DÖNEM: 23 CİLT: 33 YASAMA YILI: 3 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 24’üncü
Birleşim 2 Aralık 2008 Salı İ Ç İ N D E K İ L
E R I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.-
GELEN KÂĞITLAR III.-
YOKLAMALAR IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, Avrupa Birliği Komisyonunun bor madenini 2 Sayılı
İnsan Sağlığına Zararlı Madenler Listesine almasına ilişkin gündem dışı
konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı 2.- Şırnak Milletvekili
Hasip Kaplan’ın, seçmen kütüklerine ilişkin gündem
dışı konuşması 3.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’un, Bursa’da özellikle
tekstil ve sanayi sektöründe işten çıkarmalar ve yansımalarına ilişkin gündem
dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- Arnavutluk
Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı ve beraberindeki Parlamento heyetinin,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu olarak davet edilmesine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/605) 2.- Gaziantep
Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkmenistan’a
yaptığı resmî ziyarete iştirak etmesine ve 4-6 Ekim 2008 tarihlerinde de
Moğolistan’a gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/606) B) Önergeler 1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/983) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/101) 2.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, 4046 Sayılı
Özelleştirme Uygulamaları Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi’nin (2/115) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/102) C) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman ve 21 milletvekilinin, erken yaşta evlilik konusunun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/288) 2.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış ve 21 milletvekilinin, içme suyu sektöründeki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/289) 3.- Mersin
Milletvekili Kadir Ural ve 23 milletvekilinin, Atakent Belediye Başkanı Fevzi
Doğan’ın bombalı saldırı sonucu ölümü olayının araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/290) D) Duyurular 1.- 2009 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı’nın Genel Kurulda görüşme programının bastırılıp dağıtıldığına
ve bütçeler üzerinde şahısları adına söz almak isteyen milletvekillerinin söz
kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlık duyurusu VI.-
MECLİS ARAŞTIRMASI A) Ön Görüşmeler 1.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş ve 35 milletvekilinin, öğretmenlerin sorunları ve
okullardaki yetersizliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/21) 2.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman ve 32 milletvekilinin,
eğitimdeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/94) VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96) 2.- Sanayi ve
Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Devlet Memurları
Kanunu ve Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/537)
(S.Sayısı: 236) 3.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş Milletler (BM)
Gıda ve Tarım Örgütü (GTÖ) Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/397) (S.
Sayısı: 242) VIII.-
OYLAMALAR 1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş Milletler (BM)
Gıda ve Tarım Örgütü (GTÖ) Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması IX.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Konya-Taşkent’te patlama sonucu çöken Kur’an kursu binasına ilişkin Başbakandan sorusu ve
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/4755) 2.- Çorum
Milletvekili Derviş Günday’ın, bir vakfın Çorum
şubesinin denetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir
Atalay’ın cevabı (7/4770) 3.- Trabzon
Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, TOKİ’nin Ataköy’deki taşınmazının ihalesine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı (7/4808) 4.- İzmir Milletvekili
Oktay Vural’ın, Kerkük’te saldırılara uğrayan Türkmenlerin durumuna ilişkin
sorusu ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/4836) 5.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, klinik şefi ve şef
yardımcısı kadrolarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/4894) 6.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, eğitim ve araştırma
hastanelerindeki şef ve şef yardımcısı kadrolarına ve Antalya Devlet
Hastanesindeki bazı uygulamalara ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/4902) 7.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Emniyet Teşkilatında toplanan bağışlara ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5035) 8.- Isparta
Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, Güneydoğu
Asya’ya tsunami felaketi sebebiyle yapılan yardımlara
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5037) 9.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Posof ilçesinde dağıtılan
kömüre ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5054) 10.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, Denizli Devlet
Hastanesinde verilen kahvaltıya ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/5091) 11.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, bir kavşağın ışıklandırılmasına ilişkin sorusu ve
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı (7/5103) 12.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, RTÜK
Başkanı hakkındaki iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet
Aydın’ın cevabı (7/5124) 13.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, TRT personel yönetmeliğindeki bir düzenlemeye, - Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, TRT personel
yönetmeliğindeki bir düzenlemeye, - Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Hazine Müsteşarlığının TRT raporundaki
hususlara, İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/5321), (7/5322), (7/5323) 14.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bazı açıklamalarına ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/5358) 15.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, bazı orta dalga radyo vericilerinin
kapatılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın
cevabı (7/5362) 16.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, mal beyanına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/5446) 17.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, bazı diplomatik görüşmelere ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/5457) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak sekiz oturum yaptı. Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu, Türkiye ile İran’ın ekonomik
iş birliği ve ticari ilişkilerine, Antalya Milletvekili Osman Kaptan, esnaf ve sanatkârların
sorunlarına, İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar. Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın,
ülkemizde insan haklarının durumu ve son gelişmelere ilişkin gündem dışı
konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek cevap verdi. Genel Kurulu ziyaret eden, Çin Halkı Siyasi Danışma Konferansı
Başkanı Sayın Jia Qinglin
ve beraberindeki heyete Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denildi. Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı:
96) görüşmelerine devam olunarak ikinci bölümüne kadar kabul edildi, verilen
aradan sonra komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından
ertelendi. Genel Kurulun 2 Aralık 2008 Salı günkü birleşiminde (10/21) ve
(10/94) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin birleştirilerek
görüşülmesine ve bu görüşmenin ardından kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine, Gündemin “Kanun Tasarısı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmında bulunan 303, 304, 305, 308, 268, 283 ve 307 sıra sayılı
kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın sırasıyla 5, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11’inci
sıralarına alınmasına, diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre
teselsül ettirilmesine, İlişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi. 2’nci sırasında bulunan, İskân Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Raporu’nun (1/539) (S. Sayısı: 251) görüşmeleri tamamlanarak kabul edildi. 3’üncü sırasında bulunan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Devlet Memurları Kanunu ve Genel Kadro ve
Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/537) (S. Sayısı: 236) tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanarak 1’inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü. 2 Aralık 2008 Salı günü, Saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime
22.55’te son verildi.
No.: 31 II.-
GELEN KÂĞITLAR 28
Kasım 2008 Cuma Sözlü
Soru Önergeleri 1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, polisin dur ihtarına uymadığı için öldürülen
kişilere ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1059) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/10/2008) 2.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Büyük Tarabya Otelinin
özelleştirilme ihalesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1060)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 3.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, Karaman’daki elma
üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1061) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/11/2008) 4.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, kadrolu ve sözleşmeli
öğretmenlere ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1062)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 5.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, doğalgaz ve elektrik zamlarına
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1063) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 6.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep Büyükşehir
Belediyesince işten çıkarılan şoförlere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1064) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 7.- Antalya
Milletvekili Osman Kaptan’ın, doğalgaz zammının nedenlerine ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/1065) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 8.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, kuruyemiş ithalatına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1066) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 9.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, rehabilitasyon
merkezleri ve yetiştirme yurtlarının hizmet kalitesine ilişkin Devlet Bakanından
(Nimet Çubukçu) sözlü soru önergesi (6/1067) (Başkanlığa geliş tarihi:
05/11/2008) 10.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Niğde kapalı yüzme havuzu inşaatına ilişkin Devlet
Bakanından (Murat Başesgioğlu) sözlü soru önergesi
(6/1068) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 11.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Marmaris’teki maden arama ruhsatlı arazilere
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1069)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 12.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, doğalgaz ve elektrik fiyatlarına ilişkin Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1070) (Başkanlığa geliş
tarihi: 05/11/2008) 13.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, kefaletinden dolayı icra takibine uğrayan,
kooperatif üyesi çiftçilere ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1071) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 14.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Doğu ve Güneydoğu’ya yönelik ekonomik ve sosyal
projelere ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1072) (Başkanlığa geliş
tarihi: 05/11/2008) 15.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, çiftçilere gübre ve mazot avantajı sağlanmasına
ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/1073) (Başkanlığa geliş
tarihi: 05/11/2008) 16.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Marmaris’teki maden arama ruhsatlı arazilere
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/1074) (Başkanlığa
geliş tarihi: 05/11/2008) 17.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, dikey geçiş yapan üniversite öğrencilerinin sınıf
geçme prosedürlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1075) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 18.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, doğalgaz zammına ilişkin
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1076) (Başkanlığa
geliş tarihi: 06/11/2008) 19.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Bolu Valisinin Cumhuriyet Bayramı kutlamalarındaki
konuşmasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1077)
(Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 20.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, soruşturma açılan bir
dernekle ilgili televizyon yayınına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın)
sözlü soru önergesi (6/1078) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 21.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, bazı et ürünlerinin ve ithal gıdaların denetimine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1079) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 22.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, bölücü terör örgütünün dış destekçilerine ilişkin
Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1080) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 23.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Türk Ceza Kanununda bireylere yönelik suçlarda
değişiklik yapılıp yapılmayacağına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1081) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 24.- Niğde Milletvekili
Mümin İnan’ın, TÜİK’in bazı verileri üzerindeki
tartışmalara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1082) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11/11/2008) 25.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, yabancılara satılan ve ipotek edilen tarım
arazilerine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1083) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 26.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, sözleşmeli ve geçici personelin tayinlerdeki
sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Murat Başesgioğlu)
sözlü soru önergesi (6/1084) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 27.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, yeni desteklemelerin planlamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1085)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) Yazılı
Soru Önergeleri 1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, polis tarafından
öldürülen kişilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5563)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 2.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, Roj TV’nin kapatılması
için başvuru yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5564) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 3.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı kurulup
kurulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5565) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/10/2008) 4.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Roj Tv’nin
kapatılması için başvuru yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5566) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 5.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, RTÜK’ün uydu
yayın sıralamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5567)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 6.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, RTÜK’ün lisanssız yayın yaptıkları gerekçesiyle
bazı kanalları kapatmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5568)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 7.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Niğde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
tarafından yapılan kömür dağıtım ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5569) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 8.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Ankara Gölbaşı’ndaki
bir taşınmazın satışa çıkarılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5570) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 9.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, cinsel istismara
uğrayan çocuklara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5571) (Başkanlığa
geliş tarihi: 31/10/2008) 10.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, Başbakanlık Basın Merkezinin bir açıklamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5572) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 11.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, RTÜK’ün bazı uygulamalarına ve RTÜK Başkanına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5573) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 12.- İzmir
Milletvekili Kemal Anadol’un, yargılama sürecinde
yaşanan mağduriyetlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5574)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 13.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, kamu kurum ve
kuruluşlarınca yapılan ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5575) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 14.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Adli Tıp Kurumunun verdiği bir rapora ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5576) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 15.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, tramvay
hatlarının uzatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5577)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 16.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, KİT’lerde
çalışan ve ek ödemeden yararlanamayan personele ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5578) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 17.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, öğrenci başına yapılan
eğitim harcamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5579)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 18.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, RTÜK’ün
dijital yayın platformlarındaki bazı kanalları kapatmasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/5580) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 19.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Atatürk soyadının
Avrupa’da marka olarak tescil ettirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5581) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/11/2008) 20.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Suriye’nin transit geçen araçlara
motorin farkı uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5582)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 21.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, elektrik ve doğalgaz
zammına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5583) (Başkanlığa geliş
tarihi: 3/11/2008) 22.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Gerger Savcısına ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5584) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 23.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Dairesinin
hazırladığı bir rapora ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5585)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 24.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Torbalı’nın adliye sarayı ihtiyacına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5586) (Başkanlığa geliş
tarihi: 03/11/2008) 25.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman’ın, Adli Tıp Kurumunun
verdiği bir rapora ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5587)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 26.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, işkenceyle mücadeleye
yönelik Birleşmiş Milletler İstanbul Protokolü standartlarına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5588) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 27.- İstanbul
Milletvekili Ümit Şafak’ın, Telekom’da işçilerin istifaya zorlanmasına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5589) (Başkanlığa
geliş tarihi: 03/11/2008) 28.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, SGK mensuplarının ilaç ve sağlık harcamalarına
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5590)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 29.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Erzurum Lala Paşa Camii çevresindeki ağaçların
kesilmesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5591)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 30.- İzmir
Milletvekili Recai Birgün’ün, Ankara’daki hava
kirliliğine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5592)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 31.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, yabancı bankaların yurt dışına para
aktardığı iddialarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/5593) (Başkanlığa geliş
tarihi: 03/11/2008) 32.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, kamu bankalarınca kullandırılan kredilere
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren)
yazılı soru önergesi (7/5594) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 33.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Sarıkamış’ın bazı
köylerinin yol sorununa ve su baskını riskine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5595) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 34.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars-Merkeze bağlı
bazı köylerin yol sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5596) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 35.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, bazı kavşaklara konulan görüntülü reklam
panolarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5597)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 36.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt Belediye
Başkanıyla ilgili yargıya intikal eden davalara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5598) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 37.- Adana
Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, ele geçirilen dinleme
cihazlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5599)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 38.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Ankara’nın şebeke suyunun kalitesine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5600) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 39.- İstanbul Milletvekili
Süleyman Yağız’ın, bazı rüşvet iddialarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5601) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 40.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Halkbank’ın
özelleştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5602)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 41.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Tasarrufu Teşvik Fonu ve Konut Edindirme
Yardımı Fonuna ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5603)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 42.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa’da ÖSS sınav merkezi açılmasına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5604) (Başkanlığa geliş tarihi:
30/10/2008) 43.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in, gösterilere katılan
öğrencilere soruşturma açılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5605) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 44.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Şanlıurfa’daki bazı okulların kapalı olduğu
iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5606)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 45.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, temel eğitime devam etmeyen çocuklara
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5607) (Başkanlığa geliş
tarihi: 03/11/2008) 46.- Erzincan
Milletvekili Erol Tınastepe’nin, Kredi ve Yurtlar
Kurumuna ait öğrenci yurtlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5608) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 47.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, ülkemizde satışı yapılan plastik araç ve
gereçlerde bir kimyasal maddenin bulunup bulunmadığına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5609) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 48.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Burhaniye’de acil
servisten ambulans talep eden hastanın ölümüne ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5610) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 49.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Halkalı’da
yapımı tamamlanan bir hastanenin hizmete açılmasına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5611) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008) 50.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, İstanbul Bilumum Madeni
Eşya Esnaf ve Sanatkarları Odaları Birliğinin anlaşmalı olduğu eczanelere
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5612) (Başkanlığa geliş
tarihi: 31/10/2008) 51.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, Manisa’nın eğitim ve araştırma hastanesi
ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5613) (Başkanlığa
geliş tarihi: 03/11/2008) 52.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, ilaç paylarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5614) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 53.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Salihli Organize Sanayi Bölgesine ilişkin Sanayi
ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5615) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 54.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, kredi alan esnaf ve sanatkarlara ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5616) (Başkanlığa geliş
tarihi: 31/10/2008) 55.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, üzüm üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5617)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008) 56.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvancılık teşviklerine ve veteriner hekimlerin
özlük haklarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5618) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 57.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ın bazı ilçelerinde organize hayvancılık
bölgesi kurulup kurulmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5619) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 58.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars çiftçisinin
mağduriyetine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5620) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 59.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, TMO alım merkezine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5621)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 60.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Salihli Organize Sanayi Bölgesinin yol sorununa
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5622) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/10/2008) 61.- İstanbul
Milletvekili Ümit Şafak’ın, Telekom’da işçilerin istifaya zorlanmasına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5623) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 62.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5624) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 63.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun rehabilitasyon
merkezlerindeki hizmet ve denetime ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu)
yazılı soru önergesi (7/5625) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008) 64.- İstanbul
Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in,
Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanununda yapılan bir değişikliğe ilişkin
Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/5626) (Başkanlığa
geliş tarihi: 03/11/2008) 65.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Ergenekon soruşturmasındaki suç duyurularına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5627) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/10/2008) 66.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, tasarruf sahiplerini
mağdur eden bir holdinge ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5628)
(Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 67.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, veteriner hekimlerin
özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5629) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 68.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, emeklilere ek ödeme
yapılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5630) (Başkanlığa geliş
tarihi: 04/11/2008) 69.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, Ulusal Bor Araştırma
Enstitüsüne ve Kütahya’daki çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5631) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 70.- Ankara Milletvekili
Hakkı Suha Okay’ın,
Şereflikoçhisar Belediyesinin kiraya verdiği şantiyeye ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/5632) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 71.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Türk Telekom Sağlık Yardım Sandığına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5633) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 72.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Türk Telekom’un sosyal ve eğitim amaçlı ihale
edilen projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5634)
(Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 73.- Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un, Atatürk isminin ticari marka olarak tescil
edilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5635) (Başkanlığa geliş
tarihi: 04/11/2008) 74.- Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl’ün, Bingöl ilinin sorunlarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/5636) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 75.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, 1937 ve 1938’de Tunceli’de gerçekleştirilen
bazı uygulamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5637) (Başkanlığa
geliş tarihi: 06/11/2008) 76.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, doğalgaz fiyatlarındaki
artışa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5638) (Başkanlığa geliş
tarihi: 06/11/2008) 77.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, KOSGEB’in kredi faizi desteğine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5639) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 78.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Maliye Bakanlığınca yürütülen bir operasyona
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5640) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 79.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, Adli Tıp Kurumu
yönetimine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5641) (Başkanlığa
geliş tarihi: 04/11/2008) 80.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, İstanbul Adli Tıp
Kurumunun bir raporuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5642)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 81.- Sivas
Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, tutuklu ve
hükümlülerin emanete alınan eşyalarının kaybolduğu iddialarına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5643) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 82.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Urla Adalet
Sarayına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5644) (Başkanlığa
geliş tarihi: 06/11/2008) 83.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Erdemli’de
Sosyal Güvenlik Şube Müdürlüğü açılmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5645) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 84.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, hastalığa yakalanan kot
taşlama işçilerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5646) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 85.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un,
Kahramanmaraş’a SGK’nın sağlık işlerini yürütecek bir
birim kurulmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5647) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 86.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, özürlülere yönelik hizmetlere ilişkin Devlet
Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5648) (Başkanlığa geliş
tarihi: 04/11/2008) 87.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, SHÇEK
kurumlarındaki kötü muamele iddialarına ve sosyal hizmet uzmanlarına ilişkin
Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5649) (Başkanlığa
geliş tarihi: 04/11/2008) 88.- Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Rehabilitasyon ve
bakım merkezlerinin durumuna ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı
soru önergesi (7/5650) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 89.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, bazı rehabilitasyon
merkezlerindeki kötü muamele görüntülerine ilişkin Devlet Bakanından (Nimet
Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5651) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 90.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, doğalgaz zammına ilişkin Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5652) (Başkanlığa geliş
tarihi: 04/11/2008) 91.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, doğalgaz zammına ilişkin
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5653) (Başkanlığa
geliş tarihi: 05/11/2008) 92.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, BOTAŞ’ın gaz satışına ve doğalgaz
zammına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5654) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 93.- Erzurum
Milletvekili Zeki Ertugay’ın, BOTAŞ’ ın alacaklarına ve doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5655) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 94.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Başbakan korumalarının giysilerindeki bir ibareye
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5656) (Başkanlığa geliş
tarihi: 04/11/2008) 95.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, doğalgaz zammına
ve Ankara Büyükşehir Belediyesinin BOTAŞ’a olan borcuna ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5657) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 96.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Yüreğir Belediyesinin
bazı giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5658)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 97.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Seyhan Belediyesinin
bazı giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5659)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 98.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, Adana Valisinin bazı
açıklamalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5660)
(Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 99.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, köy korucularının özlük haklarına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5661) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 100.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Osmangazi ilçesindeki bir köyün su sorununa
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5662) (Başkanlığa geliş
tarihi: 06/11/2008) 101.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, İzmir’deki hızlı
tren projesinin Torbalı’ya kadar uzatılıp uzatılmayacağına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5663) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 102.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana Büyükşehir
Belediyesinin bir şirketinin faaliyetlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5664) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 103.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Siirt Belediyesinin temizlik işleri ihalesine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5665) (Başkanlığa geliş
tarihi: 06/11/2008) 104.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, bir
heykelin Kahramanmaraş Müzesine nakline ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5666) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 105.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, sezon sonunda işsiz
kalan turizm çalışanlarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5667) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 106.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğündeki personel hareketlerine ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5668) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 107.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, THY dış hat seferlerinde
yolculara dağıtılan gazetelere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5669) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 108.- İstanbul
Milletvekili Atila Kaya’nın, elektrik enerjisi
üretimine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5670) (Başkanlığa
geliş tarihi: 04/11/2008) 109.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir siyasi parti
teşkilatının elektrik borcuna ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5671) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 110.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Anadolu Jet’in
Denizli seferlerinin iptal edilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5672) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 111.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, Bor Şeker Fabrikasının özelleştirilmesine ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5673) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 112.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, yurt dışı çıkış tahditlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5674) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 113.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, eczacıların kamudan ilaç bedellerini geç
almalarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5675) (Başkanlığa
geliş tarihi: 06/11/2008) 114.- Adana
Milletvekili Recai Yıldırım’ın, öğretmen atamalarına ve birleştirilmiş
sınıflara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5676)
(Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 115.- Adana
Milletvekili Recai Yıldırım’ın, Fen-Edebiyat Fakültesi mezunlarına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5677) (Başkanlığa geliş tarihi:
04/11/2008) 116.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, bir lisede
yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5678) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 117.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir Müsteşar Yardımcısına verilen görevlere
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5679) (Başkanlığa geliş
tarihi: 04/11/2008) 118.- Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü’nün, Cumhuriyet Bayramı
törenlerinde Tekirdağ İmam Hatip Lisesi kız öğrencilerinin yer almadığı
iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5680)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 119.- Bursa
Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, bir fen lisesi
inşaatına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5681)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 120.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un,
Kahramanmaraş’taki endüstri meslek lisesi ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5682) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 121.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un,
Kahramanmaraş ilinin sınavlardaki başarı durumuna ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5683) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 122.- İstanbul
Milletvekili Şinasi Öktem’in, İstanbul’daki okulların
doğalgaz borcuyla ilgili yazıya ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5684) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 123.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, şiddet uygulandığı iddia edilen bir öğretmene
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5685) (Başkanlığa geliş
tarihi: 06/11/2008) 124.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Torbalı’nın yeni
lise ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5686)
(Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 125.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Balıkesir’de ambulans hizmeti konusunda yaşanan
bir olaya ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5687) (Başkanlığa
geliş tarihi: 04/11/2008) 126.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, silikozis
hastalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5688) (Başkanlığa
geliş tarihi: 05/11/2008) 127.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, devlet hastanelerinde
temizlik hizmetlerindeki istihdama ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5689) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 128.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Torbalı’ya
yapılacak sağlık yatırımlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5690) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 129.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, mera, yaylak ve
kışlaklara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5691) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 130.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki mera, yaylak
ve kışlaklara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5692) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 131.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, gebe düve teşviğinin
kaldırılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5693) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 132.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, yol hatalarından
kaynaklanan kazalara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5694)
(Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 133.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İstanbul Boğazına
yapılacak köprüye ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5695)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 134.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, bir otoyol bölümünün inşaatına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5696) (Başkanlığa
geliş tarihi: 05/11/2008) 135.- İstanbul
Milletvekili Ufuk Uras’ın, internet yayınlarına konan erişim yasaklarına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5697) (Başkanlığa geliş
tarihi: 06/11/2008) 136.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Anıtkabir ziyareti programına ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5698) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008) 137.- Edirne
Milletvekili Rasim Çakır’ın, Türkiye Şeker Fabrikalarındaki teknik personelin
ücretlerine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5699)
(Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 138.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, TRT’nin kurum dışı
kişilere yaptığı ödemelere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru
önergesi (7/5700) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008) 139.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un,
taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına ait katkı payına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/5701) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008) 140.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, bir vergi kaçakçılığı iddiasına ve bir taşınmazla
ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5704) (Başkanlığa
geliş tarihi: 06/11/2008) 141.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
Tekirdağ’daki TOKİ konutlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5705) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 142.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle
hükmedilen tazminatlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5706)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 143.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli
Belediyesinin bir alandaki imar uygulamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5707) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 144.- Manisa
Milletvekili Şahin Mengü’nün, vergi incelemelerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5708) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 145.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Suriye ile arazi ve taşınmaz sorunu
konusundaki çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5709)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 146.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
DSİ’nin İSKİ’ye tahsis
ettiği su kaynaklarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5710) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 147.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Kahramanmaraş
DSİ Bölge Müdürlüğünün kapatılacağı iddiasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5711) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 148.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
bir derenin ıslahına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5712) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 149.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
Hayrabolu’daki bazı baraj ve göletlerin eksikliklerine ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5713) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 150.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, Alevilerle ilgili konuşmasına ilişkin Devlet
Bakanından (Mustafa Said Yazıcıoğlu)
yazılı soru önergesi (7/5714) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 151.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, din
görevlilerinin özlük haklarına ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Said Yazıcıoğlu) yazılı soru
önergesi (7/5715) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 152.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, Avrupa Birliği
Komisyonunun ilerleme raporuna ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5716) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 153.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun,
Türk ve Bulgar vatandaşlığı olanların sorunlarına ilişkin Dışişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5717) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 154.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman’da verilen maden ruhsatları ile maden
rezervi ve üretimine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5718) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 155.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, doğalgaz fiyatındaki formül
değişikliğine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5719) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 156.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, doğalgaz sınır basıncının düşürülmesine
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5720)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 157.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Tuzgölü yer
altı deposu ihalesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5721) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 158.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, doğalgaz projelerine ve anlaşmalarına
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5722)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 159.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, bazı bürokratların devam eden davalarına
ve ihalelere fesat karıştırıldığı iddialarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5723) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 160.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, BOTAŞ’ın faiz ödemelerine ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5724) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 161.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, BOTAŞ’ın zamla elde edeceği gelire ilişkin Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5725) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11/11/2008) 162.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, akaryakıt pompa
fiyatlarının indirilmemesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5726) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 163.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kolluk güçleriyle
ilgili işkence iddialarının soruşturulmasında bağımsız bir kurul oluşturulmasına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5727) (Başkanlığa geliş
tarihi: 07/11/2008) 164.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Cumhuriyet Bayramında
Adana Büyükşehir Belediyesinin astığı afişlere ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5728) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 165.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinde geçiş
güzergahına bayrak asılmamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5729) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 166.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, Ankara Büyükşehir Belediyesince Cumhuriyet Bayramı
etkinliği düzenlenmemesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5730) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 167.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ABD ziyaretine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5731) (Başkanlığa geliş
tarihi: 07/11/2008) 168.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
Şarköy Belediye Başkanı hakkındaki bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5732) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 169.- Konya
Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, Konya Büyükşehir
Belediyesinin ulaştırma projelerine ve imar planı değişikliklerine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5733) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 170.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’ya batı
çevreyolu yapımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5734)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 171.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Ceyhan Belediyesinin
toplu konut ihalesine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5735)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 172.- Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl’ün, bazı belediye çalışanlarının karıştığı saldırı
olaylarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5736)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 173.- Erzincan
Milletvekili Erol Tınastepe’nin, polisin orantısız
güç kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5737)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 174.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun,
Türk ve Bulgar vatandaşlığı olanların sorunlarına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5738) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 175.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, İstanbul’daki
ilköğretim okullarının doğalgaz borcuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5739) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 176.- Adana
Milletvekili Recai Yıldırım’ın, Teknik Eğitim Fakültesi mezunlarına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5740) (Başkanlığa geliş tarihi:
11/11/2008) 177.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
Çerkezköy’e hastane yapımına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5741) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 178.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, İstanbul’da sosyal
güvenlik kurumları ile anlaşması olmayan eczanelere ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5742) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 179.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, deprem riski
taşıyan Acıpayam Devlet Hastanesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5743) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 180.- Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un, Türk Patent Enstitüsü eski başkanı hakkındaki
iddialara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5744)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 181.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Turgutlu Organize
Sanayi Bölgesi arıtma tesisine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5745) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 182.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Salihli Organize Sanayi
Bölgesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5746)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 183.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Akhisar Organize Sanayi
Bölgesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5747)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 184.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
süt fiyatlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5748) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 185.- İstanbul
Milletvekili Şinasi Öktem’in, destekleme primlerine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5749) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 186.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, mısır piyasasına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5750) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 187.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5751) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 188.- Uşak
Milletvekili Osman Coşkunoğlu’nun, Türk Telekom
yönetimi ile ilgili bazı iddialara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5752) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 189.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın, bir otoyol bölümünün inşasına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5753) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 190.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
Çerkezköy’e Adalet Sarayı yapımına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5754) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 191.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, çocuklara yönelik
cinsel saldırılara ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru
önergesi (7/5755) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008) 192.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un,
Kahramanmaraş’ta turizmin desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5756) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008) 193.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kiraların bankaya
yatırılmasında istenen havale ücretine ilişkin Devlet Bakanından ve Başbakan
Yardımcısı (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi
(7/5757) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) 194.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
bir mahalledeki elektrik kesintilerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5758) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008) No.: 32 2
Aralık 2008 Salı Teklif
1.- Malatya
Milletvekili Öznur Çalık ve 5 Milletvekilinin;
Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli
Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/346) (Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 1.12.2008) Raporlar 1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Yemen Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında
İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/578) (S. Sayısı: 310) (Dağıtma tarihi:
2.12.2008) (GÜNDEME) 2.- Kastamonu
Milletvekili Hakkı Köylü’nün; Türk Parasının
Kıymetini Koruma Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve
Adalet Komisyonu Raporu (2/21) (S. Sayısı: 314) (Dağıtma tarihi: 2.12.2008)
(GÜNDEME) Meclis
Araştırması Önergeleri 1.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman ve 21 Milletvekilinin, erken yaşta evlilik konusunun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/288) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2008) 2.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış ve 21 Milletvekilinin, içme suyu sektöründeki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/289) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.11.2008) 3.- Mersin
Milletvekili Kadir Ural ve 23 Milletvekilinin, Atakent Belediye Başkanı Fevzi
Doğan’ın bombalı saldırı sonucu ölümü olayının araştırılması amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/290) (Başkanlığa geliş tarihi:
27.11.2008) 2
Aralık 2008 Salı BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 15.00 BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşimini açıyorum. III.
- Y O K L A M A BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağız. Üç dakika süre
veriyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur. On dakika ara
veriyorum. Kapanma
Saati: 15.05 İKİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 15.16 BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. III.
- Y O K L A M A BAŞKAN – Yapılan
ilk yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi yeniden yoklama
yapacağız. Elektronik cihazı açıyoruz. Üç dakika süre
veriyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, Avrupa Birliği Komisyonunun bor madenini 2 Sayılı İnsan Sağlığına Zararlı
Madenler Listesi’ne alması konusunda söz isteyen Kırklareli Milletvekili Tansel
Barış’a aittir. Sayın
milletvekilleri, lütfen daha sessiz olalım, arkadaşımızı dinleyelim. Buyurunuz Sayın
Barış. IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Avrupa Birliği Komisyonunun bor
madenini 2 Sayılı İnsan Sağlığına Zararlı Madenler Listesine almasına ilişkin
gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğinin, dünya
rezervlerinin yüzde 72’sine sahip olduğumuz bor madenini üremeye olumsuz etkili
toksik madde kapsamına alması nedeniyle gündem dışı
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, doğrusu bu karar bizleri üzmüştür ve kimyamızı da bozmuştur.
Kararın haksız, siyasi bir karar olduğuna inanıyorum. Çünkü bor rezervlerimizin
olduğu Balıkesir, Uşak, Bandırma, Afyon gibi yörelerimizde ve aramızda bu
bölgelerin milletvekilleri de var, her hâlde böyle bir çalışmanın veyahut da
böyle bir durumun, o bölgedeki insanlarımızın üreme sorunu olduğuna onlar da
inanmıyorlardır. Ben de tabii ki, bu konuda çok gerçekçi bir araştırma yapılmış
mıdır onu bilemiyorum, ama bildiğim kadarıyla dünya genelinde ve tabii ki,
Türkiye’de her evli 100 çiftten 25’i zaten bir şekilde bu sorunu yaşamaktadır. Ama Balıkesir, Uşak, Afyon gibi yerlerde bu sorunun daha fazla
olduğuna gerçekten inanmak çok güç. Sayın
milletvekilleri, cumhuriyet kurulurken, devrimler yaşanırken Mustafa Kemal
Atatürk, hedefin Batı uygarlığı olduğunu, hedefin muasır medeni ülkeler
seviyesine çıkmak olduğunu her fırsatta söylemişken, 1960’lı yıllarda Katma
Protokol imzalanırken, 1996 yılında gümrük birliği imzalanırken ve bugün
geldiğimiz noktada Avrupa Birliğine tam üyelik müzakereleri yapılırken Avrupa
Birliğinin böyle bir karar alması gerçekten üzücü olmuştur. Seksen beş yıldan beri hedefimiz Batı’yı yakalamak, Batı
uygarlığına ulaşmaktı ama Avrupa Birliği Türkiye'ye karşı her fırsatta
hazımsızlık belirtileri göstermektedir. 9 Haziran 2008’de aldığı bu karar da
hazımsızlığın bir başka hezeyanıdır. Karar bilimsellikten uzak, tutarsız ve
siyasidir. Hayvan ve insan
deneylerinde, yapılan araştırmalarda veriler birbirini tutmamaktadır.
Farelerdeki deney ile insanı ilişkilendirmek gerçekle bağdaşmıyor. İnsanlar
boru avuç avuç yemiyorlar, içmiyorlar; kaldı ki bor
da böyle bir madde değildir. Su bile insana yüksek dozda verildiği zaman toksik etki gösterebiliyor. Bu nedenle, Avrupa Birliğinin
aldığı bu karar gerçekle bağdaşmıyor değerli milletvekilleri. Acaba bunun
altında başka nedenler mi vardır; bunu araştırmak, bunları da düşünmek
gerekiyor. Bazı firmalar deterjan sanayisinde bor yerine bunu ikame edecek
ürünler üzerinde mi çalışıyorlar ve böyle bir ürün ortaya çıkmış mıdır, bu
nedenle bu firmaların lobileri Avrupa Birliğinde etkili olmuş mudur, bu lobiler
sonucunda da böyle bir karar çıkmış mıdır; değerli milletvekilleri, bunları da
düşünmek gerekiyor. Avrupa Birliği
sekiz yıldan beri bor madenimizi bu yasak kapsamı içerisine, toksik madde kapsamı içerisine almak için çalışmaktadır.
Acaba sayın yetkililerimiz, bakanlarımız, bürokratlarımız, hatta Başbakanımız
bu konuda Avrupa Birliğinin üyelerine, hele hele onun
kadim dostlarına hiçbir şekilde bu konu üzerinde “Ne yapıyorsunuz, ne
ediyorsunuz!” demedi mi? Berlusconi, Sarkozy, Merkel, bu kadim dostlar
acaba bor madeni üzerinde Sayın Başbakanımızdan bir telefon aldılar mı? “Bize
yardımcı olun.” dendi mi? Sayın
milletvekilleri, bor çok ciddi ve bizim stratejik bir ürünümüz. Bu ürüne sahip
çıkmak zorundayız. Aksi takdirde, buna sahip çıkacak olanlar da ortaya
çıkabilir. Bu nedenle, bu konunun Hükûmetin en acil
konularından bir tanesi olması gerekiyor ve ben bu konunun… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. TANSEL BARIŞ
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, tabii ki beş dakikada boru özetlemek
mümkün değil. Küresel ekonomik
krizde Hükûmet önlem almakta geç kalmıştır. Bu konuda
da, bor konusunda da Avrupa Birliğinin aldığı bu kararda geç kalmıştır. Bütün
bunlara rağmen, sayın milletvekilleri, zararın neresinden dönülürse kârdır
hesabıyla, bor üzerinde etkin çalışmalar yapmamız gerekiyor. Dünya Sağlık
Birliğiyle iş birliği yaparak bor üzerinde daha geniş bir sağlık taraması
yapılmalıdır. ABD, Rusya, Çin’le iş birliği yaparak, dayanışma yaparak bu
konuda Avrupa’nın aldığı karara engel olunmalıdır. Dünya Ticaret Örgütüne
yapılacak, açılacak davayla ilgili sağlam doneler
bulunmalıdır diyorum ve ARGE’lerimizle, TÜBİTAK’la,
üniversitelerimizle, araştırma enstitümüzle borun üzerine gitmeliyiz ve boru
geleceğimize… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
tamamlayınız. TANSEL BARIŞ
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Son olarak şunu
söylemek istiyorum: Bu karara rağmen, Bor’un pazarı geçmemiştir sayın
milletvekilleri, Bor’un pazarı yarınlardadır, yeter ki bizler bora sahip
çıkalım. Saygılarımla.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Barış. Hükûmet adına Devlet Bakanı Sayın Şimşek konuşacaktır. Buyurunuz Sayın
Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın
Barış’a konuyla ilgili gösterdikleri hassasiyet için teşekkür ediyorum. Ülkemiz dünya bor
rezervlerinin yaklaşık yüzde 70’ine sahip olup bu madde ve türevleri
ihracatımız açısından büyük önem taşıyan kalemler arasındadır. Nitekim Türkiye,
2007 yılında, Avrupa Birliğine yaklaşık 100 milyon avro tutarında bor ihracatı
gerçekleştirmiştir. Bor madeninin ülkemiz açısından taşıdığı
önem doğrultusunda Avrupa Komisyonunun borik asit ve bazı borat türevlerini
tehlikeli madde olarak sınıflandırma girişimi başından itibaren ülkemizce
yakından takip edilmiş ve bu konudaki tepkimiz gümrük birliği kapsamındaki
sorunların ele alındığı temel organ olan Gümrük Birliği Ortak Komitesi başta
olmak üzere, 28 Kasım 2007 tarihinde Brüksel’de, 10 Haziran 2008 tarihinde
Ankara’da ve son olarak 14 Ekim 2008 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen
Gümrük Birliği Ortak Komitesi toplantılarında Avrupa Birliğiyle her platformda,
her düzeyde yoğun bir şekilde dile getirilmiştir. Yani bu konuda
herhangi bir gecikme ve ihmal söz konusu değildir. Bu konu son dönemde
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantılarının gündemine de taşınmış
bulunmaktadır. Yine 6 Mart 2008 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen 116’ncı
Ortaklık Komitesi toplantısına katılan ve Bakanlığımızın Başkanlığını yaptığı
heyetimizce bu konudaki tepki ve beklentilerimiz AB’nin dikkatine çekilmiştir, getirilmiştir.
27 Mayıs 2008 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen Ortaklık Konseyi
toplantısında aynı hususlar AB tarafına iletilmiştir. Yukarıda özet
olarak dile getirdiğim her düzeydeki ve çok sayıdaki yoğun girişimlerimize
rağmen bor ve türevlerinin üremeye olumsuz etkili toksik
madde olarak sınıflandırılmasına ilişkin karar 15 Eylül 2008 tarihli AB Resmî
Gazetesi’nde yayımlanmıştır. Sonuç olarak
ilgili kurumlarımız arasında yapılan değerlendirme doğrultusunda, konunun Dünya
Ticaret Örgütü Anlaşmazlıkların Halli Mekanizması’na götürülmek suretiyle yargı
sürecine taşınması üzerinde durulmaktadır. Bu yöndeki görüşümüz 14 Ekim 2008
tarihinde Brüksel’de yapılan Gümrük Birliği Ortak Komitesi 21’inci dönem
toplantısında AB Komisyonunun dikkatine getirilmiştir. Bu söylediklerimizden de
göreceğiniz gibi, bu konuda herhangi bir tepki eksikliği, ihmal söz konusu
değildir. Benzer şekilde,
dünyada yaşanan büyük krize olan tepkide de bir gecikme söz konusu değildir.
Türkiye, global krize, başlangıç noktası itibarıyla,
gerek bankacılık sektörü gerek hane halkının durumu gerekse kamu sektörünün
durumu itibarıyla sağlam yakalanmıştır. Ama tabii, Türk özel sektörünün
birtakım yurt dışı yükümlülüklerinin getirdiği tedirginlikler de bulunmaktadır.
Bu tedirginlikleri azaltmak için de elimizdeki imkânlar çerçevesinde gerekeni
yapmaya çalışıyoruz. Burada tabii ki
dünyada küresel ölçekte büyük bir kriz var ve bunun da yansımaları var. Biz,
hiçbir zaman zaten buna bağışık olduğumuzu iddia etmedik. Ama öyle ümit
ediyorum ki, hâlâ, Türk özel sektörünün, bankacılık sektörünün, hane halkının
ve devlet, yani kamu sektörünün sağlam temelleri nedeniyle bu krizin, en
azından Türkiye boyutuyla, geçmişe oranla daha az bir zararla atlatılacağını
düşünüyorum. Zaten şu ana kadar piyasadaki tepki de onu göstermektedir. Gelinen
noktada, tabii ki bir miktar belirsizlik var ve bunun reel ekonomiye getirdiği
yansımalar var. Bu sadece Türkiye’ye özgü değil, bütün dünyada çok ciddi bir
sıkıntı var ve Türkiye’ye göre çok daha sağlam gibi görünen ülkelerde bile çok
daha boyutlu bir tahribat ortaya çıkmış. Güney Kore’de durum böyle, Rusya’da
durum böyle; yani ben sadece Batı ülkelerini kastetmiyorum. Onun için, ne
küresel kriz konusunda ne de bu bor konusunda biz geç tepki verdiğimizi tabii
ki kabul etmiyoruz. Tam aksine, biz proaktif bir
şekilde, hem krizden en az etkilenmek için hem de bu bor konusunda Avrupa
Birliğinin aldığı kararı geri çevirmek için elimizden geleni yaptık, yapmaya da
devam edeceğiz. Hepinize
saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Şimşek. Gündem dışı
ikinci söz, seçmen kütükleri hakkında söz isteyen Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’a aittir. Buyurunuz Sayın
Kaplan. 2.-
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, seçmen
kütüklerine ilişkin gündem dışı konuşması HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; “Nüfusu bir sayımda azalan
bir ülke var mı?” derlerse “Türkiye.”, “Seçmeni bir yılda 6 milyon artan bir
ülke var mı?” derlerse yine “Türkiye.” cevabını alırız. Gerçekten,
29 Mart yerel seçimleri öncesi Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sayın Muammer
Aydın’ın yaptığı açıklamalara göre, seçmen kütüklerinin, artık, Yüksek Seçim
Kurulunun denetiminin dışında, adrese dayalı kayıt sistemiyle ve Türkiye
Cumhuriyeti kimlik numarası -bilgisayar ortamında tutulan- kayıtlarından
yapıldığı, parmak boyamanın kaldırıldığı, muhtarlıkla işin kalmadığı, yine,
nüfusa vaki itirazların nüfus müdürlüklerine, yine itiraz hâlinde emniyet ve
jandarma kanalıyla o adreste yapılacağı belirtiliyor. Şimdi, adil ve
halkın özgür iradesinin seçime yansımasını sağlamanın bir tek yolu vardır.
Bunun da yargı denetiminde, Anayasa’nın 79’uncu maddesi uyarınca ve 298 sayılı
temel Kanun uyarınca yargı denetiminde yapılması gerekiyor. Ancak, bu sistemle
yargı denetimi dışına çıkıldığını ve Anayasa’nın hükmünün ihlal edildiğini
görüyoruz. İçişleri Bakanı
Sayın Atalay, 2003’te devreye giren MERNİS sistemi sonucu mükerrerlikleri
ortadan kaldırmak için 3,5 milyon seçmenin silindiğini hatırlatmıştı. Şimdi, bu
silinmenin arkasından gelen rakamlara biraz daha bakalım: 2004-2007’de 1 milyon
azalan seçmen nasıl oldu da 22 Temmuz tarihinden bu yana 6 milyon arttı?
2002’de 41 milyon 376 bin 953 olan seçmen, 2004’te 43 milyon 552 bin 931, yani
iki yıllık artış 2 milyon 200 bin. 2007’de, üç yıl sonra, 1 milyon azalarak 42
milyon 533 bin 41’e düşüyor. Şimdi 2008’de nasıl oluyor da hangi verilere göre
48 milyon 265 bin 644 oluyor? TÜİK’in bu verileri
vermesi gerekiyor. Vatandaşlık ve Nüfus Genel Müdürlüğünün bu verileri ortaya
koyması gerekiyor. Yine, bu
verilerin, hangi ilde, hangi ilçede ne kadar arttığının da Hükûmet
tarafından ortaya konulması gerekiyor. Bir taraftan, TÜİK, Başbakan Yardımcısı
bakanlığa bağlı, bir taraftan Yüksek Seçim Kurulu yüksek yargı olarak Adalet
Bakanlığına, bir taraftan Vatandaşlık ve Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü İçişleri
Bakanlığına bağlı. Böylesine bağlı üç ayrı işlem üzerinden yürütmenin kendi
denetimine aldığı seçmen kütüklerinin önümüzde baş ağrıtacağı çok açıktır.
Bunun çok somut örnekleri de var: Diyarbakır’da seçmen sayısı 150 bin artmış.
Evet, görüyoruz ilçeler bazında şeyleri var ama,
örneğin Sur ilçesinde polis okulunun 800 öğrencisi amirleriyle beraber örgütlü
olarak gidip kayıt yaptırabiliyorlar. Bulanık ilçesinde kaymakam köyden şehre
göç etmiş olanları kaydetmiyor. Yine, Ceylanpınar ilçesinde, 3.600 kadar
seçmen, 40- Evet, burada
Meclisin de günahı var. Yakın zamanda bir seçim kanunu değişikliği yapıldı, 33
ve 36’ncı maddeler ile getirilen, bu, adrese dayalı sayım ve tespit sonucu
maalesef Anayasal hüküm olan denetim ihlal edilmiş oldu. Şimdi bu yanlıştan
Meclisin yine dönmesi gerekiyor. Bu yanlışı, Meclisin bütün bileşenlerinin,
bütün gruplarının, grubu bulunmayan partilerin dahi, partiler arası bir komisyon
kurarak ve Yüksek Seçim Kurulunun yetkilendirilmesini sağlayacak bir düzenleme
yapması gerekiyor. Partiler arası bir komisyon kurulup soruna çözüm
getirilmesi, seçim güvenliğinin sağlanması, bu tartışmaların son bulması
gerekiyor. Aksi takdirde, bakın, çok açık söylüyorum… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Çok açıklıkla şunu ifade etmek istiyorum: Anayasa’nın 67’nci
maddesinde “Seçimler yargı gözetiminde yapılır.” deniliyor. Yüksek Seçim Kurulu
-bu kütük olayı, seçmen kütüğü seçimin başlangıcıdır- bu görevini devredemez.
Hiçbir şekilde, yasa da değiştirilse
-ki değiştirilen yasayla bu hüküm getirilmiştir- Yüksek Seçim Kurulunun
bu konudaki denetimini ortadan kaldırmamaktadır. Bu yanlışın derhâl
düzeltilmesi ve seçim takviminin açıklandığı bugünlerde partiler tarafından
oluşturulacak bir komisyonun bu olaya derhâl el atması gerekiyor. Yine, Yüksek
Seçim Kurulunun 1 Ocakta başlayacak seçim takvimine kadar İçişleri Bakanlığı
nüfusu 2 binin altına düşen beldelerin adrese dayalı itirazlarını
sonuçlandırmak zorundadır. Sonuçlandırmadığı takdirde, bu beldelerin seçime
girme imkânı da yoktur. Bunların da seçime dâhil edilmesi gerekiyor. Meclisin
bu konuda bir adım atması gerekiyor, bu tartışmaların da son bulması gerekiyor. Teşekkür
ediyorum. (DTP tarafından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kaplan. Gündem dışı
üçüncü söz, Bursa’daki işten çıkarmalar hakkında söz isteyen Bursa Milletvekili
Necati Özensoy’a aittir. Buyurunuz Sayın Özensoy. (MHP sıralarından alkışlar) 3.-
Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, Bursa’da
özellikle tekstil ve sanayi sektöründe işten çıkarmalar ve yansımalarına
ilişkin gündem dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’in cevabı NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bursa’daki işten çıkarmalar ve
yansımalarıyla ilgili gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Aylardır
Türkiye’de küresel kriz tartışmaları var. Bunun ne şekilde yansıyacağıyla
ilgili birçok ayrılan fikirler var. Ancak Bursa’da başta tekstil sektörü olmak
üzere, zaten yıllardır uygulanan düşük kur yüksek faiz politikasıyla, özellikle
sanayi üretiminde ciddi anlamda sıkıntılar baş göstermeye başlamış idi. Bununla
ilgili resmî rakamları, İŞKUR’un resmî rakamlarını
sizlere vermek istiyorum, buralardan örneklerle bu konuyu paylaşmak istiyorum.
Yine, Türk-İş gibi işçi temsilcilerinin yaptığı açıklamaları paylaşmak
istiyorum. Bakın, İŞKUR’un rakamlarına göre 2003 yılında
Bursa’da toplam çıkarılan işçi sayısı 13.425; 2004 yılında toplam 25.074; 2005
yılında 29.170; 2006 yılında 32.857; 2007 yılında 42.004; 2008 yılında sadece
on ayda 38.020. Yani, bu verilere göre yıl sonunda bu
rakamın neredeyse 50 bine ulaşacağı söyleniyor. Yine, İŞKUR Genel Müdürünün
yaptığı açıklamalara göre Türkiye genelindeki yansımaların da aynı şekilde
olduğunu görüyoruz. İŞKUR Genel Müdürü Nazım Ata, İşsizlik sigortası
müracaatında son bir ayda 22 bin artış olduğunu söylüyor. Geçtiğimiz mart ayından
kasım ayına kadar toplam 122 bin kişinin işsizlik ödemesi için başvuruda
bulunduğunu ifade ediyor. Yine, Bursa’da ifade ettiğim gibi Türk-İş’in bölge
temsilcisi Sayın Kanca, biraz önce verdiğim rakamları ifade ediyor “İşten
Atılmalar Ürkütüyor.” başlığı altında gazetelere yansımış. Yine, gazetelerde
“Kriz ekonomiyi yıkıp geçiyor. Bursa’da makine devi krize yenildi.” Yani, iş
yerini kapattığıyla alakalı haberler verilmiş. Yine, Bursa’da son bir hafta
içerisindeki haberlerden bahsediyorum. Yine Sayın Kanca’nın yaptığı
açıklamalarda bu rakamlar verildikten sonra… Bu rakamlar ki, Bursa’da tekstil
ve otomobil gibi ana sanayinin çıkardığı rakamlar. Diyor ki: “Ana sanayi 1 işçi
çıkarıyorsa, yan sanayi 14 işçi çıkarıyor.” Yani bunun diğer sektörlere veya küçük
işletmelere yansımasının ne olduğunu iyi düşünmek lazım. Yine, Bursalı
Sayın Çalışma Bakanımız Faruk Çelik Bey’in yaptığı açıklamalar var: “İşçi
çıkarmayın, ödenek imkânından yararlanın. Aralık ve ocakta işsizlik artabilir.”
diyor Sayın Bakan. Yine bu Sayın
Bakanımızın gösterdiği yolda Bursa’da başvuran büyük firmaların sayısını
söyleyeyim: Oyak-Renault 6.585 işçisi için 21 Kasım
ile 31 Ocak arasındaki bu esnek çalışmayla ilgili başvuruda bulunmuş. Asil
Çelik 706 işçisi için 18/11 ve 17/2 tarihleri arasında başvuruda bulunmuş.
Yine, Mako Elektrik Ticaret Sanayi AŞ 1.193 işçisi
için 15/12-15/1/2009 arasındaki tarihlerde bu fondan
istifade etmek için başvuruda bulunmuş. Yine, Bursa’da
yapılan panellerde ekonomik krizin buhrana döndüğünden bahsediliyor. Biraz önce Sayın
Bakanımızın yaptığı açıklamalarda bu fondan bahsedildi. Yine bu fonun… Reel
sektöre bir şekilde destek verilmesiyle ilgili rakamlardan bahsediliyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Bu fonda 37
katrilyon veya 37 milyar YTL birikmiş. Ama bu fonlar da 2014 yılına kadar bir
şekilde bağlanmış. 2008’de 5,9; 2009’da 13,664 diyerek giden bir fon var. Yine, bakın
Bursa’da İŞKUR’a -geçtiğimiz yılla sadece
karşılaştırmasını yapmak için- işsizlik sigortasına başvuranların sayısı geçen
yıl 15.588 iken bu yıl 20.829; işsizlik ödeneğine bağlanan sayı 14.522 iken bu
yıl 17.808. Yani bu rakamlar da gösteriyor ki, Bursa gibi elbette Türkiye'nin
birçok şehrinde bu sıkıntılar giderek devam ediyor ama Sayın Maliye Bakanı hâlâ
Türk milletiyle dalga geçer gibi “Ansiklopedi atsanız bir şey olmaz.” diyor. Herhâlde bu mart seçimlerinde Sayın Bakanın kafasına halk
tarafından taş düşerse, her şey, bütün gerçekler ortaya çıkacak. Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Özensoy. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Sayın
Kaplan, nedir isteğiniz? HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Başkan, seçmen kütüklerinin güncelleşmesi ve itiraz süresine
üç gün kalmıştır. Gündem dışı konuşmamızda bu kaygıyı dile getirdim. Hükûmet buna cevap vermiyor ancak bir açıklama yapmak
zorunda, kamuoyunu bilgilendirmek zorunda. Seçim güvenirliliği tartışmaları
kamuoyu gündemine oturmuş durumda. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
Kaplan, bu konuda Hükûmetten bize bir konuşma talebi
gelmedi. Onun için… HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Peki efendim, anladım. BAŞKAN - Haklı
olabilirsiniz ama onların bir açıklaması gelmedi. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Her şeye yirmi dakika cevap
veriyorlar sayın bakanlar. Bu konu çok önemli. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – 3 tane bakan var. BAŞKAN – Sayın
Çelik, buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bursa Milletvekilimiz Sayın
Necati Özensoy’un Bursa’da işten çıkarmalar ve
yansımaları hakkındaki gündem dışı konuşması üzerinde söz almış bulunuyorum. İçinde
yaşadığımız bir süreç var. Bu süreçle ilgili yoğun şekilde medyada -görsel,
yazılı medyada- ve her yerde, her alanda değerlendirmeler yapılıyor. Bunun
adının “küresel mali kriz”, “ekonomik kriz” olduğu da hepimiz tarafından
biliniyor. Bu kürsüden,
tabii ki olup bitenleri, bütün gerçekleri bütün çıplaklığıyla, bütün
açıklığıyla değerli milletvekili arkadaşlarımızla paylaşmak sorumluluğumuzun
gereğidir. Geçen haftalarda -takriben on gün önce- eylül rakamları
çerçevesinde, arkadaşlarıma, işsizlikte olup bitenler, istihdamla ilgili olup
bitenlerle ilgili bilgiler aktarmış idim ve yine o konuşmamda şunu belirtmiş
idim: “Bir hafta sonra da ekim sonu rakamlarını elde edeceğiz. O rakamlar
çerçevesinde yine, objektif, açık, şeffaf bir şekilde değerlendirmeleri
huzurlarınızda yapma imkânını buluruz.” dedim. Sağ olsun, Sayın Özensoy bu fırsatı verdiler. Bu çerçevede, ağırlıklı,
resmî, kesinleşmiş ekim sonu rakamları çerçevesinde değerlendirmeleri yapma
imkânını elde etmiş bulunuyoruz. Aynı şekilde, yine önümüzdeki süreç
içerisinde, mümkün olur ise, kasım sonu rakamlarını değerlendireceğiz, aralık
sonu rakamlarını da birlikte değerlendirme imkânını elde etmiş olacağız. Şimdi, efendim,
bir genel değerlendirme yapacak olursak, 1990 yılı ile 2008 yılı arasındaki SSK
zorunlu sigortalı sayısındaki değişime bir baktığımız zaman, şu rakamları
görüyoruz: 1990 yılında 3 milyon 446 bin 502 sigortalımız var. 1996 yılında ise
4 milyon 624 bin 330’a çıkıyor bu rakam; altı yıl sonra ulaştığı rakam 4 milyon
624 bin. 2002 yılında ise toplam sigortalı sayımız, zorunlu sigortalı sayımız,
5 milyon 223 bin 283 kişi zorunlu sigortalı olarak çalışma hayatını sürdürüyor.
2008 Ekim ayı itibarıyla ise zorunlu sigortalı sayısı 9 milyon 81 bin 855 kişi.
Şimdi, 1990 ile 1996 yılları arasında, altı yıllık dönem içerisinde, 1 milyon
177 bin 828 sigortalı, zorunlu sigortalı sayısı artarken 1996 ile 2002 yılları
arasında 598.953 kişi artış sağlamış. Oysa 2002 ile 2008 yılları arasındaki
artışa baktığımız zaman 3 milyon 858 bin 602’dir. Yani, 1992-2002 yılları
arasındaki artış ile 2002-2008 yılları arasındaki zorunlu sigortalı sayısındaki
artışı mukayese ettiğimiz zaman, son altı yılın on iki yılla mukayesesinde, son
altı yılda yüzde 120’lik bir zorunlu sigortalı sayısında artış olduğunu resmi
rakamlarla ifade etmiş bulunuyorum. Genelde iş yeri
sayılarına baktığımız zaman –yani, sigortalı çalıştıran iş yerini kastediyorum-
kamu-özel toplam Ekim 2008 itibarıyla 1 milyon 173 bin 218 iş yeri
bulunmaktadır. Bu Aralık 2007’ye baktığımız zaman 1 milyon 115 bin 562’dir.
Yani, Aralık 2007 yılında 1 milyon 115 bin 562 olan iş yeri sayısı Ekim 2008
tarihinde 1 milyon 173 bin 218’e çıkmıştır. Son aylara baktığımız zaman, çok az
sayıda, 1 milyon 173 ile 1 milyon 178 arasında oynayan bir iş yeri sayısının
olduğunu da ifade etmeyi uygun buluyorum. Şimdi, zorunlu
sigortalı sayılarını geneli itibarıyla ele alacak olursak Aralık 2007 yılında,
2007’nin sonu itibarıyla 8 milyon 497 bin 824 zorunlu sigortalı var iken Ekim
2008’de 9 milyon 81 bin 885 kişiye bu ulaşmıştır, çıkmıştır. Son aylara
baktığımız zaman, son dört ay içerisinde 9 milyon 188 ile 9 milyon 80 bin
arasında bu rakamın değiştiğini ifade etmek istiyorum. Yani, bunları
şunun için söylüyorum: Aslında, resmî rakamlara ekim sonuyla baktığımız zaman
-az önce Değerli Arkadaşımızın ifade ettiği gibi- bizleri ürpertecek, çok
paniğe sevk edecek bir tablo görünmüyor. Ama geçen konuşmamda da ifade ettiğim
gibi bu bizim tedbirsizliğimize, bu bizim dikkatsizliğimize sebep olmamalı.
Küresel anlamdaki gelişmeleri dikkatle izlemek, çözümlerini bir bir ortaya koymak ve nerede ne şekilde bir tahribatı söz
konusu olacak ise bunlarla ilgili gerekli önlemleri alma çabası içerisinde olma
zorunluluğumuz var, bunun bilincinde olduğumuzu ifade ediyorum. Şimdi, Bursa’ya
gelince, tabii, Bursa ilimiz Türkiye’nin çok önemli sanayi şehri, tarih şehri,
turizm şehri; Bursa’ya bu ve benzeri birçok özellik isnat edebiliriz. Aynı
zamanda, Bursa, ekonomisi dünya ekonomisiyle entegre
olmuş en önemli illerimizin başında gelen bir ilimiz. Dolayısıyla meydana gelen
küresel krizden Bursa’nın etkilenmemesi diye bir şey söz konusu olamaz, belki
öncelikli olarak etkilenen illerin başında Bursa ilimiz gelmektedir. Gerek
tekstil sektörüyle gerek otomotiv ve otomotiv yan sanayisi açısından baktığınız
zaman, dünyadaki talep daralması, piyasalardaki daralmalar ister istemez
üretime de çok ciddi, istihdama da ciddi yansımalar olmaktadır. Yine bu çerçevede
Bursa’yı değerlendirmek istiyorum: Bursa’daki iş yeri ve sigortalı sayılarına
baktığımız zaman, Bursa’da Haziran 2008’de toplam iş yeri sayısı 48 bin 843,
Temmuzda yine 48 bin, Ağustosta yine 48 bin, Eylülde yine 48 bin, Ekime
geliyoruz yine 48 bin. Yani ortada 48 bin 800, 500, 600 şeklinde değişen
rakamlar var ama iş yeri sayısında Bursa’da ekim sonu itibarıyla -son dört
aylık ve daha da geriye gidebiliriz- çok ciddi, yine bizi çok çok endişeye sevk edecek bir tablonun olmadığını net bir
şekilde ifade ediyorum. Şimdi, sigortalı
sayısına bakalım: Sigortalılıkta tabii işe girenler var, işten çıkanlar var,
işten ayrılanlar var, aynı zamanda giriş yapanlar var. Bu çerçevede, net rakamı
ifade ediyorum: Sigortalı sayısı Bursa’da 469.187. Ne zaman? Haziran ayında.
467 bin temmuz ayında, 467 bin ağustos ayında, 466 bin eylül ayında, 459.626
ise ekim ayının sonu itibarıyla sigortalı sayısı. Şimdi, burada
baktığımız zaman yine 7 ile -son ay itibarıyla- 6 bin, son dört ay itibarıyla
sigortalı sayısında 10 binlik bir azalış, yani haziranla mukayese ettiğimiz
zaman sigortalı sayısında 10 bin azalış ama bir önceki ayla mukayese ettiğimiz
zaman 6.001 azalış Bursa’daki sigortalı sayısında söz konusudur. Şimdi, değerli
arkadaşlar, bu süreç önemli bir süreç. Bu süreçle ilgili, Değerli Arkadaşımız
zaten politik bir konuşma yapmadı. Geleceğe dönük ağırlıklı olarak tabii ki
endişelerini dile getirmesi saygıdeğerdir, saygı duyuyoruz. Hepimiz bu
hassasiyeti gösteriyoruz ve gerek reel sektörün gerek finans sektörünün gerek
kamunun gerekse tüm sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların üzerine bu
süreçte önemli sorumluluklar düşüyor. Bunlarla ilgili temaslarımız da çok yoğun
bir şekilde devam ediyor. Yani toplumun tüm kesimleriyle kamu olarak bir araya
geliyoruz, değerlendirmeler yapıyoruz, alınması gereken önlemler ve gelişmeler
doğrultusunda da kararlarımız bir bir devreye
giriyor. Şu anda, ekim sonu itibarıyla ifade ediyorum, yine de panikleyecek bir
tablo söz konusu değildir. Fakat piyasalara bir diğer açıdan baktığımız zaman
-az önce Sayın Özensoy ifade ettiler- eylül ayında işsizlik ödeneği alan, işsizlik
ödeneğinden istifade eden 143 bin kişi iken bu ay, ekim ayı sonu itibarıyla bu
rakamın 165.076’ya çıktığını ifade ediyorum. Burada 22 bin kişilik bir artış,
22 bin sayılık bir artış söz konusudur. Ayrıca, ekonomik kriz sebebiyle
Bakanlığımıza müracaat eden firma sayısı da, yani kısa çalışma ödeneği talebinde
bulunan firma sayısı da 42’ye ulaşmıştır. Bununla ilgili müfettişlerimiz –Bursa
açısından değil yani Türkiye genelini söylüyorum- şu anda gerekli iş yerlerinde
gerekli değerlendirmeleri yapmaktadırlar kısa çalışma ödeneği açısından. Bu
firmaların toplam bize müracaatlarındaki istihdamları ise 10.700 civarındadır. Şimdi, sonuç
olarak şunu söylüyorum: Gelişmeler izleniyor, gelişmeler takip ediliyor,
alınması gereken önlemler alınıyor ve alınacak ve umuyoruz ki, Türkiye’nin resesyona girmesi söz konusu değildir. Bunu tüm taraflar da,
yetkililer de açık bir şekilde ifade ediyorlar. Türkiye de piyasa
daralmasından, talep daralmasından meydana gelen bir istihdam sorunuyla karşı
karşıya kalabilir. Onun için, mevsimsel olarak da baktığımız zaman, aralık ayının,
ocak ayının, şubat ayının daha dezavantajlı olduğunu dikkate aldığımız zaman,
geçen konuşmamdaki ifadeler, bu mevsimsel durumun da dikkate alınması açısından
söylenmiş olan ifadelerdir. Umuyor, diliyorum
ki, eylüle yansımayan bu olumsuzluklar, ekim ayına da yansımadığı gibi,
önümüzdeki aylarda da yine karşı karşıya geldiğimiz zaman çok daha olumsuz
boyutlarda bir değerlendirmeye vesile olmaz temennisinde bulunuyorum. Bu konu, hassas
bir konu ve bütün siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının ve tüm
sektörlerin hassasiyetle ortak bir bakış açısı sergilemelerinden de duyduğumuz
memnuniyeti ifade ediyorum. Tekrar, böyle bir
konuşma fırsatı, cevap fırsatı verdiği için değerli milletvekili arkadaşıma
teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Çelik. Sayın Özensoy, sisteme girmişsiniz. Nedir acaba? NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Çok kısa bir açıklama yapacağım Sayın Başkanım. BAŞKAN –
Buyurunuz. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım
rakamlar verdi. Tabii, geçtiğimiz yılla bu yıl arasındaki sigortalı sayısında
da çok cüzi artış var. 2007’deki artış herhâlde SGK Kanunu’nun, yani
emeklilikle ilgili çıkan kanundan dolayı olsa gerek. Sayın Cumhurbaşkanımızın
oğlu başta olmak üzere, bu tür genç sayısı da çok yoğun diye düşünüyoruz. Şimdi, bakın,
ekim ayında herhangi bir şey olmadığını ifade etti Sayın Bakan. İŞKUR’un rakamlarıyla 3.448 kişi 2007’de çıkmış, 2008’de
5.683 kişi çıkmış. Yani yüzde 60’lık bir artış var. Bir de, Sayın
Bakan Bursa Milletvekili, lütfen, Orhangazi Parkı’ndan bir geçsin. Her gün,
orada, işten çıkarılan işçiler yoğun bir şekilde protestolar yapıyorlar. En son
Bursa Ticaret-Sanayi Odası Başkanı Sayın Celal Sönmez 250 işçinin çalıştığı
fabrikasını kapattı ve “Hiçbir borcum olmadığı hâlde yürütemiyorum.” diye
açıklama yaptı. Bunun gibi, Bursa polyester de Avrupa’nın ve Orta Doğu’nun en
büyük tesislerine sahipti, şu anda Bursa’da polyester iplik üretilemez hâlde.
Sayın Bakanım mutlaka bunları biliyordur. Biraz önce
bahsettiğimiz konular, bunlar da önemlidir. Mutlaka tedbirleri almak gerekir
diye düşünüyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Özensoy. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, kısa bir açıklama yapabilir
miyim? BAŞKAN –
Usulümüzde yok ama soru-cevap işlemine girdi. Ama sizin beş dakika süreniz
kalmıştı. Sayın Bakan,
kürsüden devam edebilirsiniz, beş dakika süreniz vardı. Buyurunuz. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim. Şimdi, tabii, bir
tartışma açısından bunu söylemiyorum ama İŞKUR’un
verileri çıkış itibarıyla burada zikredildi. Ben burada alınması gereken
rakamların zorunlu sigortalı düzeyinde olmasının doğru olduğu düşüncesindeyim, çünkü
işe giriş-çıkışlar var. Yalnız çıkış alırsanız, girişi almazsanız sağlıklı
neticeye ulaşamazsınız. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Girişte artış var mı Sayın Bakan? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Doğrudur, işe giriş-çıkışlara baktığınız
zaman bir ay içerisinde 750 bin işten çıkış vardır, 750 bin işe giriş vardır. OKTAY VURAL
(İzmir) – Nerede giriş? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İşe giriş, evet… NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Çıkışta artış olduğu doğru, girişte artış var mı? OKTAY VURAL
(İzmir) – Var mı artış, var mı? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Var efendim tabii. Bakınız… NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Yapmayın Sayın Bakanım, yapmayın. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Peki, size bir rakam veriyorum… NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Mahcup olursunuz. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Hayır, hayır. Bakınız, hizmet akdiyle
çalışanların son dört aylık işe giriş-çıkışlarını veriyorum size: Temmuz ayında
işe giriş 852 bin, işten çıkış 829. Efendim, resmî rakamlar bunlar. Yani şimdi,
şunu ben size ifade ediyorum… NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Ekim ayından bahsediyoruz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Ekim ayında neymiş? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Buyurun ekim ayını: 713.806, 756.510.
Var yani işe giriş; 700 bin giriş var, 700 bin çıkış var. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Biraz önce sigortalı sayısının düştüğünü siz ifade ettiniz. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Ben şunu ifade etmek istiyorum: Bu
konuyu değerlendirirken işe giriş-çıkış olarak değerlendirmek gerekiyor. İşten
çıkışı alırsanız, o zaman şöyle oturursunuz “Temmuz, ağustos, eylül, ekim
aylarında takriben 2,5 milyon insan işten çıkmıştır.” dersiniz. Onun için, bu
sigortalı sayıları da doğrudur, aynen ifade ettiğim gibi. OKTAY VURAL
(İzmir) – “Sigortalı sayısı düştü.” dediniz. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Siz dediniz “Sigortalı sayısı düştü.” diye. Bu ne demektir? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bakınız,
siyaset yapıyoruz siyaset, politika yapmıyoruz. Bursa’dan siz beni iyi
bilirsiniz, nasıl siyaset yaptığımı. Şimdi, ben
diyorum ki bakın, bütün çıplaklığıyla Türkiye küresel krizi göğüslüyor,
karşılıyor, mücadelesini sürdürüyor. Bunu sürdürürken burada rakamları
çarpıtmaya kimsenin hakkı yok. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Ben sanayicilikten geliyorum Sayın Bakan, sanayicilikten! ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Sizi demiyorum, ben size ne söylüyorum?
Diyorum ki bu sizi tatmin ediyorsa ben hayret ediyorum:
“Haziran ayında 469 bin sigortalı var -küsuratını söylemiyorum- ağustos ayında
467 bin var, eylül ayında 466 bin var, ekim ayında 459 bin sigortalı var.”
diyorum, “Son bir ayla mukayese ederseniz 6 bin, son dört ayla mukayese
ederseniz 10 bin fark var.” diyorum. Bunu söylemek yanlış mı? HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Hayır! Kayıt dışı, kayıt dışı! OKTAY VURAL
(İzmir) – İşini kaybediyor, iş yeri kapanıyor Sayın Bakanım. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bunu söylemek herhâlde yanlış değil.
Doğruları konuşmamız gerekiyor ama buna itiraz ediyorsanız, çok farklı bir
şekilde konuşma yapabilirdim ben; son ayın rakamlarını verirdim, başka
mukayeseler yapmazdım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Verin, verin! ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Doğru değil arkadaşlar. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Bursa’daki sanayicilerin önüne çıkalım birlikte isterseniz! ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Bir süreç yaşanıyor, bu süreç 70 milyonu
ilgilendiriyor, bütün siyasi partileri ilgilendiriyor, bizden kaynaklanan bir
süreç değildir. OKTAY VURAL
(İzmir) – Tamamen sizden kaynaklanıyor. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –O hâlde bu süreç karşısında duruşumuzu
bütün çıplaklığıyla, açık, şeffaf bir şekilde konuşmamız gerekiyor ve ona göre
de yolumuzu ve planlarımızı geliştirmemiz gerekiyor. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Daha önceden belli değil miydi Sayın Bakan? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim, iş yerini kapatanlarla ilgili
de şunu söyleyelim: Genel itibarıyla, yani bu süreçte her kesim kendisini
sağlama almaya çalışıyor. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Kimsenin zulasında da bir şey yok Sayın
Bakan. ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bu bakış açısını biz doğru bulmuyoruz.
Yani reel sektör kendisini sağlama alacak “Nasıl olsa bir fırsat var, aman
çıkıvereyim bu piyasadan.” diyecek. Finans sektörü “Küresel anlamda bir sıkıntı
var, o hâlde kredi anlamında bir frene basıverelim.” diyecek. Bir başkası başta
türlü kendisini güvence… Bu, doğru değil. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Peki, siz ne yapacaksınız? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Hepimiz aynı şemsiyenin altındayız.
Krizi bahane ederek işletmeleri kapatmak doğru değil. Tekstil krizi bugünün
sıkıntısı değil. Tekstilde uzun süreli, altyapısıyla ilgili çok anlatacağımız
şeyler var. OKTAY VURAL
(İzmir) – Onlar suçlu yani, öyle mi? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - On yıllara sâri, on beş yıl çok
toplantılar yaptık Bursa’da biz tekstilde 1990’lı yıllardan beri. Tekstildeki
değişimin, dönüşümün hangi esaslara dayalı olduğunu, Bursa’nın bu süreci nasıl
karşıladığını, Türk tekstil sanayicilerinin bu sürece karşı tedbirlerinin ne
olduğunu çok konuştuk biz, onu da ayrıca bir değerlendirmede konuşabiliriz. Ama
gerçekten kriz var, krizi de gerekçe göstererek işletmelerin kapanmasını doğru
bulmuyoruz. HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Başbakan “Yok.” diyor Sayın Bakan, bir karar verin! ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Türk milletine yapılacak, bu ülkeye
yapılacak en büyük iyilik, bu dönem içerisinde sanayicimizin, kamunun, finans
sektörünün taşın altına elini koymasıdır. OKTAY VURAL
(İzmir) – Koydurtun! ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla)- Ki, ben bu konuda herkesin görevini
yapma gayreti içerisinde olduğuna inanıyorum. Çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkan. Sağ olun. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çelik. Sayın
milletvekilleri gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize
sunacağım: V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.-
Arnavutluk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı ve beraberindeki Parlamento
heyetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu olarak davet edilmesine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/605) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna TBMM Başkanlık
Divanı’nın 6 Kasım 2008 tarih ve 34 sayılı Kararı ile,
Arnavutluk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento
heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin konuğu olarak resmi temaslarda
bulunmak üzere ülkemizi ziyareti uygun bulunmuştur. Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un
7 nci maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgisine
sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Sözlü soru
önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum: B) Önergeler 1.-
Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/983) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/101) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Gündemin sözlü
sorular kısmının 463. sırasında yer alan (6/983) esas numaralı sözlü soru
önergemi geri alıyorum. Gereğini
saygılarımla arz ederim. Dr.
Reşat Doğru Tokat BAŞKAN – Sözlü
soru önergesi geri verilmiştir. Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum: C) Meclis Araştırması Önergeleri 1.-
İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 21 milletvekilinin, erken yaşta evlilik
konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/288) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Ülkemizde 18 yaş
altı evlilik oranı yüzde 35'tir. Yani her üç evlilikten biri erken yaş
evliliğidir. Erken yaşta
evlilik olgusu bir çocuk hakları ihlali ve çocuk istismarı sorunudur. çocuğa yönelik şiddettir ve toplumsal bir halk sağlığı
sorunudur. Erken yaştaki
evlilikler, erken yaş gebelik ve doğumlarına da neden olur ki bu durum hem anne
hem de bebek için tehlikelidir. Erken yaş gebeliklerinde anne ve bebeklerin
hastalanma, sakatlanma ve ölüm riskleri artar. Erken yaş gebeliklerinde gebelik
ve doğuma bağlı anne ölümleri 4 misli daha fazla görülür. Erken
evliliklerde berdel, beşik kertmesi gibi geleneksel evlilik oranları yüksektir.
Genelde kendi rızası olmadan, özgür iradesinin dışında, aile baskısıyla zorla
yapılan bu evlilikler kız çocuklarına yönelik bir şiddettir. BM erken yaş
evliliklerini "kız çocuklarını vuran köleliğin modern biçimi" olarak
tanımlamaktadır. Kız çocuklarının erken yaşta zorla evlendirilmeleri kadınların
toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmekte, şiddete karşı zayıf hâle
getirmektedir. Bu evliliklerde aile içi şiddet oranları yüksektir. Evlilik içi
tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalma tehlikesi de artmıştır. Ailenin sosyo-ekonomik düzeyi ne kadar düşükse kız çocuğunun erken
yaşta evliliğe zorlanması olasılığı da o kadar yüksek olmaktadır. Erken yaştaki
bu zorla evlendirmeler kız çocuklarının okuldan alınmasına ve böylelikle de
onların eğitimsizlik, yoksulluk, cahillik ve bağımlılık kısırdöngüsüne
hapsedilmesine yol açmaktadır. Sosyo-ekonomik durumu ve eğitimi düşük olan kız çocukları geleneksel
rol olan doğurganlığa daha kolay mahkûm edilmekte ve daha çocuk yaşta
kaldıramayacağı, kaldırmaması gereken bir yükün altına girmeye zorlanmaktadır.
Genelde yasal olmayan evlilikler şeklinde olduğu için de bireyin medeni nikâhla
kazanacağı haklarından mahrum kalmasına ve mağduriyetine neden olmaktadır.
Çocuğun eğitim hakkı, sağlıklı yaşama hakkı, üretime katılma yani çalışma hakkı
da elinden alınmış olur. Erken evlilikler kadının statüsünün düşmesine ve daha
yoğun cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmasına yol açmaktadır. Yakın bir zaman
öncesinde Adalet Bakanlığında yapılan bir çalışmada evlilik yaşının 14'e
düşürülmesi teşebbüsü çok ürkütücüdür. Daha kendi çocukluğunu yaşamamış, başta
eğitim hakkı olmak üzere bir dizi insan hakkı elinden alınmış, örselenmiş,
güçsüz bırakılmış çocuk annelerle toplumumuzu ileriye götüremeyiz. Kalkınmayı,
uygarlığı yakalayamayız. Çocuklarımızın
insan hakkı ihlallerine, cinsel istismarına ve toplumsal halk sağlığı sorununa
neden olan erken yaş evliliklerinin önlenmesi için nedenlerinin araştırılması
ve gereken önlemlerin alınması amacıyla Anayasa'nın 98'inci İçtüzüğün 104 ve
105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla
arz ve teklif ederiz. Bu çocuklarımızın
insan hakları mücadelesidir. 1) Canan Arıtman (İzmir) 2) Ali Oksal (Mersin) 3) Sacid Yıldız (İstanbul) 4) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul) 5) Ahmet Ersin (İzmir) 6) Mevlüt Coşkuner (Isparta) 7) Ramazan Kerim
Özkan (Burdur) 8) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 9) Bülent
Baratalı (İzmir) 10) Atila Emek (Antalya) 11) Kemal Demirel (Bursa) 12) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar) 13) Zekeriya
Akıncı (Ankara) 14) Tekin Bingöl (Ankara) 15) Çetin Soysal (İstanbul) 16) Ali Rıza Öztürk (Mersin) 17) Hüsnü Çöllü (Antalya) 18) Abdulaziz Yazar (Hatay) 19) Şevket Köse (Adıyaman) 20) Hulusi Güvel (Adana) 21) Ensar Öğüt (Ardahan) 22) Ahmet Küçük (Çanakkale) 2.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 21 milletvekilinin, içme suyu
sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/289) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Dünya
ortalamalarının çok altında kişi başına yıllık su tüketimimiz olmasına karşın
mevcut tüketilen suların da mikroplardan arındırılmış, temiz, kaliteli, ucuz ve
kolay ulaşılabilirlik konusunda insanlarımızın kafasında kuşkular, endişeler
vardır. Halkımızın önemli bir kısmı yıllardır evlerindeki
musluklardan akan suyu gönül rahatlığı ile içmekte, yemek, bulaşık ve temizlik
işlerinde kullanmakta iken, son yıllarda yerel yönetimlerin yeterince kaynak
aktarmaması, gerekli yatırımları yapmaması ve alınması gereken tedbirleri
yerinde ve zamanında almaması sonucu yıllık cirosu 1 milyar 500 milyon YTL'yi
bulan yaklaşık 300 firmanın rekabet ettiği Türkiye Ambalajlı Su sektöründe vatandaşlarımız
çok ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. Son günlerde bu şikayetlerin daha
da bir yoğunluk kazandığına, birçok firmanın daha kaliteli suyu iyi şartlarda,
ucuza halka sunma yarışı ile servis yaparken, bazı kötü niyetli firmaların bu
durumu fırsat bilerek markalı su damacanalarına kalitesiz su doldurdukları,
dolum tesislerinde yeterince özen gösterilmediği, hijyenik
ortamlarda dolumun yapılmadığı, fahiş fiyatlarla satılarak vatandaşın
kazıklandığı iddia edilmektedir. Sağlık
Bakanlığı'nca AB kriterlerine göre "İçme
Suyu", "Kaynak Suyu" ve "Doğal Mineralli Su" şeklinde
sınıflandırılarak ruhsatlandırılan, içme suyu sektöründe son günlerde,
mikroplu, kalitesiz ve kontrolsüz bir şekilde piyasaya sunulan, servis edilen
damacana tabir ettiğimiz suların halkımızın sağlığını ciddi şekilde tehdit
ettiğini, yapılan araştırma ve incelemeler sonucu ortaya çıktığını görüyoruz. Sadece Ankara'da 400 evde kullanılan damacana suyundan numune
alınarak, suların mikrobiyolojik incelemesi sonucu, suların % 53,1'inde mikrobik
etkenlerin pozitif çıktığı, % 12'sinin bulanık, % 99'unun sülfat ve kalsiyum ve
potasyum açısından, % 98'inin sodyum ve magnezyum açısından, % 94'ünün klor ve
% 14,3'ünün nitrit açısından uygun olmadığı sonucuna
ulaşıldığı, ulusal basınımız da bu sonuçları yayınlayarak tüm kamuoyumuzla
paylaştığını görüyoruz. Alınan su
örneklerinde mikrobiyolojik üremenin ve suların anyon-katyon değerlerinin
yüksek olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca,
ambalajlanmış su fiyatlarının da yerel yönetimlerin vatandaşa sunmuş olduğu "İçme
Suyu", "Kaynak Suyu" ve "Doğal Mineralli Su" adı
altında üretim ve dağıtım yapan firmaların yeteri kadar denetlenemediği, dolum
tesislerinde gerekli hijyenik kurallara uyulmadığı,
ambalajlı sulardan alınan numuneler üzerinde yapılan incelemeler sonucu,
yarısından fazlasının mikroplu çıktığı ve fiyatlarının da yüksek olduğu gibi
birçok nedenlerle bir taraftan halkın sağlığı ile oynandığı, diğer taraftan
kazıklandığı iddia edilmektedir. Bu iddiaların araştırılarak,
vatandaşın sağlığı ile oynayan kötü niyetli kişi ve kurumlar ile görev ve
sorumluluğunu yeterince yerine getirmeyen yetkililer varsa ortaya çıkarılması
ve bir daha bu gibi durumların yaşanmaması için alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacı ile Anayasanın 98, Meclis İçtüzüğünün 104 ve 105.
maddelerine dayanarak bir Meclis Araştırma Komisyonu kurularak, konunun
araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz. 1) Tansel Barış (Kırklareli)
2) Ali Oksal (Mersin) 3) Çetin Soysal (İstanbul) 4) Sacid Yıldız (İstanbul)
5) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
6) Ahmet Ersin (İzmir) 7) Mevlüt Coşkuner (Isparta) 8) Ramazan Kerim
Özkan (Burdur) 9) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 10) Bülent
Baratalı (İzmir)
11) Atila Emek (Antalya)
12) Kemal Demirel (Bursa) 13) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar) 14) Zekeriya
Akıncı (Ankara) 15) Tekin Bingöl (Ankara) 16) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
17) Hulusi Güvel (Adana)
18) Hüsnü Çöllü (Antalya) 19) Abdulaziz Yazar (Hatay)
20) Şevket Köse (Adıyaman) 21) Ensar Öğüt (Ardahan) 22) Ahmet Küçük (Çanakkale) 3.-
Mersin Milletvekili Kadir Ural ve 23 milletvekilinin, Atakent Belediye Başkanı
Fevzi Doğan’ın bombalı saldırı sonucu ölümü olayının araştırılması amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/290) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Mersin ili
Silifke ilçesi Atakent Belediye Başkanlığı görevini yürütmekte iken bombalı bir
saldırı sonucu hayatını kaybeden Atakent Belediye Başkanı Fevzi Doğan’ın
ölümünün aydınlatılması ile ilgili Anayasa'nın 98. İçtüzüğün 104 ve 105'inci
maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 1) Kadir Ural (Mersin) 2) Mehmet Şandır (Mersin) 3) Behiç Çelik (Mersin) 4) Hüseyin Yıldız (Antalya) 5) Faruk Bal (Konya) 6) Hasan Çalış (Karaman) 7) Necati Özensoy (Bursa) 8) Bekir Aksoy (Ankara) 9) Hasan Özdemir (Gaziantep) 10) Reşat Doğru (Tokat) 11) Mustafa Kalaycı (Konya) 12) Ahmet Bukan (Çankırı) 13) Akif Akkuş (Mersin) 14) Yılmaz Tankut (Adana) 15) Metin Çobanoğlu (Kırşehir) 16) Metin Ergun (Muğla) 17) Kürşat Atılgan (Adana) 18) Osman Durmuş (Kırıkkale) 19) Ali Uzunırmak (Aydın) 20) Mustafa Enöz (Manisa) 21) Recai Yıldırım (Adana) 22) Muharrem Varlı (Adana) 23) Recep Taner (Aydın) 24) Rıdvan Yalçın (Ordu) Gerekçe: 26 Mayıs 2005
tarihinde kendisine ait limon bahçesinde patlayan bomba sonucu hayatını
kaybeden Mersin İli Silifke İlçesi Atakent Belediye Başkanı merhum Fevzi Doğan
cinayeti ile ilgili soruşturmada; cinayetin üzerinden üç yıl geçmiş olmasına
rağmen, hiçbir ilerleme kaydedilmemiş, soruşturma dosyası faili meçhul olarak
kapanma noktasına gelmiştir. Bu vahim olay o
dönem epey gündemde kalmış basınımızda geniş bir biçimde yer almış ayrıca basında
çıkan farklı iddialar içeren haberler yayınlanmış bunun neticesinde belde halkı
üzerinde geniş yankı uyandırmış bu üzücü olay halen kamuoyunda devam etmekte
olup çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Atakent küçük bir
sahil beldesi olup olayın olduğu zaman henüz turizm mevsiminin başlamamış
olması ve ortamın sakin olması ve halen neticesinde Fevzi Doğan’ın faillerinin
bulunamamış ve adalet önünde hesap vermemiş olması halkın kuşkularını
artırmaktadır. Yukarıda yer alan
hususlar dikkate alınarak Atakent Belediye Başkanı Fevzi Doğan’ın kaybının
arkasındaki sebepler, bu konuda ortaya çıkan şüphelerin giderilmesi, kamuoyunun
bu konuda bilgilendirilmesi için bu konunun yüce meclisimiz tarafından
araştırılması gerekmektedir. BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır. Başbakanlığın
Anayasa’nın 82’nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır, okutup
oylarınıza sunacağım. A) Tezkereler (Devam) 2.-
Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
Türkmenistan’a yaptığı resmî ziyarete iştirak etmesine ve 4-6 Ekim 2008
tarihlerinde de Moğolistan’a gönderilmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/606) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Görüşmelerde
bulunmak üzere, bir heyetle birlikte 3-4 Ekim 2008 tarihlerinde Türkmenistan’a
yaptığım resmi ziyarete, Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın da iştirak
etmesi ve adı geçen Milletvekilinin 4-6 Ekim 2008 tarihlerinde de Moğolistan’a
gönderilmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti
ilişikte gönderilmiştir. Anayasanın 82’nci
maddesine göre gereğini arz ederim. Recep
Tayyip Erdoğan Başbakan K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN –
Arayacağım efendim. Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur. On dakika ara
veriyorum. Kapanma
Saati: 16.18 ÜÇÜNCÜ
OTURUM Açılma
Saati: 16.29 BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum. Başbakanlığın
Anayasa’nın 82’inci maddesine göre verilmiş tezkeresinin oylamasında karar
yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tezkereyi
yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım. Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı… K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yok, yok. (AK PARTİ sıralarından “Var, var.” sesleri) BAŞKAN –
Elektronik cihazla oylamayı tekrarlıyorum, tartışmaya gerek kalmasın. İki dakika süre
veriyorum. (Elektronik
cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – Kabul
edilmiştir, karar yeter sayısı vardır. İç Tüzük’ün
37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır,
okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım. B) Önergeler (Devam) 2.-
Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, 4046
Sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi’nin (2/115) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/102) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na Plan ve Bütçe
Komisyonu’nda bulunan 2/115 esas numaralı 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları
Hakkındaki Kanun’da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifim TBMM İçtüzüğünün
37. maddesinde öngörülen sürede görüşülmemiştir. Kanun teklifimin
doğrudan Genel Kurul gündemine alınması hususunda gereğini saygılarımla arz
ederim. 22/7/2008 Mehmet
Serdaroğlu Kastamonu BAŞKAN – Teklif
sahibi Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Serdaroğlu. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakikadır. MEHMET SERDAROĞLU
(Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Özelleştirme Kanunu’nda
değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifimin Komisyonda öngörülen sürede
görüşülmemesi nedeniyle doğrudan Genel Kurul gündemine alınması talebimle
ilgili söz aldım. Sizleri en iyi dileklerimle selamlıyorum. Sayın
milletvekilleri, teklifimizin amacı tarıma dayalı sanayi kuruluşları ve
tarımsal üretim yapan kuruluşların özelleştirilmesini geciktirmek ve alternatif
ürünler için zaman kazanmaktır. Çünkü ülkemizde istihdamın en büyük bölümü
tarımdadır. Tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının özelleştirilmesiyle tarımsal
istihdam ve üretim olumsuz etkilenecektir. Ülkemizde özelleştirmeler daha çok
varlık satışına dayalı olduğu için kuruluşu alanlar genellikle üretime devam
etmemekte ve ham madde değiştirmekte veyahut da ham maddeyi yok pahasına almaya
çalışmaktadırlar. Hâl böyle olunca da çiftçilerimiz bir anda işsiz kalıp mağdur
olmakta, bunun doğal sonucu olarak da büyük şehirlere göç etmektedirler. Değerli
milletvekilleri, teklifimin tarım sektörümüzün içinde bulunduğu istihdam ve
üretim sorunlarının katlanarak artmasını önlemek açısından fevkalade önem arz
ettiğini vurgulamak isterim. Dünyada gıda fiyatlarının sürekli artacağı açıkça
görülmektedir. Ülkemiz küresel iklim değişikliğinin riskli ülkeleri arasında
yer almaktadır. Küresel ısınmayla birlikte gıda üretimi hem bütün dünya için
hem de ülkemiz için çok daha fazla stratejik hâle gelmiştir. Türkiye’de
istihdamın büyük bölümü gerçekten tarıma dayalıdır ve ne yazık ki 2007 yılında
tarım sektörü 7,3 nispetinde küçülmüştür. İçinde bulunduğumuz ortamda tarım
ürünleri ihtiyacı her geçen gün artarken, tarımsal verimlilik ve üretimimizi
artıracak her türlü çalışmayı yapmak hayati önem kazanmıştır. Tarımsal
üretimimizi geleneksel yapısından kurtararak hem kendi ülkemizi besleyecek hem
de bütün dünyaya mal satan, dolayısıyla zenginlik yaratan bir konuma
kavuşturmak önceliğimiz olmalıdır. Değerli
milletvekilleri, kanun teklifimizin asıl ve açık amacı öncelikle şeker
fabrikalarının özelleştirilmesini erteleyerek olabilecek mağduriyetleri ve
olumsuzlukları önlemektir. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle birlikte
çiftçimizin, şeker sektörünün, dolayısıyla tarım sektörümüzün yaşayabileceği
sıkıntılar aşağı yukarı bellidir. Değerli
milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın
Mehdi Eker Bey 13 Kasım 2007 tarihinde hayvancılıkla ilgili bir gündem dışı
konuşmaya verdiği cevapta Et Balık Kurumunun en son özelleştirilmesi
gerektiğini, bu sebeple de kalan kombinaların özelleştirmenin sonuna
bırakıldığını ifade etmişti. Sayın
milletvekilleri, tarım ve hayvancılık iç içedir ve bir bütündür. Sayın Bakanın
hayvancılığa dayalı sanayinin özelleştirmenin en sonuna bırakılmasını istemesi
ne kadar doğal ve doğru ise tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının da -dolayısıyla
şeker fabrikalarının- özelleştirmenin sonuna bırakılması o kadar doğru
olacaktır. Hemen açıkça
ifade edelim ki özelleştirmeye karşı değiliz. Özelleştirmenin şeklini ve
zamanlamasını uygun bulmuyoruz değerli milletvekilleri. Özellikle şeker
fabrikalarının özelleştirmenin sonuna bırakılması Avrupa Birliğine giriş süresi
içerisinde önem taşımaktadır. Avrupa Birliği Şeker Rejimi Reformu 2014 yılına
kadar devam edecektir. Yani Avrupa Birliği ülkelerinde şeker ve şeker
sanayisiyle ilgili belirsizlik 2014 yılında sonuçlandırılacaktır. Türkiye bu
süreci dikkatle takip etmelidir ve şeker fabrikalarının satışını en azından bu
süreç içerisinde durdurmalıdır. Bakınız,
1994-1995 yıllarında şeker fabrikalarını özelleştiren Fransa fabrikaları
yeniden kamulaştırmaya başlamıştır. Yani on iki on üç yıl sonra yaptığı
yanlıştan dönmeye çalışmaktadır. Bu sebeple şeker sanayimizin kıymetini bilip
gelişmeleri takip etmeliyiz. Tarım, sanayi ve istihdamda yaratacağı
olumsuzlukları düşünerek gelecekte şeker kartellerine muhtaç olmamak için şeker
fabrikalarının satışını, dolayısıyla tarıma dayalı sanayinin özelleşmesini
özelleştirmenin sonuna bırakmak ülkemiz menfaati açısından çok doğru olanıdır. Değerli
milletvekilleri, çiftçimizi, çalışanımızı, şeker tüketicimizi, millî şeker
politikamızı, şeker sanayimizi ve… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Serdaroğlu. MEHMET SERDAROĞLU
(Devamla) – …daha da ötesinde tarım sektörümüzü yakından ilgilendiren kanun
teklifimizin kabul görmesini arzu etmekteyiz. Teklifimizi “Muhalefetten geldi”
diye reddetmenize üzüleceğimizi de burada ifade etmek istiyorum. Bu vesileyle,
bu şeker fabrikalarının acilen satışına lütfen karşı çıkın. Şeker fabrikaları
altmış beş ilimizde doğrudan 6 milyon, dolaylı olarak da 10 milyon
vatandaşımızı ilgilendirmektedir. Ayrıca, kanun teklifimiz 20 milyonun
üzerindeki çiftçimizi çok yakından ilgilendirmektedir. Bu sebeple, başta
iktidar partisi olmak üzere altmış beş ilin çok değerli milletvekilleri olmak
üzere bu kanun teklifimize destek istemekteyiz. Sonuç olarak,
özelleştirme uygulamaları çerçevesinde tarıma dayalı sanayi kuruluşları ile
tarımsal üretim yapan kuruluşların en son özelleştirilmesine imkân tanıyan
kanun teklifimizin kabulü yönünde oy kullanmanızı diler ve saygıyla selamlarım.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Serdaroğlu. Teklif üzerine,
bir milletvekili olarak, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş
konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Dağdaş. (MHP sıralarından alkışlar) GÜRCAN DAĞDAŞ
(Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4046 sayılı Özelleştirme
Uygulamaları Hakkındaki Kanunda Değişik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde
söz aldım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, kanun teklifiyle, tarıma dayalı sanayi kuruluşları ve tarımsal
üretim yapan kuruluşların özelleştirilmesi geciktirilerek çiftçilerimizin
alternatif ürünlere yönelmeleri için zaman kazandırılmasıyla birlikte, tarıma
dayalı sanayi kuruluşunun ham maddesi olan tarım ürününe alternatif ürün
çeşitlemesi yapılması hedeflenmektedir. Kanun teklifinin işaret ettiği
hakikatin ışığında Kars Şeker Fabrikasının özelleştirilmesine dair
düşüncelerimi ve Kars halkının içinde bulunduğu hâli dikkatinize getirmek
istiyorum. Değerli
milletvekilleri, 287 bin kişinin yaşadığı Kars’ın millî gelirden aldığı pay 886
dolar ve nüfusunun yüzde 25’i işsizdir. 2002 yılında 9.200 olan esnaf sayısı 2007
yılında 6 bine düşmüştür. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan nüfusun yarısına
yakını icra dairelerinin kapılarında ve tefeci elinde çırpınmaktadır. Kars’ın
ektiği, biçtiği ve hayvanı para etmemektedir. Kars’ın ürettikleri için pazar ve
rekabet şansı yok olmuştur. Devletin yaptığı süt fabrikası ile et kombinası
özelleştirilmiş, özelleştirilmiş olan bu tesisler daha sonra kapanmıştır. Yine,
devletin yaptığı çimento fabrikası, yem fabrikası ve ayakkabı fabrikası
özelleştirilmiş, özelleştirilen yem fabrikası ve ayakkabı fabrikası daha sonra
kapanmıştır. Karslının elinde sadece şeker fabrikası kalmıştır.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadar devletin kurduğu altı tesisten dördü
kapanmıştır. Sanayileşmenin
sıfır düzeyinde kaldığı, organize sanayi bölgesinin terk edilmiş bir alana
döndüğü, yüksek oranda işsizliğin yaşandığı Kars’ta endüstrinin ayağı olan
tarım ve hayvancılık sektöründeki tesisler kapanınca, Kars insanı büyük
şehirlere göç etmeye mecbur kalmıştır. Sınırı bekleyen insanların göç etmesinin
cepheden ayrılan asker anlamına geldiğini göremeyen yöneticiler, ne yazık ki
Kars’ın stratejik öneminden ve üzerine yapılan hesaplardan da bihaberdir. Değerli
milletvekilleri, Kars’ın pürmelâlini bir nebze de olsa dikkatinize getirmek
istedim; acı ama gerçek bu. Tüm bu güç
şartlara, yoksulluk ve yoksunluğa rağmen umudunu yitirmeyen Karslının şeker
fabrikasındaki 415 çalışanı ve aileleri, 1.168 şeker pancarı üreticisi ve
ailelerinin iktidardan talebi şeker fabrikasının özelleştirilmesinin
geciktirilmesidir, mümkünse durdurulmasıdır; şeker fabrikasının Kars’ın elinden
alınmamasıdır; Kars’ın var olan sıkıntılarının ortadan kalkması için iktidarın
gereğini yapmasıdır; Karslının iktidardan ve yüce Meclisimizden talebi,
Ankara’nın şefkatini göstermesi, Karslının serhadı
bekleyen askerler olduğunu hatırlamasıdır. Değerli
milletvekilleri, gördüğüm, anladığım ve hâline üzüldüğüm Kars’ı bilgilerinize
sunmaya çalıştım. Kanun teklifinin kabulü yönünde bir karar çıkması dileğiyle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Dağdaş. Sayın
milletvekilleri, doğrudan gündeme alma önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Doğrudan gündeme alınma önergesi reddedilmiştir. D) Duyurular 1.-
2009 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın Genel Kurulda görüşme programının bastırılıp
dağıtıldığına ve bütçeler üzerinde şahısları adına söz almak isteyen
milletvekillerinin söz kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlık duyurusu BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın Genel Kurulda görüşme programı
bastırılıp dağıtılmıştır. Bütçeler üzerinde
şahısları adına söz almak isteyen sayın üyelerin söz kayıt işlemleri, 4/12/2008 Perşembe günü saat 9.30-10.30 saatleri arasında,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu toplantı salonunda Başkanlık Divanı Kâtip
Üyelerince yapılacaktır. Söz kaydını her
sayın üyenin bizzat yaptırması gerekmektedir. Başkası adına söz kaydı
yapılmayacaktır. 4/12/2008 Perşembe günü 9.30-10.30 saatleri dışındaki söz kayıtları
Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğünce yapılacaktır. Genel Kurulun
aldığı karara uygun olarak bütçenin tümü üzerinde her tur için ve bütçe
görüşmelerinin sonunda lehte ve aleyhte olmak üzere ve bunlardan sadece biri
için kişisel söz kaydı yapılacaktır. Sayın
üyelerimizin bilgisine sunulur. Sayın
milletvekilleri, şimdi, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini
görüşmüyor ve gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön
Görüşmeler” kısmına geçiyoruz. Alınan karar
gereğince bu kısmın 6’ncı sırasında yer alan, Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş
ve 35 milletvekilinin, öğretmenlerin sorunlarının ve okullardaki yetersizliklerin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, 52’nci sırada
yer alan Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 32
milletvekilinin, millî eğitimdeki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergelerinin birlikte yapılacak görüşmelerine başlıyoruz. VI.-
MECLİS ARAŞTIRMASI A) Ön Görüşmeler 1.-
Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 35 milletvekilinin, öğretmenlerin sorunları
ve okullardaki yetersizliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/21) 2.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 32
milletvekilinin, eğitimdeki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/94) BAŞKAN – Hükûmet? Burada. Meclis
araştırması önergeleri Genel Kurulun 25/10/2007
tarihli 12’nci ve 15/1/2008 tarihli 49’uncu Birleşiminde okunduğundan tekrar
okutmuyorum. İç Tüzük’ümüze
göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda sırasıyla Hükûmete, siyasi parti gruplarına ve önergelerdeki birinci
imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri, Hükûmet ve gruplar için yirmişer
dakika, önerge sahipleri için onar dakikadır. Şimdi, söz alan
sayın üyelerin isimlerini okuyorum: CHP Grubu adına Ali Koçal,
Zonguldak Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Beytullah Asil. Şahısları adına da Ankara Milletvekili
Yılmaz Ateş, Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman söz
istemişlerdir. Şimdi, önce Hükûmet adına Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Ben en son konuşayım Sayın Başkanım. Uygun
görürseniz en son konuşayım. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, gündemde yanlışlık var. BAŞKAN – İç
Tüzük’e göre… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Gündemde yanlışlık var. Gündemde 2’nci maddede “Genel Kurulun 2-3
Aralık Salı ve Çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer
denetim konularının görüşülmemesi…” Onun arkasında da 3’üncü maddede 2 Aralıkta
tersi söylenmiş. Böyle bir gündem olur mu efendim? BAŞKAN – Sayın
Genç, biliyorsunuz Danışma Kurulu önerileriyle bu daha önce karara bağlanmış
bir konu olduğu için bugün bunu tartışmıyoruz. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Ama gündem doğru düzenlensin efendim, yanlış düzenlenmiş. BAŞKAN – Daha
önce alınan karar gereğince bu şekilde düzenlenmiş oldu. Şimdi, İç
Tüzük’ümüz gereğince Sayın Bakan, önce sizin konuşmanız gerekiyor. Süreniz yirmi
dakika. Buyurunuz
efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
bir grup milletvekili tarafından Meclis Genel Kurulunda bir araştırma
önergesinin görüşülmesi için bir önerge verilmiş, bu önergeyle ilgili olarak Hükûmet adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, bildiğiniz gibi Hükûmetimizin
2002’yle 2008 yılları arasında, iktidara geldiğimizden beri en önemli önceliği,
birinci önceliği eğitim olmuştur. Tabii, bizim önceliğimiz eğitim olmakla
birlikte eğitimin de önceliği öğretmenlerimizdir. Bir eğitimin sağlıklı
yürütülebilmesi için, eğitimde arzulanan kalitenin sağlanabilmesi için,
eğitimde arzulanan hedeflere ulaşılabilmesi için birkaç faktörün bir araya
gelmesi gerekiyor. Malumunuz, okulların fiziki altyapısının olması gerekiyor,
eğitim çevresi dediğimiz şeydir bu. Sonra, bu fiziki yapının bir teknolojik
altyapısı, donanımı olması gerekiyor. İşin bir içerik, ruh tarafı var, bu da
müfredatla belirlenir. Bir de bütün bu işlerin esas meyvesi olan, bütün bu
fiziki altyapının, teknolojik altyapının, donanımın, dokümantasyonun ve
öğretmenlerimizin, bütün insan kaynaklarımızın hizmet ettiği, öğrencilerimiz
vardır eğitimde. Bütün amaç, onların iyi yetişmesi, hayata ve bir üst öğretim
kurumuna hazırlanmalarıdır. Dolayısıyla, öğretmen, öğrenci, fiziki altyapı,
teknolojik altyapı, içerik, öz bir araya gelir ve eğitimi oluşturan bütün
unsurları meydana getirir. Dediğim gibi, fiziki altyapınız
çok iyi olabilir, teknolojik altyapınız mükemmel olabilir, dünyanın en harika
binalarını yaparsınız, içini bilgisayarlarla, bütün eğitim materyaliyle
zenginleştirirsiniz, müfredatınız da çok iyi olabilir, ders kitaplarınız da çok
iyi olabilir, ama eğer insan kaynağınızda bir problem varsa, işin esas
kumandasında olan, öğrencileri yönlendiren, hayata hazırlayan, bir üst öğretim
kurumuna hazırlayan öğretmen kitlenizde bir sıkıntı varsa orada arzulanan
sonuca ulaşamazsınız. İşte bu bilinçle
ve bu gerçekten hareket ederek, İktidarımız döneminde, okullarımızda özellikle
biraz önce saydığım fiziki altyapı, teknolojik altyapı ve diğer konularda
birçok adımlar atılmış, birçok gelişmeler sağlanmış ve birçok reforma imza
atılmıştır. Bu arada, en önemli unsur olan öğretmen kitlemiz zenginleştirilmiş,
geliştirilmiş ve bugün okullarda bulunan her 3 öğretmen arkadaşımızdan 1’isi
İktidarımız döneminde atanmıştır. Usta öğreticileri buna dâhil etmiyorum, usta
öğreticileri dâhil ettiğimiz zaman bu oran çok çok
daha yukarılara çıkar. Tabii, zaman zaman şöyle bir eleştiriyle karşılaşıyoruz: Efendim, niçin,
işte bir taraftan kadrolu öğretmen, bir taraftan sözleşmeli öğretmen, bir
taraftan ücretli öğretmen, usta öğretici, bunlar niye var? Bir sefer, bir şeyin
altını çizeyim değerli arkadaşlarım: Bütün iktidarlar döneminde ücretli
öğretmen vardı, bütün iktidarlar döneminde usta öğretici vardı, bütün
iktidarlar döneminde vekil öğretmen veya zaman zaman
“yedek öğretmen” olarak tabir edilen öğretmen kitlesi vardı. Bu dönem, sadece,
bu işte artı olan, farklı olan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B
maddesine göre atamış olduğumuz sözleşmeli öğretmenlerdir,
ki sözleşmeli öğretmenler daha önce on bir aylığına atanıyorlardı ve her yıl
bir ay işten çıkarılarak bir sonraki yıl tekrar işe atanmaları söz konusuydu,
4/B’nin yapısı bunu gerektiriyordu. Fakat Hükûmetimiz bir karar aldı, 4/B’ye
tabi olan sözleşmeli öğretmenlerimizin de tıpkı kadrolu öğretmenler gibi on iki
ay maaş almalarını sağladık ve işe başla, işten çık, bir daha başla prosedürüne
gerek olmadığını tespit ettik ve şu anda sözleşmeli öğretmenlerimiz de on iki
ay üzerinden maaşlarını alıyorlar. Zaman zaman,
sözleşmeli öğretmenlerde eş durumu tayini yapılmıyor, şu konuda dezavantajları
var, şeklinde bazı sızlanmalarla, bazı söylentilerle karşılaştık. Değerli arkadaşlarım, stajyerliği kalkmayan
bir öğretmen adayı kadrolu da olsa, sözleşmeli de olsa tayin talebinde
bulunamaz. 657’nin yeni uygulamalarını bilen arkadaşlarımız bunu bilirler.
Kadrolu da olsa, diyelim ki eşi Ankara’da çalışıyor, kendisinin Mardin’e tayini
çıktı, “Efendim, ben Mardin’e atandım ama Ankara’ya gelmek istiyorum.” diyemez,
stajyerliği yani aday memurluğu kalktıktan sonra bu hakka sahiptir.
Sözleşmeliler de bu hakka sahiptir. Sağlık Bakanlığındaki çakılı kadrolardan
farklı olarak biz 4/B statüsündeki öğretmen arkadaşlarımızın da bu mazeret
tayinlerini yapıyoruz, sağlık mazeretine tabi olanları da yapıyoruz. Öte
taraftan, eğer doktora yapıyorsa, master’ı malumunuz
eğitim mazereti olmaktan çıkardık, bunu da yapıyoruz ama bu, kadrolular için de
geçerlidir. Bir de şunun
altını çizmek istiyorum: Dünyanın her yerinde, değerli arkadaşlarım, bir insan,
“Ben parttaym çalışıyorum, kısmi zamanlı çalışmak
istiyorum.” deyip müracaat edebilir veya işveren böyle bir talepte bulunabilir.
Diyelim ki bir ilçede haftada üç saat bir ders varsa ve
birisi de, diyelim ki bir hanımefendi, öğretmen kökenli, öğretmen yetiştiren
bir yükseköğretim kurumundan mezun “Ben çocuğumu büyütüyorum, ben haftada bir
gün okula gitmek istiyorum, şu dersi vermek istiyorum.” deyip bize müracaat
edebilir veya ihtiyaç olması hâlinde bizim talep etmemizle böyle bir müracaat
olabilir. “Efendim, niye ille de bu kadrolu değil?” şeklinde bir
itirazın çok yerli yerinde bir itiraz olduğu kanaatinde değilim. Bütün gelişmiş
Batı ülkelerinde, günde bir saat çalışan, iki saat çalışan, kısmi zamanlı
çalışan, full-time, yani tam zamanlı çalışan insanlar
vardır, bu, öğretmenler için de geçerlidir, diğer meslek grupları için de
geçerlidir. Ücretli öğretmen
uygulaması, zaten dediğim gibi, cumhuriyetin başından bugüne kadar başvurulan
bir uygulamadır. Arkadaşlarımız, aslında eğitimle ilgili olanlar, eğitimi
bilenler bunu da çok iyi bilirler. Değerli
arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, bizden önce öğretmenevleri -ki öğretmenlerimizin
özellikle gittikleri her yerde sıcak bir yuva olarak bulabildikleri
öğretmenevleri- özelleştirme kapsamına alınmıştı. Biz,
orduevlerini özelleştirmediğimiz gibi, polisevlerini özelleştirmediğimiz gibi,
özelleştirilmesinin doğru olmadığına inandığımız gibi, öğretmenevlerinin de
özelleştirilmesi doğru değildir dedik ve öğretmenevlerini de özelleştirme
kapsamından çıkardık ve şu anda Hükûmetimiz döneminde
130 kadar yeni öğretmenevini öğretmenevi zincirimize ilave ettik ve Türkiye’nin
birçok yerinde de öğretmenevleri açmaya, öğretmenevleri inşa etmeye veya hazır
binaları kamulaştırarak öğretmenevleri olarak öğretmenlerimizin hizmetine,
emrine, değerli arkadaşlarım, sunmaya devam ediyoruz. Tabii, öğretmen
arkadaşlarımızın ücretleriyle ilgili olarak yine geçen hafta bir değerli
milletvekilimiz burada gündem dışı bir konuşma yaptı. Orada da “Öğretmen
sefalet ücreti alıyor.”, “Öğretmen açtır.” şeklinde bazı ifadeler geçti. Ben,
yine bu ifadelere karşılık olarak bazı cevaplar vermiştim, onları tekrar
huzurunuzda sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli
milletvekilleri, tabii, resmî rakamlarla konuşmamız lazım. 2002 yılında 9’un
1’inden göreve başlayan bir öğretmen adayının, yani mesleğe henüz başlayan bir
öğretmen adayının almış olduğu maaş 470 YTL idi. Peki, bugün nedir bu
arkadaşımızın aldığı ücret, yani çıplak maaş, ek ders ücreti hariç aldığı maaş?
1.196 YTL’dir, yaklaşık 1.200 YTL’dir. Peki, nedir buradaki artış? Bu artış,
değerli arkadaşlar, ek ders ücreti dâhil edildiği zaman yüzde 145’tir. Çünkü, öğretmenlerin ek ders ücretleri 3 küsur YTL idi, biz
5 küsur YTL’ye çıkardık, bir anda yüzde 47’lik bir artış yaptık ve şu anda
öğretmen ek ders ücretleri, değerli arkadaşlarım, 5,9 YTL’dir. Bir öğretmen
arkadaşımız 165 YTL alırken -bugün eğer tam altmış saat üzerinden ek ders
ücreti alıyorsa- bugün 360 YTL ek ders ücreti alıyor ve yüzde 118’dir buradaki
artış, rakamsal artış yüzde 118’dir. Tekrar altını çiziyorum: Ek ders ücreti
dâhil, 2002’de -9’un 1’inden maaş alan bir öğretmen arkadaşımızın aldığı maaşı
esas alıyoruz- 9’un 1’inden maaş alan bir öğretmen adayı 470 YTL alıyordu, şu
anda 1.200 YTL alıyor. Ek ders ücretiyle birlikte bu artış yüzde 145’tir. TÜFE’deki artış 2002 ile 2008 arasında yüzde 72,55’tir
değerli arkadaşlarım. Bunu düştüğünüz zaman, yani enflasyondan arındırdığınız zaman,
öğretmen maaşlarında yapılan reel artış, refah payı artışı yüzde 72,45’tir
değerli arkadaşlar. Şimdi, peki, bu
para çok mudur? Bu para öğretmenler için yeterli midir? Kimseye muhtaç olmadan
bu para öğretmenler için yeterli midir diye sorarsanız, bu paranın öğretmenler
için yeterli olmadığını ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz, herkes biliyor.
Keşke -geçen yine burada huzurunuzda ifade etmiştim- imkânlarımız çok daha iyi
olsaydı, millî gelirimiz çok daha yüksek olsaydı, biz, öğretmenlerimize bugün verdiğimizin
üç katı daha fazla ücret ödeyebilseydik. Yine, değerli
arkadaşlarım, ben, ders ücretleriyle ilgili olarak da bir açıklamayı
tekrarlamak istiyorum. Ben Hükûmetimize bir tasarı
taslağı gönderdim. Öğretmen ek ders ücretlerinin net 9,8 YTL olmasını isteyen
bir talepti bu. Fakat, maliye, hazine konuyla ilgili
gerekli incelemeleri yaptılar, bütçe imkânlarını önümüze getirdiler, neticede,
bizim dediğimiz oranda gerçekleşmedi. Biz 9,8 YTL istemiştik, bugün 6
civarındadır, 5,9 YTL olmuştur. Bazı arkadaşlarımız, gerek muhalefet
milletvekillerimiz gerek bazı eğitim sendikaları “Efendim, Sayın Bakan bizi
kandırdı.” dediler. Şimdi, ben de kendilerine haklı olarak şunu söyledim, dedim
ki: Sendikalarınız, işçi veya memur sendikaları işverenin karşısına geçip de
bir ücret istiyor, diyelim ki 300 istiyor, ama yapılan müzakereler sonucunda
180’de anlaşıyorlar, o sendikalar sizi kandırmış mı oluyor? Ben
öğretmen arkadaşım adına, mesai arkadaşlarım adına, birlikte çalıştığım
insanlar adına her zaman maliyeden, her zaman devletimden daha fazlasını
isterim, bu benim görevimdir, onların sendikalığını yapmak -tabii ki ben bir
sivil toplum örgütü anlamında söylemiyorum- onların haklarını savunmak, daha
insanca yaşayabilecekleri, merde namerde muhtaç olmadan yaşayabilecekleri bir
ücret talebinde bulunmak, benim, Millî Eğitim Bakanı olarak görevimdir, ben bu
görevimi yaptım. Ama dediğim gibi, gerçekleşen 5,9 YTL’dir şu anda ve
maaşlarıyla birlikte yapılan artış da budur arkadaşlar, resmî rakamlar
ortadadır ve kimin itirazı varsa bunları inceleyebilir. Şimdi, bütün
bunlardan sonra bir şey daha söyleyeyim. Hatırlıyorsanız Dünya Bankası Türkiye
Direktörü bir açıklama yaptı, dedi ki: “OECD ülkeleri içerisinde öğretmene
gayrisafi millî hasıladan pay verme açısından en
yüksek ücreti Türkiye veriyor.” Bana sordular gazeteciler. Ben de dedim ki:
“Dünya Bankası Direktörünün söylediği doğrudur. Fakat bizim öğretmenlerimizin
maaşını azaltmak gibi, onların kazanılmış haklarını geriye götürmek gibi bir
tavrımız olamaz. Olsa olsa biz öğretmenlerimize daha
fazla nereden, nasıl kaynak temin edebiliriz, ek olarak onlara nasıl başka
ücretler temin edebiliriz, biz bunun peşindeyiz ve bunun çabası içerisindeyiz.”
dedik değerli arkadaşlarım. Şimdi bir şey
daha: Bakın, öğretmen arkadaşlarımızın, biliyorsunuz her eğitim-öğretim yılının
başında “eğitim-öğretime hazırlık ödeneği” adı altında kendilerine ödenen bir
para var. Biz iktidara geldiğimiz zaman bu 175 YTL idi. Peki, bu, 2009 yılında
kaç YTL olmuştur? 515 YTL olmuştur. Artış oranı yüzde kaçtır? Yaklaşık yüzde
200’dür. Bakın, 175 YTL’den 515 YTL’ye çıkmıştır. Tekrar altını çizmek
istiyorum arkadaşlar: Bu fazla mı? Elbette fazla değildir. Kamu çalışanlarının
geneli için söylüyorum: Belli meslek gruplarını eğer çıkarırsanız, Avrupa
ülkeleriyle, Avrupa Birliği ülkeleriyle, kalkınmış dünya ülkeleriyle mukayese
ettiğiniz zaman bizim ülkemizde kamu çalışanlarının maaşları tatmin edecek
düzeyde değildir. Bu Karayollarındaki mühendis için de böyledir, DSİ’de çalışan mühendis için de böyledir, pratisyen hekim
için de böyledir, ziraat teknisyeni için de böyledir, öğretmenlerimiz için de
böyledir. Bir hükûmetin başarısı veya başarısızlığı bir şeyi nereden alıp
nereye götürdüğüyle ölçülür. Netice itibarıyla eğer biz reel olarak
öğretmenleri enflasyona ezdirseydik, öğretmenler enflasyonun altında bir ücret
artışına tabi tutulsalardı, onlara bu reva görülseydi, muhalefetin de, öğretmen
arkadaşlarımızın da, bütün kamuoyunun da bu manada bize bühtan etmeye, sitem
etmeye, bizi eleştirmeye hakları vardı. Ancak -altını çiziyorum- başlanan nokta
ile gelinen nokta arasında ciddi mesafeler kat edilmiştir. Ancak, burada,
istediğimiz, arzuladığımız ücretlere ulaştığımızı hiçbir zaman iddia etmedik,
bugün de böyle bir iddiam yok. Bir başka şey
değerli arkadaşlar, biz öğretmenliği kariyer meslek hâline getirelim dedik ki,
öğretmenliğin olması gereken budur. Saygı duyuyorum, muhalefet o zaman da karşı
çıktı, dedi ki: “Ne demek şimdi efendim, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen?
Bu, öğretmenler arasında bir ikilik yaratacak.” Biz de dedik ki: “Bakın,
üniversitelerde yardımcı doçent var, doçent var, profesör var, hiç böyle bir
ikilik söz konusu değil. Öğrenciler ders alırken de ‘Bu derse yardımcı doçent
giriyor, ben bu derse girmek istemiyorum.’ falan da demiyorlar.” Ve arkadaşlarımızın
kendi alanlarındaki yayınları takip etmeleri, kendilerini yenilemeleri, değişen
şartlara ve zamana göre öğrencilerine daha fazla faydalı olabilmeleri için de
onları araştırmaya, okumaya ve kendilerini yenilemeye sevk eden bir sistemdi
bu. Ama ana muhalefet partisi, biliyorsunuz, bunu da Anayasa Mahkemesine
götürdü ve bununla ilgili de bir iptal kararı çıktı. Ama kazanılmış olan haklar
şu anda devam ediyor, 100 bine yakın arkadaşımız “uzman” ve “başöğretmen”
kadrolarındadırlar ve onların özlük haklarında diğer arkadaşlarına göre yüzde
20-25’lik bir artış sağlanmıştır. Bu da bence son derece önemli bir şeydir. Bu arada,
öğretmenlerimizin atamalarında şöyle bir sekiz dokuz yıl öncesini, yedi yıl
öncesini hatırlamaya çalışalım arkadaşlar: Öğretmenliğe müracaatlar bir
çileydi, kuyruklar oluşurdu. Bir kere, form almak için kuyruğa girerdiniz,
formu alırdınız, bankaya para yatırmanız gerekiyordu, bankada bir kuyruk
meydana gelirdi, o makbuzları alıp içeriye verirdiniz. Bin bir türlü evrak
istenirdi ve öğretmenlik mesleğine, öğretmenliğin şerefine, şanına yakışmayan
görüntülerle karşılaşırdık. Bakın, yakın
zaman önce, biz, 13 bin öğretmenin atamasını yaptık arkadaşlar, elektronik
ortamda üç buçuk dakikada tayin ettik, arkadaşlarımızın atamasını yaptık. Efendim,
“Sabıkasızlık belgesi getir.” yok. “İkametgâh ilmühaberi, nüfus cüzdanı sureti
getir.” de yok. Bütün bu evraklar, ilgili kurumlardan yine elektronik sistem
üzerinden alınmaktadır. Adalet Bakanlığının sistemine girerek, oradan, kişinin
sabıkası var mı yok mu, bunu tespit etmek pekâlâ kolaydır bugünkü şartlarda ve
bu da yapılmaktadır. Değerli
arkadaşlarım, bütün il içi atamalar, il dışı atamalar, açıktan atamalar,
efendim, naklen atamalar, ilk atamalar, bütün atama sistemi elektronik ortamda
yapılmaktadır ve puan üstünlüğü esasına göre yapılmaktadır. Bugüne kadar bir
öğretmen adayından şunu duyduğunuz mu: Arkadaşımın puanı 74’tü onu atadılar,
benim 75’ti beni atamadılar. Böyle bir şeyi kimse söyleyemez, çünkü yoktur.
Şöyle olabilir: Her branş kendi içinde yarıştığı için
diyelim ki beden eğitimcilerin gelip kaldıkları puan 55 olabilir, ama biyoloji
90’da kalabilir. Her branş kendi içerisinde yarışıyor.
Burada bir farklılık söz konusudur. Kaynağınıza göre, müracaat eden insan
sayısı ve sizin yapacağınız atama sayısına göre bu değişebilir. Ama kesinlikle
aynı kategorideki ve branştaki öğretmenler arasında en
ufak bir torpil ve haksızlık söz konusu değildir. Bu, son derece adil bir
sisteme bağlanmıştır ve mesai kavramı haftada yedi gün ve günde yirmi dört saate
çıkmıştır değerli arkadaşlarım. Okulda, efendim, kendi evinde veya herhangi bir
bilgisayar bulunan bir yerde öğretmen arkadaşımız tayiniyle ilgili olarak
sisteme girer ve gerekli atamayı yapar. Artık Millî Eğitim Bakanlığının
koridorları çarşamba pazarı görüntüsü sergilemiyor. Bu manada
öğretmenlerimizin, öğretmenlik mesleğinin şanına, şerefine yakışır bir atama
sistemi getirilmiştir, tayin-terfi sistemi getirilmiştir. Bunu da özellikle
huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. Bir de, biz,
zorunlu atama bölgesini, değerli arkadaşlar, ilçe bazına indirdik. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz
efendim. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Eskiden, malumunuz, il bazındaydı bu zorunlu
atama bölgesi. Şimdi, Ankara, Kayseri, zorunlu atama bölgesi değil, Bursa
değil, Balıkesir değil veya Kastamonu değil. Ama Kastamonu’nun öyle ilçeleri
vardır ki, Doğu ve Güneydoğu’daki ilçelerle aşağı yukarı kalkınmışlık düzeyi
imkânları itibarıyla aynıdır. Biz bunu, Ankara’nın Güdül ilçesi ile Çankaya
ilçesini bir tutan bir anlayışın doğru olmadığını düşündük ve zorunlu atama
bölgesi meselesini ilçe bazına indirdik ve şu anda bütün Türkiye’de bu
uygulanmaktadır. Öğretmen arkadaşlarımız da bundan son derece memnundur. Değerli
arkadaşlarım, TOKİ ile işbirliği yaparak -bazı sivil toplum örgütleri de işin
içerisine dâhil oluyorlar, öğretmenlerimiz zaman zaman kendileri organize oluyorlar-
öğretmenlerimizin çok daha rahat ödeme şartlarıyla ev sahibi, konut sahibi
olabilmeleri için de ciddi hamleler yaptık. Tabii, öğretmen kitlemiz çok büyük
bir kitledir. Ama, onlar için de elimizden geleni
yapıyoruz. Bundan sonra da bu gayretimiz ve çabamız devam edecektir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
tamamlayınız. Buyurunuz. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkanım, bitiriyorum hemen. Tabii, bu
aşamada, eğitim, değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin 70 milyon insanının hepsini
ilgilendiren bir alandır. 15 milyon ilk ve ortaöğretimde öğrencimiz var.
Yükseköğretim, yaygın öğretimle birlikte öğrenci mevcudumuz 20 milyon. 1
milyona yakın Millî Eğitim Bakanlığının personeli var. Geçen yine bir
milletvekili arkadaşım dedi ki: “En fazla personeliyle ilgili mahkemelik olan
bakan Sayın Bakan’dır.” dedi. Bu doğru olabilir. Çünkü,
kamuda çalışan personelin yüzde 45’i neredeyse Millî Eğitim Bakanlığında
çalışıyor. Şimdi, diğer bütün kurumlardan yüzde 55’lik bir problem gelirse,
Millî Eğitim Bakanlığından yüzde 45’lik bir problem gelirse insan kitlesi ve
kaynak itibarıyla bunu orantıya vurduğunuz zaman bunun son derece normal
olduğunu görürsünüz. Böyle bir büyük kitlenin şüphesiz problemleri de vardır.
Her şey sütlimandır, gül gülistandır gibi bir iddiamız yok. Ama tekrar arz
ediyorum. Başladığımız nokta ile şu anda geldiğimiz nokta arasında eğitimin
lehine, öğretmenin lehine ve alt yapımızın lehine gerek eğitime erişim gerek
kalite gerekse alt yapı açısından devrim niteliğinde adımlar atılmıştır.
Halkımız da, milletvekillerimiz de, kamuoyu da bunun farkındadır. Ama, değerli muhalefet milletvekillerimiz böyle bir meseleyi
eğer Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirdilerse kendilerince
mutlaka gördükleri problemler vardır. Onları da burada müzakere ederiz. Haklı
oldukları bir nokta varsa da notlarımızı alırız. Gerekli müdahaleleri yaparız. Bu duygu ve
düşüncelerle yüce Meclisimizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Çelik. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Zonguldak Milletvekili Ali Koçal
konuşacaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Buyurunuz Sayın Koçal. CHP GRUBU ADINA
ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; öğretmenlerimizin sorunlarının ve okullardaki
yetersizliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasa’nın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılması önergemiz hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, izin verirseniz konuşmama geçmeden önce Sayın Bakanın vurguladığı
bir iki konuyla ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Bakan,
2002 yılından bu yana Hükûmetin birinci önceliğinin
eğitim meselesi olduğunu ve o konuda da çok büyük atılımlar yaptıklarını,
başarılı çalışmalar içerisinde olduklarını ifade ettiler ama şimdi, biraz
sonra, burada konuşacağız, arkadaşlarımız bu konudaki düşüncelerini ortaya
koyacaklar böyle olup olmadığını göreceğiz. Çünkü eğitim birinci önceliği
olamamıştır bu Hükûmetin, bunu sizlerle paylaşmak
isterim. Bir başka konu,
tabii, şu andaki öğretmenlerin üçte 1’inin kendileri döneminde atandığını ifade
ettiler. Bu, tabii, doğru olabilir ama emekli öğretmenler var, ne kadar çok
emekli öğretmen olduğunu da ortaya koyması gerekiyordu. Ayrıca bu vekil
öğretmenlik, usta öğreticilik, sözleşmeli öğretmen, daha önceki hükûmetler döneminde olduğunu da ifade ettiler. Evet, bu
doğrudur, önceki hükûmetler döneminde de vardı ama
önceki hükûmetler döneminde sırada bekleyen yüz
binlerce öğretmen yoktu, şimdi sırada bekleyen yüz binlerce eğitim
fakültelerini bitirmiş öğretmenler var, o zaman yetişmiş öğretmenimiz yoktu.
Sözleşmeli öğretmenlerle ilgili, onların da stajyerliğinden bahsettiler. Böyle
bir şey söz konusu değil benim bildiğim kadarıyla, sözleşmeli öğretmenin
stajyerliğinin kaldırılmasıyla ilgili bir durum söz konusu değil. Öğretmenevlerinden
bahsettiler Sayın Bakan. Öğretmenevlerinin çoğaldığından, sayısının
arttığından, niteliğinin arttığından bahsettiler. Doğrudur kısmen ama şunun
altını çizerek söylüyorum: Öğretmenler ne yazık ki, öğretmenlerin hiç biri
Ankara Başkent Öğretmenevinde kalamıyorlar çünkü Ankara Başkent Öğretmenevinin
fiyatları, uygulanan fiyatlar öğretmenlerin orada kalmasına elverişli değildir,
Sayın Bakanın dikkatine sunuyorum. Ayrıca Sayın
Bakan, öğretmenlerin ders ücretlerinin artırılmasıyla ilgili çok büyük çaba
sarf etmiş, Hükûmet içerisinde tavır koymuş,
talepleri olmuş ama ne yazık ki Maliye Bakanından geri dönmüş. Bu iyi. Sayın
Bakan bunu söylüyorsa iyi. Demek ki Sayın Bakan bu konuda başarısız olmuş,
başarısızlığını kendisi de ortaya koyuyor. Evet, bir de
atamalarla ilgili Sayın Bakanımız bir şeyler söylediler. Bu atamalarda işte
normal ölçütlere, hakkaniyet ölçütlerine dikkat ettiklerini ifade ettiler ama
bu Yönetici Atama Yönetmeliği kendi dönemlerinde bildiğim kadarıyla tam dört
kez değişti. Bu niye değişiyor? Aynı kişi tarafından
değiştiriliyor bir de, farklı bir bakan gelmiş olsa yahut da Hükûmet değişmiş olsa evet ama aynı bakan, aynı Hükûmet döneminde Yönetici Atama Yönetmeliği’ni dört kez
değiştiriyorsunuz ve en son değiştirdiğinizden üç gün önce 76’ncı maddeyi
kullanarak bir sınıftan bir öğretmen arkadaşımızı alıyorsunuz, Ankara’nın
göbeğinde bir ilköğretim okuluna müdür yapıyorsunuz Yönetici Atama
Yönetmeliği’ni yayınlamadan üç gün önce. Bunları dikkatlerinize sunmak
istiyorum. Yani Sayın Bakanın ifade ettiği gibi, Türkiye’de eğitimle ve
öğretmenlerle ilgili pembe tablo yoktur. Onu da şimdi açıklamaya çalışacağım. Evet, değerli
arkadaşlar, hepimizi bugünlere taşıyan ve üzerimizde büyük emekleri olan
değerli öğretmenlerimizin sorunları ve çözümlerini araştırmak için kuracağımız
Meclis araştırma komisyonuyla öğretmenlerimize karşı olan borcumuzu kısmen de
olsa ödemeye çalışacağız, tabii kurulursa bu komisyon. Anayasa’nın
42’nci maddesi ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Yasası, eğitimin çağdaş,
demokratik, laik, Atatürk ilke ve devrimleriyle cumhuriyet esasları
çerçevesinde olması gerektiğini hükme bağlamıştır. Yine, 1739 sayılı Millî
Eğitim Temel Yasası’nın 43’üncü maddesinde, “Öğretmenlik, Devletin eğitim,
öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas
mesleğidir.” denilmektedir. O nedenle, çocuklarımızı, gençleri yetiştiren
öğretmenlerin görevlerini en iyi biçimde yerine getirebilmeleri için
sorunlarının tespit edilerek, çözüm yollarının araştırılması ve sonuç alınması
da gerekmektedir. Yurdun her
köşesinde özveriyle çalışan öğretmenlerin, yıllardır ekonomik ve sosyal sorunları
ne yazık ki çözülememiştir. Öğretmenler geçinebilmek için ikinci bir iş yapmak
zorunda bırakılmıştır. Yapılan araştırmalarda, ülkemiz öğretmenlerinin dünya
öğretmenlerine göre daha çok çalıştığı hâlde birçok ülkenin öğretmenlerinden
daha az ücret aldığı saptanmıştır yani Sayın Bakanın dediği gibi değil. Değerli
milletvekilleri, ülkenin olumlu gelişimi için en büyük görevi üstlenen
öğretmenlerin çalışma koşulları ve ekonomik durumlarını zaman geçirmeden
iyileştirmek zorundayız. Çocuklarımızın gelişmiş dünya çocuklarıyla her alanda
yarışması onların en iyi biçimde yetiştirilmelerine bağlıdır. Bunun da yolu,
onları yetiştirecek öğretmenlerin sorunlarının çözülmesine, durumlarının
iyileştirilmesine bağlıdır. Bunun için, eğitim ve öğretim hizmetlerini üstlenen
öğretmenlerin ve diğer görevlilerin ekonomik ve sosyal sorunlarını saptamak,
çözüm yollarını ortaya koymak için Meclis araştırması istiyoruz. Değerli
milletvekilleri, öğretmenler, yaptıkları işin doğası gereği kendilerini çok
yönlü olarak yetiştirmek durumundadırlar. Ancak yıllardır öğretmenler ve eğitim
çalışanları yoksulluk, memur, hizmetli ve idari personel ise açlık sınırının
altında maaş almaktadır. Türkiye’nin dört bir yanında yaşadıkları tüm
olumsuzluklara rağmen fedakârca çalışan öğretmenlerimiz ve diğer eğitim
emekçileri insanca yaşam mücadelesi vermektedirler. Bilindiği gibi,
son yıllarda, ülkemiz, cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı, en zor sürecinden
geçmektedir. Bu süreçte yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, gelir dağılımı
adaletsizliği en üst düzeye çıkmıştır. Kamu çalışanları, işçiler, esnaf, köylü
ve emekliler, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kamu
çalışanlarına 2009 yılı için yüzde 4+4,5 gibi utanç verici bir maaş artışı
öngörülürken zorunlu harcamalarımıza yüzde 60’lara varan zamlar yapılmış,
yapılmaya da devam etmektedir bildiğiniz gibi. Türkiye’nin
gelecek kuşaklarını yetiştiren öğretmenleri yoksulluğa, sefalete ve açlığa
mahkûm etmemek için gerekli önlemler alınmalıdır. Tabii, Sayın Bakan böyle
olmadığını iddia ediyor. Bu da Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yani bizlerin
görevidir. Tüm toplumsal kesimler gibi yüz binlerce eğitim ve bilim emekçisi de
art arda gelen zamlar sonrasında ekonomik olarak ciddi bir darboğaza girmiştir.
Memur zammı, şimdiden buhar olmuş gitmiştir. Türkiye’de öğretmenlere yoksulluk
sınırının yarısından daha az ücret ödenmesi ve diğer eğitim emekçilerinin açlık
sınırında yaşamak zorunda kalması, millî eğitimin temel amaçlarından
uzaklaşılmasına yol açmak demektir. Nitelikli ve bilimsel bir eğitim yaratmak
istiyorsak, yüz binlerce eğitim emekçisini ekonomik ve sosyal açıdan doyuran
bir alternatif yaratmak zorundayız. Ülkemizde öğretmenler yoksulluk sınırının
altında, memur ve hizmetliler açlık sınırında maaş almaktadır. Bu durum,
yaşanan yoksulluğu mutlak olarak artıracak, diğer ülkelerde çalışan eğitim
emekçileriyle aramızdaki sosyoekonomik uçurumu daha da büyütecek niteliktedir. Türkiye ile diğer
OECD üyesi ülkelerde çalışan öğretmenlerin yıllık toplam çalışma sürelerini
karşılaştırdığımızda ülkemizdeki durumun vahametini görmemek mümkün değildir.
Örneğin, İskoçya’da öğretmenler yıllık toplam olarak 1.365 saat çalışmaktadır,
Çek Cumhuriyeti’nde 1.652 saat çalışmaktadır, Almanya’da 1.765 saat
çalışmaktadır, Türkiye’de 1.832 saat çalışmaktadır, OECD ortalaması
ise 1.662. OECD verilerine göre 2008 yılında Türkiye’de bir öğretmen ortalama
1.832 saat çalışmaktadır ve bu, 170 saat daha fazla çalıştığı anlamına
gelmektedir. Türkiye’de
öğretmenler, çalışma saatlerinin diğer OECD ülkelerindeki meslektaşlarından
fazla olmasının yanı sıra çalışma ve yaşam koşulları bakımından da oldukça kötü
durumdadırlar. Bugün Türkiye’de öğretmenlerin büyük bölümü geçim sıkıntısı
çekmekte ve giderlerini karşılayabilmek için, hepimizin bildiği gibi ve az önce
de ifade ettiğim gibi, ek iş yapmak zorunda kalmaktadırlar. Öğretmenlerimizin
kendi mesleği dışında ek iş yapmak zorunda kalması hem onların daha fazla
yorulmasına neden olmakta hem de eğitimin niteliğini olumsuz yönde
etkilemektedir. Değerli
arkadaşlar, yine Sayın Bakanımız tarafından öğretmenlerin maaşlarıyla ilgili
güzel sözler söylendi ama geçtiğimiz günlerde yine yapılan bir araştırma sonucu
bunu söylemiyor. OECD ülkelerindeki öğretmenlerin aldığı
maaşlara kısaca bakacak olursak, örneğin Avusturya’da en düşük maaşlı bir
öğretmen yılda 27 bin -küsuratını söylemiyorum- dolar maaş alıyor, Fransa’da 23
bin dolar maaş alıyor, Portekiz’de 20 bin dolar maaş alıyor, Yunanistan’da,
hemen yakınımızda, 26 bin dolar maaş alıyor en düşük alan ama bizim ülkemizde
12 bin dolar maaş alıyor en düşük alan arkadaşımız. 9/2 üzerinden
söylüyorum bunları. Peki, en yüksek
alana baktığımız zaman -en yüksek alanlarda Avusturya’yı örnek vermiştim- en
yüksek alan 54 bin dolar alıyor yıllık Avusturya’da. İtalya’da -örneğin- 35 bin
dolar alıyor, hemen yanımızda, Yunanistan’da 38 bin dolar alıyor ama Türkiye’de
en yüksek maaşlı öğretmenimiz 15 bin dolar alıyor. Bu demek ki Sayın Bakanın
söylediği doğru değildir. Evet, değerli
arkadaşlar, OECD ülkelerinde en üst derecede olan bir ilköğretim okulu öğretmeninin
yıllık toplam geliri açısından değerlendirdiğimizde -biraz önce ifade ettim- OECD ülkelerinde bu
ortalama 46.290 dolardır. Türkiye’de ise en üst derecedeki öğretmenin yıllık
maaşı 15.780 dolardır. Görülüyor ki öğretmenlerimizin aldığı maaşlar bir
ailenin gıda, kira, ulaşım, yakacak, elektrik, su, haberleşme, giyim, eğitim,
sağlık, iletişim, kültür gibi temel ihtiyaçlarının yarısını bile
karşılayamayacak düzeydedir. Yine
öğretmenlerin maaşına bir bakacak olursak… Yani 2002’den günümüze maaşların
yüzde 145 oranında arttığını söyledi Sayın Bakan. Doğru olabilir, yapılan
hesabın nasıl yapıldığını bilmiyorum ama şunu bir görmemiz gerekiyor:
Öğretmenler, 2002 yılında 9/2’de çalışan bir öğretmen 456 YTL maaş alıyordu ve
bu maaşla ihtiyaçlarının, biraz önce saydığım ihtiyaçlarının yüzde 43’ünü
karşılayabiliyordu. Yine 2005’te 9/2’deki bir öğretmen 747 lira alıyordu ve
ihtiyaçlarının yüzde 42’sini ancak karşılayabiliyordu. Günümüzde öğretmen
-Sayın Bakanın iftiharla ifade ettiği- 1.171 YTL alıyor ve ihtiyacının ancak
yüzde 48’ini karşılayabiliyor. Bunları yoksulluk sınırına göre ifade ediyorum.
Çünkü 4 kişilik bir ailenin alması gereken en az ücret 2.417 YTL olmalıdır. Tabii,
öğretmenler açısından durum böyleyken memur ve hizmetlilerin durumu açısından
tablo daha da vahimdir değerli arkadaşlar. Hizmetli ve memurlar açlık sınırının
altında yaşam mücadelesi vermekte ve görevlerini yerine getirmeye
çalışmaktadırlar. İktidarın
ifadesiyle ekonomi büyümüş, işsizlik ve enflasyon oranları azalmış, kişi başı
millî gelir yükseltilmiş ise eğer, açlık ve yoksulluk sınırına yönelik
rakamlara baktığımızda tüm bu söylemlerin havada kaldığını görmemek mümkün
değil. Çünkü Ekim 2008 itibarıyla açlık sınırı 742 ve yoksulluk sınırı ise
2.417 YTL olmuştur. Değerli
milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı okullara yeterli ödenek ayıramadığı
için eğitim harcamalarının önemli bir bölümü öğrenci velilerinin üzerinden
karşılanmaktadır. 2009 yılı eğitim bütçesi gerek genel içeriğiyle gerekse
eğitime ayrılan payın ihtiyacın çok altında olması nedeniyle önümüzdeki yılın
öğretmenler, öğrenciler ve öğrenci velileri açısından çok daha zor geçeceği
anlamına gelmektedir. Aynı zamanda, kriz yılı olacak dediğimiz 2009 yılının tüm
halkımız gibi öğretmenler, öğrenci ve veliler açısından da sorunlarla dolu bir
yıl olacağını görmek lazım. Değerli
milletvekilleri, eğitimden beklenen amaçların gerçekleşmesi, artan öğrenci
sayısı, derslik açıkları, eğitimin niteliğinin yükselmesi, fiziki altyapı ve
donanım eksikliklerinin giderilmesi, en fazla 30 öğrencili sınıfların
oluşturulması ve 140 bin öğretmen açığının giderilebilmesi için Millî Eğitim
Bakanlığı bütçesinin millî gelire oranı artırılmalıdır. Tabii, Sayın Bakan
artırmak için çaba sarf ediyor ama Maliye Bakanı anlaşılan buna yol vermiyor.
Millî eğitim payını yükseltmediğimiz sürece sorunları gelecek yıllara
ertelemekten başka bir çaremiz olmayacaktır. Okullaşma
oranlarına Millî Eğitim Bakanlığının 2008 yılı rakamları açısından bakıldığında
tablonun hiç de iç açıcı olmadığını görmek mümkündür. Okul çağındaki nüfusun
ilköğretimdeki okullaşma oranı yüzde 97 iken ortaöğretim çağındaki çocukların
sadece yüzde 58’i okullara devam edebilmektedir. Yükseköğretimde okullaşma
oranı yüzde 20’ler düzeyindedir. Ülkemizde okuryazar olmayan nüfusun çok büyük
bir bölümü kadınlardır ve kadınlarımızın yüzde 80’i okuma yazma bilmemektedir. Türkiye’de toplam
öğrenci sayısıyla kıyaslandığında okul, derslik ve öğretmen sayısının yetersiz
olduğu bilinmektedir. Öğrenci sayısı her yıl belli bir oranda artmasına karşın
okul, derslik ve öğretmen sayısı bu artışın oldukça gerisinde kalmıştır. Okul,
derslik ve öğretmen açıklarının giderilememesi eğitimin niteliğini olumsuz
yönde etkilemekle kalmamakta, eğitim hizmetinin nitelikli ve sağlıklı
verilmesini de engellemektedir. Öğretmen
açıkları, yıllardır eğitim sistemimizin öncelikli sorunları arasında yer
almaktadır. Bugün için eğitimde öğretmen açığı, atama yapılması planlanan
sayıların çok üzerindedir. Her yıl yeterli sayıda atama yapılamaması durumunda,
binlerce öğretmenin emekliye ayrılmasıyla bu açık daha da büyüyecektir. Durum
böyleyken atama yapılması düşünülen rakamlarla öğretmen açığı sorununun
çözülmesi mümkün değildir. Değerli
milletvekilleri, Türkiye önümüzdeki beş yıl içinde eğitimli genç işsizler
ordusuyla karşı karşıya kalacaktır. Bugün elinde öğretmen diploması, tezsiz
lisans belgesi bulunan işsiz öğretmen sayısı 200 binin üzerindedir. Her yıl 40
bini eğitim fakültelerinden, 50 bini diğer fakültelerden mezun olmak üzere 90
bin kişi öğretmenlik için hazırlanmaktadır. Bu rakamların gösterdiği en açık ve
belki de en acı gerçek, bugünkü fakülte giriş kontenjanları esas alındığında,
2012 yılında, biriken öğretmen adayı sayısı 400 bini aşacaktır. Açıkları
kapatmak üzere beş yılda 150 bin öğretmen ataması yapılsa bile 250 bin öğretmen
işsiz kalmaya devam edecektir. Eğer şimdiden gerekli önlemler alınmazsa yarın
hem eğitim sistemimiz hem de öğretmen adayları açısından çok geç olabilir.
Öğretmen açığını kapatacak yeterli atamanın yapılmaması eğitimin niteliğini
düşürürken aynı zamanda binlerce öğretmen adayını işsizliğe, umutsuzluğa ya da
düşük ücretle iş güvencesinden yoksun olarak çalışmaya itmektedir. Sözleşmeli
öğretmenlik uygulaması -Sayın Bakan da bahsetti- eğitim sorunlarını çözmek bir
yana iş güvencesinden yoksun, düşük ücretlerle çalışma anlamına gelmektedir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. ALİ KOÇAL
(Devamla) - Eğitimin vazgeçilmez unsuru öğretmenlerdir ve eğitimin niteliği
öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır. O nedenle Millî Eğitim Bakanlığı
öğretmenler üzerinde maliyet hesabı yapmamalıdır. Evet, değerli
milletvekilleri, özetle şunları söylemeye çalışıyorum: Bir ülkenin geleceğini
yetiştiren eğitim ve bilim emekçilerinin açlık ve yoksulluk çekmesi o ülke için
büyük bir talihsizliktir. Eğitim emekçilerinin içinde bulundukları sıkıntılara
rağmen görevlerini en iyi şekilde yerine getirme çabaları toplumun tüm
kesimleri tarafından da takdir edilmektedir. Bilimsel, nitelikli bir eğitim
yaratmak için tüm eğitim emekçilerini ekonomik veya sosyal açıdan tatmin eden
bir çözüm bulunmazsa ve zaman geçirmeden somut adımlar atılmazsa iyi şeyler
olmayacak diye düşünüyorum. Öğretmenlerimiz ve diğer eğitim emekçileri
yıllardır ekonomik açıdan güçlük çekmekte, büyük bölümü ek iş yaparak… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
tamamlayınız. ALİ KOÇAL
(Devamla) – Tamamlıyorum efendim. Değerli
milletvekilleri, tüm bu nedenlerle öğretmenlerimizin ve okullardaki sorunların
tespit edilmesi ve çözüm önerilerini alabilmek için bir Meclis araştırma
komisyonu kurulmasının yararlı olacağını düşünüyoruz. Sayın
milletvekillerimizin de bu konuda ve bu yönde oy kullanarak bize yardımcı
olacağını düşünüyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Koçal. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Beytullah
Asil. Buyurunuz Sayın
Asil. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğretmenlerimizin
sosyal ve ekonomik sorunlarının tespit edilmesi ve çözüm önerilerinin
belirlenmesi için bir Meclis araştırması komisyonu kurulması talebiyle
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu milletvekilleri olarak 4 Ocak 2008 tarihinde
verdiğimiz önergenin gündeme alınması konusunda grubum adına söz almış
bulunuyorum. Öncelikle, şahsım ve grubum adına yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, öğretmen olmak için bunun eğitimini alacaksınız ve
atanacaksınız. Bu, sadece size unvan kazandırır ve atanmanızı sağlar. Gerçekten
öğretmen olmanın şartları vardır. Nedir bu şartlar? En iyi siz giyineceksiniz.
En çok siz okuyacaksınız. Branşınız ile ilgili bilimsel yayınları, aktüaliteyi
takip edeceksiniz. Size yakışan bir evde oturacaksınız. Niçin bunları
söylüyorum? Değerli
arkadaşlarım, öğrenci, akşam televizyonda uzay çalışmalarıyla ilgili bir haber
dinler. Çalışmanın, haberlerde geçen konuların pek çoğunu anlamaz. Kendisine
uzay kavramını fen bilgisi öğretmeni vermiştir. Sabah fen bilgisi öğretmenine
sormayı kararlaştırır çünkü öğrencinin gözünde öğretmen her şeyi bilendir ancak
fen bilgisi öğretmeni ikinci iş yaptığı için aktüaliteyi takip edememiştir.
Branşıyla ilgili bilimsel yayınları alacak parası yoktur. Sorar, cevap alamaz.
Bu olay birkaç defa tekrar edince, kafasında büyüttüğü, her şeyi bildiğini
sandığı öğretmeninin her şeyi de bilmediğini düşünmeye başlar. Öğretmen, köye
gelmiştir. Köyde lojman yoktur, kiralık ev yoktur. Kimsenin oturmadığı birkaç
virane ev vardır, bunlardan birinde oturmak zorundadır. Çocukları büyümüştür,
üniversiteye gitmeye başlamıştır. Biri bir şehirde, diğeri başka şehirdedir.
Bir bakar ki kendisine bir elbise, gömlek, kravat almadığı yıllar olmuştur,
alamamıştır. Gömleklerinin yakası limelenmeye
başlamıştır. Ceketinin kolları, pantolonunun dizleri parlamaya başlamıştır.
Kravatının modası geçmiş, rengi solmuştur. Her sabah giyinirken kahreder ama
çaresizdir. Çocuğunun üniversiteyi bitirmesine az kalmıştır. İçini buruk bir
sıcaklık kaplar, umutlanır. Öğrencilerinin gözünde sıradanlaşmıştır, kahrolur. Değerli
arkadaşlarım, işte Türkiye’de öğretmen manzarası. Ülkenin köylerinde,
ilçelerinde, şehirlerinde öğretmenlik yapmış bir arkadaşınız olarak
konuşuyorum. Bu anlattıklarımın hepsine şahit oldum. Geleceğimizi emanet edeceğimiz,
bakmaya kıyamadığımız, gözlerinin içine bakarak büyüttüğümüz yavrularımızı
teslim ettiğimiz öğretmenlere bu eziyeti yaşatmak reva mıdır? Öncelikle,
öğretmen kıyafetleri zorunlu giyim bakışıyla Bakanlık tarafından karşılanmalı,
toplumda en iyi giyinen hâline getirilmelidir. Barınma sorunu Bakanlık
tarafından mutlaka çözülmelidir. Öğretmen, kimsenin oturmadığı viranelerde
yaşamaya zorlanmamalı, gerekli tedbirler mutlaka alınmalıdır. Küçük yerleşim
birimlerinde, mahrumiyet yörelerinde öğretmen bulunduramamamızın birinci
nedeni, çocukları okul çağına gelmiş öğretmenlerimizin çocuklarına en iyi
eğitimi verebileceklerine inandıkları büyük şehirlere gitmek istemeleridir. Bu
nedenle, öğretmen ihtiyacı bulunan yörelerimizde çalışan öğretmenlerimizin çocuklarını
gönül rahatlığıyla bırakabileceği yatılı okullar oluşturulmalıdır. İşte, bu
Meclis araştırması açılmasını istememizin nedeni budur. Nevşehir Avanos
Lisesinden bir arkadaşım, elektronik posta göndermiş, sıkıntılarını dile
getirmiş, sonunda şöyle seslenmiş: “Ben de burada tüm öğretmen arkadaşlarımın
sesi olarak sizlere sesleniyorum.” Şöyle diyor sayın öğretmen: “Eziliyorum,
kendimi çok alçakta görüyorum, biraz yüceltin kutsal eğitim işi yapan
öğretmenlerimizi, hep beraber çalışalım daha güzel yarınlara. Ben dile
getirdim, sorunları çözmek sizin işiniz.” diye son vermiş yazısına. Evet değerli
milletvekilleri, sorunları çözmek bizim işimiz olduğuna göre, Anayasa’nın
98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince vermiş olduğumuz
Meclis araştırması açılmasıyla ilgili önergemizi destekleyin. Bütün
açıklığıyla, öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal sorunlarını, okulların fiziki
sorunlarını, yaşanan güvenlik sorunlarını masaya yatıralım, çözüm önerilerini
ortaya koyalım. Değerli
milletvekilleri, millî eğitim camiası bir bütündür. Bu bütünlüğü sağlayan Millî
Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatlarında, il ve ilçe millî eğitim
müdürlüklerinde şef olarak görev yapan personelimiz vardır. Bu personelimiz, 21/3/2006 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe
giren 5473 sayılı Değişik Adlar Altında İlave Ödemesi Bulunmayan Memurlara ve
Sözleşmeli Personele Ek Ödeme Yapılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun gereği ödenen 136 yeni Türk
liralık denge tazminatından ve kamuoyuna 15/8/2008 tarihinde açıklanan memur
maaş zammına ilişkin zamlardan yönetim karşılığında ödenen ek ders ücretlerinin
ek ödeme olarak değerlendirilmesi nedeniyle yararlandırılmamaktadırlar.
Yararlandırılmamalarının altında, fiilen yapılmayan ders karşılığında ödenen ek
ders ücretlerinin ek ödeme olarak değerlendirilmesi yatmaktadır. Ancak konuyla
ilgili mevzuat ve fiilî durumlar incelendiğinde alınan ek ders ücretlerinin ek
ödeme mahiyetinde olmadığı da anlaşılacaktır. Zira,
söz konusu ek ders ücretinin ödenmesinde, ücret ödemesine esas hizmet ve
konumda fiilen görev yapılması şartına yer verilmiştir. Şef olarak görev yapan
bu arkadaşlarımız 850 yeni Türk lirası maaş alırken veri hazırlama kontrol
işletmeni kadrosunda çalışanlar 1.200 yeni Türk lirası, teknisyen olarak görev
yapanlar 1.300 ila 1.600 yeni Türk lirası arasında maaş almaktadırlar. Tabii ki
alacaklar ama bunların amiri konumundaki şeflere 850 yeni Türk lirası maaşı
reva görmeyi içimize nasıl sindireceğiz? Edirne’den
Ardahan’a il ve ilçe merkezlerinde bulunan halk eğitim müdürlüklerinde çalışan
usta öğreticiler kadro talebinde bulunmaktadırlar. Bilindiği üzere bu insanlar
yılda sekiz ay çalışıp dört ay açıkta beklemektedirler. Gerek Millî Eğitim
Bakanımız gerekse Maliye Bakanımızla yaptıkları görüşmelerde üç, beş veya on
yıllık sözleşme yapılabileceği kendilerine söylenmesine rağmen bu konuda hâlen
bir gelişme olmamıştır. Bu konuda mağdur
bir camia da ilköğretim müfettişleri camiasıdır. İlköğretim müfettişleri, 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda diğer kurum müfettişleriyle birlikte kariyer
meslek sınıfında yer almaktadırlar. Ülkemizdeki bütün kurumların müfettişleri
tek üniversite bitirerek müfettiş olurken ilköğretim müfettişi olabilmek için
iki üniversite bitirme şartı getirilmiş ve yıllarca uygulanmıştır. İlköğretim
müfettişlerinin birçoğu iki üniversite bitirmekle kalmayıp lisansüstü
eğitimlerini de tamamlamışlardır. İlköğretim müfettişleri, anaokulları,
ilköğretim okulları, özel okullar, sürücü kursları, Kur’an
kursları, dershaneler, öğretmenevleri, rehberlik araştırma merkezleri gibi
görev alanlarında bulunan binlerce kurumun yüz binlerce öğretmen, yönetici ve
personelin yetiştirilmesinden, rehberlik ve denetiminden sorumludurlar. Bununla
birlikte inceleme, araştırma ve soruşturma görevlerini de yürütmektedirler. Son yıllarda
yapılan iyileştirmelerde sürekli kapsam dışı bırakılan ilköğretim müfettişleri,
denetledikleri personelden daha az maaş alır hâle getirilmişlerdir. Gerek
mesleğe alınma gerekse çalışma koşulları diğer kurum müfettişlerine göre çok
daha ağır olan, ülkemizin en ücra köylerine kadar giderek devleti temsilen
denetim yapan ilköğretim müfettişlerine aldıkları yüksek eğitim, seçilme
şekilleri ve iş güçlüğüne uygun olarak kanun önünde eşit oldukları diğer
müfettişlerle eşit haklar mutlaka verilmelidir. 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nda değişiklik yapılarak ilköğretim müfettişleri “eğitim
öğretim hizmetleri” sınıfından çıkarılıp “genel idare hizmetleri” sınıfına
alınmalıdırlar. “Zam ve tazminatlar” bölümünde ilköğretim müfettişleri, diğer
müfettişlerin yer aldığı maddelere alınmalıdır. Diğer müfettişlere ödendiği
hâlde ilköğretim müfettişlerine ödenmeyen zam ve tazminatlar ödenmelidir. Görev
alanındaki kurumların çeşitliliği dikkate alınarak “ilköğretim müfettişliği”
kadrosu “eğitim müfettişliği” olarak değiştirilmelidir. İlköğretim
müfettişlerinin il millî eğitim müdürlüklerinin çeşitli faaliyetlerini
denetlediği, kurum ve kişilerin inceleme ve soruşturmasını yaptığı dikkate
alınarak yapısal bir değişiklik mutlaka yapılmalıdır. Değerli
milletvekilleri, bu vesileyle Sayın Millî Eğitim Bakanına da birkaç sorumuz
olacak: Sayın Bakan, İktidarınız “4/B’li öğretmen”
kavramını icat ederek öğretmenliği sözleşmeli hâle getirmiştir. Şu anda
sözleşmeli öğretmenlik ataması neredeyse asal hâle getirilmiştir. 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesinde, kadrolu atama yapılamaması
durumlarında başvurulacak bir yöntem olarak ifade edilen sözleşmeli öğretmenlik
uygulaması kadrolu öğretmen atamasıyla beraber yapılmaktadır. Bu uygulama
çıkarılan kanuna da uygun değildir. Az önce
yaptığınız açıklamalarda sözleşmeli öğretmen ile kadrolu öğretmen arasında hiç
fark olmadığını söylüyorsunuz. Fark yoksa, aynı
haklara sahipse, aynı ücreti veriyorsanız neden kadrolu olarak atamıyorsunuz?
Biz sözleşmeli öğretmenlerin de kadrolu öğretmenler gibi eğitim fakültesi
mezunu olduğunu, KPSS puanlarının yüksek olduğunu biliyoruz. Ancak bu
evlatlarımızın gelecek yıl ne olacağı belli değildir. Mesela aynı öğretmenler
odasında yan yana oturan sözleşmeli öğretmenlerimizin kadrolu öğretmenlere göre
görevde yükselme, müdür, müdür başyardımcısı, müdür yardımcısı olma hakkı
yoktur, özür grubundan tayin isteyebilme hakkı sınırlıdır. Aldıkları bir kısım
haklar da sendikaların açtığı davalar sonucu elde ettikleri haklarıdır. Bu
evlatlarımız şu an içinde bulundukları olumsuz şartlar sebebiyle ciddi
psikolojik sorunlar yaşamaktadırlar. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının
eğitim öğretimimize de bir faydası yoktur. İptal edilerek kadrolu öğretmen
olarak atanmaları mutlaka sağlanmalıdır. Sayın Bakan,
gençlerimizin yaşadığı bu sıkıntıları yok saymaya, gözünüzü kapamaya devam
edecek misiniz? Millî Eğitim Bakanı olarak öğretmen ihtiyacımız olmadığını
söylüyorsunuz. Diğer yandan 100 binin üzerinde eğitim fakültesi mezunu olan
gençlerimizi ayda 300 ila 600 yeni Türk lirası arasında ek ders ücreti vererek
ücretli öğretmen olarak görevlendiriyorsunuz. Öğretmen ihtiyacınız yoksa 100
binden fazla ücretli öğretmen neden görevlendirilmektedir? Kaldı ki İzmir’de 4
bin, Erzurum’da 2.800, Hakkâri’de 1.100 öğretmen ihtiyacı olduğu bizzat
yetkililer tarafından açıklanmaktadır. Şu an 190 ila 200
bin öğretmen adayı görev beklemektedir. Bu öğretmenleri kadrolu olarak atamak
yerine ücretli öğretmen olarak istihdam ederek sömürmek, ayda 300 ila 600 yeni
Türk lirası karşılığı emeklerini yok saymak sosyal devlet olma özelliğimiz ile
bağdaşmakta mıdır? Bu gençlerimiz daha ne kadar atama bekleyeceklerdir?
Umutları tükenen, geleceğe güvenle bakmayan bu gençlerimizin yaşadığı
sıkıntıları hiç düşünüyor musunuz? Değerli
milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak meseleye bakış açımızı da
ifade etmek istiyorum. Gençliğe yapılacak yatırımı Türkiye'nin geleceğine
yapılacak en önemli yatırım olarak görüyoruz. Gençlerin eğitim, sağlık,
istihdam, sosyal güvenlik ve serbest zamanlarının değerlendirilmesiyle ilgili
sorunlarının çözüme kavuşturulmasını sosyal devlet anlayışının gereği
sayıyoruz. Gençlerin fırsat
eşitliği çerçevesinde eğitim imkânlarından yararlanmaları sağlanarak eğitim
düzeyini yükseltmeyi taahhüt ediyoruz. Gençlerimizin aldıkları eğitimin onları
çağın yeni şartlarına hazırlamasına özel önem veriyoruz. Ortaöğretimi
tamamlayan gençlerin meslek sahibi olmaları, iyi derecede yabancı dil
bilmeleri, bilgisayar kullanmalarını sağlamayı hedefliyoruz. Öğretmenlerimizin
kendilerini ve öğrencilerini en iyi şekilde yetiştireceği ortamı hazırlamayı
kendimize ödev sayıyoruz. Çünkü sağlıklı bir toplum bedensel, ruhsal ve sosyal
yönden iyi yetişmiş sağlıklı bireylerden oluşur. Her yönden sağlıklı olarak
yetiştirilmiş bir çocuk gelecekte çalışkan, üretici, çok yönlü düşünebilen,
karşılaştığı sorunları çözme gücü yüksek, etkili iletişim kurabilen, kendisi ve
çevresiyle barışık, kendisini yetiştirmiş, hak ve sorumluluklarını bilen
nitelikli bir vatandaş olacaktır, içinde yaşadığı toplum için değer
yaratacaktır. Bu bilinçle, Milliyetçi Hareket Partisi her türlü katkıyı vermeye
hazırdır. Bunu yüce Türk milletinin ve eğitim camiamızın huzurunda bir kez daha
söylemeyi görev sayıyorum. Değerli
milletvekilleri, bir öğretmenin beni çok etkileyen, hepinizi de etkileyeceğini
bildiğim “24 Kasım Öğretmenler Günü” münasebetiyle söyledikleriyle konuşmamı
bitirmek istiyorum. Şöyle diyor öğretmenim: “Öğretmenler geçim sıkıntısı
yüzünden değişen teknoloji ve gelişen bilgiye ulaşamamaktadırlar. Karın
doyurma, borç, kredi kartı, taksitler, çocuklarının eğitimi, kira, ulaşım,
elektrik, su, doğal gaz gibi giderlerden başını alamayan öğretmenlerimiz ayın
sonunu getirememektedirler. Bu yüzden kabiliyetleri nispetinde ek iş
yapmaktadırlar. Bir 24 Kasım daha boş lakırtılarla
geçip gidiyor.” (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. BEYTULLAH ASİL
(Devamla) – “Öğretmenin derdine derman olabilecek hiçbir gelişme
kaydedilmemekte, öğretmen ikinci plana itilmektedir. Bir öğretmenler günü daha
göstermiştir ki tüm öğretmenler sahipsizdir.” Değerli
arkadaşlarım, gelin bu araştırma önergemize destek verin; öğretmenlerimizin
sahipsiz olmadığını, yüce Türk milleti adına görev yapan Türkiye Büyük Millet
Meclisinde bu meselelerin konuşulduğunu ve çözüm arama noktasında faaliyet
gösterildiğini ve sahipsiz olmadıklarını bu öğretmen arkadaşlarımıza, bu
sıkıntı içinde görev yapan meslektaşlarımıza bildirelim diyor, bu duygularla
aziz milletimi, sevgili öğretmenlerimi, eğitim çalışanlarını ve heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Asil. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Van Milletvekili Fatma Kurtulan konuşacaktır. Buyurunuz Sayın
Kurtulan. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA
FATMA KURTULAN (Van) – Teşekkürler. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizde eğitim alanında yaşanan sorunları ve
öğretmenlerimizin içinde bulunduğu koşulları araştırmak ve eğitimdeki sosyal ve
ekonomik sorunların iyileştirilmesi amacıyla verilen önergeler üzerine partim
DTP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum. Sayın
milletvekilleri, ülkelerin yaşadığı toplumsal, siyasal ve kültürel değişim ve
dönüşüm dönemlerinde eğitim en önemli mücadele alanı olarak öne çıkmaktadır. 12
Eylül askerî darbesiyle başlayan ve onu izleyen iktidarla sürdürülen neoliberal politikaların en önemli hedefi, her düzeydeki
eğitimi kamusal hizmet olmaktan çıkarıp piyasalaştırmak olmuştur. Günümüzde de
devam eden bu süreç, eğitimin metalaştırılması, özelleştirilmesi,
ticarileştirilmesi ve sermayeleştirilmesi olarak devam etmektedir. Gerçekleştirilen ticarileştirme, okullar
arasındaki bölgesel farkların ve cinsiyet farklarının daha da artmasına yol
açmıştır. Eğitimin büyük
ölçüde ticarileştiği, altı-on dört yaş arasındaki çocukların yüzde 10’unun
zorunlu eğitim almadığı, ortaöğretim çağındaki nüfusun yaklaşık yarısının
ortaöğretime devam etmediği, yirmi beş-altmış dört yaş arası nüfusun yüzde
74’ünün lise ve altı
eğitim düzeyinde bulunduğu ülkemizde öğretmenlerimizin nasıl bir
durumda olduğunu anlamak için fazla da düşünmeye gerek kalmamaktadır. Eğitim
sistemindeki kaynak ve öğretmen yetersizliği sürekliliğini koruyan bir olgu
hâline gelmiş ve sürekli değişen ama gelişemeyen millî eğitim politikamız
modern bir çizgi izleyememiştir. Sayın
milletvekilleri, AKP döneminde sözleşmeli öğretmen sayısı inanılmaz rakamlara
ulaşmış, öte yandan, nasıl bir kolaylık getireceği, hangi amaca hizmet edeceği
anlaşılmayan öğreticilik, usta öğreticilik, kısmî zamanlı orta öğreticilik gibi
kategoriler oluşturulmuş, eğitimciler güvencesiz geçici çalışma koşullarına
mahkûm edilmişlerdir. Bunun yanında, performansa dayalı ücret aşaması çıkarılmış ve Maliye
Bakanlığının 2009 yılından itibaren tüm kamu kurumlarında hayata geçirmeyi planladığı uygulama Millî
Eğitim Bakanlığının raporlarında belirtilmekte hatta gerektiğinde işten
çıkarılması için kullanılması savunulmaktadır. Millî Eğitim
Bakanlığı uzun süredir benimsemiş olduğu sözleşmeli öğretmen istihdamı
politikasıyla eğitimin niteliğinin daha da kötüleşmesine neden olmaktadır. 2003
yılından bu yana benimsenen sözleşmeli öğretmenlik uygulaması, öğretmenlerin iş
güvencesinden yoksun, düşük ücretlerle çalıştırılması anlamına gelmektedir.
Eğitimin vazgeçilmez unsuru öğretmendir ve eğitimin niteliği öğretmenin
niteliğiyle doğru orantılıdır. 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda
öğretmenlik mesleğinin niteliği, düzenlilik ve süreklilik gerektiği açıkça
belirtilmektedir. Buna rağmen Bakanlığın sözleşmeli öğretmen istihdamında
ısrarcı olması anlaşılır değildir. Sözleşmeli öğretmenlerin, mevcut hakları ve
çalışma koşulları ile öğrencilerimize yeterince faydalı olmaları mümkün
değildir. Ücretli
öğretmenlerin bu kadar çoğaltılmasının başka bir nedeni de eğitimdeki öğretmen
açığını düşürmeyi hedeflemektir. Kadrolu bir öğretmenden daha fazla mesai yapan
ücretliler, çoğu zaman kadrolu 2 öğretmen kadar çalıştırıldıkları için öğretmen
açığının kapatılmasına katkı sağlıyorlar. Bu öğretmenlerin çoğu aylık 600
milyon civarında ücretle çalıştırılıyor. Bu da 4 kişilik bir aileleri olması
durumunda açlık sınırının altında yaşamaları anlamına geliyor. Türkiye'ye örnek
olarak sunulan “Kardelen Ayşe’ler” 2007 yılında saati 5 YTL’den ayda ortalama
300 YTL’ye güvencesiz olarak çalışmaktaydı. Sayın
milletvekilleri, AKP’nin iktidarda olduğu 2003-2007 yılları arasında işe alınan
toplam öğretmen ve öğreticilerin sadece yüzde 40’ını kadrolu öğretmenler
oluşturmaktaydı. Sözleşmeli öğretmenler ise güvencesiz ve geçici çalışmalarının
yanında ücret ve aylıklarının zamanında ödenmemesi, izin ve sağlık
kuruluşlarına sevk almada engellerle karşılaşması, bir yılı doldurmadan eş
tayini yapılmaması, sözleşmelilikte geçen sürenin kadrolu olarak atandığında
zorunlu hizmet süresinden sayılmaması gibi onlarca sorun yaşamaktadırlar. Nitelikli,
bilimsel, akılcı ve özgür bireyler yetiştiren bir eğitim sisteminin
yaratılabilmesi, her şeyden önce, bu eğitimi vermekle görevlendirilmiş
kişilerin yaşam koşullarının belli bir standarda kavuşturulmuş olması, iş
yüklerinin verimli olabilecekleri saatlerle sınırlandırılması gerekmektedir. Bu koşulların
sağlanmadığı bir sistemde eğitim hem öğrenci hem öğretmen açısından yalnızca
katlanılması gereken zorunlu bir iş ve verimi olmayan bir meslek olmaktan öteye
gidemez. Ülkemizde de mevcut tablo bu kriterler
dikkate alındığında ne yazık ki pek de iç açıcı değil. Öğretmenler
yoksulluk sınırının altında, memur ve hizmetliler ise açlık sınırında maaş
almakta. Eğitimcilerin talepleri dikkate alınmamakta, mevcut durumdan daha da
geriye gidilerek diğer ülkelerde çalışan eğitimcilerle aramızdaki sosyoekonomik
uçurum gün geçtikçe büyümektedir. Türkiye’de öğretmenler, çalışma saatlerinin
diğer OECD ülkelerindeki meslektaşlarından fazla olmasının yanı sıra çalışma ve
yaşam koşulları bakımından oldukça geri durumdadırlar. Bugün Türkiye’de
öğretmenlerin büyük bölümü geçim sıkıntısı çekmekte ve giderlerini
karşılayabilmek için ek iş yapmak zorunda kalmaktadır. Eğitim vermekle
görevlendirilmiş öğretmenlerimizin yüzde 72’sinin kendi mesleği dışında ek iş
yapmak zorunda kalması hem verimliliklerini düşürmekte hem de eğitimin
niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Zaten normalde okulda çalışma saatleri
OECD ülkelerinin çoğunun üstünde iken bir de okul dışında ek iş yapmaları,
ülkemizde nasıl bir eğitim sistemi olduğunu gözler önüne sermektedir. Türkiye ile diğer
OECD üyesi ülkelerde çalışan öğretmenlerin yıllık toplam çalışma sürelerini
karşılaştırdığımızda, ülkemizdeki durumun vahameti açıkça görülmektedir. OECD
tarafından hazırlanan Bir Bakışta Eğitim 2008 Raporu, ülkemizde öğretmenlerin
içinde bulunduğu gerçek duruma dikkat çekmektedir. Nitelikli bir eğitim için
öğretmenin kendisini yeniden üretmeye daha fazla vakit ayırabilmesi
zorunluluktur. Dünya üzerinde öğretmenini en az çalıştıran ülke İngiltere’dir.
Bu ülkede öğretmenler yılda 1.265 saat çalışıyorlar. Öğretmenlerin yıllık
çalışma süresi açısından OECD ortalaması, ilköğretimde 1.662, ortaöğretimde
1.654 saattir. Türkiye ile benzer sosyoekonomik yapıya sahip ülkelerde ise
çalışma süreleri çok daha düşük olmaktadır. Öğretmenlerin yıllık toplam çalışma
süreleri İspanya’da 1.425 saat, Portekiz’de 1.440 saat, Çek Cumhuriyeti’nde
1.652 saat, Yunanistan’da 1.762 saattir. Ayrıca raporda OECD üyesi ülkeler
içinde Türkiye'nin, Macaristan ve Japonya ile birlikte, en fazla çalışma
saatine sahip olan üç ülke arasında olduğu görülmektedir. Sayın
milletvekilleri, gelir dağılımının son derece adaletsiz olduğu Türkiye’de
nüfusun çok büyük bir bölümü açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşama ve
hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Yıllar itibarıyla açlık ve yoksulluk
sınırındaki artışlar toplumun geniş kesimlerini olduğu kadar öğretmenlerimizi
de olumsuz etkilemiştir. AKP’nin ilk kez iktidara geldiği Aralık 2007 açlık
sınırı 337 milyon YTL, yoksulluk sınırı 1 milyar 54 milyon TL iken aradan geçen
dönemde -YTL bazında ifade edecek olursak- açlık sınırı, Ekim 2008’de, altı yıl
içerisine göre, 2 kattan fazla artarak 742 YTL’ye yükselmiştir. Benzer bir
şekilde 2002 yılında 1.054 YTL olan yoksulluk sınırı yine 2 kattan fazla
artarak 2.417 YTL olmuştur. Yıllardır eğitim
politikasına kendi çıkarları doğrultusunda yön veren AKP Hükûmeti,
bu yıl da yine eğitim sisteminde yaşanan temel sorunlar üzerinde değil, sadece
rakamlar üzerinde hesaplamaları yaparak eğitim ve yükseköğretim bütçesini
şekillendirmeye çalışacaktır. 2008 yılında 22,9 milyar YTL olan eğitim bütçesi,
artan okul, derslik ve öğrenci sayısına rağmen 2009 yılı için 27 milyar 883
milyon 696 bin YTL olarak öngörülmüştür. Millî Eğitim Bakanlığı okullara
yeterli ödenek ayırmadığı için eğitim harcamalarının önemli bir bölümü öğrenci
velilerinin üzerinde çeşitli adlar altında karşılanmaktadır. Tüm bunlar
yetmezmiş gibi son dönemde okulların elektrik ve doğal gaz borçlarının da
velilere ödettirilmesi için girişimler yapılmaya başlanması ibret vericidir. 2009 yılı eğitim
bütçesi gerek genel içeriğiyle gerekse eğitime ayrılan payın ihtiyacın çok
altında olması nedeniyle önümüzdeki yılın, eğitim emekçileri, öğrenciler ve
öğrenci velileri açısından çok daha zor geçeceğini bugünden göstermektedir.
Anlaşılan odur ki AKP Hükûmeti, eğitimin sorunları
arttıkça eğitimi kamu kaynaklarıyla finanse etmek yerine, bütçeden yeterli pay
ayırmayarak eğitimin ve yükseköğretimin giderlerini tamamen yurttaşların
üzerine yıkmak istemektedir. 2009 yılı için öngörülen bütçe rakamları ile
eğitim sisteminde yapısal hâle gelen fiziki altyapı, öğretmen, idari ve
akademik personel açıkları, araç gereç gereksinimi gibi sorunların ve
ihtiyaçların karşılanabilmesi mümkün değildir. Bu anlamda, aynı zamanda kriz
yılı olacağı söylenen 2009 yılının, tüm halkımız gibi, eğitim emekçileri,
öğrenci ve veliler açısından da sorunlarla dolu bir yıl olacağını söylemek
mümkündür. Sayın
milletvekilleri, 2009 yılında Millî Eğitim Bakanlığına bütçeden ayrılan pay
eğitimin artan sorunları ve öğrenci sayısı dikkate alınarak hesaplandığında,
devletin artık kamusal eğitimin son kırıntılarını da gözden çıkardığını, eğitim
sistemini kendi sorunlarıyla baş başa bıraktığını göstermektedir. Bu durumu
bütçe rakamları ve bu rakamların yorumlanmasıyla değerlendirmek mümkündür. 2009
net bütçesine bakıldığında, harcamaların neredeyse tamamının zorunlu
harcamalardan oluştuğu görülmektedir. 2009 eğitim bütçesinin önümüzdeki yıl
eğitimin niteliğini yükseltmek adına umut verdiğini söylemek mümkün değildir.
Öngörülen bütçe rakamları sadece zorunlu harcamaları karşılayacak, 2009 yılında
da eğitim sistemi geçmiş yıllarda olduğu gibi yine sorunlarıyla baş başa
bırakılacaktır. Her fırsatta bütçeden en yüksek payı eğitime ayırdığını
söyleyen Hükûmet, eğitim harcamalarının millî gelir
içindeki payını daha da aşağılara çekmeyi hedeflemektedir. Üç yıllık yapılan
bütçeye göre Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin millî gelir içindeki payı, 2009
yılında yüzde 2,50 olmuştur. Bütçeden 2009 yılı için Millî Eğitim Bakanlığına
ve yükseköğretime ayrılması düşünülen payların eğitim sisteminin en temel
ihtiyaçlarını karşılamaktan ne kadar uzak olduğunu bütçenin fonksiyonel
dağılımı tüm açıklığıyla göstermektedir. AKP Hükûmeti, eğitimi serbest piyasa sistemine açmak, okulları
ve üniversitelerimizi birer ticarethane gibi işletmek istediğini geçtiğimiz
altı yılda atmış olduğu yasal ve fiilî adımlarla pek çok kez göstermiştir. Bu
anlamda 2009 yılı eğitim ve yükseköğretim bütçesi, tıpkı geçtiğimiz yıllarda
olduğu gibi, yoksulluk politikaları ve paralı eğitim uygulamalarını sürdüren
bir yapıda oluşturulmuştur. Sayın
milletvekilleri, 2008 yılı itibarıyla kadrolu öğretmenin maaşı 1.170 YTL,
Türk-İş’in aylık olarak yayınladığı yoksulluk rakamı ise 4 kişilik bir aile
için 2 milyar 337 YTL’dir. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin maaşı ise çok
daha düşük olmaktadır. Bir ücretli öğretmen haftanın beş günü sekiz saat derse
girse bir kadrolu öğretmen ile aynı ücreti almaya ancak hak kazanabiliyor.
Ücretli öğretmenler sigorta primleri, örgütlenme ve sosyal haklar anlamında da
kadrolu öğretmenlere göre oldukça kısıtlı haklara sahiptirler. Türkiye'de
öğretmenlerin atamasında kamu personeli seçme sınavı belirleyici bir faktör
olma durumunu korumaktadır. Sınav nedeniyle, üniversiteden mezun olan eğitim
öğrencilerinin yüzde 80’ine yakını işsiz kalıyor. Bu işsizler ordusu ücretleri
düşürmek, fazla mesai yaptırmak ve eğitim emekçilerinin haklarını gasbetmek isteyen Hükûmet için
uygun bir zemin sağlıyor. KPSS’yi veremeyen
öğretmenlerin bir kısmı il millî eğitim müdürlükleri tarafından ücretli öğretmen
olarak atanıyor. Öğretmen başına
düşen öğrenci sayısının sağlıklı bir eğitim-öğretim süreci için 24 olması
gerekirken bu sayı Türkiye'nin bazı bölgelerinde 70’e ulaşıyor. Eğitim-Sen’in
verileri dikkate alındığında, Türkiye'de 180 bin öğretmene gereksinim varken
yalnızca 30 bin öğretmen atanmıştır. Türkiye'deki ilköğretim okullarında
öğrenim gören öğrencilerin yüzde 9,64’ü belirtilmiş sınıflarda öğrenim
görmektedir. Bu oran Kuzeydoğu Anadolu’da yüzde 21,90; Güneydoğu’da yüzde
17,54; Ortadoğu Anadolu’da yüzde 16,34’lere ulaşmaktadır. Türkiye'de
eğitime ayrılan kaynağın yüzde 65’i personel ödemelerine gittiğinden, bu
alandaki yatırım ve bilimsel altyapı, teknik malzeme ihtiyacı velilerin sırtına
yıkılıyor. Bütün okullarda var olan aidat uygulamasıyla toplanan paralar ise
işi eğitim hizmeti vermek olan öğretmenler tarafından toplatılıyor. Türkiye'ye
özgü bu uygulama, öğretmenler ve öğrenciler arasında sorunlara yol açmakta ve
hem öğretmenin hem de öğrencinin verimini düşürmektedir. Sosyal devlet
anlayışına ters olan bu uygulama pratiğinin gelişmemiş ülkelere özgü koşullarda
çalışan öğretmenlere yüklenmiş olması büyük talihsizliktir. Sayın
milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı, 2005 yılında aldığı bir kararla ve
yeterli altyapıyı oluşturmadan üç yüzü aşkın süper liseyi Anadolu lisesine
dönüştürmüş, bu okullarda görev yapan öğretmenleri farklı okullara atamıştır.
Anadolu liseleri öğretmenliklerine de sınavsız biçimde 9 bine yakın öğretmen
atamıştır. AKP, iktidara geldiğinde, 2002 seçimlerinden sonra MEB Personel
Genel Müdürlüğünün “Görevlendirmeler” konulu 02/12/2002
tarihli Genelgesi’yle görevlerini geçici, tedviren ve vekâleten yerine getiren
1.041 eğitim yöneticisini görevden almıştır. Genelge iptal edildiği hâlde
eğitim yöneticilerinin görevi iade edilmemiştir. Sayın
milletvekilleri, Kürt sorununun çözümsüzlüğüne bağlı olarak Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da eğitim sorunları ise özgün bir başlık oluşturmaktadır. Burada
üzerinde kısaca duracağım. Bölgede giderek düşen eğitim kalitesi ve artan
okul-öğretmen açığı söze gerek bırakmıyor. Kadınların yüzde 80’inin okuma yazma
bilmediği bölgede bir sınıfta 70 öğrenci okumakta, köylerin çoğunda okul ya da
öğretmen bulunmamaktadır. 2008 yılının ortalarında başlayan ve milyonlarca
kişinin katıldığı “Ana Dilde Eğitim” kampanyası çerçevesinde dile getirilen
talepler dikkate alınmamış ve bilimsel eğitimin en önemli unsuru olan ana dilde
eğitim için Hükûmet bu yıl da hiçbir ödenek
ayırmamıştır. Oysa 20/11/1989 tarihli Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 21’inci maddesi, taraf devletlere, bu
Sözleşme’de yazılı haklar arasında özellikle vurgulanan çocuğun ana dilinde
eğitim hakkı ve olanağını kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, dil
ayrımı yapmadan tanıma yükümlülüğü getirmiştir. Devletlerin azınlık dilde eğitimi
sağlama yükümlülüğüne işaret eden bir başka belge de 1992 Kasımında Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen ulusal veya etnik, dinî ve
dilsel azınlıklara mensup kişilerin hakları ile ilgili Birleşmiş Milletler deklarasyonudur. Sayın
milletvekilleri, sonuç olarak, eğitim sisteminin karşı karşıya olduğu sorunlar,
bütçe rakamlarının eğitim sisteminin ihtiyaçlarına yanıt verecek oranlarda
artırılmasını gerektirmektedir. Eğitimden
beklenen amaçların gerçekleşmesi, artan öğrenci sayısı, derslik açıkları,
eğitimin niteliğinin yükselmesi, fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin
giderilmesi, otuz öğrencili sınıfların oluşturulması ve Millî Eğitim Bakanlığı
Personel Genel Müdürü tarafından açıklanan 140 bin öğretmen açığının
giderilmesi için Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin millî gelire oranı
artırılmalıdır. Bu düzeyin altındaki her rakam, sorunları gelecek yıllara
ertelemekten başka bir anlam ifade etmeyecektir. Öğretmenlerimiz
yıllardır ekonomik açıdan güçlük çekmekte, büyük bölümü ek iş yaparak ve
borçlanarak yaşamaya çalışmaktadır. Bu durum, ülkenin geleceği olan çocuk ve
gençlerimizin aldığı eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu
nedenle, eğitim emekçilerinin kendilerini yenileyerek daha nitelikli hizmet
verebilecekleri çalışma koşulları yaratılmalı, bunun için de, başta maaşlar
olmak üzere, mesleki ve özlük hakları açısından insan onuruna yaraşır bir
düzeye yükseltilmelidir. Yüz binlerce
öğretmeni yoksulluğun ve açlığın kıskacına alan, mesleğine karşı küstüren
mevcut ayrımcı uygulamalara karşı, bilimsel, demokratik, nitelikli bir eğitim
yaratmak için ana dilde eğitim görebilme koşullarının yaratılması,
öğretmenlerimizi ekonomik ve sosyal açıdan tatmin eden bir çözüm bulunması ve
zaman geçirilmeden somut adımlar atılması gerekmektedir diyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kurtulan. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan. Buyurunuz Sayın
Doğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal sorunlarının iyileştirilmesi,
okullarımızın sorunlarının, fiziki sorunlarının çözülmesi konusunu araştırmak
amacıyla Milliyetçi Hareket Partisinden bir grup milletvekili arkadaşımızın,
yine Cumhuriyet Halk Partisinden bir grup milletvekili arkadaşımızın verdiği
önergeler üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşmak üzere söz
aldım. Hepinize saygılar sunuyorum. Değerli arkadaşlar,
önergede iki temel konu var: Bunlardan birisi, öğretmenlerimizin ekonomik ve
sosyal sorunlarının çözülmesi; diğeri, okullarımızın fiziki sorunlarının
çözülmesi. Şu ana kadar üç değerli partimizin sözcüleri konuştu. Hepsi
öğretmenlerimizin sorunları üzerinde konuştu ancak okullarımızın fiziki
sorunları üzerinde ya da okullarımız üzerinde hiç konuşan olmadı nedense.
Tabii, bir yerde okul varsa öğretmen vardır, öğretmen varsa okul vardır, bunun
ikisi bütündür. Bunu açıklama gereği duydum. Değerli arkadaşlar,
ömrünün yirmi dört buçuk yılını öğretmen olarak geçirmiş bir insan olarak, bir
arkadaşınız olarak öğretmenlerin nasıl yaşadığını iyi bilirim; ne yediğini, ne
içtiğini, çocuklarını nasıl büyüttüğünü, onlara nasıl eğitim verdiğini; onların
hangi zor şartlarda yetiştirildiğini çok iyi bilen biriyim. Öğretmenler, hiç
kuşkusuz bizim bulunduğumuz yerdeki konumumuzu bize armağan eden insanlardır,
bizim toplumsal değerlerimizi bize armağan eden insanlardır, bize geçmişimizi
armağan eden insanlardır. Henry Van Dyke’in deyimiyle
“Mum gibi erirler ama etraflarını aydınlatırlar.” Öğretmenler toplumların adsız
kahramanlarıdır. Öğretmenler toplumların mimarlarıdır. Onun için, bütün hükûmetler, bütün siyasi iktidarlar öğretmenlerinin
sorunlarıyla kuşkusuz ilgilenmek zorundadırlar, onların sorunlarını çözmek
zorundalar. Tabii,
öğretmenlerin birikmiş sorunları vardır. Birçok arkadaşımızın söylediği
doğrudur ancak bunlar yıllardan beri birikip gelen sorunlardır. Ben, sadece,
konuşmamda, öğretmenlere AK PARTİ hükûmetleri
zamanında ne yapıldı, daha önce öğretmenlerimizin durumu neydi, okullarımızın
fiziki koşulları neydi; o konuda çok özetin özeti bilgiler vermeye çalışacağım. Bir kere,
bulunduğumuz süreç içerisinde, 133.600 civarında kadrolu öğretmen, 50 bin
sözleşmeli öğretmen atanmıştır, 150 binin üzerinde usta öğretici atanmıştır.
Bu, millî eğitim sistemimiz içerisinde düşünürsek, tüm zamanların en büyük
istihdamıdır. “Tüm zamanların” diyorum, bakın, en büyük istihdamıdır. Elbette,
sistemin yer yer daha fazla personele ihtiyacı
vardır, bunlar da önümüzdeki süreçte atanacaktır. Millî Eğitim
Bakanlığı bütçesi son altı yıldır Türkiye'nin en büyük bakanlık bütçesidir. İlk
defa Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi AK PARTİ hükûmetleri
döneminde Millî Savunma Bakanlığının dahi önüne geçmiştir, ondan bile fazladır.
2002 yılı itibarıyla bu bütçe 7,5 milyar YTL iken bugün görüşeceğimiz 2009
bütçesinde 28 milyar YTL’ye yükseltilmiştir yani 4 katı artırılmıştır. Öğretmenlerimizin
elbette ekonomik koşulları iyi değildir ama bir hükûmetin
başarısı ya da başarısızlığı kendinden önceki hükûmetlerle
kıyas edilerek ölçülür. 2002 yılında 9’un 1’indeki bir öğretmenin çıplak maaşı
yani ek ders ücreti olmadan maaşı 719 YTL’dir. Bugün bu ay itibarıyla bu 1.196
YTL’dir. Buna ek dersi ilave ettiğimiz zaman, ki ek ders ücretlerini altmış
saat üzerinden düşünürsek 2002’de 160
YTL, bugün 360 YTL’dir… KADİR URAL
(Mersin) – Altmış saati hangi ek ders ücretine veriyorsun? AVNİ DOĞAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, biz sizi sükûnetle dinledik, siz de
dinlerseniz… KADİR URAL
(Mersin) - Hayır, altmış saat alan var mı? O manada söylüyorum. AVNİ DOĞAN
(Devamla) - …bizim size duyduğumuz saygıyı siz de bize duyarsanız burası güllük
gülistanlık olur. Hiç endişeniz olmasın, herkese herkesin vereceği bir cevap
vardır. Tabii,
öğretmenlere ne versek azdır. Yıllardır bu kürsüde benim söylediğim sözler
söylendi. Bu sözlerin de çok anlamı yok. Esas olan, Türkiye'nin şartlarıdır.
Geçtiğimiz yıl Dünya Bankası Başkanı hani bir söz söyledi: “OECD ülkeleri
içerisinde millî gelire oranla en fazla ücret alan öğretmenler Türk
öğretmenlerdir.” dedi. Sayın Bakan buna anında cevap verdi: “Biz elimizden
gelirse daha fazla artıracağız öğretmen maaşlarını.” Tabii, doğru olan, esas
olan budur. OKTAY VURAL
(İzmir) – OECD’nin dediği doğru değil ki. AVNİ DOĞAN
(Devamla) – Eğitim-öğretime hazırlama ödeneği 2002’de 175 YTL. Bugün 3 katına
çıkartıldı. Bugün itibarıyla 515 YTL. Öğretmenin maaşında enflasyonu çıkartarak
yapılan reel artış bu altı yıl içerisinde yüzde 70’lerde arkadaşlar. Cumhuriyet
devrinde ilk defa öğretmenlerin maaş artışı enflasyonun üstünde
gerçekleşmiştir. Tabii bu kariyer
sistemi falan arkadaşlarca çok eleştirildi, Sayın Bakan da cevabını verdi. Ben
bu konuya girmek istemiyorum. Öğretmenevleri
öğretmenler için sosyal ortamlardır. 80’li yıllarda ilk defa hayata geçirilen
öğretmenevleri, gerçekten, öğretmenlerin hayatında önemlidir. Onların fikir
alışverişinde bulunduğu, onların kendi aralarındaki iletişimi sağladığı, eğer
yabancı bir kente gitmişse onlar için bir sığınak, bir barınak, bir misafirhane
olan mekânlardır öğretmenevleri. Bu altı yılda 79 yeni öğretmenevi, 27 de
öğretmen lokali açılmıştır arkadaşlar. Bu da tabii
diğer dönemlerle kıyaslarsanız çok önemli başarıdır. Çağımızın en
büyük sorunu konut sorunudur. Maalesef Türkiye’deki öğretmenlerin şartları,
öğretmenlerimizin çok kolay konut sahibi olamayacaklarını gösterdi hep. Bu
konuda birçok hükûmetler döneminde teşebbüsler
yapıldı, “Konut Edindirme Yardımı” hikâyeleri falan çıkartıldı, öğretmenlerden
para kesildi, diğer memurlardan ama maalesef hepsinin üzerine yatıldı. KADİR URAL
(Mersin) – Ödediniz ya… AVNİ DOĞAN
(Devamla) – Evet, ödedik, ödedik… Başkaları üzerine yattı, biz ödedik, çok da
doğru yaptık. Bu dönemde, ilk
defa TOKİ’yle İLKSAN arasında yapılan bir anlaşma
gereği öğretmenlerimiz konut sahibi edilmeye başlandı. Şu güne kadar konut
sahibi edilen öğretmen sayısı 2.184. İnşallah, Hükûmetimiz
bu konu üzerinde daha ciddi, daha hassasiyetle duracaktır, durmalıdır. Bunu
ben, yüce Meclis adına Sayın Bakanımızdan rica ediyorum. Atamayla ilgili
konuları konuştu Sayın Bakan. Tabii, bu dönemde
öğretmenlerimizi en rahatlatan, eğitim sistemimizi en fazla rahatlatan konu
müfredat değişikliğidir. Bakın, kimse bu konuda konuşmadı çünkü müfredatın oyu
yok. Bundan önce ezbere dayalı, öğrencileri yarış atı hâline getiren, sınav
odaklı bir müfredat vardı ama bugün Türkiye’de artık öğrencilerin analiz
yeteneğini güçlendiren, onları düşünmeye sevk eden birey odaklı, sorun çözücü
bir müfredat var. Gerçekten, bakın, dünyada çok önemli akademisyenler Türk
müfredatını bugün incelemeye başladılar. Ayrıca,
öğretmenler, bu gereksiz, lüzumsuz yıllık plan yükünden de –ki bizim
kâbusumuzdu o gereksiz şey- bu dönemde kurtarıldı. Değerli
arkadaşlar, “Tabii, okul varsa öğretmen vardır.” dedik. 2002 yılı itibarıyla
okul öncesi eğitimde bizim yüzde 11 gibi bir okullaşma oranımız vardı. Okul
öncesi eğitim çok önemlidir. Çocukların sağlıklı büyümesini sağlar, sağlıklı
gelişimini sağlar, sağlıklı bir gelişim içerisinde okula kavuşmasını sağlar.
Bu, Türkiye’de, bizden önce çok önemsiz bir konuydu. Dünya bu işi çok ciddiye
alıyordu, biz önem vermiyorduk. Okul öncesi okullaşma oranı yüzde 11’den, altı
yıl içerisinde, yüzde 33’lere çıkartıldı, yüz otuz bin yeni derslik ilave
edildi. Bugün millî eğitim sisteminde kullanılan her üç derslikten bir tanesi
şu altı yıl içerisinde yapılmıştır. Bakın, bu, çok önemlidir. Cumhuriyet
devrinin en büyük atılımı, en büyük atağı ilköğretim düzeyinde olmuştur.
Atatürk’le birlikte başlayan bu büyük atak, AK PARTİ iktidara gelinceye kadar
da gerçekten başarılı bir ataktı. Bizim ilköğretimdeki okullaşma oranımız 2002
yılı itibarıyla yüzde 91’di. Bu, gerçekten çok başarılıdır. Bugün yüzde
98’deyiz, yani yüzde 100’leri yakalamak üzereyiz. Ortaöğretimde,
2002 tarihi itibarıyla, okullaşmada yüzde 51’deyiz, bugün yüzde 59’a geldik
altı yılda. Bu başarıdır, ama daha gayretli olmamız gerekiyor. Ortaöğretimde ve
mesleki teknik eğitimde daha büyük adımlar mutlaka atmamız gerekiyor. Bugün Türkiye'nin
seksen bir ili artık üniversiteye kavuşmuştur. Gerçi, arkadaşlarımızdan şu
sesleri duyar gibiyim: Efendim, altyapı nerede? Evet, altyapı eksiklikleri var.
Ama şunu unutmayalım: Biz, Orta Doğu Teknik Üniversitesi gibi bugün dünya
üniversitelerinden biri olan üniversiteyi iki barakada kurduk. Arkadaşlar, biz
adım atıyoruz, adım atıyoruz, bu ülkenin geleceği için adım atıyoruz, kolay
değil. Bu süreçte kırk bir devlet üniversitesi kurulmuştur, on üç vakıf
üniversitesi kurulmuştur. Yükseköğretimdeki okullaşma oranı yüzde 27’den 38’lere
çıkartılmıştır. Değerli
arkadaşlar, bir de özürlülerimiz var, toplumsal vicdana en fazla ihtiyacı olan
çocuklarımız var, okula gidemeyen çocuklarımız var, göremeyen çocuklarımız var,
duyamayan çocuklarımız var. Bakın, bu konuda AK PARTİ hükûmetleri
tarihî başarılar elde etmiştir. Eğer sizin özürlü çocuklarınız okula
gidemiyorsa onlara siz okulu götürmek zorundasınız. AK PARTİ hükûmetleri işte bunu yapmıştır. 2002 yılı itibarıyla evde,
hastanede, bağımsız okulda, kaynaştırma sınıfında eğitim gören özürlü çocuk
sayısı 18 binken -17.988- bugün bu rakam 98 bine yükselmiştir, yüzde 444’lük
bir artış. Ağır özürlü olup da okula gidemeyen çocuklardan bugün 27 bin tanesi
devlet tarafından, ücretsiz, okullara taşınmaktadır. Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine devam eden öğrenci sayısı 2002’de
15 binken bugün bu 200 bine çıkmıştır. İşte çağdaşlığın göstergesi budur.
Çağdaş ülkelerde sokakta özürlüler görürsünüz ve her özürlü çocuk için devlet
bugün itibarıyla 406 YTL de ailelerine maaş bağlamaktadır. Bu da Anayasa’mızda
yazan sosyal devletin gereğidir ki bugüne kadar hiçbir Hükûmetin,
hiçbir Millî Eğitim Bakanının aklına gelmemiştir. Şu gün itibarıyla
altı yılda bu ülkeye 597 anaokulu kazandırılmıştır, 1.587 ilköğretim okulu
kazandırılmıştır, 55 yatılı ilköğretim bölge okulu, 91 Anadolu öğretmen lisesi,
391 genel lise, 500 Anadolu lisesi, 27 fen lisesi, 9 Anadolu güzel sanatlar
lisesi, 988 meslek lisesi açılmıştır. Bu, okullaşma açısından gerçekten tarihî
başarıdır. Okullarımızda, bugün her okulumuzda bilgisayar sınıfı vardır. 621
bin adet bilgisayar okullarımıza gönderilmiş, 106 bin bilgisayar da bu aralık
ayı sonuna kadar okullarımıza gönderilecektir. Değerli
milletvekilleri, eğitimde mükemmele ulaşan hiçbir ülke yoktur.Bakın bunu net
olarak söylüyorum; eğitimde mükemmele ulaşan hiçbir ülke yoktur. Ben Avrupa’da
da öğretmenlik yaptım, mesela Almanya’da eğitim sistemi kıyasıya eleştirilir, hükûmetlerin eğitim politikaları kıyasıya eleştirilir;
Fransa’da eğitim sistemi kıyasıya eleştirilir, devletlerin öğretmen yetiştirme
politikaları kıyasıya eleştirilir. Elbet Türkiye’de de eleştirilmelidir,
eleştirilecektir de ama şunu öncelikle kabul edelim: Öyle, Türkiye’nin eğitim
düzeyi İskoçya’yla falan karşılaştırılacak bir düzey değildir. Türkiye eğitim
açısından dünyanın gerçekten çağdaş ülkeleri seviyesinde bir ülkedir. Hiç
kuşkusuz bunun tümünü sağlayan AK PARTİ değildir, bunu sağlayan cumhuriyettir,
cumhuriyetin eğitim politikalarıdır. Değerli
arkadaşlar, eğer bir ülke çocuklarının eğitimine önem vermiyorsa, çocuklarını
eğitirken birtakım ideolojik takıntılar içerisindeyse… Ki, ideolojiler aslında,
21’inci yüzyıl mantığıyla bakarsanız, insanların idrakine giydirilmiş deli
gömlekleridir. 21’inci yüzyıl insanı artık ideolojilere sığmıyor. Daha özgür,
daha büyük düşünceler içerisinde onlara bakılması gerekiyor. Hiçbir ülke,
eğitim sistemine bilimsel yöntemlerin dışında, bilimsel mantığın dışında bir ön
yargıyla bakmamalıdır, önemli olan budur. Bir ülke özürlülerini, bir ülke
yaşlılarını gerçekten rahat ettirmek, iyi bir sosyal ortam içerisinde
yaşatmakla mükelleftir. Buna gerçekten tarih içerisinde en iyi örnek de AK
PARTİ hükûmetleri dönemidir. Değerli
arkadaşlar, bugün biz eğitim sistemimizi Türkiye’deki kültürel ve toplumsal
farklılaşmaları artıran, siyasal farklılaşmaları kamçılayan bir sistem olmaktan
çıkartıp aksine bunları azaltan, siyasal ve kültürel bütünlüğe hizmet eden bir
sistem hâline getirmek zorundayız. Eğitim üzerinde hamasi laflar üretmek yerine
gerçekten biz ne yaparsak bölgeler arasındaki bu sonradan oluşan, gerçekten
yanlış eğitim mantığıyla oluşan bu kültürel fay kırıklarını ortadan
kaldırabiliriz; bunun üzerinde ciddi ciddi düşünmemiz
lazım. Biz, bu kültürü, bu uygarlığı tarih içerisinde Anadolu insanı olarak
birlikte ürettik, birlikte var ettik. Bu fay kırıklıklarını, bu farklılıkları
ortadan kaldırmanın yolu da eğitimdir. Bir başka tarihin, bir başka kültürün
uygarlığını, hayat tarzını, insanlara eğitim yoluyla empoze
etmeye çalışırsanız, işte, elde kala kala
bölücülük kalır, elde kala kala bu sıkıntı kalır. Biz
AK PARTİ Hükûmeti olarak işte bu fay kırıklarını
ortadan kaldırmanın gayreti içerisindeyiz, bunun adımlarını atıyoruz, bu konuda
hepinizin desteğini bekliyoruz. Bu duygular
içerisinde, şahsım ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Doğan. Şahsı adına
Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş konuşacaktır. Buyurunuz Sayın
Ateş. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on
dakikadır. YILMAZ ATEŞ
(Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, biz bu araştırma önergemizi verirken, eğitim sistemimizin en
temel ögesi olan öğretmenlerimizin içinde yaşadığı
ekonomik, sosyal sorunları Türkiye gündemine getirmek ve onların çalışma
koşullarında, eğitimimizin düzeltilmesi konusunda katkıda bulunma amacıyla
verdik. Dilerim Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız da bu konuda bize
katkılarını esirgemezler. Değerli
arkadaşlar, doğrusu Sayın Bakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisinin Sözcüsünü
dinlerken, acaba ayrı bir Türkiye’de mi yaşıyoruz, ayrı bir dünyada mı
yaşıyoruz, onların yaşadığı dünyada öğretmenler yüzde 72 reel artış sağlamış da
acaba bizim öğretmenler mi ayrı bir dünyada yaşıyorlar diye durup kendi
kendimize sormadan da edemiyoruz. Değerli
milletvekilleri, bir de, Sayın Bakan ve iktidar partisinin sözcüsünü dinlerken
insan şuna bakıyor: Adalet ve Kalkınma Partisinden önce Türkiye’nin bir eğitim
sistemi yoktu, Türkiye’nin bir eğitim kazanımı yoktu, Türkiye’de eğitime
yapılan bir katkı yoktu, tıpkı milat gibi Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde
başlamış. Sayın Bakan,
eğitim sistemimizi üç temel ögeye indirgediniz.
Maalesef, bu üç temel ögemizin üç temeli de eksiktir.
Bakın, eğitim sistemimizin temel ögelerinden biri
olarak fiziki altyapıyı söylediniz. Şimdi, arkadaşımızın “devrim” diye
nitelediği tarihî başarılarınızı Türk Eğitim-Sen, Eğitim-Sen ve Eğitim-İş
Sendikalarımızın yaptığı araştırmalarla bu yüce Meclise sunuyorum: Okullarımızın
yüzde 50’sinin sıra, masa, tahta donanımları eksiktir. Yüzde 65’inin ders araç
ve gereci eksiktir. Yüzde 70’inin günümüz koşullarına uygun laboratuvar
ve atölyesi yoktur. Derslik başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 60,
liselerde 53’tür. Spor salonu başına ilköğretimde 5.412 öğrenci düşmektedir,
normal liselerde 3.334 kişi düşmektedir. Okulların yüzde 66’sının tuvaletleri
bakımsızdır. Yüzde 72’sinin hijyenik sorunları vardır.
1 tuvaleti ilköğretimde 117 öğrenci, liselerde de 145 öğrenci kullanmaktadır.
Okulların yüzde 74’ü ödenek sıkıntısı çekmektedir. Okullar toplanan yardımlarla
ayakta durmaya çalışmaktadır. Okullarımızın… Maraş ilimizin okullarının
sorunları yoksa bilmiyorum ama bizim Ankara’nın, Sayın Başbakanın da ikamet
ettiği Keçiören okullarında, 3 bin öğrencinin okuduğu okullarda temizlikçi
yoktur, hademe yoktur, yardımcı personel yoktur, su parası yoktur, doğal gaz
parası yoktur ve elektrik parası yoktur. Değerli
arkadaşlar, birkaç defa Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine taşıdık. Bu nasıl eğitim sistemine verdiğiniz önemdir ki, biz, örneğin
birtakım hayır kurumlarının sularının ücretsiz verilmesine karşı değiliz ama
eğitimi çağ dışı emellerine amaç etmek amacıyla yurt kuran, onları tarikat
militanı hâline getiren yurtlara, siz, Ankara Büyükşehir Belediyesi bedava su
veriyor da değerli arkadaşlar, devletin okullarına verilen su parası
ticarethane tarifesinden verilmektedir! Şimdi, bu anlayışla biz eğitimi
ileri bir düzeye çekebiliriz denebilir mi? Millî eğitim
politikanız yazboz tahtasına döndü. Sayın Bakan, bilime, eğitime, deneyime,
tecrübeye önem vermeden Talim Terbiye Kurulundaki 145 tane uzmanı bir çırpıda
söküp attınız yerinden. Değerli
arkadaşlar, arkadaşlarımız insana önem verdiklerini söylediler Sayın Bakan. Değerli
arkadaşlar; öğretmenlerimizin yüzde 65,6’sı 1.000 ile 1.500 YTL arasında ücret
almaktadır. Öğretmenlerimizin yüzde 72’si ek iş yapmaktadır. Bu ek iş
yapanların sadece yüzde 26’sı özel ders ve dershanelerde görev yapmaktadır;
geriye kalan yüzde 46’sı pazarcılık, boya, badana, tamirat, nakliye, garsonluk
yapmaktadır. Sayın Sözcü,
Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı döneminde öğretmenlerin büyük konut sahibi
olduklarını söylediler. Biz büyüğünden vazgeçtik, şu anda öğretmenlerin yüzde
56’sı kirada oturmaktadır. Sayın Bakan,
öğretmenlerimize sağlanan olanakların yüzde 72 reel artış sağladığını
söylüyorsunuz. Ama her ne hikmetse öğretmenlerimizin de yüzde 76,2’si banka
kredisi ve banka borçlarıyla boğuşmaktadır. Şimdi, doğrusu,
Sayın Bakanı dinlerken Sayın Başbakanın sözleri de aklıma gelmiyor değil. Sayın
Başbakan “Biz millî gelirimizi 3 bin dolardan 10 bin dolara çıkardık.” diyor.
Eğer bu rakamlar doğru ise millî gelir 10 bin dolara çıktı. Siz iktidara
geldiğiniz zaman Türkiye'nin borcu 220 milyar dolardı şimdi onu 500 milyar
dolara çıkardınız, Türkiye’de para eden bütün kamu kurum ve kuruluşlarını
özelleştirdiniz, bacası tüten bütün fabrikaları da sattınız. Onlardan da 40
milyar dolar dolayında bir gelir elde ettiniz. E, peki, bu kadar yüksek gelir
elde ettiğinize göre, öğretmenlerin de gelirlerini siz “Yüzde 72 artırdık.”
diyor iseniz burada bir çelişki var demektir. O nedenle değerli
milletvekilleri, öğretmenlerimiz konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin
yapması gerekenler vardır, bunları da yapmak durumundayız. Millî eğitimin
bugünkü politikalarında tecrübeye önem verilmemektedir. Partizanlık almış
başını gitmektedir. Sayın Bakan, siz bu halk eğitimdekileri öğretmen olarak
kabul etmiyor musunuz? Şimdi, eğer Adalet ve Kalkınma Partisinin bu adilane
olan düzeni devam ederse, Allah da uzun ömür verir ise, halk eğitimde çalışan
öğretmen arkadaşlarımız doksan altı yıl çalıştıktan sonra emekliye
ayrılacaklar. Yani, bir de on sekiz yaşında veya yirmi iki yaşında
başladıklarını eğer kabul edersek, Sayın Bakan, bu sisteminiz sayesinde, Allah uzun ömür verirse,
yüz yirmi yaşında halk eğitimdeki bir öğretici arkadaşımız emekliye
ayrılabilecek. Şimdi, Adalet ve
Kalkınma Partisinin öğretmenlerimize yaptığı olay budur. Adalet ve Kalkınma
Partisi İktidarı döneminde öğretmenlerimiz ve yöneticilerimiz partizanca baskı
altındadırlar. Baskının boyutu arttı, teröre uğradı. Sayın Bakan, hiç
vicdanınız sızlamıyor mu? Erzurum’da bir millî eğitim müdürü var, 12 defa
aldınız, 13’üncü defa geldi. Nedir bu kadrolar, size düşman mı? Sizin
benimsediğiniz zihniyeti benimsemiyorlar diye sizin bu öğretmenlere bu
işkenceyi etmenizin bir anlamı var mıdır? Ondan sonra da çıkıp burada “Ben
öğretmenlere gayet iyi şu olanakları veriyorum. Biz bilimi geliştiriyoruz, biz
çağdaşlığı benimsiyoruz.” diyorsunuz. Değerli
arkadaşlar, öğretmenlerimizin ücretlerini, çalışma koşullarını diğer
arkadaşlarım değindikleri için söylemiyorum ama otuz beş OECD ülkesi içerisinde
en çok çalışma mesaisi harcayıp en az ücreti alan bizim öğretmenlerimizdir. Eğer
öğretmenlerimize biz gereken hakları tanımazsak, onları insanca yaşayabilir bir
noktaya taşıyamazsak, Türkiye’yi ne ekonomide ne ticarette ne siyasette ne de
bilimde çağdaş medeniyetler düzeyine çıkaramayız. O nedenle öğretmenlerimizin
geleceğini ve eğitim sistemimize yapacağımız katkıyı diğer kesimlerle
karıştırmamak gerekir diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ateş. Önerge sahipleri
adına Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman. Buyurunuz
efendim. (MHP sıralarından alkışlar) İSMET BÜYÜKATAMAN
(Bursa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemiz millî eğitiminde
görev alan öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal sorunlarının iyileştirilmesi,
okullarımızın fiziki sorunlarının çözülmesi, yaşanan güvenlik sorunlarının
çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla vermiş olduğumuz araştırma önergesiyle
alakalı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi en derin
saygılarımla selamlıyor, yine aramızdan ayrılan şehit öğretmenlerimizi de bu
vesileyle rahmet ve şükranla yâd ediyorum. Saygıdeğer
milletvekilleri, hiçbir maddi kıymetle ölçülemeyecek kadar saygın bir meslek
olan öğretmenlik, sevgi ve fedakârlığın yol göstericiliğinde milletimize hizmet
etmenin güzide yollarından birisi olmuştur. Sağlıklı bir
toplum bedensel, ruhsal, sosyal yönden sağlıklı bireylerden oluşur. Bireylerin
tüm yönleriyle sağlıklı olabilmesi ise çocukların çok yönlü gelişimine ve
eğitimine önem vermekle mümkündür. Yatırımların en etkilisi çocuklar için
yapılan yatırımdır. Çünkü her yönden sağlıklı yetişmiş bir çocuk gelecekte
çalışkan, üretici, çok yönlü düşünebilen, bilimsel problem çözme gücü yüksek,
etkili iletişim kurabilen, kendisi ve çevresiyle barış içinde yaşayabilen,
kendisini yetiştirmiş, hak ve sorumluluklarını bilen nitelikli bir vatandaş
olacaktır. Ülkemizde uzun
vadeli eğitim politikaları bulunmamaktadır. Bu yüzden eğitim sistemimiz belli
bir düzeye oturtulamamakta, eğitimde ciddi sorunlar devam etmektedir. Öğretmenlerimizin
ekonomik ve sosyal sıkıntıları yanında okullarımızdaki fiziki şartların
yetersizliği eğitim sistemimizi olumsuz yönde etkilemektedir. İlköğretim
okullarının yüzde 70’i, normal liselerin yüzde 68’i ikili öğretim yapmaktadır.
Okullarımızın yüzde 74’ü ödenek sıkıntısı içerisinde olup velilerden toplanan
harçlar ve katkı paylarıyla hizmet vermeye çalışmaktadırlar. Okullarımızın
çoğunda öğretmen açığı bulunmasına rağmen çok sayıda öğretmen adayımızın da
işsiz olduğu bilinmektedir. Bu durum atama bekleyen öğretmenlerimiz arasında
son derece huzursuzluk yaratmakta, öğretmenlik mesleğinin geleceği açısından
ciddi sorunlar meydana getirmektedir. Öğretmenlerimizin kadrolu-sözleşmeli
ayrımına tabi tutulmaları, aynı göreve farklı ücret ödenmesi eğitimde
verimliliği ve çalışma barışını olumsuz etkilemektedir. Millî eğitim
politikamız AKP iktidarları döneminde sistem değişikliği bahanesiyle sürekli
değiştirilmiş, istikrarlı bir eğitim politikası izlenememiştir. Yine, AKP
iktidarları döneminde Millî Eğitim Bakanlığında siyasi hırsla kadrolaşmaya
gidilmiştir. Gelişen ve değişen günümüz dünyasının şartlarına uygun, sağlıklı
ve nitelikli nesillerin yetiştirilmesi için, eğitim sistemimizde bulunan
eksikliklerin mutlaka giderilmesi icap etmektedir. Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; Türk toplumunda öğretmenliğe “peygamber mesleği”
denilerek kutsallık atfedilmiştir. Bundan dolayı tarihimizde öğretmenlere büyük
saygı gösterilmiş, toplum nezdinde itibarları fevkalade yüksek olmuştur.
Cumhuriyetle birlikte yöneticilerimiz, toplumu geliştirmenin tek unsuru olarak
öğretmenleri görmüşler ve onlara buna göre kıymet vermişlerdir. 1950’lerden
itibaren öğretmenlerimizin statüsündeki erozyon, günümüzde maalesef dramatik
bir hâl almıştır. Bu statü kaybının görülen ve görülmeyen birçok sebebi vardır.
Sosyolojik açıdan konu ele alındığında öğretmenlerimizin statü kaybına yol açan
sebepleri siyasi, iktisadi, sosyal ve mevzuat noktalarında toplamamız
mümkündür. Öncelikle devletimizin eğitim ve öğretimden ne beklediğini çok ciddi
biçimde sorgulamak icap etmektedir. Burada iki hedeften birinin seçilmesi
gerekiyor: Ya dünya çapında markaları oluşturacak beyinleri yetiştireceğiz ya
da tekstil veya inşaat kalfalığı gibi ikinci dalga sanayi faaliyetlerine devam
edeceğiz. Eğer dünya devleri oluşturulmak isteniyorsa, mutlaka öğretmenlerin
statülerini artırmak zorunluluğu vardır. Çünkü dev markaları üretecek beyinleri
ancak ve ancak öğretmenler yetiştirmektedir. 1965 yılında
3’üncü derecedeki bir öğretmenin maaşı 2.025 lira idi ve bununla 29 adet
cumhuriyet altını alınabiliyordu; bugün o öğretmen ortalama 1.154 Türk lirası
alıyor ve bununla 6 adet cumhuriyet altını satın alabiliyor. İktisadi açıdan
öğretmenlerimizin durumunu bu örnek bile maalesef gözler önüne sermektedir. Bu
nedenle on binlerce öğretmen, artık boş zamanlarda öğretmenlik yaptıklarını
düşünmektedir. Asıl meşgaleleri ise emlakçılık,
boyacılık, pazarcılık, pazarlamacılık, işportacılık hâlini almıştır. Bu
itibarla Türk devletinin öncelikli hedefi, ekonomik açıdan öğretmenlerimizi
rahatlatmak olmalıdır. Bugün, öğretmenlerin hayatını onurlu bir biçimde
sürdürebilmesi ve topluma tekrar model oluşturabilmesi için aylık ücretleri en
az 2 bin YTL düzeyine çıkartılmalıdır. Her ne kadar öğretmen maaşları OECD’ye
göre yüksek bulunup, düşürülmesi talep edilse de rakamlar bunu
doğrulamamaktadır. Çocuklarımızın, dolayısıyla ülkemizin onurlu geleceği
düşünülüyorsa devletimiz bunu mutlaka gerçekleştirmelidir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; öğretmene, öğretmenlerimize hizmet veren
öğretmenevleri, dinlenme tesisleri, kamplar gibi kurumlar da âdeta
varlıklarının sebebi olan öğretmenlerin düşmanı gibi hareket etmektedirler.
Bunlardan, öğretmenlerden alınan aidatlarla kurulan, işletilen ve öncelikli
amaçları öğretmene hizmet olması gereken öğretmenevlerinden öğretmenlerin
dışında artık herkes istifade eder durumdadır. Nitekim her 100 öğretmenden 71’i
öğretmenevlerinden yararlanamazken, yüzde 52’si bu işletmelerin
özelleştirildiğinde kendisine fayda sağlayabileceğini düşünmektedir çünkü
öğretmenler kira ve vergi ödemeyen, fiyatlarıyla da özel işletmelerden aşağı
olmayan ama zarar eden bu müesseselerin ancak özelleştirildiklerinde
kendilerine bekledikleri hizmeti sunacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla onlar
da toplumsal statülerinin zayıfladığının farkındadırlar. Değerli
milletvekilleri, özellikle yurdumuzun doğu bölgelerinde köylerde öğretmenlik
yapan öğretmenlerimiz birçok zorluk çekmektedirler. Telefonu çekmeyen,
İnternet’i olmayan köylerde, mezralarda çalışmaktadırlar. On-on beş haneli
mezralarda çalışan öğretmenler vasıta olmamasından dolayı haftalarca köyden
ilçe merkezine bile gelememektedirler. Yolun karlarla kapanması durumunda ise
aylarca ilçe merkezine inemeyen öğretmenlerimiz vardır. Bu öğretmenlerin
fedakârlıklarının mutlaka göz önünde tutulması icap etmektedir. Öğretmenler
haklarının sürekli kısıtlanmasından yakınmaktadır. Özellikle ilk atamada eşler
farklı illere gitmek zorunda kalmakta, bu durum ciddi mağduriyetlere yol
açmaktadır. Evliyken ilk atama ile göreve başlayan öğretmenlerin
stajyerliklerinin kalkması beklenmemelidir. Sözleşmeli
öğretmenlerin kıdem tazminatı meselesi de mutlaka çözülmelidir. Bu ve benzeri
onur kırıcı durumların bir an önce ortadan kaldırılması icap etmektedir. Bunun
için de sözleşmeli öğretmenlere sadaka verir gibi her yıl düzenleme yapılarak
iyileştirme yapılması yeterli değildir. Bir an önce tüm sözleşmeli öğretmenler
kadroya geçirilmeli ve bu adaletsizlik mutlaka ortadan kaldırılmalıdır. Değerli
milletvekilleri, Türkiye’de millî eğitim ve öğretmenin sorunlarının çözümü
konusunda en önemli engellerden birisi de mevcut idari yapıdır. Kim ne derse
desin, bugün okul müdürlüğünden başlayarak yukarıya doğru giden idari
makamların tamamı liyakat, kabiliyet, hizmet ölçüleri dikkate alınmadan siyasi
mülahazalarla doldurulan kadrolar hâline gelmiştir. Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; okul müdürleri ile bunları denetleyen ve bir üst
kademesi olan ilköğretim müfettişleri arasında maaş, ek ders ücreti ve
tazminatlar bakımından büyük bir uçurum bulunmaktadır. Bu, okul müdürlerinin
çok maaş aldığı manasında değil, müfettişlerin az aldığı anlamında ifade
edilmektedir. İlköğretim müfettişlerinin “Müfettiş” unvanlı diğer denetim
elemanlarıyla aynı kategoride ele alınmasına, çağın ve ülkenin gerçeklerine
uygun eğitimi destekleyip geliştirecek bir teftiş sisteminin objektif, verimli
ve ekonomik olarak çalışabilmesi için “Eğitim müfettişliği” adı altında yeniden
yapılandırılmasına ihtiyaç vardır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. İSMET BÜYÜKATAMAN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Değerli
milletvekilleri, ne yazık ki öğretmenlerimizin sorunlarının tamamını burada
anlatmamız için zaman yeterli değildir, ancak birkaçına vaktin elverdiği ölçüde
değinebildim. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı yetiştiren
öğretmenlerimizin sorunlarının araştırılması için bir Meclis araştırma
komisyonu kurarsak daha sıhhatli çalışmalar yapacağımız kanaatindeyim.
Unutmayalım ki Fatihleri Akşemsettinler yetiştirdi. Bu duygular
içerisinde, yüce heyetinizi tekrar en derin saygı ve hürmetlerimle
selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Büyükataman. Sayın Bakan
yerinden iki dakika söz istemiştir. Buyurunuz Sayın
Bakan. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
burada bir iki yanlış hususu düzeltmek için söz aldım. Sayın Ateş “Halk
eğitim merkezlerinde çalışan insanları öğretmen kabul etmiyor musunuz?” diye
sordu. Halk eğitim merkezlerinde çalışan usta öğreticiler -Sayın Ateş doğru
söylüyor- eskiden doksan altı sene, yüz sene çalışırlarsa emekli
olabiliyorlardı. Çünkü otuz gün çalıştıkları hâlde primleri on gün, on iki gün
üzerinden hesaplanıyordu. Bizim Hükûmetimizin
getirdiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen Sosyal Güvenlik Yasası’yla
birlikte, asgari ücret üzerinden primleri otuz gün olarak hesaplanıp
yatırılmaktadır, geçmişe dönük borçlanma imkânı getirilmiştir; sağlık
harcamalarından yararlanamıyorlardı, sağlık harcamaları temin edilmiştir. Sayın
Ateş’in sözünü ettiği geçmişe ait bir uygulamadır -bunu özellikle belirtmek
isterim- bunu AK PARTİ Hükûmeti halletmiştir. Biz
onları öğretmen kabul ediyoruz. Şimdi, diğer
taraftan, bir değerli milletvekilimiz “Sayın Bakan, ‘Öğretmen ihtiyacımız
yoktur.’ dedi.” Ben hiçbir konuşmamda “öğretmen ihtiyacımız yoktur” demedim
değerli arkadaşlarım. Benim Hükûmetim her yıl
ortalama 35 bin, 40 bin, 40 binin üzerinde öğretmen ataması yapmaktadır, 2009
yılında da yapılacaktır. Ancak, değerli arkadaşlarımız, norm kadro ile gerçek
ihtiyacı çoğu zaman birbirine karıştırmaktadırlar. Norm kadro şudur
değerli arkadaşlarım: Bir okul açıldığı zaman… Bir lise açıyoruz, bir endüstri
meslek lisesi birinci sınıfa öğrenci alıyoruz. Orada dört yılda bütün
öğrenciler mevcut olduğu zaman, bütün şubeler açıldığı zaman kaç öğretmene, kaç
branştan, ne kadar öğretmene ihtiyaç varsa biz oraya
kadro ihdas ediyoruz. Bu diyelim ki 100 olabilir, 80 öğretmen olabilir. Ama o
gün, o yıl eğer 20 öğretmene ihtiyaç varsa 80 öğretmeni oraya tayin edip onları
boş oturtmayı kimse bize öneremez. Norm kadro budur. Biz kırk bir devlet
üniversitesine yaklaşık 78 bin akademik kadro tayin ettik, daha doğrusu ihdas
ettik ama “Bunların hepsini bugün atayın” diye kimse bir iddiada bulunamaz
değerli arkadaşlarım. Burada, Sayın
Başkan, verilen çok yanlış rakamlar var. “İlköğretimde sınıf başına 60 öğrenci
düşüyor.” diye bir arkadaşımız ifade etti. Kesinlikle, bu, gerçeği
yansıtmamaktadır, son derece hayalî rakamlardır değerli arkadaşlarım. Öğretmenevlerinden
öğretmenler yararlanamıyormuş. En uç örnek Ankara Başkent Öğretmenevidir ki
Ankara Başkent Öğretmenevi yıllardan beri bütün kamuoyuna mal olmuş olan bir
öğretmenevidir. Değerli
arkadaşlar, orada kalan, öğretmenevinden yararlanan her 100 kişiden 72’si
öğretmendir, geriye kalan 28’i de -yıllık istatistikler ortadadır, buyurun
inceleme hakkınız var- diğer kamu çalışanları ve kamu çalışanı olmayıp da gelip
oradan yararlanan insanlardır. Öğretmenevlerimiz öğretmenlerimize hizmet
etmektedir. Şunun altını
çizmek istiyorum: Öğretmen arkadaşlarımın büyük bir fedakârlık, feragat örneği
göstererek çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Öğretmenlik mesaiyle sınırlı bir
kavram değil. Öğretmen evde sınav kâğıtlarını okur, efendim, öğretmen evinde
derse hazırlanır. Şüphesiz ki öğretim üyeliği ve öğretmenlik
banka mesaisi gibi bir mesaiyle kayıtlı değildir; ancak beş mesai gününde, her
öğretmen arkadaşımızın haftada kırk saat derse girdiğini varsaysanız, on ay
üzerinden -ki okullar sekiz ay açıktır, seminer dönemlerini de buna dâhil
etseniz ve bütün öğretmenlerin kırk saat derse girdiğini varsaysanız- yılda bin
altı yüz saat eder. Bazı insanlar gerçekten arkadaşlarımıza yanlış bilgi
servisinde bulunmuştur… BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen toplar mısınız sözlerinizi. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Biz, OECD ülkeleri içerisinde çok çalıştırma
açısından ortalamanın kesinlikle üstünde değiliz, OECD ortalamalarında olan bir
ülkeyiz. Bunu özellikle arkadaşlarımla paylaşmak isterim. Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum. Arkadaşlarıma
saygılar sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz efendim. AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Başkan, yerimden bir katkıda bulunmak istiyorum. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, bu önergede, Meclis araştırması açılması üzerindeki önergede
böyle bir usulümüz yok. Onun için, eğer Meclis araştırmasını kabul ederseniz,
bu katkıları o önergenin içinde ve araştırma içinde yaparsınız. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Bakana açıklama imkânı verdiniz, tabii, bu durumda
milletvekillerimize de yerinden… BAŞKAN – Ama
yerinden İç Tüzük gereği verdik. Çünkü, bu soru-cevap
işlemine giriyor. O zaman, işlem biraz olmuyor. OKTAY VURAL
(İzmir) – Arkadaşlar da yerinden istiyorlar efendim. İç Tüzük 60’a göre
yerinden... BAŞKAN - Meclis araştırması önergeleri üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. YILMAZ ATEŞ
(Ankara) – Sayın Başkan, bu araştırmaları yapan öğretmen sendikaları. Sayın Bakan, o
konuda hiç tepkiniz olmadı! OKTAY VURAL
(İzmir) – Araştırma komisyonuna “Evet” diyecek herhâlde! BAŞKAN - Bütün bu
tereddütlerinizi… Eğer bütün yüce Meclis araştırma önergesi üzerindeki oylamayı
kabul ederse bütün bu şeyler sona erecek demektir. Şimdi, Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım. Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir. Demek ki sorun
yok! Şimdi, 20.30’a
kadar ara veriyorum. Kapanma
Saati: 19.08 DÖRDÜNCÜ
OTURUM Açılma
Saati: 20.32 BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP
ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer
alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz. VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.-
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96) BAŞKAN –
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 2’nci sırada yer
alan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun,
Devlet Memurları Kanunu ve Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2.-
Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Devlet
Memurları Kanunu ve Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/537) (S.Sayısı: 236) BAŞKAN –
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 3’üncü sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü
Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri
ile Dışişleri Komisyonları Raporlarının görüşmelerine başlayacağız. 3.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş Milletler
(BM) Gıda ve Tarım Örgütü (GTÖ) Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/397) (S. Sayısı: 242)(x) BAŞKAN – Komisyon
ve Hükûmet burada. Komisyon raporu
242 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü
üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili
Gürol Ergin. Buyurunuz Sayın
Ergin. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Arasında GTÖ
Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlarken siz Sayın Başkanı, değerli milletvekillerini
ve yüce Türk ulusunu saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, merkezi Roma’da olan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü
Türkiye Temsilciliği 13 Kasım 1981 tarihinde yapılan ve 17 Mart 1982 tarihinde
Resmî Gazete’de yayımlanan bir anlaşmayla kurulmuştur. Görüştüğümüz tasarıyla
bu Anlaşma sona ermekte ve Gıda ve Tarım Örgütü Orta Asya Alt Bölge Ofisi
kurulmaktadır. Bu Anlaşma, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan,
Türkmenistan ve Özbekistan’ı da Türkiye gibi ilgilendirmekte ve Türkiye ile
birlikte bu ülkelerde gıda güvencesi, tarımsal ve kırsal kalkınma, ormancılık,
balıkçılık ve doğal kaynakların yönetimi, tarımsal politikalar, gıda güvenliği,
hayvan ve bitki genetik kaynakları alanlarında iş birliğini kapsamaktadır. Değerli
arkadaşlarım, elbette ki bu yararlı bir anlaşmadır ve elbette ki biz bu
anlaşmanın onaylanmasından yanayız ve Türkiye'nin Birleşmiş Milletlerle gıda
alanında da iş birliği içerisinde bulunmasının önemini hepimiz bilmekteyiz. Ben şimdi bu
vesileyle sizlere Türkiye'nin tarımsal durumu üzerinde görüşlerimizi bildirmek
istiyorum. Değerli arkadaşlarım, Tarım Bakanımız her platformda hep bir
karşılaştırmayla söze başlıyor, diyor ki: “2002 yılında Türkiye’de tarımsal
destekler 1 milyar 868 milyon YTL idi, biz bunu 5 milyar YTL’nin üzerine
çıkardık.” Doğrudur, destek 5 milyar YTL’nin üzerine çıkmıştır ama gayrisafi
millî hasılaya oranladığımız zaman da maalesef 2002
yılına ulaşamadığımız da net ve açık olarak ortaya çıkmaktadır. 2002 yılında bu
oran yüzde 0,53’ler düzeyindeyken bugün yüzde 0,49 düzeylerine inmiştir. Değerli
arkadaşlarım, her şeyden önce Hükûmet kendisinin
getirdiği bir tasarı olarak çıkan Tarım Kanunu’na aykırı hareket etmektedir.
Yasa’nın çıktığı günden bu yana yapılan bütün bütçelerde ”Tarım desteği Yasa’ya
göre gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1’inden az
olmayacak.” denmesine karşın hiçbir zaman yüzde 1 tutturulmamıştır. 2007 ve
2008 yıllarında bu oranlar yüzde 0,86 ve 0,75’ken 2009 yılında daha geriye
gidilmiş, yüzde 0,49 düzeyine indirilmiştir. Arkadaşlarım,
sormazlar mı: “Mademki uygulamayacaktınız, bu Yasa’yı niye çıkardınız? Göz
boyamak için mi çıkardınız? İnsanları aldatmak için mi çıkardınız yoksa
uygulamak için mi çıkardınız?” Böyle bir şey olabilir mi? Yani bir hükûmet bir konuda bütçede bir karar alıyor ama bu karar
kendi çıkardığı yasaya aykırı ve üç yıldır da böyle, üç yıldır aynen böyle. Ha,
biz bunu eleştirince de bize söylenen şu, o kadar gülünç bir gerekçeyle
karşımızı çıkılıyor ki: “İyi de, aslında biz başka destekler de veriyoruz.”
deniyor. Siz başka destekler vermiyorsunuz. Siz sürekli olarak çiftçiye ürününü
satın almada gösterdiğiniz zorluklarla, siz sürekli olarak çiftçinin girdi
maliyetlerini yükseltmekle ve çiftçinin taban fiyat verilen ürünlerde kimi
yıllarda taban fiyatı düşük tutarak, kimi yıllarda da -bu yıl olduğu gibi-
taban fiyat vermeyerek çiftçiyi perişan ediyorsunuz. Değerli
arkadaşlarım, lafla peynir gemisi yürümüyor. Yaptığınız icraat rakamlara dayalı
ortaya çıkıyor. Benim yaptığım hesaplar, 2002 yılına göre 2007 sonunda Türk
çiftçisi tüketim mallarında yüzde 45 fakirleşmiştir, yarı yarıya
fakirleşmiştir. 2008 sonuna göre hesaplarımda, nasip olur burada bu kürsüye
çıkabilirsem, bütçe görüşmelerinde burada sizlere aktaracağım. Ha niye böyle
oluyor? E niye olacak, eğer siz kendiniz politika üretmiyorsanız, size hazır,
hap şeklinde politikalar Uluslararası Para Fonu’ndan, Dünya Bankasından
veriliyor siz de bunları olabildiği kadar talimatlar dışına çıkmayarak
uygulamakla mutlu oluyorsanız Türk çiftçisi mutlu olma şansını yakalayamıyor. Değerli
arkadaşlarım, 1999 yılında IMF’yle imzalanan stand-by anlaşması ve 2001 yılında Dünya Bankasıyla imzalanan
Tarım Reformu Uygulama Projesi, o günden bugüne kadar hiç aksatılmadan
uygulanmıştır ve o günden bugüne hiçbir Türk hükûmetinin
Türkiye tarımıyla ilgili kendi birikimine, bilgisine, anlayışına dayalı bir
tarım politikası maalesef olmamıştır. Geçen gün bu kürsüden Sayın Bakan ne
kadar güzel söylüyor: “Biz tarımda bakın hangi ürünlerde ne artışlar sağladık?”
diyor. Hani ben de böyle garip garip baktım hangi
üründe sağlanmış diye. İşte, muzda sağlamış, erikte sağlamış, elmada sağlamış.
“Bu ürünler arttı, bakın geçen yıldan bu yıla arttı.” diyor. E Sayın Bakan,
pamuk ne oldu, pamuk? Değerli
arkadaşlarım, pamuk ne oldu, buğday ne oldu, şeker pancarı ne oldu, tütün ne
oldu? Bizim makro ürünlerimiz bunlardır değerli arkadaşlarım. Türkiye’de
bitkisel üretim anlamında tarım dediğiniz zaman aklınıza hububat gelir, tütün
gelir, pancar gelir, yağ bitkileri olarak ayçiçeği ve benzerleri gelir ve pamuk
gelir. Bunlar üzerinde konuşmanız gerekir. Eğer bunlarda artış sağladıysanız
gelin buraya, biz de gelip elinizi sıkıp kutlayalım. Eğer sağlayamadıysanız da
eriğin miktarı biraz arttı diye gelip sevinerek burada anlatmayın. Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bakınız, şekerpancarı 12 ila 13 milyon tona inmiş 20
milyon tonlardan. Tütün: 405 bin aile 2002 yılında tütün üretiyormuş -bunlar
benim rakamlarım değil, TÜİK’in rakamları- ve bu 405
bin ailenin sayısı 200 bine inmiş, üretilen tütün de 160 bin tondan 90 bin ton
dolayına inmiş. Şimdi, biz deyince “Siz, çiftçiyi tarlasından göç etmeye mahkûm
ettiniz.”, “Hayır.” deniyor. Ya… “İşte, biz onlara diğer alanlarda iş bulduk,
onun için gidiyor.” Değerli
arkadaşlarım, pancar üreten pancar üretemiyor ise tütün üreten tütün üretemiyor
ise pamuk üreten pamuk üretmekten vazgeçmişse bu insanlar, doğal olarak,
oralardan, herhâlde, sinema seyretmek için büyük kentlere gitmeyecekler,
tiyatro seyretmek için gitmeyecekler, evlerinin ekmeğini çıkartmak kaygısıyla
gidecekler ve nitekim, milyonlarca insanımız bu
şekilde kırsal alandan kentlere göç etmek durumunda kaldı. Şimdi, bakın,
Tarım Bakanlığımızda bir Tarımsal Araştırma Enstitüsü var, Bakanlığın enstitüsü
bu. Bu enstitüde yapılan yeni bir çalışmanın sonucu… Bu
araştırma Tarım Bakanlığında yapılıyor ve orada deniyor ki: Türk çiftçisi 171
ülke içerisinde en pahalı mazotu kullanan 5’inci ülkedir ve aynı çalışmada
deniyor ki: Bundan otuz üç yıl önce, 1975’te çiftçi 1 kilo buğday sattığı zaman
1 litrenin üzerinde mazot alabiliyordu ama şimdi Artık, mazot
fiyatına, gübre fiyatına girmemize gerek kalmadı çünkü mazot ve gübre
kullanılır olmaktan çıktı değerli arkadaşlarım. Üretimde gübre tüketimi son
derece azaldı; inşallah bu, bu yılın ürününde ciddi bir eksilmeye ayrıca neden
olmaz diye düşünüyorum. Bakınız değerli
arkadaşlarım, Türkiye, 2000’li yılların başında 684 bin hektar alanda pamuk
üretiyor. 684 bin hektar. Bugün 380 bin hektar. Yarı yarıya azalmış, yarı
yarıya ve bunun sonucu şu: Türkiye, on yıl önce, pamuk, pamuk ipliği ve pamuklu
dokuma ithalatına 671 milyon dolar veriyormuş. 2007 rakamı –bakın 671 milyon
dolar nereye gelmiş- 2 milyar 830 milyon dolar. Buna bir de yağlık tohumlar,
yağ ve küspe için verilen 1,6 milyar doları da eklemenizi öneririm. Değerli
arkadaşlarım, ne bu girdi fiyatlarıyla ne bu taban fiyatı uygulamalarıyla ne de
her yıl bir kuruş artırılan primlerle Türk çiftçisini ayağa kaldıramazsınız,
kendinizi ve milleti aldatmayın. Türkiye tarımda, Sayın Bakanın söyleminin çok
dışında çok kötü bir duruma gelmiştir. Türkiye tarımda gerçekten çok büyük
sıkıntı yaşamaktadır ama bu sıkıntı, ayrıca küresel krizin de dünya ortamını
sürüklediği bir durumla karşı karşıya olunca, önümüzdeki günlerde çok daha
büyük sıkıntılarla karşılaşacaktır. Bu sıkıntılarla karşılaşan Türk çiftçisine,
hiçbiriniz, bir daha, ne Başbakanınız gibi ne eski Meclis Başkanınız gibi
kalkıp lütfen hakaret de etmeyiniz, yakışık almıyor değerli arkadaşlarım.
Hâlinden ağlayan insana hakaret edilir mi? Ona çözüm getireceksiniz, ona
hakaret etmeyeceksiniz. Maazallah, kalksa o da size öyle hakaret etse ne
diyeceksiniz? Aynı hakareti geri çevirse, siz “anasına” derken, o da kalksa
size bir şey derse ne diyebilirsiniz arkadaşlar? Onun için, lütfen,
insanlarımıza karşı tavrınızda dikkatli olmanızı öneririm. Süt: Bakın, birkaç
gün önce bu kürsüde söyledim, süt fiyatları 60-70 bin lira düştü dedim. Yani,
aşağı yukarı 620-625 bin liralardan süt fiyatı 570 bin liraya düşmüştü. Bugün
bu, 500 bin küsur lira da 500 bin liraya, yani 50 kuruşa düştü arkadaşlar, 50
kuruşa bugün düştü. Kooperatiflerin sattıkları sütler on gün önce, on beş gün
önce 60 bin lira düşürülmüştü, 70 bin lira düşürülmüştü, şimdi tekrar 50 bin
liraya düşürüldü. Nerede benim Tarım Bakanlığım? O çiftçinin hakkını koruyacak
olan Tarım Bakanlığı nerede değerli arkadaşlarım? Böyle bir şey olabilir mi? Şu
veya bu gerekçe öne sürülüyor, zavallı çiftçinin sütünün fiyatı düşüyor. Ben uzun yıllar
üniversitelerde bu konuda öğretim üyeliği yaptım. Değerli arkadaşlarım, benim
bildiğim, süt fiyatları ilkbaharda düşer çünkü ilkbaharda süt artar. Bu
böyledir. Doğumlardan sonra süt artmaya başlar bir süre sonra, bir iki ay
içerisinde, öyle gider, dokuzuncu aydan sonra da zaten süt kesilir. Özellikle,
bilinçli olarak üç yüz beşinci günde memeler mühürlenir, süt kesilir, ondan sonra
süt fiyatları yükselir. Şimdi tam tersi oluyor, kış aylarına giriyoruz, süt
fiyatları özellikle düşürülüyor. Hepinize soruyorum: Süt fiyatlarını
düşürenler, marketlerde peynir fiyatını da düşürüyor mu, tereyağı fiyatı da
düşüyor mu, yoğurt fiyatı 1 kuruş düşüyor mu değerli arkadaşlarım? O zaman bunu
sormak Tarım Bakanlığının birinci görevi olmalıdır o kuruluşlara, ama bu
sorulmuyor. Değerli
arkadaşlarım, aslında, Adalet ve Kalkınma Partisinin öncülü olan Millî Selamet
Partisinin, onun sonrasında gelen, değişik adlarla gelen politikacıların
politikaları vallahi daha sağlamdı. Ben hatırlıyorum, Sayın Musa Demirci’nin
Bakanlığını hatırlıyorum, süt fiyatları düştüğü gün bütün sanayicileri
Bakanlığa toplamıştı. Siz iyi şeyleri bıraktınız geride ama yanlış olan şeyleri
aldınız, bugüne taşıdınız. Değerli
arkadaşlarım, şimdi, biraz da, neler yapılması gerekir ve bu sıkıntılar
nerelere varacak, o konularda da görüşlerimi açıklamak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, şimdi küresel bir kriz var. Bizim, aslında, yıllardır uygulanan
ekonomik yanlış politikaların yarattığı krize bir de o ekleniyor, eklemleniyor.
Şimdi, önümüzdeki günlerde ne olacak? Siz bakmayın bugünlerde petrol fiyatları
düştüğü için, müthiş düştüğü için, 148-150 dolarlardan 48-50 dolarlara düştüğü
için bir miktar mazot fiyatı ve gübre fiyatında azalma var gibi görünüyor.
Önümüzdeki günlerde petrol fiyatları yeniden artmaya başladığında bizim mazot,
gübre, ilaç, yem hammaddesi fiyatlarımızın da giderek arttığını hep beraber
göreceğiz. Sıkı para politikası uygulama zorunluluğu nedeniyle aslında küçük ve
orta ölçekli işletmelerimizin yetersiz olan doğrudan desteklemelerinin daha da
azaltılacağını göreceğiz. Bakınız, açın bakın “2009 yılında doğrudan destek
kaldırılıyor.” deniliyor ama orada prim olarak verilen, yağlı tohumlara ve
benzerlerine verilen primlerin toplam miktarının da düştüğünü göreceksiniz 2009
bütçesinde. Bunlar olacak. Ayrıca, girdilerin pahalanması, desteklemelerin
yetersiz olması üretimi giderek daha azaltacak. Üretimin düşmesiyle üreticinin
de, tüketicinin de yeterli örgütlenmesinin olmaması nedeniyle üretici daha az
kazanacak, tüketici daha yüksek fiyattan gıda bulacak. Üretim yetersizliği,
gıda ve diğer tarımsal ürün dış alımını artıracaktır. Ancak döviz kuruna bağlı
olarak da tarım ürünleri dış alımı daha pahalıya gelecektir. Kazanamayan küçük
ve orta ölçekli çiftçiler topraklarını satmak zorunda kalacaktır. Şimdi bile
araziler yabancı tekellerin eline geçmeye başlamıştır. İnsanımız kendi ana
vatanında yurtsuz, yanaşma durumuna düşmek üzeredir. Kırdan kente çözülmenin
hızlanması kentlerdeki güvenlik sorunlarını da çok ciddi olarak artıracaktır. Ne yapılmalı? Hem
genel olarak yapılması gerekenler var hem krizden ötürü yapılması gerekenler
var. Hiç uzatmadan: Değerli
arkadaşlarım, tarımsal sulamalar çok pahalı. Bütün sulama kooperatiflerinin ve
birliklerinin aşılmaz borçları var. Bir kere, kesinlikle erteleyeceksiniz bu
borçları, faizlerini de sileceksiniz. Yapacağınız başka bir şey yok ve toprağa
su götüreceksiniz, su. Altı yıldır topraklarına su gitmedi bu ülkenin. Ben bu
kürsüde söylediğim zaman itirazlar geliyor.
“Güneydoğu Anadolu’ya, o projeye bundan sonra şu kadar para
harcayacağız.” diyorsunuz. Altı yıldır ne yaptınız? Altı yıldır GAP topraklarına
hiç su gitmedi değerli arkadaşlarım. Hükûmet
geldiğinde 216 bin hektardı, şu gün 290 bin hektar dolayındadır GAP
topraklarında sulanan alan yani yalnızca birkaç karış alana daha su götürüldü.
Onun için topraklara su götürün. Elektrik borçlarını mutlak surette… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. GÜROL ERGİN
(Devamla) – Bir iki dakika verirseniz tamamlarım efendim. Mazottan da özel
tüketim vergisi almayacaksınız. Bunun ikisi biri yok. Avrupalı almıyor. Hep
Avrupa’ya öykünüyorsunuz ama “Avrupalının çiftçiye verdiğini Türk çiftçisine
verin.” dediğimiz zaman kaçıyorsunuz. Değerli
arkadaşlarım, uçaklara veriyorsunuz benzini ÖTV’siz,
yatlara veriyorsunuz mazotu ÖTV’siz, niye Türk
çitçisine gelince vermiyorsunuz? Çiftçi bunu soramıyorsa bunu onun aleyhine
lütfen kullanmayın. Değerli
arkadaşlarım, KDV’yi gübrede de, ilaçta da yüzde 1’e indirin ve Türkiye’de
üretilmeyen, dışarıdan gelen gübreden de lütfen gümrük vergisi almayın.
Çiftçinin TEDAŞ’a, tarım krediye, Ziraat Bankasına
borçlarının faizini silin, anaparasını üç yılı ödemesiz on yıla yayın, icra
takiplerini derhâl durdurun. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen… GÜROL ERGİN
(Devamla) – Hemen bir teşekkür edip bitireceğim efendim. Değerli
arkadaşlarım, bir de tarım topraklarının yabancılara ya da yabancı ortak
denetimli bankalara geçmesini engelleyecek yasayı derhâl çıkarın. Topraklar
yabancılaşıyor. Kültürümüzü yabancılaştırdığınız gibi, toprakları da
yabancılaştırıyorsunuz. Değerli
arkadaşlarım, çiftçiyi örgütlemezseniz çiftçinin sorununu çözme şansınız
olmuyor. Çiftçiyi hızla örgütlendirelim ve girdileri de çiftçi örgütleri,
kooperatifler vasıtasıyla sağlayalım. Son söz: Dışa
bağımlı, yeni liberal politikaları bırakın. Türkiye'nin, 1929 krizinde olduğu
gibi, yeniden devletin desteğindeki politikalara kesin ihtiyacı vardır. Bunu
yapın. Hiç kimse sizi, bunlar devletçi oldu, bunlar şu oldu diye suçlamayacak,
göreceksiniz. Ama siz halkı bu sıkıntılardan kurtaracaksınız, Türk çiftçisini
ayağa kaldıracaksınız. O zaman siz de mutlu olacaksınız, benim yüce milletim de
mutlu olacak. Bu dönem
vereceğiniz bütün destekleri de mart ayına sarkıttınız. Yapmayın arkadaşlar!
Böyle ucuz politikalarla da vaktinizi geçirmeyin diyorum. Sizleri, Sayın
Başkan sizi ve yüce milletimi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ergin. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.
Buyurunuz Sayın
Kaplan. DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Arasında Orta
Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tabii, bu
uluslararası sözleşmeler teknik sözleşmeler. Bu teknik sözleşmelerle ilgili
zaman zaman ifade ediyorum, gruplar arasında bir
centilmenlik anlaşması yapılsa -bu sözleşmelerden daha yüz kadarı var, üç
senedir, dört senedir bekleyenler var- bunu, bir centilmenlik anlaşmasıyla,
Başkanlık Danışma Kurulu getirse ve bunları bir an önce yasalaştırsak, yani
onayı verse Meclis iyi olur. Çünkü bakıyorsunuz, üç sene, beş sene bekleyen
sözleşmeler var. Şimdi burada da
bu sözleşmeye bakıyorum, evet, böyle bir çalışma yapılmış, hatta,
11 Temmuz 2007’de resmî açılışı da Başbakan yapmış. Yani imzalamışız ama bu bir
uluslararası sözleşme, prosedür gereği Meclisin
onaylaması lazım. Bunun diplomatik dilde de adı, bu sözleşmenin -uluslararası
olduğu için- depo edilmesi lazım ki geçerli olsun. Yani bir imzayla iş
bitmiyor. Böyle olunca, işte, 2006’da başlattığınız bir çalışmayı bugün 2008’de
getiriyorsunuz. Bunun gibi birçok önemli sözleşme var, üstelik de Türkiye'nin
küresel kriz sonrası yeni siyasetinin ve stratejisinin belirlenmesi açısından
hayati önemi olan sözleşmeler de var, bekliyor. Bu sözleşmelerin, özellikle
Uzak Doğu, Afrika, Orta Doğu ve Kafkaslar bölümüne bakanları var. Şimdi, burada
birkaç ana başlığa değinmek istiyorum çünkü konu tarım olunca ve özellikle de
Orta Asya Alt Bölge Ofisine baktığımız zaman, Türkiye'nin 2006’da Ofisi
Ankara’da kurduğunu görüyoruz. Kuruluş amacı ise belli, FAO’nun
uzmanlık birikimlerinin ve hizmetlerinin yerinden yönetim ilkesi amaçlanıyor.
Türkiye, bu konuda, üye ülkelerin gıda güvenliği ve milenyum kalkınma
hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmayı amaçlıyor. Hangi ülkeler var bu alt
grupta baktığımız zaman: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Tacikistan,
Türkmenistan ve Özbekistan’ı kapsamaktadır. Ofisin teknik ekibi çok farklı
disiplinlerden gelen uzmanlardan oluşuyor, onu da biliyoruz. Bizim, ayrıca
“TİKA” diye zaten Türki cumhuriyetlere yönelik
birtakım faaliyetleri yürüten bir genel müdürlük de var, ayrı bir bütçesi var. Aslında faaliyet alanı olarak biraz onunla da ilintili. Ancak
başlıca uzmanlık alanlarına baktığımız zaman bu sözleşmenin ana konusu olarak,
hayvancılık ve hayvan sağlığı en başta geliyor, sonra bitkisel üretim ve bitki
koruma geliyor, balıkçılık geliyor, gıda ve tarım politikası geliyor,
ormancılık, tarım ve kırsal kalkınma yatırımları, toprak ve su. Elbette ki, bu
sözleşmeler sadece bir bina, araç gereç temin etmekle ibaret değil. Bu
ülkelerle olan ilişkiler, ekonomik olarak bu bahsettiğim temel noktalarla
beraber, şüphesiz, malzeme, bakım, katkı, yerel program, yerel proje
desteklemeleri, kredi kuruluşlarıyla ortak anlaşmalar ve bunların ofise
edilmesi var. Tabii, bu tür misyonda çalışan
personelin diplomatik dokunulmazlığı, oturma izni, oturma izniyle beraber bu
tür kuruluşların kendine özgü personeline ilişkin birtakım gereklerin yerine
getirilmesi gerekiyor. Ne yapmışız? Biz kurdeleyi kesmişiz 2007’de, 11 Temmuz.
Şimdi kaç? Gelmişiz Kasım sonu, Aralık başı 2008. Yani bu konuda gerçekten
sözleşmeyi onaylamadan sağlıklı adımların atılması mümkün değil. Burada Hükûmetin rekabet analizi, tarım politikalarının reformu,
arazi ve doğal kaynakların kullanımı konularında teknik danışmanlık üzerinde
yoğunlaşarak planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçiş sürecini yaşamakta olan
alt bölge ülkelerinde kurumsal kapasite oluşturulması, bilgi ve yeteneklerin
geliştirilmesi ve ülkelerin edindiği tecrübelerin karşılıklı paylaşımı konuları
etrafında faaliyet yürütülmesi… Şimdi, bu sözleşmenin ana çerçevesi bu olunca… G-20
zirvesinden Sayın Bakanımız -Sayın Ekren buradaydı,
göremiyorum şimdi- yeni döndüler. Aslında G-20 zirvesinin sonucu sadece küresel
ekonomik kriz değil arkadaşlar. G-20 zirvesinin sonucu, Türkiye’nin ekonomi
politikasını ve siyasetini yeniden belirlemesinin bir dönümü, bir başlangıç
noktasıdır. Biz bunun siyasetini konuşabiliyor muyuz? Bakın, sorun burada.
Şimdi, bu, bunun bir parçası. Biz, başta ABD olmak üzere İngiltere, arkasından
avro bölgesine yüzde 60 oranında ihracat yaptığımız bu ülkelerin krize girdiği,
ihracatımızın yüzde 54,7’den yüzde 43’e gerilediği bu ülkelerle şimdi nasıl bir
siyaset uygulayacağız ki pazar anlayışımızı tarımda, hayvancılıkta, diğer
alanlarda nasıl bir planlama yapacağız ki bunlardaki gerilemeyi başka
bölgelerde destekleyeceğiz. O zaman, aslında iki tane şansımız var, çok değil:
Bir, Kafkaslar, Türki cumhuriyetler; ikincisi, Orta
Doğu. Orta Doğu’da en başta komşularımız Suriye, Irak, İran, Lübnan, Ürdün gibi
yakın mesafe ülkeleri. İsrail’in şüphesiz GAP’a olan ilgisini biliyoruz. Tarım
alanında, sulama alanında, enerji alanında üç noktada ciddi bir bilgisi
olduğunu da biliyoruz. Şimdi, burada yeni bir siyasetin açılması, yeni bir
siyaset stratejisinin geliştirilmesi ve planlamaların da ona göre yapılması
gerekiyor. Biz, tarımda, ekonomide, hayvancılıkta ekonomisi olarak,
balıkçılıkta üç tarafı denizlerle çevrili olarak nasıl bir hedef koyuyoruz
önüne Türkiye’nin? Şimdi, benim dünya küresel krizinin bir nedeni de gıda
ürünlerindeki zamlar, artışlar, biliyoruz bunu, gıda fiyatlarının artması.
Şimdi, gıda fiyatlarını artıran nedenler ne? Petrol ve diğer
enerji fiyatlarının artması. Şimdi, gıda üretim maliyetlerini
yükseltiyor ve bu da fiyata yansıyor. Şimdi, küresel ısınma, yine 2007’de
yaşanan kuraklık var. Sanıyorum bugün veya yarın Kyoto Sözleşmesi gelecek bunun
arkasından, bunlar tartışılacak. Şimdi, Çin ve Hindistan başta olmak üzere
gelişen ekonomilerde tüketimin artması ve gıda ürünlerine olan talebin artması
çünkü bu ülkelerde yükselme ve refah arttıkça gıda ürünlerine yönelik talepleri
de artıyor. Şimdi, dünya gıda ürünleri üzerinden yapılan spekülatif
hareketler de var şüphesiz, Türkiye’de de gördük. Bir baktınız pirinç konusunda
bu yaşandı, bir gün fasulyede yaşanır, bir gün buğdayda yaşanır, bir gün
mısırda yaşanıyor, Türkiye bu yakın zamanda bunları yaşadı. Şimdi, dünya gıda
krizi nedeniyle bir toplantı yakın zamanda yapıldı, 3-5 Haziran 2008 Roma Gıda
Zirvesi’nde çoğu devlet başkanı, başbakan düzeyinde yüz seksen ülkeden temsilci
katıldı. “Bu zirveden çıkan en önemli sonuç neydi?” diye baktığımız zaman, 2030
yılına kadar gıda üretiminin en az yüzde 50 artırılması, Roma Zirvesi’nde çıkan
karar. Bunun için de, açlık sorununa çözüm bulmak için de yılda ortalama 15-20
milyar dolar kaynak ayrılması gerekiyor. Şimdi, bu kaynak ayrılmasının yanında
gelişmiş ülkeler pek istekli değil, özellikle bu krizden sonra. Şu günlerde de
dünyayı kavuran bu krizin içinde üç beş bankayı kurtarmak durumunda olan
Amerika ve Avrupa Birliği aç insanları doyurmak için adım atmaktan kaçınıyor, öyle
bir derdi yok. Şimdi, FAO 2008
Dünya Gıda Günü temasını “Gıda güvencesi: İklim Değişikliği ve Biyoenerjinin
Etkileri.” olarak belirlemişti. Şimdi, böyle baktığımız zaman özellikle FAO’nun 55 ürünü kapsayan gıda fiyat endeksine göre gıda
fiyatları 2006’da yüzde 8 artmış, 2007’de yüzde 24, 2008’in ilk üç aylık
döneminde yüzde 53 artmış. Bu, çok yakın tarihler: 2006, 2007, 2008. En yüksek
artış yüzde 97 ile yağlı tohumlarda olmuş. Şimdi, tahıllarda yüzde 87, süt
ürünlerinde yüzde 58 fiyat artışı. Dikkat edin, denizler de kuruyor. Balıkta
da, hayvancılıkta da sıçramalı bir zam, fiyat artışı olayı görüyoruz. On yılda
gıda fiyatlarındaki artışın böyle devam etmesi de bekleniyor, yani bu
uluslararası toplantılardan çıkarılan sonuç. Yaşanan son ekonomik krizle birlikte
gıda ürünlerini satın alma maliyeti en az yüzde 40 ile 50 oranında artacak.
İşte, Türkiye gibi coğrafi zenginlikleri, üç tarafı denizlerle çevrili olması,
doğası dikkate alındığı zaman kendi kendine yetmesi bir yana, bu alanda ortaya
çıkan gıda ve emtia fiyatlarındaki artışı, işte bu krizi fırsata çevirme
siyasetinin stratejisini konuşabilmek ve bunun planlamasını geliştirebilmek
istiyorsak, bir yerden yola çıkacağız: GAP’tan. Başka yolu yok. Adıyamanlılar,
Şanlıurfalılar, Antepliler, Kahramanmaraşlılar değil, bütün Türkiye’nin 81 ili
olarak GAP projesine döneceğiz. Ne yapmışız şu
ana kadar ayırdığımız parayla? Yüzde 47,8 sadece enerjiye yöneltmişiz. Almışız
oradan hidroelektrik santralden enerjiyi beş barajın tamamlanmasıyla, enerjiyi
nereye göndermişiz? Yallah batıya, sanayi orada çünkü. Ne
bırakmışsınız bölgeye? İstimlak parasından başka bir
şey bırakmamışsınız. “Tarım arazilerinin 1 milyon 852 bin hektarını
sulayacağım” demişsiniz, sulamanın 285 bin hektar düzeyinde kaldığını görmüşüz.
Şimdi, Hükûmetin ayırdığı bütçeye bakıyoruz, dört
yıla yayılan bir 16 milyardan bahsediliyor. Gıdım gıdım, perakende, taksitle. En son 1,3 İşsizlik Fonu’nun
parası gitti oraya. İşte, bu krizin içinde bu projenin sulamasına, 1 milyon 850
bin hektara suları akıttığınız zaman su-toprak-güneş ve bereketi planlamaktan
başka bir şeye gerek kalmıyor. İşte, bu tür
ofislerin kurulması durumunda Antakya’dan, Mersin’den Hakkâri’ye kadar, oradan
Edirne’ye kadar her alanda, burada doğacak istihdam, burada üretilecek tarımın,
sanayisinden paketlenmesine, ipliğinden konservesine, bunun muazzam gücünün
Kafkaslarda, Türki cumhuriyetlerde ve devasa pazar
Hindistan ve Çin’e ve Uzak Doğu’ya -ve Uzak Doğu’ya diyorum- ve hemen yanı
başımızda komşu Irak’ı göreceğiz, Orta Doğu’yu göreceğiz, Afrika’yı göreceğiz.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde günde 10 bin insanın şu an göç yollarına
düştüğü bir coğrafyada yaşıyoruz ama dünya medyasında tek kelimeyi, tek kareyi
maalesef göremiyoruz. Açlıktan ölen insanların kareleri gözükmüyor. O zaman ne yapacağız?
Bir tek şansımız var: Tarım politikamızı değiştireceğiz. Şu ana kadar tarımda
Türkiye’nin durumu nedir? Tarım ve hayvancılık 2006’da yüzde 1,3 büyüme
gösterirken 2007’nin tamamında yüzde 7,3 küçülmüş. Buna, bu ülkeye bu kadar
haksızlık yapmak, kendi geleceğimize, çocuklarımıza, yarınımıza resmen
haksızlık yapmak demektir. İşte burada 7,3 küçülmeyi, yalnızca kuraklığın yanı
sıra tarım girdilerindeki fiyat artışlarıyla baş edemeyen tarımdaki çözülme
olarak değil; küçülmede önemli bir etken elbette ki oldu ama 2008 zaten parlak
değil. Her buraya çıkan milletvekili arkadaşım, kuraklık nedeniyle borçların
ertelenmesi gibi konularda konuşmalar yapıyor. Tarımdan çözülen
iş gücü nereye gidecek? Kentlere. Kentlerde ne yapacak? Yedek sanayinin ordusu
olacak, işsizler ordusu. İşsizlik, bu krizden sonraki kapanan
fabrikalar, bacası tütmeyen fabrikalar, düşen inşaat sektörü, bütün bunları
dikkate aldığımız zaman Devlet Planlama Teşkilatının, sivil toplumun,
katılımcılığı, çoğulculuğu, her türlü partisel çıkarlarımızı bir yana
bırakarak, grupsal çıkarlarımızı bir yana bırakarak, siyaset malzemesi dahi
yapmadan, GAP’ı pilot bölge yaparak 1 milyon 600 küsur bin hektarı sulayarak
tarım politikamızı yeni bir beş yıllık, yeni bir on yıllık, belki yirmi yıllık
bir planlamayla, üniversiteleriyle, genç ve dinamik işveren ve
yatırımcılarıyla, çalışanıyla, köylüsüyle, çiftçisiyle birlikte planladığımız
zaman bu krizin gerçekten üstesinden geliriz. Biz dünyayı doyuran bir
ülke durumuna gelebiliriz. Biz kendi ekonomimizi düzeltebiliriz. Kendi
bölgemizdeki bölgesel dengesizliklerimizi çok rahatlıkla giderebiliriz ve bu
projenin aynısını, diliyorum ki çok yakında, aynı bir ofisi Irak’la,
Suriye’yle, Lübnan’la, Ürdün’le, yakın komşu ülkelerimizle birlikte kuralım. Artık yeni paktların
zamanıdır, yeni ekonomi-politika paktlarının, sanayi paktlarının. Bakın,
NATO’nun da miadı doluyor; birçok eski yapıların miadı doluyor, yeni
heyecanlar, yeni cesaretler yeni ufuklar gerektirir. Yoksa bu krizde
elimizdekini avcumuzdakini, cebimizdekini harcayarak,
yine aynı sıkıntılarla boğuşan bir ülke oluruz. Gelin, Türkiye
için, Türkiye'nin geleceği için bu siyasi-ekonomik plan stratejisi üzerinde
Meclis olarak bir çalışma başlatalım; hep beraber. İnanın, bu büyük projeler
bize geleceğimizi kazandırır. Ben burada bunun ışığını hem görüyorum hem çok
çabuk bir zamanda bunun hayata geçebileceğini görüyorum. Danışmanlarımız
Mersin’e gitmişti, yeni geldiler. Sordum “Ne gördünüz?” diye. Halde narenciye
üreticileri danışmanlarımızın her birinin eline bir dal mandalina verdi. “Nedir
bu?” diye sordular, “Ürün dalda kaldı.” dediler. Bunun anlamını bir düşünün.
Ürettiğini daldan alamayan bir üreticiyi… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Bağlıyorum. Ve Keynes’in
ekonomi teorisinin iflas çanları çalarken, bir yandan -bakıyorsunuz- Karl Marks’ın ekonomiyle
ilgili teorileri konuşulurken -büyük balık küçük balığı yutar meşhur söyleşisi
vardır- ama bugün eğer 1800’lerdeki Malthus’un nüfus
teorisi konuşuluyorsa -tarla aynı tarla, ürün aynı ürün, nüfus artıyor ve
hisseleri düşecek, küçülecek- o zaman ne yapmak lazım? Ürünü
artırmak lazım. Ne yapmak lazım? Pastayı büyütmek
lazım. Bunun başka yolu yok. Ben bu
duygularla, bu sözleşmeye tabii ki olumlu oy vereceğiz, destek sunacağız ancak
bu konularda biraz daha Meclisimizin hız almasını diliyorum. Teşekkür
ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kaplan. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay. Buyurunuz Sayın Ertugay. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, de-ğerli
milletvekilleri; 242 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleş-miş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Arasında GTÖ
Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimi arz
et-mek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, şu anda Meclis gündemimize gelmiş olan bu ta-sarı, daha önce,
22 nci Dönemde yüce Meclisin gündemine gelmiş,
16/4/2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuş ve
tasarı, döneminde görüşülemediği için, dönemin sona ermesi nedeniyle hü-kümsüz sayılmış, kadük olmuş,
Bakanlar Kurulunca 2/10/2007 tarihinde ye-nilenerek
yüce Meclisin gündemine tekrar gelmiş ve bugün, komisyonlarda görüşülmüş olan
bu tasarıyı yüce Meclis Genel Kurulunda görüşüyoruz. Değerli
milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü 1945 yılında
yeryüzünde açlık ve yoksulluğun ortadan kaldırılması amacıyla kurulmuştur,
ülkemiz de bu kuruluşa 6 Nisan 1948 tarihinde üye olmuştur. 1982 yılında
Ankara’da Türkiye temsilciliği açılmış, yüz seksen dokuz ülkeye hizmet eden
FAO, tek bir merkezden hizmet etmenin zorluklarından kurtulmak için ve
faaliyetlerinin yerinden yürütülmesi amacıyla alt hizmet ofisleri kurarak
yardımlarını ve çalışmalarını en hızlı ve verimli bir biçimde yapmayı
hedefleyerek buna dair çalışmalar yapmaya başlamıştır. Bu sebeple, günümüzün
ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir yapılanmaya gitmiş, bu kapsamda Orta Asya
ve Afrika’da da alt bölge ofislerinin kurulmasına karar vermiştir. Orta Asya’da
kurulacak alt hizmet ofisinin ülkemizde kurulmasına talip olan Türkiye,
taşıdığı şartlar, konumu ve birikimi dikkate alınarak, aday ülkeler içerisinde
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü tarafından tercih edilen ülke
olmuştur. Orta Asya Alt
Bölge Ofisi (FAO) ile Türkiye arasında imzalanan bu anlaşma uyarınca Ağustos
2006’da Ankara’da Ofis kurulmuş, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün
Orta Asya Alt Bölge Ofisinin 11 Temmuz 2007’de de açılışı yapılmıştır. Alt Bölge
Ofisinin kuruluş amacı, kapsamış olduğu ülkeler olan Türkiye, Azerbaycan,
Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’a FAO’nun
uzmanlık birikimlerinin ve hizmetlerinin yerinden yönetim ilkesi doğrultusunda,
ülkemizin öncülüğünde diğer ülkelere daha kolay ulaştırılmasıdır. Öte yandan,
FAO bu Ofis sayesinde diğer üye ülkelerin gıda güvenliği ve milenyum kalkınma
hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bunun
yanında, rekabet analizi, tarım politikalarının reformu, arazi ve doğal
kaynakların kullanımı konularında teknik danışmanlık üzerinde yoğunlaşarak,
planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçiş sürecini yaşamakta olan alt bölge
ülkelerinde kurumsal kapasitenin oluşturulması, bilgi ve yeteneklerin
geliştirilmesi ve ülkelerin edindiği tecrübelerin karşılıklı paylaşımı
konularında gerekli koordinasyonu sağlayarak, faaliyetlerinin yürütülmesini
sağlama görevini üstlenmiştir. Hedeflenen bu
amaçlara ulaşmak için kurulan bu alt bölge ofislerinde yedi ana uzmanlık alanı
belirlenmiştir. Bunlar, hayvancılık ve hayvan sağlığı, bitkisel üretim ve bitki
koruma, balıkçılık, gıda ve tarım politikası, ormancılık, tarım ve kırsal
kalkınma yatırımları, toprak ve su. Değerli
milletvekilleri, Türkiye olarak biz, ülkemizde kurulan bu Ofis için bina, araç
ve gereç, malzeme, bakım gibi katkıların yanında, yerel program ve projelerin
desteklenmesi için kredi kuruluşlarıyla ortaklık anlaşmaları oluşturma
konularında destek olacağımıza ilişkin Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım
Teşkilatına taahhütlerde bulunmuşuz ve bu taahhütlerin büyük bir kısmını da
yerine getirmişiz. Ayrıca, Orta Asya
Alt Bölge Ofisi aracılığıyla Türk cumhuriyetlerinde yapılacak projeler için
Türkiye'nin ilk beş yılda 10 milyar dolarlık katkı sağlayacağı da ifade
edilmiştir. Değerli
milletvekilleri, konu, tabii teknik bir uluslararası anlaşma. Bu anlaşmayı
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak elbette ki onaylıyoruz. Zaten bu
anlaşma yapılmış, sadece yüce Mecliste bununla ilgili yasanın çıkarılması
gerektiği için yüce Meclisin gündemine gelmiş. Genelde, uluslararası
anlaşmalarda pek rutin bir uygulama olduğu için konuşma yapılmıyor. Ancak bu
vesileyle, müsaade ederseniz konuyla ilgili birkaç hususu ve partimizin,
gerekse şahsımın görüşlerini yüce heyetinize arz etmek istiyorum. Değerli
milletvekilleri, bugün dünyada 1 milyar kişi yetersiz beslenme ve açlıkla karşı
karşıyadır. Bu kişilerin çoğunluğu az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin
kırsal kesiminde yaşamaktadır. Dünyada her 7 kişiden 1’i açlık ve yetersiz
beslenmeden etkilenmektedir. Onun için, açlık ve yetersiz beslenme çağımızın en
acil çözüm gerektiren sorunlarının başında gelmektedir. Açlık ve yoksullukla
mücadele kapsamında FAO çok önemli bir görev üstlenmiştir. FAO, 2005-2015
yılları arasında dünyada var olan açlığı yarıya indirmeyi hedeflemiş
bulunmaktadır. Sağlıklı, dengeli
ve yeterli beslenme için gerekli miktar ve kalitede gıda temini her birey için
en temel insan hakkıdır. Bu hak, nüfusun hızla arttığı, gelir dağılımının
giderek bozulduğu, ciddi eğitim, sağlık ve çevre problemlerinin ortaya çıktığı
bugünün dünyasında daha da büyük önem arz eder hâle gelmiştir. 1 milyara yakın
insanın fiilen aç yaşadığı, 3 milyar insanın dengeli beslenemediği, dolayısıyla
ruhsal ve bedensel olarak sağlıksız bir nüfus yapısının ortaya çıktığı bir
dünyada huzurun, barışın, adaletin ve istikrarın sağlanması zor görünmektedir. Bu bakımdan,
bugün için insanlığın önünde duran en önemli mesele, herkes için adaletli bir
şekilde gıdaya erişim hakkının temin edilerek, toplumun artan ve çeşitlenen
gıda taleplerinin emniyetli ve sürdürülebilir olarak karşılanmasıdır. Bu sorunu
çözememiş ve bunu başaramamış ülkelerin büyüklük, gelişmişlik, kalkınmışlık
iddiasında bulunması, sosyal dokusunu sağlam tutması, birliğini koruması,
istikrarı, kalkınmayı sürdürülebilir kılması düşünülemez. Bu nedenle, yeterli
ve dengeli beslenme konusu direkt olarak ülkelerin kalkınmışlığı ve
gelişmişliğiyle paralellik arz etmektedir. Ülkemize gelince:
Ülkemizde 1 milyon insanımız gıdaya erişim hakkından fiilen yoksundur, açtır.
Her 4 kişiden 1’i yoksulluk sınırının altındadır, yani yetersiz ve dengesiz
beslenmektedir. Bir başka ifadeyle, bu ülkenin en önemli sorunlarından biri
gelir dengesizliğidir, yetersiz beslenmedir ve açlıktır. Türkiye'nin tarımsal
potansiyeline bakıldığında bu durumu “varlık içinde darlık” olarak özetlemek
mümkündür. Değerli
arkadaşlarım, bugün görüştüğümüz yasa ve bununla yapılmak istenen düzenleme
elbette ki destek verdiğimiz bir düzenleme; bunu daha önce de ifade ettim.
Şimdi, bu tip çalışmaların yanında… Özellikle üzerinde durmak istediğim husus
şudur: Bu Hükûmetin esas yapması gerekeni yapmasını
bekliyoruz, Türkiye çiftçisinin yaşadığı sıkıntılara, çaresizliğe köklü
çözümler getirmesini bekliyoruz. Burada Hükûmete
sesleniyorum: Türkiye çiftçisine, Türk tarımına sahip çıkın; çiftçiye
zulmetmeyin; azarlamak, haddini bildirmek yerine şefkatle yaklaşın;
problemlerini çözün; uğradığı haksızlıkları giderecek tedbirleri derhâl alın. Bakın, cumhuriyet
tarihinde ilk defa Toprak Mahsulleri Ofisi geçtiğimiz yıl fiyat açıklamadı. Ben hafta sonunda Konya’da bir tarım konferansına katıldım, şeker
pancarı üreticisi feryat ediyor, buğday üreticisi büyük bir sıkıntı ve
çaresizlik içerisinde, Hükûmet zaman zaman GAP’ın ismini telaffuz ediyor, GAP’la ilgili bir
şeyler yaptığını ifade ediyor, ortaya koyuyor ama ülkemiz için çok büyük önem
arz eden bölgesel kalkınma planlarına, bölgesel kalkınma programlarına, özel
projelere, DAP gibi, KAP gibi, KOP gibi özel projelere hiçbir önem verdiğini ve
önem verdiğini gösteren bir uygulama içerisinde bulunduğunu, bu konuda bütçede
ciddi çalışmaların yapıldığını bugüne kadar maalesef görmediğimizi üzülerek
ifade etmek istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, bugün -biraz önce Değerli Meslektaşım da ifade etti- Türkiye'de
temel ürünlerde çok büyük bir sıkıntı yaşanmaktadır. Buğday, pancar, ayçiçeği,
pamuk başta olmak üzere et ve süt üreticilerinin ürettiği hayati olan
ürünlerimiz, insanımızın eksik beslenmesinde en önemli etken olan protein
yetersizliği konusunda çok büyük önem arz eden et ve süt üretimi Türkiye'de
büyük bir sıkıntıyla karşı karşıyadır. Hükûmet üç
yıldan beri buraya bir bütçe getiriyor. Bütçede bu rakamları mukayeseli olarak
tekrar tekrar yine huzurlarınıza getireceğiz ancak
Türkiye, tarım politikasında çok ciddi, çok önemli bir hata yapıyor ve tarım
politikalarına verdiği önemi bütçe rakamlarıyla gösteriyor. Bakın,
Tarım Kanunu’nda “Türkiye’de tarıma verilen destekler yüzde 1’den az
olamayacaktır.” diye açık bir hüküm var; yine Tarım Strateji Belgesi’nde bu
yüzde 1’den az olunamayacağı hususu, desteklerin bunun üzerinde tutulması
gerektiği açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, üç yıldır bu yüce Meclisin
huzuruna getirilen bütçede tarım destekleri yüzde 1’in altındadır ve giderek de
azalmaktadır. Bu bakış açısıyla, bu politikalarla -temel ürünlerimiz
başta olmak üzere- bu zengin coğrafyada, bu önemli tarım potansiyeline sahip
olan ülkemizde, inanın, bu anlaşmaları uygulayacak, bu ofislerin işe yaramasını
sağlayacak, toprağında ekimini yapan, üretimini yapan ne çiftçi bulabiliriz ne
de o toprakları bekleyecek insan bulabiliriz. Bu bakımdan, Hükûmetin, öncelikli tercihleri arasına sosyal ve ekonomik
olarak tarım kesiminin meselelerini öncelikleri arasına mutlak surette alması
çok büyük önem arz etmektedir. Burada iktidar ve muhalefet
milletvekilleri içerisinde, kendi seçim bölgelerine gittikleri zaman
arkadaşlarımız, hangi üretici olursa olsun, ister et üreticisi, ister süt,
ister meyve-sebze, herhangi bir üretici kesiminden “Biz bu yıl geçen yıldan
daha iyi durumdayız.” diye bir ifadeyle muhatap oluyorlarsa, lütfen, gelip bu
yüce Mecliste, huzurunuzda ifade etsinler ama inanın her geçen gün çiftçi çok
büyük bir darboğaza itilmektedir ve Türk tarımı bu şartlarda yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya gelmektedir. Şimdi, bakın,
Kurban Bayramı yaklaşıyor. Bir rakam -birçok vesileyle bu rakamları huzurlarınızda
defalarca ifade ettik, gecenin bu saatinde yine rakama boğmak istemiyorum ama-
sadece hayvancılıkla ilgili bir rakam vermek istiyorum: 2002’de Şimdi, bu Kurban
Bayramı’nda besici satamadığı, pazarlamakta zorluk çektiği hayvanını kamyonlara
yükleyecek, Erzurum’dan İstanbul’a, büyük kentlere, İzmir’e, başka kentlere
“Kurbanımı satabilip, acaba evime, çoluğuma çocuğuma
bir miktar geçim kaynağı sağlayabilir miyim?” diye büyük bir ümitle yola
düşecek, buralara getirecek ve büyük ihtimalle de geçen yıl olduğu gibi -biz
bunları çünkü çok acı bir şekilde yaşadık- yarısını satmış, yarısını satamamış
olarak büyük bir sıkıntı içerisinde geri dönecek ve o büyük şehrin varoşlarında
çektiği sıkıntı da cabası. Böyle bir politika anlayışıyla, böyle bir düşünceyle, böyle bir
yaklaşımla Türkiye tarımının hiçbir meselesi çözülmez. Elbette ki ülkemizin
yapısal, çok ciddi, önemli sorunları var, çok temel problemlerimiz var,
yıllardan beri süregelen problemlerimiz var. Ancak, biz bugünkü Hükûmetten bu yapısal sorunları çözmesini artık
beklemiyoruz. Biz bu bugünkü Hükûmetten çiftçinin,
köylünün, üreticinin dünya ölçeğinde karşı karşıya kaldığı bu haksız durumdan,
yüksek fiyat, yüksek girdi maliyeti, düşük fiyat girdabından bir an evvel
kurtarılması ve nefes aldırılmasının sağlanmasını rica ediyoruz. Bu çok
önemlidir, bakın, arkadaşlarımız yine ifade ettiler, bu yüce Mecliste defalarca
ifade edildi. Bir özelleştirme furyasıdır gidiyor. Bugün yine gündeme geldi ve
bizim grubumuz bu konuda şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin
geciktirilmesi için 37’nci maddeye göre bir kanun teklifinde bulundu, ama yüce
Meclisin teveccühüne mazhar olamadı, iktidar partisinin oylarıyla reddedildi.
Söylenilmek istenen, yapılmak istenen şudur: Biz özelleştirmeye karşı değiliz,
ama tarımsal ürünlerin değerlendirilmesinde, çiftçinin birinci sınıf hayat
standartlarına kavuşturulmasında tarıma dayalı sanayiler çok büyük önem arz
etmektedir. Tarıma dayalı bu sanayiler, cumhuriyetten beri bu ülkenin en önemli
kazanımlarıdır. Bunların birçoğu zaten gitti. Eğer son kalan bu tesisleri de,
bu kurumları da elden çıkarırsanız çiftçi adına, üretim adına, üretici adına,
ham maddeyi değerlendirme adına bütün emniyet supaplarını kapatmış olursunuz.
Çünkü tarımın itici gücü, tarıma dayalı sanayidir değerli arkadaşlarım. Bugün
şeker fabrikaları özelleştiği zaman, 20 milyon tonlardan bugün 9-9,5 milyonlara
düşmüş olan şeker pancarı üretimi inanın ciddi manada düşecek, daha da
azalacak. Zaten bugün şeker pancarı üreticisi çok büyük bir sıkıntıyla karşı
karşıyadır, artık ekmemeye, biçmemeye başlamıştır, çünkü kota artık bir şey
ifade etmemektedir. Verilen fiyatlar ağır girdi maliyetleriyle mukayese
edildiği zaman çiftçiyi artık ekemez durumda bırakmıştır. Yine bu yüce Meclisin
çatısı altında ben de, bu işle ilgili uzman arkadaşlarımız da defalarca ifade
ettik: Türk çiftçisi, bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri içerisinde, Avrupa
Birliği içerisinde en pahalı girdiyi, en pahalı mazotu, en pahalı gübreyi
kullanan çiftçidir. Bu şartlarda, bu çiftçinin yılda 5 milyar euro destek alan bir Yunan çiftçisiyle, yılda 20 milyar
dolar civarında destek alan Avrupa Birliği çiftçileriyle rekabet etmesi nasıl
düşünülebilir? Bakın, bu yüce
kürsüde defalarca ifade ettik, bu yılın ilk aylarında bir küresel kriz yaşandı,
bir gıda darlığı yaşandı ve gelişmiş ülkeler bunun derhâl farkına vararak,
bugüne kadar birçok problemlerini halletmiş olmalarına rağmen, tarıma aşırı
destek yağdırmaya başladılar. Biz, bırakın aşırı destek yağdırmayı, hak
ettiğini bile çiftçiye vermekte âcizlik gösteriyoruz
ve elimiz titriyor. Bu şekilde aşırı
liberal küreselci politikaların Türk tarımını, Türk çiftçisini götüreceği yer
kesinlikle bir tasfiye sürecidir. Bu bakımdan, bu konuda ciddi tedbirlerin
alınması ve bu politikaların derhâl gözden geçirilmesi ve yeni bir plan-program
ortaya konulması gerekmektedir ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin de
mutlak surette geriye bırakılması ve bu özelleştirme furyasının durdurulması
gereklidir. Bakın, bu konuda, şeker fabrikalarıyla ilgili olarak zarar ettiği
gerekçe gösterilmektedir. En az verimli çalıştığı iddia edilen fabrikalardan
biri Erzurum Şeker Fabrikasıdır. Onun da geçtiğimiz yıl yıllık kârı 14 trilyon
civarındadır. Yani bu fabrikaların devlete bir yükü de bulunmamaktadır, çünkü
şeker sanayisi Türkiye'de oturmuştur ve ciddi manada, bu konuda önemli mesafe
alınmıştır. Değerli
arkadaşlarım, konuşacak çok şeyimiz var. Birkaç hususu son olarak toparlayıp
dikkatlerinize sunmak, çözüm olarak ifade etmek istiyorum: Biz Milliyetçi
Hareket Partisi olarak bu ülkenin her meselesinde olduğu gibi bu meseleye de
insan temelli millî bir tarım politikasının uygulamaya konulmasıyla başlanması
gerektiğine inanıyoruz ve bunu böyle ifade ediyoruz. Vatandaşımızın yeterli
miktar, kalite ve güvenilirlikte gıda temininin devletin sorumluluğunda
olduğuna inanıyoruz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. ZEKİ ERTUGAY
(Devamla) – Teşekkür ederim. Sorunun, bu
problemlerin yasal ve anayasal güvence altında çözümünün muhakkak
gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Uzun dönemde,
dünyada oluşacak yeni şartlardan ve uygulanmakta olan IMF politikalarından Türk
çiftçisinin, Türk ekonomisinin zarar görmemesi ve hatta durumu kendi lehlerine
çevirebilmesi için, şu anda sahip olduğumuz potansiyeli değerlendirebilecek
yepyeni, insan temelli millî bir tarım politikasına ihtiyacımız olduğunu ifade
ediyoruz ve Hükûmetin bu konuda daha büyük bir dikkat
göstermesini rica ediyoruz. Bu politikaları,
insan merkezli, millî, Türkiye’nin kendi öz kaynaklarını, kendi insan
materyaliyle, insan potansiyeliyle birlikte değerlendirebilecek yeni bir bakış
açısını ortaya koymasını bekliyoruz. Bu yasanın çıkması
gerektiğini, destek verdiğimizi ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ertugay. Şahısları adına
söz yok. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, ben konuşacağım. BAŞKAN – Efendim? KAMER GENÇ (Tunceli)
– Ben söz istiyorum. BAŞKAN – Şahsınız
adına mı konuşmak istiyorsunuz? KAMER GENÇ
(Tunceli) – Evet. BAŞKAN –
Buyurunuz Sayın Genç. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 242 sıra sayılı, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü arasında
yapılan anlaşmayla ilgili olarak şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Aslında, sayın
milletvekilleri, uluslararası anlaşmalar çok önemli anlaşmalardır. Bunların
bizim hukuk yapımız içindeki değeri Anayasa’da belirtilmiştir. Bunların iptali
için Anayasa Mahkemesine dava açamıyorsunuz. Bunların hazırlanması safhasında
çok enine boyuna tartışılması gereken ve ülke menfaatinin en iyi şekilde
korunması gereken anlaşmalardır ama geçmişte de gördük, maalesef, özellikle
bürokraside, çok sağlıklı, çok kaliteli, çok bilgili kişiler zaman zaman bu anlaşmaların müzakeresine katılmadığı zaman
ülkemizin yararlarının çok sağlıklı olarak gözetildiğini iddia edemeyiz. Mesela
şimdi bir Kıbrıs meselesi var. İşte, Kıbrıs meselesinde ne oluyor, ne bitiyor
bu Meclisimizin haberi yok ve maalesef bugünkü Kıbrıs politikası… Bu Hükûmet özellikle Batılılarla sanki anlaşmış gibi. Meclisin
de bilgisi olmadan, daha doğrusu Meclise bilgi verilmeden bu konu götürülüyor
ama kulağımıza gelen maalesef bu politikanın çok kötü yürütüldüğü, Kıbrıs’ın
geleceğinin çok kötü sonuçlara gidebileceği, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
menfaatinin gözetilmediği biçiminde çok ciddi söylentiler var. Dileriz ki böyle
olmasın çünkü burada birtakım insanlar gidip de -işte, baş başa- devletin kamu
görevlilerini dahi, hariciye mensuplarını dahi yanında ikili görüşmelerle
getirmediklerine göre burada söylentilerin doğru olduğu konusunda bizde de
önemli birtakım kanaatler beliriyor. Değerli
milletvekilleri, tarım bir ülkenin can damarıdır. Bakın, şurada bir Atatürk
Orman Çiftliği vardı ve o Atatürk Orman Çiftliğinde Türkiye'nin en kaliteli
sütü üretiliyordu. Ne oldu, o süt fabrikası niye kapatıldı? Niye kapatıldı?
Çünkü AKP Hükûmetinin takip ettiği politika
nedeniyle. Yani Atatürk Orman Çiftliğini -rant
peşinde- elde etmek için oradaki bütün tesisleri yok etmeye çalıştılar. En
başta işte o süt üretimi ve süt fabrikalarını yok ettiler. Atatürk Orman
Çiftliğindeki o peynirler, o sütler maalesef ortadan kaldırıldı. Niye? Bunun
arkasında ranttan kimin yararlandığını da biliyoruz. Türkiye'nin en
önemli kaynağı tarımdır. Kim ne derse desin. Yani topraklarımız zengin, dünyada
en güzel tarımın yapılabileceği bir ülkede yaşıyoruz ama maalesef -ne edildi-
tohum üretim çiftlikleri, tohum üretimi bizde ortadan kaldırıldı, hayvan
ıslahevleri veyahut da hayvan ıslahına ilişkin genel müdürlükler kaldırıldı.
Yani, IMF’nin, Batı’nın bu memlekette istediği bir şey var. Yani, zaten akıllı
olmazsanız, birileri sizi köle gibi kullanır. Ama önemli olan, aklınızı,
mantığınızı kullanırsanız, bu köleliğe elverecek bir ortam yaratılmasına engel
olursunuz. Şimdi, geliyor diyor ki: “Memleketinde üretmeyeceksin. Geleceksin,
üretim yapmayacaksın, üretim tesislerini kapatacaksın.” İşte görüyoruz,
geçenlerde de ben burada dile getirdim. Geçenlerde Ege tarafında bir yere
gittim, adam diyor ki: “Ben geçen sene 30 dönüm karpuz ektim, her karpuzun bir
tanesi 30 kilodan yukarıdaydı ama bir tek karpuz satmadım. Domates tarlada
kaldı.” Şimdi bu Tarım Bakanına sormak istiyorum: Burada çıkıyor, böyle çok
cafcaflı laflar, çok şeyler söylüyor. Ama bu tarımın kalitesini geliştirmek
için, tohumun kalitesini geliştirmek için, hayvan üretiminin kalitesini
geliştirmek için ne yaptınız? Ben bir şey göremedim. Yani, Türkiye’de,
benim bölgemde, Tunceli’de çok büyük miktarda koyun besleniyor. O koyunu
besleyen insanların ne kadar sıkıntı içinde olduğunu görüyoruz. Yayla ve
meraların ıslahı konusunda hiçbir şey yapmıyorsunuz. O hayvan sahipleri, sürü
sahiplerinden alınan, maalesef alınan o paralarla, mera paralarıyla birtakım
kişiler lüks cipler alıp sefa sürüyorlar. Ama o insanlar gidiyorlar, üç
yaşındaki, beş yaşındaki çocuğuyla veya bebeğiyle karlar arasında yaşıyorlar ve
böyle zalimane bir hayat şartlarıyla mücadele ediyorlar. İşte, Türkiye'nin
birçok gerçekleri var. İşte, GAP’a
ayırdığınız parayı bütçe açığında kullandınız. Yani, böyle bir Hükûmet, tarımını yok etmeye çalışan bir Hükûmet tarımı ıslah etmek için hiçbir faaliyet içinde
olmayınca… Bu anlaşmaların da Türkiye’ye ne getirip ne götürdüğünü… Hakikaten
bu düşüncelerle yönetimde bulunan bir Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin
bize çok güven telkin etmeyeceğini de özellikle belirtmek istiyorum. Şimdi, tabii, Hükûmetin başı olan kişi geçen gün grup toplantısında
“Efendim, bana devletçi diyorlar.” Ya, sana ne devletçi… Bu devleti, Türkiye
Cumhuriyeti devletini güçlendirmek için sen bir şey yaptın mı? Bilakis,
devletin elindeki bütün malı mülkü yok pahasına ya yandaşlarına ya yabancılara
özelleştirdin. Şimdi, artık,
dünyada… Bakın, Türkiye Cumhuriyeti devleti 1930’larda dünyada var olan o büyük
bunalımı KİT’ler yoluyla aştı. Yani, devlet, KİT’ler kurdu, orada istihdam
sahaları geliştirdi, orada fabrikalar kurdu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti o
yokluktan, o kurduğu kamu iktisadi teşebbüsleri kanalıyla bu ülkede büyük
sıkıntılar aşıldı ve modern bir Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Ama ne oldu?
Birileri geldi, o güzelim KİT’leri yok pahasına sattı. İşte Kütahya Şeker
Fabrikasını sizin milletvekiliniz bir senelik kâr pahasına aldı. Ama, bugün İstanbul Levent’te Gelin, herkes
aklını başına toplasın, bu memleketin geleceğinin üzerinde çok ciddi tedbirler
alalım. Mesela, bu özelleştirilen KİT’leri tekrar alalım. Bugünkü borsa
fiyatları üzerinden alalım. Telekom'u tekrar geriye alalım, niye almayalım ki,
bir engel yok ki. Çünkü, adam, aldı Telekom'u… Şu cep
telefonları… Şimdi, cep
telefonlarına, her gün, her vatandaş, en azından o cep telefonunun fiyatının
yarısı kadar vergi veriyor. Bu vergiler hazineye gidiyor mu gitmiyor mu? Bunlar
geliyor mu gelmiyor mu? Yine, bakın, Telekom’da 100 bin tane işçi
çalıştırabiliriz. Arkadaşlar, cep telefonlarında 100 bin tane işçi istihdam
edebiliriz. Yine, bunun gibi, şeker fabrikalarını geriye alalım, oradaki o
tarım arazilerini işletelim. Yani, Türkiye'nin geleceği
üretime bağlı. Yine buna bağlı olarak o kapattığımız Sümerbanklardaki o
arazileri yine geri alalım. Bakın, bunlar belki sizden birilerine -tabii,
yandaşlarınıza- büyük bir rant sağlamış ama bunlar
Türkiye Cumhuriyeti devletinin can damarlarıdır. Bu can damarlarını kestiğiniz
zaman yarına sizin de damarlarınız kesilir. Onun için, bunu, gelin aklımızı
başımıza alalım, burada her şeyi gerçek yönüyle konuşalım. Evet, sizin
yandaşlarınız çok büyük kazanç vurdular. Şimdi, geçen gün
de bir vergi affını getirdiniz. Vergi affını getirerek dediniz ki, işte,
kaynakları, adam zulada ne kadar para biriktirmişse
getirip güya size güvenecek beyanname verecek. İşte, yüzde 5, yüzde 2 ile
devletin katrilyonlarından vazgeçtiniz. Böyle bir anlayışla, böyle bir yapıyla,
böyle bir düşünceyle bu memleket yönetilemez, bu memleketin yönetimi de size
bırakılamaz. Yani devri iktidarınızda çok büyük vergi kaçakçılıkları yapıldı,
havadan çok para kazanıldı. Ondan sonra hem havadan para kazanacaksınız, alın
teri dökmeden para kazanacaksınız, bir de ondan sonra getireceksiniz bunun
vergisini de affedeceksiniz, vergi almadan affedeceksiniz. Arkadaşlar,
bunların hepsini göreceğiz. Onun için, gerçekten devrinizde… Ya, ben anlamıyorum… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Genç. KAMER GENÇ
(Devamla) - …340 milletvekilisiniz, ne olur bir gün şu grubunuzu bir kapalı
oturumda bir… İşte, genel başkanlar konuştuktan sonra grubunuzda bir kapalı
oturumda bir tenkit edin, “Yahu, bu memleket nereye gidiyor, ekonomisi nereye
gidiyor, bu iç ve dış borçlar nasıl böyle büyüdü, bu paralar nereye gitti?” 300
milyar dolar sizin zamanınızda para alındı, iç ve dış borç arttı. Bu paralarla
hangi tesis yapıldı, hangi üretim yapıldı, hangi fabrika yapıldı?” Yani bilmem
birkaç kilometre yol yapmakla bu memleketin meselesi hallolmadı ki! Yani
bunları enine boyuna tartışın. Bunların hesabını sormanız lazım. Ha, diyorsunuz
ki 340 milletvekilimiz var, kimse bize hesap sormuyor. Arkadaşlar, güç
kimsede kalmaz. Bakın, siz IMF’ye eğer boyun eğerseniz Türkiye’yi felakete
götürmüş olursunuz. İster bilirsiniz ister bilmezsiniz, bu IMF’yle anlaşmaya
gitmeyin. IMF’yle anlaşmaya gittiğiniz zaman Türkiye'nin sonunu felakete
götürürsünüz, bunun da altında hepiniz kalırsınız. Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Genç. Soru-cevap
işlemine geçiyoruz. Sistemde bir tek
Sayın Öğüt’ün soru soracağı görünüyor. Sayın Öğüt… Yok
galiba. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Bir açıklama yapmak istiyorum
Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın
Mehdi Eker Hükûmet adına açıklama yapacaktır. Buyurunuz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yüce Meclisin
değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Görüşmekte
olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım
Örgütü Arasında Anlaşmanın Onaylanmasına Dair Kanun Tasarısı Türkiye açısından
çok önemli. Bu aslında Türkiye'nin geldiği noktayı gösteriyor. Ne demek bu?
Türkiye altmış senedir Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatının üyesi ve
elli dokuz yıl boyunca Türkiye bu teşkilattan yardım alan bir ülke
durumundaydı; hem teknik yardım, teknik projeler ve bilgi vesaire konularında,
birçok projede Türkiye, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatından yardım
alıyordu, destek alıyordu. Bizim sağladığımız imkânla, yaptığımız anlaşmayla
Ankara’da Orta Asya Alt Bölge Ofisini kurmakla Türkiye bu alanda pozisyon
değiştirdi. Yani artık Türkiye yardım alan bir ülke değil, yardım eden bir ülke
durumuna geldi. Ne demek? Türkiye, belirtilen altı ülkede -ki bunlar Orta
Asya’daki Türk ülkeleri, Azerbaycan dâhil- bu cumhuriyetlerde tarımsal projelere,
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin belirleyeceği,
şartlarını belirleyeceği, kabul edeceği, onaylayacağı projelere beş yıl süreyle
10 milyar dolarlık yardım yapıyor. Tabii bunların, ülkelerin hepsinin Rusça
konuşan ülkeler olması hasebiyle de Türkiye, aynı zamanda bu bölgede diğer
ilişkilerini de bu vesileyle geliştirme imkânına sahip olmuş olacak. Şimdi, değerli
milletvekilleri, aynı zamanda, bu ülkelerin başkentlerinde bulunan TİKA
ofisleri Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatının temas noktaları da
olacak. Yani bu vesileyle Türkiye, hem tarım alanında hem diğer birçok alanda
bu ülkelerde etkinliğini artırmış olacak ki son derecede önemli ve bu, bizim Hükûmetimiz döneminde FAO’yla
yapılan bir anlaşmayla sağlanan imkânla, sağlanan katkıyla bu Ofisin temin
edilip Ankara’da açılmasıyla birlikte Türkiye bu imkâna kavuşmuş oldu. Dediğim
gibi, en önemlisi, Türkiye artık yardım alan bir ülke değil yardım eden bir
ülke konumunda. Bundan sonra
tabii sadece bu altı ülke ile sınırlı olmayacak buralardaki faaliyetler. Alt
Bölge Ofisi, bu Anlaşma’nın onaylanmasıyla birlikte aynı zamanda bu bölgedeki,
diyelim Orta Doğu’daki veya yakın havzadaki diğer ülkelere de bu şekilde yardım
etme imkânına kavuşmuş olacak. Değerli
milletvekilleri, tabii, tarımla ilgili konular ne zaman gündeme gelse değerli
milletvekillerimiz çıkıp tarım konusunda, hakikaten, çok uç diyeceğim
değerlendirmeler yapıyorlar. Bunlar çoğunlukla haksız değerlendirmeler ve subjektif değerlendirmeler. Yani Türkiye’deki tarımsal
küçülmeyi, sanki Türkiye’de kuraklık yaşanmamış gibi, otuz yıllık, belki daha
fazla bir dönemdeki en şiddetli kuraklık yaşanmamış gibi, bundan dolayı ürün
kaybına uğranmamış gibi, sadece, bunu, kalkıp -sanki- “tarım politikaları
yanlıştı o nedenle Türkiye’de tarım küçüldü” buna getirip bağlamak son derecede
yanlıştır. Bakın, Türkiye,
2006 yılında 20 milyon ton buğday üretti, 2007 yılında 17,2 milyon ton, 2008
yılında da 17,8 milyon ton buğday üretti. Şimdi, sadece buğdayda bu yaklaşık 3
milyon ton, arpada 2,5 milyon ton… Bunlar, Türkiye’deki tarımsal küçülmenin
temel nedeni olarak dikkate alınması gereken faktörler, önce bunu dikkate
alalım. Şimdi, değerli
arkadaşlar, hükûmet politikası şu şekilde tarımı
belirler, destekler: Eğer, biz, devraldığımız noktaya göre tarıma verilen desteği
azaltsaydık dediğiniz doğruydu veya Türkiye’deki tarımsal verimliliği, tarım
ürünlerinin verimliliğini, tarım sektörünün verimliliğini geriye doğru
götürseydik dediğiniz doğru olurdu. Ama bunlar doğru değil çünkü Türkiye’de
tarım sektörü verimliliği arttı. Türkiye 2002 yılında 22 milyar dolarlık
tarımsal üretim hasılasına sahip iken, bugün, bütün
kuraklığın olumsuz etkilerine rağmen, Türkiye'nin tarımsal üretim değeri 49-50
milyar dolar seviyesine çıktı. Şimdi, bu kadar ekonomik kriz oldu, dünyada gıda
krizi oldu, otuz dört tane ülkede gıda kriziyle ilgili bir sürü sıkıntı
yaşandı, Türkiye’de, hamdolsun, bu sıkıntılar yaşanmadığı gibi, aynı dönemde
Türkiye yaklaşık 9-10 milyar dolarlık da ihracat yaptı, tarım ürünleri ihracatı
yaptı. Bunları da görmemiz lazım. HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Çiftçi sizin gibi düşünmüyor Sayın Bakanım. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şimdi… Çiftçi çok iyi,
çiftçi iyi ve iyiye gidiyor. Şimdi, bakın,
Türkiye’de… HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Çiftçiye gidip soralım o zaman. İyiye giden sizsiniz. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - …Türkiye’de 2002 yılında buğday
üreticisinin maliyetinin yüzde 27’si desteklenirken 2007 yılında yüzde 32’si
desteklendi. Mesela, mısırın yüzde 13’ü desteklenirken 2006’da yüzde 35’e kadar
çıktı desteği, çeltiğin yüzde 5’i desteklenirken yüzde 17’ye çıktı. Bu arada
çeltik üretimi de, mısır üretimi de tarihî rekorlar kırdı. Şimdi,
bütün bunların aslında örneklerini çoğaltmak mümkün. Ne zaman tarımdan
bahsedilirse değerli muhalefet milletvekillerimiz çıkar, burada işte “Tarım
öldü, bitti.” derler, biz de çıkarız, bunlara aslında bunun böyle olmadığını
anlatırız. Şimdi, ben bugün
bunlara uzun boylu girecek değilim, zamanınızı da bunlarla alacak değilim ama
şunu söylemem gerekiyor. Sayın Genç’in söylediği birtakım bilgiler var, burada
onlara cevap vermemiz gerekiyor. Sayın Genç “AOÇ’de dünyanın en güzel sütleri
üretilirdi, en iyi sütleri üretilirdi. AOÇ süt fabrikasını kapattınız.” dedi.
Bu doğru değil Sayın Genç. Biz AOÇ’nin süt fabrikasını kapatmadık. Aksine, 1
milyon dolarlık bir yatırımla orası rehabilite
edildi, yenilendi, ürün çeşitleri arttı ve şu anda da AOÇ’nin ürünleri de
piyasada en çok istenen, arzu edilen ürünler arasında. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Şimdi, dedi ki
yine, “Hayvan ıslah müesseselerini kapattınız.” Değerli milletvekilleri, biz
hayvan ıslah müesseselerini kapatmadık. Aksine, bunları geliştirdik. Nasıl
geliştirdik? Hemen arz edeyim: 83 milyon YTL Türkiye’de 2002’de, devraldığımız
dönemde hayvancılık desteği vardı. Geçen sene bizim hayvancılıkla ilgili
verdiğimiz destek 1,3 milyar YTL. Peki bununla ne
yapıldı? Şu yapıldı: Türkiye’nin süt üretimi 8,4 milyon tondan 12,3 milyon tona
çıktı. Hayvanlarda uygulanan suni tohumlama 624 binden 2 milyon 750 bine çıktı.
Meradan
bahsedildi. Denildi ki: “Mera ıslahı hiç yapılmadı.” denildi. 68 bin dekarda
mera ıslahı yapılmıştı biz hükûmeti devraldığımızda.
Bizim dönemimizde 540 bin dekara çıktı bir yılda yapılan mera ıslah çalışması.
Koyunlarla ilgili, diğer hayvanlarla ilgili… “Tohum faaliyetleri durduruldu.”
dendi. Kesinlikle bu doğru değil. Aksine, Türkiye’de örneğin sertifikalı
tohumluk kullanımını da, üretimini de ilk defa destekleme kapsamına alan bizim Hükûmetimiz ve 2002 yılında Türkiye’de 75 bin ton
sertifikalı buğday tohumluğu kullanılırken bugün 300 bin ton kullanılıyor. Sadece buğdayla ilgili değil, diğer bütün ürünlerle ilgili olarak
da bu konuda ilerleme sağlandı çünkü hem tohumculuğun sektör kanunu çıkarıldı
hem tohumculukla ilgili bitki ıslahçı hakları kanunu çıkarıldı, tohumculuk
patent kanunu ve hem hibrit sebze tohumculuğunda çok
önemli mesafeler katedildi bizim uyguladığımız
projeyle hem de diğer hububat tohumluklarında bu faaliyetler yapıldı. Dolayısıyla
değerli arkadaşlar, tarımla ilgili olarak yapılan değerlendirmeler, yüce
milletin de zaten takip ettiği gibi, onların da takdir ettiği gibi, aslında
tarım sektörü geriye değil ileriye gidiyor, verimliliği azalmıyor, verimliliği
artıyor. Dünyanın bütün ülkelerinde, dünyanın gelişmiş bütün ülkelerinde tarım
nüfusu azdır, azalır. Amerika Birleşik Devletleri’nde çalışan 100 kişinin 2
tanesi tarımda çalışır, Avrupa Birliğinin 27 ülkesinin toplamında yüzde 4’tür
yani 100 çalışanın 4 tanesi tarımdadır. Önemli olan verimli çalışmaktır, önemli
olan kaliteli, yüksek standartta üretim gerçekleştirmektir, bunu sağlamaktır.
Yoksa tarım nüfusunuzun çok olması çok kalkınmış olduğunuzun, çok gelişmiş
olduğunuzun göstergesi değildir. Şimdi,
desteklemelerle ilgili olarak da 1,8 milyar YTL’den devraldık 2002 yılında,
bugün 5,5 milyar. Bu yıl kuraklık desteğiyle birlikte yıl
sonu itibarıyla 5,9 milyar liraya baliğ oluyor ve bizi şununla suçlayan arkadaşlarımız, yani “Efendim, siz tarıma
desteği millî gelirin işte yüzde 1’inin altına düşürdünüz.” diyen kardeşlerimiz
şunun hesabını yapmıyorlar veya yapmak istemiyorlar: Bakın, OECD teşkilatının
değerlendirmesine göre Türkiye’nin -ki o rakamlar geçerlidir uluslararası
kuruluşlar nezdinde, uluslararası değerlendirmelerde o rakam esas alınır- tarıma verdiği destek millî gelirinin yüzde
2,8’idir. Biz, tarıma yapılan sulama yatırımını niye tarım desteği saymıyoruz?
Tarıma çiftçiler için ödenen zirai kredi faiz sübvansiyonlarını niye tarım
desteği olarak saymıyoruz? Tarımda Türkiye’deki üretici zarar görmesin diye yaptığımız
yüksek gümrük uygulamaları ve bu vesileyle sağlanan artış, gelir artışı niye
tarımsal destek olarak sayılmıyor, bana söyleyin. Şimdi, bunlar da tarım
desteğidir ve bunu hesapladığımız zaman
-OECD’nin rakamlarını söylüyorum ben- Türkiye’nin tarımsal desteği yılda
5,5 milyar değil 18 milyar YTL’dir. Bunu da hesaba katalım. Bizim gönlümüz Türk
çiftçisinin daha çok kazanmasıdır, gelirinin daha çok artmasıdır, daha yüksek
bir rekabet düzeyine sahip olmasıdır. Biz bunun için çalışıyoruz. Bunun için çalışıyoruz ki özellikle üreticilerin ürünlerini
değerlendirmeleri konusunda gerek soğuk muhafaza gerek ambalajlama, işleme,
paketleme tesisleri gerek soğuk nakliye gibi gerek verimliliği artırmada çok
büyük bir faktör olan damla sulama gibi altyapı yatırımları da ilk defa bizim
dönemimizde destek kapsamına alındı ve geçen iki yıl içerisinde milyonlarca
dekar alanda damla sulama tesisi kuruldu, yeni meyve bahçeleri tesis edildi. Bir hususu daha
size ifade etmem gerekiyor: Bizim desteklediğimiz sertifikalı fidan
uygulamaları ve bunlarla meyve bahçesi tesisinde değerli milletvekilleri, 200
milyon fidan kullanıldı. Sadece bunun 40 milyonu zeytin fidanıdır ve
Türkiye’nin zeytin ağacı varlığı 99 milyondan 140 milyon ağaca çıktı bizim Hükûmetimiz döneminde, bizim sağladığımız desteklerle. AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Bakanım, hiçbiri yerinde yok şimdi. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Biz sadece bugünü değil, bundan
yirmi sene sonrasını da, otuz sene sonrasını da düşünüyoruz, uygulamalarımızı,
politikalarımızı buna göre alıyoruz. Şimdi, dünyada
elbette ki işte gübre fiyatı arttı, azaldı. Son iki ayda azalıyor. Dileriz,
temenni ederiz ki bu daha çok azalsın. Yine, petrol fiyatları iniyor, çıkıyor
ve burada biz isteriz ki elbette, Türk çiftçisi daha ucuz bir fiyata girdi
sağlasın, daha ucuz bir fiyata üretim yapsın. Bunu biz de istiyoruz elbette ama
ithal ettiğimiz ürünlerle ilgili olarak tabii ki zaman zaman
hakikaten bizi de üzen uygulamalar ortaya çıkıyor. Bu, genellikle dünya konjonktüründen, dünyadaki gelişmelerden kaynaklanıyor. Buna
yapabileceğimiz şey bunu artırmaktır. Bu nedenle de 2009 yılında bizim Türk
çiftçisine vereceğimiz mazot ve gübre desteği 1,3 milyar YTL olacaktır; o
şekilde biz planladık. Dileğimiz, temennimiz, bu sene, şu anda olduğu gibi
yağışların, hava şartlarının devam etmesi, yani bir kuraklık problemiyle karşı
karşıya kalmamamız ve karşı karşıya eğer kalmazsak da inşallah, tekrar, işte
2007 öncesindeki durum gibi birçok üründe ileri noktaya çıkabiliriz. Şimdi, arkadaşlarımız
bir noktayı… İşte “Efendim, buğdayı, pamuğu söyleyin, esas ürün bunlardır.”
diyor. Doğrudur. Biz buğdayla ilgili olarak da, pamukla ilgili olarak da zaten
rakamları her fırsatta söylüyoruz. Bu pamuk üretiminde bir miktar –alanda
özellikle- kayma var, bir miktar azalma var, 200 bin hektar civarında ama
değerli arkadaşlarım, o alandan çok daha fazlası mısır üretimine gitti. Neden?
Çünkü çiftçi şunun hesabını yapıyor: Hangi ürün benim için daha avantajlı,
hangi ürün benim için daha kârlı. Eğer daha az masraflı, daha az maliyetli bir
ürün görürse -ki mısırla pamuk arasında böyle bir ilişki var- o zaman pamuk
yerine mısır ekiyor. Burası serbest üretimin yapıldığı,
serbest ticaretin yapıldığı bir ülke. Dolayısıyla, eğer bir üretici
gelir düşüncesiyle veya daha yüksek kâr beklentisiyle bir üründen bir ürüne
kayıyorsa buna da denilecek elbette ki bir şey yoktur. Ama sebze-meyve
üretiminde, genel olarak, beş yıllık süre içerisinde 10 milyon tonluk bir ilave
üretim gerçekleşti Türkiye’de. Bizim Hükûmetimizde
bizim uyguladığımız politikaların bunda önemli etkisi var, katkısı var. Çünkü
meyve-sebze ihracatı da, yaş meyve-sebze ihracatı da arttı ve her gün bu
alandaki kalite de daha artıyor, uluslararası standartlara daha çok
yaklaşılıyor. Bu alanda da çok büyük gelişmeler var. Dolayısıyla hem
sebze-meyvede hem endüstri bitkilerinde hem yağlı tohumlarda hem hububatta hem
hayvancılıkta, biz bunları birlikte, Türkiye’nin menfaatlerini önceleyerek,
Türkiye’nin çıkarlarını gözeterek bunları daha iyi bir noktaya getirme gayreti
içerisindeyiz. Bugüne kadar, beş yıl içerisinde uyguladığımız politikalar da
esasen bizi büyük ölçüde bu hedefe doğru götürdü. Bundan sonra da biz yine
doğru olanı doğru şekilde yapmaya devam edeceğiz. Ben, bu kanunun
Türkiye için önemli olduğunu, Türkiye’nin bu kanun vasıtasıyla, vesilesiyle
gerçekte bu alanda sınıf atladığını, alıcı ülke olmaktan çıkıp yardım eden ülke
durumuna geldiğini tekraren ifade etmek istiyorum ve hem Hükûmet
hem iktidar hem de muhalefet partilerinin değerli milletvekillerine katkıları
için çok teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Eker. GÜROL ERGİN
(Muğla) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Efendim? GÜROL ERGİN
(Muğla) – Efendim, ben söz istiyorum. Gerekçem şudur: Sayın Bakan, biraz önce,
tarım desteklerinin Hükûmetleri döneminde yüzde 1’in
altına düşürüldüğünü ifade ettiğimizi söyledi. Bizim söylediğimiz o değil. İzin
verirseniz iki dakika içinde açıklama yapmak istiyorum. BAŞKAN –
Buyurunuz. GÜROL ERGİN
(Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan,
konuşmasında konuşmacıların tarım desteğinin bu hükûmetler
döneminde yani AKP hükümetleri döneminde yüzde 1’in altına düşürüldüğünü
söylediğimizi ifade ettiler. Hayır, ben konuşmamda “Bu hükûmetler
yani AKP hükûmetleri döneminde tarım desteği yüzde
1’in altına düşürüldü.” demedim. Şunu söyledim, dedim ki: “Hem Tarım Yasası’nı
çıkarıyorsunuz, burada ‘Tarım desteği gayrisafi millî gelirin yüzde 1’inden az
olamaz.’ diyorsunuz hem de sürekli olarak bu oranın altında bir destekle tarımı
destekliyorsunuz.” Rakamları da verdim, yüzde 0,85’lerle başladı yüzde 0,49’a
kadar indi. Şimdi bir
düzeltme de yapmak istiyorum. Sayın Bakan diyor ki: “OECD Türkiye’de tarım
desteklerinin yüzde 2,8 olduğunu ifade ediyor.” Orada ifade edilen destek ile
bizim Tarım Yasası’nda yazılı olan destek farklı anlamlar ifade etmektedir.
Tarım Yasası’nda yazan destek resmen, net olarak, tarım desteği olarak bütçeden
gayrisafi millî hasılaya oranla… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) GÜROL ERGİN
(Muğla) – Tamamlayabilir miyim efendim? BAŞKAN – Tamam,
cümlenizi tamamlayınız. GÜROL ERGİN
(Muğla) – Şimdi efendim, OECD’nin söylediği yüzde 2,8 bütçede tarıma verilen
destekler yanında tarımla ilgili yapılan bütün çalışmalarda harcanan parayı
ifade eder ve bu 90’lı yıllarda Türkiye’de yüzde 2,8’in 2 ve 3 kat üstündeydi.
Sayın Bakan buradaki rakamla yasaya koymuş oldukları rakamı karşılaştırıyor. Bu
-çok özür dileyerek Sayın Bakandan söylüyorum- bir bakanın elmayla armudu
anlayamaması anlamına geliyor. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Ergin. Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 1’inci maddeyi
okutuyorum: TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER (BM) GIDA VE TARIM ÖRGÜTÜ (GTÖ)
ARASINDA GTÖ ORTA ASYA ALT BÖLGE OFİSİ ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI MADDE 1- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti adına 27 Temmuz 2006 tarihinde imzalanan “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (GTÖ)
Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşması”nın onaylanması uygun
bulunmuştur. BAŞKAN – Gruplar
adına söz? Yok. Şahıslar adına
söz? Yok. Soru-cevap için
Sayın Öğüt, buyurunuz. ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Aracı-lığınızla Sayın Bakanıma bir soru tevcih edeceğim. Sayın Bakanım, şu
anda tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplumumuz çok korkunç durumda krizden
etkilenmiş. Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine çiftçilerin
borçlarından dolayı bir erteleme var mı? Borçlarının faizlerini silecek
misiniz? Bunu halk ve çiftçiler sabırsızlıkla bekliyor, bir. İkincisi: Kurban
nedeniyle büyük şehirlere getirilen hayvanlar için şu anda belediyeler
tarafından yer satılıyor ve bu yerler çok fahiş fiyatla satılıyor. Bazı kurban
satıcıları bu yerlerin paralarını ödeyemedikleri için belediyelerden yer
alamıyorlar. Alanlar da hayvanlarını çamur içerisinde beklet-mek zorunda kalıyorlar. İnsanlar orada hayvanlarıyla yatıp
hayvanlarıyla kalkıyorlar çok kötü koşullar içerisinde. Belediyelere bir
talimat vererek kurban hayvanı satılan yerlerde daha uygun şekillendirme
yapılabilecek mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Öğüt. Sayın Şandır… MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
zannediyorum, son günlerde veya son bir ay içerisin-de Genel Kurulda, bu
kürsüde en çok sizi dinledik. Her dinlediğimizde de biraz da ezberledik. Tarıma
verdiğiniz destekleri, tarımdaki gelişmeyi, üretim artışını konuşuyorsunuz.
Verdiğiniz rakamlara inanmak durumundayız, bir şey söylemiyorum ancak bir şey
soruyorum: Ben Mersin Milletvekiliyim. Mersin’de narenciye bugün kaç liraya
satılıyor? Bu narenciyeyi, limonu bu çiftçi kaça üretti ve şimdi kaça
satabiliyor? Bu durumdaki çiftçinin durumuna iyi diyebiliyor musunuz? Narenciye
üretiminin, narenciye çiftçisinin durumu iyidir diyebiliyor musunuz? Bunu
açıklar mısınız? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Şandır. Sayın Çalış… HASAN ÇALIŞ
(Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
açıklamalarınızı dinledik. Bu açıklamalarınıza göre gerçekten çiftçimiz zatıalinizin bakanlığında ve Hükûmetinizin
altı yıllık döneminde son elli yılın en güzel zamanını yaşamış. Gerçekten
öyleyse 2,5 milyon köylü köyünü niye terk etti? İkinci bir sorum:
Altı yıl önce küçükbaş hayvan fiyatı, bir koyunun, kuzunun, keçinin fiyatı
neydi, bugün ne Sayın Bakanım? Ayrıca, altı yıl önce yem fiyatları neydi, ilaç
fiyatı neydi? Lütfen bunu da bir göz önüne alın da bizlere bir daha anlatın,
biz de dinleyelim, vatandaşlarımız da dinlesin. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çalış. Buyurunuz Sayın
Eker. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. Sayın Başkan,
tabii ben konuşmamda tarıma verilen desteklerin sadece bütçe içerisindeki
doğrudan, nakdî desteklerden ibaret olmadığını söyledim. Elmayı da armudu da
bilirim, ikisini birbirine karıştırmadım, karıştırmıyorum da. Şimdi, ben şahıs
ismi de ağzıma almadım, herhangi bir kişiyi, ne Sayın Ergin’i kastederek
cevapladım, o sözleri ifade ettim; genel olarak muhalefete mensup
milletvekillerimizin çıkıp konuşurlarkenki ifadelerine atıfta bulundum. Şimdi, bu bir
değerlendirme. Dünyanın gelişmiş bütün ülkelerinde OECD bir hesaplama yöntemi
yapar ve bunun adı tarımsal destektir, tarıma verilen destektir, tarıma verilen
katkıdır. Bu şekilde Türkiye için de bu rakam veriliyor. Biz, tabii, burada
bunun da dikkate alınması gerektiğini söylüyoruz. Söylediğimiz bundan
ibaret. Sayın Ensar Öğüt’ün “Çiftçi borçları ertelenecek mi?” şeklinde… Sayın Öğüt, biz, Hükûmetimiz döneminde çiftçi borçlarını yeniden
yapılandırdık 2003 yılında, geldiğimizde. Türk çiftçisinin o dönemin parasıyla
2,7 katrilyon borcu vardı ve biz bunun 1,5 katrilyonunu sildik, 1,2 katrilyonu
da yeniden yapılandırıldı ve bu ertelenen, yapılandırılan borçlar da büyük
ölçüde geri geldi. Şu anda, bizim gündemimizde çiftçilerimizin borçlarının
ertelenmesiyle ilgili bir çalışma yok. Şimdi, şunu bu
arada söylemem gerekiyor: 2008 yılının
ilk on ayında 7 milyar YTL’nin üzerinde Ziraat Bankası kaynaklarından
çiftçilere kredi kullandırıldı, geçen sene de 6 milyar YTL’nin üzerinde
kullandırıldı ve bu kredilerin yüzde 98’e yakın kısmı geri geldi. Yani çiftçi
-ki 1 milyonun üzerinde
çiftçi- bu kadar kredi kullandı ve kullandığı kredinin de geri
ödemesini yaptı. Hem Ziraat Bankasına hem tarım ve kredi kooperatiflerine olan
çiftçi borçları çok yüksek düzeyde yani öncekilerle kıyaslanmayacak şekilde…
Örneğin, 2002 tarihinde yüzde 38’lerdeydi bazı oranlarda geri dönüş nispeti,
şimdi yüzde 98’lere çıktı. Belediyelerin
kurbanlıklarla ilgili satışı… O, her ilçe belediyesinin kendisini ilgilendiren,
onlarla alakalı bir şey. Bizim, tabii, orada, Tarım Bakanlığı olarak
müdahalemiz, buradaki getirilen hayvanların sağlık kontrollerinin yapılması,
dolayısıyla sağlıksız, hasta veya pasaportsuz, kulak küpesiz hayvan varsa
bunların tespit edilmesi, bunlara müdahale edilmesi yönündedir. Şimdi, doğrusu şunu
ifade etmemiz gerekiyor: Tabii, bu kurbanlık satış yerlerinde de bundan diyelim
beş altı yıl öncesine, on yıl öncesine göre de çok büyük gelişmeler var, çok
büyük ilerlemeler var, onları da dikkate almamız lazım. Sayın Şandır’ın narenciyeyle ilgili sorusuna değinmek istiyorum.
Narenciyeyle ilgili olarak biz, Hükûmet olarak, geçen
sene de, bu sene de gerekli desteği sağlıyoruz; geçen sene sağladık, bu sene de
sağlıyoruz. Şimdi, tabii, arz
dönemlerinde, özellikle arzın yüksek olduğu dönemlerde ki Türkiye’de maalesef
bu son derecede sıkışık bir dönemdir. Örneğin, İspanya gibi altı aya neredeyse
yayılmıyor. Bu da bizdeki çeşit azlığından kaynaklanıyor, bizim daha önceden
yapılmış, dikilmiş bahçelerimizin durumundan kaynaklanıyor. Biz bir yandan
şimdi bunu değiştirmeye çalışıyoruz, öte yandan da soğuk hava depoları vesaire
ile onlara yüzde 50 hibe destek sağlamak suretiyle bu imkânı geliştirmeye,
ambalajlama, paketleme tesislerine, işleme tesislerine yüzde 50 hibe destek
vermek suretiyle yine onlara da katkı sağlıyoruz. Bir de ihracatı
kolaylaştırmak için ayrı bir destek veriyoruz. Onu zatıaliniz
de bilir. Yani onların bazen detayını vermemiz de gerekmiyor. Ama bu sene yeni
bir düzenleme ile daha önce sadece ihracatçı ve mahsuplaşma şeklinde yapılan
düzenleme üretici lehine biraz daha iyi bir noktada olacak şekilde şu anda
imzada, yapılıyor. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – 400 liraya satılıyor. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Çalış “Eğer herkes çok
iyiyse neden 2,5 milyon köylü köyünü terk etti?” diyor. Tabii, bu sorunun
cevabını aslında tarih bütün gelişmiş ülkeler için veriyor, verdi. Çünkü
dünyanın her yerinde tarım nüfusu, gelişmiş ülkelerin hepsinde tarım nüfusu
azdır ve azalıyor. Dolayısıyla önemli olan, orada, tarımda çalışan insan
yüzdesinin yüksek olması değil, orada verimli üretim yapılmasıdır. Eğer orada
zaten gizli işsiz olarak bulunuyorsa o zaten orada, bulunduğu yerde işsizdir.
Daha iyi yaşam koşulları eğer şehirde bulunabiliyorsa, oraya gidiyorsa o zaten
kendi takdiridir. Bu tabii, tarım sektöründen çok, tarım sektörünün sorunundan
çok diğer sektörlerin, sanayi sektörünün, hizmet sektörünün, Türkiye'deki genel düzeyin, genel yapının bir
sorunudur; onu da bizim dikkate almamız gerekiyor. Tabii, fiyatlar,
ürünler pariteler arasında değişir yani bir sene bir ürünle bir girdi
arasındaki parite ürün lehine pozitifken öbür sene bu
arz-talep durumuna göre, ürünün bolluğuna göre veya azlığına göre
değişebiliyor. Orada bizim yapabileceğimiz, yapmamız gereken şey burada destek
sağlamaktır. O desteğin de biz imkânlar ölçüsünde en iyisini yapıyoruz. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Eker. 1’inci madde
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2’nci maddeyi
okutuyorum: MADDE 2- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Madde
üzerinde… MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Madde üzerinde Sayın Zeki Ertugay grubumuz
adına konuşacak. BAŞKAN – Madde
üzerinde grup adına Sayın Zeki Ertugay. Buyurunuz efendim. MHP GRUBU ADINA
ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın milletvekilleri, yürürlük maddesi üzerinde söz
almak çok âdet değil ama Sayın Bakanın açıklamalarından sonra bir soru süresi
içerisinde açıklama imkânım olmadığı için bu hakkımı bu madde üzerinde kullanarak
ifade etmek istiyorum. Şimdi, tabii, biz
burada birtakım iddialar ortaya koyuyoruz, Türk tarımının, Türk çiftçisinin
içinde bulunduğu şartları, vahim durumu, sıkıntılarını ifade ediyoruz. Haklı
olarak Sayın Bakan da çıkıp savunmasını yapıyor ancak bu savunmayı yaparken
tabii onun da bakan olarak çok dikkatli olması lazım. Aşağı yukarı bir yıldan
beri bu yüce kürsüde, tarım kesiminin sorunlarıyla ilgili olarak söz alıp bu
kürsüye her çıkışımızda ısrarla dile getirdiğimiz husus şudur: Türk çiftçisinin,
Türkiye’deki üreticinin her geçen gün alım gücü azalmaktadır. Yani geçen yıl
aldığı gübreyi bugün daha yüksek fiyatla almaktadır, geçen yıl sattığı ürünü bu
sene aynı fiyatla veya belki aynı fiyatın altında... Mukayeseli olarak
sunduğumuz zaman -biraz önce et örneğinde verdiğim gibi- geçen yıl 1- Bu destek
miktarına gelince: Sayın Bakanım, sizin kendinizin de bütçede kullandığınız
rakamlarınız var. Biz ısrarla diyoruz ki Tarım Kanunu’nda da, Tarım Strateji
Belgesi’nde de “Çiftçiye verilen doğrudan desteklerin toplamı yüzde 1’den az
olamaz.” denilmektedir ve siz de bütçede kullandığınız rakamlarda, mesela
“geçen yıl yurt içi gayrisafi hasılanın yüzde 0,7’si,
işte bu sene yüzde 0,85’i.” diye aynı rakamı kullanıyorsunuz, yoksa endirekt
olarak yapılan desteklerden kimse bahsetmiyor. Belki siz de doğruyu
söylüyorsunuz, siz başka bir şey söylüyorsunuz, bizim söylediğimizin cevabı
değil Sayın Bakanım. Biz direkt olarak, ürün desteği olarak, girdi desteği
olarak çiftçiye yapılan doğrudan desteklerin Tarım Strateji Belgesi’nde ve
Tarım Kanunu’nda, sizin bu yüce Mecliste çıkardığınız kanunda öngördüğünüz,
taahhüt ettiğiniz yüzde 1’i vermemenizden bahsediyoruz ve bunun için de zaman zaman şöyle ifadeler kullandık: “Kanuna uymamak suretiyle
suç işliyorsunuz.” Bu bakımdan sizin de bu konuda bizi tatmin etmeniz,
muhalefeti ikna etmeniz yetmez. Bu yüce Meclisin çatısı altında buradaki
çoğunluğu belki şu anda bu ifadelerle tatmin edebilirsiniz ama bunu çiftçimiz
dinliyor, bunu çiftçimiz her yerden takip ediyor ve kendisi bizzat yaşıyor.
“Ateş düştüğü yeri yakar.” derler. Biz de Anadolu’yu dolaşıyoruz, her
gittiğimiz yerde bütün insanlar, herkes, üretici, toprağını artık ekemez hâle
gelmiş ve toprağını terk ediyor. Nüfus azalmadan… Elbette ki Amerika’da 2 kişi
çalışıyor, 98 kişiyi besliyor. Avrupa Birliğinde 4 kişi tarımda çalışıyor, 100
kişiyi besliyor. Ama Türkiye'nin tarımsal potansiyeli son derece yüksek, bu
ülkede yüzde 30’lar civarında tarım istihdamının olması, yüzde 30’lar civarında
nüfusun olması ve 6 milyon 400 bin civarında tarım istihdamı olması bu
şartlarda belki bu ülkenin, belki değil, bu ülkenin şu anda sigortası. Çünkü bu
insanlara, bu işsizlik ortamında, büyük şehirde, sanayide, bir başka sektörde
istihdam imkânı yaratamadınız, veremediniz. Bizim bu vesileyle burada ifade
ettiğimiz tarım nüfusuyla ilgili konularda dikkat çektiğimiz husus, tarım
nüfusundaki azalmanın çok yüksek hızda seyretmesidir. Bu, çaresizlik hâlinde
bir kaçışı ifade etmektedir, toprakları terk edişi ifade etmektedir. Buna
tedbir geliştirin, buna çare bulun diye bunları ifade ediyoruz. Sabrınız için
teşekkür ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ertugay. Soru-cevap için
Sayın Bulut, Sayın Enöz ve Sayın Çalış sisteme
girmişler. Buyurunuz Sayın
Bulut. AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Bakanım, zeytinyağına verdiğiniz 20 kuruş desteğe karşın,
zeytinyağı üreticisi kilosunu 4,5 liradan satmak zorunda ve bu parayla
zeytinyağından para kazanamıyorlar. Domatesi 6 kuruştan sattılar. Dolayısıyla,
tarım üreticileri bu çerçevede önünü göremez hâle geldiler. Tarımı bu anlamda
planlayarak önümüzdeki yıl ülkemizin ihtiyacı kadar ürünün belirli bölgelerde
yetiştirilmesi adına böyle bir planlama yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bulut. Sayın Enöz… MUSTAFA ENÖZ
(Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
bir uluslararası sözleşmeyi görüşsek de sizi bulmuşken tabii ki tarımın
sorunlarıyla ilgili ihtiyaçlarımızı size bildirmek zorundayız. Sayın Bakanım,
şimdi mısır üreticilerimiz maalesef çok kötü durumda. Ben de Manisa’da mısır
üretimi yapan bir kişiyim. Geçen yıl mısır hasat mevsiminde 420 bin liradan
satılmıştı mısırlarımız. Bu sene ise gidin bakın, ki
hasat mevsimi de birkaç ay geçti öyle olmasına rağmen, şu anda 380 bin lira
mısırın kilosu. Değerli Bakanım, vermiş olduğunuz 4 yeni kuruş prim maalesef
telafi edici olmaktan çok uzak. Temel girdilerin ne kadar yükseldiğini siz
bizden iyi biliyorsunuz. Bu bakımdan, bu 4 yeni kuruş pirimin en azından 8 veya
9 yeni kuruşa çıkartılması noktasında bir çalışmanız var mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Enöz. Sayın Çalış… HASAN ÇALIŞ
(Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
Anadolu’da gittiğimiz yerlerde çiftçilerimiz, doğrudan gelir desteğinin dekar
başına giderek azaltılmasından şikâyetçiler. 2002 yılı ile 2007 yılını
karşılaştırdığımız zaman dekar başına verdiğiniz destek nedir? Bunun
azaltılmasının gerekçesi nedir Sayın Bakanım? BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çalış. Sayın Çelik… BEHİÇ ÇELİK
(Mersin) - Sayın Başkan, teşekkür ederim. Sayın Bakana
benim de bir sorum olacak. Özellikle tohumculuk konusunda Türkiye'nin ciddi
anlamda dışa bağımlı hâle geldiğini, getirildiğini görüyoruz. Sayın Bakanın bu
konuda, tohum ıslah çalışmaları yönünde acaba bize bir açıklaması olabilir mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çelik. Buyurunuz Sayın
Bakan. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan. Şimdi, tabii,
Değerli Milletvekilimiz zeytinyağıyla ilgili bir konuyu dile getirdi. Buradaki
fiyat ilişkisinden ve acaba bir bölgesel planlama, ürün planlaması gibi bir şey
düşünülüp düşünülmediğini sordu. Değerli
arkadaşlar, tabii, biz, ilk defa, Türkiye'de gerçek bir üretim planlamasının
karşılığı olacak şekilde çok geniş bir çalışma yapıyoruz. Bu, son aşamasına
geldi. Özellikle, Türkiye'de bölgeler itibarıyla, üretim havzaları itibarıyla,
gerek toprak haritaları gerek iklim verileri gerek ürün deseni gerek sanayi
kapasitesi, işleme kapasitesi, bütün bu faktörlerin hepsini birden
değerlendirip buna göre hangi bölgede en yüksek verimlilikte hangi ürünler
yetişir alternatif olarak? Bir tek ürünle veya iki ürünle sınırlı olmamak
kaydıyla en az dört beş ürünü dikkate alacak şekilde bir çalışma yapılıyor ve
bu tabii çok ayrıntılı, çok detaylı bir çalışma ve cumhuriyet tarihindeki,
tarımla ilgili, bu manada yapılan en kapsamlı, en geniş, en detaylı çalışma.
Bu, son noktasına geldi. Tamamlandığında da biz bunu zaten sizlerle, yüce
Meclisle ve milletimizle paylaşacağız. Şimdi, mısır
üretimiyle ilgili Sayın Enöz’ün söylediği husus…
Tabii “380 bin” diyor. Tabii burada bizim belirlediğimiz –bildiğiniz gibi- bir
fiyat var. Şimdi bakın, biz, belirli bir standartta bir fiyatla alıyoruz. Ne
kadar bu? Bunu biliyorsunuz. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – 430 bin lira. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – 430… Müsaade edin. 430 bin
lira biz fiyatla şu anda alıyoruz. Bugün itibarıyla da 700 bin tona yakın biz
mısır aldık. Artı… MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – 430 bin lira. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Müsaade edin efendim, bu
limittir. Hiçbir zaman tarihinde… Yani bütün mısırlar, Türkiye’deki ne kadar
mısır varsa hepsi 430 bin liradan olacak… Böyle bir şey olur mu? MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – 430 bine gitmiyor. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Yani böyle bir şey hiçbir
zaman hiçbir ürün için olmadı. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Bir rakam açıklıyorsunuz ama onun altında gidiyor. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Olur mu efendim? Orada bir
standart belirlenir, o standart temeldir, o standarda göre fiyat belirlenir ve
o standartla ödenir. MUSTAFA ENÖZ
(Manisa) – Sayın Bakanım, Toprak Mahsulleri Ofisi hepsini almıyor mısırın. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Artı, 40 bin lira da biz prim
veriyoruz. Dolayısıyla, 470 bin liraya, bu, karşılık gelen bir ödeme. Sayın Çalış, yine
“DGD giderek azaltılıyor.” diyor. Sayın Çalış,
Türkiye’de biz hükûmete geldiğimiz zaman sadece
doğrudan gelir desteği ödeniyordu; 83 milyon lira hayvancılık ve yem bitkileri
desteği ödeniyordu ve 186 milyon da prim ödemesi vardı. Yani
yağlı tohum, pamuk vesaire. Hani sık sık
söyleniyor ya, işte, pamuk öldü, bitti vesaire. Bunun dışında, bir de 42 milyon
lira çay desteği veriliyordu. Türkiye’de bundan başka destek yoktu. Yani
doğrudan gelir desteği, hayvancılık desteği ki çok cüzi bir şey, yüzde 4,4’ü
bunun, çay desteği, o da bunun yüzde 2’si oranında ve prim ödemesi 186 milyon.
Şimdi, biz bunları, üretimi, verimliliği artıracak şekilde hem yeni
teknolojiler hem altyapı hem girdi desteği… Mesela bunlara girdi desteği diye
bir destek yoktu, 2003’te biz başlattık. Yani mazottan şikâyet ediyoruz
sürekli. O zaman mazot fiyatları artmıyor muydu? Artıyordu. Gübre fiyatları
artmıyor muydu? Artıyordu. Faizler yüzde 59 değil miydi? Yüzde 59’du. Ama her
sene artmasına rağmen sadece o dönem doğrudan gelir desteği ödeniyordu. Bugün
öyle bir şey yok. Bugün hem girdi destekleri sağlanıyor hem diğer… Mesela prim
1,2 milyar YTL’ye çıktı. Hayvancılık yüzde 4,4’ten yüzde 24’e çıktı. Türkiye’de
hayvancılık üvey evlattı tarım içerisinde. Bunların hepsi detaylı bir şekilde
artırıldı. Onun için biz şunu söyledik… Zaten bizim Hükûmet
Programı’mızda da var ve millet de bize bunun için oy
verdi. O politikayı biz baştan söyledik, dedik ki: “Biz geldiğimizde halkın
‘tarla parası’ diye nitelendirdiği desteği -yani doğrudan gelir desteğini- biz
kaldıracağız, ürüne destek vereceğiz.” Ve dediğimizi de yaptık, sözümüzü de
tuttuk. Onun için doğrudan gelir desteğini kaldırdık. Tohumculukla
ilgili olarak da Sayın Çelik’in sorusu… Tabii Türkiye’de tohumculuk faaliyeti
de gerçekte geriye gitmiyor, aksine ileriye gidiyor. Bunu her türlü, gerek
sebze tohumunda gerek hububat tohumluğunda gerekse diğer alanlarda… Türkiye'nin
dışa bağımlılığı giderek azalıyor. Örneğin daha önceden, mesela 2004 yılında
biz kanunu çıkardığımızda yüzde 90 oranındaydı Türkiye'nin hibrit
sebze tohumunda dışa bağımlılığı. Bugün içeriden tedarik edilen kısmı yüzde 25
yani uyguladığımız projeyle ve bu, 2010, 2011 yılında yüzde 50, yüzde 60
seviyesine çıkacak çünkü bu bir yılda yapılacak bir şey değil; bir yıldan çok
fazla; üç yıl, dört yıl, beş yıl süren çalışmalar. Saygılar
sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Eker. 2’nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 3’ncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3.- Bu
Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – 3’üncü
madde üzerinde gruplar ve şahıslar adına söz yok. Soru-cevap
kısmına geçiyoruz. Sayın Işık,
buyurunuz. ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
Bakanlar Kurulu üyelerinden milletin size yüzde 47 oy verdiğini en fazla dile
getiren Bakan sizsiniz. Hiç çiftçiye gidip sordunuz mu size onun için mi oy
verdi yoksa başka nedenleri var mı? Bu konudaki tespitinizi söyleyebilir misiniz? BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Işık. Sayın Coşkun,
buyurunuz. HAKAN COŞKUN
(Osmaniye) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma aracılığınızla bir şey sormak
istiyorum: 2002 yılında doğrudan gelir desteği yüzde 85 olarak uygulanıyordu,
diğerleri girdi desteği olarak uygulanıyordu. Şu an Sayın Bakanım, enflasyon
oranında artırsaydınız bunu, 35 bin YTL doğrudan gelir desteği vermek zorunda
kalıyordunuz, bunun miktarı da 7,7 milyar YTL’ydi, yüzde 85 olacaktı. 7,7
milyar YTL’den şu an fazla mı destek veriyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Coşkun. Sayın Tankut, son… YILMAZ TANKUT
(Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
2002 yılında çiftçimiz Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Tankut. Buyurunuz Sayın
Bakan. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. Önce şunu
söyleyeyim: Tabii “yüzde 47”yi en çok söyleyen ben değilim ama varsayın ki
benim, ben bir Hükûmet üyesiyim ve bununla iftihar
ediyorum. Evet, partimiz yüzde 47 oy aldı ve inşallah, dönem sonunda bunun
doğru olduğunu hep beraber anlayacağız yani onu başka partilerle karıştırmayın. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Düşerse ne yapacaksınız? HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Düşerse ne olacak? TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – O, milletin takdiridir.
Milletin takdirine denecek hiçbir şey yok. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) - O zaman nasıl izah edeceksiniz? TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Biz demokrasiye inanıyoruz,
milletin takdiri neyse o olur. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakanım, o zaman politikalarınızın yanlış olduğunu göreceğiz. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Değerli milletvekilleri,
tabii, doğrudan gelir desteğinin… İşte, yüzde 85 oranında bir hesap yapıldı,
doğrusu bu hesaba ben katılmıyorum. Yalnız size bir şey söyleyeyim: Cari
fiyatlarla bizim tarımsal desteklerde yaptığımız artış yüzde 206, dolar bazında
yüzde 265 ve sabit fiyatlarla da, 1994 fiyatlarıyla da yüzde 54,2 ortalama
bizim artışımız. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Eker. 3’üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Tasarının tümü
açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Oylama için üç
dakika süre veriyorum. (Elektronik
cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve
Tarım Örgütü Arasında Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucu: Oy sayısı: 242 Kabul: 239 Ret: 3(x) Tasarı böylece
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Çalışma süremizin
sonuna geldiğimiz için, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini
görüşmek üzere, 3 Aralık 2008 Çarşamba günü saat 11.00’de toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum. Kapanma
Saati: 22.51 (x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir. |
|