DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 3 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ CİLT : 34 28’inci Birleşim 16 Aralık 2008 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN
KÂĞITLAR III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- 2009 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/656)
(S. Sayısı: 312) 2.- 2007 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2007 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/622, 3/521) (S. Sayısı: 313) IV.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, avukatlık
hizmeti alımlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/4700) Ek Cevap 2.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman’ın, Kur’an
kurslarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı
(7/4771) 3.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, bir sulama barajının etkin kullanımına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/4773) 4.- İzmir
Milletvekili Kemal Anadol’un, Menderes ilçesindeki
orman yangınına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/4791) 5.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, sarımsak
üreticilerinin sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı (7/4802) 6.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Silivri Cezaevi
kanalizasyonunun oluşturduğu çevre sorunlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/4821) 7.- Diyarbakır Milletvekili
Selahattin Demirtaş’ın, Eğitim-Sen üyelerine baskı
yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/4877) 8.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, Karadağ’daki bir okul
yapımına para yardımı yapıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik’in cevabı (7/4878) 9.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, disiplin cezası alan bir lise müdürü ve
öğretmenin görev yerinin değiştirilmemesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/4881) 10.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Gemlik’teki bir lisenin yönetimine ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/4884) 11.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, üniversite
öğrencilerinin barınma ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin Başbakandan sorusu
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/4938) 12.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın,
emeklilerin ekonomik durumlarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/4959) 13.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir derneğin denetimine ilişkin Başbakandan sorusu
ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/4963) 14.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi
bünyesinde işsiz kalan işçi ve şoförlere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/4990) 15.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Osmaniye’de kurulacak çimento fabrikasının
çevreye etkilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/4999) 16.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Bursa’da 1999 yılındaki depremden etkilenen
okulların durumuna ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/5065) 17.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, öğretim yılına hazırlık ödeneği ödemelerine ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/5070) 18.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir Anadolu lisesinin yatılı kontenjanına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/5071) 19.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, transgenik mısır
tüketiminin doğurduğu riske ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/5092) 20.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, ekonomideki gelişmelere ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/5118) 21.- Trabzon
Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, bir derneğin
denetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı
(7/5125) 22.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, Bursa’daki servis plakası tahdidine ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5160) 23.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in, Gürpınar’daki bazı
köylerin çeşitli sorunlarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın
cevabı (7/5167) 24.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, öğrenci yurtlarının denetimine ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/5176) 25.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, yüksek öğrenimdeki yurt
ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı
(7/5177) 26.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’daki öğretmen
açığına ve bazı çalışmalara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı (7/5180) 27.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Almanya’daki bir
dernekle ilgili dava çerçevesindeki bazı iddialara ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın
cevabı (7/5198) 28.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Erzurum Büyükşehir
Belediyesinin tanıtım ve reklam giderlerine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Beşir Atalay’ın cevabı (7/5236) 29.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Erzurum Büyükşehir
Belediyesinin borçlarına ve borçlanma giderlerine ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5254) 30.- Adana Milletvekili
Hulusi Güvel’in, Sakarya Büyükşehir Belediyesinin
borçlarına ve borçlanma giderlerine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir
Atalay’ın cevabı (7/5257) 31.- İzmir
Milletvekili Abdurrezzak Erten’in,
kızının bir şirketteki konumuna ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/5265) 32.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Devlet parasız
yatılılık hakkı kazanan öğrencilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik’in cevabı (7/5272) 33.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, bir padişahın resminin bir okula
asılmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı
(7/5273) 34.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, bir öğrencinin yatılı
okula yerleştirilmesindeki soruna ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı (7/5275) 35.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, çiftçi kayıt
sistemindeki kayıt ücretleriyle ilgili bazı iddialara, - Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumuna
yapılan proje ve faaliyet başvurularına, - Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, kuraklık desteğine, - İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, haşhaş üretimine ve TMO Afyon eski Bölge Müdürüne, - Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, TMO’nun
Bartın’da fındık alımı yapmamasına, - Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, TMO’nun fındık alımlarına ve depo kiralamalarına, İlişkin soruları
ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/5277), (7/5278), (7/5279), (7/5280),
(7/5281), (7/5282) 36.- Balıkesir Milletvekili
Hüseyin Pazarcı’nın, Balıkesir’de gerçekleştirilen
TOKİ projelerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/5299) 37.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, kot taşlamada çalışan
işçilerin sorunlarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’in cevabı (7/5315) 38.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, teknolojik atıkların bertarafına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/5317) 39.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Kocaeli-Uzunçiftlik beldesinde kurulacak olan demir-çelik
fabrikasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/5318) 40.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Kırklareli Valiliğine alınan makam araçlarına
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5332) 41.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, bir derneğe yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/5342) 42.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam'ın, Ege Bölgesinde pamuk tarımının
desteklenmesine, - Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, tarım sektöründeki
küçülmeye ve tarımsal üretimin desteklenmesine, - Mersin
Milletvekili Vahap Seçer’in,
ithal süt ürünlerinde melamin maddesi kontrolüne İlişkin soruları
ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/5351), (7/5352), (7/5353) 43.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, basında çıkan bir toplantıdaki konuya
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/5374) 44.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, bir üniversite
hastanesinde temizlik işçilerine yönelik uygulamalara ilişkin sorusu ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/5377) 45.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Sosyal Güvenlik Kurumunun
bir tebliğine ve bilgi güvenliğine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/5379) 46.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, Karacabey’deki bir
mevkiden deniz kumu çıkarılmasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/5380) 47.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe’nin,
Afyonkarahisar’ın şebeke suyunun kalitesine ve bir
baraj yapımına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/5381) 48.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Orhangazi’de kurulacak katı atık tesisinin
muhtemel etkilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/5382) 49.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, yurt dışındaki mevduatın ülkeye çekilmesine ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı
(7/5414) 50.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
Adana’da krizden etkilenen esnafa ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı
Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/5440) 51.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın, vakıf ve derneklere yurt dışından yapılan
yardımlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/5442) 52.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, tayin edilen sendika yöneticilerine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı
(7/5444) 53.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, tekstil
sektöründeki sorunlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı
Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/5449) 54.- Antalya Milletvekili
Tayfur Süner’in, TOKİ’nin
güvenlik görevlilerine öncelik vermesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/5450) 55.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, SGK ile ilişiğini kesen
özel hastanelere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’in cevabı (7/5455) 56.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, gözlük ve çerçeve
bedellerindeki uygulamalara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı (7/5456) 57.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun,
Edirneli çiftçilerin bazı sorunlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/5524) 58.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Niksar Organize Sanayi Bölgesinin tamamlanmasına
ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı
(7/5553) 59.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, Alevilerle ilgili konuşmasına ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun
cevabı (7/5714) 60.- İzmir
Milletvekili Recai Birgün’ün, güvenlik kameralarına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/5963) 61.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe’nin,
güvenlik kameralarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/5964) 62.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, TBMM eski başkanlarına
araç ve koruma tahsisine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/6001) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.00’te açılarak iki oturum yaptı. Yapılan
yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı
anlaşıldığından; 16 Aralık 2008
Salı günü, alınan karar gereğince saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime
14.14’te son verildi.
No.: 35 II.- GELEN KÂĞITLAR 15 Aralık 2008 Pazartesi Tezkereler 1.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/618) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 4.12.2008) 2.- Mardin
Milletvekili Ahmet Türk’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/619) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2008) 3.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/620) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2008) 4.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/621) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 4.12.2008) 5.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/622) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2008) 6.- Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/623) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 4.12.2008) 7.- Iğdır
Milletvekili Pervin Buldan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/624) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2008) 8.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/625) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 4.12.2008) 9.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/626) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
4.12.2008) 10.- Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/627) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.12.2008) 11.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/628) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 4.12.2008) 12.- Yalova
Milletvekili İlhan Evcin’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/629) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
4.12.2008) Sözlü
Soru Önergeleri 1.-Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, Batman’daki su sorununa ilişkin Başbakandan sözlü
soru önergesi (6/1090) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 2.-Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, çiftçilerin sulamada
kullanılan elektrik borçlarına ödeme kolaylığı sağlanmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1091)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 3.-Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, kadın istihdamına yönelik projelere ilişkin
Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) sözlü soru önergesi (6/1092) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/11/2008) 4.-Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’da kilim
dokumacılığının canlandırılmasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü
soru önergesi (6/1093) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 5.-Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, Gaziantep’te tarımın geliştirilmesine yönelik
projelere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü
soru önergesi (6/1094) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 6.-Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, bazı sivil toplum kuruluşlarına yönelik
yaptırımlara ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1095)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 7.-Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, Zorunlu Okul Öncesi Eğitim Projesine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1096) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 8.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, öğretmenlerin özlük
haklarının iyileştirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1097) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 9.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, madencilik sektörünün
desteklenmesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1098) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 10.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, jeoloji mühendislerinin
istihdamına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1099) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/11/2008) 11.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa-Reşadiye yolunun bölünmüş yol yapılıp
yapılmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1100)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 12.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Türk Telekom personelinin diğer kurumlara nakline
ilişkin Devlet Bakanından (Murat Başesgioğlu) sözlü
soru önergesi (6/1101) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 13.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Ankara-Samsun arasındaki yol çalışmalarına
ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1102) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20/11/2008) 14.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa-Amasya arasındaki yol çalışmalarına ilişkin
Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1103) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 15.-Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, liselerde bazı derslerin verilmesine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1104) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 16.-Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Habur
Gümrük Kapısındaki araç kuyruğuna ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Hayati Yazıcı) sözlü soru önergesi (6/1105) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2008) 17.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’taki OSB’lerin çevre denetimine ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/1106) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25/11/2008) 18.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’daki OSB’lerde
çevre birimi kurulmasına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1107) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 19.-Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, suçluluğun önlenmesine yönelik sosyal projelere
ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1108) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25/11/2008) 20.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, okulların ödeneğine ve
katkı payı taleplerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1109) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 21.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, imalat sanayine yönelik
tedbirlere ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/1110)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 22.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, arabuluculuk
girişimlerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1111) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/11/2008) 23.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, tekstil sanayinin
desteklenmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1112) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 24.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, tekstil ve hazır giyim
sektörünün sorunlarına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1113) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 25.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, şoför ve nakliyecilerden
istenen belgelere ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/1114)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 26.-Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, hazır kıyma satışına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1115) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 27.-Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, bir baraj
projesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/1116)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 28.-Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, sosyal yardıma konu
kömürlerin torba alımına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Hayati Yazıcı) sözlü soru önergesi (6/1117) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) Yazılı
Soru Önergeleri 1.-Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun
kullanımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5888) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/11/2008) 2.-İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, işsizliğe yönelik önlemlere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5889) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 3.-Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinin
desteklenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5890) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/11/2008) 4.-Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, bir TOKİ projesindeki yüklenici firmanın yükümlülüklerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5891) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 5.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Başbakanlık akreditasyonu
verilen ve iptal edilen gazetecilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5892) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 6.-Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, okulların su ve
elektriklerinin kesilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5893)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 7.-İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, İstanbul’da muhtaçlara yapılan yardımlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5894) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 8.-Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, TRT’de sunucu ve yorumculara ödenen ücretler
ile yayın alımlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5895)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 9.-Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, kriz sonucu artan işsizliğe karşı alınan
önlemlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5896) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20/11/2008) 10.-Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, Yüksek Denetleme Kurulunun
TRT raporundaki bazı hususlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5897) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 11.-Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, TRT’nin program, film ve
dizi alımlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5898) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20/11/2008) 12.-İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, Roj Tv’nin
kapatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5899) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/11/2008) 13.-İstanbul
Milletvekili Hüseyin Mert’in, Vakıfbank’a ait bir tesisin tadilatına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5900) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 14.-Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, doğalgaz zammına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5901) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 15.-Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, ödenek üstü harcamalara
ve menkul varlıklar hesabına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5902)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 16.-Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman ve GAP Bölgesindeki işsizliğe ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5903) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 17.-Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, Kızılay Çapa Kan
Merkezinde işten çıkarılan personele ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5904) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 18.-Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, Aile Şurasında yaptığı
bir konuşmaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5905) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/11/2008) 19.-Diyarbakır
Milletvekili Aysel Tuğluk’un, Abdullah Öcalan’ın
cezaevindeki durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5906)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 20.-Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Adli Tıp
Kurumunun bir raporuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5907)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 21.-Ordu
Milletvekili Rahmi Güner’in, Ordu Adliyesindeki bazı
sorunlara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5908) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/11/2008) 22.-Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, bir termik santralin
çevreye etkilerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5909) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 23.-İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, Karaburun
İlçesine su sağlayacak gölete ve sahildeki kirliliğe
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5910) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/11/2008) 24.-Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl’ün, bir HES inşasındaki çevre güvenliği sorunlarına
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5911) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/11/2008) 25.-Hatay
Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, İskenderun
Körfezindeki kirliliğe ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5912) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 26.-Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, reel sektörün
kredilendirilmesine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/5913) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/11/2008) 27.-Bursa
Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, banka borcu
nedeniyle icra takibine uğrayanlara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi
(7/5914) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 28.-İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, yabancı iştirakli bankalarca reel sektöre
verilen kredilere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/5915) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/11/2008) 29.-Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, İMKB’de yabancıların
gerçekleştirdiği işlemlere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/5916)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 30.-Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonuna ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/5917) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 31.-Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, Manisa Vakıflar Şube Müdürlüğünün kaldırılmasına
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Hayati Yazıcı) yazılı soru
önergesi (7/5918) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 32.-Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, bir termik santralin
yol açtığı çevre sorunlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5919) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 33.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, AB’nin bor madeniyle ilgili
bir kararına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5920) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 34.-Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, bazı olaylarda gözaltına
alınan ve tutuklanan çocuklara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5921) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 35.-Konya
Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, Konya’da Büyükşehir
Belediyesi ve bazı belediyeler tarafından kurulan şirketlere ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5922) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 36.-Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, haklarında inceleme ve
soruşturma yapılan belediye başkanlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5923) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 37.-Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Teftiş Kurulunun
belediye şirket ve işletmelerini denetimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5924) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 38.-İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, Aliağa Belediyesindeki bir yolsuzluk iddiasına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5925) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/11/2008) 39.-Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat’ın, Almanya’dan iadesi
talep edilen bazı sanıklara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5926) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 40.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, özelleştirme sonucu nakledilen atıl işçilere
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5927) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/11/2008) 41.-Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt’ün, ekonomik krize yönelik tedbirlere
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5928) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/11/2008) 42.-İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, öğretmenlerin özlük haklarının
iyileştirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5929)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 43.-İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5930) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/11/2008) 44.-Hatay
Milletvekili Fuat Çay’ın, bazı imamların ders vermekle görevlendirildiği
iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5931)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 45.-Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan Üniversitesine
arsa ve bina temin edilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5932) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 46.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, özel sağlık kuruluşlarındaki işten çıkarmalara
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5933) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/11/2008) 47.-Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, hastalardan alınan katkı payına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5934) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 48.-Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, bir köydeki sağlık ocağının durumuna ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5935) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 49.-Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki hastanelerin
ihalelerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5936) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/11/2008) 50.-Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki hastanelere
atanan başhekimlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5937)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 51.-İstanbul Milletvekili
Şinasi Öktem’in, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununun uygulamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5938) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 52.-Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, yaş sebze ve meyve ihracatındaki
sorunlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5939) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 53.-Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, tütüne yapılan desteklemelere ve Alternatif Ürün
Projesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5940) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 54.-Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, muz üreticilerinin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5941)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 55.-İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, İzmir’de
küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5942)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 56.-Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, çiftçilerin kredilendirilmesine ve buğday
desteklemelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5943) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 57.-Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, Batman’daki bazı yolların ve bir köprünün
yapımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5944) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/11/2008) 58.-Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars ilindeki
karayolları teşkilatına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5945) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 59.-Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Balıkesir-Bandırma-Susurluk bölünmüş yoluna
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5946) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19/11/2008) 60.-Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, havaalanlarındaki bazı
pano ve broşürlere ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5947)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 61.-İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, İzmir’le ilgili bazı ulaşım projelerine
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5948) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/11/2008) 62.-Bursa Milletvekili
Kemal Demirel’in, Nilüfer Spor Kompleksinin tamamlanmasına ilişkin Devlet
Bakanından (Murat Başesgioğlu) yazılı soru önergesi
(7/5949) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 63.-Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, bir Müsteşar Yardımcısının sahte belge düzenlediği
iddiasına ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/5950)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 64.-Mersin
Milletvekili Behiç Kılıç’ın, işsizlere ve İşsizlik Sigortası Fonuna ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5951) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/11/2008) 65.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, uzman jandarmaların özlük
haklarına ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5952)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 66.-Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, sebze ve meyve
ticaretindeki bir düzenlemeye ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5953) (Başkanlığa geliş tarihi: 19/11/2008) 67.-İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, basında yer alan bir açıklamasına ilişkin
Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5954) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 68.-İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, engellilerin opera ve
tiyatro binalarından daha rahat yararlanmalarını sağlayacak düzenlemelere
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/5955) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20/11/2008) 69.-Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, öldürülen bir
kadına ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5956)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 70.-Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat’ın, kamu çalışanlarına
toplu sözleşme hakkı tanınmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5957) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/11/2008) 71.-İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı
tanınmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5958) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14/11/2008) 72.-Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın, Jandarma Teşkilatının idari konumuna ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5959) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 73.-Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, yargılama izni verilen
bir kişi hakkında söylediği iddia edilen sözlere ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5960) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 74.-İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Bağdat’ta yapılan bir toplantıya ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5961) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/11/2008) 75.-Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, Jandarma bölgesindeki okulların güvenliğine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5962) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/11/2008) 76.-İzmir
Milletvekili Recai Birgün’ün, güvenlik kameralarına
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/5963)
(Başkanlığa geliş tarihi: 6/11/2008) 77.-Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe’nin,
güvenlik kameralarına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı
soru önergesi (7/5964) (Başkanlığa geliş tarihi: 7/11/2008) 78.-İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, soru önergelerine
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/5965)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20/11/2008) 79.-İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, enerji zamlarına
ve esnafın desteklenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5966)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 80.-Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, şiddet mağduru
kadınlara yönelik çalışmalara ve bir sığınma evine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/5967) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 81.-Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, şehit çocuklarının istihdamına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5968) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 82.-İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, yardım kömürü dağıtımına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/5969) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 83.-İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, izleme ölçümleriyle ilgili bir iddiaya ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5970) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 84.-Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, IMF ile kredi görüşmelerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/5971) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 85.-Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, Habur Sınır
Kapısındaki yoğunluğa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5972)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 86.-Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, şiddet mağduru
kadınlara yönelik çalışmalara ve bir sığınma evine ilişkin Devlet Bakanından
(Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5973) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 87.-Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, kadın sığınma evlerine ilişkin Devlet
Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5974) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25/11/2008) 88.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Türkiye Kömür İşletmeleri ve
Türkiye Taşkömürü Kurumlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5975) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 89.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Seyitömer
ve Garp Linyitleri İşletmelerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5976) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 90.-İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Karaköy İskelesinin
batmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5977) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24/11/2008) 91.-Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, şiddet mağduru
kadınlara yönelik çalışmalara ve bir sığınma evine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5978) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 92.-Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, bir mahallenin köy statüsüne dönme talebine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5979) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/11/2008) 93.-İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, Muş İl Özel İdaresindeki atamalara ve KÖYDES
projelerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5980)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 94.-Mersin
Milletvekili Kadir Ural’ın, muhtarların özlük haklarının iyileştirilmesine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5981) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25/11/2008) 95.-Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, AK PARTİ Genel Merkezine atık su bedeli fatura
edilmediği iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5982)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 96.-Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Ankara’daki hava kalitesine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5983) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 97.-Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, özelleştirme
sonucu geçici personel statüsüne aktarılan personelin durumuna ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5984) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 98.-Eskişehir
Milletvekili Beytullah Asil’in, Bilkent Üniversitesi
çalışanlarından kesilen gelir vergisine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5985) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 99.-İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, öğretmenlerin ve
ilköğretim müfettişlerinin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5986) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 100.-Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, bir okuldaki
baskı ve şiddet iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5987) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 101.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, şeflerin özlük haklarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5988) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25/11/2008) 102.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, ilköğretim müfettişlerinin
özlük haklarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5989)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 103.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, akademik personelin ve
üniversite çalışanlarının özlük haklarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5990) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 104.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, öğretmen atamalarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5991) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25/11/2008) 105.-Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, Diyarbakır
Devlet Hastanesinin taşınmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5992) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 106.-Mersin
Milletvekili Kadir Ural’ın, Mut Devlet Hastanesindeki doktor açığına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5993) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 107.-Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Cansuyu
Kredisinden faydalanamayan işletmelere ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5994) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 108.-Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli’de reel
sektörün desteklenmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5995) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 109.-Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, bir askeri
helikopterin kullanımıyla ilgili habere ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5996) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/11/2008) 110.-Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Almanya’daki Türk işçileri ekonomik krizden
koruyacak tedbirlere ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Said
Yazıcıoğlu) yazılı soru önergesi (7/5997) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/11/2008) 111.-Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’ta yapılması
düşünülen cezaevine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5998)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 112.-Mersin
Milletvekili Kadir Ural’ın, sözleşmeli personelin atama ve yer değiştirmelerine
ilişkin Devlet Bakanından (Murat Başesgioğlu) yazılı
soru önergesi (7/5999) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/11/2008) 113.-Mersin
Milletvekili Kadir Ural’ın, bazı aylık bağlama ve emeklilik işlemlerine ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/6000) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/11/2008) 114.-Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, TBMM eski başkanlarına araç ve koruma tahsisine
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/6001)
(Başkanlığa geliş tarihi: 6/11/2008) 16 Aralık 2008 Salı BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 11.00 BAŞKAN: Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş
GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter
sayımız vardır, görüşmelere başlıyoruz. Sayın
milletvekilleri, gündemimize göre, 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2007 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın
görüşmelerine başlayacağız. III.-KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri 1.- 2009 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/656)
(S. Sayısı: 312) (x) 2.- 2007 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2007 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/622, 3/521) (S. Sayısı: 313) (x) BAŞKAN – Komisyon
ve Hükûmet yerinde. Komisyon
raporları 312 ve 313 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Şimdi bütçe
kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere Hükûmete
söz vereceğim. Maliye Bakanı
Sayın Kemal Unakıtan, buyurunuz efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. 17 Ekim 2008
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2009 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın Plan ve
Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri yoğun bir çalışmayla tamamlanmıştır.
Öncelikle, yaptıkları katkılar için Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan
ve üyelerine, bu sürece önemli katkılarda bulunan bakan arkadaşlarıma ve kamu
idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde
gelir artırıcı, harcama azaltıcı politikalar ile birlikte gerçekleştirilen
yapısal reformlar bütçe disiplinini sağladı. 2009 yılı bütçesini hazırlarken
eğitim, sağlık, sosyal nitelikli ve bölgesel gelişmişlik farklarının
azaltılmasına yönelik harcamalara öncelik verdik. Bu bütçeyle, küresel mali
krize karşı ekonomimizin dayanıklılığının artırılmasını, vatandaşlarımızın
hayat kalitesinin yükseltilmesini ve beşerî sermayenin niteliklerinin
geliştirilmesini amaçlıyoruz. Bugüne kadar uyguladığımız bütçe politikaları ve
mali disiplin, köklü yapısal reformlar ve özelleştirmeler temel politikalarımız
oldu. (x)
312, 313 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri
tutanağa eklidir. Değerli Başkan,
sayın milletvekilleri; dünya, 1929 büyük ekonomik bunalımından sonraki en büyük
krizi yaşıyor. Bildiğiniz gibi bu kriz ABD’de konut piyasasındaki kredilerden
başladı, sonra Avrupa ülkelerinde etkisini gösterdi, ardından dünyadaki tüm
ülkelere yayıldı, reel ekonomileri olumsuz etkiledi. Gelişmiş, gelişmekte olan
ve az gelişmiş tüm ülkeler krizden etkileniyor yani bu krizden tüm dünya
nasibini alıyor. Bundan kaçış yok. Etkilenmemek diye bir şey söz konusu değil,
az veya çok herkes etkileniyor, bütün ülkeler etkileniyor. Bu kriz dünya
ekonomik sistemini de derinden etkiliyor. Dünyada talep düşüyor, özel tüketim
daralıyor, dış ticaret yavaşlıyor. Dünya ekonomileri gittikçe küçülüyor, resesyona giriyor. Şimdi, bu “resesyon” lafı çok konuşuluyor. Herkes bir resesyondur tutturmuş, bilen de konuşuyor bilmeyen de
konuşuyor. Resesyon ne demek? Resesyon: Bir ülke iki çeyrek üst üste daralırsa
yani küçülürse o ülkede resesyon var demektir. Teknik
tabiri bu bunun. Şimdi, dünyanın
büyük ekonomileri arka arkaya resesyona giriyor, yani
iki çeyrek üst üste küçülmüş durumda. Bunların başında Japonya… Japonya’nın ne
güçlü bir ekonomiye sahip olduğunu hepimiz biliyoruz. Japonya gibi büyük bir
ekonomi resesyona girmiş durumda. Resmen iki çeyrektir
daraldığından dolayı resesyona girmiş durumda değerli
arkadaşlar. Amerika Birleşik Devletleri üçüncü çeyrekte yüzde 0,5 küçüldü,
dördüncü çeyrekte de küçüldüğü zaman Amerika da resesyonda
demektir. Avro kullanan on beş Avrupa ülkesi ardı ardına iki çeyrek yüzde 0,2
küçüldü. Avrupa’nın o deve dişi gibi ülkeleri, İngiltere’si, Fransa’sı,
Almanya’sı, İtalya’sı, diğer ülkeleri falan arka arkaya küçülüyorlar. Yani
şimdi size söyleyeyim, Estonya birinci çeyrekte yüzde
0,9; ikinci çeyrekte 0,8; üçüncü çeyrekte yüzde 1; İsveç ikinci ve üçüncü
çeyrekte arka arkaya yüzde 1; İtalya, ikinci çeyrekte yüzde 0,4; üçüncü
çeyrekte yüzde 0,5; Letonya ve diğer ülkeler arka arkaya resesyona
girdiler, Avrupa ülkeleri. Demek ki değerli
arkadaşlar, bu kriz dünyanın bir krizi, küresel bir kriz ve bu küresel kriz de
dünyadaki global ekonomiyle entegre olmuş bütün
ülkeleri vuruyor, başta gelişmiş ülkeleri. Amerika Birleşik Devletleri,
dünyanın en gelişmiş ekonomisine sahip bir ülke ve en büyük sıkıntıyı onlar
yaşıyorlar ve arka arkaya bankaları batıyor, sigorta şirketleri batıyor ve
şimdi reel sektöre sıçradı, reel sektörde de bir sürü kurtarma operasyonlarını
görüyoruz. Yani bu krizi buna göre yorumlamamız lazım. Dünyadaki bütün
bu kriz, herkesi vurduğu gibi Türkiye’yi de tesiri altına alıyor. Şimdi,
dünyanın bu krizinden siyasi rant çıkartmanın âlemi
yok. Bunu özellikle ifade etmek istiyorum. Bu krizlere “dünyanın yüz yılda bir
yaşadığı krizler” deniyor. Bunlardan kalkıp da… Öyle şeyler oluyor ki
Türkiye’deki bazı ekonomik göstergelerin iyi olmamasını sevinerek verenler var.
Yani ben bunlara hayret ediyorum, sanki Türkiye gemisinin içinde değil bunlar.
Ya, bu, bütün dünyayı etkiliyor, bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Bizim ülkemizi
en az şekilde etkileyebilmesi için biz de Hükûmet
olarak her türlü önlemi almaya gayret ediyoruz ve gece gündüz bunları takip
ediyoruz, büyük bir hassasiyetle de takip ediyoruz. Şimdi, bu,
dünyadaki ticaret hacmini de daraltıyor. Bakınız Dünya Bankası, 2007 yılında
yüzde 7,5 olan dünya ticaret hacminin büyümesinin 2008’de yüzde 6,2 olacağını
söylüyor, önümüzdeki yıl ise bunu yüzde 2,1 daraltıyor; nereden nereye
indiriyor. Uluslararası
kuruluşlar da 2009 yılı içinde büyüme tahminlerini düşürdü. Çünkü bu kriz,
değerli arkadaşlar, bakınız, önce ticareti daraltıyor, dünyadaki ticaretin
daralması söz konusudur. Ticaretin daralması demek reel sektörün büyük ölçüde
etkilenmesi demek ve ekonomik büyümelerin daralması demektir; bütün dünyada
ekonomik büyümeler daha az olacaktır. Hatta, biraz önce
söylediğim gibi eksilere iniyor, daralıyor, büyük ekonomiler daralıyor ve
büyüme tahminini Dünya Bankası geçen hafta yüzde 0,9 olarak açıkladı. Avrupa
ülkeleri yüzde 0,6, OECD ülkeleri ise yüzde 0,3 daralacak diyor. OECD’nin otuz
tane üyesi var, hepsi de birbirinden üstün ekonomiler. Japonya, Amerika
Birleşik Devletleri, Fransa, Almanya, İngiltere, hepsi OECD’nin üyesi; Türkiye
de bu kuruluşun üyesi ve OECD ülkeleri 0,3 daralacak, küçülecek diyor,
tahminler bu şekilde oluyor. Bu durumda, şimdi
Türkiye'nin durumunu analiz edersek bir bütün içerisinde analiz etmemiz lazım,
buna göre değerlendirmeleri yapmamız lazım. 1929 ekonomik
buhranından beri dünyada böyle bir kriz görülmedi. Tabii, çok uzun senelerden
beri dünyada böyle bir kriz görülmediği için, dünyayı yöneten büyük
ekonomilerde bu krizi yönetme kabiliyetinin zayıflamış olduğunu düşünüyorum
ben. Büyük bir panik içerisine girdi hepsi -evet büyük ekonomiler ama bunu da
söyleyebiliriz yani, gayet rahatlıkla söyleyebiliriz- ve bu krizi yönetmekte,
bana göre, zayıf kalıyorlar. Bugüne kadar birçok ülke mali önlem paketini ardı
ardına açıkladı. Bu paketlerle, ekonomik daralmanın sona erdirilmesinin yanı
sıra, bozulan dengelerin olumluya çevrilmesi amaçlandı, ama ne yazık ki şu ana
kadar önlemler piyasaları tam olarak sakinleştirmeye yetmedi. Ekonomilerin
olağan işleyişine dönmesi bir tarafa, krizin giderek derinleşmesi, atılan
adımların etkinliğine ilişkin soru işaretleri yaratıyor. Şimdi, Türkiye
olarak bizim, dünyanın bu krizine ilgisiz kalmamız mümkün değildir. Türkiye
Birleşmiş Milletlerin bir üyesidir, Türkiye G-20’lerin bir üyesidir, Türkiye
OECD’nin bir üyesidir. Dolayısıyla, bu krizin aşılması için bizim de bazı
söyleyeceklerimiz var değerli arkadaşlar. Bunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Maliye
Bakanı olarak dile getirmek, seslendirmek ve bütün dünyaya da duyurmak
istiyorum, çünkü biz de bir dünya milletiyiz, bizim de bu krizin önlenmesi için
fikrî olarak da olsa katkılarımız olmasını istiyorum. Şimdi, birçok
önlemler alındı, bu önlemler trilyonlarla doları ifade ediyor. Bu paralar
verildi, veriliyor. Nereye gidiyor bu paralar, nerede? Daha hâlâ istikrar ve
güven sağlanamadı. Demek ki para vermekle bu iş olmuyor. Bu
işte başka tedbirlerin alınması lazım. Güven ve istikrarı sağlayacak
birtakım başka yapısal tedbirlerin alınması lazım. Bu tedbirler de, şu anda
dünyayı bu duruma getirmiş olan birtakım yanlış sistemin düzeltilmesinden
geçiyor. Yani bu sistemin, mevcut sistemin değiştirilmesi
lazım. Biz bunu öneriyoruz bütün dünyaya, çünkü bu dünya krizi sona ererse,
bütün dünya milletleri bir oh çekecek, bütün dünya rahata kavuşacak, sıkıntıdan
kurtulacak. Son yıllarda reel
kesim ile finans kesimi arasındaki denge bozuldu. Dünya sisteminden
bahsediyorum değerli arkadaşlar. Sanal finansal varlıkların piyasa değeri aşırı
ölçüde arttı. Bunun için reel ekonomi ile finans kesimi arasındaki makas
mutlaka kapatılmalıdır. Yaşadığımız bu küresel kriz, üretmekten çok tüketmek
suretiyle sanal finansal varlıklarla ekonominin döndürülemeyeceğini ve
ekonominin iç dengelerini yeniden düşünmemiz gerektiğini bize gösterdi. Sonuç olarak, bir
değişimden geçeceğiz. Bu değişim kaçınılmazdır. Buna herkesin ayak uydurması
gerekir. Krizle mücadelede yüksek tasarruf oranlarıyla desteklenen fiziki ve
beşerî sermaye birikimini artırmak gerekir. Çünkü üretmeden, verimliliği
artırmadan bir ekonominin dönmesi, refahı ve sürdürülebilir kalkınmayı
sağlaması oldukça zordur. Değerli
arkadaşlar, şimdi Türkiye'nin bu küresel krizin neresinde olduğu hususu
üzerinde biraz durmak istiyorum. Bugüne kadar
Türkiye kendi içinden çıkan krizlerle uğraştı. Şöyle bir geriye doğru düşünün,
50’lerden bu tarafa doğru alın, neredeyse her on senede bir -son yıllarda daha
da kısa dönemlerde- kriz çıkmak âdeti vardır Türkiye ekonomisinde. On yılda
bir, hadi bir kriz! Onunla uğraşır durursunuz. Şimdi, bu krizle uğraşa uğraşa bizim krizle ilgili tecrübelerimiz de arttı Türkiye
olarak. Ama şimdi öyle bir krizle karşılaştık ki bu kriz Türkiye'nin krizi
değil, bu kriz dünyanın krizi. Kimse burada Türkiye yönetiminden dolayı bu kriz
çıktı diyemez. Kimse böyle bir iddiada da bulunamaz. Bu kriz dünyada çıktı,
dünyanın en gelişmiş ülkelerini çok daha fazla vuruyor bizden, çok daha fazla
etkiliyor. Şimdi, bu kriz, mesela, Amerika’da çıktı, Amerika kötü mü
yönetiliyor; İngiltere’yi etkiliyor, kötü mü yönetiliyor İngiltere; Japonya
kötü mü yönetiliyor; Fransa, Almanya kötü mü yönetiliyor? Demek ki bu, yönetim
biçiminden daha ziyade sistemden kaynaklanan bir krizdir, dünyanın krizidir.
Türkiye için de böyle algılanması lazım. Yoksa, Türkiye’yi bu kriz etkilediği
müddetçe “Aman, Türkiye şöyle etkilendi, böyle etkilendi.” gibi -sevinerek veya
bunu bir siyasi rant hesabı görerek- konuşmalar gayet
yersizdir ve bunları ben, doğrusu, biraz da akıl dışı görüyorum, böyle şey
olmaz. Ancak, Türkiye,
tabii, bu krize yakalandığı zaman… Biz hazırlıklı olarak yakalandık, bu krize
hazırlıklı olarak yakalandık. Daha önceden tecrübelerimiz vardı, bu
tecrübelerden biz dersler çıkardık. AK PARTİ hükûmetleri zamanında, bakın, Türkiye'nin mali dengeleri
tesis edildi, bütçe açıklarında çok düşük noktalara geldik, bankacılık
sektörünü ve döviz rezervlerini güçlendirdik, dalgalı kur rejimini iyi
yönettik, Merkez Bankasının bağımsızlığını kurumsallaştırdık, Türk bankacılık
sektöründe kurulan gözetim ve denetim sistemini fevkalade işler hâle getirdik,
kamu maliyesi, sosyal güvenlik, vergi ve daha birçok alanda köklü yapısal
reformları hayata geçirdik ve büyük bir avantaj elde ettik. Bu başarılar
milletimizin güven ve desteğiyle sağlandı. Türkiye bu yapısal
reformları yapmasaydı, bu değişiklikleri yapmasaydı, değerli arkadaşlar, ne
duruma gelirdik biliyor musunuz? Hani bir zamanlar Anayasa kitapçığı atılmıştı,
bütün ekonomi altüst olmuştu Türkiye’de, onu biliyorsunuz, hatırlıyorsunuz.
İşte, o zamanın gazeteleri: Bir tarafta Sayın Necdet Sezer, bir tarafta Bülent
Ecevit. “Buna hakkınız yok.” diyor. Bitirdiler; bir gecede, bir kitapçık
atıldı, Türkiye bitti. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Dün de ayakkabı fırlatıldı Sayın Bakan! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, bu reformları yaptık. Ben diyorum ki,
ansiklopedi atsanız bir şey olmaz, hiç merak etmeyin. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Ama eğer
yapmasaydık, beni dinleyin, vallahi, bak, iki sayfa atsanız duman olurdu, iki
sayfa. Şimdi hatırlayın o eski günleri. Bunlar yapılmadan önce, yani 2000-2001
krizinde ne oldu? “Kara Çarşamba” diye bir şey çıktı, gecelik faizler yüzde
7.500’e çıktı. “Merkez Bankası –bu, gazete haberi- 3,1 milyar dolar satın
aldı.” diyor. Bir gecede, değerli arkadaşlar, 8 milyar dolar gitti, Türkiye'nin
kamuya yüklediği, halkına yüklediği bir yüktür bu. İşte bakın, o zamanın
gazeteleri elimde. “Kara çarşamba.” HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Bunlar sizi kurtarmaz. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi… BAŞKAN – Bir
dakika Sayın Bakanım. Değerli
arkadaşlar, Sayın Bakanı lütfen dinleyelim. Ayaktaki arkadaşlarımızın yerine
oturmalarını, bir bayram sonrası, anlıyorum ama olabildiği kadarıyla
arkadaşlarımızın birbirleriyle konuşurken çok düşük ses tonuyla konuşmalarını
rica ediyorum. Buyurun Sayın
Bakanım. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, ben olanları konuştuğum
için bunu sükûnetle dinlememizde büyük fayda var, ama Sayın Başkan, laf atsalar
da hiç mühim değil yani, ama ben yine konuşmamı yaparım. Şimdi, değerli
arkadaşlar, yani, Türkiye'nin yapmış olduğu, 2003’ten beri yapmakta olduğu
yapısal reformların ve ekonomi politikalarının neticesinde bunları
yaşayabiliyoruz. Yani, bu kriz bizi etkiliyor etkilemesine, esaslı da
etkilemeye devam ediyor, edecek, fakat bizim hazırlıklı olarak bu krize
yakalanmamızın da büyük avantajlarını görüyoruz, onu söylemek istiyorum. Şimdi, bakın,
Türkiye 8 milyar doları satmak mecburiyetinde kaldı, ama şimdi 100 milyon
dolarla işi bitirdi. Merkez Bankası 100 milyon dolar satıverdi, ondan sonra
piyasaların ateşini düşürüverdi. Ve Türkiye, en
büyük sıkıntısı böyle krizlerde, cari açıklardan olduğu için ödeme
sıkıntılarına düştü eskiden. Bunu bilirsiniz. Ödeme sıkıntılarına, dış ödeme
sıkıntılarına düştüğü için Türkiye’de birçok yokluk çıktı. Yağ kuyrukları çıktı
mı değerli arkadaşlar, gördü mü Türkiye bu kuyrukları? Gördü. Gaz kuyruklarını
gördü mü? Gördü. Tüp kuyruklarını gördü mü? Gördü. Türkiye bunları yaşadı,
Türkiye bunları biliyor. Şimdi evvel Allah Boğaz Köprüsü trafikten geçilmiyor.
Gece 12’de trafik ha böyle! Bu arabalar böyle çalışıyor. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Dünya değişti Sayın Bakan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ne gaz kuyruğu var ne tüp kuyruğu var ne yağ kuyruğu
var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben yaşayan birisiyim, ben özel sektörden
geliyorum, damdan düşen birisiyim. Yedek parça bulamadık diye, akaryakıt
bulamadık diye fabrikalarımızı kapattık. Hepimiz bunu biliyoruz. (Gürültüler) HASAN MACİT
(İstanbul) – Sayın Bakan, bugüne gelin! BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bakınız şimdi, bu dünya
krizi nasıl bir kriz, onu söyleyeyim. Komşumuz Rusya. Rusya, petrolü var,
kömürleri var, madenleri var, yani tabii zenginlikleri fazla olan, geniş ve
güçlü bir ekonomiye sahip olan bir ülke. Fakat bu kriz öyle bir etkiledi ki,
rubleyi tutabilmek için piyasalara 161 milyar dolar sürdü. Bakınız 161 milyar
dolar. Daha hâlâ rubleyi tutamadı. Peru diye bir ülke var. Dedi ki: “Ben artık
dış borçlarımı ödeyemiyorum.” HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Onlar şanssız, sizin gibi Maliye Bakanı yok! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Evet, doğru. Sayın Başkan,
değerli üyeler; bakınız Türkiye -dün açıklandı- 0,5 büyüdü. Oldukça küçük bir
büyüme bu. Bu büyüme hiç kimseyi sevindirmez. Ama şunu bilin ki Türkiye, yirmi
yedi çeyrekten beri devamlı büyüyen bir ülke, yani devamlı büyüyen bir ülke
oldu. Bunu hiçbirimizin unutmaması lazım. 2002 yılında biz
iktidara geldik, AK PARTİ Hükûmeti olarak geldik. O
zaman kişi başına düşen gelir 3.517 dolardı. Şimdi, 2008 yılının sonunda
Türkiye'nin kişi başına düşen millî geliri, dolar artmasına rağmen, 10 bin
doların üzerine çıkıyor, bunu bilin. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler) TÜİK’in büyüme
rakamlarına inanıyorsunuz da gelir dağılımındaki rakamlarına niye
inanmıyorsunuz? Hepsine inanın. Bu benim verdiğim, resmî rakamlardır. Türkiye'nin dokuz
aylık büyümesi yüzde 3 olmuştur. Bakın, bu kadar ülkenin küçüldüğü, bu kadar
büyük ülkelerin ekonomisinin daraldığı, Japonya ekonomisinin resesyonda
olduğu bu dönemde Türkiye'nin yüzde 3 büyümesini, herhâlde, biraz, yani
takdirle karşılamak lazım. Evet, gönlümüz bu
büyümeyi kabul etmiyor ama ne yapalım ki dünyadaki kriz böyle. Dünyada öyle bir
kriz çıkmış ki ben üretiyorum, satacağım, fakat adamlardaki talep düşmüş;
adamların talebi düşmüş, almakta zorlanıyorlar. Ama buna rağmen bizim
müteşebbisimiz dinamik bir yapıya sahip. Bakınız, şimdi diyor ki tekstilcilerden
birçok kimse: “Bizim Avrupa’dan siparişimiz arttı.” Niye arttı? Artık büyük montanlı siparişler vermiyorlar. Çin’deki Avrupalı alıcılar
yavaş yavaş bu tarafa doğru dönmeye başladı. Şimdi
bunları da fırsata çevirmenin gayretleri içerisinde olmamız lazım. Ben inanıyorum ki
Avrupa’nın en dinamik nüfusu nasıl Türkiye’de ise en dinamik müteşebbisi de
Türkiye’de. Bu dönemde özel sektörümüzün inovasyon
projelerine önem vermesi icap ediyor ve birçok yeni projelere, yeni pazarlara
yönelmemiz icap ediyor. Nitekim, Sayın Bakanımızın,
dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanımızın önderliğinde her zaman yeni yeni pazarlara açılıyor ve inanıyorum ki, Türkiye bu
krizden de ders alarak ve faydalanarak çıkacaktır. Evet
bu bizi etkileyecek fakat biz bunu fırsata çevirmenin yolunu bulacağız
arkadaşlar. Şimdi, son
günlerde, değerli arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi petrol fiyatlarında büyük
düşüşler var. Petrol fiyatlarındaki düşüşler bizim gibi petrol ithal eden
ülkeler için sevindirici bir durum. Petrol üreten ülkeler için sevindirici
olmayabilir ama onlar daha önce sevindiler nasıl olsa biraz da biz sevinelim.
Şimdi, bunun neticesi, değerli arkadaşlar, tabii ticarette de hem ithalatta hem
de ihracatta bir daralma söz konusu. Şimdi, bunları da -hepsini- hesap edecek olursak,
Türkiye’de önümüzdeki 2009 yılında enflasyon bakımından daha düşük bir
enflasyonla karşılaşacağız. Yani enflasyondaki düşme, hatta enflasyondaki bizim
o ideal hedeflerimize varma imkânlarını da belki görebileceğiz. Bunun yanında,
daha önce bu kürsüde cari açıklar konusunda çok eleştirel konuşmalar yapan
muhalefet sözcülerini de bir kere daha burada… Hani, bu sefer onu
yapamayacaklar. Neden? Cari açık da düşecek. Önümüzdeki 2009 yılı hem
enflasyonun düştüğü hem cari açıkların düştüğü bir yıl olacak Türkiye için.
Tabii böyle olacak. Buna karşılık da büyüme rakamları Türkiye’de eskisi gibi
olmayacak. Türkiye, biliyorsunuz, son dört beş yıldan beri OECD ülkelerinin en
hızlı büyüyen ülkesi olmuştur. Dolayısıyla, bu hızlı büyümeye alışık olduğu
için Türkiye onları göremeyecek ama Türkiye’de de resesyon
diye bir şey söz konusu değildir. Bunu da belirtmek istiyorum. Şimdi, Türkiye,
değerli arkadaşlar, bu cari açıkların küçülmesi ve enflasyonun düşmesini kalıcı
bir hâle getirebilirse işte bu krizden istifade ederek, bu krizi fırsata
dönüştürerek çıkacaktır. Bu nasıl olur? Biz Türkiye olarak, hepinizin bildiği
gibi, ara malları ithalatını fazla yapan bir ülkeyiz. Ara mallarını, bu dövizin
arttığı, Türk lirasının değer kaybettiği, efendime söyleyeyim, petrol fiyatlarının
düştüğü bu dönemde ara malları üretimini Türkiye’de yapma başarısını
gösterebilirse işte o zaman Türkiye cari açığı kalıcı olarak düşürmüş olur. Bu
da Türkiye için büyük bir imkândır, büyük bir fırsattır. Şimdi, değerli
arkadaşlar, bu krizlerin konuşulduğu sıralarda ben cari açık sorununa ve
Türkiye’nin tarihsel sorununa değişik bir şekilde yaklaşmak istiyorum. Burayı
da, bu konuşmamı da, bu sözlerimi de dikkatle takip etmenizi rica ediyorum. Değerli arkadaşlar,
Türkiye’nin uzun yıllardan beri yaşadığı yapısal bir sorun var. Bu sorun
tasarrufların yetersizliği sorunudur. Şimdi, tasarruflar Türkiye’de çok düşük.
Bakınız şimdi, Çin’de tasarruflar yüzde 50-53, Hindistan’da 35 seviyesinde,
Norveç’te yüzde 39 seviyesinde, Rusya’da 31, Güney Kore’de 30, Endonezya’da 28;
Türkiye’de, bunlara baktığınız zaman, yüzde 15, yüzde 16, yüzde 14, bu
seviyelerde. Dolayısıyla bu yapısal sorun yani tasarruf noksanlığından dolayı
Türkiye devamlı surette cari açık veriyor. Şimdi, işte bu krizle Türkiye bunu
aşma fırsatı yakaladı. Şimdiye kadar
yapmış olduğumuz kamu maliyesindeki düzenlemeler, bütçe açıklarının
indirilmesi, kamuda tasarruflar konusunda kamu üzerine düşeni yaptı ama özel
sektöre baktığımız zaman, özel sektörde bunu maalesef göremiyoruz. Özel
sektörde niye göremiyoruz? Bakınız, şimdi, özel sektörün bilançolarına
baktığınız zaman sermaye rasyoları bizde çok
düşüktür. Sermaye rasyosu düşük olduğu zaman ne olur?
Yatırım yapmak isteyen özel sektör dışarıdan borç almak mecburiyetindedir. Yani
şimdiye kadar kamu kendisine düşeni yaptı ama özel sektör kendisine düşeni
-maalesef o gayreti biraz daha fazla göstermesi icap ediyor- yapamadı. Yani
yatırım yapmasını öğrendik ama tasarruf yapmasını öğrenemedik. Tasarruf
yapmasını öğrenemedikten sonra da cari açığı temelden çözmemiz mümkün değildir. Şimdi, bankalara
baktığımız zaman, bankalar da biliyorsunuz sermaye rasyoları
getirdi. “BDDK” diye bizim bağımsız kuruluşumuz dedi ki “Şu kadar sermayeniz
olması lazım.” ve bu sermaye rasyosu dünyadaki en
yüksek rasyolardan birisi. Ama ne oldu? Böyle
sıkıntılı zamanında bankalarımız güçlü durumunu muhafaza ettiler, onun
faydasını gördük ama özel sektörde zayıf bilançolara sahip özel sektörler
sıkıntıya başladı. Öyle, şimdi, bilançolara sahip olup da “Biz kredi
alamıyoruz.” diyen özel sektör var ki onlar zaten kriz olmasa da sıkıntıya
düşecek. Bunları görmemiz lazım, bu gerçekleri görmemiz lazım. Dolayısıyla,
şimdi burada öyle bir yeniden yapılandırmaya gitmemiz lazım ki özel
sektörümüzün de sermaye rasyolarını mecburen
artıracak önlemler almamız icap ediyor. Bu kriz de bize böyle dersler
öğretiyor. Şimdi, bundan sonraki dönemde de bunları alacağız. Sonra, başka bir
mesele daha var: Biz, Türk milleti olarak başka başka
özelliklerimiz olan bir milletiz. Mesela, 2003 yılından beri bu ekim ayına
kadar 24,3 milyar dolarlık altın ithal etmişiz değerli arkadaşlar. Tonlarla
altın ithal ediyoruz, öyle bir milletiz. Bu altınların da resmî rakamlara göre 4,5 milyar
dolarını ihraç etmişiz. Şimdi, 24,5 milyarlık ithal, 4,5 milyar ihraç… Hadi,
turiste de sattık, onları da koyalım. Geriye kalan 20 milyar, 15 milyar
dolarlık altın nerede Allah’ını severseniz? Nereye gitti bu altınlar? Yastık
altına. Ya kollarına takıyorlar ya yastık altına gidiyor. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Milletin yemeğe para bulamıyor Sayın Bakan, nerede yastık
altına koysun. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Sende de mi var yoksa altın? BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Ya, resmî rakamları söylüyorum ben arkadaşlar, resmî
rakamlardan konuşuyorum. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Siz yakın çevrenizdekilere bakın Sayın Bakan. BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Dolayısıyla, ben, şimdi, bütün halkımızdan şunu rica
ediyorum: Lütfen, yastık altındaki bu varlıkları ekonomiye kazandırın. Bunları
biz şirketlerimize koysak, şirketlerimizin sermayelerine ilave etsek, güçlü
şirketlerle ortaya çıksak kötü mü olur arkadaşlar? Bunları irdelemeye daha
devam edeceğiz çünkü bunlar bizim yapısal sorunlarımızdır değerli arkadaşlar. Şimdi,
Türkiye’nin önünde bu krizlerle beraber fırsatlar var. Bu fırsatları, bir, cari
açığımızı kalıcı olarak düşürebiliriz, enflasyonu kalıcı olarak düşürebiliriz.
Ondan sonra, bakın değerli arkadaşlar, özel sektörün ara mallarının üretimini
ve verimliliğini sürekli olarak artırabiliriz. Bu, hem istihdamımızın hem
ekonomimizin gelişmesine hem cari açığımızın düşmesine sebep olur. Ondan sonra,
Türkiye’nin iç dinamiklerini ve güçlü yanlarını ortaya çıkarmamız gerekiyor.
Önümüzdeki dönemde ihracatımızı artırmanın yollarını ararken ithalatımızı da
azaltacak katma değeri yüksek, bilgi ve teknoloji yoğun üretimler üretmeliyiz.
Türkiye bunlara geçmeye başladı değerli arkadaşlar. Geçen gün beni
bir mal teslim törenine çağırdılar. Eskişehir’deki bir firmamız Amerika’daki
uçak motor fabrikasına bir parça üretiyor ve bunun lisansını almış, sürekli
olarak da bunu onlara teslim edecek. İlk teslimde de birçok kimseleri, Savunma
Bakanımızı ve beni de davet ettiler. Ben şimdi parçayı görünce bir soru sordum,
“Bu parça kaç kilo geliyor?” dedim, “25 kilo Sayın Bakanım.” dedi, “Kaç para
bu?” dedim, “40 bin dolar.” dedi. Değerli
arkadaşlar, tonu bunun 1,5 milyon dolara gelir. Şimdi, demirin tonu 700 dolar.
İstediğiniz kadar satın. Bu parçadan sattığınız zaman 1,5 milyon dolar tonunu
satıyorsunuz. Gerçi bu demir değil, daha başka bir madde ama 1,5 milyon dolara
bunun tonu satılıyor. İşte bizim bu üretimlere geçmemiz lazım ve geçmeye de
başladı Türkiye. Türkiye’de kimse
enseyi karartmasın. Türkiye’yi iyi günler bekliyor. Dünyadaki bu krizler
gelecektir ama bu krizlere biz göğüs gereriz. Aldığımız önlemlerle bir defa
hazırlıklı yakalandık. Bundan sonra da, benden sonra yapılacak konuşmalarda ne
gibi önlemler alındığı daha detaylı olarak anlatılacak. Fakat bu önlemlerle de
daha dikkatli bir şekilde bu Türkiye’yi sağ salim biz limana çıkartırız.
Kaptanın iyisi, dalgalı, rüzgârlı, fırtınalı havalarda belli olur. Evet,
fırtına gelecek, gemi sallanacak, efendime söyleyeyim, bazılarının midesi
bulanacak, bazıları şöyle olacak ama bunu salim bir şekilde, salimen limana
çıkartırız. Ama kaptanın iyisi olacak ha! Kaptanın iyisini de biliyorsunuz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) OKTAY VURAL
(İzmir) – Yok! AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Siz giderseniz iyisi gelecek. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, şimdi size başka bir
konudan bahsedeceğim. Şu “Ya Hükûmet -işte geldiniz
burada- özelleştirme niçin yapıyorsunuz, işte kaça sattınız, bunları niçin
sattınız, kime peşkeş çektiniz?” Hâlbuki tarihin en şeffaf özelleştirmesini
yaptık, en iyi zamanda yaptık, en iyi şekilde yaptık, en iyi değerlerle sattık.
Şimdi, gün geçtikçe bunlar daha iyi anlaşılıyor. Bakınız, şimdi,
Türkiye olarak yirmi senede 8,5 milyar dolarlık özelleştirme yapılmıştı. Biz,
sadece özelleştirme idaresi olarak 32,5 milyar dolar, Türkiye olarak 50 milyar
doların üstünde özelleştirme yaptık, paraları da hazineye tık attık. Öyle mi?
Ha! Şimdi o sıkıntılardan da kurtulduk. Şimdi, düşünün, o idareler, zarar eden
idareler, şunlar bunlar devletin elinde olsaydı ne yapacaktı bu devlet? Bütçe
açığı üzerine bütçe açığı, bütçe açığı üzerine bütçe açığı gelecek duracaktı.
Şimdi var elimde, efendim “Açıkta rekor kırdık” diyor. Eski bu. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Gazete haberleri Sayın Bakan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Gazete haberi. Sen de gazete haberinden
bahsediyorsun. Ansiklopedi haberinden bahsetmiyorsunuz burada. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – 2009’da işçiye, memura ne vereceksiniz? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – “İki ayda açık 10 katrilyonu geçti.” diyor. İki
ayda. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Onları boş verin! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, onları biz indirdiğimiz için ne kadar faydalı
oldu, sizin zamanınızda neler oldu, onları hep gördük. Şimdi, bu
özelleştirmeleri biz niçin yaptık? Ekonomide rekabetin önünü açmak, verimliliği
artırmak, maliyet etkinliğini sağlamak, hizmet kalitesini yükseltmek; bunlar
için yaptık ve çok iyi de para topladık bu arada. Öyle mi? Topladık. Şimdi, bize laf
ediyordunuz. Bakın, PETKİM’in yüzde 51 hissesini 2
milyar 40 milyona sattık arkadaşlar. Burada bize muhalefet demediğini
bırakmadı. Şimdi bunun yüzde 100 bedeli, borsa bedeli 608 milyon dolar. Biz
yarısını 2 milyara sattık. Şimdi gelin de bir söyleyin bakalım, hani ucuza
sattım da… Satın göreyim bakayım, şimdi satın onu göreyim bir 2 milyara,
göreyim. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler) AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Kalmadı ki, kalmadı ki! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Burada TÜPRAŞ’ın 14,76
hissesi için söylemediğiniz laf kalmadı. Gerçi mahkemeler beraat kararı hepsine
verdiler de… O lüzumsuz iddialara onlar da pek takılmadılar zaten. TÜPRAŞ’ın biz yüzde 51’ini
4 milyar 140 milyona sattık, şimdiki değeri 2 milyar 371 milyon, yüzde 100 değeri.
Gelin de satın bakayım, göreyim. Halk Bankasının
yüzde 25’ini 2 milyar dolara sattık biz. Şimdi Halk Bankasının tamamı 3 milyar
583 milyon, tamamı. Demek ki borsa değeri… HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Değeri düşmüş demek ki! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, burada bize takdir sözlerinizi
söyleyiniz, onu bekliyorum sizden. “İktidar sizi takdir ediyoruz.” deyin,
muhalefet küçülmez, büyür. Söyleyin bunu. Gerçekleri bir söyleyin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Söyleyin, ne olacak? Yani millet biliyor zaten, bir de
siz söyleyin “Aferin, bravo muhalefete.” desinler ama nerede… Değerli
arkadaşlar, şimdi, bu konuşmamın bu bölümünde sizlere çalışanlarımıza ve
emeklilerimize verdiğimiz mali imkânlarla ilgili bilgiler vermek istiyorum. Bir defa şunu
söyleyeyim, hesap yapacaksınız: 2003 Ocak-2008 Kasım döneminde TÜFE’deki kümülatif büyüme,
değişme yüzde 83,1 olmuş. Bunu bir defa bir yere yazın. Şimdi, en düşük
memur maaşı, 2002 Aralık ayında 392 YTL, 2008 Kasım ayında 1.118 YTL, artış yüzde
164,9. Net asgari ücret,
2002 Aralık ayında 184 YTL, 2008 Kasım ayında 503 YTL. En düşük SSK
emekli aylığı, 2002 Aralık ayında 257 YTL, 2008 Kasım ayında 598 YTL. En düşük BAĞ-KUR
esnaf emekli aylığı, 2002 Aralık ayında 149 YTL, 2008 Kasım ayında 468 YTL. BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Oranı ne Sayın Bakan? NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Artış oranlarını da söyleyin Sayın Bakan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Artış yüzde 214,5. En düşük BAĞ-KUR
çiftçi emekli aylığı, 2002 Aralık ayında 66 YTL, 2008 Kasım ayında 312 YTL,
artış yüzde 373,8. En düşük memur
emekli aylığı, 2002 Aralık ayında 377 YTL, 2008 Kasım ayında 773 YTL’ye çıktı,
artış yüzde 105,3. Çok kısa olarak,
değerli arkadaşlar, Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 2007 yılı bütçesine ait
bilgileri arz etmek istiyorum: Bütçe giderleri
204,1 milyar YTL, bütçe gelirleri 190,4 milyar YTL, bütçe açığı 13,7 milyar YTL
düzeyinde gerçekleşmiştir. Değerli
arkadaşlar, konuşma kitapçığında bundan sonra -sizlere dağıtıldı bu kitaplar-
Ocak-Ekim 2008 bütçe gerçekleşmeleri var, 2008 merkezî yönetim bütçe yıl sonu gerçekleşmesi var, 2009 yılı bütçe büyüklükleri
var. Bunlar rakamlara dönük bilgiler oldukları için bu rakamları bu kitaplardan
okursunuz diye, bir de fazla vaktinizi almamak için anlayışınıza sığınarak
diğer konulara geçmek istiyorum. 2009 yılı
bütçesinin özellikleri: Son yıllarda
gelir ve gider politikaları arasında gerçekleştirilen uyum, bütçe giderlerinde
sağlanan etkinlik ve tasarruf ile vergi gelirlerinde gösterilen yüksek
performans sayesinde bütçe açığının azaltılması yönünde önemli bir başarı
yakaladık. 2009 yılı bütçe
ödenekleri de uygulanan ekonomik programın ilke ve hedeflerine uygun olarak
kamu kesimi açıkları ile enflasyonun düşürülmesini ve reel ekonomideki
büyümenin sürdürülmesini, dışsal şoklara karşı ekonomimizin direncini artırmaya
katkıda bulunulmasını sağlayacak şekilde belirlenmiş ve kamu idarelerinin
hizmet öncelikleri dikkate alınarak tahsis edilmiştir. Ayrıca, 2009 yılı
yanında 2010 ve 2011 yılı bütçe büyüklükleri ile kamu idarelerine söz konusu
yıllarda tahsis edilmesi planlanan bütçe ödeneklerine de yer verilmiştir. Bütçe yönetiminde
saydamlığın artırılması, Meclisimizin bütçe uygulamaları konusunda daha iyi
bilgilendirilmesi amacıyla bütçe gerekçesinde mahalli idareler ve sosyal
güvenlik kurumlarının bütçe büyüklükleri, döner sermayeler ile bütçe dışı
fonlara ve bütçeden yardım alan kuruluşlara ilişkin bilgilere de yer
verilmiştir. Kural olarak 2009
yılı yatırım programına ek yatırım cetvellerinde yer alan projeler dışında
herhangi bir projeye harcama yapılmayacaktır. Belirlenen
sınırlar içinde memur ihtiyacını karşılayamayacak idare, kurum ve kuruluşlardan
yükseköğretim kurumları için ilave 4 bin adet, diğerleri için de ilave 21 bin
adet atama izni verilebilecektir. Yükseköğretim
kurumlarının öğretim üyesi dışındaki boş öğretim elemanı kadrolarına
yapabilecekleri atamalara ilişkin hususlara ve bu sınırlar içinde öğretim
elemanı ihtiyacını karşılayamayacak öğretim kurumları için ise ilave 5 bin adet
atama izni verilebilecektir. Yani öğretim kadrosuna 5 bin adet tekrar ilave
yapıyoruz ki bu fevkalade önemli bir durumdur. Millî eğitim
bütçesi, değerli arkadaşlar, 2002 yılında 7,5 milyar liraydı, şimdi 27,9 milyar
dolar. Bu büyüklükle Bakanlık bütçeden en fazla payı alan idare olma özelliğini
sürdürmektedir. En fazla payı Millî Eğitim Bakanlığı alıyor. İktidara
geldiğimizden beri 130 bin dersliğin yapımını tamamladık. 2009 yılında 28 bin
adet derslik yapmayı hedefliyoruz. Değerli
arkadaşlar, biz inanıyoruz ki, yaşlısına, özürlüsüne, garibanına, fakirine
fukarasına sahip çıkmayan devlet, eksik, sosyal olmayan bir devlettir. Halbuki bizim Anayasa’mızda Türkiye devleti tanımlanırken
hukuk devleti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal olma
özelliği fevkalade önemlidir. Fakat bizden önceki Hükûmetler
bunu yerine getiremediler. Neden? Bütçeleri öyle açık veriyordu ki sosyal
yönlere harcama yapma imkânları olmuyordu. Yok, ne yapacak? Faize para
yetmiyordu faize. Faiz tarihî rekora uçtu, gitti. Faizi topladıkları… 2001
yılında toplanan vergiler faize yetmiyordu. Artık vergiler faize yetmiyor…
İşte, yani, o zamanın şeyleri bunlar. Şimdi, değerli
arkadaşlar, bakın, bizim zamanımızda özürlülerle ilgili kanun çıkardık. Şimdi,
özürlü vatandaşlarımıza “rehabilitasyon eğitimi” diye
eğitim verdiriyoruz. Evinden alınıyor, götürülüyor, eğitiliyor, evine
getiriliyor. Hayata kazandırıyoruz. Şimdi, biz 200 bin özürlümüzü bu eğitime
tabi tutuyoruz. Bu yıl 233 bin özürlümüzü bu imkânlardan istifade ettireceğiz. ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Bakın, ayda sekiz saatle hiçbir şey olmuyor. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bakın, şimdi özürlülerimize biz evde bakım
yaptırıyoruz. Ev sıcaklığını… ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Yanıltmayın! Aldatmayın! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Niye anlatmayayım canım, yaptık. Yaptıklarımızı niye
anlatmayalım? Rahatsız olmayın, dinleyin. ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Ayda sekiz saatle hiçbir şey olmuyor. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Dinleyin… Dinleyin… Siz de faydalanırsınız. ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Yani önce kendin faydalan da bize sıra gelince bakarız tabii. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Belki değişirsiniz de işte… Çarşaf marşaf falan, biraz değişiyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) İyi şeyleri almaya bakın, bu milletle bütünleşmeye bakın. Yani
bunları şimdi dinlemekten rahatsız olmayın. (CHP sıralarından gürültüler) ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Kendi kendine konuşuyorsun Sayın Bakan! Elini cebine atma! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, biz bunlara, bunlar için 1,5 milyar YTL’nin
üstünde para harcıyoruz. Bunlar kolay değil, bu paraları harcamak kolay değil. Bakın, şimdi
çiftçimiz için söyleyeyim. Çiftçimize şunu yaptık, bunu yaptık… Ya, 2002
yılında ben geldiğimde… (CHP sıralarından gürültüler) Hesaplar benim elimde
arkadaş! Ben Maliye Bakanıyım. BAŞKAN – Lütfen,
arkadaşlar. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bir baktım… Ne ödemişler bu çiftçilere? Çiftçilere 1
milyar 800 küsur milyon para dağıtılmış. Biz 5,5 milyar YTL dağıtıyoruz, 5,5
milyar… Hayvancılık için, efendim üretimin, tahıl üretiminin artması için,
diğer üretimlerin artması için. EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Oralara hiç girme. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Ve bunları artık öyle hâle getirdik ki biz üretime
veriyoruz, Türkiye’deki üretimin artmasına sebep oluyoruz. Gübre desteği
veriyoruz, hayvancılık desteği veriyoruz. Mesela, gübre desteğini yüzde 110
artırdık 2008’e göre, 2009 yılı bütçesinde yüzde 110 artırdık. (CHP
sıralarından gürültüler) Hayvancılık desteklerini yüzde 80 artırdık. 1 milyar
314 milyon YTL hayvancılık için destek veriyoruz. Kırsal kalkınma
desteğini hakeza yüzde 219 oranında artırdık değerli arkadaşlar. ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Ne oldu? Göç devam ediyor. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bunlarla mı kaldık? Hayır. Bakınız, geldiğimizde
bölünmüş yoldan bahsediyorduk. Türkiye için, Türkiye ekonomisi için,
Türkiye'nin sosyal yapısı için, kültürel yapısı için ne kadar önemli. Yol
demek, medeniyet demek. Su demek, medeniyet demek. Elektrik
demek, medeniyet demek. Bakınız, biz
geldiğimizde bölünmüş yollar 6 bin kilometre idi, şimdi bölünmüş yollar ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Yolları değil, yolları değil, insanları… RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Beşer kere söyledik, beşer kere yapıldı. Yapboz oldu yollar. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Yani, bütün cumhuriyet döneminde 6 bin kilometre yol
yapılmış, altı senede –şimdi altıncı seneye vardık, bu 7’nci bütçemiz
biliyorsunuz- bu 15.358 kilometreye çıktı. 2009 yılında buna ilaveten Şimdi, ne gibi
işler yaptığımıza böyle kısaca bile değinsek, yani tabii millet bunların
hepsini memnuniyetle dinlerken bazı kesim de biraz rahatsızlıkla dinliyor ama
olsun, dinlesinler, mühim değil. Değerli
arkadaşlar, hepiniz biliyorsunuz, bizim şimdi KÖYDES projelerimiz var. Bu
KÖYDES projelerimizde ALİ KOÇAL
(Zonguldak) - Tabii, tabii, istediğiniz yere gidiyorsunuz, teşekkür
alıyorsunuz! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – BELDES projelerimiz hakeza o şekilde. Yani bunu
seksen bir ilde uyguladık ve bunları uygularken değerli arkadaşlar, çok önemli
bir şey var: Köy, kent, belediye, şu parti, bu parti farkı gözetmeksizin
yapıyoruz bunları ama bu paralar da nereye gidiyor onların da hesabını
soracağız. Bir belediye, efendim, çöpünü temizleyemiyorsa, yollarda çöpler
görünüyorsa, kanalizasyonu yapmıyorsa, suyunu yapmıyorsa nereye gitti bu
paralar? HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Önce Van’dan başlayın o zaman. ALİ KOÇAL
(Zonguldak) - Ankara’ya sor, Ankara’ya. MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) – Bitlis’ten, Bingöl’den, Van’dan… HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Bitlis, Bingöl, Ağrı’dan başlayın. Kendi belediyeleriniz var. BAŞKAN –
Arkadaşlar, lütfen… AKİF AKKUŞ (Mersin)
– Bugüne kadar sormadınız mı Sayın Bakan? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, vallahi, burada saçı
bitmedik yetimin parası var, hesabını gıdım gıdım sorarım ha! Hiç yolu yok, öyle numara yok. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Parayı verdim, hesabını getirin kardeşim. Haa “Şöyle, böyle…” O zaman sen belediye başkanlığı
yapamazsın, böyle numara yok. Bunu halka hizmet için verdik biz. Kimse kendi
düşüncelerine göre birtakım gerekçeler uydurmasın. (Gürültüler) BAŞKAN – Lütfen, arkadaşlar,
lütfen… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, böyle kriz günlerinde
krize maruz olmuş olan ülkelerin umumiyetle kendilerini toparlayabilmeleri için
bütçelerini toparlamak mecburiyetleri vardır. Bütçe açıklarını da kapatabilmeleri
için ya büyük miktarda harcamalarını kısmak mecburiyetindeler –bu çok zor
oluyor- veyahut da vergilerini artırmak zorunda kalırlar. Vergilerine arka
arkaya ve umulmadık, böyle hiç akla gelmedik isimler de bulurlar. Mesela,
bakın, 1994 yılı krizinde bize öyle vergiler geldi ki. Mali
denge vergisi. Yani, ne demek ya mali denge vergisi? Hiçbir şey
çağrıştırıyor mu size? Yok. Neden? Alacak yani, toplumdan alacak. Şu anda bazı
ülkeler var, gidin, Macaristan, Ukrayna, diğer ülkeler falan, böyle vergileri
artırıyorlar mecburen. Ama, çok şükür, biz o durumda
değiliz, biz o durumda değiliz. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Hamdolsun! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Hatta, şimdi bize ne
diyorlar biliyor musun bazı kesimler: “Vergileri indirin.” HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Doğal gaza yüzde 60 vergi ödeyen bir devlet yok! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – “Vergileri indirin.” Be kardeşim
“Vergileri indirin.” diyenlere ben sesleniyorum: Ben yıllar yılı vergi
indiriyorum, bu Hükûmet yıllar yılı vergi indiriyor,
neredesiniz siz ya, başka ülkede mi yaşıyorsunuz? HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Doğal gazda da indirin, telefonda indirin. BAŞKAN – Sayın
Kaplan… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Yeni mi geldiniz Türkiye’ye? (CHP ve DTP
sıralarından gürültüler) ORHAN ZİYA DİREN
(Tokat) – Yatırım indirimi ne oldu? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, bakınız, kurumlar vergisini biz -yüzde 33’tü
biz geldiğimizde 33- önce 30’a indirdik, sonra 20’ye indirdik. Neredesiniz ey
kesim ha, neredesiniz? Yok, ses yok. Efendime
söyleyeyim, hadi onları geçelim “KDV insin.” Be mübarek, KDV’yi… Halka eğer
hizmet edeceksek biz, halkı rahatlatacaksak, halkın fazla harcadığı konulara
bakalım. Nedir? Yiyecek, gıda, en fazla gıda. (CHP sıralarından gürültüler) Şimdi, gıdada biz
indirdik mi arkadaş, indirdik mi? Kaç indirdik? 18’den 8’e indirdik; yüzde 60
indirdik ya! Çikolatadan bile indirdik, çikolata, çocuklarımız yesin diye. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, giyecek.
Halk, giyecek en fazla, tekstil, giyecek, deri, neyse indirdik mi? ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Halk, Maliye Bakanından kalırsa yiyecek! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – İndirdik, 18’den 8’e indirdik. Neredeydiniz siz,
Türkiye’de değil misiniz ha? (CHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Bakan
bir dakika… Şimdi, sevgili
arkadaşlarım, Sayın Bakan konuşurken… (CHP sıralarından gürültüler) Bir dakika rica
ediyorum, bir dakika… Sayın Bakan
konuşurken siz sürekli laf atarsanız ve bu, alışkanlık hâline gelirse, biraz
sonra sayın genel başkanlar ve sözcüler konuşurken… ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Konuşmalarına dikkat etmesi lazım Sayın Bakanın. BAŞKAN – …başka gruplar laf atarak onların konuşmasını bozarsa
sağlıklı bir görüşme yapabilir miyiz. Onun için,
lütfen… ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Ama Maliye Bakanına yakışır şekilde konuşması lazım. BAŞKAN – Bir
dakika, rica ediyorum arkadaşlar. Sayın Bakanın
konuşmasının içeriği kendi takdiridir. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Maliye Bakanından bir dinleyelim, işçiye, köylüye ne verecek?
Sayın Bakan burada bir saat hikâye okuyor. BAŞKAN – Hayır,
biraz sonra Sayın Deniz Baykal çıkacak, konuşacak; Sayın Bahçeli konuşacak.
Şimdi, oturduğunuz yerden… MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – “Vergileri indirdik.” diyor, “tasarruf” diyor. BAŞKAN – Yanlış
söylüyorsa bu, müzakere… MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Millet sokakta, aç. Aç insanlardan bahsetsin o zaman. BAŞKAN – Bir dakika, müsaade eder misiniz… Müsaade eder misiniz, bir dakika… Sürekli konuşuyorsunuz.
Parlamento kültüründe laf atma vardır, dünyanın bütün parlamentolarında vardır
ama -rica ediyorum sizden- siz devamlı oturduğunuz yerden konuşuyorsunuz. Böyle
bir şey olabilir mi? Bunun bir faydası var mı? Ne partinize faydası olur bu tür
bir tartışmanın ne de millete faydası olur. Rica ediyorum arkadaşlar, sükûnetle
dinleyelim. Konuştuklarına Sayın Bakanın biraz sonra çıkacak değerli sözcüler
cevap vereceklerdir ve sağlıklı bir tartışmayla bütçe müzakerelerini
sürdüreceğiz. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Bakan bütçe konuşması yapsın Sayın Başkan. Bütçe
konuşması yapsın, biz bunu bekliyoruz Sayın Bakandan. BAŞKAN –Lütfen… Buyurun Sayın
Bakanım. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, biz gıdada indirmişiz, giyimde indirmişiz,
sağlıkta indirmişiz sağlıkta… İlaç alırken KDV’leri indirdik. Eğitimde
indirmişiz. Halkın istediği bu. RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Mazot, gübre… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Orada, Nişantaşı pazarlarında gezip de “KDV
indirilsin.” diyenlere ithaf ediyorum bunları. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Halkın pazarlarına insinler, halkı anlasınlar, halkı dinlesinler. Öyle, belli
kimselerin, efendime söyleyeyim, lüks malları için bana kimse gelip “KDV
indirin.” demesin. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Akaryakıt lüks mü Sayın Bakan? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, yatırım önemli, Türkiye’deki
ekonominin canlanması önemli fakat mali disiplin de önemli. Eğer buralara
geldiysek bu mali disiplinle geldik, Hükûmetimizin
hiç taviz vermeden takip ettiği bu mali disiplinle. Ülkeyi bu iyi durumlara,
krizlere karşı hazırlıklı durumlara, şoklara karşı dayanıklı durumlara getiren
budur. Orada oturmuş,
efendime söyleyeyim, kahvesini içiyor veya başka şey içiyor, neyse… ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Senden izin mi alacağız? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – “Bundan KDV’yi indirelim.” Sonra? Arkadaş,
Türkiye’yi yaşadığı o eski günlere döndürtmeyiz biz. Biz olduğumuz zaman
Türkiye’yi o eski günlere döndürtmeyiz. (CHP sıralarından “Bravo(!)” sesleri) MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Bu tarz yakışıyor mu? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Türkiye'de bu en zorlu günleri, dünyanın krizinde
-bakın, bu kriz Türkiye'nin krizi değil, dünyanın krizi- en zorlu günleri en
iyi şekilde geçirmenin gayreti içerisindeyiz, Hükûmet
olarak bu çalışmanın, bu hassasiyetin içindeyiz. Onu özellikle belirtmek
istiyorum. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Bütçe konuşması mı bu? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, ben Maliye Bakanı olarak,
maliyede ne gibi iyileştirmeler yaptık, neler yaptık, nerelere geldik, bunları
uzun uzun anlatıp da sizlerin vaktini almak
istemiyorum ama bugün okuduğum bir şeyi söylüyorum: “Artık vergi dairelerinde
çayımızı içerken işimiz yapılıyor. Artık son günlerde kuyruklar oluşmuyor,
artık sıkıntılara girmiyoruz, günlerimizi kuyruklarda geçirmiyoruz, Maliyeye
bir tıklamayla ulaşıyoruz.” diyor. VEDOP sistemini kurduk, bütün
mükelleflerimize en güzel şekilde hizmet veriyoruz. Bunun neticesinde de, biz
geldiğimiz zaman topladığımız vergiler 60 milyar YTL’ydi, şimdi 170 milyar
YTL’nin üstünde. Biz vergileri artırmadık, vergileri düşürdük. Nasıl oluyor da
bu kadar vergi artıyor? At binenin, kılıç kuşananın. Bu işi ehli yapar
kardeşim, ona göre! Şimdi, değerli
arkadaşlar, sizlere son olarak şu sözleri söyleyip huzurlarınızdan ayrılmak
istiyorum: Küresel ekonomilerde dalgalanmalar değişik şekillerde her zaman
olabilir. Önemli olan, önümüze çıkan her zorluğu kolayca bertaraf edebilecek
şekilde hazırlıklı olmaktır. Bu doğrultuda, yapısal reformlara devam etmek
suretiyle Türkiye’nin dış şoklara karşı dayanıklılığını artırabilir ve kalıcı
başarılar elde edebiliriz. Önümüzdeki
dönemde gelişmeleri yakından takip ederek mali disiplinden ve yapısal
reformlardan taviz vermeden gerekli önlemleri almaya devam edeceğiz. Maliye
politikalarımızı üretirken küresel bazda düşünüyoruz.
Ülkemizin küresel yarışta bir adım öne geçmesi için uğraş veriyoruz. Risklerin
yeniden tanımlandığı bir süreçten geçiyoruz. Bunu bir fırsata dönüştürmek için
çalışıyoruz. Nitekim, dışımızda gelişen bu dünya krizi
sürecinde Türkiye, cari açığa ve enflasyona kalıcı çare bulduğu ölçüde bu krizi
fırsata dönüştürmüş olacaktır. Türkiye’nin, genç
nüfusu ile önümüzdeki yıllarda üretimi, verimliliği ve refahı daha da
güçlendiren, hızlı büyüyen ve ihracatı daha da artıran bölgesel ekonomik güç
olacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın. “Türkiye, hükûmetlerimiz
döneminde sağladığımız makroekonomik ve siyasi istikrar, iyi yönetişim, beşeri
sermaye gelişimi ve teknoloji kullanımı dâhil birçok sosyoekonomik gösterge
bakımından hem eski yıllara ve hem de birçok ülkeye göre çok daha iyi bir
konuma gelmiştir.” Bu söylediklerimi, yabancı bir kuruluş tarafından Türkiye
hakkında yazılmış bir rapordan alıyorum. Bakınız -bir daha
diyorum- yabancılar yazıyor bu raporu, bir Türkiye değil. Diyor ki: “Türkiye,
AK PARTİ hükûmetleri döneminde sağladığı
makroekonomik ve siyasi istikrar, iyi yönetişim, beşeri sermaye gelişimi ve
teknoloji kullanımı dâhil birçok sosyoekonomik gösterge bakımından hem eski
yıllara ve hem de birçok ülkeye göre çok daha iyi bir konuma gelmiştir.” Bunu
diyen yabancılar. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – IMF destekli! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – 2009 bütçesi, küresel krizin parametreleri dikkate
alınarak, ülke ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun olarak hazırlanmış ve
huzurunuza getirilmiştir. Bu bütçe, hedeflerimizle uyumlu, şeffaf, samimi ve
gerçekçidir. Cumhuriyetimizin
kurucusu Atatürk, maliyenin çekirdek devlet olduğunu ve cumhuriyetin mali
temeller üstünde yükseleceğinin bilincindeydi ve her fırsatta tam bağımsızlığın
ancak mali bağımsızlık ile mümkün olacağını vurgulamıştı. Büyük Atatürk’ün
bize gösterdiği bu yolda emin adımlarla ilerliyoruz. Hedeflerimize kararlı ve
disiplinli adımlarla ulaşacağız. Önümüze koyduğumuz hedeflerden hiç taviz
vermeden yolumuza devam edeceğiz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2009 bütçesi ülkemize ve milletimize hayırlı olsun.
Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar için Hükûmetim
ve şahsım adına sizlere şimdiden teşekkür ediyorum. Bu duygu ve
düşüncelerle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. Sayın
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 26/11/2008 tarihli
22’nci Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre
yapılacaktır. Başlangıçta,
bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre -Hükûmetin sunuş konuşması hariç- birer saat, kişisel
konuşmalar onar dakikadır. Kişisel konuşmalarda
bütçenin tümü üzerinde lehte ve aleyhte olmak üzere birer üyeye söz
verilecektir. Şimdi, bütçenin
tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını
sırasıyla okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel
Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş
ve Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün, Demokratik Toplum Partisi Grubu
adına Van Milletvekili Sayın Fatma Kurtulan ve Diyarbakır Milletvekili Sayın
Selahattin Demirtaş. Şahısları adına,
lehinde Mardin Milletvekili Sayın Cüneyt Yüksel, aleyhinde İzmir Milletvekili
Sayın Harun Öztürk. Şimdi söz sırası,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı, Genel Başkan ve Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal’da. Buyurun Sayın
Baykal. (CHP sıralarından ayakta alkışlar) Süreniz altmış
dakikadır. CHP GRUBU ADINA
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2009 yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini
ifade etmek üzere huzurunuzdayım. Bu vesileyle, Sayın Başkan, sizi ve değerli
milletvekilleri, sizleri içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz bütçe tasarısı çok büyük bir talihsizlikle
karşı karşıyadır. Bu bütçe tasarısının hazırlandığı dönemde, öyle anlaşılıyor
ki dünyanın ve Türkiye'nin nereye doğru gitmekte olduğu bu tasarıyı hazırlayanlar
tarafından görülememiştir ya da görmemeyi tercih etmişlerdir çünkü o noktalarda
dünyadaki krizin bize teğet geçip bizi etkilemeyeceği iddiaları dile
getiriliyordu. Anlaşılıyor ki bu bütçe tasarısını hazırlayanlar da bu söylemi
ciddiye almışlardır ve buna göre bütçe tasarısı hazırlanmıştır. O bakımdan, bu
bütçe tasarısı gerçeklerden kopuk; hangi gerçeklerden? Daha dün ilan edilmiş
olan resmî gerçeklerden, ekonominin resmî yetkilileri tarafından tespit edilen
gerçeklerden kopuk, bu gerçeklerin tam tersini varsayarak hazırlanmış olan bir
bütçedir. Varsayımları geçerli olmadığı için bu bütçenin de ne samimiyetinden
ne gerçekçiliğinden ne de ciddiyetinden söz etmek imkânı maalesef yoktur. Bu
acı bir tespittir ama gerçek budur. Değerli
arkadaşlarım, bu bütçe tasarısı 2008 yılı kalkınma hızının yüzde 4 olacağını
kabul etmiştir. 2009 yılıyla ilgili olarak büyüme hızını gene yüzde 4 olarak
ifade etmiştir ve buna dayalı olarak pek çok varsayım ortaya koymuştur.
Enflasyonla ilgili yüzde 7,5 artış varsayımını koymuştur. Kurla ilgili 1.400
kur varsayımını koymuştur ve buna göre gelir tahminleri yapmıştır, buna göre
harcama hedefleri koymuştur. Bunların hiçbir ciddi geçerliliği olmadığı daha
dün açıklanan 2008 yılının üçüncü çeyreğiyle ilgili büyüme rakamlarıyla ve bu
büyüme rakamının 2008 yılının ortak büyüme hızını ne olarak ortaya koyacağına
ilişkin tespitleriyle birlikte çökmüştür. Yüzde 4 varsayımıyla hazırlanmıştır. Bugün en iyimser değerlendirmeyle 2008 üçüncü çeyrek resmî
sonuçları, 2008’in Ekim ayıyla ilgili daha kısa bir süre önce açıklanmış olan
büyüme rakamları ve 2010’la ilgili kapasite kullanım rakamları dikkate alındığı
zaman, 2008 yılının yüzde 2’nin büyük bir ihtimalle altında bir kalkınma
hızıyla bizi karşı karşıya bırakacağı açık bir gerçektir ama bu bütçe onun 2
katı bir büyüme varsayımıyla yola çıkmıştır. Üstelik o büyüme
varsayımını haklı kılmadığı başka bazı varsayımlarla da gelir tahminleri
yapmıştır ve harcama hedefleri koymuştur. Değerli
arkadaşlarım, bu yüzde 4 bir yandan 2008 yılıyla ilgili büyüme öngörüsü
yapılıyor. Öte yandan 2009 için yüzde 4 bir büyüme hedefi bütçede yer alıyor
ama IMF’yle bir yandan 2009 için yüzde sıfırlık bir büyümenin el altından
müzakeresi sürdürülüyor. Değerli arkadaşlarım, bu varsayımlar bu bütçeyi mali
ve ekonomik bakımdan geçerli olmaktan çok açık bir biçimde çıkarmıştır. Dış ticaretten
alınan vergilerle ilgili bütçe hazırlanırken ithalatın 2009 yılında yüzde 6,7
artıp 232 milyar dolar olacağı, bu nedenle dış ticaretten 53,7 milyar YTL’lik
bir gümrük vergisi ve dâhilde alınan KDV tahsil edileceği ifade edilmiştir.
Oysa bizzat dış ticaretten sorumlu Bakan Sayın Kürşad Tüzmen
daha iki hafta önce 2009 yılı için ithalat tahmininin yüzde 25 2008’in altında
olacağını ifade etmiştir ve daha gerçekçi olan tahmin de budur. Yani Hükûmetin ilgili Bakanı “Yüzde 25 ithalat azalacak.” diyor,
Maliye Bakanının hazırladığı bütçe tasarısında “2009 yılında ithalat artacak. O
artışın çok ötesinde yüzde 20’ler civarında, yüzde 20’lerin üzerinde bir
ithalattan elde edilen KDV tahsilatı yapılacak.” diye
varsayım konuluyor. Bu ciddi bir manzara değildir değerli arkadaşlarım. Aynı şekilde, bu
bütçeyi anlamsız hâle getiren bir temel nokta da IMF’yle yürütülmekte olan
müzakerelerdir. Değerli arkadaşlarım, bu da büyük bir talihsizlik olmuştur. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin yasama meclisi olarak Türkiye Büyük
Millet Meclisi bütçe tasarısını konuşuyor ama kısa bir süre sonra, birkaç hafta
sonra bir Sayın Bakan -Hazineden sorumlu Devlet Bakanı- bir bürokrat -Merkez
Bankası Başkanı- 2’si bir niyet mektubu imzalayacaklardır ve o 2 kişinin
imzaladığı niyet mektubu burada sizin oylarınızla kabul edilecek olan bütçeyi
anlamsız hâle getirecektir. Keşke, IMF’yle
müzakere yapılacak idiyse çok daha önceden yapılsaydı da önünüze gelecek olan
bütçe o varsayımları ciddiye alarak, dikkate alarak düzenlenmiş olsaydı.
Maalesef, Türkiye Büyük Millet Meclisine hiç yakışmayan bir konuma sürüklenmek
üzereyiz. Daha şimdiden IMF çevreleri hazırlanan bütçede çok büyük bir budama
gerçekleştireceklerini açıkça ilan etmektedirler. Bir yandan da Türkiye Büyük
Millet Meclisi önünüze getirilen bu bütçeyi kabul etmek durumundadır. Bu acı
bir olaydır. Olayın hem hukuki hem de siyasi, millî iradeye saygı, Parlamentoya
saygı anlayışıyla izah edilmesi güç yönleri vardır. Bunları da takdirinize
sunuyorum. Değerli
arkadaşlarım, bu bütçe bir yana, Türkiye çok ciddi bir ekonomik tartışmanın
içinden geçmek durumundadır. Çok ciddi bir ekonomik tabloyla karşı karşıyayız. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'nin çok ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğu
açıklanan rakamlarla ortaya konmuştur. Daha ekim ayıyla ilgili büyüme rakamı
sanayi büyümesinin yüzde 8,5 çöktüğünü bize göstermiştir. İmalat sanayisinde
yüzde 10,3’lük bir gerilemenin ortaya çıktığı gene resmî rakamlarla tespit
edilmiştir. Büyüme hızı ciddi bir şekilde bir düşme sergilemiştir. Değerli
arkadaşlarım, bunu doğru anlamak lazımdır. Bunun, hiçbir şekilde dünyada şu
anda yaşanmakta olan krizle doğrudan ilgili bir tablo olduğunu düşünmek geçerli
değildir. Gerçeğe gözümüzü tıkamamalıyız. Önümüzde iki
mesele var: Türkiye ekonomisi hangi politikalar sonucu bugünkü noktaya
sürüklenmiştir, nerede, ne gibi sıkıntılar vardır, buna doğru teşhis koymamız
lazım. İkinci olarak da
gelmekte olan ve derinleşmekte olan ekonomik kriz karşısında Türkiye hangi
politikayı ortaya koymalıdır; o krize karşı ne yapmamız lazım, bunu da ayrıca
mütalaa etmemiz ve birlikte bir değerlendirme işine girmemiz gerekmektedir.
Yani buralarda pembe masallar anlatarak, astık kestik diyerek bir yere varmak
mümkün değildir. Gerçekler çok açık bir şekilde ortadadır. Değerli
arkadaşlarım, bakınız, Türkiye, 2002 yılının sonundan itibaren, 2002 yılından
itibaren dünya çapında bir büyük ekonomik bolluk konjonktürünü
yakaladı. Dünya, çok uzun bir süreden beri karşı karşıya gelinmemiş bir
likidite bolluğu, döviz bolluğu tablosuyla karşı karşıya kaldı. Bunun çeşitli
nedenleri var. Bugün ortaya çıkan krizin altında da bir ölçüde o bolluk
yatıyor. Hem dövizin bolluğu hem çeşitli döviz enstrümanlarının
yaygınlaşması, borçlanmanın Amerika Birleşik Devletleri tarafından çok ileri
ölçülere taşınmış olması, dünyada büyük bir likidite bolluğu tablosu ortaya
çıkardı. Bu, Türkiye için bir şans olarak kullanılabilirdi. Keşke kullanabilmiş
olsaydık ama maalesef acı gerçek şudur ki, Türkiye, o bolluk tablosunu doğru
değerlendirememiştir hatta tam tersine o bolluk tablosundan ciddi yanlışlıklara
sürüklenmiştir, ciddi olumsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır. Nedir bu
olumsuzluklar? Ne gibi sıkıntılarla karşı karşıya kalmışızdır? Önce, içinde
bulunduğumuz tabloyu kısaca bilginize çok net bir şekilde sunmak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, dünya 2003’ten 2008’e doğru “gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye”
olarak nasıl bir büyüme tablosuyla karşı karşıya kaldı, önce bunu çok doğru
görmemiz lazım. Buradaki veriler
IMF’nin “World Economic
Outlook Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bu, Türkiye'deki büyümenin dünyadan 2005 yılı sonundan itibaren
kopmakta olduğunu göstermiştir. Hâlbuki 2006-2007 de o dövizin bolluk
dönemidir, ucuz ve bol dövizin olduğu dönemdir ama o ucuz ve bol döviz
döneminde az gelişmiş olan ülkeler sürdürülebilir bir kalkınma hızını 7; 7,5;
7,9; 8 ve 6,9 olarak sürdürmüşler ama Türkiye, yüzde 2’ye doğru, 2008’de, dünya
krizinden dolayı değil, içinde bulunduğu konjonktürü
doğru değerlendiremediğinden dolayı kalkınmasının düştüğüne tanık olmuştur. Değerli
arkadaşlarım, yine aynı şekilde, büyüme hızı, bu süreçle 2004’te yüzde 9,4’ten
2005’te 8,4’e, 2006’da 6,9’a, 2007’de 4,6’ya, 2008’de de 2’ye inmektedir. Bu da
krizden bağımsız bir süreçtir. Türkiye sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi
gerçekleştirememiştir. Konjonktürün sağladığı olanaklar başlangıçta bir yüksek
büyüme imkânını Türkiye’ye sağlamışken arkasından çok ciddi bir şekilde
ekonomik gerileme ortaya çıkmıştır. Değerli
arkadaşlarım, büyüme hızı, yılın ilk yarısı esas alınarak bakıldığı zaman,
yüzde 11, yüzde 8,1; yüzde 7,9; yüzde 6, yüzde 4,2; yüzde 3 olarak düzenli bir
şekilde aşağı doğru inmektedir. Bu süreçte
işsizlik oranı ise artma eğilimindedir ve çok kaygı verici bir düzeye
çıkmıştır. Son olarak da iki rakamlı bir işsizlik tablosuyla karşı karşıyayız.
Hesaplama yöntemiyle ilgili bütün itirazlarımız bir yana, resmî rakamlar da
Türkiye'de işsizlik oranının kaygı verici biçimde artmakta olduğunu bize
göstermiştir. Yüzde 9,3’ten yüzde 10,3’e, 2007 Eylülü ila 2008 Eylülü arasında
bir işsizlik artışı olmuştur. Değerli
arkadaşlarım, bu süreçte, 2002 öncesinde Türkiye’de yaşanmayan, bizim
ekonomimizde var olmayan bir ciddi sorun şekillenmeye başlamıştır. Bu iktidar
döneminde ortaya çıkan bir sorundur. Bu, cari açık sorunudur. 2002 yılında
Türkiye’nin cari açığı 600 milyon dolar civarındadır. 2003’te 7,5 milyar dolar,
2004’te 14,4 milyar dolar, 2005’te 22,1 milyar dolar, 2006’da 31,9 milyar
dolar, 2007’de 37,7 milyar dolar ve 2008’in Eylül ayında 47 milyar dolar
düzeyine Türkiye cari açığının fırladığına tanık olmuştur. Yani dünyada döviz
bol, döviz ucuz Türk lirasına göre, likitide bol,
Türkiye müthiş bir cari açık problemiyle karşı karşıya kalıyor. Bu süreçte ilginç
başka bir şey daha oluyor: İhracat daralmaya başlıyor. İhracattaki daralma bu
son dönemde çok çarpıcı bir şekilde kendisini gösteriyor. Eylül 2008 ila Ekim
2008 arasında 136 milyardan 132 milyara bir ciddi… AGÂH KAFKAS
(Çorum) – Daha önceki 36 milyar dolardı. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Evet, o yükseliş yaşanıyor, o yükseliş var ama oradaki kırılmaya
dikkati çekiyorum. 2008 Kasımında da -yıllıklandırılmıştır
yalnız bu kasım rakamı- 129 milyar dolara ihracat iniyor. Diğer yandan,
ithalat çok tehlikeli bir artış eğilimi gösteriyor. 2002’de 51 milyar dolardan
başlayan ithalat, şimdi, eylülde 211 milyar dolar
düzeyine tırmanıyor. Türkiye’de ihracat tıkanma noktasına giriyor, ithalat
parlıyor, cari açık olağanüstü bir düzeye çıkıyor. HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – İhracatın beş yıllığını niye
göstermiyorsun? DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Gösteriyoruz, kabul ediyoruz, doğrudur. Bu arada gene
başka bir şey oluyor: Hem bankacılık hem de reel sektörün, özel sektörün dış
borç stoku tehlikeli bir biçimde artış gösteriyor. 2002’de 43 milyar dolardan
2008 Haziranında 190,5 milyar dolara, 150 milyar dolarlık bir özel sektör,
bankacılık ve reel sektör ortak dış borç patlaması yaşanıyor. Döviz ucuz ve
bol, Türkiye onu bu şekilde kullanıyor. Bu arada hane
halkı borç stokları da tehlikeli biçimde artış gösteriyor. 2003’te 8 milyar
YTL’lik bir borç varken 2008 Haziranında 96 milyarlık, 80 milyar doların
üzerinde bir hane halkı borç düzeyi ortaya çıkıyor. Değerli
arkadaşlarım, bu tablo neyi gösteriyor? Bakın, herkes bu tabloyu yaşamış değil.
Şimdi bir ekonomik kriz var, bu ekonomik kriz dolayısıyla -dünyada iki yüze
yakın ülke var- kaç tane ülke IMF’nin önüne gitti? Yani kriz dolayısıyla herkes
IMF ile anlaşma ihtiyacında mı? Hayır, değil. Herkes kendi işini kendi çözüyor;
paketlerini yapıyor, programını ayarlıyor, ekonomisini toparlıyor, götürüyor.
Sırbistan gidiyor, Macaristan gidiyor, İzlanda gidiyor, Türkiye gidiyor.
Değerli arkadaşlarım, hani biz Maliye Bakanının söylediği gibi ekonomik
sorunlarımızı çözdü isek niçin şimdi bu noktada IMF’ye… BAŞKAN – Sayın
Baykal, ihtiyacınız yoksa onları aldırayım mı daha rahat konuşmanız için? DENİZ BAYKAL
(Devamla) –Teşekkür ederim. Olabilir, alabilirler. Bunları niçin IMF
ile müzakere etmek zorunda kalıyoruz? Niçin Türkiye tekrar, altı yıl sonra
IMF’nin kapısına gelip dayanmak durumunda kalıyor? Başbakan kıyameti
koparıyordu, “IMF ümüğümüzü sıkacak, yüzde 2 kalkınma istiyor bizden. Hayır,
kabul etmiyoruz.” diyordu. E, şimdi IMF yok, kalkınma ne oldu, ne olacak? Yüzde
2’yi kendi elinle yaptın. Yani anlaşılıyor ki milletin ümüğünü sıkmak için bu Hükûmetin IMF’ye ihtiyacı yok, kendisi de o işi
yapabiliyor. (CHP sıralarından alkışlar) 2009’da büyüme, IMF’yle iş birliği
yapmazsak ne olacak zannediyorsunuz, IMF’yle ilişki kurduğunuz zaman ne olacak?
Resmî 1,7’yi, OECD, IMF, “iyimser bir tahmin” olarak Türkiye için söylüyor.
Türkiye’de nüfus artışı 1,5. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye ekonomisi bir sıkıntının içine girmiştir. Bu sıkıntının
altında da, hiç şüphe yok, Türkiye'nin eline geçen fırsatları en iyi şekilde
kullanamamış olması yatmaktadır. Dünyadaki o döviz ve dövizin
bol ve ucuz olduğu dönemi eğer biz borçlarımızı ödemek için kullanmış olsaydık,
dünyada dövizin bol ve ucuz olduğu o günleri eğer biz sanayimizi kurup
geliştirmek için kullanmış olsaydık, altyapımızı geliştirmek için kullanmış
olsaydık, eğer biz o dövizin ucuz ve bol olduğu dönemi yatırım yapmak için,
kalkınmak için kullanmış olsaydık ve eğer biz dövizin bol olduğu dönemlerde tüketmeyi
değil üretmeyi düşünmüş olsaydık bugün bambaşka bir noktada olurduk. Türkiye
maalesef, bu dövizin bolluğunu rahat yaşamak için bir fırsat olarak kabul
etmiştir, borçlanmıştır, yüksek faiz batağına girmiştir, muazzam cari açık
vermiştir, dış ticaret açığı vermiştir; bunun ebedî olarak süreceğini
varsayarak kendisini tanzim etmiştir ama bunun olmadığı ortaya çıkmıştır. Hani,
Orhan Veli’nin güzel bir şiiri var, Orhan Veli diyor ki: “Beni bu güzel havalar
mahvetti.” Yani insanın aklına o geliyor. Orhan Veli, “Beni bu güzel
havalar mahvetti, Böyle havada
istifa ettim Evkaftaki
memuriyetimden. Tütüne böyle
havada alıştım, Böyle havada âşık
oldum; Eve ekmekle tuz
götürmeyi Böyle havalarda
unuttum; Şiir yazma
hastalığım Hep böyle
havalarda nüksetti; Beni bu havalar
mahvetti.” der ya. (CHP sıralarından alkışlar)
Bizim Hükûmetin de şimdi “Beni bu bol ve ucuz döviz havası
mahvetti, o havada ben yatırım yapmayı unuttum, borç ödemeyi unuttum, açık
vermemeyi unuttum. Dünyaya benim açılmam gerekirken dünyanın bana açılmasına
fırsat verdim. Elimdekini avcumdakini alıp
götürmelerine izin verdim. Beni bu havalar mahvetti.“ dese yeridir diye
düşünüyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'nin bu geldiği noktanın arkasında çok ciddi ekonomi
politikası yanlışları vardır. Her bütçe konuşmasında burada bunları dile
getiririz. Üç dört yıldır biz bunu anlata anlata bir
hâl oldu. Geldiğimiz nokta maalesef budur. “Amerika’nın krizi”, “dünyanın
krizi” laflarıyla bunu geçiştirmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Değerli
arkadaşlarım, bugün önümüzdeki kriz çok ciddi sorunlarla bizi karşı karşıya
bırakıyor. Bir defa, dünya ekonomisi yeni bir anlayışla
şekillendirilmek durumunda. Neoliberal
politikaların dünyayı bir krize sürüklediği yaşanarak görülmüştür. Şimdi,
sosyal sorumluluk duygusunu ön plana çıkararak, devlete daha yüksek
sorumluluklar yükleyerek yeni bir ekonomi anlayışına ihtiyaç vardır. Ayrıca
dünyadaki uluslararası finansal mimariyi de yeni şartlara göre düşünmek
lazımdır. Bretton Woods
dönemi artık bitmiştir. Şimdi, yeniden, bu globalleşen
ekonominin gerektirdiği uluslararası mali kuruluşlar yeni yetkilerle, yeni
anlayışlarla şekillendirilmelidir. Değerli
arkadaşlarım, maalesef bu tablo Hükûmetimiz
tarafından doğru değerlendirilmemiştir. Krize ilişkin olarak bol konuşulmuştur.
Tutarsız konuşmalar yapılmıştır. Krize çare olacak paket açılacağı yerde krizle
ilgili iddia paketleri ortaya atılmıştır. Bu iddia paketlerinin bir tanesi, “Bu
bize teğet geçecek, bize dokunmayacak” paketidir. Bir başkası, bunun kalıcı
olmayacağı, dünyada düzelmenin başladığı, zirvenin yakalandığı, inişe geçtiği
iddiasıdır ve Türkiye'nin krizden en az etkilenen ülke olacağı ifade
edilmiştir. Bütün bunlar, Türkiye'nin hızla küçülmeye başladığı, işsizliğin
olağanüstü rakamlara çıktığı, çiftçi, esnaf, çalışan, işveren, toplumun tüm
kesimlerinin büyük bir endişe ve sıkıntı içine sürüklendiği ve işsizliğin
ürkütücü boyutlara ulaştığı bir ortamda yaşanmıştır. Yaşanan ekonomik krizi
okuyamayan İktidar, hâlâ ne yapacağına karar verememiştir, IMF anlaşmasını
beklemektedir. Bu İktidar, kararsızlığıyla krizin tahribatını ve millete
maliyetini de artırmaktadır. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de örneğin tekstil sektöründe son iki aydır fabrikalar
kapandı, tatile girdi ya da toplu işten çıkarmalar yaşandı. İşsiz kalanların
dramına ilişkin haberler televizyonlarda, gazetelerde ön plana çıktı. Bu
çerçevede, mesela tekstil sektöründe son bir yılda 10 bin çalışan işini
kaybetti. 83 tekstil fabrikasının bulunduğu Denizli Organize Sanayi Bölgesinin
ilk tekstil fabrikası olma özelliğini taşıyan ve 450 işçi çalıştıran Denteks tekstil fabrikası ile 1972 yılında kurulan, 700
kişinin çalıştığı, yıllık ihracatı 25 milyon dolar olan Dempa
Denizli Mensucat Sanayi ve Ticaret AŞ üretimini durdurmuştur. Son altı ayda
Atakan Tekstil, Atak Tekstil, İrem Tekstil, Bordo Tekstil ve Türkmar firmaları da üretimi durdurmuştur. Merkeze bağlı Göveçlik beldesinde faaliyet gösteren, Denizli’nin ilk
iplik fabrikası olan Göveçlik İplik Sanayi ve Ticaret
AŞ, 850 kişinin işine son verip fabrikayı kapatmıştır. Kapısına kilit vurulan
fabrikaların Denizli tekstil ihracatındaki payının 100 milyon doların üzerinde
olduğu belirlenmiştir. Türkiye'nin en eski ve büyük tekstil fabrikalarından Sönmez Filamet, daha önce iki kez
üretime ara vererek direndiği mali sıkıntıya bu kez dayanamamış ve üretimi
durdurma kararını almıştır ve toplam 230 çalışanının işine son verilmiştir. Kocaeli’nde
faaliyet gösteren Ford Otomotiv, talebin düşmesi nedeniyle üretimini durdurarak
6.400 işçisine izin vermiştir. Gaziantep Organize Sanayi Bölgesinde kurulmuş
olan Tekerekoğlu ev tekstil fabrikası kapanmış, 2.800
çalışanı işsiz kalmıştır. Adıyaman Organize Sanayi Bölgesinde 43 fabrikadan
22’si kapanmış, 4 bin kişi işten çıkarılmıştır. Kilis’te kent sanayisinde
çalışan 1.500 kişiden 500’ü işsiz kalmıştır. Ülkenin tüm kentlerindeki
fabrikaların ya toplu işçi çıkardığı ya işçilere ücretsiz izin verdiği ya da
dört beş ay önce işçi ücreti ödeyemediği ortadadır. Esnaf ve ticaret
erbabı ciddi sıkıntı içindedir. TÜİK verilerine göre ocak-ekim döneminde
kapanan “ticaret” unvanlı iş yeri sayısı ürkütücü bir hâl almıştır. Nitekim
geçen yılın ocak-ekim döneminde toplamda 19 bin iş yeri kapanırken bu sayı bu
yılın aynı döneminde yüzde 72 artarak 33 bin düzeyine çıkmıştır. Aynı dönemde
açılan şirket sayısında da gerileme söz konusudur. Son birkaç yıldır
tarımda ciddi bir yıkım yaşanmaktadır. Geçen yıl tarımda yüzde 6,9’luk bir
üretim kaybı ortaya çıkmıştır. Tahıl ambarı olan Türkiye 1,5 milyar dolar
buğday ithal etmek zorunda bir ülke konumuna düşmüştür. Buğday üretimi 20
milyon tonlardan 17 milyon tona, arpa üretimi 9 milyon tonlardan 6 milyon tona
düşmüştür. Bakliyatta dünya birincisi olan Türkiye, artık, Kanada’dan ithalat
yapmak zorunda kalmaktadır. Kırmızı mercimek 600 bin tondan 110 bin tona, nohut
650 bin tondan 540 bin tona, kuru fasulye 250 bin tondan 150 bin tona
düşmüştür. Endüstri bitkilerinde tam bir çöküş yaşanmaktadır. 2000-2008
yıllarını değerlendirdiğimizde şeker pancarı üretimi 18 milyon tondan 15 milyon
tona gerilemiş, aynı zaman diliminde tütün üretiminin yarısını yitirmişizdir.
2000 yılında 200 bin ton olan üretim 2008 yılında 100 bin tona düştü. Buna
paralel olarak 2002 yılında 410 bin olan tütün ekicisi sayısı bugün 210 bine
düşmüş durumda. 2000 yılında pamuk üretimi 1 milyon tondan bugün 800 bin tona
geriledi. Türkiye'nin yetmiş dört ilinde üretilen patates üretiminin bile 5,2
milyon tondan 4,2 milyon tona düşmesi yaşanan durumu açıkça ortaya koymaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, bu dönemde -bu gerilemeler, üretim gerilemeleri- maliyet
artışları da tahammül edilemez bir düzeyde ortaya çıkmıştır. 2002-2008
döneminde traktör fiyatlarında yüzde 78, mazotta yüzde 130, yemde yüzde 137,
sulamada yüzde 175, gübrede yüzde 400’e yakın fiyat artışları ortaya çıkmıştır. Değerli
arkadaşlarım, yıllar itibarıyla traktör satışları –Sayın Başbakan bu işe
meraklı, sık sık “Traktör satışları artıyor.” diye
söyler, ilgisine sunuyorum- 2005 yılında 39 bin olan traktör satışı 2006 yılından
itibaren ciddi bir düşmeye maruz kalmıştır. 2007’de 31.500; 2008’de 17.825
düzeyine inmiştir, yıllık satışı da 25 bin olarak görülmektedir. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de 11 milyar litre mazot tüketiminin 3,5 milyar litresi
tarımda kullanılmaktadır. Yani, bu, şu demektir: Üreticinin mazot alırken
ödediği dolaylı vergi 5 milyar YTL’nin üzerindedir, çünkü mazotun içindeki
vergi oranı, malum, yarıya yakındır. Buradan hesap ettiğimiz zaman 5 milyar YTL
civarında bir verginin, sadece tarımda mazot kullanan köylülerimiz,
çiftçilerimiz tarafından ödendiği anlaşılmaktadır. Yani, bu AKP Hükûmetinin milyonlarca üretici köylüye bütçeden ayırdığını
söylediği 5,3 milyar YTL’nin neredeyse tamamı sadece mazot alan çiftçi
tarafından devlete vergi olarak iade edilmektedir. Gübreye gelen
zamlar yüzde 75 ila yüzde 180 arasında değişmiştir. Gübre fiyatlarındaki bu
müthiş artış, hem üretici maliyetlerini daha da artırmış hem de gübre
kullanımını bazı bölgelerde yüzde 40’a varan oranlarda düşürmüştür. Gübre
kullanımındaki daralmanın önümüzdeki yılın tarımsal verim ve kalitesini olumsuz
etkilemesi kaçınılmaz gözükmektedir. Değerli
arkadaşlarım, böyle bir manzarayla karşı karşıyayız. Türkiye, önümüzdeki
dönemde, bir yandan bizi buraya getiren ekonomi politikasını gözden geçirmeli,
bir yandan da bu krize karşı ciddi önlemler almalıdır. Bu krizin Türkiye
bakımından talihsizliği, Türkiye’nin yüksek bir borçluluk düzeyiyle bu krizi
karşılamak durumunda kalmasıdır. 2001 krizinin
ardından sıçrayan borç yükü belli bir iyileşme göstermekle birlikte, kamu borç
yükü hâlen 2001 krizi öncesindeki seviyenin üzerindedir. Sadece kamu borç
yükünü konuşuyorum. Özel sektör borçları hariç olduğu hâlde, bir başka ifadeyle
Türkiye 2001 krizi öncesinde sahip olduğu borç yükünün üzerinde bir yükle
küresel krizi göğüslemeye çalışmaktadır. Değerli
arkadaşlarım, şunu da belirtmek isterim: İddia edilenin aksine Türkiye’de
uluslararası rezervlerin düzeyi de dış şoklara karşı beklenen korumayı
sağlayacak miktarda değildir. Türkiye'nin sahip olduğu rezervlerin dış
borçlarına oranı benzer ülkelerin ortalamalarıyla kıyaslandığında beşte 1
seviyesindedir. Bu durum, Türkiye ekonomisinin bir kriz anında benzerlerine
göre daha kırılgan olduğunu göstermektedir. Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin
karşı karşıya olduğu krizin boyutunu büyük ölçüde dış finansman gereksiniminin
ne ölçüde karşılanacağı belirleyecektir. Değerli
arkadaşlarım, 2007 yılında Hükûmetin bir seçim
ekonomisi uygulamış olması maalesef bu kriz karşısında Türkiye’yi daha da
sıkıntıya sokmuştur. Eğer bir seçim ekonomisi uygulamamış olsaydı 2007 yılında
Türkiye, bu kriz karşısında çok daha etkin önlemler alma şansına sahip
olabilirdi. Değerli
arkadaşlarım, bu tablo karşısında alınması gereken önlemlerle ilgili olarak
düşüncelerimizi de kısaca sizlerle paylaşmak isterim. Önce bir defa
şunu söylemeliyiz: Maalesef Hükûmet bu krizi çok kötü
yönetmektedir ya da sadece seyretmektedir. Hükûmetin
bu yanlış yaklaşımlarının yol açtığı güvensizlik ortamı krizin neden
olabileceğinin çok ötesinde işsizliğe ve daralmaya neden olmaktadır. Bu Hükûmetin tek başına bu krizden çıkma becerisi yoktur. Öyle
anlaşılıyor ki Hükûmet çok kısa sürede bu uçağı kendi
yönetmekten vazgeçip yeniden IMF’ye başvuracak, yani otomatik pilotu devreye
sokacaktır. IMF’nin bir ihtiyaç olarak ortaya çıkması, Hükûmete
duyulan güvenin, bu krizi göğüsleyecek gerekli önlemleri alacağına olan güvenin
bulunmamasıyla ilgilidir. IMF, bu tablo karşısında, bazı çevrelere bir çözüm
olarak görülmektedir. Yaşadığımız
küresel kriz meydana gelmeseydi de Türk ekonomisi AKP’nin bu yönetimi
dolayısıyla krize girmişti. AKP, uyguladığı ekonomik politikaların yol açtığı
tahribatı gözlerden saklamak ve IMF’ye ekonomi yönetimini terk etmek için şimdi
küresel krize sarılıyor. Değerli
arkadaşlarım, bu tablo karşısında alınacak önlemlerle ilgili anlayışımızı da
bir dakika içinde ifade etmek isterim. Derhâl bir paket hazırlanmalıdır. Bu
paket, ekonominin değişik kesimlerinin temsilcilerinin katılımıyla bir ortak
anlayış etrafında hazırlanmalıdır ve bu paketle şu amaçlar öngörülmelidir: 1) Altyapı
yatırımları artırılmalıdır. Yarım kalmış
yatırımları ekonomiye kazandıran önlemler ve kaynaklar mutlaka devreye
sokulmalıdır. Kamu
yatırımlarının millî gelire oranı yüzde 4 sınırının altına inmemelidir. Talebi
canlandırmak için yüzde 18’lik KDV oranlarına 5 puan indirim yapılmalıdır. Girdi
maliyetlerinin azaltılması için petrol ve doğal gaz ürünlerindeki ÖTV indirilmelidir.
Aracılık
maliyetlerinin azaltılması için banka sigorta muamele vergisinde indirime
gidilmelidir. Mevduat garantisi
artırılmalıdır. Yabancı para
cinsinden mevduatın karşılıklarında Merkez Bankasının yaptığı yüzde 2 puanlık
indirim yeterli olmamıştır, daha da indirilmelidir. Tarım kesimini
canlandırabilmek için gübre, zirai ilaçtaki KDV ve mazottaki ÖTV
düşürülmelidir. Çiftçinin kredi
borçları ve elektrik borçları yeniden yapılandırılmalıdır. Memur ve
emeklinin ücretleri mutlaka artırılmalıdır. Bu yolla hem bu
kesimlerin sıkıntısı az da olsa hafifletilmiş hem de piyasa canlandırılmış
olmaktadır. Son zamanlarda
birbiri ardından getirilen zamlar bu memur ve emekli kesimini çok ciddi şekilde
tahrip etmiştir. İnsanlar kendi evinde kira verir hâle gelmeye başlamışlardır.
Elektrikteki artış, doğal gazdaki artış, ısınmadaki artış, büyük şehirlerde
sudaki artış, insanları kira verme durumuyla neredeyse karşı karşıya
bırakmıştır. Buna karşılık emekliliklere yönelik olarak ayrılmış olan
kaynakların ne kadar yetersiz olduğunu hepimiz görmekteyiz. İşsizlere
İşsizlik Sigorta Fonu’ndan yapılacak ödemelerin koşulları kolaylaştırılmalı ve
işsizlik ödeneğinin miktarı mutlaka yükseltilmelidir. Açlık sınırının
ve yoksulluk sınırının altında gelir elde edilen ailelere vatandaşlık yardımı
yapılmalıdır. Halkın ihtiyacı dikkate alınmadan yapılan ayni yardım yerine,
nakdî yardım yapılmalıdır. Değerli
arkadaşlarım, bölük pörçük alınan önlemler çöle serpilmiş su damlaları gibi
etkisiz kalmaktadır, Türkiye'nin bu krizi etkin bir paketle göğüslediği
izlenimi, güveni mutlaka yaratılmalıdır. Bunun için de, yaşanan sorunlara doğru
teşhisler koyulmalı ve çözüm yolları gerçekleştirilmelidir. Değerli
arkadaşlarım, gerçekten tarım kesimi çok büyük bir bunalımla karşı karşıya.
Çiftçi 16 çuval buğday veriyor, sadece 4 çuval gübre alıyor, üzerine de bir 28
milyon lira ödüyor. Bu yıl tarlaya çiftçiler gübre atamaz hâle düşmüşlerdir ve
yer yer icra dolayısıyla çiftçilerin elindeki
tarlaların fiyatları büyük düşüşler sergilemiştir. Bugün bir Marlboro’nın yarısı fiyatına Türkiye’de bir
yandan kaçak et, kaçak çay piyasaları allak bullak ediyor ve çiftçiyi,
üreticiyi büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakıyor ve çok ciddi devlet
düzeniyle ilgili olumsuzlukları da beraberinde getiriyor. Bunlar karşısında,
maalesef, etkin önlemler alınabilmiş değildir. Değerli
arkadaşlarım, bir kriz döneminde, iktidarların halka güven vermek için önce
yolsuzluklar konusunda sağlam bir çizgiye oturduğunu ortaya koymasına ihtiyaç
vardır. Yolsuzluklar konusunda güven vermeyen iktidarların Türkiye’yi böyle bir
krizden derleyip toparlayıp çıkarması mümkün değildir. Değerli
arkadaşlarım, son zamanlarda Türkiye çok ciddi yolsuzluk iddialarıyla karşı
karşıya kaldı. Bu iddialar karşısında maalesef kimse gereken önlemleri alma
arayışına, ihtiyacı içine girmedi. Böyle bir tabloyu kabul etmek mümkün
değildir. Türkiye’de yolsuzluklar sorunu iktidarlar değiştiği zaman mı gündeme
gelecektir? Niçin iktidarlar işbaşındayken, kendi iktidarları döneminde
gerçekleşen yolsuzluklarla ya da yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak topluma
güven veren çalışmaları yapamıyorlar? Niçin yapamıyorlar? Beklenecek, gidecek
bir iktidar, arkasından yeni bir iktidar gelecek, o iktidar hesap soracak! Ne kadar yanlış. Bunu kıramadık bir türlü. Bu İktidar da
sıfırdan geldi. Hepimiz umut ettik. Birlikte yola çıkarken “Dokunulmazlıkları
kaldıracağız.” diye başladık ama kısa bir süre sonra bu İktidar kendisiyle
ilgili yolsuzluk iddiaları karşısında aynı tavrın içine girdi. Şimdi bu
İktidardaki yolsuzluk iddialarının ne zaman ortalığa çıkacağını beklemek için
iktidar değişikliğini sağlamak mecburiyeti vardır. Çok üzüntü
verici bir tablo. Değerli
arkadaşlarım, bir kez daha bu konudaki önemli gördüğüm noktalara dikkatinizi
çekmek ve Sayın Başbakana bu konularda bir an önce cevap vermesi için sorular
sormak istiyorum. Sayın Başbakan
gerçek anlamda bir basın toplantısı yapmıyor, gazeteciler Başbakana uygun
gördükleri soruları soramıyor. Başbakanlığı kimin izleyeceğine Başbakanın
kendisi karar veriyor, sorulacak soruları kendisi belirliyor. Başbakan toplumun
karşısına, halkın karşısına çıkıp bir siyasi tartışmayı bir türlü
gerçekleştirmiyor. Televizyona birlikte çıkalım diyoruz, televizyona birlikte
çıkamıyoruz. Soru soruluyor, cevap vermiyor. Şimdi mesela ben
bazı soruları sormak istiyorum Sayın Başbakana: Bir: Bu Telekom satışı. Bu konu
Türkiye’de aydınlığa kavuşturulmamıştır. Bu büyük konudur. Telekom öylesine bir
satılmıştır ki, alanlar kârıyla taksit ödemesini sağlamışlardır. Olmaz, böyle
bir şey olmaz! Yani şaibeli bir satış, güven vermemiştir. Telekom bu şekilde
satılmıştır, tarlanın taşıyla tarlanın kuşunu vurmuşlardır. Şimdi, bunun
incelenmesi lazım. Bu bir tarafa,
Telekom, Hariri ailesine satıldı, Hariri ailesi de daha sonra başkalarına
devretti. Kim aldı, sonunda kime geldi, mülkiyet yapısı ne, hisse tablosu ne,
belirsiz, kayboldu gitti. Ve ilgi çekici bir tablo var, bu satış
gerçekleştikten hemen sonra yüzde 10 kurumlar vergisi indirimi sağlandı. Yüzde
10 kurumlar vergisi indirimi, muazzam bir kaynak. Bu kaynak satıştan sonra
verildi. Tüccar siyaset yapma iddiasındaki Sayın Başbakan, nasıl olur da Hariri
ailesinin cebine karşılıksız olarak, Türkiye’de satıştan hemen sonra kurumlar
vergisi indirimini devreye sokarak bu kadar büyük bir kaynak transferini içine
sindirebilir? Bu kaynak indiriminden sonra, acaba, karşılığında bir şey alınmış
mıdır? Ne alınmıştır, kim almıştır, ne olarak almıştır? Bunları bilemiyoruz,
bunlar belli değil. Karanlık bir satış. Ne olduğu
belli değil, müphem hisseler ve “Bunu böyle kabul edin, geçin.” denilmektedir. Değerli
arkadaşlarım, bakınız, bir satış yapıldı. Telekom’da, arkadaşlarımız çalışma
yaptılar, görüldü ki Denetim Kurulunda Oger şirketi
adına Başbakanlık Müsteşarı bulunuyor. Neye göre bunu söylüyoruz? Ticaret
Sicili Gazetesi’nin resmî yayınına göre söylüyoruz. Neye göre söylüyoruz?
Şirket kayıtlarına göre söylüyoruz. Bunu söyledikten sonra, “Efendim, şirket
kayıtları öyleydi, değildi…” Durumu toparlamaya yönelik açıklamalar. Hisse oranlarıyla
ilgili bir müphemiyetin ortada olduğu bir sırada, Oger
hissesi adına Başbakanlık Müsteşarının Denetim Kurulu olarak orada görev
yaptığının ortaya çıkması herkesin kafasını karıştırmıştır. Şimdi, ben, Sayın
Başbakanın bu konuya açıklık getirmesini istiyorum. O yüzde 10’luk kurumlar
vergisi indirimiyle Hariri ailesine ya da kimse ortak, onlara intikal ettirilen
bu kaynak karşılığında Türkiye ya da Sayın Başbakan bir şey almış mıdır almamış
mıdır? Alınmışsa ne alınmıştır? Alınmamışsa niçin alınmamıştır? Türkiye'nin
hakkı niye bırakılmıştır? (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu, birinci soru. AHMET YENİ
(Samsun) – Biliyorsanız söyleyin, biz de öğrenelim. DENİZ BAYKAL
(Devamla) - İkinci sorumu soruyorum değerli arkadaşlar: Sabah-ATV satışı. Bu konu da aydınlığa kavuşturulması gereken bir konu. Şimdi,
satış sürecinde, Sayın Başbakan, bu işe talip çıkan iş adamlarıyla görüşmüş
müdür? İş adamlarıyla görüşmüştür ama bu konuyu değil başka bir konuyu görüşmüş
müdür? Yani gece saat 23.00’te Ankara Havaalanı’nın VIP salonunda bu işe talip
olduğunu söyleyen bir iş adamıyla Sayın Başbakan on beş dakika Türk
ekonomisinin sorunlarını, bugünkü krizin gelişini mi konuşmuştur yoksa başka
bir şey mi konuşmuştur? Bu görüşmeden sonra, o işe talip olan iş adamının talip
olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu temasın bir rolü var mıdır? Bu konu aydınlatılmamıştır. TMSF Başkanı
geçenlerde demiştir ki: “Devlet yetkilileri bana ‘Bunu niye pahalıya sattın?’
diye hesap sormuşlardır.” Sayın Başbakan, TMSF Başkanına “Sabah-ATV satışını
yüksek fiyatla gerçekleştirdin” diye şikâyette bulunmuş mudur? Soru ortada:
Bulunmuş mudur? Kamuoyuna bu görüşünü aktarmıştır da şahsen TMSF Başkanına
“Niye pahalıya satıyorsun?” demiş midir? Başbakan kimin yanındadır? Sabah-ATV’yi alan şirketin Genel Müdürü olan damadının mı
yanındadır, yoksa Türk hazinesinin mi yanındadır? (CHP sıralarından alkışlar) Bunları
konuşmayalım, bunları sessizce geçiştirelim, böyle bir şey olur mu değerli
arkadaşlar? Burası demokrasi, hukuk devleti. Ne
yanlışlık varsa bunu soracağız, cevabını da isteyeceğiz. BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Baykal, onlarla ilgili belgeleri de ortaya koymanız lazım.
Sadece soru soruyorsunuz. (CHP sıralarından “Var, var” sesleri) Varsa koyun ortaya, millet bilmiyor. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Bunları Başbakana sorun. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu satış yapıldı, yeni bir belge
ortaya çıktı; yüzde 25’lik hisseye sahip olduğu gözüken Katarlı şeyhin aslında
yüzde 50 söz hakkına sahip olduğu bir anlaşmayla bunun güvence altına alındığı
anlaşıldı. Ne oluyor? Hisseler mi gizleniyor? Hisseler kime ait? Ne biçim iş
bunlar? Yani, bunları da hiç konuşmayacağız, yazanların üzerine baskı
yapacağız, konuşanları susturmaya çalışacağız! Böyle şey olmaz. Bu satış
yapıldı; 750 milyon dolar devlet kasasından, devlet bankalarından o şirkete
kredi verildi. Değerli arkadaşlarım, birkaç ay sonra Türkiye krize girdi.
Türkiye’nin krize girmiş olacağı o zaman bilinseydi bu verilebilir miydi?
Bakın, 350 trilyon lirayı binlerce KOBİ’ye dağıtacağız diye övünüyorsunuz.
Burada söz konusu olan 1,3 katrilyonluk bir kaynaktır. Bir tek şirkete verdiniz
1,3 katrilyonu. 350 trilyonu kriz döneminde binlerce şirkete dağıtmaya
çalışıyorsunuz. Bunda hak var mı, adalet var mı? Sorulması gereken bir şey
değil mi? Herhangi bir çağdaş dünya demokrasisinde böyle bir şey olabilir mi
değerli arkadaşlarım, olabilir mi? (CHP sıralarından alkışlar) Yani, siz medya monopolünü kuracaksınız diye, bu monopolü de birtakım kamu
kaynaklarından ya da yolsuzluk finansmanıyla sağlamaya kalkabilir misiniz,
böyle bir şey olabilir mi? Türkiye muz cumhuriyeti mi? Bizim kırk yıllık
demokrasi tarihimiz var, çok daha uzun bir hukuk devleti tarihimiz var.
Bunların hesabını sormayacak mıyız değerli arkadaşlarım? Üçüncü sorumu
soruyorum: Deniz Feneri konusu. Bir büyük skandal. Eksik
olmasın, AKP’li milletvekili arkadaşlarınızın bir kısmı bu anlayışı ifade
ediyorlar. Büyük mutluluk duyuyorum. Hep birlikte sahip çıkmamız lazım. Böyle
bir şey olabilir mi? Almanya’da şirket, Türkiye’de şirket, ikili hesaplar.
Oradaki para buraya aktarılıyor. Oradaki para Müslüman vatandaşların fitre ve
zekâtı olarak toplanıyor. Buraya getiriliyor kuryeler aracılığıyla. Burada bir
siyaseti finanse etmek için harcanıyor. Televizyon kurduruluyor. O televizyon
belli bir siyaseti destekliyor. Bu olayın arkasında yer alanların kim oldukları
belli. Sayın Başbakan “Tanımıyorum.” diyor. Fotoğraflar ortaya çıkıyor,
tanıdıkları ortada. Şimdi değerli arkadaşlarım, böyle bir olay yaşanmış. Bu
derneğe Bakanlar Kurulu “kamuya yararlı dernek” statüsü vermiş. Bu derneğe
Mehmetçik Vakfına tanınmayan vergi kolaylıkları tanınmış, bu işlerde kuryelik
yapan kişi RTÜK’ün başına geçirilmiş, orada görev yapmaya devam ediyor. Alman
mahkemesi orada, Almanya’da yakaladıklarını mahkûm etmiş, Türkiye’deki sanıklar
hakkında hüküm vermiş, bu dava Türkiye’de yürütülsün diye bekliyoruz, Adalet
Bakanı “Bana ne, bu Almanya’daki iş.” diye sorumluluktan sıyrılmaya çalışıyor!
Böyle bir tablo kabul edilebilir mi? Sayın Başbakan, o
RTÜK Başkanı orada görev yapmaya devam edecek mi? Alman mahkemesinin, hakkında
“Bu işlere bulaştığı yolsuzluklarla kendisini soruşturmak istiyoruz.” dediği
insan Türkiye’de en saygıdeğer medya kuruluşunun başında bulunmaya devam edecek
mi etmeyecek mi? (CHP sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlarım, dördüncü bir konu daha var. Bu, Ceyhan’da kurulacak rafinerinin
ruhsatı meselesi. BAŞKAN – Sayın
Baykal, on dakikanız var efendim. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Teşekkür ederim. BAŞKAN - Buyurun. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Kamuoyuna ilgili kişi açıklama yaptı “Ben görüştüm Başbakanla.
Başbakan ‘Biz bu rafinerinin ruhsatını sana vermeyeceğiz bizim Çalık Grubuna
vereceğiz. Bunu da Berlusconi ve Putin’le
birlikte gerçekleştireceğiz.’ dedi” diye açıklama yaptı. Şimdi, ben bunu Sayın
Başbakanın tekzip etmesini ya da teyit etmesini istiyorum. Gerçekten böyle bir
açıklama yapılmış mıdır? Gerçekten “Bizim Çalık Grubuna biz orayı vereceğiz.”
demiş midir buraya bu konuda talip olarak gelmiş olan bir girişimciye, bir iş
adamına? “Bunu Berlusconi ve Putin’le
birlikte bizim Çalık Grubu yapacak.” demiş midir? Demişse bu ne biçim şeydir
değerli arkadaşlarım. Bu soruların bir an önce cevaplandırılmasını istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, bakınız “dokunulmazlık” dedik; bu işlerin çaresi budur. Ta
başından beri, daha iktidara gelmeden seçimde Sayın Başbakan’la, Sayın Uğur
Dündar’ın yönettiği bir açık oturumda birlikte taahhüt etmiştik. Daha sonra bu
bir türlü gerçekleşmedi. Başbakan, “Efendim, dokunulmazlığın kaldırılması bir
bütündür, sadece siyasetçilerin dokunulmazlığının kaldırılması yetmez,
bürokrasininkini de kaldıralım.” dedi. (AK PARTİ sıralarından “Doğrudur.”
sesleri) Doğru. Biz, şöyle
düşündük, dedik ki: Bürokrasinin dokunulmazlığını kaldırmak için Anayasa değişikliğine
gerek yok. Parlamentoda çoğunluğunuz var, yapın ama öbürü için Anayasa
değişikliğine ihtiyaç var parlamenter dokunulmazlıkla ilgili olarak. Onu da,
gelin, birlikte yapalım. Bunu bir engel
diye Başbakan ısrarla söyledi. Şimdi, ben
burada, Türkiye’nin huzurunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünde açıkça
ifade ve taahhüt ediyorum: Eğer bürokrasinin dokunulmazlığını da milletvekili
dokunulmazlığıyla birlikte kaldırmak için bir tasarı hazırlarsanız, o tasarıya
da sonuna kadar destek vermek boynumuzun borcudur. Buna da hazırız. (CHP
sıralarından alkışlar) Gelin, öyle getirin. Onun arkasına saklanmayalım. İyi niyet esas. Yapacaksak, gelin, yapalım. Bürokrasininkini
de kaldıralım. “Biz bürokrasiyi kaldıralım mı? Kaldırmak için değil, siyasetin
dokunulmazlığını korumak için söylüyorduk.” diye düşünüyorsanız, bu da size
yakışmaz. Değerli
arkadaşlarım, bakın, Sayın Başbakanın son günlerde üzerinde durulması gereken
önemli bazı açıklamaları var, onlara da kısaca değinmek istiyorum böyle bir
bütçe görüşmesi vesilesiyle. Sayın Başbakan
geçenlerde Kafkasya’yla ilgili olarak bir proje ortaya attı, “Kafkas İstikrar
Paktı.” dedi. Yani Kafkasya’daki sorunları, orada yer alan ülkeler, bir arada
istikrarı temel alarak sağlamalıdırlar. Bu doğrultuda görüşmeler yaptı. Bu
görüşmelerin sonucunda ne ortaya çıktı? Bu görüşmelerden bu projenin ortaya
atılmasından kısa bir süre sonra iki önemli gelişmeye tanık olduk: Birisi, Abhazya ve Güney Osetya
Gürcistan’dan koparıldı ve Rusya bu sürece el koydu bizim bu öneriden sonra.
Sayın Başbakanın istikrar paktı önerisiyle bu gelişme arasında nasıl bir tablo
var, bunu doğrusu biz göremedik. İkinci ilginç bir
gelişme de, gene Rusya Başbakanı, eski Devlet Başkanı Putin’in
bir projesi olarak ortaya çıktı. Sayın Putin,
Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili’nin uzaydaki
konuşlanmasıyla ilgili bir öneri geliştirdi ve o konuda iddia ortaya koydu. Bu,
tabii, Kafkasya’da bir istikrar fonu arayışı bakımından çok düşündürücü olması
gereken bir manzaraydı. Bu konuda da Türkiye’nin ve Sayın Başbakanın bu projesi
ne anlam taşıdı, bunu doğrusu anlamakta güçlüğümüz oldu. Gene, Sayın
Başbakan Amerika’da Brookings Enstitüsünde bir
konuşma yaptı ve orada dedi ki İran’ın nükleer silah arayışıyla ilgili olarak:
“İran’a ‘nükleer silah yapma’ diyenlerin önce kendilerinin nükleer silah
yapmaktan vazgeçmesi gerekir.” Tabii, bu, önemli bir yeni politik konumu ifade
ediyor. Yani Sayın Başbakan bu söyleminin arkasında mıdır? Yani bu şu demektir:
Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması iptal edilmelidir -bizim de
imzaladığımız anlaşma- çünkü o anlaşma Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
daimî üyelerinin nükleer silaha sahip olabileceğini öngörmektedir. Ona,
Başbakan da imza sahibi bir ülkeyi temsil etmektedir. Şimdi, bu
politika mı değişmiştir ya da İran’ın nükleer silah sahibi olmasına yönelik biz
de bir kolaylaştırıcı anlayış içine mi giriyoruz? Türkiye’nin ulusal çıkarları,
yararları o gelişmelerle birlikte mi sağlanabilecektir? Bunlar, tabii,
sorulması gereken ciddi sorulardır. Değerli
arkadaşlarım, bu çerçevede son olarak iki noktaya daha değinmek istiyorum.
Sayın Başbakan çok önemli sonuçları olabilecek iki açıklama yaptı. Daha sonra
bu açıklamalarla ilgili bir düzeltmesine tanık olmadık. Bunları da Sayın
Başbakandan talep ediyoruz. Bunlardan birisi,
“Beğenmeyen çekip gitsin.” değerlendirmesidir. Değerli arkadaşlarım, kimseyi
Türkiye’den kovmaya, Türkiye’de hiç kimsenin hakkı yoktur; Başbakanın da hakkı
yoktur, Cumhurbaşkanının da hakkı yoktur, yargı organının da hakkı yoktur,
kurumların da hakkı yoktur. Bu topraklarda herkes yaşama hakkına sahiptir.
Yaptığı yanlış varsa o yanlışın hesabını ona sorarsınız. O kadar! (CHP
sıralarından alkışlar) Ama kimseye “Çek git” diyemezsiniz. Bu, vahim bir
olaydır. Türkiye’de yaşanan tartışmaların ışığında Başbakanın bu yanlıştan
döndüğünü resmen kayda geçirmesinde yarar vardır. İkinci temel
nokta, bu pompalı tüfek kullanılışıyla ilgili açıklamadır. Bunu da hiçbir
şekilde kabul etmek mümkün değildir. Yani Türkiye’de ihkakıhak dönemine mi
geleceğiz? Bir haksızlığa maruz kaldığını düşünen insan kendisi mi tedbir
alacak? Ne kadar tehlikeli, ne kadar patlayıcı, ne kadar Türkiye’yi karıştırıcı
olabilecek bir yaklaşım. Gerçekten büyük üzüntü içindeyim. Sayın Başbakanın
ağzına bu iki açıklama da yakışmamıştır. Bu konularda bir an önce kamuoyunu
tatmin edecek bir açıklamaya ihtiyaç vardır. Bu vesileyle, bu
bütçenin, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, demin anlattığım gerekçelerle
yanlış olduğu kanısındayız, o nedenle oy vermeyeceğiz. Ama bu müzakereler
vesilesiyle düşüncelerimizi ifade etmek imkânını bulduk. Türkiye Büyük Millet
Meclisini, Sayın Başkan sizi ve Sayın Hükûmeti
sevgiyle selamlıyorum. Hepinize başarılar diliyorum, hayırlı olmasını da
temenni ediyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Baykal. Değerli
arkadaşlarım, saat 14.15’te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati: 13.12 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.15 BAŞKAN: Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş
GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Bütçe kanun
tasarılarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerlerinde. Şimdi söz sırası,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Grup Başkanı ve Genel Başkan ve
Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli’ye aittir. Sayın Bahçeli,
buyurun. (MHP sıralarından ayakta alkışlar) Süreniz altmış
dakikadır. MHP GRUBU ADINA
DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki düşüncelerimi
ifade etmek ve bu çerçevede, Milliyetçi Hareket Partisinin ülke gündemini
meşgul eden temel siyasi ve ekonomik konulardaki görüşlerini sizlerle paylaşmak
amacıyla huzurlarınızda bulunuyorum. Bu vesileyle, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu ve şahsım adına yüce Meclisin değerli üyelerini saygılarımla
selamlıyorum. Sözlerime, Kurban
Bayramı’nı da kapsayan dokuz günlük tatil süresince yurdumuzun hemen her
yöresinde meydana gelen elim trafik kazalarında hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar
dileyerek başlamak istiyorum. Bu ve benzeri acıların bir daha yaşanmamasını temenni
ediyorum. Değerli
milletvekilleri, Türkiye, büyük bir Meclis çoğunluğuna sahip, tek başına
iktidar çoğunluğu tarafından 2.219 gündür yönetilmektedir. Bugün görüşmekte
olduğumuz bütçe, AKP hükûmetlerinin yedinci
bütçesidir. Son altı yılda yaşanan gelişmelere, talihsiz tecrübelere ve
bunların karşımıza çıkardığı gerçeklere bakıldığında, idrak, vicdan ve insaf
sahibi hiç kimse, 2008 Türkiye’sinde siyasi ve ekonomik istikrardan, refah
toplumundan, sosyal barıştan, iç huzur ve güven ortamından, millî birlik ve
dayanışma ruhundan ve gelecek ümidinden bahsedemez; devlet ve toplum hayatında
adaletin, hukukun, dürüstlüğün, siyasi ahlakın, temiz ve namuslu yönetim
anlayışının egemen kılındığını söyleyemez. Bu nedenle bütçe görüşmeleri, Türkiye'nin yakın siyasi tarihinin
en kritik bunalımlarının yaşandığı, aziz milletimizin artık katlanılamaz hâle
gelen ekonomik ve sosyal sorunlarının ağırlığı altında ezildiği çok zor ve
sancılı bir dönemde yapılmaktadır. Genel anlamda
bütçe, devletin bir dönemde yapacağı harcamaları ve elde edeceği gelirleri
gösteren ve yüce Mecliste kabul edilerek uygulanan bir belgedir. Hukuki
bakımdan bir kanun olmakla birlikte, bazı özellikleri nedeniyle kanunlardan
ayrılan bütçe, her şeyden önce hukuki, ekonomik ve mali işlevlerin yanı sıra
siyasi bir fonksiyona da sahiptir. Maliye politikası araçlarının hemen hemen tümü, diğer ekonomik araçların önemli bir bölümü
bütçe içinde şekillenmektedir. Elbette bu durum siyasal karar sürecinin belli
başlı tüm unsurlarının katkılarıyla gerçekleşmektedir. Bu niteliğiyle bütçe,
yalnızca kamu kesimi için değil toplumsal hayatın bütünü için son derece önemli
görevleri yerine getirmektedir. Bilindiği üzere
bütçenin siyasi işlevi iki şekilde kendisini göstermektedir: Birincisi, bütçe
kanununun görüşülmesi esnasında Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmetin bir yıllık icraatını denetleme imkânına
kavuşmaktadır. Siyasal işlevin ikincisi ise, bütçenin onaylanmasının hükûmete bir güvenoyu şeklinde değerlendirilmesi ve
anlaşılmasıdır. Ne var ki
uygulamada bütçenin hazırlanma ve görüşülme süreçlerinin sıradanlaştığı,
bütçeye yön veren ekonomik ve siyasi gelişmelerin gerçekçi tahlilinin
yapılmadığı görülmektedir. Bu çerçevede, 2009 yılı bütçesinde de, Hükûmet tarafından, tutarlılığı olmayan tahminlerin,
doğruluğu tartışmalı verilerin hazırlık aşamasında dikkate alınması ciddiyetsiz
bir siyasi duruşu resmetmektedir. Bu itibarla,
kamusal hizmet ve amaçların hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynayan
bütçenin planlama aşamasından başlayarak devam eden zafiyetlerin kriz sürecine
giren Türkiye’nin sorunlarını daha da artıracak olması, hem doğal bir sonuç hem
de kuşku götürmez bir gerçektir. Muhterem
milletvekilleri, hepimizin yakından şahit olduğu gibi, 2009 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı, dünya genelinde yaşanılan ve ülkemizde de siyasi
sorumlu olan Hükûmetin ihmalleri sonucunda içine
sürüklendiğimiz ekonomik krizin gölgesinde müzakere edilmektedir. Uluslararası
iş bölümünde görülen değişmeler, farklılaşmalar ve kaymalar, adına popüler
ifadeyle “küreselleşme” dediğimiz yaklaşımla karmaşık bir yapıya bürünmüş,
dünya ekonomisinin serbest piyasa mantığı doğrultusunda bütünleştiği bir dönemi
ortaya çıkarmıştır. Küreselleşmenin
bilançosunda eşitsizlik, yoksulluk, etnik çatışmalar, kutuplaşmalar ve
silahlanma; yardımlaşma, dayanışma, refah ve mutluluktan daha ağır basar hâle
gelmiştir. Bu hâliyle küreselleşmenin son yıllarda iyice biçimlenen bölgesel
ittifaklar aracılığıyla çetin geçeceği bugünden belli olan ekonomik ve kültürel
rekabeti gelecekte daha da artıracağını öngörmek zor olmasa gerektir. İlerleyen
yıllarda küreselleşme sürecinin günümüzdeki hızını sürdürmesi, hatta artırması
durumunda özellikle gelişmekte olan ülkelerin millî kültürlerinin daha çok
kuşatılacağı, varlıklarının tehlikeye gireceği acımasız bir dönem kendisini
gösterecektir. İletişim teknolojilerinde görülen büyük gelişmeler, finansal
varlıkların el değiştirmesinde âdeta kontrolsüz bir ortam yaratmıştır. Artık
saniyelerle ifade edilen bir zaman diliminde milyarlarca dolarlık sermayenin el
değiştirdiği, “kârda özel-zararda genel” anlayışının belirleyici olduğu bir
sistem, egemenliğini tesis etmiştir. Çelişkilerle dolu
bu yapı, ülke ekonomilerinin fazlasıyla duyarlı hâle gelmesine neden olmuş,
bizim de içinde bulunduğumuz birçok ülke ekonomisinin kırılganlığını
artırmıştır. Kabul etmeliyiz ki finansal piyasaların yapıları, işlem yapma
yöntemleri nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin, bütün olarak değerlendirdiğimizde
bu sistemlerin sınırı üretim yapısı tarafından belirlenecektir. Bugün, maalesef
üretim temelinden tamamen kopmuş, finansal işlemlerin neden olduğu ve başka
alanlara bulaşarak yayılan kriz durumundan bahsetmemiz yanlış olmayacaktır.
Başlı başına bu durum bile, sorunların oluşmasında hiçbir suçu ve günahı
olmayan milyonlarca insanın krizin ağır sonucundan ve büyük maliyetlerinden
etkileneceğini göstermektedir. Finansal işlemlerin gelir yaratma potansiyelinin
sanayileşmenin gelir oluşturma özelliğinin yerine geçmesi ve bu eylemin artarak
devam etmesi bizim gibi sanayileşmesini tamamlayamamış olan ülkelere ciddi
oranda zarar vermektedir. Üretim kaygısı taşımayan, sadece dışarıdan akacak
sermayeyle ayakta durmaya çalışan ve bununla da sürekli övünen bir hükûmet etme anlayışının elbette bu endişelerimizi anlaması
mümkün değildir. Küresel sistemin
bir parçası olma konusunda abartılı ve ısrarlı bir heves içinde olan Hükûmete bir hususu hatırlatmak ve samimi bir uyarıda
bulunmak istiyorum. Ülkeler arasında finansal alanda gözlenen bütünleşme ve
yakınlaşma bir gerçek olsa da üretimden kopuk, ayrık ve uzak böylesi bir
sürecin, küresel sistemde Türkiye ekonomisini güdümlü hâle getireceği asla
dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Esasen Türkiye'nin onlarca yıldır içinde
kıvrandığı, ancak altı yıla yakındır yoğunlaşan kronik sorunların özünde bize
göre bu gerçek yatmaktadır. Bilgi toplumundan ziyade malumat toplumu hâline
geldiğimiz bu aşamada üretim yerine tüketimi önceliğimize almamızın gerçek
nedeni de budur. Bu itibarla, üretilenden daha çok tüketilmekte, kazanılandan
daha çok harcanmaktadır. Nasıl finanse edileceği üzerine her kesimin görüş
ileri sürdüğü ve uzun bir süreden beri tehlike sinyallerini veren cari açık
sorununun gerçek nedeni de burada aranmalıdır. Ekonomik sorunlara paralel artan
sosyal ve siyasal problemler ne yazık ki aziz millet fertlerini hayatından
bezdirmiştir. Sanayileşme meselesini yalnızca fabrika bacalarının tütmesiyle
açıklayan siyasi zihniyetin milletimize öncülük edememesi, dar ve kısır
gündemlerle ülkemizi meşgul etmesi geleceğe dönük umutları ortadan
kaldırmaktadır. Her alanda ve her kesimde görülen uyumsuzluk ve ihtilafların
asıl nedeni hükûmet etme sorumluluğu taşıyanların
topluma yerleşmesini temenni ettiğimiz sorun çözme kültürünü bir türlü
geliştirememesi, bilakis köreltmesidir. Ekonomik büyümenin sosyolojik ve
kültürel temellerimizden kopuk olarak gerçekleşmesi, üretim sistemimizin her
sallantıda daralması, geleceğe dönük ümidin azalması sorun çözme yeteneğimizin
zayıflamasına yol açmaktadır. Unutulmaması gereken en temel husus ise
sanayileşmenin ve gerçekçi ekonomik gelişmenin, beraberinde sorun çözme kültürünün
toplumsal yapıya yayılmasını ve yerleşmesini sağlayacak olmasıdır. Oysaki ciddi
bir siyasal güçle yönetim yetkisini eline alan Adalet ve Kalkınma Partisinin
ekonomik ve siyasi uygulamalarında bu hususları asla gözetmediği altı yıllık
icraatlarından anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, en ufak bir toplumsal gerilim ve
siyasi tansiyon yükselmesinden kaynaklanan cepheleşme ve kamplaşmalar
milletimizi anında etkisi altına alabilmektedir. Görüldüğü ve
anlaşıldığı kadarıyla, meseleleri omurgasından bir türlü yakalayamayan Hükûmetin şaşkınlığı, sorunlu siyasi anlayışı, siyasi
geleceğiyle ilgili taşıdığı endişe, Türkiye'nin sorunlarının sağlıklı ve
rasyonel bir bakış açısıyla yorumlanamadığına işaret etmektedir. Bu kapsamda,
küresel ekonomide yaşanan büyük sarsıntı da doğru okunmamış, alınması gereken
tedbirlerle ilgili zamanlama hatası hâlihazırda bir türlü giderilememiştir.
Küresel finans sisteminde 2007 yılının ikinci yarısından itibaren yayılan
ekonomik kriz bulunduğumuz yıl içinde etki ve kapsamını genişletirken, bugün bu
yüce çatı altında bulunan sorumluluk sahipleri “Bize bir şey olmaz.”
kolaycılığıyla sorunları geçiştirmeyi yeğlemiştir. Krizin önemine dair
işaretlerin özellikle 2008 yılının başından itibaren netleşmeye başlamasına
rağmen, Hükûmetin bunu önemsememesi, krizi hafife
alması, teğet geçeceğini iddia etmesi, içine düştüğü öngörü ve teşhis karmaşası
hakkında hepimize bir fikir vermektedir. 2009 yılı
bütçesiyle ilgili değerlendirmeye geçmeden önce, Türkiye ekonomisinin
makroekonomik büyüklüklerinde görülmeye başlanan bozulma ve dengesizlik hâlini
küresel krizle ilişkilendirme çabalarını, bir yanlışın başka bir yanlışla
giderilmesi olarak gördüğümüzü bu vesileyle belirtmek istiyorum. Her kesim ve
sektördeki feryatların, üçüncü çeyrekte büyümede ortaya çıkan keskin düşüşün,
artan işsizlik ve işten çıkarmaların, iflasların, üretimdeki daralmanın, reel
sektördeki çığlıkların, cari açığın finansman sorununun Türkiye ekonomisinin iç
çelişkilerinden ve Hükûmetin sorunları ötelemesinden
kaynaklandığı iyi bilinmelidir. Değerli
milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin sorunlu yapısı bir yılı aşkın bir süredir
sürekli kriz işaretleri vermektedir. Bu hastalıklı ekonomik yapı, dış kaynaklı
etkilere maruz kalmadan önce, ekonomik kriz ortamının şartlarını kendi bünyesi
içinde üretmiştir. Makroekonomik göstergedeki bozulma eğilimlerinin küresel
kriz öncesi dönemde başlaması, büyümenin 2008 yılı üçüncü çeyreğinde sıfıra
yakın çıkması bunun açık delilidir. Hükûmet, bu
gerçeklerin üstünü örtme çabası içine girmiş, büyük bir sorumsuzlukla hiçbir
yapısal tedbir almamış ve “Güçlü ekonomi, güven ve istikrar ortamı” sloganıyla
bu çöküş sürecini izlemekle yetinmiştir. Bugün geldiğimiz noktada Türk
ekonomisinin yapısal sorunlarının su yüzüne çıkardığı olumsuzluklarla küresel
kriz dalgalarının yıkıcı etkileri bir arada yaşanmaktadır. İktidar partisi
tarafından 2009 yılı program büyüklükleri belirlenirken krizin hiç düşünülmediği,
gündeme alınmadığı veya umursanmadığı anlaşılmaktadır. Gelecek yıla ait
büyüme hedefi başta olmak üzere program hedeflerinin birçoğu, Hükûmetin 2009 yılını nasıl bir anlayışla planladığını
açıkça göstermiştir. 2009 yılı için belirlenen yüzde 4’lük büyüme hedefinin, bu
hâliyle krizin teğet geçeceğine yönelik derin yanılgıdan yola çıkarak tespit
edilmiş olduğu görülmektedir. Özellikle ihracattaki gerilemenin, sanayi
üretiminde kaygı verici azalmanın, büyümeye olumsuz bir şekilde yansıyacağı
tartışmasız bir gerçekken bu büyüme hedefine nasıl ve hangi yoldan ulaşılacağı
belirsizdir. Buna ilave olarak, iç ve dış talepteki daralmalar bütçe
hazırlığında görmezden gelinmiştir. Üzülerek belirtmeliyim ki bu özürlü bakış
açısı gelecek yılın da kaybedilmesine neden olacaktır. Bütün veriler
ekonomide ciddi bir güven kaybına ve beklentilerde belirsizliğe işaret ederken Hükûmetin bu faktörleri dikkate almaması, her konuda olduğu
gibi bütçenin hazırlanmasında da içine düştüğü değerlendirme yanlışını ortaya
çıkarmıştır. Önümüzdeki yıl beklentilerin daha da kötüleşeceği düşünüldüğünde,
program hedeflerinin şimdiden revize edileceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Böyle bir ortamda, 2009 yılı yurt içi talebinin büyümeye katkısının yüzde 4,2
olarak belirlenmesi gerçekçi ve inandırıcı değildir. Orta vadeli programda 2009
yılı için öngörülen dolar kuru 1,43 YTL olmasına rağmen, 2009 program hedefinde
dolar kuru 1,40 YTL olarak belirlenmiştir. Döviz fiyatındaki yukarı yönlü
eğilimin görüldüğü bu zaman diliminde kurlardaki oynaklık 2009 program
hedeflerini işlevsiz bir hâle getirecektir. Ayrıca, petrol ve emtia
fiyatlarındaki düşme bir vakıa iken 2009 yılı için hedeflenen 50,4 milyar
dolarlık cari açık rakamının gerçekçi olmayacağı da ortadadır. Muhterem
milletvekilleri, bütçenin hiçbir kesiminde, küresel krizin giderek ağırlaşan
etkileri ve ekonomik destek tedbirlerinin maliyeti yansıtılmamıştır. Hükûmetin IMF ile anlaşma yapması hâlinde bütçe
büyüklüklerinin önemli bir bölümünün değişme ihtimali söz konusudur. 2009 Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı’nda bir önceki yıla göre yüzde 15,5’lik bir gelir artışı
hedeflenmiştir. 2009 yılının her bakımdan zor geçeceği şimdiden belli olmuşken
ve önümüzde çok zor bir yıl dururken bu gelir artışının tutarlı olmadığı
açıktır. 2009 yılında
ithalatta bir gerileme beklenmesine rağmen, vergi gelirleri arasında en yüksek
artışın yüzde 22,44 ile ithalden alınan KDV’den beklenmesi tam anlamıyla
çarpıklığın bir göstergesi olmuştur. Bütçede gelir artışı beklenen diğer
kalemler, yüzde 13,77 ile özel tüketim vergisi ve yüzde 12,95 ile KDV’dir. Ekonomik kriz
nedeniyle otomotiv sektöründe satışlar durma noktasına gelmiş olmasına
karşılık, motorlu taşıtlardan yüzde 10,59 oranında ÖTV tahsilatı
artışının öngörülmesi, vergi gelirlerinde sapma olacağının bir görüntüsüdür. Hükûmetin bu hedeflere
ulaşabilmesi için, vergi dilimlerindeki düzenlemelerle ve gizli vergileme yoluyla
mükelleflere ve üreticilere, dolaylı vergilerle de mecali tükenmiş olan geniş
kitlelerin sırtına yüklemeyi amaçladığı görülmektedir. Bunun sonucu, açlık ve
yoksulluk sınırında yaşama mücadelesi veren halk kitlelerinin vergi yükü daha
da ağırlaşacak, kayıt dışı ekonomi de daha da büyüyecektir. Vergi
gelirlerindeki gerçekçi olmayan bu artışların yanında, özelleştirme
gelirlerinde yüzde 42’lik bir artış hedefinin, küresel ekonominin daraldığı bir
süreçte gerçekleşmeyeceği aşikârdır. Burada tehlikeli
olan ise, bu hedefi belirleyenlerin böylesi bir dönemde sattıklarından
artakalan millî varlıkları haraç mezat elden çıkarma amacı taşıdıklarının
anlaşılmasıdır. Nitekim, özelleştirme gelirleriyle
bütçe açıklarını kapatmayı ve günü kurtarmayı amaçlayan bütçe anlayışının
önümüzdeki yılda da devam edeceği bugünden belirginleşmiştir. Gelecek yıl
kendisini daha fazla hissettirecek olan ekonomik kriz nedeniyle, durgunluk,
üretimde azalma, işsizlikte patlama, ihracat ve ithalattaki gerileme, bu
kapsamda vergi gelirlerindeki düşmeden dolayı bütçenin gelir hedefini
tutturması mümkün görülmemektedir. Bütçeye harcama kalemleri açısından
bakıldığında değişen herhangi bir şeyin olmadığı, iç talepteki çöküşü ve
üretimdeki gerilemeyi engelleyecek bir gider hedefinin kurgulanmadığı
görülecektir. 2009 Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı’nda kamu harcamalarında yüzde 14’lük bir artış hedeflenmektedir.
Uzun bir aradan sonra ilk kez üretim kapasitesini korumak için kamu
harcamalarının azaltılmaması, hatta artırılması gereken bir dönemin içinde
bulunulmaktadır. Bize göre, kredi kanallarının tıkanmaması için kamu kaynakları
kefalet mekanizmaları vasıtasıyla harekete geçirilmelidir. Ayrıca iç tüketimin
yavaşlama hızını durdurmak için kamu imkânları da devreye sokulmalıdır. Mevcut
harcama artışlarının program hedefleriyle uyumunun nasıl olacağı
düşünülmediğinden, bahsettiğim bu hususları uygulamak son derece şüphelidir. İç talep ve
üretim kapasitesinde görülen kontrolsüz daralmanın önüne geçmek amacıyla kamu
harcama artışları içinde bulunduğumuz geçiş döneminde bir politika değişkeni
olarak kullanılmalıdır. Ancak bunun için önce hangi harcama programlarının
hangi hedefe yönelik olarak seçildiği netlik kazanmalıdır. Şimdi zaman,
ülkemizin üretim kapasitesini bu olağanüstü dönemden en az hasarla çıkaracak
tedbirleri alma zamanıdır. Öncelikli alınacak önlemlerin, Merkez Bankası
tarafından uygulanan para politikasıyla değil, doğrudan maliye politikası ve
bütçede belirlenen hedefler doğrultusunda hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, Hükûmetin iç talebi canlandıracak,
üretimi özendirecek bir yatırım harcamasına bütçede yer vermediği
görülmektedir. AKP Hükûmeti döneminde, hayatın zorluklarını alabildiğine
yaşayan kamu çalışanları ve emekliler için ise, önümüzdeki yılda da bir
iyileştirmenin yapılmayacağı görülmektedir. 2009 program ve
bütçesinde, ekonominin üretim kapasitesini arttıracak bir gelir ve gider
dengesinin kurulamadığı açıklık kazanmıştır. Bunun yanı sıra, krizin reel
ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin bütçenin hiçbir parametresinde
görülmediği, üreten kesimin sorunlarının çözümüne yönelik bir hedefin
gözetilmediği anlaşılmaktadır. Bu zamana kadar
reel sektör üretimini dış borçla finanse ederken, bankalar tüketiciyi finanse
etmiştir. 2004 yılı ve sonrasında bankalar tarafından mali olmayan şirketlere
ve vatandaşlarımıza açılan kredilerde patlama yaşanmıştır. 2002–2008 döneminde
finansal olmayan şirketlere açılan krediler 7,8 kat, bireysel işletmelere
açılan krediler 4,2 kat, hane halkına açılan krediler ise 17,5 kat artmıştır.
Kısaca, 2009 yılı program büyüklükleri ve bütçesi üzerinde yaptığım bu
değerlendirmeler ışığında, Hükûmetin derin bir siyasi
basiret sorunu yaşadığını söylemek için haklı birçok nedenimiz bulunmaktadır. Krizin bütün
boyutlarıyla görüldüğü bir zamanda hazırlanan ve bir yılı kapsayan bütçenin,
sanki hiçbir şey olmamış gibi planlanması Hükûmetin
çaresizliğinin, iş bilmezliğinin ve rotasını kaybettiğinin bir belirtisi olarak
görülmelidir. Bizim öncelikli
kaygımız, vatandaşlarımızın mahkûm olduğu ekonomik problemlere yenilerinin
eklenmemesi, gafletten başını kaldırmayan Hükûmetin
faturayı aziz millet fertlerine ödetmemesidir. Uyarı ve itirazlarımızın ana
gayesi elbette budur. 2009 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki değerlendirmelerin, sırası ve yeri
geldiğinde grubumuzun değerli üyelerince ayrıntılı olarak yapılacağını bu
vesileyle ifade etmek istiyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepimizin bildiği gibi, Türkiye, yaklaşık yarım
yüzyıldır ekonomik ve mali sistemini bir esasa oturtmaya, küresel fırsatlar,
toplumsal riskler ve siyasal sistem arasında bir denge kurmaya çalışarak
bugünlere kadar gelmiştir. Yaşadığımız
tecrübeler, ülkemizin ekonomik sorunlarına paralel olarak ardı ardına gelen
siyasal, sosyal, ahlaki ve asayiş alanlarında katmerli sorunların da baş
gösterdiğini ortaya koymaktadır. Yıllardır
tekrarlanan önce ekonomik kriz, sonra siyasal istikrarsızlık ve nihayetinde
toplumsal bunalım döngüsü, ülkemizde demokrasinin kök salmasının, sağlam ve
millî bir ekonomik iklimin ortaya çıkmasının, dengeli bir mali yapı oluşmasının
ve hakkaniyetli gelir paylaşımı ile ahlaki bir sistemin yerleşmesinin önündeki
en önemli engellerdir. Ülkemizin,
milletimizin ve vatandaşımızın sorunlarına eğilirken ekonomik gidişata dikkat
etmeyen, tehlikeleri ciddi bulmayan, tedbirleri vaktinde almayan siyasal
iktidarların verecekleri en büyük zarar, kendilerinden önce millî varlığımıza
ve toplumsal geleceğimize yönelik olacaktır. Bu nedenle, yaşanacak bir ekonomik
krizin ve yoksullaşmanın hiç kimseye siyasi bir fayda sağlaması, bunun bir
sinsi fırsatmış gibi beklenmesi, basit hesaplarla krize davetiye çıkarılması,
yüreğinde millet ve insan sevgisi olan hiç kimse için düşünülemeyecek bir
seviye kaybıdır. Ancak bu kez karşımıza çıkan ekonomik kriz ortamı, ülkemizin
bundan önce yaşadığı kronik kriz sonuçlarından daha önemli ve vahim bir gelişme
ile birlikte millî birlik ve beraberliğimizin yara aldığı ve kardeşliğimizin
ulu orta tartışıldığı daha tehlikeli bir dönemde kendini göstermektedir. Yeni bir yüzyılın
henüz 8’inci yılı geride kalırken ülkemizde ve komşularımızda kanlı çatışmalar,
başkaldırı provaları, terör eylemleri ve sabotajlar, adaletsizliklerin neden
olduğu ahlaki çöküntü ve yoksulluktan kaynaklanan çaresizlik önümüzdeki
yılların çok zor geçeceğini işaret etmektedir. Üzülerek ifade
etmeliyim ki, işsizlik, durgunluk, hayat standardının düşmesi ve benzeri
açmazlar sosyal patlamalara çok müsait bir ortam hazırlamaktadır. Bu anlayışla,
siyasi, ekonomik ve sosyal problemlerin neden olduğu derin umutsuzluğun ve
sisteme dönük güvensizliğin, devlete ve hükûmete
karşı öfkeye dönüşebilme riski üzerine herkesin gerçekçi bir analiz yapmasının
zamanı gelmiştir. Değerli
milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisinin siyaset anlayışının öznesi
insan, nesnesi devlet, yüklemi demokrasi, cümlesi ise millettir. Partimiz
bunlardan birini diğerine, milleti, devleti ya da demokrasiyi ötekine tercih
ederek yapılacak sözde yaklaşımların eksik, kusurlu ve sakat olacağına ve
bunlardan birinde neden olunacak tahribatın çok önemli beka meselelerine yol
açacağını öngörmektedir. Bu nedenle, konuşmamın bu bölümünde, adına bütçe
yaptığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin ve büyük Türk milletinin varlığını,
birliğini ve devamlılığını tehdit eden başlıca riskler ile bunların çözümü
konusundaki değerlendirmelerimi yüce Meclisle paylaşmak düşüncesindeyim. Maddi yokluklar
ve stratejik sarsıntıların arasından muhteşem bir mücadele ile doğmuş olan
Türkiye Cumhuriyeti’nin seksen beş yıllık yolculuğunda aldığı önemli mesafeyi
küçümsemek, hor görmek adaletli bir değerlendirme olmayacaktır. Bu süre içinde
ülkemiz ve milletimiz elbette ki birçok başarılara imzasını atmıştır. Daha müreffeh bir
toplum, daha kalkınmış bir ülke, daha kudretli bir devlet, daha sağlam bir
millet yapısı bu süre içinde her hükûmetin arzusu
olmuş, bunca uzunca dönemde her siyasal görüş bu alanlarda az ya da çok katkı
sağlamıştır. Devlette devamlılık, hizmette süreklilik vardır. Bugüne kadar
yapılmış bütün güzel işlerin ve gelişmelerin hakkını teslim etmeyi ve emeği
geçenlere şükranlarımızı sunmayı bir kadirşinaslık olarak gördüğümü belirtmek
istiyorum. Ancak,
Türkiye’mizin bu yolculuğunda, kalkınma, demokratikleşme ve milletleşme
yolundaki yetersizliklerin ve noksanların, özellikle siyasi vizyon
eksikliği ile birleşince bugün karşımıza çok ciddi toplumsal ayrışma ve çözülme
tehlikesini çıkardığını üzülerek ifade etmek istiyorum. Bugün ülkemiz ve
milletimiz, yıllardır birikmiş sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel
sorunlarını aşamamış olmanın zafiyetiyle ve özellikle altı yıllık Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmetinin “yüzleşme”, “ezber
bozma”, “tabuları yıkma” adı altında tekrarladığı yanlışlarıyla beka düzeyinde
tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bunları yok farz
etmek, iyimser ifadelerle üstünü örtmek “Geliştik.”, “Kalkındık.”, “Büyüdük.”,
“İtibarımız arttı.” gibi sanal söylemlerle pembe tablolar çizmek ya da alt
kimlikleri nakarat hâlinde tekrarlayıp durmak önümüze çıkan gerçekleri asla
değiştirmeyecektir. Karşılaşılan
tehdit, milletimizin bin yıllık kardeşliğini ve millî kimliğini ayrıştırmaya
yönelik sosyolojik kırılma, üniter devletimize
yönelik egemenlik paylaşımı ve topraklarımızın bir bölümünü yönetememe
tehlikesinin baş göstereceği siyasi çözülme sorunudur. Mutabık kalınacak
ciddi, kalıcı ve köklü çözümlerin uygulanmasında gecikilmesi hâlinde kapanması
mümkün olmayan derin yaraların açılacağı, millî birlik ve bütünlüğümüzün
onarılmayacak kadar zedeleneceği çok tehlikeli bir süreç maalesef Türkiye’nin
karşısındadır. Gerek ihmal gerek
tahrik gerek dayatmalarla gelinen nokta cumhuriyetin kuruluşu ile elde edilen
kazanımların, devlet ve millet hayatımızın temelini oluşturan kurucu ilkelerin
ve bizi bir arada tutan kardeşliğimizin keskin bir yol ayrımına yaklaştığını
ortaya koymaktadır. Hepimizin arzusu
olan çağdaş ve müreffeh bir topluma ulaşmada tek seçenek paketi olarak
dayatılan demokratikleşme, çok kültürlülük, alt kimliklerin siyasallaşması, ana
dilde eğitim, bölücülüğe ve teröre af ile yerel yönetimlere alabildiğine
özerklik gibi yıkım projelerine hepimizin dikkatini çekmek isterim. Bu
taleplerin siyaset eliyle ilerleme kaydetmesi ve zemin bulması hâlinde bu
badireden ne devletimizin ne de milletimizin bütünlük ve birlik içinde çıkması
mümkün görülmemektedir. Bilinmelidir ki
en az bin yıllık muhteşem bir kaynaşma ile yükselerek vücut bulmuş büyük Türk
milletinin alt kimliklere doğru dönüş ve kıvrılış göstereceği böylesi bir
gelişmenin yaşanması hâlinde, cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği millî
devleti ve üniter yapıyı korumak ve yönetmek tamamen
imkânsız hâle gelecektir. Adına ne denirse
denilsin, ister çağdaşlaşma ister Avrupalı olma ister demokratikleşme, göz
yumulan kimlik tahriklerine, verilen tavizlere devam edilmesi ve bu taleplere
önümüzdeki dönemde anayasal kılıf ve zemin hazırlanması, yüce Meclisin varlık
nedenini inkâr anlamı taşıyacaktır. Bunun
gerçekleşmesi hâlinde, toplumun Türk milletine olan mensubiyet bağlarını
kopartmadan korumak ve aynı geleceği aynı coğrafyada aynı devlet çatısı altında
paylaşma arzusunu canlı ve diri tutmak zor olacaktır. Biliniz ki bu
uyarılar, asla bir vehim ve aşırı hassasiyetin ürünü değil, bütün dikkati aziz
millet varlığının bekasına odaklanmış bir siyaset hareketinin çok ciddiye
alınması gereken uyarıları ve öngörüleridir. Bugün gelinen
aşamada, artık açıkça dillendirilen, “federasyon”, “ayrı bayrak”, “ayrı eğitim
dili”, “ortak kurucu halk”, “çokluklar devleti”, “öz yönetim” ve hatta “ayrılma
tehditleri” gibi talepler karşımızdaki tehlikenin boyutlarını gözler önüne
sermektedir. Ancak burada asıl önemli olan, Türkiye’nin karşısına çıkartılan bu
süreci yönetebilecek, tehditleri bertaraf edebilecek ve asıl mevcudiyeti
koruyabilecek inanca, değerlere, stratejiye ve vizyona
sahip kadrolar tarafından yönetilmiyor olmasıdır. Ülkemizin içinde
bulunduğu yakın coğrafyada yaşanan gelişmeler de Türkiye’nin sürüklendiği
olumsuz süreci hızlandırıcı rol oynamakta, ne üzücüdür ki “çözüm” adı altındaki
yabancı dayatmaların bölgesel senaryolarla beslenmesini kaçınılmaz hâle
getirmektedir. Hükûmetin, teröre
desteğini sürdüren Irak’taki yerel yönetimle, iddialarından vazgeçmeyen
Ermenistan’la, uzlaşmaya asla yanaşmayan Kıbrıs Rum Yönetimi’yle, talep
listeleri bir türlü bitmeyen Avrupa Birliğiyle ve komşularımızı tanzim etmeye
çalışan Amerika’yla olan ilişkilerimizi bu çerçevede ele almak gerekecektir.
(MHP sıralarından alkışlar) Son zamanlarda
ortaya çıkıp “tarihle yüzleşme” adı altında, utandıkları geçmişimizi
yargılayarak tam bir iş birlikçi refleks gösteren sözde aydınlar da bu kapsamda
değerlendirilmelidir. (MHP sıralarından alkışlar) Bu itibarla,
sıraladığımız gerçek gündemle ülkemizin yüzleşmeye başlaması için yaptığımız
siyasi hamleler partimizin öncelikli siyasi tercihi ve vazgeçilmez millî
sorumluluğudur. Çünkü Milliyetçi Hareket, bu sorunların toplum ve siyasetçi
tarafından doğru değerlendirilmemesi ve önemine göre sınıflandırılmaması
hâlinde, üretilecek sözde çözümlerin Türkiye’yi yeni ve daha büyük sıkıntılara
sürükleyeceğinin farkındadır. Değerli
milletvekilleri, bugün karşı karşıya bulunduğumuz temel sorun, millî ve manevi
değerlerimizin toplumsal çatışma alanına dönüştürülmesi ve Türkiye’nin köken,
inanç ve mezhep temelinde çok tehlikeli bir ayrışma ve cepheleşme sürecine
çekilmek istenmesidir. Elbette ki çağdaş
ve modern bir millet ve devlet yapısı için almamız gereken çok mesafe, müreffeh
ve hakkaniyetli bir toplum oluşturabilmek için yapmamız gereken çok işler
vardır ve insanın karşılaştığı her sorun elbette ki siyasetin ilgi alanındadır
ve siyasetçinin sorunudur. Bu sorunların ise öncelikli konuşma ve çözüm yeri
yüce Meclis çatısıdır, ancak siyasetçinin bir sorumluluğu da sorunları milletin
temel değerleri ekseninde çözmeye çalışmak ve çözüm alternatiflerini binlerce
yılda oluşmuş millî değerler sisteminin içinden arayıp çıkarabilmektir. Bu açıdan,
birileri millet kimliği dışında yeni arayışlar ve tanımlar talep ediyor diye
milleti bu talepler üzerinden yeniden adlandırmak, devleti bu taleplere göre
yeniden tanzim etmek emsali görülmemiş bir yıkım olacak ve bitmeyecek başka
ayrışma taleplerinin önünü açacaktır. Nitekim, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak yüce Meclis çatısı altında temsil edildiğimiz 2002
yılında, aralarında, idamı kaldıran, ana dilde yayına ve özel kurslara izin
veren yasaların bulunduğu uyum paketlerine “Hayır.” oyu verirken temel kaygımız
işte buydu. Maalesef, gelişmeler bizi haklı çıkarmıştır. Bu tarihten sonra ne
taleplerin sonu gelmiş ne de verilen tavizlerin ardı arkası kesilmiştir. Kimlik
arayışlarıyla ortaya çıkan mihrakların, Avrupa’nın dayatmalarına rıza gösteren
yüce Meclis eliyle sözde uyum ve demokratikleşme adına elde ettikleri yasal
imtiyazlar bugüne kadar bitmek tükenmek bilmemiştir. Ulaşılan her aşamadan
sonra çıkılan yeni basamak bir sonraki adımın zemini yapılmış, yeniden
başlatılan kampanyalarla bölünmeye ve ayrışmaya giden merdiven birer birer çıkılmaya başlanmıştır. Nerede durulacağı, daha ne
kadar taviz verileceği, bölünme taleplerinin hangi aşamada biteceği ise belli değildir.
Anayasa’nın ve yasaların değişimi yoluyla bölücülüğün önündeki engeller birer birer ortadan kaldırılarak daha nereye kadar bu sürece
refakat edilecektir? Buna artık bir son verilmek mecburiyetindedir. Biz, baştan beri,
milleti oluşturan ana gövdeden kopacak küçük parçaların meşrulaştırılarak
giderek husumeti körüklemesinden ve bütünün ufalanarak sonu gelmeyen ayrışma
sürecinin başlamasından endişe etmiştik, şimdi de ediyoruz. Bunu, oluşmuş bir
milleti, sosyolojik anlamda geriye götürecek, boy ve kabilelere dönüştürecek
iptidai ve ırkçı proje olarak görüyorduk. Şu anda da aynı tehlikeyi artan bir
vurgu ile söylüyoruz. Karşımıza çıkacak
sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik sorunların çözümünde takip edilecek
ilkeler; millet varlığının devamını ve gelişmesini sağlayacak, millî devletin
bekasını sürdürecek bir çerçeve içinde ele alınmak zorundadır. Kavramları
kutsayarak ve putlaştırarak, vatansız bir demokrasi arayışını kabul etmemiz;
milletsiz bir demokratikleşmeyi dikkate almamız inandığımız siyaset değerleri
açısından mümkün değildir. Yaklaşık iki yüz
yıldır siyasi şekil ve anlam bulmuş olan millet kavramı etrafında açık veya
gizli mücadelelerin bütün hızıyla sürdüğü dünyada, milletleşmenin durdurulmaya
çalışılması bizim açımızdan kabul edilemeyecek bir boş hayaldir. Bedeli kanla
ödenerek kazanılmış bağımsızlığımız, bin yıl boyunca sevgi ile yoğurduğumuz
kardeşliğimiz, asırlarca alın terimizle oluşturduğumuz millî varlıklarımız,
birlikte yaşanan binlerce yılın ürünü olan millî kültürümüz bu ham hayalin
önündeki en büyük güvencemizdir. (MHP sıralarından alkışlar) Elbette ki, çağ
dışı bir tek tip vatandaş arayışında değiliz. Herkesin birbirinin aynı olmasını
beklemiyor ve hedeflemiyoruz. Ancak, sonu gelmeyen isteklerin ve verilmesi
düşünülen tavizlerin siyasal alt kimlik bilinci oluşturmasına ve bunun yeni
talepler listesi hâlinde dayatılmasına da izin veremeyiz. Türkiye’nin millî
birliği ve bölünmez bütünlüğü gibi hayati öneme sahip millî beka meselelerinde
siyasetçilerin görüşleri ve duruşlarının zamana ve şartlara göre değişmesini
düşünemeyiz. Başta Sayın
Başbakan olmak üzere bu konuda sorumluluğu olan herkes samimi bir vicdan
muhasebesi yapmalı ve Türkiye’mizi ateşe atacak yeni adımlardan ve yanlışlardan
dönme basiretini gösterebilmelidir. Bu vatanın
kurucusu ve sahibi olanlar, aziz millet varlığına hep birlikte vücut veren
büyük Türk milletinin ailesidir. Bulunacak bütün çözüm yolları bu ailenin
bağlarını güçlendirmeli; küçülme, zayıflama, yalnızlaşmanın kimseye yarar
getirmeyeceği artık anlaşılmış olmalıdır. Bu eksende olmak
üzere Hükûmeti, kapsayıcı millet tanımından
uzaklaştırarak alt kimlik taleplerini tırmandıracak söylemlerden kaçınmaya,
yıllardır bitmeyen bölücü taleplere verilecek yeni tavizlerden uzak durmaya
davet ediyorum ve şunu açıkça söylüyorum: George W. Bush memleketimin
insanlarını benden daha fazla sevemez. (MHP sıralarından alkışlar) 1910’lu yıllar
temel alındığında dönemin küresel gelişmelerine karşı aziz milletimizin yegâne
dayanma gücü, birleşme arzusu vatanseverlerin heyecanı ve direnci ile eş
değerdi ve ne mutlu ki bunu başardılar. Bugün de
karşımızdaki ayrılma ve bölünme tehlikelerine karşı en önemli direnç ve dayanma
noktası, yüreklerinin vatan ve millet sevgisi ile dolu olduğuna inanmak
istediğim muhterem milletvekillerimin iradesidir. Milletvekillerinin yeri ve
zamanı geldiği vakit mensubu oldukları “gazi Meclis”in anlamına uygun hareket
edeceklerine olan inancımız tamdır. Sayın Başkan,
muhterem milletvekilleri; konuşmama burada son verirken, 2009 yılı bütçesinin
Türkiye’miz için hayırlı sonuçlar getirmesi temennisiyle yüce heyetinizi en
içten duygularla selamlıyor, saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından ayakta
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bahçeli. Değerli
milletvekili arkadaşlarım, şimdi söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna
aittir. Ayrılan süreyi 2 arkadaşımız kullanacaktır. İlk söz, Kayseri
Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş’ta. Sayın Elitaş, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sayın Elitaş, süreyi eşit olarak mı kullanacaksınız? MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Evet efendim. BAŞKAN –
Buyurunuz. AK PARTİ GRUBU
ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2009
Yılı Merkezi Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle, 2009
yılı bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Değerli milletvekilleri,
görüşeceğimiz 2009 yılı bütçesi AK PARTİ hükûmetlerinin
7’nci, yeni kamu mali yönetim sistemine uygun bir şekilde hazırlanan 4’üncü
bütçe olacaktır. Bildiğiniz gibi
bütçe, belli bir dönem içinde toplanacak gelir ve yapılacak harcamaların tahminî
ve karşılaştırmalı cetveli olup yetkili organlar tarafından bu giderlerin
yapılması ve gelirlerin toplanması için verilen izindir. Hükûmetler
bunun için, bütçe hakkının bir gereği olarak Parlamentodan yetki alırlar. Her
şeyden önce, her yıl toplumda üretilen millî gelirin yaklaşık yüzde 30’a yakın
bir kısmı bütçe yoluyla yeniden harmanlanır, toplanır ve yine kamuya, vatandaşa
dağıtılır. İşte bu dağıtım aşamasında hükûmetler,
yatırım politikalarının, sosyal politikalarının, büyüme politikalarının, istihdam
ve gelir politikalarının nasıl dağılacağıyla ilgili yaklaşımlarını ortaya
koyarlar. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu politikaların yürütülmesi için de
yıllık araçlar olarak karşımıza bütçeler çıkar. Değerli
milletvekilleri, bütçelerin birçok özelliği vardır. Bu özellikleri kısaca
saymak gerekirse, öncelikle yönetilebilir olması, tahmin edilebilir olması
gerekir ancak demokratik ülkelerde bütçelerin en önemli özelliklerinden birisi,
vatandaşa karşı sorumluluk açısından, samimiyet, dürüstlük ve güven ilkesi
olmalıdır. Ülkemizde 2002 yılına kadar yapılan bütçeleri değerlendirdiğimiz
aşamada baktığımızda, açıkçası bütçelerin öngörülen harcamalar itibarıyla
uyumlu olmadığı, makro dengelerin kurulamadığı gözlemlenmiştir. Bütçelerdeki
güven ve istikrarın, samimiyetin olmasının en önemli unsurlarının başında, bu
bütçeyle ilgili olan yediden yetmiş yediye herkesin hükûmetlerin
yaptığı bütçelere güven duyup gelecekle ilgili projeksiyonlarını
ona göre değerlendirmeleri ve ona göre programlarını çizmeleri amacıyla çok
önemli süreçleri beraberinde getirmektedir. Eğer bütçeler
uyumlu olmazsa, samimi ve güvenilir bir şekilde olmazsa, hükûmetlerin
yaptığı bütçelerin tahmin yönünden inandırıcılığı olmazsa, faiz oranları,
herkesin zihnindeki enflasyon oranları, herkesin gelecekle ilgili bakış
açısıyla paralel bir şekilde tamamen karmaşık bir şekilde ortaya çıkacak ve
insanların kararlarıyla ilgili verecekleri kanaatlerde, verecekleri kararlarda
yeknesaklık olmayacak, bir başıbozukluk ortaya çıkacaktır. Nitekim bugüne
kadar yapılan bütçelere baktığımızda… Bakınız, size çeşitli örnekler vermek
istiyorum. 1999 yılında Hükûmet 64,4 trilyon harcama
yapacağını söylemiş, ancak 68,4 trilyon lira harcama gerçekleştirmiş. Yani
söylediği ile icraatı arasında yüzde 6’lık bir sapma meydana gelmiş. 1991
bütçesinde ise 101 trilyon lira harcama yapacağım demiş, 132 trilyon lira
harcama yapmış. Böylece vatandaşa verdiği sözden yüzde 31’lik bir sapmayla
karşı karşıya kalınmış. 1994 yılında yüzde 10’luk bir sapma, 1995 yılında yüzde
30’luk bir sapma ortaya çıkmış. En son 2002 yılında 57’nci Hükûmetin
yaptığı bütçede ise Hükûmet 98 katrilyon lira harcama
yapacağını ve bununla ilgili gelirlerini toplayacağını taahhüt etmiş ama yüzde
18’lik bir sapmayla 115,6 katrilyon lira harcama gerçekleşmiştir. 2003 yılından
itibaren AK PARTİ hükûmetlerinin yaptığı bütçeleri
değerlendirdiğimizde, bakınız, Hükûmet 2003 yılında
146 katrilyon lira bütçe büyüklüğü hedeflemiş, ama dikkatinizi çekiyorum
değerli arkadaşlar, bu süreçte 140,4 katrilyon lira harcama yapmış. Bırakın
aşmayı, bugüne kadar yapılan, 2003 yılına kadar yapılan gelenekler içerisinde hükûmetlerin bütçeleri sürekli ek bütçelerle veya harcama
aşmalarıyla karşı karşıya olmuş, ama 2003 yılındaki bütçede hemen hemen 6 katrilyon liralık bir eksik harcamayla vatandaşa
bir güven tesis edilmiş. Bu nereden
kaynaklanmış? 2002 yılının 3 Kasım seçimlerinde milletinden
aldığı emaneti ve milletin kendisine verdiği güveni en iyi şekilde kullanan ve
güven ve istikrarı sağlayan bir iktidarın başa geçmesiyle birlikte faiz
oranlarında önemli bir düşme ortaya çıkmış, tüyü bitmedik yetimin hakkını
koruma amaçlı ortaya çıkan ve bu söylemle, bu şiarla milletten yetkiyi almış
iktidar, yaptığı harcamaları en verimli şekilde kullanarak harcamaların vatandaşa
tekrar hizmet olarak geri dönmesinde çok etkili bir fonksiyon sağlamış. Yine
2004, 2005 ve 2006 yılı bütçeleri tahminleri hemen hemen
çok yakın bir şekilde gerçekleşmiş. 2007 yılı bütçesi, bizim bütçe kalemindeki
harcama kalemimiz 204 milyar 989 milyon YTL iken 2007 yılı gerçekleşmesi 203
milyar 501 milyon YTL olmuş. Hemen hemen tahmin ile
gerçekleşme arasındaki oran çok yakın bir vaziyette olmuş. Neyi gösteriyor bu?
Bu bütçeyle ilgili kanaat sahibi olup buna göre projeksiyonlarını
tahmin eden, gelecekle ilgili kararlarını veren herkesin Hükûmetin
yaptığı bütçelere güvenini ortaya çıkarıyor. Ondan önceki dönemde, iş âlemi,
finans sektörü ve bütün katılımcılar, bütün bütçeden fayda sağlayanlar, bütün
bütçeyle ilgilenenler, geçmişle ilgili kanaatleri alırlar, gelecekle ilgili
değerlendirmelerini, gelecekle ilgili yapılandırmalarını ortaya çıkarırlar ve
maalesef bu da gelecekle ilgili alınan kararlarda, hükûmetlerin
aldığı kararlara çok olumsuz yönde katkılar ortaya çıkarır. Değerli
arkadaşlar, eğer bütçe istenildiği gibi olmazsa topluma verdiğiniz sözü,
verdiğiniz güveni tam olarak anlatamadığınız takdirde kötü bir yönetimin unsuru
olarak faiz oranlarının artmasının, enflasyon oranlarının zirveye çıkmasının
önlenemez hâle gelmesiyle karşı karşıya kalırsınız. İşte 2002 yılı
bütçesi, çok büyük bir oranda toplanan gelirlerin faiz harcamalarına gitmesiyle
karşı karşıya kalmış, bütçelerden vatandaşın imkân sağlaması, onların refah
seviyelerini, onların gelir düzeyini artırıcı bir etki yapmamıştır. Eğer AK PARTİ İktidarı da 3
Kasım 2002 seçimlerinde milletten aldığı yetkiyi kendinden önceki hükûmetler gibi kullanmış olsaydı –bakınız, size çok önemli
bir rakam ifade etmek istiyorum- hiçbir değişim olmasaydı, bizden önceki
iktidarın yaptığı icraatı gerçekleştirmiş, aynı şekilde devam etmiş olsaydık
2007 yılı bütçesinde faiz harcamalarımız 110 milyar YTL olacaktı. Şimdi, 2007
yılı bütçesinde faiz harcamalarımız 50 milyar YTL civarında olacak. Yani bizim,
2007 yılında gösterdiğimiz basiretli bir yönetimin sonucu olarak 50 milyarın
üzerinde, 60 milyar YTL’ye yakın bir kaynağın vatandaşa tekrar hizmet olarak
dönmesi imkânını ortaya çıkardık. Bu yapılan
tasarruflar nerede kullanılmış olabilir? Bu yapılan tasarruflar, işte, KÖYDES
projesiyle vatandaşa hizmet olarak aktarılmış olabilir, BELDES projesiyle
vatandaşa hizmet olarak aktarılmıştır ve yine, devletten maaşını alan işçimize,
memurlarımıza, refah seviyesini yükseltici olarak maaşlarında önemli bir artış
tesis edilmiştir. Bakınız, 2002
yılı bütçesinde personel harcamaları yüzde 18 iken 2007 yılı gerçekleşmelerinde
personel harcamaları yüzde 24 seviyesine ulaşmıştır. İşte, milletten topladığını
yine milletle paylaşan iktidarın en önemli özelliklerinden birisi budur. Değerli
milletvekilleri, eğer bütçeleriniz tahmin edilebilir olmadığı sürece, güvenli
bir şekilde olmadığı sürece, bu konuda faizlerin olumsuz yönde yükselişinin
olacağını ifade etmiştim. 2002 yılı öncesi
şirketlerin bilançolarına baktığınız zaman en önemli kalemler, kâr kalemlerinin
içerisindeki unsurları faaliyet dışı kârlar oluşturmaktaydı. Faaliyet dışı
kârlar nelerdir? İşletmelerin hiç alakası olmayan konularda işlem göstermesi
yani kaynaklarını kamuya satması, kamunun imkânlarından, kamunun ihtiyacı olan
borçlanma gereğinden dolayı yüksek oranda faiz elde edip, ülkenin üretken
değerlerinin, sermayesinin, altyapısının, hiç uygun olmayan yerlerde devletten
nemalanarak bunların ortaya çıkması şeklinde değerlendirmek mümkündür. Değerli
arkadaşlar, bütçedeki istikrar, fiyat istikrarını ve dolayısıyla ekonomik
istikrarı da beraberinde getirmektedir. İşte bu yüzden bütçelerin güvenilirliği
çok önemli bir noktadır. Yine bütçeler, eğer
güvenli bir şekilde devam ederse, bunun, gelir dağılımındaki adalette de çok
önemli etkisi meydana gelmektedir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun ve
sosyal faaliyetler neticesinde gelir dağılımındaki adaleti de size 2002 ve 2005
yılı rakamlarıyla ifade etmek istiyorum. En son yapılan
verilere göre, 2002 yılında gelir grupları içerisinde en düşük gelire sahip
yüzde 20’lik dilimin 2002 yılındaki toplam gelirden aldığı pay yüzde 5,3 iken,
2005 yılı itibarıyla bu yüzde 6,1’e yükselmiştir. Bakın değerli arkadaşlar, bu
aradaki fark yüzde 1’den az gibi gözükmesine rağmen iyileşme oranı yüzde 20’ye
yakın bir iyileşmeyi de beraberinde getirmiştir. Yine, 2002 yılında toplam
gelirden en yüksek alan beşinci en zengin diyebileceğimiz yüzde 20’lik kesim,
önce 2002 yılında yüzde 51,1 alırken, 2005 yılında bu yüzde 44,4’e
gerilemiştir. Bu aralardaki 6,5 puanlık fark, toplumun orta direk dediğimiz
kesimlerine dağıtılmıştır. Birinci dilim, bildiğiniz gibi 5,3’ten 6,1’e çıkmış,
ikinci dilim 9,8’den 11,1’e çıkmış, üçüncü dilim 14,1’den 15’e çıkmış, bu
şekilde, son dilim olan dördüncü dilim ise 20,1’den 22,6’ya çıkmıştır. Bu
manada da yapılan bütçelerin güven verici olmasıyla birlikte, sosyal nitelikli
olmasıyla birlikte gelir dağılımındaki adaleti de beraberinde getirmiştir. Değerli
milletvekilleri, bütçeleriniz uygun olursa, bütçeleriniz inandırıcı olursa,
güven verici olursa -sizin bu açıklarınızın neticesinde de- ekonomide yapısal
reformlara imkân verecek düzenlemeleri de beraberinde getirir, ekonominin dış
ve iç şoklara karşı dayanıklı güvenlik çemberini oluşturmuş, makro dengelerini
kuran bir ekonomiyle karşı karşıya gelmiş olursunuz. Değerli
milletvekilleri, AK PARTİ hükûmetleri, bütçe açıkları
cihetinden ortaya koyduğu başarıyı ekonominin bütün ünitelerine yayma azmi ve
kararlılığı içindedir; nitekim vergi sisteminin yeniden yapılandırılması
çerçevesinde vergi tabanının genişletilmesi, kayıt dışılığın azaltılması, vergi
oranlarının düşürülmesi, vergi sisteminin basitleştirilmesi hususlarında çok
önemli adımlar atılmıştır. Uzun süredir yüksek seviyelerde
seyreden enflasyonun tek haneli seviyelere indirilmesi ve fiyat istikrarının
sağlanması konularında önemli başarılar elde edilmiştir ancak son dönemde,
özellikle 2007 yılından itibaren başlayıp 2008 yılında zirveye ulaşan enerji ve
tarım fiyatlarındaki ve emtia fiyatlarındaki, ham madde fiyatlarındaki
olağanüstü, öngörülemeyen yüksek bir orandaki artış küresel finans
piyasalarında önemli sorunları da beraberinde getirmiş, enflasyon oranının 2008
yılında istediğimiz ölçüde düşmesini engelleyen unsurlardan olmuştur. Fakat
buna rağmen kararlılıkla sürdürülen mali disiplin ve etkin borç yönetimi
sonucunda borç stoku sürdürülebilir yapıya kavuşmuş, her yıl istikrarlı bir
şekilde elde edilen faiz dışı fazla sayesinde kamu finansmanında önemli
iyileşmeler meydana gelmiştir. Ekonomideki
yapısal reformların gerekli ve önemli bir boyutu olan özelleştirme
uygulamalarında kamuya kaynak sağlamaktan daha çok üretim maliyetlerini
düşürerek verimliliği yükseltmek ve bu sayede rekabet gücünü ve istihdamı
artırmak en önemli amaç olmuştur. 2003 yılından itibaren gerçekleştirilen
özelleştirmelerle hem kamu üzerinde yük oluşturan sektörlerin daha verimli hâle
getirilmesi hem de devletin asli görevlerine yoğunlaşabilmesi sağlanmıştır.
Özelleştirme İdaresi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu verilerine göre, 1985 ile
2002 yılları arasında toplam 8 milyar Amerikan doları özelleştirme
gerçekleştirmiştir. Yine o dönem içerisinde Özelleştirme İdaresinin bu 8 milyar
Amerikan doları karşılığı özelleştirmeye paralel olarak yaptığı harcama 11
milyar Amerikan dolarına ulaşmıştır. Yani, Özelleştirme İdaresi özelleştirmiş
ama bunu sadece giderlerinde kullanmıştır. 2003-2008 yılları
arasındaki rakamları değerlendirdiğimizde, bu beş yıllık süre içerisinde 42
milyar Amerikan doları özelleştirme gerçekleştirilmiştir. Bu da ülke
ekonomisindeki yapısal değişimin, dönüşümün en önemli özelliklerini ortaya
koyan nihai sonuçlarından birisidir. Değerli
milletvekilleri, bilindiği üzere, şu anda bütün dünyanın karşı karşıya olduğu
çok önemli küresel bir mali krizle karşı karşıyayız. Bu kriz IMF tarafından
“1929 yılından bu tarafa görülebilecek en büyük kriz” olarak ifade edilmiş,
Birleşmiş Milletler ise “yüzyılın krizi” olarak ifade etmeye çalışmış. Şu anda
bu krizden global ekonomi içerisindeki hiçbir ülkenin
etkilenmediğini ifade etmek mümkün değildir. Ama 2007 yılının ikinci yarısından
itibaren, dünyanın en büyük ekonomisi Amerika Birleşik Devletleri’nde yılların
birikimiyle ortaya çıkan güç bir anda patlamış ve dünya ekonomisi de bundan
gerekli etkilerini de beraberinde almıştır. Şu anda, 60’ıncı Hükûmet, iktidara geldiği günden bu tarafa, dünya
ekonomisindeki ortaya çıkan gelişmeleri, özellikle Amerika Birleşik
Devletleri’nde ortaya çıkan olumsuz gelişmeleri zamanında görmüş ve tedbirler
paketini ta 2008 yılı başından itibaren almaya başlamış. Ne yapmışız? İstihdam
paketiyle ilgili çok önemli gelişmeleri yapmışız. Yine değerli
milletvekillerinin bu Parlamentoda kabul ettiği süreç içerisinde, 1 Ekim 2008
tarihinden itibaren istihdam edilen her bir işçinin yüzde 5 sigorta primini
kamu üzerine yüklenerek istihdamın önündeki engelleri kaldırıcı ve maliyet
unsurunu düzeltici, azaltıcı etki ortaya çıkarmış. Yine, genç işsizlerimizi, hanımefendilerimizi iş sahasına
çekebilmek için, yirmi dokuz yaşına kadar olan gençlerin, yaş hususu olmamak
üzere bütün hanımefendilerin iş yerlerindeki istihdamını sağlamak amacıyla
yüzde 100’den başlamak üzere beş yıl süreyle bunların sigorta primlerinin kamu
tarafından ödeneceği ve işletmelere önemli katkı sağlamak amacıyla,
işletmelerin maliyet unsurlarının azaltılmasını sağlamak amacıyla bu
düzenlemeler de 2008 yılının ilk yarısından itibaren ortaya çıkarılmıştır. Son bir aydır,
hatta on beş gündür, Türkiye’de çeşitli gruplar kriz üzerine söylem
geliştirmeye çalışıyorlar. Aslında bu dönem içerisinde global
mali krizin dünyadaki bütün ülkeleri etkileyeceğini ifade etmiştik. Ülkemiz, global mali krizden en az seviyede etkilenebilmesi için
çeşitli korunaklarını 2008 yılından itibaren almaya başlamış ve dünyada çıkan,
Amerika Birleşik Devletleri’nde çıkan yangının, depremin oluşturduğu hararetin
veya ortaya çıkardığı tsunaminin ülkemiz ekonomisini
minimum seviyede etkilemesi için alınan yasal düzenlemelerle birlikte,
sorumluluk sahibi olan herkesin, sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin,
medyanın bu konuda, krizin, mali krizin en az seviyede etkilenebilmesi amacıyla
hepsinin üzerine düşen gayreti göstermesi gerekir. Söylemlerimizi bu çerçevede
yapıp değerlendirmemiz gerekir. Bakınız, şu anda
kriz söylemi yapanları değerlendirirsek, bir kısım insanlar var ki kriz
fırsatçılığı yapmaya çalışıyorlar. Krizin yaygınlaşmasını, yoğunlaşmasını arzu
ederek, milletin alın teriyle biriktirdiği değerlerin ucuza gelmesi ve bunu çok
ucuz fiyatla kapatma gayreti içerisinde olanlar var. Hatırlayın, 22
Kasım 2000 tarihinde Türkiye bir mali krizle karşı karşıya geldi. Eylül 2000
tarihinde o zamanın IMF Türkiye Masası Şefi… Ki, herhâlde şu anda bizi
televizyonları başında dinleyenlerin aklına… IMF Türkiye Masası Şefinin hangi
takımı tuttuğu, Türk yemeklerinden hangisini sevdiğini çok iyi bilirlerdi. Ve o
şahıs Eylül 2000 tarihinde piyasaların çok ısındığını ifade ederken, Türkiye
ekonomisini idare edenlere önemli işaretleri verirken maalesef Hükûmet onları boynu bükük bir şekilde dinlemiş ve 22 Kasım
2000 tarihinde ilk mali kriz beraberinde gelmiş. Bu krizle
birlikte, devlete güvenmiş, hatta babasının cenazesinde dahi devlet iç
borçlanma senetleri alması tavsiye edilen bir bankanın sahibi, o gün itibarıyla
devlet kâğıtlarının, yine faiz oranlarının olağanüstü şekilde artması
münasebetiyle edimlerini, borçlarını karşılayamadığından dolayı, daha önce 1
milyar 200 milyon dolar verilen bankasının yüzde 70’lik hissesini maalesef
krizle, hiç kimsenin kılı kıpırdamadan… O dönem içerisinde ekonomik büyüklük
olarak baktığımızda aktif büyüklük olarak beşinci büyük banka olarak ifade
edilen bir banka göz göre göre batırılmış ve çok
hızlı bir şekilde yabancı bir bankaya 300 milyon dolara satılmış. Hem de tamamı
satılmış. Ondan yedi sekiz ay önce yüzde 70’lik hissesi 1 milyar 200 milyon
dolar eden bir banka maalesef kriz içerisinde boğdurulup 300 milyon dolara
başkasına satılmıştır. İşte bu dönem içerisinde bunu söyleyenler, kriz
fırsatçılığı yapanlar var. Yine bir grup,
sektör içerisinde bulunan ama sektör itibarıyla yapısal dönüşümünü
değiştirememiş, krizden olumsuz yönde etkilenen insanlar var. Yine, üçüncü bir
grup ise, dünya ekonomisindeki gelişmeleri, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki
gelişmeleri bir buçuk yıldır takip etmeyen, kendi iç dinamiklerini buna göre reorganize etmeyen, düzenlemeyen ve buradan ortaya çıkan
sorunları Hükûmete yıkma gayreti içerisinde olan
üçüncü bir zihniyet var. Bunlar da kendi başarısızlıklarını başkalarının
üzerine yıkma gayreti içerisinde devam ediyorlar. Değerli
milletvekilleri, bakınız, Hükûmetimiz KÖYDES diye bir
proje başlattı. O zaman, Plan ve Bütçe Komisyonunda değerli milletvekili
arkadaşlarımızla köylere su için bütçeye ödenek koymamız gerektiğinde, değerli
bir milletvekili arkadaşımız Türkiye genelinde üç yüz yirmi tane köyün susuz
olduğunu ifade etti ve bununla ilgili çok düşük bir ödenek koyalım… O gün
itibarıyla büyük bir ödenek ama baktığımızda küçük bir ödenek ki sonraki
koyduklarımızla küçük bir ödenek olarak değerlendirilebilecek bir miktar ortaya
konulmuştu. Fakat Sayın Başbakanımızın bu konudaki
hassasiyeti, Hükûmetimizin bu konuda yaptığı olumlu
çalışmalar neticesinde, cumhuriyet tarihinde ilk defa, köylerin kalkındırılması
ve mahalle çeşmelerinden öte her evde çeşmede bir suyun akması, evde çeşme
suyunun, şehir suyunun akması amacıyla ilk yıl 2 milyar YTL’lik ödenek
konularak, bugün vatandaş memnuniyeti, köylerdeki önemli ölçüde artan
memnuniyet beraberinde gelmiştir. Biz, 3 Kasım 2002 seçimlerinde köye gittiğimiz zaman vatandaşlar
bize “Köyde su istiyoruz.” diye bir ifade kullanmamıştır, “Biz köyümüzde
kanalizasyon istiyoruz, yol istiyoruz.” diye ifade kullanmamıştır, sadece
“Gidin, biz sizin dürüst, namuslu olarak çalışacağınıza inanıyoruz, ebe istiyoruz,
imam istiyoruz.” ve bir de “Biz sizi ne zaman göreceğiz?” diye bizden taahhüt
almıştır. 2002 yılı
öncesinde, milletvekillerinin seçildiği yörelere gitmeleri en önemli
faaliyetlerden biri sayılırken bugün 2008 Türkiye’sinde, değerli milletvekili
arkadaşlarımız köyleri, beldeleri, ilçeleri gezdiklerinde yatırımla ilgili çok
önemli taleplerle karşı karşıya kalıyor. Hatta,
köylerin altyapı sorunları önemli ölçüde halledilmiş, kanalizasyonları yapılmış
ve artık kanalizasyonların da arıtma şeklinde olması, illerin, ilçelerin
kanalizasyonlarının arıtmayla tesis edilmesi gündeme getirilmiştir. Değerli
milletvekilleri, biraz önce konuşan siyasi parti yetkililerinin burada ifade
ettikleri çeşitli rakamlardan söz etmek istiyorum. Ondan önce, ülkede
sanayileşmenin, ülkede ekonomik verilerin iyileşmesi için yapılması gereken en
önemli unsurlardan birisi altyapı yatırımlarıdır. “Altyapı yatırımları” derken
haberleşme ve ulaşımı göz ardı etmek mümkün değildir. Çünkü haberleşmeyle
birlikte zamanı satın alırsınız, iyi yollarla birlikte, hava ulaşımının
hızlanmasıyla birlikte zamanı satın alır ve bu zamanın satın alınmasıyla
birlikte çok önemli bir fonksiyonla, işletmenize ayıracağınız, ülkenize
ayıracağınız zamanla birlikte çok büyük katkıları da beraberinde getirme imkânı
bulmuş olursunuz. BAŞKAN – Sayın Elitaş, beş dakikanız var. MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Değerli
milletvekilleri, 2003 ila 2008 yılları arasında Türkiye'nin ihracatında çok
önemli ivme yaşanmıştır. 2003 yılına gelinceye kadar
Türkiye'nin yaptığı ihracatın çok önemli bir bölümü Avrupa Birliği ülkelerine,
yüzde 60’a yakın bir kısmı Avrupa Birliği ülkelerine diğer kısmı da Avrupa
Birliği haricinde olan ülkelere ve uzak ülkelere yapılan ihracat kalemleri
içerisinde veya sepeti içerisinde olurdu ama 2003 yılından itibaren, başta
Sayın Başbakanımız olmak üzere, sorumlu Devlet Bakanımız yanlarına aldıkları iş
adamlarıyla birlikte dünyada bütün ülkeleri gezerek, orada Türkiye’yi
tanıtarak, orada Türk mallarını tanıtarak ihracat yapabilecek ülkelerin
çeşitlenmesinde çok önemli etkiler sağlamış, Avrupa Birliğine yaptığımız
ihracat 2008 yılı itibarıyla yüzde 46 seviyelerine düşmüş ve dünyada Afrika
ülkelerine, yakın komşularımıza çok önemli ihracat yapılarak burada ihracatın
farklı ülkelere yayılması ve bir ülkede, tek bir ülkeye veya belirli bölgedeki
bağımlılıktan kurtulunarak onlarda ortaya çıkan
olumsuzlukların Türkiye ekonomisine yansımaları önemli bir ölçüde azaltılmaya
gayret edilmiştir. İhracat
yapılırken ithalatın hiç söylenmediği ifade edilir muhalefet tarafından ama
2001 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 50 idi. 2002 yılındaki
olağanüstü döviz fiyatlarındaki artışla birlikte ihracatın ithalatı karşılama
oranı fiktif olarak, kısa bir dönem için yüzde 70’lere
ulaştı. AK PARTİ iktidarları döneminde şu anda ihracatın ithalatı karşılama
oranı 2007 yılı itibarıyla yüzde 61 seviyelerinde, 2008 yılı sonu itibarıyla
yüzde 64 seviyelerinde, inşallah, 2009 yılı itibarıyla da baktığımızda yüzde
65-66 seviyelerinde gerçekleşecek diye düşünüyoruz. Şimdi, biraz önce
Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Baykal buraya çok güzel bir çantayla
çıktı, büyük bir çanta. İçinde de herhâlde muhalefet iyi bir çalışma yapmış
çünkü sorumlu bir muhalefet örneği göstererek iktidara yol göstermek amacıyla o
çantadan güzel güzel veriler çıkacak diye umuyorduk,
bekliyorduk. Güzel, harika bir tablo yapılmış ama bu tablolarda çok dikkatimi
çeken bir unsur: Sayın Baykal ihracatla ilgili tabloyu ortaya koyarken 2008
yılındaki ihracat rakamlarını, sütunlara baktığınızda, sanki ihracatın üçte 1
oranında düştüğüyle ilgili bir sonuç ortaya çıkıyor. İthalatla ilgili tabloyu
ortaya koyduğunda 2003 yılından 2008 yılına kadar ithalatın gelişimini ortaya
koyuyor ve düşük bir ivmeyle arttığını ifade ediyor ama ihracatın minimum
seviyede olduğunu ifade etmek için bu tabloyu kullanıyor. Değerli
arkadaşlar, bize fakültede öğretilirken istatistik hocamız şöyle derdi:
“Çocuklar, rakamlar yalan söylemez, rakamlar yanlış şeyler ifade etmez ama
rakamları, yanıltmak için çok iyi bir şekilde kullanırsınız.” diye söylerdi.
Şimdi, biz Sayın Baykal’ın yaptığı bu tabloyu gördükten sonra, açıkçası konuya
da hâkim, ihracatın içerisinden gelmiş, mali meseleleri de az çok bilen birisi
olarak, bütçeyi de incelemiş birisi olarak baktığımda, sanki illüzyon
yapar gibi, vatandaşı olumsuz yönde veya vatandaşı uyutur bir şekilde ifade
eden bir şekilde koyduğu, abrakadabra yapar şekilde, açıkça bir sihirbaz
edasıyla Türkiye’nin altı yıllık gelişimini göz ardı etmiş, açıkçası insafsız
ve haksız bir eleştiri beraberinde gerçekleştirmiştir. Değerli
milletvekilleri, bakınız, Sayın Baykal bir şeyi daha ifade etti. Buradan
sorumluluk sahibi insanların söylerken çok dikkat etmeleri gerekir. Bunun,
rakamların hızlı bir şekilde teyit edilebileceğini düşünmesi gerekir. Biraz
önce söyledik. İletişimin çok önemli olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bundan önce
fakslarla, telgraflarla, telekslerle gelecek haberler şimdi telefonla anında
gelebiliyor. Adıyaman’da yirmi
iki tane fabrikanın kapandığını ifade ettiler. Oysa Adıyaman’da valilikten
aldığımız bilgi çerçevesinde iki tane firmanın zor duruma düştüğünü ifade
ediyoruz. ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Bu rakamlar Adıyaman Sanayi ve Ticaret Odası rakamları, yalan
rakamlar değil. MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Bakınız, bu da Adıyaman Valisinin rakamlarıdır. Adıyaman Valisinin
rakamlarını veriyoruz. ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Adıyaman’da SANKO kapatılmıştır. 1.050 tane işçi işten çıkarılmış.
Bu da mı yalan? BAŞKAN – Sayın
Köse, lütfen… MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Yine açılan kapanan şirketlerle ilgili bir söz ifade etti. Hani
bizi eleştiriyorlardı ya ihracatı söylüyorsunuz, ithalatı hiç söylemiyorsunuz
diye. Yani ben şunu beklerdim: Kapanan firmalarla ilgili olayı, rakamları çok
büyütürken açılan firmaların da kaç tane olduğunu söyleyip vatandaşın bu konuda
bir değerlendirme yapmasına fırsat vermesini, imkân vermesini beklerdim. Bakınız -2007
yılı itibarıyla söylüyorum- 2007 yılı itibarıyla açılan şirket sayısı 113.469… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Elitaş, lütfen Genel Kurulu selamlayın. MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Tamamlıyorum efendim. …kapanan 36.960;
2007 yılı Kasım sonu itibarıyla 96.844 açılan, kapanan 31.655; 2008 Kasım sonu
itibarıyla veriyorum, bakınız, açılan anonim, limitet, kolektif, komandit ve
gerçek tacirler 90.060, kapanan 44.538. Değerli
milletvekillerim, açılan esnafla ilgili kısaca bilgiyi de vermek istiyorum
size: 2007 bütünü 170.826 açılan, kapanan 118.871; 2008, 15 Aralık, dün
itibarıyla açılan firma sayısı, esnaf sanatkâr sayısı 160.295, kapanan 111.110.
Bu bilgileri
değerli milletimizle paylaşıyorum. Bundan sonra inşallah buradaki verilerin
daha resmî, milleti yanıltır şekilde değil, doğruları paylaşılan bir söylem
içerisinde olacağına inanıyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Elitaş. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci söz Grup Başkan Vekili ve Kocaeli
Milletvekili Sayın Nihat Ergün’de. Buyurun Sayın
Ergün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Süreniz otuz
dakika. AK PARTİ GRUBU
ADINA NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007 yılı
kesin hesabı ve 2009 yılı bütçe kanun tasarısının tümü üzerinde AK PARTİ
Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlarım. İnsanoğlunun
yeryüzündeki en önemli faaliyeti iktisadi faaliyettir. Hayatını idame
ettirebilmek için gerekli olan gıda, barınma, güvenlik ve benzeri her türlü
ihtiyacı gidermek amacıyla çalışmak zorundadır. Herkesin bildiği bir şey,
ihtiyaçlarımızın sınırsız, kaynaklarımızın sınırlı olduğudur. Bir yönden
kaynaklarımızı artırmaya çalışırken diğer yönden ihtiyaçlarımızı planlamak,
önceliklerimizi iyi tespit etmek durumundayız. İktisat, sınırlı imkânlarla
nihayetsiz ihtiyaçların karşılanması işidir. Kişiler, aileler veya işletmeler
bütçelerini yaparken bu konuya azami titizlik ve dikkat göstermektedir. Bu
dikkati göstermeyenleri bekleyen sonuçlar ve sorunlar hepimizce malumdur. Demokratik
parlamenter rejimlerde yasama, yürütme ve yargıdan oluşan devletin motoru hükûmetlerdir. Sorunları çok, imkânları sınırlı bir ülkede Hükûmetin kamu kaynaklarını nasıl yönettiğini ve
yöneteceğini gösteren en önemli belge, bütçe uygulamaları ve tasarılarıdır. Bu
durum hükûmetlerin performansının tartışmasız bir
numaralı ölçütüdür. Siyaset, biraz da mümkün olanı gerçekleştirme sanatı ise, hükûmet, iktidar mevcut şartlar altında mümkün olanın en
iyisini nasıl gerçekleştirecektir, bütçeler bize bunları gösteren belgelerdir.
Eğer kaynaklar gerçekten sınırlı ve yetersiz, problemler çeşitli ve çok, hatta
bazıları ilerlemiş hastalık seviyesinde ise o zaman siyasi istikrar ve güven,
bütçe disiplini, ciddi bir eylem planı ve öncelikler sıralaması daha da önem
kazanmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; siyasi istikrar ve güven ortamının hem ülkenin genel
yönetimi hem de bütçe uygulamaları ve disiplini yönünden ne kadar gerekli ve
önemli olduğu siyasi tarihimizde de görülmüştür. 1950-60, 65-69, 83-90 yılları
arasındaki istikrarlı dönem Türkiye’nin kalkınmasındaki en önemli işaretlerdir
ve dördüncü bir dönem olarak da 2003-2008 AK PARTİ iktidarları dönemi bu
istikrarın meyvelerini hep beraber tatmamıza imkân vermiştir. 2003 yılından bu
yana AK PARTİ hükûmetlerinin bütçelerine hedefler,
uygulamalar ve gerçekleşmeler yönünden kısaca göz attığımızda 2009 bütçesinin
de durumu hakkında bir kanaate sahip olabiliriz. Altı yıl boyunca
bütçe uygulamalarıyla gerçekleşen gelir tahmin edilenden daha fazla olurken
gerçekleşen harcama tahmin edilenden daha az olmuşsa, bu, sıkı bir disiplin,
iyi bir planlama ve sağlam bir iradenin sonucudur, tesadüf değil. Üstelik bu
başarı, başarılı performans, eğitimden, sağlıktan, sosyal yardım ve
desteklerden, altyapı yatırımlarından taviz vermeden gerçekleştirilmişse, bu
başarı alkışlanmayı hak eden bir başarıdır. Bütçe açıkları ve
bütçedeki faiz ödemelerinin bütçe içindeki payları gayrisafi yurt içi hasıla ile bütçe harcamalarına oranları bütün bütçelerin en
kritik göstergelerinden sayılmalıdır. Bütçe gelirlerinin giderleri karşılama
oranı 2002 yılında sadece yüzde 66’ydı yani bütçenin yüzde 40’a yakını, 35’ten
fazlası açıktı. 2008 yılında ise bu oran yüzde 94’e ulaştı, bütçe açıkları
yüzde 35’ten yüzde 5’e kadar gerilemiş oldu bütçe içerisinde. Faiz
harcamalarının bütçe gelirlerine oranı ise 2002 yılında yüzde 65 iken 2008
yılında bu yüzde 25’e gerilemiştir. Yukarıdaki
veriler çerçevesinde 2009 yılı bütçesini değerlendirdiğimiz zaman da Hükûmetin şimdiye kadar gösterdiği sıkı disiplin, iyi
planlama ve sağlam iradeyi devam ettireceği aşikârdır. Bütçe performansı,
küresel, bölgesel ve ulusal bazı olumsuz koşullarla birlikte değerlendirildiğinde
daha da önem ve anlam kazanmaktadır. 2003 yılından bu yana
süren petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki tırmanış, Irak’ın işgaliyle ortaya
çıkan bölgesel bunalım, gerilim ve belirsizlikler, 2005’ten itibaren özellikle
tırmandırılan terör olayları ve Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak amacı güden iç
hareketlenmeler, Mayıs 2006’daki gelişmeler, Nisan 2007’deki gelişmeler ve Mart
2008’deki gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde bütçe performansı daha da önem
kazanmaktadır. Bunların hiçbirisi Hükûmetin
iradesini ve performansını örseleyemedi. Ancak uluslararası birçok yatırımcıyı,
içerideki birçok yatırımcıyı tedirgin etmediğini de söyleyemeyiz. 2009 bütçesi de
devam eden bazı olumsuzluklara ilaveten küresel, mali ve finansal krizin bütün
dünyayı sarstığı bir ortamda hazırlandı ve uygulamaya konulacaktır. Bu
koşullarda bu bütçenin gerçekçi, samimi ve güvenilir bir bütçe olması
önemlidir. Bütçe, 262 milyar 110 milyon YTL’lik bir harcama öngörmektedir ve
2008’e göre harcamalarda yaklaşık 35 milyar YTL’lik bir artış öngörülmektedir.
248 milyar 759 milyonluk bir gelir öngörmekte ve yine 2008’e göre yaklaşık 35
milyar YTL’lik bir artış sağlanmaktadır. Faiz harcamalarının bütçedeki payı ise
2008’e göre daha düşük kalmaktadır. Bütçe açığı ise daha da azaltılmaktadır.
Bunlar 2009 bütçesinin gerçekleridir. Değerli
arkadaşlar, Türkiye’nin sorunları, ihtiyaçları, toplumsal talep ve beklentiler
dikkate alındığında bütçedeki harcama rakamlarının 500 milyar YTL’yi bulması da
mümkündür. Böyle bir bütçe de hazırlanabilirdi. Acaba böyle bir bütçe gerçekçi
bir bütçe olur muydu? Böyle bir bütçe samimi, inandırıcı bir bütçe olur muydu?
Topluma, iç ve dış ekonomik aktörlere güven veren bir bütçe olabilir miydi?
Şüphesiz olamazdı. İşte bu nedenle 2009 bütçesini de AK PARTİ iktidarlarının diğer
bütçeleri gibi gerçekçi, samimi ve güven veren bir bütçe olarak gördüğümüzü
ifade etmeliyim. Sayın Baykal
konuşmasında, bu bütçede harcamaların ve ücretlerin özellikle artırılması
önerisinde bulundu. Buna mukabil ise bütçe gelir kalemlerini oluşturan vergilerin
önemli oranda azaltılması gerektiğini ifade etti. “Bu küresel krizde bütçe
böyle olmalıydı.” diyor. Yani 500 milyarlık harcama yapan bir bütçe ortaya
koymalıydık. Peki, koysaydık nasıl bir bütçe açığı tablosu, nasıl bir borçlanma
ihtiyacı ortaya çıkacağını tahmin edebiliyor musunuz? 500 milyarlık harcama
öngören bir bütçenin kaynağı ne olabilir, kaynağı? Değerli
arkadaşlar, kaynağını ifade etmeden burada yapılan önerilerin değeri elbette
olamaz. Kusura bakmasın Sayın Baykal, biz Zati Sungur değiliz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu iş hesap işidir, bu iş planlama işidir. O nedenle,
bütçe disiplini, bütçe uygulamalarındaki bugüne kadarki performans devam
ettirilecektir. Değerli Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz hepimize,
siyasi istikrarın, bütçe açıklarını
önlemenin, faiz giderlerini düşürmenin, kamu harcamalarını disiplin altına
almanın, kamunun borçlanma ihtiyacını azaltmanın, finans sektörünü sıkı bir
şekilde kontrol etmenin ve bazı yapısal reformları gerçekleştirmenin önemini
çok acı faturalarla öğretti. Öğrendiklerimizi bir kenara koyup topluma yeni acı
bedeller ödetmeye hiç niyetimiz yoktur. 2001 yılında
yaşadığımız kriz bizim kendi iç hastalıklarımızın bir tezahürüdür. Özellikle
1990’lı yıllar boyunca devam eden siyasi istikrarsızlık her türlü iç hastalığın
oluşmasının zeminini hazırlamıştır. Her kafadan ayrı bir sesin çıktığı
koalisyon ortamlarında sağlıklı kararlar alınamadığı gibi, alınan kararlar da
uygulanamamış veya arkasında güçlü bir iradeyle durulamamıştır. Popülizm had
safhaya varmış, “Kim ne veriyorsa 5 fazlası benden.” diyen politikacı tipi
geçer akçe olunca sosyal güvenlik ve diğer sübvansiyonlarda doğan açıklar,
aşırı borçlanma, yüksek faiz ve bütçe açıklarının kaynağını oluşturmuştur. Bir
öncelik sıralamasına dayanmayan ve plansız yatırım programları, gereksiz
projelere dağıtılan kıt kaynaklar israf olup, heba olup gitmiştir. Siyasete
yapılan postmodern müdahaleler bir yandan
istikrarsızlığı derinleştirirken diğer yandan Türkiye’de eşi görülmedik bir
banka boşaltma operasyonu yürütülmüştür. Müdahalecilerden bir kısmı da
boşaltılan bankaların yönetim kurullarında görev almaktan kaçınmamışlardır. Banka kurmak, çok
özel bir imtiyazdır değerli arkadaşlar, para toplama imtiyazı vermektir, Bakanlar
Kurulu kararıyla para toplama imtiyazı vermektir. Bu imtiyazın verildiği
kişilerin son derece dürüst ve yetkin kişiler olması gerekirken ve beklenirken
“Hamilikart yakinimdir.”, “Tanırım, iyi çocuklardır.”, “Arkasında biz varız.”
mektuplarıyla refere edilen kişilere banka kurma izni
verilmiş, üstelik yapılması gereken denetimler de yapılmamıştır. Bu büyük
soygunu görmek istemeyenlerden daha kör, duymak istemeyenlerden daha sağır kim
olabilir? Devlet gözünü yummasaydı, başını öbür tarafa çevirmeseydi bunlar
olabilir miydi değerli arkadaşlar? Çok şükür ki
milletimiz 2002 sonunda önce siyasi istikrarı kendi eliyle sağlamış, karar
alan, aldığı kararı uygulayan ve arkasında duran güçlü bir siyasi irade ortaya
koymuştur, ortaya çıkartmıştır. Popülizm, plansızlık, israf ve soygun sona
ermiştir. Son altı yıldaki bütçe rakamları, uygulamaları ve yapılan hizmetler
açık bir şekilde bunu ortaya koymaktadır. Değerli
arkadaşlar, işte bunlar, yukarıda saydığımız örnekler bizi 2001 kriziyle
birlikte IMF’nin kapısına götüren gerçeklerdir. 30 milyar dolarlık borç almak…
Hani “Borç alan emir alır.” deniyor ya. Borcu biz almadık, başkası aldı.
Herhâlde emri de onlar almış olmalı. “Siz parayı verin, biz yönetiriz.” denildi
ama onlar dediler ki: “Siz parayı yönetebilseydiniz elinizdeki parayı
yönetirdiniz. Benim verdiğim parayı hiç yönetemezsiniz. Verdiğim parayla
beraber parayı yönetecek adamı da yanında göndereceğim.” Gönderdi mi göndermedi
mi? Gerçek bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Karşılaştığımız manzara budur değerli
arkadaşlar. Biz kararlı bir şekilde hortumcuların hem hortumunu kestik hem de
mallarına el koyarak halkın parasının büyük bir bölümünü geri aldık değerli
arkadaşlar. Kuşkusuz, o gün
olanların siyasi faturasını da halk kesti. O günün iktidar sahiplerinden bir
siyasi parti yüzde 22,5’ten yüzde 1,5’e geriledi, bir başka siyasi parti yüzde
18,5’ten 8,5’e geriledi, bir başka siyasi parti yaklaşık yüzde 15’ten 5’e
geriledi. Eğer böyle bir şey olursa halk kime fatura keseceğini çok iyi
bilmektedir. O günleri biz gördük. Değerli
arkadaşlar, bir örnek daha vermek istiyorum, çok önemli bir örnek: 2000 yılı
Sayıştay raporu var, hazine işlemleri raporu, Türkiye’deki yap-işlet-devret
modellerini inceliyor. Bir baraj hikâyesi anlatıyor, diyor ki: Yüzde 50’si
tamamlanmış bir baraj var. Toplam maliyeti 200 milyon dolara bitebilir fakat
bir anda bazı operasyonlarla yap-işlet-devret’e
alınmış ve dış kredi bulunarak on beş yıl vadeli geri ödeme planıyla
yapılmasına karar verilmiş. 200 milyon
dolarlık işin kaça ihale edildiğini biliyor musunuz arkadaşlar? 960 milyon
dolara. Bunun yaklaşık 700 milyon doları o parayı veren ülkede, geride kaldı.
Çünkü boruların, bütün fittings malzemelerin, hatta
arıtma tesislerinin kumu bile İngiltere’den geldi, bu ülkeden geldi, yaklaşık 700
milyon doları o ülkede zaten kaldı. Suyun satış fiyatını da kendilerinin
belirleyeceği bir anlaşma yapıldı. 142 milyon metreküp suyun satışı hazine
tarafından garanti edildi: “Siz bunu ödeyemezseniz hazine ödeyecek.” Hâlâ
ödüyor. 142 milyon metreküp suyun satışı garanti edildi. On beş yıl geri
ödemeyle kaç para ödenecek biliyor musunuz arkadaşlar? 4,5 milyar dolar. Hâlâ
ödeniyor. Hazine bu parayı hâlâ ödüyor değerli arkadaşlar. HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Bu baraj, hangi baraj? NİHAT ERGÜN
(Devamla) - Eğer bu barajın suyunu on
beş yıl boyunca vatandaş su parası olarak ödeyebilse, bugün yaklaşık olarak
bütün harcamalarla suyun maliyeti yaklaşık 1 YTL, biraz daha düşük, suyun
tonunu 20 YTL’den aşağıya kullanamazdı. BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Neresi burası, neresi? NİHAT ERGÜN
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, bunu hukuka, hukuk kitabına sığdırmış
olabilirsiniz. Bundan ben bir kişiyi de suçlamıyorum çünkü bu iş bir kişinin
boyunu çok aşan bir iş, bu organize bir iş. O bir kişinin bunu yapabilecek kapasitesi
zaten yok tek başına ama bu işin içinde olan aktörlerden birisi olabilir. Hukuk
kitabına sığdırdınız diyelim, bu, ahlak kitabına, bu vicdan kitabına sığar mı
değerli arkadaşlar! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) 200 milyon dolarlık bir işin 4,5 milyar
dolarlık geri ödemeyle yap-işlet-devret’le
yaptırılması hangi ahlaka, hangi vicdana sığıyor değerli arkadaşlar. SONER AKSOY
(Kütahya) – Resmî soygun bu! RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Gereğini yapın! HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Neresi burası, neresi? NİHAT ERGÜN
(Devamla) - O baraj benim vilayetimde
değerli arkadaşlar, Yuvacık Barajı, Kocaeli’de.
Hikâyesi bu. İşte bunlar, Türkiye hazinesini nasıl ellere teslim ettiğimizi…
Şimdi aday o arkadaş. Bakalım ne olacak? Hayırlı olsun. RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Bütün dosyalardan beraat etmiş! NİHAT ERGÜN
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, Sayın
Baykal burada birtakım konuşmalar yaptı ancak belli ki töresini devam ettirdi.
Çünkü yalanlaması yapılmış, tekzibi yapılmış, cevabı verilmiş konulara hiç
itibar etmiyor, sanki verilmemiş gibi… Bütün o söylediklerinin hemen hemen hepsinin cevabı verildi. Bir tanesini örnek vereyim:
Sayın Başbakanlık Müsteşarı, Telekom’da Oger adına
denetim kurulu üyesi olmuş. Sorular, sorular, sorular… “Şöyle mi olmuş, böyle
mi olmuş?” Anlamsız sorular. Değerli arkadaşlar, 11 Kasım
tarihinde Telekom yalanlamış bunu, 12 Kasım tarihinde Başbakanlık Müsteşarı
kendisi yalanlamış bunu, 14 Kasım tarihinde de Telekom yaptığı olağanüstü genel
kurulla bütün yönetim ve denetim kurulu üyelerinin yeni tespitini yapmış,
Ticaret Sicili Gazetesi’ndeki bu hatanın oradaki matbuattan kaynaklandığını ya
da Telekom’un bazı teknik yanlışlarından kaynaklandığını ifade etmiş. Bütün
bunlar yalanlanmış olduğu hâlde, tekzip edilmiş olduğu hâlde şu Meclis kürsüsünden
tekrar tekrar söylendi. Ayıp değil mi? Yakıştı mı
yani bu şimdi? Ha yakıştıysa benim lafım yok, yakışsın, o da size helal olsun! AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – Senin ismini yazmamışlar yanlışlıkla Nihat Bey! NİHAT ERGÜN (Devamla) – Ama bu bir töre. Siz her zaman bunu yapıyorsunuz. Önder Sav bunu yaptı. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Ergün… NİHAT ERGÜN
(Devamla) – “Benim telefonumu dinlemişler…” HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Ergün… NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Seni dinleyen falan yok, sen kendini dinletmişsin. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Ergün… NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Telekom’a başvurdu, Turkcell’e başvurdu,
şuraya başvurdu. Bütün belgeler yalanladı ama hâlâ....
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Siz, şimdi, şu
Çankaya Belediyesindeki yamyam hikâyesi var ya, o yamyam hikâyesini bir
halledin, ondan sonra gelin, konuşalım değerli arkadaşlar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Şu Deniz Fenerini Sabah ATV’yle birlikte
bir açıkla. NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Bugün dünyada yaşanan finansal kriz özellikle ABD kaynaklı salgın
bir hastalık niteliğindedir. Elbette bizim de başımızın ağrımasına, midemizin
bulanmasına, ateşimizin yükselmesine, bir miktar hâlsizliğe yol açmaktadır.
Geçtiğimiz altı yılda iç hastalıklarımızı büyük oranda tedavi ettiğimiz için,
bağışıklık sistemimiz güçlendiği için küresel şoklara bugün daha dayanaklıyız
değerli arkadaşlar. Mali sistemimizde ve bankacılık sistemimizde büyük bir açık
bulunmuyor, disiplin ve denetim altındalar. Gerek Maliye Bakanımızın
konuşmasında açıkladığı gerekse biraz sonra Sayın Başbakanımızın konuşmasında
ifade edeceği alınmış ve alınacak bazı tedbirlerle yolumuza sağlıklı bir
şekilde devam etme şansına sahibiz. Hatta enerji maliyetlerinin azaltılması,
bazı ithal ara mallarının iç piyasada üretilmesi, genel olarak dış ticaret
açığının ve cari açığın düşürülmesi, yeni yabancı sermaye yatırımlarının
çekilmesi ve yeni ihracat pazarlarına ulaşmak gibi fırsatların da yakalanması
mümkün olabilecektir. Hepimiz biliyoruz ki ekonominin yüzde 60’ı psikolojidir.
Dünyadaki bunalımın ülkemize etkilerini sağlam bir psikolojiyle, sabır ile ve
birbirimize daha çok güvenerek daha kolay göğüsler ve aşabiliriz değerli
arkadaşlar. Birçok önemli
olayda insanlar yangından değil, panikten zarar görmektedirler. Toplumda panik havası
meydana getirmeye çalışanlar, amaçları bu olmasa da ülkemize ve milletimize en
büyük kötülüğü yaparlar. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütçenin sosyal devlet uygulamalarına imkân verip
vermediği de çok önemlidir. Sosyal devlet, sosyalist devlet değildir, içtimai
hayatı kolaylaştıran sosyal politikalara önem veren, sosyal hizmetlerin
sayısını ve kalitesini artırmak için kaynak ve çaba harcayan devlettir. AK
PARTİ hükûmetleri ve bütçeleri son altı yılda eğitim,
sağlık, konut, özürlü ve diğer dezavantajlı kesimlere yönelik sosyal yardım ve
destekleme politika ve uygulamaları ile sosyal devletin en güzel örneklerini
vermiştir. 2009 bütçesi de aynı politikaların ve uygulamaların devamı
niteliğindedir. Özellikle, Hükûmetin kömür dağıtımına, belediyelerin gıda ve burs
vermesine karşı çıkanlar ve bunu engellemek için mahkeme mahkeme
dolaşanlar yarın bu insanların yüzüne nasıl bakacaklar değerli arkadaşlar?
Adama sormazlar mı “Fakirin fukaranın kömürüne, gıdasına karşısın…” HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Fitre ve zekâtın üzerine yatanlar bu hesabı nasıl verecekler? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – “…gençlerin belediyelerden burs almasına karşısın. Sen kimin
yanındasın arkadaş? Kimin avukatısın sen?” demezler mi? Derler. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Nihat Bey, Deniz Fenerinde fitre ve zekâtın üzerine yattığınızın
hesabını nasıl vereceksiniz? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – İşte o soruya cevap hazırlayın şimdiden. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Millete “din, iman” deyip kandırmanın hesabını nasıl vereceksin? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, eskiden konut sistemi şöyleydi: On yıl, on beş
yıl para ödüyordunuz, aidat ödüyordunuz. On yıl sonra konutunuzu alabilirseniz
ne âlâ! Alırsanız da yolu, altyapısı olmayan, kötü bir inşaatla yapılmış bir
konuta sahip olabilirsiniz. Eski sistem buydu. On beş yıl öde, on beş yıl sonra
alabilirsen al! Şimdiki sistem ne arkadaşlar? Şimdi al, on beş yılda öde.
Hangisi daha iyi? HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – İnanıyor musun sen buna Allah aşkına? İnanıyor musun ya? NİHAT ERGÜN (Devamla) – Evet. 500 bin konut başladı, 300 binden fazlası teslim edildi. “İnanıyor
musun?” diyor. Gerçek bu. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Vatandaşın elinden arsayı al, rant yap, kâr
et… NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Bu, inanılacak bir şey değil, ispat edilecek bir şey, ispatı mümkün
olan bir meseledir. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Vatandaşın arsasını gasbet, ondan sonra
bunu anlat! Bırak bunu! BAŞKAN – Sayın Okay... Sayın Okay… OKTAY VURAL
(İzmir) – Sen de aldın mı Nihat Bey? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi sunacağım sosyal kesimlere destek
tabloları sosyal devlet gerçeğini bir kez daha açık bir şekilde ortaya
koymaktadır. Buyurun, değerli arkadaşlar, reel kesime sağlanan destekler 2009
bütçesinde de devam edecektir, bunları saymıyorum, arkadaşlar ifade ettiler.
Sosyal güvenlik sistemine yapılacak transferler, bunları saymıyorum,
arkadaşlarım ifade ettiler, tekrar tekrar ifade
etmeyeceğim. Tarım kesimine yapılacak olan destekler, işte 2008’de 731 milyon
olan destek, 2009’da 1 milyar 314 milyona çıkıyor, yağlı tohumlarda 977’den 1
milyar 81’e çıkıyor, hububatta, gübrede, mazotta, kırsal kalkınmada, hepsinde
destekler… AHMET KÜÇÜK
(Çanakkale) – Tarımsal desteği… BAŞKAN – Sayın
Küçük… NİHAT ERGÜN
(Devamla) – …yüzde 80 oranında, yüzde 100 oranında, yüzde 30 oranında döneme
göre artırılarak devam ettiriliyor. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Gübre ve mazota zam ne oluyor? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, özürlülere eğitim desteği 362’den 888 milyona
çıkıyor. İlköğretim öğrencilerine ücretsiz ders kitabı devam ediyor, 217’den
235’e çıkıyor. İlköğretim öğrencilerine öğlen yemeği desteği devam ediyor,
167’den 180’e çıkıyor. Yeşil kartlılara sağlık hizmeti desteği devam ediyor,
3.850’den 4 milyar 109 milyona çıkıyor. Öğrencilere sağlanan burs ve harç
destekleri 508’den 615’e çıkıyor, öğrenim harç kredileri 1.151’den 1.368’e
çıkıyor. Özürlülere evde bakım için, 144’ten 728’e çıkıyor. Sosyal Yardımlaşma
Fonu’na aktarılan ayrıca kaynak 1.685’ten 1 milyar 773’e çıkıyor. Kömür
yardımları da 232’den –bu sizin çok kızdığınız kömür yardımları- 430 milyon
YTL’ye çıkartılarak, yüzde 85 oranında artırılarak devam ediyor. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Kömürden ticarete kızıyoruz, kömürden ticarete. Kömür üzerinden
siyasete kızıyoruz, kömür üzerinden ticarete kızıyoruz. NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, sosyal kesimleri desteklemeye, siz ne derseniz
deyin bizim hükûmetlerimiz ve bütçelerimiz devam
edecektir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın
Ergün, beş dakikanız kaldı. MUHAMMET RIZA
YALÇINKAYA (Bartın) – “8 milyon YTL’ye çıkıyor” diyorsunuz ama Savunma
Bakanınız söylüyor ki: “Benim halkımın ete, ekmeğe giyinmeye ihtiyacı yok.” Bu,
nasıl… BAŞKAN – Sayın Yalçınkaya… NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe uygulamalarında
partizanlık olup olmadığı da elbette çok önemlidir. AK Parti iktidarları, bütçe
uygulamalarında partizanlık yapmadığının en güzel örneğini belediyelere dönük
faaliyetlerinde göstermiştir. Hangi partiden olursa olsun hiçbir belediyenin,
ne kadar borcu olursa olsun yüzde 40’tan fazla payı kesilmemiştir. Biz de
belediye başkanlığı yaptık arkadaşlar, beş kuruşsuz bıraktılar, beş kuruşsuz!
Ama hizmet yapsınlar diye bu uygulamayı yaptık. Devam ediyoruz:
BELDES projelerinden bütün belediyeleri yararlandırdık. Nüfusuna göre,
partisine bakmaksızın bütün belediyeleri yararlandırdık, yararlandırmaya devam
ediyoruz. Belediyelere pay dağıtım kriterlerini
değiştirdik. Şimdi, kalkınmada öncelikli yörelerdeki ve kış şartlarının zor
olduğu yörelerdeki belediyelerimiz eskisine göre daha fazla pay alacaklardır ve
onların hizmet yapabilmeleri için yaz aylarında istisnasız hiçbir tanesini
ayırmadan kesintisiz para gönderme uygulamasını biz başlattık, devam
ettiriyoruz. Bunlar, bizden önce olan işler değildi. 99 yılında Kocaeli’nde
deprem oldu, afet bölgesi ilan edildi, belediyelere kat sayı uygulaması
başladı. Değerli
arkadaşlar, Kocaeli’nde deprem oluyor, Koalisyon Hükûmetinin
liderlerinin illeri de afet bölgesi ilan ediliyor. Böyle bir adalet nerede var
arkadaşlar, nerede? Bartın’da sel oluyor, bu sel vesilesiyle, o günkü iktidar
partisi liderlerinin vilayetleri bir daha afet bölgesi ilan ediliyor, paylar 4
kat, 5 kat ödenmeye başlanıyor. OKTAY VURAL
(İzmir) – Afet olan yerlere yardım yapılmasına niye karşı çıkıyorsunuz? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Afet orada oluyor, para buraya gidiyor değerli arkadaşlar, böyle bir
şey var mı? OKTAY VURAL
(İzmir) – Afete uğramış insanlara yardımdan niye kaçıyorsunuz? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – İşte, biz bu uygulamaların hepsine son vermiş olduk. OKTAY VURAL
(İzmir) – Niye şikâyet ediyorsunuz? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, sözü çok fazla uzatmak istemiyorum. OKTAY VURAL
(İzmir) – Yani, Kocaeli’nde kalıcı konutlar yapıldı diye niye şikâyet
ediyorsunuz? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Ancak, bir iki hususa da değinerek sözlerimi toparlamak istiyorum. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sel olan yere yardım yapıldı diye niye şikâyet ediyorsunuz? BAŞKAN – Lütfen
Sayın Vural… NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Bu dönemde, Türkiye'nin küresel ve bölgesel gücünde de ciddi
artışlar meydana gelmiştir, etkili bir ülke hâline gelmiştir. Medeniyetler
İttifakı Projesi’nden tutun da bölgesindeki ihtilaflara nezaret eden bir ülke
hâline gelmiştir Türkiye ve Türkiye bu yolunda ilerleyecektir değerli
arkadaşlar. Türkiye, TİKA
vasıtasıyla Kafkasya’da, Balkanlarda, Afrika’da, Orta Doğu’da, tarihinde
görülmemiş etkinlikler yapmaktadır. O hizmetleri ben burada sıralayacak
değilim. İnşallah, Başbakanımızın vakti kalır ve o hizmetlerden bir kısmını
kamuoyuyla, sizlerle paylaşma imkânı olur. Ama bu, Türkiye'nin bütün dünyadaki
imajını yenilemiştir. Türkiye alelade bir ülke gibi yönetilemez. Burası
imparatorluk bakiyesi bir ülkedir ve buranın ilişkileri çok güçlü ilişkiler
olmalıdır. Etrafında etkili bir ülke olmalıdır Türkiye. Türkiye böyle
yönetilmelidir değerli arkadaşlar ve AK PARTİ iktidarlarında da böyle
yönetilmektedir. Bazı demokrasi
eleştirileri oldu, demokrasinin tehlikelerinden söz edildi. Değerli arkadaşlar,
demokrasi tehlikeli bir şey değil. Demokrasi içerisinde, vatandaşlarımızın en
tabii haklarını, onlara verilmiş olan tavizler olarak görmek doğru değildir. S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Konuyu çarpıtıyorsunuz. NİHAT ERGÜN
(Devamla) – İnsanların, bu ülkenin asli unsuru olan insanların dillerini
özgürce konuşmak istemeleri ve konuşmalarının, öğrenmek istemeleri ve
öğrenmelerinin, çocuklarına kendi geleneksel isimlerini koymak istemelerinin
tavizle alakası yoktur. Bu bir haktır ve bu haklar vatandaşlarımıza demokrasi
içerisinde iade edilmiş, verilmiştir. Demokrasi,
ayrıca, milletin inşasında bölünmeyi sağlayan değil, bütünleşmeyi sağlayan bir
faktördür. Siz insanlara hakları vermezseniz, insanları kısıtlarsanız, baskı
altında tutarsanız, o insanlar bu ülkeye daha mı çok bağlanırlar
zannediyorsunuz? Bağlanmazlar değerli arkadaşlar, bağlanmazlar. Onun için… S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – “Beğenmeyen çeksin gitsin!” diyen ben miyim? NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu nedenle demokrasi içinde hak ve
özgürlüklerin gelişmesi bizim için çok önemlidir. Milletin inşasında asli
unsurların bir kısmına yasak getirerek milleti inşa edemeyiz ve millete verilen
haklar asla taviz niteliğinde değerlendirilemez değerli arkadaşlar. MUHARREM VARLI
(Adana) – Sana mı düştü? Sen misin karar verici olan? Sana söz hakkı bile
vermezler. NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Son olarak şöyle söylüyorum: Siyasi iktidar elbette sorumluluk
sahibi bir iktidardır. Siyasi sorumluluğun son örneklerinden birisini Amerika
Birleşik Devletleri seçimlerinde gördük. Obama bir konuşma yaptı, “Kazandık,
büyük bir zafer, büyük bir başarı elde ettik. Bu başarı sizin başarınızdır.”
dedi kendisini destekleyenlere, oy verenlere. Sonra McCain
bir konuşma yaptı, dedi ki… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Bitiriniz Sayın Ergün. NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Bitiriyorum efendim. “Yenildik,
başaramadık ama bu benim yüzümden oldu.” dedi. “Benim yüzümden… Siz elinizden
geleni yaptınız.” Değerli
arkadaşlar, bizde böyle mi oluyor? Bizde böyle olmuyor. Yenilenler yenilgiyi
kendi etraflarındakine, hatta oy vermeyenlere buluyor, oy vermeyenlere… “Nankör
millet, bize oy vermedi.” deniliyor, “Bir çuval kömüre oyunu sattı.” deniliyor,
“Bir çuval pirince oyunu sattı.” deniliyor. Böyle siyasi sorumluluk olur mu
arkadaşlar? Şimdi, herkesi
siyasi sorumluluğuna sahip çıkmaya ve önümüzdeki mahallî seçimlerde sizi ne
yaparsanız başarılı sayılacaksınız, ne yapmazsanız başarısız sayılacaksınız
diye objektif bir ölçü koymaya davet ediyorum. Kendiniz için objektif bir ölçü
koyun ve nereye giderseniz başarılı olacaksınız, ne yapamazsanız millet sizi
başarısız sayacak… Bizi göreceksiniz. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sen kendi ölçünü söyle! NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Biz sorumluluğumuzu açıklamışız. Siz birinci parti olun, biz ikinci
parti olalım, biz bırakacağız. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sen kendi işine bak! BAŞKAN – Sayın
Ergün, lütfen bitirin. NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Bitiriyorum efendim. Hatta bir amigo
tutup da partinin çatısına çıkarıp “Ne olur gitme, giderseniz kendimizi buradan
atarız.” da dedirttirmeyeceğiz kimseye, söz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın
Ergün, Genel Kurulu selamlayın. NİHAT ERGÜN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu duygu ve düşüncelerle 2007 yılı kesin
hesabının ve 2009 yılı bütçe tasarısının milletimiz ve memleketimiz için
hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Ergün. Birleşime on
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.09 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 16.24 BAŞKAN: Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş
GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum. Bütçe kanunu
tasarılarının görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Şimdi, bütçenin tümü üzerinde söz sırası Demokratik Toplum
Partisinde. Süreyi 2 arkadaşımız kullanacak.
İlk söz, Grup Başkan Vekili
ve Van Milletvekili Sayın Fatma Kurtulan’a
aittir. (DTP sıralarından alkışlar) Süreyi eşit mi
kullanacaksınız Sayın Kurtulan? FATMA KURTULAN (Van) – Evet. BAŞKAN – Süreniz
otuz dakika. Buyurun. DTP GRUBU ADINA
FATMA KURTULAN (Van) – Teşekkürler. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2009 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
2007 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde görüş
belirtmek üzere Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bütçe
görüşmelerine başladığımız süreç, dünyada 1929’daki ekonomik krize benzer bir
krizin yaşandığı döneme denk gelmektedir. 2007 yılının ikinci yarısından
itibaren ABD konut piyasasında yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle küresel
finans piyasalarında ortamın altüst olduğu, ekonomide durgunluğun ciddi
boyutlara ulaştığı bir durumla karşı karşıyayız. 2006 yılında
yüzde 5,1 oranında büyüyen dünya ekonomisinin büyüme hızı bu yıl yüzde 3,9’da
kaldı. 2009’da öngörülen büyüme hızının ise ancak yüzde 3 düzeyinde
gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Ülkemiz için büyüme oranının ise, ekonomik
kriz göz önüne alındığında, yüzde 1 olması bile çok zor görünüyor. Özellikle
son yıllarda “küresel sisteme entegre olmak” olarak
adlandırılan ama gerçekte dışarıya bağımlı hâle gelen ülkemizin, hem ticari hem
de finansal açıdan dünyadaki bu büyük dalgalanmadan etkilenmemesi mümkün
değildir. Kredi imkânlarının daralmasıyla borçlanma daha maliyetli hâle gelirken
büyüme hızımızın düşmesiyle birlikte işsizlik daha çok artmış, enflasyon
şimdiden yüzde 12’leri aşmıştır. Son yılların
olağanüstü boyutlu yabancı sermaye girişleri, sermaye birikimini ve büyüme
potansiyelini yukarı taşımak yerine ulusal tasarruf oranlarını aşağı çekmiş,
özel tüketim artışlarına dayalı talep genişlemesine katkı yapmıştır. Çok yüksek
tempolu yabancı sermaye girişlerinin büyük bölümü özel sektörün dış
borçlanmasından oluşuyor. Böylece, 2007 yılının ortalarında ülkemizin dış
borçları çoğu sermaye gruplarına ait olmak üzere 226,4 milyar dolarken, bu yıl
296 milyar doları geçmiş durumdadır. Bu gelişmelerin
toplumsal yansımalarına bakarsak, ilk olarak 2001 krizinin, emekçilerin göreli
durumlarının ciddi boyutta bozulmasına yol açtığını hatırlamamız gerekmektedir.
AKP’nin iktidar yılları olan 2002-2008 yılları içinse geniş anlamda işsizlik
artmış, tarımsal istihdam düşmüş, reel ücretler ve tarım-sanayi fiyat makasları
gerilemiş, kısacası bölüşüm ilişkilerinin emek aleyhine bozulması süregelmiştir.
Bütçede en büyük
pay faiz ödemelerine ayrılmakta, son yıllarda bütçenin temel harcama
kalemlerini borç ve faiz ödemeleri oluşturmaktadır. İşçi ve emekçilerden
toplanan vergiler ne yatırımlar ne de toplumsal ihtiyaçların karşılanması için
kullanılmakta, bu gibi alanlara ayrılan kaynaklar göstermelik düzeyde
tutulmaktadır. Böylesi bir tablo karşısında 2009 yılı merkezî yönetim bütçesine
yönelik değerlendirmelerimizi sunarken belirleyici ölçütlerimizden öngörülen
refah düzeyi, adaletli ve eşitlikçi vergi dağılımı, hedeflenen kalkınma
seviyesi, kapsayıcı sosyal politikalara yaklaşım ve nitelikli istihdam
olacağını belirtmek isteriz. Yine öncelikli
olarak belirtmek istediğim bir nokta ise bütçenin hazırlanmasında katılımcılık
ilkesinin dikkate alınmadığıdır. Bu bağlamda demokratik toplumlarda, çağdaş
hukuk devletlerinde bütçenin kaynağını teşkil eden vergileri veren yurttaşların
ve sivil toplum örgütlerinin katılımı ve denetiminin sağlanmamış, görüşlerinin
alınmamış olması şeffaf bütçe oluşmasında büyük bir eksikliktir. Merkezî bütçenin hazırlanmasında sağlıklı bir planlama
yapılmasının öncelikli şartının, yaşanan sosyal dönüşümlerin, doğuracağı sosyal
risklerin dikkate alınması olduğu gerçeği ihmal edilmiştir çünkü bütçe kanun
tasarısının içeriğine bakıldığında da bir borç ödeme bütçesi olarak
hazırlandığı ve ciddi bir toplumsal sorun hâline gelen işsizliğe yönelik olarak
istihdam artırıcı tedbirler sağlayıcı düzenlemelerden yoksun olduğu
görülmektedir. Sayın Maliye
Bakanı sunuş konuşmasında “Bugün bütün dünyayı sarsan küresel mali krizden
asgari şekilde etkileniyorsak bu, altı yıldır uyguladığımız akılcı bütçe
politikalarının bir sonucudur.” diyerek ekonomi politikalarını bir başarı
olarak sunmaktadır. Oysa bu politikaların uygulamada
sermayeyle işçi ve emekçiler arasındaki gelir uçurumunu daha da açtığını,
halkın küçümsenmeyecek bir bölümünün açlık sınırında yaşadığını, 52 milyon
vatandaşın yoksulluk sınırında olduğunu, satın alma gücünün artan bir hızla
düştüğünü, sosyal devlet ilkesinin dönüşsüz olarak terk edildiğini, geniş halk
yığınlarının piyasada tüketici yurttaş konumuna getirildiğini görmezlikten
gelmektedir. Değerli
milletvekilleri, bir devletin demokrasi, eşitlik ve özgürlük anlayışı, bütçenin
nasıl paylaştırıldığı ve nelere harcandığıyla doğrudan ilişkilidir. Sosyal bir
devlette bütçe paylaştırılırken elbette en önemli hedef, bu alanlarda
ilerlemeyi sağlayacak köklü reformları yapmak olmalıdır. Sosyal devlet
anlayışının vazgeçilmez bir gereği olarak, etnik unsurların, kadınların,
çocukların, işçilerin durumlarında her geçen yıl biraz daha düzelme sağlayacak
adil bir bütçe oluşturulması hedef seçilmelidir. Toplumdaki gelir
eşitsizlikleri adil bir bütçe oluşturulduğu oranda azalacaktır. Sosyal devlete
düşen görevlerin daraldığı, devletin asli görevinin savunma, güvenlik olarak
tanımlandığı ülkemizde, az önce saydığım argümanları
hedef alacak adil bir yönetim maalesef yıllardır oluşturulamadığı gibi,
eşitsizlikleri giderme alanında arpa boyu kadar ilerleme sağlanamamıştır. Bütçe
paylaştırılırken katı devlet yapısını koruyacak unsurlara öncelik verilmekte,
büyük payın çoğu doğrudan ya da dolaylı olarak savunma unsurlarına harcanmakta
ve yirmi beş yıldır devam eden çatışmalı ortamda savaş malzemesi olarak
harcanarak heba edilmektedir. Eğitimde, sağlıkta, yoksulluğu azaltma
hizmetlerinde devlet harcamaları görünürde artsa bile mevcut durumda iyileşme
yaşanmamıştır. Yıl içerisinde
savunma harcamalarına bakıldığında ise, bütçede ayrılan payın çok üzerinde bir
harcama gerektiren uygulamaların hayata geçirildiği görülmektedir. Faizin
bütçenin dörtte 1’ini yuttuğu 2008’in ilk sekiz ayında tarıma, yoksullara,
küçük esnafa, kimsesiz çocuklara ayrılan pay toplamda bütçenin yüzde 6’sının
altında kalırken, sınır ötesi operasyonlarda milyonlarca dolar harcanmış,
halkın emeği, alın teri; top, tüfek, bomba olarak bu ülkenin yabancısı olmadığı
anlamsız savaşta kullanılmıştır. Yoksullara
ayrılan bütçe payı faiz bütçesinin yüzde 8’inde kalırken, savunmaya ayrılan
payın ancak beşte 1’ini bulmuştur. Bütçeden Çocuk Esirgeme Kurumuna ayrılan
transferler de yalnızca 228 milyon YTL olmuştur. Mali disiplin adı altında,
sosyal harcamaların IMF denetiminde her geçen yıl azaltıldığı, artan nüfusa
rağmen sosyal harcamaların ve tarıma desteğin giderek düşürüldüğü, rantiyelerin ve devletin baskı araçlarının geliştirilmesine
seferber edilen bir bütçe yasa tasarısı karşımızdayken Sayın Başbakanın gelir bölüşümünün iyileştirildiğini söylemesi iddiadan öte bir
şey ifade etmeyecektir. Krizin en derin etkilerini göstereceği, büyümenin durup
vergi gelirlerinin azalacağı 2009 yılında ise gelir bölüşümünün
iyice muğlaklaşacağı ve hedeflerin tutturulamayacağı
gün gibi ortadadır. Açıkça ifade
etmek gerekirse Hükûmet bütçeyi hazırlarken ortağı
olduğu sermaye gruplarının işini kolaylaştırmayı hedeflemiş, diğer kesimleri
hesaba katmamıştır. Harcamaların 262,1 milyar TL olması öngörülen 2009
bütçesinin gelirleri 248,8 milyar TL olarak hedeflenmektedir. Bu durumda 13,3
milyar TL bütçe açığı ortaya çıkmaktadır. 44 milyar TL faiz dışı fazla olan
bütçede, yine en fazla payın faiz ödemelerine gideceği görülmektedir. 58 milyar
lira olan bu
pay mevcut konjonktürde giderek artacağa benziyor. Hedeflenen enflasyon oranı
yüzde 7,5 iken, büyüme hedefi yüzde 4 olarak belirlenmiştir. Dünyanın içinde
bulunduğu mali kriz göz önüne alındığında büyüme hedefinin yüzde 1 olmasını
bile tahayyül etmekte zorlanacakken, enflasyon oranının şimdiden verilen
rakamın 2 katına çıkması, belirlenen hedeflerin vaatlerden ibaret olduğunu
göstermiştir. Değerli
milletvekilleri, yoksulla zengin arasındaki farkın iyice açıldığı ülkemizin az
gelişmiş ülkeler içinde krizden en çok etkilenen ülke olacağı mutlaktır. Oysa hükûmetlerin görevi, vatandaşın bu gibi durumları en az
maliyetle atlatmasını sağlayacak bir ekonomik istikrar oluşturmaktır.
Güvencesiz çalışanların sayısının giderek arttığı ülkemizde işçiyi ve emekçiyi
sermayenin krizinden koruyacak bir program olmadığı gibi, süreç yoksula karşı
zengini koruma refleksinin iyice açığa çıkması olarak işlemeye başlamıştır.
Krizi bahane ederek zengini daha zengin yapmanın formülünü bulmuş ve âdeta
rehavet içinde olan Hükûmet yoksulu daha da
yoksullaştırmaktadır. Toplam bütçe
ödenekleri geçen yıla göre yüzde 18 artırılırken Millî Eğitim Bakanlığının
ödeneği yüzde 21,7 artışla 27 milyar 883,7 milyon YTL’ye, bunun toplamdaki payı
da yüzde 10,5’ten yüzde 10,82’ye yükselmiştir. İlk ve
ortaöğrenim öğrenci sayısı 15 milyonu, yüksekokul öğrenci sayısı 3 milyonu
aşarken 18 milyon öğrenci için bütçenin ancak yüzde 13’ü harcanıyor. Yani
öğrenci başına ayda ancak 134 YTL bütçe ayrılmıştır. Ana dilleri Kürtçe olan
çocukların kendi dillerinde eğitim görmeleri için bu yıl da ödenek ayrılmazken
Sayın Başbakanın “Tek dil, tek millet.” ısrarı bu konuda adım atılmasının önünü
ciddi ölçülerde tıkamıştır. Sosyal devleti
tasfiye etmiş ve günümüzde eğitimi tamamen paralı hâle getirmiş olan AKP Hükûmeti, eşit eğitim fırsatları konusunda bir tek adım
bile atmamakta kararlı görünmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sağlık harcamalarının hızlı artışına rağmen, sağlık
durumunda beklenen iyileştirmeler gözlenmezken, eşitsizlikler derinleşmiştir.
Bir toplumun asıl gelişmişlik göstergesi olan sosyal politikalar alanında,
eğitim, sağlık harcamalarında, bilgiye erişimde, daha iyi gelecek umudunu
besleyen yaşam süreleri ve kalitesinde, kadın-erkek eşitliğinde Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı’nın 2007-2008 İnsani Gelişme Raporu’na göre 84’üncü
sırada olmamız, 1980’den sonra göreli bir gerileme olduğunu ortaya koymaktadır.
Hükûmet tarafından
Türkiye'nin sağlık göstergelerinde iyileşmeler olduğu söylense de bu alanda
OECD ülkelerinin içinde en kötü durumda olan ülkeyiz. Yani SSGS ile sağlığın
tamamen ticarileştirilip sosyal devlet anlayışını tamamen tasfiye etmiş
olmasına rağmen sağlığa ayrılan payın yüzde 17,5 artırılmış olması ise düşündürücüdür. 5510 sayılı
Kanun’da değişiklik yapan kanunla emeklilik ve sağlık hakları gasbedilmiş, kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın, Türkiye iş
gücü piyasasının özellikleri dikkate alınmaksızın emeklilik yaşı altmış beşe
çıkarılmıştır. Kadınların eve mahkûm
edildiği yasayla iş yerlerinde kreş bulundurma zorunluluğu kaldırılmış, engelli
sigortalılara ve ilk defa çalışmaya malul olarak başlayanlara yaşlılık aylığı
bağlanması zorlaştırılmış ve malullük aylığı oranı düşürülmüştür. Sosyal
güvenlik sisteminin mali dengelerini korumanın yolu kazanılmış hakları geri
almak ve prim oranlarını yüksek tutmaktan değil, kayıt içi sosyal sigortalı
tabanın genişletilmesinden geçtiği bilindiği hâlde sosyal ve ekonomik
koşullarımıza uygun olmayan bu yasanın kanunlaştırılmış olması büyük
haksızlıktır. Bu çerçevede yapılmış olan düzenlemeler bir insan hakkı olarak
tanımlanması gereken sağlıklı yaşama hakkını yoksul yurttaşlarımızın elinden
almış ve kadınların yararına olan yasal düzenlemeleri de ortadan kaldırmıştır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tarım sektöründe 2007’nin ocak-eylül döneminde 2006
yılının aynı dönemine göre yüzde 5,6’lık bir küçülme yaşanmış, 2007-2008’de
tarıma uygulanan tasfiye programının yanı sıra küresel ısınmanın yarattığı
kuraklık damgasını vurmuştur. Kamuya ait gübre fabrikalarının tamamının
özelleştirilmesiyle gübre fiyatları fahiş oranlarda artmış, çiftçi giderek daha
az gübre kullanır duruma gelmiştir. Tarım sektöründe yaşanan bu küçülme 2001
krizinden sonraki en kötü performansı yansıtmaktadır. Çiftçimizin satın alma
gücü 2002 yılı sonuna göre tüketim mallarında ortalama yüzde 45, girdilerde
ortalama yüzde 35 azalmıştır. Bu rakamlar, çiftçilerimize verildiği ifade
edilen desteklerin hiçbir anlam taşımadığını, çiftçinin Hükûmetin
uyguladığı politikalarla sürekli fakirleştiğini ve üretemez hâle geldiğini
ortaya koyuyor. 2002 yılında 9 milyon 300 bin hektar olan buğday ekim alanları
2006 yılı sonunda 8 milyon 490 bin hektara gerilemiştir. Bu nedenledir ki tarım
istihdamı da 2007 sonunda 2002 yılına göre yüzde 24,7 azalmıştır. Şeker pancarı ve
tütün üreticisi hem kotalarla hem de fiyat politikasıyla üretemez hâle
getirildi. Şeker pancarı üretimi 20 milyon tondan 12-13 milyon tona inmiştir. Buğdayda düşük
fiyat, düşük prim politikası uygulanarak çiftçiye alım sıkıntısı yaratılarak,
2007 yılı üretimimiz 16,7 milyon ton iken, 2008’de ancak 18 milyon ton oldu. Ülkemizin kanayan
bir yarası olan mevsimlik işçilere ne yazık ki bu yıl da bütçede hiçbir ödenek
ayrılmamıştır. Bu alanda çalışan vatandaşlarımız güvencesiz olarak
çalışmaktadır. Aynı zamanda tarım kesiminde çalışanlar için düzenlenmiş bir iş
yasası olmadığı gibi, işçilerin gerek kendi yörelerinde gerekse çalışma için
gittikleri yörelerdeki çalışma koşulları Sosyal Sigortalar Yasası’nın sağladığı
olanaklardan yararlanılmasını engellemektedir. Ulaşım olanaklarını da kendi
çabalarıyla yaratmaya çalışan işçiler yollarda hayatlarını kaybederken, çoğu
zaman Kürt oldukları gerekçesiyle valiler tarafından kentlere girişleri
yasaklanmakta ve linç girişimlerine maruz kalmaktadırlar. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; küreselleşmenin temel dinamikleri genel olarak
gelişmiş ülkeler düzeyinde aktif duruma gelmektedir. Gelişmekte olan ülkeler
ise bu sürece uyum sağlama çabası içinde olan ve edilgen olmaktan kurtulmaları
çok zor görünen taraf pozisyonundadırlar. Dışa açılmak isteyen ve kendi içinde
ekonomik bir istikrar oluşturamayan ülkeler, küreselleşme iddialarında büyük
çoğunlukla krizlerden en çok etkilenen ülkeler olmuşlardır. Ülkemizin
küreselleşme sürecine girdiğini, dış dünyayla tam bir entegrasyon
içinde olduğunu söyleyen Hükûmet, gelişmiş ülkelerin
içinde olduğu ekonomik krizin bizi teğet geçeceğini iddia etmişse de yavaş yavaş gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır. Gerçekte bu
ekonomik krizden nasibini alacak olan ülkelerin başında Türkiye gelmektedir,
çünkü Hükûmetin küreselleşme iddiaları arttıkça,
özelleştirme, işten çıkarma, ücretleri düşürme, sendikasızlaştırma ve iş
güvencesinden yoksun bırakma artmış ve zengin ile fakir arasındaki uçurum
giderek büyümüştür. İktidara
geldiğinden beri 8,2 milyon tona yakın bir kömür dağıtımı yapan Hükûmet, vatandaşa kendi kömürünü alacak bir ekonomik
yapıyı oluşturmaktansa kendisine muhtaç bırakmayı ve bununla da ömrünü biraz
daha uzatmayı bir taktik olarak benimsemiştir. Halkın vergilerini kendi cebine
koyup sadaka olarak dağıtması yalnızca mevcut Hükûmete
has bir olgudur. Halkı daha çok yoksulluğa mahkûm edip, halkın alım gücünü
kendi elinde bulundurması tam bir ekonomik despotizmdir. Ekonomi politikasını
sadaka dağıtma olarak özetleyebileceğimiz AKP, bunu yaparken de eşit
davranmamaktadır. Bu süreçte de yerel seçim stratejisine göre bir kategori
oluşturmuş durumdadır. Ekonomide anlayış
böyle olunca küreselleşme sürecinde Hükûmetin hedef
olarak belirledikleri de göstermelik olarak kalmakta ve ülkemizin potansiyeli
ile uyum sağlayamamaktadır. Çünkü iç ekonomik, politik kararlarda ve özellikle
uygulamalarda büyük çıkmazlar bulunmaktadır. 1980’lerden bu
yana dışa açılan ülkemizde ne yazık ki, vatandaşın hayatında değişen pek bir
şey yoktur. 5 Kasım 2008 tarihli Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda da
belirtilmiş olduğu üzere, ülkemiz, 1993 Kopenhag Kriterlerine uygun ekonomik
bir büyüme çizgisini izleyememiştir. Raporda reel gayrisafi yurt içi hasılanın 2005’teki yüzde 7,4 büyüme seviyesinden 2006’da
yüzde 6,1 düzeyine gerilediği, 2007’nin ilk yarısında ise büyümenin yüzde 5,3
seviyesine çekilerek yavaşladığı, reel tüketimin Mayıs ve Haziran 2006’daki
mali çalkantıları izleyen sıkı para politikasının sonucu olarak 2006 yılının
ikinci yarısından itibaren yavaşladığı, çok az yeni iş yaratılabildiği,
istihdamın 2006 yılında sadece yüzde 1,3 büyüdüğü ve özellikle kadın istihdam
oranının yüzde 22-23 seviyesinde düşük seyretmeye devam ettiği vurgulanmıştır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik çıkmazın nedeni ve
mali krizlere karşı korunma gücünün ciddi boyutlarda zayıf olması hiç şüphesiz
yirmi beş yıldır devam eden Kürt sorunu kaynaklı iç ve dış çatışmalardır.
Sorunun ekonomik kaynaklı olduğunda inançlı bir direnç gösteren hükûmetler GAP ile sorunu çözeceklerini iddia etmiş, KÖYDES
ve BELDES gibi harcama kalemleri şeffaf olmayan sözde projeler devreye koymuş,
ancak bölgede hiçbir ekonomik iyileşme sağlanamamıştır. “Havaalanı ve hastane
yapıyoruz daha ne istiyorsunuz?” diyen Sayın Başbakan havaalanlarına getirilen
tabutları, hastanelere taşınan ölü ve yaralı genç insan bedenlerini artık
görmek istemeyen feryatlara ise kulaklarını tıkamıştır. Sorunu çözmek yerine
savaşa yeni ekonomik yatırımlar yapma yolunu seçen Hükûmet
bu yıl savunma harcamalarını göstermelik olarak aşağı çekmiş olsa da savunma
harcamaları için yalnızca bütçeden pay ayrılmadığı, bunun için birçok kaynağın
kullanıldığı hepimizce bilinmektedir. Ekonominin
küresel sürece sorunsuz entegrasyonu için en önemli
koşullardan biri genç, dinamik insan varlığı olduğu hâlde ülkemizde yirmi beş
yıldır devam eden çatışmalarda yaklaşık 50 bin kişinin hayatını kaybettiği
açıklanmıştır. Vatandaşlarımız yalnızca çatışmalarda değil, gösteri ve
yürüyüşlerde de güvenlik güçlerinin müdahaleleri sonucu yaşamını yitirmekte,
güvenlik güçlerinin sert müdahaleleri yetkililerce takdirle karşılanmakta ve
emniyet müdürleri bu marifetlerinden dolayı ödüllendirilmektedir. Bu yıl İçişleri
Bakanlığının bütçesi geçen yıla göre yüzde 41 artırılmıştır. İçişleri
Bakanlığının icraatlarını ise ayrılan bu payı 1 Mayıs kutlamalarında,
nevruzlarda, 8 Martlarda, demokratik taleplere karşı bomba, mermi, panzer ve
cop olarak kullanmak şeklinde özetleyebiliriz. Emniyet Genel Müdürlüğünün
bütçesi bir önceki yıla göre yüzde 20, Jandarma Genel Komutanlığının bütçesi
yüzde 18, Sahil Güvenlik Komutanlığının bütçesi yüzde 14 artırılmıştır. Suç
işleme oranlarını güvenlik önlemlerini arttırarak düşüreceğini sanan ve hiçbir
sosyal politika geliştirmeyen İçişleri Bakanlığı sokaklarda infaz memuru
kesilen güvenlik görevlileri hakkında hiçbir yaptırım uygulamamaktadır. İşçi ve emekçi sınıfının en demokratik taleplerini dile
getirmesinin önüne set çeken, taleplerin üzerine panzer süren, sivil toplum
örgütleriyle masadan kavga ile kalkan, eşit temsiliyet
talebinde bulunan kadınlara “Buyur Ruanda ol.” diyen,
çevrecileri “işsizler güçsüzler” diye niteleyen, basını tehdit eden, işçilere
ve memurlara kendi bayramlarında alanları yasaklayan, çiftçiyi, esnafı
azarlayan, Kürtlere “Ya sev ya terk et.” şartı koşan, “tekçi” anlayışı ile
“çoğulculuğa” düşman kesilen bir Başbakanın ve onun Hükûmetinin
adil bir bütçe oluşturması beklenemez. AGÂH KAFKAS
(Çorum) – Ayıp oluyor! FATMA KURTULAN
(Devamla) – Söylediğiniz şeylerdir, niye şaşıyorsunuz! AGÂH KAFKAS
(Çorum) – Nerede söyledi? Nerede söyledi? SIRRI SAKIK (Muş)
– Ne bağırıyorsun, dinlesene edepsiz adam! FATMA KURTULAN
(Devamla) - Aynen… Aynen… BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… FATMA KURTULAN
(Devamla) – Her yerde söylemişsiniz bunu, her yerde… AGÂH KAFKAS
(Çorum) – Nereden uyduruyorsun! FATMA KURTULAN
(Devamla) – İşçiyi azarlamadınız mı? BAŞKAN –
Arkadaşlar, karşılıklı konuşmayın. FATMA KURTULAN
(Devamla) – Çevrecilere “işsizler, güçsüzler” denmedi mi? BAŞKAN – Sayın
Kurtulan, siz Genel Kurula hitap edin. FATMA KURTULAN
(Devamla) – Politikalarıyla ekonomik ve siyasal kırılganlığı artıran AKP
yönetimi Kürt sorununun çözümünde samimi davranmazken ekonomik sorunlara çözüm
olmak gibi bir iddiası da bulunmamaktadır. Kâbusa dönüşen ekonomik çalkantı
büyük iflaslara yol açmakta, yabancı sermaye girişi azalmakta, işten çıkarmalar
yüz binleri bulmaktadır. Zaten dünyanın en yüksek faiz oranına sahip olan
ülkemizde faiz oranları önü alınamaz bir yükselişe geçmektedir. Sanayide,
ihracatta gerileme başlamış, özellikle AB’den siparişlerin kesilmesiyle
fabrikalar kapılarına kilit vurmuştur. Büyümesini dış kaynak girişiyle
gerçekleştiren Türkiye ekonomisinin, yeni girişler bir yana, stoktaki
azalmalarla dış kaynak ihtiyacı büyümektedir. Kriz öncesinde bile enflasyonu
yükselişe tırmanan, büyüme hedefleri tutmayan, faiz oranları hızla büyüyen,
işsizlik oranı hızla artan AKP’nin ekonomi politikası iflas etmiştir. Gelişmiş
ülkeler nasıl ekonomik krizin yükünü gelişmekte olan ülkelerin sırtına
yıkıyorsa, ülkemizde de Hükûmet bu yükü yoksulun
sırtına yüklemektedir. Piyasa köktenciliğiyle “2020 yılına kadar dünyanın en
gelişmiş ekonomisi olacağız.” diyen Hükûmet, bütün
kaynakları elinde bulunduran yüzde 20’lik kesimin, zam ve işsizlik oranıyla,
geriye kalan yüzde 80’lik kesimin sırtından kalkınmasına katkı ve destek
sunmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Sayın
milletvekilleri, bir ülkenin millî gelir artışının yüksek oluşu o ülkenin
“gelişmiş bir ülke” olarak adlandırılabilmesi için yeterli değildir. Ekonomik
açıdan kalkınmış birçok ülkede sosyal sorunların çözülmediği, etnik ve kültürel
farklılıkların bir iç savaş sebebi olduğu bilinmektedir. BAŞKAN – Sayın
Kurtulan, beş dakikanız kaldı. FATMA KURTULAN
(Devamla) – Teşekkür ederim Başkan. Ekonomik açıdan
gelişmiş birçok ülke insani gelişmişlik açısından zayıf olabilirken daha düşük
gelirli ülkelerin insani gelişmişlik açısından daha iyi durumda olmaları
mümkündür çünkü gelir artışı insan gelişimi açısından gerekli ama yeterli
olmayan bir faktördür. Demokratikleşmeden, ülkemizde yalnızca ekonomik kalkınma
ile sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sağlanacağını vaat etmek, içinde
bulunduğumuz duruma gerçekçi yaklaşmamak demektir. Adil bir bütçe
oluşturabilmesinin önemli şartlarından biri hiç şüphesiz yolsuzlukla
mücadeledir. 4 Ocak 2002 tarihinde IMF’ye verilen taahhütlere uygun olarak ve
kamu ihalelerine şeffaflık getirilmesi iddiası ile çıkarılan Kamu İhaleleri
Kanunu’nun getirdiği en önemli değişiklik, yolsuzlukların artması olacaktır.
AKP yönetimi iktidara geldiği 2002 yılından bu yana neoliberal
politikalarla kendisinden önce hiçbir iktidar zamanında rastlamadığımız
yolsuzluklara adını yazdırmış, “yeniden yapılandırma” adı altında hayata
geçirdiği kuralsızlaştırma ile duruma yasal zemin oluşturmuştur. Anayasa’nın
açıkça yasa ile düzenleneceğini belirttiği konularda gerekli düzenlemeler
yasayla değil, ilgili bakanlıkların yönetmelikleriyle yapılmıştır. Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı her şeyi ne pahasına olursa olsun satacak bir kurum hâline
getirilmiştir. Belediyelerin faaliyetlerini taşeron şirketlere aktararak
özelleştirmeleri yeni yolsuzluklara kapı aralarken, RTÜK Başkanının ve daha
birçok yöneticinin adının karıştığı küresel bir yolsuzluk olarak
nitelendirebileceğimiz Deniz Feneri yolsuzluğu yine bu Hükûmet
döneminde yaşanmıştır. Değerli
milletvekilleri, sosyal hakların en temel vatandaşlık hakkı olduğundan
hareketle devletin toplumdaki bütün bireylerin eşit vatandaşlar olarak topluma
katılmasındaki sorumluluğunu hiç koşulsuz yerine getirmesi gerekiyor. Bu
bağlamda, çağdaş ülkelerde de farklı arayışlar gelişmiş; birçok ülkede sosyal
politika harcamaları, yoksullukla mücadele yöntemleri içerisinde doğrudan gelir
transferini içeren bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu anlayış hiç şüphesiz ki bir
hayır kurumu mantığıyla muhtaçlara yardım yapar gibi değil, yurttaşların hak ve
özgürlüklerini güvenceye alan mekanizmaların sosyal devlet güvencesinde
oluşturulması yoluyla hayata geçirilmelidir. Ülkemizde sosyal yardım
kurumlarının politize olması, hizmetlerin kalitesiz,
verimsiz ve kayırmacılıkla malul olarak… (Mikrofon arıza
nedeniyle kapandı) BAŞKAN – İki
dakikanız kaldı. Teknik bir arıza
nedeniyle birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.53 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 17.04 BAŞKAN: Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş
GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, teknik bir arıza nedeniyle ara vermek zorunda kaldığımız
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum. 2009 Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Bütçenin tümü
üzerinde Demokratik Toplum Partisi Grubu adına konuşmasını tamamlamak üzere Van
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Fatma Kurtulan’ı
kürsüye davet ediyorum. Sayın Kurtulan
buyurun, iki dakikalık süreniz kaldı. (DTP sıralarından alkışlar) FATMA KURTULAN
(Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hazırlanan bütçenin adil ve
ülkemizin gereklerine uygun olmadığı, bu hâliyle onaylanırsa yaralarımızı
sarmayacağı, vatandaşın hayatına hiçbir kolaylık getirmeyeceği açıktır. Sonuç olarak, savaşın son bulduğu, “Tek dil tek millet.” ve “Ya
sev ya terk et.” baskılarının terk edildiği, demokrasinin, insan haklarının ve
özgürlüklerin yüceltildiği, ana dilde eğitim hakkının verildiği, Kürtlerin ve
diğer etnik unsurların varlığının kabul edilip anayasal güvence altına alındığı
bir ülkenin hedeflendiği; kadınların, yaşlıların, çocukların, işsizlerin,
emekçi ve işçilerin unutulmadığı adil bir bölüşümün yapıldığı bir bütçe
tasarısının oluşturulması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Kurtulan. Demokratik Toplum
Partisi adına ikinci konuşmacı, Diyarbakır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Selahattin Demirtaş. Sayın Demirtaş buyurun. (DTP sıralarından alkışlar) Süreniz otuz
dakika. DTP GRUBU ADINA
SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2009 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde görüşlerimizi
sunmak için Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum. Hükûmetin son bir yıllık
icraatlarını değerlendirme fırsatını bulacağımız bütçe görüşmelerine başladık;
şüphesiz ki bütçe görüşmeleri bu açıdan önemli fırsatlar yaratır. Önünü görmek
isteyen, düştüğü hatalardan ders çıkarmak isteyen, yaptığı yanlışların
faturasını halka ödetmek istemeyen samimi ve dürüst hükûmetler
için bütçe görüşmeleri önemli perspektifler sunabilir. Muhalefetin
yapacağı eleştirileri dikkate ve ciddiye alarak kendi özeleştirisini yapan bir hükûmetin ülke için daha yararlı işler yapacağı
muhakkaktır. Bu bütçe görüşmelerinin de bu olgunlukta geçeceğini ümit ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, dünya ölçeğinde şimdiye kadar nadir görülen bir ekonomik
krizin bütün etkileriyle Türkiye’de de yaşandığı bir süreçte önümüzdeki yılın
bütçesini tartışacağız. Hükûmetin, aylardır
Türkiye’yi etkisi altına alan krize karşı önlem almak yerine krizi inkâr eden
yaklaşımı bilindiği için önümüzdeki yılların çok daha zorlu geçeceği
anlaşılıyor. Aslında
inkârcılık konusunda cumhuriyet tarihinin en başarılı olmuş hükûmetinin
kriz karşısındaki tavrı şaşırtıcı değildir çünkü AKP Hükûmetinin
en bariz özelliği sorunları inkâr etme konusundaki istikrarlı tutumudur. Krizi inkâr etmenin mantıklı gerekçesi olarak da “Aslında biz çıkıp
açık açık kriz var dersek asıl o zaman kriz olur.”
gibi tuhaf bir mantıktan hareket edilmektedir ancak bu inkârcı psikolojik
harekâtın komutanı Sayın Başbakan, krizin zaten aylardır yoksul halkın ciğerini
delip geçtiğinin, krizi inkâr eden ve “Bizi teğet geçti.” diyen bir tek hükûmetin kaldığının da ne yazık ki farkında değildir. Türkiye’de 2001
krizinden sonra yaşanan sanal büyümenin lokomotifi olan yabancı kaynak Ekim
2008 tarihinden itibaren Türkiye’yi terk etmeye başladı. Artık batma riski altındaki
“hedge” fonlar, bankalar gerekirse muhtemel
kârlarından vazgeçerek ne götürsek kârdır diye düşünmeye başladılar; özellikle
yıllık 50 milyar dolara dayanan cari açık, 284 milyar dolar dış borç yüküyle
kırılganlaşan Türkiye ekonomisinde borsaya yaptıkları yatırımları kapatıp
açtıkları kredileri faizi, ana parasıyla birlikte
toparlayıp götürmeye başladılar. Bununla birlikte döviz kuru büyük artış
gösterdi. Uluslararası finans kurumuna göre otuz çevre ekonomisine dönük
sermaye girişleri 2008’de 300 milyar dolar geriledi. AKP hükûmetleri
döneminde biraz da global düzeydeki sıcak para
akışının etkisiyle yaşanan ekonomik göstergelerdeki kısmi iyileşmelerin sokağa
yansımadığı, hakça bir paylaşım ve gelir dağılımında adalet yaratılmadığından
Türkiye'nin bir avuç zengininin biraz daha zenginleşmesi dışında hiçbir
etkisinin olmadığı bugün artık daha iyi anlaşılmıştır. Başbakanlığa bağlı TÜİK’in yalan yanlış zorlama rakamları bile bu gerçeği
örtme konusunda yeterli olmamıştır. Mal ve sermaye
hareketlerini 80 sonrası yerkürenin her coğrafyasına taşımayı hedefleyen ve
2000’lere gelindiğinde bunu büyük ölçüde gerçekleştirerek dünyayı global köy hâline getiren küresel kapitalizm 2008’de derin
bir krize girerken, yarattığı ve yaygınlaştırdığı bir hastalık onu dibe çekti.
O hastalığın adı gelir bölüşümündeki uçurumdur. Son otuz yıldır
bilumum coğrafyalarda kâh Asya’da, kâh Rusya’da, kâh Latin Amerika’da, kâh
Türkiye’de ayağı tökezleyerek krize giren küresel kapitalizm bu kez tam
merkezde, emperyalizmin kalbinde krize yakalanırken üretilen zenginliklerin
adaletsiz bölüşümünün krizin ortaya çıkmasındaki rolü
nihayet konuşulmaya başlandı. Küreselleşmenin dünyadaki bölüşüm ilişkilerini
olumlu değil olumsuz yönde etkilediği anlaşılıyor. En adaletsiz
bölüşüm tablosu Meksika ile Türkiye’de, OECD ülkeleri içerisinde. 1980’den
2000’e bölüşümdeki adaletsizliğin pek değişmediği görülüyor. OECD liginin en
adaletsiz bölüşüm tablosuna sahip olmada Meksika ile yarışan ülkemizde gelirden
aslan payını nüfusun yüzde 1’lik azınlığı alıyor. Dolayısıyla kriz hasarını
göğüslemede bulunması gereken iç kaynaklarda da adres bellidir aslında, yüzde
1’lik ultra zengin azınlık. Türkiye’de, banka
mevduatlarında, borsada, kredi kullanımında ve gelir dağılımı araştırmalarında
bu yüzde 1’lik azınlığın hâkimiyeti hemen ortaya çıkıyor. Türkiye Bankalar
Birliği verilerine göre 2007 sonunda bankalarda yaklaşık 75 milyon cüzdan ve bu
cüzdan sahiplerinin yaklaşık 140 milyar YTL’si vardır. Bu cüzdanların yüzde
¼’üne sahip olan süper zengin azınlık mevduatların yüzde 75’ine sahiptir. Yani,
toplam banka mevduatlarının dörtte 3’ü yüzde 1,4’lük azınlığa aittir. Gelelim
kredilere. 2008 ortalarında, BDDK verilerine göre, 343 milyar YTL’lik kredi
kullanılmış görünüyordu. Kredi müşterilerinin binde 7’sinin kredilerin yüzde
43’ünü kullandığı, müşterilerin yüzde 1,8’inin kullandığı kredilerin toplamının
ise yüzde 68’e çıktığını görüyoruz. Piyasanın önemli
ayağı borsaya gelince de durum farklı değildir. Takasbank
verilerine göre borsanın 2007 portföyü 113 milyar
YTL’dir ve yatırımcı sayısı 1 milyonun da biraz üzerindedir. Ancak bunlardan
yüzde 1’lik bir azınlık ya da 10 bin yatırımcı borsa portföyünün
yüzde 81,5’ine sahiptir. Mevduatta,
kredide, borsadaki yüzde 1’in hâkimiyeti, yaklaşık 100 milyar dolarlık altın
stoku ve Türkiye'nin gayrimenkul sahipliğinde de maalesef ki farklı değildir. Dolayısıyla bu
gelir dağılımındaki adaletsizlik bir yandan vatandaşın yaşamını çekilmez hâle
getirirken diğer yandan krizin yükü de, yine gelirlerle, vergilerle, zamanlarla
bu yüzde 1 azınlığa değil, maalesef ki emekçi, yoksul halkın sırtına
yüklenmektedir. TÜİK’in verilerinden
devam edelim değerli arkadaşlar. TÜİK’e göre
Türkiye’de nüfusun sadece yüzde 0,54’ü açlık sınırının altında yaşamaktadır. Oysa, hem Türkiye’deki yeşil kart oranı hem sendikaların
yapmış oldukları araştırmalar hem de çeşitli odaların ortaya koymuş olduğu
araştırma bunun çok daha farklı bir noktada olduğunu, çok daha farklı verilerle
gerçeği yansıttığını ortaya koyuyor. TÜİK’in
verilerine göre, bir vatandaş, günde 1,9 YTL’yi gıdaya harcayabiliyorsa, sabah
kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeği için 1,9 YTL ayırabiliyorsa aç değil
demektir. Günde üç öğününü 1,9 YTL’ye gidermek zorunda TÜİK’e
göre. Oysa, sendikaların rakamları açlık sınırının
1.012 YTL olduğunu göstermekte, yine ATO’nun, Ankara Ticaret Odası verilerinin
de buna yakın olduğu ve bu şekilde en azından Türkiye’de 10,9 milyon kişinin
yıllık ortalama açlık sınırının altında bir gelire sahip olduğu, 70,6 milyon
kişinin de gelirinin yoksulluk sınırının altında olduğu anlaşılıyor. Bir
tarafta bu yüzde 1’lik kesimin muazzam serveti, öte taraftan Türkiye'nin yüzde
75’inin açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor olduğu gerçeği.
Dolayısıyla, kriz için önlem alınacaksa mutlaka ama mutlaka bu gelir
dağılımındaki adaletsizlikler gözetilerek vergi yükü, zam yükü mutlaka
emekçilerin sırtından alınmalıdır değerli arkadaşlar. Bir önemli veri
yeşil kart verisidir. Yeşil kart yoksul olana, geliri olmayana, geliri aylık
126 YTL’nin altında olan, gayrimenkulü veya kayda değer bir menkulü olmayanlara
verilir. Değerli arkadaşlar, bakın, Türkiye’nin özellikle Doğu ve
Güneydoğu’sunda yeşil kart tablosu bu. Aslında bu, yoksulluğun haritası. Bu
şehirlerde yeşil kart oranı yüzde 50’lere yakın, yüzde 50’nin çok az altında,
yüzde 40 ile yüzde 50 arasında bu şehirlerde yeşil kart sahibi insanlar.
Oradaki yurttaşlarımız, demek ki aylık 126 YTL gelirin altında bir gelire
sahip, hiçbir gayrimenkulü yok, kayda değer hiçbir menkulü yok. Bu tablo aslında
seksen yıldır değişmeyen bir tablodur. Bu tablo AKP Hükûmetiyle
birlikte başlamadı ancak devletin bilinçli yoksullaştırma politikasına AKP de
önayak oldu, bu politikayı sahiplenerek maalesef ki bu politikayı sürdürmeye
devam etti. Bu rakamlar da… SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) – Terörden, terörden. SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Devamla) – Seksen yıl önce yoktu onlar. Seksen yıldır bu tablo böyle.
50’lerde de bu böyleydi, 40’ta da böyle, 2008’de de bu tablo böyledir. Bingöl’deki yeşil
kart oranı yüzde 50’ye dayanmış değerli arkadaşlar. Her 2 yurttaşımızdan 1’i
demek ki yoksulluk sınırının, hatta açlık sınırının altında yaşıyor. Yine bir başka
TÜİK rakamı: Ekim ayı itibarıyla yıllık enflasyonun yüzde 12 olduğu ifade
ediliyor. Ancak, bir ailenin ulaşım, gıda, kira, ısınma, haberleşme gibi temel
giderlerine bakılınca bu alanda artışın yüzde 25 olduğu, gerçek enflasyonun
yüzde 25 olduğu görülüyor. TÜİK’in enflasyonu yüzde
12 ama sokağın enflasyonu yüzde 25. Az önce
bahsettiğimiz bu yüzde 75’lik yoksul kesim gıdasını, beslenmesini nasıl
sağlıyor: Mercimek, bulgur, pirinç, makarna, ekmek, kuru fasulye, buğdayla
sağlıyor. Bunlardaki artış oranlarına bakalım değerli
arkadaşlar: Mercimekte yüzde 130, bulgurda yüzde 57, pirinçte yüzde 45,
makarnada yüzde 42, ekmekte yüzde 33, kuru fasulyede yüzde 31, buğday ununda
yüzde 18 ve bu temel gıdalarda yıllık ortalama artış yüzde 26 ama enflasyon
yüzde 12! Dolayısıyla TÜİK’in Hükûmeti
aklamaya yönelik bu çabaları da sokakla, sokaktaki gerçek enflasyonla çelişir
durumdadır. Bir ailenin kira,
ısınma, ulaşım, haberleşme gibi ihtiyaçlarından oluşan 22 maddenin ortalama
yıllık fiyat artışı da yüzde 22,5 civarındadır. Bu da enflasyonun çok çok üzerindedir. En çok artış yüzde 54’le elektrikte. Doğal
gazdaki artış da son zam hariç yüzde 44’e, son zamla birlikte yüzde 80 küsura
dayanmış durumda. Değerli
arkadaşlar, yine TÜİK’in verilerine göre kira artışları
yüzde 13 olarak belirlenirken, telefonda yüzde 20, tüpte yüzde 26 artış
yaşandığı yine sokağın verilerinden anlaşılıyor. Değerli
milletvekilleri, bütçenin millî gelire oranı Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde
40’lara kadar ulaşırken AKP’nin IMF buyruklu “devleti küçültme” operasyonları
sonucu Türkiye’de 2002’de yüzde 36 iken 2008’de yüzde 23’lere kadar düşmüş
durumda. 2009 bütçe
tasarısına göre dünyada ve Türkiye’de ekonomik kriz yoktur, her şey güllük
gülistanlıktır. 2009 yılı bütçe tahminleri, vergi gelirleri, giderler, büyüme,
dolar kuru, özelleştirme, faiz giderleri ve cari transferler yönünden krizin
etkilerini taşımıyor. Örneğin, dolar daha şu anda 1,50 YTL civarındayken buna
rağmen 2009 yılında ortalama dolar kuru 1,41; bu yılın sonuna kadar da hedef
1,28 YTL olarak öngörülmüştür. Tüm ülkelerin
para diye kıvrandığı ve ciddi bir krizin yaşandığı bir dönemdeyiz. 2008 yılı
özelleştirme hedefi olan 11 milyar dolar 8 milyar dolarda kalacak. Buna rağmen
2009 yılında özelleştirmenin hızlanacağı ve yüzde 51 artacağı varsayılıyor.
Yani Hükûmet, 2009 yılında özelleştirmelere büyük bir
hız vererek her şeyi yok pahasına satmaya devam etme konusunda ısrarlı olduğunu
bu bütçede de göstermiştir. 2009 bütçesinde
öngörülen 249 milyar YTL’lik gelirin 202 milyar YTL’sinin yani yüzde 81’inin
vergi gelirlerinden oluşması hedefleniyor. Buna göre 2008’de 175 milyar YTL
olması, 2009’da yüzde 16 artış göstermesi öngörülüyor. 2009’da ithalat
gerileyecek beklenen vergi gelirlerinde ama ilginçtir ki en yüksek vergi artışı
da yine yüzde 22,47’yle ithalde alınan KDV’den bekleniyor. Yani kriz
dolayısıyla ithalat gerileyecek ama bütçenin beklentisi, ithalattaki verginin
yüzde 22, yüzde 23 civarında artışıdır. ÖTV’de de
yüzde 14, dâhilde alınan KDV’de ise yüzde 12 artış bekleniyor. Oysa KDV artışı
2008’in ilk dokuz ayında sadece yüzde 1,5’tir. Yukarıda sayılan dolaylı
vergiler toplam vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 65’ini oluşturuyor. Buna da
dikkat çekmek isterim. 2009 yılında
piyasalarda durgunluk yaşanması, üretimde gerileme olması, işsizliğin artması,
ülkeye gelen 25 milyon turistte azalma olması, inşaat sektöründe yaşanan
durgunluğun devam etmesi, ihracatın ve ithalatın gerilemesi, harcamaların
kısılması bekleniyor kriz nedeniyle. Böyle bir ortamda vergi gelirlerinde,
dünyada ve Türkiye’de sanki hiç kriz yokmuş gibi gelir tahminleri yapılmıştır.
Bu durumda Hükûmete göre demek ki kriz Türkiye’ye hiç
uğramayacak, yukarıda belirtilen bütün sektörlerde tam tersine ciddi bir
canlanma olacaktır. 2009 bütçesinin
diğer kalemlerine de baktığımızda benzer yorumları yapmak mümkündür. Dünyada ve
Türkiye’de sanki hiç kriz yokmuş gibi ya da Türkiye krizden hiç etkilenmeyecek
veya teğet geçecekmiş gibi hazırlanan 2009 bütçe tasarısının revize edilmesi,
hedeflerinin de gerçekçi olarak belirlenmesi gerekiyor. Ayrıca, bütçede
orta vadeli mali planda ve yıllık programlarda kullanılan rakamların hiçbiri
diğerini tutmuyor. Hükûmet, hazırlamış olduğu üç ayrı
resmî belgenin her birinde farklı rakamlar kullanmıştır. 2001 krizinde iki ayla
sınırlı olarak otomobil ve beyaz eşyada KDV 8 puan indirilmiş, sonuçta beyaz
eşya satışları yüzde 89, otomobil satışları yüzde 200 artmış, maliye dâhil
herkes kazanmış sonuç da olumlu olmuştu. Şimdi 2001 krizinden daha büyük bir
kriz yaşıyoruz. 2001’de dünyada kriz yoktu, onlardan borç alabiliyorduk,
ihracat yapabiliyorduk ve sonuçta krizden çıkmayı başarmıştık. Şimdi diğer
ülkelerde de kriz var, onlar da borç para arıyorlar, mal alımlarını kıstılar.
Bu aşamada kimse alışveriş yapmıyor, esnaf, tabiri caizse, sinek avlıyor. Kriz
nedeniyle ertelenen harcamaları ve tüketimi artırmak, piyasalarda bir hareket
yaratmak gerekiyor. KDV indirimi bunu sağlayabilecek, ekonomi canlanacak,
dolaylı ve dolaysız vergi gelirleri artabilecekti. Türkiye bunu tartışıp KDV
indirimi isterken Başbakan ilginç bir açıklama yaptı: IMF KDV indirimine karşı,
hatta bindirim istiyor. Ardından da IMF’nin bazı ürünlerde yüzde 8 olan KDV’nin
yüzde 18’e çıkartılmasını istediği haberi yayınlandı. Belli ki IMF ile anlaşma
olmadan zaten ümüğümüz sıkılmaya başlanmış olacak. Anlaşma yapılınca herhâlde
iyice sıkılacak ve vergi üzerine vergiler, zam üzerine zamlar gelecek. Dönüp
bakıyoruz, KDV oranlarında bugüne kadar göze çarpan en yüksek indirim pırlanta,
elmas, yakut, zümrüt ve incinin yüzde 18 olan KDV’sinin sıfıra indirilmesi
şeklinde olmuş. Yani şu anda gübre, odun, kömür, tükenmez kalem, çocuk emziği, sabun ve daha
birçok şeyde yüzde 18 KDV var, pırlanta ve elmasta KDV yok. Ekmek, peynir, su, ilaç , yumurta, meyve, sebze, defter, kitap, kefen bezinde
KDV var, pırlantada, yakutta KDV yok. O yüzde 1’lik servet sahipleri rahat
alışverişini yapsın diye herhâlde! Değerli
milletvekilleri, 2002 yılında demokratikleşme, Avrupa Birliği süreci, refah ve
özgürlük iddialarıyla işbaşına gelen ve bu söylemini 2007 yılında da sürdürerek
güven tazeleyen AKP Hükûmetinin bugün içinde
bulunduğu durum tam anlamıyla bir hüsrandır. Kürt sorunu başta olmak üzere,
Kıbrıs sorunu, inanç özgürlüğü ve baş örtüsü sorunu,
Alevi sorunu, Ermeni sorunu, Yunanistan ile yaşanan Ege sorunu konularında
çözüm iradesi geliştiremeyen Hükûmet bu alanlarda
statükoya tam anlamıyla teslim olmayı kabul etmiştir. Parti kapatma davasında
elde edilen sonuca karşılık olsa gerek, demokratikleşme, yeni Anayasa, Avrupa
Birliği süreci, baş örtüsü konularında militarizme
taviz verilmiş ve bu çerçevede anlaşma sağlanmıştır. AKP, halkın özgürlük
umutlarını koltuğa değişmiştir. Güvenlik sorunlarını, demokrasi, diyalog ve
barış çerçevesinde çözmek yerine işi orduya havale eden Hükûmetin
bütçesinde de doğal olarak aslan payı yine savunma bütçesine gitmiştir. Oysa
kendi sorunlarını çözmüş bir Türkiye savunma bütçesini kısarak yatırımlara
yönlendirebilir, işsizliği ve yoksulluğu önleyebilirdi. Krizden hızla çıkma
konusunda da diğer çevre ülkelere göre avantajlı olabilirdi. Ancak, ne yazık
ki, altı yıllık AKP Hükûmetleri dönemleri tamamıyla
oyalama ve kandırma dönemleri olarak geçmiştir. Özgürlük ve adalet isteyen
Türkler, Kürtler, Aleviler, baş örtülüler, emekçiler,
yoksullar umduğu hiçbir beklentiyi görememiş, tam tersine bir aşağılama ve
hakaret ile karşılaşmışlardır. İnsanlara “Ya sev ya terk et.”, çiftçilere
“Ananı da al git.”, Alevilere “Marjinal grup.”, emekçiye “Provokatör.” diyen
bir hükûmet demokrasi iddiasında olamaz. Cezaevlerindeki insan sayısının 100 bini aştığı, düşüncelerini
açıkladığı için insanların onlarca yıl cezalara çarptırıldığı, sokakta taş atan
küçük çocukların bile elli altı yıl hapisle yargılandığı, Kürtçe davetiye basan
belediye başkanlarının mahkemelerden çıkamadığı, sokaklarda “Dur” ihtarına
uymadı diye insanların infaz edildiği ve sorumlularının cesaretlendirildiği,
cezaevlerinde ve sokaklarda işkencelerin kesilmediği, devlet koruması altındaki
mağdur kadınların kocaları tarafından infaz edildiği, başını örtüyor diye
kadınların salonlardan, alanlardan dışarı atıldığı bir dönemde Hükûmet hâlen başarıdan söz ediyorsa bu biraz da ayıp olur.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, izninizle son dakikalarımı son bir yıl içerisinde yaşanan insan
hakları ihlallerine ilişkin örneklerle tamamlamak istiyorum: “İşkenceye sıfır
tolerans.” sloganıyla işe başlayan AKP İktidarının son iki yılında adliyelere
4.662 işkence başvurusu yapıldı. 10.886 polis, jandarma ve diğer kamu görevlisi
işkenceyle suçlandı. Bunlardan sadece 614 olayda 1.223 polis, jandarma ve diğer
kamu görevlisi hakkında işkence davası açıldı. Mağdurların 480’i çocuk olmak
üzere 7.301 kişiden 6.268’i erkek, 553’ü de kadınlardan oluştu. 1 Ocak 2006
tarihinden 30 Nisan 2008 tarihine kadar 2’si ikinci sınıf emniyet müdürü, 3’ü
dördüncü sınıf emniyet müdürü, 11’i emniyet amiri, 22’si başkomiser,
33’ü komiser, 12’si komiser yardımcısı ve 839’u polis memuru olmak üzere toplam
922 polis hakkında da zor kullanma sınırını aştığı gerekçesiyle idari
soruşturma açıldı. Bunlarla ilgili yapılan işlemlerde ise çoğunda zaman aşımı
veya ceza tayinine mahal olmadığı kararı çıkarken sadece 1 başkomiser,
komiser ve komiser yardımcısı aylık kesme cezasıyla cezalandırıldı. 1 polis
kınama, 1 polis aylık kesme, 6 polis kısa süreli kıdem durdurma, 2 polis de
uzun süreli kıdem durdurma cezası aldı. 1 Haziran 2007’de
kamuoyunda çok tartışılan, insan hakları örgütlerinin de çok eleştirdiği bir
yasal değişiklik yapıldı. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda yapılan bu
değişikliklerin yürürlüğe girmesinin ardından yaşanan polis şiddeti her geçen
gün sokakta arttı. Bunlardan birkaç örnekle hatırlatma yapmak istiyorum:
İzmir’de polisin “Dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle ateş ettiği yirmi
yaşındaki Baran Dursun adlı genç yaşamını yitirdi. Hüseyin Turgut
Yalova’da park etme meselesi yüzünden tartıştığı polisin açtığı ateş sonucunda
öldü. Şırnak’ta yapılan
bir gösteriye katılan on altı yaşındaki Yahya Menekşe polis panzeri altında
kalarak yaşamını yitirdi. Van Erciş’te 8
Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yapılan şölende polis tarafından dövülen elli bir
yaşındaki Mehmet Deniz yaşamını yitirdi. Van’daki “Nevroz” olaylarında polisin
açtığı ateş sonucu Zeki Erinç yaşamını yitirdi. Yüksekova’daki
“Nevroz” kutlamasında İkbal Yaşar polis tarafından vurularak öldürüldü. Van’daki “Nevroz”
a polis müdahale etti otuz yaşındaki Ramazan Dal yaşamını yitirdi. İkbal Yaşar’ın
cenazesinde bu sefer Fahrettin Şedat polis tarafından
vurularak öldürüldü. Ankara Mamak’ta
polisten kaçan Ercan Ceylan vurularak öldürüldü. Iğdır’da karakola
götürülmek üzere polis aracına bindirilen yirmi iki yaşındaki Vusale Süleymanova ölü olarak
indirildi. Zonguldak’ta
gözaltına alınan otuz sekiz yaşındaki Metin Yüksel gözaltında fenalaştı.
Hastaneye kaldırılan Yüksel öldü. Ankara’da polisin
“Dur” ihtarına uymayarak otomobiliyle kaçtığı iddia edilen Gürsel Varol açılan
ateşle öldürüldü. İstanbul
Bahçelievler’de polis memuru Mustafa Atasoy yirmi üç
yaşındaki Cem İnci’yi kendisine küfrettiği gerekçesiyle vurarak öldürdü. Sivas’ta “Dur”
ihtarına uymayarak kaçtığı iddia edilen Turan Özdemir öldürüldü. Bursa’nın Nilüfer
ilçesinde polis “Dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle yirmi dört yaşındaki
Cengiz Koç’u vurarak öldürdü. Sarıyer’de
gözaltına alınan Engin Çeber gözaltında gördüğü ağır
işkence sonucunda götürüldüğü Metris Cezaevinde hayatını kaybetti. İstanbul Bağcılar’da otuz yaşındaki Ahmet Laçin,
Bağcılar polis merkezinde dövüldü ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Ağrı Doğubeyazıt’taki protesto gösterisine polis müdahalesinde
Ahmet Özhan öldürüldü. Antalya’da polis
“Dur” ihtarına uymadığı iddiasıyla motosikletiyle gezen on sekiz yaşındaki
Çağdaş Gemik’i vurarak öldürdü. Ankara’da
hırsızlık zanlısı on yedi yaşındaki Soner Çankal’ı
ayağından vurarak yakalayan polis daha sonra kafasına ateş etmek suretiyle
ölümüne neden oldu. Değerli
arkadaşlar, bunlar son bir yıl içerisinde Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda
yapılan değişiklik sonrası yaşanan vakalar. Kültürel haklara, dil hakkına ve
ayrımcılığa yönelik binlerce ihlalden birkaç örnek de vermek istiyorum. Nefes darlığı
şikâyetiyle Özel Keçiören Hastanesine götürülen on dört yaşındaki “Rojda”, isminin Kürtçe olmasından dolayı muayene edilmedi.
Konuyla ilgili
açıklama yapmayan hastane yetkilileri “Rojda”nın
annesini arayarak “Zaten ortam gergin, bu tür haberlere gerek yok.” dedi. Erzurum
Cezaevinde tutuklu olan Fettah Karataş adlı mahkûm
Türkçe bilmeyen annesiyle Kürtçe telefon görüşmesi yapmak istedi ancak izin
verilmedi. Diyarbakır Kayapınar Belediyesi tarafından yapımı tamamlanan üç parka
verilen Kürtçe isimler Kayapınar Kaymakamlığı tarafından sakıncalı
bulunarak yasaklandı. Cumhuriyet
Başsavcılığı Dicle Üniversitesinde Kürdoloji
enstitüsü ve Kürt dili ve edebiyatı ana bilim dalı bölümlerinin kurulması için
başvuruda bulunan Diyarbakır Barosu yönetimi hakkında inceleme başlatılmasına karar verildi. DTP Siirt
Milletvekili Osman Özçelik, yaklaşan Kurban Bayramı
nedeniyle Meclis Basımevinde üzerinde Türkçe ve Kürtçe “Kurban Bayramınızı
kutlar, çalışmalarınızda başarılar dilerim.” yazılı davetiye bastırmak istedi,
talebi Meclis Başkanlığından dönen Özçelik, bu kez de
Meclisin boş kartına kendi imkânlarıyla davetiye bastırdı ve Meclis Genel
Sekreterliğine başvurarak davetiyenin Meclisin dağıtım sistemiyle dağıtılmasını
talep etti. Özçelik’in bu talebini, Meclis Genel
Sekreterliği, “bunun uygun olmadığı” gerekçe gösterilerek, reddetti. AKP Hükûmetinin yaşam hakkına, işkence yasağı hakkına, ifade
özgürlüğü hakkına, ana dilde eğitim ve yayın hakkına, kültürel haklara saygı
duymadığı artık bilinen bir gerçektir. Peki, AKP’nin en çok önemsediği baş örtüsü sorununda durum nedir? Binlerce örnekten bunun da
birkaç örneğini hatırlayalım: Van Araştırma
Hastanesinde doktor odaya girince, Ayfer Susuz adlı refakatçiyi tesettürlü
olarak görmüş ve kendisine nahoş sözler sarf ederek sataşmada bulunmuştur,
sonra da yanında bulunan doktorlara dönerek “Bunu burada görmek istemiyorum.”
diyerek doktorların refakatçiyi odadan çıkarmalarını sağlamıştır. Bursa Barosu
avukatlarından Avukat Vildan Doğan hakkında, baro seçimlerinde başörtülü oy
kullandığı gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Asker oğullarını
ziyaret için Malatya’ya giden ve astsubay orduevi misafirhanesinde kalan
aileden anne ve kızın başörtülü olduğunu gören bir astsubay aileyi
misafirhaneden kovmuştur. Genelkurmayın
Kara Kuvvetleri Komutanlığı yazlık bahçesinde verdiği resepsiyona,
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
eşleri başörtülü oldukları için davet edilmemiştir. Gelibolu Namık
Kemal İlköğretim Okulunda, yasalar İstiklal Marşı okunurken başın açık olmasını
gerektirdiği için, başörtülü veliler okul bahçesinden tören sırasında dışarı
çıkarılmıştır. Astsubayın
öğrenci kızını almak için 3. Kolordu Komutanlığına, astsubay lojmanlarına giden
öğrenci servis aracının içeri sokulabilmesi için serviste bulunan bir başörtülü
kızın baş örtüsü açtırılmıştır. BAŞKAN – Sayın Demirtaş, beş dakikanız kaldı. SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan. Bu kısa
örneklerle hatırlatmaya çalıştığım insan hakları sorunlarını çözmek iddiasıyla
iş başına gelmiş bir hükûmetin, bugün içine düştüğü
acıklı durumu nasıl açıklayacağını doğrusu merak ediyoruz. Yeni bir anayasa
yapma sözü verip zoru görünce vazgeçen bir hükûmetten
çok fazla bir şey beklenmemesi gerektiği artık açıkça anlaşılmıştır. Tarihte,
özgürlüğün, egemenler tarafından ezilenlere armağan edildiğinin bir tek örneği
var mıdır? Özgürlüğün, mücadele etmeden, bedel ödemeden elde edildiği görülmüş
müdür? Baskıcı, inkârcı zihniyetle mücadele etme yerine, onlarla uzlaşarak,
anlaşarak birlikte ezme politikasının hesabını halka vereceğinizi asla
unutmayınız. AKP’nin, giderek celladına benzeme psikolojisiyle hareket ettiği, Türkiye’de
iktidar olabilmek için ezmek gerektiği anlayışını iyice benimsediği görülüyor.
Eşi başörtülü diye bir zamanlar kendisinin eli sıkılmazken ve hâlen bu nedenden
dolayı törenlere davet edilmezken şimdi kendisi aynısını bize, yani DTP’ye yapmaya çalışıyor. Kendisi bir zamanlar okuduğu bir
şiirden dolayı hapislere atılırken şimdi kendi Başbakanlığı döneminde insanlar
düşüncelerinden dolayı sokak ortasında linç ediliyorlar. Çocuklar başlarını
kapatıyor diye kürsüden indirilirken demokrat kesilenler, şimdi sokaklarda
çocuklar taş attı diye elli altı yılla yargılanmalarını sadece izliyorlar. Tam
da bu noktada Churchill’in bir sözünü hatırlatmak istiyorum: “Uçurtmalar,
rüzgâr gücü ile değil, o güce karşı koydukları için yükselirler.” Tam anlamıyla statükoya teslim olmuş bir siyasi anlayış için söylenecek
çok da fazla bir şey yoktur aslında. Zaman içerisinde düşüncelerin değişime
uğraması, hatta dünya görüşünün tümden değişmesi bile anlaşılırdır. Ancak,
teslimiyet gibi onur kırıcı bir yaklaşım, özgürlüğüne sevdalı bu halk
tarafından asla kabul görmeyecektir. Yarınlar özgürlüğü için direnenlerin
olacaktır. Değerli
arkadaşlar, bütçe görüşmelerinin halkımız için faydalı olması temennisiyle
milletvekili arkadaşlarıma şimdiden başarılar diliyor, hepinizi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Demirtaş. Sayın
milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki gruplar adına yapılan konuşmalar sona
ermiştir. Şimdi bütçenin
lehinde, Mardin Milletvekili Sayın Cüneyt Yüksel konuşacaklar. Buyurun efendim.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sayın Yüksel,
süreniz on dakikadır. CÜNEYT YÜKSEL
(Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2009 yılı merkezî yönetim bütçesinin
tümü hakkında şahsım adına lehte söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyor, iktidar ve muhalefetin değerli katkılarıyla on iki gün boyunca
görüşeceğimiz 2009 yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını
diliyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye, AK PARTİ’nin
gerçekleştirdiği reformlarla birlikte artık iç ve dış şoklara karşı daha
dayanıklı bir ekonomiye sahip, küresel ekonomiye önemli katkılar sağlayan bir
aktör, artık dış politikada attığı proaktif adımlarla
bölgemizde ve dünyada etkin bir ülke. Türkiye, bu reformlarla artık demokrasisi
daha güçlü, sosyal devletin gerekliliklerini yerine getiren tüm dünyaya örnek
bir ülkedir. Değerli
milletvekilleri, bildiğiniz gibi Avrupa Birliği, üye ülkelerde ekonomik istikrarın
ve mali performansın bir göstergesi olarak Maastricht
Kriterlerini oluşturmuştur. Türkiye, 2002’de gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 11,5 olan bütçe açığını yüzde 1,6’ya
indirerek, yine 2002’de yüzde 73,7 olan AB tanımlı borç stokunun gayrisafi yurt
içi hasılaya oranını yüzde 38,9’a düşürerek Maastricht
Kriterlerini karşılamıştır ve karşılamaya da devam edecektir. İşte, bunun adı
istikrardır, bunun adı mali disiplindir. Bunun anlamı, Türkiye'nin sırtındaki
yüklerden her geçen gün biraz daha fazla kurtuluyor olması demektir. Biz, güven ve
istikrarla, bilgiye dayalı kararlar ve daha fazla demokrasi ışığında, iyi,
saydam bir yönetimle, 1990’ların kayıp yıllarını kazanılmış yıllara
dönüştürmeyi başardık. Büyümede olsun, millî gelirimizde olsun, enflasyonda
olsun, dış ticaret hacmimizde olsun ve kabul ettiğimiz küresel sermayede olsun
veyahut bizim girişimcilerimizin küresel sermayeye katkıları olsun başarımız
ortada. İşte, güçlü ekonomik performansın bir sonucu olarak da IMF nezdindeki oy gücümüz arttığı gibi, proaktif
dış politikamızda gösterdiğimiz başarı en yüksek oyla Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmemizle teyit edilmiştir. Türkiye
barışa, istikrara, küresel ekonomiye ve küresel güvenliğe çok önemli katkılar sağladı ve
sağlamaya devam edecektir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmetimiz saydam,
güvenilir ve hesap verebilir politikalar izlemektedir. Bizim uyguladığımız
ekonomik politika, etik
standartları olan, demokratik, serbest bir piyasa ekonomisidir. Şundan
herkes emin olmalı ki bizim en büyük kuvvetimiz, bugün de yarın da etik,
dürüst, açık bir siyaset izliyor olmamızdır. Bu başarılı tabloda
küreselleşmenin fırsatlarını en etkili mali politikalarla değerlendirmemizin
payı büyüktür. Değerli
milletvekilleri, dünya ekonomisi bugün yaşadığı mali ve ekonomik krizle eşine
yüz yılda bir rastlanan ve sonuçları itibarıyla da önümüzdeki on yıllara şekil
verecek tarihî bir süreçten geçmektedir. Bu bir küresel krizdir. Bu küresel
krize, küresel iş birliğiyle küresel cevap vermeliyiz; korkunun yerine
piyasalara güven vermeliyiz. Şurası kesin bir gerçek ki bizler bu krizde diğer
ülkelerin yaşadığı ağır sorunları yaşamıyoruz. Çünkü gözlerimiz yıldızlarda,
ayaklarımızı da yerden ayırmadık. Çünkü 2002 senesinden önce yaşanan krizlerden
gerekli dersleri çıkardık. Çünkü iyi düşünülmüş, kapsamlı bütçe planları
yaptık. Biz, güçlü bir bankacılık ve finans sistemi kurduk. Diğer devletler
kamu reformlarının önemli bir ayağı olan sosyal güvenliğin iyileştirilmesinden
kaçarken, biz çağdaş standartlara uygun, uygulanabilir bir sosyal güvenlik
yasasını yürürlüğe koyduk. İnovasyona önem verdik,
Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkındaki Kanunu
çıkardık. Bu sayede Türkiye yarınların dünyasına marka olarak adını yazdıracaktır.
Bakınız, bu hafta e-devlet kapısı da açılacaktır. Çıkarttığımız
istihdam paketiyle işsizliğe çare aradık. Önümüzdeki dönemde de en önemli
önceliğimiz işsizliğe çare bulmak olacaktır. Bununla birlikte KOBİ’lere
verdiğimiz “can suyu” ile vatandaşlarımızın yurt dışındaki mevduatlarıyla
ilgili “Varlık Barışı” adı altındaki düzenlemeyle, muhasebe ve denetim
standartları hakkındaki kanun tasarısı ile reformlara devam ettik ve edeceğiz. Yine geçtiğimiz
ay, tüm dünyada etkisini gösteren bu küresel kriz ortamında, cumhuriyet
tarihimizin en önemli hukuk reformlarından biri olarak değerlendirilmesi
gereken Türk Ticaret Kanunu hakkında görüşmeleri başlattık. Bakınız,
geçtiğimiz ay düzenlenen G-20 toplantısında mali kriz için alınabilecek
önlemler tartışıldı. IMF ve Dünya Bankasının yeniden
yapılandırılması gündemde. Küresel ekonominin IMF ve Dünya Bankası
yoluyla gerçekleştirilmesi planlanan faydaların daha azına değil, daha
fazlasına ihtiyacı var. Bugünkü ortamda ticaret akımlarına engel konulmaması ve
korumacı eğilimlere karşı çıkılması bu krizin etkilerinin hafifletilmesi
bakımından özel bir önem taşımaktadır. Öne çıkan tedbirler arasında finansal
sistemin gözetimi ve muhasebe standartlarının iyileştirilmesi yer almaktadır. Hükûmetimiz küresel
ekonominin nabzını iyi tutarak bu adımları çok önceden atmıştır. Bu süreçte
ateşleyici güçlerimiz olan kültürel zenginliğimiz ve değerlerimiz, girişimcilik
ruhumuz, birlik ve beraberlik ruhumuz, güven ve istikrar, genç nüfusumuzun
dinamizmi, Avrupa Birliği müzakere süreci, etik standartları olan demokratik
serbest piyasa ekonomimizle Türkiye küresel krizi fırsata dönüştürecektir.
Hayallerimiz gerçekçi, hedefimiz büyük, vizyonumuz
geniştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2009 yılı bütçesinin hedefi eğitim, sağlık ve sosyal
nitelikli harcamalar ile bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasına yönelik
harcamalara daha fazla kaynak sağlamaktır. Bizler biliyoruz ki eğitim
sürdürülebilir kalkınma için bir ön koşuldur. İlk defa İktidarımız döneminde
eğitime ayrılan pay diğer kurumların önüne geçmiş ve en fazla payı almıştır.
Yine, mahallî idarelerin mali yapılarının güçlendirilmesi de bizim için büyük
önem taşımaktadır. Biz insanımızı
ayırmıyoruz, tüm vatandaşlarımıza eşit hizmetler götürüyoruz, götürülmesine imkân
tanıyoruz. Çünkü kamu kaynağını kim harcarsa harcasın hizmetten yararlanan bu
ülkenin insanlarıdır. 2009 yılı bütçesi
halka hizmeti en öncelikli hedef olarak belirleyen bir bütçedir. Ekonomik
kalkınmaya odaklanmış, bireysel ve toplumsal refahı gözeten, cumhuriyet
tarihinin sosyal yönü en güçlü bütçelerinden biridir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmetimizin bölgesel
kalkınmaya verdiği önem açıktır. Sadece GAP için 2002-2008 döneminde 14,5
milyar Türk lirası tutarında ek finansman öngörülmüştür. Bakınız Güneydoğu
Anadolu Projesi başta tarım ve enerji konuları olmak üzere yaşanan küresel kriz
ortamında da bütün dünyanın örnek alması gereken bir kalkınma projesidir.
Bizler kendi kalkınmamızı her zaman kendi kaynaklarımızda, kendi insanımızda arıyoruz.
Bu inanç ve güvenle şekillenen 2009 bütçesiyle amacımız, büyümenin geniş tabana
yayılmasıdır. Bu bütçeyle Türkiye’nin gelecekteki kalkınmasına, çocuklarımızın
yaşam kalitesinin yükselmesine yatırım yapmaktayız. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biz sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı demokratik
kalkınmayla birlikte inşa etmek için yola çıktık. Bizler topyekûn adalet ve
kalkınmanın olduğu bir düzen için, hukukun üstünlüğü için, birçok farklılık
içerisinde vatandaşlarımızın seçme özgürlüğü olduğu bir demokrasi için
çabalıyoruz. 2009 bütçesi her
milletvekilinin gönül huzuruyla kabul edebileceği bir bütçedir. Çünkü bu bütçe
istikrarın ve refahın artırılmasını dikkate alan bir bütçedir. Çünkü bu bütçe
sosyal devlet anlayışını benimseyen bir bütçedir. Çünkü bu bütçe yaşanmakta
olan küresel mali ve ekonomik krize karşı ekonomimizin dayanıklılığını daha da
artıracak bir bütçedir. Bu duygu ve
düşüncelerle sözlerimi bitirirken, 2009 bütçesinin hazırlanmasında emeği geçen
herkese teşekkürlerimi sunuyor, 2009 bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını
temenni ediyorum. Yüce heyetinize
tekrar saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yüksel. Sayın
milletvekilleri… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, eleştirilere… BAŞKAN - Eleştirilere Hükûmet
adına Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan yanıt verecektir. Buyurun efendim.
(AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar) Sayın Başbakan,
süreniz altmış dakikadır. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2009 mali
yılı bütçe kanununu görüşmek vesilesiyle değerli heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. 2009 yılı
bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini diliyor, konuşmamın
başında, şu ana kadar komisyonlarda verilen gayret ve bu bütçenin
hazırlanmasında emeği geçen, katkı veren herkese huzurlarınızda teşekkür
ediyorum. 60’ıncı Hükûmet olarak ikinci bütçemizi, 58, 59 ve 60’ıncı hükûmetler olarak da yedinci bütçemizi bugün Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşmeye başlıyoruz. Şunu memnuniyetle ifade
etmek istiyorum: Tıpkı önceki altı bütçe gibi yedinci bütçemiz de Türkiye'nin
potansiyelini açığa çıkaran, Türkiye'nin zenginliğini, dinamizmini,
imkânlarını, kaynaklarını, fırsatlarını yine Türkiye’ye kazandıracak bir bütçe
olmuştur. 2009 yılı bütçesi küresel finans krizini Türkiye için fırsata
dönüştürme bütçesidir. Bu bütçeyle
insanımızın en temel eğitim ve sağlık ihtiyacını -özellikle bunu- takip etmeye
ve karşılamaya devam ediyoruz. Yoksullukla mücadelemizi hız kesmeden
sürdürüyoruz. Devletimizin imkânları ölçüsünde, çiftçinin ekip biçtiği mahsulün
hakkını veren, köylümüzü yol, su ve diğer altyapı hizmetlerine kavuşturan,
işçinin, memurun alın terini karşılıksız bırakmayan, emeklinin geçimini ön
planda tutan, öğrencinin eğitim, barınma, yiyecek ihtiyaçlarını karşılayan,
özürlü ve bakıma muhtaç vatandaşlarımıza destek olan anlayışımızı,
perspektifimizi muhafaza ediyoruz. Ülkemizin dört
bir tarafına ihtiyaç duyduğu yatırımları götürüyor, reel kesimi destekliyor,
bilime, araştırmaya-geliştirmeye yine önemli pay ayırıyor, mahallî
idarelerimize destek oluyoruz ama bunu göremeyenler yok mu? Var. Gözü var ama
göremiyor. Burada tabii ki bizim bir şey söyleyecek hâlimiz de yok. Türkiye'nin
seksen bir vilayetinde altyapı yatırımlarından tutunuz, üstyapı yatırımlarına
varıncaya kadar bu yatırımları çok açık, net görmek isteyen aslında görüyor ama
burada, gelip de bunu söyleyemiyor; kapalı kapılar arkasında bunu söylüyor ama
burada söyleyemiyor. Milletim bunu çok iyi biliyor ve zaten 29 Mart bunun aynı
zamanda bileşkesi olacaktır. Bunu da çok açık, net orada göreceğiz. Önceki
bütçelerimizde olduğu gibi, 2009 bütçemizde de ekonomik kalkınmaya odaklanmış,
bireysel ve toplumsal refahı gözeten, sosyal yönü güçlü bir bütçeyi Türkiye’ye
kazandırıyoruz. Esasen, gerek önceki altı bütçemizde gerek altı yıllık
İktidarımız boyunca yaptığımız budur. Değerli
arkadaşlar, biz, Türkiye’ye inandık, Türkiye'nin potansiyeline inandık,
Türkiye'nin zenginliklerine, dinamik iş gücüne, girişimci ruhuna inandık,
“Kaynak Türkiye’dir” dedik ve Türkiye'nin kaynaklarını yine Türkiye için aktif
hâle getirdik. Geçmiş dönemin geri kalmışlığını, krizlerini vurgulayarak değil,
daha iyiye, daha güzele ulaşmayı vurgulayarak yolumuza devam ettik. Elde
ettiğimiz her başarıyı kriz sonrası toparlanma olarak değerlendirenler,
ülkemizin, Hükûmetimizin başarılarını şansa, tesadüfe
havale edenler oldu. Bugün de bunu burada, az önce dinledik. Milletin
sevincini, milletin başarısını, milletin umudunu karartmaya çalışanlar,
başarılarımıza kulp takanlar oldu ancak altı yıllık performansımız ortaya koydu
ki hiçbir başarı tesadüfi değildir. Altı yılda
ulaştığımız tarihî başarıların, kırılan rekorların, “sesiz devrim” olarak
nitelenen dönüşümün arkasında büyük bir hazırlık vardır, ciddi bir çalışma
vardır, vizyon vardır, azim ve kararlılık vardır, aşk
vardır, cesaret vardır. “Türkiye’yi muasır medeniyetler
seviyesinin üzerine çıkaracağız.” dedik, “Türkiye'nin makûs talihini
kıracağız.” dedik, “On yıllar boyunca üst üste birikmiş kronik meseleleri tek tek çözeceğiz.” dedik, “Cumhuriyetimizin 100’üncü kuruluş
yıl dönümünde, 2023’te Türkiye’yi dünyanın en büyük ilk on ekonomisi arasında
görmek istiyoruz, göreceğiz.” dedik ve tüm hedeflerimizi gerçekleştirmek için
azimle, kararlılıkla, cesaretle, samimiyetle çalıştık ve çalışmaya devam
ediyoruz. Şu son altı yılda
Türkiye'nin en büyük kazancı -buranın özellikle altını çiziyorum-
başarabileceğine inanması olmuştur. Türkiye'nin, milletimizin öz güveni yeniden
tesis edildiği için bu heyecanı, bu girişimci ruhu yakalamıştır. Bugün, çok
şükür milletimiz artık sorunlarının çözümsüz olmadığına, hiçbir hedefinin hayal
olmadığına, Türkiye'nin güçlü bir devlet olduğuna inanmıştır ve bizi ileriye
taşıyacak olan da işte bu inançtır, bu umuttur. Bakınız, sadece,
Türkiye ekonomisini daha iyi ve ileri noktalara taşımakla kalmadık, siyasete,
siyasetçiye güven kat sayısı yerlerde sürünüyordu, bu güveni yeniden tesis
ettik. Bu ülkede siyasetçi evladı olmak çileydi, bunu ortadan kaldırdık. Artık,
siyasetçilerin evladı da huzurlu bir şekilde okuluna gidiyor, çarşı pazar
dolaşabiliyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP ve MHP sıralarından
gürültüler) Değerli
arkadaşlar, Türkiye dışarıda itibarını kaybetmişti, Türkiye'nin saygınlığını,
itibarını iade ettik, uluslararası gücünü ileri noktalara taşıdık. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sarkozy gösterdi onu! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demokrasiyi, insan haklarını, istikrarı, güveni
güçlendirdik. Son derece dirençli, son derece sağlam, sağlıklı, geleceğe
güvenle bakan, umutla bakan, gelecek güzel günlere inanan bir Türkiye’yi inşa
etmenin mücadelesini verdik, veriyoruz. 780 bin
kilometrekare vatan toprağının hiçbir karışını diğerinden ayırt etmedik. 70
milyon vatandaşımıza aynı gözle baktık, hiçbirini dışlamadık, hiçbirinin
dışlanmasına müsaade etmedik. Ülkemizin her köşesine hizmet götürmenin gayreti
içinde olduk, belediyeleri birbirinden ayırmadık, şu partili, bu partili
belediye demedik, belediyelerimiz arasında asla ayrımcılık yapmadık. Her şeyden
önemlisi, milletimize, ülkemize bir ufuk çizdik ve ülkemizin her bir ferdinin
ortak hedefler, ortak idealler doğrultusunda tam bir sinerjiyle
kalkınma mücadelesinin içinde yer almasına çaba gösterdik. Adımlarımızı
atarken öncelikle “Milletimiz buna ne der?” hassasiyeti içinde olduk.
Milletimizin desteğini, milletimizin tercihini her şeyin üzerinde tuttuk. Asla
belli kesimlerin iktidarı olmadık, asla imtiyaz ve ayrıcalık üretmenin peşinde
olmadık. İşçinin de işverenin de hükûmeti olduk,
köylünün de şehirlinin de hükûmeti olduk, çiftçinin
de memurun da hükûmeti olduk. Bir kesimi abat edip
diğer bir kesimi unutan, öteleyen, ihmal eden bir hükûmet
veya bir politikanın uygulayıcıları olmadık. Bu nedenledir ki seçim dönemleri
dâhil popülizme prim vermedik. Onun için, 16 milyon
500 bin seçmenin oyunu aldık, yüzde 47’yle iktidara “Durmak yok, yola devam.”
diyerek devam ettik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Attığımız her
adımda, evet, engellerle karşılaştık, haksız ve insafsız eleştiriler yapıldı,
haksız ithamlara maruz kaldık. Her türlü yöntemi kullanarak önümüzü kesmek
isteyenler oldu. Biz Türkiye ekonomisini, Türkiye’yi âdeta şaha kaldırırken
bizim bu mücadelemize destek vermesi gerekenler tam tersine yolumuza engeller
çıkarmanın mücadelesi içerisinde oldular. Türkiye'nin büyümesinden,
güçlenmesinden, Hükûmetimizin başarılı olmasından
âdeta rahatsızlık duyanlar oldu. AK PARTİ’nin kaybetmesi
için Türkiye'nin kaybetmesini isteyenler oldu. Ama biz her zaman dedik ki:
“Türkiye kazanacaksa biz kaybetmeye hazırız.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz “Bu ülkede
taş üstüne taş koyanın başımız gözümüz üstünde yeri vardır.” derken, taş üstüne
taş koyanları taşlamaktan, yıldırmaktan, bezdirmekten başka bir misyon yüklenmeyenler çıktı ortaya. Biz “Birlik siyasetiyle
tüm Türkiye’yi kucaklayalım, sevgi diliyle konuşalım, uzlaşmayla yol alalım.”
derken, halkımız arasına nifak tohumları ekenler, milletimizin bir bölümünü
diğerine karşı kışkırtanlar, toplumumuzu kutuplaştırmayı âdeta görev telakki
edenler çıktı. Biz güven ve istikrara vurgu yaparken, kriz tellallığı yapanlar
oldu. Bunlar bizi yıldırmadı, yılgınlığa sevk etmedi. “Millete hizmette
yorgunluk yoktur, bıkkınlık yoktur, rehavet yoktur.” dedik ve yolumuza devam
ettik; sabırla devam ettik, cesaretle devam ettik, azimle devam ettik. Hiçbir
zaman mazeretlere sığınmadık, sığınmıyoruz, sığınmayacağız. Türkiye için
yaptıklarımız apaçık ortadadır, yapacaklarımız apaçık ortadadır; milletimiz de
yaptıklarımızı, yapacaklarımızı apaçık görmektedir. Biz yola çıkarken
“Söz de, karar da milletindir.” dedik, bu asli düsturdan hiçbir zaman şaşmadık.
Dün olduğu gibi bugün de, yarın da söz ve karar aziz milletimizindir. Biz
milletimizin takdirine sonuna kadar inanıyor, sonuna kadar güveniyoruz.
Gücümüzü milletimizden alıyor ve yolumuza da öylece devam ediyoruz. Altı yıl boyunca
gerek yurt içinde gerek yurt dışında milletimizin, ülkemizin menfaatlerini
yükseltmek ve yüceltmek için bütün ekibimle birlikte yoğun bir gayretin
içerisindeyiz. Türkiye genelinde ayak basmadık vatan toprağı bırakmadık. En az
gittiğim ile bir Başbakan olarak 3 kez gittim ve gitmeye de devam ediyorum ve
devam edeceğim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Fakat bu ülkenin Başbakanını
kalkıp da vatanımızın herhangi bir karış toprağında veya ilinde görmek
istemeyenler de çıktı bu kutsal çatının altından, çıktı! HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Siz de Mecliste görmek istemediniz Sayın Başbakan! Mecliste görmek
istemediniz siz de! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve o kadar ilginç ki, o kadar ilginç ki orada
demokratik bir hakkımızı kullanırken, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak
orada açılışlar yaparken bunu hazmedemeyenler, arabaları yaktılar, lastikler
yaktılar, partimin teşkilatını cam çerçeve indirdiler. Bu mu demokrasi? Bu mu
özgürlük? Bu mu insan hakları? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Öldürülenlere ne diyorsunuz Sayın Başbakan? Bu mu demokrasi? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Özgürlük bu yolla alınmaz, demokrasi bu yolla elde edilmez.
Demokrasinin yolu sandıktır, sandık! Oradan çıkacaksın, oradan! Oradan
çıkacaksın! (AK PARTİ sıralarından alkışlar, DTP sıralarından gürültüler) BAŞKAN –
Arkadaşlar… Arkadaşlar… SIRRI SAKIK (Muş)
– Siz sandığa saygı duydunuz mu, DTP’ye saygı
duydunuz mu? BAŞKAN – Sayın Sakık… M. NURİ YAMAN
(Muş) – Sandıktan çıktık geldik, elimizi sıkmadınız! SIRRI SAKIK (Muş)
– Sayın Türk’ün elini sıkmayıp katillerin elini sıkıyorsunuz! HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Katillerin elini sıkarsınız! BAŞKAN – Sayın Sakık, Sayın Kaplan…
Arkadaşlar, siz niye üzerinize alınıyorsunuz? Rica ederim yani! (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) SIRRI SAKIK (Muş)
– Bize söylüyor Sayın Başkan. BAŞKAN – Size bir
şey söylemiyor canım. Rica ederim! Buyurun Sayın
Başbakan. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devam etmekte
olan… HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Biz nereden geldik peki? Şırnak’ta yüzde 70 oy aldık, siz yüzde 70
oy alamadınız orada. BAŞKAN – Sayın
Kaplan… Sayın Kaplan… Lütfen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …küresel kriz ve Türkiye'nin ekonomik manzarasına
değinmeden önce bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye 58’inci Hükûmet olarak iktidara geldiğimiz 2002 sonundan itibaren
her alanda olduğu gibi ekonomide de tarihî başarılar elde etti. Ülkemizin ve
milletimizin bu başarılarına ve sevincine ortak olamayanların, sürekli olarak
bir karamsarlık atmosferini Türkiye’ye pompalamaya çalıştıklarına üzülerek
şahit olduk. Açıklanan her olumlu gösterge sonrasında, bazı kesimlerin ısrarla
ve inatla bu olumlu tabloyu karartmaya çalıştıklarını gördük, görüyoruz. Defaatle izah ettim,
bugün bu fırsatla bir kez daha ifade etmek istiyorum: Bugün, dünyanın hemen her
ülkesinde ekonomik kalkınma ve büyümede beklentilerin olumlu seyretmesi,
morallerin yüksek olması çok
önemli rol oynuyor. Yatırım bu sayede artıyor, istihdam bu sayede
yükseliyor, üretim, ihracat bu sayede yoluna devam ediyor. Fakat az önce burada
bir şeyler dinledim, çok enteresan, o da şu: Bakınız, 2003’ten itibaren
Türkiye’de biz iktidardayız ve büyüme oranına bakıyoruz, bizim hedefimiz yüzde
5’ti ama 5,3’le sonuçlandı. 2004’e bakıyoruz, hedefimiz 5’ti 9,4’le
neticelendi. Hedefimiz 2005’te 5’ti 8,4’le sonuçlandı. (CHP sıralarından
gürültüler) Az önce grafikleri gördük ya, ben de göstereyim mi grafik? Var…
2006’da hedef 5’ti 6,9’la sonuçlandı. 2007’de hedef 5’ti 4,6’yla sonuçlandı.
2008’in ilk dokuz ayı, şu anda 3. OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Baş aşağı gidiyorsunuz yani! BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, şimdi, az önce burada Baykal
-belki sürçülisan olmuştur diye düşünüyorum ama- şöyle bir şey söyledi (CHP
sıralarından “Sayın, sayın.” sesleri) dedi ki: “Bu yükselen dönemlerde, bu
artan dönemlerde -orada doğruyu söyledi- dünyadaki likidite olayı olumlu
istikamette seyrediyordu ve bundan dolayı da Türkiye böyle, büyümede bir, yüzde
itibarıyla hedefin üstünde bir netice yakaladı.” Şimdi ise dünyada likidite sıkıntısı var, bunu demiyor. Ya ne
diyor? “Şimdi ulusal anlamda Türkiye’de bir kriz var.” diyor. Şimdi,
arkadaşlar, dürüst olacağız, samimi olacağız. Yani büyüme, bir hedeftir.
Büyüme, iki kere iki dörttür diye bir hedef değildir. Büyümeyi hedef olarak
koyarsınız ama bunun üstünü de yakalayabilirsiniz, altında da kalabilirsiniz.
Bu, dünyadaki değişen ekonomik şartlarla, finans sektöründe, reel sektördeki
şartlarla bağlantılı olan konulardır. Nitekim, bizler,
o dönemde attığımız birçok adımla hakikaten hedefimizin üstünde oranlar
yakaladık. Fakat şu anda, biz, kalkıp da taa 2008’de
değil, 2007’de başlayan şu küresel finans krizini nasıl görmemezlikten geliriz?
Bu kriz 2008’de başlamadı, 2007’nin ortalarında başladı ve bu bir ekonomik kriz
değildir, bir finans krizidir. Orada başlamıştır ve bu, ülkemize de az veya çok
zararını verecektir, bunu söyledik. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Siz “Yok” diyordunuz, biz “Var” diyorduk. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ha “Teğet geçer.” dedim. Bunu size ezberlettiğim
için de çok mutluyum, bunu öğrendiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu
önemli bir şey, bu önemli bir şey. Yalnız burada bir geometrik ders almanız
lazım. Teğet geçmek de bir dokundurmaktır yani bir zarar orada verecek zaten.
Bunu da bilmeniz lazım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlar, şimdi, tabii burada birçok şeyi çok açık, net görüyoruz ama görünen
bir gerçek daha var -biraz sonra o rakamlara falan da gireceğim- o da şu:
Türkiye, acaba, reel sektör olarak, finans sektörü olarak bundan ne kadar
rahatsız olmuştur? Bakınız, süreç
başlayalı ne kadar oldu ve bu sürecin içerisinde bizler bu krizi nasıl
yönettik? Hedefimiz bizim şu: Konuşmamın başında söyledim, biz bu krizi fırsata
dönüştüreceğiz. Neresi için? Ülkemiz için. Eğer sizlerin dediği olmuş olsaydı,
o zaman biz ne yapacaktık biliyor musunuz, Merkez Bankasının içini boşaltıp,
Merkez Bankasına diyecektik ki: Ya, gel, bir kıyak
yap, şu finans sektörüne bu paraları dağıt. Ama dikkat edin, Merkez Bankası bu
yanlışa düşmedi, ya ne yaptı? Merkez Bankası, burada gayet akıllı
bir şekilde finansı yönetti ve biz şu anda bir sıkıntının içinde -hamdolsun-
değiliz ve biz göreve geldiğimizde -biraz sonra onu konuşacağız arkadaşlar-
26,5 milyar dolar döviz rezervi olan bir Merkez Bankası vardı, şimdi kriz
döneminde olmamıza rağmen 71 milyar dolar döviz rezervi olan bir Merkez Bankası
var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve bugün dünyanın hemen her
ülkesinde bu ekonomik süreç, finans krizi süreci bu şekilde devam ederken
morallerin bozuk, güvenin ve istikrarın kaybolduğu, geleceğin belirsizleştiği
bir ortamda hiç kimse yatırıma, üretime, tüketime yönelmiyor ve ekonomi bir
durgunluk yaşıyor, bunu göreceğiz. Her an kriz
bekleyenler oldu. Âdeta ruh çağırır gibi kriz çağıranlar oldu, kriz tarihi
verenler bile çıktı. Çok şükür, Türkiye sağlam, sağlıklı, dirençli, korunaklı
ekonomik yapısıyla artık bu tür spekülasyonlara pabuç
bırakmıyor. Son altı yılda yanı başımızdaki savaşa, terör saldırılarına,
küresel ölçekte ve ulusal ölçekte dalgalanmalara rağmen ekonomimiz her türlü
badireyi başarıyla atlattı ve yoluna devam etti. Şimdi bütün dünya
yeni ve tarihî ölçekte büyük bir küresel krizin içinden geçiyor ve dalga dalga gelişmekte olan ülkeleri de bu, âdeta, kendi türbülansı içerisine almanın hedefi içerisinde. Bütün
ülkelerde büyüme oranlarında gözle görülür bir yavaşlama yaşanıyor. Ülkeler
büyüme tahminlerini aşağı doğru revize etmeye başladılar. Amerika Birleşik
Devletleri, Japonya, Almanya gibi dünyanın en gelişmiş ekonomileri son iki
çeyrektir -lütfen dikkat- negatif büyüyor yani küçülüyor. Şimdi küresel
ölçekte bu büyüklükte bir krizin Türkiye üzerinde de etkilerinin olması son
derece doğaldır, normaldir. Türkiye ekonomisi, özellikle son altı yılda
yaptığımız reformlarla dünya ekonomisine entegre
olmuş, dışa açık bir ekonomi hâline gelmiştir. Bu tür küresel bir krizin
elbette ülkemiz üzerinde de tesirleri olacaktır. İlk günden
itibaren “öldük, bittik, tükendik, mahvolduk” havasına girenler oldu. Yapılan
açıklamalar, analizler, yorumlar, sağduyudan uzak, sorumluluktan uzak,
serinkanlılıktan uzak bir şekilde ve pervasızca ortaya konuldu. Alıştıkları
şekilde, hemen Hükûmetimizi sorumlu tutmaya
kalkıştılar; akla, insafa, vicdana sığmayan isnatlarda bulunmaya başladılar. Şunun altını bir
kez daha çizerek söylemek istiyorum: Bu kriz Türkiye’nin krizi değildir,
küresel ölçekli bir krizdir. Hükûmeti bu krizin sorumlusu
olarak göstermeye çalışanlar, küresel krizi kendileri için siyasi ya da başka
türlü ranta çevirmeye çalışanlar çok büyük bir yanlışın içindedir ve millet de
bu numaraları artık yutmuyor. Diğer bir husus, Hükûmetin tedbir almakta geciktiği yönündeki yine insafsız
yorumlar var. Hükûmet olarak, krizin sinyallerinin
alınmaya başlandığı andan itibaren son derece dikkatli ve son derece ihtiyatlı
bir yaklaşım içinde olduk ve dünyayı izleyen, küresel gelişmeleri izleyen,
ekonomiyi izleyen herkes, krizin aynı zamanda fırsata dönüştürülebileceğini de
gayet iyi bilir. Bakın, son
dönemde lehimize gelişen ve fırsat oluşturan önemli bir faktör uluslararası
enerji ve emtia fiyatlarında meydana gelen düşüştür. Dünya fiyatlarında
kaydedilen bu düşüşler 2009 yılında hem enflasyon hedefinin
gerçekleştirilmesine önemli katkılarda bulunacak hem de cari açığın miktarını
ve finansman gereğini de azaltacaktır. Buna benzer birçok gelişmeyi Türkiye
için bir fırsata dönüştürmenin mücadelesini veriyoruz. Açıkçası, bu mücadelede
destekten vazgeçtik, ancak bari engel çıkarılmasın istiyoruz. Şunu da özellikle
belirtmek durumundayım: Hükûmetimiz yaşanan küresel
krizin derinliği ve yansımaları karşısında gerekli tedbirleri almakta son
derece kararlı bir tutum sergilemiştir. Bu çerçevede, başta Ekonomi
Koordinasyon Kurulu olmak üzere oluşturduğumuz izleme mekanizmalarıyla düzenli
olarak krizin seyrini takip ettik. Ülkemize muhtemel etkileri ile, bu etkiler karşısında alınması gerekli tedbirleri
değerlendirdik, değerlendiriyoruz. Merkez Bankası bu
süreçte piyasadaki döviz ve yeni Türk lirası likiditesini takip etti.
Bankacılık sisteminin gerek YTL gerek döviz likiditesi sorunuyla karşılaşmaması
için gerekli önlemleri aldı. Bakın neler
yapıldı: 1) Merkez Bankası
kendi nezdindeki döviz depo piyasasında aracılık
faaliyetlerine yeniden başladı. Ayrıca bankaların bilanço büyüklükleri dikkate
alınarak döviz ve efektif piyasaları işlem yapma limitleri 14 Ekim 2008
tarihinden itibaren geçerli olacak şekilde güncellendi. 2) Bankalarımızın
likidite durumlarını daha da güçlendirmek amacıyla döviz alım ihalelerine ara
verildi. 3) Bankaların
döviz ve efektif piyasaları işlem yapma limitleri her bir kurum için 2 katına
çıkarıldı ve toplamda 10,8 milyar dolara yükseltildi. 4) Uygulamakta
olduğumuz dalgalı döviz kuru rejimiyle çelişmeyecek şekilde döviz kurlarının
piyasada belirlenmesi ilkesi çerçevesinde piyasaya döviz satım ihaleleri
yoluyla döviz likiditesi sağlanmasına karar verildi. Döviz piyasasındaki
derinliğe ilişkin kaygıların azalmasıyla birlikte döviz satım ihalelerine de bu
arada ara verildi. 5) Bankaların
dolar ve avro cinsinden Merkez Bankasından alabilecekleri döviz depolarının
vadesi bir haftadan bir aya yükseltildi. 6) Merkez Bankası
döviz depo piyasasında yüzde 10 olarak belirlenmiş borç verme faiz oranlarının
dolar için yüzde 7’ye, avro için yüzde 9’a düşürülmesine karar verildi. 7) Yüzde 11 olan
yabancı para zorunlu karşılık oranı 2 puan azaltılarak yüzde 9 düzeyine
indirildi. Bu indirimle bankacılık sistemimize yaklaşık 2,5 milyar dolar ek
döviz likiditesi sağlandı. 8) Ters dolarizasyon sürecini desteklemek ve bu doğrultuda yeni
Türk lirası mevduatı ve kredileri teşvik etmek amacıyla yabancı para zorunlu
karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına son verildi. Türk parası zorunlu
karşılıkların faiz oranı artırıldı. 9) Türk parası zorunlu
karşılıklara ödenen faiz oranı Merkez Bankası gecelik borçlanma faiz oranının
yüzde 75’i seviyesinden yüzde 80’i seviyesine çıkarıldı. 10) Hazine
Müsteşarlığı yurt içinde piyasa talebine uygun araçlarla borçlanmaya
devam ederek likidite yönetimine yardımcı olmaya devam ediyor. 11) Mevduat
sigortasının kapsamını genişletme ve sınırını artırma konusunda Bakanlar
Kuruluna yetki aldık. Bütün bu adımlar,
bu önlemler kurumlarımızın tam bir uyum ve koordinasyonuyla gerektiği zamanda
gerektiği yerde uygulamaya konuldu. Tabii ki bunlarla
kalmadık, ihracat ve reel sektöre desteği artıracak ve finansman kaynaklarının
çeşitlendirilmesini sağlayacak adımları da attık, atıyoruz. Eximbank kaynaklarının
artırılmasına ve KOBİ’lerin desteklenmesine öncelik verdik. Bu çerçevede; 1) Merkez Bankası
ihracat reeskont kredisi limitini 500 milyon dolardan
1 milyar dolara çıkardık. Yani ihracatımıza yıllık 3 milyar dolarlık ek destek
sağlamış olduk. 2) Hazinenin 2009
yılında sağlayabileceği toplam garanti ve ikraz limitini 1 milyar dolar
artırarak 4 milyar dolara çıkardık. Bu imkânın önemli bir bölümü ihracatın ve
KOBİ’lerin finansmanına yönelik olarak kullanılacak. 3) Eximbank’ın ödenmiş sermayesini, bütçe imkânlarını da göz
önüne alarak ihracatı daha fazla desteklemesini sağlayacak şekilde artırıyoruz.
4) İhracatçı,
imalatçı KOBİ’ler ve esnaf, sanatkârlara yönelik olarak dağıtılan da
güncelleşmiş değil -onu burada özellikle söylemek istiyorum, 350 milyon YTL
olarak gözüküyor- bunu güncelliyorum bu konuşmamla: 700 milyon YTL olarak sıfır
faizli kredi desteği paketi KOSGEB tarafından şu anda uygulamaya konuldu. 5) Vergi
borçlarının on sekiz ay süreyle yıllık yüzde 3 faizle taksitlendirilmesi
imkânını getirdik. 6) Mayıs ayında
kanunlaştırılan istihdam paketi ekim ayı başında yürürlüğe girdi; bu paket
kapsamında işveren primini 5 puan düşürdük, genç ve kadınların istihdamına
yönelik işveren primlerine beş yıl boyunca devlet desteği getirdik, bu sayede
işveren üzerinden 5 milyar yeni Türk lirası yükü aldık. 7) Başta GAP
olmak üzere, bölgesel gelişme ve sosyal kalkınma projeleri için 2008-2012
döneminde 14,5 milyar yeni Türk lirası tutarında ek finansman ayırdık. 8) Girdi
maliyetlerini azaltmak üzere elektrik enerjisi satış fiyatları içerisinde yer
alan TRT payını da yeniden belirleyeceğiz. Bu kadar da
değil. Ekonomimizin ihtiyaç duyacağı finansman kaynaklarını artırmak ve
çeşitlendirmek amacıyla yürütülen çalışmalara hız kazandırdık. Bu kapsamda; 9) Yurt dışındaki
varlıkları yurt içine getirmeyi ve yastık altındaki birikimleri ekonomiye
kazandırmayı sağlamak amacıyla Varlık Barışı Yasası çıkarıldı. Bildiğiniz gibi,
yurt dışındaki tasarruflardan yüzde 2, yurt içindekilerden de yüzde 5 vergi
almak suretiyle bu kaynakları ülkemize kazandırıyoruz. 10) Hisse senedi
kazançlarında yerli yatırımcılara uygulanan stopajı sıfıra düşürdük. 11) Hazinemiz
önümüzdeki dönemde iç piyasada yatırımcı tabanını genişletmek amacıyla hasılat payına ve temettü gelirlerine endeksli tahviller
gibi yeni finansman araçlarını kullanmayı plan dâhiline aldı. 12) Likiditesi
yüksek olan bölge ve ülkelerdeki yatırımcıların ağırlıklı olarak talep ettiği
senet, sertifika ve benzeri finansman araçlarının ihracına imkân sağlayacak
yasa tasarısını kısa süre içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ediyoruz. 13) Uluslararası
sermaye piyasalarındaki olumsuz koşullara rağmen, 2008 yılı başından bugüne
kadar tahvil ihraçları yoluyla 4 milyar dolar tutarında bir kaynak temin ettik.
14) Dünya Bankası
2008-2011 yılları arasında yarısı proje kredileri, diğer yarısı program
kredileri olmak üzere 6,2 milyar dolar tutarında finansmanı ülkemize
sağlayacak, bunun da çalışmalarına başladık. 15) IMF ile
ilişkilerimiz iç ve dış kamuoyunda yakından izlenen diğer bir önemli konu. IMF
ile görüşmeleri ülkemizin menfaatlerini en üst seviyede dikkate alan bir
çerçevede sürdürüyoruz. Tabii, burada IMF’le ilgili konuda benim doğrusu rahatsız olduğum bir
husus var, o da şu, yani burada ona ister istemez değinmek durumundayım: Şimdi,
IMF konusu, âdeta sadece Tayyip Erdoğan’ın konusuymuş gibi gündeme geliyor. Değerli
arkadaşlar, biz, IMF’le bildiğiniz gibi bir kez stand-by anlaşması yaptık. Sayın
Baykal, geçenlerde bir televizyon kanalında şunu söylüyordu… IMF ile anlaşma
yapılması gerekip gerekmediği yönündeki bir soruya, Baykal “IMF ile anlaşmayı
bunlar çok geciktirdiler. Ekonomiyi bu noktaya getirdikten sonra yapacak bir
şeyleri yok. Şimdi de bunlar bu arayışa girdiler, ama ne yazık ki geç kaldılar.
Geç kaldıkları için IMF’in maliyeti daha da arttı. Bu
geldiğimiz noktada artık uluslararası dayanışma şarttır.” karşılığını verdi.
Uluslararası sistemin güvenini kazanmak gerektiğini vurgulayan Baykal “Çok
ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bir an önce Türkiye'nin bir atılım yapması
lazım.” dedi. Şimdi, değerli
arkadaşlar, burada, Sayın Baykal sağ olsun IMF’le
bizim bir anlaşma yapmamız gerektiğini ve geç kaldığımızı da tespit ediyor ve
böyle de bir tavsiyede bulunuyor, teşekkür ederim. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Efendim, mahkûm ettiniz Türkiye’yi de onun için. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ederim. Bakınız, biz
konuyla ilgili olarak… Ta mayıs ayında IMF’le
anlaşmanın yapılması gerekiyordu, ta mayıstan bu yana biz niye acaba anlaşmayı
yapmadık? Görüşmeler devam ediyor ve bu görüşmeler ülkemizin… Bunu kaç kez
söyledim; bu, karşılıklı çıkara dayalı bir olaydır, ülkemizin menfaatini biz
kimseye yedirtmeyiz, böyle bir derdimiz bizim asla olmamıştır, olamaz ama şu
gerçeği de göreceğiz: Biz IMF’in ortaklarından bir
tanesiyiz, herhâlde bunu biliyorsunuz. TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Herkes ortak. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ortaklarından bir tanesi olmanın yanında
-bilmeyenler bilsin- şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor: IMF, sadece kendisinden
para almak için kapısı çalınan bir uluslararası kuruluş değildir. IMF, bir
akreditasyon kuruluşudur. Onunla birlikte dünyadaki yeriniz, konumunuz,
duruşunuz çok daha farklı olur ve bizden önceki Hükûmet
IMF’ten çok ciddi para yardımı aldı, çok ciddi
borçlanma yaptılar ve bunu görmemezlikten gelemeyiz. Biz göreve geldiğimizde
26,5 milyar dolar borçla devraldık, IMF’e olan
borcumuz buydu. Ama şu anda bizim IMF’e olan borcumuz
8,5 milyar dolar. Bu parayı biz ödedik. Nereden nereye geldiğimizi görmeniz
bakımından bunu da sizlere söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama
bizden önceki ANAP-MHP-DSP Hükûmeti bu borçlanmayı
yaptı. Bu denli bir yüklü borçlanma var ve biz bunları ödemeye devam ediyoruz. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Helal olsun! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve şimdi burada IMF’in
uluslararası camiadaki bu akreditasyon gücünü Türkiye kullanabilir,
kullanmalıdır, ama bunu kullanırken biz asla –o gün de söyledim, ondan dolayı
da mutluyum, ümüğü sıkmayı da öğrendiler, bu da güzel bir şey- Türkiye’nin
ümüğünü sıktırmayız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Neyse gereği bunu
yaparız. Ama bizden önce sıktıranlar oldu, bunları hep sizler yaptınız. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kendiniz sıkıyorsunuz, IMF’e ihtiyaç
yok. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 17-18 kez stand-by anlaşması yapıldı. Bunların bedelleri bellidir, faturası
bellidir. Bunları tarih çok iyi kaydetti. Biz de kaydettik, kayıtlarımızda
bizim de var. Değerli
arkadaşlar “Hükûmet adım atmıyor. Hükûmet
önlem almıyor. Hükûmet paket açıklamıyor.” Lütfen, biraz insaf. Bakın, otuza yakın ben sizlere
attığımız adımla ilgili bir paketi açıkladım. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Bir işe yaramıyor ki! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani bunun siz herhâlde ambalajını görmek
istiyordunuz ama o ambalajı da biz gereksiz bulduk yani “Ambalajsız olarak bunu
hemen hayata sokalım.” dedik. Hükûmet en başından
beri önlemleri alıyor. Bunu 2009’da çok daha iyi göreceğiz ve 2009’un içinde
bunu gayet iyi göreceğiz. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Onun için de ekonomi çöküyor. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu siz öyle görüyorsunuz ama uygulama öyle değil.
Kamunun tüm kurumları, tüm bürokrat arkadaşlarımız tam bir uyum hâlinde
gecelerini gündüzlerine katarak krizin etkilerini asgari seviyede tutmanın
çabası içindeler. İlgili tüm kesimlerle konuşuyoruz, kararlar alıyor ve
uyguluyoruz. Ve lütfen… Bakınız, kasım
ayında Amerika Birleşik Devletleri’nde G-20 Zirvesi’ne katıldım. Orada
G-20’deki tüm ülkelerle bu krizi değerlendirdik ve şu anda, oluşturulan bu
krizi yönetme heyetinin içerisinde bizim arkadaşlarımız da var ve nisana kadar
yoğun bir çalışmayla açıklanan deklarasyon üzerinde
yine çalışmalar devam edecek ve Londra Zirvesi’nde de tekrar bu süreci yeniden
ele alacağız. Tabii burada bir
şey söyleniyor. Birçok ülke krizin etkilerini azaltmak, paralarının değer
kaybını önlemek, borsalarını korumak için milyarlarca dolar harcarken biz
milletimize, hazinemize, devletimize yük bindirmedik; budur önemli olan. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bakınız, şu anda, AK PARTİ İktidarı kamuya bir yük
getirdi mi? Diyemezsiniz. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Diyemiyoruz zaten. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, şu anda, AK PARTİ İktidarı karşılıksız para
bastı mı? Diyemezsiniz. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Diyemiyoruz, çok zor çok! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama geçmiş dönemde şakır şakır
karşılıksız paralar basılıyordu ve kamuya devamlı olarak enflasyonla yükler
getiriliyordu. Benim vatandaşımın cebindeki paralar enflasyonla modern bir
şekilde çalınıp alınıyordu. Üç haneli enflasyonu gördü mü bu ülke? Gördü. Çift
haneliyi gördü mü? Gördü. Ama tek haneliye bizimle ulaştı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ortada gerçekler var, ne söylerseniz söyleyin.
Türkiye'de AK PARTİ İktidarı işbaşına geldiği zaman faiz oranları neydi, şu
anda ne? En zor dönemde bile… Bakınız, 63,4 bileşik faiz vardı, şimdi faiz
nerede? 18’de. Arkadaşlar, bakın 18’de. Enflasyon ne? Şu anda 10,76. Reel faiz
ne? Alın getirin, reel faiz de şu anda -bugün itibarıyla söylüyorum- 8, reel
faiz 8. Bütün gerçek ortada. Bu gerçekleri nasıl oluyor da görmemezlikten
geliyorsunuz? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler) Biz göreve geldik, yüzde 20
küsur reel faiz vardı; şimdi 8. İşte bugün bile, en zor şartlarda bile Türkiye,
gene, evet, güçlü, yere sağlam basan bir dinamik yapıya sahip. (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler) Değerli
arkadaşlar, bütün bu dalgalanmalarda, bu krizde de biz milletimize yük
yüklemiyoruz. Krizi öngördük, tedbirlerimizi aldık, süreci başarıyla yönettik,
yönetiyoruz; hiç kimsenin endişesi olmasın. Hiç kimse, topluma endişe, korku,
panik havası pompalamaya çalışmasın, yazık olur. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – İşsizlerin endişesi var Sayın Başbakan, işsizlerin. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Türkiye… Bakın, ya hesap
bilmiyorsun… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) - İşsizleri… BAŞKAN – Sayın Özyürek… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, göreve geldim, 10,3 işsiz vardı; şu anda
Türkiye’de yine 10,3 işsiz var. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Son kapanan iş yerleri yok orada. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Size miktar itibarıyla da ayrıca, miktar itibarıyla
da ayrıca bunları veririm. (CHP sıralarından gürültüler) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kapanan iş yerleri yok orada. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onun da veririm, onun da veririm rakamlarını, merak
etme. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kapanan iş yerleri… BAŞKAN –
Arkadaşlar lütfen… Sayın Özyürek lütfen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, burada bazı rakamları sizlerle paylaşmak
istiyorum. Bu rakamları kriz tellallığı yapanlara ithaf ediyorum. Az önce
devletin, TÜİK’in rakamlarını “yalan yanlış raporlar”
olarak burada takdim edenler var; ayıptır, ayıptır. BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) – Ayıp, ayıp! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Devletin bir kurumunun yalan yanlış rakamlar
açıklayacağını, kimsenin, bu ülkenin bir evladı olarak söylemeye hak ve
salahiyeti yoktur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar; CHP ve DTP sıralarından
gürültüler) ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – 1,5’u 3,5 yapıyor. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ekonominin nereden nereye geldiğini, milletimin alım
gücünün ne yönde değiştiğini bu rakamlar çok açık, net ortaya koyuyor. Bakınız,
2002 yılında bir asgari ücret… ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – 1,5’u 3,5 yapıyorsunuz Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hoca dinle, dinle, dinle! BAŞKAN – Sayın
Korkmaz… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şunları bir dinle! ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – 1,5 3,5 olmaz Sayın Başbakan. BAŞKAN – Sayın
Korkmaz… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir dinle hoca! Sen çarşı pazarı bilmezsin, sadece
kitabın arasından konuşursun. Şunları bir dinle! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Şunları bir dinle! ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – 1,5 3,5 olmaz Sayın Başbakan; 1,9’u da 2,3 yaptınız. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 2002 yılında bir asgari ücret 71 kilo tavuk eti
alabiliyordu, bugün 121 kilo tavuk eti alabiliyor; artış oranı yüzde 70. (MHP
sıralarından gürültüler) AKİF AKKUŞ (Mersin)
– Vatandaş tavuk eti bile yiyemiyor! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2002 yılında asgari ücretle 1.533 adet yumurta
alınabiliyordu, bugün 2.187 adet yumurta alınabiliyor; artış oranı yüzde 42. O
gün AHMET KÜÇÜK
(Çanakkale) – Hayvancılığı bitirdiniz! BAŞKAN – Sayın
Küçük… Sayın Küçük… Sayın Başbakanım,
bir dakika. Değerli
arkadaşlarım, burada… Müsaade eder misiniz… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …83 kilogram kuru fasulye alınabiliyordu, bugün Ücretleri
enflasyona ezdirmedik. Vatandaşın cebindeki parasını enflasyona eritmedik,
sofradaki ekmeği de küçültmedik. Rakamları söyledim. Halep oradaysa arşın
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; eğitim, sağlık, adalet üzerinde yükselen bir Türkiye diyorum.
Eğitimde, biliyorsunuz millî bütçede birinci sırada eğitim. ABDULLAH ÖZER
(Bursa) – Tabii, Fethullahçı eğitim! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2002 yılında… Çok ayıp, şık
değil bunlar. Çok ayıp, şık değil bunlar. Ayıp oluyor… Ayıp oluyor. (CHP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ayıp oluyor. Lütfen, şu kubbenin çatısına yakışan
şeyleri konuşun, böyle çirkin laflar atmak suretiyle bir yere varamazsınız. SIRRI SAKIK (Muş)
– Peki, bizler için söylediğiniz o çirkin laflar ne? BAŞKAN – Sayın Sakık… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2002 yılında 7,5 milyar yeni Türk lirası olan Millî
Eğitim Bakanlığı bütçesi, 2009 yılında 27,88 milyar yeni Türk lirasına
yükseldi. Böylece 2002 yılına göre yüzde 274’lük artış sağladık. Yükseköğretim
bütçesi 2002 yılında 2,5 milyar yeni Türk lirası iken, 2009 yılında 8,8 milyar
yeni Türk lirasına yükseltildi. Bu şekilde 2002’ye göre yüzde 252’lik bir artış
sağlandı. Değerli
arkadaşlar, göreve geldiğimizde, yetmiş dokuz senede Türkiye’deki derslik
sayısı 362 bin idi, altı yılda biz buna 130 bin derslik ekledik. Sadece kırk
ilimizde toplam 76 üniversite vardı, söz verdik ve 54 yeni üniversiteyi açmak
suretiyle, şu anda üniversitesi olmayan ilimiz kalmadı. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Binası olmayan üniversiteler var Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şu anda Edirne’de de üniversite var, Hakkâri’de de
üniversite var… OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Kâğıt üzerinde, kâğıt! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …Tunceli’de de üniversite var, Şırnak’ta da
üniversite var. Kâğıt üstünde
olanı… HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Şırnak’ta temel bile atılmadı ki! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Gelelim fiziki imkânlar… Onlar da olacak, onlar da
olacak. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Yüz yıl daha beklemek lazım. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Rahatsızlığınız zaten buradan geliyor. Siz bunları
yapacak durumda değilsiniz, yapamazsınız da! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) HASİP KAPLAN
(Şırnak) – 70 öğrenci bir sınıfta okuyor Sayın Başbakan! Çift tedrisat var. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sadece ve sadece bu ülkede kimlik siyaseti yapmak
suretiyle bu ülkenin hiçbir yerine ne okul kazandırabilirsiniz ne hastane
kazandırabilirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başbakan, Şırnak ÖSS’de neden sonuncu? BAŞKAN – Sayın
Kaplan… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Düşünebiliyor musunuz, ben Hakkâri’ye okullar,
hastaneler açmaya geliyorum -modern, yüz ellişer yataklı iki tane hastane
açmaya geliyorum- bir de bakıyorum ki o gün maalesef şehirde bir sessizlik var.
Nedir o? Bütün vatandaş tehdit edilmiş “dışarıya çıkmayacaksınız” diye.
Çıkanlar çıktı. Demokrasi bu mu, özgürlük bu mu, vatanı sevmek bu mu? Soruyorum
sizlere! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) HASİP KAPLAN
(Şırnak) – O halkın özgür iradesine saygılı olsaydınız sizi de güllerle
karşılarlardı! Bizler o halkın oylarıyla geldik. BAŞKAN – Sayın
Kaplan… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben burada bir gerçeği daha söylemek zorundayım, o
da şu: Sayın Bahçeli’nin az önce söylediği şeyleri ben de paylaşıyorum, farklı
düşünmüyorum. Nedir o? Değerli arkadaşlar, biz millet kavramını bir yerlere
yediremeyiz, biz vatan kavramını bir yerlere yediremeyiz ve bu vatanı da kusura
bakmayın böldürtmeyiz. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; DTP
sıralarından gürültüler) OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Asıl bölücü sensin! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunun yanında, yaptığınız toplantılarda bayrağımızı
değil de farklı bayrakları getirmek suretiyle bu ülkeye ayrımcılık tohumlarını
ekenlerin kendilerini çek etmesi lazım. OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Siz de çek edin kendinizi. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir diğer nokta da: Devletimizi de bu noktada
böldürtmeyiz. Kendimizi bu noktada da… Bakın, ben size
bir şey söyleyeyim: Tehditlerle mehditlerle bir yere
varamazsınız. (DTP sıralarından gürültüler) SIRRI SAKIK (Muş)
– Tehdit eden sensin! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yaptığınız iş sadece budur. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Tehdit eden sensin! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tehdit etmek suretiyle oy topluyorsunuz ve vatandaşa
bunu yapıyorsunuz.Yaptığınız iş budur. (DTP
sıralarından gürültüler) HASİP KAPLAN
(Şırnak) – “Pompalı” demediniz mi? Daha ne olsun. SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başbakan… BAŞKAN – Bir
dakika… Sayın Demirtaş… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Demokrasinin yolu oradan geçmiyor. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – “Ya sev ya terk et.” deyip tehdit ediyorsunuz. BAŞKAN – Sayın
Kaplan… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Özgürlüklerin yolu oradan geçmiyor. BAŞKAN – Sayın Sakık… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hak aramanın yolu oradan geçmiyor. Hak aramanın yolu
tatlı dille konuşmaktan geçiyor, anlatmaktan geçiyor. Bunu yapın da sizi göreyim. Bunu
yapın, sizi göreyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, DTP
sıralarından gürültüler) HASİP KAPLAN
(Şırnak) – “Ya sev ya terk et.” diyen ben miyim? Siz değil misiniz? BAŞKAN – Sayın
Kaplan, Sayın Sakık, Sayın Demirtaş,
rica ediyorum, lütfen… HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başbakan da üslubuna dikkat etsin. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Ama siz
de her şeyi söylediniz, Sayın Başbakan da onlara cevap veriyor. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Pompalıyı savunuyor. BAŞKAN - Siz
üzerinize almayın. HASİP KAPLAN
(Şırnak) - Bu Meclis pompalıyı savunanları alkışlayamaz. BAŞKAN –
Üzerinize almayın siz, size söylemiyor. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – “Ya sev ya terk et.” diyenleri alkışlayan Başbakan bunu söyleyemez! BAŞKAN – Siz
üzerinize alınmayın. Sayın Kaplan, siz
eleştirilerinizi söylediniz, şimdi de cevap veriyor Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi, benim burada bir gerçeği söylemem lazım. Bu
çatının altında her şeyin konuşulması lazım. (AK PARTİ ve DTP sıralarından
gürültüler) OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) - Konuşma! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hakkâri’de ben bir konuşma yaptım. Otur, otur… BAŞKAN – Lütfen
oturun yerinize. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Otur, otur, otur otur,
otur… Hakkâri’de ben
bir konuşma yaptım. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – 29 Martta konuşacağız. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hakkâri’deki konuşmamda benim “Ya sev ya terk et.”
diye bir ifadem yok. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – “Ya seveceksin ya terk edeceksin.” lafının Fransızcasını Le Pen kullanıyordu. BAŞKAN – Sayın
Kaplan… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İfademin aynısını söylüyorum. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Le Pen
kullanıyordu. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynısını söylüyorum: HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Le Pen… Le Pen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Le Pen
sizsiniz! HASİP KAPLAN
(Şırnak) - “Ya seveceksin ya terk edeceksin.” Le Pen’in sözü. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Siz bu ülkede Nazizmi
hortlattınız, Nazizmi! Sizsiniz Le
Pen! (AK PARTİ sıralarından alkışlar, DTP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın
Kaplan… Sayın Kaplan, lütfen yerinize oturun. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, konuşmam şu… HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başbakan durmadan hakaret ediyor. BAŞKAN – Sayın
Kaplan… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – AK PARTİ’nin üç kırmızı çizgisi bulunuyor. BAŞKAN – Sayın
Kaplan, izah ediyor Sayın Başbakan, dinlesenize. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Özür dileyeceksiniz! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın
Kaplan… Sayın Kaplan… HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Kürt halkından özür dileyecek. “Ya sev ya terk et.” sözü için özür
dileyeceksiniz! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hadi oradan, hadi! Hadi! AK PARTİ’nin üç kırmızı çizgisi
bulunuyor: AGÂH KAFKAS
(Çorum) – Dinle, dinle, bak, dinle. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Etnik, bölgesel ve dinsel ayrımcılığa karşıyız.
Hiçbir vatandaşımız bir diğerinden ayrı tutulamaz. OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Tutuyorsunuz ama. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O Kürt ise “Kürt’üm” diyebilir, Zaza
ise “Zaza’yım” diyebilir. OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Ama konuşamaz, değil mi? Dilini konuşamaz. BAŞKAN – Lütfen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama bizi birbirine bağlayan bir başka üst bağ var.
Nedir o? Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Dilini konuşamaz. AGÂH KAFKAS
(Çorum) – Başbakanı susturmaya çalışıyorsun. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Lafımı dinle, lafımı. Bakalım bunlara karşı mısın
değil misin? Şimdi bu çatı altında bunu görelim. OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Buna uyuyor musunuz uymuyor musunuz, onu söyleyin. BAŞKAN – Lütfen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu hazmedemeyen terör örgütü var. İfademe dikkat.
Bunu hazmedemeyen terör örgütü var, onlar bunu hazmedemiyorlar. Biz ne dedik?
Tek millet dedik. Ne dedik? Tek bayrak dedik. Ne dedik? Tek vatan dedik. Ne
dedik? Tek devlet dedik. Buna kim karşı çıkabilir ya? SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Etnisite siyaseti budur işte. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Buna karşı çıkabilenin bu ülkede yeri yok. Ben bunu
söyledim. Kim bu? Terör örgütü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama sen de
onlar gibi düşünüyorsan ben sana ne söyleyeyim? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Ve her yerde söylediğim şey şu: Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i,
Gürcü’sü, Abaza’sıyla biz biriz, beraberiz. Niçin? Çünkü biz öyle bir
medeniyetten geliyoruz. İfademe dikkat. Biz yaratılanı Yaradandan
ötürü seven bir anlayışın mensuplarıyız, bizim durumumuz bu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın
Başbakan, sekiz dakikanız kaldı efendim. AHMET TÜRK
(Mardin) – Ama Başbakan doğru söylemiyor. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Doğru söylemiyor Sayın Başbakan. AHMET TÜRK
(Mardin) – Kimlikleri inkâr ederek olmaz Sayın Başbakan. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – 75 tane Kürt milletvekili bu kürsüde… BAŞKAN - Sayın
Türk, Sayın Kaplan, lütfen… Sayın Başbakanım,
sekiz dakika kaldı efendim. Rica ediyorum. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hepsine cevap vereceğim. BAŞKAN – Şimdi,
değerli arkadaşlarım, lütfen… SIRRI SAKIK (Muş)
– Senden büyük Allah var, Allah. Kendi grubuna güvenerek bir halka hakaret
edemezsin. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ondan hiç şüphe yok. Eyvallah, eyvallah… Bunu sizden
duymak beni ayrıca mutlu etti. BAŞKAN – Sayın Sakık, Sayın Türk, Sayın Kaplan, rica ediyorum. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu sizden duymak ayrıca beni mutlu etti. SIRRI SAKIK (Muş)
– Sayısal çoğunlukla bir halka hakaret ediyorsun. BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Asla, asla… SIRRI SAKIK (Muş)
– Evet, evet. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Halka hakaret eden bir parti olmuş olsaydık
güneydoğunun birinci partisi biz olmazdık, doğunun birinci partisi biz
olmazdık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Göreceğiz 29 Martta. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Göreceğiz, göreceğiz. Eğer gücünüz yetiyorsa parti olarak
seçimlere girin. Parti olarak seçimlere girin. SIRRI SAKIK (Muş)
– Değiştirin yasaları, Anayasa’yı değiştirin, hodri meydan! HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Anayasa rafta! Siyasî Partiler Yasası değişmiyor. 6 milyon fazla
seçmen var. Bu değil demokrasi! OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Yüzde 10 barajını biz mi koyduk? BAŞKAN – Sayın Sakık, Sayın Kaplan, Sayın Demirtaş,
lütfen… Lütfen… Rica ediyorum arkadaşlar… Görüşmeleri sabote etmeyelim. Lütfen,
rica ediyorum. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 5.385 kütüphaneyi Türkiye’ye kazandırdık. Bu arada değerli
arkadaşlarım, 230 tane yeni fakülte açtık. Bütün bunların
yanında altı yılda 88 yeni yurt yaptık ve üniversite öğrencilerimizin kullanımına
sunduk. Şu anda 54 tane daha yapıyoruz. Bunları da en kısa zamanda eğitimin
hizmetine sunacağız. Ortaöğretimde
yaptığımız yurtlar var. Bunları da yine aynı şekilde yavrularımızın hizmetine
sunuyoruz. Bakınız, burs…
Biz göreve geldik, 45 yeni Türk lirası burs alıyordu üniversiteli gençlik,
şimdi 160 alıyor, yeni yılda 180 yeni Türk lirası burs alacaklar ve çok daha
önemli olan bir şeyi söyleyeceğim, o da şu: 2002 yılında burs alan öğrenci
sayısı ne idi şimdi ne oldu? 2002’de 451 bin öğrenci yükseköğrenim bursu
alıyordu, şimdi 763 bin öğrenci yükseköğrenim bursu alıyor. Bunun yanında bir
başka adım daha: Şartlı nakit transferi yoluyla ilköğretime devam eden
yavrularımıza erkek öğrenciye 20 yeni Türk lirası, kız öğrenciye 25 veriyoruz.
Ortaöğretime devam eden erkek öğrencilere 35 veriyoruz, kız öğrencilere 45 yeni
Türk lirası şartlı nakit desteği veriyoruz. 2008 yılının ilk on ayında bu,
hızla devam ediyor, yine devam edecek. Değerli
arkadaşlar, sağlıkta 389’u hastane ve ek binası olmak üzere 1.200 tesisi
hizmete açtık ve sağlıkta atılan adımlar halkımın malumu, fazla detayına
girmeyeceğim. Zira hastanede ilaç kuyruklarında bekleyen vatandaşım artık
hastane kapılarında, ilaç kuyruğunda beklemiyor, istediği serbest eczaneden
gidip ilacını alabiliyor, bu duruma geldi. Bir diğer adım, o
da şu: Artık hastanelerdeki bu sıkıntıyı iyice aşmanın yanında hastamıza
ulaşmanın da yollarını açtık. O da nedir? Artık, bakıyorsunuz, ambulans
helikopterlerle, jet ambulans helikopterlerle halkımızın hizmetine giriyoruz ve
şu anda bütün bölgelere yapılan ihale bitti, dört tanesi teslim alındı,
diğerleri de alınacak. Böylece, en ücra köşede bir hastamızın olması hâlinde
onu gidip helikopterle alma imkânını yakalıyoruz. Bir diğer adım,
aynı şekilde, değerli arkadaşlarım, o da şu: Diyelim ki hamile vatandaşım,
kardeşim, hanım kardeşim on gün önceden şehre Sağlık Bakanlığı vasıtasıyla
alınabiliyor ve Sağlık Bakanlığımız misafir ediyor, doğumu müteakiben kaç gün
kalacaksa kalıyor ve daha sonra da evine teslim ediliyor. Geçmişte bu noktada
çekilen çileler hepimizin malumuydu. Bu da kadına
yaklaşımımızı, kadın hakları noktasında İktidarımızın yaklaşım anlayışını
göstermesi bakımından çok çok önemli. SIRRI SAKIK (Muş)
– Belli, Bakanlar Kurulunda tek bir tane kadın Bakan var! MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Sivas’ın sekiz ilçesinde uzman doktor yok, reçete yazacak
uzman doktor yok. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tabii, burada bir ifade daha kullanıldı az önce,
“OECD’nin resmî raporlarına göre Türkiye sağlıkta sonuncu.” dendi. Arkadaşlar,
lütfen, iyi inceleyelim ve ona göre konuşalım. OECD’nin resmî raporlarına göre,
Meksika’da anne ölüm oranı en son bildirim tarihi olan 2005’te yüz binde 63,4
iken, Türkiye’de 2007’de binde 21’dir. 2006 verilerinde boğmaca hastalığının
yılda görülme oranı OECD ortalamasında milyonda 130 iken, Türkiye’de milyonda
1’dir. 2006 verilerinde kızamık hastalığının yılda görülme oranı İngiltere’de
milyonda 66, Yunanistan’da 47 iken, Türkiye’de 2006’da milyonda 1 idi, 2008’de
ise şu ana kadar kızamıklı çocuk sayısı sıfırdır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Türkiye’yi sağlık
göstergeleri açısından Dünya Sağlık Örgütünün tarifine göre orta, yüksek
gelirli ülkeler içinde değerlendirmek uygundur, böyle değerlendirilirse, ha o
zaman yanlışın içerisine düşülmez. Az önce burada sayın konuşmacı böyle bir
yanlışı da yaptı, bunu düzeltmemiz gerekiyor. Bir diğer adım
adalette…2003 yılından itibaren büyük bir gayretle 111 adalet sarayını bitirdik
ve 59 adalet sarayıyla ilgili çalışmalarımız da devam ediyor. Göreve geldiğimiz
tarihten bu yana yargının modernizasyonu, yargıya erişim, özlük hakları, her
türlü araç-gereç ihtiyaçlarının karşılanması dâhil yapılan hizmetler hiçbir
dönemle kıyaslanmayacak kadar gelişme kaydetmiştir. Burada, özellikle
emniyet, güvenlik alanında dönemimizde büyük bir ilerleme kaydedildi. Adi
suçlarla, organize suçlarla, çete ve mafyayla mücadele ettik, etmeye de devam
ediyoruz. Son altı yılda Emniyet teşkilatında toplam 51.358 kişi polis memuru olarak
göreve başladı. Emniyet teşkilatında 2003 yılında yüzde 21 olan yüksekokul ve
üniversite mezunu polis oranını bugün yüzde 75 seviyelerine yükselttik. Değerli
arkadaşlar, bunların detaylarıyla alakalı ise gerek Adalet Bakanlığı bütçesinde
gerekse İçişleri Bakanlığı bütçesinde bunların detayları zaten görüşülecek,
dolayısıyla ben daha fazla bunun üzerinde durmuyorum. Toplu konutta 336
bin rakamına ulaştık. 230 bin konutu sahiplerine teslim ettik. Şimdi yeni bir
adım daha atıyoruz, o da, 10 bin konut. Hedef dar gelirli,
tamamen yoksul vatandaşlarımızın olduğu bölgelerde 45 metrekarelik daireler
yapacağız ve buralarda peşinatsız 100 yeni Türk lirası taksitle veyahut da kira
sistemiyle başlayıp, kendisine iş imkânı sağladığımız ana kadar böyle devam
edecek ve bunu Sosyal Dayanışma Yardımlaşma Fonundan çözeceğiz, ama iş
bulduğumuz andan itibaren kendi taksitini ödemeye başlamak suretiyle yirmi yıl
vadeyle bu konutların sahibi olmuş olacaklar. Bir diğer adım
ulaşım. 2003’e kadar (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Başbakan, süreniz bitti, lütfen toparlayınız efendim. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Süre bitti, daha sorulara cevap vermedi Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şu anda Ankara-Eskişehir arası test çalışmaları
yapılıyor. Kısa bir süre içerisinde Ankara-Eskişehir arasında, evet, hızlı
trenimize kavuşuyoruz. Bu arada Eskişehir-İstanbul arası ihale yapıldı.
Müteahhit firma artık belli oldu, onlar da çalışmalarına başladılar. Ve bununla
kalmadık, Ankara-Konya arasında da hızlı trenle ilgili çalışmalarımız hızla
devam ediyor. İnşallah o da bittiği anda Ankara’dan Konya’ya bir saat on dakika bir zamanla
ulaşacağız. Tabii bir diğer
önemli proje bizim için gerçekten bir dünya projesi: Marmaray.
Yani İstanbul Boğazı’nın altından, evet, Sirkeci’den Üsküdar’a denizin altından
artık tüp geçit bitti. Şu anda iç çalışmaları yapılıyor. Geçenlerde Ulaştırma
Bakanımla beraber biz de denizin altına indik ve Sarayburnu’ndan ta Üsküdar’a
kadar bu tüp geçitten burayı geçme imkânımız oldu. 11 tüp birbirine bağlandı,
süratle devam ediyor. İnşallah 2013 yılında bu raylı sistem (Marmaray) bitmiş olacak. Böylece Londra’yı Pekin’e bununla
bağlamış olacağız. Asya-Avrupa bununla birbirine bağlanmış olacak ve bu da
tabii ki Türkiye'nin özellikle dünya genelindeki durumunu farklı bir konuma
ulaştıracaktır. Türkiye,
Gürcistan ve Azerbaycan arasında doğrudan demiryolu hattı tesisi amacıyla
planlanan Bakü-Tiflis-Kars demiryolu inşaatı da hızla devam ediyor. Burada bir şeyi
söylemek zorundayım tarımla ilgili olarak. Sayın Baykal “Çiftçi 3,5 milyon ton
mazot kullanıyor. Bunun için 5 milyar yeni Türk lirası vergi ödüyor.” dediler.
Herhâlde, bilginin kaynağında bir yanlışlık var. Doğrusu şu: Çiftçi 1,5 milyon
ton mazot kullanıyor, 1 milyar 950 milyon yeni Türk lirası vergi ödüyor. Resmî
rakam budur. OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Kaçak kullanıyor. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Traktör satışlarına gelince: 2002 yılında 8.100
traktör satılmıştır bu ülkede, biz iktidara geldiğimizde. 2003’te 18.600,
2004’te 34.525, 2005’te 39.571, 2006’da 42.033, 2007’de 34.926, 2008’de 23.631.
Yani 2002’de 8.100, şu anda 23.631. (CHP sıralarından gürültüler) MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Hacizden dolayı satılanlar dâhil mi? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın
arkadaşlar, ben sizlere şu anda satışları söylüyorum. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Haciz dâhil mi? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onu sen söylüyorsun. Bu rakamlar Otomotiv
Sanayicileri Derneği, New Holland Traktör, bunun
rakamıdır. Kaynağını size aynen veriyorum. Bir diğer konu
değerli arkadaşlarım, o da şudur… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Peki, ÖTV’yi kaldıracak mısınız?
Mazottan ÖTV’yi kaldıracak mısınız? BAŞKAN – Sayın Özyürek… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynen devam edeceğiz. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Çok az bir rakam… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynen devam edeceğiz. Sizin bu konudaki ricanızı popülizm olarak görüyorum. Ben ülkemin bu noktadaki
menfaatini düşünüyorum. Kusura bakmayın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar,
şunu unutmayalım: Ülkemiz, eğer dışa bağımlı olduğu konularda, ürünlerde hiçbir
zaman dıştan gelen zamma karşı kalkıp da burada böyle, keyif bağlamak suretiyle
fiyatları düşüremez. Bunu yapamayız. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – “Vergiyi indir.” diyorum Sayın Başbakan, vergiyi. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Biz bunu dışarıdan alıyor muyuz? Alıyoruz. Eğer
burada üzerime daha fazla gelirsen o zaman ben sana şunu söylerim… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Söyle. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bak,
şimdi burada enteresan şeyler var… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Şimdi, Sayın Başkan… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Akaryakıt darlığı halkı perişan etti.” Görüyoruz
değil mi? MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Evet. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - “Halkı perişan etti.” Görüyoruz… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kaç liraya satıyorduk o zaman, söyler misiniz? Kaç dolara
satıyorduk? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kaça satarsan sat, o mal yoksa ben ne yapayım? Bu
bir. Bakınız… YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Deniz Fenerine gel, Deniz Fenerine… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ona da geliriz. Bakın, “Aylardır
tüp gaz alamayanlar geceleri de kuyruklarda geçirmeye başladılar.” (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Burada, burada… Bitmedi,
bak, daha gerisi var. Bakınız, Baykal “Enerji darlığı sürecek.” diyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Ben demiyorum, Sayın Baykal diyor, buyurun. Param
var, gaz yok. Ne yapayım ben bunu? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Buyurun:
“Devalüasyon piyasaya karabulut gibi çöktü. Fiyat artışları önlenemiyor.” MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Hikmetyar’ın resmini koy. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Dün de sabun, zeytinyağı, deri ve kösele
fiyatlarına zam geldi.” Bitmedi… MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Bizde de bir resim var Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “Akaryakıt zammı yürürlüğe girdi, şeker satışları
dün durduruldu.” Var mı böyle bir şey? Bitmedi… MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Hikmetyar’ın resmini göster. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “ MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Şimdi bir litre benzin kaça, şimdi bir litre benzin kaça, onu da
göster. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bir de Sayın Baykal bir
ifade kullandı, o da çok enteresandı. Temiz havaya ne kadar hasret olduğunu
biliyorum, biliyorum. Ama ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm. Bakınız, sene 1992
”Kaldırın şu pisliği.” (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu CHP belediyesi
kaldıramadı, bu pisliği. Kim kaldırdı? Bu fakir orada iş başına geldi, biz
kaldırdık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz kaldırdık. Bu çöpler, dağ gibi
İstanbul’u istila etmişti ve hava kirliliğinden dolayı da o zaman Sabah
gazetesi maske dağıtıyordu, maske ve vatandaş İstanbul’da maskeyle dolaşıyordu.
Biz geldik maskeler kalktı ve temiz hava İstanbul’a hâkim oldu. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Ankara da şimdi öyle oldu, Ankara da şimdi öyle. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Git bak şehirlere, hava kirliliğinden geçilmiyor. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Hikmetyar’ın resmi var mı? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Buyurun bir haber daha: “Rüşvet SHP’ye böyle aktı.” MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Yazıklar olsun sana! BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Teferruatı burada. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Hâlâ otuz yıl önceki lafları söylüyorsun. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – E, şimdi, Genel Başkanın burada demin kartları
gösterirken gayet memnundun da ben gösterirken niye rahatsız oluyorsun? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Niye rahatsız oluyorsun? Rahatsız olma. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Hayır, olmuyorum da… Başkan bize de o kadar süre tanısın. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Başkan, on dakikadır konuşuyor, müsaade ediyorsunuz. Bir
saatlik süre sonunda konuşmasını toparlaması lazımdı. Sayın Başkan, sekiz
dakika da ilave süre verdiniz. BAŞKAN – Sayın
Başbakan, lütfen toparlayınız. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – O zaman ek süre verilsin bize de, biz de konuşalım. RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, otomobil satışlarına bakalım. “Her taraf perişan.”
deniliyor ya, buyurun, 2007 Ocak-Ekim 256 bin otomobil satılmış, yerli. 2008
Ocak-Ekim 263 bin… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kasımda kaç satılmış, Sayın Başbakan? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Kardeşim, size ben geçen yılın rakamlarını
veriyorum. İşte bu yılla da mukayese ediyorum. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kriz öncesini alıyorsunuz. Krizde durum ne onu bir anlatın
bakalım. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Kasımda az da satılsa geçen yıla göre daha iyi
olacak, merak etme. Bu durum da burada. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Bir saat içerisinde meramını anlatamıyor Başbakan. Artık yeter! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Enteresan olan, az önce, kapanan şirket sayıları
soruldu. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Sayın Başkan, muhalefete de ek süre verecek misiniz? (AK PARTİ
sıralarından “Dinleyin” sesleri) Hayır, ek süre
verecekse memnuniyetle dinlerim. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - O da şu: Bakınız, 2002’de açılan şirket sayısı
30.842. Geliyoruz 2007’ye, 55.351. Kapanan şirket sayısı 9.954. 2008
Ocak-Ekimini vereyim size. Açılan şirket 43.239, kapanan 7.748. Muhasebecisiniz,
mali müşavirliğiniz var, bilirsiniz bunları. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Bir önceki yıla göre ne kadar kapanmış ona bakın. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Özellikle bir konum daha var, onu da söyleyeyim.
Geri kalanlarını inşallah final konuşmamızda yaparız. O da şu: Kişi başına
düşen gayrisafi yurt içi hasıla, arkadaşlar, Avrupa
Birliği tanımlı, 2002’de 3.517, 2007’de 9.305… AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – Sayın Başbakan, otuz yıl önceki gibi konuşuyorsun. Başbakan gibi
konuş! (AK PARTİ sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bu yıl sonu itibarıyla 10
bin doları geçiyor, bunun da müjdesini veriyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Borç stokuna
gelince… Borç stoku 2003’te 67,4 gayrisafi yurt içi hasılaya
oranla. AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – Halk aç… BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 2007’de 38,8.
Borç stoku da bakın nereden nereye düşmüş. AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – 1979 yılının konuşmalarını yapıyorsunuz. Otuz yıl önceki
konuşmaları yapıyorsunuz. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Bir de oğlunuz öğrenciyken nasıl gemi aldı onu anlatsanıza Sayın
Başbakan. Nasıl armatör olunuyor bir de bunu anlatın. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onu özel gelirsin, anlatırım sana. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Öğrenciler nasıl kazanıyor gemileri? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Onu özel gelirsin anlatırım sana. BAŞKAN – Sayın Başbakan, lütfen tamamlar mısınız. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Kaç liraya aldı? BAŞKAN – Sayın
Kaplan… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, son bir şey, o da şu: Telekom’la
alakalı Sayın Baykal’ın bir yaklaşımı oldu, az önce söylediler. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Benim de öğrenci çocuğum var, gemi alamıyor. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın bir gerçeği gözden
kaçırmayalım, o da şu: Bir, bir defa Telekom satışı bir rekordur. Bakın, o
günkü gazetelerin başlıkları: “Bu bir rekor.” O günkü gazetelerin başlığı. “En büyük satış.” AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – Sayın Başbakan, ülke yanıyor, yanıyor. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Arkadaşlar, bakınız, biz yeni bir anlayışı ülkede
egemen kıldık. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kurumlar vergisini niye sonradan indirdiniz? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Nedir? Devlet ekonominin, ticaretin içinden
çekilecek, özel sektör orada rol alacak ve özel sektörün rol alması
sebebiyledir ki bugün hamdolsun bizim zarar eden veya iflasa giden devletin
şirketlerinin sayısı yok denecek noktaya geliyor. Burayı yakaladık. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Telekom zarar etmiyor ki kâr ediyor. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bir diğer konu, o da şu: Değerli arkadaşlar,
özellikle Adıyaman’la alakalı orada da şirketlerin kapatıldığı söyleniyor.
Yanlış bilgi. Adıyaman organizeden aldığım bilgi, Vali Bey’in açıklamasıdır şu… ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Sayın Başbakan, burada! BAŞKAN – Sayın
Köse, bir dakika lütfen. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ben Vali Bey’in açıklamasını söylüyorum. Benim Valim
bu noktada çok daha hassastır ve yirmi iki işletme değil iki işletme
kapandı.(Gürültüler) Bilgileri kaynağından alırsanız Sayın Baykal, sizi
yanınızdakiler yanıltmamış olur. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kaç işçi çıkarılmış? ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Yarım saat önce bana faks geldi. Lütfen doğruyu söyleyin Sayın
Başbakan. Siz Adıyaman’da fabrikalar kapattınız, tütünü yok ettiniz, insanları
açlığa mahkûm ettiniz. BAŞKAN – Sayın
Köse, lütfen… ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Burada, Zafer Çağlayan… Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı bir saat
önce bana faks çekti, 35 fabrika kapatıldı. Lütfen… Burada! BAŞKAN – Sayın
Köse… ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Lütfen doğruları söyleyelim. (Gürültüler) BAŞKAN – Sayın
Başbakan, lütfen bitirin. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2009 mali yılı bütçesinin ülkemiz için, milletimiz
için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, tüm milletvekili arkadaşlarımı
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Başbakan. MUHAMMET RIZA
YALÇINKAYA (Bartın) – Niye alkışlıyorsunuz? BAŞKAN – Sayın Yalçınkaya… Sayın Yalçınkaya… MUHAMMET RIZA
YALÇINKAYA (Bartın) – Neyi alkışlıyorsunuz? BAŞKAN – Sayın Yalçınkaya… Sayın Yalçınkaya… Bütçeyle ilgili
son konuşma, aleyhinde İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk. Sayın Öztürk, buyurun. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Sayın Başkanım, Deniz Fenerini AKP açıklamamıştır. Sayın Başbakan
süreyi iyi kullanmamıştır. BAŞKAN – Süreyi
siz aştırdınız sevgili arkadaşlarım. Sık sık kestiniz
konuşmayı. Sayın Öztürk, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz on
dakikadır. HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Değerli
milletvekilleri, şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bütçeler millete hizmet götürmenin bir aracıdır. Yoksulluğun,
işsizliğin önlenmesinde ve gelir dağılımının düzeltilmesinde araç olarak kullanılırlar. Hükûmet bu aracı altı yıldır bu saydığımız amaçlar
doğrultusunda ne yazık ki kullanamamıştır. Hükûmet
aksini söylese de altı yıldır ekonomiyi iyi yönetememiştir. 2002 yılında
devraldığı göstergeleri neredeyse bütünüyle bozmuş ve ülkeyi ekonomik krize,
bozduğu ve kırılgan hâle getirdiği bir ekonomiyle sokmuştur. Bu nedenledir ki
krizin etkisi ülkemizde diğer ülkelerden daha fazla hissedilecektir. Hükûmetin ithalata dayalı,
istihdam yaratmayan büyüme modeli iflas etmiştir. Düşük kur yüksek faiz
politikası tıkanmıştır. Büyüme ve ihracatın motorları durmuştur. Son üç aydır
üretim artışı değil, üretim gerilemesi yaşanmaktadır. Kapasite kullanım
oranları geçen yılki düzeyin 10 puan altındadır. Yıllardır tarıma bütçeden,
yasaya aykırı olarak, millî gelirin yüzde 1’inin altında pay ayrılmaktadır.
Plan ve Bütçe Komisyonunda, tarımsal desteği millî gelirin yüzde 1’i düzeyine
çıkarmak amacıyla, Demokratik Sol Parti olarak vermiş olduğumuz önerge AKP
milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiştir. Yatırım ve üretim
artışıyla desteklenmeyen, ithalat ve para politikalarıyla kontrol altına
alınmaya çalışılan enflasyon kontrolden çıkmıştır. Ekonomik krize ülkeyi bu
kırılganlıklar içinde sokan AKP Hükûmeti hâlâ
bağımsız ve etkin bir kriz yönetimi oluşturamamıştır. Göle maya çalma olarak
nitelendirilebilecek varlık barışı yasasıyla KOBİ’lere yönelik yetersiz bazı
kredileri ve mevduat munzam karşılığı indirimi dışında ortada ne bir kriz
yönetimi ne de elle tutulur bir kriz tedbiri vardır. Hükûmetin
iddia ettiğinin aksine, ekonomik göstergeler kriz nedeniyle bozulmamıştır,
özellikle 2004 yılından sonra ekonomik göstergeler zaten bozulmaya başlamıştı. Değerli
milletvekilleri, umutlar IMF’yle yapılacak anlaşmaya bağlanmıştır. Anlaşma sağlanırsa olacaklara birlikte bakalım: Yüksek reel
faizlere dayalı sıcak para girişi yeniden ülkeye çekilmeye çalışılacak, yeterli
sıcak para girişi olursa kurlar gerileyip TL yeniden değer kazanacak, üretmek
yerine ithalat yapmak yeniden ucuz hâlâ gelecek, ithalat yaptıkça ihracatımız
artacak, ithalat ihracattan daha çok artacağı için dış ticaret açığı ve cari
açığımız yeniden yükselecek, açıkların finansmanı için devlet ve özel sektör bu
kez artan maliyetler ve kısalan vadelerle borçlanmak zorunda kalacak, merkezî
yönetim bütçesi yeniden sadece borç ödemeye endekslenecek, kalan kamu kurumları
ile bankalardaki devlet ve yerli payları ölü fiyatına satılacak, sorunlarımız
kısır döngü içinde birikerek ne yazık ki artmaya devam edecek. Değerli
milletvekillerim, bu filmi daha önce görmedik mi? Sadece ithalata ve dış
ticaret açıklarına dayalı büyüme modelinin sürdürülemez olduğunu ne zaman
anlayacağız? Millete niçin acı ilaçlar içirmeye devam etmek istiyorsunuz? Hükûmetin, işsizlikle mücadele konusunda rakamları
çarpıtmaktan başka yaptığı bir şey yoktur, işsizliği azaltmak konusunda hiçbir
öngörüsü de bulunmamaktadır. Uyguladığı ve uygulamaya devam edeceği anlaşılan
ithalata dayalı büyüme modelinin işsizliğe çare olmadığını Hükûmet
dışında bilmeyen kalmamıştır. Eylülden eylüle bir yıl içinde 295 bin kişi işini
kaybetmiştir. Bu rakamların içerisine, krizin alevlendiği ekim ve kasım ayları
dâhil değildir. Değerli
milletvekilleri, yolsuzluklarla mücadele vaadiyle iktidara gelen AKP Hükûmeti, bugün boğazına kadar yolsuzluklara batmış
durumdadır. “Hortumları kestik” demekle hortumlar kendiliğinden kesilmiş
olmuyor. Yolsuzlukla mücadele için siyasetçi-iş adamı-bürokrat üçgeninden
hangisine dokundunuz? Yönetiminizde milletvekilliği, yargıdan kaçmak için
sığınılacak bir liman hâline getirildi. Siyasetçiye dokunmadınız. Liyakate
dayanmayan ve vücut dilinden anlayan bürokrat atamaları ile bürokratı siyasetin
emrine verdiniz. Üçgenin bu halkasını da siyasete tabi ve onun işaretine bakar
hâle getirdiniz. İş adamı halkasıyla ilgili olarak, iş adamı ve siyaset
arasında var olan çıkar ilişkisini güçlendirdiniz. Kamunun mal ve hizmet
alımlarını giderek daha çok Kamu İhale Kanunu kapsamı dışına çıkardınız. Son
yaptığınız değişiklikle, kamu ihalelerinde şikâyet ve itirazı neredeyse
imkânsız hâle getirdiniz. İhalelerde kamuoyu denetimini, yarattığınız yandaş
medya aracılığıyla etkisiz hâle getirdiniz. Bütün bunlara rağmen çıkıp
yolsuzluk hortumlarını kesmekten bahsediyorsunuz. Hükûmetin
yolsuzluk karşısında bunca kayıtsızlığı ve yolsuzluk yapanları korumak için kol
kanat olması, olsa olsa hortumların çapını büyüterek
iktidar yandaşlarına döşemek anlamına gelir. Değerli milletvekilleri,
“kara delik” gerekçesiyle öncelikle zarar eden KİT’lerin elden çıkarılması
beklenirken ulusal çıkarlarımız için stratejik konumları göz ardı edilerek
satın alanların yerli ve yabancı olup olmadıklarına bakılmaksızın
özelleştirmeye kâr eden kuruluşlardan başladınız. Elektrik
piyasasını özelleştiriyorsunuz. Elektrik üretimini artırmak için vergi
teşvikleri veriyor musunuz? Veriyorsunuz. Bu teşvikler nereden çıkıyor? Gelir
kaybı şeklinde devlet bütçesinden çıkıyor. Maliyetlere dayalı otomatik fiyatlandırma
yoluyla halka ve sanayiye altından kalkamayacakları yüksek fiyattan elektrik
satıyorsunuz. Şimdi “Ne yapalım da sanayi ve vatandaşlara daha ucuz elektrik
verebilelim.” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Akla hemen düşük tarife uygulaması
ve üzerini devletin karşılaması formülü gelecektir. Peki, bu sübvansiyonu
nereden ve kime yapacağız? Devlet bütçesinden özel sektöre. Peki,
eskiden kime ve nereden yapıyorduk? Yine devlet bütçesinden
devlet KİT’lerine. O zaman stratejik tesisleri niye özelleştirdik değerli
arkadaşlarım? BAŞKAN – Bir
dakikanız var Sayın Öztürk. HARUN ÖZTÜRK
(Devamla) – Toparlamaya çalışacağım Sayın Başkanım. Üstelik haraç
mezat satıştan elde edilen para ile borç yükünü de hafifletemediniz.
Borçlarımız AKP döneminde 130,5 milyar YTL arttı. 2003-Eylül 2008 arasında
anapara ve faiz olmak üzere 972 milyar YTL tutarında borç ödediniz. Bu tutarın
790 milyar YTL’sini yeniden borçlanarak ödediniz, yani borcu borçla ödediniz.
Sayın Maliye Bakanının yere göğe sığdıramadığı özelleştirme gelirlerinin bu
çorbada tuzu sadece 23,5 milyar YTL’dir. Değerli
milletvekilleri, 2009 yılı, 2008 ve 2007 yılı gibi olmayacak. Dolayısıyla Hükûmet, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi diğer yıllar
bütçelerinin bir kopyasını huzurumuza getirmiştir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
bitirin Sayın Öztürk. HARUN ÖZTÜRK
(Devamla) – Bir dakikada toparlamaya çalışacağım Sayın Başkanım. Memur maaşlarıyla
ilgili olarak, sürekli olarak gerçekleşen enflasyon Hükûmetin
açıkladığı hedef enflasyonun 2 katından fazla olduğu için Plan ve Bütçe
Komisyonunda memurlara yüzde 7,5 yerine yüzde 15 oranında zam yapma önerimiz
AKP milletvekilleri tarafından reddedilmiştir. Sayın Maliye
Bakanı konuşmasında çocuklar yesin diye çikolatanın KDV’sini indirdiğini ifade
etti. Sayın Bakan ucuz halk ekmeği alabilmek için kuyrukta bekleyen
vatandaşlara demek istemektedir ki “Ekmek alamıyorsanız çikolata yiyiniz.” Değerli
milletvekilleri, bu bütçe samimi değildir, harcamalar için öngörülen ödenekler
açısından samimi değildir, toplayacağı söylenen gelirler açısından samimi
değildir, verilen açık açısından samimi değildir, sadece faiz ödeme bütçesi
niteliğindedir. Demokratik Sol
Parti olarak bütçeye “Hayır” oyu vereceğimizi ifade ediyor, yüce heyetinizi
tekrar saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Öztürk. Sayın
milletvekilleri, 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. Şimdi, 2009 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım. 2009 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2007 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Böylece 2009 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir. Şimdi, sırasıyla
her iki tasarının da birinci maddelerini okutuyorum: 2009 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI BİRİNCİ KISIM Genel Hükümler BİRİNCİ BÖLÜM Gider, Gelir,
Finansman ve Denge Gider MADDE 1 – (1) Bu
Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003
tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli; a) (I) sayılı
cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 257.742.143.488
Türk Lirası, b) (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 16.423.005.878 Türk Lirası, c) (III) cetvelde
yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.923.611.108 Türk Lirası, ödenek verilmiştir. 2007 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI Gider bütçesi MADDE 1- (1)
Merkezî yönetim kesin hesap gider cetvellerinde gösterildiği üzere 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanununa ekli; a) (I) sayılı
cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2007 yılı bütçe
giderleri toplamı 200.206.449.414,00 Yeni Türk Lirası, b) (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2007 yılı bütçe giderleri toplamı
12.661.479.001,26 Yeni Türk Lirası, c) (III) sayılı
cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2007 yılı bütçe
giderleri toplamı 1.473.982.406,01 Yeni Türk Lirası, olarak gerçekleşmiştir.
BAŞKAN – Değerli
milletvekili arkadaşlarım, Anayasa’nın 164’üncü maddesi uyarınca, Bütçe Kanunu
Tasarısı ile Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmeleri birlikte yapılacağından,
okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2009 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçeleri ile 2007 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesaplarının
görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır. Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için alınan karar gereğince 17
Aralık 2008 Çarşamba günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.14 |
|