkânsız, dövmeler de üstünüzde duruyor,
alnınızda duruyor! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Geç... Geç... Şimdi…
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Şu
arkadaki yazıyı bir okusana… İstersen ben okuyayım: “Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir.”
BAŞKAN - Sakin olun lütfen
sayın milletvekilleri…
Buyurunuz Sayın Anadol, devam edin.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Ya, takdiriilahî…
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Takdiriilahî değil, millet seçiyor, millet!
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Dinle, Agâh dinle…
22 Nisan 2008... (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan…
BAŞKAN - Devam ediniz Sayın Anadol.
Sayın milletvekilleri, lütfen
dinleyiniz konuşmacıyı.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Takdiriilahî arkadaşlar. Bundan tam bir sene önce bugün,
Recep Tayyip Erdoğan ne demiş bakın, bugün, bir sene
önce: “1 Mayısı resmî tatil ilan etmemizi isteyenler var. Türkiye tatiller
ülkesi, yıllık çalışma günü iki yüz gündür. Bunun dışı tatildir.”
METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) –
Yanlış mı?
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – E
niye getirdiniz? “Yanlış mı?” diyor! E niye getirdiniz bu kanunu ya? Niye
getirdiniz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) –
Sağlığına zarar veriyorsun bak.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
“Hesap edecek olursak, bugünün maliyeti 2 katrilyondur. Bir taraftan emeğin
karşılığının daha fazla olmasını arayacağız, bir taraftan tatiller artsın
diyeceğiz. Biz böyle bir noktada değiliz.” Bu ne biliyor musunuz? Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar değişimci, ne kadar dönüşümcü,
bir senede nasıl mesafe aldığını gösteren çok somut bir örnektir. Hayırlı
olsun! (CHP sıralarından alkışlar)
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Bir de
siz değişseniz, dönüşseniz!
ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Bir
dinle kardeşim ya!
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Hayırlı olsun bu değişim, bu dönüşüm! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Şimdi…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen, dinleyelim.
Devam edin Sayın Anadol.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Merhum Uğur Mumcu o kadar güncel ki… Inter Continental’in
5’inci katı, o gün misafirler kapatmıştı. O katta kimler kalıyordu? Taksim
alanına bakan 510, 511, 512 no.lu odalardan ateş edildi mi? O odalarda kimler
kalıyordu? 2 Mayısta, InterContinental Otelinin
önünde bir bomba patlatılarak bütün camlar kırıldı -2 Mayıs günü, olaydan bir
gün sonra- ve ertesi gün ön cephe bütünüyle ithal camla kaplandı. Neden?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edin, lütfen,
Sayın Anadol.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Şimdi, tarihle yüzleşmek deniyor. Cumhuriyet Halk Partisinin önergesi var…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Vardır…
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Cumhuriyet Halk Partisinin önergesi var.
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Uğur
Mumcu’yu ortadan kaldıranları niye saymıyorsunuz?
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Hadi bu Meclis, el koyalım, araştırma komisyonuna “evet” deyin, o 1 Mayıstaki
cinayeti işleyenleri ortaya çıkaralım. Hodri meydan! Haydi! Haydi! Haydi! (CHP
sıralarından alkışlar)
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Hadi
hadi…
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Kontrgerillayı ortaya çıkaralım. Haydi! Haydi! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Ha, siz bunlara “evet” demezsiniz.
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Uğur
Mumcu’yu ortadan kaldıran Ergenekonculara sahip çıkmayın bakalım.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Hadi hadi…
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Hadi
bakalım.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Ergenekon’u dava edin. Şu 1 Mayıs katillerini Ergenekon’un içine sokun,
Ergenekon’a sokun, Ergenekon’a sokun! (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Şimdi, son olarak…
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Uğur
Mumcu’yu ortadan kaldıran Ergenekonculara sahip çıkmayın.
BAŞKAN – Lütfen… Sayın…
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Kes sesini!
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Hadi
bakalım…
BAŞKAN – Sakin olun lütfen
Sayın Milletvekili.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Uğur Mumcu’yu ağzına alma!
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) –
İşine gelmedi değil mi?
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Uğur Mumcu’yu sen ağzına alamazsın.
LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) –
Sayın Anadol, işine gelmedi değil mi?
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Kes!
Şimdi, Sayın Bakan dedi ki…
Son cümlemi söylüyorum. Niye Taksim değil 1 Mayısın kutlama alanı? Dedi ki:
“Yüzümüzü kızartacak sahneler olmasın.” Sayın Bakan, emekçilere Taksim
Meydanı’nı açmak yüzümüzü kızartmaz ama emekçilerden esirgediğiniz Taksim
Meydanı’na doldurduğunuz magandaların, sarhoşların, yılbaşında yabancı
kadınlara tacizlerinin bütün dünya televizyonlarında yayınlanması Türkiye için
bir utançtır! (AK PARTİ sıralarından “Kim onlar?” sesleri)
Onlara tanıdığınız özgürlüğü
emekçilere tanımıyorsunuz. 1 Mayıs alanını, 1 Mayıs törenini Taksim’de
işçilerden esirgiyorsunuz.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Bizim
maganda arkadaşımız yok.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
Onun için, elbette bu yasaya “evet” diyeceğiz ama yarım bir yasadır, ayıplı bir
yasadır. Siz 1 Mayısı Taksim’de kutlamayı önlediğiniz sürece kendinize demokrat
diyemezseniz.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Anadol.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Sayın Bakan, buyurunuz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
yıllarca beklenen, emekçilerin, bütün çalışanların beklediği 1 Mayısın tatil
olmasıyla ilgili düzenlemeyi yasalaştırmış bulunuyoruz. Tabii, bu konuda emeği
geçen herkesi ben kutluyorum. Özellikle bu yasanın gerçekten benim Bakanlığım
döneminde olması, AK PARTİ İktidarı döneminde olması ve 23’üncü Dönem
Parlamento döneminde olması gerçekten bizleri son derece memnun etmektedir.
Emeği geçen, katkısı olan herkesi kutluyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, efendim, bakınız, 1
Mayıs sevgi, barış günü olsun diyoruz. Burada maalesef öyle konuşmalar yapıldı
ki sanki muharebeye gidiyoruz. Yani ben doğrusu bunu anlamakta zorlandığımı
ifade ediyorum. Hatta öyle şeyler de kullanıldı ki, bunu bir sevince
dönüştürmemiz, hiç olmazsa bağlarken bir sevince dönüştürme imkânımız varken
burada benim hiç söylemediğim şey bana izafe edildi: Taksim’in yüz karası filan
gibi. Nereden bulundu, nereden duyuldu, nasıl icat edildi, doğrusu bilemiyorum.
Hele hele deneyimli bir siyasetçi arkadaşımızın,
ağabeyimizin bunu kullanması da doğrusu hiç hoş olmadı. Bu yasaya “Ayıplı
yasa.” demek… Nasıl olacak yani? Bu yasanın meydanıyla birlikte çıkması diye
bir şey söz konusu değil. Böyle bir yasa yok ortada. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Söyle ya! Kapatmadık de!
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bu yasa 1 Mayısın tatiliyle ilgili bir durum.
Yani, saygı duyun. Biz sosyal taraflarla bu konuları görüşüyoruz, görüşmeye
devam ediyoruz. Efendim, 1 Mayısa gidemezsiniz, gelemezsiniz diye bir şey
demedik. Bunu –yani herkesin dediği gibi bir kutlama olmaz ki- zaten önümüzdeki
yıllarda göreceksiniz. Bu 1 Mayıs zaten bir gerilim olmaktan çıkacak, tatil
olacak, millet bunu piknik olarak değerlendirecek. Yani şu anda bunun ısrarla
tatile dönüşmesini bir sevince değil, burada bir gerilime dönüştürmek, aslında
1 Mayıs açısından da çok büyük talihsizlik. Bunu Parlamentoda bizim yapmamamız
gerektiği inancındayım. Hani en sonunda ne güzel Bayram Bey söyledi “Tatlı,
baklava, filan…” Üzerine tuzu biberi
niye ekiyoruz, onu anlayamadım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –
Hep siz ekiyorsunuz.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Özellikle, buna hiç ihtiyaç yok idi. Tekrar
döndük, siyasi parti genel başkanlarına konuları götürdük. Buna da hiç gerek
yok. Herkes herkesi biliyor. Az önce arkadaşlarımız söylediler. En güzel ölçüyü
veren, en güzel tartı yeri millettir. Millet tartıyor, ölçüyor, biçiyor,
herkesi bir yere oturtuyor. Ona da saygı duymamız gerekiyor. O çerçevede
değerlendirmelerin daha doğru olacağı inancındayım.
1 Mayıs 77’deki tüm
olumsuzluklar ortaya çıksın. Çıksın arkadaşlar. Çabamız, gayretimiz…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) –
Önergemiz var… Hep beraber…
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bir dakika…
Çabamız, gayretimiz
Türkiye’de karanlık bir nokta kalmasın mücadelesidir. Bunun için… (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ama bu konuda demokrasimiz daha da kökleşsin, daha da
yaygınlaşsın anlamındaki bütün mücadeleler karşısındaki duruşumuzu da bir
görmemiz gerekiyor, bir aynaya da bakmamız gerekiyor. Kim bu karanlıkların
aydınlanması konusunda nasıl bir duruş sergiliyor, bunları da değerlendirmemiz
gerektiği inancındayım.
Ben tuz
biber ekmek için söz almadım. Gerçekten, bütün milletvekili arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum. Sayın Başbakanıma teşekkür ediyorum çünkü gerçekten, 1
Mayısın tatil olması için talimatını verdiler ve bu çalışmayı gerçekleştirdik.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Aslında,
şunu söyleyeyim Kemal Bey:
Bakınız,
geçen yıl sendika konfederasyon başkanlarıyla bugünün tatil olmasıyla ilgili
birlikte mutabakat sağlamış idik fakat buradaki bazı konuşmalara dikkat edince
sanki son oylamada “vazgeçelim bu 1 Mayıstan” anlamını taşıyan ifadeler var
burada. Yani demokratik bir adım ise bu, bu adıma hepimizin destek vermesi
gerekiyor.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) – Veriyoruz işte.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Niye bu adımı atıyorsunuz
tarzında bir yaklaşım son derece yanlış.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) – Veriyoruz, oyumuzu da veriyoruz, daha ne istiyorsunuz?
ALİ ARSLAN
(Muğla) – Sakın vazgeçmeyin.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Geçen yıl da benzer tarzda
olumsuzluklar yaşandı. Ben diyorum, bu süreci
-bakın- demokratikleşme konusundaki bu süreci saygıyla karşılayalım ve
her yıl yeni yeni şeyler ilave edelim bu sürece.
Türkiye'nin buna ihtiyacı var, Türkiye'nin bu hoşgörü iklimine ihtiyacı var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Buyurunuz.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Son, efendim.
Türkiye'nin
kavga ile Türkiye'nin çatışmayla varacağı bir yer yok.
Son
olarak da Sayın Kaplan şunu söylemek istiyorum: Sizin de bizim de 70 milyonun
da güvenliğini sağlayan güvenlik güçlerinin içlerinde yanlış yapan, hukuk
karşısında yanlış yapan var ise hukuk devletinde tabii ki onlarla ilgili
gerekli işlemler yapılıyor…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Valla, hiç görmedik Sayın Bakan.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – …ama burada kalkıp tümden,
toplumun güvenliğini sağlayan insanlarla ilgili rastgele
ifadelerde bulunmak da şık olmamıştır bu anlamlı günde ve bu anlamlı yasa
çerçevesinde.
AHMET
TÜRK (Mardin) – Sayın Başkan, eleştiri için mi söz verildi, teşekkür için mi
söz verildi?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bunu da ifade ediyorum.
Hayırlı olmasını diliyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisinin
kuruluşunun 89’uncu yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın
kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılacak
görüşmeler için 23 Nisan 2009 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 23.19