DÖNEM: 23                                                                YASAMA YILI: 3

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 40

61’inci Birleşim

24 Şubat 2009 Salı

İ Ç İ N D E K İ L E R

   I .- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, engellilere ait özel eğitim kurumlarının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı

2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sınır ticaretine ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın cevabı

3.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, siyasi etik konusuna ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı

 

III.- AÇIKLAMALAR

1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Anamur’daki sel felaketine ilişkin açıklaması

2.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Anamur’daki sel felaketine ilişkin açıklaması

3.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, slikozis hastalığına ilişkin açıklaması

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 22 milletvekilinin, süt sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/327)

2.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 23 milletvekilinin, mısır tarımı ve piyasasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/328)

3.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 25 milletvekilinin, baz istasyonlarının insan sağlığı üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/329)

B) Önergeler

1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Muhtarların Sosyal Güven-likleri Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/229) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/119)

 

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu ve 25 Milletvekilinin; Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi; Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur ve 8 Milletvekilinin; Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş ve 5 Milletvekilinin; Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi) (2/211, 2/112, 2/311) (S. Sayısı: 328)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/543) (S. Sayısı: 263)

4.- Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/496) (S. Sayısı: 100)

5.- Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/675) (S. Sayısı: 330)

6.- Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Sadık Badak ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/283, 2/270, 2/277) (S. Sayısı: 272)

 

VI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, maketten ev satışında yaşanan mağduriyetlere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/5523) (Ek cevap)

2.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, kamu çalışanlarının özlük haklarındaki bazı farklılıklara ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Vekili ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/6286)

3.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’nin, PTT dağıtıcılarına ve Diyarbakır Posta İşleme Merkezi personeline ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6318)

4.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, PTT’nin Tekirdağ’daki dağıtım personeline ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6319)

5.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, ithal oyuncakların denetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/6330)

6.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Hazine bonolarıyla ilgili açıklamasına ilişkin sorusu ve  Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/6405)

7.- Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü’nün, çiftçilerin desteklenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/6415)

8.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, araç muayene sistemindeki bir soruna ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6465)

9.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, TRT’de yayınlanan bir programa ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/6501)

10.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Şırnak’taki kamu ihalelerine yönelik bazı iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/6513)

11.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, Şakirpaşa Havaalanının taşınacağı iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6527)

12.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, koleksiyoncuların denetimine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/6564)

13.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, araç muayenelerinde yaşanan bir soruna ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6573)

14.- Bursa Milletvekili Onur Öymen’in, Harran Havaalanında İLS sisteminin devreye alınmasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/6574)

15.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, özel kalem müdürlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/6586)

16.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, PKK’nın banka hesaplarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/6588)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak dört oturum yaptı.

İzmir Milletvekili Şenol Bal, İzmir ilinin sorunlarına,

İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz, kredi kartı mağdurlarının sorunlarına ve çözüm önerilerine,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Düzce Milletvekili Celal Erbay’ın, Türk dünyasının millî şairi Azerbaycanlı Bahtiyar Vahapzade’nin vefatına ilişkin gündem dışı konuşmasına Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik cevap verdi.

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır,

İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz,

Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı,

Türk dünyasının millî şairi Azerbaycanlı Bahtiyar Vahapzade’nin vefatına ilişkin birer açıklamada bulundular.

Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (SESRTCIC) arasında Ankara/Oran Diplomatik Sitede Arsa Tahsisine İlişkin Protokol’ün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu; Dışişleri Komisyonunda bulunan tasarının Hükûmete geri verildiği bildirildi.

Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 21 milletvekilinin, eczacıların ve eczanelerin sorunlarının araştırılarak (10/325),

Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 milletvekilinin, Antalya’daki Vakıf Zeytinliği’nin durumunun araştırılarak sürdürülebilir gelişiminin sağlanması için (10/326),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

19/02/2009 tarihinde dağıtılan 323 sıra sayılı Madde Bağımlılığı ve Kaçakçılığı Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nun, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve görüşmelerinin Genel Kurulun 26/02/2009 Perşembe günkü birleşiminde yapılmasına; Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 100 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmın 4’üncü sırasına, “Gelen Kâğıtlar” listesinde yayınlanan ve bastırılarak dağıtılan 330 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ise 48 saat geçmeden bu kısmın 5’inci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun; 24 ve 25 Şubat 2009 Salı ve Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine, 26 Şubat 2009 Perşembe günkü birleşiminde bir saat süre ile sözlü soruların görüşülmesine; Genel Kurulun 24 Şubat 2009 Salı günkü birleşiminde 15.00-20.00 saatleri arasında, 25 ve 26 Şubat 2009 Çarşamba ve Perşembe günlerindeki birleşimlerinde ise 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine; 29 Mart 2009 tarihinde yapılacak mahallî idareler genel seçimleri nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına, 05/03/2009 Perşembe gününden başlamak üzere 15 gün ara verilmesine,

İlişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

3’üncü sırasında bulunan, İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu ve 25 Milletvekilinin, Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi; Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur ve 8 Milletvekilinin, Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş ve 5 Milletvekilinin, Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu’nun (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi) (2/211, 2/112, 2/311) (S. Sayısı: 328),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

2’nci sırasında bulunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun (1/618, 1/653) (S. Sayısı: 307) görüşmeleri tamamlanarak, yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi.

24 Şubat 2009 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.51’de son verildi.

 

 

 

Nevzat PAKDİL

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Murat ÖZKAN

 

Yusuf COŞKUN

 

Giresun

 

Bingöl

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Fatoş GÜRKAN

 

 

 

Adana

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

 

24 Şubat 2009 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 61’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, engellilere ait özel eğitim kurumlarının sorunları hakkında söz isteyen, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’a aittir.

Buyurun Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, engellilere ait özel eğitim kurumlarının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Ülkemizde kanayan bir sosyal yara hâline gelen engelli insanlarımızın eğitimi ve bu eğitimi verecek kurumların sorunlarını Meclisimizin gündemine getirmek için söz aldım. Sözlerime başlarken, öncelikle Mersin ili Bozyazı ve Anamur ilçelerinde dün yaşanan dolu felaketinden dolayı değerli vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyor, Hükûmetimizi bu konuda en kısa sürede tedbir almaya davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, sizler de biliyorsunuz, halkımızın yaklaşık yüzde 10’u -biraz az, biraz çok- engelli vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Bu engelli vatandaşlarımızdan yaklaşık 690 bin kişisi eğitime muhtaç durumdadır, eğitime hazır hâldedir ancak bunun 203 bini özel eğitim kurumlarında, 14 bini de devlet kurumlarında eğitim imkânı bulabilmektedir. Yaklaşık 470 bin eğitime müsait engelli vatandaşımız maalesef eğitim imkânından faydalanamamakta, sırasını beklemektedir. Devletimizin ve hükûmetlerin bu konuda bugüne kadar yapmış olduğu birçok hizmetler olabilir ama bunların yeterli olmadığı işte bugün rakamlara dikkatlice baktığımızda ortaya çıkmaktadır.

Değerli milletvekilleri, engelli insanların eğitimi, bakımı, korunması toplumun bir sosyal sorumluluğudur. Bir sosyal maliyet olarak, bizim insanımız olan engelli vatandaşlarımızın her türlü hizmetinin bir pozitif ayrımcılık olarak gerçekleştirilmesi, yerine getirilmesi bir sosyal sorumluluk alanımızdır ve bu hiçbir şekilde bir maliyet hesabı yapılmadan yerine getirilmelidir. Engelli insanlarımız, ele bakar, muhtaç, yardıma muhtaç, dışlanmış bir durumda bırakılmamalıdır. Bunun da yolu bunlara ancak kendi emekleriyle, kendi bilgileriyle geçimlerini temin edebilecek bir meslek alanı, bir beceri kazandırmaktan geçiyor, bu da ancak eğitimle mümkündür. İşte, engelli vatandaş-larımızın eğitilmesi konusu ve bu eğitimi veren özel eğitim kurumlarının sorunları aslında bir sosyal sorun olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin -bana göre- temel gündem maddesi olmak duru-mundadır.

Değerli milletvekilleri, engelli vatandaşlarımızın eğitimi konusunda devletimizin imkânları veya Millî Eğitim Bakanlığının açmış olduğu kurumlar yeterli olamamaktadır, yetmemektedir. 470 bin engelli, eğitime muhtaç, eğitime müsait vatandaşımız bugün, Millî Eğitim Bakanlığının veya işte, özel eğitim kurumlarının okul açmasını beklemektedir. Bu konuda ilk uygulama, ilk mevzuat 1987 yılında Maliye Bakanlığının Bütçe Uygulama Talimatı’na eklediği bir maddeyle Emekli Sandığına mensup vatandaşlarımızın engelli çocuklarının eğitimine imkân verilmiştir. Bu, 1997 yılına kadar devam etmiş ancak 1997 yılında 572 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu güvenceye SSK’lı vatandaşlarımızın da engelli çocuklarına eğitim imkânı verilmiştir. Daha sonra 2005 yılında 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapan Kanun’la bu imkân tüm vatandaşlarımıza, sosyal güvenliği olsun olmasın tüm vatandaşlarımızın bütün engellileri, bireylerin eğitilmesi imkânı doğmuştur ama buna rağmen, bugüne kadar bu konunun bütünüyle çözülebildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Daha sonra bu konu, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı eğitim kurumlarından alınarak Millî Eğitim Bakanlığına devredilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığına devredilirken de işin yönetmeliklerinin ve eğitim programlarının hazırlanması süreye bağlanmıştır, bu konuda Millî Eğitim Bakanlığına görev verilmiştir. Ancak, anlaşılmaktadır ki bu konu bugüne kadar kalıcı bir şekilde çözülememiştir, yargılardan dönülmüştür ve bugün, 5 Şubat itibarıyla, maalesef, özel eğitim kurumları, engellilere ait özel eğitim kurumları, yönetmelikleri olmayan, ne olacağı belli olmayan bir belirsizlik kaosuna itilmiştir. Binlerce okul, binlerce engelli öğrenci, bunların öğretmenleri, bu kurumların sahipleri, bir belirsizliğin kaosu içerisinde maalesef Hükûmetin kapısında beklemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır, devam edin.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu konuda, Sayın Millî Eğitim Bakanının, Sayın Hükûmetin, yapılması gereken ne ise onu yapmak gibi bir sorumluluğu olduğunu buradan hatırlatmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, özel eğitim kurumları ve engelli insanlarımızın önündeki bu problemleri, biz Meclis olarak sahiplenip kaldırmak mecburiyetindeyiz. Bu insanlar bizim insanlarımızdır. Bu insanların her türlü insanca yaşama talepleri, Türk halkı tarafından ve Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından karşılanmak durumundadır. Dolayısıyla, engelli insanlarımızın önündeki engelleri kaldırmak sorumluluğu hepimizin üzerindedir. Özellikle bu özel eğitim kurumlarının sorunlarını çözmek, vergiden, gelir vergisinden muaf tutmak, bana göre, bu Meclisin bir görevi olmalıdır, sorumluluğu olmalıdır. Bu kurumların sahiplerine, eğitmenlerine, çalışanlarına, Meclisimiz adına ve Milliyetçi Hareket Partisi adına saygılar sunuyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, tamamlayın.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu çığlığın Hükûmetimiz tarafından da duyularak alınması gereken tedbirlerin, hiçbir maliyet hesabı yapmadan, bir sosyal sorumluluk olarak yerine getirilmesini temenni ediyorum, diliyorum. İnşallah, Hükûmet de bu konuda dünden farklı… Çünkü şimdi bu kurumlar, yönetmeliği olmayan, programı olmayan yani ne olacağı da belli olmayan bir belirsizlik içerisinde -maalesef binlerce, yüz binlerce liralık yatırımların ne olacağı belli olmadan- Hükûmetin, devletin ilgisini beklemektedir.

Bu konuya dikkatinizi çekmek için söz aldım. Bu konuya çözüm üretmek temennisiyle, umuduyla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şandır.

Gündem dışı konuşmaya Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik Bey cevap verecek.

Buyurun Sayın Çelik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır tarafından, özellikle özürlü çocuklarımızın, gençlerimizin, vatandaşlarımızın eğitimiyle ilgili olarak, mesele gündem dışı bir konuşmayla Türkiye Büyük Millet Meclisine taşındığı için Değerli Milletvekilimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi özürlülerle ilgili olarak önümüzde üç büyük mesele durmaktadır. Birincisi: Özürlü olup da çalışma imkânı olmayan, çalışamayacak durumda olan insanlara aylık bağlanması ve onlara ödenen aylıkların geçinebilecek bir seviyede olması, insanca yaşanabilecek bir düzeyde olması. İkincisi: Özellikle özürlü çocukların, özürlü bireylerin bakımı, bakıma alınması. Üçüncüsü ise özürlü bireylere verilecek olan eğitim meselesidir.

Bildiğiniz gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen Özürlüler Yasası ile birlikte Türkiye’de özürlü vatandaşlarımız çok önemli bir yasal güvenceye kavuşturulmuştur. İlk defa AK PARTİ Hükûmeti döneminde böyle bir yasa çıkarıldığı için de… Bundan dolayı ben emeği olan, hizmeti olan herkese teşekkür ediyorum. Özellikle bizim görme engelli milletvekili arkadaşımız Sayın Lokman Ayva’nın bu konuda çok büyük gayretleri olmuştur. İlgili Devlet Bakanlığımızın, Özürlüler İdaresinin bağlı bulunduğu Devlet Bakanlığının, Millî Eğitim Bakanlığının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının çok büyük katkıları ve çabaları olmuştur. Ancak, netice itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yasayı kabul etmiş ve özürlüler çok anlamlı bir güvenceye, cumhuriyet tarihimizde ilk defa böyle bir güvenceye kavuşmuşlardır.

Biraz önce Sayın Şandır’ın vermiş oldukları rakamlarla ilgili, müsaade ederseniz, bir iki hususa açıklık getirmek istiyorum.

Dünya Sağlık Örgütü – Mehmet Bey “Yüzde 10.” dedi, yüzde 10 değil- toplumumuzun yüzde 13’ünün özürlü kategorisinde olduğunu…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 12,9.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Evet; 12,9’unun, yaklaşık yüzde 13’ünün özürlü olduğunu ifade ediyor.

Ancak, değerli arkadaşlar, bu bizi yanıltmasın. Bizim toplumumuzda, çok şükür, bu kadar özürlü yok aslında. Onların sözünü ettiği özürlü, yüksek tansiyon hastaları, kronik kalp hastaları, tansiyon hastaları, diyabetik hastalar. Yani şeker hastaları, tansiyon hastaları, kalp hastalıklarına sahip olan herkes özürlü kabul edildiği için bunlar özürlü olarak ifade ediliyor. Haddizatında gerçek manada özürlülerin, yani ortopedik özürlüler, zihinsel engelliler, otistikler, spastikler, görme engelli, işitme engelli, ruhsal özürlü gibi kategorilere ayırdığımız engelli gruplarındaki vatandaşlarımızın, çocuklarımızın sayısı kesinlikle bu rakamlarda değil, 700-800 bin civarındadır.

Şimdi, bu düzeltmeyi yaptıktan sonra… Ki bu son derece önemlidir. Çünkü, mesela “Yüzde 13.” dediğiniz zaman karşınızda devasa bir kitle vardır, “Bunun üstesinden nasıl geliriz?” gibi bir endişe içinde olursunuz. Gerçek rakamlar bunlardır.

Değerli arkadaşlarım, Hükûmetimiz döneminde, Özürlüler Yasası’nın gereği olarak eğer bir vatandaşımız kendi çocuğunu devletin işlettiği, kurduğu bir özel eğitim kurumuna gönderiyorsa zaten bir problem yok. Biz bunlarla ilgili ne getirdik? Çocuk özürlüyse, onu evinden alıyoruz, evine teslim ediyoruz. Yani eğitim alan çocukların taşımasını yapıyoruz. Evinden alınıp evine teslim edilen çocuklarımız, gençlerimiz, özellikle eğitim kurumlarına giden özürlü bireyler gerçekten bu konuda böyle bir imkânın ve hizmetin kendilerine verilmiş olmasından dolayı son derece mutludurlar.

İkinci bir hizmet: Şu anda bin dört ev, ev okuldur. Yatağa bağımlılık yaratan cam hastalığı gibi veya yatakta tedavisi sürmesi gereken hastalıklarda biz öğretmenimizi eve gönderiyoruz. İcabında 1 öğretmen, 2 öğretmen, 3 öğretmen 1 öğrenciye ders veriyor. Eve gidiyor, ev okul hâline geliyor.

Bir başka şey: Bu çocuklarını bir özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine yani özel sektör tarafından işletilen bir rehabilitasyon merkezine çocuğunu gönderirse 2009 yılı Maliye Bakanlığı Bütçe Uygulama Talimatı’nın da gereği olarak 411 Türk lirası kendilerine her ay yardımda bulunuluyor. Bu da son derece önemli bir şey. Daha önce böyle bir güvencesi kesinlikle çocuklarımızın yoktu.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli mensuplarının bir konuya dikkatini çekmek isterim: Görme engelli çocuklara ilk defa, yine Hükûmetimiz döneminde 272 çeşit ders kitabı üretilmiş, kabartma harflerle olan -malumunuz- Braille alfabesiyle basılmıştır ve ücretsiz olarak kendilerine dağıtılmıştır, 272 çeşit kitap değerli arkadaşlar.

Daha iki hafta önce zihinsel engelli çocuklarımızla ilgili yine hazırlanan, basılan on üç çeşit kitap özellikle zihinsel engelli çocuklara, gençlere dağıtılmıştır. Bütün bunlar aslında eskiden hiç olmayan, maalesef birçok kimsenin belki olmasını hayal bile etmediği ama olması gereken şeylerdi. Dahasını söyleyeyim, devletin özürlüler için açmış olduğu okullarda özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerindeki 2 bin… Yani, bu Özürlüler Yasası çıkmadan önceki öğrenci sayısı toplam 30 bin civarındaydı. Bu konuda yüzde 1.000’lik artış sağlanmıştır arkadaşlar, yüzde 1.000 bir artış vardır. Elbette daha eğitim çağında olup da eğitimden yararlanması gerekip de eğitime tabi tutulması gereken çocuklarımızla ilgili daha yapılması gereken çok şey vardır ancak tekrar altını çizmek istiyorum, yüzde 1.000’lik bir artış sağlanmıştır. Özürlü olan çocuklarımız için okul öncesi eğitim zorunlu hâle getirilmiştir, zorunludur. Eğer özürlüyse, normal çocuklar için zorunlu olmayan okul öncesi eğitim, özürlü çocuklarımız için zorunlu bir eğitimdir ve onlara da gerekli hizmet verilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bir başka şey: Malumunuz, evde bakım hizmeti getirdik. Bir annenin eğer özürlü bir çocuğu varsa ve anne evde çocuğuna bakıyorsa ona bir asgari ücret kadar para ödüyoruz. Diyelim ki ikinci özürlü çocuğu var, ona da teyzesi bakıyorsa teyzesine de bir asgari ücret kadar para ödüyoruz. Bu, sosyal devletin yapması gereken şeydir; bu, insani olan şeydir. Artık eskiden olduğu gibi insanlar, özürlü çocuklarını gizlemek, onlardan utanmak, onları yokluğa mahkûm etmek gibi bir tavır takınmıyorlar. Tabii ki herkes bunu yapmıyordu ama maalesef özürlü çocuğunu ortaya çıkaramayan, bırakın okula göndermeyi onun varlığından bile insanların haberinin olmaması gerektiğini düşünen, tavır takınan ne yazık ki aileler vardı. Ancak, bu evde bakım hizmetiyle birlikte bu aileler bu imkândan ve fırsattan yararlanmışlardır ve şu anda 120 bin aileye, 120 bin kişiye evde bakım ücreti ödenmektedir. Bu da son derece anlamlıdır, bu da çok çok büyük bir hizmettir. Dediğim gibi, iki çocuğa kadar bu şekilde bir imkân getirilmiştir.

Ayrıca Özürlüler İdaresi Başkanlığı ile İŞKUR arasında yapılan bir iş birliğiyle mesleki rehabilitasyon kursları açılmaktadır özürlü çocuklara ve gençlere yönelik olarak. İlk defa 2004 yılında bu başladığı zaman aşağı yukarı 20 program vardı ve toplam 300 kişi müracaat ediyordu, 300 kişi devam ediyordu. Şu anda 525 ayrı kurs ve program var ve 18 bin kişi bundan yararlanmaktadır. Aradaki rakamlar ve farklar bunlar değerli arkadaşlarım. Bir taraftan Özürlüler İdaresi Başkanlığı, bir taraftan Millî Eğitim Bakanlığı, bir taraftan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu konuda üzerine düşeni yapmaktadır, yapmaya çalışmaktadır.

Bu arada bir hususu da belirtmek istiyorum: Malumunuz “özürlü aylıkları” dediğimiz aylıklar var. Konuşmamın başında belirttiğim gibi, çalışamayacak durumda olup da devletin özürlü aylığı bağladığı kimseler vardı. Onların da ücretlerinde yüzde 300’e varan artışlar sağlanmıştır, yüzde 300’lük artış sağlanmıştır ve 2008 yılında “özürlü aylığı” adı altında ödenen para ne kadar arkadaşlar biliyor musunuz? Yaklaşık 1,7 katrilyon, bugünkü ifadeyle 1,7 milyar Türk lirasıdır. 2 katrilyona yakın özürlü aylığı olarak para ödenmiştir.

Bir rakam daha vereyim değerli arkadaşlarıma: Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine giden öğrencilerin, okul çağındaki özürlülerin ailelerine ödenen para, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından geçen yıl, 2008 yılında ödenen para yaklaşık 860 trilyon Türk lirasıdır, yani 860 milyon bugünkü Türk lirasıdır, eski ifadeyle trilyon Türk lirasıdır. Yani 1 katrilyona yakın, 1 milyar Türk lirasına yakın bir para sadece özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine devam eden ve bu eğitim imkânından yararlanan özürlülerin ailelerine ödenmektedir. Bizim hedefimiz ve temennimiz, çabamız hep şudur değerli arkadaşlar: Eğitim çağında olup da okul çağında olup da bir tek birey bile eğitim imkânından mahrum kalmamalıdır, eğitim halkasının dışında olmamalıdır. Bütün gayretimiz ve çabamız budur.

Bir taraftan Millî Eğitim Bakanlığı kendi imkânlarıyla okullar yapmaktadır, okullar açmaktadır. Bir taraftan özel sektörümüz okullar açmaktadır, kurslar açmaktadır. Türkiye çapında özürlü eğitimi veren kurum sayısı iki bine yaklaşmıştır, iki bine yakın özürlü eğitimi veren kurs ve okul vardır. Siirt’te bu anlamda hiçbir okulumuz yoktu. Siirt’te de şu anda kırk derslikli bu amaçla bir okul bitirilmiştir ve bu da -teşekkür ediyorum kendilerine- Telekom tarafından üstlenilmiştir. Burası özürlülere yönelik bir ilköğretim okulu ve iş okulu olarak, aynı zamanda mesleki beceri edindirme kurslarına da sahne olacak bir ilköğretim okulu olacaktır ve böylelikle seksen bir vilayetimizin hepsinde mutlaka özürlülere yönelik eğitim yapan bir veya birden fazla kurumun olması temin edilmiştir.

Sayın Şandır’ın sözünü ettiği yönetmelik meselesine gelince: Yönetmelik bütün tarafların rızasıyla, Millî Eğitim Bakanlığının, Maliye Bakanlığının, Özürlüler İdaresi Başkanlığının, ilgili Devlet Bakanlığının çalışmalarıyla hazırlanmaktadır ve iş son noktaya gelmiştir, eli kulağındadır ve bitirilecektir. Temel sebep şudur: Değerli arkadaşlar, maalesef özürlülere verdiğimiz bu paradan dolayı bazı insanlar bunu istismar etmektedir. Nitekim, müfettişlerimizin yapmış oldukları araştırmalara göre çok sayıda, çok büyük miktarlarda da suistimal tespit edilmiştir. Bu suistimallerin önüne geçmek, bu sistemin dejenere olmaması için de gerekli hassasiyetin ortaya konması gerekiyor. Ancak şunu hemen belirtmem gerekiyor: Özürlüler hiçbir dönem, bu dönemde olduğu kadar devletten şefkat, sevgi ve imkân görmemişlerdir -bunun altını çiziyorum- hiçbir dönemde bu kadar sevgi, şefkat ve imkân görmemişlerdir.

Eski okullarımızda da rehabilitasyon çalışmaları yapılıyor, yeni yapılan bütün okullarımızda mutlaka ortopedik engelli çocuklarımız için rampalar yapılıyor, özürlü asansörleri ve özürlü tuvaletleri yapılmaktadır. Diğer taraftan tabii şehirlerimizin mimarisinin de buna göre yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bütün kamu kurumlarında, özellikle ortopedik engellilerin çok rahat hareket edebilmesini sağlamak üzere okul binalarının giriş-çıkışlarının mutlaka -şüphesiz ki- düzenlenmesi gerekiyor. Biz Millî Eğitim Bakanlığı olarak buna öncülük ettiğimizi düşünüyoruz. Okul mimarisiyle ilgili ortaya koyduğumuz bu örnekler ümit ediyorum ki diğer bütün kurumlara da sirayet edecektir, yayılacaktır. Hiç olmazsa devlet, hiç olmazsa devletin kurumları, başta bu memleketin hastanesi, postanesi, adliyesi, okulu, vatandaşın günlük hayatıyla ilgili meselelerden dolayı girip çıktığı, başvurmak zorunda kaldığı tüm kurumlarda bu kolaylıkların kesinlikle getirilmesi gerekiyor.

Bir taraftan sivil toplum örgütleri sürece dâhil edilmiştir. Özürlülerle ilgili olarak kurulmuş çeşitli sivil toplum örgütleriyle biz ve Özürlüler İdaresi projeler uygulamaktayız ve bu projeler bundan sonra da aynı hızla, aynı kararlılıkla devam edecektir.

Değerli arkadaşlarım, özürlüler meselesi sosyal devletin en önemli meselelerinden birisidir. Sosyal devlet “Altta kalanın canı çıksın” mantığıyla hareket edemez. Sosyal devlet fakirini fukarasını, özürlüsünü, yaşlısını, hastasını gören ve gözeten devlettir. Bu çerçevede Hükûmetimiz bu meseleyi en önemli öncelikli meselelerinden birisi hâline getirmiştir. Nitekim Sayın Şandır’ın, değerli arkadaşlarımın da bilmesi gerekiyor: Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, efendim, UNESCO’nun raporlarında, bütün uluslararası dokümanlarda Türkiye'nin özürlülerle ilgili olarak ortaya koyduğu performanstan övgüyle söz edilmektedir.

Ben bu konuda, dediğim gibi, emeği ve katkısı olan -şu anda o da aramızda- Sayın Devlet Bakanımız Nimet Çubukçu’ya, Özürlüler İdaresi Başkanlığına, Maliye Bakanlığına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Millî Eğitim Bakanlığına, bizimle birlikte bu meselelerin çözümü için, özürlülerin eğitimi, rehabilitasyonu için çalışan sivil toplum örgütlerine, hepsine çok çok teşekkür ediyorum.

Bir kez daha değerli milletvekili arkadaşım Sayın Şandır’a böyle bir konuyu Meclis gündemine taşıdığı için, bize de böyle bir açıklama yapma fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum.

Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Sayın Öztürk, sisteme girmişsiniz, neyle ilgili konuşacaksınız?

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Efendim, Anamur’daki sel felaketiyle ilgili.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

III.- AÇIKLAMALAR

1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Anamur’daki sel felaketine ilişkin açıklaması

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; dün Anamur’da saat 16.00’da başlayan ve 18.30’a kadar aralıksız süren dolu yağışı nedeniyle, Anamur’un İskele Mahallesi, Yalı Evleri, Güzelyurt, Fatih ve Ören beldesi ile Çarıklar beldesi ve Kızılaliler’de, özellikle bu bölgelerde muz ve çilek ekili araziler tamamıyla mahvolmuştur. İlçe Tarım Müdürlüğünün ilk belirlemelerine göre, bin dönüm civarında bir arazi mahvolmuştur ve o çiftçilerin beli tamamen bükülmüştür. Çiftçilerimiz devletin kendisine yardım elini uzatmasını istemektedir, özellikle Başbakanlık Acil Destek Fonu’nun acilen devreye sokularak kendilerine yardım elinin uzatılmasını talep etmektedirler, kooperatif ve bankalara olan bu seneki borçlarının bir iki yıl faizsiz ödemesinin durdurulmasını ve ek kredi kendilerine tanınmasını talep etmektedirler, nasıl olsa tarım sigortası yapılmıştır diyerek konunun geçiştirilmemesini ve kaderleriyle baş başa bırakılmamasını talep etmektedirler. Belediye Başkanımız Sayın Suphi Alp, Anamur Kaymakamı ve İlçe Tarım Müdürümüz gerçekten bu konuda da çaresiz kalmışlardır.

Ben tüm Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri adına Anamur halkına geçmiş olsun diyorum, Hükûmetimizin de bir an önce oraya elini uzatmasını talep ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk.

Geçmiş olsun.

Gündem dışı ikinci söz, sınır ticareti hakkında söz isteyen Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’e aittir.

Buyurun Sayın Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar)

II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, sınır ticaretine ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın cevabı

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sınır ticaretiyle ilgili gündem dışı söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, sözlerime başlamadan önce 25-26 Şubat 1992’de Hocalı katliamı oldu biliyorsunuz. Hocalı katliamında 1.300 kişi soykırımı şeklinde katledildi, bin kişi de yaralı oldu, Azerbaycan’ın yüzde 20 toprakları işgal edildi, 1 milyon insan da kaçkın hâline geldi, yani göç etti. Bu Azerbaycan topraklarının geri verilmesini, 1 milyon insanın topraklarına geri dönmesini öncelikle temenni ediyorum ve Hocalı katliamında şehit olan herkese rahmet diliyorum.

Değerli arkadaşlar, sınır ticareti dediğin zaman dünyada çok önemli yer taşıyor. Şimdi, bakın, dünyadaki gelişmiş ülkelerin sınır ticareti yapan illerinde büyük zenginlikler var, kalkınmalar var, ama Türkiye'de tam tersi, Türkiye'deki sınır ticareti yapan illerde gerileme var, göç var, yoksulluk var, işsizlik var.

Şimdi, Ardahan’ın Posof ilçesinin Türközü köyündeki gümrük işlerinde, sınır ticaretinde 1996’da mazot ticareti yapılıyordu; Ardahan gelişmişti, Ardahan kalkınıyordu, Ardahan’a fevkalade bir para giriyordu, ama 1997’de kesildikten sonra, o günden bugüne kadar Ardahan’da göç hızlı bir şekilde devam etti, bölgemiz boşaldı, nüfus 176 binden 112 bine düştü. Şimdi, bu Posof Kapısı’nın mutlak surette hızlandırılıp ve Posof Kapısı’ndan mazot ticareti yapılmasını Hükûmetin sağlaması lazım. Bunu devamlı seçim zamanlarında herkes, Hükûmetin yetkilileri veya bütün siyasiler gelip söylüyor: “Biz Posof’tan mazot ticareti yaptıracağız, merak etmeyin.” On iki senedir kimse yaptırmıyor.

İkincisi: Çıldır Aktaş Kapısı var. Çıldır Aktaş Kapısı’ndan Azerbaycan sınırına 182 kilometredir. O yol yapıldığında, o zaman Azerbaycan’ın Türkiye’ye kara yolu olmuş olacak arkadaşlar ve o yol Çıldır, Arpaçay, Kars’tan Erzurum’a kadar o bölgeyi geliştirecektir.

Ardahan-Ardanuç yolu var -Karadeniz’i Doğu Anadolu’ya bağlayan yol- Sarp Kapısı’ndan geldiğinde Göle üzerinden veya Ardahan-Hoçvan üzerinden transfer şeklinde nakliyeler devam ettiğinde, mutlak surette o bölge kalkınacaktır.

Değerli arkadaşlar, şunu söyleyeyim: Sınır ticaretinde Ardahan, Kars, Iğdır, Ağrı, Van, Şırnak ve Hakkâri, bu bölgelerde maalesef gerektiği şekilde ticaret yapılmıyor ve bölgelerimizin hepsi geri kalmış, kalkınmakta olan illerimiz. Bu nedenle, ben Sayın Bakandan rica ediyorum, sınır ticareti yapmak için çeşitli kolaylıklar yapılsın.

Şimdi bir örnek vereceğim arkadaşlar: Ardahan Belediye Başkan adayımız Yalçın Taştan dün Ardahan’daki esnafı gezdi, bir de küçük sanayiyi gezdi. Küçük sanayide, inanın, sanayi içerisinde yollar yok. Yol yok, yol! Dükkânların önü çalçamur, pislik içerisinde. Şimdi, ticaret yapılamıyor, hayat durmuş. Eğer ticaret yapılmış olsaydı, o esnaf orada farklı bir konuma gelirdi. Ben Sayın Bakandan rica ediyorum: Sınır ticaretinin geliştirilmesini ve o bölgenin kalkınmasının sağlanmasını istirham ediyorum.

Şimdi, Kars-Tiflis demir yolu yapılıyor. O demir yolunda mutlak surette gümrükleme istasyonunun Ardahan il sınırına kurulması lazım. Ardahan il sınırına niçin kurulması lazım? Çünkü, sınırdan giriş Ardahan il sınırıdır. Bunu başka ile götürdüğünüz zaman, o bölge iyice gerilemiş olacak, o bölgede yoksulluk ve işsizlik daha da artmış olacaktır. Örnek veriyorum: Daha önce sınır ticaretinde mazot ticareti yapan 750 tanker vardı, Ardahan’da 750 tanker vardı, alınmıştı. Birden durduruldu. Bütün esnaf iflas etti. O zamanın parası 50 trilyon devlete borç vardı. Bu 50 trilyonu Ardahan esnafı ödeyemedi. Şu anda da, kışın özellikle, siftah yapmadan Ardahan esnafı kepenk kapatıyor. İnanın, samimi söylüyorum, eksi 20 derecede -dün televizyonda izlemişsinizdir- her tarafa kar yağdı. Ama tabii, bizim rakım yüksek olduğu için, 1.900-2.000 rakımlı olduğu için Posof’ta da Damal’da da Hanak’ta da Göle ve Çıldır’da da Ardahan merkezde de 200’e yakın köy kapandı arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Öğüt, devam edin.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Şimdi, bizim bir halk ozanımız var, şöyle diyor:

“Öğretmenim sürgün geldi.

Doktorum ilaçsız kaldı.

Hastamız kızakta öldü.

Ben köyümden göçer miydim?”

Evet, hastalarımız kızakta ölüyor değerli arkadaşlar. Şu anda yollar kapalı, köylerin yolları kapalı. Bunu devletin TRT’si söylüyor, devletin televizyonu söylüyor. Yani böyle bir bölgede yaşayan, vatan bekçiliği yapan, sınırda vatan bekçiliği yapan insanların gelişmesi, kalkınması için mutlak surette sınır ticareti merkezleri kurulması lazım. Sınır ticareti merkezleri kurulursa o bölgenin kalkınmışı olacaktır.

Bakın, o bölgeyi devamlı Ermenistan tahrik ediyor, “O topraklar benim.” diyor. Şimdi, biz bunun karşısında o bölgeyi boşaltıyoruz devlet olarak ve göç oluyor, işsizlik oluyor, yoksulluk oluyor. Hâlbuki o bölgede ticaret yapılsa, üniversite daha iyi gelişmiş olsa, sınır ticareti daha çok gelişmiş olsa insan sayısı daha çok artacaktır, o bölgede de kimsenin gözü olmayacaktır.

Bu nedenle, ben Sayın Bakandan ve Hayati Bey’den özellikle istirham ediyorum, değerli hemşehrimden -çünkü Rizelileri biz hemşehri olarak kabul ediyoruz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sözünüzü tamamlar mısınız Sayın Öğüt.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Hemen tamamlıyorum.

…Rizelileri biz hemşehri kabul ediyoruz, benim baba dostlarım da hepsi Rizelidir- istirham ediyorum. Ardahan’ın sınır ticaretini geliştirecek tedbirleri almasını umuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öğüt.

Evet, gündem dışı konuşmaya Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı cevap verecek.

Buyurun Sayın Yazıcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; evet, sınır ticareti ticaretimizin bir parçası ama takdir edersiniz ki Türkiye'nin bütün kara hudut kapılarında, kara sınırlarında sınır ticaretinin yapılmasına imkân vermek çok doğru bir davranış değildir. İşte bu sebepledir ki Hükûmetimiz 2003 yılında 5408 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla on iki ilimizde sınır ticareti yapılmasını öngörmüş ve daha sonra mücavir yedi ilimiz -ki bunlar Erzurum, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Diyarbakır ve Adıyaman illerini kapsamakta- bu alanları da kapsamına almak suretiyle genişletilmiştir.

Değerli milletvekilleri, uygulamada, hâlihazırda, fiilen sadece İran ile Van-Kapıköy, Hakkâri-Esendere ve Ağrı-Sarısu’da kurulu sınır ticaret merkezleri üzerinden sınır ticareti yapılmaktadır. Bu adı geçen sınır illerimizde yerleşik esnaf ve tacire, sınır ticaret merkezlerinde mağaza kiralama, ayrıca ithal edilen malı satın almak suretiyle uygulamadan yararlanma imkânı sağlanmaktadır ve gene bu bölgelerde, serbest ticaret bölgelerimizde ticareti yapılacak ürünlerin neler olacağına ilişkin belirlemeler yani kota uygulamaları -gene bilginiz dâhilinde olmalı- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Tarım Bakanlığının çalışmalarıyla belirlenmektedir. İşte, bu çerçevede yapılan çalışmalarda tahsis edilen başlıca tarım ürünleri -çok ilginç, herhâlde yöresel yetiştirmeye, ürün türüne bağlı olarak- tarım ürünleri olarak: İşte, armut, ayva, havuç, hurma, karpuz, kavun, kiraz, kivi, mandalina, nar, portakal, şeftali, bezelye, buğday, domates, ıspanak, lahana, marul, mercimek, nohut, kuru soğan ve yeşilbiber, başlıca tarım ürünleri kota kapsamında. Sanayi ürünlerinde ise inşaat alçısı, boya, çimento, çivi, demir, deterjan, gübre, jeneratör, hasır izolasyon maddesi, kereste, sabun, su depoları, vernik, taş kömürü ve yün satışı yapılmaktadır.

Bu çerçevede sürdürülen ve demin de ifade ettiğim fiilî uygulama dikkate alındığında, 2008 yılında tahsis edilen 120 üründen sadece 9 ürünün ithalatı gerçekleşmiştir. Bu ürünler: Karpuz, kivi, darı, hurma, sanayi tuzu, pekmez, nar, patlıcan ve su deposu.

Değerli milletvekilleri, elbette ki amacımız, sınır ticaretinde bulunan illerimizin, yerleşik merkezlerimizde yer alan vatandaşlarımızın sosyal ve ekonomik hayat standartlarını yükseltmek hedeflerimiz arasındadır. Ama, bununla paralel olarak -yine takdir edeceksiniz ki- kaçakçılık da önemli sorunlardan birisidir. Elbette ki biz sınır ticaret merkezlerini bir taraftan oluşturacağız ama kontrollü bir şekilde bunu gerçekleştireceğiz çünkü vergisini ödeyerek bu ülkeye katma değer sağlayan vatandaşımız karşısında haksız kazanımların da önüne geçmek yönetici olarak bizim görevimiz.

Bu çerçevede, Ardahan’ı da değerlendirme kapsamımıza aldığımızı beyan ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Sayın Çelik, sisteme girmişsiniz. Neyle ilgili efendim?

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun.

III.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Anamur’daki sel felaketine ilişkin açıklaması

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Biraz önce ilimin bir milletvekilinin de ifade ettiği gibi -ben bugün ilimden yeni döndüm- dün akşam saat 16.45’te Mersin Anamur ilçesinde çok görülmemiş bir afet meydana geldi; çok muazzam, aşırı, 10 santimi aşkın bir dolu yağışı meydana geldi. Bu dolu yağışından dolayı -biliyorsunuz orası muz memleketi ve turfanda sebze meyve, turfanda sebzecilik yoğun- tabii, seraların dolunun ağırlığına dayanamayarak çöktüğünü orada bizzat müşahede ettim.

Bu vesileyle, oradaki, yöredeki halkımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Hükûmeti de bu vesileyle uyarıyorum. Tarım Bakanlığımız ve Başbakanlığın bu konuya derhâl bir el atmasını özellikle vurgulamak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelik.

Geçmiş olsun efendim.

Gündem dışı üçüncü söz siyasi etik hakkında söz isteyen Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’a aittir.

Buyurun Sayın Kaplan. (DTP sıralarından alkışlar)

II.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

3.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, siyasi etik konusuna ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde en çok tartışılan ve gündeme damgasını vuran konuların başında siyasi etik, siyasi ahlak tartışmaları gelmektedir. Özellikle seçim dönemi yolsuzluk söylentileri, seçime hile karıştırma ve “yardım” adı altında vatandaşın özgür iradesini etkileyici çalışmaların yapıldığı, iktidarın devlet olanaklarını kendi çıkarları için kullandığı, kömür, makarna ve beyaz eşya yardımlarının valiler eliyle dağıtıldığı, devletin araç gerecinin seçimde kullanıldığı, bunların etik olmadığı, sosyal devletten sadaka devletine doğru bir anlayışın yayılmasının siyaset kurumunu yozlaştırdığı, güveni sarstığı görülmektedir.

Gelişmiş, çağdaş demokrasilerde hukukun üstünlüğü içinde açıklık, saydamlık, hesap verebilirlik, tarafsızlık, dürüstlük, objektiflik ilkeleri teminat altına alındığında ve kamu yararına uygun işlendiğinde tüm hizmetler daha etkili ve verimli işleyebilir. Siyasette de dürüst, güvenilir ve adil hizmetler siyasete olan güveni artırır. Türkiye kamuoyunun sürekli gündeminde olan ”temiz toplum”, “temiz siyaset”, “dürüst yönetim” gibi değerlerin hayata geçirilmesi her şeyden önce devlete ait işlemlerin mümkün olduğu ölçülerde halka açık olmasını, gizliliğin yerini şeffaflığın almasını gerekli kılmaktadır. Bunun için de en başta dokunulmazlıklar konusunun yeniden düzenlenmesi ve mal beyanıyla siyasete atılanların yeniden bir kontrol mekanizmasına tabi tutulmasında bir gereklilik var. Bu nasıl sağlanır? Etik yasasının Meclisten geçirilmesiyle olur. Etik yasasıyla ilgili Meclise sunulmuş iki teklif var ama hiç kimse bunu gündeme getirme gereğini duymuyor. Yine Meclis Başkanının çağrısı üzerine, İç Tüzük’le beraber tekrar siyasi etik komisyonu kurulması doğrultusunda bir çalışma var. Ama bunun altyapısı hukuken oluşturulmadığı sürece bunun da bir anlamı yok.

Şimdi, tabii ki muhalefet olarak bazı haklı şikâyetleri burada dile getirmekte yarar görüyoruz. Bu siyasi etikle ilgili süreçleri Watergate skandalıyla Amerika Birleşik Devletleri yaşadı. Sonra da 74 yılında, Nixon’un istifasıyla beraber bir siyasi etik yasası çıkardılar. Orada milletvekilleri, senatörler aldıkları maaşla geçiniyorlar. Belli bir kısıtlama getirildi, mal beyanı getirildi, başka iş yasağı getirildi. Tabii ki, bu, başka ülkelerde de var; Avrupa’da da var, Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde, Hindistan’da da var. Ancak şunu ifade etmek gerekiyor ki: İktidar partisinin, özellikle Sayın Başbakanın, devletin araç gerecini, üstünde “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık” yanında “Türkiye Cumhuriyeti” yazan otobüslerini, OBA Helikopteri’ni, ANA Uçağı’nı, ATA Uçağı’nı seçim mitinglerinde kullanması etik değildir, “Yasaldır.” diyebilirsiniz ama etik değildir, ahlaki değildir. Bakın, Mardin’deydi daha dün, gördük, Sayın Başbakan devletin otobüsünü kullanıyordu. Biz hazineden yardım almıyoruz, siz hazineden milyonlarca lira da alıyorsunuz. Yoksa parti kapatmada hazine yardımının yarısı gitti de paranız mı kalmadı otobüsle tur atıyorsunuz? Başbakana yakışmıyor. Bu seçimlerde, gerçekten devletin olanakları… Bizim gibi bir fakir parti, hazine yardımı da almıyoruz ama otobüsümüz var, biniyoruz otobüsümüze geziyoruz. Başbakandan rica ediyoruz, bu otobüslerden, helikopterlerden, uçaklardan inerse iyi olur.

Sayın Adalet Bakanının bir açıklaması oldu, bir talihsiz açıklamaydı, diyor ki: “Hükûmetle uyumlu olmayanların projelerini keseriz.” Biz bunu çok iyi biliyoruz. Batman’da, Diyarbakır’da, Şırnak’ta hangi Avrupa Birliği ülkelerinden aldığımız projelerin kısıldığını da biliyoruz.

Siyasi etik çok yönlüdür tabii, sadece bunlardan ibaret değildir; hediye almaktan tutun, ihale, ticari ilişkiler, hele hele bu son zamanlarda çıkan ekonomik yasalarla ilgili, hatta hatta, yüzümüz kızarıyor ama “sex and siyaset” şantaj kasetleri dahi siyasi etik açısından tartışılması gereken konular olarak gündeme geliyor.

Siyasi etik tek yanlı değil şüphesiz. Bakıyorsunuz, İsrail’de seçimler var, Dışişleri Bakanı Livni’ye soruyorlar “Vatan için yatar mısınız?” diye, cevap veriyor; olumlu, olumsuz. Türkiye'de de siyasi liderlere bu tür sorular sorulduğu zaman, yine gelecek, siyasi etiğin odağına oturacak bu tartışmaların içinde bulacağız kendimizi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan, devam edin.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan.

Diğer yandan, demokrasinin dördüncü gücü medya özgürlüğü konusunda bütün medyaya karşı eşit mesafede olunması gerekir. Muhalif medyayı susturma taktiği hep diktatörel, baskısal rejim ve yönetimlerde olmuştur. Dikkat ediyoruz bugün de Türkiye'de hâlâ muhalif basına akreditasyon uygulamak, kıskaç altına almak, baskı altına almak gibi yaklaşımlar var. Tabii, ben bunları ifade ediyorum.

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar, kadıyken bir zamanlar: Vatandaş demiş ki: “İşte, geçerken, alaca bir inek bizim ineği karnından süsmüş, öldürmüş.” Hoca “Sahibinin suçu yoksa nesne gerekmez, inekten kan parası alınmaz.” demiş. Gelen adam bu sözü duyunca “Yanlış söyledim Kadı Efendi, ölen sizin inek, öldüren bizimki.” deyince, o zaman Hoca “Dur bakayım, iş çatallaştı. Şimdi indirin raftaki şu kara kaplı kitabı, bakalım.” demiş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın lütfen efendim.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bağlıyorum sözümü.

Şimdi, siyasi etikle ilgili olarak, Meclisten… Hepimizin ortak sorunu şu anki seçimimizin gündemini oluşturuyor, yolsuzluklar, karalamalar, tencere dibin kara seninki benden… Yani bunlardan artık, 23’üncü Dönem Meclisinin kurtulması lazım. Zaten İç Tüzük Komisyonunun bir çalışması var. Ama Meclisteki yasa tekliflerini gündeme taşımak lazım. Sanıyorum -Meclis Başkanımızın yaptığı çağrı da var- ortaklaşırsak gruplarımız olarak, bu konuda bir yasa çıkarırsak, bu ayıptan hep birlikte kurtulursak ülkeye hayırlı bir iş yapmış oluruz.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan.

Gündem dışı konuşmaya Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik cevap verecektir.

Buyurun Sayın Çelik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan tarafından siyasi etikle ilgili olarak gündem dışı yapılmış olan konuşmaya Hükûmet adına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, hangi iş yapılırsa yapılsın, eğer o iş etik bir zemine oturmuyorsa o işin yapılmaması lazım veya o iş gereği gibi yapılmıyor, maalesef olması gerektiği gibi yapılmıyor demektir. Medyanın elbette etiği olacak, siyasetin elbette etiği olacak, ekonominin elbette etiği olacak…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niye buzdolabı dağıtıyorsunuz o zaman?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Oturduğunuz yerde lütfen deniz feneri gibi yanıp sönmeyin, eğer bir söyleyecek sözünüz varsa gelip burada konuşun lütfen.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Niye buzdolabı dağıtıyorsunuz o zaman?

BAŞKAN – Lütfen Sayın Milletvekili, dinleyelim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, siyasi etik konusunda bu Parlamento çatısı altındaki hiçbir arkadaşımızın hassasiyetinin diğerinden daha az olmadığı görüşündeyim. Elbette, siyasi etikle ilgili yapılması gereken bir yasal düzenleme varsa Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Değerli Başkanının da girişimleriyle bunlar mutlaka yapılmalıdır. Medeni dünyada, kalkınmış, gelişmiş dünyada bu işler nasıl yapılıyorsa bizim ülkemizde de bunlar yapılmalıdır, burada hemfikiriz. Ancak, Sayın Kaplan’ın iddia ettiği gibi “Sayın Başbakan, seçim çalışmaları esnasında Başbakanlığın otobüsünü kullanıyor.” şeklindeki iddia, kesinlikle doğru bir iddia değil.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Biz tanığız.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin, müsaade edin arkadaşlar…

Ben, Sayın Başbakanın bugüne kadar yapmış olduğu on beş mitingin neredeyse yarısında bulundum. Sayın Başbakan iki şey yapıyor: Bir, partisinin mitingine gidiyor, partisinin otobüsüyle gidiyor, orada partisinin otobüsüyle anonslar yapılıyor, her türlü işlem, her türlü iş orada yapılıyor. Bir taraftan da Sayın Başbakan, gittiği her vilayette resmî açılış programlarına katılıyor. Bu açılış programları çerçevesinde okulların açılışı yapılıyor, sağlık tesislerinin açılışı yapılıyor, belediyelerimizin yapmış olduğu hizmetlerin açılışları yapılıyor. Bir toplu resmî devlet töreniyle yapılmış açılış programları vardır. O programlara giderken Sayın Başbakan Başbakanlığın otobüsünü kullanmaktadır. Başbakan o vilayete gittiği zaman eğer bir resmî program çerçevesinde gidiyorsa bu araçları kullanmasının da etik olmayan hiçbir tarafını görmüyorum değerli arkadaşlar. Şimdi, şap ile şekeri kimse birbirine karıştırmasın, birbirine benzer ama aynı şeyler değil. (DTP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, gelelim belediyelerle ilgili olan meseleye: Bakın, bir şeyin altını çizmek istiyorum değerli arkadaşlarım: Biz, iktidara geldiğimizden beri, İller Bankasından, bir beldenin, bir ilçenin veya bir vilayetin nüfusuna göre tayin edilmiş, tespit edilmiş aylık ödeme neyse bu aylık ödeme parti farkı gözetmeksizin o belediyelere gitmektedir.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Ona mecbursunuz zaten.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Siz demeseydiniz mecbur olduğumuzu zaten bilmiyorduk Sayın Vekilimiz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Mecbursunuz çünkü yasa öyle emrediyor.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, işte, biz de o yasanın emrini yerine getiriyoruz. Biz de yasal çerçeve içinde hareket ettiğimizi, hukuki çerçeve içerisinde hareket ettiğimizi söylüyoruz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Yasa öyle emrediyor.

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen… Sayın Ağyüz

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin borcunu kaç yıla bağladınız?

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lüften

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bütün belediyelerin, müracaat eden bütün belediyelerin borçları yapılandırılmıştır, çiftçinin borçlarını yapılandırdığı gibi, esnafın borçlarını yapılandırdığı gibi.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bakanlar Kurulu kararıyla kaç yıla çıkardınız?

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, lütfen, hatibi dinleyemiyorum, müsaade eder misiniz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, netice itibarıyla, bakın, ben şahit olduğum bazı olayları zikredeceğim: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı arkadaşımız Cumhuriyet Halk Partisindendir. Rahmetli Piriştina döneminde, havaalanında Sayın Piriştina Sayın Başbakanı uğurlamaya geldi ve özellikle raylı sistemle ilgili olarak Hazineden garanti mektubu alınması gerektiğini ve işlemlerin uzadığını, sonuçlanmadığını söyledi. Sayın Başbakan -benim de bulunduğum bir ortam- derhâl, o zaman, ekonomiden sorumlu Bakan Sayın Ali Babacan’ı aradı, dedi ki: “Ali Bey, İzmir halkının refahı, İzmir halkının mutluluğu ve taşımanın kolaylığı; şehircilik bizim için çok önemlidir. Bu Hazine garantisini derhâl verin.” Ve verildi.

İzmir’de Universiade oyunları yapıldı. Burada özel kanun çıkardık ve Hükûmet bütün imkânlarını seferber etti, uydu kentler kuruldu. Kredi ve Yurtlar Kurumunun bütün imkânları seferber edildi, devasa kapalı spor salonları yapıldı ama netice itibarıyla, o, bir belediyenin organizasyonuydu, belediye işin içinde başaktörlerden birisiydi, ama biz “CHP’li belediyedir, yapmayız.” demedik.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Barajını yapmadınız.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, herkes şunun farkındadır: Aslında, belediyecilikte beceriksiz olan bazı insanlar mazeretler aramaktadırlar. Bakın, bazı ilçeler var, iller var, gidiyorum, asfalt namına bir şey yok. Bugün bir hayırsever bana geldi, ismini de vereyim, Sayın Hüsnü Özyeğin Vakfı tarafından Doğubeyazıt’ta muhteşem bir ilköğretim okulu yapıldı, Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu. Fakat önündeki sokak çamur deryası. Netice itibarıyla, belediye… Bizzat gitmişler “Biz ilçenize bu okulu yaptık ama bu asfaltı da siz dökün…” “Efendim Hükûmet bize yardım etmiyor, biz dökemeyiz...” Değerli arkadaşlar, diğer belediyelere, Hükûmet, asfalt dökün diye ayrı bir para göndermez, AK PARTİ’li belediyelere de bu gönderil-memiştir. Ben valimizi aradım bu sabah, rica ettim, dedim ki: “Sayın Valim, bakın, hayırsever, bir okul yapmış, -belediye yapmıyorsa da, yapabilse bile yapmıyorsa, eminim ki, böyle bir şey söz konusu olmaması lazım- lütfen, asfaltını siz yapın, çocukların ayaklarını çamurdan kurtaralım.” Değerli arkadaşlar, bakın, bizim yaklaşık 1.800 belediyemiz var. Bizim bütün belediye başkanlarımız gelip diyorlar ki bana: “Efendim bize ekstra para.” Ekstra para yok kardeşim. Borcun mu var, yüzde 40 kesilmesi mi gerekiyor? Bu standarttır, AK PARTİ’li belediye için de, CHP’li belediye için de, MHP’li belediye için de, DTP’li belediye için de kesinti standarttır.

Bakın, ben Sayın Kaplan’ın milletvekili bulunduğu ilden söz edeyim. Şırnak vilayeti malumunuz büyükşehir belediyesi statüsünde olmadığı için normalde kendi içme suyunu kendisinin temin etmesi gerekiyor, belediyenin işidir bu. Ama baktık ki Şırnak Belediyesi kendi imkânlarıyla bunu yapamayacaktır, Sayın Başbakanımız bizzat DSİ’ye talimat verdi, Şırnak’ın içme suyu problemi halledildi. Şemdinli Belediyesi DTP’dedir, fakat oranın içme suyu, dediğim gibi, bir ilçe olmasına rağmen, bizzat Sayın Başbakanın emri ve talimatıyla Şemdinli’nin içme suyu meselesi, değerli arkadaşlar, halledilmiştir.

Şimdi, burada, biz, aslında hepimiz, Hanya’nın, Konya’nın ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Bakın, yaz aylarında kesinti yapılmayacak denildiği zaman, belediyeler yatırımlarını yaz aylarında hızlandırıyorlar, asfaltlama çalışmalarını yaz aylarında yapıyorlar. Bu mevsim geldiği zaman “Belediyelerin kesintisi yapılmasın.” dendiği zaman bütün belediyeler için bu standarttır değerli arkadaşlarım. Onun için, meseleyi başka taraflara çekmenin anlamı yoktur. Memleketin her köşesi bizimdir, hepimizindir; seksen bir vilayetimiz, 780 bin kilometrekare topraklarımız bizim için aynı derecede değerlidir, insanımız da bizim için aynı derecede değerlidir. O ilin…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Adalet Bakanı öyle demiyor ama!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bakın, ben size bir şey daha söyleyeyim.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bakın, Adalet Bakanı ne diyor!

BAŞKAN – Sayın Ağyüz

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Burada ben konuşuyorum.

Arkadaşlar, o ilin veya o ilçenin belediyesi bizim partiden olmayabilir ama oradaki insanlar bizim insanımızdır, “Bu sizin olan belediyeler, bu bizim olan belediyeler” şeklinde bir tasnife ve ayrıma gitmek doğru değil.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Adalet Bakanı öyle demiyor ama!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin, söyleyeyim onu da.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Ona gelir misiniz?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Ona da geliyorum.

Sayın Adalet Bakanı siyasette tecrübeli bir arkadaşımızdır, söz üstadıdır; ben olsam öyle söylemezdim, onun söylediğine de katılmıyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen olsan daha sertini söylerdin.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sayın Bakanın söylediğine katılmıyorum ve bu arada şunu da söylemek istiyorum: Eğer Sayın Şahin şunu söylediyse “Merkezî hükûmetle yerel yönetim iş birliği, uyum, koordinasyon içerisinde olmalı.” dediyse, mesele yok.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – İstifa etmesi lazım, tehdittir bu!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bu anlamda söylediği söze herkes katılır ama siz başka taraflara çekiyorsanız ona bir şey diyemem.

Arkadaşlar, gelelim son olarak, Sayın Kaplan’ın söylediği…

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Sayın Bakan “Oy vermezseniz para da yok, hizmet de yok.” diyor. Türk milletinden, seçmeninden özür dilemesi lazım!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin… Müsaade edin…

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, Sayın Paçarız, lütfen…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, bakın, ben bu laf atan arkadaşlara çok iyi cevap verebilirim, biliyorsunuz ben sözün altında kalmam.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, siz Genel Kurula hitap eder misiniz efendim, lütfen.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, medyanın, muhalif medyanın susturulduğu meselesine gelince: Değerli arkadaşlarım, bakın, yandaş medyadan söz ediliyor. Kim kimin yandaşı, bu çok iyi biliniyor, halk tarafından da çok iyi biliniyor. Bazı…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tabii, tabii!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Eğer bir televizyon, eğer bir gazete Cumhuriyet Halk Partisinin borazanlığını yapıyorsa, gece gündüz propagandasını yapıyorsa o iyi medyadır…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Doğruyu söyle!

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – ATV ve Sabah’a verilen krediden bahset!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bakın arkadaşlar, şimdi şunun altını çizmek istiyorum: Eğer Sayın Kaplan’ın sözünü ettiği Sayın Doğan’a verilmiş olan vergi cezasıysa bu normal denetimler sonucunda… Vergi denetim uzmanları var, bu ülkede uzmanlar var.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Uzmanlar “Yanlış” diyor.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Eğer bir ülkede hukuksuz bir şey varsa, eğer hukuka aykırı bir durum varsa bağımsız yargıya gidersiniz, sizi haklı görürlerse zaten mesele yok. Yanlış hesap Bağdat’tan döner, mahkemeden döner. Ama değilse…

Değerli arkadaşlar, Sayın Aydın Doğan vergi rekortmeni olduğu zaman bizzat Sayın Başbakan tarafından kendisine takdir plaketleri verilmiştir. Sayın Aydın Doğan okul yaptırdığı zaman bizzat ben kendisine teşekkür etmişimdir, takdir etmişimdir. Ama sizin takdir ettiğiniz vergi rekortmeni olan insanlar yanlış yaptığı zaman da… Yanlış yapan, bakın, kim olursa olsun; bu, medya patronu da olabilir, siyasi bir şahsiyet de olabilir, bir iş adamı da olabilir, hukuk…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Deniz Feneri ne olacak, Deniz Feneri?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Maliye Bakanı da olabilir Maliye Bakanı! O zaman af çıkar Maliye Bakanıysa!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Arkadaşlar, hukuk gereken şeyi yaparsa bundan dolayı gocunmayın. Herkesin, bütün yanlış yapanların avukatlığını üstlenmek gibi maalesef kötü bir huy belirdi sizde. Lütfen bundan vazgeçin.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Biz doğruları savunuyoruz doğruları.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, “yandaş medya” lafını ortaya attılar. Ama dediğim gibi…

Bakın ben bugün bir gazeteden size bir örnek vereyim. İsmini de söyleyeyim, bugün Milliyet gazetesinde sekiz sütuna manşet: “Seçmene var ama okuldaki çocuklara yok.” anlamına gelebilecek bir manşet. Bugün Sayın İzmir Valimiz bir açıklama yaptı. Cuma günü okulun yakıtı bitmiş. Gerekli bağlantılar daha önceden yapılmış ve pazartesi günü yakıt okula gelmiş. İzmir, birçok evde bile kalorifer tesisatı olmayan, aslında ülkemizin sıcak bölgelerinden birisi. Sizin kendi evinizde bile bir gün doğal gaz biter, yakıtınız biter, bunun tedbirini alırsınız. Şimdi, bir gün böyle bir aksama olabilir. Bu aksamadan dolayı bu mesele sekiz sütuna… Ve ondan sonra da “Aslında yakıt geldi ama haber çıktıktan sonra geldi.” diyor, yakıtın geldiğini de söylüyor. Şimdi böyle bir manşetin iyi niyetle, basının denetim gücünü kullanmasıyla, Allah aşkına, bağdaşır tarafı var mıdır değerli arkadaşlar?

Bakın Mevlânâ hazretlerinin güzel bir sözü var değerli milletvekili arkadaşlarım. Mevlânâ diyor ki: “İyi bir dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur.” Medyanın bizim yüzümüze ayna tutmasından biz rahatsız olmayız. Ama bu ayna düz ayna olsun arkadaşlar, fuar aynası olmasın, çukur ayna, tümsek ayna olmasın. Basın bunu yaparsa…

Basın demokrasilerde dördüncü güçtür. Basının denetim hakkını kullanması vatandaşın lehinedir ve basının bu işlevini yerine getirmesinden de biz Hükûmet olarak, gerçekten, çok çok büyük bir memnuniyet duyarız ama siz tutar da Sayın Başbakanın hiç haberi, hiçbir dahli olmadığı hâlde “Almanya’da kurulan bir derneğin topladığı paraları getirdi, Başbakana verdi.” derseniz…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Dahli yok mu? Dahli yok mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – …bir ülkenin Başbakanına eğer böyle iftira ederseniz, o Başbakanın…

BAŞKAN – Sayın Anadol

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tanımıyor mu oradakileri?

BAŞKAN – Sayın Anadol, lütfen…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayret!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – …o Başbakanın durup sizi dinlemesini, sesini kesmesini bekleyemezsiniz.

Arkadaşlar, siyaset kurumu -siz veya biz, bakın, siz veya biz- kimsenin şamar oğlanı değildir. Medya, elbette eleştirecektir. Medyanın eleştirisi baş göz üstüne. Medya bu hakkını elbette kullanacaktır ama tahkir etmek ama tezyif etmek ama gece gündüz hakaret etmeyle…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O zaman mahkemeye gidersiniz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – …yalan haberle, eleştirinin ne anlama geldiğini biz çok iyi biliyoruz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – O zaman mahkemeye gidersiniz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Ona da gidiliyor, o yollar da oluyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ee, tamam.

BAŞKAN – Sayın Anadol… Sayın Anadol, lütfen…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bütün buradan hareketle medya size yüklenirse o iyi medyadır, bize yüklenirse kötü medyadır… Bakın, ben sadece iktidar için, muhalefet için demiyorum, bütün siyaset kurumu, arkadaşlar, bu konuda ilkeli olmak zorundadır. Ben tekrar altını çizmek istiyorum: Bir siyasi partinin yayın organı gibi çıkan, bir siyasi partinin bülteni gibi çıkan basın kuruluşlarının çok inandırıcı olmayacağını hepimizin bilmesi gerekiyor, ister sizin ister bizim ister bir başkasının. Dolayısıyla, bizim, muhalif medyayı susturmak, muhalif medyaya müdahil olmak gibi bir niyetimiz asla yoktur. Eğer o medyayı çıkaran insanlar aynı zamanda iş adamıysa, aynı zamanda bir işletmeciyse, eğer yanlış yaptığı bir şey varsa… Bakın, Sayın Kaplan biraz önce siyasetin etiğinden bahsetti. Siyaset için etik gerekir de medya için etik gerekmez mi? Altını çizdim, her kurum etik kurallara sonuna kadar riayet göstermek zorundadır. Aksi takdirde, orada demokrasi, düzen, tertip olmaz, kaos olur.

Dolayısıyla, ben, Sayın Kaplan’ın… Sayın Başbakanın, devlet araçlarını kullanarak parti faaliyeti yaptığına katılmıyorum; bunu kesinlikle, huzurlarınızda ifade ettiğim gibi, bunun kesinlikle doğru olmadığını ifade ediyorum.

Bizim, efendim ”belediyelere karşı bir ayrımcılık uyguladığımız” ithamlarını da kabul etmiyorum, Hükûmetim adına kabul etmiyorum.

Ayrıca, bizim, medyayı, muhalif medyayı susturmak gibi bugüne kadar bir tavrımız olmadı bundan sonra da olmayacaktır.

Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Sayın Kaplan, sisteme girmişsiniz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Evet Sayın Başkan…

BAŞKAN – Yalnız yeni bir söz hakkı doğurmamak kaydıyla size yerinizden kısa bir hak vereceğim.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Ben “muhalif basın” diyorum, ben “yandaş medya” diye ayırmıyorum. Muhalif basın, örneğin, Azadiye Velad, Özgür Gündem’den tutun, Birgün gazetesinden hepsini kastediyorum, bütününü. Yani bunun sınırını, basın ahlak ve özgürlük sınırını hukuk belirler, iktidarlar belirlemez. Bunu özellikle Sayın Bakana söylemek istiyorum, bir hukukçuyum ben, bu açıdan. Hükûmetler eğer basının sınırını çizmeye kalkarsa o ülkelerde felaket olur, demokrasiden bahsedilmez.

Diğer bir nokta: Mardin’de, Sayın Bakan, ben, Başbakanın, Cumhuriyet Meydanı’nda, o sit alanında, güzel taş evlerin önünde devletin otobüsüne bindiğinin kasetini size hediye edeceğim. Getireceğim, kanıtlayacağım, sizden de bunu kanıtladığım zaman, devletin otobüsünü seçim meydanında kullandığını, polislerin de etrafında kol kola girip orada bulunduğunu kanıtladığım zaman bir özür bekleyeceğim, hatta Başbakandan.

Diğer bir konu Şırnak’la ilgiliydi. Sayın Bakanım, evet, Şırnak’ın su sorunu hepimizin sorunudur ancak biz şunları çok iyi biliyoruz, ben tek tek saymadım: Şırnak’ta Sel Riskini Azaltma Projesi Avrupa Birliği destekliydi…

BAŞKAN – Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – …Atık Su Projesi öyleydi…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, fazla uzamasın.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bağladım.

On tane proje var, sayabilirim tek tek isim vererek; bunlar engellendi; olmasın istiyoruz; bizim siyasi etiğe çağırımız bu. Medya etiğine de çağrımız var, ticaret etiğine de çağrımız var, yargılamada hukuk etiğine de çağrımız var. Ama Başbakanın Mardin’de Cumhuriyet Meydanı’nda Atatürk heykelinin önünde -çünkü sit alanı bir caddedir, ben Mardin’de liseyi okudum çok iyi biliyorum Mardin’i- o sit alanında yeni okul mokul da açılmaz. Bir istikamet var; doğru Savurkapı, Babusor tarafına doğru gider; bir yol var, başka yol yok.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, bakın, tekrar söz hakkı verme durumuna düşürdünüz beni.

Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Değerli Başkan, şimdi Sayın Kaplan diyor ki: “Ben Sayın Başbakanı meydanda Başbakanlığın otobüsüne binerken gördüm.” Bu doğrudur.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Binerken, inerken, slogan atarken…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Bir dakika… Doğrudur. Sayın Kaplan, müsaade edin, söyleyeyim. Sayın Başbakan miting programını bitirdikten sonra orada parti programı bitmiştir. Başbakanlığın otobüsüyle şimdi siz resmî bir program için bir ile gitmişsiniz. Başbakan makam arabasıyla da gidebilir, seçim yasakları başlayıncaya kadar gidebilir ve Sayın Başbakan otobüsle de gidebilir, oradan ayrılırken de resmî açılışa gittiği zaman da Başbakanlık otobüsünü kullanıyor. Ama partiye gidecek, parti programı yapacak; Sayın Başbakan kesinlikle Başbakanlık otobüsü ile parti otobüsünü birbirinden fark edecek kadar basiretli bir insandır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bayındır, siz niçin sisteme girdiniz?

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Slikozis hastalığıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Kısa bir söz alabilirim. Nasıl usulünüz yok?

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Daha gündeme geçmedik, kısa bir söz olabilir.

BAŞKAN – Bakın, 60’ıncı madde “Başkan verebilir.” diyor. Verir, vermez diye bir şey yok.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Tabii, onu diyorum.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Tabii, “Verebilir.”

BAŞKAN – Ama siz gündem dışı konuşmadınız. Şimdi herkese böyle bu şekilde imkân veremem.

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Hayır, gündem dışı konuştuğum için değil, acil bir konu var. Biliyorsunuz, usulen bunu belirtmek üzere, ben…

BAŞKAN – Buyurun.

III.- AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, slikozis hastalığına ilişkin açıklaması

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – İstanbul çöl değil, ne yazık ki akciğer çöl hastalığına yol açıyor, yani slikozis hastalığı. Karlıova’nın bir köyünde, Taşlıçay köyünde 187 genç bu hastalığın pençesine düşmüş ve tedavisi mümkün değil. 10 bin hasta kişinin kot taşlama işçiliğinde çalıştığı varsayılıyor. 5 bininin hastalığa yakalanma ihtimali var ve bunun 500’üne de teşhis konulmuş. On yıl önce Avrupa’da kot taşlama yasaklanmasına rağmen Türkiye’de hâlâ serbest ve insanların ölümlerine yol açıyor.

Sizin aracılığınızla Sayın Bakana, Çalışma Bakanına, Sağlık Bakanına sesleniyorum: Hastalığın pençesine düşenlere sosyal güvenlik ve yaşam koşullarının hazırlanmasını ve çalışma yaşamında da kot taşlama yöntemine son verilmesini talep ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bayındır.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 22 milletvekilinin, süt sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/327)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sütün özellikle insan beslenmesindeki en önemli unsur olması nedeniyle süt yetiştiriciliği ve süt sektörü ülkemiz için vazgeçilmez bir faaliyet alanıdır. Bu alanda üretimin devamlılığını sağlamak pek çok ülkenin öncelikleri arasındadır. Bu anlayışın gereği olarak ülkeler üreticilerinin yaşam seviyelerini koruyarak üretimde kalmalarına çaba harcayıp, tüketicilerin düşük fiyattan ve kaliteli ürünler tüketmesine çaba harcamaktadırlar.

Ülkemizde DİE verilerine göre 11.150.000 Büyükbaş ve 25.500.000 küçükbaş hayvan bulunmaktadır. Türkiye yıllık 13.5 milyon tonluk üretimi ile dünyada en çok süt üreten 15 ülkeden biridir. Süt ve süt ürünleri sanayi Türkiye'nin tarım üretimi içerisinde % 8.5 luk paya sahiptir. Ayrıca ülke ekonomisine sağladığı katma değer açısından son derece önemli bir alt sektördür.

Üreticinin karşılaştığı en önemli sorun süt fiyatlarının düşük olması ve fiyat istikrarsızlığıdır. Üretici bakımından süt fiyatı için en önemli kriter yem fiyatının süt fiyatına oranıdır. Süt hayvancılığından para kazanılabilmesi için 1 It. süt bedeliyle asgari 2 It. yem alınabilmesi gerekmektedir. AB ülkelerinde bu oranın korunması için itina gösterilmektedir. 1’e 2 oranı bozulduğunda derhal kamu kaynakları harekete geçirilmekte, müdahale alımları başlatılmaktadır

Ülkemizde ise özellikle SEK'in özelleştirilmesinden sonra süt piyasasının serbest piyasa koşullarının acımasızlığına terk edilmiş olması, süt sektörünün bugünkü duruma düşmesinde büyük etken olmuştur. Özelleştirmeden sonra hızlı bir düşüş sergileyen parite bugün 0.70’lere kadar gerileyerek süt yetiştiriciliğinde tüm yılların en büyük krizinin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu üreticinin iflası anlamındadır. Süt üreticiliğinde temel amaç üreticilerin kendi ayakları üzerinde durmaları, yatırım yapmaları, üretimin ve kalitenin artırılması olmalıdır.

Oysa bugün ülkemizde sütün litresi 6 yıl öncesinin fiyatlarına gerilemiş, örgütlü yerlerde 490-505, örgütsüz yerlerde ise 370-430 kuruşa kadar düşmüştür. Buna karşılık yem fiyatları %150 oranında artış göstererek 13 TL'den 32 TL'ye yükselmiştir. Yem hammaddelerini düşük maliyetle bulabilmek ve saman temini üreticinin en büyük sıkıntısıdır. Yem fiyatları yükseldiği halde süte firmalar tarafından oldukça düşük fiyat verilmektedir. Bu durum süt hayvancılığı yapan işletmelerin sayısının azalmasına neden olmaktadır. Ayrıca üretim maliyetlerinin yüksekliği üretimin devamlılığını tehlikeye sokmaktadır. Bu suretle üretici öz sermayesini kaybederek banka ve kooperatiflere altından kalkamayacağı boyutta borçlanmaktadır. Bu denli büyük krizin içinde bulunan üretici yaşamını sürdürebilmek amacıyla son çare olarak süt hayvanını kesime göndermekte, hayvancılıktan uzaklaşmaktadır. Bu durum da ülkemizde süt yetiştiriciliğinin ve sektörünün hazin sonunu hazır-lamaktadır.

Üreticinin desteklenmesinde en önemli kriter yem girdilerini azaltmak ve kârlılığı artırmak amacıyla yem bitkileri üretimini artırmak ve desteklemektir. AB ülkelerinde yem bitkileri toplam ekili alanların % 35'ini oluştururken ülkemizde bu oran % 6 civarındadır. Bu nedenle yem bitkileri üretimi teşvik edilmelidir.

Süt ve süt ürünlerinin üreticiden ucuza alınarak tüketiciye pahalı satılmasında market zincirlerinin yüksek kâr marjının etkisi büyüktür. Üretici ve sanayici bir çok girdiden dolayı sıkıntı yaşarken marketler % 70 civarında kâr elde edebilmektedir.

Süt fiyatlarındaki bu aşırı düşüşün bir nedeni de yıllık dahili işleme rejimi kapsamında yapılan 13 bin tonluk süt tozu ithalatıdır. Ülkemizde süt fiyatlarının çok düşük olduğu bu dönemde süt tozu ithalatı geçici süreyle durdurulmalıdır. Piyasadaki süt alımlar yapılarak Süt Tozuna çevrilmelidir.

Sektörde yaşanan bu sorunların çözümleneceği en önemli oluşum "Süt Konseyi"dir. Ancak çıkarılan yönetmelik ihtiyaçlara cevap verecek yeterlilikte değildir. Konsey yönetmeliği yeniden düzenlenerek işlevsel hale getirilmeli ve "Süt Piyasa Düzeni" oluşturulmalıdır. Üreticiyi piyasanın olumsuz koşullarından korumak amacıyla kısa, orta, uzun dönemli politikalar belirlenmelidir. Talebi artırmak için "Okul Sütü" programı uygulanmalıdır.

Süt sektörümüzün sorunlarının ve çözüm yollarının belirlenmesi eksikliklerinin giderilmesi, geliştirilmesi, ulusal düzeyde koordinasyonun sağlanması, destekleme yollarının araştırılması, idari ve kurumsal yasal düzenlemelerin yapılması, amacıyla Anayasanın 98. TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırılması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Ramazan Kerim Özkan              (Burdur)

2) Ensar Öğüt                                         (Ardahan)

3) Kemal Demirel                           (Bursa)

4) Tayfur Süner                              (Antalya)

5) Osman Kaptan                           (Antalya)

6) Birgen Keleş                              (İstanbul)

7) Mevlüt Coşkuner                       (Isparta)

8) Ahmet Ersin                               (İzmir)

9) Mehmet Ali Özpolat                   (İstanbul)

10) Tekin Bingöl                            (Ankara)

11) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

12)Ali Rıza Ertemür                       (Denizli)

13) Atila Emek                               (Antalya)

14) Muharrem İnce                         (Yalova)

15) Durdu Özbolat                         (Kahramanmaraş)

16) Şevket Köse                             (Adıyaman)

17) Halil Ünlütepe                          (Afyonkarahisar)

18) Rahmi Güner                            (Ordu)

19) Fatma Nur Serter                      (İstanbul)

20) Vahap Seçer                             (Mersin)

21) Metin Arifağaoğlu                    (Artvin)

22) Tansel Barış                             (Kırklareli)

23) Rasim Çakır                             (Edirne)

2.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 23 milletvekilinin, mısır tarımı ve piyasasındaki sorun-ların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/328)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Başta yem sanayi olmak üzere, bitkisel yağ sanayi, nişasta bazlı şeker sanayi, un sanayi ve son yıllarda biyoyakıt sanayinde hammadde olarak kullanılan ve doğrudan tüketilen mısır bitkisinin üretiminin desteklenmesinde ve üretim politikalarında bazı sorunlar yaşanmaktadır.

Girdi maliyetlerinin yüksekliği, desteklerin yetersiz kalması, yapılan ithalat ve ithalatın zamanlaması gibi konularda uygulanan politikaların etkin ve yeterli olmadığı gözlenmektedir. Toprak Mahsulleri Ofisinin açıkladığı ve ithalat nedeniyle piyasada oluşan fiyat genellikle üretim maliyetinin altında kalmaktadır.

Bu nedenlerle, mısır üretimi, desteklenmesi ve uygulanan ithalat politikaları ile ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci İç Tüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Hulusi Güvel                              (Adana)

2) Ensar Öğüt                                 (Ardahan)

3) Kemal Demirel                           (Bursa)

4) Osman Kaptan                           (Antalya)

5) Birgen Keleş                              (İstanbul)

6) Tayfur Süner                              (Antalya)

7) Ahmet Ersin                               (İzmir) 

8) Mevlüt Coşkuner                       (Isparta) 

9) Mehmet Ali Özpolat                   (İstanbul) 

10) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur) 

11) Ali Rıza Ertemür                      (Denizli) 

12) Tekin Bingöl                            (Ankara) 

13) Sacid Yıldız                              (İstanbul) 

14) Atila Emek                               (Antalya) 

15) Muharrem İnce                         (Yalova) 

16) Durdu Özbolat                         (Kahramanmaraş) 

17) Şevket Köse                             (Adıyaman) 

18) Halil Ünlütepe                          (Afyonkarahisar) 

19) Rahmi Güner                            (Ordu) 

20) Fatma Nur Serter                      (İstanbul) 

21) Vahap Seçer                             (Mersin) 

22) Metin Arifağaoğlu                    (Artvin) 

23) Tansel Barış                             (Kırklareli) 

24) Rasim Çakır                             (Edirne) 

Gerekçe: Türkiye tahıl üretiminde % 11 pay ile buğday ve arpadan sonra üçüncü sırada yer alan mısır, üretimindeki artışa rağmen ülkemizin yurtiçi talebini karşılayamamaktadır. Üretim açığı ithalatla karşılanmaktadır. İthal edilen mısırların alındığı ülkelere bakıldığında, bunların insan ve hayvan sağlığında olumsuz sonuçlar yaratabileceği düşünülen genetiği değiştirilmiş ürünler olduğunu söylemek mümkündür.

Gümrüklerimizde girişlerin beyana dayalı olarak yapılması ve genetiği değiştirilmiş organizmaların analizini yapacak laboratuarların bulunmaması nedeniyle ülkemize giren mısırların bu anlamda nitelikleri bilinmemekte, ancak ithalatın yapıldığı ülkelerin dağılımına bakıldığında bu yöndeki kuşkular artmaktadır.

Ülkemize ithal edilen mısırın niteliği ile ilgili sorunların yanında üretim ve destek politikaları ile ithalat politikasında da yanlışlıklar yapıldığı söylenebilir.

Ülkemize ithal edilen mısırın niteliği ile ilgili sorunların yanında üretim ve destek politikaları ile ithalat politikasında da yanlışlıklar yapıldığı söylenebilir.

2004 yılında mısırın 2,5 YKR/Kg primle desteklenmeye başlaması ile ekim alanları ve üretimde önemli artışlar gerçekleşmiş ve üretim açığı 2005 yılında kapanmıştır. Verilen primler mısır üretiminin artmasında etkili olan faktörlerin başında yer almaktadır.

Ancak süreç içerisinde üretim artışına paralel olarak mısırın kullanım alanlarında artışlar olmuş, hayvancılık sektörünün en önemli girdisi olan yem üretimi için üretilen mısırın % 75'i kullanılır hale gelmiştir. Bu gerçekten yola çıkarak 2007 yılı ürüne verilen 2 YKR/Kg prim ile 2008 yılı ürüne verilen 4 YKR/Kg prim desteği, mısır üretiminde istenen artışın ve üretimde sürekliliğin sağlanması bakımından yeterli olmadığı gözlenmektedir.

2007 yılında 1,1 milyon ton mısır ithal edilmiştir. 2008 yılının ilk 8 ayında 1 milyon tonun üzerinde mısır ithalatı yapılmış, Gümrük Vergi Oranları bu ithalattan sonra artırıldığı için üretici-lerimizi koruyamamıştır. Mısır üreticisi 2008 yılında % 21 zararla ürün pazarlamak zorunda kalmıştır.

2008 yılında artan gübre ve mazot fiyatları nedeniyle mısırın üretim maliyeti 45 YKR/Kg'a çıkmıştır. Ancak 2008 yılında mısır ürünü için TMO tarafından 43 YKR/Kg fiyat açıklanmıştır. Yanlış ithalat politikaları nedeniyle mısırın piyasa fiyatı 30 YKR/Kg olarak gerçekleşmiştir. Doğal olarak kilosunu 45 YKR’ye mal eden üreticimiz Toprak Mahsulleri Ofisinin açıkladığı ve piyasada oluşan fiyatlar nedeniyle 2008 yılını zararla kapatmıştır.

Buna neden olarak desteklerin yetersizliğinin yanında en önemli faktör olarak Hükûmetin uyguladığı yanlış ithalat politikası gösterilebilir. Örneğin dünya mısır fiyatları 2008 yılının haziran ayından itibaren gerilemeye başlamıştır. Üreticilerimizin ürününü yoğun olarak pazarladığı döneme denk düşen bu dönemde gümrük vergi oranları % 50 olarak uygulanmıştır. Hasadın önemli bölümünün gerçekleştiği Kasım 2008’de gümrük vergi oranı % 130'a çıkarılmıştır. Üreticinin korun-ması açısından hasadın başlamasından iki ay önce yükseltilmesi gereken gümrük vergi oranlarının bu tarihte yükseltilmesi üreticimize yarar sağlamamıştır.

Mısır ithalatı ve ithalatın zamanlaması, artan girdi fiyatları nedeniyle mağdur olan çiftçilerimizin mağduriyetlerini artırmaktadır. Mısır üreticisini üretim maliyetinin altında satış yapmak zorunda bırakan yanlış üretim ve ithalat politikaları üreticileri mısır üretiminden uzaklaştırmaktadır. Ülkemizin artan mısır talebini karşılayacak potansiyele sahip olduğu düşünülürse üretimin artırılması ve üretim artışındaki sürekliliğinin korunmasının ne denli önemli olduğu görülebilir. Bunun için üreticilerin desteklenmesi, girdi maliyetlerinin aşağı çekilmesi ve sağlıklı bir ithalat politikası uygulanması gerekmektedir. Etkin ve zamanında yapılacak müdahaleler sağlıklı ve üreticilerimizi mağdur etmeyecek fiyatların oluşmasını sağlayacaktır. Hasat döneminde ithalat yapılmasının önüne geçilmesi bu anlamda ciddi bir önlem olacaktır. Mısır üretiminde ve ithalat politikasında tutarlı ve uzun vadeli politikaların oluşturulması gerekmektedir .

Yukarıda belirtilen gerekçelerle, mısır üretimi, desteklenmesi ve uygulanan ithalat politikaları ile ilgili sorunların ve alınacak tedbirlerin Yüce Meclisimizce tespiti amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasının yerinde olacağı kanısını taşımaktayız.

3.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 25 milletvekilinin, baz istasyonlarının insan sağlığı üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/329)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde cep telefonu kullanımının artmasıyla birlikte baz istasyonu olarak bilinen cep telefonu aktarıcılarının sayısında ciddi artış yaşanmaktadır. Gelişi güzel kurulmuş olan baz istasyonlarının insan sağlığı açısından oluşturduğu tehdit toplumumuzda ciddi endişelere neden olmaktadır. Baz istasyonlarının insan sağlığına verdiği zararların araştırılması, bu istasyonların konut, hastane, kreş okul, iş merkezi vb. yerlere göre dağılımının saptanması ve gerekli önlemlerin alınması için, Anayasa'nın 98’inci, TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

 1) Yılmaz Ateş                              (Ankara)

 2) Ensar Öğüt                                        (Ardahan)

 3) Kemal Demirel                          (Bursa)

 4) Birgen Keleş                             (İstanbul)

 5) Tayfur Süner                             (Antalya)

 6) Osman Kaptan                          (Antalya)

 7) Atila Emek                                (Antalya)

 8) Mevlüt Coşkuner                      (Isparta)

 9) Ahmet Ersin                              (İzmir)

10) Mehmet Ali Özpolat                 (İstanbul)

11) Ramazan Kerim Özkan            (Burdur)

12) Ali Rıza Ertemür                      (Denizli)

13) Sacid Yıldız                              (İstanbul)

14) Tekin Bingöl                            (Ankara)

15) Muharrem İnce                         (Yalova)

16) Durdu Özbolat                         (Kahramanmaraş)

17) Şevket Köse                             (Adıyaman)

18) Halil Ünlütepe                          (Afyonkarahisar)

19) Rahmi Güner                            (Ordu)

20) Fatma Nur Serter                      (İstanbul)

21) Ali Koçal                                  (Zonguldak)

22) Yaşar Ağyüz                            (Gaziantep)

23) Vahap Seçer                             (Mersin)

24) Metin Arifağaoğlu                    (Artvin)

25) Tansel Barış                             (Kırklareli)

26) Rasim Çakır                             (Edirne)

Gerekçe:

Ülkemizde cep telefonu kullanımının artmasıyla birlikte baz istasyonu olarak bilinen cep telefonu aktarıcılarının sayısı artmıştır. Artan talebi karşılamak amacıyla, GSM iletişimin kapsama alanını genişleten ve mikrodalga yayan bu cihazlar çevreye ve insan sağlığına zararları göz ardı edilerek okul, hastane ve evlerin çatılarına yerleştirilmektedir.

Baz istasyonları, elektromanyetik kirlilik oluşturarak çevreye; yaydığı mikrodalga ile hücrelerin kimyasının bozulmasına yol açarak insan sağlığına zarar vermektedir. Mikrodalga, sinir zarlarında ve hücre enzimlerinde bozulmalara ve DNA tahribine neden olmaktadır. Kanser yapıcı maddelerin hücreye girişini kolaylaştırmada veya mevcut kanserli ortamın yaygınlaşmasını hızlandırmada mikrodalganın etkisi büyüktür. Ayrıca, gözde çeşitli tahribatlar oluşturmakta, cinsel yaşama ve üremeye olumsuz etki etmekte, kulağa zarar vermekte, bağışıklık sisteminin çöküşünü hızlan-dırmaktadır.

Çevreye ve insan sağlığına zararları bu kadar açık olan baz istasyonları ile ilgili mevcut yönetmelik de çevreyi ve insan sağlığını koruyucu hükümler getirmede yetersiz kalmaktadır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2004/2954 esas no ve 2004/10516 sayılı kararı ile yönetmeliklere uygun olarak kurulup işletilen baz istasyonlarının bile "Uzun zaman diliminde insan sağlığında zarara neden olacağına", baz istasyonlarının yerleşim yerlerinden uzak, uygun bir yere taşınmasına hükmetmiştir. Ancak, uygulamada kararın hayata geçirilmediği görülmektedir.

Ankara'da gelişigüzel kurulmuş olan baz istasyonlarının toplum ve insan sağlığı için oluşturduğu tehditlerin ortaya çıkartılması ve gerekli önlemlerin alınmasını içeren 19 Ağustos 2007 tarihli soru önergeme Ulaştırma Bakanlığı tarafından verilen yanıtta "Baz istasyonlarının sağlığa zararlı olduğuna yönelik herhangi bir bilimsel ispat elde edilememiştir." yönünde bir açıklama yapılarak, bu istasyonların konut, bahçe, hastane, kreş, okul, iş merkezi vb. yerlere göre dağılımına ilişkin veri bulunmadığı belirtilmiştir. Bu konuda verdiğim iki soru önergesine ilgili bakanlıkça verilen yanıtlar 30 Temmuz 2008 tarihli itibariyle sadece Ankara'da 2.629 adet baz istasyonu olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer illerimizde de durum bundan farklı değildir.

Amerika'da çevre koruma ajansı EPA, mikrodalgaları kanser yapıcı olarak ilan etmiş, 1975'ten 1995'e kadar beyin tümörlerinin giderek arttığı Fransa bu artışın mikrodalgaya bağlı olduğunu bildirmiştir. Amerika'da çıkarılan bir yasayla baz istasyonlarının okul ve evlerin üzerine dikilmesi yasaklanmıştır.

Yakın zamanda ihalesi yapılan 3G adı verilen üçüncü nesil kablosuz teknoloji nedeniyle baz istasyonu sayısında artma yaşanacaktır. Bu nedenle, hayatımızı büyük tehlike altına sokan baz istasyonlarının yönetmeliğin aksine insanların toplu yaşadığı yerlere yerleştirilmesinin önüne geçmek amacıyla yeni düzenlemelere gidilmesi ve konunun detaylı olarak araştırılması büyük önem arz etmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

B) Önergeler

1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Muhtarların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/229) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/119)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2/229 Esas Numaralı Kanun Teklifim 45 gün içinde Komisyonda görüşülmediğinden İç Tüzüğün 37. Maddesi gereğince doğrudan gündeme alınması konusunda gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                               Ensar Öğüt

                                                                                                                 Ardahan

BAŞKAN – Teklif sahibi olarak Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt.

Sayın Öğüt, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; muhtarların maaşlarının artırılması ve sosyal güvencelerinin iyileştirilmesiyle ilgili vermiş olduğum kanun teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, muhtarlar, doğumdan ölüme kadar vatandaşlarımıza hizmet eden insanlardır. Evlendirme görevlerini yerlerine getirirler, köyde insanları evlendirirler, para almazlar. Postacı gelir, evrakı muhtara bırakır, postacının evrakını muhtar en iyi şekilde götürür sahibine verir. Askerlikle ilgili, yoklamayla ilgili, kaçak, yoklamayla ilgili kâğıtlar gelir, götürür vatandaşa iletir. Nüfus cüzdanıyla ilgili değişiklik olur, ikametgâh ilmühaberi; bunları sağlar, verir. Her ay içinde doğan, ölen, evlenenleri kayıt yapar, bir de göç verenleri. Köye icra geldiği zaman icra memurunun önüne düşer, gider, icra memuru gibi işlem gösterir. Mahkemeyle ilgili bir evrak geldiği zaman, şahitleri, müştekileri, suçluları, mahkûmları, bunları bulur ve adalete teslim eder. Hele, doğu ve güneydoğudaki muhtarlara, bir de göç etmiş, otuz yıl önce, yirmi yıl önce göç etmiş insanları sordukları zaman “Ben anlamam, bunu bulup getireceksin.” deyip ve muhtara da her türlü zorluk çıkartılır. Yani göçle ilgili ne kadar kayıp insan varsa da sorumlusu muhtar olur. Eğitimle ilgili, kız çocuklarının zorunlu eğitimiyle ilgili, biliyorsunuz muhtarlar sorumlu tutuluyor ve okula götürmesini sağlıyorlar. Kadastro çalışması olur, muhtarlar sağlar. Seçimlerle ilgili liste açıklamaları, listeleri, düzenlemeleri seçim kurullarına vermeleri, bütün şeyler muhtardan geçer. Tarım ve Orman Bakanlığı ve hayvancılıkla ilgili konular olursa muhtar sorumludur. Sağlıkla ilgili, sağlık ocağıyla ilgili, ebe, hemşire, doktor, gelen, giden, ölen, kalan, kim varsa muhtar…

Şimdi, burada, muhtarlar hakikaten çok zor durumda. Muhtarların istediği ne? Muhtarlar diyor ki: “Biz 290 TL para alıyoruz ayda, BAĞ-KUR’a 300 TL ödüyoruz yani almış olduğumuz para BAĞ-KUR’a gidiyor.” Her muhtarın şu anda 20-30 milyar lira… Ben görüştüm Muhtarlar Derneği Genel Başkanıyla, diğer muhtarlarla da görüştüm, her muhtarın 20-30 milyar lira BAĞ-KUR’a borcu var arkadaşlar ve bu adamlar bu kadar hizmet yapıyorlar. Bu borçların faizlerinin silinip anaparanın taksite bağlanması lazım. Onun dışında, mutlak surette, muhtarların asgari ücret alması lazım yani asgari ücrete otomatikman bağlanması lazım. Bu kanun teklifim budur.

Umuyorum, iktidar partisi muhtarlara oy verir, muhtarların kanunu çıkar, muhtarlar da iktidar partisine oy verir. Şimdi göreceğiz, bu kanun teklifine hangi parti oy veriyorsa muhtarların da ona, o partiye oy vermesini istiyorum ben.

Evet, şimdi, muhtarlarım şunu diyor: “Biz KÖYDES olsun, diğer, şehircilikle ilgili olsun her konuda il genel meclisi ve belediyeye, belediye toplantılarına girmek istiyoruz.” Ben Ardahan’da bir toplantı yaptım. Belediye başkan adayımız Yalçın Taştan’la, Posof’taki Şükrü Bozyiğit’le, Damal’da Gülcemal Fidan’la, Hanak’ta Murat Zorba’yla, Çıldır’da Nurettin Aygün’le, Göle’de Sancar Öztürk’le bir toplantı yaptık ve bir karar aldık. Bundan sonra belediye meclisi toplantılarında muhtarlar toplantılara katılacak. Katılımcı modeli geliştireceğiz. Danışma kurulları oluşturarak muhtarlarla beraber şehir yönetilecek. İşte bu modeli mutlak surette Türkiye'nin her tarafında yapmamız lazım çünkü muhtarsız olmaz. Mahallenin sorununu en iyi bilen muhtardır. Hiçbir mahalleli… Mesela, örnek veriyorum şimdi: Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere diğer illerde de hiçbir mahallede muhtar evi yok arkadaşlar. Yani, gidin işte… Muhtarın evi yok. Gidin, yani muhtarı bulacaksınız, bizim orada öyle, ya kahve köşesinde bulursun ya evinde bulursun ya da başka bir yerde bulursunuz. Ama yani muhtara ev yapmak fazla bir para değil ki! Ama biz bunlara mutlak surette katılımcı modelle her mahalleye, her köye bir muhtar evi yapacağız. Orada hem bayrağımız olacak hem devleti temsil eden, cumhurbaşkanını temsil eden muhtarımız olacak. İşte bu modeli mutlak surette geliştirmemiz lazım ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu yerel seçimlerde bunları mutlak surette yapacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Öğüt, devam edin.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – Arkadaşlar, icra takipleri derhâl dursun ve muhtarlarımıza kolaylıklar yapılsın. Muhtarlar kamu kuruluşlarında… Mesela şimdi, muhtar geliyor Anadolu’dan Ankara’ya. Kamu kuruluşu sosyal tesislerinde pahalı yatıyor. Yani memura ödenen, verilen ücret muhtara verilmiyor. Onun için, muhtara da aynı, memura uygulanan ücret uygulansın.

Bir de, en önemlisi, muhtarlar görevini bıraktıktan sonra, arkadaşlar, silah ruhsatının harcının taşımalı harçtan alınması lazım. Ona daha yüksek bir harç istiyorlar, harç istedikleri için de çoğu muhtar ödeyemiyor, ödeyemediği için de şeyde kalıyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Efendim, tabii ki sen Doğu ve Güneydoğu’da gel muhtarlık yap, o zaman seni göreyim ben! Sen ne konuşuyorsun! Yolu kapanmış, izi kapanmış, altı ay şeyde kalmış. Kurtlar yiyor adamı! Sen gel de Doğu Anadolu’yu gör bakalım.

Değerli arkadaşlar, sonuç olarak, yüce Parlamentodan muhtarlarımızın maaşlarının düzeltilip asgari ücret olarak belirlenmesini ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bitirir misiniz efendim.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) – …kanun teklifimin kabul edilmesini; kanun teklifine oy verirseniz muhtarlar da size oy versin, oy vermezseniz muhtarların da oy veren partiye oy vermesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Tehdit ediyorsun!

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öğüt.

Önerge üzerinde Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk.

Sayın Öztürk, buyurun efendim.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verilen kanun teklifinin amacı muhtarların ekonomik ve sosyal durumunu bir nebze olsun yükseltmektir.

Bilindiği gibi, mahalle ve köyler demokrasinin en küçük birimleridir, tüm yük onların üzerindedir. Mahalle ve köylerde yaşayanların tüm yükünü de o mahalle muhtarlarımız ve köy muhtarlarımız çekmektedir. Köydeki ve mahalledeki tüm sorunlar iğneden ipliğe muhtarların derdidir. Hanımı doğuramayan kişi muhtara koşar. İneği doğuramayan, keçisi doğuramayanlar yine muhtara koşar. Keçisi kaybolan muhtara koşar. Jandarmayla bir sorun olsa muhtara koşar. Buna rağmen, muhtarlarımıza verilmekte olan maaş 290-300 TL gibi bir ücret ancak, sosyal güvenlik primi ise kademelerine göre 310 liradan başlayıp 400 liraya kadar gitmektedir.

Bilindiği gibi, ülkemizde herkesin geçimini sağlayacak asgari düzey belirlenmiştir, asgari ücrettir. Bu asgari ücreti muhtarların da alma hakkı vardır. Asgari ücret altında çalıştırmak yasaktır. İlçeleri kaymakam yönetir, illeri vali yönetir, onların belirli maaş düzeyleri vardır ama demokrasinin en küçüğü, olmazsa olmazı olan, köy ve mahalleleri yöneten muhtarlarımızın ise gelirleri çok komiktir. Bunu herkes kabul ediyor ama düzeltmeye gelince nedense bu düzeltilmiyor. Şimdi, buradaki, verilen, arkadaşımızın ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin verdiği kanun teklifi buna yöneliktir. Diğerlerinde olduğu gibi asgari bir ücret alınsın, asgari ücret alınsın, bundan sosyal güvenlik primi kesildikten sonra ellerine net asgari bir ücret geçmesi sağlanılmaktadır.

Bilindiği gibi köy ve mahalleler olmadan büyük yerleşim birimleri olmuyor, bunlar –demin de söyledim- demokrasinin en küçük birimleri, küçük taşlar olmadan büyük taşlarla ev yapılmaz. Önemli olan, öncelikle bu demokrasinin temelini sağlam tutmaktır. Muhtarlarımız sadece bu aldıkları çok cüzi parayla kendi beldesinde veya mahallesinde oturan insanların ihtiyaçlarını karşılamak bir yana -hepimiz biliyoruz ki- dışarıdan gelen misafirlerin de giderlerini, yemelerini içmelerini çoğu yerde de muhtarlar karşılamaktadır. O nedenle, muhtarlara sahip çıkmak bu Parlamentonun en asli görevlerinden birisidir. Muhtara sahip çıkmak demokrasiye sahip çıkmak demektir. Eğer gerçekten muhtarlarımız insanca yaşam koşullarının altında bu görevlerini yapmayı sürdürüyorlar ise bu çok acı bir durumdur. Bu durumu derhâl düzeltmemiz gerektiğini ben düşünüyorum.

O nedenle, hiçbir parti ayrımı gözetmeksizin AKP, MHP ve CHP milletvekillerinin bu kanun teklifinin doğrudan gündeme alınmasını desteklemelerini, doğrudan gündeme alınmasını desteklemekle kalmayıp bunun bir an önce, ivedilikle çıkarılmasını ve bu konuda herkesin destek vermesini ben tüm muhtarlar adına talep ediyorum değerli arkadaşlarım.

Şimdi başka bir konu, tabii, muhtarların üstünde siyasi iktidarın baskısı var, her dönem oluyor belki ama bu dönem daha çok oluyor. Siyasi iktidar, kendi yandaş medya yaratma alışkanlığını sürdürdü ve kendi yandaş medyasını yarattı. Şimdi, muhtarların üzerinde de yandaş muhtarlar yaratmaya başlıyor ve giderek de Sayın Adalet Bakanımızın söylediği gibi, yandaş yerel yönetimler, yerel belediyeler yönetmeye başlıyor.

Burada sabah da tartışıldı, Sayın Bakan onu mu dedi, bunu mu dedi, yok onu demek istemedim, bunu demek istedim… Sayın Bakan Adalet Bakanıdır, ne demek istediği, gazetelerde, televizyonlarda görüldü. Ben, Adalet Komisyonunun bir üyesi olarak Sayın Bakanın ne söylediğini akşam televiz-yondan izlediğimde irkildim değerli arkadaşlarım, irkildim. Belki başka bir bakan bunu söyleseydi, bir yerde makul ve meşru görebilirdim ama Adalet Bakanının buna böyle laflar sarf etmiş olmasından son derece üzüldüm. Zaten, bakın, burada da söylüyor “Adalet bu mu Sayın Bakan?” diyor.

Adalet Bakanı, sadece siyasi bir davranışta bulunmakla kalmamış, insanları tehdit etmekle kalmamış, Anayasa’nın 10’uncu maddesini, 126, 127’nci maddelerini açıkça ihlal etmiştir. Anayasa’mızın 10’uncu maddesi “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun davranmak zorundadır.” demektedir. Sayın Adalet Bakanımız, Anayasa’mızın bu temel ilkesini bilen bir insandır, en azından, bilebilecek durumda olan bir insandır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen konuşmanızı tamamlayın.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Bu konuşma Sayın Adalet Bakanına yakışmamıştır. Adalet Komisyonunun bir üyesi olarak Sayın Adalet Bakanının bu konuşmasını yakıştıramadığımı ve kendisini ayıpladığımı belirtiyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım, peki efendim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.39

 

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.58

BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 61’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verdiği doğrudan gündeme alma önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü soru önergeleriyle diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu ve 25 Milletvekilinin; Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi; Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur ve 8 Milletvekilinin; Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş ve 5 Milletvekilinin; Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu ve 25 Milletvekilinin; Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi; Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur ve 8 Milletvekilinin; Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş ve 5 Milletvekilinin; Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ile Anayasa Komisyonu Raporu (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu Teklifi) (2/211, 2/112, 2/311) (S. Sayısı: 328)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3'üncü sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları…

3.- Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/543) (S. Sayısı: 263)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu.

4.- Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/496) (S. Sayısı: 100)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu.

5.- Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/675) (S. Sayısı: 330)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

6’ncı sırada yer alan, Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Sadık Badak ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu.

6.- Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Sadık Badak ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/283, 2/270, 2/277) (S. Sayısı: 272) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet buradalar.

Komisyon raporu 272 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, Komisyon Raporu burada. Bu Komisyon Raporu’nda imzalara baktığımız zaman “Muhalefet şerhi eklidir.” denmesine rağmen herhangi bir muhalefet şerhi yok. Dolayısıyla, neden olmadığı konusunda da Komisyon Raporu’nda herhangi bir bilgi söz konusu değil. Bu bakımdan bu Komisyon Raporu tekemmül etmiş sayılamaz. Bu konunun tezekkür edilmesini istirham ediyorum. Komisyon Raporu’nda da muhalefet şerhiyle ilgili herhangi bir bilgi yer almamaktadır.

BAŞKAN – Komisyon Başkanına soralım efendim.

Buyurun efendim, bir izahatta bulunur musunuz.

                               

(x) 272 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Açıklayayım Sayın Başkanım.

Değerli Başkanım, değerli Genel Kurulum; imza bölümlerinde muhalefet düşüncesinde olan arkadaşlar “Muhalefet şerhimiz eklidir.” diyorlar. İç Tüzük’ümüzün, sanıyorum, 42’nci maddesine göre makul süre içerisinde muhalefet şerhlerinin Komisyonumuza vasıl olması lazım, ulaşması gerekir. Komisyon Başkanı olarak bu gibi durumlarda muhalefet şerhi olan arkadaşları yegân yegân, tek tek arıyorum, Komisyonuma öngörülen sürede, makul sürede -süreyi de veriyorum, zabıtlarda bellidir- Komisyonuma ulaşmaması hâlinde yayınlanmak üzere aşağıya indiriyorum, basılmak üzere Başkanlığa gönderiyorum.

İç Tüzük hukukunun yapısına göre herhangi bir aykırılık yoktur. Rapor teessüs ve teşekkül etmiştir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Raporda bu husus yer almış değil. Bu sürenin verildiğini, süresinde yerine getirilmediğini ifade etmek… Şimdi, “eklidir” diyor efendim burada.

BAŞKAN – Ama burada “Muhalefet şerhi eklidir.” diye…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bu “eklidir…” Eğer muhalefet şerhi ekli değilse “eklidir” yazılmaz.

BAŞKAN – Zamanında vermedikleri için herhâlde, değil mi efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tekrar açıklayayım.

BAŞKAN – Siz bir açıklama yapar mısınız Sayın Başkan.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – “Eklidir.” ibaresi muhalefet şerhi iradesini ortaya koyan arkadaşa ait bir metindir, ben dokunamam.

İki: Komisyon raporunu yazdıktan sonra artık muhalefet şerhi gelmedi, geldi gibi bir şeyi ekleme yetkisine de sahip değilim ve ortada herhangi bir…

Uygulama da bu yöndedir, ortada bir usuli mesele yoktur Sayın Başkanım, işleme geçelim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanın bu ifadeleri soyuttur. Ben komisyon raporunu görüşüyorum. Bu komisyon raporu da bu hususa dercedilmiş değildir.

BAŞKAN – Efendim, oradan muhalefet ettikleri belli zaten.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır efendim, muhalefet…

BAŞKAN – Ama göndermemişlerse, zamanında vermemişlerse…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, biz komisyon raporunu görüşüyoruz. Ben, Sayın Başkanın…

BAŞKAN – Bu rutin yazılan bir şey değil mi, rutin olarak?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tabii efendim, emsal de böyle efendim.

BAŞKAN – Emsali olan, rutin olarak yazılan bir şey.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Emsal de böyle tabii, emsal de böyle.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır Sayın Başkanım, bakın “komisyon raporunda bununla ilgili hiçbir bilgi…” deyince, Sayın Başkanın bu tür soyut ifadeleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir rapor görüşülemez. Öyle bir şey olabilir mi efendim? Rapor bu. Bu raporda “eklidir” diyor, ekli değildir. Dolayısıyla, bu konuyla ilgili komisyon raporunda komisyonun görüşünün yer alması gerekiyordu. Ben raporu görüşüyorum.

BAŞKAN –Sayın Vural, yani süre verilmiş şeye muhalefet şerhi verilmesi için…

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, ben verilip verilmediğini bilmiyorum, ben raporu görüşüyorum.

BAŞKAN – Sayın Başkan, verilmedi mi? Yani siz izah eder misiniz efendim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ben raporu görüşüyorum efendim. Rapor “eklidir” diyor. Şimdi, rapor “eklidir” diyorsa ekinde rapor lazım, yoksa, olmadığına ilişkin bir beyan lazım. İkisi de yok.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – “Eklidir” yazmamak lazım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani komisyon raporunu görüşüyoruz.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Arz edeyim.

BAŞKAN – Tekrar buyurun efendim.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sayın Başkanım, komisyon görüşmeleri komisyona ve herkese açık. Muhalefet şerhinin ne zaman verileceği hususu İç Tüzük’ün 42’nci maddesinde tanzim edilmiştir ve ben süre veriyorum, vermezsem zaten Tüzük kanuni süre veriyor, normatif süre veriyor -Tüzük- ve bana böyle bir isnat demeyeceğim…

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Vural…

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bana gelmeyen muhalefet şerhinin aşağıya gönderilmediği anlamına gelir. Muhalefet şerhi taşıyan arkadaşlar buradadırlar. Böyle bir muhalefet şerhi gelmiş de göndermemişsem ancak o durumda fiilî durum dermeyan edilebilir.

BAŞKAN – Sayın Vural, şimdi o…

OKTAY VURAL (İzmir) – Muhalefet şerhleri komisyona verilir. Muhalefet şerhinin verilip verilmediği konusunda komisyonda bir hüküm yoktur.

BAŞKAN – Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, ben şunu söyleyeyim: Sayın Başkan, tabii böyle bir uygulama olabilir, doğru da kabul edebilirim ama “Eklidir.” diyor.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ben demiyorum, arkadaşınız diyor.

BAŞKAN – Onu komisyon dememiş efendim.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Senin beyanın, arkadaşın beyanı.

OKTAY VURAL (İzmir) – “Eklidir.” diyor ve muhalefetle ilgili, komisyon raporunda, herhangi bir görüş yok. Ben, komisyonda bunu nasıl müzakere edeceğim?

BAŞKAN – Efendim, süre verilmiş…

OKTAY VURAL (İzmir) – Nerede yazıyor?

BAŞKAN – Süresi içinde verilmemişse ne kadar bekleyecekler gelmesi için?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Süreli değil mi efendim?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Süre verilmiştir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bana süre verildiğine ilişkin komisyon raporunda bir bilgi verin, kabul edeyim, amenna…

BAŞKAN – Sayın Komisyon Başkanı “Süre verilmiştir.” diyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Son oylamaya katılmamış Sayın Başkan, toplantıya katılmamış zaten. İç Tüzük 42’de yazıyor.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yazıyor efendim.

BAŞKAN – Yazıyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Üçüncü fıkra Sayın Başkanım. Son toplantıya katılmamış Değerli Milletvekili.

BAŞKAN – Sayın Vural, burada bir usulsüzlük yok. Yani bir kelime…

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim diyor ki: “…gerekçeli muhalefetlerini de yazarak raporu imzalayabilirler. Bu durumda olan üyelerin son toplantıya katılamadıkları belirtilir.” Zaten yazıyor, son toplantıya katılamamış diye yazıyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ama muhalefet şerhi verilmemiş Sayın Milletvekili.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ben raporu görüşüyorum Sayın Başkan, ben Sayın Başkanın iradesini görüşmüyorum burada. Olmuş da olabilir elbette. “Vardır.” diyor, yok.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani “Muhalefet şerhi var.” diyor ama muhalefet şerhi yok.

BAŞKAN – Sayın Vural, birleşime beş dakika ara veriyorum, müzakere edelim bunu efendim.

 

Kapanma Saati: 17.08

 

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.21

BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 61’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

272 sıra sayılı Teklif’in görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet buradalar.

Sayın milletvekilleri, rapora muhalefet için yeterli sürenin verildiği anlaşılmıştır, konu tezekkür edilmiştir.

Şimdi teklifin tümü üzerinde söz isteyen grupları arz ediyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Osman Kaptan…

Sayın Kaptan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşülmekte olan 272 sıra sayılı kanun değişiklikleri hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın arkadaşlar, vatandaşlarımız tarafından gerek özel kişilere ait taşınmazlar gerekse hazinenin mülkiyetindeki veya devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlar ecri misil ödenerek veya ödenmeyerek kullanılmaktadır. Bu durum Türkiye'nin bir gerçeğidir. 1 Haziran 2005 tarihine kadar sadece özel mülkiyete konu taşınmazların izinsiz kullanılması hâlinde olay sanıkları haklarında o tarihte yürürlükte olan TCK’nın 513’üncü maddesinden işlem yapılmaktaydı. 1 Temmuz 1926 tarihinden 1 Haziran 2005 tarihine kadar yaklaşık seksen yıldır bu şekilde uygulama yapılmıştır. 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK’nın 154’üncü maddesinin birinci fıkrası ise uygulamada ciddi sorunlar meydana getirmiştir.

Birincisi: Turizm yörelerinde sorun yaratmıştır.

İkincisi: Kentsel ve kırsal kesimde sorunlar yaratmıştır.

Üçüncüsü: Defterdarlık personelinin görevlerinde sorunlar yaratmıştır.

Dördüncüsü: Mahkemelerin yükünü artırarak sorun yaratmıştır.

Sayın arkadaşlar, 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK’nın 154’üncü maddesinin birinci fıkrası ile özel mülkiyete konu olmayan ve kamu tarafından her zaman korunması mümkün ve de gerekli olan taşınmazlar kapsama alınmıştır. Bu maddenin uygulamaya girmesiyle birlikte turizmciler için hapis yolu da gözükmüştür. Turizmciler turistler için kullandıkları sahillere ecri misil bedeli ödedikleri hâlde Maliye Bakanlığı tarafından mahkemeye verilmeye, mahkemeler de hapis cezası vermeye başlamıştır. Bu konuda açılan yüzlerce dava mahkemelerde devam etmektedir. Alanya, Side, Belek, Antalya Merkez ve Kemer’deki turizmciler mahkemelerin sonucunu beklemektedirler. Bütün turizmciler tedirgindir. Sadece Antalya’da 400’den fazla turizmci hapis cezasıyla karşı karşıyadır. İzmir Menderes’te de 1.200 kişi hakkında dava açıldığı basında yer almıştır.

Sayın milletvekilleri, eskiden konaklama tesisleri turistler için kullandıkları sahile ecri misil bedeli ödüyor ve mahkemeye verilmiyorlardı. Yeni uygulamada TCK’nın 154’üncü maddesi turizmcilerin korkulu rüyası olmuştur.

Bu konuda, Manavgat Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Doktor Şükrü Vural, “Ülkemizin bacasız sanayisi olarak nitelendirilen turizm sektöründe, Maliye Bakanlığının açmış olduğu ecri misil davaları yüzünden dört yüz turistik tesis, müşterilerine kullandırdıkları sahillerden yararlanamaz hâle gelmiştir, turizmci bu durumun yurt dışı pazarlarına yansıması hâlinde satışların doğrudan etkile-neceği endişesine kapılmıştır.” diyor.

Sayın arkadaşlarım, ülkemize gelen turistlerin yüzde 99’una yakını denize girmek, sahilde, kumda güneşlenmek ve dinlenmek için geliyorlar. Bu ihtiyacı karşılamak için turizmcilerimiz büyük yatırımlar yapmışlardır. 36 milyar dolarlık sektör yatırımının 16 milyar doları Antalya’dadır. Turizmciler büyük paralar harcayarak yaptıkları otellerin, tatil köylerinin önündeki sahile şezlong, şemsiye koyarak, yeme içme hizmetleri vererek turistlere hizmet vermekte ve devlete ecri misil ödemektedirler. Antalya 640 kilometrelik sahiliyle İstanbul’dan sonra Maliyeye en fazla ecri misil ödeyen ilimizdir. Sadece Manavgat ilçemizde ödenen ecri misil, Kahramanmaraş ilimiz ölçeğindeki illerin verdiği yıllık vergiden daha fazla vergi vermektedir. Geçen yıl bu ilçemizde 14 turizmcimiz hapis cezası almış, 20 Ocak 2009 duruşmasında da 50’den fazla otelci hapis cezasıyla karşı karşıya gelmiş, diğer davalar da devam etmektedir.

Sayın arkadaşlarım, ülkemizin geleceğinde ve gelişiminde son derece önemli olan turizm sektörü 2008 yılında dünya turizm pazarında onuncu sırada yer almıştır, 2010 yılında beşinci, 2020 yılında ise üçüncü sırada yer alması hedeflenmektedir. 2008 yılında ülkemize 26 milyon turist gelmiş, 21 milyar dolar gelir elde edilmiştir.

Turizmcilerin desteklenmesi, önlerinin açılması gerekirken otelcilere ”Turistleri denizsiz, kumsalsız, güneşsiz ağırlayın.” diyemeyiz, dersek dünyada gülünç duruma düşeriz. Turizmciler otellerinin önündeki sahile el koymuyorlar, şezlong, şemsiye koyuyorlar, karşılığında da ecri misil ödüyorlar. El koyan varsa elbette cezalandırılmalıdır. Bu konuda ilgili kanunlar zaten yürürlüktedir.

Örneğin, özel mülkiyete konu olmayan kamuya ait devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazların izinsiz kullanılmaları hâlinde, taşınmaz orman sınırları içinde ise hâlen yürürlükte olan 6831 sayılı Orman Kanunu, korunması gereken kültür ve tabiat varlıkları kapsamında bir alan ise 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, kıyı-kenar çizgisi içinde veya bitişiğinde ise 3621 sayılı Kıyı Kanunu, ruhsat almadan veya ruhsata aykırı bina ve yapılar için ise 3194 sayılı İmar Kanunu ile TCK’nın 184’üncü maddesinden işlem yapılmaktadır. Mera veya sulak alanlar ise yine kendi kanunları çerçevesinde korunmakta ve oluşan ihtilaflar kendi kanunları çerçevesinde çözümlenmektedir. Gerçek ve tüzel kişilerin zilyet oldukları taşınmazlara bir müdahale iddiası olduğu zaman da 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun veya müdahalenin meni türü hukuk davalarıyla çözümlenmektedir. 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 75’inci maddesi ve bu maddenin verdiği yetkiler çerçevesinde idari makamlar da kullanım bedellerini tahsil edebilmekte veya tahliyelerini sağlayabilmektedirler.

Sayın arkadaşlarım, TCK 154’ün 1’inci fıkrasının uygulanmasında kazanan taraf yoktur, kaybeden taraf vardır. Bu uygulamanın devam etmesi hâlinde turizm gelirimiz azalacaktır, Maliye Bakanlığı da ecri misil gelir kaybına uğrayacaktır. Devlet gelir kaybına uğrayacak, turizmci de hem gelir kaybına uğrayacak hem de hapis yatmak zorunda kalacaktır. Ülkemizdeki 473 bin hektar 2/B arazisini ve kamuya ait diğer arazileri yıllardan beri kullanan, imar eden, eken, biçen, üzerinde ev yapan İstanbul Sultanbeyli, Antalya Varsak, Kepez ve benzer yerlerde yaşayan vatandaşlarımıza hapishane yolu gözükmüştür. Ecri misil ödeseler dahi kurtulamayacaklardır. Kentlerdeki sorunlar bir yana, Anadolu’muzun bir köyünde hazine arazisi üzerine dört beş keçisi için bir ağıl yapan çoban veya iki ineği için baraka yapan köylümüz hakkında da bu maddeden dava açılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Maliye Bakanlığı defterdarlık görevlilerinin TCK’nın 154’üncü maddesine göre kamu arazilerini işgal edenler hakkında cumhuriyet savcılarına suç duyurusunda bulunmaları, ihbar etmeleri gerekmektedir. İhbar etmezlerse, yine TCK’nın 279’uncu maddesine göre görevi ihmal suçundan altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla yargılanırlar. Bu durumda, Millî Emlak personeli, sahildeki turizmciyi de dağdaki çobanı da kırk elli yıldır üzerinde ev yaparak oturan kişileri de savcılığa ihbar etmek zorundadır, yoksa kendisi de hapse girecektir.

Örneğin, Antalya Beldibi’nde yüz altmış beş yıldır, dört kuşaktır üzerinde ev yapılıp ikamet olarak kullanan, 1843 doğumlu babasının dedesinden kalan 1.540 metrekare alan için torun Mehmet Talih, hakkı olmayan yere tecavüz etmek suçundan 11/2/2008 tarihinde Batı Antalya Emlak Müdürlüğü tarafından mahkemeye verilmiştir, Kemer Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, ayrıca yeni TCK’nın 154’üncü maddesinin uygulanması mahkemelerin yükünü de artırmıştır. Bir örnek vermek istiyorum: Antalya Kemer ilçesi Asliye Ceza Mahkemesinde 9 Mayıs 2008 günündeki duruşma listesinde 43 dava yer almaktadır. Bunun 24 tanesi hakkı olmayan yere tecavüz davasıdır yani 9 Mayıs 2008 günündeki Kemer Asliye Ceza Mahkemesindeki 43 davanın 24 tanesi hakkı olmayan yere tecavüz davasıdır yani bir gündeki duruşma listesinin yarıdan fazlası TCK 154/1’den açılmış davalardır. Mahkeme yüklerini ne kadar artırdığını da bu örnek göstermektedir.

Yine Antalya Kemer ilçesinde 800 civarında kişi mahkemeye verilmiştir; hepsini de ihbar eden, elbette görevinin gereği, Antalya Valiliği Batı Antalya Emlak Müdürlüğüdür; hepsinin suçu ise hakkı olmayan yere tecavüz etme, sevk maddesi de TCK 154/1’dir. Bu kişiler, çoğu 300 ile 1.700 metrekare büyüklüğünde olan kullandıkları alanlar için, bir kısmı atalarından intikal ettiğini, bir kısmı hazineye ait olduğunu bilmediklerini, bir kısmı otuz kırk yıldır kullandıklarını ve başkalarından satın aldıklarını ve hepsi de vergilerini ödediklerini mahkemede beyan etmektedirler.

Sayın arkadaşlar, bir başka örnek daha vermek istiyorum: Domaniç asliye hukuk hâkimi, adalet mensuplarının adalet.org web sitesinde bu konuda bir soru soruyor, diyor ki: “Sanık, maliye hazinesi adına tapuya kayıtlı araziye tahtadan küçük bir baraka yapmış. Sanık hakkında, hakkı olmayan yere tecavüz suçundan, TCK 154’ten kamu davası açıldı. Bu davada barakanın da müsaderesi istenmiş. Yargılama devam ederken sanık barakayı yıkıyor.

1) Suç oluşur mu?

2) Barakanın müsaderesi mümkün müdür?

3) Müsaderesi mümkünse, sanık tarafından baraka yıkıldığından ne yapmak gerekir?” diye soruyor.

Örneklerde de görüldüğü gibi, sorun, sadece turizmcilerin, sadece kentsel ve kırsal kesimdeki vatandaşlarımızın sorunu değil, defterdarlıkların, hâkim, savcı ve mahkemelerin de sorunu hâline gelmiştir.

Bu sorunları çözmek için TCK 154’üncü maddenin 1’inci fıkrasının değiştirilmesi gerek-mektedir. Bu nedenle ben ve Cumhuriyet Halk Parti Antalya Milletvekili arkadaşlarım kanun değişiklik teklifini hazırladık. AKP Antalya Milletvekili Sayın Sadık Badak ve MHP Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Yıldız da teklifimize imza koymuşlardır.

Getirdiğimiz teklifteki yenilik, 1 Haziran 2005’ten önceki, seksen yıldır uygulanan duruma dönülmesi ve suçun şikâyete bağlı hâle getirilmesidir. Altı aydan üç yıla kadar olan hapis ve bin güne kadar olan adli para cezalarında herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Teklifimiz Adalet Komisyonunda görüşülerek kabul edilmiştir.

Antalya Kepez’le ilgili sorunların çözümü yönündeki teklif üzerine 2’nci maddede konuşacağım için, teklifin tümü üzerine yaptığım bu konuşmada Antalya Kepez konusuna değinmiyorum.

TCK’nın 154’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının değiştirilmesine ilişkin kanun teklifimizin kabul edilmesini yüce Meclisten saygılarımla diliyorum.

Sayın arkadaşlarım, sözlerimi bitirirken, Sayın Adalet Bakanımız da buradayken bir şey söylemek istiyorum. Malum Antalya Milletvekiliyim. Sayın Bakan, Antalya’da, Gazipaşa’da, Alanya’da Hükûmete destek vermeyen yerlerin belediyelerine destek vermeyiz anlamında açıklamalar yapmıştır.

BÜLENT BARATALI (İzmir) – Büyük talihsizlik tabii!

OSMAN KAPTAN (Devamla) – Evet, büyük talihsizlik!

Şimdi, Sayın Başbakan da, 21 Şubat, Diyarbakır’da “Ayrımcılık en çok altını çizdiğim kırmızı çizgidir.” diyor. Şimdi, Sayın Başbakanın dediği mi doğru, değerli arkadaşlarım, yoksa Sayın Bakanın dediği mi doğru, yoksa sayın bakanlar Sayın Başbakanı mı dinlemiyor?

Sayın arkadaşlar, Sayın Bakana yakışmayan bir ifade bu, hele hele Sayın Adalet Bakanına yakışmayan bir ifade; tehdit, şantaj ve bir kayırmacılığa yönelik bir ifade.

Anayasa’mıza göre hepimiz biliyoruz ki genel seçimlerde adalet bakanı, içişleri bakanı ve de ulaştırma bakanı istifa ediyorlar. Yerel seçimlerde ise bu bakanlar istifa etmiyor. Ama bu örnek gösteriyor ki, demek ki yerel seçimlerde de bu bakanların -adalet bakanının, içişleri bakanının ve ulaştırma bakanının- istifa etmesi gerekiyor.

Şimdi, Sayın Bakan, destek verilmemesinden söz ediliyor. Ama, değerli arkadaşlar, ben biliyorum ki bizim Antalya’da Muratpaşa Belediyesi on yıldır Cumhuriyet Halk Partili bir belediye başkanının yönetimindedir ve Hükûmetten de gerekli desteği almamasına rağmen harikalar yaratmaktadır. Konyaaltı Belediyesi aynı şekilde, Gazipaşa Belediyesi aynı şekilde ve Elmalı Akçay Belediyesi çok ciddi çalışmalar yapmaktadırlar. Halkımız da kendilerinden çok memnundurlar.

Şimdi, Sayın Bakanım, ben şunu sormak istiyorum: Bu kamu personelinde “benim memurum, benim amirim” gibi bir ayrım yapıldı, “Yapılmadı.” deseniz bile yapıldı. Ee, ihalelerde “benim müteahhidim-benim olmayan müteahhidim” ayrımı da yapıldı, basında da “benim memurum”dan sonra “benim medyam-benim olmayan medyam” ayrımı da yapılıyor. Şimdi arkadaşlar, bir de “benim belediyem-benim olmayan belediyem” ayrımı yapılması çok yanlış olmuştur. Bu konuda Sayın Bakanın bir açıklama yapmasını ve özür dilemesini diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaptan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız.

Sayın Yıldız, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 272 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sizleri, şahsım ve grubum adına en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, teklifimizle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının değiştirilmesi ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilmesini istemekteyiz.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının bugünkü şekli “(1) Bir hakka dayanmaksızın kamuya veya özel kişilere ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden veya sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan kısmen de olsa yararlanmasına engel olan kimseye, altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası verilir. “ demektedir.

Yapılan değişiklikte ise "Bir hakka dayanmaksızın başkasına ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden veya sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan kısmen de olsa yararlanmasına engel olan kimseye, suçtan zarar görenin şikâyeti üzerine altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası verilir." denmektedir.

Yürürlükteki yasa ile değişiklik istemi arasındaki fark: “Kamuya ve özel kişilere” kelimeleri “başkasına” kelimesi ile değiştirilmekte ve “suçtan zarar görenin şikâyeti üzerine” kelimeleri ilave edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, mülkiyet hakkının korunması hukuk düzeninin vazgeçilmezleri arasın-dadır. Bu nedenle Türk Ceza Kanunu mülkiyet hakkına yönelik tecavüzleri cezalandırmaktadır. Hakkı olmayan yerlere tecavüz 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinde suç olarak düzenlenmiştir.

154’üncü maddede yapılan düzenleme ile, özel mülkiyete konu olmayan ve kamu tarafından her zaman korunması mümkün ve gerekli olan taşınmazlar kapsama alınmıştır. Kamuya ait olan ve kamunun hüküm ve tasarrufu altında bulunan malların korunması idare tarafından kamu gücünün kullanımı ile her zaman mümkündür. Ayrıca, kamuya ait taşınmazların ceza hukuku kapsamında korunmasına yönelik hükümler ilgili kanunlarında da yer bulmaktadır. Ormanlar bakımından 6831 sayılı Orman Kanunu’nda, kıyılar bakımından 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nda, köylünün ortak yararlanmasına ayrılmış olan harman yeri, yol, sulak gibi taşınmaz mallar bakımından Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinin 2’nci ve 3’ncü fıkrasında özel düzenlemeler bulunmaktadır.

Bu düzenlemeler karşısında kamuya ait taşınmazlar bakımından genel bir ceza hükmünün geliştirilmiş olması uygulamalarda tereddüt ve farklılıklara sebep olmaktadır. Ayrıca, idarenin aldığı karar ve tedbirleri kolluk güçleriyle uygulama imkânı da bulunmaktadır.

Özel mülkiyete veya özel mülkiyet hakkından kaynaklanan haklara yönelik saldırılar durumunda, hakkı olmayan yerlere tecavüz suçu olarak cezalandırılması suretiyle özel taşınmazlar ve haklar korunmaktadır.

Yapılan değişiklikle, başkasına ait taşınmazlara tecavüzlerde, fiillerin, şikâyet üzerine cezalandırılan bir suç olarak düzenlenmesi düşünülmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu teklife neden ihtiyaç duyulmuştur? Kıyılarımız, devletin hüküm ve tasarrufu altında herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olması, kıyı ve sahillerimizden yararlanmada öncelik kamu yararına olması, hukuk düzenimizin vazgeçilmezleri arasında yer almaktadır.

3621 sayılı Kıyı Kanunu’muzun 6’ncı maddesinin (b) fıkrasında, “Faaliyetlerinin özellikleri gereği kıyıdan başka yerlerde yapmaları mümkün olmayan”lar tanımlamasına turistik otel işletmecileri maalesef dâhil edilmemişlerdir.

2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası ile teşvik edilen ve teşviklerle de 25 milyon turist, 25 milyar dolar gelir beklediğimiz seviyelerine gelen Türk turizminin, turizm sektörümüzün önü, tüketimimizin yüzde 95’i yurt içi girdilerden oluşan, yüksek istihdam yaratan, ülke tanıtımını ve imajını en üst seviyeye çıkaran turizm sektörünün önü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinin 1’inci fıkrasıyla tıkanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin bacasız sanayisi olarak nitelendirilen turizm sektöründe, Maliye Bakanlığının açmış olduğu ecri misil davaları yüzünden, turistik tesisler, müşterilerine kullandırdıkları sahillerden yararlanamaz hâle gelmişlerdir. Turistik otel işletmecileri ecri misil bedellerini ödeyerek müşterilerinin kullanımına yönelik şezlong ve gölgelik koyarak su sporları aktivitesi işgal kasti olmaksızın kullandıkları sahillerin bu şekilde kullanımının suç oluşturduğu nedeniyle bölgedeki tüm turizm yatırımcılarına ceza davaları maalesef açılmaktadır. Açılan davalar neticesinde turizm yatırımcıları iki yıla kadar hapis cezaları almaya başlamışlardır.

Turizmcilerimizin sahillerde müşterilerine şezlong ve gölgelik ya da kafeterya hizmetleri veremez hâle gelmesi, Türk turizmini yurt dışı pazarlarda zor duruma düşürecek, Türk turizmi büyük yaralar alacaktır.

Maliye Bakanlığının İstanbul’dan sonra en çok ecri misil bedelini Antalya’dan topladığı bilinen bir gerçektir. Bir örnek vermemiz gerekirse 2007 yılı içerisinde Antalya’da tahakkuk ettirilen ecri misil bedeli 18 milyon YTL’dir.

3621 sayılı Kıyı Kanunu’yla belirlenen kıyılarımızın kullanımında 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası’yla desteklenen turizm otel işletmecilerinin, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesi uyarınca, hakkı olmayan yerlere tecavüz suçuyla amaçları kamunun hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlara tecavüz olmamasına rağmen, bireysel kullanım hakları zaten var olan kişilere toplu hizmet sağlaması nedeniyle cezalandırılmaktadır.

Teklifle, faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan başka yerlerde yapılması mümkün olmayan, ülke tanıtımı ve ekonomisine çok önemli katkı ve katma değer sağlayan turizm işletmecilerinin ceza almalarını önlemeyi amaçlamaktayız.

Değerli milletvekilleri, Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’mizde de 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini istemekteyiz: “Bu hüküm, iddianın ve taşınmazın niteliği ile devlet ya da diğer kamu tüzel kişilikleri olsa dahi tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” demekteyiz.

Bu teklifle, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlardan olduğu iddiasıyla tapunun iptali için açılmış taşınmazlarla ilgili bulunan davalar konusunda belirsizlik yaşanmaması amacıyla, 3402 sayılı Kanun’un hazırlanış gerekçesine de uygun olarak, görülmekte olan bu davalar hakkında on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmaması amaçlanmaktadır.

3402 sayılı Kanun’un gerekçesinde ve görüşme tutanaklarında maddede öngörülen hak düşürücü sürenin, taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, özel mülkiyete konu olsun veya olmasın, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazları da kapsayacak şekilde düzenlendiği ifade edilmiş olmasına rağmen, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararıyla on yıllık hak düşürücü sürenin özel mülkiyete konu olmayan taşınmazlar yönünden işlemeyeceği, on yıllık süre geçse bile tapuya kayıtlı bir taşınmazın kamu malı olduğu iddiasıyla her zaman dava konusu yapılabileceği ve tapunun iptal edilebileceği kabul edilmiş ve mahkemeler de, son yıllarda özellikle, bu yönde kararlar vermektedir.

Değerli milletvekilleri, bu teklifle, tapudaki kayda güvenerek taşınmaz edinen iyi niyetli kişilerin tapuları zaman sınırlaması olmaksızın iptal edilerek taşınmazları elinden alınmaktadır. Bu uygulamalar, tapuya güvenerek taşınmaz satın alan iyi niyetli kişilerin tapularının herhangi bir bedel ödenmeksizin iptaliyle sonuçlanması, tapuya güven ilkesini işlemez hâle getirmektedir. Bu durum, ayrıca, devletin, özel hukuk işlemlerinde gerçek kişilerin üstünde bir konumda olmadığı yönündeki eşitlik temel ilkesiyle de çelişmektedir. Kaldı ki kişilere göre daha büyük donanım ve imkânlara sahip olan devletimizin, on yıllık süre içerisinde, hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazları korumak için haklarını kullanmamış olmasını kabul edilebilir bulmuyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde tapu teşkilatının geçmişi yüz altmış iki yıl öncesine dayanmaktadır. 21 Mayıs 1847 yılında ilk çalışma başlatılmış, çeşitli isimler adı altında taşınmaz mallara ait kayıtlar tutulmuş, ancak, kadastro tesisi konusunda bir çalışma maalesef yapılmamıştır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra, 1924 yılında Tapu Umum Müdürlüğü kurulmuş, 1925 yılında 658 sayılı Kanun’la kadastro birimi ilave edilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün yapısı ve hedefleri 29 Mayıs 1936 tarih 2997 sayılı Kanun’la belirlenmiş, değişik zamanlarda da değişik bakanlıklara bağlanmıştır. 21 Mayıs 1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu ile de Türk Medeni Kanunu hükümlerine uygun olarak taşınmaz malların mülkiyet haklarını tesis etmek ve kadastral haritaları yapmak, devletin sorumluluğu altında modern tapu sicilinin oluşturulması hedeflenmiştir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde de değişik zamanlarda tapulama ve kadastro çalışmaları yapılmış, yapılan bu çalışmalarda bazen orman tahdit sınırları dikkate alınmamış, bazen hazineye ait sınırlar, bazen de vakıflara ait sınırlar dikkate alınmadan vatandaşlar adına, belediyeler ya da kurumlar adına tesciller yapılmıştır. Belediyeler de tapuya tescil edilen araziler üzerinde imar uygulamaları yapmıştır. Devletimizin tapu idaresine güvenip kendi adına tescil yapılan arazisi üzerinde, ya satın aldığı arazi üzerinde belediyelerden ya da diğer kurumlardan belirlediği imar uygulamalarına uygun olarak yapılaşmasını gerçekleştiren ve imarını yaparak üzerinde tarım işletmeciliği yapan, sanayi tesisi kuran vatandaşlarımıza, devletimiz, kendi verdiği tapuları otuz kırk yıl geçtikten sonra “Pardon, ben yanlış yapmışım.” diyerek tapularını iptal etmektedir. Vatandaşlarımızın devletin verdiği ve güvenle sahip oldukları tapularının iptal edilmesini anlamalarını beklemek doğru değildir. Bu gerçekler tapudaki veya belediyelerdeki bir işlemde karşılarına çıkmakta ve insanlarımız olayı anlayamamakta, bir çözüm yolu bulamamaktadır. Vatandaşlarımızın haklı isyanına çözüm üretme mercisi de Türkiye Büyük Millet Meclisidir, biz de bu teklifi diğer Antalya milletvekillerimizle beraber hep birlikte vermiş bulunmaktayız.

Yine, hazine arazilerini, orman arazilerini işgal ederek gecekondu, villa yapanların hatta bu konularda kiracı olanların bile kentsel dönüşüm projeleriyle hak sahibi yapıldığını hepimiz bilmekteyiz. Bu işgallere bile sosyal devlet anlayışıyla hoşgörü ve anlayışla bakabiliyorsak, ellerinde tapuları bulunanların, tapuları olmamakla beraber atalarından kalma yüz-yüz elli yıldır tasarruf ettikleri topraklarının gerçek sahiplerine verilmesi noktasında yasal düzenlemelerin yapılmasından kaçınmamalıyız. Ancak, yasal düzenlemeleri yaparken de, elbette, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve hepimize ait olan taşınmazları da yapacağımız yasal düzenlemelerle korumalıyız. Bu iki dengeyi mutlaka kurmalıyız.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz teklifte… Ülkemin pek çok yerinde olduğu gibi, seçim bölgem olan Antalya’nın Toroslarında ülkemizin en yoksul, en sahipsiz ve en sessiz insanları olan milyonlarca orman köylümün babadan, dededen kalma ay yıldızlı tapulu yerleri ekilip biçilemeyince zamanla ormana dönüşmekte, orman idaresi de buraları orman kabul etmektedir. Vatandaşlarımız, ellerinde tapuları olmasına rağmen hak iddia edememektedirler. Zaten ailesini geçindirecek yeterli geliri olmadığı için şehirlere göç etmek zorunda kalan, yeni sıkıntılarla karşı karşıya kalan bu vatandaşlarımızı yeni ve sıkıntılı bir hayat maalesef beklemektedir. Görünen o ki bu şartlar altında orman köylerinde yaşayan vatandaşlarımızın kendi haklarını korumaları pek de mümkün gözük-memektedir. Onların kazanılmış haklarını korumak bizlere yani Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine düşmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde şimdiye kadar getirdiğimiz pek çok kanun tasarı ve tekliflerine Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Türk milletinin menfaatlerine olmadığı gerekçesiyle, itirazlarımızı dikkate almadan, Komisyonda görüşülemeyen, son dakika önergelerinizle milletvekillerine inceleme fırsatı vermeden, sayısal çoğunluğunuzla da pek çok yasayı çıkarmak-tasınız. Umuyor ve diliyorum ki bu yasada da bunları yapmazsınız.

Her iki teklifte imzam olmasına rağmen hem şahsım hem de Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu yasayla ilgili endişe taşımakta olduğumuzu da tereddütlerimizin olduğunu da ifade etmek durumundayım.

Başta Sayın Başbakanın, bazı bakanların, bazı milletvekillerimizin, üst düzey bürokratlarınızın ve bazı belediye başkanlarınızın konutlarının hazine, orman veya vakıf arazilerine kaçak yapıldığının bilinmesi, ayyuka çıkan yolsuzluk iddiaları, kamuya ait olması gereken alanların siyasal gücünüzle çıkacak yasayla yasal hâle gelebileceğinden, kamuya ait alanların talan edilmesinden de maalesef endişe duymaktayız.

Değerli milletvekilleri, Sayın Adalet Bakanımız Mehmet Ali Şahin, 3402 sayılı Kanun’un 12’nci maddesi ve 5237 sayılı Kanun’un 154’üncü maddesiyle ilgili kanun değişikliklerinin salı veya çarşamba günü yapılacak değişikliklerle turizmcilerimizin kumsallarımızı kullanmasıyla ilgili sorunlarının çözüleceği, yine, devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiasıyla tapuları iptal edilen vatandaşlarımızın sorunlarının çözüleceği müjdesini seçim bölgem olan Alanya ve Antalya’da vermişlerdir.

Muhalefet partilerinin sözcülerinin açıklamalarını yaparken kelimelerini özenle seçmesini isteyen Sayın Bakana sormak istiyorum: 2/6/2008 tarihinde vermiş olduğumuz bu değişiklikler bugüne kadar gündemdeki yerini pek çok defa almasına rağmen sahip çıkılmamıştır. Kaldı ki beş yıllık iktidarları döneminde vatandaşlarımız bu konularla ilgili ya da turizmcimiz bu konularla ilgili sıkıntı çekerken bu yasal düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine getirerek bu vatandaşlarımızın sorunlarını çözmeyen ya da bu konuda, Antalya Milletvekili olmasına rağmen emek sarf etmeyen Sayın Bakanımızın, yasa Meclis gündemine geleceği belli olduktan sonra ilçem olan Alanya’da bu açıklamayı yapmasını çok da etik bulmadığımı ifade etmek istiyorum.

Yine Sayın Bakanımızın, ilçem olan Alanya’da ve bundan iki ay önce Antalya’da yapmış olduğu açıklamalara da birkaç cümleyle değinmek istiyorum: Sayın Bakan “Deniz Feneri davası bizi ne ilgilendiriyor, Almanya’da kurulmuş bir dernek. Suç işledilerse Alman makamları cezalarını vermişlerdir, bizi ilgilendiren bir tarafı yok.” demiştir Antalya’da canlı yayında ama Ankara’ya gelince “Ben öyle bir şey demedim, konuşmalarım saptırıldı.” demektedir.

Yine, Alanya’da yapmış olduğu açıklamada, yerel yönetimlerle ilgili kendi partisinden seçimleri alamayacak belediyelerin maalesef Ankara’daki işlerinin görülemeyeceğini talihsiz bir açıklamayla ifade etmiş, ancak bugünkü basından izlediğimiz kadarıyla bu sözlerinin arkasında durabilmektedir. Demokrasisi gelişmiş ülkelerde bir adalet bakanının böyle bir sözü olmuş olsaydı şimdiye zaten çoktan istifa etmiş olurdu ama bizim Sayın Bakanımız hâlâ o makamda oturabilmektedir. Hayret ediyorum, ama söz konusu olan parti AKP olunca da normal karşılamak durumunda kalıyoruz.

Şimdi, Sayın Bakana sesleniyorum: Her Antalya’ya geldiğinizde Antalya’nın temiz havası sizi çarpıyor, yanlışlıklar yapıyorsunuz. Siz, en iyisi, Antalya’dan, özellikle de ilçem olan Alanya’dan uzak durunuz; bu, sizin Bakanlığınıza mal olabilir.

Tabii ki Sayın Bakanımızın bu söylemleriyle ilgili Sayın Başbakan olsa idi neler söylerdi, onu düşünmek bile istemiyorum.

BAŞKAN – Sayın Yıldız, son dakikanız.

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Yine, Sayın Elitaş da, dün akşam benim de izlediğim televizyon programlarında, Milliyetçi Hareket Partisine ait belediyelerin kendilerinden hiçbir talebi olmadığını ifade etmektedir.

Sayın Başkan, Milliyetçi Hareket Partili belediyelerin üzerinden müfettişleri hiç çekmiyorsunuz, aynı konularda defalarca müfettişler gönderiyorsunuz. Buna rağmen, bize bağlı belediyelerimiz çok güzel hizmetler vererek halkın teveccühünü yeniden alacak. 29 Mart seçimleri gösterecek ki, Milliyetçi Hareket Partili belediyeler sayılarını artıracaklar. Ancak Sayın Başbakanın bir ilimizde ifade ettiği “kim ölürse ne kalacağı”yla ilgili bir konuya da açıklık getirmek istiyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi 29 Martta inşallah ölecektir. Ölünce geriye ne kalacaktır, bakın: Deniz Feneri kalacak, yolsuzluklar kalacak, yoksulluklar kalacak, işsizlik kalacak, halk katmanlarına yaptığınız hakaretler kalacak, Türk siyasi hayatına soktuğunuz argo kelimeler kalacak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) – …din istismarcılığı kalacak, kalacak da kalacak.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Sayın Kaplan, buyurun efendim.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 272 sıra sayılı değişik kanun teklifleri hakkında Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu konudaki grubumuzun düşüncelerini açıklamaya çalışacağız.

Şüphesiz, yurttaşımızın turizmle ilgili sıkıntıları olunca veya denizle ilgili sıkıntıları olunca, mülkiyet sorunları olunca bütün Türkiye’yi ilgilendiren bu konularda biz doğru bulduğumuz, hangi parti ve görüşten olursa olsun arkadaşlarımızın getirdiği teklifleri, o doğrultuda bakar, doğru olanları destekleriz, geliştirmeye çalışırız; siyaseten, felsefik olarak düşüncelerimizi açıklarız. Bu, değişik, birbiriyle ilgisi olmayan kanunlara bakıyoruz: Birisi Denizde Can ve Mal Koruma Kanunu’yla ilgili, birisi Mülkiyet Kanunu’yla ilgili, bakıyorsunuz, yapı ruhsatıyla ilgili, zaman aşımıyla ilgili. Yani, böyle, aslında, bir alışkanlık hâline geldi. Değişik, birbiriyle ilgisi olmayan kanun maddelerini “değişik kanunlar teklifi” diye bir araya getirip veriyoruz. Mülkiyet hukuku nerede, denizde can güvenliği nerede, yapı ruhsatı izni nerede, diğeri nerede? Birbiriyle bağlantılı olmadığı için, genellikle o ilin öne çıkan sorunları karşısında milletvekili arkadaşlarımız artık kısa çözüm olarak bunu getiriyorlar. Doğrusu, temel bir stratejisi, ülkenin ekonomiye yönelik, ülkenin istihdamına, kalkınmasına yönelik ve geleceğine yönelik bir öngörüsü olmadığı zaman, milletvekilleri de artık kendi ilinin sorunlarıyla ilgili öne çıkan sorunlarını yasa yoluyla çözmeye çalışıyorlar, öyle bir durum da söz konusu. Zaten, dikkat ederseniz, iki yasa görüşüyoruz; 272 sayılı yasa, hemen arkasından 257 geliyor, Denizcilik Müsteşarlığının kurulması hakkındaki yasa.

Tabii, küresel krizin yaşadığı günümüzde denizcilik, deniz sektörü, deniz ürünleri, denizle ilgili limancılık, yatçılık ve turizm sektörlerin tümü bir bütün olarak ele alındığı zaman, bir ülkenin kendi ekonomisine göre bir öngörüsü, bir planlaması olması gerekir. Devlet Planlama Teşkilatının, üç tarafı deniz olan, yani Karadeniz Rize’den, Başbakanın memleketinden tutun, ta Bulgaristan sınırına kadar, oradan Saros Körfezi’ne inin, Marmara, Ege kıyıları, girintili çıkıntılı binlerce kilometre kıyımız, Akdeniz ve içeride de Van Gölü’müz, barajlarla -Keban, Karakaya, Atatürk- işte, Nemrut’a kadar, Adıyaman’a kadar geldi artık, sahil lokantaları açıyor Siverekliler, Adıyamanlılar, Antepliler gölün kıyısında. Peki, denize ilişkin, ülkemizin bir felsefik olarak veya öngörü olarak geleceğe ilişkin bir planlaması var mı? Yok. Niye yok? Çünkü denizcilikle ilgili, kıyılarla ilgili bütün sorunları bir denizcilik bakanlığında toplayamayan bir bakış açımız var. Eğer Türkiye’nin bir denizcilik bakanlığı tek başına olsaydı, kara sathı kadar denizcilik alanının olduğu dikkate alındığında Türkiye’nin deniz ile ilgili ulaşımdan mahsullerine, mahsullerinden kredilendirilmesine, denizin kirlenmesinden temizlenmesine kadar bir öngörüyle bütün yasalarını buna göre düzenlerdi. Yani Kıyı Yasası’nı da ona göre düzenlerdi, mülkiyet yasasını da ona göre düzenlerdi.

Şimdi, burada haklı olarak Antalya’daki milletvekili arkadaşlarımız diyor ki: Bu denizdeki can ve mal koruma hakkındaki kanunun 1’inci maddesinde yer alan, gemi, ticaret gemisi, yolcu gemisi, küçük tonilatosu olan gemiler… Bu kavramlar bizde o kadar eskidi ki komik kaçıyor. Şimdi, Avrupa Birliği müktesebatıyla birlikte Sahil Güvenlik Komutanlığı botları yakalıyor böyle 7 metrelik, 5 metrelik tekneleri; veriyor 30 katı cezayı. Niye? “Senin şu evrakın yok.” Niye? “Senin sürücü belgen yok.” Veya hiç belgesi olmayan yetmiş yaşında, ömrü denizlerde geçmiş bir kaptana diyor ki: “Senin işletme belgen var mı?” Yok. “Al sana ceza.” diyor.

Şimdi, bu, tabii, küçük limanlardan büyük limanlara, bütün kıyılara bu sıkıntı var. Bu Antalya’nın… Antalya milletvekili arkadaşlar dile getirmiş, sadece onların sıkıntısı değil aslında, Karadeniz’de sahili bulunan, Akdeniz’in her köşesinde, Ege’de bu sıkıntı var. Avrupa Birliği müktesebatıyla getirmişler -şu kadar kalın bir müktesebat- diyor ki: “Senin can yeleğin var mı, 5 metrelik küçük teknende?” Körfezde 100 metre açılıyor. Yok. “Al sana ceza.” Doğru, bu konuda arkadaşların getirdiği biraz rahatlatma, doğru bir yöntem ama bunu 257 tamamlayacak, Denizcik Müsteşarlığı Yasası’yla getirilecek değişiklik. Niye? Bizim gemilerimiz, yatlarımız, yabancı bandıralı, Malta bandırası alıyor. Bakıyorsunuz, bu ara yaygın olan bandıraları söylersek: Akdeniz kıyılarında, diğer ülkelerde, Akdeniz’de tur atıyorlar. Yazın bize geliyorlar, kışın gidip orada bağlanıyorlar. Niye? Orada vergiler düşük. Niye? Orada harçlar düşük. Niye? Orada… Şimdi, böyle olunca da yat limanlarımıza baktığımız zaman, Marsilya’daki… Fransa’nın Marsilya kentinde, Akdeniz’deki bir limanında sadece 8 tane özel yat limanı var, 8 tane özel… 3 tane de devletin var ve kat kat… Bir kat, bir kat da üstüne koymuşlar, bir kat üstte de tamirat yapıyorlar. Şimdi, binlerce yat, binlerce motor bütün Akdeniz ülkelerinden geliyor, orada barınabiliyor. Koskoca Antalya’ya bakıyoruz veya Mersin’e bakıyoruz, yani bütün liman kentlerimize bakıyoruz; bir politikamız yok, bir öngörü yok. Bakmıyoruz… Hatta yük görmüşüz bu gemilerden, gemiciklerden, teknelerden. Yani sorun gemi deniz hukukuna: Tekne de aynı, kayık da aynı, gemi de aynı, motor da aynı. Aynı kavram… Hâlbuki bakıyorsunuz, motora “gırgır” diyor Karadenizli. Üç katlı motor, içinde 50 tane balıkçı çalışıyor. Denize açılıyor, radarı var ama diğer taraftan 5 metrelik bir kayık da, iki kürekle çekilen, üstüne veya küçük bir motor konulan, hareket edilen aynı.

Bu açıdan bakıldığında, arkadaşlarımızın getirdiği yasa önerisi belki bir nefes aldırır. Ülkenin ekonomisine çok da fazla bir katkı değil ama en azından rahatlatır vatandaşı.

Şimdi, burada bu tür bir taslak, bir teklife tabii ki destek olacağız. En azından bu kriz döneminde idari para cezalarındaki alt sınırın azaltılması bir nefes aldırtacaktır, hatta bunlarla ilgili bir af durumu, hak edici bir durum olabilir.

Şimdi, burada, yine çok ilginç gelen özel mülkiyete konu taşınmazlarla ilgili yasa teklifi. Aslında, bu konu sadece bir ilin sorunu değil. Orman Kanunu, Kıyı Kanunu, yine değişik özel kanunlar kapsamında olan mülkiyet sorunlarından çok, İstanbul’da enteresan bir şekilde gündeme gelen bir konudur buradaki. Avrupa Mahkemesine taşınan, biraz da azınlık vakıflarını ilgilendiren bir konu.

Niye diyeceksiniz. Devlet diyor ki: “Özel kişilerin mülkiyeti olursa on yıl zaman aşımı var.” On yıl tapuda kaydı olan bir şeyi bir vatandaş aldı mı kazanır ama devlete aitse… Örneğin orman haritasına göre orada yeşillik gözükmüştür önceden, yukardan çekilmiştir, o orman haritasına göre o köy de olsa, bir tarla da olsa, eski bir yerleşim de olsa ormandır. Vatandaş gitmiş köy yapmış, yirmi sene sonra birine satmış, o da bir başkasına satmış, beş el değiştirmiş, otuz yıl sonra öbür vatandaş gitmiş onu da almış, tapuya güvenmiş, beş el değiştirmiş ama otuzuncu yılda bir bakıyorsunuz Orman Bakanlığı dava açmış; diyor ki: “Durun, bu orman bizim. Biz çektik yukarıdan haritasını, yeşil gözüküyordu.” Şimdi, beşinci sırada mülk sahibinin ne günahı var? Yani bu tapusuna güvenmeyecek mi? Devletin kaydına güvenmeyecek mi?

Alıyor tapusunu, iptal ediyor. Otuz yıl önce diyelim, yirmi yıl önce almış vatandaş o zaman paralar çok düşük. Kambiyo şeylerine göre vurduğumuz zaman, işte otuz sene önce diyelim 30 lirayla şimdiki 30 milyar lira eş değer bir rakam. Devlet diyor ki: “Ver bakayım, bu benim.” Sana gelince: “Senin hakkın yok, devletin malını nasıl alırsın? Niye almışsın sen?” diyor. Bir de üstüne mahkeme giderlerini yüklüyor.

Bu konuda çok ciddi sıkıntılar yansıdı ve özellikle ne zaman yansıdı biliyor musunuz? Bu son zamanlarda İstanbul’da mega kentler, tatil köyleri, böyle sanatçıların rağbet ettiği işte Sarıyer’de veya Zekeriyaköy’de, orada üniversitelerde, Koç Üniversitesi açıldıktan sonra o köy arazilerinde, Kemerburgaz’da Orman Fakültesinin olduğu yerlerde, oradaki köylerin kıymetleneceğini anlayan vatandaş, gidiyor, kendine arsa almış zamanında ama bir bakıyor ki davayla karşılaşmış ve çok ilginç bir olaya rastlamıştım: Bir kooperatif kurmuşlar, kooperatife de üç tane üye almışlar, bir köyün arsalarını da almışlar tapulu, bir şeyler yapacaklar. Bütün kooperatif üyeleri birden hazinenin davasıyla karşılaşınca hem tapuyu kaybetmişler hem ellerinden mülkleri gitmiş. Ee nereye gideceğim? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine tabii. 1 no.lu protokol ek 1’inci madde: “Mülkiyet hakkının ihlali.” Şimdi, tabii burada Meclisin aldığı bir karar var. 2004 yılında iki parti vardı zaten, 2004 yılında Anayasa 90 değişikliği yapıldığı zaman. Bilmiyorum farkında mı yapıldı, farkında olmadan mı yapıldı? O dönemde emeği geçen arkadaşların mutlaka şeyi vardır. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi değiştirilirken şöyle bir hüküm konuldu. 2001 değişikliği vardı Anayasa 90’ın, koalisyon döneminde. Anayasa 90 “Uluslararası hukuk sözleşmeleri Türkiye’de iç hukukta uygulanır.” şeklindeydi. 2004’teki değişiklik “İç hukukta ulusal hukukla uluslararası sözleşme arasında çelişki varsa uluslararası sözleşme uygulanır.” diyor. Şimdi, böyle bir hüküm 2004 yılında getirildikten sonra tabii ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde mülkiyet hakkı var. Sonra neyi imzaladık yakın dönemde? Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ni imzaladık, onun ikizi Ekonomik ve Sosyal Sözleşme’yi imzaladık. Şimdi bunların hepsi mülkiyeti koruyan hükümler taşıyorlar. Burada mülkiyeti koruyan hükümler taşınırken iki sıkıntı yaşanmış tabii ulusal yargıda. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu demiş ki: “Eğer kamu tüzel kişiliğine aitse, ormana aitse, kıyıysa, hazineyse ben dinlemem kardeşim, özel şahıslarda on sene, ben devlette on sene dinlemiyorum.” Bu, bir haksızlık getirmiş. Arkasından Anayasa Mahkemesine konu olmuş ve kadastro çalışmalarıyla ilgili bu ihtiyaç üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği ihlal kararları dikkate alınmış, bu ihlal kararlarında daima mülk sahibinin iyi niyeti korunduğu için, o iyi niyetle o dönemde verdiği para neyse o mülke, onun o dönemdeki döviz kuru, onun o dönemde verdiği kambiyo üzerinden… Hatta iki tane kriz geçirmiş Türkiye, diyelim üç -95’e gidersek- bu üç kriz dönemindeki enflasyon faiz artışlarını da, bunların hepsini hesaplayan bir sistemle o vatandaşın mülk hukukunu koruyor, mülk hukukunu koruyup Türkiye’yi de mülk davalarında tazminata mahkûm ediyor. Tazminat da genellikle o mülkün ederidir. Böyle bir durumda da hazineden ödeme yapılıyor -vatandaşın vergisiyle verdiği şeyler- ödenmiş oluyor. Tabii burada bu öngörü… Belki bir ihtiyaçla bir örnek davadan yola çıkılmış olabilir ama çok genel bir ihtiyaç ve bunun bir sisteme bağlanmasını… Keşke kadastro yasası içinde, tapulama yasası içinde -keşke bir bütünlükle- eşya hukuku içinde bu yasal düzenleme köklü bir şekilde yapılmış olsaydı. Ama belli ki bu ihtiyaç ile yine yasalarımızdaki bir sıkıntıyı gidermeye çalışıyoruz.

Şimdi, bu, kıyılar bakımından, köylünün ortak yararlanmasına ayrılmış meralar bakımından, buralarda açılacak yeni yol ve sulak gibi taşınmaz mallar ile ilgili bazı sıkıntılar da spesifik olarak Antalya’da daha çok yaygın gibi gözükse de aslında Antalya kıyı şeridini, Demre’den vurun Muğla’ya doğru; Muğla’dan, hatta bütün Ege diyebiliriz, aynı sıkıntıyı… Şezlong, kıyı, kıyıyı doldurma veya kıyıda gölgelik açma veya bu sıkıntıları… Hep turizm sektörüyle ilgili çok ciddi bir sıkıntı yaşanıyor. Para cezaları, davalar açılıyor. Şimdi davalar… Ama çok rahatlıkla farklı uygulamalara da tanık olunabiliniyor.

Burada işte denizcilikle ilgili, kıyıyla ilgili, kıyının korunmasıyla ilgili bizim kökleşmiş, planlanmış strateji ve politikalarımız olmadığı için, bugün için Antalya’da belki oradaki küçük yatırımcılara nefes aldırabileceğimiz bu düzenlemeyi düşünen milletvekili arkadaşlarımız… Gerçekten özellikle Marmaris, Bodrum, Datça, Dikili, İzmir ve Çeşme kıyılarında bir rahatlama sağlayacak ama bu, temelli bir devlet politikası olarak bakıldığı zaman yeterli değil.

Burada şu gerçeği görmekte yarar var: Türkiye’nin eğer bir denizcilik bakanlığı kurulmuş olsaydı denizcilik bakanlığının içinde turizmden kıyı korumaya, kıyı korumadan deniz mahsullerine, deniz mahsullerinden ithalat, ihracata, limanlara, liman yatırımlarına, onların harçlandırılmasına kadar Türkiye’nin denizle ilgili bütün bir politikası olur; orada, o alanlardaki bütün istihdamların desteklenmesi, bunların KOBİ’lendirilmesi, ARGE faaliyetlerinin özellikle deniz ürünlerine yönlendirilmesi sağlanırdı. Dikkat edin, ARGE faaliyetlerinin en az olduğu alan denizdir, deniz. Her tarafı deniz olan Türkiye’de ARGE faaliyetlerinin en az olduğu alan denizdir. TÜBİTAK yapmıyor. Herkes kestirme yolu bulmuş, turizmden ben nasıl bir hazine arsasını kırk dokuz yıllığına kaparım… Bu, kolay yol. Yani bu yöntem bugüne kadar gelişmiş ve tabii ki, kim hükûmetlerde olursa bir baskı gelişmiş. Ama gidin bakın İspanya’da kıyı şeridi denilen olaya, 100 metre olayını değil, daha fazlasını korumuş. Santa Maria’dan Sevilla’ya gidin, Sevilla’danSevilla ile Santa Maria arasındaki sadece Santa Maria’nın plajlarında 1 milyon kişinin tatil yapması o kıyı korumayla sağlanabiliyor. Demre-Kalkan kumsalı daha mı az güzel, daha mı az geniş, denizi daha mı az temiz? Değil. Bu bir politika olayıdır. Siz orada doğru politika koyarsanız, otoyolunu, onun lokantalarını, onun tesislerini 500 metre içeriye alırsınız, 500 metre de kumsalını, denizini turizme açarsınız, gelir oraya 1 milyon kişi. Ama öbür taraftan, biz onun onda 1’ini değerlendirebiliriz.

Bu doğrultuda baktığımız zaman gerçekten zaman zaman ülkemizin gerçek sorunlarıyla ilgili Mecliste konuşmak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

 BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan, devam edin.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan, bağlıyorum.

Mecliste konuşabilmek… Yani, ben bir Şırnak milletvekili olarak nasıl denizi, Karadeniz’de hamsiyi, Ege’de barbunu, çipurayı ve Akdeniz’de lagosu düşünebiliyorsam, benim dağlarımdaki hayvancılığı da, inanıyorum ki, Karadeniz’in iç kesimindeki yaylalarda yaşayanlar, herkes hep birlikte bu sorunları konuşarak, tartışarak bu Mecliste ortaklaşabileceğimiz güzellikler konusunda buluşabiliriz diye düşünüyorum.

Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. Destek sunuyoruz. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan.

AK PARTİ Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak.

Sayın Kaynak, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 AK PARTİ GRUBU ADINA VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Antalya Milletvekilimiz Mevlüt Çavuşoğlu Bey’le birlikte hazırladığımız Kanun Teklifi, Antalya Milletvekili Sadık Badak ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin Türk Ceza Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne ilişkin olarak, 272 sıra sayılı Teklifi’mize ilişkin olarak AK PARTİ Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınıza geldim. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; teklifimiz Adalet Komisyonumuzda aldığı son şekliyle iki önemli kanunda, birçok vatandaşımızı yakından ilgilendiren iki önemli değişiklik önermektedir. Bunlardan biri Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesi ile diğeri de 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesiyle alakalıdır.

Türk Ceza Yasası’nın 154’üncü maddesi, hakkı olmayan yere tecavüz suçunu düzenlemektedir. Bu suç, mülkiyete yönelik bir saldırı suçudur ve bu madde bu saldırının cezalandırılmasını amaçlamaktadır. Yasa’nın bu hükmüyle, taşınmaz malların mülkiyetinin ve zilyetliğinin korunması amaçlanmaktadır. Maddenin değiştirilmesini teklif ettiğimiz kısmı birinci fıkrasıdır ve bu fıkra “Bir hakka dayanmaksızın kamuya veya özel kişilere ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden veya sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan kısmen de olsa yararlanmasına engel olan kimseye, altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklindedir. Maddenin ikinci fıkrası, köy tüzel kişiliğine ait veya öteden beri köylünün ortak kullanımına terk edilmiş mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz mallara tecavüzü; maddenin üçüncü fıkrası ise, kamuya ya da özel kişilere ait suların mecrasını değiştirmeyi cezalandırmaktadır. Huzurunuza getirdiğimiz bu teklifle, bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında herhangi bir değişiklik önerilmemekte ve bu maddenin bu fıkraları aynen korunmaktadır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 26/9/2004 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Ceza Yasası’nın bu 154’üncü maddesindeki düzenlemeden önce, bu suçu aynı başlıkla düzenleyen 765 sayılı Ceza Yasası’nın 513’üncü maddesinin birinci fıkrası, başkasının mutasarrıf olduğu emlak ve araziye yapılan tecavüzü korumakta iken; yeni Yasa’nın 154’üncü maddesinin 1’inci fıkrası, başkalarına ait taşınmazlar yanında kamuya ait taşınmazları da suçun konusuna, kapsamına dâhil etmiştir. Yine 765 sayılı Yasa’nın 513’üncü maddesinde düzenlenen suçun, taşınmazın hudutlarını değiştirmek ya da bozmak suretiyle işlenebilmesi mümkün iken; mevcut Kanun’la, hudut bozma veya değiştirme olmasa dahi işgal eylemi suç hâline getirilmiştir. Ayrıca, mülga Kanun’dan farklı olarak, söz konusu taşınmazdan yararlanmanın malikmiş gibi olmasına yer verilmiş ve nihayet yine mülga Kanun’dan farklı olarak getirilen bir başka yenilik ile de hak sahibinin taşınmazdan yararlanmasına engel olmak da suç kapsamına alınmıştır.

Değerli milletvekilleri, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yaklaşık seksen yıl sorunsuz olarak uygulanan 765 sayılı Yasa’nın bu 513’üncü maddesi yerine şimdi üzerinde müzakere yürüttüğümüz 5237 sayılı Ceza Yasamızın 154’üncü maddesi yürürlüğe girdikten sonra, yani maddeye “başkalarına ait taşınmazlar” yanında “kamuya ait taşınmazlar” da ilave edilmesinden itibaren, uygulamada, özellikle başta Antalya ve diğer kıyı şeridine sahip, turizmin yoğun olduğu bölgelerimizde önemli sorunlar ortaya çıkmıştır. Yılda yaklaşık 9 milyon turist ağırlayan bu bölgelerimizde, Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girdikten sonra -rakamlar yaklaşık olarak ifade edilmektedir- 2006 yılında 5.500, 2007 yılında 10 bin, 2008 yılının ilk yarısında da 4.500 dava açılmış ve bu davalardan dolayı mahallî mahkemelerden mahkûmiyet kararları çıkmaya başlamıştır. Açılan dava sayıları ile ilgili bu rakamlar, olayın ne kadar büyük sosyal boyutu olduğunu, ne kadar büyük ekonomik boyutu olduğunu ve Türk turizmi ve turizm yatırımcıları bakımından ne kadar önemli bir problem teşkil ettiğini gösteren rakamlardır. İşte, huzurunuza getirdiğimiz bu teklif ile bir yandan Kıyı Kanunu, bir yandan 3091 sayılı Kanun, bir yandan Orman Kanunu gibi çeşitli yasalar ile zaten koruduğumuz kamu mallarının korunmasına devam edilirken bir yandan da, ayrıntılarını maddelere geçildiğinde müzakere edeceğimiz şekilde, turizmcilerimizin ve halkımızın karşı karşıya bulunduğu önemli bir problemi çözmeyi amaçlamış bulunuyoruz.

Özetle arz ettiğim husus şudur ki: Maddeyi eski hâline getirelim. Yani bir başkasının, bir gerçek kişinin veya bir özel hukuk tüzel kişisinin taşınmazına tecavüzü cezalandıralım ve bunun takibini de şikâyete bağlı bir suç hâline getirelim, çünkü zaten kamu taşınmazlarına tecavüzü önleyen özel yasalar vardır ve kamu, kendi mallarına vaki olacak tecavüzleri defedecek, tecavüzü önleyecek güce sahiptir. Bu değişiklikle, hem mevsimlik olarak, yani kalıcı olmayan bir biçimde, açıkçası malikmiş gibi bir tasarruf içerisinde olmayıp ülkemize gelen turistlerin deniz ve güneşlenme ihtiyacı için bu gibi yerlerden yararlanan, aslında turistleri yararlandıran ve karşılığında geçici yararlanmadan dolayı işgaliye ücreti ödeyen turizm işletmecilerimizin önemli bir sıkıntısını çözelim ve hem de ülkemizin herhangi bir köşesinde kamuya ait bir taşınmaz malı usulüne uygun bir biçimde, geçici olarak kullanan herhangi bir vatandaşımız ceza tehdidiyle karşı karşıya kalmasın. Aksi takdirde, kazandırıcı zaman aşımı yoluyla iktisap kurumunu, hazine arazilerinin kullanıcılarına satışını düzenleyen yasaları fiilen işlemez hâle getirecek bir durum ortaya çıkacaktır. Bu sebeple, teklifimiz bu diğer açılardan da önemlidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; teklifimizin 2’nci ve 3’üncü maddeleri ise 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nda değişiklik önermektedir. Bilindiği gibi, Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesindeki hüküm “Kadastro tutanaklarının kesinleşmesinden itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz, dava açılamaz.” demekte ve kamu malı-özel mülkiyet ayrımı yapmamaktadır. Madde metnine göre, kanun koyucu bir ayrım yapmamıştır, yorumla bu genişletilmemelidir, değiştirilmemelidir. Zaten, Kadastro Kanunu niteliği itibarıyla bir tasfiye kanunudur. Medeni Kanun’umuzun öngördüğü sicil sistemi kurulup tamamlandığı takdirde gerçek anlamda Kadastro Kanunu da sona erecektir. Buradaki amaç sicilleri korumak ve kadastro ile oluşan düzeni korumaktır. Kadastro Kanunu’ndan önce yürürlükte olan Tapulama Kanunu’muzun, 1966 yılındaki Meclis Genel Kurulu tutanaklarında da bu arz ettiğim husus açıkça görülmektedir. O zaman yasa Genel Kurulda görüşülürken şimdiki Yargıtay uygulamasına benzer bir değişiklik önergesi Genel Kurula sunulmuş ve davanın tarafı devlet ise on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmaması teklif edilmiş, Meclis Genel Kurulu, o zamanki komisyon ve hükûmet -şimdi de bizim dayandığımız gerekçelerle- bu önergelerin reddini istemişler ve Meclis Genel Kurulu o önergeyi reddetmiştir.

Sayın milletvekilleri, bu on yıllık hak düşürücü süre böyle anlaşılmalıdır ki böyle olduğu takdirde Medeni Kanun’umuzun 1020’nci maddesindeki “sicillerin aleniyeti”, 1023’üncü maddesindeki “sicile iyi niyetle güvenerek taşınmaz mal edinenin bu kazanımının korunacağı ilkesi”, “iyi niyetli iktisabın korunması ilkesi” işleyebilsin. Anayasa Mahkememiz zaten bu konuda 1991/9 esas, 1991/36 karar sayılı kararında, bu maddenin üçüncü fıkrasının iptaliyle ilgili açılan davayı reddetmiştir. Teklifimizin maddelerine geçildiğinde yine bu kararı ayrıntılı olarak huzurlarınızda görüşürüz.

Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1997/8 esas, 1997/900 karar sayılı kararında, bu on yıllık hak düşürücü sürenin kamu düzeninden olduğunu, maddenin hiçbir istisna hükmüne yer vermediğini açıkça belirtmiştir.

Değerli milletvekilleri, peki, bütün bu yasal durum karşısında bu teklif niye hazırlanmıştır? Yargıtay Hukuk Genel Kurulumuz ve bir kısım daireleri, son yıllardaki içtihatları ile bu on yıllık hak düşürücü sürenin kamuya, devlete ait taşınmaz mallar için işlemeyeceği şeklinde kararlar vermiştir. Bu durumda vatandaşlarımız, Medeni Yasa’nın 1023’üncü maddesinde hükmünü bulan “tapu kütüğüne iyi niyetle güven” ilkesine göre yıllar önce, belki de kırk elli yıl önce satın aldığı taşınmaza hazinenin, kamunun herhangi bir biriminin dava açabilmesi, iyi niyetle tapu siciline güvenerek edindiği taşınmazının tapusunun iptal edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Hâlen bu sıkıntı yoğun olarak Antalya Kepez’de yaşanmakla beraber, bütün vatandaşlarımızın günün birinde bir tapu iptali davasıyla karşı karşıya kalabileceği sonucunu doğurmaktadır. Bu ise hukuk devleti ve Anayasa’mızın eşitlik prensibine ve Anayasa’nın 35’inci maddesinde ifadesini bulan “mülkiyet hakkını güvenceye alma” ilkesine uymaz diye düşünüyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; zaten bütün bu anayasal ve yasal düzenlemeler karşısında Yargıtayımızın içtihatlarla oluşturduğu yeni durum, ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde de mahkûm edilmesi neticesini doğurmuştur. Benim tespit edebildiğim kadarıyla 13 adet dava Türkiye aleyhine neticelenmiştir ki bunlardan biri, 30 Mayıs 2006 tarihli, 1262/02 başvuru numaralı, Doğrusöz ve Aslan-Türkiye davasıdır ve neticesinde ülkemiz 26.500 avro tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir.

Konuyu özetleyecek olursak: 3402 sayılı Yasa’nın 12’nci maddesinde herhangi bir istisna mevcut olmamasına rağmen, hazine tarafından devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiasıyla tapuya kayıtlı taşınmazlar hakkında açılacak tapu iptali ve tescil davalarında on yıllık hak düşürücü sürenin aranmayacağına ilişkin Yargıtay uygulaması devam ettiği müddetçe tapudaki kayda güvenerek taşınmaz edinen iyi niyetli kişilerin zaman sınırlaması olmaksızın mülklerinin elinden alınması ihtimali olduğundan, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem bizim Anayasa Mahkememiz kararları ve hem de idari istikrar, hukuki güvenlik, tapu siciline iyi niyetle güven ilkeleri gereğince, zaten bir istisna hükmü taşımayan bu maddenin üçüncü fıkrasının daha açık yazılması ve uygulama bütünlüğü sağlanması açısından bu teklif hazırlanmış ve Adalet Komisyonumuzdan geçerek huzurlarınıza gelmiştir. Ayrıca, devam eden davalarda da uygulanabilmesi bakımından bir geçici madde eklenmesi teklif edilmiştir. Teklifimiz huzurlarınızda tasvip görüp kanunlaştığı takdirde, ilk neticelerini turizm başkentimiz Antalya’da hem Ceza Yasası hem de Kadastro Yasası bakımından gösterecektir.

Ancak turizm işletmecilerimize de bir kez daha şunu hatırlatmakta fayda görüyorum: Kıyılarımız Anayasa’mız ve Kıyı Kanunu gereğince bütün vatandaşlarımızın yararlanmasına açıktır, bu yasa ile de böyle devam edecektir. Hiçbir düzenleme bu kıyılardan vatandaşlarımızın özgürce ve eşit olarak yararlanmasına engel olamaz. İşletmecilerimiz bunu böyle bilmeli ve bunu böyle uygulamalıdır diye düşünüyorum.

Sayın Başkanımı ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaynak.

Komisyon adına Komisyon Başkanı Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya.

Sayın İyimaya, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Değerli Başkanım, yüce Meclisin değerli üyeleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yüce Parlamento, şu anda, temel hak ve özgürlüklerin ilk sıralarında bulunan mülkiyet hakkı konusunda yaşanan, kaynağı kanun olmayan yüksek mahkeme uygulamalarından kaynaklanan bir sorunu düzenleme yoluyla çözme gayreti içerisindedir. Aslında, şu anda Türkiye'nin hem haklar ve hem hukuk gelişimi itibarıyla bulunması gereken nokta düşünüldüğünde, gerçekten pek sevindirici bir durum olmasa gerekir. Çünkü, temel haklar, daha çok, yasama organlarının düzenlemeleriyle değil, yargı organlarının doğru ve hakkın işlevini harekete ve hayata geçirecek içtihatlarla gelişmiştir.

Ne yapıyoruz değerli arkadaşlar? Modern devletler, egemenlikleri altında olan vatan parçası üzerindeki yatay mülkiyetleri zamanında ve geometrik temele uygun olarak oluşturmuş, bu konudaki aritmetik veya mesaha tartışmalarını sona erdirmiş devletlerdir. Kadastro noktasında bizim yaptıklarımız, belki yüz-yüz elli yıl önce gelişmiş ülkelerde tamamlanmıştı. Kadastro hukuku geçiş ve geçici bir hukuktur, temel mülkiyet hakkının artık tartışılmaz mesahaya oturtulması hukukudur.

Hayırla yâd ediyorum, büyük hukukçu Nusret Ozanalp, bu konudaki altın eserinde, hem kanunun hazırlanmasında hem uygulamacılara kılavuz o dev eserinde bütün bu sorunları ortaya koymuştu. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi on yıl geçtikten sonra kadastro ihtilaflarının yargı yoluna getirilemeyeceği yönündeki ilkeyi devlet lehine ve mülkiyet aleyhine delince, rahmetli bir makale yazdı ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesi o doğru çözümü hâlen devam ettirmektedir. Eğer davanızdaki kararı 7. Hukuk Dairesi denetliyorsa, 7. Hukuk Dairesi: “On yıllık süre geçmiştir, devlet de olsa, bitti.” diyor ama falanca (x) dairesi denetliyorsa devletin hakkı vardır, devletin menfaati amme menfaatidir diyerek hukuku dolanan, anayasayı dolanan, adaleti dolanan bir uygulamaya sebebiyet veriyor. Ne yapıyoruz bugün? İçtihatla halledilmesi gereken sorunu zorunlu olarak yasayla çözmeye çalışıyoruz. Ne diyoruz? Kadastro işlemlerine bağlı bir taşınmazla ilgili mülkiyet hakkı on yıllık sürede askıdadır. Buna devlet de itiraz edebilir, vatandaş da itiraz edebilir, üçüncü kişi de itiraz edebilir; kadastroya takaddüm eden, öncelik eden sebeplerden dolayı itiraz edebilir. Ha, on yıl doldu, hak, haklaştı, kesinleşti, tartışmasız hâle geldi. Bugün bizim yaptığımız şey budur değerli arkadaşlar.

Doğru değildi Yargıtayın uygulaması. Aslında ciddi bir, yüksek mahkeme mülkiyet, yüksek mahkeme içtihat kritiğini bu kürsüden yapmak lazımdır çünkü bizim hukukumuza ve evrensel hukuka göre özel haklar konusunda devletle özel kişi eşittir, biri öbürüne üstün değildir. Devlet güçlüdür, donanımlıdır ve kadastro işlemini yapan bizatihi kendisidir, itiraz hakkını da rahat rahat kullanabilir. Kaldı ki, biz, mülkiyet hakkını sadece Anayasa’nın 35’inci maddesiyle değil, aynı zamanda 2004 reformuyla Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yaptığımız düzenlemeyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve mülkiyet şartını artık iç hukukun vazgeçilmez şartı hâline getirmişiz.

Değerli arkadaşlar, bu gibi ihtilaflarda on yıl geçti, yirmi yıl sonra, otuz yıl sonra hazine dava açtı, tapular iptal edildi, hak sahipleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine davalarını götürdüler, Türkiye tam otuz beş ihlal kararı yedi, otuz beş tane ihlal kararı yedi ve şu anda Türkiye'nin yine hem zihniyet itibarıyla bu konuda hem de yargı içtihadı itibarıyla karşı karşıya bulunduğu bir noksanlık, bir sekel, bir ayıp var. O da şu: Biz, mülkiyet hakkımızı, mülkiyet hakkının yapısını, mülkiyet hakkının muhtevasını yalnızca iç hukukumuzun konseptine göre değerlendiriyor, tanımlıyor ve buna göre hak ölçmesi yapıyoruz. Bu yanlıştır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, mülkiyet hakkını, bizim iç hukukumuzdaki koşullardan bağımsız olarak ve diğer ülkelerdeki koşullardan bağımsız olarak eğer mülkiyet malik-devlet arasındaki anlaşmazlıklarda eğer devlet, susmuş, uzunca zaman bir işlem kurmamış, hele hele hukuka uygun/aykırı ruhsat vermiş, hele hele vatandaşın inşaatı yukarıya, dikey mülkiyet teşekkül etmişse, orada İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 1 no.lu Protokolü’nün 1’inci maddesi anlamında mülkiyet teşekkül etmiştir, “Ben bunu korurum.” diyor.

Nitekim Antalya’da sahilde yapılan bir oteldeki, malikti… Dev bir otel tesis edildi, hazine yıllar sonra tapu iptal davasını kazandı. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, bizi, ihlal müeyyidesiyle, kararıyla müeyyidelendirdi, yaptırımlandırdı. Ha, burada henüz Türk yargısı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi mülkiyet rejimini kararlarına aktarabilmiş değildir. Farklı bir sorunla karşı karşıyayız. Eskiden tazminata mahkûm oluyorduk, şimdi yeni hukuk reformlarıyla yargılamanın yenilenmesi yolu açıldı ve hazineden o mülkiyet aynen geri alınabiliyor.

Onun için, değerli arkadaşlar, bugün yapılan düzenleme, doğru ve gerekli düzenlemedir. Komisyondaki yanlış algıya dayalı bir tartışmayı yüce kurulla paylaşmak isterim ve muhalefetteki arkadaşlar, o yanlış algıyı gerçek zannederek, öyle algılayarak Komisyonumu, müzakereyi terk etmişlerdi. “Burada özel ormanlar lehine bir düzenleme, üstü örtülü bir düzenleme yapılıyor.” denmiş idi, hararetli tartışmalar olmuştu, ekranlara yansımıştı. Halbuki özel orman mülkiyetinde bir yatay mülkiyet tartışması yoktur. Yani, devlet veya Orman Genel Müdürlüğüyle arz maliki arasında bir tartışma yoktur, mülkiyet nizası yoktur ve bu kanunumuzun, özel ormanın hukuki rejimiyle doğrudan veya dolaylı etkileyici, değiştirici veya düzenleyici bir işlevi bulunmamaktadır.

Değerli arkadaşlar, Antalya milletvekili arkadaşlarımın, bütün partilere mensup arkadaşlarımın ve Veysi Bey’in -Sayın Kaynak’ın- geliştirdiği bu projenin gerçekten tashihe muhtaç, tamamlanmaya muhtaç önemli bir noksanı bulunmaktadır. Biz ne diyoruz? “Bu kanun yürürlüğe girdiği tarihte veya tarihten sonra doğmuş ve sonuçlandırılmamış olan bu tür ihtilaflarda artık devlet tapuyu iptal edemez.” diyoruz, tamam. Ama Kadastro Kanunu 1987 yılında yürürlüğe girdi ve Yargıtay içtihadını yürürlükten birkaç sene sonra -1. Hukuk Dairesi Genel Kurulu, 7 değil- değiştirdi. Peki, diyelim ki 90… 90’la 2008 arasında davaları kaybeden, tapuları iptal edilen, devletçe yırtılan vatandaşların hakları ne? İşte, yasama organı oluşturduğu projenin ciddiyetine inanıyorsa -ki doğrudur, inanması lazım- mülkiyet gibi yaşam hakkından sonra gelen -sıra itibarıyla- en önemli bir sorunu çözüyorsa, o zaman burada da parlamento hukukunda emsallerini gördüğümüz yargılamanın yenilenmesi yolunun açılması lazım.

Bu sebeple, yani on yıllık hak düşürücü sürenin devlet aleyhine uygulanamayacağı sebebine dayalı olarak kurulan hükümler noktasında hak kaybına uğrayan kişilere bir yıl veya altı ay içerisinde ihyayı sağlayacak, hakkı diriltmeyi sağlayacak bir normun geliştirilmesi lazımdır. Bu yönde bir norm Komisyon Başkanı olarak bir hafta içerisinde çalışılmış ve yüce huzurunuza… Çünkü hazırladığım rapora, onun hilafına bir norm getirmem mümkün değil. Sayın Bakanımın ve Genel Kurulun iştiraki hâlinde böyle bir modelin hazır olduğunu sizlerle paylaşmak isterim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Önergeniz mi var?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Tabii benim 42’nci maddeye göre önerge üretme imkanım yok, muhalefet şerhim de yok. Projedir, ben sosyal adalet bakımından ve mülkiyet hakkının doğal uzantıları bakımından arz ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Komisyonumuzun bu kanunla ilgili olarak yürüttüğü müzakereyi, müzakere tarzını sizlerle paylaşmak isterim. Bir partiye mensup Değerli Grup Başkan Vekili arkadaşımız, raporda “Muhalefet şerhi eklidir.” denmesine rağmen bu olgusal durumların, gerekçelerin hakiki yansımalarının rapora inikâs etmediğini ileri sürdüler; sizlerle paylaşmak istiyorum. Komisyon, hele hele Adalet Komisyonu, Parlamentonun iç hukukuna ve teamüllerine saygılı bir çalışma yapar.

Değerli arkadaşlar, elinizdeki rapor, komisyon raporu iki bölümden teşekkül etmektedir; birisi üyelerin imza bölümü, öbürü Komisyonca hazırlanan metin bölümü. İmza bölümünde bir sembolle imza vardır ve ilgili üye arkadaşın düştüğü not vardır; Komisyon Başkanlığı veya Başkan imza mekânında yer aldığı için o nota katiyen ilişmez, aynen size aktarır. Ayrıca Komisyon Başkanlığı makul bir süreyi muhalefet şerhi için bütün arkadaşlara tanır, Parlamento teamülleri de bu yöndedir, yani muhalefet şerhinin zamanında getirilmemesi hâlinde, hele bir Komisyon Başkanı olarak benim, bu kayda rağmen “Muhalefet şerhi getirilmemiştir.” kaydını komisyon raporuna düşmem nezakete aykırı olur. Komisyon raporu incelendiği zaman, Komisyonun işi sonuçlandırdığı tarih -aynen yazıyor- 25/06/2008 tarihidir -raporda yazıyor- raporun yazıldığı tarih 14/07/2008’dir. Yani on dokuz gün beklenmiş ve muhalefet şerhi gelmemiştir. Çok değerli üye arkadaşlarımız da zaten sarih olarak toplantıyı terk ettikleri için nazik bir şekilde muhalefet şerhlerini getirmeyeceklerini de izhar etmişlerdir. Komisyon Başkanının esasen raporda mündemiç veya rapordan ince şekilde, okunmaz hâlinde görülebilir bu hususu noksan olarak adliye önündeki… Grup Başkan Vekili arkadaşımız burada yok ama zapta geçsin Komisyonun hassasiyeti bakımından diye sizinle paylaşıyorum.

Bu anlayış içerisinde, yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın İyimaya.

Şahısları adına ilk söz Antalya Milletvekili Sadık Badak’a aittir.

Buyurun Sayın Badak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SADIK BADAK (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 272 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Konuya geçmeden önce, Değerli Antalya Milletvekili arkadaşımız Hüseyin Yıldız’ın, Adalet Bakanımız yine Antalya milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin’in bu kanunun hazırlanmasında emeği olmadığına dair -belki malumatı olmadığından- ifadeleri oldu.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – “Emeği yok.” demedim Sayın Badak.

SADIK BADAK (Devamla) – Doğrusu, hakkaniyeti ifade etmek, hakkaniyeti teslim etmek bakımından sürecin içerisinde bulunan bir kişi olarak bu ifadeyi, bu açıklamayı başlangıçta yapma ihtiyacı duyuyorum.

Malum her iki madde de bu problemle ilgili kesimler tarafından Parlamentoya, bizlere o günlerde taşındı. 1’inci maddeyle ilgili Türkiye Otelciler Birliğinin, (TÜROFED) yöneticileri, yine Akdeniz Otelciler Birliğinin (AKTOB) temsilcileri müteaddit defalar bu problemi bizlere getirdiler. Sayın Adalet Bakanımızın da içinde bulunduğu birkaç oturum yapılmak suretiyle bu problemi nasıl çözebileceğimiz müzakere edildi. Arkasından, yine, Kepez’deki haksız tapu iptal davaları hakkında mağdur olmuş vatandaşlarımızın içerisinden bir heyet, Kepez bölgesinden 20’ye yakın muhtarlarımızla beraber Parlamentoyu ziyaret ettiler, bizlere konularını anlattılar. Yine, Antalya Milletvekilimiz, Adalet Bakanımız Sayın Mehmet Ali Şahin’in içinde bulunduğu oturumlar yapıldı, muhtelif konu hakkında tecrübeli hukukçu arkadaşlarla görüşmeler yapıldı ve üzerinde mutabık kalınan metinler, konunun önemi ve hassasiyeti sebebiyle muhalefet partisindeki arkadaşlarımıza da, özellikle Antalya milletvekili arkadaşlarımızın da görüşlerinin alınması amacıyla kendilerine takdim edildi.

Ben, huzurunuzda, hem Cumhuriyet Halk Partisi hem Milliyetçi Hareket Partisine mensup Antalya milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Bu kanun tekliflerine iştirak ettiler, hatta “Türk Ceza Kanunu 154’le ilgili değişikliği biz hazırlayalım, siz imzalayın.” dedi Sayın Osman Kaptan, biz de buna memnuniyetle iştirak ettik, hep birlikte bu kanunu hazırladık. Bu hizmeti vatandaşlarımıza yapmaktan, Antalya milletvekilleri olarak, Sayın Adalet Bakanımızın da içinde ve başında olmak kaydıyla hep birlikte hazırlamaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum. Neticede hepimiz vatandaşımıza karşı görevimizi yapmış olduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun, esas itibarıyla, Türk Ceza Kanunu ve Tapu ve Kadastro kanunlarının birer fıkrasında değişiklik öngörüyor. 1’inci maddeyle, vatandaşlara devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan alanlarda meydana gelen geçici kullanımlara karşı açılmakta olan ceza davalarının kamunun şikâyetine bağlı olması öngörülüyor.

Bahis konusu problem sanıldığı gibi sadece Antalya’nın meselesi değil. Burada ifade edildi, ülkemizin her köşesinde bu gibi açılmış ve açılmaya hazırlanan binlerce dava dosyası var, sadece İzmir’de 6 bine yakın dosyanın olduğunu, bunun 1.500’e yakınının da Menderes ilçesinde olduğunu biliyoruz.

Kamuoyunda duyulduğu şekilde, bahis konusu kullanımlar Akdeniz ve Ege’de imarlı parsellerde ruhsatlarıyla turizm tesisi ve işletmeciliği yapanların mesleklerini ifa edebilmek için tesislerinin önüne müşterilerinin güneşten korunması veya vakit geçirmesi için herhangi bir temel ve kalıcı bina yapmaksızın kullandıkları geçici güneşlik alanlardır. Yaz mevsiminde bu tür işletmelerin geçici olarak kullandıkları bu yerler defterdarlıklar tarafından tutanakla belirlenmekte, takdir komisyonlarınca tarh edilen ecri misil bedelleri de işletmelerden tahsil edilmektedir. Biraz önce ifade edildi, 2007 yılında Antalya kıyılarında meslek sahiplerinin bu kullandıkları yerler için ödedikleri ecri misil miktarı 15 milyon liranın üzerinde, 2008 yılında ödedikleri de 19 milyon lira civarındadır. Fakat, bu paraları ödemiş olmaları ceza davasına muhatap olmalarını önlememektedir. Amacımız, bu ceza davasına muhatap olmayı önlemektir.

Biz, bunun Türkiye'nin bütün kıyılarını ilgilendirdiğini, tabii ki, biliyoruz ve ifade ediyoruz. Esasen sadece turizm sektörünü ve sadece Akdeniz ve Ege kıyılarını ilgilendiriyor olsa dahi bu değişikliği yapmamız icap eder. Turizm sektörü, ülkemizin 1959 yılından bu yana bir devlet politikası hâlinde desteklediği bir sektördür. Nitekim, ülkemiz 1980’li yıllardan bu yana beklediği, ümit ettiği, hayal ettiği rakamlara son yıllarda erişmiştir. Biraz önce, yine, değerli milletvekilleri ifade etti; geçen yıl, 26 milyon turist, 22 milyar dolar turizm geliri elde ettik. Turizm, Türkiye’nin petrolüdür. Sadece bizim kıyılarımızdaki problemi halledecek bile olsa bu kanunu çıkarmamız, desteklememiz icap eder kanaatindeyim.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz tasarının 2’nci maddesi -ifade edildi- 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesinin üçüncü fıkrasında on yıllık zaman aşımının kimleri kapsayacağına dair açık ve sarih bir ifade getirmektedir. “Mevcut ifade sarih değil mi?” diye sorulabilir. Mevcut ifade şu: “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.”

Hüküm esasen gayet açık. 1963 yılından itibaren ülkemizdeki yaygın kadastro çalışmaları ve tapulama çalışmalarını takiben özel tapulu mülkler mirasa ve alım satımlara konu olmuştur. Kadastro Kanunu’nun 12’nci maddesinin çıktığı 1987 yılından 2003 yılına kadar on yıllık hak düşürücü süre kamu ve özel ayrımı yapılmadan uygulanmıştır.

Yine arkadaşlarımız ifade etti, 2004 yılından itibaren yüce Yargıtay, görüşünü değiştirerek vatandaş tarafından açılan davalarda on yıllık süreyi uygulamakta, kamu kuruluşlarının açtığı davalarda ise on yıllık süreyi nazarıitibara almamaktadır.

Bize göre fıkra hükmünde yasa koyucunun iradesi açıktır. Ayrıca, 1987 yılında Kanun’un görüşmelerinde kayda alınan fıkranın gerekçesinde de durum şöylece ifade edilmektedir, sadece ilgili yeri ifade ediyorum: “Ayrıca büyük emek ve masrafla meydana getirilen düzenli kütük ve kadastro işlemlerinin korunmasını sağlamak için, kamu ve özel mal ayrımı yapılmadan kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamayacağı esası getirilmiştir.” ve devam ediyor, gerekçe bu kadar açık.

Değerli milletvekilleri, Yasa’nın 12’nci maddesi 1987 yılında bu gerekçeyle yasalaşmıştır. Yasa gerekçelerinin de aynen yasa gibi bağlayıcı olduğu hukukun genel kabullerindendir. Buna rağmen ilgili dairenin kararlarında on yıllık sürenin kamu kurumları tarafından açılan davalarda uygulanmayacağı kabul edilerek son yılda, son dört yılda binlerce dava dosyası açılmasına ve vatandaşların mağduriyetine yol açılmasına bir zemin oluşmuştur. Bu durum karşısında tapular hakkında kamu kuruluşları yönünden ilelebet dava açılabilmesi mümkün hâle gelmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Badak, devam ediniz.

SADIK BADAK (Devamla) – Bize -bütün milletvekili arkadaşlarıma eminim geliyordur- Kütahya’dan, Balıkesir’den, yurdun çok değişik mevkilerinden şikâyetler geliyor. Sadece Edremit ilçesinde dört yüz davanın açıldığı bildiriliyor. Yine Kepez bölgesinde kırk beş yıl öncesinde kadastrosu yapılıp kesinleşen ve hâlen üzerinde kayıtlı, tapulu evlerini, arsalarını, apartmanlarını kaybetmek üzere olan binlerce vatandaşımız vardır. Bu ihtilafları gidermek amacıyla Kanun’un gerekçesinde belirtilen hüküm maddeye açıkça konulmaktadır.

Yasanın hazırlanmasında emeği geçen bütün kesimlere teşekkür ederken yasaya olumlu yönde desteğinizi beklediğimi ifade etmek isterim. Adalet Komisyonu Başkanımızın burada getirdiği yeni bir yaklaşımı eğer gruplar benimserse bu konuda kesin hüküm giymiş vatandaşlarımızın büyük bir mağduriyetinin önleneceğini ifade etmek isterim.

Yüce heyeti, bu düşüncelerle saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Badak.

Hükûmet adına Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin.

Sayın Şahin, buyurun.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Grubu bulunan üç siyasi partimize mensup milletvekili arkadaşlarımızca verilmiş olan ve müştereken Komisyonda görüşülerek Genel Kurula indirilmiş bulunan bir kanun teklifi üzerinde müzakereler yapıyoruz. İki alanda düzenlemeler yapıyor. Teklif sahibi arkadaşlarımız, grup adına konuşan arkadaşlarımız, bu iki alanla ilgili, bu değişikliklerin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını ve ne gibi düzenlemeler getirdiğini -biraz önce söz almışlardı- uzun uzun anlattılar. Doğrusu, Hükûmet olarak da biz bu ihtiyacı baştan beri görmüştük, bir Hükûmet tasarısı olarak da sevk etmeyi planlamıştık ancak teklif hâlinde verilmesinin ve müşterek bir kanun teklifi olmasının, en azından, partilerin birlikte de bazı düzenlemeler yapabileceklerini göstermesi bakımından güzel bir jest olacağını düşündük ve ben Komisyonda da Hükûmeti temsil etmiştim, orada da bu tekliflere destek vermiştim. Şimdi de huzurunuzda, arkadaşlarımızca hazırlanan bu teklife destek verdiğimizi Hükûmet olarak ifade etmek istiyorum.

Gerçekten arkadaşlarımız, özellikle kamunun hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerle ilgili ecri misil ödenmesine rağmen 2005 Ceza Kanunu’nun değişikliğinden sonra birtakım davalara muhatap olunduğunu ve daha çok da bu davalara muhatapların turistik işletmeler olduğunu uzun uzadıya anlattılar. Ben de Antalya Milletvekiliyim, burada bu sorunla çok sık karşılaşıyoruz. Özellikle turizm dernekleri ve federasyonlarının yetkilileri uzun süredir böyle bir düzenlemenin bir an önce yapılmasını arzu ediyorlardı. Şimdi de Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bu düzenlemeyi yapmanın çalışmalarını yapıyor olmaktan da memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, uzun yıllar önce tapu sahibi olmuş vatandaşlarımızın, Yargıtayımızın görüş değiştirmesinden sonra, “Hazineye karşı zaman aşımı defiinde bulunulamaz.” şeklindeki yeni yaklaşımından sonra, ellerindeki tapuların iptali süreci, özellikle Antalya’da son bir iki yıl içerisinde ciddi bir huzursuzluğa yol açmıştı. İşte bu kanun teklifiyle bu huzursuzluğu da ortadan kaldırıcı yeni bir düzenleme yapılıyor. Ben bu iki alanda yapılan düzenlemelerin ciddi bir rahatlama sağlayacağını düşünüyorum.

Aslında, Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinde yapılan değişiklik, 2005 yılında yapılan değişiklikten önceki hâle büyük ölçüde geri dönmeyi amaçlıyor. Çünkü uzun süredir, zaten eski Ceza Kanunu’nun bu maddeye tekabül eden maddesi yürürlükte iken de… Bazı iddialar var çünkü, deniyor ki: “İşte, bu acaba hazine arazilerini yağmalatmaz mı?” Daha önceki düzenleme zaten buna yol açmamış ve kaldı ki bu alanla ilgili yani hazinenin, kamunun elindeki gayrimenkullerle ilgili onlara tecavüz, haksız bir tecavüz hâlinde bunları koruyucu başka kanunlar var, özel kanunlar var, bu kanunlarda da zaten cezalar var. Hatta incelediğinizde göreceksiniz ki o kanunlardaki cezaların süresi, şu anda değiştirmekte olduğumuz 154’üncü maddedeki cezaların süresinden daha fazla. O nedenle, bir endişeye mahal olmadığı düşüncesindeyim.

İki alanla ilgili bir rahatsızlığı düzelten bir teklifi görüşüyoruz, Hükûmet olarak bu teklife destek verdiğimizi ifade etmek istiyorum.

Söz alan arkadaşlarımız, benim hafta sonu Antalya’da seçim çalışmalarına katıldığım esnada yapmış olduğum bazı konuşmaları eleştirdiler. Arkadaşlarımın eleştirilerini anlayışla karşılıyorum. Zannediyorum cuma, cumartesi ve pazar günü, Antalya’da Gazipaşa, Alanya, Serik ve merkezdeki dört ilçede -sanıyorum yedi tane ilçede- seçim çalışmalarına iştirak ettim. Buralarda seçim büroları açılışları, aday tanıtım toplantılarına katıldım. Tabii buralarda, bölgenin milletvekili olmam ve tabii aynı zamanda Kabinenin bir üyesi olarak da bana konuşma imkânı verdiler, buralarda da konuştum. Aslında söylemek istediklerimi -ki bunların bir kısmı, bazı bölümleri basına da yansıdı- kısaca ne söylemek istediğimi siz değerli arkadaşlarımıza ifade etmek ve beni eleştiren arkadaşlarıma bir noktada cevap vermek, açıklama yapmak için bu cümleleri kullanıyorum.

Şimdi, tabii ki yerel seçimlere gidiyoruz. Beldelerimizin, ilçelerimizin -büyükşehir olabilir, büyükşehir olmayabilir- illerimizin, tabii ki yerel yönetimler tarafından çözümlenmesi gereken sorunları var. Bu sorunların önemli bir bölümü sadece yerel imkânlarla çözülemiyor. Eğer orası büyükşehirse o ilçe belediyelerimizin, büyükşehir sınırları içerisindeyse, mutlaka büyükşehir belediyesiyle de birlikte çalışarak çözebilecekleri sorunlar var. Hatta, öyle yerlerimiz var ki, işte, özellikle turistik bölgelerde katı atık depolarının yapılması, altyapıların yapılması konusunda da mutlaka merkezî hükûmetin, Turizm Bakanlığının, diğer bakanlıkların da desteğinin gerektiği birtakım hizmetler var. Benim orada yapmış olduğum konuşmalarda genel olarak, yani yedi konuşma yaptım, hepsinde de vermek istediğim mesaj şuydu: Bir yerel yönetimin, bir belediyenin, bir belediye başkanının, başka belediyelerin veya merkezî hükûmetin, gerektiğinde, yardımı olmadan çözemeyeceği birtakım sorunlar vardır. O nedenle, belediye başkanı olarak seçeceğimiz arkadaşın diğer belediyelerle de, diğer kuruluşlarla da diyaloğu devam ettirecek, onların da yardımını alabilecek, onlarla da birlikte çalışabilecek kapasitede arkadaşlar olması gerektiğini ifade ettim. Bunu söylerken şu partiden, bu partiden ayrımı yapmadım. Ancak Gazipaşa’da “Eğer seçeceğiniz belediye başkanı bizim partimizden olursa memnun olurum.” anlamına gelen bir ifade kullandım.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Yapmayın Sayın Bakan. Televizyonlarda dinledik konuşmanızı. Burada konuştuğunuzla oradaki çok farklı.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Söylemek istediğim: Yerel yöneticilerin, büyükşehir belediyesiyle, merkezî hükûmetle de uyum hâlinde, diyalog hâlinde olmasının yararlı olacağını düşündüm.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Televizyonda sesinizden dinledik. İnsaf yani, insaf!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Peki, beni buraya getiren neydi? Beni buraya getiren şuydu: Ben Antalya Milletvekiliyim ve Antalya Milletvekili olarak Kabinede görev yapıyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Efendim, buna cevap verin, buna.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakın, Antalya’da bazı ilçeleri ve beldeleri ziyaret ediyorum. Mesela bazı ilçeler var ki henüz altyapıları, kanalizasyon sorunları bile büyük ölçüde çözülmemiş.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Hepsi size verilsin, ne lüzum var seçime!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ben buralara gittiğimde, bizim partimizden olmayan bu belediyelerin bulunduğu yerlere gittiğimde “Mevcut belediye başkanı arkadaşlarımla bir diyalog kurayım, acaba birlikte burada bir çözüm üretebilir miyiz?” dediğimde, bazı ilçeler var ki bu belediye başkanlarıyla ben üç dört yıldır, maalesef, tanışma şerefine nail olamadım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Bakanım, ziyaret ettiniz mi? Bir ziyaret etseniz, belediyeye bir şeref verseniz.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ben bunu bazı yerlerde eleştirdim. Keşke bu belediye başkanı arkadaşlarımla da diyalog kurabilsek, başka partiden olabilir ama belki buradaki sorunların çözümüne birlikte çözüm üretebiliriz diye birtakım konuşmalar da yaptım.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakan, konuşmanızdan bu anlam çıkmıyor. Televizyonda sesinizden dinledik.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ancak şunu hemen ifade edeyim huzurunuzda, sizden bir arkadaşınız olarak: Yapmış olduğum bütün bu konuşmaları… Tabii, üst üste, değişik yerlerde konuşmalar yapıyoruz. Hepimiz de siyasetçiyiz. Buralara giderken daha önceden hazırlanmış olan metne dayalı olarak konuşmuyorsunuz, oradan oraya koşuyorsunuz, her yerde konuşacaksınız, halkın karşısına çıkıyorsunuz. Zaman zaman maksadınızı aşan ifadeler de ağzınızdan çıkabiliyor, onu da kabul ediyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Özür dileyin o zaman!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ancak “Efendim, illa bizim partili belediyelere oy verin. Bizim partili olmayan belediyelere oy verirseniz biz bunlara yardım etmeyiz.” anlamına gelen bir düşünceyle o cümleleri söylemiş değilim, bu yanlış olur. Efendim, böyle…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Tamam Sayın Bakan, bu kadar!

METİN ÇOBANOĞLU (Kırşehir) – Tamam ama sizin dediğinizden o anlaşılıyor Sayın Bakan. Televizyonda dinledik, özellikle dinledik, böyle anlaşılıyor.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Yapmayın Sayın Bakan! Adalet Bakanı yapar mı öyle şey?

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Siz Adalet Bakanısınız…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Efendim, eğer bu anlama gelen bir ifade kullanmışsam, Osman Bey, bu anlama gelen bir ifade kullanmışsam o ifade yanlıştır, maksadı aşan bir ifadedir. (CHP sıralarından “Öyle söyleyin.” sesleri)

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakan, bu yasadan bahsediyorsunuz, “Bu yasa çıkacak.” diyorsunuz!

BAŞKAN – Sayın Ağyüz

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Tamam, söylüyorum kardeşim, söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – İstifa edecek misiniz Sayın Bakan?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Nitekim, bakın, bizim Hükûmetimiz döneminde belediyeler arasında herhangi bir ayrım yapılmamıştır.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Bakan, istifa edecek misiniz?

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakan, yorulmuşsunuz, biraz dinlenin!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakın, belediyelerimizin sahip olduğu nüfusa göre İller Bankasından almış olduğu bir pay vardır. Her belediyeye -özellikle yaz aylarında- işte, bunlardan kesilen kesintilerle ilgili birtakım iyileştirmeler yapılmıştır ama hiçbir ayrım yapılmamıştır.

Bakın, özellikle Sayın Anadol’un benim farklı belediyelerle çalışma konusundaki tavrımı en iyi bilenlerden biri olduğu kanaatindeyim. Daha önceki Bakanlık dönemimde ben spordan sorumluydum. İzmir’de Universiade’la ilgili bir çalışma yapılıyordu. Rahmetli Sayın Piriştina gerçekten büyük gayretlerle İzmir’de yapılması konusunu başarmıştı, İzmir’e almıştı; işte, birtakım çalışmalar da yapılıyordu. Ancak kendisinin ani vefatından sonra bu göreve gelen Sayın Azizoğlu konuyu inceledi, bir gün bana geldi, dedi ki: “Sayın Bakanım, merkezî hükûmetin desteği olmadan, sizinle iş birliği yapmadan biz bu projenin üstesinden gelemeyiz.” Ben kendisine “Kardeşim, sen başka bir partidensin, git, ben sana yardımcı olamam.” demedim, “Hayır, birlikte yapacağız.” dedim. Birlikte, el ele, kol kola örnek bir çalışmayı biz İzmir’de başardık. 10 bin kişilik Halkapınar Spor Salonu’nu biz iki yüz on günde bitirdik; bu, Türkiye’de bir rekordur ama el birliğiyle bunu yaptık. Yani benim böyle “Başka partilere, başka partili belediyelere yardım etmeyelim; işte, onların hizmetlerine mâni olalım.” diye bir düşüncem asla olmamıştır. Tabii, bu konuşmalarım esnasında -demin ifade ettiğim gibi kalabalık karşısında irticalen konuşuyoruz- maksadımı aşan bazı ifadeler olmuş ve sizler tarafından “Bunlar, kamuoyunu veya işte, seçmeni tehdit eden, onlara şantaj anlamına gelen ifadelerdir.” şeklinde değerlendirmeler yapıldı.

Şu kanaatimi sizlerle paylaşmak isterim: Bakın, kim ne söylerse söylesin, şantaj, tehdit, bunlar milletimiz tarafından asla ciddiye alınmazlar, hatta bunlar ters teper. Ben bunu biliyorum. Ben siyasette de bu kadar tecrübeliyim. Yani milleti tehdit edeceksiniz, şantaj yapacaksınız, bunun size bir siyasi avantajı olmaz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Olsaydı 1989’da olurdu zaten.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, ben böyle bir konuşmayı yaptım yani buna benzer konuşmaları yaptım; basına da yansıdı, inkâr etmiyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – “Yaptım” de!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – İnkâr etmiyorum efendim. Ama maksadımın…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – İspanya’yı örnek al, İspanya Adalet Bakanını örnek al.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Efendim, illa “Muhalefet belediyeleri eğer seçilirse biz onlara hizmet etmeyiz, onlara Hükûmet olarak yardımcı olmayız.” anlamına gelen bir cümleyi kullanmadım, böyle bir niyetle o konuşmaları yapmadım. O heyecan anında ağzımdan çıkan bir iki kelime bu anlama gelecek yorumlara müsaitse maksadımı aşmış ifadeler olduğunu tekrar ediyorum.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakan, bu, yorgunluk, yorgunluk!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, biz Hükûmet olarak Türkiye’ye hizmet etmek, Türkiye’nin sorunlarını çözmek… Şimdi, yerel seçimlere doğru gidiyoruz, tabii yerelde de hizmet bekleyen beldelerimiz var, ilçelerimiz var, büyükşehirlerimiz var; buralara hizmet ederken kuşkusuz ki yasalar neyi gösteriyorsa Ankara’dan bu belediyelerimize o şekilde yardımcı olunacaktır. Ama bazı yöreler var ki özel projelerle Ankara’ya gelirler, Hükûmete gelirler, bakanlıklara giderler, Turizm Bakanlığına giderler; eğer bu projeler konusunda oradan yardım alabilirlerse, bu beceriyi gösteren belediye başkanlarımız da beldelerine, ilçelerine daha fazla hizmet ederler. Ben de seçmenlere “Size daha fazla hizmeti kim götürecekse ona oy verin.” dedim ama bunu yaparken, bu cümleyi söylerken bir ayrım yapmadım. Ancak “Bizim partimizden olanları tercih ederseniz memnun olurum.” anlamına gelen şeyler söyledim.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Öyle değil!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bir siyasi partinin mensubu olarak yerel seçimlere doğru giderken lütfen bunu söylememi de yadırgamayın yani, ne diyeceğim ki? Ne diyeceğim ki? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Bakan, Kabinedeki bütün arkadaşlarınız aynı şeyi söylüyor, o, sizin huyunuz hâline geldi!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Kaç dakikam var?

BAŞKAN – Beş dakikanız var Sayın Bakan.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bitiriyorum.

Şimdi, Sayın Yıldız, biraz önce benim bir bayramda yapmış olduğum ve Deniz Feneriyle ilgili bir cümlemi aldınız, özellikle bunu muhalefet partisine mensup olan arkadaşlarımız “Ya bu Deniz Fenerinden bana ne?” şeklindeki ifademi kullanıyorsunuz. (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Devletin Bakanı, AKP’nin değil!

BAŞKAN – Sayın Aydoğan… Sayın Aydoğan, lütfen…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakın, ben merak ettim, acaba bu konuda ne demişim? Bu konuda ne demişim? Anadolu Ajansından biraz önce getirttim. Şimdi, size Anadolu Ajansından nokta nokta okuyorum… (AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Aydoğan, karşılıklı konuşmayalım, Hatip’i dinleyemiyorum, lütfen…

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanı!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Arkadaşlar “Biz iktidar olarak göreve geldiğimiz andan beri…” Aynen Anadolu Ajansından okuyorum: “…kamu kaynaklarının en iyi şekilde halkımızın yararına kullanılması için yoğun çaba sergiliyoruz. En ufak bir kaçak olduğu takdirde hemen üzerine gidiyoruz, sorgulayarak bu kaçağı kapatmaya gayret ediyoruz. Lütfen bize `Senin bakanlığında şu yanlışlıklar yapılıyor` deyin. Eğer gerçekten yanlışlıklar oluyorsa ben size teşekkür ederim, düzelttiririm.” Anadolu Ajansından okuyorum: “Çünkü biz hatamızı söyleyene `Allah razı olsun` demeyi bir ahlaki kaide olarak biliriz.” Bunu ne zaman yapmışım: 30/9/2008. “Ama bize `Fakat ülkede falan dernek yöneticileri suistimal yapmış. Bunun sorumlusu da sizsiniz` diyorlar. Bana ne ya. Almanya`daki bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa, yargılanmışlarsa, benim iktidarımdan buna ne? Benim iktidarımla ne alakası var? Ne yapmak istiyorlar? Türkiye`de AK PARTİ`nin önünü, şöyle dediler olmadı, böyle dediler olmadı, bir türlü kesemiyorlar, başkalarının birtakım kişisel hatalarını bize yamamak suretiyle güya bizim yolsuzluklara göz yumduğumuzu ifade ediyorlar. Biz göz yummuyoruz, gözlerimiz fal taşı gibi açık, her türlü usulsüzlüğün üzerine şiddetle gidiyoruz ve gideceğiz. Bu hatayı yapan, bu yanlışı yapan babamın oğlu da olsa fark etmez. Bu kardeşiniz, teyzesinin oğlunu benim ismimi kullanarak haksız menfaat teşebbüsünde bulundu diye savcılığa şikâyet eden ve onu tutuklatan bir adamdır…”

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Doğru, arsa almak için vekâlet veriyorsunuz!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Aynı konuşmadan okuyorum: “Bu nedenle bizimle halka hizmet yarışında bulunamayanlar, projeleri olmayanlar halka söyleyecek bir şeyi olmayanlar, sadece çamur at izi kalsın mantığıyla siyaset yapıyorlar. Bu siyaset anlayışının ne kendilerine ne ülkemize hiçbir faydası yoktur, sadece kendilerine zarar verirler.” Benim “bana ne” konuşması budur. O nedenle, siz buradan sadece bir cümleyi çıkarıp, sanki, işte, bu davayla ben Adalet Bakanı olarak ilgilenmiyorum, bu bizi ilgilendiren bir şey değil anlamına söylememişim…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Televizyon ekranlarında benim söylediğim sözün aynısını aktardılar Sayın Bakan.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Kaç defa açıkladım, arkadaş, hata yapan kim olursa olsun, eldeki deliller bir kişinin suç işlediğini gösteriyorsa bağımsız yargı, savcılarımız, hâkimlerimiz gereğini yaparlar.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ama, izin vermeniz lazım. Zahid Akman’ın dokunulmazlığı var.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bu davayla ilgili dosya 3 kez Almanya’dan istenmesine rağmen bu sabah elimize ulaşabildi. Bakın, vakit kaybetmeden hemen Ankara cumhuriyet savcılığına gönderdik. Ankara cumhuriyet savcılığı da üç ayrı klasörden oluşan bu dosyanın tercümelerini yapıyor, sanıyorum yakın zamanda biter. Tabii ki Ankara Cumhuriyet Savcılığı diğer çalışmaları da yapıyor ancak bağımsız yargı organları bizden talimat alarak bu çalışmaları yapmıyor, ben onlara talimat veremem çünkü yargı bağımsızdır ve tarafsızdır. Biz sadece o dosyanın getirilmesine Adalet Bakanlığı olarak aracılık yaptık.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Gelinceye kadar deliller karardı.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – O nedenle…

Şimdi, Almanya bunu geç göndermişse Sayın Anadol ne yapayım ben yani?

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Niye geç göndersin? İstemediniz ki!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – 3 defa istemişim, tekit etmişim. Ne yapmamız lazım? Söyleyin bana, şunu yapmalıydınız da bu dosya onu yapmadığınız için geç geldi diyebileceğiniz bir şey var mı bana? Ne söyleyebilirsiniz?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ergenekon’da ne yapıldıysa burada da o olmalı.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ergenekon da bizim bir davamız değil ki. Ergenekon da bağımsız yargının bir davasıdır, bağımsız yargı organlarının bir faaliyetidir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok, yok, operasyonu emniyet yapıyor.

BAŞKAN – Sayın Anadol, lütfen…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Lütfen… Bakın…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakan, arsa vekaleti ne?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakın, bağımsız yargı organlarına talimat verme yetkisi hiç kimsenin değildir, benim de değildir Adalet Bakanı olarak, böyle bir yetkimiz yoktur. Onlar, yasaların çizdiği sınırlar içerisinde, Türkiye'de kanun hâkimiyetini sağlamak için çalışırlar, görevlerini yaparlar. Bize de düşen, onların görevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmeleri için onlara yardımcı olmaktır.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Delil kalmadı, karardı.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Biz Adalet Bakanlığı olarak bunu yapıyoruz. Yasama organının da bunu yaptığına, bunu yapması gerektiğine inanıyorum.

Ben sözümün başına dönüyorum. Üç siyasi partimize mensup milletvekili arkadaşlarımızca verilmiş olan bu kanun teklifine Bakanlık olarak ve Hükûmet olarak katılıyoruz ve destek veriyoruz.

Hayırlı olması dilekleriyle hepinize sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Şahısları adına ikinci söz Antalya Milletvekili Yusuf Ziya İrbeç’e aittir.

Buyurun Sayın İrbeç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanun teklifinde Antalyalı, Antalya milletvekili arkadaşlarımla birlikte benim de imzamın bulunduğu 272 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Adalet Komisyonumuzda kabul edilerek Genel Kurula gelen kanun tekliflerinden birisi olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinde yapılan değişiklikle, hakkı olmayan yerlere tecavüzlerin cezalandırılması öngörülmektedir. Bu teklif ile kamuya ait malların korunması da cezai müeyyidelere bağlanmıştır. Bu kanuni düzenlemelerle, defterdarlık şikâyette bulunmasa bile kamu hakkını korumak üzere savcılık resen hareket edip dava açabilecektir. Diğer taraftan, vatandaşın hakkının korunması amacıyla müruruzamanları düzenleyen yani iki tarafı da on yıla getiren madde ile dava açma hakkı kamuda da özelde de on yıl olarak belirlenmiştir. Yapılan düzenlemelerle, vatandaşlarımızın malına tecavüzü önleyici hükümler aynen muhafaza edilmektedir. Bu düzenlemelerden önce turizm bölgelerinde şezlong konulması tecavüz kabul edilebiliyordu çünkü bu da turizm faaliyetlerini olumsuz yönde etkilemekteydi. Bu yanlış uygulamadan şu anda vazgeçilmiştir. Şimdi ise ne olmuştur? Turizm sektöründe çalışan vatandaşlarımız ecri misil ödenmesi kaydıyla buralardan yararlanabilecekleri gibi, buraları ülkenin menfaatine daha iyi bir şekilde değerlendirmiş olacaklardır.

Diğer taraftan, 3204 sayılı Kanun’un 12’nci maddesinde yapılan değişikliklerle de, özel mülkiyet ve devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlarla ilgili zaman aşımının düzenlenmesi, hak düşürücü süre hususundaki uygulamalar ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla, mahkemelerde verilen kararların kamu düzeninin sağlanması açısından önemi açıktır.

Mülkiyet hakkının sağlıklı hukuki temele oturtulması kamu düzeninin kurulması ve korunması açısından da oldukça önemlidir. Vatandaşın mülkiyet hakkı en doğal hakkıdır. Bu hakkı kullanmada ortaya çıkan karmaşıklık ve benzeri olaylarda değişik sonuçların giderilmesi yani bunların önlenmesi, vatandaşın hakkının korunmasına yönelik bir düzenlemeyi zorunlu kılmıştır ve bu düzenleme de şu anda yapılmaktadır.

Ayrıca, bu yasa, yıllarca süren, yılan hikâyesine dönmüş davaların yolunun kesilmesine yönelik düzenlemeleri getirmiştir.

Bu yasa, tapuya olan güvenin pekişmesi ve iyi niyetli üçüncü kişilerin korunmasına yönelik önemli düzenlemeleri de içermektedir.

Bu kanun tasarıları ile idari ceza hatalarının önüne de geçilmektedir.

Ayrıca, bu düzenleme kamu ve özel mülkiyet hakkının sınırlarının çizilmesine yönelik önemli bir adım olarak da nitelendirilebilir.

Yaşam alanlarına insanca yaşanabilir altyapı hizmetlerinin sunulmasına yönelik de çok olumlu bir gelişme olarak bu yasayı görebiliriz.

Tapuya güvenilirliği sağlama ve zaman aşımı süreleri hususunda mahkeme kararlarını hukuki dayanaklara bağlama hususunu ve davaların önünün kesilmesi hususunu da içeren bir düzenlemeyle halkımızın daha rahat, daha hukuk anlayışı içerisinde modern bir devlette yaşayabildiklerini gösteren bu düzenlemeyi muhalefet partilerinin de iktidarın da birlikte çıkarıyor olması sevindirici fakat burada biz Antalya’da turizm bölgesinden geldiğimiz için birkaç hususu da dile getirmek istiyoruz.

 Şimdi tabii, turizmin geliştirilmesi, desteklenmesi ve bölgelerimizin, Antalya’daki bütün bölgelerin ve Türkiye’deki -bu Muğla olabilir, İzmir olabilir, İstanbul olabilir, Mardin olabilir, Van olabilir, Edirne olabilir, fark etmez, Karadeniz olabilir- bütün bölgelerde turizmin gelişmesine yönelik ne kadar olumlu tedbir alınacaksa biz bunların hep yanındayız. Onun için, değerli kardeşimiz Hüseyin Yıldız, Alanyalı olduğunu söyledi; tabii, Alanya bizim kalbimiz, gözümüz, kulağımız diyebilirim ama ben de Kaş’tan geliyorum, Kaş da gözümüz, kulağımız. Bir tarafta Kaş var, bir tarafta Gazipaşa var. Bu tarafta Gazipaşa Havalimanının açılması bu İktidar döneminde yapılan bir çalışmadır ve Sayın Bakanımız cuma günü orada müjdesini de verdi, haziran ayında havaalanı açılacak. Bu yıl pist 1.850 metre uzunluğunda olduğu için 157 kişilik uçaklar rahat inebilecek, gelecek sene ise 2.400 metreye pist uzatılacağı için bütün uluslararası alandaki en büyük uçakların da inebileceği bir havaalanı olacak.

Şimdi, aynı şekilde hafta sonunda ben Alanya’nın merkez dâhil on yedi beldesini ziyaret ettim, Bakanımız da belirli bölgeleri ziyaret etti ve başka bölgelere gitti, diğer milletvekili arkadaşlarımız da aynısını yapıyor. Biz Kaş’la Alanya arasında ayrım yapmıyoruz, biz Gazipaşa’yla Elmalı arasında da ayrım yapmıyoruz. Biz Antalya milletvekiliyiz, hepimiz kenetlenmişiz ama bu arada, diğer muhalefet partisinden olan arkadaşlarımızın bu kanuna destek vermesini de şükranla yâd ediyoruz ve teşekkür ediyoruz.

Komisyon Başkanımızın da özellikle eksiklik olarak gördüğü yeni çalışmasına da son derece ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Hodri meydan diyoruz! Muhalefet ciddi ise buyursun, bize destek olsun diyoruz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Olur olur, seçim de yapmayalım, size verelim.

YUSUF ZİYA İRBEÇ (Devamla) – Biz de onlara destek olalım ve böylece, halkın menfaatine olan her şeyi birlikte yapalım diyorum.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sen ne dediğini bilmiyorsun ya!

YUSUF ZİYA İRBEÇ (Devamla) – Bunun yanında, biz bunları yapar iken…

ATİLA EMEK (Antalya) – Muhalefet ciddi de ciddi iktidar görmüyoruz.

YUSUF ZİYA İRBEÇ (Devamla) – …biz, CHP’nin, MHP’nin veya diğer bir partinin kazanmasını, kaybetmesini düşünmüyoruz, kendimizin de kazanmasını, kaybetmesini düşünmüyoruz, “Milletimiz kazanacaksa biz kaybedelim.” diyen bir Başbakanın biz politikasını uyguluyoruz (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ve diyoruz ki bizim işimiz hizmet ama güvendiğimiz o gücümüz millet diyoruz ve bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın İrbeç.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Millet dersinizi verecek!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Soru-cevap işlemine başlıyoruz.

Süremiz yirmi dakika, çok fazla milletvekili arkadaşımız sisteme girmişlerdi, onun için birer dakikayla kısıtlayacağım efendim.

Sayın Köktürk, buyurun efendim.

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Anayasa’mızın 10’uncu maddesi, kamu hizmetlerinden yararlanmada dil, din, ırk, siyasi düşünce ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin herkesin kanun karşısında eşit olduğunu, devlet organlarının ve idare makamlarının da bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmekle yükümlü olduklarını düzenlemektedir.

Siz, makam olarak bu Anayasa hükmünü en iyi bilmesi ve uygulaması gereken bir görevdesiniz. Bu bağlamda, basına yansıyan sözleriniz, bu açık Anayasa hükmü karşısında, az önce ifade ettiğiniz gibi maksadı aşan sözler olarak nitelendirilebilir mi? Yoksa bu sözleriniz bu en temel Anayasa hükmünün bugüne kadar AKP İktidarı tarafından yok sayıldığının, hiçe sayıldığının açık bir teyidi anlamına mı gelmektedir?

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakana sormak istiyorum: Bu yasa teklifiyle kamu arazilerindeki işgal davaları düşmüş olacaktır. Bu durum bundan sonraki kamu arazilerinin de haksız bir şekilde işgal edilmesinin önünü açmayacak mıdır? Yani 2004’te getirilen kamu arazilerini korumayı kaldıran bu teklif ile yeni ve haksız işgaller teşvik edilmiş olmayacak mıdır?

Bu teklifin yasalaşmasından sonra yeni işgallerin önlenebilmesi için mevcut kanunlara ilaveten, Hükûmet olarak hangi tedbir ve düzenlemeleri gerçekleştirmeyi düşünüyorsunuz?

Son olarak, bu teklifin hemen mahallî seçimlerin arifesinde pek gündemde olmamasına rağmen acilen Genel Kurula getirilmesinin en önemli sebebi nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tankut.

Sayın Öztürk

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Yok.

BAŞKAN – Sayın Ünlütepe

HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Antalya’da partinizin seçim bürosunun açılışında yaptığınız konuşmada yoruma yer bırakmayacak şekilde “Yerel seçimlerde AKP’li adayları seçmezseniz Ankara’da işiniz görülmez.” diyerek yurttaşları baskı altına almaya çalıştınız. Bu sözünüz siyasi etik açısından uygun mudur? Yurttaşlar arasında “bizden olan-bizden olmayan” ayrımını niçin yapıyorsunuz? Yoksa bu açıklamanız Hükûmet uygulamalarınızın bir itirafı mıdır?

Adalet Bakanının tarafsız olma gibi sorumluluğu vardır. Seçimler yargı denetiminde yapılmaktadır. Son dönemlerdeki uygulamalar da dikkate alındığında Adalet Bakanı olarak bu tür açıklamanızın görev yapan yargıçlar üzerinde baskı oluşturacağına inanıyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ünlütepe.

Sayın Aydoğan, buyurun efendim.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Komisyon Başkanına soruyorum: Bu yasa 2/B diye adlandırılan sorunu çözüyor mu, çözmüyor mu? Çünkü Sayın Bakan çözdüğünü söylüyor. Bu çıkarılan yasa 2/B sorununu çözüyor mu, çözmüyor mu? Sayın Bakan çözdüğünü söylüyor, siz çözmediğini söylüyorsunuz. Bunu soruyorum.

Bir de yine Sayın Bakana soruyorum: Basına AKP’li bir belediye başkanına arsa alımıyla ilgili vekâlet verdiği yansıdı, doğru mudur? Arsa ihtiyacı olan, konut yapmak isteyen veya yatırım yapmak isteyen vatandaşlarımıza öneriniz var mı? Sizin vekâletinizi alan belediye başkanı arsa ihtiyacı olan vatandaşlarımıza da yardımcı olabilir mi, yoksa bakan mı olmak lazım? Medeniyetler ittifakı yaptığımız ülke İspanya Adalet Bakanını örnek almayı düşünüyor musunuz?

Biraz önce bir arkadaşımız da sizin AKP’li Bakan olduğunuzu söyledi. AKP’li Bakan mısınız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aydoğan.

Sayın Dibek, buyurun efendim.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Ben de Sayın Bakanıma güncel, konuyla ilgili soru soracağım. Zira Adalet Komisyonunda birlikte çalışıyoruz fakat toplantı yapamadığımız için mecburen burada o soruyu iletmek istiyorum.

Şimdi, dünkü konuşması sırasında, bir önceki günkü konuşması sırasında Sayın Bakan diyor ki: “Hükûmetimizle zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara’dan geçiremiyorlar.” Devam ediyor: “Barışık mahallî idareciler olursa işbaşında, sorunlar çözülür.” diyor.

Benim merak ettiğim şu… Sayın Bakan -az önce kendisi de konuşmasında belirtti- AKP hükûmetlerinin tümünde Bakanlık görevini yaptı, bir bildiği var demek ki. Ben şunu merak ediyorum: Bugüne kadar AKP’yle barışık olmayan belediyelerden hangilerinin projeleri gelmiştir de bunların hangileri geçmemiştir? Bu konuda bizleri bilgilendirirse memnun olurum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Dibek.

Sayın Işık, buyurun efendim.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ülkemizde inşaat ruhsatına uygun biçimde yapılarak kullanılabilir duruma gelmiş olup da henüz yapı kullanma izni alınamaması nedeniyle elektrik, su ve telefon hizmetlerinden yararlanamayan vatandaşlarımızın sayısı nedir? Bu tür vatandaşlarımız hangi illerimizde yoğunlaşmaktadır? Bu sıkıntıların daha çok rant alanlarının yer aldığı turizm bölgelerinde yaşandığı söylenebilir mi?

Binaların yapımı sırasında bu inşaatlara göz yumarak vatandaşı mağduriyete iten belediyelerle ilgili herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Yapıldıysa bu belediyelerin partilere göre dağılımı nasıldır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Işık.

Sayın Ağyüz

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Geçen 5831 sayılı Yasa’ya korsan bir önergeyle bir geçici madde ilave edildi, 2/B’nin öncü yasası çıkarıldı. Şimdi bu yasadaki madde 4 ve tekrarı olan geçici 8’inci maddeyle de bir benzeri yaşanıyor.

Şimdi, Sayın Bakanın Kepez’de yaptığı konuşma, 2/B’yi çıkaracağız vaadi bu yasayı kastederek midir -çarşamba günü dedi ama bir gün önce geldi bu yasa- bunu bilmek istiyorum?

Başbakan medyayı ve muhalefeti tehdit ederken demecinizle siz de direkt seçmeni tehdit ediyorsunuz. Bunu 89’da da yaşadık ama sonucunun ne olduğunu hep beraber gördük. Böyle bir akıbeti önlemeye bu tür demeçleriniz yetmeyecek Sayın Bakan. İspanya Bakanını örnek almayı düşünüyor musunuz özür dilemediğinize göre?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ağyüz.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, şu anda görüşmekte olduğumuz kanun teklifi 2004 yılında kamu arazilerini korumak amaçlı olarak Hükûmetiniz tarafından yapılan düzenlemenin ortadan kaldırılması. 2004 yılında 28 Mart seçimlerinin arkasından 26 Nisan 2004’te çıkardığınız 5237 sayılı Yasa, şimdi 2009 seçimleri öncesinde kaldırılmakta. Kamuoyu vicdanında ve sizin vicdanınızda bu bir seçim rüşveti olarak algılanabilir mi?

İki, Deniz Feneri dosyası hemen hemen beş ayda Almanya’dan buraya geldi, şimdi iki klasör var tercüme edilecek, acaba altı ayda biter mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Taner.

Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, Sayın Bakana soruyorum: Türkiye dünyanın en uzun deniz kıyısı olan ülkelerden birisi olmasına rağmen, Türkiye’de denizcilik bu özelliğe uygun bir seviyede değildir. Şimdi bu tasarıyla teknelerden alınmakta olan motorlu taşıtlar vergisinin kaldırılması öngörülmektedir ancak bu durum ülkemizde tek başına denizciliği teşvik edecek bir düzenleme değildir. Bu anlamda, ülkemiz için bir standart olabilecek başka düzenlemeler de yapılması planlanmakta mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özdemir.

Sayın Barış…

TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, basına yansıdığı kadarıyla İspanya’da Adalet Bakanı siyasi davalara bakan bir yargıçla hafta sonu bir av partisine katıldı. Ancak İspanya basını bunu eleştirince “Evet, yaptığım davranış etik değildir, bu nedenle istifa ediyorum.” demiştir. Acaba, siz de verdiğiniz beyanat nedeniyle “Evet, yanlış yaptım, yaptığım etik olmamıştır, bu nedenle istifa ediyorum.” diyecek misiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Barış.

Son soru…

Sayın Genç, buyurun…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim efendim.

Biraz önce konuşan Sayın Bakan “Bu Bakan teyzesinin oğlunu tutuklatmış adamdır.” dedi. Ben olayı size anlatayım. Kendisi Başbakan Yardımcısı iken Abant’a teyzesinin oğluyla gidiyor.

BAŞKAN – Soru soralım efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Soru soracağım efendim. Başkasına müdahale etmiyorsun, bana niye ediyorsun?

BAŞKAN – Anlatayım deyince olmuyor yani.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Soru soracağım işte.

BAŞKAN – O zaman “anlatayım” demeyin efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Dinle, ondan sonra…

BAŞKAN – Dinleriz efendim siz anlatın.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Dinle de sorayım.

Kendisinin teyzesinin oğlu hiçbir yerde çalışmazken getirdi Bolu’daki Abant Otelciliğe genel müdür atadı. Arkasından, bir süre sonra getirdi bunu İstanbul Millî Emlak Müdürlüğünde göreve şey etti. Sonradan şikâyet edildi, birisi benden rüşvet, bakan bana aracılık etti, rüşvet alındı diye kendisi ihbar etti. Sonradan Melih Aşık’ın köşesinde bir yazı yayınlandı, dedi ki: “İşte, bu teyzesinin oğlunun karısıyla bir ifadesine başvurulmuş. Hanım demiş ki: Efendim, biz daha önce beraber Abant’a gidiyorduk. İşte, bana dedi ki Bakan ‘başını ört’, ben başımı örttüm. Ondan sonra…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım, cevap verebilirsiniz.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Sayın Köktürk, Sayın Ünlütepe, Sayın Erdoğan, Sayın Dibek, bir arkadaşımız daha benim açıklamalarımla ilgili sorular sordular. Biraz önce kürsüde bu konuyla ilgili açıklama yapmıştım. Bu açıklamalarıma ilave edeceğim başka herhangi bir düşüncem yoktur. Diğer soruların cevabını da vermeye çalışacağım.

Sayın Tankut dediler ki: “Kamu arazilerinin işgaline yol açmayacak mı bu düzenleme?” Biraz önce kürsüde de kısaca değinmiştim, gruplar adına söz alan arkadaşlarımız da nitekim bu tür endişelere cevap verecek açıklamalarda bulundular. Sayın Tankut, kamu arazilerinin işgaline karşı uygulayabileceğimiz yasalar var. Bir, Kıyı Kanunu var; iki, Orman Kanunu var, İmar Kanunu var, ayrıca Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun var ve bu kanunlar kamu arazilerine haksız el atma karşısında şu ana kadar uzun yıllardır uygulanmaktadır. Biraz önce de açıklamıştım, yürürlükte bulunan Ceza Kanunu’nun 154’üncü maddesinde bir değişiklik yapıyoruz. Aslında bu değişiklik, bundan üç yıl önce eski Ceza Kanunu’nda mevcut olan düzenlemeye tekrar geri dönüştür. Dolayısıyla, o düzenleme yıllardır yürürlükteyken, kamu arazileri, sizin de ifade ettiğiniz gibi, işgale uğramamış çünkü demin saymış olduğum yasalar bu işgale engel olmuş. O nedenle endişeye mahal olmadığı düşüncesindeyim ve bu açıklamayı sizin sorunuz üzerine kısaca yapma ihtiyacını hissettim. Bunun dışında…

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Arsayla ilgili Sayın Bakan…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Şimdi, bu konuyla da ilgili defalarca açıklama yaptım, ama madem sordunuz Sayın Ağyüz, ifade edeyim.

Şu anda bir suç isnadı nedeniyle tutuklu bulunan bir belediye başkanı arkadaş İstanbul’un Tuzla ilçesine bağlı Akfırat Belediye Başkanıydı. Peki, kendisiyle nereden tanışıyorum? Daha önce spordan sorumlu Bakan olduğum dönemde, bilindiği gibi İstanbul Park, yani Formula-1 yarışlarının yapıldığı yer Akfırat sınırları içerisindedir. Orası vakıf arazisiydi, İstanbul Ticaret Odasına daha önceki bakanlığım döneminde Formula-1 pisti yapılması için kiraya vermiştik. Dolayısıyla buranın yapımı konusunda benim daha önceki bakanlığım ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü, Otomobil Sporları Federasyonu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Akfırat Belediyesi ve aynı zamanda da Karayolları Genel Müdürlüğüyle birlikte çalışarak orada o işlem yapıldı. Ben de her yıl Formula-1 yarışlarına giderim.

Ben, şu anda tutuklu bulunan belediye başkanı arkadaşı son derece becerikli, başarılı, dürüst bir insan olarak tanırım. Sanıyorum bundan bir yıl kadar önce -tam tarihini hatırlamıyorum- yine Formula-1 yarışlarını izlemek için gittim. Bir iş adamımız var, ismini de söyledim Ayhan Bermek, eski Futbol Federasyonu yetkililerinden; Formula-1 pistinin yanında bir yazlığı var, bir bahçesi var, bizi yemeğe davet etti. Orada konuşurken, “Buralarda size de bir şey alalım, komşu olun.” falan diye konuşurken, “Buralarda müsait bir arsa bulunur mu?” sözünden hareketle “Bakalım.” dendi. Biz de “Bir araştırın, eğer parası ödeyebileceğim bir meblağsa almaya çalışırız.” dedik. Sonra belediye başkanı arkadaşımız “1,5 dönümlük bir yer bulduk size.” dedi. “Ne kadar?” dedim, “150 bin YTL. Bize vekâletname gönderin, şunu almaya çalışalım.” Vekâletnameyi gönderdim ama daha sonra parayı denkleştirmekte ve daha sonra oraya bir yer yapmakta ekonomik olarak güçlüğe gireceğimi düşünerek kendisine dedim ki: “Kusura bakma, vekâletnameyi gönderdim ama almayacağım.” Daha sonra, birkaç ay sonra bu arkadaşımın başına bu hâller geldi. Şimdi deniyor ki: “Siz cezaevinde falan suçtan dolayı tutuklu bir arkadaşa vekâletname vermişsiniz.” Vekâletname verdiğimde bu arkadaşla ilgili bu iddialar yoktu. Böyle iddialar olsaydı ben ona vekâletname verir miydim arkadaş?

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Bakan, tutuklu olmasa bile doğru değildi.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Yani vermişsem ne olmuş, vekâletname vermişsem? Ne yapayım? Verdim.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Bakan, emlakçılar var bu ülkede, emlakçılar var.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Yani, niye şimdi “Vekâletname verdin, şu suçu işledin.” diye bana bir iddiada mı bulunmak istiyorsun?

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Suçu işlemese bile yapılan iş etik değil efendim.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Dolayısıyla, bu tür…

Bakın, arkadaşlar, şimdi sizlerle paylaşmak isterim. Siyaset zor bir iştir, gerçekten siyaset zor bir iştir.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Evet, zor bir iştir, dikkat gerektirir. Bir belediye başkanına vekâlet vermek doğru değildir efendim.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Konuşmanıza dikkat edeceksiniz, selam verdiğiniz insana dikkat edeceksiniz, efendim, herhangi bir işle ilgili masumane vekâlet verdiğiniz insana dikkat edeceksiniz. Siyaset zor bir iş. Bunları siyasetin içinde bulundukça hepimiz birlikte yaşıyoruz, siz de yaşayacaksınız.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Belediye Başkanına vekâlet vermek doğru değildir.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Ama benim hiç kimseden bir haksız talepte bulunmam, haksız bir talebe vasıta olmasını istemem falan söz konusu değildir. Bu konuda son derece rahatım ama siz muhalefet partilerine mensup milletvekillerisiniz.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Bunun muhalefetle ilgisi yok! Siz Adalet Bakanısınız!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Basında yer almış bu tür haberleri tabii ki değerlendireceksiniz. Bunu değerlendirirken siyasi mülahazalarla da değerlendireceksiniz; acaba Bakanı yıpratabilir miyim…

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Hayır efendim.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Efendim, Bakanın mensup olduğu siyasi partiye acaba buradan bir zarar verebilir miyim diye bu soruları soracaksınız ama ben de sizin bu sorularınıza saygı duyduğum için elimden geldiği kadar cevap veriyorum.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Siz yapılanları doğru buluyor musunuz?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Ben, içi dışı bir olan açık bir adamım. Oldu mu güzel kardeşim?

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Hiç kuşku yok ama bu mesele…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Peki, teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Benim ne konuşacağımı ne biliyorsunuz ki karar yeter sayısı? Ben kapatacağım şimdi, ne karar yeter sayısı? Allah Allah!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, karar yeter sayısını arayın da öyle kapatın.

BAŞKAN – Efendim, kapatıyorum, süremiz yok, oylama yapmıyorum. (Gülüşmeler)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Yapmıyorum, hayır.

Kamer Bey, o zevki tattırmayacağım sana.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, görüşme süremize çok az zaman kaldığından, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 25 Şubat 2009 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 19.52

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.