DÖNEM: 23                            CİLT: 33                    YASAMA YILI: 3

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

24’üncü Birleşim

2 Aralık 2008 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Avrupa Birliği Komisyonunun bor madenini 2 Sayılı İnsan Sağlığına Zararlı Madenler Listesine almasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı

2.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, seçmen kütüklerine ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, Bursa’da özellikle tekstil ve sanayi sektöründe işten çıkarmalar ve yansımalarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Arnavutluk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı ve beraberindeki Parlamento heyetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu olarak davet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/605)

2.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkmenistan’a yaptığı resmî ziyarete iştirak etmesine ve 4-6 Ekim 2008 tarihlerinde de Moğolistan’a gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/606)

B) Önergeler

1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/983) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/101)

2.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/115) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/102)

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 21 milletvekilinin, erken yaşta evlilik konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/288)

2.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 21 milletvekilinin, içme suyu sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/289)

3.- Mersin Milletvekili Kadir Ural ve 23 milletvekilinin, Atakent Belediye Başkanı Fevzi Doğan’ın bombalı saldırı sonucu ölümü olayının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/290)

D) Duyurular

1.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın Genel Kurulda görüşme programının bastırılıp dağıtıldığına ve bütçeler üzerinde şahısları adına söz almak isteyen milletvekillerinin söz kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlık duyurusu

VI.- MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Ön Görüşmeler

1.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 35 milletvekilinin, öğretmenlerin sorunları ve okullardaki yetersizliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/21)

2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 32 milletvekilinin, eğitimdeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/94)

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Devlet Memurları Kanunu ve Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/537) (S.Sayısı: 236)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (GTÖ) Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/397) (S. Sayısı: 242)

VIII.- OYLAMALAR

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (GTÖ) Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Konya-Taşkent’te patlama sonucu çöken Kur’an kursu binasına ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/4755)

2.- Çorum Milletvekili Derviş Günday’ın, bir vakfın Çorum şubesinin denetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/4770)

3.- Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebi’nin, TOKİ’nin Ataköy’deki taşınmazının ihalesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/4808)

4.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Kerkük’te saldırılara uğrayan Türkmenlerin durumuna ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/4836)

5.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, klinik şefi ve şef yardımcısı kadrolarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/4894)

6.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, eğitim ve araştırma hastanelerindeki şef ve şef yardımcısı kadrolarına ve Antalya Devlet Hastanesindeki bazı uygulamalara ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/4902)

7.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Emniyet Teşkilatında toplanan bağışlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5035)

8.- Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, Güneydoğu Asya’ya tsunami felaketi sebebiyle yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5037)

9.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Posof ilçesinde dağıtılan kömüre ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/5054)

10.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, Denizli Devlet Hastanesinde verilen kahvaltıya ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/5091)

11.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, bir kavşağın ışıklandırılmasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı  Binali Yıldırım’ın cevabı (7/5103)

12.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, RTÜK Başkanı hakkındaki iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/5124)

13.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, TRT personel yönetmeliğindeki bir düzenlemeye,

- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, TRT personel yönetmeliğindeki bir düzenlemeye,

- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Hazine Müsteşarlığının TRT raporundaki hususlara,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/5321), (7/5322), (7/5323)

14.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bazı açıklamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/5358)

15.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, bazı orta dalga radyo vericilerinin kapatılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/5362)

16.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, mal beyanına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/5446)

17.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, bazı diplomatik görüşmelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/5457)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak sekiz oturum yaptı.

 

Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu, Türkiye ile İran’ın ekonomik iş birliği ve ticari ilişkilerine,

Antalya Milletvekili Osman Kaptan, esnaf ve sanatkârların sorunlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, ülkemizde insan haklarının durumu ve son gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek cevap verdi.

 

Genel Kurulu ziyaret eden, Çin Halkı Siyasi Danışma Konferansı Başkanı Sayın Jia Qinglin ve beraberindeki heyete Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denildi.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96) görüşmelerine devam olunarak ikinci bölümüne kadar kabul edildi, verilen aradan sonra komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

Genel Kurulun 2 Aralık 2008 Salı günkü birleşiminde (10/21) ve (10/94) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin birleştirilerek görüşülmesine ve bu görüşmenin ardından kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine,

Gündemin “Kanun Tasarısı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında bulunan 303, 304, 305, 308, 268, 283 ve 307 sıra sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın sırasıyla 5, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11’inci sıralarına alınmasına, diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine,

İlişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

 

2’nci sırasında bulunan, İskân Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun (1/539) (S. Sayısı: 251) görüşmeleri tamamlanarak kabul edildi.

 

3’üncü sırasında bulunan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Devlet Memurları Kanunu ve Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/537) (S. Sayısı: 236) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak 1’inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

 

 

2 Aralık 2008 Salı günü, Saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 22.55’te son verildi.

 

Nevzat PAKDİL

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Yusuf  COŞKUN

Murat ÖZKAN

 

Bingöl

Giresun

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 

 

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

Harun TÜFEKCİ

 

Bursa

Konya

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 

                                                                                                                                                 No.:  31

II.- GELEN KÂĞITLAR

28 Kasım 2008 Cuma

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, polisin dur ihtarına uymadığı için öldürülen kişilere ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1059) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

2.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Büyük Tarabya  Otelinin özelleştirilme ihalesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1060) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

3.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, Karaman’daki elma üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1061) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/11/2008)

4.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, kadrolu ve sözleşmeli öğretmenlere ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1062) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

5.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, doğalgaz ve elektrik zamlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1063) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

6.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep Büyükşehir Belediyesince işten çıkarılan şoförlere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/1064) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

7.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan’ın, doğalgaz zammının nedenlerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1065) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

8.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, kuruyemiş ithalatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1066) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

9.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, rehabilitasyon merkezleri ve yetiştirme yurtlarının hizmet kalitesine ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) sözlü soru önergesi (6/1067) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

10.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Niğde kapalı yüzme havuzu inşaatına ilişkin Devlet Bakanından (Murat Başesgioğlu) sözlü soru önergesi (6/1068) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

11.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Marmaris’teki maden arama ruhsatlı arazilere ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1069) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

12.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, doğalgaz ve elektrik fiyatlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1070) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

13.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, kefaletinden dolayı icra takibine uğrayan, kooperatif üyesi çiftçilere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1071) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

14.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Doğu ve Güneydoğu’ya yönelik ekonomik ve sosyal projelere ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1072) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

15.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, çiftçilere gübre ve mazot avantajı sağlanmasına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/1073) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

16.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Marmaris’teki maden arama ruhsatlı arazilere ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/1074) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

17.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, dikey geçiş yapan üniversite öğrencilerinin sınıf geçme prosedürlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1075) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

18.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/1076) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

19.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Bolu Valisinin Cumhuriyet Bayramı kutlamalarındaki konuşmasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1077) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

20.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, soruşturma açılan bir dernekle ilgili televizyon yayınına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) sözlü soru önergesi (6/1078) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

21.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, bazı et ürünlerinin ve ithal gıdaların denetimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1079) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

22.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, bölücü terör örgütünün dış destekçilerine ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1080) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

23.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Türk Ceza Kanununda bireylere yönelik suçlarda değişiklik yapılıp yapılmayacağına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/1081) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

24.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, TÜİK’in bazı verileri üzerindeki tartışmalara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1082) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

25.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, yabancılara satılan ve ipotek edilen tarım arazilerine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü soru önergesi (6/1083) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

26.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, sözleşmeli ve geçici personelin tayinlerdeki sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Murat Başesgioğlu) sözlü soru önergesi (6/1084) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

27.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, yeni desteklemelerin planlamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1085) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

 

Yazılı Soru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, polis tarafından öldürülen kişilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5563) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

2.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Roj TV’nin kapatılması için başvuru yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5564) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

3.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı kurulup kurulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5565) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

4.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Roj Tv’nin kapatılması için başvuru yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5566) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

5.- Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, RTÜK’ün uydu yayın sıralamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5567) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

6.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, RTÜK’ün lisanssız yayın yaptıkları gerekçesiyle bazı kanalları kapatmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5568) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

7.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Niğde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından yapılan kömür dağıtım ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5569) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

8.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Ankara Gölbaşı’ndaki bir taşınmazın satışa çıkarılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5570) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

9.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, cinsel istismara uğrayan çocuklara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5571) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

10.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Başbakanlık Basın Merkezinin bir açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5572) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

11.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, RTÜK’ün bazı uygulamalarına ve RTÜK Başkanına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5573) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

12.- İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un, yargılama sürecinde yaşanan mağduriyetlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5574) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

13.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılan ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5575) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

14.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Adli Tıp Kurumunun verdiği bir rapora ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5576) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

15.- Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, tramvay hatlarının uzatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5577) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

16.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, KİT’lerde çalışan ve ek ödemeden yararlanamayan personele ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5578) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

17.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, öğrenci başına yapılan eğitim harcamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5579) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

18.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, RTÜK’ün dijital yayın platformlarındaki bazı kanalları kapatmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5580) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

19.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Atatürk soyadının Avrupa’da marka olarak tescil ettirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5581) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/11/2008)

20.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Suriye’nin transit geçen araçlara motorin farkı uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5582) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

21.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, elektrik ve doğalgaz zammına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5583) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/11/2008)

22.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Gerger Savcısına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5584) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

23.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Dairesinin hazırladığı bir rapora ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5585) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

24.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Torbalı’nın adliye sarayı ihtiyacına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5586) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

25.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, Adli Tıp Kurumunun verdiği bir rapora ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5587) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

26.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, işkenceyle mücadeleye yönelik Birleşmiş Milletler İstanbul Protokolü standartlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5588) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

27.- İstanbul Milletvekili Ümit Şafak’ın, Telekom’da işçilerin istifaya zorlanmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5589) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

28.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, SGK mensuplarının ilaç ve sağlık harcamalarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5590) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

29.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Erzurum Lala Paşa Camii çevresindeki ağaçların kesilmesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5591) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

30.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, Ankara’daki hava kirliliğine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5592) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

31.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, yabancı bankaların yurt dışına para aktardığı iddialarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/5593) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

32.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, kamu bankalarınca kullandırılan kredilere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/5594) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

33.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Sarıkamış’ın bazı köylerinin yol sorununa ve su baskını riskine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5595) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

34.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars-Merkeze bağlı bazı köylerin yol sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5596) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

35.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, bazı kavşaklara konulan görüntülü reklam panolarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5597) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

36.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt Belediye Başkanıyla ilgili yargıya intikal eden davalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5598) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

37.- Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, ele geçirilen dinleme cihazlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5599) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

38.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Ankara’nın şebeke suyunun kalitesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5600) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

39.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bazı rüşvet iddialarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5601) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

40.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Halkbank’ın özelleştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5602) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

41.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Tasarrufu Teşvik Fonu ve Konut Edindirme Yardımı Fonuna ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5603) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

42.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa’da ÖSS sınav merkezi açılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5604) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

43.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, gösterilere katılan öğrencilere soruşturma açılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5605) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

44.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Şanlıurfa’daki bazı okulların kapalı olduğu iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5606) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

45.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, temel eğitime devam etmeyen çocuklara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5607) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

46.- Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe’nin, Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait öğrenci yurtlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5608) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

47.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, ülkemizde satışı yapılan plastik araç ve gereçlerde bir kimyasal maddenin bulunup bulunmadığına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5609) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

48.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Burhaniye’de acil servisten ambulans talep eden hastanın ölümüne ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5610) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

49.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Halkalı’da yapımı tamamlanan bir hastanenin hizmete açılmasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5611) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

50.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, İstanbul Bilumum Madeni Eşya Esnaf ve Sanatkarları Odaları Birliğinin anlaşmalı olduğu eczanelere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5612) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

51.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, Manisa’nın eğitim ve araştırma hastanesi ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5613) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

52.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, ilaç paylarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5614) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

53.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Salihli Organize Sanayi Bölgesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5615) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

54.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, kredi alan esnaf ve sanatkarlara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5616) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/10/2008)

55.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, üzüm üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5617) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

56.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, hayvancılık teşviklerine ve veteriner hekimlerin özlük haklarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5618) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

57.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat’ın bazı ilçelerinde organize hayvancılık bölgesi kurulup kurulmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5619) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

58.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars çiftçisinin mağduriyetine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5620) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

59.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, TMO alım merkezine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5621) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

60.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Salihli Organize Sanayi Bölgesinin yol sorununa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5622) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/10/2008)

61.- İstanbul Milletvekili Ümit Şafak’ın, Telekom’da işçilerin istifaya zorlanmasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5623) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

62.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5624) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

63.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun rehabilitasyon merkezlerindeki hizmet ve denetime ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5625) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

64.- İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanununda yapılan bir değişikliğe ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/5626) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/11/2008)

65.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Ergenekon soruşturmasındaki suç duyurularına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5627) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/10/2008)

66.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, tasarruf sahiplerini mağdur eden bir holdinge ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5628) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

67.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, veteriner hekimlerin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5629) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

68.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, emeklilere ek ödeme yapılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5630) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

69.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Ulusal Bor Araştırma Enstitüsüne ve Kütahya’daki çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5631) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

70.- Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay’ın, Şereflikoçhisar Belediyesinin kiraya verdiği şantiyeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5632) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

71.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Türk Telekom Sağlık Yardım Sandığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5633) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

72.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Türk Telekom’un sosyal ve eğitim amaçlı ihale edilen projelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5634) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

73.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun’un, Atatürk isminin ticari marka olarak tescil edilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5635) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

74.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, Bingöl ilinin sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5636) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

75.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, 1937 ve 1938’de Tunceli’de gerçekleştirilen bazı uygulamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5637) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

76.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, doğalgaz fiyatlarındaki artışa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5638) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

77.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, KOSGEB’in kredi faizi desteğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5639) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

78.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Maliye Bakanlığınca yürütülen bir operasyona ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5640) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

79.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Adli Tıp Kurumu yönetimine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5641) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

80.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, İstanbul Adli Tıp Kurumunun bir raporuna ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5642) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

81.- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, tutuklu ve hükümlülerin emanete alınan eşyalarının kaybolduğu iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5643) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

82.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Urla Adalet Sarayına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5644) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

83.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Erdemli’de Sosyal Güvenlik Şube Müdürlüğü açılmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5645) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

84.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, hastalığa yakalanan kot taşlama işçilerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5646) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

85.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Kahramanmaraş’a SGK’nın sağlık işlerini yürütecek bir birim kurulmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5647) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

86.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, özürlülere yönelik hizmetlere ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5648) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

87.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, SHÇEK kurumlarındaki kötü muamele iddialarına ve sosyal hizmet uzmanlarına ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5649) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

88.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Rehabilitasyon ve bakım merkezlerinin durumuna ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5650) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

89.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, bazı rehabilitasyon merkezlerindeki kötü muamele görüntülerine ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5651) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

90.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5652) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

91.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5653) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

92.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, BOTAŞ’ın gaz satışına ve doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5654) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

93.- Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay’ın, BOTAŞ’ ın alacaklarına ve doğalgaz zammına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5655) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

94.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Başbakan korumalarının giysilerindeki bir ibareye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5656) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

95.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, doğalgaz zammına ve Ankara Büyükşehir Belediyesinin BOTAŞ’a olan borcuna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5657) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

96.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Yüreğir Belediyesinin bazı giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5658) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

97.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Seyhan Belediyesinin bazı giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5659) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

98.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Adana Valisinin bazı açıklamalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5660) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

99.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, köy korucularının özlük haklarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5661) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

100.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Osmangazi ilçesindeki bir köyün su sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5662) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

101.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, İzmir’deki hızlı tren projesinin Torbalı’ya kadar uzatılıp uzatılmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5663) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

102.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana Büyükşehir Belediyesinin bir şirketinin faaliyetlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5664) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

103.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Siirt Belediyesinin temizlik işleri ihalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5665) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

104.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, bir heykelin Kahramanmaraş Müzesine nakline ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/5666) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

105.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, sezon sonunda işsiz kalan turizm çalışanlarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/5667) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

106.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğündeki personel hareketlerine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/5668) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

107.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, THY dış hat seferlerinde yolculara dağıtılan gazetelere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5669) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

108.- İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, elektrik enerjisi üretimine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5670) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

109.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, bir siyasi parti teşkilatının elektrik borcuna ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5671) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

110.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Anadolu Jet’in Denizli seferlerinin iptal edilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5672) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

111.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Bor Şeker Fabrikasının özelleştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5673) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

112.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, yurt dışı çıkış tahditlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5674) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

113.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, eczacıların kamudan ilaç bedellerini geç almalarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5675) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

114.- Adana Milletvekili Recai Yıldırım’ın, öğretmen atamalarına ve birleştirilmiş sınıflara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5676) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

115.- Adana Milletvekili Recai Yıldırım’ın, Fen-Edebiyat Fakültesi mezunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5677) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

116.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, bir lisede yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5678) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

117.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir Müsteşar Yardımcısına verilen görevlere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5679) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

118.- Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü’nün, Cumhuriyet Bayramı törenlerinde Tekirdağ İmam Hatip Lisesi kız öğrencilerinin yer almadığı iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5680) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

119.- Bursa Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, bir fen lisesi inşaatına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5681) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

120.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Kahramanmaraş’taki endüstri meslek lisesi ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5682) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

121.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Kahramanmaraş ilinin sınavlardaki başarı durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5683) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

122.- İstanbul Milletvekili Şinasi Öktem’in, İstanbul’daki okulların doğalgaz borcuyla ilgili yazıya ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5684) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

123.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, şiddet uygulandığı iddia edilen bir öğretmene ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5685) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

124.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Torbalı’nın yeni lise ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5686) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

125.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Balıkesir’de ambulans hizmeti konusunda yaşanan bir olaya ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5687) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

126.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, silikozis hastalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5688) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

127.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, devlet hastanelerinde temizlik hizmetlerindeki istihdama ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5689) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

128.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Torbalı’ya yapılacak sağlık yatırımlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5690) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

129.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, mera, yaylak ve kışlaklara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5691) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

130.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki mera, yaylak ve kışlaklara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5692) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

131.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, gebe düve teşviğinin kaldırılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5693) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

132.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, yol hatalarından kaynaklanan kazalara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5694) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

133.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İstanbul Boğazına yapılacak köprüye ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5695) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

134.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, bir otoyol bölümünün inşaatına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5696) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

135.- İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’ın, internet yayınlarına konan erişim yasaklarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5697) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

136.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Anıtkabir ziyareti programına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5698) (Başkanlığa geliş tarihi: 04/11/2008)

137.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, Türkiye Şeker Fabrikalarındaki teknik personelin ücretlerine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5699) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

138.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, TRT’nin kurum dışı kişilere yaptığı ödemelere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/5700) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

139.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına ait katkı payına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5701) (Başkanlığa geliş tarihi: 05/11/2008)

140.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, bir vergi kaçakçılığı iddiasına ve bir taşınmazla ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5704) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/11/2008)

141.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, Tekirdağ’daki TOKİ konutlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5705) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

142.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle hükmedilen tazminatlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5706) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

143.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli Belediyesinin bir alandaki imar uygulamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5707) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

144.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, vergi incelemelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5708) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

145.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Suriye ile arazi ve taşınmaz sorunu konusundaki çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5709) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

146.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, DSİ’nin İSKİ’ye tahsis ettiği su kaynaklarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5710) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

147.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Kahramanmaraş DSİ Bölge Müdürlüğünün kapatılacağı iddiasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5711) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

148.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, bir derenin ıslahına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5712) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

149.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, Hayrabolu’daki bazı baraj ve göletlerin eksikliklerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5713) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

150.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, Alevilerle ilgili konuşmasına ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Said Yazıcıoğlu) yazılı soru önergesi (7/5714) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

151.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, din görevlilerinin özlük haklarına ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Said Yazıcıoğlu) yazılı soru önergesi (7/5715) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

152.- Bursa Milletvekili Onur Öymen’in, Avrupa Birliği Komisyonunun ilerleme raporuna ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5716) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

153.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, Türk ve Bulgar vatandaşlığı olanların sorunlarına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5717) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

154.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman’da verilen maden ruhsatları ile maden rezervi ve üretimine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5718) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

155.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, doğalgaz fiyatındaki formül değişikliğine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5719) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

156.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, doğalgaz sınır basıncının düşürülmesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5720) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

157.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Tuzgölü yer altı deposu ihalesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5721) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

158.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, doğalgaz projelerine ve anlaşmalarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5722) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

159.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, bazı bürokratların devam eden davalarına ve ihalelere fesat karıştırıldığı iddialarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5723) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

160.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, BOTAŞ’ın faiz ödemelerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5724) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

161.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, BOTAŞ’ın zamla elde edeceği gelire ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5725) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

162.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, akaryakıt pompa fiyatlarının indirilmemesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5726) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

163.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kolluk güçleriyle ilgili işkence iddialarının soruşturulmasında bağımsız bir kurul oluşturulmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5727) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

164.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Cumhuriyet Bayramında Adana Büyükşehir Belediyesinin astığı afişlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5728) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

165.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinde geçiş güzergahına bayrak asılmamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5729) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

166.- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, Ankara Büyükşehir Belediyesince Cumhuriyet Bayramı etkinliği düzenlenmemesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5730) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

167.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ABD ziyaretine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5731) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

168.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, Şarköy Belediye Başkanı hakkındaki bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5732) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

169.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, Konya Büyükşehir Belediyesinin ulaştırma projelerine ve imar planı değişikliklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5733) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

170.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’ya batı çevreyolu yapımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5734) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

171.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Ceyhan Belediyesinin toplu konut ihalesine  ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5735) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

172.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, bazı belediye çalışanlarının karıştığı saldırı olaylarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5736) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

173.- Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe’nin, polisin orantısız güç kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5737) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

174.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun, Türk ve Bulgar vatandaşlığı olanların sorunlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5738) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

175.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, İstanbul’daki ilköğretim okullarının doğalgaz borcuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5739) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

176.- Adana Milletvekili Recai Yıldırım’ın, Teknik Eğitim Fakültesi mezunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5740) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

177.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, Çerkezköy’e hastane yapımına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5741) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

178.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, İstanbul’da sosyal güvenlik kurumları ile anlaşması olmayan eczanelere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5742) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

179.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, deprem riski taşıyan Acıpayam Devlet Hastanesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/5743) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

180.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun’un, Türk Patent Enstitüsü eski başkanı hakkındaki iddialara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5744) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

181.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Turgutlu Organize Sanayi Bölgesi arıtma tesisine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5745) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

182.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Salihli Organize Sanayi Bölgesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5746) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

183.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, Akhisar Organize Sanayi Bölgesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5747) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

184.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, süt fiyatlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5748) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

185.- İstanbul Milletvekili Şinasi Öktem’in, destekleme primlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5749) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

186.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, mısır piyasasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5750) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

187.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, küçükbaş hayvan yetiştiricilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5751) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

188.- Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu’nun, Türk Telekom yönetimi ile ilgili bazı iddialara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5752) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

189.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, bir otoyol bölümünün inşasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5753) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

190.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, Çerkezköy’e Adalet Sarayı yapımına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5754) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

191.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, çocuklara yönelik cinsel saldırılara ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/5755) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/11/2008)

192.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, Kahramanmaraş’ta turizmin desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/5756) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/11/2008)

193.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, kiraların bankaya yatırılmasında istenen havale ücretine ilişkin Devlet Bakanından ve Başbakan Yardımcısı (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/5757) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

194.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, bir mahalledeki elektrik kesintilerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5758) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/11/2008)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                                                 No.:  32

2 Aralık 2008 Salı

Teklif

1.- Malatya Milletvekili Öznur Çalık ve 5 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/346) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.12.2008)

Raporlar

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yemen Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/578) (S. Sayısı: 310) (Dağıtma tarihi: 2.12.2008) (GÜNDEME)

2.- Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü’nün; Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/21) (S. Sayısı: 314) (Dağıtma tarihi: 2.12.2008) (GÜNDEME)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 21 Milletvekilinin, erken yaşta evlilik konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/288) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2008)

2.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 21 Milletvekilinin, içme suyu sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/289) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2008)

3.- Mersin Milletvekili Kadir Ural ve 23 Milletvekilinin, Atakent Belediye Başkanı Fevzi Doğan’ın bombalı saldırı sonucu ölümü olayının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/290) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.11.2008)

 

2 Aralık 2008 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK  (Bursa)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşimini açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.

On dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.05

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.16

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK  (Bursa)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN – Yapılan ilk yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi yeniden yoklama yapacağız. Elektronik cihazı açıyoruz.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Avrupa Birliği Komisyonunun bor madenini 2 Sayılı İnsan Sağlığına Zararlı Madenler Listesi’ne alması konusunda söz isteyen Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’a aittir.

Sayın milletvekilleri, lütfen daha sessiz olalım, arkadaşımızı dinleyelim.

Buyurunuz Sayın Barış.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Avrupa Birliği Komisyonunun bor madenini 2 Sayılı İnsan Sağlığına Zararlı Madenler Listesine almasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı

TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğinin, dünya rezervlerinin yüzde 72’sine sahip olduğumuz bor madenini üremeye olumsuz etkili toksik madde kapsamına alması nedeniyle gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, doğrusu bu karar bizleri üzmüştür ve kimyamızı da bozmuştur. Kararın haksız, siyasi bir karar olduğuna inanıyorum. Çünkü bor rezervlerimizin olduğu Balıkesir, Uşak, Bandırma, Afyon gibi yörelerimizde ve aramızda bu bölgelerin milletvekilleri de var, her hâlde böyle bir çalışmanın veyahut da böyle bir durumun, o bölgedeki insanlarımızın üreme sorunu olduğuna onlar da inanmıyorlardır. Ben de tabii ki, bu konuda çok gerçekçi bir araştırma yapılmış mıdır onu bilemiyorum, ama bildiğim kadarıyla dünya genelinde ve tabii ki, Türkiye’de her evli 100 çiftten 25’i zaten bir şekilde bu sorunu yaşamaktadır. Ama Balıkesir, Uşak, Afyon gibi yerlerde bu sorunun daha fazla olduğuna gerçekten inanmak çok güç.

Sayın milletvekilleri, cumhuriyet kurulurken, devrimler yaşanırken Mustafa Kemal Atatürk, hedefin Batı uygarlığı olduğunu, hedefin muasır medeni ülkeler seviyesine çıkmak olduğunu her fırsatta söylemişken, 1960’lı yıllarda Katma Protokol imzalanırken, 1996 yılında gümrük birliği imzalanırken ve bugün geldiğimiz noktada Avrupa Birliğine tam üyelik müzakereleri yapılırken Avrupa Birliğinin böyle bir karar alması gerçekten üzücü olmuştur. Seksen beş yıldan beri hedefimiz Batı’yı yakalamak, Batı uygarlığına ulaşmaktı ama Avrupa Birliği Türkiye'ye karşı her fırsatta hazımsızlık belirtileri göstermektedir. 9 Haziran 2008’de aldığı bu karar da hazımsızlığın bir başka hezeyanıdır. Karar bilimsellikten uzak, tutarsız ve siyasidir.

Hayvan ve insan deneylerinde, yapılan araştırmalarda veriler birbirini tutmamaktadır. Farelerdeki deney ile insanı ilişkilendirmek gerçekle bağdaşmıyor. İnsanlar boru avuç avuç yemiyorlar, içmiyorlar; kaldı ki bor da böyle bir madde değildir. Su bile insana yüksek dozda verildiği zaman toksik etki gösterebiliyor. Bu nedenle, Avrupa Birliğinin aldığı bu karar gerçekle bağdaşmıyor değerli milletvekilleri.

Acaba bunun altında başka nedenler mi vardır; bunu araştırmak, bunları da düşünmek gerekiyor. Bazı firmalar deterjan sanayisinde bor yerine bunu ikame edecek ürünler üzerinde mi çalışıyorlar ve böyle bir ürün ortaya çıkmış mıdır, bu nedenle bu firmaların lobileri Avrupa Birliğinde etkili olmuş mudur, bu lobiler sonucunda da böyle bir karar çıkmış mıdır; değerli milletvekilleri, bunları da düşünmek gerekiyor.

Avrupa Birliği sekiz yıldan beri bor madenimizi bu yasak kapsamı içerisine, toksik madde kapsamı içerisine almak için çalışmaktadır. Acaba sayın yetkililerimiz, bakanlarımız, bürokratlarımız, hatta Başbakanımız bu konuda Avrupa Birliğinin üyelerine, hele hele onun kadim dostlarına hiçbir şekilde bu konu üzerinde “Ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz!” demedi mi? Berlusconi, Sarkozy, Merkel, bu kadim dostlar acaba bor madeni üzerinde Sayın Başbakanımızdan bir telefon aldılar mı? “Bize yardımcı olun.” dendi mi?

Sayın milletvekilleri, bor çok ciddi ve bizim stratejik bir ürünümüz. Bu ürüne sahip çıkmak zorundayız. Aksi takdirde, buna sahip çıkacak olanlar da ortaya çıkabilir. Bu nedenle, bu konunun Hükûmetin en acil konularından bir tanesi olması gerekiyor ve ben bu konunun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

TANSEL BARIŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, tabii ki beş dakikada boru özetlemek mümkün değil.

Küresel ekonomik krizde Hükûmet önlem almakta geç kalmıştır. Bu konuda da, bor konusunda da Avrupa Birliğinin aldığı bu kararda geç kalmıştır. Bütün bunlara rağmen, sayın milletvekilleri, zararın neresinden dönülürse kârdır hesabıyla, bor üzerinde etkin çalışmalar yapmamız gerekiyor. Dünya Sağlık Birliğiyle iş birliği yaparak bor üzerinde daha geniş bir sağlık taraması yapılmalıdır. ABD, Rusya, Çin’le iş birliği yaparak, dayanışma yaparak bu konuda Avrupa’nın aldığı karara engel olunmalıdır. Dünya Ticaret Örgütüne yapılacak, açılacak davayla ilgili sağlam doneler bulunmalıdır diyorum ve ARGE’lerimizle, TÜBİTAK’la, üniversitelerimizle, araştırma enstitümüzle borun üzerine gitmeliyiz ve boru geleceğimize…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

TANSEL BARIŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bu karara rağmen, Bor’un pazarı geçmemiştir sayın milletvekilleri, Bor’un pazarı yarınlardadır, yeter ki bizler bora sahip çıkalım.

Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Barış.

Hükûmet adına Devlet Bakanı Sayın Şimşek konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Barış’a konuyla ilgili gösterdikleri hassasiyet için teşekkür ediyorum.

Ülkemiz dünya bor rezervlerinin yaklaşık yüzde 70’ine sahip olup bu madde ve türevleri ihracatımız açısından büyük önem taşıyan kalemler arasındadır. Nitekim Türkiye, 2007 yılında, Avrupa Birliğine yaklaşık 100 milyon avro tutarında bor ihracatı gerçekleştirmiştir. Bor madeninin ülkemiz açısından taşıdığı önem doğrultusunda Avrupa Komisyonunun borik asit ve bazı borat türevlerini tehlikeli madde olarak sınıflandırma girişimi başından itibaren ülkemizce yakından takip edilmiş ve bu konudaki tepkimiz gümrük birliği kapsamındaki sorunların ele alındığı temel organ olan Gümrük Birliği Ortak Komitesi başta olmak üzere, 28 Kasım 2007 tarihinde Brüksel’de, 10 Haziran 2008 tarihinde Ankara’da ve son olarak 14 Ekim 2008 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen Gümrük Birliği Ortak Komitesi toplantılarında Avrupa Birliğiyle her platformda, her düzeyde yoğun bir şekilde dile getirilmiştir. Yani bu konuda herhangi bir gecikme ve ihmal söz konusu değildir. Bu konu son dönemde Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantılarının gündemine de taşınmış bulunmaktadır. Yine 6 Mart 2008 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen 116’ncı Ortaklık Komitesi toplantısına katılan ve Bakanlığımızın Başkanlığını yaptığı heyetimizce bu konudaki tepki ve beklentilerimiz AB’nin dikkatine çekilmiştir, getirilmiştir. 27 Mayıs 2008 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen Ortaklık Konseyi toplantısında aynı hususlar AB tarafına iletilmiştir.

Yukarıda özet olarak dile getirdiğim her düzeydeki ve çok sayıdaki yoğun girişimlerimize rağmen bor ve türevlerinin üremeye olumsuz etkili toksik madde olarak sınıflandırılmasına ilişkin karar 15 Eylül 2008 tarihli AB Resmî Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

Sonuç olarak ilgili kurumlarımız arasında yapılan değerlendirme doğrultusunda, konunun Dünya Ticaret Örgütü Anlaşmazlıkların Halli Mekanizması’na götürülmek suretiyle yargı sürecine taşınması üzerinde durulmaktadır. Bu yöndeki görüşümüz 14 Ekim 2008 tarihinde Brüksel’de yapılan Gümrük Birliği Ortak Komitesi 21’inci dönem toplantısında AB Komisyonunun dikkatine getirilmiştir. Bu söylediklerimizden de göreceğiniz gibi, bu konuda herhangi bir tepki eksikliği, ihmal söz konusu değildir.

Benzer şekilde, dünyada yaşanan büyük krize olan tepkide de bir gecikme söz konusu değildir. Türkiye, global krize, başlangıç noktası itibarıyla, gerek bankacılık sektörü gerek hane halkının durumu gerekse kamu sektörünün durumu itibarıyla sağlam yakalanmıştır. Ama tabii, Türk özel sektörünün birtakım yurt dışı yükümlülüklerinin getirdiği tedirginlikler de bulunmaktadır. Bu tedirginlikleri azaltmak için de elimizdeki imkânlar çerçevesinde gerekeni yapmaya çalışıyoruz.

Burada tabii ki dünyada küresel ölçekte büyük bir kriz var ve bunun da yansımaları var. Biz, hiçbir zaman zaten buna bağışık olduğumuzu iddia etmedik. Ama öyle ümit ediyorum ki, hâlâ, Türk özel sektörünün, bankacılık sektörünün, hane halkının ve devlet, yani kamu sektörünün sağlam temelleri nedeniyle bu krizin, en azından Türkiye boyutuyla, geçmişe oranla daha az bir zararla atlatılacağını düşünüyorum. Zaten şu ana kadar piyasadaki tepki de onu göstermektedir. Gelinen noktada, tabii ki bir miktar belirsizlik var ve bunun reel ekonomiye getirdiği yansımalar var. Bu sadece Türkiye’ye özgü değil, bütün dünyada çok ciddi bir sıkıntı var ve Türkiye’ye göre çok daha sağlam gibi görünen ülkelerde bile çok daha boyutlu bir tahribat ortaya çıkmış. Güney Kore’de durum böyle, Rusya’da durum böyle; yani ben sadece Batı ülkelerini kastetmiyorum.

Onun için, ne küresel kriz konusunda ne de bu bor konusunda biz geç tepki verdiğimizi tabii ki kabul etmiyoruz. Tam aksine, biz proaktif bir şekilde, hem krizden en az etkilenmek için hem de bu bor konusunda Avrupa Birliğinin aldığı kararı geri çevirmek için elimizden geleni yaptık, yapmaya da devam edeceğiz.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şimşek.

Gündem dışı ikinci söz, seçmen kütükleri hakkında söz isteyen Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’a aittir.

Buyurunuz Sayın Kaplan.

2.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, seçmen kütüklerine ilişkin gündem dışı konuşması

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; “Nüfusu bir sayımda azalan bir ülke var mı?” derlerse “Türkiye.”, “Seçmeni bir yılda 6 milyon artan bir ülke var mı?” derlerse yine “Türkiye.” cevabını alırız. Gerçekten, 29 Mart yerel seçimleri öncesi Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sayın Muammer Aydın’ın yaptığı açıklamalara göre, seçmen kütüklerinin, artık, Yüksek Seçim Kurulunun denetiminin dışında, adrese dayalı kayıt sistemiyle ve Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası -bilgisayar ortamında tutulan- kayıtlarından yapıldığı, parmak boyamanın kaldırıldığı, muhtarlıkla işin kalmadığı, yine, nüfusa vaki itirazların nüfus müdürlüklerine, yine itiraz hâlinde emniyet ve jandarma kanalıyla o adreste yapılacağı belirtiliyor.

Şimdi, adil ve halkın özgür iradesinin seçime yansımasını sağlamanın bir tek yolu vardır. Bunun da yargı denetiminde, Anayasa’nın 79’uncu maddesi uyarınca ve 298 sayılı temel Kanun uyarınca yargı denetiminde yapılması gerekiyor. Ancak, bu sistemle yargı denetimi dışına çıkıldığını ve Anayasa’nın hükmünün ihlal edildiğini görüyoruz.

İçişleri Bakanı Sayın Atalay, 2003’te devreye giren MERNİS sistemi sonucu mükerrerlikleri ortadan kaldırmak için 3,5 milyon seçmenin silindiğini hatırlatmıştı. Şimdi, bu silinmenin arkasından gelen rakamlara biraz daha bakalım: 2004-2007’de 1 milyon azalan seçmen nasıl oldu da 22 Temmuz tarihinden bu yana 6 milyon arttı? 2002’de 41 milyon 376 bin 953 olan seçmen, 2004’te 43 milyon 552 bin 931, yani iki yıllık artış 2 milyon 200 bin. 2007’de, üç yıl sonra, 1 milyon azalarak 42 milyon 533 bin 41’e düşüyor. Şimdi 2008’de nasıl oluyor da hangi verilere göre 48 milyon 265 bin 644 oluyor? TÜİK’in bu verileri vermesi gerekiyor. Vatandaşlık ve Nüfus Genel Müdürlüğünün bu verileri ortaya koyması gerekiyor.

Yine, bu verilerin, hangi ilde, hangi ilçede ne kadar arttığının da Hükûmet tarafından ortaya konulması gerekiyor. Bir taraftan, TÜİK, Başbakan Yardımcısı bakanlığa bağlı, bir taraftan Yüksek Seçim Kurulu yüksek yargı olarak Adalet Bakanlığına, bir taraftan Vatandaşlık ve Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü İçişleri Bakanlığına bağlı. Böylesine bağlı üç ayrı işlem üzerinden yürütmenin kendi denetimine aldığı seçmen kütüklerinin önümüzde baş ağrıtacağı çok açıktır. Bunun çok somut örnekleri de var: Diyarbakır’da seçmen sayısı 150 bin artmış. Evet, görüyoruz ilçeler bazında şeyleri var ama, örneğin Sur ilçesinde polis okulunun 800 öğrencisi amirleriyle beraber örgütlü olarak gidip kayıt yaptırabiliyorlar. Bulanık ilçesinde kaymakam köyden şehre göç etmiş olanları kaydetmiyor. Yine, Ceylanpınar ilçesinde, 3.600 kadar seçmen, 40-50 kilometre Ceylanpınar’ın dışında, göçer aşiretlerinden oluşmasına rağmen, adrese dayalı kaydı bulunmadığı hâlde maalesef şehir merkezine kaydediliyor. Şimdi bu durumun, seçim tartışmalarını bir arada değerlendirdiğimizde çok tehlikeli ve tartışmalı bir seçim sürecine girdiğimiz anlaşılıyor.

Evet, burada Meclisin de günahı var. Yakın zamanda bir seçim kanunu değişikliği yapıldı, 33 ve 36’ncı maddeler ile getirilen, bu, adrese dayalı sayım ve tespit sonucu maalesef Anayasal hüküm olan denetim ihlal edilmiş oldu. Şimdi bu yanlıştan Meclisin yine dönmesi gerekiyor. Bu yanlışı, Meclisin bütün bileşenlerinin, bütün gruplarının, grubu bulunmayan partilerin dahi, partiler arası bir komisyon kurarak ve Yüksek Seçim Kurulunun yetkilendirilmesini sağlayacak bir düzenleme yapması gerekiyor. Partiler arası bir komisyon kurulup soruna çözüm getirilmesi, seçim güvenliğinin sağlanması, bu tartışmaların son bulması gerekiyor. Aksi takdirde, bakın, çok açık söylüyorum…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Çok açıklıkla şunu ifade etmek istiyorum: Anayasa’nın 67’nci maddesinde “Seçimler yargı gözetiminde yapılır.” deniliyor. Yüksek Seçim Kurulu -bu kütük olayı, seçmen kütüğü seçimin başlangıcıdır- bu görevini devredemez. Hiçbir şekilde, yasa da değiştirilse    -ki değiştirilen yasayla bu hüküm getirilmiştir- Yüksek Seçim Kurulunun bu konudaki denetimini ortadan kaldırmamaktadır. Bu yanlışın derhâl düzeltilmesi ve seçim takviminin açıklandığı bugünlerde partiler tarafından oluşturulacak bir komisyonun bu olaya derhâl el atması gerekiyor.

Yine, Yüksek Seçim Kurulunun 1 Ocakta başlayacak seçim takvimine kadar İçişleri Bakanlığı nüfusu 2 binin altına düşen beldelerin adrese dayalı itirazlarını sonuçlandırmak zorundadır. Sonuçlandırmadığı takdirde, bu beldelerin seçime girme imkânı da yoktur. Bunların da seçime dâhil edilmesi gerekiyor. Meclisin bu konuda bir adım atması gerekiyor, bu tartışmaların da son bulması gerekiyor.

Teşekkür ediyorum. (DTP tarafından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan.

Gündem dışı üçüncü söz, Bursa’daki işten çıkarmalar hakkında söz isteyen Bursa Milletvekili Necati Özensoy’a aittir.

Buyurunuz Sayın Özensoy. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, Bursa’da özellikle tekstil ve sanayi sektöründe işten çıkarmalar ve yansımalarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bursa’daki işten çıkarmalar ve yansımalarıyla ilgili gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Aylardır Türkiye’de küresel kriz tartışmaları var. Bunun ne şekilde yansıyacağıyla ilgili birçok ayrılan fikirler var. Ancak Bursa’da başta tekstil sektörü olmak üzere, zaten yıllardır uygulanan düşük kur yüksek faiz politikasıyla, özellikle sanayi üretiminde ciddi anlamda sıkıntılar baş göstermeye başlamış idi. Bununla ilgili resmî rakamları, İŞKUR’un resmî rakamlarını sizlere vermek istiyorum, buralardan örneklerle bu konuyu paylaşmak istiyorum. Yine, Türk-İş gibi işçi temsilcilerinin yaptığı açıklamaları paylaşmak istiyorum. Bakın, İŞKUR’un rakamlarına göre 2003 yılında Bursa’da toplam çıkarılan işçi sayısı 13.425; 2004 yılında toplam 25.074; 2005 yılında 29.170; 2006 yılında 32.857; 2007 yılında 42.004; 2008 yılında sadece on ayda 38.020. Yani, bu verilere göre yıl sonunda bu rakamın neredeyse 50 bine ulaşacağı söyleniyor. Yine, İŞKUR Genel Müdürünün yaptığı açıklamalara göre Türkiye genelindeki yansımaların da aynı şekilde olduğunu görüyoruz. İŞKUR Genel Müdürü Nazım Ata, İşsizlik sigortası müracaatında son bir ayda 22 bin artış olduğunu söylüyor. Geçtiğimiz mart ayından kasım ayına kadar toplam 122 bin kişinin işsizlik ödemesi için başvuruda bulunduğunu ifade ediyor. Yine, Bursa’da ifade ettiğim gibi Türk-İş’in bölge temsilcisi Sayın Kanca, biraz önce verdiğim rakamları ifade ediyor “İşten Atılmalar Ürkütüyor.” başlığı altında gazetelere yansımış. Yine, gazetelerde “Kriz ekonomiyi yıkıp geçiyor. Bursa’da makine devi krize yenildi.” Yani, iş yerini kapattığıyla alakalı haberler verilmiş. Yine, Bursa’da son bir hafta içerisindeki haberlerden bahsediyorum. Yine Sayın Kanca’nın yaptığı açıklamalarda bu rakamlar verildikten sonra… Bu rakamlar ki, Bursa’da tekstil ve otomobil gibi ana sanayinin çıkardığı rakamlar. Diyor ki: “Ana sanayi 1 işçi çıkarıyorsa, yan sanayi 14 işçi çıkarıyor.” Yani bunun diğer sektörlere veya küçük işletmelere yansımasının ne olduğunu iyi düşünmek lazım.

Yine, Bursalı Sayın Çalışma Bakanımız Faruk Çelik Bey’in yaptığı açıklamalar var: “İşçi çıkarmayın, ödenek imkânından yararlanın. Aralık ve ocakta işsizlik artabilir.” diyor Sayın Bakan.

Yine bu Sayın Bakanımızın gösterdiği yolda Bursa’da başvuran büyük firmaların sayısını söyleyeyim: Oyak-Renault 6.585 işçisi için 21 Kasım ile 31 Ocak arasındaki bu esnek çalışmayla ilgili başvuruda bulunmuş. Asil Çelik 706 işçisi için 18/11 ve 17/2 tarihleri arasında başvuruda bulunmuş. Yine, Mako Elektrik Ticaret Sanayi AŞ 1.193 işçisi için 15/12-15/1/2009 arasındaki tarihlerde bu fondan istifade etmek için başvuruda bulunmuş.

Yine, Bursa’da yapılan panellerde ekonomik krizin buhrana döndüğünden bahsediliyor.

Biraz önce Sayın Bakanımızın yaptığı açıklamalarda bu fondan bahsedildi. Yine bu fonun… Reel sektöre bir şekilde destek verilmesiyle ilgili rakamlardan bahsediliyor. 

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bu fonda 37 katrilyon veya 37 milyar YTL birikmiş. Ama bu fonlar da 2014 yılına kadar bir şekilde bağlanmış. 2008’de 5,9; 2009’da 13,664 diyerek giden bir fon var.

Yine, bakın Bursa’da İŞKUR’a -geçtiğimiz yılla sadece karşılaştırmasını yapmak için- işsizlik sigortasına başvuranların sayısı geçen yıl 15.588 iken bu yıl 20.829; işsizlik ödeneğine bağlanan sayı 14.522 iken bu yıl 17.808. Yani bu rakamlar da gösteriyor ki, Bursa gibi elbette Türkiye'nin birçok şehrinde bu sıkıntılar giderek devam ediyor ama Sayın Maliye Bakanı hâlâ Türk milletiyle dalga geçer gibi “Ansiklopedi atsanız bir şey olmaz.” diyor. Herhâlde bu mart seçimlerinde Sayın Bakanın kafasına halk tarafından taş düşerse, her şey, bütün gerçekler ortaya çıkacak.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özensoy.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, nedir isteğiniz?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, seçmen kütüklerinin güncelleşmesi ve itiraz süresine üç gün kalmıştır. Gündem dışı konuşmamızda bu kaygıyı dile getirdim. Hükûmet buna cevap vermiyor ancak bir açıklama yapmak zorunda, kamuoyunu bilgilendirmek zorunda. Seçim güvenirliliği tartışmaları kamuoyu gündemine oturmuş durumda.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, bu konuda Hükûmetten bize bir konuşma talebi gelmedi. Onun için…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Peki efendim, anladım.

BAŞKAN - Haklı olabilirsiniz ama onların bir açıklaması gelmedi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  - Her şeye yirmi dakika cevap veriyorlar sayın bakanlar. Bu konu çok önemli.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – 3 tane bakan var.

BAŞKAN – Sayın Çelik, buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bursa Milletvekilimiz Sayın Necati Özensoy’un Bursa’da işten çıkarmalar ve yansımaları hakkındaki gündem dışı konuşması üzerinde söz almış bulunuyorum.

İçinde yaşadığımız bir süreç var. Bu süreçle ilgili yoğun şekilde medyada -görsel, yazılı medyada- ve her yerde, her alanda değerlendirmeler yapılıyor. Bunun adının “küresel mali kriz”, “ekonomik kriz” olduğu da hepimiz tarafından biliniyor.

Bu kürsüden, tabii ki olup bitenleri, bütün gerçekleri bütün çıplaklığıyla, bütün açıklığıyla değerli milletvekili arkadaşlarımızla paylaşmak sorumluluğumuzun gereğidir. Geçen haftalarda -takriben on gün önce- eylül rakamları çerçevesinde, arkadaşlarıma, işsizlikte olup bitenler, istihdamla ilgili olup bitenlerle ilgili bilgiler aktarmış idim ve yine o konuşmamda şunu belirtmiş idim: “Bir hafta sonra da ekim sonu rakamlarını elde edeceğiz. O rakamlar çerçevesinde yine, objektif, açık, şeffaf bir şekilde değerlendirmeleri huzurlarınızda yapma imkânını buluruz.” dedim. Sağ olsun, Sayın Özensoy bu fırsatı verdiler. Bu çerçevede, ağırlıklı, resmî, kesinleşmiş ekim sonu rakamları çerçevesinde değerlendirmeleri yapma imkânını elde etmiş bulunuyoruz. Aynı şekilde, yine önümüzdeki süreç içerisinde, mümkün olur ise, kasım sonu rakamlarını değerlendireceğiz, aralık sonu rakamlarını da birlikte değerlendirme imkânını elde etmiş olacağız.

Şimdi, efendim, bir genel değerlendirme yapacak olursak, 1990 yılı ile 2008 yılı arasındaki SSK zorunlu sigortalı sayısındaki değişime bir baktığımız zaman, şu rakamları görüyoruz: 1990 yılında 3 milyon 446 bin 502 sigortalımız var. 1996 yılında ise 4 milyon 624 bin 330’a çıkıyor bu rakam; altı yıl sonra ulaştığı rakam 4 milyon 624 bin. 2002 yılında ise toplam sigortalı sayımız, zorunlu sigortalı sayımız, 5 milyon 223 bin 283 kişi zorunlu sigortalı olarak çalışma hayatını sürdürüyor. 2008 Ekim ayı itibarıyla ise zorunlu sigortalı sayısı 9 milyon 81 bin 855 kişi. Şimdi, 1990 ile 1996 yılları arasında, altı yıllık dönem içerisinde, 1 milyon 177 bin 828 sigortalı, zorunlu sigortalı sayısı artarken 1996 ile 2002 yılları arasında 598.953 kişi artış sağlamış. Oysa 2002 ile 2008 yılları arasındaki artışa baktığımız zaman 3 milyon 858 bin 602’dir. Yani, 1992-2002 yılları arasındaki artış ile 2002-2008 yılları arasındaki zorunlu sigortalı sayısındaki artışı mukayese ettiğimiz zaman, son altı yılın on iki yılla mukayesesinde, son altı yılda yüzde 120’lik bir zorunlu sigortalı sayısında artış olduğunu resmi rakamlarla ifade etmiş bulunuyorum.

Genelde iş yeri sayılarına baktığımız zaman –yani, sigortalı çalıştıran iş yerini kastediyorum- kamu-özel toplam Ekim 2008 itibarıyla 1 milyon 173 bin 218 iş yeri bulunmaktadır. Bu Aralık 2007’ye baktığımız zaman 1 milyon 115 bin 562’dir. Yani, Aralık 2007 yılında 1 milyon 115 bin 562 olan iş yeri sayısı Ekim 2008 tarihinde 1 milyon 173 bin 218’e çıkmıştır. Son aylara baktığımız zaman, çok az sayıda, 1 milyon 173 ile 1 milyon 178 arasında oynayan bir iş yeri sayısının olduğunu da ifade etmeyi uygun buluyorum.

Şimdi, zorunlu sigortalı sayılarını geneli itibarıyla ele alacak olursak Aralık 2007 yılında, 2007’nin sonu itibarıyla 8 milyon 497 bin 824 zorunlu sigortalı var iken Ekim 2008’de 9 milyon 81 bin 885 kişiye bu ulaşmıştır, çıkmıştır. Son aylara baktığımız zaman, son dört ay içerisinde 9 milyon 188 ile 9 milyon 80 bin arasında bu rakamın değiştiğini ifade etmek istiyorum.

Yani, bunları şunun için söylüyorum: Aslında, resmî rakamlara ekim sonuyla baktığımız zaman -az önce Değerli Arkadaşımızın ifade ettiği gibi- bizleri ürpertecek, çok paniğe sevk edecek bir tablo görünmüyor. Ama geçen konuşmamda da ifade ettiğim gibi bu bizim tedbirsizliğimize, bu bizim dikkatsizliğimize sebep olmamalı. Küresel anlamdaki gelişmeleri dikkatle izlemek, çözümlerini bir bir ortaya koymak ve nerede ne şekilde bir tahribatı söz konusu olacak ise bunlarla ilgili gerekli önlemleri alma çabası içerisinde olma zorunluluğumuz var, bunun bilincinde olduğumuzu ifade ediyorum.

Şimdi, Bursa’ya gelince, tabii, Bursa ilimiz Türkiye’nin çok önemli sanayi şehri, tarih şehri, turizm şehri; Bursa’ya bu ve benzeri birçok özellik isnat edebiliriz. Aynı zamanda, Bursa, ekonomisi dünya ekonomisiyle entegre olmuş en önemli illerimizin başında gelen bir ilimiz. Dolayısıyla meydana gelen küresel krizden Bursa’nın etkilenmemesi diye bir şey söz konusu olamaz, belki öncelikli olarak etkilenen illerin başında Bursa ilimiz gelmektedir. Gerek tekstil sektörüyle gerek otomotiv ve otomotiv yan sanayisi açısından baktığınız zaman, dünyadaki talep daralması, piyasalardaki daralmalar ister istemez üretime de çok ciddi, istihdama da ciddi yansımalar olmaktadır.

Yine bu çerçevede Bursa’yı değerlendirmek istiyorum: Bursa’daki iş yeri ve sigortalı sayılarına baktığımız zaman, Bursa’da Haziran 2008’de toplam iş yeri sayısı 48 bin 843, Temmuzda yine 48 bin, Ağustosta yine 48 bin, Eylülde yine 48 bin, Ekime geliyoruz yine 48 bin. Yani ortada 48 bin 800, 500, 600 şeklinde değişen rakamlar var ama iş yeri sayısında Bursa’da ekim sonu itibarıyla -son dört aylık ve daha da geriye gidebiliriz- çok ciddi, yine bizi çok çok endişeye sevk edecek bir tablonun olmadığını net bir şekilde ifade ediyorum.

Şimdi, sigortalı sayısına bakalım: Sigortalılıkta tabii işe girenler var, işten çıkanlar var, işten ayrılanlar var, aynı zamanda giriş yapanlar var. Bu çerçevede, net rakamı ifade ediyorum: Sigortalı sayısı Bursa’da 469.187. Ne zaman? Haziran ayında. 467 bin temmuz ayında, 467 bin ağustos ayında, 466 bin eylül ayında, 459.626 ise ekim ayının sonu itibarıyla sigortalı sayısı.

Şimdi, burada baktığımız zaman yine 7 ile -son ay itibarıyla- 6 bin, son dört ay itibarıyla sigortalı sayısında 10 binlik bir azalış, yani haziranla mukayese ettiğimiz zaman sigortalı sayısında 10 bin azalış ama bir önceki ayla mukayese ettiğimiz zaman 6.001 azalış Bursa’daki sigortalı sayısında söz konusudur.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu süreç önemli bir süreç. Bu süreçle ilgili, Değerli Arkadaşımız zaten politik bir konuşma yapmadı. Geleceğe dönük ağırlıklı olarak tabii ki endişelerini dile getirmesi saygıdeğerdir, saygı duyuyoruz. Hepimiz bu hassasiyeti gösteriyoruz ve gerek reel sektörün gerek finans sektörünün gerek kamunun gerekse tüm sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların üzerine bu süreçte önemli sorumluluklar düşüyor. Bunlarla ilgili temaslarımız da çok yoğun bir şekilde devam ediyor. Yani toplumun tüm kesimleriyle kamu olarak bir araya geliyoruz, değerlendirmeler yapıyoruz, alınması gereken önlemler ve gelişmeler doğrultusunda da kararlarımız bir bir devreye giriyor. Şu anda, ekim sonu itibarıyla ifade ediyorum, yine de panikleyecek bir tablo söz konusu değildir. Fakat piyasalara bir diğer açıdan baktığımız zaman -az önce Sayın Özensoy ifade ettiler-  eylül ayında işsizlik ödeneği alan, işsizlik ödeneğinden istifade eden 143 bin kişi iken bu ay, ekim ayı sonu itibarıyla bu rakamın 165.076’ya çıktığını ifade ediyorum. Burada 22 bin kişilik bir artış, 22 bin sayılık bir artış söz konusudur. Ayrıca, ekonomik kriz sebebiyle Bakanlığımıza müracaat eden firma sayısı da, yani kısa çalışma ödeneği talebinde bulunan firma sayısı da 42’ye ulaşmıştır. Bununla ilgili müfettişlerimiz –Bursa açısından değil yani Türkiye genelini söylüyorum- şu anda gerekli iş yerlerinde gerekli değerlendirmeleri yapmaktadırlar kısa çalışma ödeneği açısından. Bu firmaların toplam bize müracaatlarındaki istihdamları ise 10.700 civarındadır.

Şimdi, sonuç olarak şunu söylüyorum: Gelişmeler izleniyor, gelişmeler takip ediliyor, alınması gereken önlemler alınıyor ve alınacak ve umuyoruz ki, Türkiye’nin resesyona girmesi söz konusu değildir. Bunu tüm taraflar da, yetkililer de açık bir şekilde ifade ediyorlar. Türkiye de piyasa daralmasından, talep daralmasından meydana gelen bir istihdam sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Onun için, mevsimsel olarak da baktığımız zaman, aralık ayının, ocak ayının, şubat ayının daha dezavantajlı olduğunu dikkate aldığımız zaman, geçen konuşmamdaki ifadeler, bu mevsimsel durumun da dikkate alınması açısından söylenmiş olan ifadelerdir.

Umuyor, diliyorum ki, eylüle yansımayan bu olumsuzluklar, ekim ayına da yansımadığı gibi, önümüzdeki aylarda da yine karşı karşıya geldiğimiz zaman çok daha olumsuz boyutlarda bir değerlendirmeye vesile olmaz temennisinde bulunuyorum.

Bu konu, hassas bir konu ve bütün siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının ve tüm sektörlerin hassasiyetle ortak bir bakış açısı sergilemelerinden de duyduğumuz memnuniyeti ifade ediyorum.

Tekrar, böyle bir konuşma fırsatı, cevap fırsatı verdiği için değerli milletvekili arkadaşıma teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çelik.

Sayın Özensoy, sisteme girmişsiniz. Nedir acaba?

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Çok kısa bir açıklama yapacağım Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurunuz.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım rakamlar verdi. Tabii, geçtiğimiz yılla bu yıl arasındaki sigortalı sayısında da çok cüzi artış var. 2007’deki artış herhâlde SGK Kanunu’nun, yani emeklilikle ilgili çıkan kanundan dolayı olsa gerek. Sayın Cumhurbaşkanımızın oğlu başta olmak üzere, bu tür genç sayısı da çok yoğun diye düşünüyoruz.

Şimdi, bakın, ekim ayında herhangi bir şey olmadığını ifade etti Sayın Bakan. İŞKUR’un rakamlarıyla 3.448 kişi 2007’de çıkmış, 2008’de 5.683 kişi çıkmış. Yani yüzde 60’lık bir artış var.

Bir de, Sayın Bakan Bursa Milletvekili, lütfen, Orhangazi Parkı’ndan bir geçsin. Her gün, orada, işten çıkarılan işçiler yoğun bir şekilde protestolar yapıyorlar. En son Bursa Ticaret-Sanayi Odası Başkanı Sayın Celal Sönmez 250 işçinin çalıştığı fabrikasını kapattı ve “Hiçbir borcum olmadığı hâlde yürütemiyorum.” diye açıklama yaptı. Bunun gibi, Bursa polyester de Avrupa’nın ve Orta Doğu’nun en büyük tesislerine sahipti, şu anda Bursa’da polyester iplik üretilemez hâlde. Sayın Bakanım mutlaka bunları biliyordur.

Biraz önce bahsettiğimiz konular, bunlar da önemlidir. Mutlaka tedbirleri almak gerekir diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özensoy.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, kısa bir açıklama yapabilir miyim?

BAŞKAN – Usulümüzde yok ama soru-cevap işlemine girdi. Ama sizin beş dakika süreniz kalmıştı.

Sayın Bakan, kürsüden devam edebilirsiniz, beş dakika süreniz vardı.

Buyurunuz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Şimdi, tabii, bir tartışma açısından bunu söylemiyorum ama İŞKUR’un verileri çıkış itibarıyla burada zikredildi. Ben burada alınması gereken rakamların zorunlu sigortalı düzeyinde olmasının doğru olduğu düşüncesindeyim, çünkü işe giriş-çıkışlar var. Yalnız çıkış alırsanız, girişi almazsanız sağlıklı neticeye ulaşamazsınız.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Girişte artış var mı Sayın Bakan?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Doğrudur, işe giriş-çıkışlara baktığınız zaman bir ay içerisinde 750 bin işten çıkış vardır, 750 bin işe giriş vardır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Nerede giriş?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – İşe giriş, evet…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Çıkışta artış olduğu doğru, girişte artış var mı?

OKTAY VURAL (İzmir) – Var mı artış, var mı?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Var efendim tabii. Bakınız…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Yapmayın Sayın Bakanım, yapmayın.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Peki, size bir rakam veriyorum…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Mahcup olursunuz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Hayır, hayır. Bakınız, hizmet akdiyle çalışanların son dört aylık işe giriş-çıkışlarını veriyorum size: Temmuz ayında işe giriş 852 bin, işten çıkış 829. Efendim, resmî rakamlar bunlar. Yani şimdi, şunu ben size ifade ediyorum…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Ekim ayından bahsediyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ekim ayında neymiş?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Buyurun ekim ayını: 713.806, 756.510. Var yani işe giriş; 700 bin giriş var, 700 bin çıkış var.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Biraz önce sigortalı sayısının düştüğünü siz ifade ettiniz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Ben şunu ifade etmek istiyorum: Bu konuyu değerlendirirken işe giriş-çıkış olarak değerlendirmek gerekiyor. İşten çıkışı alırsanız, o zaman şöyle oturursunuz “Temmuz, ağustos, eylül, ekim aylarında takriben 2,5 milyon insan işten çıkmıştır.” dersiniz. Onun için, bu sigortalı sayıları da doğrudur, aynen ifade ettiğim gibi. 

OKTAY VURAL (İzmir) – “Sigortalı sayısı düştü.” dediniz.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Siz dediniz “Sigortalı sayısı düştü.” diye. Bu ne demektir?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bakınız, siyaset yapıyoruz siyaset, politika yapmıyoruz. Bursa’dan siz beni iyi bilirsiniz, nasıl siyaset yaptığımı.

Şimdi, ben diyorum ki bakın, bütün çıplaklığıyla Türkiye küresel krizi göğüslüyor, karşılıyor, mücadelesini sürdürüyor. Bunu sürdürürken burada rakamları çarpıtmaya kimsenin hakkı yok.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Ben sanayicilikten geliyorum Sayın Bakan, sanayicilikten!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Sizi demiyorum, ben size ne söylüyorum? Diyorum ki bu sizi tatmin ediyorsa ben hayret ediyorum: “Haziran ayında 469 bin sigortalı var -küsuratını söylemiyorum- ağustos ayında 467 bin var, eylül ayında 466 bin var, ekim ayında 459 bin sigortalı var.” diyorum, “Son bir ayla mukayese ederseniz 6 bin, son dört ayla mukayese ederseniz 10 bin fark var.” diyorum. Bunu söylemek yanlış mı?

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Hayır! Kayıt dışı, kayıt dışı!

OKTAY VURAL (İzmir) – İşini kaybediyor, iş yeri kapanıyor Sayın Bakanım.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bunu söylemek herhâlde yanlış değil. Doğruları konuşmamız gerekiyor ama buna itiraz ediyorsanız, çok farklı bir şekilde konuşma yapabilirdim ben; son ayın rakamlarını verirdim, başka mukayeseler yapmazdım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Verin, verin!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Doğru değil arkadaşlar.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Bursa’daki sanayicilerin önüne çıkalım birlikte isterseniz!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –Bir süreç yaşanıyor, bu süreç 70 milyonu ilgilendiriyor, bütün siyasi partileri ilgilendiriyor, bizden kaynaklanan bir süreç değildir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Tamamen sizden kaynaklanıyor.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) –O hâlde bu süreç karşısında duruşumuzu bütün çıplaklığıyla, açık, şeffaf bir şekilde konuşmamız gerekiyor ve ona göre de yolumuzu ve planlarımızı geliştirmemiz gerekiyor.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Daha önceden belli değil miydi Sayın Bakan?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Efendim, iş yerini kapatanlarla ilgili de şunu söyleyelim: Genel itibarıyla, yani bu süreçte her kesim kendisini sağlama almaya çalışıyor.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Kimsenin zulasında da bir şey yok Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – Bu bakış açısını biz doğru bulmuyoruz. Yani reel sektör kendisini sağlama alacak “Nasıl olsa bir fırsat var, aman çıkıvereyim bu piyasadan.” diyecek. Finans sektörü “Küresel anlamda bir sıkıntı var, o hâlde kredi anlamında bir frene basıverelim.” diyecek. Bir başkası başta türlü kendisini güvence… Bu, doğru değil.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Peki, siz ne yapacaksınız?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Hepimiz aynı şemsiyenin altındayız. Krizi bahane ederek işletmeleri kapatmak doğru değil. Tekstil krizi bugünün sıkıntısı değil. Tekstilde uzun süreli, altyapısıyla ilgili çok anlatacağımız şeyler var.

OKTAY VURAL (İzmir) – Onlar suçlu yani, öyle mi?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - On yıllara sâri, on beş yıl çok toplantılar yaptık Bursa’da biz tekstilde 1990’lı yıllardan beri. Tekstildeki değişimin, dönüşümün hangi esaslara dayalı olduğunu, Bursa’nın bu süreci nasıl karşıladığını, Türk tekstil sanayicilerinin bu sürece karşı tedbirlerinin ne olduğunu çok konuştuk biz, onu da ayrıca bir değerlendirmede konuşabiliriz. Ama gerçekten kriz var, krizi de gerekçe göstererek işletmelerin kapanmasını doğru bulmuyoruz.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Başbakan “Yok.” diyor Sayın Bakan, bir karar verin!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Türk milletine yapılacak, bu ülkeye yapılacak en büyük iyilik, bu dönem içerisinde sanayicimizin, kamunun, finans sektörünün taşın altına elini koymasıdır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Koydurtun!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla)- Ki, ben bu konuda herkesin görevini yapma gayreti içerisinde olduğuna inanıyorum.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelik.

Sayın milletvekilleri gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Arnavutluk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı ve beraberindeki Parlamento heyetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu olarak davet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/605)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Başkanlık Divanı’nın 6 Kasım 2008 tarih ve 34 sayılı Kararı ile, Arnavutluk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin konuğu olarak resmi temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyareti uygun bulunmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7 nci maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgisine sunulur.

                                                                                               Köksal Toptan

                                                                                   Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                    Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum:

B) Önergeler

1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/983) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/101)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin sözlü sorular kısmının 463. sırasında yer alan (6/983) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                   Dr. Reşat Doğru

                                                                                                            Tokat

BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 21 milletvekilinin, erken yaşta evlilik konusunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/288)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde 18 yaş altı evlilik oranı yüzde 35'tir. Yani her üç evlilikten biri erken yaş evliliğidir.

Erken yaşta evlilik olgusu bir çocuk hakları ihlali ve çocuk istismarı sorunudur. çocuğa yönelik şiddettir ve toplumsal bir halk sağlığı sorunudur.

Erken yaştaki evlilikler, erken yaş gebelik ve doğumlarına da neden olur ki bu durum hem anne hem de bebek için tehlikelidir. Erken yaş gebeliklerinde anne ve bebeklerin hastalanma, sakatlanma ve ölüm riskleri artar. Erken yaş gebeliklerinde gebelik ve doğuma bağlı anne ölümleri 4 misli daha fazla görülür.

Erken evliliklerde berdel, beşik kertmesi gibi geleneksel evlilik oranları yüksektir. Genelde kendi rızası olmadan, özgür iradesinin dışında, aile baskısıyla zorla yapılan bu evlilikler kız çocuklarına yönelik bir şiddettir. BM erken yaş evliliklerini "kız çocuklarını vuran köleliğin modern biçimi" olarak tanımlamaktadır. Kız çocuklarının erken yaşta zorla evlendirilmeleri kadınların toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmekte, şiddete karşı zayıf hâle getirmektedir. Bu evliliklerde aile içi şiddet oranları yüksektir. Evlilik içi tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalma tehlikesi de artmıştır.

Ailenin sosyo-ekonomik düzeyi ne kadar düşükse kız çocuğunun erken yaşta evliliğe zorlanması olasılığı da o kadar yüksek olmaktadır. Erken yaştaki bu zorla evlendirmeler kız çocuklarının okuldan alınmasına ve böylelikle de onların eğitimsizlik, yoksulluk, cahillik ve bağımlılık kısırdöngüsüne hapsedilmesine yol açmaktadır.

Sosyo-ekonomik durumu ve eğitimi düşük olan kız çocukları geleneksel rol olan doğurganlığa daha kolay mahkûm edilmekte ve daha çocuk yaşta kaldıramayacağı, kaldırmaması gereken bir yükün altına girmeye zorlanmaktadır. Genelde yasal olmayan evlilikler şeklinde olduğu için de bireyin medeni nikâhla kazanacağı haklarından mahrum kalmasına ve mağduriyetine neden olmaktadır. Çocuğun eğitim hakkı, sağlıklı yaşama hakkı, üretime katılma yani çalışma hakkı da elinden alınmış olur. Erken evlilikler kadının statüsünün düşmesine ve daha yoğun cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmasına yol açmaktadır.

Yakın bir zaman öncesinde Adalet Bakanlığında yapılan bir çalışmada evlilik yaşının 14'e düşürülmesi teşebbüsü çok ürkütücüdür. Daha kendi çocukluğunu yaşamamış, başta eğitim hakkı olmak üzere bir dizi insan hakkı elinden alınmış, örselenmiş, güçsüz bırakılmış çocuk annelerle toplumumuzu ileriye götüremeyiz. Kalkınmayı, uygarlığı yakalayamayız.

Çocuklarımızın insan hakkı ihlallerine, cinsel istismarına ve toplumsal halk sağlığı sorununa neden olan erken yaş evliliklerinin önlenmesi için nedenlerinin araştırılması ve gereken önlemlerin alınması amacıyla Anayasa'nın 98'inci İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.

Bu çocuklarımızın insan hakları mücadelesidir.

1) Canan Arıtman                            (İzmir)

2) Ali Oksal                                     (Mersin)

3) Sacid Yıldız                                 (İstanbul)

4) Mehmet Ali Özpolat                    (İstanbul)

5) Ahmet Ersin                                (İzmir)

6) Mevlüt Coşkuner                        (Isparta)

7) Ramazan Kerim Özkan               (Burdur)

8) Ali Rıza Ertemür                         (Denizli)

9) Bülent Baratalı                             (İzmir)

10) Atila Emek                                (Antalya)

11) Kemal Demirel                          (Bursa)

12) Halil Ünlütepe                           (Afyonkarahisar)

13) Zekeriya Akıncı                         (Ankara)

14) Tekin Bingöl                             (Ankara)

15) Çetin Soysal                              (İstanbul)

16) Ali Rıza Öztürk                         (Mersin)

17) Hüsnü Çöllü                              (Antalya)

18) Abdulaziz Yazar                        (Hatay)

19) Şevket Köse                              (Adıyaman)

20) Hulusi Güvel                             (Adana)

21) Ensar Öğüt                                                (Ardahan)

22) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

2.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 21 milletvekilinin, içme suyu sektöründeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/289)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dünya ortalamalarının çok altında kişi başına yıllık su tüketimimiz olmasına karşın mevcut tüketilen suların da mikroplardan arındırılmış, temiz, kaliteli, ucuz ve kolay ulaşılabilirlik konusunda insanlarımızın kafasında kuşkular, endişeler vardır. Halkımızın önemli bir kısmı yıllardır evlerindeki musluklardan akan suyu gönül rahatlığı ile içmekte, yemek, bulaşık ve temizlik işlerinde kullanmakta iken, son yıllarda yerel yönetimlerin yeterince kaynak aktarmaması, gerekli yatırımları yapmaması ve alınması gereken tedbirleri yerinde ve zamanında almaması sonucu yıllık cirosu 1 milyar 500 milyon YTL'yi bulan yaklaşık 300 firmanın rekabet ettiği Türkiye Ambalajlı Su sektöründe vatandaşlarımız çok ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. Son günlerde bu şikayetlerin daha da bir yoğunluk kazandığına, birçok firmanın daha kaliteli suyu iyi şartlarda, ucuza halka sunma yarışı ile servis yaparken, bazı kötü niyetli firmaların bu durumu fırsat bilerek markalı su damacanalarına kalitesiz su doldurdukları, dolum tesislerinde yeterince özen gösterilmediği, hijyenik ortamlarda dolumun yapılmadığı, fahiş fiyatlarla satılarak vatandaşın kazıklandığı iddia edilmektedir.

Sağlık Bakanlığı'nca AB kriterlerine göre "İçme Suyu", "Kaynak Suyu" ve "Doğal Mineralli Su" şeklinde sınıflandırılarak ruhsatlandırılan, içme suyu sektöründe son günlerde, mikroplu, kalitesiz ve kontrolsüz bir şekilde piyasaya sunulan, servis edilen damacana tabir ettiğimiz suların halkımızın sağlığını ciddi şekilde tehdit ettiğini, yapılan araştırma ve incelemeler sonucu ortaya çıktığını görüyoruz. Sadece Ankara'da 400 evde kullanılan damacana suyundan numune alınarak, suların mikrobiyolojik incelemesi sonucu, suların % 53,1'inde mikrobik etkenlerin pozitif çıktığı, % 12'sinin bulanık, % 99'unun sülfat ve kalsiyum ve potasyum açısından, % 98'inin sodyum ve magnezyum açısından, % 94'ünün klor ve % 14,3'ünün nitrit açısından uygun olmadığı sonucuna ulaşıldığı, ulusal basınımız da bu sonuçları yayınlayarak tüm kamuoyumuzla paylaştığını görüyoruz.

Alınan su örneklerinde mikrobiyolojik üremenin ve suların anyon-katyon değerlerinin yüksek olduğu ifade edilmektedir.

Ayrıca, ambalajlanmış su fiyatlarının da yerel yönetimlerin vatandaşa sunmuş olduğu 1 metreküp suyun fiyatının çok üstünde ve fahiş fiyatla satılarak vatandaşın kazıklandığı iddia edilmektedir.

"İçme Suyu", "Kaynak Suyu" ve "Doğal Mineralli Su" adı altında üretim ve dağıtım yapan firmaların yeteri kadar denetlenemediği, dolum tesislerinde gerekli hijyenik kurallara uyulmadığı, ambalajlı sulardan alınan numuneler üzerinde yapılan incelemeler sonucu, yarısından fazlasının mikroplu çıktığı ve fiyatlarının da yüksek olduğu gibi birçok nedenlerle bir taraftan halkın sağlığı ile oynandığı, diğer taraftan kazıklandığı iddia edilmektedir. Bu iddiaların araştırılarak, vatandaşın sağlığı ile oynayan kötü niyetli kişi ve kurumlar ile görev ve sorumluluğunu yeterince yerine getirmeyen yetkililer varsa ortaya çıkarılması ve bir daha bu gibi durumların yaşanmaması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacı ile Anayasanın 98, Meclis İçtüzüğünün 104 ve 105. maddelerine dayanarak bir Meclis Araştırma Komisyonu kurularak, konunun araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Tansel Barış                                (Kırklareli)

2) Ali Oksal                                     (Mersin)

3) Çetin Soysal                                (İstanbul)

4) Sacid Yıldız                                 (İstanbul)

5) Mehmet Ali Özpolat                    (İstanbul)

6) Ahmet Ersin                                (İzmir)

7) Mevlüt Coşkuner                        (Isparta)

8) Ramazan Kerim Özkan               (Burdur)

9) Ali Rıza Ertemür                         (Denizli)

10) Bülent Baratalı                           (İzmir)

11) Atila Emek                                (Antalya)

12) Kemal Demirel                          (Bursa)

13) Halil Ünlütepe                           (Afyonkarahisar)

14) Zekeriya Akıncı                         (Ankara)

15) Tekin Bingöl                             (Ankara)

16) Ali Rıza Öztürk                         (Mersin)

17) Hulusi Güvel                             (Adana)

18) Hüsnü Çöllü                              (Antalya)

19) Abdulaziz Yazar                        (Hatay)

20) Şevket Köse                              (Adıyaman)

21) Ensar Öğüt                                                (Ardahan)

22) Ahmet Küçük                            (Çanakkale)

3.- Mersin Milletvekili Kadir Ural ve 23 milletvekilinin, Atakent Belediye Başkanı Fevzi Doğan’ın bombalı saldırı sonucu ölümü olayının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/290)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Mersin ili Silifke ilçesi Atakent Belediye Başkanlığı görevini yürütmekte iken bombalı bir saldırı sonucu hayatını kaybeden Atakent Belediye Başkanı Fevzi Doğan’ın ölümünün aydınlatılması ile ilgili Anayasa'nın 98. İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1)     Kadir Ural                               (Mersin)

2)     Mehmet Şandır                        (Mersin)

3)     Behiç Çelik                              (Mersin)

4)     Hüseyin Yıldız                        (Antalya)

5)     Faruk Bal                                                (Konya)

6)     Hasan Çalış                             (Karaman)

7)     Necati Özensoy                       (Bursa)

8)     Bekir Aksoy                            (Ankara)

9)     Hasan Özdemir                       (Gaziantep)

10)   Reşat Doğru                            (Tokat)

11)   Mustafa Kalaycı                      (Konya)

12)   Ahmet Bukan                          (Çankırı)

13)   Akif Akkuş                             (Mersin)

14)   Yılmaz Tankut                         (Adana)

15)   Metin Çobanoğlu                    (Kırşehir)

16)   Metin Ergun                            (Muğla)

17)   Kürşat Atılgan                         (Adana)

18)   Osman Durmuş                       (Kırıkkale)

19)   Ali Uzunırmak                        (Aydın)

20)   Mustafa Enöz                          (Manisa)

21)   Recai Yıldırım                         (Adana)

22)   Muharrem Varlı                      (Adana)

23)   Recep Taner                            (Aydın)

24)   Rıdvan Yalçın                         (Ordu)

Gerekçe:

26 Mayıs 2005 tarihinde kendisine ait limon bahçesinde patlayan bomba sonucu hayatını kaybeden Mersin İli Silifke İlçesi Atakent Belediye Başkanı merhum Fevzi Doğan cinayeti ile ilgili soruşturmada; cinayetin üzerinden üç yıl geçmiş olmasına rağmen, hiçbir ilerleme kaydedilmemiş, soruşturma dosyası faili meçhul olarak kapanma noktasına gelmiştir.

Bu vahim olay o dönem epey gündemde kalmış basınımızda geniş bir biçimde yer almış ayrıca basında çıkan farklı iddialar içeren haberler yayınlanmış bunun neticesinde belde halkı üzerinde geniş yankı uyandırmış bu üzücü olay halen kamuoyunda devam etmekte olup çeşitli yorumlar yapılmaktadır.

Atakent küçük bir sahil beldesi olup olayın olduğu zaman henüz turizm mevsiminin başlamamış olması ve ortamın sakin olması ve halen neticesinde Fevzi Doğan’ın faillerinin bulunamamış ve adalet önünde hesap vermemiş olması halkın kuşkularını artırmaktadır.

Yukarıda yer alan hususlar dikkate alınarak Atakent Belediye Başkanı Fevzi Doğan’ın kaybının arkasındaki sebepler, bu konuda ortaya çıkan şüphelerin giderilmesi, kamuoyunun bu konuda bilgilendirilmesi için bu konunun yüce meclisimiz tarafından araştırılması gerekmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Başbakanlığın Anayasa’nın 82’nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

A) Tezkereler (Devam)

2.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkmenistan’a yaptığı resmî ziyarete iştirak etmesine ve 4-6 Ekim 2008 tarihlerinde de Moğolistan’a gönderilmesinin uygun görüldüğüne  ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/606)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, bir heyetle birlikte 3-4 Ekim 2008 tarihlerinde Türkmenistan’a yaptığım resmi ziyarete, Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın da iştirak etmesi ve adı geçen Milletvekilinin 4-6 Ekim 2008 tarihlerinde de Moğolistan’a gönderilmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82’nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                                                                                              Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                        Başbakan

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Arayacağım efendim.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

On dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.18

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.29

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Başbakanlığın Anayasa’nın 82’inci maddesine göre verilmiş tezkeresinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi tezkereyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok, yok. (AK PARTİ sıralarından “Var, var.” sesleri)

BAŞKAN – Elektronik cihazla oylamayı tekrarlıyorum, tartışmaya gerek kalmasın.

İki dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

B) Önergeler (Devam)

2.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/115) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/102)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bulunan 2/115 esas numaralı 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkındaki Kanun’da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifim TBMM İçtüzüğünün 37. maddesinde öngörülen sürede görüşülmemiştir.

Kanun teklifimin doğrudan Genel Kurul gündemine alınması hususunda gereğini saygılarımla arz ederim. 22/7/2008

                                                                                                Mehmet Serdaroğlu

                                                                                                       Kastamonu

BAŞKAN – Teklif sahibi Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Serdaroğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Özelleştirme Kanunu’nda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifimin Komisyonda öngörülen sürede görüşülmemesi nedeniyle doğrudan Genel Kurul gündemine alınması talebimle ilgili söz aldım. Sizleri en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, teklifimizin amacı tarıma dayalı sanayi kuruluşları ve tarımsal üretim yapan kuruluşların özelleştirilmesini geciktirmek ve alternatif ürünler için zaman kazanmaktır. Çünkü ülkemizde istihdamın en büyük bölümü tarımdadır. Tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının özelleştirilmesiyle tarımsal istihdam ve üretim olumsuz etkilenecektir. Ülkemizde özelleştirmeler daha çok varlık satışına dayalı olduğu için kuruluşu alanlar genellikle üretime devam etmemekte ve ham madde değiştirmekte veyahut da ham maddeyi yok pahasına almaya çalışmaktadırlar. Hâl böyle olunca da çiftçilerimiz bir anda işsiz kalıp mağdur olmakta, bunun doğal sonucu olarak da büyük şehirlere göç etmektedirler.

Değerli milletvekilleri, teklifimin tarım sektörümüzün içinde bulunduğu istihdam ve üretim sorunlarının katlanarak artmasını önlemek açısından fevkalade önem arz ettiğini vurgulamak isterim. Dünyada gıda fiyatlarının sürekli artacağı açıkça görülmektedir. Ülkemiz küresel iklim değişikliğinin riskli ülkeleri arasında yer almaktadır. Küresel ısınmayla birlikte gıda üretimi hem bütün dünya için hem de ülkemiz için çok daha fazla stratejik hâle gelmiştir. Türkiye’de istihdamın büyük bölümü gerçekten tarıma dayalıdır ve ne yazık ki 2007 yılında tarım sektörü 7,3 nispetinde küçülmüştür. İçinde bulunduğumuz ortamda tarım ürünleri ihtiyacı her geçen gün artarken, tarımsal verimlilik ve üretimimizi artıracak her türlü çalışmayı yapmak hayati önem kazanmıştır.

Tarımsal üretimimizi geleneksel yapısından kurtararak hem kendi ülkemizi besleyecek hem de bütün dünyaya mal satan, dolayısıyla zenginlik yaratan bir konuma kavuşturmak önceliğimiz olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifimizin asıl ve açık amacı öncelikle şeker fabrikalarının özelleştirilmesini erteleyerek olabilecek mağduriyetleri ve olumsuzlukları önlemektir. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle birlikte çiftçimizin, şeker sektörünün, dolayısıyla tarım sektörümüzün yaşayabileceği sıkıntılar aşağı yukarı bellidir.

Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehdi Eker Bey 13 Kasım 2007 tarihinde hayvancılıkla ilgili bir gündem dışı konuşmaya verdiği cevapta Et Balık Kurumunun en son özelleştirilmesi gerektiğini, bu sebeple de kalan kombinaların özelleştirmenin sonuna bırakıldığını ifade etmişti.

Sayın milletvekilleri, tarım ve hayvancılık iç içedir ve bir bütündür. Sayın Bakanın hayvancılığa dayalı sanayinin özelleştirmenin en sonuna bırakılmasını istemesi ne kadar doğal ve doğru ise tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının da -dolayısıyla şeker fabrikalarının- özelleştirmenin sonuna bırakılması o kadar doğru olacaktır.

Hemen açıkça ifade edelim ki özelleştirmeye karşı değiliz. Özelleştirmenin şeklini ve zamanlamasını uygun bulmuyoruz değerli milletvekilleri. Özellikle şeker fabrikalarının özelleştirmenin sonuna bırakılması Avrupa Birliğine giriş süresi içerisinde önem taşımaktadır. Avrupa Birliği Şeker Rejimi Reformu 2014 yılına kadar devam edecektir. Yani Avrupa Birliği ülkelerinde şeker ve şeker sanayisiyle ilgili belirsizlik 2014 yılında sonuçlandırılacaktır. Türkiye bu süreci dikkatle takip etmelidir ve şeker fabrikalarının satışını en azından bu süreç içerisinde durdurmalıdır.

Bakınız, 1994-1995 yıllarında şeker fabrikalarını özelleştiren Fransa fabrikaları yeniden kamulaştırmaya başlamıştır. Yani on iki on üç yıl sonra yaptığı yanlıştan dönmeye çalışmaktadır. Bu sebeple şeker sanayimizin kıymetini bilip gelişmeleri takip etmeliyiz. Tarım, sanayi ve istihdamda yaratacağı olumsuzlukları düşünerek gelecekte şeker kartellerine muhtaç olmamak için şeker fabrikalarının satışını, dolayısıyla tarıma dayalı sanayinin özelleşmesini özelleştirmenin sonuna bırakmak ülkemiz menfaati açısından çok doğru olanıdır.

Değerli milletvekilleri, çiftçimizi, çalışanımızı, şeker tüketicimizi, millî şeker politikamızı, şeker sanayimizi ve…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Serdaroğlu.

MEHMET SERDAROĞLU (Devamla) – …daha da ötesinde tarım sektörümüzü yakından ilgilendiren kanun teklifimizin kabul görmesini arzu etmekteyiz. Teklifimizi “Muhalefetten geldi” diye reddetmenize üzüleceğimizi de burada ifade etmek istiyorum. Bu vesileyle, bu şeker fabrikalarının acilen satışına lütfen karşı çıkın.

Şeker fabrikaları altmış beş ilimizde doğrudan 6 milyon, dolaylı olarak da 10 milyon vatandaşımızı ilgilendirmektedir. Ayrıca, kanun teklifimiz 20 milyonun üzerindeki çiftçimizi çok yakından ilgilendirmektedir. Bu sebeple, başta iktidar partisi olmak üzere altmış beş ilin çok değerli milletvekilleri olmak üzere bu kanun teklifimize destek istemekteyiz.

Sonuç olarak, özelleştirme uygulamaları çerçevesinde tarıma dayalı sanayi kuruluşları ile tarımsal üretim yapan kuruluşların en son özelleştirilmesine imkân tanıyan kanun teklifimizin kabulü yönünde oy kullanmanızı diler ve saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Serdaroğlu.

Teklif üzerine, bir milletvekili olarak, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Dağdaş. (MHP sıralarından alkışlar)

GÜRCAN DAĞDAŞ (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkındaki Kanunda Değişik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde söz aldım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifiyle, tarıma dayalı sanayi kuruluşları ve tarımsal üretim yapan kuruluşların özelleştirilmesi geciktirilerek çiftçilerimizin alternatif ürünlere yönelmeleri için zaman kazandırılmasıyla birlikte, tarıma dayalı sanayi kuruluşunun ham maddesi olan tarım ürününe alternatif ürün çeşitlemesi yapılması hedeflenmektedir. Kanun teklifinin işaret ettiği hakikatin ışığında Kars Şeker Fabrikasının özelleştirilmesine dair düşüncelerimi ve Kars halkının içinde bulunduğu hâli dikkatinize getirmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 287 bin kişinin yaşadığı Kars’ın millî gelirden aldığı pay 886 dolar ve nüfusunun yüzde 25’i işsizdir. 2002 yılında 9.200 olan esnaf sayısı 2007 yılında 6 bine düşmüştür. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan nüfusun yarısına yakını icra dairelerinin kapılarında ve tefeci elinde çırpınmaktadır. Kars’ın ektiği, biçtiği ve hayvanı para etmemektedir. Kars’ın ürettikleri için pazar ve rekabet şansı yok olmuştur. Devletin yaptığı süt fabrikası ile et kombinası özelleştirilmiş, özelleştirilmiş olan bu tesisler daha sonra kapanmıştır. Yine, devletin yaptığı çimento fabrikası, yem fabrikası ve ayakkabı fabrikası özelleştirilmiş, özelleştirilen yem fabrikası ve ayakkabı fabrikası daha sonra kapanmıştır. Karslının elinde sadece şeker fabrikası kalmıştır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadar devletin kurduğu altı tesisten dördü kapanmıştır.

Sanayileşmenin sıfır düzeyinde kaldığı, organize sanayi bölgesinin terk edilmiş bir alana döndüğü, yüksek oranda işsizliğin yaşandığı Kars’ta endüstrinin ayağı olan tarım ve hayvancılık sektöründeki tesisler kapanınca, Kars insanı büyük şehirlere göç etmeye mecbur kalmıştır. Sınırı bekleyen insanların göç etmesinin cepheden ayrılan asker anlamına geldiğini göremeyen yöneticiler, ne yazık ki Kars’ın stratejik öneminden ve üzerine yapılan hesaplardan da bihaberdir.

Değerli milletvekilleri, Kars’ın pürmelâlini bir nebze de olsa dikkatinize getirmek istedim; acı ama gerçek bu.

Tüm bu güç şartlara, yoksulluk ve yoksunluğa rağmen umudunu yitirmeyen Karslının şeker fabrikasındaki 415 çalışanı ve aileleri, 1.168 şeker pancarı üreticisi ve ailelerinin iktidardan talebi şeker fabrikasının özelleştirilmesinin geciktirilmesidir, mümkünse durdurulmasıdır; şeker fabrikasının Kars’ın elinden alınmamasıdır; Kars’ın var olan sıkıntılarının ortadan kalkması için iktidarın gereğini yapmasıdır; Karslının iktidardan ve yüce Meclisimizden talebi, Ankara’nın şefkatini göstermesi, Karslının serhadı bekleyen askerler olduğunu hatırlamasıdır.

Değerli milletvekilleri, gördüğüm, anladığım ve hâline üzüldüğüm Kars’ı bilgilerinize sunmaya çalıştım. Kanun teklifinin kabulü yönünde bir karar çıkması dileğiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Dağdaş.

Sayın milletvekilleri, doğrudan gündeme alma önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Doğrudan gündeme alınma önergesi reddedilmiştir.

D) Duyurular

1.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın Genel Kurulda görüşme programının bastırılıp dağıtıldığına ve bütçeler üzerinde şahısları adına söz almak isteyen milletvekillerinin söz kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlık duyurusu

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2007 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın Genel Kurulda görüşme programı bastırılıp dağıtılmıştır.

Bütçeler üzerinde şahısları adına söz almak isteyen sayın üyelerin söz kayıt işlemleri, 4/12/2008 Perşembe günü saat 9.30-10.30 saatleri arasında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu toplantı salonunda Başkanlık Divanı Kâtip Üyelerince yapılacaktır.

Söz kaydını her sayın üyenin bizzat yaptırması gerekmektedir. Başkası adına söz kaydı yapılmayacaktır.

4/12/2008 Perşembe günü 9.30-10.30 saatleri dışındaki söz kayıtları Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğünce yapılacaktır.

Genel Kurulun aldığı karara uygun olarak bütçenin tümü üzerinde her tur için ve bütçe görüşmelerinin sonunda lehte ve aleyhte olmak üzere ve bunlardan sadece biri için kişisel söz kaydı yapılacaktır.

Sayın üyelerimizin bilgisine sunulur.

Sayın milletvekilleri, şimdi, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler” kısmına geçiyoruz.

Alınan karar gereğince bu kısmın 6’ncı sırasında yer alan, Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 35 milletvekilinin, öğretmenlerin sorunlarının ve okullardaki yetersizliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, 52’nci sırada yer alan Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 32 milletvekilinin, millî eğitimdeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte yapılacak görüşmelerine başlıyoruz.

VI.- MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Ön Görüşmeler

1.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 35 milletvekilinin, öğretmenlerin sorunları ve okullardaki yetersizliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/21)

2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 32 milletvekilinin, eğitimdeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/94)

BAŞKAN – Hükûmet? Burada.

Meclis araştırması önergeleri Genel Kurulun 25/10/2007 tarihli 12’nci ve 15/1/2008 tarihli 49’uncu Birleşiminde okunduğundan tekrar okutmuyorum.

İç Tüzük’ümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda sırasıyla Hükûmete, siyasi parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir. Konuşma süreleri, Hükûmet ve gruplar için yirmişer dakika, önerge sahipleri için onar dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: CHP Grubu adına Ali Koçal, Zonguldak Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Beytullah Asil. Şahısları adına da Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş, Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman söz istemişlerdir.

Şimdi, önce Hükûmet adına Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Ben en son konuşayım Sayın Başkanım. Uygun görürseniz en son konuşayım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, gündemde yanlışlık var.

BAŞKAN – İç Tüzük’e göre…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Gündemde yanlışlık var. Gündemde 2’nci maddede “Genel Kurulun 2-3 Aralık Salı ve Çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesi…” Onun arkasında da 3’üncü maddede 2 Aralıkta tersi söylenmiş. Böyle bir gündem olur mu efendim?

BAŞKAN – Sayın Genç, biliyorsunuz Danışma Kurulu önerileriyle bu daha önce karara bağlanmış bir konu olduğu için bugün bunu tartışmıyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama gündem doğru düzenlensin efendim, yanlış düzenlenmiş.

BAŞKAN – Daha önce alınan karar gereğince bu şekilde düzenlenmiş oldu.

Şimdi, İç Tüzük’ümüz gereğince Sayın Bakan, önce sizin konuşmanız gerekiyor.

Süreniz yirmi dakika.

Buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bir grup milletvekili tarafından Meclis Genel Kurulunda bir araştırma önergesinin görüşülmesi için bir önerge verilmiş, bu önergeyle ilgili olarak Hükûmet adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi Hükûmetimizin 2002’yle 2008 yılları arasında, iktidara geldiğimizden beri en önemli önceliği, birinci önceliği eğitim olmuştur. Tabii, bizim önceliğimiz eğitim olmakla birlikte eğitimin de önceliği öğretmenlerimizdir. Bir eğitimin sağlıklı yürütülebilmesi için, eğitimde arzulanan kalitenin sağlanabilmesi için, eğitimde arzulanan hedeflere ulaşılabilmesi için birkaç faktörün bir araya gelmesi gerekiyor. Malumunuz, okulların fiziki altyapısının olması gerekiyor, eğitim çevresi dediğimiz şeydir bu. Sonra, bu fiziki yapının bir teknolojik altyapısı, donanımı olması gerekiyor. İşin bir içerik, ruh tarafı var, bu da müfredatla belirlenir. Bir de bütün bu işlerin esas meyvesi olan, bütün bu fiziki altyapının, teknolojik altyapının, donanımın, dokümantasyonun ve öğretmenlerimizin, bütün insan kaynaklarımızın hizmet ettiği, öğrencilerimiz vardır eğitimde. Bütün amaç, onların iyi yetişmesi, hayata ve bir üst öğretim kurumuna hazırlanmalarıdır. Dolayısıyla, öğretmen, öğrenci, fiziki altyapı, teknolojik altyapı, içerik, öz bir araya gelir ve eğitimi oluşturan bütün unsurları meydana getirir. Dediğim gibi, fiziki altyapınız çok iyi olabilir, teknolojik altyapınız mükemmel olabilir, dünyanın en harika binalarını yaparsınız, içini bilgisayarlarla, bütün eğitim materyaliyle zenginleştirirsiniz, müfredatınız da çok iyi olabilir, ders kitaplarınız da çok iyi olabilir, ama eğer insan kaynağınızda bir problem varsa, işin esas kumandasında olan, öğrencileri yönlendiren, hayata hazırlayan, bir üst öğretim kurumuna hazırlayan öğretmen kitlenizde bir sıkıntı varsa orada arzulanan sonuca ulaşamazsınız.

İşte bu bilinçle ve bu gerçekten hareket ederek, İktidarımız döneminde, okullarımızda özellikle biraz önce saydığım fiziki altyapı, teknolojik altyapı ve diğer konularda birçok adımlar atılmış, birçok gelişmeler sağlanmış ve birçok reforma imza atılmıştır. Bu arada, en önemli unsur olan öğretmen kitlemiz zenginleştirilmiş, geliştirilmiş ve bugün okullarda bulunan her 3 öğretmen arkadaşımızdan 1’isi İktidarımız döneminde atanmıştır. Usta öğreticileri buna dâhil etmiyorum, usta öğreticileri dâhil ettiğimiz zaman bu oran çok çok daha yukarılara çıkar.

Tabii, zaman zaman şöyle bir eleştiriyle karşılaşıyoruz: Efendim, niçin, işte bir taraftan kadrolu öğretmen, bir taraftan sözleşmeli öğretmen, bir taraftan ücretli öğretmen, usta öğretici, bunlar niye var? Bir sefer, bir şeyin altını çizeyim değerli arkadaşlarım: Bütün iktidarlar döneminde ücretli öğretmen vardı, bütün iktidarlar döneminde usta öğretici vardı, bütün iktidarlar döneminde vekil öğretmen veya zaman zaman “yedek öğretmen” olarak tabir edilen öğretmen kitlesi vardı. Bu dönem, sadece, bu işte artı olan, farklı olan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesine göre atamış olduğumuz sözleşmeli öğretmenlerdir, ki sözleşmeli öğretmenler daha önce on bir aylığına atanıyorlardı ve her yıl bir ay işten çıkarılarak bir sonraki yıl tekrar işe atanmaları söz konusuydu, 4/B’nin yapısı bunu gerektiriyordu. Fakat Hükûmetimiz bir karar aldı, 4/B’ye tabi olan sözleşmeli öğretmenlerimizin de tıpkı kadrolu öğretmenler gibi on iki ay maaş almalarını sağladık ve işe başla, işten çık,  bir daha başla prosedürüne gerek olmadığını tespit ettik ve şu anda sözleşmeli öğretmenlerimiz de on iki ay üzerinden maaşlarını alıyorlar. Zaman zaman, sözleşmeli öğretmenlerde eş durumu tayini yapılmıyor, şu konuda dezavantajları var, şeklinde bazı sızlanmalarla, bazı söylentilerle karşılaştık.  Değerli arkadaşlarım, stajyerliği kalkmayan bir öğretmen adayı kadrolu da olsa, sözleşmeli de olsa tayin talebinde bulunamaz. 657’nin yeni uygulamalarını bilen arkadaşlarımız bunu bilirler. Kadrolu da olsa, diyelim ki eşi Ankara’da çalışıyor, kendisinin Mardin’e tayini çıktı, “Efendim, ben Mardin’e atandım ama Ankara’ya gelmek istiyorum.” diyemez, stajyerliği yani aday memurluğu kalktıktan sonra bu hakka sahiptir. Sözleşmeliler de bu hakka sahiptir. Sağlık Bakanlığındaki çakılı kadrolardan farklı olarak biz 4/B statüsündeki öğretmen arkadaşlarımızın da bu mazeret tayinlerini yapıyoruz, sağlık mazeretine tabi olanları da yapıyoruz. Öte taraftan, eğer doktora yapıyorsa, master’ı malumunuz eğitim mazereti olmaktan çıkardık, bunu da yapıyoruz ama bu, kadrolular için de geçerlidir.

Bir de şunun altını çizmek istiyorum: Dünyanın her yerinde, değerli arkadaşlarım, bir insan, “Ben parttaym çalışıyorum, kısmi zamanlı çalışmak istiyorum.” deyip müracaat edebilir veya işveren böyle bir talepte bulunabilir. Diyelim ki bir ilçede haftada üç saat bir ders varsa ve birisi de, diyelim ki bir hanımefendi, öğretmen kökenli, öğretmen yetiştiren bir yükseköğretim kurumundan mezun “Ben çocuğumu büyütüyorum, ben haftada bir gün okula gitmek istiyorum, şu dersi vermek istiyorum.” deyip bize müracaat edebilir veya ihtiyaç olması hâlinde bizim talep etmemizle böyle bir müracaat olabilir. “Efendim, niye ille de bu kadrolu değil?” şeklinde bir itirazın çok yerli yerinde bir itiraz olduğu kanaatinde değilim. Bütün gelişmiş Batı ülkelerinde, günde bir saat çalışan, iki saat çalışan, kısmi zamanlı çalışan, full-time, yani tam zamanlı çalışan insanlar vardır, bu, öğretmenler için de geçerlidir, diğer meslek grupları için de geçerlidir.

Ücretli öğretmen uygulaması, zaten dediğim gibi, cumhuriyetin başından bugüne kadar başvurulan bir uygulamadır. Arkadaşlarımız, aslında eğitimle ilgili olanlar, eğitimi bilenler bunu da çok iyi bilirler.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, bizden önce öğretmenevleri -ki öğretmenlerimizin özellikle gittikleri her yerde sıcak bir yuva olarak bulabildikleri öğretmenevleri- özelleştirme kapsamına alınmıştı. Biz, orduevlerini özelleştirmediğimiz gibi, polisevlerini özelleştirmediğimiz gibi, özelleştirilmesinin doğru olmadığına inandığımız gibi, öğretmenevlerinin de özelleştirilmesi doğru değildir dedik ve öğretmenevlerini de özelleştirme kapsamından çıkardık ve şu anda Hükûmetimiz döneminde 130 kadar yeni öğretmenevini öğretmenevi zincirimize ilave ettik ve Türkiye’nin birçok yerinde de öğretmenevleri açmaya, öğretmenevleri inşa etmeye veya hazır binaları kamulaştırarak öğretmenevleri olarak öğretmenlerimizin hizmetine, emrine, değerli arkadaşlarım, sunmaya devam ediyoruz.

Tabii, öğretmen arkadaşlarımızın ücretleriyle ilgili olarak yine geçen hafta bir değerli milletvekilimiz burada gündem dışı bir konuşma yaptı. Orada da “Öğretmen sefalet ücreti alıyor.”, “Öğretmen açtır.” şeklinde bazı ifadeler geçti. Ben, yine bu ifadelere karşılık olarak bazı cevaplar vermiştim, onları tekrar huzurunuzda sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii, resmî rakamlarla konuşmamız lazım. 2002 yılında 9’un 1’inden göreve başlayan bir öğretmen adayının, yani mesleğe henüz başlayan bir öğretmen adayının almış olduğu maaş 470 YTL idi. Peki, bugün nedir bu arkadaşımızın aldığı ücret, yani çıplak maaş, ek ders ücreti hariç aldığı maaş? 1.196 YTL’dir, yaklaşık 1.200 YTL’dir. Peki, nedir buradaki artış? Bu artış, değerli arkadaşlar, ek ders ücreti dâhil edildiği zaman yüzde 145’tir. Çünkü, öğretmenlerin ek ders ücretleri 3 küsur YTL idi, biz 5 küsur YTL’ye çıkardık, bir anda yüzde 47’lik bir artış yaptık ve şu anda öğretmen ek ders ücretleri, değerli arkadaşlarım, 5,9 YTL’dir. Bir öğretmen arkadaşımız 165 YTL alırken -bugün eğer tam altmış saat üzerinden ek ders ücreti alıyorsa- bugün 360 YTL ek ders ücreti alıyor ve yüzde 118’dir buradaki artış, rakamsal artış yüzde 118’dir. Tekrar altını çiziyorum: Ek ders ücreti dâhil, 2002’de -9’un 1’inden maaş alan bir öğretmen arkadaşımızın aldığı maaşı esas alıyoruz- 9’un 1’inden maaş alan bir öğretmen adayı 470 YTL alıyordu, şu anda 1.200 YTL alıyor. Ek ders ücretiyle birlikte bu artış yüzde 145’tir. TÜFE’deki artış 2002 ile 2008 arasında yüzde 72,55’tir değerli arkadaşlarım. Bunu düştüğünüz zaman, yani enflasyondan arındırdığınız zaman, öğretmen maaşlarında yapılan reel artış, refah payı artışı yüzde 72,45’tir değerli arkadaşlar.

Şimdi, peki, bu para çok mudur? Bu para öğretmenler için yeterli midir? Kimseye muhtaç olmadan bu para öğretmenler için yeterli midir diye sorarsanız, bu paranın öğretmenler için yeterli olmadığını ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz, herkes biliyor. Keşke -geçen yine burada huzurunuzda ifade etmiştim- imkânlarımız çok daha iyi olsaydı, millî gelirimiz çok daha yüksek olsaydı, biz, öğretmenlerimize bugün verdiğimizin üç katı daha fazla ücret ödeyebilseydik.

Yine, değerli arkadaşlarım, ben, ders ücretleriyle ilgili olarak da bir açıklamayı tekrarlamak istiyorum. Ben Hükûmetimize bir tasarı taslağı gönderdim. Öğretmen ek ders ücretlerinin net 9,8 YTL olmasını isteyen bir talepti bu. Fakat, maliye, hazine konuyla ilgili gerekli incelemeleri yaptılar, bütçe imkânlarını önümüze getirdiler, neticede, bizim dediğimiz oranda gerçekleşmedi. Biz 9,8 YTL istemiştik, bugün 6 civarındadır, 5,9 YTL olmuştur. Bazı arkadaşlarımız, gerek muhalefet milletvekillerimiz gerek bazı eğitim sendikaları “Efendim, Sayın Bakan bizi kandırdı.” dediler. Şimdi, ben de kendilerine haklı olarak şunu söyledim, dedim ki: Sendikalarınız, işçi veya memur sendikaları işverenin karşısına geçip de bir ücret istiyor, diyelim ki 300 istiyor, ama yapılan müzakereler sonucunda 180’de anlaşıyorlar, o sendikalar sizi kandırmış mı oluyor? Ben öğretmen arkadaşım adına, mesai arkadaşlarım adına, birlikte çalıştığım insanlar adına her zaman maliyeden, her zaman devletimden daha fazlasını isterim, bu benim görevimdir, onların sendikalığını yapmak -tabii ki ben bir sivil toplum örgütü anlamında söylemiyorum- onların haklarını savunmak, daha insanca yaşayabilecekleri, merde namerde muhtaç olmadan yaşayabilecekleri bir ücret talebinde bulunmak, benim, Millî Eğitim Bakanı olarak görevimdir, ben bu görevimi yaptım. Ama dediğim gibi, gerçekleşen 5,9 YTL’dir şu anda ve maaşlarıyla birlikte yapılan artış da budur arkadaşlar, resmî rakamlar ortadadır ve kimin itirazı varsa bunları inceleyebilir.

Şimdi, bütün bunlardan sonra bir şey daha söyleyeyim. Hatırlıyorsanız Dünya Bankası Türkiye Direktörü bir açıklama yaptı, dedi ki: “OECD ülkeleri içerisinde öğretmene gayrisafi millî hasıladan pay verme açısından en yüksek ücreti Türkiye veriyor.” Bana sordular gazeteciler. Ben de dedim ki: “Dünya Bankası Direktörünün söylediği doğrudur. Fakat bizim öğretmenlerimizin maaşını azaltmak gibi, onların kazanılmış haklarını geriye götürmek gibi bir tavrımız olamaz. Olsa olsa biz öğretmenlerimize daha fazla nereden, nasıl kaynak temin edebiliriz, ek olarak onlara nasıl başka ücretler temin edebiliriz, biz bunun peşindeyiz ve bunun çabası içerisindeyiz.” dedik değerli arkadaşlarım.

Şimdi bir şey daha: Bakın, öğretmen arkadaşlarımızın, biliyorsunuz her eğitim-öğretim yılının başında “eğitim-öğretime hazırlık ödeneği” adı altında kendilerine ödenen bir para var. Biz iktidara geldiğimiz zaman bu 175 YTL idi. Peki, bu, 2009 yılında kaç YTL olmuştur? 515 YTL olmuştur. Artış oranı yüzde kaçtır? Yaklaşık yüzde 200’dür. Bakın, 175 YTL’den 515 YTL’ye çıkmıştır. Tekrar altını çizmek istiyorum arkadaşlar: Bu fazla mı? Elbette fazla değildir. Kamu çalışanlarının geneli için söylüyorum: Belli meslek gruplarını eğer çıkarırsanız, Avrupa ülkeleriyle, Avrupa Birliği ülkeleriyle, kalkınmış dünya ülkeleriyle mukayese ettiğiniz zaman bizim ülkemizde kamu çalışanlarının maaşları tatmin edecek düzeyde değildir. Bu Karayollarındaki mühendis için de böyledir, DSİ’de çalışan mühendis için de böyledir, pratisyen hekim için de böyledir, ziraat teknisyeni için de böyledir, öğretmenlerimiz için de böyledir.

Bir hükûmetin başarısı veya başarısızlığı bir şeyi nereden alıp nereye götürdüğüyle ölçülür. Netice itibarıyla eğer biz reel olarak öğretmenleri enflasyona ezdirseydik, öğretmenler enflasyonun altında bir ücret artışına tabi tutulsalardı, onlara bu reva görülseydi, muhalefetin de, öğretmen arkadaşlarımızın da, bütün kamuoyunun da bu manada bize bühtan etmeye, sitem etmeye, bizi eleştirmeye hakları vardı. Ancak -altını çiziyorum- başlanan nokta ile gelinen nokta arasında ciddi mesafeler kat edilmiştir. Ancak, burada, istediğimiz, arzuladığımız ücretlere ulaştığımızı hiçbir zaman iddia etmedik, bugün de böyle bir iddiam yok.

Bir başka şey değerli arkadaşlar, biz öğretmenliği kariyer meslek hâline getirelim dedik ki, öğretmenliğin olması gereken budur. Saygı duyuyorum, muhalefet o zaman da karşı çıktı, dedi ki: “Ne demek şimdi efendim, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen? Bu, öğretmenler arasında bir ikilik yaratacak.” Biz de dedik ki: “Bakın, üniversitelerde yardımcı doçent var, doçent var, profesör var, hiç böyle bir ikilik söz konusu değil. Öğrenciler ders alırken de ‘Bu derse yardımcı doçent giriyor, ben bu derse girmek istemiyorum.’ falan da demiyorlar.” Ve arkadaşlarımızın kendi alanlarındaki yayınları takip etmeleri, kendilerini yenilemeleri, değişen şartlara ve zamana göre öğrencilerine daha fazla faydalı olabilmeleri için de onları araştırmaya, okumaya ve kendilerini yenilemeye sevk eden bir sistemdi bu. Ama ana muhalefet partisi, biliyorsunuz, bunu da Anayasa Mahkemesine götürdü ve bununla ilgili de bir iptal kararı çıktı. Ama kazanılmış olan haklar şu anda devam ediyor, 100 bine yakın arkadaşımız “uzman” ve “başöğretmen” kadrolarındadırlar ve onların özlük haklarında diğer arkadaşlarına göre yüzde 20-25’lik bir artış sağlanmıştır. Bu da bence son derece önemli bir şeydir.

Bu arada, öğretmenlerimizin atamalarında şöyle bir sekiz dokuz yıl öncesini, yedi yıl öncesini hatırlamaya çalışalım arkadaşlar: Öğretmenliğe müracaatlar bir çileydi, kuyruklar oluşurdu. Bir kere, form almak için kuyruğa girerdiniz, formu alırdınız, bankaya para yatırmanız gerekiyordu, bankada bir kuyruk meydana gelirdi, o makbuzları alıp içeriye verirdiniz. Bin bir türlü evrak istenirdi ve öğretmenlik mesleğine, öğretmenliğin şerefine, şanına yakışmayan görüntülerle karşılaşırdık.

Bakın, yakın zaman önce, biz, 13 bin öğretmenin atamasını yaptık arkadaşlar, elektronik ortamda üç buçuk dakikada tayin ettik, arkadaşlarımızın atamasını yaptık.

Efendim, “Sabıkasızlık belgesi getir.” yok. “İkametgâh ilmühaberi, nüfus cüzdanı sureti getir.” de yok. Bütün bu evraklar, ilgili kurumlardan yine elektronik sistem üzerinden alınmaktadır. Adalet Bakanlığının sistemine girerek, oradan, kişinin sabıkası var mı yok mu, bunu tespit etmek pekâlâ kolaydır bugünkü şartlarda ve bu da yapılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bütün il içi atamalar, il dışı atamalar, açıktan atamalar, efendim, naklen atamalar, ilk atamalar, bütün atama sistemi elektronik ortamda yapılmaktadır ve puan üstünlüğü esasına göre yapılmaktadır. Bugüne kadar bir öğretmen adayından şunu duyduğunuz mu: Arkadaşımın puanı 74’tü onu atadılar, benim 75’ti beni atamadılar. Böyle bir şeyi kimse söyleyemez, çünkü yoktur. Şöyle olabilir: Her branş kendi içinde yarıştığı için diyelim ki beden eğitimcilerin gelip kaldıkları puan 55 olabilir, ama biyoloji 90’da kalabilir. Her branş kendi içerisinde yarışıyor. Burada bir farklılık söz konusudur. Kaynağınıza göre, müracaat eden insan sayısı ve sizin yapacağınız atama sayısına göre bu değişebilir. Ama kesinlikle aynı kategorideki ve branştaki öğretmenler arasında en ufak bir torpil ve haksızlık söz konusu değildir. Bu, son derece adil bir sisteme bağlanmıştır ve mesai kavramı haftada yedi gün ve günde yirmi dört saate çıkmıştır değerli arkadaşlarım. Okulda, efendim, kendi evinde veya herhangi bir bilgisayar bulunan bir yerde öğretmen arkadaşımız tayiniyle ilgili olarak sisteme girer ve gerekli atamayı yapar. Artık Millî Eğitim Bakanlığının koridorları çarşamba pazarı görüntüsü sergilemiyor. Bu manada öğretmenlerimizin, öğretmenlik mesleğinin şanına, şerefine yakışır bir atama sistemi getirilmiştir, tayin-terfi sistemi getirilmiştir. Bunu da özellikle huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.

Bir de, biz, zorunlu atama bölgesini, değerli arkadaşlar, ilçe bazına indirdik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Eskiden, malumunuz, il bazındaydı bu zorunlu atama bölgesi. Şimdi, Ankara, Kayseri, zorunlu atama bölgesi değil, Bursa değil, Balıkesir değil veya Kastamonu değil. Ama Kastamonu’nun öyle ilçeleri vardır ki, Doğu ve Güneydoğu’daki ilçelerle aşağı yukarı kalkınmışlık düzeyi imkânları itibarıyla aynıdır. Biz bunu, Ankara’nın Güdül ilçesi ile Çankaya ilçesini bir tutan bir anlayışın doğru olmadığını düşündük ve zorunlu atama bölgesi meselesini ilçe bazına indirdik ve şu anda bütün Türkiye’de bu uygulanmaktadır. Öğretmen arkadaşlarımız da bundan son derece memnundur.

Değerli arkadaşlarım, TOKİ ile işbirliği yaparak -bazı sivil toplum örgütleri de işin içerisine dâhil oluyorlar, öğretmenlerimiz zaman zaman  kendileri organize oluyorlar- öğretmenlerimizin çok daha rahat ödeme şartlarıyla ev sahibi, konut sahibi olabilmeleri için de ciddi hamleler yaptık. Tabii, öğretmen kitlemiz çok büyük bir kitledir. Ama, onlar için de elimizden geleni yapıyoruz. Bundan sonra da bu gayretimiz ve çabamız devam edecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

Buyurunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkanım, bitiriyorum hemen.

Tabii, bu aşamada, eğitim, değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin 70 milyon insanının hepsini ilgilendiren bir alandır. 15 milyon ilk ve ortaöğretimde öğrencimiz var. Yükseköğretim, yaygın öğretimle birlikte öğrenci mevcudumuz 20 milyon. 1 milyona yakın Millî Eğitim Bakanlığının personeli var. Geçen yine bir milletvekili arkadaşım dedi ki: “En fazla personeliyle ilgili mahkemelik olan bakan Sayın Bakan’dır.” dedi. Bu doğru olabilir. Çünkü, kamuda çalışan personelin yüzde 45’i neredeyse Millî Eğitim Bakanlığında çalışıyor. Şimdi, diğer bütün kurumlardan yüzde 55’lik bir problem gelirse, Millî Eğitim Bakanlığından yüzde 45’lik bir problem gelirse insan kitlesi ve kaynak itibarıyla bunu orantıya vurduğunuz zaman bunun son derece normal olduğunu görürsünüz. Böyle bir büyük kitlenin şüphesiz problemleri de vardır. Her şey sütlimandır, gül gülistandır gibi bir iddiamız yok. Ama tekrar arz ediyorum. Başladığımız nokta ile şu anda geldiğimiz nokta arasında eğitimin lehine, öğretmenin lehine ve alt yapımızın lehine gerek eğitime erişim gerek kalite gerekse alt yapı açısından devrim niteliğinde adımlar atılmıştır. Halkımız da, milletvekillerimiz de, kamuoyu da bunun farkındadır. Ama, değerli muhalefet milletvekillerimiz böyle bir meseleyi eğer Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirdilerse kendilerince mutlaka gördükleri problemler vardır. Onları da burada müzakere ederiz. Haklı oldukları bir nokta varsa da notlarımızı alırız. Gerekli müdahaleleri yaparız.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisimizi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çelik.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Zonguldak Milletvekili Ali Koçal konuşacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Koçal.

CHP GRUBU ADINA ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğretmenlerimizin sorunlarının ve okullardaki yetersizliklerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılması önergemiz hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, izin verirseniz konuşmama geçmeden önce Sayın Bakanın vurguladığı bir iki konuyla ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Bakan, 2002 yılından bu yana Hükûmetin birinci önceliğinin eğitim meselesi olduğunu ve o konuda da çok büyük atılımlar yaptıklarını, başarılı çalışmalar içerisinde olduklarını ifade ettiler ama şimdi, biraz sonra, burada konuşacağız, arkadaşlarımız bu konudaki düşüncelerini ortaya koyacaklar böyle olup olmadığını göreceğiz. Çünkü eğitim birinci önceliği olamamıştır bu Hükûmetin, bunu sizlerle paylaşmak isterim.

Bir başka konu, tabii, şu andaki öğretmenlerin üçte 1’inin kendileri döneminde atandığını ifade ettiler. Bu, tabii, doğru olabilir ama emekli öğretmenler var, ne kadar çok emekli öğretmen olduğunu da ortaya koyması gerekiyordu. Ayrıca bu vekil öğretmenlik, usta öğreticilik, sözleşmeli öğretmen, daha önceki hükûmetler döneminde olduğunu da ifade ettiler. Evet, bu doğrudur, önceki hükûmetler döneminde de vardı ama önceki hükûmetler döneminde sırada bekleyen yüz binlerce öğretmen yoktu, şimdi sırada bekleyen yüz binlerce eğitim fakültelerini bitirmiş öğretmenler var, o zaman yetişmiş öğretmenimiz yoktu. Sözleşmeli öğretmenlerle ilgili, onların da stajyerliğinden bahsettiler. Böyle bir şey söz konusu değil benim bildiğim kadarıyla, sözleşmeli öğretmenin stajyerliğinin kaldırılmasıyla ilgili bir durum söz konusu değil.

Öğretmenevlerinden bahsettiler Sayın Bakan. Öğretmenevlerinin çoğaldığından, sayısının arttığından, niteliğinin arttığından bahsettiler. Doğrudur kısmen ama şunun altını çizerek söylüyorum: Öğretmenler ne yazık ki, öğretmenlerin hiç biri Ankara Başkent Öğretmenevinde kalamıyorlar çünkü Ankara Başkent Öğretmenevinin fiyatları, uygulanan fiyatlar öğretmenlerin orada kalmasına elverişli değildir, Sayın Bakanın dikkatine sunuyorum.

Ayrıca Sayın Bakan, öğretmenlerin ders ücretlerinin artırılmasıyla ilgili çok büyük çaba sarf etmiş, Hükûmet içerisinde tavır koymuş, talepleri olmuş ama ne yazık ki Maliye Bakanından geri dönmüş. Bu iyi. Sayın Bakan bunu söylüyorsa iyi. Demek ki Sayın Bakan bu konuda başarısız olmuş, başarısızlığını kendisi de ortaya koyuyor.

Evet, bir de atamalarla ilgili Sayın Bakanımız bir şeyler söylediler. Bu atamalarda işte normal ölçütlere, hakkaniyet ölçütlerine dikkat ettiklerini ifade ettiler ama bu Yönetici Atama Yönetmeliği kendi dönemlerinde bildiğim kadarıyla tam dört kez değişti. Bu niye değişiyor? Aynı kişi tarafından değiştiriliyor bir de, farklı bir bakan gelmiş olsa yahut da Hükûmet değişmiş olsa evet ama aynı bakan, aynı Hükûmet döneminde Yönetici Atama Yönetmeliği’ni dört kez değiştiriyorsunuz ve en son değiştirdiğinizden üç gün önce 76’ncı maddeyi kullanarak bir sınıftan bir öğretmen arkadaşımızı alıyorsunuz, Ankara’nın göbeğinde bir ilköğretim okuluna müdür yapıyorsunuz Yönetici Atama Yönetmeliği’ni yayınlamadan üç gün önce. Bunları dikkatlerinize sunmak istiyorum. Yani Sayın Bakanın ifade ettiği gibi, Türkiye’de eğitimle ve öğretmenlerle ilgili pembe tablo yoktur. Onu da şimdi açıklamaya çalışacağım.

Evet, değerli arkadaşlar, hepimizi bugünlere taşıyan ve üzerimizde büyük emekleri olan değerli öğretmenlerimizin sorunları ve çözümlerini araştırmak için kuracağımız Meclis araştırma komisyonuyla öğretmenlerimize karşı olan borcumuzu kısmen de olsa ödemeye çalışacağız, tabii kurulursa bu komisyon.

Anayasa’nın 42’nci maddesi ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Yasası, eğitimin çağdaş, demokratik, laik, Atatürk ilke ve devrimleriyle cumhuriyet esasları çerçevesinde olması gerektiğini hükme bağlamıştır. Yine, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Yasası’nın 43’üncü maddesinde, “Öğretmenlik, Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir.” denilmektedir. O nedenle, çocuklarımızı, gençleri yetiştiren öğretmenlerin görevlerini en iyi biçimde yerine getirebilmeleri için sorunlarının tespit edilerek, çözüm yollarının araştırılması ve sonuç alınması da gerekmektedir.

Yurdun her köşesinde özveriyle çalışan öğretmenlerin, yıllardır ekonomik ve sosyal sorunları ne yazık ki çözülememiştir. Öğretmenler geçinebilmek için ikinci bir iş yapmak zorunda bırakılmıştır. Yapılan araştırmalarda, ülkemiz öğretmenlerinin dünya öğretmenlerine göre daha çok çalıştığı hâlde birçok ülkenin öğretmenlerinden daha az ücret aldığı saptanmıştır yani Sayın Bakanın dediği gibi değil.

Değerli milletvekilleri, ülkenin olumlu gelişimi için en büyük görevi üstlenen öğretmenlerin çalışma koşulları ve ekonomik durumlarını zaman geçirmeden iyileştirmek zorundayız. Çocuklarımızın gelişmiş dünya çocuklarıyla her alanda yarışması onların en iyi biçimde yetiştirilmelerine bağlıdır. Bunun da yolu, onları yetiştirecek öğretmenlerin sorunlarının çözülmesine, durumlarının iyileştirilmesine bağlıdır. Bunun için, eğitim ve öğretim hizmetlerini üstlenen öğretmenlerin ve diğer görevlilerin ekonomik ve sosyal sorunlarını saptamak, çözüm yollarını ortaya koymak için Meclis araştırması istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, öğretmenler, yaptıkları işin doğası gereği kendilerini çok yönlü olarak yetiştirmek durumundadırlar. Ancak yıllardır öğretmenler ve eğitim çalışanları yoksulluk, memur, hizmetli ve idari personel ise açlık sınırının altında maaş almaktadır. Türkiye’nin dört bir yanında yaşadıkları tüm olumsuzluklara rağmen fedakârca çalışan öğretmenlerimiz ve diğer eğitim emekçileri insanca yaşam mücadelesi vermektedirler.

Bilindiği gibi, son yıllarda, ülkemiz, cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı, en zor sürecinden geçmektedir. Bu süreçte yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği en üst düzeye çıkmıştır. Kamu çalışanları, işçiler, esnaf, köylü ve emekliler, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kamu çalışanlarına 2009 yılı için yüzde 4+4,5 gibi utanç verici bir maaş artışı öngörülürken zorunlu harcamalarımıza yüzde 60’lara varan zamlar yapılmış, yapılmaya da devam etmektedir bildiğiniz gibi.

Türkiye’nin gelecek kuşaklarını yetiştiren öğretmenleri yoksulluğa, sefalete ve açlığa mahkûm etmemek için gerekli önlemler alınmalıdır. Tabii, Sayın Bakan böyle olmadığını iddia ediyor. Bu da Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yani bizlerin görevidir. Tüm toplumsal kesimler gibi yüz binlerce eğitim ve bilim emekçisi de art arda gelen zamlar sonrasında ekonomik olarak ciddi bir darboğaza girmiştir. Memur zammı, şimdiden buhar olmuş gitmiştir. Türkiye’de öğretmenlere yoksulluk sınırının yarısından daha az ücret ödenmesi ve diğer eğitim emekçilerinin açlık sınırında yaşamak zorunda kalması, millî eğitimin temel amaçlarından uzaklaşılmasına yol açmak demektir. Nitelikli ve bilimsel bir eğitim yaratmak istiyorsak, yüz binlerce eğitim emekçisini ekonomik ve sosyal açıdan doyuran bir alternatif yaratmak zorundayız. Ülkemizde öğretmenler yoksulluk sınırının altında, memur ve hizmetliler açlık sınırında maaş almaktadır. Bu durum, yaşanan yoksulluğu mutlak olarak artıracak, diğer ülkelerde çalışan eğitim emekçileriyle aramızdaki sosyoekonomik uçurumu daha da büyütecek niteliktedir.

Türkiye ile diğer OECD üyesi ülkelerde çalışan öğretmenlerin yıllık toplam çalışma sürelerini karşılaştırdığımızda ülkemizdeki durumun vahametini görmemek mümkün değildir. Örneğin, İskoçya’da öğretmenler yıllık toplam olarak 1.365 saat çalışmaktadır, Çek Cumhuriyeti’nde 1.652 saat çalışmaktadır, Almanya’da 1.765 saat çalışmaktadır, Türkiye’de 1.832  saat çalışmaktadır, OECD ortalaması ise 1.662. OECD verilerine göre 2008 yılında Türkiye’de bir öğretmen ortalama 1.832 saat çalışmaktadır ve bu, 170 saat daha fazla çalıştığı anlamına gelmektedir.

Türkiye’de öğretmenler, çalışma saatlerinin diğer OECD ülkelerindeki meslektaşlarından fazla olmasının yanı sıra çalışma ve yaşam koşulları bakımından da oldukça kötü durumdadırlar. Bugün Türkiye’de öğretmenlerin büyük bölümü geçim sıkıntısı çekmekte ve giderlerini karşılayabilmek için, hepimizin bildiği gibi ve az önce de ifade ettiğim gibi, ek iş yapmak zorunda kalmaktadırlar. Öğretmenlerimizin kendi mesleği dışında ek iş yapmak zorunda kalması hem onların daha fazla yorulmasına neden olmakta hem de eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir.

Değerli arkadaşlar, yine Sayın Bakanımız tarafından öğretmenlerin maaşlarıyla ilgili güzel sözler söylendi ama geçtiğimiz günlerde yine yapılan bir araştırma sonucu bunu söylemiyor. OECD ülkelerindeki öğretmenlerin aldığı maaşlara kısaca bakacak olursak, örneğin Avusturya’da en düşük maaşlı bir öğretmen yılda 27 bin -küsuratını söylemiyorum- dolar maaş alıyor, Fransa’da 23 bin dolar maaş alıyor, Portekiz’de 20 bin dolar maaş alıyor, Yunanistan’da, hemen yakınımızda, 26 bin dolar maaş alıyor en düşük alan ama bizim ülkemizde 12 bin dolar maaş alıyor en düşük alan arkadaşımız. 9/2 üzerinden söylüyorum bunları.

Peki, en yüksek alana baktığımız zaman -en yüksek alanlarda Avusturya’yı örnek vermiştim- en yüksek alan 54 bin dolar alıyor yıllık Avusturya’da. İtalya’da -örneğin- 35 bin dolar alıyor, hemen yanımızda, Yunanistan’da 38 bin dolar alıyor ama Türkiye’de en yüksek maaşlı öğretmenimiz 15 bin dolar alıyor. Bu demek ki Sayın Bakanın söylediği doğru değildir.

Evet, değerli arkadaşlar, OECD ülkelerinde en üst derecede olan bir ilköğretim okulu öğretmeninin yıllık toplam geliri açısından değerlendirdiğimizde  -biraz önce ifade ettim- OECD ülkelerinde bu ortalama 46.290 dolardır. Türkiye’de ise en üst derecedeki öğretmenin yıllık maaşı 15.780 dolardır. Görülüyor ki öğretmenlerimizin aldığı maaşlar bir ailenin gıda, kira, ulaşım, yakacak, elektrik, su, haberleşme, giyim, eğitim, sağlık, iletişim, kültür gibi temel ihtiyaçlarının yarısını bile karşılayamayacak düzeydedir.

Yine öğretmenlerin maaşına bir bakacak olursak… Yani 2002’den günümüze maaşların yüzde 145 oranında arttığını söyledi Sayın Bakan. Doğru olabilir, yapılan hesabın nasıl yapıldığını bilmiyorum ama şunu bir görmemiz gerekiyor: Öğretmenler, 2002 yılında 9/2’de çalışan bir öğretmen 456 YTL maaş alıyordu ve bu maaşla ihtiyaçlarının, biraz önce saydığım ihtiyaçlarının yüzde 43’ünü karşılayabiliyordu. Yine 2005’te 9/2’deki bir öğretmen 747 lira alıyordu ve ihtiyaçlarının yüzde 42’sini ancak karşılayabiliyordu. Günümüzde öğretmen -Sayın Bakanın iftiharla ifade ettiği- 1.171 YTL alıyor ve ihtiyacının ancak yüzde 48’ini karşılayabiliyor. Bunları yoksulluk sınırına göre ifade ediyorum. Çünkü 4 kişilik bir ailenin alması gereken en az ücret 2.417 YTL olmalıdır.

Tabii, öğretmenler açısından durum böyleyken memur ve hizmetlilerin durumu açısından tablo daha da vahimdir değerli arkadaşlar. Hizmetli ve memurlar açlık sınırının altında yaşam mücadelesi vermekte ve görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadırlar.

İktidarın ifadesiyle ekonomi büyümüş, işsizlik ve enflasyon oranları azalmış, kişi başı millî gelir yükseltilmiş ise eğer, açlık ve yoksulluk sınırına yönelik rakamlara baktığımızda tüm bu söylemlerin havada kaldığını görmemek mümkün değil. Çünkü Ekim 2008 itibarıyla açlık sınırı 742 ve yoksulluk sınırı ise 2.417 YTL olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı okullara yeterli ödenek ayıramadığı için eğitim harcamalarının önemli bir bölümü öğrenci velilerinin üzerinden karşılanmaktadır. 2009 yılı eğitim bütçesi gerek genel içeriğiyle gerekse eğitime ayrılan payın ihtiyacın çok altında olması nedeniyle önümüzdeki yılın öğretmenler, öğrenciler ve öğrenci velileri açısından çok daha zor geçeceği anlamına gelmektedir. Aynı zamanda, kriz yılı olacak dediğimiz 2009 yılının tüm halkımız gibi öğretmenler, öğrenci ve veliler açısından da sorunlarla dolu bir yıl olacağını görmek lazım.

Değerli milletvekilleri, eğitimden beklenen amaçların gerçekleşmesi, artan öğrenci sayısı, derslik açıkları, eğitimin niteliğinin yükselmesi, fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin giderilmesi, en fazla 30 öğrencili sınıfların oluşturulması ve 140 bin öğretmen açığının giderilebilmesi için Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin millî gelire oranı artırılmalıdır. Tabii, Sayın Bakan artırmak için çaba sarf ediyor ama Maliye Bakanı anlaşılan buna yol vermiyor. Millî eğitim payını yükseltmediğimiz sürece sorunları gelecek yıllara ertelemekten başka bir çaremiz olmayacaktır.

Okullaşma oranlarına Millî Eğitim Bakanlığının 2008 yılı rakamları açısından bakıldığında tablonun hiç de iç açıcı olmadığını görmek mümkündür. Okul çağındaki nüfusun ilköğretimdeki okullaşma oranı yüzde 97 iken ortaöğretim çağındaki çocukların sadece yüzde 58’i okullara devam edebilmektedir. Yükseköğretimde okullaşma oranı yüzde 20’ler düzeyindedir. Ülkemizde okuryazar olmayan nüfusun çok büyük bir bölümü kadınlardır ve kadınlarımızın yüzde 80’i okuma yazma bilmemektedir.

Türkiye’de toplam öğrenci sayısıyla kıyaslandığında okul, derslik ve öğretmen sayısının yetersiz olduğu bilinmektedir. Öğrenci sayısı her yıl belli bir oranda artmasına karşın okul, derslik ve öğretmen sayısı bu artışın oldukça gerisinde kalmıştır. Okul, derslik ve öğretmen açıklarının giderilememesi eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemekle kalmamakta, eğitim hizmetinin nitelikli ve sağlıklı verilmesini de engellemektedir.

Öğretmen açıkları, yıllardır eğitim sistemimizin öncelikli sorunları arasında yer almaktadır. Bugün için eğitimde öğretmen açığı, atama yapılması planlanan sayıların çok üzerindedir. Her yıl yeterli sayıda atama yapılamaması durumunda, binlerce öğretmenin emekliye ayrılmasıyla bu açık daha da büyüyecektir. Durum böyleyken atama yapılması düşünülen rakamlarla öğretmen açığı sorununun çözülmesi mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye önümüzdeki beş yıl içinde eğitimli genç işsizler ordusuyla karşı karşıya kalacaktır. Bugün elinde öğretmen diploması, tezsiz lisans belgesi bulunan işsiz öğretmen sayısı 200 binin üzerindedir. Her yıl 40 bini eğitim fakültelerinden, 50 bini diğer fakültelerden mezun olmak üzere 90 bin kişi öğretmenlik için hazırlanmaktadır. Bu rakamların gösterdiği en açık ve belki de en acı gerçek, bugünkü fakülte giriş kontenjanları esas alındığında, 2012 yılında, biriken öğretmen adayı sayısı 400 bini aşacaktır. Açıkları kapatmak üzere beş yılda 150 bin öğretmen ataması yapılsa bile 250 bin öğretmen işsiz kalmaya devam edecektir. Eğer şimdiden gerekli önlemler alınmazsa yarın hem eğitim sistemimiz hem de öğretmen adayları açısından çok geç olabilir. Öğretmen açığını kapatacak yeterli atamanın yapılmaması eğitimin niteliğini düşürürken aynı zamanda binlerce öğretmen adayını işsizliğe, umutsuzluğa ya da düşük ücretle iş güvencesinden yoksun olarak çalışmaya itmektedir. Sözleşmeli öğretmenlik uygulaması -Sayın Bakan da bahsetti- eğitim sorunlarını çözmek bir yana iş güvencesinden yoksun, düşük ücretlerle çalışma anlamına gelmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ALİ KOÇAL (Devamla) - Eğitimin vazgeçilmez unsuru öğretmenlerdir ve eğitimin niteliği öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır. O nedenle Millî Eğitim Bakanlığı öğretmenler üzerinde maliyet hesabı yapmamalıdır.

Evet, değerli milletvekilleri, özetle şunları söylemeye çalışıyorum: Bir ülkenin geleceğini yetiştiren eğitim ve bilim emekçilerinin açlık ve yoksulluk çekmesi o ülke için büyük bir talihsizliktir. Eğitim emekçilerinin içinde bulundukları sıkıntılara rağmen görevlerini en iyi şekilde yerine getirme çabaları toplumun tüm kesimleri tarafından da takdir edilmektedir. Bilimsel, nitelikli bir eğitim yaratmak için tüm eğitim emekçilerini ekonomik veya sosyal açıdan tatmin eden bir çözüm bulunmazsa ve zaman geçirmeden somut adımlar atılmazsa iyi şeyler olmayacak diye düşünüyorum. Öğretmenlerimiz ve diğer eğitim emekçileri yıllardır ekonomik açıdan güçlük çekmekte, büyük bölümü ek iş yaparak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.

Değerli milletvekilleri, tüm bu nedenlerle öğretmenlerimizin ve okullardaki sorunların tespit edilmesi ve çözüm önerilerini alabilmek için bir Meclis araştırma komisyonu kurulmasının yararlı olacağını düşünüyoruz. Sayın milletvekillerimizin de bu konuda ve bu yönde oy kullanarak bize yardımcı olacağını düşünüyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Koçal.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil.

Buyurunuz Sayın Asil. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğretmenlerimizin sosyal ve ekonomik sorunlarının tespit edilmesi ve çözüm önerilerinin belirlenmesi için bir Meclis araştırması komisyonu kurulması talebiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu milletvekilleri olarak 4 Ocak 2008 tarihinde verdiğimiz önergenin gündeme alınması konusunda grubum adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle, şahsım ve grubum adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, öğretmen olmak için bunun eğitimini alacaksınız ve atanacaksınız. Bu, sadece size unvan kazandırır ve atanmanızı sağlar. Gerçekten öğretmen olmanın şartları vardır. Nedir bu şartlar? En iyi siz giyineceksiniz. En çok siz okuyacaksınız. Branşınız ile ilgili bilimsel yayınları, aktüaliteyi takip edeceksiniz. Size yakışan bir evde oturacaksınız. Niçin bunları söylüyorum?

Değerli arkadaşlarım, öğrenci, akşam televizyonda uzay çalışmalarıyla ilgili bir haber dinler. Çalışmanın, haberlerde geçen konuların pek çoğunu anlamaz. Kendisine uzay kavramını fen bilgisi öğretmeni vermiştir. Sabah fen bilgisi öğretmenine sormayı kararlaştırır çünkü öğrencinin gözünde öğretmen her şeyi bilendir ancak fen bilgisi öğretmeni ikinci iş yaptığı için aktüaliteyi takip edememiştir. Branşıyla ilgili bilimsel yayınları alacak parası yoktur. Sorar, cevap alamaz. Bu olay birkaç defa tekrar edince, kafasında büyüttüğü, her şeyi bildiğini sandığı öğretmeninin her şeyi de bilmediğini düşünmeye başlar.

Öğretmen, köye gelmiştir. Köyde lojman yoktur, kiralık ev yoktur. Kimsenin oturmadığı birkaç virane ev vardır, bunlardan birinde oturmak zorundadır. Çocukları büyümüştür, üniversiteye gitmeye başlamıştır. Biri bir şehirde, diğeri başka şehirdedir. Bir bakar ki kendisine bir elbise, gömlek, kravat almadığı yıllar olmuştur, alamamıştır. Gömleklerinin yakası limelenmeye başlamıştır. Ceketinin kolları, pantolonunun dizleri parlamaya başlamıştır. Kravatının modası geçmiş, rengi solmuştur. Her sabah giyinirken kahreder ama çaresizdir. Çocuğunun üniversiteyi bitirmesine az kalmıştır. İçini buruk bir sıcaklık kaplar, umutlanır. Öğrencilerinin gözünde sıradanlaşmıştır, kahrolur.

Değerli arkadaşlarım, işte Türkiye’de öğretmen manzarası. Ülkenin köylerinde, ilçelerinde, şehirlerinde öğretmenlik yapmış bir arkadaşınız olarak konuşuyorum. Bu anlattıklarımın hepsine şahit oldum. Geleceğimizi emanet edeceğimiz, bakmaya kıyamadığımız, gözlerinin içine bakarak büyüttüğümüz yavrularımızı teslim ettiğimiz öğretmenlere bu eziyeti yaşatmak reva mıdır? Öncelikle, öğretmen kıyafetleri zorunlu giyim bakışıyla Bakanlık tarafından karşılanmalı, toplumda en iyi giyinen hâline getirilmelidir. Barınma sorunu Bakanlık tarafından mutlaka çözülmelidir. Öğretmen, kimsenin oturmadığı viranelerde yaşamaya zorlanmamalı, gerekli tedbirler mutlaka alınmalıdır. Küçük yerleşim birimlerinde, mahrumiyet yörelerinde öğretmen bulunduramamamızın birinci nedeni, çocukları okul çağına gelmiş öğretmenlerimizin çocuklarına en iyi eğitimi verebileceklerine inandıkları büyük şehirlere gitmek istemeleridir. Bu nedenle, öğretmen ihtiyacı bulunan yörelerimizde çalışan öğretmenlerimizin çocuklarını gönül rahatlığıyla bırakabileceği yatılı okullar oluşturulmalıdır. İşte, bu Meclis araştırması açılmasını istememizin nedeni budur.

Nevşehir Avanos Lisesinden bir arkadaşım, elektronik posta göndermiş, sıkıntılarını dile getirmiş, sonunda şöyle seslenmiş: “Ben de burada tüm öğretmen arkadaşlarımın sesi olarak sizlere sesleniyorum.” Şöyle diyor sayın öğretmen: “Eziliyorum, kendimi çok alçakta görüyorum, biraz yüceltin kutsal eğitim işi yapan öğretmenlerimizi, hep beraber çalışalım daha güzel yarınlara. Ben dile getirdim, sorunları çözmek sizin işiniz.” diye son vermiş yazısına.

Evet değerli milletvekilleri, sorunları çözmek bizim işimiz olduğuna göre, Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince vermiş olduğumuz Meclis araştırması açılmasıyla ilgili önergemizi destekleyin. Bütün açıklığıyla, öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal sorunlarını, okulların fiziki sorunlarını, yaşanan güvenlik sorunlarını masaya yatıralım, çözüm önerilerini ortaya koyalım.

Değerli milletvekilleri, millî eğitim camiası bir bütündür. Bu bütünlüğü sağlayan Millî Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatlarında, il ve ilçe millî eğitim müdürlüklerinde şef olarak görev yapan personelimiz vardır. Bu personelimiz, 21/3/2006 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5473 sayılı Değişik Adlar Altında İlave Ödemesi Bulunmayan Memurlara ve Sözleşmeli Personele Ek Ödeme Yapılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun gereği ödenen 136 yeni Türk liralık denge tazminatından ve kamuoyuna 15/8/2008 tarihinde açıklanan memur maaş zammına ilişkin zamlardan yönetim karşılığında ödenen ek ders ücretlerinin ek ödeme olarak değerlendirilmesi nedeniyle yararlandırılmamaktadırlar. Yararlandırılmamalarının altında, fiilen yapılmayan ders karşılığında ödenen ek ders ücretlerinin ek ödeme olarak değerlendirilmesi yatmaktadır. Ancak konuyla ilgili mevzuat ve fiilî durumlar incelendiğinde alınan ek ders ücretlerinin ek ödeme mahiyetinde olmadığı da anlaşılacaktır. Zira, söz konusu ek ders ücretinin ödenmesinde, ücret ödemesine esas hizmet ve konumda fiilen görev yapılması şartına yer verilmiştir. Şef olarak görev yapan bu arkadaşlarımız 850 yeni Türk lirası maaş alırken veri hazırlama kontrol işletmeni kadrosunda çalışanlar 1.200 yeni Türk lirası, teknisyen olarak görev yapanlar 1.300 ila 1.600 yeni Türk lirası arasında maaş almaktadırlar. Tabii ki alacaklar ama bunların amiri konumundaki şeflere 850 yeni Türk lirası maaşı reva görmeyi içimize nasıl sindireceğiz?

Edirne’den Ardahan’a il ve ilçe merkezlerinde bulunan halk eğitim müdürlüklerinde çalışan usta öğreticiler kadro talebinde bulunmaktadırlar. Bilindiği üzere bu insanlar yılda sekiz ay çalışıp dört ay açıkta beklemektedirler. Gerek Millî Eğitim Bakanımız gerekse Maliye Bakanımızla yaptıkları görüşmelerde üç, beş veya on yıllık sözleşme yapılabileceği kendilerine söylenmesine rağmen bu konuda hâlen bir gelişme olmamıştır.

Bu konuda mağdur bir camia da ilköğretim müfettişleri camiasıdır. İlköğretim müfettişleri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda diğer kurum müfettişleriyle birlikte kariyer meslek sınıfında yer almaktadırlar. Ülkemizdeki bütün kurumların müfettişleri tek üniversite bitirerek müfettiş olurken ilköğretim müfettişi olabilmek için iki üniversite bitirme şartı getirilmiş ve yıllarca uygulanmıştır. İlköğretim müfettişlerinin birçoğu iki üniversite bitirmekle kalmayıp lisansüstü eğitimlerini de tamamlamışlardır. İlköğretim müfettişleri, anaokulları, ilköğretim okulları, özel okullar, sürücü kursları, Kur’an kursları, dershaneler, öğretmenevleri, rehberlik araştırma merkezleri gibi görev alanlarında bulunan binlerce kurumun yüz binlerce öğretmen, yönetici ve personelin yetiştirilmesinden, rehberlik ve denetiminden sorumludurlar. Bununla birlikte inceleme, araştırma ve soruşturma görevlerini de yürütmektedirler.

Son yıllarda yapılan iyileştirmelerde sürekli kapsam dışı bırakılan ilköğretim müfettişleri, denetledikleri personelden daha az maaş alır hâle getirilmişlerdir. Gerek mesleğe alınma gerekse çalışma koşulları diğer kurum müfettişlerine göre çok daha ağır olan, ülkemizin en ücra köylerine kadar giderek devleti temsilen denetim yapan ilköğretim müfettişlerine aldıkları yüksek eğitim, seçilme şekilleri ve iş güçlüğüne uygun olarak kanun önünde eşit oldukları diğer müfettişlerle eşit haklar mutlaka verilmelidir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda değişiklik yapılarak ilköğretim müfettişleri “eğitim öğretim hizmetleri” sınıfından çıkarılıp “genel idare hizmetleri” sınıfına alınmalıdırlar. “Zam ve tazminatlar” bölümünde ilköğretim müfettişleri, diğer müfettişlerin yer aldığı maddelere alınmalıdır. Diğer müfettişlere ödendiği hâlde ilköğretim müfettişlerine ödenmeyen zam ve tazminatlar ödenmelidir. Görev alanındaki kurumların çeşitliliği dikkate alınarak “ilköğretim müfettişliği” kadrosu “eğitim müfettişliği” olarak değiştirilmelidir. İlköğretim müfettişlerinin il millî eğitim müdürlüklerinin çeşitli faaliyetlerini denetlediği, kurum ve kişilerin inceleme ve soruşturmasını yaptığı dikkate alınarak yapısal bir değişiklik mutlaka yapılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bu vesileyle Sayın Millî Eğitim Bakanına da birkaç sorumuz olacak: Sayın Bakan, İktidarınız “4/B’li öğretmen” kavramını icat ederek öğretmenliği sözleşmeli hâle getirmiştir. Şu anda sözleşmeli öğretmenlik ataması neredeyse asal hâle getirilmiştir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/B maddesinde, kadrolu atama yapılamaması durumlarında başvurulacak bir yöntem olarak ifade edilen sözleşmeli öğretmenlik uygulaması kadrolu öğretmen atamasıyla beraber yapılmaktadır. Bu uygulama çıkarılan kanuna da uygun değildir.

Az önce yaptığınız açıklamalarda sözleşmeli öğretmen ile kadrolu öğretmen arasında hiç fark olmadığını söylüyorsunuz. Fark yoksa, aynı haklara sahipse, aynı ücreti veriyorsanız neden kadrolu olarak atamıyorsunuz? Biz sözleşmeli öğretmenlerin de kadrolu öğretmenler gibi eğitim fakültesi mezunu olduğunu, KPSS puanlarının yüksek olduğunu biliyoruz. Ancak bu evlatlarımızın gelecek yıl ne olacağı belli değildir. Mesela aynı öğretmenler odasında yan yana oturan sözleşmeli öğretmenlerimizin kadrolu öğretmenlere göre görevde yükselme, müdür, müdür başyardımcısı, müdür yardımcısı olma hakkı yoktur, özür grubundan tayin isteyebilme hakkı sınırlıdır. Aldıkları bir kısım haklar da sendikaların açtığı davalar sonucu elde ettikleri haklarıdır. Bu evlatlarımız şu an içinde bulundukları olumsuz şartlar sebebiyle ciddi psikolojik sorunlar yaşamaktadırlar. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının eğitim öğretimimize de bir faydası yoktur. İptal edilerek kadrolu öğretmen olarak atanmaları mutlaka sağlanmalıdır.

Sayın Bakan, gençlerimizin yaşadığı bu sıkıntıları yok saymaya, gözünüzü kapamaya devam edecek misiniz? Millî Eğitim Bakanı olarak öğretmen ihtiyacımız olmadığını söylüyorsunuz. Diğer yandan 100 binin üzerinde eğitim fakültesi mezunu olan gençlerimizi ayda 300 ila 600 yeni Türk lirası arasında ek ders ücreti vererek ücretli öğretmen olarak görevlendiriyorsunuz. Öğretmen ihtiyacınız yoksa 100 binden fazla ücretli öğretmen neden görevlendirilmektedir? Kaldı ki İzmir’de 4 bin, Erzurum’da 2.800, Hakkâri’de 1.100 öğretmen ihtiyacı olduğu bizzat yetkililer tarafından açıklanmaktadır.

Şu an 190 ila 200 bin öğretmen adayı görev beklemektedir. Bu öğretmenleri kadrolu olarak atamak yerine ücretli öğretmen olarak istihdam ederek sömürmek, ayda 300 ila 600 yeni Türk lirası karşılığı emeklerini yok saymak sosyal devlet olma özelliğimiz ile bağdaşmakta mıdır? Bu gençlerimiz daha ne kadar atama bekleyeceklerdir? Umutları tükenen, geleceğe güvenle bakmayan bu gençlerimizin yaşadığı sıkıntıları hiç düşünüyor musunuz?

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak meseleye bakış açımızı da ifade etmek istiyorum. Gençliğe yapılacak yatırımı Türkiye'nin geleceğine yapılacak en önemli yatırım olarak görüyoruz. Gençlerin eğitim, sağlık, istihdam, sosyal güvenlik ve serbest zamanlarının değerlendirilmesiyle ilgili sorunlarının çözüme kavuşturulmasını sosyal devlet anlayışının gereği sayıyoruz.

Gençlerin fırsat eşitliği çerçevesinde eğitim imkânlarından yararlanmaları sağlanarak eğitim düzeyini yükseltmeyi taahhüt ediyoruz. Gençlerimizin aldıkları eğitimin onları çağın yeni şartlarına hazırlamasına özel önem veriyoruz. Ortaöğretimi tamamlayan gençlerin meslek sahibi olmaları, iyi derecede yabancı dil bilmeleri, bilgisayar kullanmalarını sağlamayı hedefliyoruz. Öğretmenlerimizin kendilerini ve öğrencilerini en iyi şekilde yetiştireceği ortamı hazırlamayı kendimize ödev sayıyoruz. Çünkü sağlıklı bir toplum bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyi yetişmiş sağlıklı bireylerden oluşur. Her yönden sağlıklı olarak yetiştirilmiş bir çocuk gelecekte çalışkan, üretici, çok yönlü düşünebilen, karşılaştığı sorunları çözme gücü yüksek, etkili iletişim kurabilen, kendisi ve çevresiyle barışık, kendisini yetiştirmiş, hak ve sorumluluklarını bilen nitelikli bir vatandaş olacaktır, içinde yaşadığı toplum için değer yaratacaktır. Bu bilinçle, Milliyetçi Hareket Partisi her türlü katkıyı vermeye hazırdır. Bunu yüce Türk milletinin ve eğitim camiamızın huzurunda bir kez daha söylemeyi görev sayıyorum.

Değerli milletvekilleri, bir öğretmenin beni çok etkileyen, hepinizi de etkileyeceğini bildiğim “24 Kasım Öğretmenler Günü” münasebetiyle söyledikleriyle konuşmamı bitirmek istiyorum. Şöyle diyor öğretmenim: “Öğretmenler geçim sıkıntısı yüzünden değişen teknoloji ve gelişen bilgiye ulaşamamaktadırlar. Karın doyurma, borç, kredi kartı, taksitler, çocuklarının eğitimi, kira, ulaşım, elektrik, su, doğal gaz gibi giderlerden başını alamayan öğretmenlerimiz ayın sonunu getirememektedirler. Bu yüzden kabiliyetleri nispetinde ek iş yapmaktadırlar. Bir 24 Kasım daha boş lakırtılarla geçip gidiyor.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) – “Öğretmenin derdine derman olabilecek hiçbir gelişme kaydedilmemekte, öğretmen ikinci plana itilmektedir. Bir öğretmenler günü daha göstermiştir ki tüm öğretmenler sahipsizdir.”

Değerli arkadaşlarım, gelin bu araştırma önergemize destek verin; öğretmenlerimizin sahipsiz olmadığını, yüce Türk milleti adına görev yapan Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu meselelerin konuşulduğunu ve çözüm arama noktasında faaliyet gösterildiğini ve sahipsiz olmadıklarını bu öğretmen arkadaşlarımıza, bu sıkıntı içinde görev yapan meslektaşlarımıza bildirelim diyor, bu duygularla aziz milletimi, sevgili öğretmenlerimi, eğitim çalışanlarını ve heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Asil.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Van Milletvekili Fatma Kurtulan konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Kurtulan. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA FATMA KURTULAN (Van) – Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde eğitim alanında yaşanan sorunları ve öğretmenlerimizin içinde bulunduğu koşulları araştırmak ve eğitimdeki sosyal ve ekonomik sorunların iyileştirilmesi amacıyla verilen önergeler üzerine partim DTP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ülkelerin yaşadığı toplumsal, siyasal ve kültürel değişim ve dönüşüm dönemlerinde eğitim en önemli mücadele alanı olarak öne çıkmaktadır. 12 Eylül askerî darbesiyle başlayan ve onu izleyen iktidarla sürdürülen neoliberal politikaların en önemli hedefi, her düzeydeki eğitimi kamusal hizmet olmaktan çıkarıp piyasalaştırmak olmuştur. Günümüzde de devam eden bu süreç, eğitimin metalaştırılması, özelleştirilmesi, ticarileştirilmesi ve sermayeleştirilmesi olarak devam etmektedir.  Gerçekleştirilen ticarileştirme, okullar arasındaki bölgesel farkların ve cinsiyet farklarının daha da artmasına yol açmıştır.

Eğitimin büyük ölçüde ticarileştiği, altı-on dört yaş arasındaki çocukların yüzde 10’unun zorunlu eğitim almadığı, ortaöğretim çağındaki nüfusun yaklaşık yarısının ortaöğretime devam etmediği, yirmi beş-altmış dört yaş arası nüfusun yüzde 74’ünün lise ve altı  eğitim düzeyinde bulunduğu ülkemizde öğretmenlerimizin nasıl bir durumda olduğunu anlamak için fazla da düşünmeye gerek kalmamaktadır.

Eğitim sistemindeki kaynak ve öğretmen yetersizliği sürekliliğini koruyan bir olgu hâline gelmiş ve sürekli değişen ama gelişemeyen millî eğitim politikamız modern bir çizgi izleyememiştir.

Sayın milletvekilleri, AKP döneminde sözleşmeli öğretmen sayısı inanılmaz rakamlara ulaşmış, öte yandan, nasıl bir kolaylık getireceği, hangi amaca hizmet edeceği anlaşılmayan öğreticilik, usta öğreticilik, kısmî zamanlı orta öğreticilik gibi kategoriler oluşturulmuş, eğitimciler güvencesiz geçici çalışma koşullarına mahkûm edilmişlerdir. Bunun yanında, performansa dayalı  ücret aşaması çıkarılmış ve Maliye Bakanlığının 2009 yılından itibaren tüm kamu kurumlarında  hayata geçirmeyi planladığı uygulama Millî Eğitim Bakanlığının raporlarında belirtilmekte hatta gerektiğinde işten çıkarılması için kullanılması savunulmaktadır.

Millî Eğitim Bakanlığı uzun süredir benimsemiş olduğu sözleşmeli öğretmen istihdamı politikasıyla eğitimin niteliğinin daha da kötüleşmesine neden olmaktadır. 2003 yılından bu yana benimsenen sözleşmeli öğretmenlik uygulaması, öğretmenlerin iş güvencesinden yoksun, düşük ücretlerle çalıştırılması anlamına gelmektedir. Eğitimin vazgeçilmez unsuru öğretmendir ve eğitimin niteliği öğretmenin niteliğiyle doğru orantılıdır. 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda öğretmenlik mesleğinin niteliği, düzenlilik ve süreklilik gerektiği açıkça belirtilmektedir. Buna rağmen Bakanlığın sözleşmeli öğretmen istihdamında ısrarcı olması anlaşılır değildir. Sözleşmeli öğretmenlerin, mevcut hakları ve çalışma koşulları ile öğrencilerimize yeterince faydalı olmaları mümkün değildir.

Ücretli öğretmenlerin bu kadar çoğaltılmasının başka bir nedeni de eğitimdeki öğretmen açığını düşürmeyi hedeflemektir. Kadrolu bir öğretmenden daha fazla mesai yapan ücretliler, çoğu zaman kadrolu 2 öğretmen kadar çalıştırıldıkları için öğretmen açığının kapatılmasına katkı sağlıyorlar. Bu öğretmenlerin çoğu aylık 600 milyon civarında ücretle çalıştırılıyor. Bu da 4 kişilik bir aileleri olması durumunda açlık sınırının altında yaşamaları anlamına geliyor. Türkiye'ye örnek olarak sunulan “Kardelen Ayşe’ler” 2007 yılında saati 5 YTL’den ayda ortalama 300 YTL’ye güvencesiz olarak çalışmaktaydı.

Sayın milletvekilleri, AKP’nin iktidarda olduğu 2003-2007 yılları arasında işe alınan toplam öğretmen ve öğreticilerin sadece yüzde 40’ını kadrolu öğretmenler oluşturmaktaydı. Sözleşmeli öğretmenler ise güvencesiz ve geçici çalışmalarının yanında ücret ve aylıklarının zamanında ödenmemesi, izin ve sağlık kuruluşlarına sevk almada engellerle karşılaşması, bir yılı doldurmadan eş tayini yapılmaması, sözleşmelilikte geçen sürenin kadrolu olarak atandığında zorunlu hizmet süresinden sayılmaması gibi onlarca sorun yaşamaktadırlar.

Nitelikli, bilimsel, akılcı ve özgür bireyler yetiştiren bir eğitim sisteminin yaratılabilmesi, her şeyden önce, bu eğitimi vermekle görevlendirilmiş kişilerin yaşam koşullarının belli bir standarda kavuşturulmuş olması, iş yüklerinin verimli olabilecekleri saatlerle sınırlandırılması gerekmektedir.

Bu koşulların sağlanmadığı bir sistemde eğitim hem öğrenci hem öğretmen açısından yalnızca katlanılması gereken zorunlu bir iş ve verimi olmayan bir meslek olmaktan öteye gidemez. Ülkemizde de mevcut tablo bu kriterler dikkate alındığında ne yazık ki pek de iç açıcı değil.

Öğretmenler yoksulluk sınırının altında, memur ve hizmetliler ise açlık sınırında maaş almakta. Eğitimcilerin talepleri dikkate alınmamakta, mevcut durumdan daha da geriye gidilerek diğer ülkelerde çalışan eğitimcilerle aramızdaki sosyoekonomik uçurum gün geçtikçe büyümektedir. Türkiye’de öğretmenler, çalışma saatlerinin diğer OECD ülkelerindeki meslektaşlarından fazla olmasının yanı sıra çalışma ve yaşam koşulları bakımından oldukça geri durumdadırlar. Bugün Türkiye’de öğretmenlerin büyük bölümü geçim sıkıntısı çekmekte ve giderlerini karşılayabilmek için ek iş yapmak zorunda kalmaktadır. Eğitim vermekle görevlendirilmiş öğretmenlerimizin yüzde 72’sinin kendi mesleği dışında ek iş yapmak zorunda kalması hem verimliliklerini düşürmekte hem de eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Zaten normalde okulda çalışma saatleri OECD ülkelerinin çoğunun üstünde iken bir de okul dışında ek iş yapmaları, ülkemizde nasıl bir eğitim sistemi olduğunu gözler önüne sermektedir.

Türkiye ile diğer OECD üyesi ülkelerde çalışan öğretmenlerin yıllık toplam çalışma sürelerini karşılaştırdığımızda, ülkemizdeki durumun vahameti açıkça görülmektedir. OECD tarafından hazırlanan Bir Bakışta Eğitim 2008 Raporu, ülkemizde öğretmenlerin içinde bulunduğu gerçek duruma dikkat çekmektedir. Nitelikli bir eğitim için öğretmenin kendisini yeniden üretmeye daha fazla vakit ayırabilmesi zorunluluktur. Dünya üzerinde öğretmenini en az çalıştıran ülke İngiltere’dir. Bu ülkede öğretmenler yılda 1.265 saat çalışıyorlar. Öğretmenlerin yıllık çalışma süresi açısından OECD ortalaması, ilköğretimde 1.662, ortaöğretimde 1.654 saattir. Türkiye ile benzer sosyoekonomik yapıya sahip ülkelerde ise çalışma süreleri çok daha düşük olmaktadır. Öğretmenlerin yıllık toplam çalışma süreleri İspanya’da 1.425 saat, Portekiz’de 1.440 saat, Çek Cumhuriyeti’nde 1.652 saat, Yunanistan’da 1.762 saattir. Ayrıca raporda OECD üyesi ülkeler içinde Türkiye'nin, Macaristan ve Japonya ile birlikte, en fazla çalışma saatine sahip olan üç ülke arasında olduğu görülmektedir.

Sayın milletvekilleri, gelir dağılımının son derece adaletsiz olduğu Türkiye’de nüfusun çok büyük bir bölümü açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşama ve hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Yıllar itibarıyla açlık ve yoksulluk sınırındaki artışlar toplumun geniş kesimlerini olduğu kadar öğretmenlerimizi de olumsuz etkilemiştir. AKP’nin ilk kez iktidara geldiği Aralık 2007 açlık sınırı 337 milyon YTL, yoksulluk sınırı 1 milyar 54 milyon TL iken aradan geçen dönemde -YTL bazında ifade edecek olursak- açlık sınırı, Ekim 2008’de, altı yıl içerisine göre, 2 kattan fazla artarak 742 YTL’ye yükselmiştir. Benzer bir şekilde 2002 yılında 1.054 YTL olan yoksulluk sınırı yine 2 kattan fazla artarak 2.417 YTL olmuştur.

Yıllardır eğitim politikasına kendi çıkarları doğrultusunda yön veren AKP Hükûmeti, bu yıl da yine eğitim sisteminde yaşanan temel sorunlar üzerinde değil, sadece rakamlar üzerinde hesaplamaları yaparak eğitim ve yükseköğretim bütçesini şekillendirmeye çalışacaktır. 2008 yılında 22,9 milyar YTL olan eğitim bütçesi, artan okul, derslik ve öğrenci sayısına rağmen 2009 yılı için 27 milyar 883 milyon 696 bin YTL olarak öngörülmüştür. Millî Eğitim Bakanlığı okullara yeterli ödenek ayırmadığı için eğitim harcamalarının önemli bir bölümü öğrenci velilerinin üzerinde çeşitli adlar altında karşılanmaktadır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi son dönemde okulların elektrik ve doğal gaz borçlarının da velilere ödettirilmesi için girişimler yapılmaya başlanması ibret vericidir.

2009 yılı eğitim bütçesi gerek genel içeriğiyle gerekse eğitime ayrılan payın ihtiyacın çok altında olması nedeniyle önümüzdeki yılın, eğitim emekçileri, öğrenciler ve öğrenci velileri açısından çok daha zor geçeceğini bugünden göstermektedir. Anlaşılan odur ki AKP Hükûmeti, eğitimin sorunları arttıkça eğitimi kamu kaynaklarıyla finanse etmek yerine, bütçeden yeterli pay ayırmayarak eğitimin ve yükseköğretimin giderlerini tamamen yurttaşların üzerine yıkmak istemektedir. 2009 yılı için öngörülen bütçe rakamları ile eğitim sisteminde yapısal hâle gelen fiziki altyapı, öğretmen, idari ve akademik personel açıkları, araç gereç gereksinimi gibi sorunların ve ihtiyaçların karşılanabilmesi mümkün değildir. Bu anlamda, aynı zamanda kriz yılı olacağı söylenen 2009 yılının, tüm halkımız gibi, eğitim emekçileri, öğrenci ve veliler açısından da sorunlarla dolu bir yıl olacağını söylemek mümkündür.

Sayın milletvekilleri, 2009 yılında Millî Eğitim Bakanlığına bütçeden ayrılan pay eğitimin artan sorunları ve öğrenci sayısı dikkate alınarak hesaplandığında, devletin artık kamusal eğitimin son kırıntılarını da gözden çıkardığını, eğitim sistemini kendi sorunlarıyla baş başa bıraktığını göstermektedir. Bu durumu bütçe rakamları ve bu rakamların yorumlanmasıyla değerlendirmek mümkündür. 2009 net bütçesine bakıldığında, harcamaların neredeyse tamamının zorunlu harcamalardan oluştuğu görülmektedir. 2009 eğitim bütçesinin önümüzdeki yıl eğitimin niteliğini yükseltmek adına umut verdiğini söylemek mümkün değildir. Öngörülen bütçe rakamları sadece zorunlu harcamaları karşılayacak, 2009 yılında da eğitim sistemi geçmiş yıllarda olduğu gibi yine sorunlarıyla baş başa bırakılacaktır. Her fırsatta bütçeden en yüksek payı eğitime ayırdığını söyleyen Hükûmet, eğitim harcamalarının millî gelir içindeki payını daha da aşağılara çekmeyi hedeflemektedir. Üç yıllık yapılan bütçeye göre Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin millî gelir içindeki payı, 2009 yılında yüzde 2,50 olmuştur. Bütçeden 2009 yılı için Millî Eğitim Bakanlığına ve yükseköğretime ayrılması düşünülen payların eğitim sisteminin en temel ihtiyaçlarını karşılamaktan ne kadar uzak olduğunu bütçenin fonksiyonel dağılımı tüm açıklığıyla göstermektedir.

AKP Hükûmeti, eğitimi serbest piyasa sistemine açmak, okulları ve üniversitelerimizi birer ticarethane gibi işletmek istediğini geçtiğimiz altı yılda atmış olduğu yasal ve fiilî adımlarla pek çok kez göstermiştir. Bu anlamda 2009 yılı eğitim ve yükseköğretim bütçesi, tıpkı geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, yoksulluk politikaları ve paralı eğitim uygulamalarını sürdüren bir yapıda oluşturulmuştur.

Sayın milletvekilleri, 2008 yılı itibarıyla kadrolu öğretmenin maaşı 1.170 YTL, Türk-İş’in aylık olarak yayınladığı yoksulluk rakamı ise 4 kişilik bir aile için 2 milyar 337 YTL’dir. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin maaşı ise çok daha düşük olmaktadır. Bir ücretli öğretmen haftanın beş günü sekiz saat derse girse bir kadrolu öğretmen ile aynı ücreti almaya ancak hak kazanabiliyor. Ücretli öğretmenler sigorta primleri, örgütlenme ve sosyal haklar anlamında da kadrolu öğretmenlere göre oldukça kısıtlı haklara sahiptirler.

Türkiye'de öğretmenlerin atamasında kamu personeli seçme sınavı belirleyici bir faktör olma durumunu korumaktadır. Sınav nedeniyle, üniversiteden mezun olan eğitim öğrencilerinin yüzde 80’ine yakını işsiz kalıyor. Bu işsizler ordusu ücretleri düşürmek, fazla mesai yaptırmak ve eğitim emekçilerinin haklarını gasbetmek isteyen Hükûmet için uygun bir zemin sağlıyor. KPSS’yi veremeyen öğretmenlerin bir kısmı il millî eğitim müdürlükleri tarafından ücretli öğretmen olarak atanıyor.

Öğretmen başına düşen öğrenci sayısının sağlıklı bir eğitim-öğretim süreci için 24 olması gerekirken bu sayı Türkiye'nin bazı bölgelerinde 70’e ulaşıyor. Eğitim-Sen’in verileri dikkate alındığında, Türkiye'de 180 bin öğretmene gereksinim varken yalnızca 30 bin öğretmen atanmıştır. Türkiye'deki ilköğretim okullarında öğrenim gören öğrencilerin yüzde 9,64’ü belirtilmiş sınıflarda öğrenim görmektedir. Bu oran Kuzeydoğu Anadolu’da yüzde 21,90; Güneydoğu’da yüzde 17,54; Ortadoğu Anadolu’da yüzde 16,34’lere ulaşmaktadır.

Türkiye'de eğitime ayrılan kaynağın yüzde 65’i personel ödemelerine gittiğinden, bu alandaki yatırım ve bilimsel altyapı, teknik malzeme ihtiyacı velilerin sırtına yıkılıyor. Bütün okullarda var olan aidat uygulamasıyla toplanan paralar ise işi eğitim hizmeti vermek olan öğretmenler tarafından toplatılıyor. Türkiye'ye özgü bu uygulama, öğretmenler ve öğrenciler arasında sorunlara yol açmakta ve hem öğretmenin hem de öğrencinin verimini düşürmektedir. Sosyal devlet anlayışına ters olan bu uygulama pratiğinin gelişmemiş ülkelere özgü koşullarda çalışan öğretmenlere yüklenmiş olması büyük talihsizliktir.

Sayın milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı, 2005 yılında aldığı bir kararla ve yeterli altyapıyı oluşturmadan üç yüzü aşkın süper liseyi Anadolu lisesine dönüştürmüş, bu okullarda görev yapan öğretmenleri farklı okullara atamıştır. Anadolu liseleri öğretmenliklerine de sınavsız biçimde 9 bine yakın öğretmen atamıştır. AKP, iktidara geldiğinde, 2002 seçimlerinden sonra MEB Personel Genel Müdürlüğünün “Görevlendirmeler” konulu 02/12/2002 tarihli Genelgesi’yle görevlerini geçici, tedviren ve vekâleten yerine getiren 1.041 eğitim yöneticisini görevden almıştır. Genelge iptal edildiği hâlde eğitim yöneticilerinin görevi iade edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, Kürt sorununun çözümsüzlüğüne bağlı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da eğitim sorunları ise özgün bir başlık oluşturmaktadır. Burada üzerinde kısaca duracağım. Bölgede giderek düşen eğitim kalitesi ve artan okul-öğretmen açığı söze gerek bırakmıyor. Kadınların yüzde 80’inin okuma yazma bilmediği bölgede bir sınıfta 70 öğrenci okumakta, köylerin çoğunda okul ya da öğretmen bulunmamaktadır. 2008 yılının ortalarında başlayan ve milyonlarca kişinin katıldığı “Ana Dilde Eğitim” kampanyası çerçevesinde dile getirilen talepler dikkate alınmamış ve bilimsel eğitimin en önemli unsuru olan ana dilde eğitim için Hükûmet bu yıl da hiçbir ödenek ayırmamıştır. Oysa 20/11/1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 21’inci maddesi, taraf devletlere, bu Sözleşme’de yazılı haklar arasında özellikle vurgulanan çocuğun ana dilinde eğitim hakkı ve olanağını kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, dil ayrımı yapmadan tanıma yükümlülüğü getirmiştir. Devletlerin azınlık dilde eğitimi sağlama yükümlülüğüne işaret eden bir başka belge de 1992 Kasımında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen ulusal veya etnik, dinî ve dilsel azınlıklara mensup kişilerin hakları ile ilgili Birleşmiş Milletler deklarasyonudur.

Sayın milletvekilleri, sonuç olarak, eğitim sisteminin karşı karşıya olduğu sorunlar, bütçe rakamlarının eğitim sisteminin ihtiyaçlarına yanıt verecek oranlarda artırılmasını gerektirmektedir.

Eğitimden beklenen amaçların gerçekleşmesi, artan öğrenci sayısı, derslik açıkları, eğitimin niteliğinin yükselmesi, fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin giderilmesi, otuz öğrencili sınıfların oluşturulması ve Millî Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürü tarafından açıklanan 140 bin öğretmen açığının giderilmesi için Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin millî gelire oranı artırılmalıdır. Bu düzeyin altındaki her rakam, sorunları gelecek yıllara ertelemekten başka bir anlam ifade etmeyecektir.

Öğretmenlerimiz yıllardır ekonomik açıdan güçlük çekmekte, büyük bölümü ek iş yaparak ve borçlanarak yaşamaya çalışmaktadır. Bu durum, ülkenin geleceği olan çocuk ve gençlerimizin aldığı eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle, eğitim emekçilerinin kendilerini yenileyerek daha nitelikli hizmet verebilecekleri çalışma koşulları yaratılmalı, bunun için de, başta maaşlar olmak üzere, mesleki ve özlük hakları açısından insan onuruna yaraşır bir düzeye yükseltilmelidir.

Yüz binlerce öğretmeni yoksulluğun ve açlığın kıskacına alan, mesleğine karşı küstüren mevcut ayrımcı uygulamalara karşı, bilimsel, demokratik, nitelikli bir eğitim yaratmak için ana dilde eğitim görebilme koşullarının yaratılması, öğretmenlerimizi ekonomik ve sosyal açıdan tatmin eden bir çözüm bulunması ve zaman geçirilmeden somut adımlar atılması gerekmektedir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kurtulan.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan.

Buyurunuz Sayın Doğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal sorunlarının iyileştirilmesi, okullarımızın sorunlarının, fiziki sorunlarının çözülmesi konusunu araştırmak amacıyla Milliyetçi Hareket Partisinden bir grup milletvekili arkadaşımızın, yine Cumhuriyet Halk Partisinden bir grup milletvekili arkadaşımızın verdiği önergeler üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşmak üzere söz aldım. Hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, önergede iki temel konu var: Bunlardan birisi, öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal sorunlarının çözülmesi; diğeri, okullarımızın fiziki sorunlarının çözülmesi. Şu ana kadar üç değerli partimizin sözcüleri konuştu. Hepsi öğretmenlerimizin sorunları üzerinde konuştu ancak okullarımızın fiziki sorunları üzerinde ya da okullarımız üzerinde hiç konuşan olmadı nedense. Tabii, bir yerde okul varsa öğretmen vardır, öğretmen varsa okul vardır, bunun ikisi bütündür. Bunu açıklama gereği duydum.

Değerli arkadaşlar, ömrünün yirmi dört buçuk yılını öğretmen olarak geçirmiş bir insan olarak, bir arkadaşınız olarak öğretmenlerin nasıl yaşadığını iyi bilirim; ne yediğini, ne içtiğini, çocuklarını nasıl büyüttüğünü, onlara nasıl eğitim verdiğini; onların hangi zor şartlarda yetiştirildiğini çok iyi bilen biriyim. Öğretmenler, hiç kuşkusuz bizim bulunduğumuz yerdeki konumumuzu bize armağan eden insanlardır, bizim toplumsal değerlerimizi bize armağan eden insanlardır, bize geçmişimizi armağan eden insanlardır. Henry Van Dyke’in deyimiyle “Mum gibi erirler ama etraflarını aydınlatırlar.” Öğretmenler toplumların adsız kahramanlarıdır. Öğretmenler toplumların mimarlarıdır. Onun için, bütün hükûmetler, bütün siyasi iktidarlar öğretmenlerinin sorunlarıyla kuşkusuz ilgilenmek zorundadırlar, onların sorunlarını çözmek zorundalar.

Tabii, öğretmenlerin birikmiş sorunları vardır. Birçok arkadaşımızın söylediği doğrudur ancak bunlar yıllardan beri birikip gelen sorunlardır.

Ben, sadece, konuşmamda, öğretmenlere AK PARTİ hükûmetleri zamanında ne yapıldı, daha önce öğretmenlerimizin durumu neydi, okullarımızın fiziki koşulları neydi; o konuda çok özetin özeti bilgiler vermeye çalışacağım.

Bir kere, bulunduğumuz süreç içerisinde, 133.600 civarında kadrolu öğretmen, 50 bin sözleşmeli öğretmen atanmıştır, 150 binin üzerinde usta öğretici atanmıştır. Bu, millî eğitim sistemimiz içerisinde düşünürsek, tüm zamanların en büyük istihdamıdır. “Tüm zamanların” diyorum, bakın, en büyük istihdamıdır. Elbette, sistemin yer yer daha fazla personele ihtiyacı vardır, bunlar da önümüzdeki süreçte atanacaktır.

Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi son altı yıldır Türkiye'nin en büyük bakanlık bütçesidir. İlk defa Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi AK PARTİ hükûmetleri döneminde Millî Savunma Bakanlığının dahi önüne geçmiştir, ondan bile fazladır. 2002 yılı itibarıyla bu bütçe 7,5 milyar YTL iken bugün görüşeceğimiz 2009 bütçesinde 28 milyar YTL’ye yükseltilmiştir yani 4 katı artırılmıştır.

Öğretmenlerimizin elbette ekonomik koşulları iyi değildir ama bir hükûmetin başarısı ya da başarısızlığı kendinden önceki hükûmetlerle kıyas edilerek ölçülür. 2002 yılında 9’un 1’indeki bir öğretmenin çıplak maaşı yani ek ders ücreti olmadan maaşı 719 YTL’dir. Bugün bu ay itibarıyla bu 1.196 YTL’dir. Buna ek dersi ilave ettiğimiz  zaman, ki ek ders ücretlerini altmış saat üzerinden düşünürsek 2002’de 160  YTL, bugün 360 YTL’dir…

KADİR URAL (Mersin) – Altmış saati hangi ek ders ücretine veriyorsun?

AVNİ DOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, biz sizi sükûnetle dinledik, siz de dinlerseniz…

KADİR URAL (Mersin) - Hayır, altmış saat alan var mı? O manada söylüyorum.

AVNİ DOĞAN (Devamla) - …bizim size duyduğumuz saygıyı siz de bize duyarsanız burası güllük gülistanlık olur. Hiç endişeniz olmasın, herkese herkesin vereceği bir cevap vardır.

Tabii, öğretmenlere ne versek azdır. Yıllardır bu kürsüde benim söylediğim sözler söylendi. Bu sözlerin de çok anlamı yok. Esas olan, Türkiye'nin şartlarıdır. Geçtiğimiz yıl Dünya Bankası Başkanı hani bir söz söyledi: “OECD ülkeleri içerisinde millî gelire oranla en fazla ücret alan öğretmenler Türk öğretmenlerdir.” dedi. Sayın Bakan buna anında cevap verdi: “Biz elimizden gelirse daha fazla artıracağız öğretmen maaşlarını.” Tabii, doğru olan, esas olan budur.

OKTAY VURAL (İzmir) – OECD’nin dediği doğru değil ki.

AVNİ DOĞAN (Devamla) – Eğitim-öğretime hazırlama ödeneği 2002’de 175 YTL. Bugün 3 katına çıkartıldı. Bugün itibarıyla 515 YTL. Öğretmenin maaşında enflasyonu çıkartarak yapılan reel artış bu altı yıl içerisinde yüzde 70’lerde arkadaşlar. Cumhuriyet devrinde ilk defa öğretmenlerin maaş artışı enflasyonun üstünde gerçekleşmiştir.

Tabii bu kariyer sistemi falan arkadaşlarca çok eleştirildi, Sayın Bakan da cevabını verdi. Ben bu konuya girmek istemiyorum.

Öğretmenevleri öğretmenler için sosyal ortamlardır. 80’li yıllarda ilk defa hayata geçirilen öğretmenevleri, gerçekten, öğretmenlerin hayatında önemlidir. Onların fikir alışverişinde bulunduğu, onların kendi aralarındaki iletişimi sağladığı, eğer yabancı bir kente gitmişse onlar için bir sığınak, bir barınak, bir misafirhane olan mekânlardır öğretmenevleri. Bu altı yılda 79 yeni öğretmenevi, 27 de öğretmen lokali açılmıştır arkadaşlar. Bu da tabii diğer dönemlerle kıyaslarsanız çok önemli başarıdır.

Çağımızın en büyük sorunu konut sorunudur. Maalesef Türkiye’deki öğretmenlerin şartları, öğretmenlerimizin çok kolay konut sahibi olamayacaklarını gösterdi hep. Bu konuda birçok hükûmetler döneminde teşebbüsler yapıldı, “Konut Edindirme Yardımı” hikâyeleri falan çıkartıldı, öğretmenlerden para kesildi, diğer memurlardan ama maalesef hepsinin üzerine yatıldı.

KADİR URAL (Mersin) – Ödediniz ya…

AVNİ DOĞAN (Devamla) – Evet, ödedik, ödedik… Başkaları üzerine yattı, biz ödedik, çok da doğru yaptık.

Bu dönemde, ilk defa TOKİ’yle İLKSAN arasında yapılan bir anlaşma gereği öğretmenlerimiz konut sahibi edilmeye başlandı. Şu güne kadar konut sahibi edilen öğretmen sayısı 2.184. İnşallah, Hükûmetimiz bu konu üzerinde daha ciddi, daha hassasiyetle duracaktır, durmalıdır. Bunu ben, yüce Meclis adına Sayın Bakanımızdan rica ediyorum.

Atamayla ilgili konuları konuştu Sayın Bakan.

Tabii, bu dönemde öğretmenlerimizi en rahatlatan, eğitim sistemimizi en fazla rahatlatan konu müfredat değişikliğidir. Bakın, kimse bu konuda konuşmadı çünkü müfredatın oyu yok. Bundan önce ezbere dayalı, öğrencileri yarış atı hâline getiren, sınav odaklı bir müfredat vardı ama bugün Türkiye’de artık öğrencilerin analiz yeteneğini güçlendiren, onları düşünmeye sevk eden birey odaklı, sorun çözücü bir müfredat var. Gerçekten, bakın, dünyada çok önemli akademisyenler Türk müfredatını bugün incelemeye başladılar.

Ayrıca, öğretmenler, bu gereksiz, lüzumsuz yıllık plan yükünden de –ki bizim kâbusumuzdu o gereksiz şey- bu dönemde kurtarıldı.

Değerli arkadaşlar, “Tabii, okul varsa öğretmen vardır.” dedik. 2002 yılı itibarıyla okul öncesi eğitimde bizim yüzde 11 gibi bir okullaşma oranımız vardı. Okul öncesi eğitim çok önemlidir. Çocukların sağlıklı büyümesini sağlar, sağlıklı gelişimini sağlar, sağlıklı bir gelişim içerisinde okula kavuşmasını sağlar. Bu, Türkiye’de, bizden önce çok önemsiz bir konuydu. Dünya bu işi çok ciddiye alıyordu, biz önem vermiyorduk. Okul öncesi okullaşma oranı yüzde 11’den, altı yıl içerisinde, yüzde 33’lere çıkartıldı, yüz otuz bin yeni derslik ilave edildi. Bugün millî eğitim sisteminde kullanılan her üç derslikten bir tanesi şu altı yıl içerisinde yapılmıştır. Bakın, bu, çok önemlidir. Cumhuriyet devrinin en büyük atılımı, en büyük atağı ilköğretim düzeyinde olmuştur. Atatürk’le birlikte başlayan bu büyük atak, AK PARTİ iktidara gelinceye kadar da gerçekten başarılı bir ataktı. Bizim ilköğretimdeki okullaşma oranımız 2002 yılı itibarıyla yüzde 91’di. Bu, gerçekten çok başarılıdır. Bugün yüzde 98’deyiz, yani yüzde 100’leri yakalamak üzereyiz.

Ortaöğretimde, 2002 tarihi itibarıyla, okullaşmada yüzde 51’deyiz, bugün yüzde 59’a geldik altı yılda. Bu başarıdır, ama daha gayretli olmamız gerekiyor. Ortaöğretimde ve mesleki teknik eğitimde daha büyük adımlar mutlaka atmamız gerekiyor.

Bugün Türkiye'nin seksen bir ili artık üniversiteye kavuşmuştur. Gerçi, arkadaşlarımızdan şu sesleri duyar gibiyim: Efendim, altyapı nerede? Evet, altyapı eksiklikleri var. Ama şunu unutmayalım: Biz, Orta Doğu Teknik Üniversitesi gibi bugün dünya üniversitelerinden biri olan üniversiteyi iki barakada kurduk. Arkadaşlar, biz adım atıyoruz, adım atıyoruz, bu ülkenin geleceği için adım atıyoruz, kolay değil. Bu süreçte kırk bir devlet üniversitesi kurulmuştur, on üç vakıf üniversitesi kurulmuştur. Yükseköğretimdeki okullaşma oranı yüzde 27’den 38’lere çıkartılmıştır.

Değerli arkadaşlar, bir de özürlülerimiz var, toplumsal vicdana en fazla ihtiyacı olan çocuklarımız var, okula gidemeyen çocuklarımız var, göremeyen çocuklarımız var, duyamayan çocuklarımız var. Bakın, bu konuda AK PARTİ hükûmetleri tarihî başarılar elde etmiştir. Eğer sizin özürlü çocuklarınız okula gidemiyorsa onlara siz okulu götürmek zorundasınız. AK PARTİ hükûmetleri işte bunu yapmıştır. 2002 yılı itibarıyla evde, hastanede, bağımsız okulda, kaynaştırma sınıfında eğitim gören özürlü çocuk sayısı 18 binken -17.988- bugün bu rakam 98 bine yükselmiştir, yüzde 444’lük bir artış. Ağır özürlü olup da okula gidemeyen çocuklardan bugün 27 bin tanesi devlet tarafından, ücretsiz, okullara taşınmaktadır. Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine devam eden öğrenci sayısı 2002’de 15 binken bugün bu 200 bine çıkmıştır. İşte çağdaşlığın göstergesi budur. Çağdaş ülkelerde sokakta özürlüler görürsünüz ve her özürlü çocuk için devlet bugün itibarıyla 406 YTL de ailelerine maaş bağlamaktadır. Bu da Anayasa’mızda yazan sosyal devletin gereğidir ki bugüne kadar hiçbir Hükûmetin, hiçbir Millî Eğitim Bakanının aklına gelmemiştir.

Şu gün itibarıyla altı yılda bu ülkeye 597 anaokulu kazandırılmıştır, 1.587 ilköğretim okulu kazandırılmıştır, 55 yatılı ilköğretim bölge okulu, 91 Anadolu öğretmen lisesi, 391 genel lise, 500 Anadolu lisesi, 27 fen lisesi, 9 Anadolu güzel sanatlar lisesi, 988 meslek lisesi açılmıştır. Bu, okullaşma açısından gerçekten tarihî başarıdır. Okullarımızda, bugün her okulumuzda bilgisayar sınıfı vardır. 621 bin adet bilgisayar okullarımıza gönderilmiş, 106 bin bilgisayar da bu aralık ayı sonuna kadar okullarımıza gönderilecektir.

Değerli milletvekilleri, eğitimde mükemmele ulaşan hiçbir ülke yoktur.Bakın bunu net olarak söylüyorum; eğitimde mükemmele ulaşan hiçbir ülke yoktur. Ben Avrupa’da da öğretmenlik yaptım, mesela Almanya’da eğitim sistemi kıyasıya eleştirilir, hükûmetlerin eğitim politikaları kıyasıya eleştirilir; Fransa’da eğitim sistemi kıyasıya eleştirilir, devletlerin öğretmen yetiştirme politikaları kıyasıya eleştirilir. Elbet Türkiye’de de eleştirilmelidir, eleştirilecektir de ama şunu öncelikle kabul edelim: Öyle, Türkiye’nin eğitim düzeyi İskoçya’yla falan karşılaştırılacak bir düzey değildir. Türkiye eğitim açısından dünyanın gerçekten çağdaş ülkeleri seviyesinde bir ülkedir. Hiç kuşkusuz bunun tümünü sağlayan AK PARTİ değildir, bunu sağlayan cumhuriyettir, cumhuriyetin eğitim politikalarıdır.

Değerli arkadaşlar, eğer bir ülke çocuklarının eğitimine önem vermiyorsa, çocuklarını eğitirken birtakım ideolojik takıntılar içerisindeyse… Ki, ideolojiler aslında, 21’inci yüzyıl mantığıyla bakarsanız, insanların idrakine giydirilmiş deli gömlekleridir. 21’inci yüzyıl insanı artık ideolojilere sığmıyor. Daha özgür, daha büyük düşünceler içerisinde onlara bakılması gerekiyor. Hiçbir ülke, eğitim sistemine bilimsel yöntemlerin dışında, bilimsel mantığın dışında bir ön yargıyla bakmamalıdır, önemli olan budur. Bir ülke özürlülerini, bir ülke yaşlılarını gerçekten rahat ettirmek, iyi bir sosyal ortam içerisinde yaşatmakla mükelleftir. Buna gerçekten tarih içerisinde en iyi örnek de AK PARTİ hükûmetleri dönemidir.

Değerli arkadaşlar, bugün biz eğitim sistemimizi Türkiye’deki kültürel ve toplumsal farklılaşmaları artıran, siyasal farklılaşmaları kamçılayan bir sistem olmaktan çıkartıp aksine bunları azaltan, siyasal ve kültürel bütünlüğe hizmet eden bir sistem hâline getirmek zorundayız. Eğitim üzerinde hamasi laflar üretmek yerine gerçekten biz ne yaparsak bölgeler arasındaki bu sonradan oluşan, gerçekten yanlış eğitim mantığıyla oluşan bu kültürel fay kırıklarını ortadan kaldırabiliriz; bunun üzerinde ciddi ciddi düşünmemiz lazım. Biz, bu kültürü, bu uygarlığı tarih içerisinde Anadolu insanı olarak birlikte ürettik, birlikte var ettik. Bu fay kırıklıklarını, bu farklılıkları ortadan kaldırmanın yolu da eğitimdir. Bir başka tarihin, bir başka kültürün uygarlığını, hayat tarzını, insanlara eğitim yoluyla empoze etmeye çalışırsanız, işte, elde kala kala bölücülük kalır, elde kala kala bu sıkıntı kalır. Biz AK PARTİ Hükûmeti olarak işte bu fay kırıklarını ortadan kaldırmanın gayreti içerisindeyiz, bunun adımlarını atıyoruz, bu konuda hepinizin desteğini bekliyoruz.

Bu duygular içerisinde, şahsım ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Doğan.

Şahsı adına Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Ateş. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, biz bu araştırma önergemizi verirken, eğitim sistemimizin en temel ögesi olan öğretmenlerimizin içinde yaşadığı ekonomik, sosyal sorunları Türkiye gündemine getirmek ve onların çalışma koşullarında, eğitimimizin düzeltilmesi konusunda katkıda bulunma amacıyla verdik. Dilerim Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız da bu konuda bize katkılarını esirgemezler.

Değerli arkadaşlar, doğrusu Sayın Bakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisinin Sözcüsünü dinlerken, acaba ayrı bir Türkiye’de mi yaşıyoruz, ayrı bir dünyada mı yaşıyoruz, onların yaşadığı dünyada öğretmenler yüzde 72 reel artış sağlamış da acaba bizim öğretmenler mi ayrı bir dünyada yaşıyorlar diye durup kendi kendimize sormadan da edemiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bir de, Sayın Bakan ve iktidar partisinin sözcüsünü dinlerken insan şuna bakıyor: Adalet ve Kalkınma Partisinden önce Türkiye’nin bir eğitim sistemi yoktu, Türkiye’nin bir eğitim kazanımı yoktu, Türkiye’de eğitime yapılan bir katkı yoktu, tıpkı milat gibi Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde başlamış.

Sayın Bakan, eğitim sistemimizi üç temel ögeye indirgediniz. Maalesef, bu üç temel ögemizin üç temeli de eksiktir. Bakın, eğitim sistemimizin temel ögelerinden biri olarak fiziki altyapıyı söylediniz. Şimdi, arkadaşımızın “devrim” diye nitelediği tarihî başarılarınızı Türk Eğitim-Sen, Eğitim-Sen ve Eğitim-İş Sendikalarımızın yaptığı araştırmalarla bu yüce Meclise sunuyorum:

Okullarımızın yüzde 50’sinin sıra, masa, tahta donanımları eksiktir. Yüzde 65’inin ders araç ve gereci eksiktir. Yüzde 70’inin günümüz koşullarına uygun laboratuvar ve atölyesi yoktur. Derslik başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 60, liselerde 53’tür. Spor salonu başına ilköğretimde 5.412 öğrenci düşmektedir, normal liselerde 3.334 kişi düşmektedir. Okulların yüzde 66’sının tuvaletleri bakımsızdır. Yüzde 72’sinin hijyenik sorunları vardır. 1 tuvaleti ilköğretimde 117 öğrenci, liselerde de 145 öğrenci kullanmaktadır. Okulların yüzde 74’ü ödenek sıkıntısı çekmektedir. Okullar toplanan yardımlarla ayakta durmaya çalışmaktadır. Okullarımızın… Maraş ilimizin okullarının sorunları yoksa bilmiyorum ama bizim Ankara’nın, Sayın Başbakanın da ikamet ettiği Keçiören okullarında, 3 bin öğrencinin okuduğu okullarda temizlikçi yoktur, hademe yoktur, yardımcı personel yoktur, su parası yoktur, doğal gaz parası yoktur ve elektrik parası yoktur.

Değerli arkadaşlar, birkaç defa Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine taşıdık. Bu nasıl eğitim sistemine verdiğiniz önemdir ki, biz, örneğin birtakım hayır kurumlarının sularının ücretsiz verilmesine karşı değiliz ama eğitimi çağ dışı emellerine amaç etmek amacıyla yurt kuran, onları tarikat militanı hâline getiren yurtlara, siz, Ankara Büyükşehir Belediyesi bedava su veriyor da değerli arkadaşlar, devletin okullarına verilen su parası ticarethane tarifesinden verilmektedir! Şimdi, bu anlayışla biz eğitimi ileri bir düzeye çekebiliriz denebilir mi?

Millî eğitim politikanız yazboz tahtasına döndü. Sayın Bakan, bilime, eğitime, deneyime, tecrübeye önem vermeden Talim Terbiye Kurulundaki 145 tane uzmanı bir çırpıda söküp attınız yerinden.

Değerli arkadaşlar, arkadaşlarımız insana önem verdiklerini söylediler Sayın Bakan.

Değerli arkadaşlar; öğretmenlerimizin yüzde 65,6’sı 1.000 ile 1.500 YTL arasında ücret almaktadır. Öğretmenlerimizin yüzde 72’si ek iş yapmaktadır. Bu ek iş yapanların sadece yüzde 26’sı özel ders ve dershanelerde görev yapmaktadır; geriye kalan yüzde 46’sı pazarcılık, boya, badana, tamirat, nakliye, garsonluk yapmaktadır.

Sayın Sözcü, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı döneminde öğretmenlerin büyük konut sahibi olduklarını söylediler. Biz büyüğünden vazgeçtik, şu anda öğretmenlerin yüzde 56’sı kirada oturmaktadır.

Sayın Bakan, öğretmenlerimize sağlanan olanakların yüzde 72 reel artış sağladığını söylüyorsunuz. Ama her ne hikmetse öğretmenlerimizin de yüzde 76,2’si banka kredisi ve banka borçlarıyla boğuşmaktadır.

Şimdi, doğrusu, Sayın Bakanı dinlerken Sayın Başbakanın sözleri de aklıma gelmiyor değil. Sayın Başbakan “Biz millî gelirimizi 3 bin dolardan 10 bin dolara çıkardık.” diyor. Eğer bu rakamlar doğru ise millî gelir 10 bin dolara çıktı. Siz iktidara geldiğiniz zaman Türkiye'nin borcu 220 milyar dolardı şimdi onu 500 milyar dolara çıkardınız, Türkiye’de para eden bütün kamu kurum ve kuruluşlarını özelleştirdiniz, bacası tüten bütün fabrikaları da sattınız. Onlardan da 40 milyar dolar dolayında bir gelir elde ettiniz. E, peki, bu kadar yüksek gelir elde ettiğinize göre, öğretmenlerin de gelirlerini siz “Yüzde 72 artırdık.” diyor iseniz burada bir çelişki var demektir. O nedenle değerli milletvekilleri, öğretmenlerimiz konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapması gerekenler vardır, bunları da yapmak durumundayız.

Millî eğitimin bugünkü politikalarında tecrübeye önem verilmemektedir. Partizanlık almış başını gitmektedir. Sayın Bakan, siz bu halk eğitimdekileri öğretmen olarak kabul etmiyor musunuz? Şimdi, eğer Adalet ve Kalkınma Partisinin bu adilane olan düzeni devam ederse, Allah da uzun ömür verir ise, halk eğitimde çalışan öğretmen arkadaşlarımız doksan altı yıl çalıştıktan sonra emekliye ayrılacaklar. Yani, bir de on sekiz yaşında veya yirmi iki yaşında başladıklarını eğer kabul edersek, Sayın Bakan, bu sisteminiz  sayesinde, Allah uzun ömür verirse, yüz yirmi yaşında halk eğitimdeki bir öğretici arkadaşımız emekliye ayrılabilecek.

Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin öğretmenlerimize yaptığı olay budur. Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı döneminde öğretmenlerimiz ve yöneticilerimiz partizanca baskı altındadırlar. Baskının boyutu arttı, teröre uğradı. Sayın Bakan, hiç vicdanınız sızlamıyor mu? Erzurum’da bir millî eğitim müdürü var, 12 defa aldınız, 13’üncü defa geldi. Nedir bu kadrolar, size düşman mı? Sizin benimsediğiniz zihniyeti benimsemiyorlar diye sizin bu öğretmenlere bu işkenceyi etmenizin bir anlamı var mıdır? Ondan sonra da çıkıp burada “Ben öğretmenlere gayet iyi şu olanakları veriyorum. Biz bilimi geliştiriyoruz, biz çağdaşlığı benimsiyoruz.” diyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, öğretmenlerimizin ücretlerini, çalışma koşullarını diğer arkadaşlarım değindikleri için söylemiyorum ama otuz beş OECD ülkesi içerisinde en çok çalışma mesaisi harcayıp en az ücreti alan bizim öğretmenlerimizdir.

Eğer öğretmenlerimize biz gereken hakları tanımazsak, onları insanca yaşayabilir bir noktaya taşıyamazsak, Türkiye’yi ne ekonomide ne ticarette ne siyasette ne de bilimde çağdaş medeniyetler düzeyine çıkaramayız. O nedenle öğretmenlerimizin geleceğini ve eğitim sistemimize yapacağımız katkıyı diğer kesimlerle karıştırmamak gerekir diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ateş.

Önerge sahipleri adına Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman.

Buyurunuz efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

İSMET BÜYÜKATAMAN (Bursa) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ülkemiz millî eğitiminde görev alan öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal sorunlarının iyileştirilmesi, okullarımızın fiziki sorunlarının çözülmesi, yaşanan güvenlik sorunlarının çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla vermiş olduğumuz araştırma önergesiyle alakalı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyor, yine aramızdan ayrılan şehit öğretmenlerimizi de bu vesileyle rahmet ve şükranla yâd ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, hiçbir maddi kıymetle ölçülemeyecek kadar saygın bir meslek olan öğretmenlik, sevgi ve fedakârlığın yol göstericiliğinde milletimize hizmet etmenin güzide yollarından birisi olmuştur.

Sağlıklı bir toplum bedensel, ruhsal, sosyal yönden sağlıklı bireylerden oluşur. Bireylerin tüm yönleriyle sağlıklı olabilmesi ise çocukların çok yönlü gelişimine ve eğitimine önem vermekle mümkündür. Yatırımların en etkilisi çocuklar için yapılan yatırımdır. Çünkü her yönden sağlıklı yetişmiş bir çocuk gelecekte çalışkan, üretici, çok yönlü düşünebilen, bilimsel problem çözme gücü yüksek, etkili iletişim kurabilen, kendisi ve çevresiyle barış içinde yaşayabilen, kendisini yetiştirmiş, hak ve sorumluluklarını bilen nitelikli bir vatandaş olacaktır.

Ülkemizde uzun vadeli eğitim politikaları bulunmamaktadır. Bu yüzden eğitim sistemimiz belli bir düzeye oturtulamamakta, eğitimde ciddi sorunlar devam etmektedir.

Öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal sıkıntıları yanında okullarımızdaki fiziki şartların yetersizliği eğitim sistemimizi olumsuz yönde etkilemektedir. İlköğretim okullarının yüzde 70’i, normal liselerin yüzde 68’i ikili öğretim yapmaktadır. Okullarımızın yüzde 74’ü ödenek sıkıntısı içerisinde olup velilerden toplanan harçlar ve katkı paylarıyla hizmet vermeye çalışmaktadırlar.

Okullarımızın çoğunda öğretmen açığı bulunmasına rağmen çok sayıda öğretmen adayımızın da işsiz olduğu bilinmektedir. Bu durum atama bekleyen öğretmenlerimiz arasında son derece huzursuzluk yaratmakta, öğretmenlik mesleğinin geleceği açısından ciddi sorunlar meydana getirmektedir. Öğretmenlerimizin kadrolu-sözleşmeli ayrımına tabi tutulmaları, aynı göreve farklı ücret ödenmesi eğitimde verimliliği ve çalışma barışını olumsuz etkilemektedir.

Millî eğitim politikamız AKP iktidarları döneminde sistem değişikliği bahanesiyle sürekli değiştirilmiş, istikrarlı bir eğitim politikası izlenememiştir. Yine, AKP iktidarları döneminde Millî Eğitim Bakanlığında siyasi hırsla kadrolaşmaya gidilmiştir. Gelişen ve değişen günümüz dünyasının şartlarına uygun, sağlıklı ve nitelikli nesillerin yetiştirilmesi için, eğitim sistemimizde bulunan eksikliklerin mutlaka giderilmesi icap etmektedir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türk toplumunda öğretmenliğe “peygamber mesleği” denilerek kutsallık atfedilmiştir. Bundan dolayı tarihimizde öğretmenlere büyük saygı gösterilmiş, toplum nezdinde itibarları fevkalade yüksek olmuştur. Cumhuriyetle birlikte yöneticilerimiz, toplumu geliştirmenin tek unsuru olarak öğretmenleri görmüşler ve onlara buna göre kıymet vermişlerdir.

1950’lerden itibaren öğretmenlerimizin statüsündeki erozyon, günümüzde maalesef dramatik bir hâl almıştır. Bu statü kaybının görülen ve görülmeyen birçok sebebi vardır. Sosyolojik açıdan konu ele alındığında öğretmenlerimizin statü kaybına yol açan sebepleri siyasi, iktisadi, sosyal ve mevzuat noktalarında toplamamız mümkündür. Öncelikle devletimizin eğitim ve öğretimden ne beklediğini çok ciddi biçimde sorgulamak icap etmektedir. Burada iki hedeften birinin seçilmesi gerekiyor: Ya dünya çapında markaları oluşturacak beyinleri yetiştireceğiz ya da tekstil veya inşaat kalfalığı gibi ikinci dalga sanayi faaliyetlerine devam edeceğiz. Eğer dünya devleri oluşturulmak isteniyorsa, mutlaka öğretmenlerin statülerini artırmak zorunluluğu vardır. Çünkü dev markaları üretecek beyinleri ancak ve ancak öğretmenler yetiştirmektedir.

1965 yılında 3’üncü derecedeki bir öğretmenin maaşı 2.025 lira idi ve bununla 29 adet cumhuriyet altını alınabiliyordu; bugün o öğretmen ortalama 1.154 Türk lirası alıyor ve bununla 6 adet cumhuriyet altını satın alabiliyor. İktisadi açıdan öğretmenlerimizin durumunu bu örnek bile maalesef gözler önüne sermektedir. Bu nedenle on binlerce öğretmen, artık boş zamanlarda öğretmenlik yaptıklarını düşünmektedir. Asıl meşgaleleri ise emlakçılık, boyacılık, pazarcılık, pazarlamacılık, işportacılık hâlini almıştır. Bu itibarla Türk devletinin öncelikli hedefi, ekonomik açıdan öğretmenlerimizi rahatlatmak olmalıdır. Bugün, öğretmenlerin hayatını onurlu bir biçimde sürdürebilmesi ve topluma tekrar model oluşturabilmesi için aylık ücretleri en az 2 bin YTL düzeyine çıkartılmalıdır. Her ne kadar öğretmen maaşları OECD’ye göre yüksek bulunup, düşürülmesi talep edilse de rakamlar bunu doğrulamamaktadır. Çocuklarımızın, dolayısıyla ülkemizin onurlu geleceği düşünülüyorsa devletimiz bunu mutlaka gerçekleştirmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğretmene, öğretmenlerimize hizmet veren öğretmenevleri, dinlenme tesisleri, kamplar gibi kurumlar da âdeta varlıklarının sebebi olan öğretmenlerin düşmanı gibi hareket etmektedirler. Bunlardan, öğretmenlerden alınan aidatlarla kurulan, işletilen ve öncelikli amaçları öğretmene hizmet olması gereken öğretmenevlerinden öğretmenlerin dışında artık herkes istifade eder durumdadır. Nitekim her 100 öğretmenden 71’i öğretmenevlerinden yararlanamazken, yüzde 52’si bu işletmelerin özelleştirildiğinde kendisine fayda sağlayabileceğini düşünmektedir çünkü öğretmenler kira ve vergi ödemeyen, fiyatlarıyla da özel işletmelerden aşağı olmayan ama zarar eden bu müesseselerin ancak özelleştirildiklerinde kendilerine bekledikleri hizmeti sunacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla onlar da toplumsal statülerinin zayıfladığının farkındadırlar.

Değerli milletvekilleri, özellikle yurdumuzun doğu bölgelerinde köylerde öğretmenlik yapan öğretmenlerimiz birçok zorluk çekmektedirler. Telefonu çekmeyen, İnternet’i olmayan köylerde, mezralarda çalışmaktadırlar. On-on beş haneli mezralarda çalışan öğretmenler vasıta olmamasından dolayı haftalarca köyden ilçe merkezine bile gelememektedirler. Yolun karlarla kapanması durumunda ise aylarca ilçe merkezine inemeyen öğretmenlerimiz vardır. Bu öğretmenlerin fedakârlıklarının mutlaka göz önünde tutulması icap etmektedir. Öğretmenler haklarının sürekli kısıtlanmasından yakınmaktadır. Özellikle ilk atamada eşler farklı illere gitmek zorunda kalmakta, bu durum ciddi mağduriyetlere yol açmaktadır. Evliyken ilk atama ile göreve başlayan öğretmenlerin stajyerliklerinin kalkması beklenmemelidir.

Sözleşmeli öğretmenlerin kıdem tazminatı meselesi de mutlaka çözülmelidir. Bu ve benzeri onur kırıcı durumların bir an önce ortadan kaldırılması icap etmektedir. Bunun için de sözleşmeli öğretmenlere sadaka verir gibi her yıl düzenleme yapılarak iyileştirme yapılması yeterli değildir. Bir an önce tüm sözleşmeli öğretmenler kadroya geçirilmeli ve bu adaletsizlik mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de millî eğitim ve öğretmenin sorunlarının çözümü konusunda en önemli engellerden birisi de mevcut idari yapıdır. Kim ne derse desin, bugün okul müdürlüğünden başlayarak yukarıya doğru giden idari makamların tamamı liyakat, kabiliyet, hizmet ölçüleri dikkate alınmadan siyasi mülahazalarla doldurulan kadrolar hâline gelmiştir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; okul müdürleri ile bunları denetleyen ve bir üst kademesi olan ilköğretim müfettişleri arasında maaş, ek ders ücreti ve tazminatlar bakımından büyük bir uçurum bulunmaktadır. Bu, okul müdürlerinin çok maaş aldığı manasında değil, müfettişlerin az aldığı anlamında ifade edilmektedir. İlköğretim müfettişlerinin “Müfettiş” unvanlı diğer denetim elemanlarıyla aynı kategoride ele alınmasına, çağın ve ülkenin gerçeklerine uygun eğitimi destekleyip geliştirecek bir teftiş sisteminin objektif, verimli ve ekonomik olarak çalışabilmesi için “Eğitim müfettişliği” adı altında yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

İSMET BÜYÜKATAMAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki öğretmenlerimizin sorunlarının tamamını burada anlatmamız için zaman yeterli değildir, ancak birkaçına vaktin elverdiği ölçüde değinebildim. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı yetiştiren öğretmenlerimizin sorunlarının araştırılması için bir Meclis araştırma komisyonu kurarsak daha sıhhatli çalışmalar yapacağımız kanaatindeyim. Unutmayalım ki Fatihleri Akşemsettinler yetiştirdi.

Bu duygular içerisinde, yüce heyetinizi tekrar en derin saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Büyükataman.

Sayın Bakan yerinden iki dakika söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; burada bir iki yanlış hususu düzeltmek için söz aldım.

Sayın Ateş “Halk eğitim merkezlerinde çalışan insanları öğretmen kabul etmiyor musunuz?” diye sordu. Halk eğitim merkezlerinde çalışan usta öğreticiler -Sayın Ateş doğru söylüyor- eskiden doksan altı sene, yüz sene çalışırlarsa emekli olabiliyorlardı. Çünkü otuz gün çalıştıkları hâlde primleri on gün, on iki gün üzerinden hesaplanıyordu. Bizim Hükûmetimizin getirdiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen Sosyal Güvenlik Yasası’yla birlikte, asgari ücret üzerinden primleri otuz gün olarak hesaplanıp yatırılmaktadır, geçmişe dönük borçlanma imkânı getirilmiştir; sağlık harcamalarından yararlanamıyorlardı, sağlık harcamaları temin edilmiştir. Sayın Ateş’in sözünü ettiği geçmişe ait bir uygulamadır -bunu özellikle belirtmek isterim- bunu AK PARTİ Hükûmeti halletmiştir. Biz onları öğretmen kabul ediyoruz.

Şimdi, diğer taraftan, bir değerli milletvekilimiz “Sayın Bakan, ‘Öğretmen ihtiyacımız yoktur.’ dedi.” Ben hiçbir konuşmamda “öğretmen ihtiyacımız yoktur” demedim değerli arkadaşlarım. Benim Hükûmetim her yıl ortalama 35 bin, 40 bin, 40 binin üzerinde öğretmen ataması yapmaktadır, 2009 yılında da yapılacaktır. Ancak, değerli arkadaşlarımız, norm kadro ile gerçek ihtiyacı çoğu zaman birbirine karıştırmaktadırlar.

Norm kadro şudur değerli arkadaşlarım: Bir okul açıldığı zaman… Bir lise açıyoruz, bir endüstri meslek lisesi birinci sınıfa öğrenci alıyoruz. Orada dört yılda bütün öğrenciler mevcut olduğu zaman, bütün şubeler açıldığı zaman kaç öğretmene, kaç branştan, ne kadar öğretmene ihtiyaç varsa biz oraya kadro ihdas ediyoruz. Bu diyelim ki 100 olabilir, 80 öğretmen olabilir. Ama o gün, o yıl eğer 20 öğretmene ihtiyaç varsa 80 öğretmeni oraya tayin edip onları boş oturtmayı kimse bize öneremez. Norm kadro budur. Biz kırk bir devlet üniversitesine yaklaşık 78 bin akademik kadro tayin ettik, daha doğrusu ihdas ettik ama “Bunların hepsini bugün atayın” diye kimse bir iddiada bulunamaz değerli arkadaşlarım.

Burada, Sayın Başkan, verilen çok yanlış rakamlar var. “İlköğretimde sınıf başına 60 öğrenci düşüyor.” diye bir arkadaşımız ifade etti. Kesinlikle, bu, gerçeği yansıtmamaktadır, son derece hayalî rakamlardır değerli arkadaşlarım.

Öğretmenevlerinden öğretmenler yararlanamıyormuş. En uç örnek Ankara Başkent Öğretmenevidir ki Ankara Başkent Öğretmenevi yıllardan beri bütün kamuoyuna mal olmuş olan bir öğretmenevidir.

Değerli arkadaşlar, orada kalan, öğretmenevinden yararlanan her 100 kişiden 72’si öğretmendir, geriye kalan 28’i de -yıllık istatistikler ortadadır, buyurun inceleme hakkınız var- diğer kamu çalışanları ve kamu çalışanı olmayıp da gelip oradan yararlanan insanlardır. Öğretmenevlerimiz öğretmenlerimize hizmet etmektedir.

Şunun altını çizmek istiyorum: Öğretmen arkadaşlarımın büyük bir fedakârlık, feragat örneği göstererek çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Öğretmenlik mesaiyle sınırlı bir kavram değil. Öğretmen evde sınav kâğıtlarını okur, efendim, öğretmen evinde derse hazırlanır. Şüphesiz ki öğretim üyeliği ve öğretmenlik banka mesaisi gibi bir mesaiyle kayıtlı değildir; ancak beş mesai gününde, her öğretmen arkadaşımızın haftada kırk saat derse girdiğini varsaysanız, on ay üzerinden -ki okullar sekiz ay açıktır, seminer dönemlerini de buna dâhil etseniz ve bütün öğretmenlerin kırk saat derse girdiğini varsaysanız- yılda bin altı yüz saat eder. Bazı insanlar gerçekten arkadaşlarımıza yanlış bilgi servisinde bulunmuştur…

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen toplar mısınız sözlerinizi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Biz, OECD ülkeleri içerisinde çok çalıştırma açısından ortalamanın kesinlikle üstünde değiliz, OECD ortalamalarında olan bir ülkeyiz. Bunu özellikle arkadaşlarımla paylaşmak isterim.

Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Arkadaşlarıma saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz efendim.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, yerimden bir katkıda bulunmak istiyorum.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu önergede, Meclis araştırması açılması üzerindeki önergede böyle bir usulümüz yok. Onun için, eğer Meclis araştırmasını kabul ederseniz, bu katkıları o önergenin içinde ve araştırma içinde yaparsınız.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Bakana açıklama imkânı verdiniz, tabii, bu durumda milletvekillerimize de yerinden…

BAŞKAN – Ama yerinden İç Tüzük gereği verdik. Çünkü, bu soru-cevap işlemine giriyor. O zaman, işlem biraz olmuyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Arkadaşlar da yerinden istiyorlar efendim. İç Tüzük 60’a göre yerinden...

BAŞKAN -  Meclis araştırması önergeleri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, bu araştırmaları yapan öğretmen sendikaları.

Sayın Bakan, o konuda hiç tepkiniz olmadı!

OKTAY VURAL (İzmir) – Araştırma komisyonuna “Evet” diyecek herhâlde!

BAŞKAN - Bütün bu tereddütlerinizi… Eğer bütün yüce Meclis araştırma önergesi üzerindeki oylamayı kabul ederse bütün bu şeyler sona erecek demektir.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Demek ki sorun yok!

Şimdi, 20.30’a kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.08

 

 

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.32

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Devlet Memurları Kanunu ve Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Devlet Memurları Kanunu ve Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/537) (S.Sayısı: 236)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (GTÖ) Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/397) (S. Sayısı: 242)(x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet burada.

Komisyon raporu 242 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Gürol Ergin.

Buyurunuz Sayın Ergin. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken siz Sayın Başkanı, değerli milletvekillerini ve yüce Türk ulusunu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, merkezi Roma’da olan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Türkiye Temsilciliği 13 Kasım 1981 tarihinde yapılan ve 17 Mart 1982 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan bir anlaşmayla kurulmuştur. Görüştüğümüz tasarıyla bu Anlaşma sona ermekte ve Gıda ve Tarım Örgütü Orta Asya Alt Bölge Ofisi kurulmaktadır. Bu Anlaşma, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ı da Türkiye gibi ilgilendirmekte ve Türkiye ile birlikte bu ülkelerde gıda güvencesi, tarımsal ve kırsal kalkınma, ormancılık, balıkçılık ve doğal kaynakların yönetimi, tarımsal politikalar, gıda güvenliği, hayvan ve bitki genetik kaynakları alanlarında iş birliğini kapsamaktadır.

Değerli arkadaşlarım, elbette ki bu yararlı bir anlaşmadır ve elbette ki biz bu anlaşmanın onaylanmasından yanayız ve Türkiye'nin Birleşmiş Milletlerle gıda alanında da iş birliği içerisinde bulunmasının önemini hepimiz bilmekteyiz.

Ben şimdi bu vesileyle sizlere Türkiye'nin tarımsal durumu üzerinde görüşlerimizi bildirmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, Tarım Bakanımız her platformda hep bir karşılaştırmayla söze başlıyor, diyor ki: “2002 yılında Türkiye’de tarımsal destekler 1 milyar 868 milyon YTL idi, biz bunu 5 milyar YTL’nin üzerine çıkardık.” Doğrudur, destek 5 milyar YTL’nin üzerine çıkmıştır ama gayrisafi millî hasılaya oranladığımız zaman da maalesef 2002 yılına ulaşamadığımız da net ve açık olarak ortaya çıkmaktadır. 2002 yılında bu oran yüzde 0,53’ler düzeyindeyken bugün yüzde 0,49 düzeylerine inmiştir.

Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce Hükûmet kendisinin getirdiği bir tasarı olarak çıkan Tarım Kanunu’na aykırı hareket etmektedir. Yasa’nın çıktığı günden bu yana yapılan bütün bütçelerde ”Tarım desteği Yasa’ya göre gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1’inden az olmayacak.” denmesine karşın hiçbir zaman yüzde 1 tutturulmamıştır. 2007 ve 2008 yıllarında bu oranlar yüzde 0,86 ve 0,75’ken 2009 yılında daha geriye gidilmiş, yüzde 0,49 düzeyine indirilmiştir.

Arkadaşlarım, sormazlar mı: “Mademki uygulamayacaktınız, bu Yasa’yı niye çıkardınız? Göz boyamak için mi çıkardınız? İnsanları aldatmak için mi çıkardınız yoksa uygulamak için mi çıkardınız?” Böyle bir şey olabilir mi? Yani bir hükûmet bir konuda bütçede bir karar alıyor ama bu karar kendi çıkardığı yasaya aykırı ve üç yıldır da böyle, üç yıldır aynen böyle. Ha, biz bunu eleştirince de bize söylenen şu, o kadar gülünç bir gerekçeyle karşımızı çıkılıyor ki: “İyi de, aslında biz başka destekler de veriyoruz.” deniyor. Siz başka destekler vermiyorsunuz. Siz sürekli olarak çiftçiye ürününü satın almada gösterdiğiniz zorluklarla, siz sürekli olarak çiftçinin girdi maliyetlerini yükseltmekle ve çiftçinin taban fiyat verilen ürünlerde kimi yıllarda taban fiyatı düşük tutarak, kimi yıllarda da -bu yıl olduğu gibi- taban fiyat vermeyerek çiftçiyi perişan ediyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, lafla peynir gemisi yürümüyor. Yaptığınız icraat rakamlara dayalı ortaya çıkıyor. Benim yaptığım hesaplar, 2002 yılına göre 2007 sonunda Türk çiftçisi tüketim mallarında yüzde 45 fakirleşmiştir, yarı yarıya fakirleşmiştir. 2008 sonuna göre hesaplarımda, nasip olur burada bu kürsüye çıkabilirsem, bütçe görüşmelerinde burada sizlere aktaracağım.

Ha niye böyle oluyor? E niye olacak, eğer siz kendiniz politika üretmiyorsanız, size hazır, hap şeklinde politikalar Uluslararası Para Fonu’ndan, Dünya Bankasından veriliyor siz de bunları olabildiği kadar talimatlar dışına çıkmayarak uygulamakla mutlu oluyorsanız Türk çiftçisi mutlu olma şansını yakalayamıyor.

Değerli arkadaşlarım, 1999 yılında IMF’yle imzalanan stand-by anlaşması ve 2001 yılında Dünya Bankasıyla imzalanan Tarım Reformu Uygulama Projesi, o günden bugüne kadar hiç aksatılmadan uygulanmıştır ve o günden bugüne hiçbir Türk hükûmetinin Türkiye tarımıyla ilgili kendi birikimine, bilgisine, anlayışına dayalı bir tarım politikası maalesef olmamıştır. Geçen gün bu kürsüden Sayın Bakan ne kadar güzel söylüyor: “Biz tarımda bakın hangi ürünlerde ne artışlar sağladık?” diyor. Hani ben de böyle garip garip baktım hangi üründe sağlanmış diye. İşte, muzda sağlamış, erikte sağlamış, elmada sağlamış. “Bu ürünler arttı, bakın geçen yıldan bu yıla arttı.” diyor. E Sayın Bakan, pamuk ne oldu, pamuk?

Değerli arkadaşlarım, pamuk ne oldu, buğday ne oldu, şeker pancarı ne oldu, tütün ne oldu? Bizim makro ürünlerimiz bunlardır değerli arkadaşlarım. Türkiye’de bitkisel üretim anlamında tarım dediğiniz zaman aklınıza hububat gelir, tütün gelir, pancar gelir, yağ bitkileri olarak ayçiçeği ve benzerleri gelir ve pamuk gelir. Bunlar üzerinde konuşmanız gerekir. Eğer bunlarda artış sağladıysanız gelin buraya, biz de gelip elinizi sıkıp kutlayalım. Eğer sağlayamadıysanız da eriğin miktarı biraz arttı diye gelip sevinerek burada anlatmayın.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakınız, şekerpancarı 12 ila 13 milyon tona inmiş 20 milyon tonlardan. Tütün: 405 bin aile 2002 yılında tütün üretiyormuş -bunlar benim rakamlarım değil, TÜİK’in rakamları- ve bu 405 bin ailenin sayısı 200 bine inmiş, üretilen tütün de 160 bin tondan 90 bin ton dolayına inmiş. Şimdi, biz deyince “Siz, çiftçiyi tarlasından göç etmeye mahkûm ettiniz.”, “Hayır.” deniyor. Ya… “İşte, biz onlara diğer alanlarda iş bulduk, onun için gidiyor.”

Değerli arkadaşlarım, pancar üreten pancar üretemiyor ise tütün üreten tütün üretemiyor ise pamuk üreten pamuk üretmekten vazgeçmişse bu insanlar, doğal olarak, oralardan, herhâlde, sinema seyretmek için büyük kentlere gitmeyecekler, tiyatro seyretmek için gitmeyecekler, evlerinin ekmeğini çıkartmak kaygısıyla gidecekler ve nitekim, milyonlarca insanımız bu şekilde kırsal alandan kentlere göç etmek durumunda kaldı.

Şimdi, bakın, Tarım Bakanlığımızda bir Tarımsal Araştırma Enstitüsü var, Bakanlığın enstitüsü bu. Bu enstitüde yapılan yeni bir çalışmanın sonucu… Bu araştırma Tarım Bakanlığında yapılıyor ve orada deniyor ki: Türk çiftçisi 171 ülke içerisinde en pahalı mazotu kullanan 5’inci ülkedir ve aynı çalışmada deniyor ki: Bundan otuz üç yıl önce, 1975’te çiftçi 1 kilo buğday sattığı zaman 1 litrenin üzerinde mazot alabiliyordu ama şimdi 1 litre mazot alabilmek için 5 kilodan fazla buğday satması gerekiyor. İşte, arkadaşlar, sizin, Türkiye'de Türk çiftçisini getirdiğiniz yer burası ve kendi Bakanlığınızın rakamlarıyla, kendi Bakanlığınızda yapılan araştırmayla ortaya çıkan durumdur bu.

Artık, mazot fiyatına, gübre fiyatına girmemize gerek kalmadı çünkü mazot ve gübre kullanılır olmaktan çıktı değerli arkadaşlarım. Üretimde gübre tüketimi son derece azaldı; inşallah bu, bu yılın ürününde ciddi bir eksilmeye ayrıca neden olmaz diye düşünüyorum.

Bakınız değerli arkadaşlarım, Türkiye, 2000’li yılların başında 684 bin hektar alanda pamuk üretiyor. 684 bin hektar. Bugün 380 bin hektar. Yarı yarıya azalmış, yarı yarıya ve bunun sonucu şu: Türkiye, on yıl önce, pamuk, pamuk ipliği ve pamuklu dokuma ithalatına 671 milyon dolar veriyormuş. 2007 rakamı –bakın 671 milyon dolar nereye gelmiş- 2 milyar 830 milyon dolar. Buna bir de yağlık tohumlar, yağ ve küspe için verilen 1,6 milyar doları da eklemenizi öneririm.

Değerli arkadaşlarım, ne bu girdi fiyatlarıyla ne bu taban fiyatı uygulamalarıyla ne de her yıl bir kuruş artırılan primlerle Türk çiftçisini ayağa kaldıramazsınız, kendinizi ve milleti aldatmayın. Türkiye tarımda, Sayın Bakanın söyleminin çok dışında çok kötü bir duruma gelmiştir. Türkiye tarımda gerçekten çok büyük sıkıntı yaşamaktadır ama bu sıkıntı, ayrıca küresel krizin de dünya ortamını sürüklediği bir durumla karşı karşıya olunca, önümüzdeki günlerde çok daha büyük sıkıntılarla karşılaşacaktır. Bu sıkıntılarla karşılaşan Türk çiftçisine, hiçbiriniz, bir daha, ne Başbakanınız gibi ne eski Meclis Başkanınız gibi kalkıp lütfen hakaret de etmeyiniz, yakışık almıyor değerli arkadaşlarım. Hâlinden ağlayan insana hakaret edilir mi? Ona çözüm getireceksiniz, ona hakaret etmeyeceksiniz. Maazallah, kalksa o da size öyle hakaret etse ne diyeceksiniz? Aynı hakareti geri çevirse, siz “anasına” derken, o da kalksa size bir şey derse ne diyebilirsiniz arkadaşlar? Onun için, lütfen, insanlarımıza karşı tavrınızda dikkatli olmanızı öneririm.

Süt: Bakın, birkaç gün önce bu kürsüde söyledim, süt fiyatları 60-70 bin lira düştü dedim. Yani, aşağı yukarı 620-625 bin liralardan süt fiyatı 570 bin liraya düşmüştü. Bugün bu, 500 bin küsur lira da 500 bin liraya, yani 50 kuruşa düştü arkadaşlar, 50 kuruşa bugün düştü. Kooperatiflerin sattıkları sütler on gün önce, on beş gün önce 60 bin lira düşürülmüştü, 70 bin lira düşürülmüştü, şimdi tekrar 50 bin liraya düşürüldü. Nerede benim Tarım Bakanlığım? O çiftçinin hakkını koruyacak olan Tarım Bakanlığı nerede değerli arkadaşlarım? Böyle bir şey olabilir mi? Şu veya bu gerekçe öne sürülüyor, zavallı çiftçinin sütünün fiyatı düşüyor.

Ben uzun yıllar üniversitelerde bu konuda öğretim üyeliği yaptım. Değerli arkadaşlarım, benim bildiğim, süt fiyatları ilkbaharda düşer çünkü ilkbaharda süt artar. Bu böyledir. Doğumlardan sonra süt artmaya başlar bir süre sonra, bir iki ay içerisinde, öyle gider, dokuzuncu aydan sonra da zaten süt kesilir. Özellikle, bilinçli olarak üç yüz beşinci günde memeler mühürlenir, süt kesilir, ondan sonra süt fiyatları yükselir. Şimdi tam tersi oluyor, kış aylarına giriyoruz, süt fiyatları özellikle düşürülüyor. Hepinize soruyorum: Süt fiyatlarını düşürenler, marketlerde peynir fiyatını da düşürüyor mu, tereyağı fiyatı da düşüyor mu, yoğurt fiyatı 1 kuruş düşüyor mu değerli arkadaşlarım? O zaman bunu sormak Tarım Bakanlığının birinci görevi olmalıdır o kuruluşlara, ama bu sorulmuyor.

Değerli arkadaşlarım, aslında, Adalet ve Kalkınma Partisinin öncülü olan Millî Selamet Partisinin, onun sonrasında gelen, değişik adlarla gelen politikacıların politikaları vallahi daha sağlamdı. Ben hatırlıyorum, Sayın Musa Demirci’nin Bakanlığını hatırlıyorum, süt fiyatları düştüğü gün bütün sanayicileri Bakanlığa toplamıştı. Siz iyi şeyleri bıraktınız geride ama yanlış olan şeyleri aldınız, bugüne taşıdınız.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, biraz da, neler yapılması gerekir ve bu sıkıntılar nerelere varacak, o konularda da görüşlerimi açıklamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi küresel bir kriz var. Bizim, aslında, yıllardır uygulanan ekonomik yanlış politikaların yarattığı krize bir de o ekleniyor, eklemleniyor. Şimdi, önümüzdeki günlerde ne olacak? Siz bakmayın bugünlerde petrol fiyatları düştüğü için, müthiş düştüğü için, 148-150 dolarlardan 48-50 dolarlara düştüğü için bir miktar mazot fiyatı ve gübre fiyatında azalma var gibi görünüyor. Önümüzdeki günlerde petrol fiyatları yeniden artmaya başladığında bizim mazot, gübre, ilaç, yem hammaddesi fiyatlarımızın da giderek arttığını hep beraber göreceğiz. Sıkı para politikası uygulama zorunluluğu nedeniyle aslında küçük ve orta ölçekli işletmelerimizin yetersiz olan doğrudan desteklemelerinin daha da azaltılacağını göreceğiz. Bakınız, açın bakın “2009 yılında doğrudan destek kaldırılıyor.” deniliyor ama orada prim olarak verilen, yağlı tohumlara ve benzerlerine verilen primlerin toplam miktarının da düştüğünü göreceksiniz 2009 bütçesinde. Bunlar olacak. Ayrıca, girdilerin pahalanması, desteklemelerin yetersiz olması üretimi giderek daha azaltacak. Üretimin düşmesiyle üreticinin de, tüketicinin de yeterli örgütlenmesinin olmaması nedeniyle üretici daha az kazanacak, tüketici daha yüksek fiyattan gıda bulacak. Üretim yetersizliği, gıda ve diğer tarımsal ürün dış alımını artıracaktır. Ancak döviz kuruna bağlı olarak da tarım ürünleri dış alımı daha pahalıya gelecektir. Kazanamayan küçük ve orta ölçekli çiftçiler topraklarını satmak zorunda kalacaktır. Şimdi bile araziler yabancı tekellerin eline geçmeye başlamıştır. İnsanımız kendi ana vatanında yurtsuz, yanaşma durumuna düşmek üzeredir. Kırdan kente çözülmenin hızlanması kentlerdeki güvenlik sorunlarını da çok ciddi olarak artıracaktır.

Ne yapılmalı? Hem genel olarak yapılması gerekenler var hem krizden ötürü yapılması gerekenler var. Hiç uzatmadan:

Değerli arkadaşlarım, tarımsal sulamalar çok pahalı. Bütün sulama kooperatiflerinin ve birliklerinin aşılmaz borçları var. Bir kere, kesinlikle erteleyeceksiniz bu borçları, faizlerini de sileceksiniz. Yapacağınız başka bir şey yok ve toprağa su götüreceksiniz, su. Altı yıldır topraklarına su gitmedi bu ülkenin. Ben bu kürsüde söylediğim zaman itirazlar geliyor.  “Güneydoğu Anadolu’ya, o projeye bundan sonra şu kadar para harcayacağız.” diyorsunuz. Altı yıldır ne yaptınız? Altı yıldır GAP topraklarına hiç su gitmedi değerli arkadaşlarım. Hükûmet geldiğinde 216 bin hektardı, şu gün 290 bin hektar dolayındadır GAP topraklarında sulanan alan yani yalnızca birkaç karış alana daha su götürüldü. Onun için topraklara su götürün. Elektrik borçlarını mutlak surette…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

GÜROL ERGİN (Devamla) – Bir iki dakika verirseniz tamamlarım efendim.

Mazottan da özel tüketim vergisi almayacaksınız. Bunun ikisi biri yok. Avrupalı almıyor. Hep Avrupa’ya öykünüyorsunuz ama “Avrupalının çiftçiye verdiğini Türk çiftçisine verin.” dediğimiz zaman kaçıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, uçaklara veriyorsunuz benzini ÖTV’siz, yatlara veriyorsunuz mazotu ÖTV’siz, niye Türk çitçisine gelince vermiyorsunuz? Çiftçi bunu soramıyorsa bunu onun aleyhine lütfen kullanmayın.

Değerli arkadaşlarım, KDV’yi gübrede de, ilaçta da yüzde 1’e indirin ve Türkiye’de üretilmeyen, dışarıdan gelen gübreden de lütfen gümrük vergisi almayın. Çiftçinin TEDAŞ’a, tarım krediye, Ziraat Bankasına borçlarının faizini silin, anaparasını üç yılı ödemesiz on yıla yayın, icra takiplerini derhâl durdurun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen…

GÜROL ERGİN (Devamla) – Hemen bir teşekkür edip bitireceğim efendim.

Değerli arkadaşlarım, bir de tarım topraklarının yabancılara ya da yabancı ortak denetimli bankalara geçmesini engelleyecek yasayı derhâl çıkarın. Topraklar yabancılaşıyor. Kültürümüzü yabancılaştırdığınız gibi, toprakları da yabancılaştırıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, çiftçiyi örgütlemezseniz çiftçinin sorununu çözme şansınız olmuyor. Çiftçiyi hızla örgütlendirelim ve girdileri de çiftçi örgütleri, kooperatifler vasıtasıyla sağlayalım.

Son söz: Dışa bağımlı, yeni liberal politikaları bırakın. Türkiye'nin, 1929 krizinde olduğu gibi, yeniden devletin desteğindeki politikalara kesin ihtiyacı vardır. Bunu yapın. Hiç kimse sizi, bunlar devletçi oldu, bunlar şu oldu diye suçlamayacak, göreceksiniz. Ama siz halkı bu sıkıntılardan kurtaracaksınız, Türk çiftçisini ayağa kaldıracaksınız. O zaman siz de mutlu olacaksınız, benim yüce milletim de mutlu olacak.

Bu dönem vereceğiniz bütün destekleri de mart ayına sarkıttınız. Yapmayın arkadaşlar! Böyle ucuz politikalarla da vaktinizi geçirmeyin diyorum.

Sizleri, Sayın Başkan sizi ve yüce milletimi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergin.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Buyurunuz Sayın Kaplan.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Arasında Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bu uluslararası sözleşmeler teknik sözleşmeler. Bu teknik sözleşmelerle ilgili zaman zaman ifade ediyorum, gruplar arasında bir centilmenlik anlaşması yapılsa -bu sözleşmelerden daha yüz kadarı var, üç senedir, dört senedir bekleyenler var- bunu, bir centilmenlik anlaşmasıyla, Başkanlık Danışma Kurulu getirse ve bunları bir an önce yasalaştırsak, yani onayı verse Meclis iyi olur. Çünkü bakıyorsunuz, üç sene, beş sene bekleyen sözleşmeler var.

Şimdi burada da bu sözleşmeye bakıyorum, evet, böyle bir çalışma yapılmış, hatta, 11 Temmuz 2007’de resmî açılışı da Başbakan yapmış. Yani imzalamışız ama bu bir uluslararası sözleşme, prosedür gereği Meclisin onaylaması lazım. Bunun diplomatik dilde de adı, bu sözleşmenin -uluslararası olduğu için- depo edilmesi lazım ki geçerli olsun. Yani bir imzayla iş bitmiyor. Böyle olunca, işte, 2006’da başlattığınız bir çalışmayı bugün 2008’de getiriyorsunuz. Bunun gibi birçok önemli sözleşme var, üstelik de Türkiye'nin küresel kriz sonrası yeni siyasetinin ve stratejisinin belirlenmesi açısından hayati önemi olan sözleşmeler de var, bekliyor. Bu sözleşmelerin, özellikle Uzak Doğu, Afrika, Orta Doğu ve Kafkaslar bölümüne bakanları var.

Şimdi, burada birkaç ana başlığa değinmek istiyorum çünkü konu tarım olunca ve özellikle de Orta Asya Alt Bölge Ofisine baktığımız zaman, Türkiye'nin 2006’da Ofisi Ankara’da kurduğunu görüyoruz. Kuruluş amacı ise belli, FAO’nun uzmanlık birikimlerinin ve hizmetlerinin yerinden yönetim ilkesi amaçlanıyor. Türkiye, bu konuda, üye ülkelerin gıda güvenliği ve milenyum kalkınma hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmayı amaçlıyor. Hangi ülkeler var bu alt grupta baktığımız zaman: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ı kapsamaktadır. Ofisin teknik ekibi çok farklı disiplinlerden gelen uzmanlardan oluşuyor, onu da biliyoruz.

Bizim, ayrıca “TİKA” diye zaten Türki cumhuriyetlere yönelik birtakım faaliyetleri yürüten bir genel müdürlük de var, ayrı bir bütçesi var. Aslında faaliyet alanı olarak biraz onunla da ilintili. Ancak başlıca uzmanlık alanlarına baktığımız zaman bu sözleşmenin ana konusu olarak, hayvancılık ve hayvan sağlığı en başta geliyor, sonra bitkisel üretim ve bitki koruma geliyor, balıkçılık geliyor, gıda ve tarım politikası geliyor, ormancılık, tarım ve kırsal kalkınma yatırımları, toprak ve su.

Elbette ki, bu sözleşmeler sadece bir bina, araç gereç temin etmekle ibaret değil. Bu ülkelerle olan ilişkiler, ekonomik olarak bu bahsettiğim temel noktalarla beraber, şüphesiz, malzeme, bakım, katkı, yerel program, yerel proje desteklemeleri, kredi kuruluşlarıyla ortak anlaşmalar ve bunların ofise edilmesi var. Tabii, bu tür misyonda çalışan personelin diplomatik dokunulmazlığı, oturma izni, oturma izniyle beraber bu tür kuruluşların kendine özgü personeline ilişkin birtakım gereklerin yerine getirilmesi gerekiyor. Ne yapmışız? Biz kurdeleyi kesmişiz 2007’de, 11 Temmuz. Şimdi kaç? Gelmişiz Kasım sonu, Aralık başı 2008. Yani bu konuda gerçekten sözleşmeyi onaylamadan sağlıklı adımların atılması mümkün değil.

Burada Hükûmetin rekabet analizi, tarım politikalarının reformu, arazi ve doğal kaynakların kullanımı konularında teknik danışmanlık üzerinde yoğunlaşarak planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçiş sürecini yaşamakta olan alt bölge ülkelerinde kurumsal kapasite oluşturulması, bilgi ve yeteneklerin geliştirilmesi ve ülkelerin edindiği tecrübelerin karşılıklı paylaşımı konuları etrafında faaliyet yürütülmesi… Şimdi, bu sözleşmenin ana çerçevesi bu olunca… G-20 zirvesinden Sayın Bakanımız -Sayın Ekren buradaydı, göremiyorum şimdi- yeni döndüler. Aslında G-20 zirvesinin sonucu sadece küresel ekonomik kriz değil arkadaşlar. G-20 zirvesinin sonucu, Türkiye’nin ekonomi politikasını ve siyasetini yeniden belirlemesinin bir dönümü, bir başlangıç noktasıdır. Biz bunun siyasetini konuşabiliyor muyuz? Bakın, sorun burada. Şimdi, bu, bunun bir parçası. Biz, başta ABD olmak üzere İngiltere, arkasından avro bölgesine yüzde 60 oranında ihracat yaptığımız bu ülkelerin krize girdiği, ihracatımızın yüzde 54,7’den yüzde 43’e gerilediği bu ülkelerle şimdi nasıl bir siyaset uygulayacağız ki pazar anlayışımızı tarımda, hayvancılıkta, diğer alanlarda nasıl bir planlama yapacağız ki bunlardaki gerilemeyi başka bölgelerde destekleyeceğiz. O zaman, aslında iki tane şansımız var, çok değil: Bir, Kafkaslar, Türki cumhuriyetler; ikincisi, Orta Doğu. Orta Doğu’da en başta komşularımız Suriye, Irak, İran, Lübnan, Ürdün gibi yakın mesafe ülkeleri. İsrail’in şüphesiz GAP’a olan ilgisini biliyoruz. Tarım alanında, sulama alanında, enerji alanında üç noktada ciddi bir bilgisi olduğunu da biliyoruz. Şimdi, burada yeni bir siyasetin açılması, yeni bir siyaset stratejisinin geliştirilmesi ve planlamaların da ona göre yapılması gerekiyor. Biz, tarımda, ekonomide, hayvancılıkta ekonomisi olarak, balıkçılıkta üç tarafı denizlerle çevrili olarak nasıl bir hedef koyuyoruz önüne Türkiye’nin? Şimdi, benim dünya küresel krizinin bir nedeni de gıda ürünlerindeki zamlar, artışlar, biliyoruz bunu, gıda fiyatlarının artması. Şimdi, gıda fiyatlarını artıran nedenler ne? Petrol ve diğer enerji fiyatlarının artması. Şimdi, gıda üretim maliyetlerini yükseltiyor ve bu da fiyata yansıyor. Şimdi, küresel ısınma, yine 2007’de yaşanan kuraklık var. Sanıyorum bugün veya yarın Kyoto Sözleşmesi gelecek bunun arkasından, bunlar tartışılacak. Şimdi, Çin ve Hindistan başta olmak üzere gelişen ekonomilerde tüketimin artması ve gıda ürünlerine olan talebin artması çünkü bu ülkelerde yükselme ve refah arttıkça gıda ürünlerine yönelik talepleri de artıyor. Şimdi, dünya gıda ürünleri üzerinden yapılan spekülatif hareketler de var şüphesiz, Türkiye’de de gördük. Bir baktınız pirinç konusunda bu yaşandı, bir gün fasulyede yaşanır, bir gün buğdayda yaşanır, bir gün mısırda yaşanıyor, Türkiye bu yakın zamanda bunları yaşadı.

Şimdi, dünya gıda krizi nedeniyle bir toplantı yakın zamanda yapıldı, 3-5 Haziran 2008 Roma Gıda Zirvesi’nde çoğu devlet başkanı, başbakan düzeyinde yüz seksen ülkeden temsilci katıldı. “Bu zirveden çıkan en önemli sonuç neydi?” diye baktığımız zaman, 2030 yılına kadar gıda üretiminin en az yüzde 50 artırılması, Roma Zirvesi’nde çıkan karar. Bunun için de, açlık sorununa çözüm bulmak için de yılda ortalama 15-20 milyar dolar kaynak ayrılması gerekiyor. Şimdi, bu kaynak ayrılmasının yanında gelişmiş ülkeler pek istekli değil, özellikle bu krizden sonra. Şu günlerde de dünyayı kavuran bu krizin içinde üç beş bankayı kurtarmak durumunda olan Amerika ve Avrupa Birliği aç insanları doyurmak için adım atmaktan kaçınıyor, öyle bir derdi yok.

Şimdi, FAO 2008 Dünya Gıda Günü temasını “Gıda güvencesi: İklim Değişikliği ve Biyoenerjinin Etkileri.” olarak belirlemişti. Şimdi, böyle baktığımız zaman özellikle FAO’nun 55 ürünü kapsayan gıda fiyat endeksine göre gıda fiyatları 2006’da yüzde 8 artmış, 2007’de yüzde 24, 2008’in ilk üç aylık döneminde yüzde 53 artmış. Bu, çok yakın tarihler: 2006, 2007, 2008. En yüksek artış yüzde 97 ile yağlı tohumlarda olmuş. Şimdi, tahıllarda yüzde 87, süt ürünlerinde yüzde 58 fiyat artışı. Dikkat edin, denizler de kuruyor. Balıkta da, hayvancılıkta da sıçramalı bir zam, fiyat artışı olayı görüyoruz. On yılda gıda fiyatlarındaki artışın böyle devam etmesi de bekleniyor, yani bu uluslararası toplantılardan çıkarılan sonuç. Yaşanan son ekonomik krizle birlikte gıda ürünlerini satın alma maliyeti en az yüzde 40 ile 50 oranında artacak. İşte, Türkiye gibi coğrafi zenginlikleri, üç tarafı denizlerle çevrili olması, doğası dikkate alındığı zaman kendi kendine yetmesi bir yana, bu alanda ortaya çıkan gıda ve emtia fiyatlarındaki artışı, işte bu krizi fırsata çevirme siyasetinin stratejisini konuşabilmek ve bunun planlamasını geliştirebilmek istiyorsak, bir yerden yola çıkacağız: GAP’tan. Başka yolu yok. Adıyamanlılar, Şanlıurfalılar, Antepliler, Kahramanmaraşlılar değil, bütün Türkiye’nin 81 ili olarak GAP projesine döneceğiz.

Ne yapmışız şu ana kadar ayırdığımız parayla? Yüzde 47,8 sadece enerjiye yöneltmişiz. Almışız oradan hidroelektrik santralden enerjiyi beş barajın tamamlanmasıyla, enerjiyi nereye göndermişiz? Yallah batıya, sanayi orada çünkü. Ne bırakmışsınız bölgeye? İstimlak parasından başka bir şey bırakmamışsınız. “Tarım arazilerinin 1 milyon 852 bin hektarını sulayacağım” demişsiniz, sulamanın 285 bin hektar düzeyinde kaldığını görmüşüz. Şimdi, Hükûmetin ayırdığı bütçeye bakıyoruz, dört yıla yayılan bir 16 milyardan bahsediliyor. Gıdım gıdım, perakende, taksitle. En son 1,3 İşsizlik Fonu’nun parası gitti oraya. İşte, bu krizin içinde bu projenin sulamasına, 1 milyon 850 bin hektara suları akıttığınız zaman su-toprak-güneş ve bereketi planlamaktan başka bir şeye gerek kalmıyor.

İşte, bu tür ofislerin kurulması durumunda Antakya’dan, Mersin’den Hakkâri’ye kadar, oradan Edirne’ye kadar her alanda, burada doğacak istihdam, burada üretilecek tarımın, sanayisinden paketlenmesine, ipliğinden konservesine, bunun muazzam gücünün Kafkaslarda, Türki cumhuriyetlerde ve devasa pazar Hindistan ve Çin’e ve Uzak Doğu’ya -ve Uzak Doğu’ya diyorum- ve hemen yanı başımızda komşu Irak’ı göreceğiz, Orta Doğu’yu göreceğiz, Afrika’yı göreceğiz. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde günde 10 bin insanın şu an göç yollarına düştüğü bir coğrafyada yaşıyoruz ama dünya medyasında tek kelimeyi, tek kareyi maalesef göremiyoruz. Açlıktan ölen insanların kareleri gözükmüyor.

O zaman ne yapacağız? Bir tek şansımız var: Tarım politikamızı değiştireceğiz. Şu ana kadar tarımda Türkiye’nin durumu nedir? Tarım ve hayvancılık 2006’da yüzde 1,3 büyüme gösterirken 2007’nin tamamında yüzde 7,3 küçülmüş. Buna, bu ülkeye bu kadar haksızlık yapmak, kendi geleceğimize, çocuklarımıza, yarınımıza resmen haksızlık yapmak demektir. İşte burada 7,3 küçülmeyi, yalnızca kuraklığın yanı sıra tarım girdilerindeki fiyat artışlarıyla baş edemeyen tarımdaki çözülme olarak değil; küçülmede önemli bir etken elbette ki oldu ama 2008 zaten parlak değil. Her buraya çıkan milletvekili arkadaşım, kuraklık nedeniyle borçların ertelenmesi gibi konularda konuşmalar yapıyor.

Tarımdan çözülen iş gücü nereye gidecek? Kentlere. Kentlerde ne yapacak? Yedek sanayinin ordusu olacak, işsizler ordusu. İşsizlik, bu krizden sonraki kapanan fabrikalar, bacası tütmeyen fabrikalar, düşen inşaat sektörü, bütün bunları dikkate aldığımız zaman Devlet Planlama Teşkilatının, sivil toplumun, katılımcılığı, çoğulculuğu, her türlü partisel çıkarlarımızı bir yana bırakarak, grupsal çıkarlarımızı bir yana bırakarak, siyaset malzemesi dahi yapmadan, GAP’ı pilot bölge yaparak 1 milyon 600 küsur bin hektarı sulayarak tarım politikamızı yeni bir beş yıllık, yeni bir on yıllık, belki yirmi yıllık bir planlamayla, üniversiteleriyle, genç ve dinamik işveren ve yatırımcılarıyla, çalışanıyla, köylüsüyle, çiftçisiyle birlikte planladığımız zaman bu krizin gerçekten üstesinden geliriz. Biz dünyayı doyuran bir ülke durumuna gelebiliriz. Biz kendi ekonomimizi düzeltebiliriz. Kendi bölgemizdeki bölgesel dengesizliklerimizi çok rahatlıkla giderebiliriz ve bu projenin aynısını, diliyorum ki çok yakında, aynı bir ofisi Irak’la, Suriye’yle, Lübnan’la, Ürdün’le, yakın komşu ülkelerimizle birlikte kuralım.

Artık yeni paktların zamanıdır, yeni ekonomi-politika paktlarının, sanayi paktlarının. Bakın, NATO’nun da miadı doluyor; birçok eski yapıların miadı doluyor, yeni heyecanlar, yeni cesaretler yeni ufuklar gerektirir. Yoksa bu krizde elimizdekini avcumuzdakini, cebimizdekini harcayarak, yine aynı sıkıntılarla boğuşan bir ülke oluruz.

Gelin, Türkiye için, Türkiye'nin geleceği için bu siyasi-ekonomik plan stratejisi üzerinde Meclis olarak bir çalışma başlatalım; hep beraber. İnanın, bu büyük projeler bize geleceğimizi kazandırır. Ben burada bunun ışığını hem görüyorum hem çok çabuk bir zamanda bunun hayata geçebileceğini görüyorum.

Danışmanlarımız Mersin’e gitmişti, yeni geldiler. Sordum “Ne gördünüz?” diye. Halde narenciye üreticileri danışmanlarımızın her birinin eline bir dal mandalina verdi. “Nedir bu?” diye sordular, “Ürün dalda kaldı.” dediler. Bunun anlamını bir düşünün. Ürettiğini daldan alamayan bir üreticiyi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bağlıyorum.

Ve Keynes’in ekonomi teorisinin iflas çanları çalarken, bir yandan      -bakıyorsunuz- Karl Marks’ın ekonomiyle ilgili teorileri konuşulurken -büyük balık küçük balığı yutar meşhur söyleşisi vardır- ama bugün eğer 1800’lerdeki Malthus’un nüfus teorisi konuşuluyorsa -tarla aynı tarla, ürün aynı ürün, nüfus artıyor ve hisseleri düşecek, küçülecek- o zaman ne yapmak lazım? Ürünü artırmak lazım. Ne yapmak lazım? Pastayı büyütmek lazım. Bunun başka yolu yok.

Ben bu duygularla, bu sözleşmeye tabii ki olumlu oy vereceğiz, destek sunacağız ancak bu konularda biraz daha Meclisimizin hız almasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay.

Buyurunuz Sayın Ertugay. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, de-ğerli milletvekilleri; 242 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleş-miş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimi arz et-mek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, şu anda Meclis gündemimize gelmiş olan bu ta-sarı, daha önce, 22 nci Dönemde yüce Meclisin gündemine gelmiş, 16/4/2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuş ve tasarı, döneminde görüşülemediği için, dönemin sona ermesi nedeniyle -kümsüz sayılmış, kadük olmuş, Bakanlar Kurulunca 2/10/2007 tarihinde ye-nilenerek yüce Meclisin gündemine tekrar gelmiş ve bugün, komisyonlarda görüşülmüş olan bu tasarıyı yüce Meclis Genel Kurulunda görüşüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü 1945 yılında yeryüzünde açlık ve yoksulluğun ortadan kaldırılması amacıyla kurulmuştur, ülkemiz de bu kuruluşa 6 Nisan 1948 tarihinde üye olmuştur.

1982 yılında Ankara’da Türkiye temsilciliği açılmış, yüz seksen dokuz ülkeye hizmet eden FAO, tek bir merkezden hizmet etmenin zorluklarından kurtulmak için ve faaliyetlerinin yerinden yürütülmesi amacıyla alt hizmet ofisleri kurarak yardımlarını ve çalışmalarını en hızlı ve verimli bir biçimde yapmayı hedefleyerek buna dair çalışmalar yapmaya başlamıştır. Bu sebeple, günümüzün ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir yapılanmaya gitmiş, bu kapsamda Orta Asya ve Afrika’da da alt bölge ofislerinin kurulmasına karar vermiştir.

Orta Asya’da kurulacak alt hizmet ofisinin ülkemizde kurulmasına talip olan Türkiye, taşıdığı şartlar, konumu ve birikimi dikkate alınarak, aday ülkeler içerisinde Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü tarafından tercih edilen ülke olmuştur.

Orta Asya Alt Bölge Ofisi (FAO) ile Türkiye arasında imzalanan bu anlaşma uyarınca Ağustos 2006’da Ankara’da Ofis kurulmuş, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün Orta Asya Alt Bölge Ofisinin 11 Temmuz 2007’de de açılışı yapılmıştır.

Alt Bölge Ofisinin kuruluş amacı, kapsamış olduğu ülkeler olan Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’a FAO’nun uzmanlık birikimlerinin ve hizmetlerinin yerinden yönetim ilkesi doğrultusunda, ülkemizin öncülüğünde diğer ülkelere daha kolay ulaştırılmasıdır. Öte yandan, FAO bu Ofis sayesinde diğer üye ülkelerin gıda güvenliği ve milenyum kalkınma hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bunun yanında, rekabet analizi, tarım politikalarının reformu, arazi ve doğal kaynakların kullanımı konularında teknik danışmanlık üzerinde yoğunlaşarak, planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçiş sürecini yaşamakta olan alt bölge ülkelerinde kurumsal kapasitenin oluşturulması, bilgi ve yeteneklerin geliştirilmesi ve ülkelerin edindiği tecrübelerin karşılıklı paylaşımı konularında gerekli koordinasyonu sağlayarak, faaliyetlerinin yürütülmesini sağlama görevini üstlenmiştir.

Hedeflenen bu amaçlara ulaşmak için kurulan bu alt bölge ofislerinde yedi ana uzmanlık alanı belirlenmiştir. Bunlar, hayvancılık ve hayvan sağlığı, bitkisel üretim ve bitki koruma, balıkçılık, gıda ve tarım politikası, ormancılık, tarım ve kırsal kalkınma yatırımları, toprak ve su. 

Değerli milletvekilleri, Türkiye olarak biz, ülkemizde kurulan bu Ofis için bina, araç ve gereç, malzeme, bakım gibi katkıların yanında, yerel program ve projelerin desteklenmesi için kredi kuruluşlarıyla ortaklık anlaşmaları oluşturma konularında destek olacağımıza ilişkin Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatına taahhütlerde bulunmuşuz ve bu taahhütlerin büyük bir kısmını da yerine getirmişiz. Ayrıca, Orta Asya Alt Bölge Ofisi aracılığıyla Türk cumhuriyetlerinde yapılacak projeler için Türkiye'nin ilk beş yılda 10 milyar dolarlık katkı sağlayacağı da ifade edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, konu, tabii teknik bir uluslararası anlaşma. Bu anlaşmayı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak elbette ki onaylıyoruz. Zaten bu anlaşma yapılmış, sadece yüce Mecliste bununla ilgili yasanın çıkarılması gerektiği için yüce Meclisin gündemine gelmiş. Genelde, uluslararası anlaşmalarda pek rutin bir uygulama olduğu için konuşma yapılmıyor. Ancak bu vesileyle, müsaade ederseniz konuyla ilgili birkaç hususu ve partimizin, gerekse şahsımın görüşlerini yüce heyetinize arz etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün dünyada 1 milyar kişi yetersiz beslenme ve açlıkla karşı karşıyadır. Bu kişilerin çoğunluğu az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kırsal kesiminde yaşamaktadır. Dünyada her 7 kişiden 1’i açlık ve yetersiz beslenmeden etkilenmektedir. Onun için, açlık ve yetersiz beslenme çağımızın en acil çözüm gerektiren sorunlarının başında gelmektedir. Açlık ve yoksullukla mücadele kapsamında FAO çok önemli bir görev üstlenmiştir. FAO, 2005-2015 yılları arasında dünyada var olan açlığı yarıya indirmeyi hedeflemiş bulunmaktadır.

Sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenme için gerekli miktar ve kalitede gıda temini her birey için en temel insan hakkıdır. Bu hak, nüfusun hızla arttığı, gelir dağılımının giderek bozulduğu, ciddi eğitim, sağlık ve çevre problemlerinin ortaya çıktığı bugünün dünyasında daha da büyük önem arz eder hâle gelmiştir. 1 milyara yakın insanın fiilen aç yaşadığı, 3 milyar insanın dengeli beslenemediği, dolayısıyla ruhsal ve bedensel olarak sağlıksız bir nüfus yapısının ortaya çıktığı bir dünyada huzurun, barışın, adaletin ve istikrarın sağlanması zor görünmektedir.

Bu bakımdan, bugün için insanlığın önünde duran en önemli mesele, herkes için adaletli bir şekilde gıdaya erişim hakkının temin edilerek, toplumun artan ve çeşitlenen gıda taleplerinin emniyetli ve sürdürülebilir olarak karşılanmasıdır. Bu sorunu çözememiş ve bunu başaramamış ülkelerin büyüklük, gelişmişlik, kalkınmışlık iddiasında bulunması, sosyal dokusunu sağlam tutması, birliğini koruması, istikrarı, kalkınmayı sürdürülebilir kılması düşünülemez. Bu nedenle, yeterli ve dengeli beslenme konusu direkt olarak ülkelerin kalkınmışlığı ve gelişmişliğiyle paralellik arz etmektedir.

Ülkemize gelince: Ülkemizde 1 milyon insanımız gıdaya erişim hakkından fiilen yoksundur, açtır. Her 4 kişiden 1’i yoksulluk sınırının altındadır, yani yetersiz ve dengesiz beslenmektedir. Bir başka ifadeyle, bu ülkenin en önemli sorunlarından biri gelir dengesizliğidir, yetersiz beslenmedir ve açlıktır. Türkiye'nin tarımsal potansiyeline bakıldığında bu durumu “varlık içinde darlık” olarak özetlemek mümkündür.

Değerli arkadaşlarım, bugün görüştüğümüz yasa ve bununla yapılmak istenen düzenleme elbette ki destek verdiğimiz bir düzenleme; bunu daha önce de ifade ettim. Şimdi, bu tip çalışmaların yanında… Özellikle üzerinde durmak istediğim husus şudur: Bu Hükûmetin esas yapması gerekeni yapmasını bekliyoruz, Türkiye çiftçisinin yaşadığı sıkıntılara, çaresizliğe köklü çözümler getirmesini bekliyoruz. Burada Hükûmete sesleniyorum: Türkiye çiftçisine, Türk tarımına sahip çıkın; çiftçiye zulmetmeyin; azarlamak, haddini bildirmek yerine şefkatle yaklaşın; problemlerini çözün; uğradığı haksızlıkları giderecek tedbirleri derhâl alın.

Bakın, cumhuriyet tarihinde ilk defa Toprak Mahsulleri Ofisi geçtiğimiz yıl fiyat açıklamadı. Ben hafta sonunda Konya’da bir tarım konferansına katıldım, şeker pancarı üreticisi feryat ediyor, buğday üreticisi büyük bir sıkıntı ve çaresizlik içerisinde, Hükûmet zaman zaman GAP’ın ismini telaffuz ediyor, GAP’la ilgili bir şeyler yaptığını ifade ediyor, ortaya koyuyor ama ülkemiz için çok büyük önem arz eden bölgesel kalkınma planlarına, bölgesel kalkınma programlarına, özel projelere, DAP gibi, KAP gibi, KOP gibi özel projelere hiçbir önem verdiğini ve önem verdiğini gösteren bir uygulama içerisinde bulunduğunu, bu konuda bütçede ciddi çalışmaların yapıldığını bugüne kadar maalesef görmediğimizi üzülerek ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün -biraz önce Değerli Meslektaşım da ifade etti- Türkiye'de temel ürünlerde çok büyük bir sıkıntı yaşanmaktadır. Buğday, pancar, ayçiçeği, pamuk başta olmak üzere et ve süt üreticilerinin ürettiği hayati olan ürünlerimiz, insanımızın eksik beslenmesinde en önemli etken olan protein yetersizliği konusunda çok büyük önem arz eden et ve süt üretimi Türkiye'de büyük bir sıkıntıyla karşı karşıyadır. Hükûmet üç yıldan beri buraya bir bütçe getiriyor. Bütçede bu rakamları mukayeseli olarak tekrar tekrar yine huzurlarınıza getireceğiz ancak Türkiye, tarım politikasında çok ciddi, çok önemli bir hata yapıyor ve tarım politikalarına verdiği önemi bütçe rakamlarıyla gösteriyor. Bakın, Tarım Kanunu’nda “Türkiye’de tarıma verilen destekler yüzde 1’den az olamayacaktır.” diye açık bir hüküm var; yine Tarım Strateji Belgesi’nde bu yüzde 1’den az olunamayacağı hususu, desteklerin bunun üzerinde tutulması gerektiği açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, üç yıldır bu yüce Meclisin huzuruna getirilen bütçede tarım destekleri yüzde 1’in altındadır ve giderek de azalmaktadır. Bu bakış açısıyla, bu politikalarla -temel ürünlerimiz başta olmak üzere- bu zengin coğrafyada, bu önemli tarım potansiyeline sahip olan ülkemizde, inanın, bu anlaşmaları uygulayacak, bu ofislerin işe yaramasını sağlayacak, toprağında ekimini yapan, üretimini yapan ne çiftçi bulabiliriz ne de o toprakları bekleyecek insan bulabiliriz.

Bu bakımdan, Hükûmetin, öncelikli tercihleri arasına sosyal ve ekonomik olarak tarım kesiminin meselelerini öncelikleri arasına mutlak surette alması çok büyük önem arz etmektedir. Burada iktidar ve muhalefet milletvekilleri içerisinde, kendi seçim bölgelerine gittikleri zaman arkadaşlarımız, hangi üretici olursa olsun, ister et üreticisi, ister süt, ister meyve-sebze, herhangi bir üretici kesiminden “Biz bu yıl geçen yıldan daha iyi durumdayız.” diye bir ifadeyle muhatap oluyorlarsa, lütfen, gelip bu yüce Mecliste, huzurunuzda ifade etsinler ama inanın her geçen gün çiftçi çok büyük bir darboğaza itilmektedir ve Türk tarımı bu şartlarda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmektedir.

Şimdi, bakın, Kurban Bayramı yaklaşıyor. Bir rakam -birçok vesileyle bu rakamları huzurlarınızda defalarca ifade ettik, gecenin bu saatinde yine rakama boğmak istemiyorum ama- sadece hayvancılıkla ilgili bir rakam vermek istiyorum: 2002’de 1 kilogram besi yemi 2 YTL idi, 2008 yılında 1 kilogram besi yemi 6 YTL’dir. 2002’de 1 kilogram et 4,5 YTL, 2008’de 1 kilogram et 7,5 YTL’dir. Yani 2002’de üretici 2 kilogram et ile 1 torba besi yemi alırken, 2008’de ancak 4 kilogram et karşılığında 1 torba yem alabilmektedir. Yani bu süre içerisinde çiftçi, gelirinin, muhtemel kazancının yüzde 50’sini kaybetmiştir.

Şimdi, bu Kurban Bayramı’nda besici satamadığı, pazarlamakta zorluk çektiği hayvanını kamyonlara yükleyecek, Erzurum’dan İstanbul’a, büyük kentlere, İzmir’e, başka kentlere “Kurbanımı satabilip, acaba evime, çoluğuma çocuğuma bir miktar geçim kaynağı sağlayabilir miyim?” diye büyük bir ümitle yola düşecek, buralara getirecek ve büyük ihtimalle de geçen yıl olduğu gibi -biz bunları çünkü çok acı bir şekilde yaşadık- yarısını satmış, yarısını satamamış olarak büyük bir sıkıntı içerisinde geri dönecek ve o büyük şehrin varoşlarında çektiği sıkıntı da cabası. Böyle bir politika anlayışıyla, böyle bir düşünceyle, böyle bir yaklaşımla Türkiye tarımının hiçbir meselesi çözülmez. Elbette ki ülkemizin yapısal, çok ciddi, önemli sorunları var, çok temel problemlerimiz var, yıllardan beri süregelen problemlerimiz var. Ancak, biz bugünkü Hükûmetten bu yapısal sorunları çözmesini artık beklemiyoruz. Biz bu bugünkü Hükûmetten çiftçinin, köylünün, üreticinin dünya ölçeğinde karşı karşıya kaldığı bu haksız durumdan, yüksek fiyat, yüksek girdi maliyeti, düşük fiyat girdabından bir an evvel kurtarılması ve nefes aldırılmasının sağlanmasını rica ediyoruz. Bu çok önemlidir, bakın, arkadaşlarımız yine ifade ettiler, bu yüce Mecliste defalarca ifade edildi. Bir özelleştirme furyasıdır gidiyor. Bugün yine gündeme geldi ve bizim grubumuz bu konuda şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin geciktirilmesi için 37’nci maddeye göre bir kanun teklifinde bulundu, ama yüce Meclisin teveccühüne mazhar olamadı, iktidar partisinin oylarıyla reddedildi. Söylenilmek istenen, yapılmak istenen şudur: Biz özelleştirmeye karşı değiliz, ama tarımsal ürünlerin değerlendirilmesinde, çiftçinin birinci sınıf hayat standartlarına kavuşturulmasında tarıma dayalı sanayiler çok büyük önem arz etmektedir. Tarıma dayalı bu sanayiler, cumhuriyetten beri bu ülkenin en önemli kazanımlarıdır. Bunların birçoğu zaten gitti. Eğer son kalan bu tesisleri de, bu kurumları da elden çıkarırsanız çiftçi adına, üretim adına, üretici adına, ham maddeyi değerlendirme adına bütün emniyet supaplarını kapatmış olursunuz. Çünkü tarımın itici gücü, tarıma dayalı sanayidir değerli arkadaşlarım. Bugün şeker fabrikaları özelleştiği zaman, 20 milyon tonlardan bugün 9-9,5 milyonlara düşmüş olan şeker pancarı üretimi inanın ciddi manada düşecek, daha da azalacak. Zaten bugün şeker pancarı üreticisi çok büyük bir sıkıntıyla karşı karşıyadır, artık ekmemeye, biçmemeye başlamıştır, çünkü kota artık bir şey ifade etmemektedir. Verilen fiyatlar ağır girdi maliyetleriyle mukayese edildiği zaman çiftçiyi artık ekemez durumda bırakmıştır. Yine bu yüce Meclisin çatısı altında ben de, bu işle ilgili uzman arkadaşlarımız da defalarca ifade ettik: Türk çiftçisi, bugün dünyanın gelişmiş ülkeleri içerisinde, Avrupa Birliği içerisinde en pahalı girdiyi, en pahalı mazotu, en pahalı gübreyi kullanan çiftçidir. Bu şartlarda, bu çiftçinin yılda 5 milyar euro destek alan bir Yunan çiftçisiyle, yılda 20 milyar dolar civarında destek alan Avrupa Birliği çiftçileriyle rekabet etmesi nasıl düşünülebilir?

Bakın, bu yüce kürsüde defalarca ifade ettik, bu yılın ilk aylarında bir küresel kriz yaşandı, bir gıda darlığı yaşandı ve gelişmiş ülkeler bunun derhâl farkına vararak, bugüne kadar birçok problemlerini halletmiş olmalarına rağmen, tarıma aşırı destek yağdırmaya başladılar. Biz, bırakın aşırı destek yağdırmayı, hak ettiğini bile çiftçiye vermekte âcizlik gösteriyoruz ve elimiz titriyor.

Bu şekilde aşırı liberal küreselci politikaların Türk tarımını, Türk çiftçisini götüreceği yer kesinlikle bir tasfiye sürecidir. Bu bakımdan, bu konuda ciddi tedbirlerin alınması ve bu politikaların derhâl gözden geçirilmesi ve yeni bir plan-program ortaya konulması gerekmektedir ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin de mutlak surette geriye bırakılması ve bu özelleştirme furyasının durdurulması gereklidir. Bakın, bu konuda, şeker fabrikalarıyla ilgili olarak zarar ettiği gerekçe gösterilmektedir. En az verimli çalıştığı iddia edilen fabrikalardan biri Erzurum Şeker Fabrikasıdır. Onun da geçtiğimiz yıl yıllık kârı 14 trilyon civarındadır. Yani bu fabrikaların devlete bir yükü de bulunmamaktadır, çünkü şeker sanayisi Türkiye'de oturmuştur ve ciddi manada, bu konuda önemli mesafe alınmıştır.

Değerli arkadaşlarım, konuşacak çok şeyimiz var. Birkaç hususu son olarak toparlayıp dikkatlerinize sunmak, çözüm olarak ifade etmek istiyorum: Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu ülkenin her meselesinde olduğu gibi bu meseleye de insan temelli millî bir tarım politikasının uygulamaya konulmasıyla başlanması gerektiğine inanıyoruz ve bunu böyle ifade ediyoruz. Vatandaşımızın yeterli miktar, kalite ve güvenilirlikte gıda temininin devletin sorumluluğunda olduğuna inanıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) – Teşekkür ederim.

Sorunun, bu problemlerin yasal ve anayasal güvence altında çözümünün muhakkak gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.

Uzun dönemde, dünyada oluşacak yeni şartlardan ve uygulanmakta olan IMF politikalarından Türk çiftçisinin, Türk ekonomisinin zarar görmemesi ve hatta durumu kendi lehlerine çevirebilmesi için, şu anda sahip olduğumuz potansiyeli değerlendirebilecek yepyeni, insan temelli millî bir tarım politikasına ihtiyacımız olduğunu ifade ediyoruz ve Hükûmetin bu konuda daha büyük bir dikkat göstermesini rica ediyoruz. Bu politikaları, insan merkezli, millî, Türkiye’nin kendi öz kaynaklarını, kendi insan materyaliyle, insan potansiyeliyle birlikte değerlendirebilecek yeni bir bakış açısını ortaya koymasını bekliyoruz.

Bu yasanın çıkması gerektiğini, destek verdiğimizi ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ertugay.

Şahısları adına söz yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben konuşacağım.

BAŞKAN – Efendim?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben söz istiyorum.

BAŞKAN – Şahsınız adına mı konuşmak istiyorsunuz?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 242 sıra sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü arasında yapılan anlaşmayla ilgili olarak şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, sayın milletvekilleri, uluslararası anlaşmalar çok önemli anlaşmalardır. Bunların bizim hukuk yapımız içindeki değeri Anayasa’da belirtilmiştir. Bunların iptali için Anayasa Mahkemesine dava açamıyorsunuz. Bunların hazırlanması safhasında çok enine boyuna tartışılması gereken ve ülke menfaatinin en iyi şekilde korunması gereken anlaşmalardır ama geçmişte de gördük, maalesef, özellikle bürokraside, çok sağlıklı, çok kaliteli, çok bilgili kişiler zaman zaman bu anlaşmaların müzakeresine katılmadığı zaman ülkemizin yararlarının çok sağlıklı olarak gözetildiğini iddia edemeyiz. Mesela şimdi bir Kıbrıs meselesi var. İşte, Kıbrıs meselesinde ne oluyor, ne bitiyor bu Meclisimizin haberi yok ve maalesef bugünkü Kıbrıs politikası… Bu Hükûmet özellikle Batılılarla sanki anlaşmış gibi. Meclisin de bilgisi olmadan, daha doğrusu Meclise bilgi verilmeden bu konu götürülüyor ama kulağımıza gelen maalesef bu politikanın çok kötü yürütüldüğü, Kıbrıs’ın geleceğinin çok kötü sonuçlara gidebileceği, Türkiye Cumhuriyeti devletinin menfaatinin gözetilmediği biçiminde çok ciddi söylentiler var. Dileriz ki böyle olmasın çünkü burada birtakım insanlar gidip de -işte, baş başa- devletin kamu görevlilerini dahi, hariciye mensuplarını dahi yanında ikili görüşmelerle getirmediklerine göre burada söylentilerin doğru olduğu konusunda bizde de önemli birtakım kanaatler beliriyor.

Değerli milletvekilleri, tarım bir ülkenin can damarıdır. Bakın, şurada bir Atatürk Orman Çiftliği vardı ve o Atatürk Orman Çiftliğinde Türkiye'nin en kaliteli sütü üretiliyordu. Ne oldu, o süt fabrikası niye kapatıldı? Niye kapatıldı? Çünkü AKP Hükûmetinin takip ettiği politika nedeniyle. Yani Atatürk Orman Çiftliğini -rant peşinde- elde etmek için oradaki bütün tesisleri yok etmeye çalıştılar. En başta işte o süt üretimi ve süt fabrikalarını yok ettiler. Atatürk Orman Çiftliğindeki o peynirler, o sütler maalesef ortadan kaldırıldı. Niye? Bunun arkasında ranttan kimin yararlandığını da biliyoruz.

Türkiye'nin en önemli kaynağı tarımdır. Kim ne derse desin. Yani topraklarımız zengin, dünyada en güzel tarımın yapılabileceği bir ülkede yaşıyoruz ama maalesef -ne edildi- tohum üretim çiftlikleri, tohum üretimi bizde ortadan kaldırıldı, hayvan ıslahevleri veyahut da hayvan ıslahına ilişkin genel müdürlükler kaldırıldı. Yani, IMF’nin, Batı’nın bu memlekette istediği bir şey var. Yani, zaten akıllı olmazsanız, birileri sizi köle gibi kullanır. Ama önemli olan, aklınızı, mantığınızı kullanırsanız, bu köleliğe elverecek bir ortam yaratılmasına engel olursunuz. Şimdi, geliyor diyor ki: “Memleketinde üretmeyeceksin. Geleceksin, üretim yapmayacaksın, üretim tesislerini kapatacaksın.” İşte görüyoruz, geçenlerde de ben burada dile getirdim. Geçenlerde Ege tarafında bir yere gittim, adam diyor ki: “Ben geçen sene 30 dönüm karpuz ektim, her karpuzun bir tanesi 30 kilodan yukarıdaydı ama bir tek karpuz satmadım. Domates tarlada kaldı.” Şimdi bu Tarım Bakanına sormak istiyorum: Burada çıkıyor, böyle çok cafcaflı laflar, çok şeyler söylüyor. Ama bu tarımın kalitesini geliştirmek için, tohumun kalitesini geliştirmek için, hayvan üretiminin kalitesini geliştirmek için ne yaptınız? Ben bir şey göremedim.

Yani, Türkiye’de, benim bölgemde, Tunceli’de çok büyük miktarda koyun besleniyor. O koyunu besleyen insanların ne kadar sıkıntı içinde olduğunu görüyoruz. Yayla ve meraların ıslahı konusunda hiçbir şey yapmıyorsunuz. O hayvan sahipleri, sürü sahiplerinden alınan, maalesef alınan o paralarla, mera paralarıyla birtakım kişiler lüks cipler alıp sefa sürüyorlar. Ama o insanlar gidiyorlar, üç yaşındaki, beş yaşındaki çocuğuyla veya bebeğiyle karlar arasında yaşıyorlar ve böyle zalimane bir hayat şartlarıyla mücadele ediyorlar. İşte, Türkiye'nin birçok gerçekleri var.

İşte, GAP’a ayırdığınız parayı bütçe açığında kullandınız. Yani, böyle bir Hükûmet, tarımını yok etmeye çalışan bir Hükûmet tarımı ıslah etmek için hiçbir faaliyet içinde olmayınca… Bu anlaşmaların da Türkiye’ye ne getirip ne götürdüğünü… Hakikaten bu düşüncelerle yönetimde bulunan bir Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin bize çok güven telkin etmeyeceğini de özellikle belirtmek istiyorum.

Şimdi, tabii, Hükûmetin başı olan kişi geçen gün grup toplantısında “Efendim, bana devletçi diyorlar.” Ya, sana ne devletçi… Bu devleti, Türkiye Cumhuriyeti devletini güçlendirmek için sen bir şey yaptın mı? Bilakis, devletin elindeki bütün malı mülkü yok pahasına ya yandaşlarına ya yabancılara özelleştirdin.

Şimdi, artık, dünyada… Bakın, Türkiye Cumhuriyeti devleti 1930’larda dünyada var olan o büyük bunalımı KİT’ler yoluyla aştı. Yani, devlet, KİT’ler kurdu, orada istihdam sahaları geliştirdi, orada fabrikalar kurdu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti o yokluktan, o kurduğu kamu iktisadi teşebbüsleri kanalıyla bu ülkede büyük sıkıntılar aşıldı ve modern bir Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Ama ne oldu? Birileri geldi, o güzelim KİT’leri yok pahasına sattı. İşte Kütahya Şeker Fabrikasını sizin milletvekiliniz bir senelik kâr pahasına aldı. Ama, bugün İstanbul Levent’te 261 metre yüksekliğinde 100 bin metrekarelik inşaat yapıyor bu milletvekiliniz. Devletin birçok kaynakları, KİT’leri yok pahasına, özellikle kendi milletvekillerinize, yandaşlarınıza satıldı. Böyle bir politikayla bu devleti nasıl yönetebilirsiniz? Siz zannediyor musunuz ki, bu millet yarına hep böyle aç kalacak, sürünecek, sizin, işte, verdiğiniz o bir torba veya on torba kömürle hep sizi alkışlayacak ve ondan sonra size saygı duyacak? Yarın bu millet sokağa çıktığı zaman burada sizler de yaşayamazsınız, bizler de çok sıkıntıya gireceğiz.

Gelin, herkes aklını başına toplasın, bu memleketin geleceğinin üzerinde çok ciddi tedbirler alalım. Mesela, bu özelleştirilen KİT’leri tekrar alalım. Bugünkü borsa fiyatları üzerinden alalım. Telekom'u tekrar geriye alalım, niye almayalım ki, bir engel yok ki. Çünkü, adam, aldı Telekom'u… Şu cep telefonları…

Şimdi, cep telefonlarına, her gün, her vatandaş, en azından o cep telefonunun fiyatının yarısı kadar vergi veriyor. Bu vergiler hazineye gidiyor mu gitmiyor mu? Bunlar geliyor mu gelmiyor mu? Yine, bakın, Telekom’da 100 bin tane işçi çalıştırabiliriz. Arkadaşlar, cep telefonlarında 100 bin tane işçi istihdam edebiliriz. Yine, bunun gibi, şeker fabrikalarını geriye alalım, oradaki o tarım arazilerini işletelim. Yani, Türkiye'nin geleceği üretime bağlı. Yine buna bağlı olarak o kapattığımız Sümerbanklardaki o arazileri yine geri alalım. Bakın, bunlar belki sizden birilerine -tabii, yandaşlarınıza- büyük bir rant sağlamış ama bunlar Türkiye Cumhuriyeti devletinin can damarlarıdır. Bu can damarlarını kestiğiniz zaman yarına sizin de damarlarınız kesilir. Onun için, bunu, gelin aklımızı başımıza alalım, burada her şeyi gerçek yönüyle konuşalım. Evet, sizin yandaşlarınız çok büyük kazanç vurdular.

Şimdi, geçen gün de bir vergi affını getirdiniz. Vergi affını getirerek dediniz ki, işte, kaynakları, adam zulada ne kadar para biriktirmişse getirip güya size güvenecek beyanname verecek. İşte, yüzde 5, yüzde 2 ile devletin katrilyonlarından vazgeçtiniz. Böyle bir anlayışla, böyle bir yapıyla, böyle bir düşünceyle bu memleket yönetilemez, bu memleketin yönetimi de size bırakılamaz. Yani devri iktidarınızda çok büyük vergi kaçakçılıkları yapıldı, havadan çok para kazanıldı. Ondan sonra hem havadan para kazanacaksınız, alın teri dökmeden para kazanacaksınız, bir de ondan sonra getireceksiniz bunun vergisini de affedeceksiniz, vergi almadan affedeceksiniz.

Arkadaşlar, bunların hepsini göreceğiz. Onun için, gerçekten devrinizde… Ya, ben anlamıyorum…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) - …340 milletvekilisiniz, ne olur bir gün şu grubunuzu bir kapalı oturumda bir… İşte, genel başkanlar konuştuktan sonra grubunuzda bir kapalı oturumda bir tenkit edin, “Yahu, bu memleket nereye gidiyor, ekonomisi nereye gidiyor, bu iç ve dış borçlar nasıl böyle büyüdü, bu paralar nereye gitti?” 300 milyar dolar sizin zamanınızda para alındı, iç ve dış borç arttı. Bu paralarla hangi tesis yapıldı, hangi üretim yapıldı, hangi fabrika yapıldı?” Yani bilmem birkaç kilometre yol yapmakla bu memleketin meselesi hallolmadı ki! Yani bunları enine boyuna tartışın. Bunların hesabını sormanız lazım. Ha, diyorsunuz ki 340 milletvekilimiz var, kimse bize hesap sormuyor.

Arkadaşlar, güç kimsede kalmaz. Bakın, siz IMF’ye eğer boyun eğerseniz Türkiye’yi felakete götürmüş olursunuz. İster bilirsiniz ister bilmezsiniz, bu IMF’yle anlaşmaya gitmeyin. IMF’yle anlaşmaya gittiğiniz zaman Türkiye'nin sonunu felakete götürürsünüz, bunun da altında hepiniz kalırsınız.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç.

Soru-cevap işlemine geçiyoruz.

Sistemde bir tek Sayın Öğüt’ün soru soracağı görünüyor.

Sayın Öğüt… Yok galiba.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Bir açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Mehdi Eker Hükûmet adına açıklama yapacaktır.

Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Arasında Anlaşmanın Onaylanmasına Dair Kanun Tasarısı Türkiye açısından çok önemli. Bu aslında Türkiye'nin geldiği noktayı gösteriyor. Ne demek bu? Türkiye altmış senedir Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatının üyesi ve elli dokuz yıl boyunca Türkiye bu teşkilattan yardım alan bir ülke durumundaydı; hem teknik yardım, teknik projeler ve bilgi vesaire konularında, birçok projede Türkiye, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatından yardım alıyordu, destek alıyordu. Bizim sağladığımız imkânla, yaptığımız anlaşmayla Ankara’da Orta Asya Alt Bölge Ofisini kurmakla Türkiye bu alanda pozisyon değiştirdi. Yani artık Türkiye yardım alan bir ülke değil, yardım eden bir ülke durumuna geldi. Ne demek? Türkiye, belirtilen altı ülkede -ki bunlar Orta Asya’daki Türk ülkeleri, Azerbaycan dâhil- bu cumhuriyetlerde tarımsal projelere, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin belirleyeceği, şartlarını belirleyeceği, kabul edeceği, onaylayacağı projelere beş yıl süreyle 10 milyar dolarlık yardım yapıyor. Tabii bunların, ülkelerin hepsinin Rusça konuşan ülkeler olması hasebiyle de Türkiye, aynı zamanda bu bölgede diğer ilişkilerini de bu vesileyle geliştirme imkânına sahip olmuş olacak.

Şimdi, değerli milletvekilleri, aynı zamanda, bu ülkelerin başkentlerinde bulunan TİKA ofisleri Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatının temas noktaları da olacak. Yani bu vesileyle Türkiye, hem tarım alanında hem diğer birçok alanda bu ülkelerde etkinliğini artırmış olacak ki son derecede önemli ve bu, bizim Hükûmetimiz döneminde FAO’yla yapılan bir anlaşmayla sağlanan imkânla, sağlanan katkıyla bu Ofisin temin edilip Ankara’da açılmasıyla birlikte Türkiye bu imkâna kavuşmuş oldu. Dediğim gibi, en önemlisi, Türkiye artık yardım alan bir ülke değil yardım eden bir ülke konumunda.

Bundan sonra tabii sadece bu altı ülke ile sınırlı olmayacak buralardaki faaliyetler. Alt Bölge Ofisi, bu Anlaşma’nın onaylanmasıyla birlikte aynı zamanda bu bölgedeki, diyelim Orta Doğu’daki veya yakın havzadaki diğer ülkelere de bu şekilde yardım etme imkânına kavuşmuş olacak.

Değerli milletvekilleri, tabii, tarımla ilgili konular ne zaman gündeme gelse değerli milletvekillerimiz çıkıp tarım konusunda, hakikaten, çok uç diyeceğim değerlendirmeler yapıyorlar. Bunlar çoğunlukla haksız değerlendirmeler ve subjektif değerlendirmeler. Yani Türkiye’deki tarımsal küçülmeyi, sanki Türkiye’de kuraklık yaşanmamış gibi, otuz yıllık, belki daha fazla bir dönemdeki en şiddetli kuraklık yaşanmamış gibi, bundan dolayı ürün kaybına uğranmamış gibi, sadece, bunu, kalkıp -sanki- “tarım politikaları yanlıştı o nedenle Türkiye’de tarım küçüldü” buna getirip bağlamak son derecede yanlıştır.

Bakın, Türkiye, 2006 yılında 20 milyon ton buğday üretti, 2007 yılında 17,2 milyon ton, 2008 yılında da 17,8 milyon ton buğday üretti. Şimdi, sadece buğdayda bu yaklaşık 3 milyon ton, arpada 2,5 milyon ton… Bunlar, Türkiye’deki tarımsal küçülmenin temel nedeni olarak dikkate alınması gereken faktörler, önce bunu dikkate alalım.

Şimdi, değerli arkadaşlar, hükûmet politikası şu şekilde tarımı belirler, destekler: Eğer, biz, devraldığımız noktaya göre tarıma verilen desteği azaltsaydık dediğiniz doğruydu veya Türkiye’deki tarımsal verimliliği, tarım ürünlerinin verimliliğini, tarım sektörünün verimliliğini geriye doğru götürseydik dediğiniz doğru olurdu. Ama bunlar doğru değil çünkü Türkiye’de tarım sektörü verimliliği arttı. Türkiye 2002 yılında 22 milyar dolarlık tarımsal üretim hasılasına sahip iken, bugün, bütün kuraklığın olumsuz etkilerine rağmen, Türkiye'nin tarımsal üretim değeri 49-50 milyar dolar seviyesine çıktı. Şimdi, bu kadar ekonomik kriz oldu, dünyada gıda krizi oldu, otuz dört tane ülkede gıda kriziyle ilgili bir sürü sıkıntı yaşandı, Türkiye’de, hamdolsun, bu sıkıntılar yaşanmadığı gibi, aynı dönemde Türkiye yaklaşık 9-10 milyar dolarlık da ihracat yaptı, tarım ürünleri ihracatı yaptı. Bunları da görmemiz lazım.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Çiftçi sizin gibi düşünmüyor Sayın Bakanım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şimdi…

Çiftçi çok iyi, çiftçi iyi ve iyiye gidiyor.

Şimdi, bakın, Türkiye’de…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Çiftçiye gidip soralım o zaman. İyiye giden sizsiniz.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - …Türkiye’de 2002 yılında buğday üreticisinin maliyetinin yüzde 27’si desteklenirken 2007 yılında yüzde 32’si desteklendi. Mesela, mısırın yüzde 13’ü desteklenirken 2006’da yüzde 35’e kadar çıktı desteği, çeltiğin yüzde 5’i desteklenirken yüzde 17’ye çıktı. Bu arada çeltik üretimi de, mısır üretimi de tarihî rekorlar kırdı. Şimdi, bütün bunların aslında örneklerini çoğaltmak mümkün. Ne zaman tarımdan bahsedilirse değerli muhalefet milletvekillerimiz çıkar, burada işte “Tarım öldü, bitti.” derler, biz de çıkarız, bunlara aslında bunun böyle olmadığını anlatırız.

Şimdi, ben bugün bunlara uzun boylu girecek değilim, zamanınızı da bunlarla alacak değilim ama şunu söylemem gerekiyor. Sayın Genç’in söylediği birtakım bilgiler var, burada onlara cevap vermemiz gerekiyor. Sayın Genç “AOÇ’de dünyanın en güzel sütleri üretilirdi, en iyi sütleri üretilirdi. AOÇ süt fabrikasını kapattınız.” dedi. Bu doğru değil Sayın Genç. Biz AOÇ’nin süt fabrikasını kapatmadık. Aksine, 1 milyon dolarlık bir yatırımla orası rehabilite edildi, yenilendi, ürün çeşitleri arttı ve şu anda da AOÇ’nin ürünleri de piyasada en çok istenen, arzu edilen ürünler arasında. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, dedi ki yine, “Hayvan ıslah müesseselerini kapattınız.” Değerli milletvekilleri, biz hayvan ıslah müesseselerini kapatmadık. Aksine, bunları geliştirdik. Nasıl geliştirdik? Hemen arz edeyim: 83 milyon YTL Türkiye’de 2002’de, devraldığımız dönemde hayvancılık desteği vardı. Geçen sene bizim hayvancılıkla ilgili verdiğimiz destek 1,3 milyar YTL. Peki bununla ne yapıldı? Şu yapıldı: Türkiye’nin süt üretimi 8,4 milyon tondan 12,3 milyon tona çıktı. Hayvanlarda uygulanan suni tohumlama 624 binden 2 milyon 750 bine çıktı.

Meradan bahsedildi. Denildi ki: “Mera ıslahı hiç yapılmadı.” denildi. 68 bin dekarda mera ıslahı yapılmıştı biz hükûmeti devraldığımızda. Bizim dönemimizde 540 bin dekara çıktı bir yılda yapılan mera ıslah çalışması. Koyunlarla ilgili, diğer hayvanlarla ilgili… “Tohum faaliyetleri durduruldu.” dendi. Kesinlikle bu doğru değil. Aksine, Türkiye’de örneğin sertifikalı tohumluk kullanımını da, üretimini de ilk defa destekleme kapsamına alan bizim Hükûmetimiz ve 2002 yılında Türkiye’de 75 bin ton sertifikalı buğday tohumluğu kullanılırken bugün 300 bin ton kullanılıyor. Sadece buğdayla ilgili değil, diğer bütün ürünlerle ilgili olarak da bu konuda ilerleme sağlandı çünkü hem tohumculuğun sektör kanunu çıkarıldı hem tohumculukla ilgili bitki ıslahçı hakları kanunu çıkarıldı, tohumculuk patent kanunu ve hem hibrit sebze tohumculuğunda çok önemli mesafeler katedildi bizim uyguladığımız projeyle hem de diğer hububat tohumluklarında bu faaliyetler yapıldı.

Dolayısıyla değerli arkadaşlar, tarımla ilgili olarak yapılan değerlendirmeler, yüce milletin de zaten takip ettiği gibi, onların da takdir ettiği gibi, aslında tarım sektörü geriye değil ileriye gidiyor, verimliliği azalmıyor, verimliliği artıyor. Dünyanın bütün ülkelerinde, dünyanın gelişmiş bütün ülkelerinde tarım nüfusu azdır, azalır. Amerika Birleşik Devletleri’nde çalışan 100 kişinin 2 tanesi tarımda çalışır, Avrupa Birliğinin 27 ülkesinin toplamında yüzde 4’tür yani 100 çalışanın 4 tanesi tarımdadır. Önemli olan verimli çalışmaktır, önemli olan kaliteli, yüksek standartta üretim gerçekleştirmektir, bunu sağlamaktır. Yoksa tarım nüfusunuzun çok olması çok kalkınmış olduğunuzun, çok gelişmiş olduğunuzun göstergesi değildir.

Şimdi, desteklemelerle ilgili olarak da 1,8 milyar YTL’den devraldık 2002 yılında, bugün 5,5 milyar. Bu yıl kuraklık desteğiyle birlikte yıl sonu itibarıyla 5,9 milyar liraya baliğ oluyor ve bizi şununla suçlayan arkadaşlarımız, yani “Efendim, siz tarıma desteği millî gelirin işte yüzde 1’inin altına düşürdünüz.” diyen kardeşlerimiz şunun hesabını yapmıyorlar veya yapmak istemiyorlar: Bakın, OECD teşkilatının değerlendirmesine göre Türkiye’nin -ki o rakamlar geçerlidir uluslararası kuruluşlar nezdinde, uluslararası değerlendirmelerde o rakam esas alınır-  tarıma verdiği destek millî gelirinin yüzde 2,8’idir. Biz, tarıma yapılan sulama yatırımını niye tarım desteği saymıyoruz? Tarıma çiftçiler için ödenen zirai kredi faiz sübvansiyonlarını niye tarım desteği olarak saymıyoruz? Tarımda Türkiye’deki üretici zarar görmesin diye yaptığımız yüksek gümrük uygulamaları ve bu vesileyle sağlanan artış, gelir artışı niye tarımsal destek olarak sayılmıyor, bana söyleyin. Şimdi, bunlar da tarım desteğidir ve bunu hesapladığımız zaman  -OECD’nin rakamlarını söylüyorum ben- Türkiye’nin tarımsal desteği yılda 5,5 milyar değil 18 milyar YTL’dir. Bunu da hesaba katalım. Bizim gönlümüz Türk çiftçisinin daha çok kazanmasıdır, gelirinin daha çok artmasıdır, daha yüksek bir rekabet düzeyine sahip olmasıdır. Biz bunun için çalışıyoruz. Bunun için çalışıyoruz ki özellikle üreticilerin ürünlerini değerlendirmeleri konusunda gerek soğuk muhafaza gerek ambalajlama, işleme, paketleme tesisleri gerek soğuk nakliye gibi gerek verimliliği artırmada çok büyük bir faktör olan damla sulama gibi altyapı yatırımları da ilk defa bizim dönemimizde destek kapsamına alındı ve geçen iki yıl içerisinde milyonlarca dekar alanda damla sulama tesisi kuruldu, yeni meyve bahçeleri tesis edildi.

Bir hususu daha size ifade etmem gerekiyor: Bizim desteklediğimiz sertifikalı fidan uygulamaları ve bunlarla meyve bahçesi tesisinde değerli milletvekilleri, 200 milyon fidan kullanıldı. Sadece bunun 40 milyonu zeytin fidanıdır ve Türkiye’nin zeytin ağacı varlığı 99 milyondan 140 milyon ağaca çıktı bizim Hükûmetimiz döneminde, bizim sağladığımız desteklerle.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakanım, hiçbiri yerinde yok şimdi.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Biz sadece bugünü değil, bundan yirmi sene sonrasını da, otuz sene sonrasını da düşünüyoruz, uygulamalarımızı, politikalarımızı buna göre alıyoruz.

Şimdi, dünyada elbette ki işte gübre fiyatı arttı, azaldı. Son iki ayda azalıyor. Dileriz, temenni ederiz ki bu daha çok azalsın. Yine, petrol fiyatları iniyor, çıkıyor ve burada biz isteriz ki elbette, Türk çiftçisi daha ucuz bir fiyata girdi sağlasın, daha ucuz bir fiyata üretim yapsın. Bunu biz de istiyoruz elbette ama ithal ettiğimiz ürünlerle ilgili olarak tabii ki zaman zaman hakikaten bizi de üzen uygulamalar ortaya çıkıyor. Bu, genellikle dünya konjonktüründen, dünyadaki gelişmelerden kaynaklanıyor. Buna yapabileceğimiz şey bunu artırmaktır. Bu nedenle de 2009 yılında bizim Türk çiftçisine vereceğimiz mazot ve gübre desteği 1,3 milyar YTL olacaktır; o şekilde biz planladık. Dileğimiz, temennimiz, bu sene, şu anda olduğu gibi yağışların, hava şartlarının devam etmesi, yani bir kuraklık problemiyle karşı karşıya kalmamamız ve karşı karşıya eğer kalmazsak da inşallah, tekrar, işte 2007 öncesindeki durum gibi birçok üründe ileri noktaya çıkabiliriz.

Şimdi, arkadaşlarımız bir noktayı… İşte “Efendim, buğdayı, pamuğu söyleyin, esas ürün bunlardır.” diyor. Doğrudur. Biz buğdayla ilgili olarak da, pamukla ilgili olarak da zaten rakamları her fırsatta söylüyoruz. Bu pamuk üretiminde bir miktar –alanda özellikle- kayma var, bir miktar azalma var, 200 bin hektar civarında ama değerli arkadaşlarım, o alandan çok daha fazlası mısır üretimine gitti. Neden? Çünkü çiftçi şunun hesabını yapıyor: Hangi ürün benim için daha avantajlı, hangi ürün benim için daha kârlı. Eğer daha az masraflı, daha az maliyetli bir ürün görürse -ki mısırla pamuk arasında böyle bir ilişki var- o zaman pamuk yerine mısır ekiyor. Burası serbest üretimin yapıldığı, serbest ticaretin yapıldığı bir ülke. Dolayısıyla, eğer bir üretici gelir düşüncesiyle veya daha yüksek kâr beklentisiyle bir üründen bir ürüne kayıyorsa buna da denilecek elbette ki bir şey yoktur. Ama sebze-meyve üretiminde, genel olarak, beş yıllık süre içerisinde 10 milyon tonluk bir ilave üretim gerçekleşti Türkiye’de. Bizim Hükûmetimizde bizim uyguladığımız politikaların bunda önemli etkisi var, katkısı var. Çünkü meyve-sebze ihracatı da, yaş meyve-sebze ihracatı da arttı ve her gün bu alandaki kalite de daha artıyor, uluslararası standartlara daha çok yaklaşılıyor. Bu alanda da çok büyük gelişmeler var. Dolayısıyla hem sebze-meyvede hem endüstri bitkilerinde hem yağlı tohumlarda hem hububatta hem hayvancılıkta, biz bunları birlikte, Türkiye’nin menfaatlerini önceleyerek, Türkiye’nin çıkarlarını gözeterek bunları daha iyi bir noktaya getirme gayreti içerisindeyiz. Bugüne kadar, beş yıl içerisinde uyguladığımız politikalar da esasen bizi büyük ölçüde bu hedefe doğru götürdü. Bundan sonra da biz yine doğru olanı doğru şekilde yapmaya devam edeceğiz.

Ben, bu kanunun Türkiye için önemli olduğunu, Türkiye’nin bu kanun vasıtasıyla, vesilesiyle gerçekte bu alanda sınıf atladığını, alıcı ülke olmaktan çıkıp yardım eden ülke durumuna geldiğini tekraren ifade etmek istiyorum ve hem Hükûmet hem iktidar hem de muhalefet partilerinin değerli milletvekillerine katkıları için çok teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Eker.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Efendim?

GÜROL ERGİN (Muğla) – Efendim, ben söz istiyorum. Gerekçem şudur: Sayın Bakan, biraz önce, tarım desteklerinin Hükûmetleri döneminde yüzde 1’in altına düşürüldüğünü ifade ettiğimizi söyledi. Bizim söylediğimiz o değil. İzin verirseniz iki dakika içinde açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurunuz.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, konuşmasında konuşmacıların tarım desteğinin bu hükûmetler döneminde yani AKP hükümetleri döneminde yüzde 1’in altına düşürüldüğünü söylediğimizi ifade ettiler. Hayır, ben konuşmamda “Bu hükûmetler yani AKP hükûmetleri döneminde tarım desteği yüzde 1’in altına düşürüldü.” demedim. Şunu söyledim, dedim ki: “Hem Tarım Yasası’nı çıkarıyorsunuz, burada ‘Tarım desteği gayrisafi millî gelirin yüzde 1’inden az olamaz.’ diyorsunuz hem de sürekli olarak bu oranın altında bir destekle tarımı destekliyorsunuz.” Rakamları da verdim, yüzde 0,85’lerle başladı yüzde 0,49’a kadar indi.

Şimdi bir düzeltme de yapmak istiyorum. Sayın Bakan diyor ki: “OECD Türkiye’de tarım desteklerinin yüzde 2,8 olduğunu ifade ediyor.” Orada ifade edilen destek ile bizim Tarım Yasası’nda yazılı olan destek farklı anlamlar ifade etmektedir. Tarım Yasası’nda yazan destek resmen, net olarak, tarım desteği olarak bütçeden gayrisafi millî hasılaya oranla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜROL ERGİN (Muğla) – Tamamlayabilir miyim efendim?

BAŞKAN – Tamam, cümlenizi tamamlayınız.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Şimdi efendim, OECD’nin söylediği yüzde 2,8 bütçede tarıma verilen destekler yanında tarımla ilgili yapılan bütün çalışmalarda harcanan parayı ifade eder ve bu 90’lı yıllarda Türkiye’de yüzde 2,8’in 2 ve 3 kat üstündeydi. Sayın Bakan buradaki rakamla yasaya koymuş oldukları rakamı karşılaştırıyor. Bu -çok özür dileyerek Sayın Bakandan söylüyorum- bir bakanın elmayla armudu anlayamaması anlamına geliyor.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ergin.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER (BM) GIDA VE TARIM ÖRGÜTÜ (GTÖ) ARASINDA GTÖ ORTA ASYA ALT BÖLGE OFİSİ ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti adına 27 Temmuz 2006 tarihinde imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (GTÖ) Arasında GTÖ Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşması”nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Gruplar adına söz? Yok.

Şahıslar adına söz? Yok.

Soru-cevap için Sayın Öğüt, buyurunuz.

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.  Aracı-lığınızla Sayın Bakanıma bir soru tevcih edeceğim.

Sayın Bakanım, şu anda tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplumumuz çok korkunç durumda krizden etkilenmiş. Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine çiftçilerin borçlarından dolayı bir erteleme var mı? Borçlarının faizlerini silecek misiniz? Bunu halk ve çiftçiler sabırsızlıkla bekliyor, bir.

İkincisi: Kurban nedeniyle büyük şehirlere getirilen hayvanlar için şu anda belediyeler tarafından yer satılıyor ve bu yerler çok fahiş fiyatla satılıyor. Bazı kurban satıcıları bu yerlerin paralarını ödeyemedikleri için belediyelerden yer alamıyorlar. Alanlar da hayvanlarını çamur içerisinde beklet-mek zorunda kalıyorlar. İnsanlar orada hayvanlarıyla yatıp hayvanlarıyla kalkıyorlar çok kötü koşullar içerisinde. Belediyelere bir talimat vererek kurban hayvanı satılan yerlerde daha uygun şekillendirme yapılabilecek mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öğüt.

Sayın Şandır…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, zannediyorum, son günlerde veya son bir ay içerisin-de Genel Kurulda, bu kürsüde en çok sizi dinledik. Her dinlediğimizde de biraz da ezberledik. Tarıma verdiğiniz destekleri, tarımdaki gelişmeyi, üretim artışını konuşuyorsunuz. Verdiğiniz rakamlara inanmak durumundayız, bir şey söylemiyorum ancak bir şey soruyorum: Ben Mersin Milletvekiliyim. Mersin’de narenciye bugün kaç liraya satılıyor? Bu narenciyeyi, limonu bu çiftçi kaça üretti ve şimdi kaça satabiliyor? Bu durumdaki çiftçinin durumuna iyi diyebiliyor musunuz? Narenciye üretiminin, narenciye çiftçisinin durumu iyidir diyebiliyor musunuz? Bunu açıklar mısınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şandır.

Sayın Çalış…

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, açıklamalarınızı dinledik. Bu açıklamalarınıza göre gerçekten çiftçimiz zatıalinizin bakanlığında ve Hükûmetinizin altı yıllık döneminde son elli yılın en güzel zamanını yaşamış. Gerçekten öyleyse 2,5 milyon köylü köyünü niye terk etti?

İkinci bir sorum: Altı yıl önce küçükbaş hayvan fiyatı, bir koyunun, kuzunun, keçinin fiyatı neydi, bugün ne Sayın Bakanım? Ayrıca, altı yıl önce yem fiyatları neydi, ilaç fiyatı neydi? Lütfen bunu da bir göz önüne alın da bizlere bir daha anlatın, biz de dinleyelim, vatandaşlarımız da dinlesin.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çalış.

Buyurunuz Sayın Eker.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, tabii ben konuşmamda tarıma verilen desteklerin sadece bütçe içerisindeki doğrudan, nakdî desteklerden ibaret olmadığını söyledim. Elmayı da armudu da bilirim, ikisini birbirine karıştırmadım, karıştırmıyorum da. Şimdi, ben şahıs ismi de ağzıma almadım, herhangi bir kişiyi, ne Sayın Ergin’i kastederek cevapladım, o sözleri ifade ettim; genel olarak muhalefete mensup milletvekillerimizin çıkıp konuşurlarkenki ifadelerine atıfta bulundum.

Şimdi, bu bir değerlendirme. Dünyanın gelişmiş bütün ülkelerinde OECD bir hesaplama yöntemi yapar ve bunun adı tarımsal destektir, tarıma verilen destektir, tarıma verilen katkıdır. Bu şekilde Türkiye için de bu rakam veriliyor. Biz, tabii, burada bunun da dikkate alınması gerektiğini söylüyoruz. Söylediğimiz bundan ibaret. 

Sayın Ensar Öğüt’ün “Çiftçi borçları ertelenecek mi?” şeklinde…

Sayın Öğüt, biz, Hükûmetimiz döneminde çiftçi borçlarını yeniden yapılandırdık 2003 yılında, geldiğimizde. Türk çiftçisinin o dönemin parasıyla 2,7 katrilyon borcu vardı ve biz bunun 1,5 katrilyonunu sildik, 1,2 katrilyonu da yeniden yapılandırıldı ve bu ertelenen, yapılandırılan borçlar da büyük ölçüde geri geldi. Şu anda, bizim gündemimizde çiftçilerimizin borçlarının ertelenmesiyle ilgili bir çalışma yok.

Şimdi, şunu bu arada söylemem gerekiyor:  2008 yılının ilk on ayında 7 milyar YTL’nin üzerinde Ziraat Bankası kaynaklarından çiftçilere kredi kullandırıldı, geçen sene de 6 milyar YTL’nin üzerinde kullandırıldı ve bu kredilerin yüzde 98’e yakın kısmı geri geldi. Yani çiftçi -ki 1 milyonun üzerinde  çiftçi- bu kadar kredi kullandı ve kullandığı kredinin de geri ödemesini yaptı. Hem Ziraat Bankasına hem tarım ve kredi kooperatiflerine olan çiftçi borçları çok yüksek düzeyde yani öncekilerle kıyaslanmayacak şekilde… Örneğin, 2002 tarihinde yüzde 38’lerdeydi bazı oranlarda geri dönüş nispeti, şimdi yüzde 98’lere çıktı. 

Belediyelerin kurbanlıklarla ilgili satışı… O, her ilçe belediyesinin kendisini ilgilendiren, onlarla alakalı bir şey. Bizim, tabii, orada, Tarım Bakanlığı olarak müdahalemiz, buradaki getirilen hayvanların sağlık kontrollerinin yapılması, dolayısıyla sağlıksız, hasta veya pasaportsuz, kulak küpesiz hayvan varsa bunların tespit edilmesi, bunlara müdahale edilmesi yönündedir.

Şimdi, doğrusu şunu ifade etmemiz gerekiyor: Tabii, bu kurbanlık satış yerlerinde de bundan diyelim beş altı yıl öncesine, on yıl öncesine göre de çok büyük gelişmeler var, çok büyük ilerlemeler var, onları da dikkate almamız lazım.

Sayın Şandır’ın narenciyeyle ilgili sorusuna değinmek istiyorum. Narenciyeyle ilgili olarak biz, Hükûmet olarak, geçen sene de, bu sene de gerekli desteği sağlıyoruz; geçen sene sağladık, bu sene de sağlıyoruz.

Şimdi, tabii, arz dönemlerinde, özellikle arzın yüksek olduğu dönemlerde ki Türkiye’de maalesef bu son derecede sıkışık bir dönemdir. Örneğin, İspanya gibi altı aya neredeyse yayılmıyor. Bu da bizdeki çeşit azlığından kaynaklanıyor, bizim daha önceden yapılmış, dikilmiş bahçelerimizin durumundan kaynaklanıyor. Biz bir yandan şimdi bunu değiştirmeye çalışıyoruz, öte yandan da soğuk hava depoları vesaire ile onlara yüzde 50 hibe destek sağlamak suretiyle bu imkânı geliştirmeye, ambalajlama, paketleme tesislerine, işleme tesislerine yüzde 50 hibe destek vermek suretiyle yine onlara da katkı sağlıyoruz.

Bir de ihracatı kolaylaştırmak için ayrı bir destek veriyoruz. Onu zatıaliniz de bilir. Yani onların bazen detayını vermemiz de gerekmiyor. Ama bu sene yeni bir düzenleme ile daha önce sadece ihracatçı ve mahsuplaşma şeklinde yapılan düzenleme üretici lehine biraz daha iyi bir noktada olacak şekilde şu anda imzada, yapılıyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 400 liraya satılıyor.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Çalış “Eğer herkes çok iyiyse neden 2,5 milyon köylü köyünü terk etti?” diyor.

Tabii, bu sorunun cevabını aslında tarih bütün gelişmiş ülkeler için veriyor, verdi. Çünkü dünyanın her yerinde tarım nüfusu, gelişmiş ülkelerin hepsinde tarım nüfusu azdır ve azalıyor. Dolayısıyla önemli olan, orada, tarımda çalışan insan yüzdesinin yüksek olması değil, orada verimli üretim yapılmasıdır. Eğer orada zaten gizli işsiz olarak bulunuyorsa o zaten orada, bulunduğu yerde işsizdir. Daha iyi yaşam koşulları eğer şehirde bulunabiliyorsa, oraya gidiyorsa o zaten kendi takdiridir. Bu tabii, tarım sektöründen çok, tarım sektörünün sorunundan çok diğer sektörlerin, sanayi sektörünün, hizmet sektörünün, Türkiye'deki  genel düzeyin, genel yapının bir sorunudur; onu da bizim dikkate almamız gerekiyor.

Tabii, fiyatlar, ürünler pariteler arasında değişir yani bir sene bir ürünle bir girdi arasındaki parite ürün lehine pozitifken öbür sene bu arz-talep durumuna göre, ürünün bolluğuna göre veya azlığına göre değişebiliyor. Orada bizim yapabileceğimiz, yapmamız gereken şey burada destek sağlamaktır. O desteğin de biz imkânlar ölçüsünde en iyisini yapıyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Eker.

1’inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Madde üzerinde Sayın Zeki Ertugay grubumuz adına konuşacak.

BAŞKAN – Madde üzerinde grup adına Sayın Zeki Ertugay.

Buyurunuz efendim.

MHP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın milletvekilleri, yürürlük maddesi üzerinde söz almak çok âdet değil ama Sayın Bakanın açıklamalarından sonra bir soru süresi içerisinde açıklama imkânım olmadığı için bu hakkımı bu madde üzerinde kullanarak ifade etmek istiyorum.

Şimdi, tabii, biz burada birtakım iddialar ortaya koyuyoruz, Türk tarımının, Türk çiftçisinin içinde bulunduğu şartları, vahim durumu, sıkıntılarını ifade ediyoruz. Haklı olarak Sayın Bakan da çıkıp savunmasını yapıyor ancak bu savunmayı yaparken tabii onun da bakan olarak çok dikkatli olması lazım. Aşağı yukarı bir yıldan beri bu yüce kürsüde, tarım kesiminin sorunlarıyla ilgili olarak söz alıp bu kürsüye her çıkışımızda ısrarla dile getirdiğimiz husus şudur: Türk çiftçisinin, Türkiye’deki üreticinin her geçen gün alım gücü azalmaktadır. Yani geçen yıl aldığı gübreyi bugün daha yüksek fiyatla almaktadır, geçen yıl sattığı ürünü bu sene aynı fiyatla veya belki aynı fiyatın altında... Mukayeseli olarak sunduğumuz zaman -biraz önce et örneğinde verdiğim gibi- geçen yıl 1-2 kilogram et karşılığında bir torba yem alabilirken bu sene 4 kilogram et karşılığında alabilmektedir. Sayın Bakanın bunlara cevap vermesi lazım. Bu örnekleri, sayısız olarak bütün ürünler için, bütün girdiler için mukayeseli olarak defalarca verdik. İnşallah bütçe görüşmelerinde de bunları çok net olarak ortaya koyacağız. Sayın Bakanın bunlara cevap vermesi lazım. Yani, bu ekim döneminde DAP gübresini 2.200 liradan vatandaş toprağında kullandı, geçen yıla göre çok astronomik bir fiyat farkıyla kullandı, şimdi ekim dönemi bitti, şu anda gübre fiyatı yüzde 30 civarında düştü. Böyle bir çaresizlik, böyle bir sıkıntı içerisinde üretim yapan bir Türk çiftçisi var.

Bu destek miktarına gelince: Sayın Bakanım, sizin kendinizin de bütçede kullandığınız rakamlarınız var. Biz ısrarla diyoruz ki Tarım Kanunu’nda da, Tarım Strateji Belgesi’nde de “Çiftçiye verilen doğrudan desteklerin toplamı yüzde 1’den az olamaz.” denilmektedir ve siz de bütçede kullandığınız rakamlarda, mesela “geçen yıl yurt içi gayrisafi hasılanın yüzde 0,7’si, işte bu sene yüzde 0,85’i.” diye aynı rakamı kullanıyorsunuz, yoksa endirekt olarak yapılan desteklerden kimse bahsetmiyor. Belki siz de doğruyu söylüyorsunuz, siz başka bir şey söylüyorsunuz, bizim söylediğimizin cevabı değil Sayın Bakanım. Biz direkt olarak, ürün desteği olarak, girdi desteği olarak çiftçiye yapılan doğrudan desteklerin Tarım Strateji Belgesi’nde ve Tarım Kanunu’nda, sizin bu yüce Mecliste çıkardığınız kanunda öngördüğünüz, taahhüt ettiğiniz yüzde 1’i vermemenizden bahsediyoruz ve bunun için de zaman zaman şöyle ifadeler kullandık: “Kanuna uymamak suretiyle suç işliyorsunuz.” Bu bakımdan sizin de bu konuda bizi tatmin etmeniz, muhalefeti ikna etmeniz yetmez. Bu yüce Meclisin çatısı altında buradaki çoğunluğu belki şu anda bu ifadelerle tatmin edebilirsiniz ama bunu çiftçimiz dinliyor, bunu çiftçimiz her yerden takip ediyor ve kendisi bizzat yaşıyor. “Ateş düştüğü yeri yakar.” derler. Biz de Anadolu’yu dolaşıyoruz, her gittiğimiz yerde bütün insanlar, herkes, üretici, toprağını artık ekemez hâle gelmiş ve toprağını terk ediyor. Nüfus azalmadan… Elbette ki Amerika’da 2 kişi çalışıyor, 98 kişiyi besliyor. Avrupa Birliğinde 4 kişi tarımda çalışıyor, 100 kişiyi besliyor. Ama Türkiye'nin tarımsal potansiyeli son derece yüksek, bu ülkede yüzde 30’lar civarında tarım istihdamının olması, yüzde 30’lar civarında nüfusun olması ve 6 milyon 400 bin civarında tarım istihdamı olması bu şartlarda belki bu ülkenin, belki değil, bu ülkenin şu anda sigortası. Çünkü bu insanlara, bu işsizlik ortamında, büyük şehirde, sanayide, bir başka sektörde istihdam imkânı yaratamadınız, veremediniz. Bizim bu vesileyle burada ifade ettiğimiz tarım nüfusuyla ilgili konularda dikkat çektiğimiz husus, tarım nüfusundaki azalmanın çok yüksek hızda seyretmesidir. Bu, çaresizlik hâlinde bir kaçışı ifade etmektedir, toprakları terk edişi ifade etmektedir. Buna tedbir geliştirin, buna çare bulun diye bunları ifade ediyoruz.

Sabrınız için teşekkür ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ertugay.

Soru-cevap için Sayın Bulut, Sayın Enöz ve Sayın Çalış sisteme girmişler.

Buyurunuz Sayın Bulut.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakanım, zeytinyağına verdiğiniz 20 kuruş desteğe karşın, zeytinyağı üreticisi kilosunu 4,5 liradan satmak zorunda ve bu parayla zeytinyağından para kazanamıyorlar. Domatesi 6 kuruştan sattılar. Dolayısıyla, tarım üreticileri bu çerçevede önünü göremez hâle geldiler. Tarımı bu anlamda planlayarak önümüzdeki yıl ülkemizin ihtiyacı kadar ürünün belirli bölgelerde yetiştirilmesi adına böyle bir planlama yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bulut.

Sayın Enöz

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, bir uluslararası sözleşmeyi görüşsek de sizi bulmuşken tabii ki tarımın sorunlarıyla ilgili ihtiyaçlarımızı size bildirmek zorundayız.

Sayın Bakanım, şimdi mısır üreticilerimiz maalesef çok kötü durumda. Ben de Manisa’da mısır üretimi yapan bir kişiyim. Geçen yıl mısır hasat mevsiminde 420 bin liradan satılmıştı mısırlarımız. Bu sene ise gidin bakın, ki hasat mevsimi de birkaç ay geçti öyle olmasına rağmen, şu anda 380 bin lira mısırın kilosu. Değerli Bakanım, vermiş olduğunuz 4 yeni kuruş prim maalesef telafi edici olmaktan çok uzak. Temel girdilerin ne kadar yükseldiğini siz bizden iyi biliyorsunuz. Bu bakımdan, bu 4 yeni kuruş pirimin en azından 8 veya 9 yeni kuruşa çıkartılması noktasında bir çalışmanız var mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Enöz.

Sayın Çalış…

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, Anadolu’da gittiğimiz yerlerde çiftçilerimiz, doğrudan gelir desteğinin dekar başına giderek azaltılmasından şikâyetçiler. 2002 yılı ile 2007 yılını karşılaştırdığımız zaman dekar başına verdiğiniz destek nedir? Bunun azaltılmasının gerekçesi nedir Sayın Bakanım?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çalış.

Sayın Çelik…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Sayın Bakana benim de bir sorum olacak. Özellikle tohumculuk konusunda Türkiye'nin ciddi anlamda dışa bağımlı hâle geldiğini, getirildiğini görüyoruz. Sayın Bakanın bu konuda, tohum ıslah çalışmaları yönünde acaba bize bir açıklaması olabilir mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelik.

Buyurunuz Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Şimdi, tabii, Değerli Milletvekilimiz zeytinyağıyla ilgili bir konuyu dile getirdi. Buradaki fiyat ilişkisinden ve acaba bir bölgesel planlama, ürün planlaması gibi bir şey düşünülüp düşünülmediğini sordu.

Değerli arkadaşlar, tabii, biz, ilk defa, Türkiye'de gerçek bir üretim planlamasının karşılığı olacak şekilde çok geniş bir çalışma yapıyoruz. Bu, son aşamasına geldi. Özellikle, Türkiye'de bölgeler itibarıyla, üretim havzaları itibarıyla, gerek toprak haritaları gerek iklim verileri gerek ürün deseni gerek sanayi kapasitesi, işleme kapasitesi, bütün bu faktörlerin hepsini birden değerlendirip buna göre hangi bölgede en yüksek verimlilikte hangi ürünler yetişir alternatif olarak? Bir tek ürünle veya iki ürünle sınırlı olmamak kaydıyla en az dört beş ürünü dikkate alacak şekilde bir çalışma yapılıyor ve bu tabii çok ayrıntılı, çok detaylı bir çalışma ve cumhuriyet tarihindeki, tarımla ilgili, bu manada yapılan en kapsamlı, en geniş, en detaylı çalışma. Bu, son noktasına geldi. Tamamlandığında da biz bunu zaten sizlerle, yüce Meclisle ve milletimizle paylaşacağız.

Şimdi, mısır üretimiyle ilgili Sayın Enöz’ün söylediği husus… Tabii “380 bin” diyor. Tabii burada bizim belirlediğimiz –bildiğiniz gibi- bir fiyat var. Şimdi bakın, biz, belirli bir standartta bir fiyatla alıyoruz. Ne kadar bu? Bunu biliyorsunuz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 430 bin lira.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – 430… Müsaade edin. 430 bin lira biz fiyatla şu anda alıyoruz. Bugün itibarıyla da 700 bin tona yakın biz mısır aldık. Artı…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 430 bin lira.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Müsaade edin efendim, bu limittir. Hiçbir zaman tarihinde… Yani bütün mısırlar, Türkiye’deki ne kadar mısır varsa hepsi 430 bin liradan olacak… Böyle bir şey olur mu?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – 430 bine gitmiyor.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Yani böyle bir şey hiçbir zaman hiçbir ürün için olmadı.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bir rakam açıklıyorsunuz ama onun altında gidiyor.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Olur mu efendim? Orada bir standart belirlenir, o standart temeldir, o standarda göre fiyat belirlenir ve o standartla ödenir.

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Sayın Bakanım, Toprak Mahsulleri Ofisi hepsini almıyor mısırın.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Artı, 40 bin lira da biz prim veriyoruz. Dolayısıyla, 470 bin liraya, bu, karşılık gelen bir ödeme.

Sayın Çalış, yine “DGD giderek azaltılıyor.” diyor.

Sayın Çalış, Türkiye’de biz hükûmete geldiğimiz zaman sadece doğrudan gelir desteği ödeniyordu; 83 milyon lira hayvancılık ve yem bitkileri desteği ödeniyordu ve 186 milyon da prim ödemesi vardı. Yani yağlı tohum, pamuk vesaire. Hani sık sık söyleniyor ya, işte, pamuk öldü, bitti vesaire. Bunun dışında, bir de 42 milyon lira çay desteği veriliyordu. Türkiye’de bundan başka destek yoktu. Yani doğrudan gelir desteği, hayvancılık desteği ki çok cüzi bir şey, yüzde 4,4’ü bunun, çay desteği, o da bunun yüzde 2’si oranında ve prim ödemesi 186 milyon. Şimdi, biz bunları, üretimi, verimliliği artıracak şekilde hem yeni teknolojiler hem altyapı hem girdi desteği… Mesela bunlara girdi desteği diye bir destek yoktu, 2003’te biz başlattık. Yani mazottan şikâyet ediyoruz sürekli. O zaman mazot fiyatları artmıyor muydu? Artıyordu. Gübre fiyatları artmıyor muydu? Artıyordu. Faizler yüzde 59 değil miydi? Yüzde 59’du. Ama her sene artmasına rağmen sadece o dönem doğrudan gelir desteği ödeniyordu. Bugün öyle bir şey yok. Bugün hem girdi destekleri sağlanıyor hem diğer… Mesela prim 1,2 milyar YTL’ye çıktı. Hayvancılık yüzde 4,4’ten yüzde 24’e çıktı. Türkiye’de hayvancılık üvey evlattı tarım içerisinde. Bunların hepsi detaylı bir şekilde artırıldı. Onun için biz şunu söyledik… Zaten bizim Hükûmet Programı’mızda da var ve millet de bize bunun için oy verdi. O politikayı biz baştan söyledik, dedik ki: “Biz geldiğimizde halkın ‘tarla parası’ diye nitelendirdiği desteği -yani doğrudan gelir desteğini- biz kaldıracağız, ürüne destek vereceğiz.” Ve dediğimizi de yaptık, sözümüzü de tuttuk. Onun için doğrudan gelir desteğini kaldırdık.

Tohumculukla ilgili olarak da Sayın Çelik’in sorusu… Tabii Türkiye’de tohumculuk faaliyeti de gerçekte geriye gitmiyor, aksine ileriye gidiyor. Bunu her türlü, gerek sebze tohumunda gerek hububat tohumluğunda gerekse diğer alanlarda… Türkiye'nin dışa bağımlılığı giderek azalıyor. Örneğin daha önceden, mesela 2004 yılında biz kanunu çıkardığımızda yüzde 90 oranındaydı Türkiye'nin hibrit sebze tohumunda dışa bağımlılığı. Bugün içeriden tedarik edilen kısmı yüzde 25 yani uyguladığımız projeyle ve bu, 2010, 2011 yılında yüzde 50, yüzde 60 seviyesine çıkacak çünkü bu bir yılda yapılacak bir şey değil; bir yıldan çok fazla; üç yıl, dört yıl, beş yıl süren çalışmalar.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Eker.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’ncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde gruplar ve şahıslar adına söz yok.

Soru-cevap kısmına geçiyoruz.

Sayın Işık, buyurunuz.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Bakanlar Kurulu üyelerinden milletin size yüzde 47 oy verdiğini en fazla dile getiren Bakan sizsiniz. Hiç çiftçiye gidip sordunuz mu size onun için mi oy verdi yoksa başka nedenleri var mı? Bu konudaki tespitinizi söyleyebilir misiniz?

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.

Sayın Coşkun, buyurunuz.

HAKAN COŞKUN (Osmaniye) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma aracılığınızla bir şey sormak istiyorum: 2002 yılında doğrudan gelir desteği yüzde 85 olarak uygulanıyordu, diğerleri girdi desteği olarak uygulanıyordu. Şu an Sayın Bakanım, enflasyon oranında artırsaydınız bunu, 35 bin YTL doğrudan gelir desteği vermek zorunda kalıyordunuz, bunun miktarı da 7,7 milyar YTL’ydi, yüzde 85 olacaktı. 7,7 milyar YTL’den şu an fazla mı destek veriyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Coşkun.

Sayın Tankut, son…

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, 2002 yılında çiftçimiz 1 litre mazot için kaç kilogram buğday satmak zorunda kalıyordu, şu an -geçtiğimiz yıl- 1 litre mazot almak için çiftçimiz kaç kilogram buğday satmak zorunda kalıyor? Açıklarsanız memnun olurum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tankut.

Buyurunuz Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Önce şunu söyleyeyim: Tabii “yüzde 47”yi en çok söyleyen ben değilim ama varsayın ki benim, ben bir Hükûmet üyesiyim ve bununla iftihar ediyorum. Evet, partimiz yüzde 47 oy aldı ve inşallah, dönem sonunda bunun doğru olduğunu hep beraber anlayacağız yani onu başka partilerle karıştırmayın.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Düşerse ne yapacaksınız?

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Düşerse ne olacak?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – O, milletin takdiridir. Milletin takdirine denecek hiçbir şey yok.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - O zaman nasıl izah edeceksiniz?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Biz demokrasiye inanıyoruz, milletin takdiri neyse o olur.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakanım, o zaman politikalarınızın yanlış olduğunu göreceğiz.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Değerli milletvekilleri, tabii, doğrudan gelir desteğinin… İşte, yüzde 85 oranında bir hesap yapıldı, doğrusu bu hesaba ben katılmıyorum. Yalnız size bir şey söyleyeyim: Cari fiyatlarla bizim tarımsal desteklerde yaptığımız artış yüzde 206, dolar bazında yüzde 265 ve sabit fiyatlarla da, 1994 fiyatlarıyla da yüzde 54,2 ortalama bizim artışımız.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Eker.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Arasında Orta Asya Alt Bölge Ofisi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucu:

Oy sayısı:        242

Kabul:              239

Ret:                     3(x)

Tasarı böylece kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek üzere, 3 Aralık 2008 Çarşamba günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 22.51

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                   

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.