DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 3 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ CİLT : 40 61’inci Birleşim 24 Şubat 2009 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R I .- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, engellilere ait özel
eğitim kurumlarının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı 2.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sınır ticaretine ilişkin
gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın cevabı 3.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, siyasi etik konusuna
ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı III.-
AÇIKLAMALAR 1.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Anamur’daki sel
felaketine ilişkin açıklaması 2.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Anamur’daki sel felaketine ilişkin açıklaması 3.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, slikozis
hastalığına ilişkin açıklaması IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 22 milletvekilinin, süt sektöründeki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/327) 2.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel ve 23 milletvekilinin,
mısır tarımı ve piyasasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/328) 3.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş ve 25 milletvekilinin, baz
istasyonlarının insan sağlığı üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/329) B) Önergeler 1.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Muhtarların Sosyal Güven-likleri Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/229) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/119) V.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96) 2.- İstanbul
Milletvekili Nimet Çubukçu ve 25 Milletvekilinin; Fırsat Eşitliği Komisyonu
Kanunu Teklifi; Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur
ve 8 Milletvekilinin; Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve
İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş ve 5
Milletvekilinin; Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi
ile Anayasa Komisyonu Raporu (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu
Teklifi) (2/211, 2/112, 2/311) (S. Sayısı: 328) 3.- Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı
Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında
Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan
ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/543) (S. Sayısı: 263) 4.- Özel Öğretim
Kurumları Kanunu ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonu Raporu (1/496) (S. Sayısı: 100) 5.- Küçük ve Orta
Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/675) (S. Sayısı: 330) 6.- Kahramanmaraş
Milletvekili Veysi Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun; Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili
Sadık Badak ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan
ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/283, 2/270, 2/277) (S. Sayısı: 272) VI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, maketten ev satışında yaşanan mağduriyetlere
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/5523) (Ek cevap) 2.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, kamu çalışanlarının özlük haklarındaki bazı
farklılıklara ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Vekili ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı
(7/6286) 3.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin, PTT dağıtıcılarına
ve Diyarbakır Posta İşleme Merkezi personeline ilişkin sorusu ve Ulaştırma
Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6318) 4.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
PTT’nin Tekirdağ’daki dağıtım personeline ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6319) 5.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, ithal oyuncakların denetimine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/6330) 6.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Hazine bonolarıyla
ilgili açıklamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı
(7/6405) 7.- Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü’nün, çiftçilerin
desteklenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/6415) 8.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun,
araç muayene sistemindeki bir soruna ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6465) 9.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, TRT’de yayınlanan bir
programa ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/6501) 10.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Şırnak’taki kamu ihalelerine
yönelik bazı iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı
(7/6513) 11.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
Şakirpaşa Havaalanının taşınacağı iddiasına ilişkin
sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı
(7/6527) 12.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, koleksiyoncuların
denetimine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/6564) 13.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, araç muayenelerinde yaşanan bir soruna ilişkin
sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı
(7/6573) 14.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, Harran Havaalanında İLS
sisteminin devreye alınmasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6574) 15.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, özel kalem müdürlerine ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/6586) 16.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, PKK’nın banka hesaplarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı (7/6588) I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.00’te açılarak dört oturum yaptı. İzmir
Milletvekili Şenol Bal, İzmir ilinin sorunlarına, İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz, kredi kartı
mağdurlarının sorunlarına ve çözüm önerilerine, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Düzce
Milletvekili Celal Erbay’ın, Türk dünyasının millî
şairi Azerbaycanlı Bahtiyar Vahapzade’nin vefatına
ilişkin gündem dışı konuşmasına Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik cevap verdi. Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır, İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz, Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı, Türk dünyasının
millî şairi Azerbaycanlı Bahtiyar Vahapzade’nin
vefatına ilişkin birer açıklamada bulundular. Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile İslam Ülkeleri İstatistik,
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRTCIC) arasında
Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokol’ün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın geri gönderilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi okundu; Dışişleri Komisyonunda bulunan tasarının Hükûmete geri verildiği bildirildi. Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 21 milletvekilinin, eczacıların ve eczanelerin
sorunlarının araştırılarak (10/325), Antalya
Milletvekili Tayfur Süner ve 21 milletvekilinin,
Antalya’daki Vakıf Zeytinliği’nin durumunun araştırılarak sürdürülebilir
gelişiminin sağlanması için (10/326), Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini
alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. 19/02/2009 tarihinde
dağıtılan 323 sıra sayılı Madde Bağımlılığı ve Kaçakçılığı Sorunlarının
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu’nun, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında yer almasına ve görüşmelerinin Genel Kurulun 26/02/2009 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına; Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 100 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın bu kısmın 4’üncü sırasına, “Gelen Kâğıtlar” listesinde yayınlanan
ve bastırılarak dağıtılan 330 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ise 48 saat
geçmeden bu kısmın 5’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna
göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun; 24 ve 25 Şubat 2009 Salı ve
Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ve diğer denetim konularının
görüşülmeyerek gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine, 26 Şubat 2009 Perşembe günkü
birleşiminde bir saat süre ile sözlü soruların görüşülmesine; Genel Kurulun 24
Şubat 2009 Salı günkü birleşiminde 15.00-20.00 saatleri arasında, 25 ve 26
Şubat 2009 Çarşamba ve Perşembe günlerindeki birleşimlerinde ise 14.00-20.00
saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine; 29 Mart 2009 tarihinde yapılacak
mahallî idareler genel seçimleri nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışmalarına, 05/03/2009 Perşembe gününden başlamak üzere 15 gün ara
verilmesine, İlişkin Danışma
Kurulu önerisi kabul edildi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96), 3’üncü sırasında bulunan, İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu ve
25 Milletvekilinin, Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi; Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur ve 8 Milletvekilinin,
Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili
Ayşe Jale Ağırbaş ve 5 Milletvekilinin, Kadın-Erkek
Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ile Anayasa Komisyonu
Raporu’nun (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi) (2/211,
2/112, 2/311) (S. Sayısı: 328), Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi. 2’nci sırasında
bulunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Raporu’nun (1/618, 1/653) (S. Sayısı: 307) görüşmeleri tamamlanarak, yapılan
açık oylamadan sonra kabul edildi. 24 Şubat 2009
Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.51’de son verildi.
24
Şubat 2009 Salı BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 15.00 BAŞKAN:
Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
61’inci Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim. Gündem dışı ilk söz, engellilere ait özel eğitim kurumlarının
sorunları hakkında söz isteyen, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’a
aittir. Buyurun Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar) II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, engellilere ait özel eğitim kurumlarının
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce
yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Ülkemizde kanayan bir sosyal yara hâline gelen engelli
insanlarımızın eğitimi ve bu eğitimi verecek kurumların sorunlarını
Meclisimizin gündemine getirmek için söz aldım. Sözlerime başlarken, öncelikle
Mersin ili Bozyazı ve Anamur ilçelerinde dün yaşanan dolu felaketinden dolayı
değerli vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyor, Hükûmetimizi
bu konuda en kısa sürede tedbir almaya davet ediyorum. Değerli milletvekilleri, sizler de biliyorsunuz, halkımızın
yaklaşık yüzde 10’u -biraz az, biraz çok- engelli vatandaşlarımızdan
oluşmaktadır. Bu engelli vatandaşlarımızdan yaklaşık 690 bin kişisi eğitime
muhtaç durumdadır, eğitime hazır hâldedir ancak bunun 203 bini özel eğitim
kurumlarında, 14 bini de devlet kurumlarında eğitim imkânı bulabilmektedir.
Yaklaşık 470 bin eğitime müsait engelli vatandaşımız maalesef eğitim imkânından
faydalanamamakta, sırasını beklemektedir. Devletimizin ve hükûmetlerin
bu konuda bugüne kadar yapmış olduğu birçok hizmetler olabilir ama bunların
yeterli olmadığı işte bugün rakamlara dikkatlice baktığımızda ortaya
çıkmaktadır. Değerli milletvekilleri, engelli insanların eğitimi, bakımı,
korunması toplumun bir sosyal sorumluluğudur. Bir sosyal maliyet olarak, bizim
insanımız olan engelli vatandaşlarımızın her türlü hizmetinin bir pozitif
ayrımcılık olarak gerçekleştirilmesi, yerine getirilmesi bir sosyal sorumluluk
alanımızdır ve bu hiçbir şekilde bir maliyet hesabı yapılmadan yerine
getirilmelidir. Engelli insanlarımız, ele bakar, muhtaç, yardıma muhtaç,
dışlanmış bir durumda bırakılmamalıdır. Bunun da yolu bunlara ancak kendi
emekleriyle, kendi bilgileriyle geçimlerini temin edebilecek bir meslek alanı,
bir beceri kazandırmaktan geçiyor, bu da ancak eğitimle mümkündür. İşte,
engelli vatandaş-larımızın eğitilmesi konusu ve bu
eğitimi veren özel eğitim kurumlarının sorunları aslında bir sosyal sorun
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin -bana göre- temel gündem maddesi olmak
duru-mundadır. Değerli milletvekilleri, engelli vatandaşlarımızın eğitimi
konusunda devletimizin imkânları veya Millî Eğitim Bakanlığının açmış olduğu
kurumlar yeterli olamamaktadır, yetmemektedir. 470 bin engelli, eğitime muhtaç,
eğitime müsait vatandaşımız bugün, Millî Eğitim Bakanlığının veya işte, özel
eğitim kurumlarının okul açmasını beklemektedir. Bu konuda ilk uygulama, ilk
mevzuat 1987 yılında Maliye Bakanlığının Bütçe Uygulama Talimatı’na eklediği
bir maddeyle Emekli Sandığına mensup vatandaşlarımızın engelli çocuklarının
eğitimine imkân verilmiştir. Bu, 1997 yılına kadar devam etmiş ancak 1997
yılında 572 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu güvenceye SSK’lı
vatandaşlarımızın da engelli çocuklarına eğitim imkânı verilmiştir. Daha sonra
2005 yılında 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapan Kanun’la bu imkân tüm vatandaşlarımıza, sosyal güvenliği olsun
olmasın tüm vatandaşlarımızın bütün engellileri, bireylerin eğitilmesi imkânı
doğmuştur ama buna rağmen, bugüne kadar bu konunun bütünüyle çözülebildiğini
söyleyebilmek mümkün değildir. Daha sonra bu konu, Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumuna bağlı eğitim kurumlarından alınarak Millî Eğitim Bakanlığına
devredilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığına devredilirken de işin
yönetmeliklerinin ve eğitim programlarının hazırlanması süreye bağlanmıştır, bu
konuda Millî Eğitim Bakanlığına görev verilmiştir. Ancak, anlaşılmaktadır ki bu
konu bugüne kadar kalıcı bir şekilde çözülememiştir, yargılardan dönülmüştür ve
bugün, 5 Şubat itibarıyla, maalesef, özel eğitim kurumları, engellilere ait
özel eğitim kurumları, yönetmelikleri olmayan, ne olacağı belli olmayan bir
belirsizlik kaosuna itilmiştir. Binlerce okul,
binlerce engelli öğrenci, bunların öğretmenleri, bu kurumların sahipleri, bir
belirsizliğin kaosu içerisinde maalesef Hükûmetin kapısında beklemektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır, devam edin. MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu konuda, Sayın Millî Eğitim Bakanının,
Sayın Hükûmetin, yapılması gereken ne ise onu yapmak
gibi bir sorumluluğu olduğunu buradan hatırlatmak istiyorum. Değerli milletvekilleri, özel eğitim kurumları ve engelli
insanlarımızın önündeki bu problemleri, biz Meclis olarak sahiplenip kaldırmak
mecburiyetindeyiz. Bu insanlar bizim insanlarımızdır. Bu insanların her türlü
insanca yaşama talepleri, Türk halkı tarafından ve Türkiye Cumhuriyeti devleti
tarafından karşılanmak durumundadır. Dolayısıyla, engelli insanlarımızın
önündeki engelleri kaldırmak sorumluluğu hepimizin üzerindedir. Özellikle bu
özel eğitim kurumlarının sorunlarını çözmek, vergiden, gelir vergisinden muaf
tutmak, bana göre, bu Meclisin bir görevi olmalıdır, sorumluluğu olmalıdır. Bu
kurumların sahiplerine, eğitmenlerine, çalışanlarına, Meclisimiz adına ve
Milliyetçi Hareket Partisi adına saygılar sunuyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun, tamamlayın. MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu çığlığın Hükûmetimiz
tarafından da duyularak alınması gereken tedbirlerin, hiçbir maliyet hesabı
yapmadan, bir sosyal sorumluluk olarak yerine getirilmesini temenni ediyorum,
diliyorum. İnşallah, Hükûmet de bu konuda dünden
farklı… Çünkü şimdi bu kurumlar, yönetmeliği olmayan, programı olmayan yani ne
olacağı da belli olmayan bir belirsizlik içerisinde -maalesef binlerce, yüz
binlerce liralık yatırımların ne olacağı belli olmadan- Hükûmetin,
devletin ilgisini beklemektedir. Bu konuya dikkatinizi çekmek için söz aldım. Bu konuya çözüm
üretmek temennisiyle, umuduyla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şandır. Gündem dışı konuşmaya Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik Bey
cevap verecek. Buyurun Sayın Çelik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili Sayın
Mehmet Şandır tarafından, özellikle özürlü çocuklarımızın, gençlerimizin,
vatandaşlarımızın eğitimiyle ilgili olarak, mesele gündem dışı bir konuşmayla
Türkiye Büyük Millet Meclisine taşındığı için Değerli Milletvekilimize
huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi özürlülerle ilgili olarak
önümüzde üç büyük mesele durmaktadır. Birincisi: Özürlü olup da çalışma imkânı
olmayan, çalışamayacak durumda olan insanlara aylık bağlanması ve onlara ödenen
aylıkların geçinebilecek bir seviyede olması, insanca yaşanabilecek bir düzeyde
olması. İkincisi: Özellikle özürlü çocukların, özürlü
bireylerin bakımı, bakıma alınması. Üçüncüsü ise özürlü bireylere
verilecek olan eğitim meselesidir. Bildiğiniz gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul
edilen Özürlüler Yasası ile birlikte Türkiye’de özürlü vatandaşlarımız çok
önemli bir yasal güvenceye kavuşturulmuştur. İlk defa AK PARTİ Hükûmeti döneminde böyle bir yasa çıkarıldığı için de…
Bundan dolayı ben emeği olan, hizmeti olan herkese teşekkür ediyorum. Özellikle
bizim görme engelli milletvekili arkadaşımız Sayın Lokman Ayva’nın bu konuda
çok büyük gayretleri olmuştur. İlgili Devlet Bakanlığımızın, Özürlüler
İdaresinin bağlı bulunduğu Devlet Bakanlığının, Millî Eğitim Bakanlığının,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının çok büyük katkıları ve çabaları
olmuştur. Ancak, netice itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yasayı kabul
etmiş ve özürlüler çok anlamlı bir güvenceye, cumhuriyet tarihimizde ilk defa
böyle bir güvenceye kavuşmuşlardır. Biraz önce Sayın Şandır’ın vermiş
oldukları rakamlarla ilgili, müsaade ederseniz, bir iki hususa açıklık getirmek
istiyorum. Dünya Sağlık Örgütü – Mehmet Bey “Yüzde MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 12,9. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Evet; 12,9’unun,
yaklaşık yüzde 13’ünün özürlü olduğunu ifade ediyor. Ancak, değerli arkadaşlar, bu bizi yanıltmasın. Bizim
toplumumuzda, çok şükür, bu kadar özürlü yok aslında. Onların sözünü ettiği
özürlü, yüksek tansiyon hastaları, kronik kalp hastaları, tansiyon hastaları,
diyabetik hastalar. Yani şeker hastaları, tansiyon hastaları, kalp
hastalıklarına sahip olan herkes özürlü kabul edildiği için bunlar özürlü
olarak ifade ediliyor. Haddizatında gerçek manada özürlülerin, yani ortopedik
özürlüler, zihinsel engelliler, otistikler, spastikler, görme engelli, işitme
engelli, ruhsal özürlü gibi kategorilere ayırdığımız engelli gruplarındaki
vatandaşlarımızın, çocuklarımızın sayısı kesinlikle bu rakamlarda değil,
700-800 bin civarındadır. Şimdi, bu düzeltmeyi yaptıktan sonra… Ki bu son derece önemlidir. Çünkü, mesela “Yüzde Değerli arkadaşlarım, Hükûmetimiz
döneminde, Özürlüler Yasası’nın gereği olarak eğer bir vatandaşımız kendi
çocuğunu devletin işlettiği, kurduğu bir özel eğitim kurumuna gönderiyorsa
zaten bir problem yok. Biz bunlarla ilgili ne getirdik? Çocuk özürlüyse, onu
evinden alıyoruz, evine teslim ediyoruz. Yani eğitim alan çocukların taşımasını
yapıyoruz. Evinden alınıp evine teslim edilen çocuklarımız, gençlerimiz,
özellikle eğitim kurumlarına giden özürlü bireyler gerçekten bu konuda böyle
bir imkânın ve hizmetin kendilerine verilmiş olmasından dolayı son derece
mutludurlar. İkinci bir hizmet: Şu anda bin dört ev, ev okuldur. Yatağa
bağımlılık yaratan cam hastalığı gibi veya yatakta tedavisi sürmesi gereken
hastalıklarda biz öğretmenimizi eve gönderiyoruz. İcabında 1 öğretmen, 2
öğretmen, 3 öğretmen 1 öğrenciye ders veriyor. Eve gidiyor, ev okul hâline
geliyor. Bir başka şey: Bu çocuklarını bir özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine yani özel sektör tarafından
işletilen bir rehabilitasyon merkezine çocuğunu gönderirse 2009 yılı Maliye
Bakanlığı Bütçe Uygulama Talimatı’nın da gereği olarak 411 Türk lirası
kendilerine her ay yardımda bulunuluyor. Bu da son derece
önemli bir şey. Daha önce böyle bir güvencesi kesinlikle çocuklarımızın
yoktu. Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli mensuplarının bir konuya
dikkatini çekmek isterim: Görme engelli çocuklara ilk defa, yine Hükûmetimiz döneminde 272 çeşit ders kitabı üretilmiş,
kabartma harflerle olan -malumunuz- Braille alfabesiyle basılmıştır ve ücretsiz
olarak kendilerine dağıtılmıştır, 272 çeşit kitap değerli arkadaşlar. Daha iki hafta önce zihinsel engelli çocuklarımızla ilgili yine
hazırlanan, basılan on üç çeşit kitap özellikle zihinsel engelli çocuklara,
gençlere dağıtılmıştır. Bütün bunlar aslında eskiden hiç olmayan, maalesef
birçok kimsenin belki olmasını hayal bile etmediği ama olması gereken şeylerdi.
Dahasını söyleyeyim, devletin özürlüler için açmış
olduğu okullarda özel eğitim ve rehabilitasyon
merkezlerindeki 2 bin… Yani, bu Özürlüler Yasası çıkmadan önceki öğrenci sayısı
toplam 30 bin civarındaydı. Bu konuda yüzde 1.000’lik artış sağlanmıştır
arkadaşlar, yüzde 1.000 bir artış vardır. Elbette daha eğitim çağında olup da
eğitimden yararlanması gerekip de eğitime tabi tutulması gereken çocuklarımızla
ilgili daha yapılması gereken çok şey vardır ancak tekrar altını çizmek istiyorum,
yüzde 1.000’lik bir artış sağlanmıştır. Özürlü olan çocuklarımız için okul
öncesi eğitim zorunlu hâle getirilmiştir, zorunludur. Eğer özürlüyse, normal
çocuklar için zorunlu olmayan okul öncesi eğitim, özürlü çocuklarımız için
zorunlu bir eğitimdir ve onlara da gerekli hizmet verilmektedir. Değerli arkadaşlarım, bir başka şey: Malumunuz, evde bakım hizmeti
getirdik. Bir annenin eğer özürlü bir çocuğu varsa ve anne evde çocuğuna
bakıyorsa ona bir asgari ücret kadar para ödüyoruz. Diyelim ki ikinci özürlü
çocuğu var, ona da teyzesi bakıyorsa teyzesine de bir asgari ücret kadar para
ödüyoruz. Bu, sosyal devletin yapması gereken şeydir; bu, insani olan şeydir.
Artık eskiden olduğu gibi insanlar, özürlü çocuklarını gizlemek, onlardan
utanmak, onları yokluğa mahkûm etmek gibi bir tavır takınmıyorlar. Tabii ki
herkes bunu yapmıyordu ama maalesef özürlü çocuğunu ortaya çıkaramayan, bırakın
okula göndermeyi onun varlığından bile insanların haberinin olmaması
gerektiğini düşünen, tavır takınan ne yazık ki aileler vardı. Ancak, bu evde
bakım hizmetiyle birlikte bu aileler bu imkândan ve fırsattan yararlanmışlardır
ve şu anda 120 bin aileye, 120 bin kişiye evde bakım ücreti ödenmektedir. Bu da
son derece anlamlıdır, bu da çok çok büyük bir
hizmettir. Dediğim gibi, iki çocuğa kadar bu şekilde bir imkân getirilmiştir. Ayrıca Özürlüler İdaresi Başkanlığı ile İŞKUR arasında yapılan bir
iş birliğiyle mesleki rehabilitasyon kursları
açılmaktadır özürlü çocuklara ve gençlere yönelik olarak. İlk defa 2004 yılında
bu başladığı zaman aşağı yukarı 20 program vardı ve toplam 300 kişi müracaat
ediyordu, 300 kişi devam ediyordu. Şu anda 525 ayrı kurs ve program var ve 18
bin kişi bundan yararlanmaktadır. Aradaki rakamlar ve farklar bunlar değerli
arkadaşlarım. Bir taraftan Özürlüler İdaresi Başkanlığı, bir taraftan Millî
Eğitim Bakanlığı, bir taraftan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu konuda
üzerine düşeni yapmaktadır, yapmaya çalışmaktadır. Bu arada bir hususu da belirtmek istiyorum: Malumunuz “özürlü
aylıkları” dediğimiz aylıklar var. Konuşmamın başında belirttiğim gibi,
çalışamayacak durumda olup da devletin özürlü aylığı bağladığı kimseler vardı.
Onların da ücretlerinde yüzde 300’e varan artışlar sağlanmıştır, yüzde 300’lük
artış sağlanmıştır ve 2008 yılında “özürlü aylığı” adı altında ödenen para ne
kadar arkadaşlar biliyor musunuz? Yaklaşık 1,7 katrilyon, bugünkü ifadeyle 1,7
milyar Türk lirasıdır. 2 katrilyona yakın özürlü aylığı olarak para ödenmiştir.
Bir rakam daha vereyim değerli arkadaşlarıma: Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine giden öğrencilerin, okul
çağındaki özürlülerin ailelerine ödenen para, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından
geçen yıl, 2008 yılında ödenen para yaklaşık 860 trilyon Türk lirasıdır, yani
860 milyon bugünkü Türk lirasıdır, eski ifadeyle trilyon Türk lirasıdır. Yani 1
katrilyona yakın, 1 milyar Türk lirasına yakın bir para sadece özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine devam eden ve bu eğitim
imkânından yararlanan özürlülerin ailelerine ödenmektedir. Bizim hedefimiz ve
temennimiz, çabamız hep şudur değerli arkadaşlar: Eğitim çağında olup da okul
çağında olup da bir tek birey bile eğitim imkânından mahrum kalmamalıdır,
eğitim halkasının dışında olmamalıdır. Bütün gayretimiz ve çabamız budur. Bir taraftan Millî Eğitim Bakanlığı kendi imkânlarıyla okullar
yapmaktadır, okullar açmaktadır. Bir taraftan özel sektörümüz okullar
açmaktadır, kurslar açmaktadır. Türkiye çapında özürlü eğitimi veren kurum
sayısı iki bine yaklaşmıştır, iki bine yakın özürlü eğitimi veren kurs ve okul
vardır. Siirt’te bu anlamda hiçbir okulumuz yoktu. Siirt’te de şu anda kırk
derslikli bu amaçla bir okul bitirilmiştir ve bu da -teşekkür ediyorum
kendilerine- Telekom tarafından üstlenilmiştir. Burası özürlülere yönelik bir
ilköğretim okulu ve iş okulu olarak, aynı zamanda mesleki beceri edindirme
kurslarına da sahne olacak bir ilköğretim okulu olacaktır ve böylelikle seksen
bir vilayetimizin hepsinde mutlaka özürlülere yönelik eğitim yapan bir veya
birden fazla kurumun olması temin edilmiştir. Sayın Şandır’ın sözünü ettiği yönetmelik
meselesine gelince: Yönetmelik bütün tarafların rızasıyla, Millî Eğitim
Bakanlığının, Maliye Bakanlığının, Özürlüler İdaresi Başkanlığının, ilgili
Devlet Bakanlığının çalışmalarıyla hazırlanmaktadır ve iş son noktaya
gelmiştir, eli kulağındadır ve bitirilecektir. Temel sebep şudur: Değerli
arkadaşlar, maalesef özürlülere verdiğimiz bu paradan dolayı bazı insanlar bunu
istismar etmektedir. Nitekim, müfettişlerimizin yapmış
oldukları araştırmalara göre çok sayıda, çok büyük miktarlarda da suistimal tespit edilmiştir. Bu suistimallerin
önüne geçmek, bu sistemin dejenere olmaması için de
gerekli hassasiyetin ortaya konması gerekiyor. Ancak şunu hemen belirtmem
gerekiyor: Özürlüler hiçbir dönem, bu dönemde olduğu kadar devletten şefkat,
sevgi ve imkân görmemişlerdir -bunun altını çiziyorum- hiçbir dönemde bu kadar
sevgi, şefkat ve imkân görmemişlerdir. Eski okullarımızda da rehabilitasyon
çalışmaları yapılıyor, yeni yapılan bütün okullarımızda mutlaka ortopedik
engelli çocuklarımız için rampalar yapılıyor, özürlü asansörleri ve özürlü
tuvaletleri yapılmaktadır. Diğer taraftan tabii şehirlerimizin mimarisinin de
buna göre yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bütün kamu kurumlarında, özellikle
ortopedik engellilerin çok rahat hareket edebilmesini sağlamak üzere okul
binalarının giriş-çıkışlarının mutlaka -şüphesiz ki- düzenlenmesi gerekiyor.
Biz Millî Eğitim Bakanlığı olarak buna öncülük ettiğimizi düşünüyoruz. Okul
mimarisiyle ilgili ortaya koyduğumuz bu örnekler ümit ediyorum ki diğer bütün
kurumlara da sirayet edecektir, yayılacaktır. Hiç olmazsa devlet, hiç olmazsa
devletin kurumları, başta bu memleketin hastanesi, postanesi, adliyesi, okulu,
vatandaşın günlük hayatıyla ilgili meselelerden dolayı girip çıktığı, başvurmak
zorunda kaldığı tüm kurumlarda bu kolaylıkların kesinlikle getirilmesi
gerekiyor. Bir taraftan sivil toplum örgütleri sürece dâhil edilmiştir.
Özürlülerle ilgili olarak kurulmuş çeşitli sivil toplum örgütleriyle biz ve
Özürlüler İdaresi projeler uygulamaktayız ve bu projeler bundan sonra da aynı
hızla, aynı kararlılıkla devam edecektir. Değerli arkadaşlarım, özürlüler meselesi sosyal devletin en önemli
meselelerinden birisidir. Sosyal devlet “Altta kalanın canı çıksın” mantığıyla
hareket edemez. Sosyal devlet fakirini fukarasını, özürlüsünü, yaşlısını,
hastasını gören ve gözeten devlettir. Bu çerçevede Hükûmetimiz
bu meseleyi en önemli öncelikli meselelerinden birisi hâline getirmiştir.
Nitekim Sayın Şandır’ın, değerli arkadaşlarımın da
bilmesi gerekiyor: Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, efendim, UNESCO’nun
raporlarında, bütün uluslararası dokümanlarda Türkiye'nin özürlülerle ilgili
olarak ortaya koyduğu performanstan övgüyle söz edilmektedir. Ben bu konuda, dediğim gibi, emeği ve katkısı olan -şu anda o da
aramızda- Sayın Devlet Bakanımız Nimet Çubukçu’ya,
Özürlüler İdaresi Başkanlığına, Maliye Bakanlığına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığına, Millî Eğitim Bakanlığına, bizimle birlikte bu meselelerin çözümü
için, özürlülerin eğitimi, rehabilitasyonu için
çalışan sivil toplum örgütlerine, hepsine çok çok
teşekkür ediyorum. Bir kez daha değerli milletvekili arkadaşım Sayın Şandır’a böyle bir konuyu Meclis gündemine taşıdığı için,
bize de böyle bir açıklama yapma fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan. Sayın Öztürk, sisteme girmişsiniz, neyle
ilgili konuşacaksınız? ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Efendim, Anamur’daki sel felaketiyle
ilgili. BAŞKAN – Buyurun efendim. III.- AÇIKLAMALAR 1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Anamur’daki sel felaketine ilişkin açıklaması ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; dün Anamur’da saat 16.00’da başlayan ve 18.30’a kadar aralıksız
süren dolu yağışı nedeniyle, Anamur’un İskele Mahallesi, Yalı Evleri,
Güzelyurt, Fatih ve Ören beldesi ile Çarıklar beldesi ve Kızılaliler’de,
özellikle bu bölgelerde muz ve çilek ekili araziler tamamıyla mahvolmuştur.
İlçe Tarım Müdürlüğünün ilk belirlemelerine göre, bin dönüm civarında bir arazi
mahvolmuştur ve o çiftçilerin beli tamamen bükülmüştür. Çiftçilerimiz
devletin kendisine yardım elini uzatmasını istemektedir, özellikle Başbakanlık
Acil Destek Fonu’nun acilen devreye sokularak kendilerine yardım elinin
uzatılmasını talep etmektedirler, kooperatif ve bankalara olan bu seneki
borçlarının bir iki yıl faizsiz ödemesinin durdurulmasını ve ek kredi
kendilerine tanınmasını talep etmektedirler, nasıl olsa tarım sigortası
yapılmıştır diyerek konunun geçiştirilmemesini ve kaderleriyle baş başa
bırakılmamasını talep etmektedirler. Belediye Başkanımız Sayın Suphi
Alp, Anamur Kaymakamı ve İlçe Tarım Müdürümüz gerçekten bu konuda da çaresiz
kalmışlardır. Ben tüm Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri adına Anamur
halkına geçmiş olsun diyorum, Hükûmetimizin de bir an
önce oraya elini uzatmasını talep ediyorum. Saygılar sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk. Geçmiş olsun. Gündem dışı ikinci söz, sınır ticareti hakkında söz isteyen
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’e aittir. Buyurun Sayın Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar) II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
(Devam) A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam) 2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sınır ticaretine ilişkin gündem dışı
konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın
cevabı ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sınır
ticaretiyle ilgili gündem dışı söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım. Değerli arkadaşlar, sözlerime başlamadan önce 25-26 Şubat 1992’de
Hocalı katliamı oldu biliyorsunuz. Hocalı katliamında 1.300 kişi soykırımı
şeklinde katledildi, bin kişi de yaralı oldu, Azerbaycan’ın yüzde 20 toprakları
işgal edildi, 1 milyon insan da kaçkın hâline geldi, yani göç etti. Bu
Azerbaycan topraklarının geri verilmesini, 1 milyon insanın topraklarına geri
dönmesini öncelikle temenni ediyorum ve Hocalı katliamında şehit olan herkese
rahmet diliyorum. Değerli arkadaşlar, sınır ticareti dediğin zaman dünyada çok
önemli yer taşıyor. Şimdi, bakın, dünyadaki gelişmiş ülkelerin sınır ticareti
yapan illerinde büyük zenginlikler var, kalkınmalar var, ama Türkiye'de tam
tersi, Türkiye'deki sınır ticareti yapan illerde gerileme var, göç var,
yoksulluk var, işsizlik var. Şimdi, Ardahan’ın Posof ilçesinin Türközü
köyündeki gümrük işlerinde, sınır ticaretinde 1996’da mazot ticareti
yapılıyordu; Ardahan gelişmişti, Ardahan kalkınıyordu, Ardahan’a fevkalade bir
para giriyordu, ama 1997’de kesildikten sonra, o günden bugüne kadar Ardahan’da
göç hızlı bir şekilde devam etti, bölgemiz boşaldı, nüfus 176 binden 112 bine
düştü. Şimdi, bu Posof Kapısı’nın mutlak surette hızlandırılıp ve Posof
Kapısı’ndan mazot ticareti yapılmasını Hükûmetin
sağlaması lazım. Bunu devamlı seçim zamanlarında herkes, Hükûmetin
yetkilileri veya bütün siyasiler gelip söylüyor: “Biz Posof’tan mazot ticareti
yaptıracağız, merak etmeyin.” On iki senedir kimse yaptırmıyor. İkincisi: Çıldır Aktaş Kapısı var.
Çıldır Aktaş Kapısı’ndan Azerbaycan sınırına 182
kilometredir. O yol yapıldığında, o zaman Azerbaycan’ın Türkiye’ye kara yolu
olmuş olacak arkadaşlar ve o yol Çıldır, Arpaçay, Kars’tan Erzurum’a kadar o
bölgeyi geliştirecektir. Ardahan-Ardanuç yolu var -Karadeniz’i Doğu Anadolu’ya bağlayan
yol- Sarp Kapısı’ndan geldiğinde Göle üzerinden veya Ardahan-Hoçvan üzerinden transfer şeklinde nakliyeler devam
ettiğinde, mutlak surette o bölge kalkınacaktır. Değerli arkadaşlar, şunu söyleyeyim: Sınır ticaretinde Ardahan,
Kars, Iğdır, Ağrı, Van, Şırnak ve Hakkâri, bu bölgelerde maalesef gerektiği
şekilde ticaret yapılmıyor ve bölgelerimizin hepsi geri kalmış, kalkınmakta
olan illerimiz. Bu nedenle, ben Sayın Bakandan rica ediyorum, sınır ticareti
yapmak için çeşitli kolaylıklar yapılsın. Şimdi bir örnek vereceğim arkadaşlar: Ardahan Belediye Başkan
adayımız Yalçın Taştan dün Ardahan’daki esnafı gezdi, bir de küçük sanayiyi
gezdi. Küçük sanayide, inanın, sanayi içerisinde yollar yok. Yol yok, yol!
Dükkânların önü çalçamur, pislik içerisinde. Şimdi,
ticaret yapılamıyor, hayat durmuş. Eğer ticaret yapılmış olsaydı, o esnaf orada
farklı bir konuma gelirdi. Ben Sayın Bakandan rica ediyorum: Sınır ticaretinin
geliştirilmesini ve o bölgenin kalkınmasının sağlanmasını istirham ediyorum. Şimdi, Kars-Tiflis demir yolu yapılıyor. O demir yolunda mutlak
surette gümrükleme istasyonunun Ardahan il sınırına kurulması lazım. Ardahan il
sınırına niçin kurulması lazım? Çünkü, sınırdan giriş
Ardahan il sınırıdır. Bunu başka ile götürdüğünüz zaman, o bölge iyice
gerilemiş olacak, o bölgede yoksulluk ve işsizlik daha da artmış olacaktır.
Örnek veriyorum: Daha önce sınır ticaretinde mazot ticareti yapan 750 tanker
vardı, Ardahan’da 750 tanker vardı, alınmıştı. Birden durduruldu. Bütün esnaf
iflas etti. O zamanın parası 50 trilyon devlete borç vardı. Bu 50 trilyonu
Ardahan esnafı ödeyemedi. Şu anda da, kışın özellikle, siftah yapmadan Ardahan
esnafı kepenk kapatıyor. İnanın, samimi söylüyorum, eksi 20 derecede -dün
televizyonda izlemişsinizdir- her tarafa kar yağdı. Ama tabii, bizim rakım
yüksek olduğu için, 1.900-2.000 rakımlı olduğu için Posof’ta da Damal’da da
Hanak’ta da Göle ve Çıldır’da da Ardahan merkezde de 200’e yakın köy kapandı
arkadaşlar. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Öğüt, devam edin. ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Şimdi, bizim bir halk ozanımız var, şöyle
diyor: “Öğretmenim sürgün geldi. Doktorum ilaçsız kaldı. Hastamız kızakta öldü. Ben köyümden göçer miydim?” Evet, hastalarımız kızakta ölüyor değerli arkadaşlar. Şu anda
yollar kapalı, köylerin yolları kapalı. Bunu devletin TRT’si söylüyor, devletin
televizyonu söylüyor. Yani böyle bir bölgede yaşayan, vatan bekçiliği yapan,
sınırda vatan bekçiliği yapan insanların gelişmesi, kalkınması için mutlak
surette sınır ticareti merkezleri kurulması lazım. Sınır ticareti merkezleri
kurulursa o bölgenin kalkınmışı olacaktır. Bakın, o bölgeyi devamlı Ermenistan tahrik ediyor, “O topraklar
benim.” diyor. Şimdi, biz bunun karşısında o bölgeyi boşaltıyoruz devlet olarak
ve göç oluyor, işsizlik oluyor, yoksulluk oluyor. Hâlbuki o bölgede ticaret
yapılsa, üniversite daha iyi gelişmiş olsa, sınır ticareti daha çok gelişmiş
olsa insan sayısı daha çok artacaktır, o bölgede de kimsenin gözü olmayacaktır.
Bu nedenle, ben Sayın Bakandan ve Hayati Bey’den özellikle
istirham ediyorum, değerli hemşehrimden -çünkü
Rizelileri biz hemşehri olarak kabul ediyoruz… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sözünüzü tamamlar mısınız Sayın Öğüt. ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Hemen tamamlıyorum. …Rizelileri biz hemşehri kabul ediyoruz,
benim baba dostlarım da hepsi Rizelidir- istirham ediyorum. Ardahan’ın sınır
ticaretini geliştirecek tedbirleri almasını umuyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öğüt. Evet, gündem dışı konuşmaya Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Hayati Yazıcı cevap verecek. Buyurun Sayın Yazıcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; evet, sınır ticareti ticaretimizin bir
parçası ama takdir edersiniz ki Türkiye'nin bütün kara hudut kapılarında, kara
sınırlarında sınır ticaretinin yapılmasına imkân vermek çok doğru bir davranış
değildir. İşte bu sebepledir ki Hükûmetimiz 2003
yılında 5408 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla on iki ilimizde sınır ticareti
yapılmasını öngörmüş ve daha sonra mücavir yedi ilimiz -ki bunlar Erzurum, Muş,
Bitlis, Siirt, Batman, Diyarbakır ve Adıyaman illerini kapsamakta- bu alanları
da kapsamına almak suretiyle genişletilmiştir. Değerli milletvekilleri, uygulamada, hâlihazırda, fiilen sadece
İran ile Van-Kapıköy, Hakkâri-Esendere
ve Ağrı-Sarısu’da kurulu sınır ticaret merkezleri üzerinden sınır ticareti
yapılmaktadır. Bu adı geçen sınır illerimizde yerleşik esnaf
ve tacire, sınır ticaret merkezlerinde mağaza kiralama, ayrıca ithal edilen
malı satın almak suretiyle uygulamadan yararlanma imkânı sağlanmaktadır ve gene
bu bölgelerde, serbest ticaret bölgelerimizde ticareti yapılacak ürünlerin
neler olacağına ilişkin belirlemeler yani kota uygulamaları -gene bilginiz
dâhilinde olmalı- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Tarım Bakanlığının
çalışmalarıyla belirlenmektedir. İşte, bu çerçevede yapılan çalışmalarda tahsis
edilen başlıca tarım ürünleri -çok ilginç, herhâlde yöresel yetiştirmeye, ürün
türüne bağlı olarak- tarım ürünleri olarak: İşte, armut, ayva, havuç, hurma,
karpuz, kavun, kiraz, kivi, mandalina, nar, portakal, şeftali, bezelye, buğday,
domates, ıspanak, lahana, marul, mercimek, nohut, kuru soğan ve yeşilbiber,
başlıca tarım ürünleri kota kapsamında. Sanayi ürünlerinde ise inşaat
alçısı, boya, çimento, çivi, demir, deterjan, gübre, jeneratör, hasır izolasyon maddesi, kereste, sabun, su depoları, vernik, taş
kömürü ve yün satışı yapılmaktadır. Bu çerçevede sürdürülen ve demin de ifade ettiğim fiilî uygulama
dikkate alındığında, 2008 yılında tahsis edilen 120 üründen sadece 9 ürünün
ithalatı gerçekleşmiştir. Bu ürünler: Karpuz, kivi, darı, hurma, sanayi tuzu,
pekmez, nar, patlıcan ve su deposu. Değerli milletvekilleri, elbette ki amacımız, sınır ticaretinde
bulunan illerimizin, yerleşik merkezlerimizde yer alan vatandaşlarımızın sosyal
ve ekonomik hayat standartlarını yükseltmek hedeflerimiz arasındadır. Ama, bununla paralel olarak -yine takdir edeceksiniz ki-
kaçakçılık da önemli sorunlardan birisidir. Elbette ki biz sınır ticaret
merkezlerini bir taraftan oluşturacağız ama kontrollü bir şekilde bunu
gerçekleştireceğiz çünkü vergisini ödeyerek bu ülkeye katma değer sağlayan
vatandaşımız karşısında haksız kazanımların da önüne geçmek yönetici olarak
bizim görevimiz. Bu çerçevede, Ardahan’ı da değerlendirme kapsamımıza aldığımızı
beyan ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan. Sayın Çelik, sisteme girmişsiniz. Neyle ilgili efendim? BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkanım… BAŞKAN – Buyurun. III.- AÇIKLAMALAR (Devam) 2.- Mersin Milletvekili Behiç
Çelik’in, Anamur’daki sel felaketine ilişkin açıklaması BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim. Biraz önce ilimin bir milletvekilinin de ifade ettiği gibi -ben
bugün ilimden yeni döndüm- dün akşam saat 16.45’te Mersin Anamur ilçesinde çok
görülmemiş bir afet meydana geldi; çok muazzam, aşırı, 10 santimi aşkın bir
dolu yağışı meydana geldi. Bu dolu yağışından dolayı -biliyorsunuz orası muz
memleketi ve turfanda sebze meyve, turfanda sebzecilik yoğun- tabii, seraların
dolunun ağırlığına dayanamayarak çöktüğünü orada bizzat müşahede ettim. Bu vesileyle, oradaki, yöredeki halkımıza geçmiş olsun dileklerimi
iletiyorum. Hükûmeti de bu vesileyle uyarıyorum.
Tarım Bakanlığımız ve Başbakanlığın bu konuya derhâl bir el atmasını özellikle
vurgulamak istiyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelik. Geçmiş olsun efendim. Gündem dışı üçüncü söz siyasi etik hakkında söz isteyen Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’a aittir. Buyurun Sayın Kaplan. (DTP sıralarından alkışlar) II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
(Devam) A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam) 3.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, siyasi etik konusuna ilişkin gündem dışı
konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
günümüzde en çok tartışılan ve gündeme damgasını vuran konuların başında siyasi
etik, siyasi ahlak tartışmaları gelmektedir. Özellikle seçim
dönemi yolsuzluk söylentileri, seçime hile karıştırma ve “yardım” adı altında
vatandaşın özgür iradesini etkileyici çalışmaların yapıldığı, iktidarın devlet
olanaklarını kendi çıkarları için kullandığı, kömür, makarna ve beyaz eşya
yardımlarının valiler eliyle dağıtıldığı, devletin araç gerecinin seçimde
kullanıldığı, bunların etik olmadığı, sosyal devletten sadaka devletine doğru
bir anlayışın yayılmasının siyaset kurumunu yozlaştırdığı, güveni sarstığı
görülmektedir. Gelişmiş, çağdaş demokrasilerde hukukun üstünlüğü içinde açıklık,
saydamlık, hesap verebilirlik, tarafsızlık, dürüstlük, objektiflik ilkeleri
teminat altına alındığında ve kamu yararına uygun işlendiğinde tüm hizmetler
daha etkili ve verimli işleyebilir. Siyasette de dürüst, güvenilir ve adil
hizmetler siyasete olan güveni artırır. Türkiye kamuoyunun sürekli gündeminde
olan ”temiz toplum”, “temiz siyaset”, “dürüst yönetim” gibi değerlerin hayata
geçirilmesi her şeyden önce devlete ait işlemlerin mümkün olduğu ölçülerde
halka açık olmasını, gizliliğin yerini şeffaflığın almasını gerekli
kılmaktadır. Bunun için de en başta dokunulmazlıklar konusunun yeniden
düzenlenmesi ve mal beyanıyla siyasete atılanların yeniden bir kontrol
mekanizmasına tabi tutulmasında bir gereklilik var. Bu nasıl sağlanır? Etik
yasasının Meclisten geçirilmesiyle olur. Etik yasasıyla ilgili Meclise sunulmuş
iki teklif var ama hiç kimse bunu gündeme getirme gereğini duymuyor. Yine
Meclis Başkanının çağrısı üzerine, İç Tüzük’le beraber tekrar siyasi etik
komisyonu kurulması doğrultusunda bir çalışma var. Ama bunun altyapısı hukuken
oluşturulmadığı sürece bunun da bir anlamı yok. Şimdi, tabii ki muhalefet olarak bazı haklı şikâyetleri burada
dile getirmekte yarar görüyoruz. Bu siyasi etikle ilgili süreçleri Watergate skandalıyla Amerika Birleşik Devletleri yaşadı.
Sonra da 74 yılında, Nixon’un istifasıyla beraber bir
siyasi etik yasası çıkardılar. Orada milletvekilleri, senatörler aldıkları
maaşla geçiniyorlar. Belli bir kısıtlama getirildi, mal beyanı getirildi, başka
iş yasağı getirildi. Tabii ki, bu, başka ülkelerde de var; Avrupa’da da var,
Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde, Hindistan’da da var. Ancak şunu ifade etmek
gerekiyor ki: İktidar partisinin, özellikle Sayın Başbakanın, devletin araç
gerecini, üstünde “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık” yanında “Türkiye Cumhuriyeti”
yazan otobüslerini, OBA Helikopteri’ni, ANA Uçağı’nı, ATA Uçağı’nı seçim
mitinglerinde kullanması etik değildir, “Yasaldır.” diyebilirsiniz ama etik
değildir, ahlaki değildir. Bakın, Mardin’deydi daha dün, gördük, Sayın Başbakan
devletin otobüsünü kullanıyordu. Biz hazineden yardım almıyoruz, siz hazineden
milyonlarca lira da alıyorsunuz. Yoksa parti kapatmada hazine yardımının yarısı
gitti de paranız mı kalmadı otobüsle tur atıyorsunuz? Başbakana yakışmıyor. Bu
seçimlerde, gerçekten devletin olanakları… Bizim gibi bir fakir parti, hazine
yardımı da almıyoruz ama otobüsümüz var, biniyoruz otobüsümüze geziyoruz.
Başbakandan rica ediyoruz, bu otobüslerden, helikopterlerden, uçaklardan inerse
iyi olur. Sayın Adalet Bakanının bir açıklaması oldu, bir talihsiz
açıklamaydı, diyor ki: “Hükûmetle uyumlu olmayanların
projelerini keseriz.” Biz bunu çok iyi biliyoruz. Batman’da, Diyarbakır’da,
Şırnak’ta hangi Avrupa Birliği ülkelerinden aldığımız projelerin kısıldığını da
biliyoruz. Siyasi etik çok yönlüdür tabii, sadece bunlardan ibaret değildir;
hediye almaktan tutun, ihale, ticari ilişkiler, hele hele
bu son zamanlarda çıkan ekonomik yasalarla ilgili, hatta hatta, yüzümüz kızarıyor ama
“sex and siyaset” şantaj
kasetleri dahi siyasi etik açısından tartışılması gereken konular olarak
gündeme geliyor. Siyasi etik tek yanlı değil şüphesiz. Bakıyorsunuz, İsrail’de
seçimler var, Dışişleri Bakanı Livni’ye soruyorlar
“Vatan için yatar mısınız?” diye, cevap veriyor; olumlu, olumsuz. Türkiye'de de
siyasi liderlere bu tür sorular sorulduğu zaman, yine gelecek, siyasi etiğin
odağına oturacak bu tartışmaların içinde bulacağız kendimizi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan, devam edin. HASİP KAPLAN (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan. Diğer yandan, demokrasinin dördüncü gücü medya özgürlüğü konusunda
bütün medyaya karşı eşit mesafede olunması gerekir. Muhalif medyayı susturma
taktiği hep diktatörel, baskısal rejim ve
yönetimlerde olmuştur. Dikkat ediyoruz bugün de Türkiye'de hâlâ muhalif basına
akreditasyon uygulamak, kıskaç altına almak, baskı altına almak gibi
yaklaşımlar var. Tabii, ben bunları ifade ediyorum. Nasrettin Hoca’ya sormuşlar, kadıyken bir zamanlar: Vatandaş demiş
ki: “İşte, geçerken, alaca bir inek bizim ineği karnından süsmüş, öldürmüş.”
Hoca “Sahibinin suçu yoksa nesne gerekmez, inekten kan parası alınmaz.” demiş.
Gelen adam bu sözü duyunca “Yanlış söyledim Kadı Efendi, ölen sizin inek,
öldüren bizimki.” deyince, o zaman Hoca “Dur bakayım, iş çatallaştı. Şimdi indirin
raftaki şu kara kaplı kitabı, bakalım.” demiş. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Tamamlayın lütfen efendim. HASİP KAPLAN (Devamla) – Bağlıyorum sözümü. Şimdi, siyasi etikle ilgili olarak, Meclisten… Hepimizin ortak
sorunu şu anki seçimimizin gündemini oluşturuyor, yolsuzluklar, karalamalar,
tencere dibin kara seninki benden… Yani bunlardan artık,
23’üncü Dönem Meclisinin kurtulması lazım. Zaten İç Tüzük Komisyonunun
bir çalışması var. Ama Meclisteki yasa tekliflerini gündeme taşımak lazım.
Sanıyorum -Meclis Başkanımızın yaptığı çağrı da var- ortaklaşırsak gruplarımız
olarak, bu konuda bir yasa çıkarırsak, bu ayıptan hep birlikte kurtulursak
ülkeye hayırlı bir iş yapmış oluruz. Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan. Gündem dışı konuşmaya Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik cevap
verecektir. Buyurun Sayın Çelik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Şırnak Milletvekili Sayın Hasip
Kaplan tarafından siyasi etikle ilgili olarak gündem dışı yapılmış olan
konuşmaya Hükûmet adına cevap vermek üzere söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, hangi iş yapılırsa yapılsın, eğer o iş etik
bir zemine oturmuyorsa o işin yapılmaması lazım veya o iş gereği gibi
yapılmıyor, maalesef olması gerektiği gibi yapılmıyor demektir. Medyanın
elbette etiği olacak, siyasetin elbette etiği olacak, ekonominin elbette etiği
olacak… YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niye buzdolabı dağıtıyorsunuz o zaman? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Oturduğunuz yerde
lütfen deniz feneri gibi yanıp sönmeyin, eğer bir söyleyecek sözünüz varsa
gelip burada konuşun lütfen. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niye buzdolabı dağıtıyorsunuz o zaman? BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili, dinleyelim. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
siyasi etik konusunda bu Parlamento çatısı altındaki hiçbir arkadaşımızın
hassasiyetinin diğerinden daha az olmadığı görüşündeyim. Elbette, siyasi etikle
ilgili yapılması gereken bir yasal düzenleme varsa Türkiye Büyük Millet
Meclisimizin Değerli Başkanının da girişimleriyle bunlar mutlaka yapılmalıdır.
Medeni dünyada, kalkınmış, gelişmiş dünyada bu işler nasıl yapılıyorsa bizim ülkemizde
de bunlar yapılmalıdır, burada hemfikiriz. Ancak, Sayın Kaplan’ın iddia ettiği
gibi “Sayın Başbakan, seçim çalışmaları esnasında Başbakanlığın otobüsünü
kullanıyor.” şeklindeki iddia, kesinlikle doğru bir iddia değil. SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Biz tanığız. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin,
müsaade edin arkadaşlar… Ben, Sayın Başbakanın bugüne kadar yapmış olduğu on beş mitingin
neredeyse yarısında bulundum. Sayın Başbakan iki şey yapıyor: Bir, partisinin
mitingine gidiyor, partisinin otobüsüyle gidiyor, orada partisinin otobüsüyle
anonslar yapılıyor, her türlü işlem, her türlü iş orada yapılıyor. Bir taraftan
da Sayın Başbakan, gittiği her vilayette resmî açılış programlarına katılıyor.
Bu açılış programları çerçevesinde okulların açılışı yapılıyor, sağlık
tesislerinin açılışı yapılıyor, belediyelerimizin yapmış olduğu hizmetlerin
açılışları yapılıyor. Bir toplu resmî devlet töreniyle yapılmış açılış
programları vardır. O programlara giderken Sayın Başbakan Başbakanlığın otobüsünü
kullanmaktadır. Başbakan o vilayete gittiği zaman eğer bir resmî program
çerçevesinde gidiyorsa bu araçları kullanmasının da etik olmayan hiçbir
tarafını görmüyorum değerli arkadaşlar. Şimdi, şap ile şekeri kimse birbirine
karıştırmasın, birbirine benzer ama aynı şeyler değil. (DTP sıralarından
gürültüler) Arkadaşlar, gelelim belediyelerle ilgili olan meseleye: Bakın, bir
şeyin altını çizmek istiyorum değerli arkadaşlarım: Biz, iktidara geldiğimizden
beri, İller Bankasından, bir beldenin, bir ilçenin veya bir vilayetin nüfusuna
göre tayin edilmiş, tespit edilmiş aylık ödeme neyse bu aylık ödeme parti farkı
gözetmeksizin o belediyelere gitmektedir. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Ona mecbursunuz zaten. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Siz demeseydiniz
mecbur olduğumuzu zaten bilmiyorduk Sayın Vekilimiz. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Mecbursunuz çünkü yasa öyle emrediyor. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, işte, biz de
o yasanın emrini yerine getiriyoruz. Biz de yasal çerçeve içinde hareket
ettiğimizi, hukuki çerçeve içerisinde hareket ettiğimizi söylüyoruz. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Yasa öyle emrediyor. BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen… Sayın Ağyüz… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
bakın… YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin
borcunu kaç yıla bağladınız? BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lüften… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bütün belediyelerin,
müracaat eden bütün belediyelerin borçları yapılandırılmıştır, çiftçinin
borçlarını yapılandırdığı gibi, esnafın borçlarını yapılandırdığı gibi. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bakanlar Kurulu kararıyla kaç yıla
çıkardınız? BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen,
hatibi dinleyemiyorum, müsaade eder misiniz. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
netice itibarıyla, bakın, ben şahit olduğum bazı olayları zikredeceğim: İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı arkadaşımız Cumhuriyet Halk Partisindendir.
Rahmetli Piriştina döneminde, havaalanında Sayın Piriştina Sayın Başbakanı uğurlamaya geldi ve özellikle
raylı sistemle ilgili olarak Hazineden garanti mektubu alınması gerektiğini ve
işlemlerin uzadığını, sonuçlanmadığını söyledi. Sayın Başbakan -benim de
bulunduğum bir ortam- derhâl, o zaman, ekonomiden sorumlu Bakan Sayın Ali
Babacan’ı aradı, dedi ki: “Ali Bey, İzmir halkının refahı, İzmir halkının
mutluluğu ve taşımanın kolaylığı; şehircilik bizim için çok önemlidir. Bu
Hazine garantisini derhâl verin.” Ve verildi. İzmir’de Universiade oyunları yapıldı.
Burada özel kanun çıkardık ve Hükûmet bütün
imkânlarını seferber etti, uydu kentler kuruldu. Kredi ve Yurtlar Kurumunun
bütün imkânları seferber edildi, devasa kapalı spor salonları yapıldı ama
netice itibarıyla, o, bir belediyenin organizasyonuydu, belediye işin içinde
başaktörlerden birisiydi, ama biz “CHP’li belediyedir, yapmayız.” demedik. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Barajını yapmadınız. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, herkes
şunun farkındadır: Aslında, belediyecilikte beceriksiz olan bazı insanlar
mazeretler aramaktadırlar. Bakın, bazı ilçeler var, iller var, gidiyorum,
asfalt namına bir şey yok. Bugün bir hayırsever bana geldi, ismini de vereyim,
Sayın Hüsnü Özyeğin Vakfı tarafından Doğubeyazıt’ta muhteşem bir ilköğretim okulu yapıldı,
Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu. Fakat önündeki sokak
çamur deryası. Netice itibarıyla, belediye… Bizzat gitmişler “Biz
ilçenize bu okulu yaptık ama bu asfaltı da siz dökün…” “Efendim Hükûmet bize yardım etmiyor, biz dökemeyiz...” Değerli
arkadaşlar, diğer belediyelere, Hükûmet, asfalt dökün
diye ayrı bir para göndermez, AK PARTİ’li
belediyelere de bu gönderil-memiştir. Ben valimizi
aradım bu sabah, rica ettim, dedim ki: “Sayın Valim, bakın, hayırsever, bir
okul yapmış, -belediye yapmıyorsa da, yapabilse bile yapmıyorsa, eminim ki,
böyle bir şey söz konusu olmaması lazım- lütfen, asfaltını siz yapın,
çocukların ayaklarını çamurdan kurtaralım.” Değerli arkadaşlar, bakın, bizim
yaklaşık 1.800 belediyemiz var. Bizim bütün belediye başkanlarımız gelip
diyorlar ki bana: “Efendim bize ekstra para.” Ekstra para yok kardeşim. Borcun
mu var, yüzde 40 kesilmesi mi gerekiyor? Bu standarttır, AK PARTİ’li
belediye için de, CHP’li belediye için de, MHP’li belediye için de, DTP’li belediye için de kesinti standarttır. Bakın, ben Sayın Kaplan’ın milletvekili bulunduğu ilden söz
edeyim. Şırnak vilayeti malumunuz büyükşehir belediyesi statüsünde olmadığı
için normalde kendi içme suyunu kendisinin temin etmesi gerekiyor, belediyenin
işidir bu. Ama baktık ki Şırnak Belediyesi kendi imkânlarıyla bunu
yapamayacaktır, Sayın Başbakanımız bizzat DSİ’ye
talimat verdi, Şırnak’ın içme suyu problemi halledildi. Şemdinli Belediyesi DTP’dedir, fakat oranın içme suyu, dediğim gibi, bir ilçe
olmasına rağmen, bizzat Sayın Başbakanın emri ve talimatıyla Şemdinli’nin içme
suyu meselesi, değerli arkadaşlar, halledilmiştir. Şimdi, burada, biz, aslında hepimiz, Hanya’nın, Konya’nın ne
olduğunu çok iyi biliyoruz. Bakın, yaz aylarında kesinti yapılmayacak denildiği
zaman, belediyeler yatırımlarını yaz aylarında hızlandırıyorlar, asfaltlama
çalışmalarını yaz aylarında yapıyorlar. Bu mevsim geldiği zaman “Belediyelerin
kesintisi yapılmasın.” dendiği zaman bütün belediyeler için bu standarttır
değerli arkadaşlarım. Onun için, meseleyi başka taraflara çekmenin anlamı yoktur.
Memleketin her köşesi bizimdir, hepimizindir; seksen bir vilayetimiz, 780 bin
kilometrekare topraklarımız bizim için aynı derecede değerlidir, insanımız da
bizim için aynı derecede değerlidir. O ilin… YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Adalet Bakanı öyle demiyor ama! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bakın, ben size bir
şey daha söyleyeyim. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bakın, Adalet Bakanı ne diyor! BAŞKAN – Sayın Ağyüz… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Burada ben
konuşuyorum. Arkadaşlar, o ilin veya o ilçenin belediyesi bizim partiden
olmayabilir ama oradaki insanlar bizim insanımızdır, “Bu sizin olan
belediyeler, bu bizim olan belediyeler” şeklinde bir tasnife ve ayrıma gitmek
doğru değil. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Adalet Bakanı öyle demiyor ama! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin,
söyleyeyim onu da. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Ona gelir misiniz? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Ona da geliyorum. Sayın Adalet Bakanı siyasette tecrübeli bir arkadaşımızdır, söz
üstadıdır; ben olsam öyle söylemezdim, onun söylediğine de katılmıyorum. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen olsan daha sertini söylerdin. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sayın Bakanın
söylediğine katılmıyorum ve bu arada şunu da söylemek istiyorum: Eğer Sayın
Şahin şunu söylediyse “Merkezî hükûmetle yerel
yönetim iş birliği, uyum, koordinasyon içerisinde olmalı.” dediyse, mesele yok.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – İstifa etmesi lazım, tehdittir bu! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bu anlamda söylediği
söze herkes katılır ama siz başka taraflara çekiyorsanız ona bir şey diyemem. Arkadaşlar, gelelim son olarak, Sayın Kaplan’ın söylediği… BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Sayın Bakan “Oy vermezseniz para da yok,
hizmet de yok.” diyor. Türk milletinden, seçmeninden özür dilemesi lazım! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin…
Müsaade edin… BAŞKAN – Sayın Milletvekili, Sayın Paçarız, lütfen… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, bakın,
ben bu laf atan arkadaşlara çok iyi cevap verebilirim, biliyorsunuz ben sözün
altında kalmam. BAŞKAN – Sayın Bakanım, siz Genel Kurula hitap eder misiniz
efendim, lütfen. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, değerli
arkadaşlar, medyanın, muhalif medyanın susturulduğu meselesine gelince: Değerli
arkadaşlarım, bakın, yandaş medyadan söz ediliyor. Kim kimin yandaşı, bu çok
iyi biliniyor, halk tarafından da çok iyi biliniyor. Bazı… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tabii, tabii! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Eğer bir televizyon,
eğer bir gazete Cumhuriyet Halk Partisinin borazanlığını yapıyorsa, gece gündüz
propagandasını yapıyorsa o iyi medyadır… YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Doğruyu söyle! BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – ATV ve Sabah’a verilen krediden bahset! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bakın arkadaşlar,
şimdi şunun altını çizmek istiyorum: Eğer Sayın Kaplan’ın sözünü ettiği Sayın
Doğan’a verilmiş olan vergi cezasıysa bu normal denetimler sonucunda… Vergi
denetim uzmanları var, bu ülkede uzmanlar var. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Uzmanlar “Yanlış” diyor. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Eğer bir ülkede
hukuksuz bir şey varsa, eğer hukuka aykırı bir durum varsa bağımsız yargıya
gidersiniz, sizi haklı görürlerse zaten mesele yok. Yanlış hesap Bağdat’tan
döner, mahkemeden döner. Ama değilse… Değerli arkadaşlar, Sayın Aydın Doğan vergi rekortmeni olduğu
zaman bizzat Sayın Başbakan tarafından kendisine takdir plaketleri
verilmiştir. Sayın Aydın Doğan okul yaptırdığı zaman bizzat ben kendisine teşekkür
etmişimdir, takdir etmişimdir. Ama sizin takdir ettiğiniz vergi rekortmeni olan
insanlar yanlış yaptığı zaman da… Yanlış yapan, bakın, kim olursa olsun; bu,
medya patronu da olabilir, siyasi bir şahsiyet de olabilir, bir iş adamı da
olabilir, hukuk… YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Deniz Feneri ne olacak, Deniz Feneri? K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Maliye Bakanı da olabilir Maliye Bakanı!
O zaman af çıkar Maliye Bakanıysa! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, hukuk
gereken şeyi yaparsa bundan dolayı gocunmayın. Herkesin, bütün yanlış
yapanların avukatlığını üstlenmek gibi maalesef kötü bir huy belirdi sizde.
Lütfen bundan vazgeçin. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Biz doğruları savunuyoruz doğruları. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
“yandaş medya” lafını ortaya attılar. Ama dediğim gibi… Bakın ben bugün bir gazeteden size bir örnek vereyim. İsmini de
söyleyeyim, bugün Milliyet gazetesinde sekiz sütuna manşet: “Seçmene var ama
okuldaki çocuklara yok.” anlamına gelebilecek bir manşet. Bugün Sayın İzmir
Valimiz bir açıklama yaptı. Cuma günü okulun yakıtı bitmiş. Gerekli bağlantılar
daha önceden yapılmış ve pazartesi günü yakıt okula gelmiş. İzmir, birçok evde
bile kalorifer tesisatı olmayan, aslında ülkemizin sıcak bölgelerinden birisi.
Sizin kendi evinizde bile bir gün doğal gaz biter, yakıtınız biter, bunun
tedbirini alırsınız. Şimdi, bir gün böyle bir aksama olabilir. Bu aksamadan
dolayı bu mesele sekiz sütuna… Ve ondan sonra da “Aslında yakıt geldi ama haber
çıktıktan sonra geldi.” diyor, yakıtın geldiğini de söylüyor. Şimdi böyle bir
manşetin iyi niyetle, basının denetim gücünü kullanmasıyla, Allah aşkına,
bağdaşır tarafı var mıdır değerli arkadaşlar? Bakın Mevlânâ hazretlerinin güzel bir
sözü var değerli milletvekili arkadaşlarım. Mevlânâ
diyor ki: “İyi bir dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur.” Medyanın bizim
yüzümüze ayna tutmasından biz rahatsız olmayız. Ama bu ayna düz ayna olsun
arkadaşlar, fuar aynası olmasın, çukur ayna, tümsek ayna olmasın. Basın bunu
yaparsa… Basın demokrasilerde dördüncü güçtür. Basının denetim hakkını
kullanması vatandaşın lehinedir ve basının bu işlevini yerine getirmesinden de
biz Hükûmet olarak, gerçekten, çok çok büyük bir memnuniyet duyarız ama siz tutar da Sayın
Başbakanın hiç haberi, hiçbir dahli olmadığı hâlde
“Almanya’da kurulan bir derneğin topladığı paraları getirdi, Başbakana verdi.”
derseniz… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Dahli yok mu? Dahli yok mu? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – …bir ülkenin
Başbakanına eğer böyle iftira ederseniz, o Başbakanın… BAŞKAN – Sayın Anadol… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tanımıyor mu oradakileri? BAŞKAN – Sayın Anadol, lütfen… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayret! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – …o Başbakanın durup
sizi dinlemesini, sesini kesmesini bekleyemezsiniz. Arkadaşlar, siyaset kurumu -siz veya biz, bakın, siz veya biz-
kimsenin şamar oğlanı değildir. Medya, elbette eleştirecektir. Medyanın eleştirisi baş göz üstüne. Medya bu hakkını elbette
kullanacaktır ama tahkir etmek ama tezyif etmek ama gece gündüz hakaret
etmeyle… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O zaman mahkemeye gidersiniz. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – …yalan haberle,
eleştirinin ne anlama geldiğini biz çok iyi biliyoruz. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O zaman mahkemeye gidersiniz. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Ona da gidiliyor, o
yollar da oluyor. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ee, tamam. BAŞKAN – Sayın Anadol… Sayın Anadol, lütfen… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bütün buradan
hareketle medya size yüklenirse o iyi medyadır, bize yüklenirse kötü medyadır…
Bakın, ben sadece iktidar için, muhalefet için demiyorum, bütün siyaset kurumu,
arkadaşlar, bu konuda ilkeli olmak zorundadır. Ben tekrar altını çizmek
istiyorum: Bir siyasi partinin yayın organı gibi çıkan, bir siyasi partinin
bülteni gibi çıkan basın kuruluşlarının çok inandırıcı olmayacağını hepimizin
bilmesi gerekiyor, ister sizin ister bizim ister bir başkasının. Dolayısıyla,
bizim, muhalif medyayı susturmak, muhalif medyaya müdahil olmak gibi bir
niyetimiz asla yoktur. Eğer o medyayı çıkaran insanlar aynı zamanda iş
adamıysa, aynı zamanda bir işletmeciyse, eğer yanlış yaptığı bir şey varsa…
Bakın, Sayın Kaplan biraz önce siyasetin etiğinden bahsetti. Siyaset için etik
gerekir de medya için etik gerekmez mi? Altını çizdim, her kurum etik kurallara
sonuna kadar riayet göstermek zorundadır. Aksi takdirde, orada demokrasi,
düzen, tertip olmaz, kaos olur. Dolayısıyla, ben, Sayın Kaplan’ın… Sayın Başbakanın, devlet
araçlarını kullanarak parti faaliyeti yaptığına katılmıyorum; bunu kesinlikle,
huzurlarınızda ifade ettiğim gibi, bunun kesinlikle doğru olmadığını ifade
ediyorum. Bizim, efendim ”belediyelere karşı bir ayrımcılık uyguladığımız”
ithamlarını da kabul etmiyorum, Hükûmetim adına kabul
etmiyorum. Ayrıca, bizim, medyayı, muhalif medyayı susturmak gibi bugüne
kadar bir tavrımız olmadı bundan sonra da olmayacaktır. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan. Sayın Kaplan, sisteme girmişsiniz. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Evet Sayın Başkan… BAŞKAN – Yalnız yeni bir söz hakkı doğurmamak kaydıyla size
yerinizden kısa bir hak vereceğim. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Ben
“muhalif basın” diyorum, ben “yandaş medya” diye ayırmıyorum. Muhalif basın,
örneğin, Azadiye Velad,
Özgür Gündem’den tutun, Birgün gazetesinden hepsini
kastediyorum, bütününü. Yani bunun sınırını, basın ahlak ve özgürlük sınırını
hukuk belirler, iktidarlar belirlemez. Bunu özellikle Sayın Bakana söylemek
istiyorum, bir hukukçuyum ben, bu açıdan. Hükûmetler
eğer basının sınırını çizmeye kalkarsa o ülkelerde felaket olur, demokrasiden
bahsedilmez. Diğer bir nokta: Mardin’de, Sayın Bakan, ben, Başbakanın,
Cumhuriyet Meydanı’nda, o sit alanında, güzel taş evlerin önünde devletin
otobüsüne bindiğinin kasetini size hediye edeceğim. Getireceğim,
kanıtlayacağım, sizden de bunu kanıtladığım zaman, devletin otobüsünü seçim
meydanında kullandığını, polislerin de etrafında kol kola girip orada
bulunduğunu kanıtladığım zaman bir özür bekleyeceğim, hatta Başbakandan. Diğer bir konu Şırnak’la ilgiliydi. Sayın Bakanım, evet, Şırnak’ın
su sorunu hepimizin sorunudur ancak biz şunları çok iyi biliyoruz, ben tek tek saymadım: Şırnak’ta Sel Riskini Azaltma Projesi Avrupa
Birliği destekliydi… BAŞKAN – Sayın Kaplan… HASİP KAPLAN (Şırnak) – …Atık Su Projesi öyleydi… BAŞKAN – Sayın Kaplan, fazla uzamasın. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bağladım. On tane proje var, sayabilirim tek tek
isim vererek; bunlar engellendi; olmasın istiyoruz; bizim siyasi etiğe
çağırımız bu. Medya etiğine de çağrımız var, ticaret etiğine de çağrımız var,
yargılamada hukuk etiğine de çağrımız var. Ama Başbakanın Mardin’de Cumhuriyet
Meydanı’nda Atatürk heykelinin önünde -çünkü sit alanı bir caddedir, ben
Mardin’de liseyi okudum çok iyi biliyorum Mardin’i- o sit alanında yeni okul mokul da açılmaz. Bir istikamet var; doğru Savurkapı, Babusor tarafına doğru
gider; bir yol var, başka yol yok. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Kaplan, bakın, tekrar söz hakkı verme durumuna
düşürdünüz beni. Buyurun Sayın Bakan. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Değerli Başkan, şimdi
Sayın Kaplan diyor ki: “Ben Sayın Başbakanı meydanda Başbakanlığın otobüsüne
binerken gördüm.” Bu doğrudur. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Binerken, inerken, slogan atarken… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Bir dakika… Doğrudur.
Sayın Kaplan, müsaade edin, söyleyeyim. Sayın Başbakan miting programını
bitirdikten sonra orada parti programı bitmiştir. Başbakanlığın otobüsüyle
şimdi siz resmî bir program için bir ile gitmişsiniz. Başbakan makam arabasıyla
da gidebilir, seçim yasakları başlayıncaya kadar gidebilir ve Sayın Başbakan
otobüsle de gidebilir, oradan ayrılırken de resmî açılışa gittiği zaman da
Başbakanlık otobüsünü kullanıyor. Ama partiye gidecek, parti programı yapacak;
Sayın Başbakan kesinlikle Başbakanlık otobüsü ile parti otobüsünü birbirinden
fark edecek kadar basiretli bir insandır. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Bayındır, siz niçin sisteme girdiniz? SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Slikozis
hastalığıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok. SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Kısa bir söz alabilirim. Nasıl
usulünüz yok? SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Daha gündeme geçmedik, kısa bir
söz olabilir. BAŞKAN – Bakın, 60’ıncı madde “Başkan verebilir.” diyor. Verir,
vermez diye bir şey yok. SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Tabii, onu diyorum. SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Tabii, “Verebilir.” BAŞKAN – Ama siz gündem dışı konuşmadınız. Şimdi herkese böyle bu
şekilde imkân veremem. SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Hayır, gündem dışı konuştuğum için
değil, acil bir konu var. Biliyorsunuz, usulen bunu belirtmek üzere, ben… BAŞKAN – Buyurun. III.- AÇIKLAMALAR (Devam) 3.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, slikozis
hastalığına ilişkin açıklaması SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – İstanbul çöl değil, ne yazık ki
akciğer çöl hastalığına yol açıyor, yani slikozis
hastalığı. Karlıova’nın bir köyünde, Taşlıçay köyünde 187 genç bu hastalığın
pençesine düşmüş ve tedavisi mümkün değil. 10 bin hasta kişinin kot taşlama
işçiliğinde çalıştığı varsayılıyor. 5 bininin hastalığa yakalanma ihtimali var
ve bunun 500’üne de teşhis konulmuş. On yıl önce Avrupa’da kot taşlama
yasaklanmasına rağmen Türkiye’de hâlâ serbest ve insanların ölümlerine yol
açıyor. Sizin aracılığınızla Sayın Bakana, Çalışma Bakanına, Sağlık
Bakanına sesleniyorum: Hastalığın pençesine düşenlere sosyal güvenlik ve yaşam
koşullarının hazırlanmasını ve çalışma yaşamında da kot taşlama yöntemine son
verilmesini talep ediyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bayındır. Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri
okutuyorum: IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI A) Meclis
Araştırması Önergeleri 1.- Burdur Milletvekili Ramazan
Kerim Özkan ve 22 milletvekilinin, süt sektöründeki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/327) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sütün özellikle insan beslenmesindeki en önemli unsur olması
nedeniyle süt yetiştiriciliği ve süt sektörü ülkemiz için vazgeçilmez bir
faaliyet alanıdır. Bu alanda üretimin devamlılığını sağlamak pek çok ülkenin
öncelikleri arasındadır. Bu anlayışın gereği olarak ülkeler üreticilerinin
yaşam seviyelerini koruyarak üretimde kalmalarına çaba harcayıp, tüketicilerin
düşük fiyattan ve kaliteli ürünler tüketmesine çaba harcamaktadırlar. Ülkemizde DİE verilerine göre 11.150.000 Büyükbaş ve 25.500.000
küçükbaş hayvan bulunmaktadır. Türkiye yıllık 13.5
milyon tonluk üretimi ile dünyada en çok süt üreten 15 ülkeden biridir. Süt ve
süt ürünleri sanayi Türkiye'nin tarım üretimi içerisinde % 8.5
luk paya sahiptir. Ayrıca ülke ekonomisine sağladığı
katma değer açısından son derece önemli bir alt sektördür. Üreticinin karşılaştığı en önemli sorun süt fiyatlarının düşük
olması ve fiyat istikrarsızlığıdır. Üretici bakımından süt fiyatı için en önemli
kriter yem fiyatının süt fiyatına oranıdır. Süt
hayvancılığından para kazanılabilmesi için 1 It. süt bedeliyle asgari 2 It. yem alınabilmesi gerekmektedir. AB ülkelerinde bu oranın
korunması için itina gösterilmektedir. 1’e 2 oranı bozulduğunda derhal kamu
kaynakları harekete geçirilmekte, müdahale alımları başlatılmaktadır Ülkemizde ise özellikle SEK'in özelleştirilmesinden sonra süt
piyasasının serbest piyasa koşullarının acımasızlığına terk edilmiş olması, süt
sektörünün bugünkü duruma düşmesinde büyük etken olmuştur. Özelleştirmeden
sonra hızlı bir düşüş sergileyen parite bugün
0.70’lere kadar gerileyerek süt yetiştiriciliğinde tüm yılların en büyük
krizinin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu üreticinin iflası anlamındadır. Süt
üreticiliğinde temel amaç üreticilerin kendi ayakları üzerinde durmaları,
yatırım yapmaları, üretimin ve kalitenin artırılması olmalıdır. Oysa bugün ülkemizde sütün litresi 6 yıl öncesinin fiyatlarına
gerilemiş, örgütlü yerlerde 490-505, örgütsüz yerlerde ise 370-430 kuruşa kadar
düşmüştür. Buna karşılık yem fiyatları %150 oranında artış göstererek 13 TL'den
32 TL'ye yükselmiştir. Yem hammaddelerini düşük maliyetle bulabilmek ve saman
temini üreticinin en büyük sıkıntısıdır. Yem fiyatları yükseldiği halde süte
firmalar tarafından oldukça düşük fiyat verilmektedir. Bu durum süt
hayvancılığı yapan işletmelerin sayısının azalmasına neden olmaktadır. Ayrıca
üretim maliyetlerinin yüksekliği üretimin devamlılığını tehlikeye sokmaktadır.
Bu suretle üretici öz sermayesini kaybederek banka ve kooperatiflere altından
kalkamayacağı boyutta borçlanmaktadır. Bu denli büyük krizin içinde bulunan
üretici yaşamını sürdürebilmek amacıyla son çare olarak süt hayvanını kesime
göndermekte, hayvancılıktan uzaklaşmaktadır. Bu durum da ülkemizde süt yetiştiriciliğinin
ve sektörünün hazin sonunu hazır-lamaktadır. Üreticinin desteklenmesinde en önemli kriter
yem girdilerini azaltmak ve kârlılığı artırmak amacıyla yem bitkileri üretimini
artırmak ve desteklemektir. AB ülkelerinde yem bitkileri toplam ekili alanların
% 35'ini oluştururken ülkemizde bu oran % 6 civarındadır. Bu nedenle yem
bitkileri üretimi teşvik edilmelidir. Süt ve süt ürünlerinin üreticiden ucuza alınarak tüketiciye pahalı
satılmasında market zincirlerinin yüksek kâr marjının
etkisi büyüktür. Üretici ve sanayici bir çok girdiden
dolayı sıkıntı yaşarken marketler % 70 civarında kâr elde edebilmektedir. Süt fiyatlarındaki bu aşırı düşüşün bir nedeni de yıllık dahili işleme rejimi kapsamında yapılan 13 bin tonluk süt
tozu ithalatıdır. Ülkemizde süt fiyatlarının çok düşük olduğu bu dönemde süt
tozu ithalatı geçici süreyle durdurulmalıdır. Piyasadaki süt alımlar yapılarak
Süt Tozuna çevrilmelidir. Sektörde yaşanan bu sorunların çözümleneceği en önemli oluşum
"Süt Konseyi"dir. Ancak çıkarılan yönetmelik ihtiyaçlara cevap
verecek yeterlilikte değildir. Konsey yönetmeliği yeniden düzenlenerek işlevsel
hale getirilmeli ve "Süt Piyasa Düzeni" oluşturulmalıdır. Üreticiyi
piyasanın olumsuz koşullarından korumak amacıyla kısa, orta, uzun dönemli
politikalar belirlenmelidir. Talebi artırmak için "Okul Sütü"
programı uygulanmalıdır. Süt sektörümüzün sorunlarının ve çözüm yollarının belirlenmesi
eksikliklerinin giderilmesi, geliştirilmesi, ulusal düzeyde koordinasyonun
sağlanması, destekleme yollarının araştırılması, idari ve kurumsal yasal
düzenlemelerin yapılması, amacıyla Anayasanın 98. TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105.
maddeleri gereğince Meclis araştırılması açılmasını arz ve teklif ederiz. 1) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
2) Ensar Öğüt (Ardahan) 3) Kemal Demirel (Bursa)
4) Tayfur Süner (Antalya) 5) Osman Kaptan (Antalya)
6) Birgen Keleş (İstanbul)
7) Mevlüt Coşkuner
(Isparta) 8) Ahmet Ersin (İzmir)
9) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul) 10) Tekin Bingöl (Ankara)
11) Sacid Yıldız (İstanbul) 12)Ali Rıza Ertemür (Denizli) 13) Atila Emek (Antalya) 14) Muharrem İnce (Yalova)
15) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş) 16) Şevket Köse (Adıyaman)
17) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
18) Rahmi Güner (Ordu) 19) Fatma Nur Serter (İstanbul) 20) Vahap Seçer (Mersin) 21) Metin Arifağaoğlu (Artvin) 22) Tansel Barış (Kırklareli)
23) Rasim Çakır (Edirne)
2.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 23 milletvekilinin, mısır tarımı ve piyasasındaki
sorun-ların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/328) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na Başta yem sanayi olmak üzere, bitkisel yağ sanayi, nişasta bazlı şeker sanayi, un sanayi ve son yıllarda biyoyakıt sanayinde hammadde olarak kullanılan ve doğrudan
tüketilen mısır bitkisinin üretiminin desteklenmesinde ve üretim
politikalarında bazı sorunlar yaşanmaktadır. Girdi maliyetlerinin yüksekliği, desteklerin yetersiz kalması,
yapılan ithalat ve ithalatın zamanlaması gibi konularda uygulanan politikaların
etkin ve yeterli olmadığı gözlenmektedir. Toprak Mahsulleri Ofisinin açıkladığı
ve ithalat nedeniyle piyasada oluşan fiyat genellikle üretim maliyetinin
altında kalmaktadır. Bu nedenlerle, mısır üretimi, desteklenmesi ve uygulanan ithalat
politikaları ile ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 1) Hulusi Güvel (Adana) 2) Ensar Öğüt (Ardahan)
3) Kemal Demirel (Bursa)
4) Osman Kaptan (Antalya)
5) Birgen Keleş (İstanbul)
6) Tayfur Süner (Antalya) 7) Ahmet Ersin (İzmir) 8) Mevlüt Coşkuner
(Isparta) 9) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul) 10) Ramazan Kerim Özkan (Burdur) 11) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 12) Tekin Bingöl (Ankara) 13) Sacid Yıldız (İstanbul) 14) Atila Emek (Antalya) 15) Muharrem İnce (Yalova) 16) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş) 17) Şevket Köse (Adıyaman) 18) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar) 19) Rahmi Güner (Ordu)
20) Fatma Nur Serter (İstanbul) 21) Vahap Seçer (Mersin)
22) Metin Arifağaoğlu (Artvin) 23) Tansel Barış (Kırklareli) 24) Rasim Çakır (Edirne) Gerekçe: Türkiye tahıl üretiminde % 11 pay ile buğday ve arpadan
sonra üçüncü sırada yer alan mısır, üretimindeki artışa rağmen ülkemizin
yurtiçi talebini karşılayamamaktadır. Üretim açığı ithalatla karşılanmaktadır.
İthal edilen mısırların alındığı ülkelere bakıldığında, bunların insan ve
hayvan sağlığında olumsuz sonuçlar yaratabileceği düşünülen genetiği
değiştirilmiş ürünler olduğunu söylemek mümkündür. Gümrüklerimizde girişlerin beyana dayalı olarak yapılması ve
genetiği değiştirilmiş organizmaların analizini yapacak laboratuarların
bulunmaması nedeniyle ülkemize giren mısırların bu anlamda nitelikleri
bilinmemekte, ancak ithalatın yapıldığı ülkelerin dağılımına bakıldığında bu
yöndeki kuşkular artmaktadır. Ülkemize ithal edilen mısırın niteliği ile ilgili sorunların
yanında üretim ve destek politikaları ile ithalat politikasında da yanlışlıklar
yapıldığı söylenebilir. Ülkemize ithal edilen mısırın niteliği ile ilgili sorunların
yanında üretim ve destek politikaları ile ithalat politikasında da yanlışlıklar
yapıldığı söylenebilir. 2004 yılında mısırın 2,5 YKR/Kg primle desteklenmeye başlaması ile
ekim alanları ve üretimde önemli artışlar gerçekleşmiş ve üretim açığı 2005
yılında kapanmıştır. Verilen primler mısır üretiminin artmasında etkili olan
faktörlerin başında yer almaktadır. Ancak süreç içerisinde üretim artışına paralel olarak mısırın
kullanım alanlarında artışlar olmuş, hayvancılık sektörünün en önemli girdisi
olan yem üretimi için üretilen mısırın % 75'i kullanılır hale gelmiştir. Bu
gerçekten yola çıkarak 2007 yılı ürüne verilen 2 YKR/Kg prim ile 2008 yılı
ürüne verilen 4 YKR/Kg prim desteği, mısır üretiminde istenen artışın ve
üretimde sürekliliğin sağlanması bakımından yeterli olmadığı gözlenmektedir. 2007 yılında 1,1 milyon ton mısır ithal edilmiştir. 2008 yılının
ilk 8 ayında 1 milyon tonun üzerinde mısır ithalatı yapılmış, Gümrük Vergi
Oranları bu ithalattan sonra artırıldığı için üretici-lerimizi
koruyamamıştır. Mısır üreticisi 2008 yılında % 21 zararla ürün pazarlamak
zorunda kalmıştır. 2008 yılında artan gübre ve mazot fiyatları nedeniyle mısırın
üretim maliyeti 45 YKR/Kg'a çıkmıştır. Ancak 2008
yılında mısır ürünü için TMO tarafından 43 YKR/Kg fiyat açıklanmıştır. Yanlış
ithalat politikaları nedeniyle mısırın piyasa fiyatı 30 YKR/Kg olarak
gerçekleşmiştir. Doğal olarak kilosunu 45 YKR’ye mal
eden üreticimiz Toprak Mahsulleri Ofisinin açıkladığı ve piyasada oluşan
fiyatlar nedeniyle 2008 yılını zararla kapatmıştır. Buna neden olarak desteklerin yetersizliğinin yanında en önemli
faktör olarak Hükûmetin uyguladığı yanlış ithalat
politikası gösterilebilir. Örneğin dünya mısır fiyatları 2008 yılının haziran
ayından itibaren gerilemeye başlamıştır. Üreticilerimizin ürününü yoğun olarak
pazarladığı döneme denk düşen bu dönemde gümrük vergi oranları % 50 olarak
uygulanmıştır. Hasadın önemli bölümünün gerçekleştiği Kasım 2008’de gümrük
vergi oranı % 130'a çıkarılmıştır. Üreticinin korun-ması
açısından hasadın başlamasından iki ay önce yükseltilmesi gereken gümrük vergi
oranlarının bu tarihte yükseltilmesi üreticimize yarar sağlamamıştır. Mısır ithalatı ve ithalatın zamanlaması, artan girdi fiyatları
nedeniyle mağdur olan çiftçilerimizin mağduriyetlerini artırmaktadır. Mısır
üreticisini üretim maliyetinin altında satış yapmak zorunda bırakan yanlış
üretim ve ithalat politikaları üreticileri mısır üretiminden uzaklaştırmaktadır.
Ülkemizin artan mısır talebini karşılayacak potansiyele sahip olduğu
düşünülürse üretimin artırılması ve üretim artışındaki sürekliliğinin
korunmasının ne denli önemli olduğu görülebilir. Bunun için üreticilerin
desteklenmesi, girdi maliyetlerinin aşağı çekilmesi ve sağlıklı bir ithalat
politikası uygulanması gerekmektedir. Etkin ve zamanında yapılacak müdahaleler
sağlıklı ve üreticilerimizi mağdur etmeyecek fiyatların oluşmasını
sağlayacaktır. Hasat döneminde ithalat yapılmasının önüne geçilmesi bu anlamda
ciddi bir önlem olacaktır. Mısır üretiminde ve ithalat politikasında tutarlı ve
uzun vadeli politikaların oluşturulması gerekmektedir .
Yukarıda belirtilen gerekçelerle, mısır üretimi, desteklenmesi ve
uygulanan ithalat politikaları ile ilgili sorunların ve alınacak tedbirlerin
Yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasının yerinde
olacağı kanısını taşımaktayız. 3.- Ankara Milletvekili Yılmaz
Ateş ve 25 milletvekilinin, baz istasyonlarının insan
sağlığı üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/329) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ülkemizde cep telefonu kullanımının artmasıyla birlikte baz istasyonu olarak bilinen cep telefonu aktarıcılarının
sayısında ciddi artış yaşanmaktadır. Gelişi güzel kurulmuş olan baz istasyonlarının insan sağlığı açısından oluşturduğu
tehdit toplumumuzda ciddi endişelere neden olmaktadır. Baz istasyonlarının
insan sağlığına verdiği zararların araştırılması, bu istasyonların konut,
hastane, kreş okul, iş merkezi vb. yerlere göre dağılımının saptanması ve
gerekli önlemlerin alınması için, Anayasa'nın 98’inci, TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve
105. maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 1) Yılmaz Ateş (Ankara) 2) Ensar
Öğüt (Ardahan) 3) Kemal Demirel (Bursa) 4) Birgen Keleş (İstanbul) 5) Tayfur Süner (Antalya) 6) Osman Kaptan (Antalya) 7) Atila
Emek (Antalya) 8) Mevlüt
Coşkuner (Isparta) 9) Ahmet Ersin (İzmir) 10) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul) 11) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
12) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 13) Sacid Yıldız (İstanbul) 14) Tekin Bingöl (Ankara) 15) Muharrem İnce (Yalova) 16) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş) 17) Şevket Köse (Adıyaman) 18) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar) 19) Rahmi Güner (Ordu) 20) Fatma Nur Serter (İstanbul) 21) Ali Koçal (Zonguldak) 22) Yaşar Ağyüz (Gaziantep) 23) Vahap Seçer (Mersin) 24) Metin Arifağaoğlu (Artvin) 25) Tansel Barış (Kırklareli) 26) Rasim Çakır (Edirne) Gerekçe: Ülkemizde cep telefonu kullanımının artmasıyla birlikte baz istasyonu olarak bilinen cep telefonu aktarıcılarının
sayısı artmıştır. Artan talebi karşılamak amacıyla, GSM iletişimin kapsama
alanını genişleten ve mikrodalga yayan bu cihazlar çevreye ve insan sağlığına
zararları göz ardı edilerek okul, hastane ve evlerin çatılarına
yerleştirilmektedir. Baz istasyonları, elektromanyetik kirlilik oluşturarak çevreye;
yaydığı mikrodalga ile hücrelerin kimyasının bozulmasına yol açarak insan
sağlığına zarar vermektedir. Mikrodalga, sinir zarlarında ve hücre enzimlerinde
bozulmalara ve DNA tahribine neden olmaktadır. Kanser yapıcı maddelerin hücreye
girişini kolaylaştırmada veya mevcut kanserli ortamın yaygınlaşmasını
hızlandırmada mikrodalganın etkisi büyüktür. Ayrıca, gözde çeşitli tahribatlar
oluşturmakta, cinsel yaşama ve üremeye olumsuz etki etmekte, kulağa zarar
vermekte, bağışıklık sisteminin çöküşünü hızlan-dırmaktadır.
Çevreye ve insan sağlığına zararları bu kadar açık olan baz istasyonları ile ilgili mevcut yönetmelik de çevreyi ve
insan sağlığını koruyucu hükümler getirmede yetersiz kalmaktadır. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2004/2954 esas no ve 2004/10516 sayılı
kararı ile yönetmeliklere uygun olarak kurulup işletilen baz
istasyonlarının bile "Uzun zaman diliminde insan sağlığında zarara neden
olacağına", baz istasyonlarının yerleşim yerlerinden uzak, uygun bir yere
taşınmasına hükmetmiştir. Ancak, uygulamada kararın hayata geçirilmediği
görülmektedir. Ankara'da gelişigüzel kurulmuş olan baz
istasyonlarının toplum ve insan sağlığı için oluşturduğu tehditlerin ortaya
çıkartılması ve gerekli önlemlerin alınmasını içeren 19 Ağustos 2007 tarihli
soru önergeme Ulaştırma Bakanlığı tarafından verilen yanıtta "Baz
istasyonlarının sağlığa zararlı olduğuna yönelik herhangi bir bilimsel ispat
elde edilememiştir." yönünde bir açıklama yapılarak, bu istasyonların
konut, bahçe, hastane, kreş, okul, iş merkezi vb. yerlere göre dağılımına
ilişkin veri bulunmadığı belirtilmiştir. Bu konuda verdiğim iki soru önergesine
ilgili bakanlıkça verilen yanıtlar 30 Temmuz 2008 tarihli itibariyle sadece
Ankara'da 2.629 adet baz istasyonu olduğunu ortaya
koymaktadır. Diğer illerimizde de durum bundan farklı değildir. Amerika'da çevre koruma ajansı EPA, mikrodalgaları kanser yapıcı
olarak ilan etmiş, 1975'ten 1995'e kadar beyin tümörlerinin giderek arttığı
Fransa bu artışın mikrodalgaya bağlı olduğunu bildirmiştir. Amerika'da
çıkarılan bir yasayla baz istasyonlarının okul ve
evlerin üzerine dikilmesi yasaklanmıştır. Yakın zamanda ihalesi yapılan 3G adı verilen üçüncü nesil kablosuz
teknoloji nedeniyle baz istasyonu sayısında artma
yaşanacaktır. Bu nedenle, hayatımızı büyük tehlike altına sokan baz istasyonlarının yönetmeliğin aksine insanların toplu
yaşadığı yerlere yerleştirilmesinin önüne geçmek amacıyla yeni düzenlemelere
gidilmesi ve konunun detaylı olarak araştırılması büyük önem arz etmektedir. BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır. İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme
alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım: B)
Önergeler 1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Muhtarların Sosyal Güvenlikleri Hakkında
Kanun Teklifi’nin (2/229) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/119) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 2/229 Esas Numaralı Kanun Teklifim 45 gün içinde Komisyonda
görüşülmediğinden İç Tüzüğün 37. Maddesi gereğince doğrudan gündeme alınması
konusunda gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. Ensar Öğüt Ardahan BAŞKAN – Teklif sahibi olarak Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt. Sayın Öğüt, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; muhtarların
maaşlarının artırılması ve sosyal güvencelerinin iyileştirilmesiyle ilgili
vermiş olduğum kanun teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, muhtarlar, doğumdan ölüme kadar
vatandaşlarımıza hizmet eden insanlardır. Evlendirme görevlerini yerlerine
getirirler, köyde insanları evlendirirler, para almazlar. Postacı gelir, evrakı
muhtara bırakır, postacının evrakını muhtar en iyi şekilde götürür sahibine
verir. Askerlikle ilgili, yoklamayla ilgili, kaçak, yoklamayla ilgili kâğıtlar
gelir, götürür vatandaşa iletir. Nüfus cüzdanıyla ilgili değişiklik olur,
ikametgâh ilmühaberi; bunları sağlar, verir. Her ay içinde doğan, ölen,
evlenenleri kayıt yapar, bir de göç verenleri. Köye icra geldiği zaman icra memurunun
önüne düşer, gider, icra memuru gibi işlem gösterir. Mahkemeyle ilgili bir
evrak geldiği zaman, şahitleri, müştekileri, suçluları, mahkûmları, bunları
bulur ve adalete teslim eder. Hele, doğu ve güneydoğudaki muhtarlara, bir de
göç etmiş, otuz yıl önce, yirmi yıl önce göç etmiş insanları sordukları zaman
“Ben anlamam, bunu bulup getireceksin.” deyip ve muhtara da her türlü zorluk
çıkartılır. Yani göçle ilgili ne kadar kayıp insan varsa da sorumlusu muhtar
olur. Eğitimle ilgili, kız çocuklarının zorunlu eğitimiyle ilgili, biliyorsunuz
muhtarlar sorumlu tutuluyor ve okula götürmesini sağlıyorlar. Kadastro
çalışması olur, muhtarlar sağlar. Seçimlerle ilgili liste açıklamaları,
listeleri, düzenlemeleri seçim kurullarına vermeleri, bütün şeyler muhtardan geçer.
Tarım ve Orman Bakanlığı ve hayvancılıkla ilgili konular olursa muhtar
sorumludur. Sağlıkla ilgili, sağlık ocağıyla ilgili, ebe, hemşire, doktor,
gelen, giden, ölen, kalan, kim varsa muhtar… Şimdi, burada, muhtarlar hakikaten çok zor durumda. Muhtarların
istediği ne? Muhtarlar diyor ki: “Biz 290 TL para alıyoruz ayda, BAĞ-KUR’a 300 TL ödüyoruz yani almış olduğumuz para BAĞ-KUR’a gidiyor.” Her muhtarın şu anda 20-30 milyar lira… Ben
görüştüm Muhtarlar Derneği Genel Başkanıyla, diğer muhtarlarla da görüştüm, her
muhtarın 20-30 milyar lira BAĞ-KUR’a borcu var
arkadaşlar ve bu adamlar bu kadar hizmet yapıyorlar. Bu
borçların faizlerinin silinip anaparanın taksite bağlanması lazım. Onun
dışında, mutlak surette, muhtarların asgari ücret alması lazım yani asgari
ücrete otomatikman bağlanması lazım. Bu kanun teklifim budur. Umuyorum, iktidar partisi muhtarlara oy verir, muhtarların kanunu
çıkar, muhtarlar da iktidar partisine oy verir. Şimdi göreceğiz, bu kanun
teklifine hangi parti oy veriyorsa muhtarların da ona, o partiye oy vermesini
istiyorum ben. Evet, şimdi, muhtarlarım şunu diyor: “Biz KÖYDES olsun, diğer,
şehircilikle ilgili olsun her konuda il genel meclisi ve belediyeye, belediye
toplantılarına girmek istiyoruz.” Ben Ardahan’da bir toplantı yaptım. Belediye
başkan adayımız Yalçın Taştan’la, Posof’taki Şükrü Bozyiğit’le, Damal’da Gülcemal
Fidan’la, Hanak’ta Murat Zorba’yla, Çıldır’da Nurettin Aygün’le,
Göle’de Sancar Öztürk’le bir toplantı yaptık ve bir
karar aldık. Bundan sonra belediye meclisi toplantılarında muhtarlar
toplantılara katılacak. Katılımcı modeli geliştireceğiz. Danışma kurulları
oluşturarak muhtarlarla beraber şehir yönetilecek. İşte bu modeli mutlak
surette Türkiye'nin her tarafında yapmamız lazım çünkü muhtarsız olmaz.
Mahallenin sorununu en iyi bilen muhtardır. Hiçbir mahalleli… Mesela, örnek
veriyorum şimdi: Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere diğer illerde de hiçbir
mahallede muhtar evi yok arkadaşlar. Yani, gidin işte… Muhtarın evi yok. Gidin,
yani muhtarı bulacaksınız, bizim orada öyle, ya kahve köşesinde bulursun ya
evinde bulursun ya da başka bir yerde bulursunuz. Ama yani muhtara ev yapmak
fazla bir para değil ki! Ama biz bunlara mutlak surette katılımcı modelle her
mahalleye, her köye bir muhtar evi yapacağız. Orada hem bayrağımız olacak hem
devleti temsil eden, cumhurbaşkanını temsil eden muhtarımız olacak. İşte bu
modeli mutlak surette geliştirmemiz lazım ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak
biz bu yerel seçimlerde bunları mutlak surette yapacağız. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Öğüt, devam edin. ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Arkadaşlar, icra takipleri derhâl dursun ve
muhtarlarımıza kolaylıklar yapılsın. Muhtarlar kamu kuruluşlarında… Mesela
şimdi, muhtar geliyor Anadolu’dan Ankara’ya. Kamu kuruluşu sosyal tesislerinde
pahalı yatıyor. Yani memura ödenen, verilen ücret muhtara verilmiyor. Onun
için, muhtara da aynı, memura uygulanan ücret uygulansın. Bir de, en önemlisi, muhtarlar görevini bıraktıktan sonra,
arkadaşlar, silah ruhsatının harcının taşımalı harçtan alınması lazım. Ona daha
yüksek bir harç istiyorlar, harç istedikleri için de çoğu muhtar ödeyemiyor,
ödeyemediği için de şeyde kalıyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Efendim,
tabii ki sen Doğu ve Güneydoğu’da gel muhtarlık yap, o zaman seni göreyim ben!
Sen ne konuşuyorsun! Yolu kapanmış, izi kapanmış, altı ay şeyde kalmış. Kurtlar
yiyor adamı! Sen gel de Doğu Anadolu’yu gör bakalım. Değerli arkadaşlar, sonuç olarak, yüce Parlamentodan
muhtarlarımızın maaşlarının düzeltilip asgari ücret olarak belirlenmesini ve… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bitirir misiniz efendim. ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – …kanun teklifimin kabul edilmesini; kanun
teklifine oy verirseniz muhtarlar da size oy versin, oy vermezseniz muhtarların
da oy veren partiye oy vermesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Tehdit ediyorsun! BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öğüt. Önerge üzerinde Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk.
Sayın Öztürk, buyurun efendim. ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
verilen kanun teklifinin amacı muhtarların ekonomik ve sosyal durumunu bir
nebze olsun yükseltmektir. Bilindiği gibi, mahalle ve köyler demokrasinin en küçük
birimleridir, tüm yük onların üzerindedir. Mahalle ve köylerde yaşayanların tüm
yükünü de o mahalle muhtarlarımız ve köy muhtarlarımız çekmektedir. Köydeki ve
mahalledeki tüm sorunlar iğneden ipliğe muhtarların derdidir. Hanımı
doğuramayan kişi muhtara koşar. İneği doğuramayan, keçisi doğuramayanlar yine
muhtara koşar. Keçisi kaybolan muhtara koşar. Jandarmayla bir sorun olsa
muhtara koşar. Buna rağmen, muhtarlarımıza verilmekte olan maaş 290-300 TL gibi
bir ücret ancak, sosyal güvenlik primi ise kademelerine göre 310 liradan
başlayıp 400 liraya kadar gitmektedir. Bilindiği gibi, ülkemizde herkesin geçimini sağlayacak asgari
düzey belirlenmiştir, asgari ücrettir. Bu asgari ücreti muhtarların da alma
hakkı vardır. Asgari ücret altında çalıştırmak yasaktır. İlçeleri kaymakam yönetir,
illeri vali yönetir, onların belirli maaş düzeyleri vardır ama demokrasinin en
küçüğü, olmazsa olmazı olan, köy ve mahalleleri yöneten muhtarlarımızın ise
gelirleri çok komiktir. Bunu herkes kabul ediyor ama düzeltmeye gelince nedense
bu düzeltilmiyor. Şimdi, buradaki, verilen, arkadaşımızın ve Cumhuriyet Halk
Partisi milletvekillerinin verdiği kanun teklifi buna yöneliktir. Diğerlerinde
olduğu gibi asgari bir ücret alınsın, asgari ücret alınsın, bundan sosyal
güvenlik primi kesildikten sonra ellerine net asgari bir ücret geçmesi
sağlanılmaktadır. Bilindiği gibi köy ve mahalleler olmadan büyük yerleşim birimleri
olmuyor, bunlar –demin de söyledim- demokrasinin en küçük birimleri, küçük
taşlar olmadan büyük taşlarla ev yapılmaz. Önemli olan, öncelikle bu
demokrasinin temelini sağlam tutmaktır. Muhtarlarımız sadece bu aldıkları çok
cüzi parayla kendi beldesinde veya mahallesinde oturan insanların ihtiyaçlarını
karşılamak bir yana -hepimiz biliyoruz ki- dışarıdan gelen misafirlerin de
giderlerini, yemelerini içmelerini çoğu yerde de muhtarlar karşılamaktadır. O
nedenle, muhtarlara sahip çıkmak bu Parlamentonun en asli görevlerinden
birisidir. Muhtara sahip çıkmak demokrasiye sahip çıkmak demektir. Eğer
gerçekten muhtarlarımız insanca yaşam koşullarının altında bu görevlerini
yapmayı sürdürüyorlar ise bu çok acı bir durumdur. Bu durumu derhâl düzeltmemiz
gerektiğini ben düşünüyorum. O nedenle, hiçbir parti ayrımı gözetmeksizin AKP, MHP ve CHP
milletvekillerinin bu kanun teklifinin doğrudan gündeme alınmasını
desteklemelerini, doğrudan gündeme alınmasını desteklemekle kalmayıp bunun bir
an önce, ivedilikle çıkarılmasını ve bu konuda herkesin destek vermesini ben
tüm muhtarlar adına talep ediyorum değerli arkadaşlarım. Şimdi başka bir konu, tabii, muhtarların üstünde siyasi iktidarın
baskısı var, her dönem oluyor belki ama bu dönem daha çok oluyor. Siyasi
iktidar, kendi yandaş medya yaratma alışkanlığını sürdürdü ve kendi yandaş
medyasını yarattı. Şimdi, muhtarların üzerinde de yandaş muhtarlar yaratmaya
başlıyor ve giderek de Sayın Adalet Bakanımızın söylediği gibi, yandaş yerel
yönetimler, yerel belediyeler yönetmeye başlıyor. Burada sabah da tartışıldı, Sayın Bakan onu mu dedi, bunu mu dedi,
yok onu demek istemedim, bunu demek istedim… Sayın Bakan Adalet Bakanıdır, ne
demek istediği, gazetelerde, televizyonlarda görüldü. Ben, Adalet Komisyonunun
bir üyesi olarak Sayın Bakanın ne söylediğini akşam televiz-yondan izlediğimde irkildim değerli arkadaşlarım, irkildim.
Belki başka bir bakan bunu söyleseydi, bir yerde makul ve meşru görebilirdim
ama Adalet Bakanının buna böyle laflar sarf etmiş olmasından son derece
üzüldüm. Zaten, bakın, burada da söylüyor “Adalet bu mu Sayın Bakan?” diyor. Adalet Bakanı, sadece siyasi bir davranışta bulunmakla kalmamış,
insanları tehdit etmekle kalmamış, Anayasa’nın 10’uncu maddesini, 126, 127’nci
maddelerini açıkça ihlal etmiştir. Anayasa’mızın 10’uncu maddesi “Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun davranmak zorundadır.” demektedir. Sayın Adalet Bakanımız, Anayasa’mızın
bu temel ilkesini bilen bir insandır, en azından, bilebilecek durumda olan bir
insandır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen konuşmanızı tamamlayın. ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Bu konuşma Sayın Adalet Bakanına
yakışmamıştır. Adalet Komisyonunun bir üyesi olarak Sayın Adalet Bakanının bu
konuşmasını yakıştıramadığımı ve kendisini ayıpladığımı belirtiyorum, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım, peki efendim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yeter sayısı yoktur. Birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.39 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 16.58 BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN
(Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
61’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, İç
Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verdiği doğrudan gündeme alma önergesinin
oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım. Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır. Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü soru
önergeleriyle diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz. 1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri 1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 2'nci sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu
ve 25 Milletvekilinin; Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi; Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur ve 8 Milletvekilinin;
Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili
Ayşe Jale Ağırbaş ve 5 Milletvekilinin; Kadın-Erkek
Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ile Anayasa Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2.- İstanbul
Milletvekili Nimet Çubukçu ve 25 Milletvekilinin; Fırsat Eşitliği Komisyonu
Kanunu Teklifi; Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur
ve 8 Milletvekilinin; Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve
İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş ve 5
Milletvekilinin; Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi
ile Anayasa Komisyonu Raporu (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu
Teklifi) (2/211, 2/112, 2/311) (S. Sayısı: 328) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 3'üncü sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye
Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın
Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları… 3.- Türkiye Cumhuriyeti Devleti
ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak
Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı ve
Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/543) (S. Sayısı: 263) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 4’üncü sırada yer alan, Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu. 4.- Özel Öğretim Kurumları Kanunu
ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Raporu (1/496) (S. Sayısı: 100) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 5’inci sırada yer alan, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve
Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu Raporu. 5.- Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi
Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/675) (S. Sayısı: 330) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 6’ncı sırada yer alan, Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt
Çavuşoğlu’nun; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Sadık Badak
ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza
Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu. 6.- Kahramanmaraş
Milletvekili Veysi Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun; Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili
Sadık Badak ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan
ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/283, 2/270, 2/277) (S. Sayısı: 272) (x) BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet buradalar. Komisyon raporu 272 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım… BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural. OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, Komisyon Raporu burada. Bu Komisyon
Raporu’nda imzalara baktığımız zaman “Muhalefet şerhi eklidir.” denmesine
rağmen herhangi bir muhalefet şerhi yok. Dolayısıyla, neden olmadığı konusunda
da Komisyon Raporu’nda herhangi bir bilgi söz konusu değil. Bu bakımdan bu
Komisyon Raporu tekemmül etmiş sayılamaz. Bu konunun tezekkür edilmesini
istirham ediyorum. Komisyon Raporu’nda da muhalefet şerhiyle ilgili herhangi
bir bilgi yer almamaktadır. BAŞKAN – Komisyon Başkanına soralım efendim. Buyurun efendim, bir izahatta bulunur musunuz. (x) 272 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Açıklayayım
Sayın Başkanım. Değerli Başkanım, değerli Genel Kurulum; imza bölümlerinde
muhalefet düşüncesinde olan arkadaşlar “Muhalefet şerhimiz eklidir.” diyorlar.
İç Tüzük’ümüzün, sanıyorum, 42’nci maddesine göre makul süre içerisinde
muhalefet şerhlerinin Komisyonumuza vasıl olması lazım, ulaşması gerekir.
Komisyon Başkanı olarak bu gibi durumlarda muhalefet şerhi olan arkadaşları
yegân yegân, tek tek arıyorum,
Komisyonuma öngörülen sürede, makul sürede -süreyi de veriyorum, zabıtlarda
bellidir- Komisyonuma ulaşmaması hâlinde yayınlanmak üzere aşağıya indiriyorum,
basılmak üzere Başkanlığa gönderiyorum. İç Tüzük hukukunun yapısına göre herhangi bir aykırılık yoktur.
Rapor teessüs ve teşekkül etmiştir. OKTAY VURAL (İzmir) – Raporda bu husus yer almış değil. Bu sürenin
verildiğini, süresinde yerine getirilmediğini ifade etmek… Şimdi, “eklidir”
diyor efendim burada. BAŞKAN – Ama burada “Muhalefet şerhi eklidir.” diye… OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bu “eklidir…” Eğer muhalefet
şerhi ekli değilse “eklidir” yazılmaz. BAŞKAN – Zamanında vermedikleri için herhâlde, değil mi efendim? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tekrar
açıklayayım. BAŞKAN – Siz bir açıklama yapar mısınız Sayın Başkan. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – “Eklidir.”
ibaresi muhalefet şerhi iradesini ortaya koyan arkadaşa ait bir metindir, ben
dokunamam. İki: Komisyon raporunu yazdıktan sonra artık muhalefet şerhi
gelmedi, geldi gibi bir şeyi ekleme yetkisine de sahip değilim ve ortada
herhangi bir… Uygulama da bu yöndedir, ortada bir usuli
mesele yoktur Sayın Başkanım, işleme geçelim. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanın bu ifadeleri soyuttur. Ben
komisyon raporunu görüşüyorum. Bu komisyon raporu da bu hususa dercedilmiş değildir. BAŞKAN – Efendim, oradan muhalefet ettikleri belli zaten. OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır efendim, muhalefet… BAŞKAN – Ama göndermemişlerse, zamanında vermemişlerse… OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, biz komisyon raporunu
görüşüyoruz. Ben, Sayın Başkanın… BAŞKAN – Bu rutin yazılan bir şey değil mi, rutin olarak? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tabii efendim,
emsal de böyle efendim. BAŞKAN – Emsali olan, rutin olarak yazılan bir şey. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Emsal de böyle
tabii, emsal de böyle. OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır Sayın Başkanım, bakın “komisyon
raporunda bununla ilgili hiçbir bilgi…” deyince, Sayın Başkanın bu tür soyut
ifadeleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir rapor görüşülemez. Öyle bir
şey olabilir mi efendim? Rapor bu. Bu raporda “eklidir” diyor, ekli değildir.
Dolayısıyla, bu konuyla ilgili komisyon raporunda komisyonun görüşünün yer
alması gerekiyordu. Ben raporu görüşüyorum. BAŞKAN –Sayın Vural, yani süre verilmiş şeye muhalefet şerhi
verilmesi için… OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, ben verilip verilmediğini
bilmiyorum, ben raporu görüşüyorum. BAŞKAN – Sayın Başkan, verilmedi mi? Yani siz izah eder misiniz
efendim. OKTAY VURAL (İzmir) – Ben raporu görüşüyorum efendim. Rapor
“eklidir” diyor. Şimdi, rapor “eklidir” diyorsa ekinde rapor lazım, yoksa, olmadığına ilişkin bir beyan lazım. İkisi de yok. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – “Eklidir” yazmamak lazım. OKTAY VURAL (İzmir) – Yani komisyon raporunu görüşüyoruz. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Arz edeyim. BAŞKAN – Tekrar buyurun efendim. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sayın Başkanım,
komisyon görüşmeleri komisyona ve herkese açık. Muhalefet şerhinin ne zaman
verileceği hususu İç Tüzük’ün 42’nci maddesinde tanzim edilmiştir ve ben süre
veriyorum, vermezsem zaten Tüzük kanuni süre veriyor, normatif süre veriyor
-Tüzük- ve bana böyle bir isnat demeyeceğim… BAŞKAN – Şimdi, Sayın Vural… ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bana gelmeyen
muhalefet şerhinin aşağıya gönderilmediği anlamına gelir. Muhalefet şerhi
taşıyan arkadaşlar buradadırlar. Böyle bir muhalefet şerhi gelmiş de
göndermemişsem ancak o durumda fiilî durum dermeyan edilebilir. BAŞKAN – Sayın Vural, şimdi o… OKTAY VURAL (İzmir) – Muhalefet şerhleri komisyona verilir.
Muhalefet şerhinin verilip verilmediği konusunda komisyonda bir hüküm yoktur. BAŞKAN – Sayın Vural… OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, ben şunu söyleyeyim: Sayın
Başkan, tabii böyle bir uygulama olabilir, doğru da kabul edebilirim ama
“Eklidir.” diyor. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ben demiyorum,
arkadaşınız diyor. BAŞKAN – Onu komisyon dememiş efendim. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Senin beyanın,
arkadaşın beyanı. OKTAY VURAL (İzmir) – “Eklidir.” diyor ve muhalefetle ilgili,
komisyon raporunda, herhangi bir görüş yok. Ben, komisyonda bunu nasıl müzakere
edeceğim? BAŞKAN – Efendim, süre verilmiş… OKTAY VURAL (İzmir) – Nerede yazıyor? BAŞKAN – Süresi içinde verilmemişse ne kadar bekleyecekler gelmesi
için? OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Süreli değil mi efendim? OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Süre verilmiştir. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım… BAŞKAN – Buyurun. OKTAY VURAL (İzmir) – Bana süre verildiğine ilişkin komisyon
raporunda bir bilgi verin, kabul edeyim, amenna… BAŞKAN – Sayın Komisyon Başkanı “Süre verilmiştir.” diyor. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Son oylamaya katılmamış Sayın Başkan,
toplantıya katılmamış zaten. İç Tüzük 42’de yazıyor. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yazıyor efendim.
BAŞKAN – Yazıyor. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Üçüncü fıkra Sayın Başkanım. Son
toplantıya katılmamış Değerli Milletvekili. BAŞKAN – Sayın Vural, burada bir usulsüzlük yok. Yani bir kelime… OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim diyor ki: “…gerekçeli
muhalefetlerini de yazarak raporu imzalayabilirler. Bu durumda olan üyelerin
son toplantıya katılamadıkları belirtilir.” Zaten yazıyor, son toplantıya
katılamamış diye yazıyor. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ama muhalefet şerhi verilmemiş Sayın
Milletvekili. OKTAY VURAL (İzmir) – Ben raporu görüşüyorum Sayın Başkan, ben
Sayın Başkanın iradesini görüşmüyorum burada. Olmuş da olabilir elbette.
“Vardır.” diyor, yok. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani “Muhalefet şerhi var.” diyor ama
muhalefet şerhi yok. BAŞKAN – Sayın Vural, birleşime beş dakika ara veriyorum, müzakere
edelim bunu efendim. Kapanma Saati: 17.08 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 17.21 BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN
(Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
61’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 272 sıra sayılı Teklif’in görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet buradalar. Sayın milletvekilleri, rapora muhalefet için yeterli sürenin
verildiği anlaşılmıştır, konu tezekkür edilmiştir. Şimdi teklifin tümü üzerinde söz isteyen grupları arz ediyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Osman Kaptan… Sayın Kaptan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; görüşülmekte olan 272 sıra sayılı kanun değişiklikleri hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım. Sayın arkadaşlar, vatandaşlarımız tarafından gerek özel kişilere
ait taşınmazlar gerekse hazinenin mülkiyetindeki veya devletin hüküm ve
tasarrufu altındaki taşınmazlar ecri misil ödenerek veya ödenmeyerek
kullanılmaktadır. Bu durum Türkiye'nin bir gerçeğidir. 1 Haziran 2005 tarihine
kadar sadece özel mülkiyete konu taşınmazların izinsiz kullanılması hâlinde
olay sanıkları haklarında o tarihte yürürlükte olan TCK’nın
513’üncü maddesinden işlem yapılmaktaydı. 1 Temmuz 1926 tarihinden 1 Haziran
2005 tarihine kadar yaklaşık seksen yıldır bu şekilde uygulama yapılmıştır. 1
Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK’nın
154’üncü maddesinin birinci fıkrası ise uygulamada ciddi sorunlar meydana
getirmiştir. Birincisi: Turizm yörelerinde sorun yaratmıştır. İkincisi: Kentsel ve kırsal kesimde sorunlar yaratmıştır. Üçüncüsü: Defterdarlık personelinin görevlerinde sorunlar
yaratmıştır. Dördüncüsü: Mahkemelerin yükünü artırarak sorun yaratmıştır. Sayın arkadaşlar, 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK’nın 154’üncü maddesinin birinci fıkrası ile özel
mülkiyete konu olmayan ve kamu tarafından her zaman korunması mümkün ve de
gerekli olan taşınmazlar kapsama alınmıştır. Bu maddenin uygulamaya girmesiyle
birlikte turizmciler için hapis yolu da gözükmüştür. Turizmciler turistler için
kullandıkları sahillere ecri misil bedeli ödedikleri hâlde Maliye Bakanlığı
tarafından mahkemeye verilmeye, mahkemeler de hapis cezası vermeye başlamıştır.
Bu konuda açılan yüzlerce dava mahkemelerde devam etmektedir. Alanya, Side,
Belek, Antalya Merkez ve Kemer’deki turizmciler mahkemelerin sonucunu
beklemektedirler. Bütün turizmciler tedirgindir. Sadece Antalya’da 400’den
fazla turizmci hapis cezasıyla karşı karşıyadır. İzmir Menderes’te de 1.200
kişi hakkında dava açıldığı basında yer almıştır. Sayın milletvekilleri, eskiden konaklama tesisleri turistler için
kullandıkları sahile ecri misil bedeli ödüyor ve mahkemeye verilmiyorlardı.
Yeni uygulamada TCK’nın 154’üncü maddesi
turizmcilerin korkulu rüyası olmuştur. Bu konuda, Manavgat Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Doktor
Şükrü Vural, “Ülkemizin bacasız sanayisi olarak nitelendirilen turizm
sektöründe, Maliye Bakanlığının açmış olduğu ecri misil davaları yüzünden dört
yüz turistik tesis, müşterilerine kullandırdıkları sahillerden yararlanamaz
hâle gelmiştir, turizmci bu durumun yurt dışı pazarlarına yansıması hâlinde
satışların doğrudan etkile-neceği endişesine
kapılmıştır.” diyor. Sayın arkadaşlarım, ülkemize gelen turistlerin yüzde 99’una yakını
denize girmek, sahilde, kumda güneşlenmek ve dinlenmek için geliyorlar. Bu
ihtiyacı karşılamak için turizmcilerimiz büyük yatırımlar yapmışlardır. 36
milyar dolarlık sektör yatırımının 16 milyar doları Antalya’dadır. Turizmciler
büyük paralar harcayarak yaptıkları otellerin, tatil köylerinin önündeki sahile
şezlong, şemsiye koyarak, yeme içme hizmetleri vererek turistlere hizmet
vermekte ve devlete ecri misil ödemektedirler. Antalya 640 kilometrelik
sahiliyle İstanbul’dan sonra Maliyeye en fazla ecri misil ödeyen ilimizdir. Sadece
Manavgat ilçemizde ödenen ecri misil, Kahramanmaraş ilimiz ölçeğindeki illerin
verdiği yıllık vergiden daha fazla vergi vermektedir. Geçen yıl bu ilçemizde 14
turizmcimiz hapis cezası almış, 20 Ocak 2009 duruşmasında da 50’den fazla
otelci hapis cezasıyla karşı karşıya gelmiş, diğer davalar da devam etmektedir. Sayın arkadaşlarım, ülkemizin geleceğinde ve gelişiminde son
derece önemli olan turizm sektörü 2008 yılında dünya turizm pazarında onuncu
sırada yer almıştır, 2010 yılında beşinci, 2020 yılında ise üçüncü sırada yer
alması hedeflenmektedir. 2008 yılında ülkemize 26 milyon turist gelmiş, 21
milyar dolar gelir elde edilmiştir. Turizmcilerin desteklenmesi, önlerinin açılması gerekirken
otelcilere ”Turistleri denizsiz, kumsalsız, güneşsiz ağırlayın.” diyemeyiz,
dersek dünyada gülünç duruma düşeriz. Turizmciler otellerinin önündeki sahile
el koymuyorlar, şezlong, şemsiye koyuyorlar, karşılığında da ecri misil
ödüyorlar. El koyan varsa elbette cezalandırılmalıdır. Bu konuda ilgili
kanunlar zaten yürürlüktedir. Örneğin, özel mülkiyete konu olmayan kamuya ait devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazların izinsiz kullanılmaları hâlinde,
taşınmaz orman sınırları içinde ise hâlen yürürlükte olan 6831 sayılı Orman
Kanunu, korunması gereken kültür ve tabiat varlıkları kapsamında bir alan ise
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, kıyı-kenar çizgisi
içinde veya bitişiğinde ise 3621 sayılı Kıyı Kanunu, ruhsat almadan veya
ruhsata aykırı bina ve yapılar için ise 3194 sayılı İmar Kanunu ile TCK’nın 184’üncü maddesinden işlem yapılmaktadır. Mera veya sulak alanlar ise yine kendi kanunları çerçevesinde
korunmakta ve oluşan ihtilaflar kendi kanunları çerçevesinde çözümlenmektedir.
Gerçek ve tüzel kişilerin zilyet oldukları taşınmazlara bir müdahale iddiası
olduğu zaman da 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine
Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun veya müdahalenin meni türü hukuk
davalarıyla çözümlenmektedir. 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 75’inci
maddesi ve bu maddenin verdiği yetkiler çerçevesinde idari makamlar da kullanım
bedellerini tahsil edebilmekte veya tahliyelerini sağlayabilmektedirler. Sayın arkadaşlarım, TCK 154’ün 1’inci fıkrasının uygulanmasında
kazanan taraf yoktur, kaybeden taraf vardır. Bu uygulamanın devam etmesi hâlinde
turizm gelirimiz azalacaktır, Maliye Bakanlığı da ecri misil gelir kaybına
uğrayacaktır. Devlet gelir kaybına uğrayacak, turizmci de hem gelir kaybına
uğrayacak hem de hapis yatmak zorunda kalacaktır. Ülkemizdeki 473 bin hektar
2/B arazisini ve kamuya ait diğer arazileri yıllardan beri kullanan, imar eden,
eken, biçen, üzerinde ev yapan İstanbul Sultanbeyli, Antalya Varsak, Kepez ve
benzer yerlerde yaşayan vatandaşlarımıza hapishane yolu gözükmüştür. Ecri misil
ödeseler dahi kurtulamayacaklardır. Kentlerdeki sorunlar bir yana,
Anadolu’muzun bir köyünde hazine arazisi üzerine dört beş keçisi için bir ağıl
yapan çoban veya iki ineği için baraka yapan köylümüz hakkında da bu maddeden
dava açılacaktır. Sayın milletvekilleri, Maliye Bakanlığı defterdarlık
görevlilerinin TCK’nın 154’üncü maddesine göre kamu
arazilerini işgal edenler hakkında cumhuriyet savcılarına suç duyurusunda
bulunmaları, ihbar etmeleri gerekmektedir. İhbar etmezlerse, yine TCK’nın 279’uncu maddesine göre görevi ihmal suçundan altı
aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla yargılanırlar. Bu durumda, Millî Emlak
personeli, sahildeki turizmciyi de dağdaki çobanı da kırk elli yıldır üzerinde
ev yaparak oturan kişileri de savcılığa ihbar etmek zorundadır, yoksa kendisi
de hapse girecektir. Örneğin, Antalya Beldibi’nde yüz altmış
beş yıldır, dört kuşaktır üzerinde ev yapılıp ikamet olarak kullanan, 1843
doğumlu babasının dedesinden kalan Sayın milletvekilleri, ayrıca yeni TCK’nın
154’üncü maddesinin uygulanması mahkemelerin yükünü de artırmıştır. Bir örnek
vermek istiyorum: Antalya Kemer ilçesi Asliye Ceza Mahkemesinde 9 Mayıs 2008
günündeki duruşma listesinde 43 dava yer almaktadır. Bunun 24 tanesi hakkı
olmayan yere tecavüz davasıdır yani 9 Mayıs 2008 günündeki Kemer Asliye Ceza
Mahkemesindeki 43 davanın 24 tanesi hakkı olmayan yere tecavüz davasıdır yani
bir gündeki duruşma listesinin yarıdan fazlası TCK 154/1’den açılmış
davalardır. Mahkeme yüklerini ne kadar artırdığını da bu örnek göstermektedir. Yine Antalya Kemer ilçesinde 800 civarında kişi mahkemeye
verilmiştir; hepsini de ihbar eden, elbette görevinin gereği, Antalya Valiliği
Batı Antalya Emlak Müdürlüğüdür; hepsinin suçu ise hakkı olmayan yere tecavüz
etme, sevk maddesi de TCK 154/1’dir. Bu kişiler, çoğu 300 ile Sayın arkadaşlar, bir başka örnek daha vermek istiyorum: Domaniç
asliye hukuk hâkimi, adalet mensuplarının adalet.org web sitesinde bu konuda
bir soru soruyor, diyor ki: “Sanık, maliye hazinesi adına tapuya kayıtlı
araziye tahtadan küçük bir baraka yapmış. Sanık hakkında, hakkı olmayan yere
tecavüz suçundan, TCK 154’ten kamu davası açıldı. Bu davada barakanın da
müsaderesi istenmiş. Yargılama devam ederken sanık barakayı yıkıyor. 1) Suç oluşur mu? 2) Barakanın müsaderesi mümkün müdür? 3) Müsaderesi mümkünse, sanık tarafından baraka yıkıldığından ne
yapmak gerekir?” diye soruyor. Örneklerde de görüldüğü gibi, sorun, sadece turizmcilerin, sadece
kentsel ve kırsal kesimdeki vatandaşlarımızın sorunu değil, defterdarlıkların,
hâkim, savcı ve mahkemelerin de sorunu hâline gelmiştir. Bu sorunları çözmek için TCK 154’üncü maddenin 1’inci fıkrasının
değiştirilmesi gerek-mektedir. Bu nedenle ben ve
Cumhuriyet Halk Parti Antalya Milletvekili arkadaşlarım kanun değişiklik
teklifini hazırladık. AKP Antalya Milletvekili Sayın Sadık Badak
ve MHP Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Yıldız da teklifimize imza
koymuşlardır. Getirdiğimiz teklifteki yenilik, 1 Haziran 2005’ten önceki, seksen
yıldır uygulanan duruma dönülmesi ve suçun şikâyete bağlı hâle getirilmesidir.
Altı aydan üç yıla kadar olan hapis ve bin güne kadar olan adli para
cezalarında herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Teklifimiz Adalet
Komisyonunda görüşülerek kabul edilmiştir. Antalya Kepez’le ilgili sorunların çözümü yönündeki teklif üzerine
2’nci maddede konuşacağım için, teklifin tümü üzerine yaptığım bu konuşmada
Antalya Kepez konusuna değinmiyorum. TCK’nın 154’üncü
maddesinin 1’inci fıkrasının değiştirilmesine ilişkin kanun teklifimizin kabul
edilmesini yüce Meclisten saygılarımla diliyorum. Sayın arkadaşlarım, sözlerimi bitirirken, Sayın Adalet Bakanımız
da buradayken bir şey söylemek istiyorum. Malum Antalya Milletvekiliyim. Sayın
Bakan, Antalya’da, Gazipaşa’da, Alanya’da Hükûmete
destek vermeyen yerlerin belediyelerine destek vermeyiz anlamında açıklamalar
yapmıştır. BÜLENT BARATALI (İzmir) – Büyük talihsizlik tabii! OSMAN KAPTAN (Devamla) – Evet, büyük talihsizlik! Şimdi, Sayın Başbakan da, 21 Şubat, Diyarbakır’da “Ayrımcılık en
çok altını çizdiğim kırmızı çizgidir.” diyor. Şimdi,
Sayın Başbakanın dediği mi doğru, değerli arkadaşlarım, yoksa Sayın Bakanın
dediği mi doğru, yoksa sayın bakanlar Sayın Başbakanı mı dinlemiyor? Sayın arkadaşlar, Sayın Bakana yakışmayan bir ifade bu, hele hele Sayın Adalet Bakanına yakışmayan bir ifade; tehdit,
şantaj ve bir kayırmacılığa yönelik bir ifade. Anayasa’mıza göre hepimiz biliyoruz ki genel seçimlerde adalet
bakanı, içişleri bakanı ve de ulaştırma bakanı istifa ediyorlar. Yerel
seçimlerde ise bu bakanlar istifa etmiyor. Ama bu örnek gösteriyor ki, demek ki
yerel seçimlerde de bu bakanların -adalet bakanının, içişleri bakanının ve
ulaştırma bakanının- istifa etmesi gerekiyor. Şimdi, Sayın Bakan, destek verilmemesinden söz ediliyor. Ama, değerli arkadaşlar, ben biliyorum ki bizim Antalya’da Muratpaşa Belediyesi on yıldır Cumhuriyet Halk Partili bir
belediye başkanının yönetimindedir ve Hükûmetten de
gerekli desteği almamasına rağmen harikalar yaratmaktadır. Konyaaltı
Belediyesi aynı şekilde, Gazipaşa Belediyesi aynı şekilde ve Elmalı Akçay
Belediyesi çok ciddi çalışmalar yapmaktadırlar. Halkımız da kendilerinden çok
memnundurlar. Şimdi, Sayın Bakanım, ben şunu sormak istiyorum: Bu kamu
personelinde “benim memurum, benim amirim” gibi bir ayrım yapıldı, “Yapılmadı.”
deseniz bile yapıldı. Ee, ihalelerde “benim
müteahhidim-benim olmayan müteahhidim” ayrımı da yapıldı, basında da “benim memurum”dan sonra “benim medyam-benim olmayan medyam”
ayrımı da yapılıyor. Şimdi arkadaşlar, bir de “benim belediyem-benim olmayan
belediyem” ayrımı yapılması çok yanlış olmuştur. Bu konuda Sayın Bakanın bir
açıklama yapmasını ve özür dilemesini diliyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaptan. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili
Hüseyin Yıldız. Sayın Yıldız, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 272 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Sizleri, şahsım ve grubum adına en iyi dileklerimle selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, teklifimizle, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 154’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının değiştirilmesi ve 3402 sayılı
Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilmesini
istemekteyiz. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinin 1’inci
fıkrasının bugünkü şekli “(1) Bir hakka dayanmaksızın kamuya veya özel kişilere
ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden
veya sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan kısmen de
olsa yararlanmasına engel olan kimseye, altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin
güne kadar adlî para cezası verilir. “ demektedir. Yapılan değişiklikte ise "Bir hakka dayanmaksızın
başkasına ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen
işgal eden veya sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan
kısmen de olsa yararlanmasına engel olan kimseye, suçtan zarar görenin şikâyeti
üzerine altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası
verilir." denmektedir. Yürürlükteki yasa ile değişiklik istemi arasındaki fark: “Kamuya
ve özel kişilere” kelimeleri “başkasına” kelimesi ile değiştirilmekte ve
“suçtan zarar görenin şikâyeti üzerine” kelimeleri ilave edilmektedir. Değerli milletvekilleri, mülkiyet hakkının korunması hukuk
düzeninin vazgeçilmezleri arasın-dadır. Bu nedenle Türk Ceza Kanunu mülkiyet
hakkına yönelik tecavüzleri cezalandırmaktadır. Hakkı olmayan yerlere tecavüz
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinde suç olarak düzenlenmiştir.
154’üncü maddede yapılan düzenleme ile,
özel mülkiyete konu olmayan ve kamu tarafından her zaman korunması mümkün ve
gerekli olan taşınmazlar kapsama alınmıştır. Kamuya ait olan ve kamunun hüküm
ve tasarrufu altında bulunan malların korunması idare tarafından kamu gücünün
kullanımı ile her zaman mümkündür. Ayrıca, kamuya ait taşınmazların ceza hukuku
kapsamında korunmasına yönelik hükümler ilgili kanunlarında da yer bulmaktadır.
Ormanlar bakımından 6831 sayılı Orman Kanunu’nda, kıyılar bakımından 3621
sayılı Kıyı Kanunu’nda, köylünün ortak yararlanmasına ayrılmış olan harman
yeri, yol, sulak gibi taşınmaz mallar bakımından Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü
maddesinin 2’nci ve 3’ncü fıkrasında özel düzenlemeler bulunmaktadır. Bu düzenlemeler karşısında kamuya ait taşınmazlar bakımından genel
bir ceza hükmünün geliştirilmiş olması uygulamalarda tereddüt ve farklılıklara
sebep olmaktadır. Ayrıca, idarenin aldığı karar ve tedbirleri kolluk güçleriyle
uygulama imkânı da bulunmaktadır. Özel mülkiyete veya özel mülkiyet hakkından kaynaklanan haklara
yönelik saldırılar durumunda, hakkı olmayan yerlere tecavüz suçu olarak
cezalandırılması suretiyle özel taşınmazlar ve haklar korunmaktadır. Yapılan değişiklikle, başkasına ait taşınmazlara tecavüzlerde,
fiillerin, şikâyet üzerine cezalandırılan bir suç olarak düzenlenmesi
düşünülmektedir. Değerli milletvekilleri, bu teklife neden ihtiyaç duyulmuştur?
Kıyılarımız, devletin hüküm ve tasarrufu altında herkesin eşit ve serbest
olarak yararlanmasına açık olması, kıyı ve sahillerimizden yararlanmada öncelik
kamu yararına olması, hukuk düzenimizin vazgeçilmezleri arasında yer
almaktadır. 3621 sayılı Kıyı Kanunu’muzun 6’ncı
maddesinin (b) fıkrasında, “Faaliyetlerinin özellikleri gereği kıyıdan başka
yerlerde yapmaları mümkün olmayan”lar tanımlamasına
turistik otel işletmecileri maalesef dâhil edilmemişlerdir. 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası ile teşvik edilen ve
teşviklerle de 25 milyon turist, 25 milyar dolar gelir beklediğimiz
seviyelerine gelen Türk turizminin, turizm sektörümüzün önü, tüketimimizin
yüzde 95’i yurt içi girdilerden oluşan, yüksek istihdam yaratan, ülke
tanıtımını ve imajını en üst seviyeye çıkaran turizm sektörünün önü, 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinin 1’inci fıkrasıyla
tıkanmaktadır. Değerli milletvekilleri, ülkemizin bacasız sanayisi olarak
nitelendirilen turizm sektöründe, Maliye Bakanlığının açmış olduğu ecri misil
davaları yüzünden, turistik tesisler, müşterilerine kullandırdıkları
sahillerden yararlanamaz hâle gelmişlerdir. Turistik otel işletmecileri ecri
misil bedellerini ödeyerek müşterilerinin kullanımına yönelik şezlong ve
gölgelik koyarak su sporları aktivitesi işgal kasti olmaksızın kullandıkları
sahillerin bu şekilde kullanımının suç oluşturduğu nedeniyle bölgedeki tüm
turizm yatırımcılarına ceza davaları maalesef açılmaktadır. Açılan davalar
neticesinde turizm yatırımcıları iki yıla kadar hapis cezaları almaya
başlamışlardır. Turizmcilerimizin sahillerde müşterilerine şezlong ve gölgelik ya
da kafeterya hizmetleri veremez hâle gelmesi, Türk turizmini yurt dışı
pazarlarda zor duruma düşürecek, Türk turizmi büyük yaralar alacaktır. Maliye Bakanlığının İstanbul’dan sonra en çok ecri misil bedelini
Antalya’dan topladığı bilinen bir gerçektir. Bir örnek vermemiz gerekirse 2007
yılı içerisinde Antalya’da tahakkuk ettirilen ecri misil bedeli 18 milyon
YTL’dir. 3621 sayılı Kıyı Kanunu’yla belirlenen kıyılarımızın
kullanımında 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası’yla desteklenen turizm otel
işletmecilerinin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesi uyarınca,
hakkı olmayan yerlere tecavüz suçuyla amaçları kamunun hüküm ve tasarrufu
altındaki taşınmazlara tecavüz olmamasına rağmen, bireysel kullanım hakları zaten
var olan kişilere toplu hizmet sağlaması nedeniyle cezalandırılmaktadır. Teklifle, faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan başka yerlerde
yapılması mümkün olmayan, ülke tanıtımı ve ekonomisine çok önemli katkı ve
katma değer sağlayan turizm işletmecilerinin ceza almalarını önlemeyi
amaçlamaktayız. Değerli milletvekilleri, Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi’mizde de 21/6/1987
tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesinin üçüncü fıkrasının
sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini istemekteyiz: “Bu hüküm, iddianın ve
taşınmazın niteliği ile devlet ya da diğer kamu tüzel kişilikleri olsa dahi
tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” demekteyiz. Bu teklifle, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlardan
olduğu iddiasıyla tapunun iptali için açılmış taşınmazlarla ilgili bulunan
davalar konusunda belirsizlik yaşanmaması amacıyla, 3402 sayılı Kanun’un
hazırlanış gerekçesine de uygun olarak, görülmekte olan bu davalar hakkında on
yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmaması amaçlanmaktadır. 3402 sayılı Kanun’un gerekçesinde ve görüşme tutanaklarında
maddede öngörülen hak düşürücü sürenin, taşınmazın niteliğine bakılmaksızın,
özel mülkiyete konu olsun veya olmasın, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki
taşınmazları da kapsayacak şekilde düzenlendiği ifade edilmiş olmasına rağmen,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararıyla on yıllık hak düşürücü sürenin özel
mülkiyete konu olmayan taşınmazlar yönünden işlemeyeceği, on yıllık süre geçse
bile tapuya kayıtlı bir taşınmazın kamu malı olduğu iddiasıyla her zaman dava
konusu yapılabileceği ve tapunun iptal edilebileceği kabul edilmiş ve
mahkemeler de, son yıllarda özellikle, bu yönde kararlar vermektedir. Değerli milletvekilleri, bu teklifle, tapudaki kayda güvenerek
taşınmaz edinen iyi niyetli kişilerin tapuları zaman sınırlaması olmaksızın
iptal edilerek taşınmazları elinden alınmaktadır. Bu uygulamalar, tapuya
güvenerek taşınmaz satın alan iyi niyetli kişilerin tapularının herhangi bir
bedel ödenmeksizin iptaliyle sonuçlanması, tapuya güven ilkesini işlemez hâle
getirmektedir. Bu durum, ayrıca, devletin, özel hukuk işlemlerinde gerçek
kişilerin üstünde bir konumda olmadığı yönündeki eşitlik temel ilkesiyle de
çelişmektedir. Kaldı ki kişilere göre daha büyük donanım ve imkânlara sahip
olan devletimizin, on yıllık süre içerisinde, hüküm ve tasarrufu altındaki
taşınmazları korumak için haklarını kullanmamış olmasını kabul edilebilir
bulmuyorum. Değerli milletvekilleri, ülkemizde tapu teşkilatının geçmişi yüz
altmış iki yıl öncesine dayanmaktadır. 21 Mayıs 1847 yılında ilk çalışma
başlatılmış, çeşitli isimler adı altında taşınmaz mallara ait kayıtlar
tutulmuş, ancak, kadastro tesisi konusunda bir çalışma maalesef yapılmamıştır.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra, 1924 yılında Tapu Umum Müdürlüğü kurulmuş,
1925 yılında 658 sayılı Kanun’la kadastro birimi ilave edilmiştir. Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğünün yapısı ve hedefleri 29 Mayıs 1936 tarih 2997 sayılı
Kanun’la belirlenmiş, değişik zamanlarda da değişik bakanlıklara bağlanmıştır.
21 Mayıs 1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu ile de Türk Medeni Kanunu
hükümlerine uygun olarak taşınmaz malların mülkiyet haklarını tesis etmek ve kadastral haritaları yapmak, devletin sorumluluğu altında
modern tapu sicilinin oluşturulması hedeflenmiştir. Değerli milletvekilleri, ülkemizde de değişik zamanlarda tapulama
ve kadastro çalışmaları yapılmış, yapılan bu çalışmalarda bazen orman tahdit sınırları dikkate alınmamış, bazen hazineye ait
sınırlar, bazen de vakıflara ait sınırlar dikkate alınmadan vatandaşlar adına,
belediyeler ya da kurumlar adına tesciller yapılmıştır. Belediyeler de tapuya
tescil edilen araziler üzerinde imar uygulamaları yapmıştır. Devletimizin
tapu idaresine güvenip kendi adına tescil yapılan arazisi üzerinde, ya satın
aldığı arazi üzerinde belediyelerden ya da diğer kurumlardan belirlediği imar
uygulamalarına uygun olarak yapılaşmasını gerçekleştiren ve imarını yaparak
üzerinde tarım işletmeciliği yapan, sanayi tesisi kuran vatandaşlarımıza,
devletimiz, kendi verdiği tapuları otuz kırk yıl geçtikten sonra “Pardon, ben
yanlış yapmışım.” diyerek tapularını iptal etmektedir. Vatandaşlarımızın
devletin verdiği ve güvenle sahip oldukları tapularının iptal edilmesini
anlamalarını beklemek doğru değildir. Bu gerçekler tapudaki veya
belediyelerdeki bir işlemde karşılarına çıkmakta ve insanlarımız olayı
anlayamamakta, bir çözüm yolu bulamamaktadır. Vatandaşlarımızın haklı isyanına
çözüm üretme mercisi de Türkiye Büyük Millet Meclisidir, biz de bu teklifi
diğer Antalya milletvekillerimizle beraber hep birlikte vermiş bulunmaktayız. Yine, hazine arazilerini, orman arazilerini işgal ederek
gecekondu, villa yapanların hatta bu konularda kiracı olanların bile kentsel
dönüşüm projeleriyle hak sahibi yapıldığını hepimiz bilmekteyiz. Bu işgallere
bile sosyal devlet anlayışıyla hoşgörü ve anlayışla bakabiliyorsak, ellerinde
tapuları bulunanların, tapuları olmamakla beraber atalarından kalma yüz-yüz
elli yıldır tasarruf ettikleri topraklarının gerçek sahiplerine verilmesi
noktasında yasal düzenlemelerin yapılmasından kaçınmamalıyız. Ancak, yasal
düzenlemeleri yaparken de, elbette, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
ve hepimize ait olan taşınmazları da yapacağımız yasal düzenlemelerle
korumalıyız. Bu iki dengeyi mutlaka kurmalıyız. Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz teklifte… Ülkemin pek çok
yerinde olduğu gibi, seçim bölgem olan Antalya’nın Toroslarında
ülkemizin en yoksul, en sahipsiz ve en sessiz insanları olan milyonlarca orman
köylümün babadan, dededen kalma ay yıldızlı tapulu yerleri ekilip biçilemeyince
zamanla ormana dönüşmekte, orman idaresi de buraları orman kabul etmektedir.
Vatandaşlarımız, ellerinde tapuları olmasına rağmen hak iddia edememektedirler.
Zaten ailesini geçindirecek yeterli geliri olmadığı için şehirlere göç etmek
zorunda kalan, yeni sıkıntılarla karşı karşıya kalan bu vatandaşlarımızı yeni
ve sıkıntılı bir hayat maalesef beklemektedir. Görünen o ki bu şartlar altında
orman köylerinde yaşayan vatandaşlarımızın kendi haklarını korumaları pek de
mümkün gözük-memektedir. Onların kazanılmış haklarını
korumak bizlere yani Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine düşmektedir. Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde şimdiye
kadar getirdiğimiz pek çok kanun tasarı ve tekliflerine Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, Türk milletinin menfaatlerine olmadığı gerekçesiyle,
itirazlarımızı dikkate almadan, Komisyonda görüşülemeyen, son dakika
önergelerinizle milletvekillerine inceleme fırsatı vermeden, sayısal
çoğunluğunuzla da pek çok yasayı çıkarmak-tasınız. Umuyor ve diliyorum ki bu
yasada da bunları yapmazsınız. Her iki teklifte imzam olmasına rağmen hem şahsım hem de
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu yasayla ilgili endişe taşımakta olduğumuzu
da tereddütlerimizin olduğunu da ifade etmek durumundayım. Başta Sayın Başbakanın, bazı bakanların, bazı
milletvekillerimizin, üst düzey bürokratlarınızın ve bazı belediye
başkanlarınızın konutlarının hazine, orman veya vakıf arazilerine kaçak
yapıldığının bilinmesi, ayyuka çıkan yolsuzluk iddiaları, kamuya ait olması gereken
alanların siyasal gücünüzle çıkacak yasayla yasal hâle gelebileceğinden, kamuya
ait alanların talan edilmesinden de maalesef endişe duymaktayız. Değerli milletvekilleri, Sayın Adalet Bakanımız Mehmet Ali
Şahin, 3402 sayılı Kanun’un 12’nci maddesi ve 5237 sayılı Kanun’un 154’üncü
maddesiyle ilgili kanun değişikliklerinin salı veya çarşamba günü yapılacak
değişikliklerle turizmcilerimizin kumsallarımızı kullanmasıyla ilgili
sorunlarının çözüleceği, yine, devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiasıyla
tapuları iptal edilen vatandaşlarımızın sorunlarının çözüleceği müjdesini seçim
bölgem olan Alanya ve Antalya’da vermişlerdir. Muhalefet partilerinin sözcülerinin açıklamalarını yaparken
kelimelerini özenle seçmesini isteyen Sayın Bakana sormak istiyorum: 2/6/2008 tarihinde vermiş olduğumuz bu değişiklikler bugüne
kadar gündemdeki yerini pek çok defa almasına rağmen sahip çıkılmamıştır. Kaldı ki beş yıllık iktidarları döneminde vatandaşlarımız bu
konularla ilgili ya da turizmcimiz bu konularla ilgili sıkıntı çekerken bu
yasal düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine getirerek bu vatandaşlarımızın
sorunlarını çözmeyen ya da bu konuda, Antalya Milletvekili olmasına rağmen emek
sarf etmeyen Sayın Bakanımızın, yasa Meclis gündemine geleceği belli olduktan
sonra ilçem olan Alanya’da bu açıklamayı yapmasını çok da etik bulmadığımı
ifade etmek istiyorum. Yine Sayın Bakanımızın, ilçem olan Alanya’da ve bundan iki ay önce
Antalya’da yapmış olduğu açıklamalara da birkaç cümleyle değinmek istiyorum:
Sayın Bakan “Deniz Feneri davası bizi ne ilgilendiriyor, Almanya’da kurulmuş
bir dernek. Suç işledilerse Alman makamları cezalarını vermişlerdir, bizi
ilgilendiren bir tarafı yok.” demiştir Antalya’da canlı yayında ama Ankara’ya
gelince “Ben öyle bir şey demedim, konuşmalarım saptırıldı.” demektedir. Yine, Alanya’da yapmış olduğu açıklamada, yerel yönetimlerle
ilgili kendi partisinden seçimleri alamayacak belediyelerin maalesef
Ankara’daki işlerinin görülemeyeceğini talihsiz bir açıklamayla ifade etmiş,
ancak bugünkü basından izlediğimiz kadarıyla bu sözlerinin arkasında
durabilmektedir. Demokrasisi gelişmiş ülkelerde bir adalet bakanının böyle bir
sözü olmuş olsaydı şimdiye zaten çoktan istifa etmiş olurdu ama bizim Sayın
Bakanımız hâlâ o makamda oturabilmektedir. Hayret ediyorum, ama söz konusu olan
parti AKP olunca da normal karşılamak durumunda kalıyoruz. Şimdi, Sayın Bakana sesleniyorum: Her Antalya’ya geldiğinizde
Antalya’nın temiz havası sizi çarpıyor, yanlışlıklar yapıyorsunuz. Siz, en
iyisi, Antalya’dan, özellikle de ilçem olan Alanya’dan uzak durunuz; bu, sizin
Bakanlığınıza mal olabilir. Tabii ki Sayın Bakanımızın bu söylemleriyle ilgili Sayın Başbakan
olsa idi neler söylerdi, onu düşünmek bile istemiyorum. BAŞKAN – Sayın Yıldız, son dakikanız. HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Yine, Sayın Elitaş da, dün akşam benim
de izlediğim televizyon programlarında, Milliyetçi Hareket Partisine ait
belediyelerin kendilerinden hiçbir talebi olmadığını ifade etmektedir. Sayın Başkan, Milliyetçi Hareket Partili belediyelerin üzerinden
müfettişleri hiç çekmiyorsunuz, aynı konularda defalarca müfettişler
gönderiyorsunuz. Buna rağmen, bize bağlı belediyelerimiz çok güzel hizmetler
vererek halkın teveccühünü yeniden alacak. 29 Mart seçimleri gösterecek ki,
Milliyetçi Hareket Partili belediyeler sayılarını artıracaklar. Ancak Sayın
Başbakanın bir ilimizde ifade ettiği “kim ölürse ne kalacağı”yla
ilgili bir konuya da açıklık getirmek istiyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi 29
Martta inşallah ölecektir. Ölünce geriye ne kalacaktır, bakın: Deniz Feneri
kalacak, yolsuzluklar kalacak, yoksulluklar kalacak, işsizlik kalacak, halk
katmanlarına yaptığınız hakaretler kalacak, Türk siyasi hayatına soktuğunuz
argo kelimeler kalacak… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) – …din istismarcılığı kalacak, kalacak da
kalacak. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız. Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan. Sayın Kaplan, buyurun efendim. DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 272 sıra sayılı değişik kanun teklifleri
hakkında Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu
konudaki grubumuzun düşüncelerini açıklamaya çalışacağız. Şüphesiz, yurttaşımızın turizmle ilgili sıkıntıları olunca veya
denizle ilgili sıkıntıları olunca, mülkiyet sorunları olunca bütün Türkiye’yi
ilgilendiren bu konularda biz doğru bulduğumuz, hangi parti ve görüşten olursa
olsun arkadaşlarımızın getirdiği teklifleri, o doğrultuda bakar, doğru olanları
destekleriz, geliştirmeye çalışırız; siyaseten, felsefik
olarak düşüncelerimizi açıklarız. Bu, değişik, birbiriyle ilgisi olmayan
kanunlara bakıyoruz: Birisi Denizde Can ve Mal Koruma Kanunu’yla ilgili, birisi
Mülkiyet Kanunu’yla ilgili, bakıyorsunuz, yapı ruhsatıyla ilgili, zaman
aşımıyla ilgili. Yani, böyle, aslında, bir alışkanlık hâline geldi. Değişik,
birbiriyle ilgisi olmayan kanun maddelerini “değişik kanunlar teklifi” diye bir
araya getirip veriyoruz. Mülkiyet hukuku nerede, denizde can güvenliği nerede,
yapı ruhsatı izni nerede, diğeri nerede? Birbiriyle bağlantılı olmadığı için,
genellikle o ilin öne çıkan sorunları karşısında milletvekili arkadaşlarımız
artık kısa çözüm olarak bunu getiriyorlar. Doğrusu, temel bir stratejisi,
ülkenin ekonomiye yönelik, ülkenin istihdamına, kalkınmasına yönelik ve
geleceğine yönelik bir öngörüsü olmadığı zaman, milletvekilleri de artık kendi
ilinin sorunlarıyla ilgili öne çıkan sorunlarını yasa yoluyla çözmeye
çalışıyorlar, öyle bir durum da söz konusu. Zaten, dikkat ederseniz, iki yasa
görüşüyoruz; 272 sayılı yasa, hemen arkasından 257 geliyor, Denizcilik
Müsteşarlığının kurulması hakkındaki yasa. Tabii, küresel krizin yaşadığı günümüzde denizcilik, deniz
sektörü, deniz ürünleri, denizle ilgili limancılık, yatçılık ve turizm
sektörlerin tümü bir bütün olarak ele alındığı zaman, bir ülkenin kendi
ekonomisine göre bir öngörüsü, bir planlaması olması gerekir. Devlet Planlama Teşkilatının, üç tarafı deniz olan, yani Karadeniz
Rize’den, Başbakanın memleketinden tutun, ta Bulgaristan sınırına kadar, oradan
Saros Körfezi’ne inin, Marmara, Ege kıyıları,
girintili çıkıntılı binlerce kilometre kıyımız, Akdeniz ve içeride de Van Gölü’müz, barajlarla -Keban, Karakaya,
Atatürk- işte, Nemrut’a kadar, Adıyaman’a kadar geldi artık, sahil lokantaları
açıyor Siverekliler, Adıyamanlılar, Antepliler gölün kıyısında. Peki,
denize ilişkin, ülkemizin bir felsefik olarak veya
öngörü olarak geleceğe ilişkin bir planlaması var mı? Yok. Niye yok? Çünkü
denizcilikle ilgili, kıyılarla ilgili bütün sorunları bir denizcilik
bakanlığında toplayamayan bir bakış açımız var. Eğer Türkiye’nin bir denizcilik
bakanlığı tek başına olsaydı, kara sathı kadar denizcilik alanının olduğu
dikkate alındığında Türkiye’nin deniz ile ilgili ulaşımdan mahsullerine,
mahsullerinden kredilendirilmesine, denizin kirlenmesinden temizlenmesine kadar
bir öngörüyle bütün yasalarını buna göre düzenlerdi. Yani Kıyı Yasası’nı da ona
göre düzenlerdi, mülkiyet yasasını da ona göre düzenlerdi. Şimdi, burada haklı olarak Antalya’daki milletvekili
arkadaşlarımız diyor ki: Bu denizdeki can ve mal koruma hakkındaki kanunun
1’inci maddesinde yer alan, gemi, ticaret gemisi, yolcu gemisi, küçük
tonilatosu olan gemiler… Bu kavramlar bizde o kadar eskidi ki komik kaçıyor.
Şimdi, Avrupa Birliği müktesebatıyla birlikte Sahil Güvenlik Komutanlığı
botları yakalıyor böyle 7 metrelik, 5 metrelik tekneleri; veriyor 30 katı
cezayı. Niye? “Senin şu evrakın yok.” Niye? “Senin sürücü belgen yok.” Veya hiç
belgesi olmayan yetmiş yaşında, ömrü denizlerde geçmiş bir kaptana diyor ki:
“Senin işletme belgen var mı?” Yok. “Al sana ceza.” diyor. Şimdi, bu, tabii, küçük limanlardan büyük limanlara, bütün kıyılara
bu sıkıntı var. Bu Antalya’nın… Antalya milletvekili arkadaşlar dile getirmiş,
sadece onların sıkıntısı değil aslında, Karadeniz’de sahili bulunan, Akdeniz’in
her köşesinde, Ege’de bu sıkıntı var. Avrupa Birliği müktesebatıyla getirmişler
-şu kadar kalın bir müktesebat- diyor ki: “Senin can yeleğin var mı, 5 metrelik
küçük teknende?” Körfezde Bu açıdan bakıldığında, arkadaşlarımızın getirdiği yasa önerisi
belki bir nefes aldırır. Ülkenin ekonomisine çok da fazla bir katkı değil ama
en azından rahatlatır vatandaşı. Şimdi, burada bu tür bir taslak, bir teklife tabii ki destek
olacağız. En azından bu kriz döneminde idari para cezalarındaki alt sınırın
azaltılması bir nefes aldırtacaktır, hatta bunlarla ilgili bir af durumu, hak
edici bir durum olabilir. Şimdi, burada, yine çok ilginç gelen özel mülkiyete konu taşınmazlarla
ilgili yasa teklifi. Aslında, bu konu sadece bir ilin sorunu değil. Orman
Kanunu, Kıyı Kanunu, yine değişik özel kanunlar kapsamında olan mülkiyet
sorunlarından çok, İstanbul’da enteresan bir şekilde gündeme gelen bir konudur
buradaki. Avrupa Mahkemesine taşınan, biraz da azınlık
vakıflarını ilgilendiren bir konu. Niye diyeceksiniz. Devlet diyor ki: “Özel kişilerin mülkiyeti
olursa on yıl zaman aşımı var.” On yıl tapuda kaydı olan bir şeyi bir vatandaş
aldı mı kazanır ama devlete aitse… Örneğin orman haritasına göre orada yeşillik
gözükmüştür önceden, yukardan çekilmiştir, o orman haritasına göre o köy de
olsa, bir tarla da olsa, eski bir yerleşim de olsa ormandır. Vatandaş gitmiş
köy yapmış, yirmi sene sonra birine satmış, o da bir başkasına satmış, beş el
değiştirmiş, otuz yıl sonra öbür vatandaş gitmiş onu da almış, tapuya güvenmiş,
beş el değiştirmiş ama otuzuncu yılda bir bakıyorsunuz Orman Bakanlığı dava
açmış; diyor ki: “Durun, bu orman bizim. Biz çektik yukarıdan haritasını, yeşil
gözüküyordu.” Şimdi, beşinci sırada mülk sahibinin ne günahı var? Yani bu
tapusuna güvenmeyecek mi? Devletin kaydına güvenmeyecek mi? Alıyor tapusunu, iptal ediyor. Otuz yıl önce diyelim, yirmi yıl
önce almış vatandaş o zaman paralar çok düşük. Kambiyo şeylerine göre
vurduğumuz zaman, işte otuz sene önce diyelim 30 lirayla şimdiki 30 milyar lira
eş değer bir rakam. Devlet diyor ki: “Ver bakayım, bu benim.” Sana gelince:
“Senin hakkın yok, devletin malını nasıl alırsın? Niye almışsın sen?” diyor.
Bir de üstüne mahkeme giderlerini yüklüyor. Bu konuda çok ciddi sıkıntılar yansıdı ve özellikle ne zaman
yansıdı biliyor musunuz? Bu son zamanlarda İstanbul’da mega
kentler, tatil köyleri, böyle sanatçıların rağbet ettiği işte Sarıyer’de veya Zekeriyaköy’de, orada üniversitelerde, Koç Üniversitesi
açıldıktan sonra o köy arazilerinde, Kemerburgaz’da Orman Fakültesinin olduğu
yerlerde, oradaki köylerin kıymetleneceğini anlayan vatandaş, gidiyor, kendine
arsa almış zamanında ama bir bakıyor ki davayla karşılaşmış ve çok ilginç bir
olaya rastlamıştım: Bir kooperatif kurmuşlar, kooperatife de üç tane üye
almışlar, bir köyün arsalarını da almışlar tapulu, bir şeyler yapacaklar. Bütün
kooperatif üyeleri birden hazinenin davasıyla karşılaşınca hem tapuyu
kaybetmişler hem ellerinden mülkleri gitmiş. Ee
nereye gideceğim? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine tabii. 1
no.lu protokol ek 1’inci madde: “Mülkiyet hakkının ihlali.” Şimdi, tabii burada
Meclisin aldığı bir karar var. 2004 yılında iki parti vardı zaten, 2004 yılında
Anayasa 90 değişikliği yapıldığı zaman. Bilmiyorum farkında mı yapıldı,
farkında olmadan mı yapıldı? O dönemde emeği geçen arkadaşların mutlaka şeyi
vardır. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi değiştirilirken şöyle bir hüküm konuldu.
2001 değişikliği vardı Anayasa 90’ın, koalisyon döneminde. Anayasa 90
“Uluslararası hukuk sözleşmeleri Türkiye’de iç hukukta uygulanır.” şeklindeydi.
2004’teki değişiklik “İç hukukta ulusal hukukla uluslararası sözleşme arasında
çelişki varsa uluslararası sözleşme uygulanır.” diyor. Şimdi, böyle bir hüküm
2004 yılında getirildikten sonra tabii ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde
mülkiyet hakkı var. Sonra neyi imzaladık yakın dönemde? Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’ni imzaladık, onun ikizi Ekonomik ve Sosyal Sözleşme’yi imzaladık.
Şimdi bunların hepsi mülkiyeti koruyan hükümler taşıyorlar. Burada mülkiyeti
koruyan hükümler taşınırken iki sıkıntı yaşanmış tabii ulusal yargıda. Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu demiş ki: “Eğer kamu tüzel kişiliğine aitse, ormana aitse,
kıyıysa, hazineyse ben dinlemem kardeşim, özel şahıslarda on sene, ben devlette
on sene dinlemiyorum.” Bu, bir haksızlık getirmiş. Arkasından
Anayasa Mahkemesine konu olmuş ve kadastro çalışmalarıyla ilgili bu ihtiyaç
üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği ihlal kararları dikkate alınmış,
bu ihlal kararlarında daima mülk sahibinin iyi niyeti korunduğu için, o iyi
niyetle o dönemde verdiği para neyse o mülke, onun o dönemdeki döviz kuru, onun
o dönemde verdiği kambiyo üzerinden… Hatta iki tane kriz geçirmiş
Türkiye, diyelim üç -95’e gidersek- bu üç kriz dönemindeki enflasyon faiz
artışlarını da, bunların hepsini hesaplayan bir sistemle o vatandaşın mülk
hukukunu koruyor, mülk hukukunu koruyup Türkiye’yi de mülk davalarında
tazminata mahkûm ediyor. Tazminat da genellikle o mülkün ederidir. Böyle bir
durumda da hazineden ödeme yapılıyor -vatandaşın vergisiyle verdiği şeyler-
ödenmiş oluyor. Tabii burada bu öngörü… Belki bir ihtiyaçla bir örnek davadan
yola çıkılmış olabilir ama çok genel bir ihtiyaç ve bunun bir sisteme
bağlanmasını… Keşke kadastro yasası içinde, tapulama yasası içinde -keşke bir
bütünlükle- eşya hukuku içinde bu yasal düzenleme köklü bir şekilde yapılmış
olsaydı. Ama belli ki bu ihtiyaç ile yine yasalarımızdaki bir sıkıntıyı
gidermeye çalışıyoruz. Şimdi, bu, kıyılar bakımından, köylünün ortak yararlanmasına
ayrılmış meralar bakımından, buralarda açılacak yeni yol ve sulak gibi taşınmaz
mallar ile ilgili bazı sıkıntılar da spesifik olarak
Antalya’da daha çok yaygın gibi gözükse de aslında Antalya kıyı şeridini,
Demre’den vurun Muğla’ya doğru; Muğla’dan, hatta bütün Ege diyebiliriz, aynı
sıkıntıyı… Şezlong, kıyı, kıyıyı doldurma veya kıyıda gölgelik açma veya bu
sıkıntıları… Hep turizm sektörüyle ilgili çok ciddi bir sıkıntı yaşanıyor. Para
cezaları, davalar açılıyor. Şimdi davalar… Ama çok rahatlıkla farklı
uygulamalara da tanık olunabiliniyor. Burada işte denizcilikle ilgili, kıyıyla ilgili, kıyının
korunmasıyla ilgili bizim kökleşmiş, planlanmış strateji ve politikalarımız
olmadığı için, bugün için Antalya’da belki oradaki küçük yatırımcılara nefes
aldırabileceğimiz bu düzenlemeyi düşünen milletvekili arkadaşlarımız… Gerçekten
özellikle Marmaris, Bodrum, Datça, Dikili, İzmir ve Çeşme kıyılarında bir
rahatlama sağlayacak ama bu, temelli bir devlet politikası olarak bakıldığı
zaman yeterli değil. Burada şu gerçeği görmekte yarar var: Türkiye’nin eğer bir
denizcilik bakanlığı kurulmuş olsaydı denizcilik bakanlığının içinde turizmden
kıyı korumaya, kıyı korumadan deniz mahsullerine, deniz mahsullerinden ithalat,
ihracata, limanlara, liman yatırımlarına, onların harçlandırılmasına
kadar Türkiye’nin denizle ilgili bütün bir politikası olur; orada, o
alanlardaki bütün istihdamların desteklenmesi, bunların KOBİ’lendirilmesi,
ARGE faaliyetlerinin özellikle deniz ürünlerine yönlendirilmesi sağlanırdı. Dikkat edin, ARGE faaliyetlerinin en az olduğu alan denizdir,
deniz. Her tarafı deniz olan Türkiye’de ARGE faaliyetlerinin en az olduğu alan
denizdir. TÜBİTAK yapmıyor. Herkes kestirme yolu bulmuş, turizmden ben nasıl
bir hazine arsasını kırk dokuz yıllığına kaparım… Bu, kolay yol. Yani bu yöntem
bugüne kadar gelişmiş ve tabii ki, kim hükûmetlerde
olursa bir baskı gelişmiş. Ama gidin bakın İspanya’da kıyı şeridi denilen
olaya, Bu doğrultuda baktığımız zaman gerçekten zaman zaman
ülkemizin gerçek sorunlarıyla ilgili Mecliste konuşmak… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın
Kaplan, devam edin. HASİP KAPLAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan, bağlıyorum. Mecliste konuşabilmek… Yani, ben bir Şırnak milletvekili olarak
nasıl denizi, Karadeniz’de hamsiyi, Ege’de barbunu,
çipurayı ve Akdeniz’de lagosu düşünebiliyorsam, benim dağlarımdaki hayvancılığı
da, inanıyorum ki, Karadeniz’in iç kesimindeki yaylalarda yaşayanlar, herkes
hep birlikte bu sorunları konuşarak, tartışarak bu Mecliste
ortaklaşabileceğimiz güzellikler konusunda buluşabiliriz diye düşünüyorum. Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. Destek sunuyoruz.
(DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan. AK PARTİ Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak. Sayın Kaynak, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ
GRUBU ADINA VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; Antalya Milletvekilimiz Mevlüt Çavuşoğlu Bey’le birlikte hazırladığımız Kanun Teklifi,
Antalya Milletvekili Sadık Badak ve 5
Milletvekilinin; Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
ve Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin Türk Ceza Yasasında
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne ilişkin olarak, 272 sıra sayılı Teklifi’mize ilişkin olarak AK PARTİ Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere huzurlarınıza geldim. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; teklifimiz Adalet
Komisyonumuzda aldığı son şekliyle iki önemli kanunda, birçok vatandaşımızı
yakından ilgilendiren iki önemli değişiklik önermektedir. Bunlardan biri Türk
Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesi ile diğeri de 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun
12’nci maddesiyle alakalıdır. Türk Ceza Yasası’nın 154’üncü maddesi, hakkı olmayan yere tecavüz
suçunu düzenlemektedir. Bu suç, mülkiyete yönelik bir saldırı suçudur ve bu
madde bu saldırının cezalandırılmasını amaçlamaktadır. Yasa’nın bu hükmüyle,
taşınmaz malların mülkiyetinin ve zilyetliğinin korunması amaçlanmaktadır. Maddenin değiştirilmesini teklif ettiğimiz kısmı birinci fıkrasıdır
ve bu fıkra “Bir hakka dayanmaksızın kamuya veya özel kişilere ait taşınmaz mal
veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden veya
sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan kısmen de olsa
yararlanmasına engel olan kimseye, altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne
kadar adlî para cezası verilir.” şeklindedir. Maddenin ikinci fıkrası,
köy tüzel kişiliğine ait veya öteden beri köylünün ortak kullanımına terk
edilmiş mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz mallara tecavüzü;
maddenin üçüncü fıkrası ise, kamuya ya da özel kişilere ait suların mecrasını
değiştirmeyi cezalandırmaktadır. Huzurunuza getirdiğimiz bu teklifle, bu
maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında herhangi bir değişiklik önerilmemekte ve
bu maddenin bu fıkraları aynen korunmaktadır. Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 26/9/2004
tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Ceza Yasası’nın bu 154’üncü maddesindeki
düzenlemeden önce, bu suçu aynı başlıkla düzenleyen 765 sayılı Ceza Yasası’nın
513’üncü maddesinin birinci fıkrası, başkasının mutasarrıf olduğu emlak ve araziye
yapılan tecavüzü korumakta iken; yeni Yasa’nın 154’üncü maddesinin 1’inci
fıkrası, başkalarına ait taşınmazlar yanında kamuya ait taşınmazları da suçun
konusuna, kapsamına dâhil etmiştir. Yine 765 sayılı Yasa’nın 513’üncü
maddesinde düzenlenen suçun, taşınmazın hudutlarını değiştirmek ya da bozmak
suretiyle işlenebilmesi mümkün iken; mevcut Kanun’la, hudut bozma veya
değiştirme olmasa dahi işgal eylemi suç hâline getirilmiştir. Ayrıca, mülga
Kanun’dan farklı olarak, söz konusu taşınmazdan yararlanmanın malikmiş gibi
olmasına yer verilmiş ve nihayet yine mülga Kanun’dan farklı olarak getirilen
bir başka yenilik ile de hak sahibinin taşınmazdan yararlanmasına engel olmak
da suç kapsamına alınmıştır. Değerli milletvekilleri, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
yaklaşık seksen yıl sorunsuz olarak uygulanan 765 sayılı Yasa’nın bu 513’üncü
maddesi yerine şimdi üzerinde müzakere yürüttüğümüz 5237 sayılı Ceza Yasamızın
154’üncü maddesi yürürlüğe girdikten sonra, yani maddeye “başkalarına ait
taşınmazlar” yanında “kamuya ait taşınmazlar” da ilave edilmesinden itibaren,
uygulamada, özellikle başta Antalya ve diğer kıyı şeridine sahip, turizmin
yoğun olduğu bölgelerimizde önemli sorunlar ortaya çıkmıştır. Yılda yaklaşık 9 milyon turist ağırlayan bu bölgelerimizde, Türk
Ceza Kanunu yürürlüğe girdikten sonra -rakamlar yaklaşık olarak ifade
edilmektedir- 2006 yılında 5.500, 2007 yılında 10 bin, 2008 yılının ilk
yarısında da 4.500 dava açılmış ve bu davalardan dolayı mahallî mahkemelerden
mahkûmiyet kararları çıkmaya başlamıştır. Açılan dava sayıları ile ilgili bu
rakamlar, olayın ne kadar büyük sosyal boyutu olduğunu, ne kadar büyük ekonomik
boyutu olduğunu ve Türk turizmi ve turizm yatırımcıları bakımından ne kadar
önemli bir problem teşkil ettiğini gösteren rakamlardır. İşte,
huzurunuza getirdiğimiz bu teklif ile bir yandan Kıyı Kanunu, bir yandan 3091
sayılı Kanun, bir yandan Orman Kanunu gibi çeşitli yasalar ile zaten
koruduğumuz kamu mallarının korunmasına devam edilirken bir yandan da,
ayrıntılarını maddelere geçildiğinde müzakere edeceğimiz şekilde,
turizmcilerimizin ve halkımızın karşı karşıya bulunduğu önemli bir problemi
çözmeyi amaçlamış bulunuyoruz. Özetle arz ettiğim husus şudur ki: Maddeyi eski hâline getirelim.
Yani bir başkasının, bir gerçek kişinin veya bir özel hukuk tüzel kişisinin
taşınmazına tecavüzü cezalandıralım ve bunun takibini de şikâyete bağlı bir suç
hâline getirelim, çünkü zaten kamu taşınmazlarına tecavüzü önleyen özel yasalar
vardır ve kamu, kendi mallarına vaki olacak tecavüzleri defedecek, tecavüzü
önleyecek güce sahiptir. Bu değişiklikle, hem mevsimlik
olarak, yani kalıcı olmayan bir biçimde, açıkçası malikmiş gibi bir tasarruf
içerisinde olmayıp ülkemize gelen turistlerin deniz ve güneşlenme ihtiyacı için
bu gibi yerlerden yararlanan, aslında turistleri yararlandıran ve karşılığında
geçici yararlanmadan dolayı işgaliye ücreti ödeyen turizm işletmecilerimizin
önemli bir sıkıntısını çözelim ve hem de ülkemizin herhangi bir köşesinde
kamuya ait bir taşınmaz malı usulüne uygun bir biçimde, geçici olarak kullanan
herhangi bir vatandaşımız ceza tehdidiyle karşı karşıya kalmasın. Aksi
takdirde, kazandırıcı zaman aşımı yoluyla iktisap kurumunu, hazine arazilerinin
kullanıcılarına satışını düzenleyen yasaları fiilen işlemez hâle getirecek bir
durum ortaya çıkacaktır. Bu sebeple, teklifimiz bu diğer açılardan da
önemlidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; teklifimizin 2’nci ve 3’üncü
maddeleri ise 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nda değişiklik önermektedir.
Bilindiği gibi, Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesindeki hüküm “Kadastro
tutanaklarının kesinleşmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan
önceki sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz, dava açılamaz.” demekte ve kamu
malı-özel mülkiyet ayrımı yapmamaktadır. Madde metnine göre, kanun koyucu bir
ayrım yapmamıştır, yorumla bu genişletilmemelidir, değiştirilmemelidir. Zaten,
Kadastro Kanunu niteliği itibarıyla bir tasfiye kanunudur. Medeni Kanun’umuzun
öngördüğü sicil sistemi kurulup tamamlandığı takdirde gerçek anlamda Kadastro
Kanunu da sona erecektir. Buradaki amaç sicilleri korumak ve kadastro ile
oluşan düzeni korumaktır. Kadastro Kanunu’ndan önce yürürlükte olan Tapulama Kanunu’muzun, 1966 yılındaki Meclis Genel Kurulu
tutanaklarında da bu arz ettiğim husus açıkça görülmektedir. O
zaman yasa Genel Kurulda görüşülürken şimdiki Yargıtay uygulamasına benzer bir
değişiklik önergesi Genel Kurula sunulmuş ve davanın tarafı devlet ise on
yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmaması teklif edilmiş, Meclis Genel Kurulu,
o zamanki komisyon ve hükûmet -şimdi de bizim
dayandığımız gerekçelerle- bu önergelerin reddini istemişler ve Meclis Genel
Kurulu o önergeyi reddetmiştir. Sayın milletvekilleri, bu on yıllık hak düşürücü süre böyle
anlaşılmalıdır ki böyle olduğu takdirde Medeni Kanun’umuzun 1020’nci maddesindeki
“sicillerin aleniyeti”, 1023’üncü maddesindeki “sicile iyi niyetle güvenerek
taşınmaz mal edinenin bu kazanımının korunacağı ilkesi”, “iyi niyetli iktisabın
korunması ilkesi” işleyebilsin. Anayasa Mahkememiz zaten bu konuda 1991/9 esas,
1991/36 karar sayılı kararında, bu maddenin üçüncü fıkrasının iptaliyle ilgili
açılan davayı reddetmiştir. Teklifimizin maddelerine geçildiğinde yine bu
kararı ayrıntılı olarak huzurlarınızda görüşürüz. Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1997/8 esas, 1997/900 karar sayılı
kararında, bu on yıllık hak düşürücü sürenin kamu düzeninden olduğunu, maddenin
hiçbir istisna hükmüne yer vermediğini açıkça belirtmiştir. Değerli milletvekilleri, peki, bütün bu yasal durum karşısında bu
teklif niye hazırlanmıştır? Yargıtay Hukuk Genel Kurulumuz ve bir kısım
daireleri, son yıllardaki içtihatları ile bu on yıllık hak düşürücü sürenin
kamuya, devlete ait taşınmaz mallar için işlemeyeceği şeklinde kararlar
vermiştir. Bu durumda vatandaşlarımız, Medeni Yasa’nın 1023’üncü maddesinde hükmünü
bulan “tapu kütüğüne iyi niyetle güven” ilkesine göre yıllar önce, belki de
kırk elli yıl önce satın aldığı taşınmaza hazinenin, kamunun herhangi bir
biriminin dava açabilmesi, iyi niyetle tapu siciline güvenerek edindiği
taşınmazının tapusunun iptal edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Hâlen bu sıkıntı yoğun olarak Antalya Kepez’de yaşanmakla beraber, bütün
vatandaşlarımızın günün birinde bir tapu iptali davasıyla karşı karşıya
kalabileceği sonucunu doğurmaktadır. Bu ise hukuk devleti ve Anayasa’mızın
eşitlik prensibine ve Anayasa’nın 35’inci maddesinde ifadesini bulan “mülkiyet
hakkını güvenceye alma” ilkesine uymaz diye düşünüyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; zaten bütün bu anayasal ve
yasal düzenlemeler karşısında Yargıtayımızın içtihatlarla
oluşturduğu yeni durum, ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde de mahkûm
edilmesi neticesini doğurmuştur. Benim tespit edebildiğim kadarıyla 13 adet
dava Türkiye aleyhine neticelenmiştir ki bunlardan biri, 30 Mayıs 2006 tarihli,
1262/02 başvuru numaralı, Doğrusöz ve Aslan-Türkiye
davasıdır ve neticesinde ülkemiz 26.500 avro tazminat ödemeye mahkûm
edilmiştir. Konuyu özetleyecek olursak: 3402 sayılı Yasa’nın 12’nci
maddesinde herhangi bir istisna mevcut olmamasına rağmen, hazine tarafından
devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiasıyla tapuya kayıtlı
taşınmazlar hakkında açılacak tapu iptali ve tescil davalarında on yıllık hak
düşürücü sürenin aranmayacağına ilişkin Yargıtay uygulaması devam ettiği
müddetçe tapudaki kayda güvenerek taşınmaz edinen iyi niyetli kişilerin zaman
sınırlaması olmaksızın mülklerinin elinden alınması ihtimali olduğundan, hem
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem bizim Anayasa Mahkememiz kararları ve hem de
idari istikrar, hukuki güvenlik, tapu siciline iyi niyetle güven ilkeleri
gereğince, zaten bir istisna hükmü taşımayan bu maddenin üçüncü fıkrasının daha
açık yazılması ve uygulama bütünlüğü sağlanması açısından bu teklif hazırlanmış
ve Adalet Komisyonumuzdan geçerek huzurlarınıza gelmiştir. Ayrıca, devam eden davalarda da uygulanabilmesi bakımından bir
geçici madde eklenmesi teklif edilmiştir. Teklifimiz huzurlarınızda tasvip
görüp kanunlaştığı takdirde, ilk neticelerini turizm başkentimiz Antalya’da hem
Ceza Yasası hem de Kadastro Yasası bakımından gösterecektir. Ancak turizm işletmecilerimize de bir kez daha şunu hatırlatmakta
fayda görüyorum: Kıyılarımız Anayasa’mız ve Kıyı Kanunu gereğince bütün
vatandaşlarımızın yararlanmasına açıktır, bu yasa ile de böyle devam edecektir.
Hiçbir düzenleme bu kıyılardan vatandaşlarımızın özgürce ve eşit olarak
yararlanmasına engel olamaz. İşletmecilerimiz bunu böyle bilmeli ve bunu böyle
uygulamalıdır diye düşünüyorum. Sayın Başkanımı ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaynak. Komisyon adına Komisyon Başkanı Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya. Sayın İyimaya, buyurun efendim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Değerli
Başkanım, yüce Meclisin değerli üyeleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Yüce Parlamento, şu anda, temel hak ve özgürlüklerin ilk
sıralarında bulunan mülkiyet hakkı konusunda yaşanan, kaynağı kanun olmayan
yüksek mahkeme uygulamalarından kaynaklanan bir sorunu düzenleme yoluyla çözme
gayreti içerisindedir. Aslında, şu anda Türkiye'nin hem haklar ve hem hukuk
gelişimi itibarıyla bulunması gereken nokta düşünüldüğünde, gerçekten pek
sevindirici bir durum olmasa gerekir. Çünkü, temel
haklar, daha çok, yasama organlarının düzenlemeleriyle değil, yargı
organlarının doğru ve hakkın işlevini harekete ve hayata geçirecek içtihatlarla
gelişmiştir. Ne yapıyoruz değerli arkadaşlar? Modern devletler, egemenlikleri
altında olan vatan parçası üzerindeki yatay mülkiyetleri zamanında ve geometrik
temele uygun olarak oluşturmuş, bu konudaki aritmetik veya mesaha
tartışmalarını sona erdirmiş devletlerdir. Kadastro noktasında bizim
yaptıklarımız, belki yüz-yüz elli yıl önce gelişmiş ülkelerde tamamlanmıştı.
Kadastro hukuku geçiş ve geçici bir hukuktur, temel mülkiyet hakkının artık
tartışılmaz mesahaya oturtulması hukukudur. Hayırla yâd ediyorum, büyük hukukçu Nusret
Ozanalp, bu konudaki altın eserinde, hem kanunun
hazırlanmasında hem uygulamacılara kılavuz o dev eserinde bütün bu sorunları
ortaya koymuştu. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi on yıl geçtikten sonra kadastro
ihtilaflarının yargı yoluna getirilemeyeceği yönündeki ilkeyi devlet lehine ve
mülkiyet aleyhine delince, rahmetli bir makale yazdı ve Yargıtay 7. Hukuk
Dairesi o doğru çözümü hâlen devam ettirmektedir. Eğer davanızdaki kararı 7.
Hukuk Dairesi denetliyorsa, 7. Hukuk Dairesi: “On yıllık süre geçmiştir, devlet
de olsa, bitti.” diyor ama falanca (x) dairesi denetliyorsa devletin hakkı
vardır, devletin menfaati amme menfaatidir diyerek hukuku dolanan, anayasayı
dolanan, adaleti dolanan bir uygulamaya sebebiyet veriyor. Ne yapıyoruz bugün?
İçtihatla halledilmesi gereken sorunu zorunlu olarak yasayla çözmeye
çalışıyoruz. Ne diyoruz? Kadastro işlemlerine bağlı bir taşınmazla ilgili
mülkiyet hakkı on yıllık sürede askıdadır. Buna devlet de itiraz edebilir,
vatandaş da itiraz edebilir, üçüncü kişi de itiraz edebilir; kadastroya
takaddüm eden, öncelik eden sebeplerden dolayı itiraz edebilir. Ha, on yıl
doldu, hak, haklaştı, kesinleşti, tartışmasız hâle geldi. Bugün bizim
yaptığımız şey budur değerli arkadaşlar. Doğru değildi Yargıtayın uygulaması.
Aslında ciddi bir, yüksek mahkeme mülkiyet, yüksek mahkeme içtihat kritiğini bu
kürsüden yapmak lazımdır çünkü bizim hukukumuza ve evrensel hukuka göre özel haklar
konusunda devletle özel kişi eşittir, biri öbürüne üstün değildir. Devlet
güçlüdür, donanımlıdır ve kadastro işlemini yapan bizatihi kendisidir, itiraz
hakkını da rahat rahat kullanabilir. Kaldı ki, biz,
mülkiyet hakkını sadece Anayasa’nın 35’inci maddesiyle değil, aynı zamanda 2004
reformuyla Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yaptığımız düzenlemeyle Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’ni ve mülkiyet şartını artık iç hukukun vazgeçilmez şartı
hâline getirmişiz. Değerli arkadaşlar, bu gibi ihtilaflarda on yıl geçti,
yirmi yıl sonra, otuz yıl sonra hazine dava açtı, tapular iptal edildi, hak
sahipleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine davalarını götürdüler, Türkiye tam
otuz beş ihlal kararı yedi, otuz beş tane ihlal kararı yedi ve şu anda
Türkiye'nin yine hem zihniyet itibarıyla bu konuda hem de yargı içtihadı
itibarıyla karşı karşıya bulunduğu bir noksanlık, bir sekel, bir ayıp var. O da şu: Biz, mülkiyet hakkımızı, mülkiyet hakkının yapısını,
mülkiyet hakkının muhtevasını yalnızca iç hukukumuzun konseptine
göre değerlendiriyor, tanımlıyor ve buna göre hak ölçmesi yapıyoruz. Bu
yanlıştır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, mülkiyet hakkını,
bizim iç hukukumuzdaki koşullardan bağımsız olarak ve diğer ülkelerdeki
koşullardan bağımsız olarak eğer mülkiyet malik-devlet arasındaki
anlaşmazlıklarda eğer devlet, susmuş, uzunca zaman bir işlem kurmamış, hele hele hukuka uygun/aykırı ruhsat vermiş, hele hele vatandaşın inşaatı yukarıya, dikey mülkiyet teşekkül
etmişse, orada İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 1 no.lu Protokolü’nün 1’inci
maddesi anlamında mülkiyet teşekkül etmiştir, “Ben bunu korurum.” diyor. Nitekim Antalya’da sahilde yapılan bir oteldeki, malikti… Dev bir
otel tesis edildi, hazine yıllar sonra tapu iptal davasını kazandı. İnsan
Hakları Avrupa Mahkemesi, bizi, ihlal müeyyidesiyle, kararıyla müeyyidelendirdi, yaptırımlandırdı.
Ha, burada henüz Türk yargısı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi mülkiyet rejimini
kararlarına aktarabilmiş değildir. Farklı bir sorunla karşı karşıyayız. Eskiden
tazminata mahkûm oluyorduk, şimdi yeni hukuk reformlarıyla yargılamanın
yenilenmesi yolu açıldı ve hazineden o mülkiyet aynen geri alınabiliyor. Onun için, değerli arkadaşlar, bugün yapılan düzenleme, doğru ve
gerekli düzenlemedir. Komisyondaki yanlış algıya dayalı bir tartışmayı yüce
kurulla paylaşmak isterim ve muhalefetteki arkadaşlar, o yanlış algıyı gerçek
zannederek, öyle algılayarak Komisyonumu, müzakereyi terk etmişlerdi. “Burada
özel ormanlar lehine bir düzenleme, üstü örtülü bir düzenleme yapılıyor.”
denmiş idi, hararetli tartışmalar olmuştu, ekranlara yansımıştı. Halbuki özel orman mülkiyetinde bir yatay mülkiyet
tartışması yoktur. Yani, devlet veya Orman Genel Müdürlüğüyle arz maliki
arasında bir tartışma yoktur, mülkiyet nizası yoktur ve bu kanunumuzun, özel
ormanın hukuki rejimiyle doğrudan veya dolaylı etkileyici, değiştirici veya
düzenleyici bir işlevi bulunmamaktadır. Değerli arkadaşlar, Antalya milletvekili arkadaşlarımın, bütün
partilere mensup arkadaşlarımın ve Veysi Bey’in
-Sayın Kaynak’ın- geliştirdiği bu projenin gerçekten tashihe muhtaç,
tamamlanmaya muhtaç önemli bir noksanı bulunmaktadır. Biz ne diyoruz? “Bu kanun
yürürlüğe girdiği tarihte veya tarihten sonra doğmuş ve sonuçlandırılmamış olan
bu tür ihtilaflarda artık devlet tapuyu iptal edemez.” diyoruz, tamam. Ama
Kadastro Kanunu 1987 yılında yürürlüğe girdi ve Yargıtay içtihadını yürürlükten
birkaç sene sonra -1. Hukuk Dairesi Genel Kurulu, 7 değil- değiştirdi. Peki,
diyelim ki 90… 90’la 2008 arasında davaları kaybeden, tapuları iptal edilen,
devletçe yırtılan vatandaşların hakları ne? İşte, yasama organı oluşturduğu
projenin ciddiyetine inanıyorsa -ki doğrudur, inanması lazım- mülkiyet gibi
yaşam hakkından sonra gelen -sıra itibarıyla- en önemli bir sorunu çözüyorsa, o
zaman burada da parlamento hukukunda emsallerini gördüğümüz yargılamanın
yenilenmesi yolunun açılması lazım. Bu sebeple, yani on yıllık hak düşürücü sürenin devlet aleyhine
uygulanamayacağı sebebine dayalı olarak kurulan hükümler noktasında hak kaybına
uğrayan kişilere bir yıl veya altı ay içerisinde ihyayı sağlayacak, hakkı
diriltmeyi sağlayacak bir normun geliştirilmesi lazımdır. Bu yönde bir norm
Komisyon Başkanı olarak bir hafta içerisinde çalışılmış ve yüce huzurunuza…
Çünkü hazırladığım rapora, onun hilafına bir norm getirmem mümkün değil. Sayın
Bakanımın ve Genel Kurulun iştiraki hâlinde böyle bir modelin hazır olduğunu
sizlerle paylaşmak isterim. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Önergeniz mi var? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Tabii benim
42’nci maddeye göre önerge üretme imkanım yok,
muhalefet şerhim de yok. Projedir, ben sosyal adalet bakımından ve mülkiyet
hakkının doğal uzantıları bakımından arz ediyorum. Değerli arkadaşlar, Komisyonumuzun bu kanunla ilgili olarak
yürüttüğü müzakereyi, müzakere tarzını sizlerle paylaşmak isterim. Bir partiye
mensup Değerli Grup Başkan Vekili arkadaşımız, raporda “Muhalefet şerhi
eklidir.” denmesine rağmen bu olgusal durumların, gerekçelerin hakiki
yansımalarının rapora inikâs etmediğini ileri sürdüler; sizlerle paylaşmak
istiyorum. Komisyon, hele hele Adalet Komisyonu,
Parlamentonun iç hukukuna ve teamüllerine saygılı bir çalışma yapar. Değerli arkadaşlar, elinizdeki rapor, komisyon raporu iki bölümden
teşekkül etmektedir; birisi üyelerin imza bölümü, öbürü Komisyonca hazırlanan
metin bölümü. İmza bölümünde bir sembolle imza vardır ve ilgili üye arkadaşın
düştüğü not vardır; Komisyon Başkanlığı veya Başkan imza mekânında yer aldığı
için o nota katiyen ilişmez, aynen size aktarır. Ayrıca Komisyon Başkanlığı
makul bir süreyi muhalefet şerhi için bütün arkadaşlara tanır, Parlamento
teamülleri de bu yöndedir, yani muhalefet şerhinin zamanında getirilmemesi
hâlinde, hele bir Komisyon Başkanı olarak benim, bu kayda rağmen “Muhalefet
şerhi getirilmemiştir.” kaydını komisyon raporuna düşmem nezakete aykırı olur.
Komisyon raporu incelendiği zaman, Komisyonun işi sonuçlandırdığı tarih -aynen
yazıyor- 25/06/2008 tarihidir -raporda yazıyor-
raporun yazıldığı tarih 14/07/2008’dir. Yani on dokuz gün beklenmiş ve
muhalefet şerhi gelmemiştir. Çok değerli üye arkadaşlarımız da zaten sarih
olarak toplantıyı terk ettikleri için nazik bir şekilde muhalefet şerhlerini
getirmeyeceklerini de izhar etmişlerdir. Komisyon Başkanının esasen raporda
mündemiç veya rapordan ince şekilde, okunmaz hâlinde görülebilir bu hususu
noksan olarak adliye önündeki… Grup Başkan Vekili arkadaşımız burada yok ama
zapta geçsin Komisyonun hassasiyeti bakımından diye sizinle paylaşıyorum. Bu anlayış içerisinde, yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın İyimaya. Şahısları adına ilk söz Antalya Milletvekili Sadık Badak’a aittir. Buyurun Sayın Badak. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) SADIK BADAK (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 272 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce
heyetinizi saygıyla selamlarım. Konuya geçmeden önce, Değerli Antalya Milletvekili arkadaşımız
Hüseyin Yıldız’ın, Adalet Bakanımız yine Antalya milletvekili Sayın Mehmet Ali
Şahin’in bu kanunun hazırlanmasında emeği olmadığına dair -belki malumatı
olmadığından- ifadeleri oldu. HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – “Emeği yok.” demedim Sayın Badak. SADIK BADAK (Devamla) – Doğrusu, hakkaniyeti ifade etmek,
hakkaniyeti teslim etmek bakımından sürecin içerisinde bulunan bir kişi olarak
bu ifadeyi, bu açıklamayı başlangıçta yapma ihtiyacı duyuyorum. Malum her iki madde de bu problemle ilgili kesimler tarafından
Parlamentoya, bizlere o günlerde taşındı. 1’inci maddeyle ilgili Türkiye
Otelciler Birliğinin, (TÜROFED) yöneticileri, yine Akdeniz Otelciler Birliğinin
(AKTOB) temsilcileri müteaddit defalar bu problemi bizlere getirdiler. Sayın
Adalet Bakanımızın da içinde bulunduğu birkaç oturum yapılmak suretiyle bu
problemi nasıl çözebileceğimiz müzakere edildi. Arkasından, yine, Kepez’deki
haksız tapu iptal davaları hakkında mağdur olmuş vatandaşlarımızın içerisinden
bir heyet, Kepez bölgesinden 20’ye yakın muhtarlarımızla beraber Parlamentoyu
ziyaret ettiler, bizlere konularını anlattılar. Yine, Antalya Milletvekilimiz,
Adalet Bakanımız Sayın Mehmet Ali Şahin’in içinde bulunduğu oturumlar yapıldı,
muhtelif konu hakkında tecrübeli hukukçu arkadaşlarla görüşmeler yapıldı ve
üzerinde mutabık kalınan metinler, konunun önemi ve hassasiyeti sebebiyle
muhalefet partisindeki arkadaşlarımıza da, özellikle Antalya milletvekili
arkadaşlarımızın da görüşlerinin alınması amacıyla kendilerine takdim edildi. Ben, huzurunuzda, hem Cumhuriyet Halk Partisi hem Milliyetçi
Hareket Partisine mensup Antalya milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür
ediyorum. Bu kanun tekliflerine iştirak ettiler, hatta “Türk Ceza Kanunu 154’le
ilgili değişikliği biz hazırlayalım, siz imzalayın.” dedi Sayın Osman Kaptan,
biz de buna memnuniyetle iştirak ettik, hep birlikte bu kanunu hazırladık. Bu
hizmeti vatandaşlarımıza yapmaktan, Antalya milletvekilleri olarak, Sayın
Adalet Bakanımızın da içinde ve başında olmak kaydıyla hep birlikte
hazırlamaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum. Neticede hepimiz
vatandaşımıza karşı görevimizi yapmış olduk. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun,
esas itibarıyla, Türk Ceza Kanunu ve Tapu ve Kadastro kanunlarının birer
fıkrasında değişiklik öngörüyor. 1’inci maddeyle, vatandaşlara devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunan alanlarda meydana gelen geçici kullanımlara karşı
açılmakta olan ceza davalarının kamunun şikâyetine bağlı olması öngörülüyor. Bahis konusu problem sanıldığı gibi sadece Antalya’nın meselesi
değil. Burada ifade edildi, ülkemizin her köşesinde bu gibi açılmış ve açılmaya
hazırlanan binlerce dava dosyası var, sadece İzmir’de 6 bine yakın dosyanın
olduğunu, bunun 1.500’e yakınının da Menderes ilçesinde olduğunu biliyoruz. Kamuoyunda duyulduğu şekilde, bahis konusu kullanımlar Akdeniz ve
Ege’de imarlı parsellerde ruhsatlarıyla turizm tesisi ve işletmeciliği
yapanların mesleklerini ifa edebilmek için tesislerinin önüne müşterilerinin
güneşten korunması veya vakit geçirmesi için herhangi bir temel ve kalıcı bina
yapmaksızın kullandıkları geçici güneşlik alanlardır. Yaz mevsiminde bu tür
işletmelerin geçici olarak kullandıkları bu yerler defterdarlıklar tarafından
tutanakla belirlenmekte, takdir komisyonlarınca tarh edilen ecri misil
bedelleri de işletmelerden tahsil edilmektedir. Biraz önce ifade edildi, 2007
yılında Antalya kıyılarında meslek sahiplerinin bu kullandıkları yerler için
ödedikleri ecri misil miktarı 15 milyon liranın üzerinde, 2008 yılında
ödedikleri de 19 milyon lira civarındadır. Fakat, bu
paraları ödemiş olmaları ceza davasına muhatap olmalarını önlememektedir.
Amacımız, bu ceza davasına muhatap olmayı önlemektir. Biz, bunun Türkiye'nin bütün kıyılarını ilgilendirdiğini, tabii
ki, biliyoruz ve ifade ediyoruz. Esasen sadece turizm sektörünü ve sadece
Akdeniz ve Ege kıyılarını ilgilendiriyor olsa dahi bu değişikliği yapmamız icap
eder. Turizm sektörü, ülkemizin 1959 yılından bu yana bir devlet politikası
hâlinde desteklediği bir sektördür. Nitekim, ülkemiz
1980’li yıllardan bu yana beklediği, ümit ettiği, hayal ettiği rakamlara son
yıllarda erişmiştir. Biraz önce, yine, değerli milletvekilleri ifade etti;
geçen yıl, 26 milyon turist, 22 milyar dolar turizm geliri elde ettik. Turizm,
Türkiye’nin petrolüdür. Sadece bizim kıyılarımızdaki problemi halledecek bile olsa
bu kanunu çıkarmamız, desteklememiz icap eder kanaatindeyim. Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz tasarının 2’nci
maddesi -ifade edildi- 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesinin üçüncü
fıkrasında on yıllık zaman aşımının kimleri kapsayacağına dair açık ve sarih
bir ifade getirmektedir. “Mevcut ifade sarih değil mi?” diye sorulabilir.
Mevcut ifade şu: “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve
tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra,
kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava
açılamaz.” Hüküm esasen gayet açık. 1963 yılından itibaren ülkemizdeki yaygın kadastro çalışmaları ve
tapulama çalışmalarını takiben özel tapulu mülkler mirasa ve alım satımlara
konu olmuştur. Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesinin çıktığı 1987 yılından 2003
yılına kadar on yıllık hak düşürücü süre kamu ve özel ayrımı yapılmadan
uygulanmıştır. Yine arkadaşlarımız ifade etti, 2004 yılından itibaren yüce
Yargıtay, görüşünü değiştirerek vatandaş tarafından açılan davalarda on yıllık
süreyi uygulamakta, kamu kuruluşlarının açtığı davalarda ise on yıllık süreyi
nazarıitibara almamaktadır. Bize göre fıkra hükmünde yasa koyucunun iradesi açıktır. Ayrıca, 1987 yılında Kanun’un görüşmelerinde kayda alınan fıkranın
gerekçesinde de durum şöylece ifade edilmektedir, sadece ilgili yeri ifade
ediyorum: “Ayrıca büyük emek ve masrafla meydana getirilen düzenli kütük ve
kadastro işlemlerinin korunmasını sağlamak için, kamu ve özel mal ayrımı
yapılmadan kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl
geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava
açılamayacağı esası getirilmiştir.” ve devam ediyor, gerekçe bu kadar açık. Değerli milletvekilleri, Yasa’nın 12’nci maddesi 1987 yılında bu
gerekçeyle yasalaşmıştır. Yasa gerekçelerinin de aynen yasa gibi bağlayıcı
olduğu hukukun genel kabullerindendir. Buna rağmen ilgili dairenin kararlarında
on yıllık sürenin kamu kurumları tarafından açılan davalarda uygulanmayacağı
kabul edilerek son yılda, son dört yılda binlerce dava dosyası açılmasına ve
vatandaşların mağduriyetine yol açılmasına bir zemin oluşmuştur. Bu durum
karşısında tapular hakkında kamu kuruluşları yönünden ilelebet dava
açılabilmesi mümkün hâle gelmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Badak, devam
ediniz. SADIK BADAK (Devamla) – Bize -bütün milletvekili arkadaşlarıma
eminim geliyordur- Kütahya’dan, Balıkesir’den, yurdun çok değişik mevkilerinden
şikâyetler geliyor. Sadece Edremit ilçesinde dört yüz davanın açıldığı
bildiriliyor. Yine Kepez bölgesinde kırk beş yıl öncesinde kadastrosu yapılıp
kesinleşen ve hâlen üzerinde kayıtlı, tapulu evlerini, arsalarını,
apartmanlarını kaybetmek üzere olan binlerce vatandaşımız vardır. Bu ihtilafları
gidermek amacıyla Kanun’un gerekçesinde belirtilen hüküm maddeye açıkça
konulmaktadır. Yasanın hazırlanmasında emeği geçen bütün kesimlere teşekkür
ederken yasaya olumlu yönde desteğinizi beklediğimi ifade etmek isterim. Adalet
Komisyonu Başkanımızın burada getirdiği yeni bir yaklaşımı eğer gruplar
benimserse bu konuda kesin hüküm giymiş vatandaşlarımızın büyük bir
mağduriyetinin önleneceğini ifade etmek isterim. Yüce heyeti, bu düşüncelerle saygıyla selamlarım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Badak. Hükûmet adına Adalet
Bakanı Mehmet Ali Şahin. Sayın Şahin, buyurun. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Grubu bulunan üç siyasi partimize mensup milletvekili
arkadaşlarımızca verilmiş olan ve müştereken Komisyonda görüşülerek Genel
Kurula indirilmiş bulunan bir kanun teklifi üzerinde müzakereler yapıyoruz. İki
alanda düzenlemeler yapıyor. Teklif sahibi arkadaşlarımız, grup adına konuşan
arkadaşlarımız, bu iki alanla ilgili, bu değişikliklerin hangi ihtiyaçtan
kaynaklandığını ve ne gibi düzenlemeler getirdiğini -biraz önce söz almışlardı-
uzun uzun anlattılar. Doğrusu, Hükûmet olarak da biz bu ihtiyacı baştan beri görmüştük,
bir Hükûmet tasarısı olarak da sevk etmeyi
planlamıştık ancak teklif hâlinde verilmesinin ve müşterek bir kanun teklifi
olmasının, en azından, partilerin birlikte de bazı düzenlemeler
yapabileceklerini göstermesi bakımından güzel bir jest olacağını düşündük ve
ben Komisyonda da Hükûmeti temsil etmiştim, orada da
bu tekliflere destek vermiştim. Şimdi de huzurunuzda, arkadaşlarımızca
hazırlanan bu teklife destek verdiğimizi Hükûmet
olarak ifade etmek istiyorum. Gerçekten arkadaşlarımız, özellikle kamunun hüküm ve tasarrufu
altında bulunan yerlerle ilgili ecri misil ödenmesine rağmen 2005 Ceza
Kanunu’nun değişikliğinden sonra birtakım davalara muhatap olunduğunu ve daha
çok da bu davalara muhatapların turistik işletmeler olduğunu uzun uzadıya
anlattılar. Ben de Antalya Milletvekiliyim, burada bu sorunla çok sık
karşılaşıyoruz. Özellikle turizm dernekleri ve federasyonlarının yetkilileri
uzun süredir böyle bir düzenlemenin bir an önce yapılmasını arzu ediyorlardı.
Şimdi de Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bu düzenlemeyi yapmanın
çalışmalarını yapıyor olmaktan da memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum. Ayrıca, uzun yıllar önce tapu sahibi olmuş vatandaşlarımızın, Yargıtayımızın görüş değiştirmesinden sonra, “Hazineye
karşı zaman aşımı defiinde bulunulamaz.” şeklindeki
yeni yaklaşımından sonra, ellerindeki tapuların iptali süreci, özellikle
Antalya’da son bir iki yıl içerisinde ciddi bir huzursuzluğa yol açmıştı. İşte
bu kanun teklifiyle bu huzursuzluğu da ortadan kaldırıcı yeni bir düzenleme
yapılıyor. Ben bu iki alanda yapılan düzenlemelerin ciddi bir rahatlama
sağlayacağını düşünüyorum. Aslında, Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinde yapılan
değişiklik, 2005 yılında yapılan değişiklikten önceki hâle büyük ölçüde geri
dönmeyi amaçlıyor. Çünkü uzun süredir, zaten eski Ceza Kanunu’nun bu maddeye
tekabül eden maddesi yürürlükte iken de… Bazı iddialar var çünkü,
deniyor ki: “İşte, bu acaba hazine arazilerini yağmalatmaz mı?” Daha önceki
düzenleme zaten buna yol açmamış ve kaldı ki bu alanla ilgili yani hazinenin,
kamunun elindeki gayrimenkullerle ilgili onlara tecavüz, haksız bir tecavüz
hâlinde bunları koruyucu başka kanunlar var, özel kanunlar var, bu kanunlarda
da zaten cezalar var. Hatta incelediğinizde göreceksiniz ki o kanunlardaki
cezaların süresi, şu anda değiştirmekte olduğumuz 154’üncü maddedeki cezaların
süresinden daha fazla. O nedenle, bir endişeye mahal olmadığı düşüncesindeyim. İki alanla ilgili bir rahatsızlığı düzelten bir teklifi
görüşüyoruz, Hükûmet olarak bu teklife destek
verdiğimizi ifade etmek istiyorum. Söz alan arkadaşlarımız, benim hafta sonu Antalya’da seçim
çalışmalarına katıldığım esnada yapmış olduğum bazı konuşmaları eleştirdiler.
Arkadaşlarımın eleştirilerini anlayışla karşılıyorum. Zannediyorum cuma,
cumartesi ve pazar günü, Antalya’da Gazipaşa, Alanya, Serik ve merkezdeki dört
ilçede -sanıyorum yedi tane ilçede- seçim çalışmalarına iştirak ettim.
Buralarda seçim büroları açılışları, aday tanıtım toplantılarına katıldım.
Tabii buralarda, bölgenin milletvekili olmam ve tabii aynı zamanda Kabinenin
bir üyesi olarak da bana konuşma imkânı verdiler, buralarda da konuştum.
Aslında söylemek istediklerimi -ki bunların bir kısmı, bazı bölümleri basına da
yansıdı- kısaca ne söylemek istediğimi siz değerli arkadaşlarımıza ifade etmek
ve beni eleştiren arkadaşlarıma bir noktada cevap vermek, açıklama yapmak için
bu cümleleri kullanıyorum. Şimdi, tabii ki yerel seçimlere gidiyoruz. Beldelerimizin,
ilçelerimizin -büyükşehir olabilir, büyükşehir olmayabilir- illerimizin, tabii
ki yerel yönetimler tarafından çözümlenmesi gereken sorunları var. Bu
sorunların önemli bir bölümü sadece yerel imkânlarla çözülemiyor. Eğer orası
büyükşehirse o ilçe belediyelerimizin, büyükşehir sınırları içerisindeyse,
mutlaka büyükşehir belediyesiyle de birlikte çalışarak çözebilecekleri sorunlar
var. Hatta, öyle yerlerimiz var ki, işte, özellikle
turistik bölgelerde katı atık depolarının yapılması, altyapıların yapılması
konusunda da mutlaka merkezî hükûmetin, Turizm
Bakanlığının, diğer bakanlıkların da desteğinin gerektiği birtakım hizmetler
var. Benim orada yapmış olduğum konuşmalarda genel olarak, yani yedi konuşma
yaptım, hepsinde de vermek istediğim mesaj şuydu: Bir yerel yönetimin, bir
belediyenin, bir belediye başkanının, başka belediyelerin veya merkezî hükûmetin, gerektiğinde, yardımı olmadan çözemeyeceği
birtakım sorunlar vardır. O nedenle, belediye başkanı olarak seçeceğimiz
arkadaşın diğer belediyelerle de, diğer kuruluşlarla da diyaloğu
devam ettirecek, onların da yardımını alabilecek, onlarla da birlikte
çalışabilecek kapasitede arkadaşlar olması gerektiğini ifade ettim. Bunu
söylerken şu partiden, bu partiden ayrımı yapmadım. Ancak Gazipaşa’da “Eğer
seçeceğiniz belediye başkanı bizim partimizden olursa memnun olurum.” anlamına
gelen bir ifade kullandım. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Yapmayın Sayın Bakan. Televizyonlarda
dinledik konuşmanızı. Burada konuştuğunuzla oradaki çok
farklı. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Söylemek istediğim:
Yerel yöneticilerin, büyükşehir belediyesiyle, merkezî hükûmetle
de uyum hâlinde, diyalog hâlinde olmasının yararlı olacağını düşündüm. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Televizyonda sesinizden dinledik. İnsaf
yani, insaf! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Peki, beni buraya
getiren neydi? Beni buraya getiren şuydu: Ben Antalya Milletvekiliyim ve
Antalya Milletvekili olarak Kabinede görev yapıyorum. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Efendim, buna cevap verin, buna. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakın, Antalya’da bazı
ilçeleri ve beldeleri ziyaret ediyorum. Mesela bazı ilçeler var ki henüz
altyapıları, kanalizasyon sorunları bile büyük ölçüde çözülmemiş. HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Hepsi size verilsin, ne lüzum var
seçime! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ben buralara
gittiğimde, bizim partimizden olmayan bu belediyelerin bulunduğu yerlere
gittiğimde “Mevcut belediye başkanı arkadaşlarımla bir diyalog kurayım, acaba
birlikte burada bir çözüm üretebilir miyiz?” dediğimde, bazı ilçeler var ki bu
belediye başkanlarıyla ben üç dört yıldır, maalesef, tanışma şerefine nail olamadım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Bakanım, ziyaret ettiniz mi? Bir
ziyaret etseniz, belediyeye bir şeref verseniz. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ben bunu bazı yerlerde
eleştirdim. Keşke bu belediye başkanı arkadaşlarımla da diyalog kurabilsek,
başka partiden olabilir ama belki buradaki sorunların çözümüne birlikte çözüm
üretebiliriz diye birtakım konuşmalar da yaptım. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakan, konuşmanızdan bu anlam
çıkmıyor. Televizyonda sesinizden dinledik. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ancak şunu hemen ifade
edeyim huzurunuzda, sizden bir arkadaşınız olarak: Yapmış olduğum bütün bu
konuşmaları… Tabii, üst üste, değişik yerlerde konuşmalar yapıyoruz. Hepimiz de
siyasetçiyiz. Buralara giderken daha önceden hazırlanmış olan metne dayalı
olarak konuşmuyorsunuz, oradan oraya koşuyorsunuz, her yerde konuşacaksınız,
halkın karşısına çıkıyorsunuz. Zaman zaman
maksadınızı aşan ifadeler de ağzınızdan çıkabiliyor, onu da kabul ediyorum. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Özür dileyin o zaman! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ancak “Efendim, illa
bizim partili belediyelere oy verin. Bizim partili olmayan belediyelere oy
verirseniz biz bunlara yardım etmeyiz.” anlamına gelen bir düşünceyle o
cümleleri söylemiş değilim, bu yanlış olur. Efendim, böyle… HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Tamam Sayın Bakan, bu kadar! METİN ÇOBANOĞLU (Kırşehir) – Tamam ama sizin dediğinizden o
anlaşılıyor Sayın Bakan. Televizyonda dinledik, özellikle dinledik, böyle
anlaşılıyor. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Yapmayın Sayın Bakan! Adalet Bakanı
yapar mı öyle şey? OSMAN KAPTAN (Antalya) – Siz Adalet Bakanısınız… ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Efendim, eğer bu anlama
gelen bir ifade kullanmışsam, Osman Bey, bu anlama gelen bir ifade kullanmışsam
o ifade yanlıştır, maksadı aşan bir ifadedir. (CHP sıralarından “Öyle
söyleyin.” sesleri) YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakan, bu yasadan bahsediyorsunuz,
“Bu yasa çıkacak.” diyorsunuz! BAŞKAN – Sayın Ağyüz… ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Tamam, söylüyorum
kardeşim, söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – İstifa edecek misiniz Sayın Bakan? ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Nitekim,
bakın, bizim Hükûmetimiz döneminde belediyeler
arasında herhangi bir ayrım yapılmamıştır. BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Bakan, istifa edecek misiniz? AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakan, yorulmuşsunuz, biraz dinlenin! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakın,
belediyelerimizin sahip olduğu nüfusa göre İller Bankasından almış olduğu bir
pay vardır. Her belediyeye -özellikle yaz aylarında- işte, bunlardan kesilen
kesintilerle ilgili birtakım iyileştirmeler yapılmıştır ama hiçbir ayrım
yapılmamıştır. Bakın, özellikle Sayın Anadol’un benim
farklı belediyelerle çalışma konusundaki tavrımı en iyi bilenlerden biri olduğu
kanaatindeyim. Daha önceki Bakanlık dönemimde ben spordan sorumluydum. İzmir’de
Universiade’la ilgili bir çalışma yapılıyordu.
Rahmetli Sayın Piriştina gerçekten büyük gayretlerle
İzmir’de yapılması konusunu başarmıştı, İzmir’e almıştı; işte, birtakım
çalışmalar da yapılıyordu. Ancak kendisinin ani vefatından sonra bu göreve
gelen Sayın Azizoğlu konuyu inceledi, bir gün bana
geldi, dedi ki: “Sayın Bakanım, merkezî hükûmetin
desteği olmadan, sizinle iş birliği yapmadan biz bu projenin üstesinden
gelemeyiz.” Ben kendisine “Kardeşim, sen başka bir partidensin, git, ben sana
yardımcı olamam.” demedim, “Hayır, birlikte yapacağız.” dedim. Birlikte, el
ele, kol kola örnek bir çalışmayı biz İzmir’de başardık. 10 bin kişilik
Halkapınar Spor Salonu’nu biz iki yüz on günde bitirdik; bu, Türkiye’de bir
rekordur ama el birliğiyle bunu yaptık. Yani benim böyle “Başka partilere,
başka partili belediyelere yardım etmeyelim; işte, onların hizmetlerine mâni
olalım.” diye bir düşüncem asla olmamıştır. Tabii, bu konuşmalarım esnasında
-demin ifade ettiğim gibi kalabalık karşısında irticalen konuşuyoruz- maksadımı
aşan bazı ifadeler olmuş ve sizler tarafından “Bunlar, kamuoyunu veya işte,
seçmeni tehdit eden, onlara şantaj anlamına gelen ifadelerdir.” şeklinde
değerlendirmeler yapıldı. Şu kanaatimi sizlerle paylaşmak isterim: Bakın, kim ne söylerse
söylesin, şantaj, tehdit, bunlar milletimiz tarafından asla ciddiye alınmazlar,
hatta bunlar ters teper. Ben bunu biliyorum. Ben siyasette de bu kadar
tecrübeliyim. Yani milleti tehdit edeceksiniz, şantaj yapacaksınız, bunun size
bir siyasi avantajı olmaz. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Olsaydı 1989’da olurdu zaten. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, ben böyle bir
konuşmayı yaptım yani buna benzer konuşmaları yaptım; basına da yansıdı, inkâr
etmiyorum. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – “Yaptım” de! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – İnkâr etmiyorum
efendim. Ama maksadımın… YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – İspanya’yı örnek al, İspanya Adalet
Bakanını örnek al. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Efendim, illa
“Muhalefet belediyeleri eğer seçilirse biz onlara hizmet etmeyiz, onlara Hükûmet olarak yardımcı olmayız.” anlamına gelen bir
cümleyi kullanmadım, böyle bir niyetle o konuşmaları yapmadım. O heyecan anında
ağzımdan çıkan bir iki kelime bu anlama gelecek yorumlara müsaitse maksadımı
aşmış ifadeler olduğunu tekrar ediyorum. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakan, bu, yorgunluk, yorgunluk! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, biz Hükûmet olarak Türkiye’ye hizmet etmek, Türkiye’nin
sorunlarını çözmek… Şimdi, yerel seçimlere doğru gidiyoruz, tabii yerelde de
hizmet bekleyen beldelerimiz var, ilçelerimiz var, büyükşehirlerimiz var;
buralara hizmet ederken kuşkusuz ki yasalar neyi gösteriyorsa Ankara’dan bu
belediyelerimize o şekilde yardımcı olunacaktır. Ama bazı yöreler var ki özel
projelerle Ankara’ya gelirler, Hükûmete gelirler,
bakanlıklara giderler, Turizm Bakanlığına giderler; eğer bu projeler konusunda
oradan yardım alabilirlerse, bu beceriyi gösteren belediye başkanlarımız da
beldelerine, ilçelerine daha fazla hizmet ederler. Ben de seçmenlere “Size daha
fazla hizmeti kim götürecekse ona oy verin.” dedim ama bunu yaparken, bu
cümleyi söylerken bir ayrım yapmadım. Ancak “Bizim partimizden olanları tercih
ederseniz memnun olurum.” anlamına gelen şeyler söyledim. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Öyle değil! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bir siyasi partinin
mensubu olarak yerel seçimlere doğru giderken lütfen bunu söylememi de
yadırgamayın yani, ne diyeceğim ki? Ne diyeceğim ki? (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler) ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) –
Sayın Bakan, Kabinedeki bütün arkadaşlarınız aynı şeyi söylüyor, o, sizin
huyunuz hâline geldi! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Kaç dakikam var? BAŞKAN – Beş dakikanız var Sayın Bakan. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bitiriyorum. Şimdi, Sayın Yıldız, biraz önce benim bir bayramda yapmış olduğum
ve Deniz Feneriyle ilgili bir cümlemi aldınız, özellikle bunu muhalefet
partisine mensup olan arkadaşlarımız “Ya bu Deniz Fenerinden bana ne?”
şeklindeki ifademi kullanıyorsunuz. (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler) ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Devletin Bakanı, AKP’nin değil! BAŞKAN – Sayın Aydoğan… Sayın Aydoğan, lütfen… ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakın, ben merak ettim,
acaba bu konuda ne demişim? Bu konuda ne demişim? Anadolu Ajansından biraz önce
getirttim. Şimdi, size Anadolu Ajansından nokta nokta
okuyorum… (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Aydoğan, karşılıklı
konuşmayalım, Hatip’i dinleyemiyorum, lütfen… ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanı! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Arkadaşlar “Biz iktidar
olarak göreve geldiğimiz andan beri…” Aynen Anadolu Ajansından okuyorum: “…kamu
kaynaklarının en iyi şekilde halkımızın yararına kullanılması için yoğun çaba
sergiliyoruz. En ufak bir kaçak olduğu takdirde hemen üzerine gidiyoruz,
sorgulayarak bu kaçağı kapatmaya gayret ediyoruz. Lütfen bize `Senin
bakanlığında şu yanlışlıklar yapılıyor` deyin. Eğer
gerçekten yanlışlıklar oluyorsa ben size teşekkür ederim, düzelttiririm.”
Anadolu Ajansından okuyorum: “Çünkü biz hatamızı söyleyene `Allah razı olsun` demeyi bir ahlaki kaide olarak biliriz.” Bunu ne zaman
yapmışım: 30/9/2008. “Ama bize `Fakat ülkede falan
dernek yöneticileri suistimal yapmış. Bunun sorumlusu
da sizsiniz` diyorlar. Bana ne ya. Almanya`daki bir derneğin yöneticileri
yanlış yapmışlarsa, yargılanmışlarsa, benim iktidarımdan buna ne? Benim
iktidarımla ne alakası var? Ne yapmak istiyorlar? Türkiye`de AK PARTİ`nin önünü, şöyle dediler olmadı,
böyle dediler olmadı, bir türlü kesemiyorlar, başkalarının birtakım kişisel
hatalarını bize yamamak suretiyle güya bizim yolsuzluklara göz yumduğumuzu
ifade ediyorlar. Biz göz yummuyoruz, gözlerimiz fal taşı gibi açık, her türlü
usulsüzlüğün üzerine şiddetle gidiyoruz ve gideceğiz. Bu hatayı yapan, bu
yanlışı yapan babamın oğlu da olsa fark etmez. Bu kardeşiniz, teyzesinin oğlunu
benim ismimi kullanarak haksız menfaat teşebbüsünde bulundu diye savcılığa
şikâyet eden ve onu tutuklatan bir adamdır…” YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Doğru, arsa almak için vekâlet
veriyorsunuz! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Aynı konuşmadan
okuyorum: “Bu nedenle bizimle halka hizmet yarışında bulunamayanlar, projeleri
olmayanlar halka söyleyecek bir şeyi olmayanlar, sadece çamur at izi kalsın
mantığıyla siyaset yapıyorlar. Bu siyaset anlayışının ne kendilerine ne
ülkemize hiçbir faydası yoktur, sadece kendilerine zarar verirler.” Benim “bana
ne” konuşması budur. O nedenle, siz buradan sadece bir cümleyi çıkarıp, sanki, işte, bu davayla ben Adalet Bakanı olarak
ilgilenmiyorum, bu bizi ilgilendiren bir şey değil anlamına söylememişim… HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Televizyon ekranlarında benim
söylediğim sözün aynısını aktardılar Sayın Bakan. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Kaç defa açıkladım,
arkadaş, hata yapan kim olursa olsun, eldeki deliller bir kişinin suç
işlediğini gösteriyorsa bağımsız yargı, savcılarımız, hâkimlerimiz gereğini
yaparlar. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ama, izin
vermeniz lazım. Zahid Akman’ın
dokunulmazlığı var. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bu davayla ilgili dosya
3 kez Almanya’dan istenmesine rağmen bu sabah elimize ulaşabildi. Bakın, vakit
kaybetmeden hemen Ankara cumhuriyet savcılığına gönderdik. Ankara cumhuriyet
savcılığı da üç ayrı klasörden oluşan bu dosyanın tercümelerini yapıyor,
sanıyorum yakın zamanda biter. Tabii ki Ankara Cumhuriyet Savcılığı diğer
çalışmaları da yapıyor ancak bağımsız yargı organları bizden talimat alarak bu
çalışmaları yapmıyor, ben onlara talimat veremem çünkü yargı bağımsızdır ve
tarafsızdır. Biz sadece o dosyanın getirilmesine Adalet Bakanlığı olarak
aracılık yaptık. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Gelinceye kadar deliller karardı. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – O nedenle… Şimdi, Almanya bunu geç göndermişse Sayın Anadol
ne yapayım ben yani? ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Niye geç göndersin? İstemediniz ki! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – 3 defa istemişim, tekit
etmişim. Ne yapmamız lazım? Söyleyin bana, şunu yapmalıydınız da bu dosya onu
yapmadığınız için geç geldi diyebileceğiniz bir şey var mı bana? Ne
söyleyebilirsiniz? K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ergenekon’da ne yapıldıysa burada da o
olmalı. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ergenekon da bizim bir
davamız değil ki. Ergenekon da bağımsız yargının bir davasıdır, bağımsız yargı
organlarının bir faaliyetidir. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok, yok, operasyonu emniyet yapıyor. BAŞKAN – Sayın Anadol, lütfen… ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Lütfen… Bakın… YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakan, arsa vekaleti
ne? ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakın, bağımsız yargı
organlarına talimat verme yetkisi hiç kimsenin değildir, benim de değildir
Adalet Bakanı olarak, böyle bir yetkimiz yoktur. Onlar, yasaların çizdiği
sınırlar içerisinde, Türkiye'de kanun hâkimiyetini sağlamak için çalışırlar,
görevlerini yaparlar. Bize de düşen, onların görevlerini en iyi şekilde yerine
getirebilmeleri için onlara yardımcı olmaktır. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Delil kalmadı, karardı. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Biz Adalet Bakanlığı
olarak bunu yapıyoruz. Yasama organının da bunu yaptığına, bunu yapması
gerektiğine inanıyorum. Ben sözümün başına dönüyorum. Üç siyasi partimize mensup
milletvekili arkadaşlarımızca verilmiş olan bu kanun teklifine Bakanlık olarak
ve Hükûmet olarak katılıyoruz ve destek veriyoruz. Hayırlı olması dilekleriyle hepinize sevgilerimi ve saygılarımı
sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan. Şahısları adına ikinci söz Antalya Milletvekili Yusuf Ziya İrbeç’e aittir. Buyurun Sayın İrbeç. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kanun teklifinde Antalyalı, Antalya milletvekili
arkadaşlarımla birlikte benim de imzamın bulunduğu 272 sıra sayılı Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde görüşlerimi
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Adalet Komisyonumuzda kabul edilerek Genel Kurula gelen kanun
tekliflerinden birisi olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinde
yapılan değişiklikle, hakkı olmayan yerlere tecavüzlerin cezalandırılması
öngörülmektedir. Bu teklif ile kamuya ait malların korunması da cezai
müeyyidelere bağlanmıştır. Bu kanuni düzenlemelerle, defterdarlık şikâyette
bulunmasa bile kamu hakkını korumak üzere savcılık resen hareket edip dava
açabilecektir. Diğer taraftan, vatandaşın hakkının korunması amacıyla
müruruzamanları düzenleyen yani iki tarafı da on yıla getiren madde ile dava
açma hakkı kamuda da özelde de on yıl olarak belirlenmiştir. Yapılan
düzenlemelerle, vatandaşlarımızın malına tecavüzü önleyici hükümler aynen
muhafaza edilmektedir. Bu düzenlemelerden önce turizm bölgelerinde şezlong
konulması tecavüz kabul edilebiliyordu çünkü bu da turizm faaliyetlerini
olumsuz yönde etkilemekteydi. Bu yanlış uygulamadan şu anda vazgeçilmiştir.
Şimdi ise ne olmuştur? Turizm sektöründe çalışan vatandaşlarımız ecri misil
ödenmesi kaydıyla buralardan yararlanabilecekleri gibi, buraları ülkenin
menfaatine daha iyi bir şekilde değerlendirmiş olacaklardır. Diğer taraftan, 3204 sayılı Kanun’un 12’nci maddesinde yapılan
değişikliklerle de, özel mülkiyet ve devletin hüküm ve tasarrufu altındaki
taşınmazlarla ilgili zaman aşımının düzenlenmesi, hak düşürücü süre hususundaki
uygulamalar ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla, mahkemelerde verilen
kararların kamu düzeninin sağlanması açısından önemi açıktır. Mülkiyet hakkının sağlıklı hukuki temele oturtulması kamu
düzeninin kurulması ve korunması açısından da oldukça önemlidir. Vatandaşın
mülkiyet hakkı en doğal hakkıdır. Bu hakkı kullanmada ortaya çıkan karmaşıklık
ve benzeri olaylarda değişik sonuçların giderilmesi yani bunların önlenmesi,
vatandaşın hakkının korunmasına yönelik bir düzenlemeyi zorunlu kılmıştır ve bu
düzenleme de şu anda yapılmaktadır. Ayrıca, bu yasa, yıllarca süren, yılan hikâyesine dönmüş davaların
yolunun kesilmesine yönelik düzenlemeleri getirmiştir. Bu yasa, tapuya olan güvenin pekişmesi ve iyi niyetli üçüncü
kişilerin korunmasına yönelik önemli düzenlemeleri de içermektedir. Bu kanun tasarıları ile idari ceza hatalarının önüne de geçilmektedir.
Ayrıca, bu düzenleme kamu ve özel mülkiyet hakkının sınırlarının
çizilmesine yönelik önemli bir adım olarak da nitelendirilebilir. Yaşam alanlarına insanca yaşanabilir altyapı hizmetlerinin
sunulmasına yönelik de çok olumlu bir gelişme olarak bu yasayı görebiliriz. Tapuya güvenilirliği sağlama ve zaman aşımı süreleri
hususunda mahkeme kararlarını hukuki dayanaklara bağlama hususunu ve davaların
önünün kesilmesi hususunu da içeren bir düzenlemeyle halkımızın daha rahat,
daha hukuk anlayışı içerisinde modern bir devlette yaşayabildiklerini gösteren
bu düzenlemeyi muhalefet partilerinin de iktidarın da birlikte çıkarıyor olması
sevindirici fakat burada biz Antalya’da turizm bölgesinden geldiğimiz için
birkaç hususu da dile getirmek istiyoruz. Şimdi tabii, turizmin
geliştirilmesi, desteklenmesi ve bölgelerimizin, Antalya’daki bütün bölgelerin
ve Türkiye’deki -bu Muğla olabilir, İzmir olabilir, İstanbul olabilir, Mardin
olabilir, Van olabilir, Edirne olabilir, fark etmez, Karadeniz olabilir- bütün
bölgelerde turizmin gelişmesine yönelik ne kadar olumlu tedbir alınacaksa biz
bunların hep yanındayız. Onun için, değerli kardeşimiz Hüseyin Yıldız, Alanyalı
olduğunu söyledi; tabii, Alanya bizim kalbimiz, gözümüz, kulağımız diyebilirim
ama ben de Kaş’tan geliyorum, Kaş da gözümüz, kulağımız. Bir tarafta Kaş var,
bir tarafta Gazipaşa var. Bu tarafta Gazipaşa Havalimanının açılması bu İktidar
döneminde yapılan bir çalışmadır ve Sayın Bakanımız cuma günü orada müjdesini
de verdi, haziran ayında havaalanı açılacak. Bu yıl pist Şimdi, aynı şekilde hafta sonunda ben Alanya’nın merkez dâhil on
yedi beldesini ziyaret ettim, Bakanımız da belirli bölgeleri ziyaret etti ve
başka bölgelere gitti, diğer milletvekili arkadaşlarımız da aynısını yapıyor.
Biz Kaş’ Komisyon Başkanımızın da özellikle eksiklik olarak gördüğü yeni
çalışmasına da son derece ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Hodri meydan diyoruz!
Muhalefet ciddi ise buyursun, bize destek olsun diyoruz. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Olur olur, seçim
de yapmayalım, size verelim. YUSUF ZİYA İRBEÇ (Devamla) – Biz de onlara destek olalım ve
böylece, halkın menfaatine olan her şeyi birlikte yapalım diyorum. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sen ne dediğini bilmiyorsun ya! YUSUF ZİYA İRBEÇ (Devamla) – Bunun yanında, biz bunları yapar
iken… ATİLA EMEK (Antalya) – Muhalefet ciddi de ciddi iktidar
görmüyoruz. YUSUF ZİYA İRBEÇ (Devamla) – …biz, CHP’nin, MHP’nin veya
diğer bir partinin kazanmasını, kaybetmesini düşünmüyoruz, kendimizin de
kazanmasını, kaybetmesini düşünmüyoruz, “Milletimiz kazanacaksa biz
kaybedelim.” diyen bir Başbakanın biz politikasını uyguluyoruz (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) ve diyoruz ki bizim işimiz hizmet ama güvendiğimiz o
gücümüz millet diyoruz ve bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sağ olun, var olun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın İrbeç. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Millet dersinizi verecek! BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Soru-cevap işlemine başlıyoruz. Süremiz yirmi dakika, çok fazla milletvekili arkadaşımız sisteme
girmişlerdi, onun için birer dakikayla kısıtlayacağım efendim. Sayın Köktürk, buyurun efendim. ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan, Anayasa’mızın 10’uncu maddesi, kamu hizmetlerinden
yararlanmada dil, din, ırk, siyasi düşünce ve benzeri sebeplerle ayrım
gözetilmeksizin herkesin kanun karşısında eşit olduğunu, devlet organlarının ve
idare makamlarının da bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
hareket etmekle yükümlü olduklarını düzenlemektedir. Siz, makam olarak bu Anayasa hükmünü en iyi bilmesi ve uygulaması
gereken bir görevdesiniz. Bu bağlamda, basına yansıyan sözleriniz, bu açık
Anayasa hükmü karşısında, az önce ifade ettiğiniz gibi maksadı aşan sözler
olarak nitelendirilebilir mi? Yoksa bu sözleriniz bu en temel Anayasa hükmünün
bugüne kadar AKP İktidarı tarafından yok sayıldığının, hiçe sayıldığının açık
bir teyidi anlamına mı gelmektedir? BAŞKAN – Teşekkürler. Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakana sormak istiyorum: Bu yasa teklifiyle kamu
arazilerindeki işgal davaları düşmüş olacaktır. Bu durum bundan sonraki kamu
arazilerinin de haksız bir şekilde işgal edilmesinin önünü açmayacak mıdır?
Yani 2004’te getirilen kamu arazilerini korumayı kaldıran bu teklif ile yeni ve
haksız işgaller teşvik edilmiş olmayacak mıdır? Bu teklifin yasalaşmasından sonra yeni işgallerin önlenebilmesi
için mevcut kanunlara ilaveten, Hükûmet olarak hangi
tedbir ve düzenlemeleri gerçekleştirmeyi düşünüyorsunuz? Son olarak, bu teklifin hemen mahallî seçimlerin arifesinde pek
gündemde olmamasına rağmen acilen Genel Kurula getirilmesinin en önemli sebebi
nedir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tankut. Sayın Öztürk… TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Yok. BAŞKAN – Sayın Ünlütepe… HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan, Antalya’da partinizin seçim bürosunun açılışında
yaptığınız konuşmada yoruma yer bırakmayacak şekilde “Yerel seçimlerde AKP’li
adayları seçmezseniz Ankara’da işiniz görülmez.” diyerek yurttaşları baskı
altına almaya çalıştınız. Bu sözünüz siyasi etik açısından uygun mudur?
Yurttaşlar arasında “bizden olan-bizden olmayan” ayrımını niçin yapıyorsunuz?
Yoksa bu açıklamanız Hükûmet uygulamalarınızın bir
itirafı mıdır? Adalet Bakanının tarafsız olma gibi sorumluluğu vardır. Seçimler
yargı denetiminde yapılmaktadır. Son dönemlerdeki uygulamalar da dikkate
alındığında Adalet Bakanı olarak bu tür açıklamanızın görev yapan yargıçlar
üzerinde baskı oluşturacağına inanıyor musunuz? BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ünlütepe. Sayın Aydoğan, buyurun efendim. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Komisyon Başkanına soruyorum: Bu yasa 2/B diye adlandırılan
sorunu çözüyor mu, çözmüyor mu? Çünkü Sayın Bakan çözdüğünü söylüyor. Bu
çıkarılan yasa 2/B sorununu çözüyor mu, çözmüyor mu? Sayın Bakan çözdüğünü
söylüyor, siz çözmediğini söylüyorsunuz. Bunu soruyorum. Bir de yine Sayın Bakana soruyorum: Basına AKP’li bir belediye
başkanına arsa alımıyla ilgili vekâlet verdiği yansıdı, doğru mudur? Arsa
ihtiyacı olan, konut yapmak isteyen veya yatırım yapmak isteyen
vatandaşlarımıza öneriniz var mı? Sizin vekâletinizi alan belediye başkanı arsa
ihtiyacı olan vatandaşlarımıza da yardımcı olabilir mi, yoksa bakan mı olmak
lazım? Medeniyetler ittifakı yaptığımız ülke İspanya Adalet Bakanını örnek
almayı düşünüyor musunuz? Biraz önce bir arkadaşımız da sizin AKP’li Bakan olduğunuzu
söyledi. AKP’li Bakan mısınız… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aydoğan. Sayın Dibek, buyurun efendim. TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Ben de Sayın Bakanıma güncel, konuyla ilgili soru soracağım. Zira
Adalet Komisyonunda birlikte çalışıyoruz fakat toplantı yapamadığımız için
mecburen burada o soruyu iletmek istiyorum. Şimdi, dünkü konuşması sırasında, bir önceki günkü konuşması
sırasında Sayın Bakan diyor ki: “Hükûmetimizle
zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara’dan geçiremiyorlar.” Devam
ediyor: “Barışık mahallî idareciler olursa işbaşında, sorunlar çözülür.” diyor.
Benim merak ettiğim şu… Sayın Bakan -az önce kendisi de
konuşmasında belirtti- AKP hükûmetlerinin tümünde
Bakanlık görevini yaptı, bir bildiği var demek ki. Ben şunu merak ediyorum:
Bugüne kadar AKP’yle barışık olmayan belediyelerden hangilerinin projeleri
gelmiştir de bunların hangileri geçmemiştir? Bu konuda bizleri bilgilendirirse
memnun olurum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Dibek. Sayın Işık, buyurun efendim. ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan, ülkemizde inşaat ruhsatına uygun biçimde yapılarak
kullanılabilir duruma gelmiş olup da henüz yapı kullanma izni alınamaması
nedeniyle elektrik, su ve telefon hizmetlerinden yararlanamayan
vatandaşlarımızın sayısı nedir? Bu tür vatandaşlarımız hangi illerimizde
yoğunlaşmaktadır? Bu sıkıntıların daha çok rant
alanlarının yer aldığı turizm bölgelerinde yaşandığı söylenebilir mi? Binaların yapımı sırasında bu inşaatlara göz yumarak vatandaşı
mağduriyete iten belediyelerle ilgili herhangi bir işlem yapılmış mıdır?
Yapıldıysa bu belediyelerin partilere göre dağılımı nasıldır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Işık. Sayın Ağyüz… YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Geçen 5831 sayılı Yasa’ya korsan bir önergeyle bir geçici madde
ilave edildi, 2/B’nin öncü yasası çıkarıldı. Şimdi bu
yasadaki madde 4 ve tekrarı olan geçici 8’inci maddeyle de bir benzeri
yaşanıyor. Şimdi, Sayın Bakanın Kepez’de yaptığı konuşma, 2/B’yi çıkaracağız vaadi bu yasayı kastederek midir -çarşamba
günü dedi ama bir gün önce geldi bu yasa- bunu bilmek istiyorum? Başbakan medyayı ve muhalefeti tehdit ederken demecinizle siz de
direkt seçmeni tehdit ediyorsunuz. Bunu 89’da da yaşadık ama sonucunun ne
olduğunu hep beraber gördük. Böyle bir akıbeti önlemeye bu tür demeçleriniz
yetmeyecek Sayın Bakan. İspanya Bakanını örnek almayı düşünüyor musunuz özür
dilemediğinize göre? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ağyüz. Sayın Taner… RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, şu anda görüşmekte olduğumuz
kanun teklifi 2004 yılında kamu arazilerini korumak amaçlı olarak Hükûmetiniz tarafından yapılan düzenlemenin ortadan
kaldırılması. 2004 yılında 28 Mart seçimlerinin arkasından 26 Nisan 2004’te
çıkardığınız 5237 sayılı Yasa, şimdi 2009 seçimleri öncesinde kaldırılmakta.
Kamuoyu vicdanında ve sizin vicdanınızda bu bir seçim rüşveti olarak
algılanabilir mi? İki, Deniz Feneri dosyası hemen hemen
beş ayda Almanya’dan buraya geldi, şimdi iki klasör var tercüme edilecek, acaba
altı ayda biter mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Taner. Sayın Özdemir… HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, Sayın Bakana soruyorum:
Türkiye dünyanın en uzun deniz kıyısı olan ülkelerden birisi olmasına rağmen,
Türkiye’de denizcilik bu özelliğe uygun bir seviyede değildir. Şimdi bu
tasarıyla teknelerden alınmakta olan motorlu taşıtlar vergisinin kaldırılması
öngörülmektedir ancak bu durum ülkemizde tek başına denizciliği teşvik edecek
bir düzenleme değildir. Bu anlamda, ülkemiz için bir standart olabilecek başka düzenlemeler
de yapılması planlanmakta mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özdemir. Sayın Barış… TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakan, basına yansıdığı kadarıyla İspanya’da Adalet Bakanı
siyasi davalara bakan bir yargıçla hafta sonu bir av partisine katıldı. Ancak
İspanya basını bunu eleştirince “Evet, yaptığım davranış etik değildir, bu
nedenle istifa ediyorum.” demiştir. Acaba, siz de verdiğiniz beyanat nedeniyle
“Evet, yanlış yaptım, yaptığım etik olmamıştır, bu nedenle istifa ediyorum.”
diyecek misiniz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Barış. Son soru… Sayın Genç, buyurun… KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim efendim. Biraz önce konuşan Sayın Bakan “Bu Bakan teyzesinin oğlunu tutuklatmış
adamdır.” dedi. Ben olayı size anlatayım. Kendisi Başbakan Yardımcısı iken
Abant’a teyzesinin oğluyla gidiyor. BAŞKAN – Soru soralım efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Soru soracağım efendim. Başkasına müdahale
etmiyorsun, bana niye ediyorsun? BAŞKAN – Anlatayım deyince olmuyor yani. KAMER GENÇ (Tunceli) – Soru soracağım işte. BAŞKAN – O zaman “anlatayım” demeyin efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Dinle, ondan sonra… BAŞKAN – Dinleriz efendim siz anlatın. KAMER GENÇ (Tunceli) – Dinle de sorayım. Kendisinin teyzesinin oğlu hiçbir yerde çalışmazken getirdi
Bolu’daki Abant Otelciliğe genel müdür atadı. Arkasından, bir süre sonra
getirdi bunu İstanbul Millî Emlak Müdürlüğünde göreve şey etti. Sonradan
şikâyet edildi, birisi benden rüşvet, bakan bana aracılık etti, rüşvet alındı
diye kendisi ihbar etti. Sonradan Melih Aşık’ın
köşesinde bir yazı yayınlandı, dedi ki: “İşte, bu teyzesinin oğlunun karısıyla
bir ifadesine başvurulmuş. Hanım demiş ki: Efendim, biz daha önce beraber
Abant’a gidiyorduk. İşte, bana dedi ki Bakan ‘başını ört’, ben başımı örttüm.
Ondan sonra…” (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım, cevap verebilirsiniz. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, çok
teşekkür ederim. Sayın Köktürk, Sayın Ünlütepe, Sayın
Erdoğan, Sayın Dibek, bir arkadaşımız daha benim açıklamalarımla ilgili sorular
sordular. Biraz önce kürsüde bu konuyla ilgili açıklama yapmıştım. Bu
açıklamalarıma ilave edeceğim başka herhangi bir düşüncem yoktur. Diğer soruların
cevabını da vermeye çalışacağım. Sayın Tankut dediler ki: “Kamu
arazilerinin işgaline yol açmayacak mı bu düzenleme?” Biraz önce kürsüde de
kısaca değinmiştim, gruplar adına söz alan arkadaşlarımız da nitekim bu tür
endişelere cevap verecek açıklamalarda bulundular. Sayın Tankut,
kamu arazilerinin işgaline karşı uygulayabileceğimiz yasalar var. Bir, Kıyı
Kanunu var; iki, Orman Kanunu var, İmar Kanunu var, ayrıca Taşınmaz Mal
Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun var ve bu kanunlar
kamu arazilerine haksız el atma karşısında şu ana kadar uzun yıllardır
uygulanmaktadır. Biraz önce de açıklamıştım, yürürlükte bulunan Ceza Kanunu’nun
154’üncü maddesinde bir değişiklik yapıyoruz. Aslında bu değişiklik, bundan üç
yıl önce eski Ceza Kanunu’nda mevcut olan düzenlemeye tekrar geri dönüştür.
Dolayısıyla, o düzenleme yıllardır yürürlükteyken, kamu arazileri, sizin de
ifade ettiğiniz gibi, işgale uğramamış çünkü demin saymış olduğum yasalar bu
işgale engel olmuş. O nedenle endişeye mahal olmadığı düşüncesindeyim ve bu
açıklamayı sizin sorunuz üzerine kısaca yapma ihtiyacını hissettim. Bunun
dışında… ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Arsayla ilgili Sayın Bakan… ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Şimdi, bu konuyla da
ilgili defalarca açıklama yaptım, ama madem sordunuz Sayın Ağyüz,
ifade edeyim. Şu anda bir suç isnadı nedeniyle tutuklu bulunan bir belediye
başkanı arkadaş İstanbul’un Tuzla ilçesine bağlı Akfırat
Belediye Başkanıydı. Peki, kendisiyle nereden tanışıyorum? Daha önce spordan
sorumlu Bakan olduğum dönemde, bilindiği gibi İstanbul Park, yani Formula-1
yarışlarının yapıldığı yer Akfırat sınırları
içerisindedir. Orası vakıf arazisiydi, İstanbul Ticaret Odasına daha önceki
bakanlığım döneminde Formula-1 pisti yapılması için kiraya vermiştik.
Dolayısıyla buranın yapımı konusunda benim daha önceki bakanlığım ve Gençlik
Spor Genel Müdürlüğü, Otomobil Sporları Federasyonu, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, Akfırat Belediyesi ve aynı zamanda da
Karayolları Genel Müdürlüğüyle birlikte çalışarak orada o işlem yapıldı. Ben de
her yıl Formula-1 yarışlarına giderim. Ben, şu anda tutuklu bulunan belediye başkanı arkadaşı son derece
becerikli, başarılı, dürüst bir insan olarak tanırım. Sanıyorum bundan bir yıl
kadar önce -tam tarihini hatırlamıyorum- yine Formula-1 yarışlarını izlemek
için gittim. Bir iş adamımız var, ismini de söyledim Ayhan Bermek,
eski Futbol Federasyonu yetkililerinden; Formula-1 pistinin yanında bir yazlığı
var, bir bahçesi var, bizi yemeğe davet etti. Orada konuşurken, “Buralarda size
de bir şey alalım, komşu olun.” falan diye konuşurken, “Buralarda müsait bir
arsa bulunur mu?” sözünden hareketle “Bakalım.” dendi. Biz de “Bir araştırın,
eğer parası ödeyebileceğim bir meblağsa almaya çalışırız.” dedik. Sonra
belediye başkanı arkadaşımız “1,5 dönümlük bir yer bulduk size.” dedi. “Ne
kadar?” dedim, “150 bin YTL. Bize vekâletname gönderin, şunu almaya çalışalım.”
Vekâletnameyi gönderdim ama daha sonra parayı denkleştirmekte ve daha sonra
oraya bir yer yapmakta ekonomik olarak güçlüğe gireceğimi düşünerek kendisine
dedim ki: “Kusura bakma, vekâletnameyi gönderdim ama almayacağım.” Daha sonra,
birkaç ay sonra bu arkadaşımın başına bu hâller geldi. Şimdi deniyor ki: “Siz
cezaevinde falan suçtan dolayı tutuklu bir arkadaşa vekâletname vermişsiniz.”
Vekâletname verdiğimde bu arkadaşla ilgili bu iddialar yoktu. Böyle iddialar
olsaydı ben ona vekâletname verir miydim arkadaş? ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Bakan, tutuklu olmasa bile doğru
değildi. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Yani vermişsem ne
olmuş, vekâletname vermişsem? Ne yapayım? Verdim. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Bakan, emlakçılar
var bu ülkede, emlakçılar var. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Yani, niye şimdi
“Vekâletname verdin, şu suçu işledin.” diye bana bir iddiada mı bulunmak
istiyorsun? ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Suçu işlemese bile yapılan iş etik
değil efendim. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Dolayısıyla, bu tür… Bakın, arkadaşlar, şimdi sizlerle paylaşmak isterim. Siyaset zor
bir iştir, gerçekten siyaset zor bir iştir. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Evet, zor bir iştir, dikkat
gerektirir. Bir belediye başkanına vekâlet vermek doğru değildir efendim. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Konuşmanıza dikkat
edeceksiniz, selam verdiğiniz insana dikkat edeceksiniz, efendim, herhangi bir
işle ilgili masumane vekâlet verdiğiniz insana dikkat edeceksiniz. Siyaset zor bir iş. Bunları siyasetin içinde bulundukça
hepimiz birlikte yaşıyoruz, siz de yaşayacaksınız. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Belediye Başkanına vekâlet vermek
doğru değildir. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Ama benim hiç kimseden
bir haksız talepte bulunmam, haksız bir talebe vasıta olmasını istemem falan
söz konusu değildir. Bu konuda son derece rahatım ama siz muhalefet partilerine
mensup milletvekillerisiniz. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Bunun muhalefetle ilgisi yok! Siz
Adalet Bakanısınız! ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Basında yer almış bu
tür haberleri tabii ki değerlendireceksiniz. Bunu değerlendirirken
siyasi mülahazalarla da değerlendireceksiniz; acaba Bakanı yıpratabilir miyim… ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Hayır efendim. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Efendim, Bakanın mensup
olduğu siyasi partiye acaba buradan bir zarar verebilir miyim diye bu soruları
soracaksınız ama ben de sizin bu sorularınıza saygı duyduğum için elimden
geldiği kadar cevap veriyorum. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Siz yapılanları doğru buluyor musunuz? ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Ben, içi dışı bir olan
açık bir adamım. Oldu mu güzel kardeşim? ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Hiç kuşku yok ama bu mesele… ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Peki, teşekkür ederim
Sayın Başkan. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan. Sayın milletvekilleri… KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Benim ne konuşacağımı ne biliyorsunuz ki karar yeter
sayısı? Ben kapatacağım şimdi, ne karar yeter sayısı? Allah Allah! KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, karar yeter sayısını arayın da
öyle kapatın. BAŞKAN – Efendim, kapatıyorum, süremiz yok, oylama yapmıyorum.
(Gülüşmeler) KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Yapmıyorum, hayır. Kamer Bey, o zevki tattırmayacağım sana. Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Sayın milletvekilleri, görüşme süremize çok az zaman kaldığından,
alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 25
Şubat 2009 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.52 |
|