DÖNEM: 23 YASAMA YILI: 3 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ CİLT : 28 2’nci Birleşim 7 Ekim 2008 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- YOKLAMA IV. - OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1.- TBMM Başkan
Vekili Şükran Güldal Mumcu’nun, 23’üncü Dönem Üçüncü
Yasama Yılı çalışmalarına başlarken, dünyayı etkileyen ekonomik krize ve
ülkemizde cereyan eden terör olaylarına ilişkin konuşması V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz’ın,
küresel krize karşı alınacak tedbirlere ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet
Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı 2.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, TBMM’nin yeni yasama
yılına başlamasına ve son günlerde ülkemizde cereyan eden terör olaylarına
ilişkin gündem dışı konuşması 3.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, terör ve sınır
güvenliğine ilişkin gündem dışı konuşması VI.-
ÖNERİLER A) Siyasi Parti Grubu Önerileri 1.- 284 ve 138
sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının görüşmesinin, Genel
Kurulun 7/10/2008 Salı günkü birleşiminde yapılmasına;
gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel
Kurulun 8/10/2008 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim
konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin
AK PARTİ Grubu önerisi VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler 1.- Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 Milletvekilinin,
Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve 25 Milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 38 Milletvekilinin, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha
Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu
ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un; Türkçedeki
Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi
İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/35,
43, 49, 70) (S. Sayısı: 284) 2.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış ve 29 Milletvekilinin, Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 Milletvekilinin, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 22 Milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21
Milletvekilinin, Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 Milletvekilinin, Kırklareli
Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili
Oktay Vural ve 19 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 33
Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 Milletvekilinin, Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 27 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 Milletvekilinin, Küresel Isınmanın Etkileri ve
Su Kaynaklarının Sürdürülebilir Yönetimi Konusunda Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/1, 4,
5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) (S. Sayısı: 138) VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sayıştayda istihdam edilen sözleşmeli personele ilişkin
sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in
cevabı (7/4748) 2.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın personele yapılan promosyon ödemesine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı
(7/4749) IX.-
KOMİSYONLAR BÜLTENİ 1.- 1.1.2008
tarihinden 30.6.2008 tarihine kadar komisyonlara gelen, neticelenen ve kalan
işler I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açıldı. Vefat eden
İstanbul Milletvekili Osman Gazi Yağmurdereli için
bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. TBMM Başkanı
Köksal Toptan, Ramazan Bayramı’nın kutlandığı bu günde, yeni yasama yılının
ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı olmasını
dileyen bir konuşma yaptı. Açış konuşmasını
yapmak üzere Genel Kurulu teşrif eden Cumhurbaşkanına, Başkanlıkça “Hoş
geldiniz” denildi. İstiklal Marşı
söylendi. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, 23’üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı açış konuşmasını yaptı. 7 Ekim 2008 Salı
günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 15.49’da son verildi.
No.: 2 II.- GELEN KÂĞITLAR 6 Ekim 2008 Pazartesi Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun 1.- 1.8.2008
Tarihli ve 5803 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ve Anayasanın 89 uncu ve
104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi (1/683) (Anayasa ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.8.2008) Tasarılar 1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Avrupa Toplulukları Komisyonu Arasında Katılım Öncesi Yardım Aracı
(IPA) ile Temin Edilen Yardımın Uygulanması Çerçevesinde Türkiye Cumhuriyetine
Sağlanan Avrupa Topluluğu Mali Yardımlarıyla İlgili İşbirliği Kuralları Hakkında
Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/635)
(Plan ve Bütçe; Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 31.7.2008) 2.- Rekabetin
Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/636)
(Avrupa Birliği Uyum ve Adalet ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.7.2008) 3.- 2000 Tarihli
Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Kirlenme Olaylarına Karşı Hazırlıklı Olma,
Müdahale ve İşbirliği Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/637) (Çevre; Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008) 4.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Felaketlerin Sonuçlarının
Önlenmesi, Sınırlandırılması ve Hafifletilmesi Alanında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/639) (Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 27.8.2008) 5.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Arasında Tarım Alanında Teknik,
Bilimsel ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/640) (Tarım, Orman ve Köyişleri
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.8.2008) 6.- Türkiye
Cumhuriyeti ile İsviçre Konfederasyonu Arasında Gelir Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının ve Eki Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/641) (Plan ve Bütçe ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.8.2008) 7.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Ticari ve Ekonomik
İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/642) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.8.2008) 8.- Afet
Sigortaları Kanunu Tasarısı (1/643) (Adalet; Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.8.2008) 9.- Uluslararası
Kalkınma Hukuku Örgütünün Kuruluşu Hakkında Anlaşmaya Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/644) (Adalet ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.9.2008) 10.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Fransa Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/645) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008) 11.- Dünya Posta
Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/646) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008) 12.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Arasında Elektrik Mübadelesi Hakkında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/647)
(Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008) 13.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Mercosur Arasında Bir Serbest Ticaret
Alanı Kurulmasına Yönelik Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/648) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.9.2008) 14.- Türkiye
Cumhuriyeti Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Yeni
Zelanda Tarım ve Ormancılık Bakanlığı Yeni Zelanda Gıda Güvenliği Otoritesi
Arasında Sağlık Hususlarında İşbirliği Konusunda Düzenlemenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/649) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24.9.2008) 15.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Guatemala Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret ve
Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/650) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008) Teklifler 1.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun ve 23 Milletvekilinin;
Belediye Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/314)
(İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
28.7.2008) 2.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner ve 5 Milletvekilinin;
Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/315)
(Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.9.2008) 3.- Muğla
Milletvekili Gürol Ergin ve 13 Milletvekilinin; 5179 Sayılı Gıdaların Üretimi,
Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek
Kabulü Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/316)
(Adalet ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30.7.2008) 4.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın; Kıyı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/317) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30.7.2008) 5.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman ve 2 Milletvekilinin; 26/09/2004
Tarih ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/318) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:1.8.2008) Tezkereler 1.- Merkezi
Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2007 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/521) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15.9.2008) 2.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/522) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008) 3.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/523) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008) 4.- Adana
Milletvekili Necdet Ünüvar’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/524) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
4.8.2008) 5.- İzmir
Milletvekili Taha Aksoy’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/525) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008) 6.- Afyonkarahisar Milletvekili Veysel Eroğlu’nun
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/526) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.8.2008) 7.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/527) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008) 8.- Bitlis
Milletvekili Cemal Taşar’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/528) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.8.2008) 9.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldız’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/529) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008) 10.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/530) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.8.2008) 11.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/531)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008) 12.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yaman’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/532) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008) 13.- Isparta
Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/533)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008) 14.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/534) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.9.2008) 15.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/535) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.9.2008) 16.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/536) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.9.2008) 17.- Elazığ
Milletvekili Feyzi İşbaşaran’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/537) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.9.2008) 18.- Diyarbakır
Milletvekili Gültan Kışanak’ın
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/538)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12.9.2008) 19.- Hatay
Milletvekili Fuat Çay’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/539) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008) 20.- Diyarbakır
Milletvekili Aysel Tuğluk’un Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/540) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.9.2008) 21.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/541) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.9.2008) 22.- İstanbul
Milletvekili Bayram Ali Meral’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/542) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008) 23.- Mardin
Milletvekili Ahmet Türk’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/543) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008) 24.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/544) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.9.2008) 25.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik ve Batman Milletvekili
Ayla Akat Ata’nın Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/545) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008) 26.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/546) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.9.2008) Geri Alınan Sözlü Soru Önergesi 1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Ballıca Mağarasının turizm kapasitesinin
geliştirilmesine ilişkin sözlü soru önergesini 24/9/2008
tarihinde geri almıştır. (6/931) No.: 3 7 Ekim 2008 Salı Tezkere 1.- Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin, Irak’ın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör Tehdidinin ve
Saldırılarının Bertaraf Edilmesi Amacıyla, Sınır Ötesi Harekat
ve Müdahalede Bulunmak Üzere, Irak’ın PKK Teröristlerinin Yuvalandıkları Kuzey
Bölgesi ile Mücavir Alanlara Gönderilmesi ve Görevlendirilmesi İçin Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 17.10.2007 Tarih ve 903 Sayılı Kararıyla Hükümete
Verilen Bir Yıllık İzin Süresinin Anayasa’nın 92 nci
Maddesi Uyarınca 17.10.2008 Tarihinden İtibaren Bir Yıl Süreyle Uzatılmasına Dair
Başbakanlık Tezkeresi (3/547) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.9.2008) 7 Ekim 2008 Salı BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN
(Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Değerli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2’nci Birleşimini açıyorum. III. - Y O K L A M A BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için üç
dakika süre veriyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN - Toplantı
yeter sayısı vardır. IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1.- TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal
Mumcu’nun, 23’üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı çalışmalarına başlarken, dünyayı
etkileyen ekonomik krize ve ülkemizde cereyan eden terör olaylarına ilişkin
konuşması BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, görüşmelere geçmeden önce, kısaca birkaç noktayı söylemek
istiyorum: 23’üncü Dönemin
Üçüncü Yasama Yılı çalışmalarına başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu yasama yılında
da yoğun bir çalışma süreci içerisinde olacağız. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin değerli üyelerinin bu temponun üstesinden geleceğine inanıyorum.
Ancak, yeterince olgunlaşmış, kolay anlaşılabilir ve uygulanabilir, yürürlüğe
girdikten kısa süre sonra düzeltme gereği duyulmayacak yasa çıkarmanın da çok
yasa çıkartmak kadar önemli olduğunu dikkatlerinize sunuyorum. Yüce Meclisin
sayın üyeleri, bu yasama yılını, ekonomisi çok güçlü bilinen ülkelerde başlayan
ve 1929 bunalımından da büyük kabul edilen bir ekonomik çalkantı ortamında
açıyoruz. Ülkemizin bu krizden de etkilenmemesi veya olabildiğince az
etkilenmesi benim de temennimdir. Ancak, Amerika Birleşik
Devletleri’nde bile dev bankaların, büyük sigorta şirketlerinin devlet
tarafından kurtarıldığı bu ortamda bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyük Önder Atatürk tarafından atılan ekonomik
temellerindeki mantığın ne kadar doğru olduğu, daha da önemlisi, günümüzde
çeşitli iç ve dış çevrelerce iddia edilenin tersine modasının da geçmemiş
olduğu görülmektedir. En gelişmiş ekonomilerin bile karşısında
güçsüzleştiği ve devleti yeniden yardıma çağırdığı bu ekonomik krizin
kapitalist sistemin sınırsız kâr güdüsünden kaynaklandığı, bizzat bu güdüyü
kutsallaştıran çevrelerin de bugün ister istemez kabul ettikleri bir gerçektir.
Bu anlayışın, siyasi, sosyal, insani düzeyde nelere yol açtığını ise
milyarlarca insanın sürüklendiği sefalette, savaşlarda ve nihayet acımasız
terörde çırılçıplak görmek mümkündür. Kendi ülkesinde gerçekleştirilen terör
saldırılarını gerekçe yaparak dünyayı kaosa sürükleyen
ve milyonlarca masum insanın kanına giren küresel çıkar çevreleri, kendi
ülkeleri dışında meydana gelen terör saldırılarının önlenmesi için ise iş
birliği bir yana, çıkarları gerektiğinde tereddüt etmeden o terörü
desteklemekte, çok zorda kalınca da kupkuru, soğuk, ruhsuz kınama mesajlarıyla
yetinmektedirler. Bugüne kadar terörün her türlüsüyle ve
bölücü terör yoluyla öldürülen bütün yurttaşlarımız gibi, 3 Ekim 2008 günü Aktütün Sınır Karakolumuza yapılan son terör saldırısında
yitirdiğimiz evlatlarımız bizim için ruhsuz mesaj malzemeleri değil, ulusal
birliğimizi ve bütünlüğümüzü yok etmekten yarar uman, bu amaçla kan dökmeye
doymayan güçlerin gök ekin gibi biçtiği ve acısını yüreğimizde derinden
hissettiğimiz çocuklarımız, kardeşlerimiz, sevdiklerimiz ve eşlerimizdir. Çok
iyi bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş harcında “ülkede yaşayan
herkesin eşit vatandaş olması” ilkesi vardır, bu yüce Meclis bu anlayışla
kurulmuştur. Ayrılıkçı terörün hedefi ise ülkemizdeki bu ulusal birlik ruhunu
yok etmek, kardeşi kardeşe kırdırmaktır. Terörün hâkim olduğu ülkelerde
anayasaların ve parlamentoların da demokrasiye kendilerinden beklenen sağlıklı
katkıyı vermesi çok zordur. Terör demokrasinin de düşmanıdır. Sayın
milletvekilleri, gözlerimiz kör değilse bu gerçekleri görmek, kulaklarımız
sağır değilse terör nedeniyle yitirdiklerimizin yakınlarının çığlıklarını
duymak, ellerimiz var ise bu oyunu boşa çıkarmak için kardeşliğe uzatmak
zorundayız. Bu duygu ve
düşüncelerle, şehitlerimize rahmet, yakınlarına ve tüm ulusumuza başsağlığı
diliyorum. Yüce Meclise ve
siz değerli üyelerimize başarılı bir çalışma yılı diler, saygılar sunarım. (AK
PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Sayın
milletvekilleri, şimdi görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, küresel krize karşı alınacak tedbirlere ilişkin söz isteyen İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz’a
aittir. Buyurunuz Sayın
Korkmaz. Süreniz beş
dakikadır. (CHP sıralarından alkışlar) V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları 1.- İstanbul Milletvekili Esfender
Korkmaz’ın, küresel krize karşı alınacak tedbirlere
ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye, küresel
süreçten en yüksek cari açığı vererek en zararlı çıkan ülke oldu. Eğer önlem
alınmaz ise bu defa da küresel krizden en fazla kan kaybeden ülke olacaktır.
Maalesef, Türkiye’de kriz maliyetinin derin ve kalıcı olacağını gösteren
unsurlar bulunmaktadır. Bunların başında Hükûmetin
beklentileri iyi yönetemiyor olması gelmektedir. Hükûmet,
küresel kriz önünde ve yaşadığımız üretim ve istihdam sorunları karşısında
bugüne kadar inandırıcı ve ikna edici bir program ortaya koyamadı, tersine
“Alınacak önlemler varsa alınır.” şeklinde yuvarlak laflar ekonomik
beklentileri olumsuz etkiledi. Kriz kapıda iken “Fabrikaları Doğu’ya taşıyın.”
şeklindeki bir önlemi kimsenin ciddiye alması mümkün değildir. Öte yandan, Hükûmet terörle, anarşiyle mücadelede güven vermedi ve
nihayet yolsuzluğun belgeli boyutta tartışılması kamu vicdanını rahatsız etti,
güven bunalımı doğurdu. Bu sorunun temel çözümü siyasi iktidarın değişmesidir,
ancak kriz kapıda iken acil olarak uzun vadeli program yapmak ve kısa vadeli
önlemler almak şarttır. Uzun vadeli dinamik bir yapısal dönüşüm programı
hazırlanarak ekonomik ajanlar ikna edilmelidir. Bu planın hedefleri şunlar
olmalıdır: Ekonomide reel
sektör ile aşırı şişen ve hatta balon yapan finans sektörü arasındaki denge
yeniden sağlanmalı, bu aşamada reel sektöre konjonktürel
canlanmayı ve büyümeyi sağlayacak şekilde destek verilmelidir. Devleti yeniden
yapılandırmak ve güçlendirmek gerekir. Kamu
hizmetlerinde toplumsal yararı öne çıkarmak gerekir. Bunun için de devletin
altyapı yatırımlarını yapması gerekir. Özellikle eğitim ve sağlığa devletin
daha çok kaynak ayırmasının ve bizzat bu hizmetleri yapmasının gereği son
sosyal güvenlik yasası ile Türkiye’de artık iyice anlaşılmıştır. Doğal tekellerin
ve sosyal faydası yüksek olan altyapı yatırımlarının özelleştirilmesinden
vazgeçmek gerekmektedir. Devletin
ekonomiye yalnızca finans penceresinden bakmasına son vermek gerekir. Devlet Planlama
Teşkilatına daha fazla işlerlik kazandırmak gerekir. Hazinenin bütçe
açıklarını gizleme aracı olarak kullanılmasının önüne geçilmelidir. Devlet
borçlarının tasfiyesi hazineden ayrı bir borç idaresi kurumuna verilmelidir. Merkezî devlet ve
mahallî idareler arasındaki yetki ve sorumluluk yeniden tarif edilmelidir. Devlette
şeffaflık getirilmeli, İhale Yasası yolsuzluğa imkân vermeyecek şekilde yeniden
düzenlenmeli ve tüm kamu kurumları bu kapsama alınmalıdır. Üretimde yüzde
70’e çıkan ithal ara malı girdi oranını düşürmek gerekir. Bu plan dışında hızlı
olarak yapılması gereken ekonominin potansiyel döviz açığına bir çözüm
getirmektir. Bu potansiyel döviz açığını kapatmak için -gerek cari açık gerek
dış borçlanma gerekse kısa vadeli borçlar, bu açıkları kapatmak için- alınması
gereken kısa vadeli tedbirler şunlar olmalıdır: Türkiye’de
yerleşik veya dışarıda yerleşik Türk vatandaşlarının tasarruflarını Türkiye’ye
çekmeliyiz. Bunun için, Hükûmet sıcak parayı açıkça tercih etmekten vazgeçmelidir.
Sıcak paraya verdiği sıfır vergi gibi avantajları Türk vatandaşlarının
tasarrufları için de vermeli ve rekabet eşitliği sağlanmalıdır. Mevcut uygulamada
tasarrufların yurt dışına çıkması daha kolaydır. Kara para ve teröre destek
gibi yasal olmayanlar hariç dışarıdan gelecek Türk vatandaşlarının
tasarruflarına kolaylık sağlamak gerekir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. ESFENDER KORKMAZ
(Devamla) – 50 bin YTL üstü güvence dışında, mevduattan tespit edilecek bir
sigorta primi kesilerek isteyen mudinin mevduatının
tamamı güvence altına alınmalıdır. Dalgalı kur
sisteminin altı aylık bir geçiş sürecinden sonra tamamen bırakılması, yerine
kontrollü kur sisteminin ikame edilmesi gerekiyor. Bu süreçte Merkez Bankası,
döviz ihaleleri yoluyla döviz kurlarının zaman içinde aşırı artışına yahut
aşırı düşüşüne müdahale etmelidir ve istikrarı sağlamak için gerekli önlemleri
almalıdır. Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Korkmaz. Hükûmet adına, Devlet
Bakanı Sayın Mehmet Şimşek cevap verecektir. Buyurunuz Sayın
Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yakın dönemde
hain saldırıda şehit olan bütün vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara
da Allah’tan acil şifalar diliyorum, yakınlarına da sabırlar diliyorum. Tabii, dünya çok
büyük bir krizle karşı karşıya ve kriz hiç kimsenin tahmin edemediği kadar
derin ve büyük. O açıdan, Değerli Hocamızın önerileri için teşekkür ediyorum
kendisine. Yalnız, bir konuda farklı düşünüyoruz. Tabii ki hiçbir ülke, hiçbir
firma ve hiçbir birey dünyada yaşanan ve bu kadar yüksek boyuttaki bir krize
karşı bağışık değildir. Hepimiz, Türkiye dâhil olmak üzere, belli ölçüde
etkileneceğiz. Bunu başından beri söylüyoruz. Yalnız, Türkiye’ye etkileri en
aza indirmek için, en az bir seviyede tutmak için de gerekli olan birçok şeyi
yaptık, yapıyoruz. Bakın, sadece ve
sadece son sekiz ay içerisinde, aslında uzun vadeli, dinamik bir programın
bütün unsurlarını ortaya koyduk. Bir istihdam reformu yaptık. Amaç,
Türkiye’deki şirketlerin rekabet gücünü artırmak; amaç, o istihdam reformu
çerçevesinde istihdamı artırmak, teşvik etmek ve aynı zamanda kayıt dışılığı
azaltmak. Bir enerji piyasası reformu yaptık. Amaç, arz
güvenliğini sağlamak; tabii ki, amaç, dışa bağlılığı azaltmak, özellikle ülkenin
öz kaynaklarını ön plana çıkarmak. O şu anda uygulamada. Bir sosyal
güvenlik reformu yaptık. Çünkü, bakın, 2009 yılında
muhtemelen sosyal güvenlik sistemine piyasadan borçlanarak aktaracağımız para
henüz kesinleşmemekle birlikte, yani 45, belki de daha yüksek, milyar YTL
olacak. Türkiye bu genç nüfusuyla bu kadar yüksek açık veremez ve bu nedenledir
ki bütün taraflarla bir araya geldik ve bir sosyal güvenlik reformu yaptık.
Belki sosyal güvenlik reformu bu açıkları temelden kaldıramayacak ama uzun vadede
dengeleri iyileştirmeye yönelik çok önemli bir adım. Yine,
Türkiye’deki en büyük sorunlardan bir tanesi katma değeri düşük olan ürünlerde
yoğunlaşmamız. Ne yaptık? Araştırma-geliştirme reformu yaptık ve bu sayede hem
özel sektör hem kamu kanalıyla daha fazla ARGE, daha fazla yenilikçilik ve daha
yüksek katma değerli ürünlere geçiş için bir zemin hazırladık. Yani, aslında
orta ve uzun vadeli yeni bir programın bir sürü unsurunu biz ortaya koyuyoruz.
Eğitime öncelik veriyoruz. Bütçede en büyük imkânı 2009 yılında da yine Millî
Eğitim Bakanlığı alacak. Sağlıkta aslında bir anlamda bir devrim yaşanıyor.
Neden? Çünkü on sekiz yaşına kadar bütün vatandaşlarımızın, bundan sonra, ister
çalışsın çalışmasın, devlet çalışamayanların primlerini ödeyecek, on sekiz yaşına
kadar herkes sağlık sigortası kapsamında olacak. Reel sektöre de
tabii ki desteği artırmamız lazım ve nitekim 2009 bütçesinde -inşallah
göreceksiniz- esnafa olan -hazine ayağından ben konuşuyorum- faiz desteğini çok
önemli ölçüde artıracağız. Tabii ki bu krize
karşı bağışıklık yok. Fakat bu krizin etkilerini sınırlamak için daha başka ne
yapmamız lazım? Bu aslında bir programımızın olduğunu gösteriyor ama ben, daha
pratik, biz ne yapıyoruz, ne yapmamız lazım, onunla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.
Her şeyden önce,
aslında biz bu krize şu an bir tepki vermiyorsak, uzun bir süredir temelleri
sağlamlaştırmaya yönelik adım attığımızdan dolayıdır. Bakın, bu sene bütçe
açığı ve dolayısıyla hazinenin borçlanma gereği hedeflenenin altında olacak.
Bütçe açığı hedeflenenin altında olacak ve sadece bu sene değil, son üç dört
yıldır, bütçe açığı, Avrupa Birliği tanımıyla, yüzde 1’in altında. Yani, kamu
sektörünün borç dinamikleri iyileşiyor, bir endişe kaynağı olmaktan çıkmış ve
bu nedenledir ki, dünyada bu kadar büyük bir kriz yaşanırken Türkiye’deki
etkileri şu ana kadar son derece sınırlı oldu. Kamu borçlanma gereği son birkaç
yıldır eksi, sıfıra yakın devam ediyor. Bunları
koruyacağız. 2009 yılı bütçesinde biz özellikle mali disiplini devam
ettireceğiz. Ama bu arada tabii ki altyapı yatırımlarına da öncelik vermeye
devam edeceğiz. Bu sene bizim Ulaştırma Bakanlığına verdiğimiz toplam kaynak
yaklaşık 5 katrilyon liradır. O nedenledir ki, Türkiye’deki çok şeritli yol
miktarı cumhuriyet tarihinde Dolayısıyla, biz,
altyapıya tabii ki öncelik veriyoruz. Hem bir yandan yollarımızın kalitesini de
artıracağız, demir yollarımızı yapacağız, limanlarımızı da geliştireceğiz.
Havacılıkta zaten Türkiye gerçekten yaptığı uygulamalarla çok önemli bir aşama
kaydetti. Bütçe disiplini korunacak, öncelik yatırımlara verilecek. Ama tabii
ki kaynaklar burada sınırlı. İnşallah, önümüzdeki yıllarda sosyal güvenlik
sistemindeki iyileşmelerle birlikte Türkiye, kaynağının daha fazlasını tabii ki
o şekilde eğitime, altyapıya harcayabilsin. Yine finans
sistemimizin en büyük bir kısmını oluşturan bankacılık sektörü, Batı’daki,
etrafımızdaki birçok ülkeye göre çok daha sağlam ve geçmişle
karşılaştırılamayacak kadar sağlam; sermaye yeterlilik oranı yüksek, aktif
kalitesi son derece yüksek. Bakın, yılın ilk yarısı itibarıyla problemli
kredilerin toplam kredilere oranını, genel karşılıkları da dikkate alırsanız
yüzde 0,3’tü. Yani hem genel karşılıkları itibarıyla tabii ki iyi bir
noktadayız, aktif kalitesi iyi. Sermaye yeterlilik oranında bankalarımızın
yüzde 12’lik bir sermaye yeterlilik oranının altına düşmesine biz izin
vermiyoruz, düşerlerse şube açmalarına izin vermiyoruz. Hâlbuki yasal olarak
gerekli oran yüzde 8. Yine kârlılık
oranları yüksek, yılın ilk yarısı da dâhil olmak üzere ve bizim bankaların
anlamlı bir miktarda ne bir açık ne de fazla bir döviz pozisyonu söz konusu. Haa, banka dışı özel sektörde tabii ki bir döviz açığı var,
tabii ki uzun vadeli, orta vadeli birtakım borçlanmalar da var. Bu kanaldan bir
miktar Türkiye etkilenebilir. Bunun da etkisini minimize etmek için önümüzdeki
dönemde birtakım önlemler almamız gerekebilir. Ama şunu söyleyeyim: Yani, şu an
itibarıyla gerek bankacılık sektöründe gerek sigortacılık sektöründe Türkiye
birçok ülkeye göre sapasağlam devam ediyor. Türkiye’de
rezervler yüksek, doğru. Türkiye’de cari açık yüksek ve cari açığın en büyük
kalemi de tabii ki enerji. Bakın, 2002 yılında -tekrarlamakta ben fayda
görüyorum- bizim enerji ithalatımız 9 milyar dolardı, bu sene muhtemelen 50
milyar doların altında olmayacak. Türkiye’deki cari açık da o kadar. Tamam,
yani büyük bir cari açık, büyük de enerjide dışa bağımlılık… Peki, biz ne
yaptık? Bütün hidroelektrik santral projelerini hızlandırmak için özel sektöre
su kullanım hakkı karşılığı devrettik. Cumhuriyet tarihinde 13-14 bin
megavatlık bir hidroelektrik santral kapasitesi oluşturulmuş. Şu anda 22 bin
megavatlık hidroelektrik santrali inşa hâlinde. Rüzgâra öncelik veriyoruz.
Nükleerde tabii ilk çaba başarılı olamadı ama onda da tabii ki devam ettirmek
lazım. Türkiye’de
rezervler son birkaç yıldır neredeyse 45-50 milyar dolar arttı. Şu anda altın
rezervi dâhil en son açıklanan rakam, 79 milyar dolarlık Türkiye’nin bir
rezervi var ve Türkiye’de dalgalı kur sistemi bu türden şokların etkisini da
azaltacak türden bir sistemdir. Çünkü, tabii ki
dışarıda para kaybedenler buradan bir miktar para çekmeye çalışacaklardır.
Tabii ki Türkiye’de bir miktar yabancı parası vardır. Biz eğer sabit kur
sisteminde olsak, şimdi bunlar o ucuz dolarlarla dışarı çıkma imkânı bulacaklar.
Dalgalı kurda piyasa fiyatı neyse ondan çıkmak… Ve bir süre sonra da
çıkamayacaklardır. Yani, benim anlatmaya çalıştığım şey şu: Dalgalı kur
sistemi, göreceksiniz, esas burada fonksiyonunu gösterecektir. Türkiye’nin kısa
dönemde esas etkileme kanalı tabii ki büyüme olacak. Neden? Çünkü, dışarıdan
kredi imkânları bir miktar sınırlanacak, dışarıda büyük bir yavaşlama, belki de
resesyon olacak. Dünya ekonomisi muhtemelen yüzde 3
civarında büyüyecek 2009 yılında. Bu da aslında resesyona
yakındır. Dünya ekonomisi bu anlamda yavaşlarken tabii ki Türkiye de
yavaşlayacak, tabii ki Türkiye’nin pazarlarında daralma olursa bu Türkiye’yi
etkileyecek ama biz yine de orta ve uzun vadede Türkiye'nin bundan sonraki
çıkışının temellerini hazırlamak üzere reformları yapmaya devam edeceğiz. Daha yapmamız gereken çok şey var: Eğitimde kalite nasıl
artırılır, toprak reformu yoluyla işletme büyüklüğü nasıl artırılır, enerjide
attığımız adımların sonuna kadar uygulanması gibi daha yapmamız gereken birçok
şey var ama bunların da ötesinde, Değerli Hocama da katılıyorum, kamuda bir
idare reformuna, kamuda bir personel reformuna, bir hukuk reformuna da ihtiyaç
var. Bunu da hep birlikte yapmamız lazım. Dolayısıyla,
tabii ki bu krize karşı ne bağışığız ne de en kötü biz etkileneceğiz. Çok açık
bir şekilde söylüyorum, Türkiye'nin makroekonomik temelleri sağlam. Cari açık
var. Bu, önemli ölçüde bizim kontrolümüz dışında enerji
fiyatları ve emtia fiyatlarıyla belirlenen bir açıktır, ama bunu da en aza
indirmek için, orta ve uzun vadede en aza indirmek için gerekli adımları
atıyoruz, enerjide olsun, diğer konularda olsun ve orta vadede, ben inanıyorum
ki, Türkiye, katma değeri yüksek ürünlere geçecek, enerjide dışa bağımlılığı
azaltacak ve bu şekilde daha sürdürülebilir, daha makul bir tasarruf açığıyla
yoluna devam edebilecektir. Bütçe sağlam.
Para politikası temkinli bir şekilde uzun bir süredir devam ediyor. Bankalar
sağlam, rezervler yüksek. Bütün bunlar varken Türkiye hakkında bu türden
karamsar senaryolara ben katılmıyorum. Haa, tabii ki
daha yapmamız gereken çok şey var. Önceliklerimiz belli. Bu ülkenin eğitimine,
altyapısına biz para koymaya devam edeceğiz imkânlar elverdiğince. Kamunun
imkânları elvermezse özel sektörden de tabii ki yararlanacağız. OECD
ülkelerinin altyapı yatırım ihtiyacı 27 trilyon dolar, 2030 yılına kadar.
Nereden bulacaklar? Bulamayacaklar. Türkiye de aynı durumda. O nedenle özel
sektörün kaynaklarını da kullanmamız lazım. Daha fazla
zamanınızı da almak istemiyorum ama şu çok açık, Türkiye geçmişle
karşılaştırılamayacak kadar sağlam bir yapıda. Konjonktürel
biraz kırılganlığımız var, o da cari açık. Dışarıdan finans imkânlarını
iyileştirmek için bir düzenleme yapmamız gerekiyorsa yaparız. Onun ötesinde
bütçe disipliniyle, şu ana kadar yaptığımız doğrularla yolumuza devam edeceğiz.
Türkiye'nin sorunları ne bir günde ortaya çıkmıştır ne bir günde çözülecektir.
Sorunların çözümü -Sayın Hocama da katılıyorum- orta, uzun vadeli bir programla
olur. O orta, uzun vadeli programın bir tek hedefi vardır, Türkiye'nin rekabet
gücünü nasıl artırırız, Türkiye'de insan stokunun kalitesini nasıl yükseltiriz,
yani eğitime ne kadar yatırım yaparız, altyapıyı nasıl iyileştiririz ve rekabet
ortamını nasıl iyileştiririz. Rekabet ortamını iyileştirerek, verimlilik ve inovasyon yoluyla rekabet gücünü de iyileştirerek tabii ki
dünyada daha iyi bir konuma gelerek yolumuza devam edeceğiz. Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Şimşek. Gündem dışı
ikinci söz, yeni yasama yılının başlaması nedeniyle söz isteyen Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’a aittir. Buyurunuz Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar) 2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
TBMM’nin yeni yasama yılına başlamasına ve son günlerde ülkemizde cereyan eden
terör olaylarına ilişkin gündem dışı konuşması MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni bir yasama yılına
başlarken dilek ve temennilerimi sizlerle paylaşmak için söz aldım. Öncelikle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Dönem Üçüncü Yasama
Yılında birlikte yapacağımız çalışmaların milletimize, ülkemize, siyasi
partilerimize ve siz değerli milletvekillerine, özellikle de siyaset kurumuna
ve Türkiye Büyük Millet Meclisine saygınlık kazandırmasını, huzur vermesini,
insanlarımızın geleceklerine umudunu artırmasını, ülkemizin birikmiş ve
muhtemel sorunlarının çözümüne etkili katkı vermesini, milletimizin birliğini
ve dirliğini geliştirmesini, siz değerli milletvekilleri arasında dostluğu
pekiştirmesini, siyasi partilerimiz arasında diyalog ve paylaşmanın artmasını,
ülke ve millete karşı ortak sorumluluk duygusunun gelişmesine katkı vermesini
ve bu yılda yapacağımız çalışmalarda başarılı olmamızı, hayırlı sonuçlar
üretmemizi temenni ediyorum, diliyorum ve bunların gerçekleşmesi için Yüce Allah’a
dua ediyorum. Değerli
milletvekilleri, Meclis olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak,
milletvekilleri ve siyasi partiler olarak, millete, ülkeye, tüm bölgeye hatta
geçmişe ve geleceğe karşı sorumluluklarımızın idrakinde yeni bir yıla, çalışma
yılına başlıyoruz. Görevimizi yaparken ve ülkeye ve millete karşı olan
sorumluluklarımızın en büyük ortak paydamız olduğunu yeniden hatırlayarak
çalışmaya başlıyoruz. Değerli
milletvekilleri, burada bulunuşumuzun gerekçesi, bizi milletvekili olarak var
eden hukuk ve ahlaki sözleşmemiz, öncelikle bu kürsüden, millet önünde
yaptığımız yeminimizdir. Bu yeminde Türkiye Cumhuriyeti devletinin
bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü ve milletin
egemenliğini korumak üzere yemin ettik. Bu kürsüden, hukuka, cumhuriyete,
Atatürk’ün ilke ve ülkülerine bağlı kalacağımız üzerine yemin ettik. Yine bu
kürsüden, insan haklarına, temel hürriyetlere ve bu Anayasa’ya sadık
kalacağımıza büyük Türk milleti önünde yemin ettik. Değerli
milletvekilleri, bu kapsamda, bu yeminin gereği burada bulunan herkesi bölücü
terörü ve etnik bölücülüğü lanetlemeye davet ediyorum. Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, bir iki gün önce yaşadığımız Aktütün
Karakolundaki menfur saldırıya karar verenleri, bu saldırıyı
gerçekleştirenleri, PKK bölücü terör örgütünü destekleyenleri ve bu terörün
acımasızlığı karşısında bir duruş sergilemeyenleri Milliyetçi Hareket Partisi
olarak lanetle kınıyorum, şiddetle lanetliyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Bu
saldırıda hayatını kaybeden tüm şehitlerimize yüce Allah’tan rahmetler
diliyorum; yakınlarının, milletimizin başı sağ olsun, yaralılarımıza acil
şifalar diliyorum. Değerli
milletvekilleri, bir konuda anlaşmamız gerekiyor. “Büyük Türk milleti” diye
tanımlanan husus Türkiye Cumhuriyeti devleti hudutları içinde yaşayan ve bu
devleti kuran halktır. Bu coğrafyada yaşayan insanların toplamından öte
binlerce yılı birlikte yaşamış ve artık bir olmuş, tek olmuş en büyük
varlığımızdır ve kimliğimizdir. Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel
Başkanının sözleriyle ifade edersek: Tüm farklılıkların farkında olarak ve bu
farklılıklara saygı göstererek birlikte yaşamayı başarmış bir milletin birliği
bizler için en değerli varlıktır, en önemli zemindir. Bunu kimseyle bir
pazarlık konusu yapamayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bu Meclisin kurduğu
bu devlet, bu birlik sayesinde ve bu birliğin oluşturduğu Türk milleti kimliği
üzerinde kurulmuştur.” Değerli
milletvekilleri, ülkemizin birçok sorunu olabilir. Bu sorunların aşılmasında
zafiyetlerimiz olabilir, kusurlarımız, ihmallerimiz, sorumluluklarımız olabilir
ama yeni bir yüzyılın başında, yeni bir binyılın başında eğer biz bu
topraklarda egemen Türk ve Müslüman kimliğimizle yaşamak istiyorsak, bağımsız
devletimizde yaşamak istiyorsak birliğimizi korumak mecburiyetindeyiz. Bu
birliği kan akıtarak bozmaya çalışan bölücü teröre karşı bu zeminde, bu kürsüde
eğer bir birlik sağlayamıyorsak millete karşı ettiğimiz yeminin gereğini yerine
getiremiyoruz demektir. Yeni bir
çalışmaya başlarken, yeni bir yasama yılına başlarken öncelikle, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak biz bunlarda bir mutabakatın temin edilmesini çok
önemsiyoruz. Ümit ve temenni ediyoruz ki bu yıl burada bu birliği geliştirecek
her türlü gayreti, çalışmayı birlikte yapacağız. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu yıl
yapacağımız çalışmalarda “önce ülkem, sonra partim” diyen bir anlayışı, tüm
sonuçlardan kendini sorumlu tutan bir sorumluluk ahlakını, gelecek için
uzlaşmayı ve her şeye rağmen kapılarımızı diyaloğa
açık tutmayı, birbirimize karşı hoşgörülü olmayı ve küresel kuşatmaya karşı
millî, milliyetçi bir duruşu başarabilmeyi gerçekleştirmeyi ümit ediyorum. Bu noktada öncelikle sorumluluk siyasi iktidardadır. Değerli
milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu değerleri yılmadan
savunacağımızı ve bu değerlere dayalı siyaset yapacağımızı, burada muhalefet
görevimizi yapacağımızı bir defa daha ifade ediyoruz. Tüm partileri, siz
değerli milletvekillerini ve tüm vatandaşlarımızı bu değerler etrafında birlik
olmaya ve geleceği birlikte kurmaya davet ediyorum. Bu duygu ve
düşüncelerle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum ve başarılar
diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Şandır. Gündem dışı
üçüncü söz, terör ve sınır güvenliği hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili
Hasan Erçelebi’ye aittir. Buyurun Sayın Erçelebi. 3.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin,
terör ve sınır güvenliğine ilişkin gündem dışı konuşması HASAN ERÇELEBİ
(Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terör ve sınır güvenliği
konusunda gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi, Demokratik Sol
Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Sözlerime
başlarken 3 Ekim Cuma günü Aktütün Karakolumuza
yapılan hain saldırıda şehit olan kahramanlarımıza Allah’tan rahmet,
ailelerine, silah arkadaşlarına ve Türk milletine başsağlığı, kahraman
gazilerimize acil şifalar diliyorum. Aynı zamanda, 6 Ekim 1990 tarihinde yine
terör kurbanı olan bilim insanımız Doçent Doktor Bahriye Üçok’u
da rahmet ve saygıyla anıyorum. Değerli
milletvekilleri, hiçbir kelimenin gölgesine ihtiyaç duymadan söylemek
zorundayız: Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin, üniter yapısı, bölünmez bütünlüğü, egemenliği, bağımsızlığı
ve bekası ciddi tehdit altındadır ve yüreğimiz kan ağlayarak ifade etmek
istiyorum ki, bu yöndeki tehlike, artarak ve endişe verici boyutlara
tırmanmaktadır. Son altı yılda yaşanan olumsuz gelişmeler, bazı illerimizde
sokaklara taşan toplumsal öfke ve boğazlaşma görüntüleri, kanlı terör örgütünün
ocak söndüren eylemleri ve en son 3 Ekim 2008 tarihinde Hakkâri’deki hain
saldırı bu tırmanışın dehşet verici işaretleridir. Ama ne yazık ki, tüm bu
gelişmeler milletimizi derinden yaralarken, ülkeyi yöneten ve terörle
mücadelede birinci derece sorumluluğu bulunan hükûmeti
arar hâle geldik, çünkü pek çok konuda Hükûmet
kendisini alakadar görmemektedir. Değerli
milletvekilleri, Türk milleti en zor zamanlarında, en kötü koşullarda çareyi ve
çıkış yolunu bu yüce Meclisin iradesinde bulmuştur. Hükûmet,
Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu sorunları çözme konusunda Türkiye Büyük
Millet Meclisinin tam mutabakat içinde kararlı desteğini almak zorundadır.
Hepimiz, iktidar ve muhalefet olarak milletimize ve devletimize müştereken
sorumluyuz. Demokratik Sol Parti bu sorumluluğun bilincindedir. Biz, DSP olarak
bu bilinç içerisindeyiz. Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin 30 bin insanını ve yüz milyarlarca dolar maddi
kaynağını kaybetmesinin başında terörist unsurların sınırlarımızdan sızması ve
bunun önlenememesi gelmektedir. Türkiye'nin bugün de terörü önlemek için
yapması gereken, sosyal ve ekonomik birçok tedbirle beraber sınırların
korunması ve bu korumayı sağlamasıdır. 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve
Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nun 31’inci maddesi gereği sınırların korunması yasal
bir zorunluluktur. Bu nedenle adı geçen maddeyi güçlendirmek için DSP olarak değişiklik
yapılmasını öneriyoruz. Yasa teklifimizi 23 Ocak 2008 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verdik. Teklifimizin bir an önce Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı tarafından işleme konularak yasalaşmasını istiyoruz.
Bu teklifimizle fiziki koşulların el vermediği yerlerde elektronik güvenlik
duvarının tesis edilmesini öneriyoruz. Önerdiğimiz bu sınır koruma yöntemi
dünyanın değişik ülkeleri ve bazı komşularımız tarafından uzun süreden beri
uygulanmaktadır. Sınırlarımıza yapılacak olan elektronik güvenlik duvarının
tesisi için 2009 bütçesine yeterli ödeneğin konulmasını yüce Meclisten talep
ediyoruz. Değerli
milletvekilleri, 1999-2002 döneminde bölücü ve gerici terör kontrol altına
alınmış ve sıfır noktasına kadar geriletilmiştir. Bu dönemde, terör odaklarının
mali kaynakları, mühimmat yolları ve uluslararası destekleri ulusal bir duruşla
ve kararlı bir duruşla kesilmiştir. Nitekim 16 Eylül 1998 tarihinde dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Reyhanlı’dan bütün dünyaya
Türkiye'nin kararlılığını bildirmiş ve sabrımızın kalmadığını söylemişti.
Orgeneral Ateş bunu söylerken arkasında kararlı bir hükûmetin
ulusal duruşu ve tam desteğiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisinin
iradesi vardı. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) – Bugün hep beraber aynı ulusal duruş ve kararlılığı göstermek
zorundayız. Değerli
milletvekilleri, sınır güvenliği tam olarak sağlandığında, terörist geçişleri
ve diğer kaçakçılık faaliyetleri kontrol altına alınabilecek, böylece terörün
nefes borusu ve can damarı kesilecektir. Bu durum aynı zamanda yöre halkımızı
rahatlatacak, yerel yönetimleri güçlendirecek ve artık teröristler gençlerimizi
dağa götüremeyecektir. Bu arada Hükûmetin, teröristlerin yabancı basın tarafından “asi” olarak
adlandırılması konusunda ciddi adımlar atmasını istiyoruz. Terminolojik bir
hataya meydan vermeyelim. Yarın, bu yüce
Meclisten tekrar bir kararname geçecektir. Bu kararnamenin zamanında ve ayak
sürümeden uygulanmasını diliyoruz ve istiyoruz. Artık analar ağlamasın,
evlatlar yok olmasın; vatanımız, vatandaşlarımızla birlikte sağ olsun diyorum. Yüce Meclise yeni
yasama yılında başarılar diliyorum. (DSP, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Erçelebi. Sayın
milletvekilleri, gündeme geçmeden önce on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 15.44 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 16.03 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN
(Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2’nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Şimdi gündeme
geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım. VI.- ÖNERİLER A) Siyasi Parti
Grubu Önerileri 1.- 284 ve 138 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu
Raporlarının görüşmesinin, Genel Kurulun 7/10/2008
Salı günkü birleşiminde yapılmasına; gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 8/10/2008 Çarşamba günkü
birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulu,
7.10.2008 Salı günü (Bugün) toplanamadığından, TBMM İçtüzüğünün 19 uncu maddesi
gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisini Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim. Nurettin
Canikli Giresun AK
PARTİ Grup Başkan Vekili Öneri: 1.10.2008 Tarihinde dağıtılan 284 ve 138 sıra sayılı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporlarının gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında yer alması ve görüşmelerinin Genel Kurulun 7.10.2008 Salı günkü
(Bugün) Birleşiminde yapılması, Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmında yer alan 214, 221 ve 222 sıra sayılı kanun teklifi ve
tasarılarının bu kısmın 1, 2 ve 3 üncü sıralarına alınması ve diğer kanun
tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi, Genel Kurulun 8.10.2008 Çarşamba günkü Birleşimlerinde sözlü
sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin
görüşülmesi, Genel Kurulun 7.10.2008 Salı günkü (Bugün) Birleşiminde 138 sıra
sayılı Meclis Araştırma komisyonu raporunun görüşmelerinin bitimine kadar;
8.10.2008 Çarşamba ve 9.10.2008 Perşembe günlerindeki Birleşimlerinde ise saat
20.00’ye kadar çalışmalarını sürdürmesi, Önerilmiştir. BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi üzerinde, lehte
Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli
konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Süreniz on dakikadır. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; grubumuzun grup önerisiyle
ilgili olarak, lehinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Öncelikle, Aktütün Karakoluna yapılan
menfur saldırıda şehit olan 17 askerimize Allah’tan rahmet diliyorum,
yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum. İnşallah, millet olarak bir
daha böyle acı günlerle karşılaşmayız. Değerli arkadaşlar, yeni yasama dönemimizin de ülkemiz ve
milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. Bu hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu gündeminin
çalışma içeriğiyle ilgili Danışma Kurulu toplanamadı; bu nedenle, AK PARTİ
olarak grup önerisi getirerek karşınızdayız. Grup önerimizde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun bu
hafta çalışma saatlerinin, bugün itibariyle 15.00’te başlayıp bitimine kadar,
çarşamba ve perşembe günleriyse saat 15.00’te başlayıp 20.00’ye kadar
sürdürülmesini öneriyoruz. Çalışma konuları itibariyle de bugün, 284 sıra sayılı Türkçedeki
bozulmayla ilgili Meclis araştırma komisyonu raporu ve 138 sıra sayılı küresel
ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının yönetimiyle ilgili Meclis araştırma
komisyonu raporlarının görüşülmesini öneriyoruz. İki araştırma komisyonu raporunun bugün görüşülmesi hâlinde
geç saatlere kadar süreceği tahmin edildiği için, diğer gruplarla da yaptığımız
görüşmeler neticesinde, öncelikle 284 sıra sayılı Türkçedeki bozulmayla ilgili
araştırma komisyonu raporunun görüşmelerinin tamamlanması; diğeri yani küresel
ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının yönetimiyle ilgili Meclis araştırma
komisyonu raporunun görüşmelerine başlanması ancak görüşmelerin kalan kısmının
da önümüzdeki hafta salı günü yapılması şeklinde bir mutabakat sağlandı; o
çerçevede yürütülmesini öneriyoruz. Çarşamba günüyse Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi harekât
ile ilgili izninin bir yıl daha uzatılmasını içeren tezkerenin görüşülmesini
öneriyoruz. Bu tezkerenin görüşülmesinden sonra 214 sıra sayılı dünya su
forumuyla ilgili kanun teklifinin, altı maddelik kanun teklifinin sırasının öne
alınarak tezkereden sonra görüşmelerinin tamamlanmasını yüce Meclisin takdirine
sunuyoruz. Bu kanunun, 214 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin
tamamlanmasından sonra ise 221 sıra sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
var. O da üç maddelik. Bu kanun tasarısının görüşülmesini öneriyoruz. Perşembe günü ve haftanın son çalışma günü olarak da 222 sıra
sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına ilişkin
dokuz maddelik bir kanun tasarısı var. Bu kanun tasarısının da bu haftanın son
görüşülecek olan kanun tasarısı olarak görüşülmesini yüce Meclise öneriyoruz. Grup önerimiz esas itibarıyla bundan ibarettir. Diğer gruplarla
görüşmeler yaptık ancak Danışma Kurulu, biraz önce ifade etmeye çalıştım,
toplanamadığından dolayı grup önerisi olarak getirmek durumunda kaldık. Ama
esas itibarıyla, içerik olarak diğer gruplarla bir mutabakatımız söz konusudur.
Grup önerimizin kabul edileceğini umuyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Canikli.
Grup önerisinin aleyhinde Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli görüşecektir.
Buyurunuz Sayın İçli. H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; AKP grup önerisinin
aleyhinde görüşlerimi belirtmek için söz talebinde bulundum. Öncelikle hepinizi
şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum. Sayın AKP Grup Başkan Vekili neden böyle bir grup önerisi
verdiğini gerekçeleriyle birlikte sizlere açıkladı. Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz, bu önergenin içerisinde iki
adet Meclis araştırma komisyonunun raporları okunacak ve görüşülecek. Sayın
Grup Başkan Vekili, birinin küresel ısınmayla ilgili olduğunu ifade etti; daha
sonra da gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri” bölümünde bulunan, kendilerince
çok önemli üç kanun tasarısı ve teklifinin gündemin ilk sıralarına alınması
gerektiğini söyledi. Şimdi “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” listesine baktığımızda, 1’inci sıraya konulması önerilen yasa teklifi
İstanbul şehrinde yapılacak Beşinci Dünya Su Forumunun Organizasyonu, bununla
ilgili. 2’nci sıraya alınması gereken kanun tasarısı Coğrafi
İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı. Üçüncüsü de -daha önce
grup önerisiyle gündemin 6’ncı sırasına alınan- Organize Sanayi Bölgeleri
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’nın ilk sıraya
alınmasını teklif ediyorlar. Sayın Grup Başkan Vekili, her ne kadar bu grup önerisinin içinde
olmamakla birlikte -hepimizin bildiği gibi kamuoyuna açıklandı- yarın
Başbakanlık tezkeresinin görüşülmesi ve Başbakanlık tezkeresi görüşüldükten
sonra kanunların görüşülmesi gerektiğini ifade etti. Şimdi, değerli arkadaşlarım, şüphesiz her kanun tasarı ve teklifi
çok çok önemlidir. Ama hepimizin çok iyi bildiği gibi
dünya kaynıyor, dünyada çok ciddi bir küresel kriz var. Bu krize karşı neler
yapabiliriz, hangi tedbirleri alabiliriz? Bu konuların mutlaka Türkiye Büyük
Millet Meclisinde konuşulması gerekir. Birçok değerli
milletvekili arkadaşımın Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine soktuğu,
sıra bekleyen, özellikle işsizlik konusunda, üretimin daralması konusunda,
yatırım eksikliği konusunda, yolsuzlukla ilgili, yoksullukla ilgili çok önemli
önerileri Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde beklerken, AKP Grubunun
böyle bir öneriyi gündeme getirmiş olması, küresel krizin AKP tarafından ne
çerçevede algılandığını da çok net olarak ortaya koyuyor. Ama dünyadaki
bu küresel krizi ve ülkemizde yaşanmakta olan ekonomik krizi bir tarafa
şimdilik bırakacak olursak, bence, çok daha güncel olan, çok daha önemli bir
konunun da gündemde olması lazım ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulması
lazım değerli arkadaşlarım. Diyeceksiniz ki terör konusu yarın Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine gelecek; 15 Ekim 2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisince
onaylanan tezkere, Sayın Başbakanın imzasıyla Bakanlar Kurulu tezkeresi olarak
Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelecek; bu konuyu, önemli konuyu yarın
görüşeceğiz, diyebilirsiniz. Değerli arkadaşlar, yarın görüşülecek konu terörün askerî
boyutuyla ilgili bir konudur. Anayasa’mızın 92’nci maddesine göre Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı bir ülkeye asker göndermesiyle ilgili bir konudur ve
askerî bir konudur. Terör konusu sadece bir askerî konu değildir. Terör
konusunun siyasi, diplomatik ve ekonomik boyutları vardır ve yıllardır, yirmi
beş yıldır Türkiye’de eğer bir terör belası canlarımızı alıyorsa bunun siyasi
ve diplomatik boyutunun mutlaka ve mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde
konuşulması gerekir. 15 Ekim 2007 tarihli Başbakanlık tezkeresinde, Sayın Başbakanımız,
Türkiye’nin, özellikle AKP Hükûmetinin, terörle
mücadelede siyasi ve diplomatik başarısızlığını çok açık ikrar etti. O Dağlıca
baskınından önce, 15 Ekimde aldığımız bu kararda Sayın Başbakanımız “Dost ve
kardeş Irak’ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının
korunmasına büyük önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak’ın kuzeyindeki
mevcudiyetine ve faaliyetine son verilmesini sağlamak amacıyla uzunca bir
süredir yoğun siyasi ve diplomatik girişimlerde ve uyarılarda bulunmuştur. Bu
çabalarımızdan istenilen sonuçların alınması bugüne kadar mümkün olamamıştır.”
demek suretiyle Anayasa’mızın 92’nci maddesi gereğince terörle mücadelenin
askerî boyutu için gerekli olan izni Türkiye Büyük Millet Meclisinden almıştı.
Biraz evvel noktasına, virgülüne kadar Sayın Başbakanın Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunduğu tezkeredeki AKP’nin terörle siyasi ve diplomatik
başarısızlığını ikrar eden ifadelerini sizlere okudum. Değerli arkadaşlarım, 15 Ekim 2007 tarihinde bu tezkere
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuluyor, altı gün sonra PKK terör örgütü
Dağlıca baskınını yapıyor -şehitlerimizi hepimiz biliyoruz, büyük acı duyduk-
Dağlıca baskınını gerçekleştiriyor altı gün sonra ve o tarihte Sayın
Başbakanımız Amerika’ya gidiyor -hafızalarımızı şöyle tazeleyecek olursak-
Amerika Birleşik Devletleri Başkanıyla görüşüyor. İşte “iznin ne şekilde olması lazım”, yok “şu kadar girersiniz”,
“şümulü şu kadar olması lazım” şeklinde birtakım görüşler… Şimdi, tezkerenin süresinin bittiği ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinden yeniden uzatma izni alınacağının yazılı ve görsel basında
yazılmasından sonra, hepinizin bildiği gibi, 3 Ekim tarihinde PKK terör örgütü,
bu sefer başka bir birliğimize, Aktütün Karakolunun
ileri gözleme kısmına saldırmak suretiyle yine 17 şehit, 21 gazi vermemize
neden oldu. Değerli arkadaşlarım, burada PKK ne diyor? Burada PKK, aslında,
Sayın Başbakanın itiraf ettiği, siyasi ve diplomatik, AKP’nin başarısızlığını,
Türk halkının, Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne koyuyor, “Ey Türkiye Cumhuriyeti
devleti, ey Türkiye Cumhuriyeti’nin AKP Hükûmeti,
sizler bana bir şey yapamazsınız; sizler, siyasi ve diplomatik olarak beni
himaye edenlere karşı bir şey yapamazsınız.” diye açıkça meydan okuyor. Çünkü, “Ben başka bir devletin egemenliği altında yaşıyorum,
onların himayesi altında barınıyorum, keyfim isterse geliyorum canınızı
alıyorum, keyfim isterse çekip gidiyorum ama siz bir egemen devlet olarak benim
arkamdan gelemiyorsunuz çünkü beni himaye edenler sizin Hükûmetinize
karşı her türlü baskıyı uyguluyor.” diye kafa tutuyor. Şu anlattığım iki olay,
PKK terör örgütünün, bu yüce Meclis tarafından alınan tezkereyi ne kadar
ciddiye almadığını çok açık ifade ediyor. Yani bir anlamda diyor ki: “Sizin,
Türkiye devleti olarak kendi güvenliğinizle, ulusunuzun, halkınızın can
güvenliğiyle ilgili karar alma yeteneğiniz yoktur. Ben gelir basarım, elimi kolumu
sallayarak çeker giderim. İşte, siz siyaseten ve diplomatik olarak başarısız
bir hükûmetsiniz.” Bunu böyle
okumak lazım. Yarın Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek tezkere, işin
siyasi, işin diplomatik boyutunun dışındaki askerî bir boyutudur. Orada da onun
şümulünü, onun sınırlarını yine hükûmet
belirleyecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri belirlemeyecektir ki! Geçmişte de öyle
olmuştur. 15 Ekim 2007 tarihinde alınan tezkereden altı gün sonra Dağlıca
baskınını PKK gerçekleştirdi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın İçli. H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Bağlıyorum efendim. “Sen istediğin kadar tezkere kararı al, sen beni takip edemezsin
Irak’ta çünkü Irak’taki o bölgesel yönetim denilen veyahut kendini egemen
olarak kabul eden Irak devleti beni koruyor.” demiştir. Dünyanın hiçbir yerinde
bir devletin karşı devlet tarafından saldırıya uğratıldığı başka bir şey
yoktur. Anayasa’nın 92’nci maddesi sadece sınır harekâtı konusunda askerî
izin vermez, savaş hâlini de düzenler. Nasıl rahmetli Bülent Ecevit, o
Kıbrıs’taki soydaşlarımızın canına kıydıkları zaman, soykırım uygulamaya
kalktıkları zaman, İngiltere’ye, Amerika’ya, egemen birçok devlete karşı “Ayşe
tatile çıksın.” emrini verebiliyorsa Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin
kendi ulusunun barışı için, bölgedeki ulusların barışı için dimdik durabilecek
siyasi ve diplomatik kararlılığı göstermesi lazım diyorum. Onun için AKP grup
önerisinin karşısındayım. Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne bu derece, hem
ekonomi konusuyla ilgili, küresel krizle ilgili hem de terörle ilgili önemli
konuların gelmesi gerekir düşüncesindeyim. Sabrınız için hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum,
sağ olun. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İçli. Grup önerisi lehine Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül. Buyurunuz Sayın Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; grup önerimizin lehinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan önce, dört gün önce terör örgütünün
gerçekleştirdiği hain saldırı neticesinde hayatını kaybeden Mehmetçiklerimize
Allah’tan rahmet diliyoruz, kahraman gazilerimize acil şifalar diliyoruz;
ailelerine, yakın çevrelerine başsağlığı diliyoruz; milletimizin başı sağ
olsun. Değerli arkadaşlar, Danışma Kurulu bugün toplanamadığından bir
grup önerisi sunulmuştur. Önerimizin detayını Grup Başkan Vekilimiz Sayın Canikli açıklamıştır; salı günü, çarşamba günü ve perşembe
günü çalışma saatlerimizi ve gündeme alacağımız kanun ve çalışmaları
açıklamışlardır. Ben daha detayına girmiyorum. Önerimizin hayırlı olmasını temenni ediyorum ve yeni yasama
yılımızın da verimli ve başarılı olması temennisiyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Gönül. Grup önerisi aleyhine, Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan. Buyurunuz Sayın Kaplan. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yeni yasama döneminin bu ilk gününde Demokratik Toplum Partisi Şırnak
Milletvekili olarak önerge aleyhinde söz aldım. Çünkü burada yüce Meclisi
sorunların çözüm yeri olarak görüyoruz,
çözüm yeri olarak görüyorsak o zaman yüce Meclisin ülkenin gerçek
gündemiyle ilgilenmesi ve işleyişini de Mecliste grubu bulunan tüm partilerin
yasama sürecine eşit olarak katılacakları, hazırlanacakları bir çalışma
temposuyla götürmeleri isteğimizi ifade etmek istiyoruz. Ancak geride bıraktığımız bir yılda biz, maalesef, çoğunluğu
elinde bulunduran iktidar partisinin -AK PARTİ’nin-
Mecliste grubu bulunan diğer partileri hiçe saydığını, düşüncelerini dikkate
almadığını, yasama çalışmalarını oldubittiye getirdiğini ve yeterli bir
hazırlık ve çalışma imkânı tanımadan temel yasaları bile kırk sekiz saat içinde
çıkardığına tanık olduk. Bu konuda çokça tartışma yaşandı ve bu tür önergelerle
Meclis Danışma Kurulu toplanamamışsa AKP’nin kendi önergesini getirip kendi
gündemini belirlediğini gördük. Şimdi, yine bugün böyle bir önerge var ve AK PARTİ kendi gündemini
belirliyor. Peki, AK PARTİ kendi gündemini, kendi bildiğini okumaya devam
ederse yüce Mecliste farklı partilerin, farklı görüşlerin, farklı anlayışların
kendini ifade etmesi nasıl sağlanacak? Yani bunu sorma hakkını kendimizde
buluyoruz. Meclis -çok açık ifade edeyim- ağlama duvarı değildir. Meclis,
sorunların çözüm yeridir. Türkiye’de Türkiye’nin sorunlarının çözüleceği tek
yer Meclistir. Ancak, yüce Meclisimizin, bu görüntüyü,
bu güveni, bu inancı halka vermediğini ifade etmek istiyorum. Neden
diyeceksiniz. Türkiye’nin bugün birinci gündemi nedir? Yaşadığımız acı olaylar
değil mi? Silahlı çatışma ortamı değil mi? Yirmi beş yıldır süren çatışmalar
değil midir? Türkiye’nin birinci gündemi bu değil midir? Acil olan gündem bu
değil midir? Her gün bir ocağa ateş düşerken -doğu-batı, Karadeniz-Akdeniz fark
etmiyor, Kürt-Türk anaları fark etmiyor- her gün acı yaşadığımız bugünlerde,
yüce Meclis, yirmi beş yıl süren bir çatışmayı sona erdirmenin sorumluluğunu
siyaseten taşımayacak mı? Taşıyacaksa neden yüce Mecliste dargın liderler
meclisi görüntüsü veriliyor. AK PARTİ, iktidar partisi, ana muhalefet kavgalı,
konuşamıyor, diğer Meclis grupları bir araya gelemiyor, ülkenin temel sorunlarını
konuşamıyor. Neden? Bu halk, 70 milyon, Türkiye’de yaşayan yurttaşımız bunu hak
ediyor mu? Neden bu acı olaylar yaşanırken, terör sorunu veya
Kürt sorunu, bölge sorunu veya başka türlü, istediğiniz ismi verin ama şunu
yüce Meclisin kürsüsünden acı bir şekilde uyarmak istiyorum: Yüz Yıl
Savaşlarını inceleyin, bir tanesi elli yıl sürmüştür, geriye kalan Yüz Yıl
Savaşlarının hepsi yirmi ile yirmi beş yıl arasında sürmüştür. Türkiye’de
iç sorunlarındaki çatışma süreci yirmi beş yıldır sürüyorsa, Yüz Yıl Savaşları
kadar sürüyorsa gelinen noktadaki acı tabloyu görmeniz lazım. Balıkesir Altınova’da Türk-Kürt çatışması yaşanıyorsa ve Türk-Kürt
çatışması yaşandığı zaman hükûmet, yargı, yürütme
seyirci kalıyorsa; bir parti lideri, Başbakan da, ana muhalefet lideri de,
parti liderleri bu konuda kaygı duymuyorsa ve Altınova’da yaşanan olayların
daha önce İzmir’de, Antalya-Alanya’da, başka yerlerde yaşandığını eğer
unutuyorlarsa ve Türkiye bu noktaya gelmişse, Türkiye’de bir Türk-Kürt savaşı
noktasına gelmişse gerilim, bu gerilim eğer bu cumhuriyeti birlikte kuran 70
milyon insanın birliğini yakından ilgilendiriyorsa; başka iş yapmak, bu yüce
Meclisin çatısı altında sıraya koymak gerekirse en acil olan bu sorunu en başa
koymak gerekmiyor mu? En önemli sorunu en başa koymak, en başta iktidar
partisinin ve ana muhalefet partisinin görevi değil midir? Eğer
Cumhurbaşkanı liderler zirvesini toplayamıyor, Başbakan Türkiye’nin en önemli
sorununu, siyaseten sorumluluğunu taşıyıp, parti grup liderlerini davet edip,
gelin bu sorunu konuşalım, bu sorunun boyutu askerî mi, ekonomik, sosyal,
siyasal, kültürel boyutları var mı, sorunun bu boyutları varsa nedir, bu
sorunun nedeni nedir, bu sorunu nasıl çözeriz, silahlı çatışmayı nasıl
bitiririz, silahları nasıl sustururuz, artık bu acıların yaşanmaması için ne
yaparız diye eğer yüce Meclis yüzde 85 temsiliyet
oranıyla temsil edilse dahi bunu konuşamıyorsa, görevini yapmıyor demektir. Sadece
bu değil, yeni bir anayasayı da konuşamıyoruz. Bu da Türkiye’nin gündemine
getirilmiyor. AKP inisiyatifini, cesaretini tamamen
sıyırdı, hazırladığı anayasa taslağını rafa koydu. Ulusal program gündemde, dağıtıyorsunuz… Ulusal program gündemde
ama bunun üzerinde gündeme öncelik önergesi vermiyorsunuz. Peki, uzlaşı komisyonlarını Meclis Başkanı istiyor, çağırıyor,
diyor ki: “Gelin, Anayasa, İç Tüzük, bazı önemli kanunlar konusunda uzlaşalım,
konuşalım.” Üç parti bildirimde bulunuyor, isim veriyor, ana muhalefet partisi
vermiyor isim; uzlaşmadan kaçıyor, diyalogdan kaçıyor, konuşmaktan kaçıyor! İktidar
önerge veriyor, kendi gündeminde, kendi küçük dünyası var ama ana muhalefet
partisinin yaptığı da bundan farklı bir şey değil. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, grup önerisiyle ne alakası
var? Sataşma yaratıyor! HASİP KAPLAN (Devamla) – Şimdi, bir yandan işsizlik, bir
yandan küresel kriz kapıya dayanırken, Türkiye’nin ekonomik olarak alabora
olacağı ve ihracatının, ithalatının yüzde 80’inin de Amerika ve Avrupa Birliği
ülkeleriyle olduğu gerçeğini göz ardı ederek, Türkiye’deki 50 bankanın 26
tanesinin yabancı sermayeden oluştuğunu göz ardı ederek, küresel kriz konusunda
kendi içimizde, ortak, dört grubu bulunan parti ve grubu olmayan partilerden
ortak bir Meclis komisyonu kuramıyorsak, araştıramıyorsak, bu ayıp, bizim
ayıbımızdır! Biz her şeyde sorumluluğu atmakta,
birbirimizin üzerine değil, yirmi beş senedir çatışma sürecinin sorumluluğunu
da askerin üzerine atarak, askeri tek başına bırakarak, bütün sorunun çözümünü,
silah, baskı, şiddet ve inkâr politikalarında arayarak hiçbir yere gidilemediği
görüldü. Yarın tezkereyi yine oylayacağız. Evet, bu, sadece sınır ötesine
git veya gitmeme önergesidir. Yaşadığımız süreç, gelinen olaylar, bunun çözüm
değil, çözümün çok komplike olduğunu… Öyle ki komplike, yüce Meclisin sadece bütün partilerinin bu konuda
bir araya gelip konuşmasıyla değil, sivil toplumu da aydınını da sanatçısını da
bu ülkenin vicdanını da bu ülkenin bütün insanlarını, bütün analarını ayağa
kaldırmalı ki bu acılar son bulsun, bu çatışma son bulsun. Türkiye’nin gerçek
gündemi budur. Yazık olur! Türkiye’nin gerçek gündemini çözemiyorsanız,
çözemiyorsanız, Anayasa reformundan tutun ulusal programa, ulusal programdan
tutun uzlaşı ve diyaloğa kadar çözemiyorsanız… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız. HASİP KAPLAN (Devamla) – Bitiriyorum. …çözemiyorsak, ülkenin gerçek gündemine gelemiyorsak bir şeyimiz
var, erdemli bir davranış gösteririz. Sorunları çözememiş bir 23’üncü Dönem
Meclisinin yapacağı en namuslu iş, en onurlu tavır: Ben bu sorunları
çözemiyorum, konuşamıyorum, uzlaşamıyorum, diyalog kuramıyorum, bir araya
gelemiyorum, ben bittim… O zaman sandığa gidersiniz, halka gidersiniz, halk
yeni bir Meclis oluşturur ve bu Mecliste Türkiye’nin sorunları çözülür. Gerçek
gündem budur arkadaşlar. Gerçek gündem Türkiye’nin acı sorunlarıdır. Gerçek
gündem ocaklara düşen ateştir, gelen cenazelerdir, şehitlerdir. Türkiye’nin
gerçek gündemi Türkiye’nin birliğidir. Türk-Kürt savaşına dönüşen bir ortamı
yaşıyoruz, bunu erteleme hakkınız yok, buna lüksünüz yok. Bu ülkenin kaderini,
geleceğini de bu şekilde heder etme hakkınız yok. Türkiye’nin gerçek gündemine… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) HASİP KAPLAN (Devamla) - …iktidar partisi ile ana muhalefet
partisini davet ediyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Hasip
Kaplan. Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, şimdi gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak
İşler” kısmına geçiyoruz. Bu kısmın 1’inci sırasına alınan, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 milletvekilinin, Samsun Milletvekili
Suat Kılıç ve 25 milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim
Işık ve 38 milletvekilinin; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan
Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu
ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un önergeleri
üzerine, Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca
kurulmuş bulunan (10/35, 43, 49, 70) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunun Raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler 1.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 Milletvekilinin, Samsun Milletvekili
Suat Kılıç ve 25 Milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim
Işık ve 38 Milletvekilinin, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup
Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu
ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un; Türkçedeki
Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi
İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına
İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/35, 43,
49, 70) (S. Sayısı: 284) (x) BAŞKAN – Komisyon?.. Burada. Hükûmet?.. Burada. İç Tüzük’ümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu
üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine aittir. Daha sonra,
İç Tüzük’ümüzün 72’nci maddesine göre siyasi parti grupları adına birer üyeye,
şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri hâlinde Komisyon
ve Hükûmete de söz verilecek, bu suretle Meclis
araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır. Konuşma süreleri, Komisyon, Hükûmet ve
siyasi parti grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için
de onar dakikadır. Komisyon raporu 284 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini
okuyorum: Önerge sahipleri olarak, Karaman Milletvekili Mevlüt
Akgün, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kütahya Milletvekili Alim
Işık, Yalova Milletvekili Muharrem İnce; gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına İstanbul Milletvekili Necla Arat, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Muğla Milletvekili Metin Ergun, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili İbrahim Kavaz’dır.
Şimdi ilk söz, önerge sahibi olarak Sayın Mevlüt
Akgün’e aittir, Karaman Milletvekili. Buyurunuz Sayın Akgün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu üzerinde önerge sahipleri
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu konuşma vesilesiyle kutsal vatan savunmasında şehadet mertebesine erişen tüm şehitlerimizi rahmet ve
minnetle anıyorum. Türk milletine ve kederli ailelerine buradan tekrar
başsağlığı dilemek istiyorum. Barışa, hoşgörüye, kardeşliğe, birlik ve beraberliğe her
zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Türkçeyi en sade ve en güzel biçimde
kullanan gönüller dostu Yunus Emre yüzyıllar öncesinden ne güzel ifade etmiş: “Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım. Sevelim, sevilelim, Dünya kimseye kalmaz.” Bu sevgi ikliminin toplumumuzda kalıcı olmasını diliyorum. Kıymetli arkadaşlarım, öncelikle AK PARTİ, Cumhuriyet Halk Partisi
ve Milliyetçi Hareket Partisi gruplarından önerge veren milletvekillerimizi ve
önergelere destek olan siz değerli vekillerimizi kutlamak istiyorum çünkü
ağzımızda anamızın ak sütü kadar helal olan Türkçemize sahip çıkmak, bu
duyarlılıkla hareket etmek en büyük vatanseverliktir diye düşünüyorum. Araştırma önergelerinde de isabetle dile getirildiği gibi, milletleri
millet yapan unsurların başında dil gelmektedir. Millî birliğimizin temel taşı
olan dil, aynı zamanda millî kültürümüzün de en önemli taşıdır. Nitekim tarih
boyunca dilini koruyamayan, geliştiremeyen milletler millî kültürlerini ve
kimliklerini de kaybetmişler ve tarih sahnesinden silinmişlerdir. Konfüçyüs’ün “Bir milleti bozmak isteseydim işe dil ile
başlardım.” tespiti boşuna söylenmiş bir tespit değildir. Yeryüzünde var olan 6
bin dilden her on dört günde 1 dil kaybolmaktadır. Dilimiz Türkçe ise yeryüzünde
200 milyondan fazla insanın konuştuğu dünyanın beşinci büyük dili olmaktadır.
Türk dili şerefli, saygın, zengin ve güzel bir dil olarak dünyanın en eski
dilleri arasındadır. Yazı dili olarak bin beş yüz, konuşma dili olarak ise beş
bin yıllık bir geçmişe sahip dilimiz, aynı zamanda çok geniş bir coğrafyada
konuşulmaktadır. Böyle güzel bir dilimiz olmasına rağmen dilimizde artan oranda
bozulma ve yabancılaşmanın bulunması hepimizi milletçe tedirgin etmektedir.
Gerçekten, bilimsel toplantılardan dost sohbetlerine kadar her ortamda
dilimizdeki bozulma ve yabancılaşma mutlaka sohbet konusu olmakta ve dile
getirilmektedir. İşte bu haykırışı duyan Meclisimizin konuya sahip çıkarak bir
araştırma komisyonu kurması son derece anlamlı bir tavır olmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki bozulma ve
yabancılaşmanın araştırılması ve alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla
22’nci Dönemde de bir komisyon kurulmuş ve o komisyon bize ışık tutan önemli
çalışmalarda bulunmuştu. Huzurunuzda o komisyonda görev alan arkadaşlarımızı da
buradan tebrik etmek istiyorum. Bugün raporunu görüşmekte olduğumuz Meclis
araştırma komisyonumuzda görev alan arkadaşlarımızın da büyük bir özveriyle
görev yaptıklarını biliyorum. Bir kez daha görülmüştür ki, dil, bizleri ayrıştıran değil,
birleştiren bir unsurdur ve dil üzerinden siyaset yapmak mümkün değildir. Yüce
Atatürk’ün isabetle vurguladığı gibi “Türk dili dillerin en zenginlerindendir,
yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen
Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; komisyon raporu
dikkatlice okunduğu takdirde, raporda, Türkçenin tarihçesi, dünya dilleri
arasındaki yeri, Türkçenin bugünkü durumu ve çözüm önerileri detaylı olarak
ifade edilmiştir. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında tüm Komisyon üyelerinin ve
özellikle Komisyon Başkanımızın büyük emeği vardır. Raporda belirtildiği gibi,
Türkçemiz söz varlığı açısından dünyanın en güçlü dillerinden birisidir. Kelime
haznesinin zenginliği, kelime grupları oluşturma yoluyla yeni sözler elde
edebilme özelliği ve yeni kelimeler türetmeye elverişli olması nedeniyle aynı
zamanda Türkçe bir bilim dilidir. Raporda Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın nedenleri arasında
şunlar sayılmıştır: Yabancı kelime özentisi, yabancı kelime kullanma
alışkanlığı (örneğin; kuzen, efor, detay gibi),
yabancı eklerin kullanılması (örneğin; -ler, -lar ekleri yerine “s” ekinin kullanılması gibi), yabancı
kelimelerin yazılmasındaki yanlışlıklar, Türkçede bulunmayan yabancı
işaretlerin kullanılması, alfabemizde bulunmayan “x” gibi harflerin
kullanılması, iş yeri adlarındaki yabancılaşma, müstehcen ve kaba sözlerin
kullanılması, yazım yanlışları gibi genel tespitler raporda yer almıştır. Diğer yandan, basın-yayın organlarında kullanılan ifadeler
aracısız bir şekilde halka ulaştığından, bu organlarda kullanılan dilin önemine
özellikle vurgu yapılmıştır. Radyo ve televizyonlarda görev alan sunucu,
muhabir gibi kişilerin mutlaka dil eğitiminden geçmiş, Türkçeyi özenle kullanan
insanlar olması gerekmektedir. Türk dünyasında dil birliği sorunu ile Türkçe öğretimindeki
eksiklikler de ana sorunlardan bazıları olarak karşımızda durmaktadır. Yahya
Kemal Beyatlı bir konuşmasında “Türkçenin çekilmediği yer vatandır.” der. Eğer
Türkçemiz var olsun diyorsak mutlaka dil bilinci oluşturmak zorundayız. Bu ise,
millî bir dil politikasıyla mümkündür. Ülkemizde 1980’den sonra görülen büyük yanlışlardan birisi,
yabancı dil öğretimi ile yabancı dille öğretimin birbirine karıştırılması
olmuştur. Günümüzde yabancı dil öğrenmenin önemi elbette ki tartışılamaz, ancak
yabancı dil araç olmaktan çıkıp amaç hâline getirilmiştir. Yabancı dille
öğretim yapan kurumlarda okuyan Türk çocukları, maalesef, Türkçeyi ihmal etmektedirler.
Yabancı dille öğretim, dünyada sadece geri kalmış ülkeler ve sömürge ülkelerde
uygulama olarak görülmektedir. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; raporun son bölümünde çözüm
önerileri yer almaktadır. Türkçenin bağımsız bir dil olarak yaşaması ve
varlığını sürdürebilmesi için Türkçe konusunda bireysel ve toplumsal duyarlılık
şarttır. Atatürk de bu sorumluluğu “Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki
güzellik ve zenginliğe kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın dikkatli,
alakalı olmasını isteriz.” diyerek ifade etmiştir. Türkçenin doğru kullanılmasını sağlamak ve bozulmayla
yabancılaşmanın önüne geçmek için aileden başlayan bir öğrenme sürecine ihtiyaç
vardır. İyi bir dil öğretimi için öğretmenlerin eğitimine de özel önem
verilmelidir. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde dilimize
yönelik hedefler koymalıyız. Gençlerimiz özellikle ortaöğretimde, dilleriyle
kendilerini ifade edebilecek olgunluğa ve birikime sahip hâle getirilmelidir. Aynı zamanda, ülkemizde televizyon izleme oranları yüzde 96 gibi
çok yüksek oranlara çıkmaktadır. Tüm basın-yayın kuruluşlarında dil denetme
kurulları oluşturulması teklifi önemli bir tekliftir. Ticari alanda, ürün, marka, tabela gibi tanıtıcı adların
konulmasında mutlaka belli kurallar getirilmelidir. Türk dünyasında Latin alfabesi temelinde alfabe birliği
sağlanmalıdır. Ortak alfabeye geçildiği zaman, İsmail Gaspıralı’nın
“Dilde, fikirde, işte birlik” hedefine daha fazla yaklaşacağımıza inanıyorum. Değerli arkadaşlarım, ülkemizde iki tane dil bayramı
kutlanmaktadır, Birincisi, 26 Eylülde kutlanan resmî Dil Bayramı; diğeri ise Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi resmî devlet dili olarak
ilan ettiği fermanın tarihi olan 13 Mayısta Karaman ilimizde kutlanan Dil
Bayramı’dır. Bu bayramların mümkün ise birleştirilmesi, mümkün olmasa bile en
etkin şekilde kutlanılması gerekmektedir. Ayrıca, bütün kamu kurum ve kuruluşları her türlü belge, sözleşme
ve yazışmayı Türkçe hazırlamalıdır. Bu arada, Türk Dil Kurumunun kuruluş gayesine uygun olarak
çalışmasını temin etmek üzere, Meclisimizde görüşülmeyi bekleyen Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu mutlaka çıkarılmalıdır. Burada, son
yıllarda Türkçe konusunda başarılı hizmetler veren Türk Dil Kurumu ve Başkanını
tebrik etmek istiyorum. Öyle ki, dil ile ilgili bilgilere bugün artık cep
telefonlarından bile ulaşmak mümkün hâle gelmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. MEVLÜT AKGÜN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Değerli arkadaşlarım, bu çözüm önerileri detaylı olarak, etraflıca
raporda belirtilmiştir. Meclisimize düşen, bu çözüm önerilerinden yasal
düzenlemeye konu olacak kuralları bir an önce hayata geçirmektir. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; konuşmama son verirken -çok
önemli bir ev ödevi niteliğinde olan raporun Meclisimizin tozlu raflarında
kalmamasını istiyorsak- çözüm önerilerini hayata geçirmek için tüm yetkilileri
göreve davet ediyor ve bu duygularla yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akgün. İkinci konuşmacı, Samsun Milletvekili Suat Kılıç. Buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer
milletvekilleri; yasama yılımızın bu ilk çalışma gününde yüce heyetinizi ve
bizleri ekranları başında dinleyen çok saygıdeğer vatandaşlarımızı en kalbî
saygılarımla selamlıyorum. Çok saygıdeğer milletvekilleri, Türk milletinin yüreği yanıyor.
Sadece 17 şehidimizin acısının düştüğü on yedi ocakta değil, 70 milyon Türk
insanının milyonlarca ocağında bir yangın, bir büyük ateş var. Her şeyden evvel
şehitlerimize ebedî istirahatgâhlarında sonsuz nurlar
içerisinde ebedî ve güzel bir hayat, Allah’ın rahmetini temenni ediyoruz.
Yakınlarına, ailelerine ve bütün milletimize sonsuz bir sabrı cemîl temenni ediyorum. Bu elim terör saldırısında
yaralanan ve tedavileri devam etmekte olan silahlı kuvvetlerimizin çok kahraman
personeline de Allah’tan acil şifalar ve yakınlarına da geçmiş olsun
dileklerimi bu vesileyle ifade ediyorum. Hiç tereddüt yok ki, asla akıldan çıkarılmamalı ki her
kaybettiğimiz şehit canıyla birlikte vatan topraklarına olan bağlılığımız daha
da güçleniyor ve kuvvet kazanıyor. Toprakla buluşan şehit kanlarıyla birlikte
bayrağımıza olan aşkımız ve yüksek sevdamız çok daha kuvvet kazanıyor ve
sonsuzluğa taşınıyor. Bu vesileyle, çok saygıdeğer milletvekilleri, bizden önce
görüşülen grup önerisi üzerinde söz alan bir sayın milletvekilinin cümleleri
üzerine de görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisine milletvekili olarak girdiği ilk gün
vatanına, milletine, bayrağına ve ülkesinin bölünmez bütünlüğüne namusu ve
şerefi üzerine bağlı kalacağına yemin eden, ant içen milletvekilleri için en
namuslu, en haysiyetli, en onurlu davranış teröre terör, terör örgütüne de
terör örgütü diyebilmektir. Bunu özenle ve özellikle ifade ediyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, Türk dilindeki bozulmanın, yozlaşmanın
ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması, geliştirilmesi ve bu
alanda gereken tedbirlerin alınması amacıyla 26 arkadaşımızla birlikte vermiş
olduğumuz araştırma önergesi üzerinde önerge sahipleri adına söz almış
bulunuyorum. Komisyonumuz çok değerli bir çalışmayı ortaya çıkarmış ve 100 sayfalık bir
raporu Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve sayın milletvekillerimizin
dikkatlerine sunmuştur. Bu çalışmalar sırasında emeği geçen komisyon üyesi
bütün arkadaşlarımıza kalbî şükranlarımı ifade ediyorum. Hatırlanacağı gibi, 22’nci Yasama Döneminde de Türk dilinin
korunmasıyla ilgili araştırma komisyonu kurulmuş, raporu tanzim edilmiş ancak
çalışmaların bitmesine yasama döneminin süresi kifayet etmediği için bu dönem
aynı konuyla ilgili yeni araştırma önergelerinin verilmesi gerekmiştir. Komisyonumuz çalışmalarında geçen dönem eşsiz emeklerini ortaya
koyan arkadaşlarımızın bulgularından, tespitlerinden, ortaya konulan önemli bir
varlık olan belgelerden yararlanmış ve neticede bir belgeye ulaşmıştır. Gelinen
nokta itibarıyla araştırma komisyonunun ortaya koyduğu bu değerli metin elbette
ki diğer bütün araştırma komisyonlarının raporları gibi öneri niteliğinde,
öneri mahiyetinde olan bir metindir. Bu konuyla ilgili kendilerine önerilerde
bulunulan ya da yapılması gerekenler noktasında belirlenen ihtiyaçlar
doğrultusunda kamu kurum ve kuruluşlarıyla özel sektörde konumlanmış kurum ve
kuruluşların üzerlerine düşen görevlerin idrakine varmaları hâlinde çok önemli
sonuçlara ulaşılabilmesi mümkündür. Çok saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi
araştırma komisyonunun ortaya koyduğu raporun, takdir edersiniz ki, icrai bir boyutu yoktur. Bu rapor ilgili
kurumların ve özel sektör yapılanmalarının değer verdiği ölçüde anlam kazanacak
ve gerek geçen yasama döneminde gerekse şimdiki bizim komisyonumuzun ortaya
koyduğu bu çalışma kıymeti bilindiği ölçüde Türk dilinin korunmasına,
geliştirilmesine, değerlerin yaşatılmasına, Türk milletini bir arada tutan en
önemli varlıklardan biri olan dilimizin geleceğe taşınmasına eşsiz katkılar
sağlayacaktır. Araştırma komisyonunun kurulmasıyla ilgili Meclis görüşmeleri
yapılırken de ifade ettiğimiz şekilde, öncelikle Millî Eğitim Bakanlığımıza çok
önemli görevlerin düştüğü komisyonumuzun tespitleri arasında yer alan bir
husustur. O zaman komisyon sıralarında Sayın Bakanımız vardı Hükûmeti temsilen, kendilerine ifade etmiştik, şimdi bir
kere daha önerge sahipleri adına altını çizerek ifade etmek istiyorum:
Okullarımızda, ilköğretimden başlayarak, ortaöğretimde, liselerimizde ve
üniversitelerimizde Türkçe ile Türk dili ve edebiyatı konularında dersler
verilmektedir ancak müfredatın, öğreticilerin ve eğitmenlerin konunun detayına
ve özüne yeterince nüfuz edememesinden kaynaklanan birtakım uygulama
aksaklıkları maalesef görülebilmektedir. Öncelikle Türkçe
öğretmenlerimizin Türkçe dersinin verilmesi, öğretilmesi; Türk dili ve
edebiyatıyla ilgili verilmesi gereken hususlara dikkat çekilmesi konusunda
özellikle bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Zira
yıllarca okullarımızda Türkçe dersi gören, ilköğretimden itibaren, üniversite
yılları dâhil olmak üzere, Türkçeyi bir ders olarak, Türk dilini bir ders
olarak, edebiyat bilgilerini bir ders olarak alan öğrencilerimizin bile
maalesef gelinen nokta itibarıyla Türkçenin doğru ve düzgün kullanımı konusunda
istenen noktada olmadığı görülmektedir. Türkçenin etkili ve iyi bir telaffuz
yöntemiyle kullanılması konusunda maalesef istenen noktaya gelemedikleri
görülmektedir. Belki hepsinden daha da önemlisi, yeni nesillerin, kendi dilini,
ana dili olan Türkçeyi birkaç yüz kelime dışında konuşabilecek bir kelime
haznesine sahip olamadıkları maalesef görülebilmektedir. Kelime haznesi düşük
olanların konuşma haznesi, konuşma haznesi düşük olanların düşünme haznesi,
düşünme haznesi düşük olanların üretim kabiliyetlerinin paralel bir şekilde ne
kadar kısıtlı olabileceği yüce heyetin takdirlerinde olan bir konudur. Dolayısıyla, Sayın Millî Eğitim Bakanımıza ve Bakanlığımıza
temel önerimiz, 100 Temel Eser’in okunması ve okutulması konusunda daha
gayretli bir seferberliğin hızlandırılması noktasında önemli çabaların
içerisine girilmesi; bununla birlikte, 100 Temel Eser’in içerisinde geçen
sözcüklerin anlaşılması ve kavranmasına yönelik “100 Temel Eser Sözlüğü” adıyla
yeni bir eserin hazırlanması ve çocuklarımızın ortaöğretim sonunda 100 Temel
Eser bilgileriyle kelime haznelerindeki gelişimin sınav sistemine dâhil edilecek
yeni yöntemlerle bu temel kaynaklar üzerinden ölçülmesi gerektiği
kanaatindeyiz. Değerli milletvekilleri, bununla birlikte, bir dili sevmekte, bir
dilin duygularına nüfuz etmekte en önemli varlıkların özellikle şiir türündeki
edebî varlıklar olduğunun farkındayız. Şiirler, destansı metinler, buralara
gençlerimizin dikkatini yoğunlaştırmak mecburiyetindeyiz. Bunu
yaparken de şu an Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Hükûmeti
temsilen komisyon sıralarında bulunuyorlar, kendilerinden özellikle ricamız
şudur: Türkiye’nin, Türk toplumunun, bu coğrafyanın, bu toprakların
yetiştirdiği değerli sanat ve edebiyat adamlarının çok değerli külliyatları ve
çok değerli eserlerine Kültür Bakanlığı tarafından da özel önem atfedilmeli ve
dikkatler bu nokta üzerine yoğunlaştırılmalıdır. Kültür ve Turizm
Bakanlığımız belli isimler adına özel günler, özel geceler, özel haftalar
düzenlemeli, belli ekipler Türkiye’nin seksen bir vilayetini âdeta tiyatro
turneleri gibi turlamalı; yeni neslin, kızlarımızın ve erkeklerimizin, gençlerimizin
Türkçe ve Türk dilinin özellikleri ve incelikleriyle buluşmasının temin
edilmesi kaçınılmaz gereklilikler arasındadır. Mehmed Âkif
Ersoy’u okuma ve anlama günleri -Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından bu
çabalar organize edilmelidir- Yahya Kemal Beyatlı’yı okuma ve anlama günleri,
Necip Fazıl Kısakürek’i okuma ve anlama günleri, Nâzım Hikmet’i okuma ve anlama
günleri ve daha bu toprakların yetiştirdiği nice büyük değerleri, nice büyük
eserleri gençlerimizle buluşturacak adımları atma noktasındaki çabaların,
çalışmaların hızlandırılmasının önemli bir ihtiyaç olduğunu değerlendiriyoruz. Bununla birlikte, bütün kurumlara düşen görevler var. Raporda
bunların hepsi tespit edildi ama benim sürem tamamına işaret etmeye yetecek bir
süre değil. Benden sonra konuşacak arkadaşlarım da belli noktalara temas
edecekler. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. SUAT KILIÇ (Devamla) – Yerel yönetimlere, belediyelerimize düşen
önemli görevler var, kamunun diğer kurumlarına düşen önemli görevler var, ama
bütün bu sıraladıklarımızdan daha önemli görevin düştüğü yer Türkiye Radyo ve
Televizyon Kurumu başta olmak üzere Türkiye’nin televizyonları, yaygın iletişim
ağı ve Türkiye’nin gazeteleri, dergileri, bütün görsel ve yazılı yayın
araçlarıdır. Bu noktada herkesin üzerine düşen görevin sorumluluğunu idrak etmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle televizyon programlarındaki komedi içerikli
programlar, televizyon yayınlarındaki gençlik odaklı programlar, bu
programlarda kullanılan cep telefonu Türkçesi bir an önce terk edilmelidir. Cep
telefonu Türkçesi, Türk dilini esaret altına alacak bir Türkçe olmaktan hızla
uzaklaştırılmalıdır. Türkiye’ye belli yayınlar yapılırken bu yayınlarda
taşınması gereken sorumluluğun herkes idrakinde olmalıdır diye düşünüyorum. Hepimize düşen görevler var. Hepimiz görevimizin gereğini yerine
getirebilirsek, Türk dili, sonsuza kadar, gelişerek, güçlenerek, yozlaşmanın ve
bozulmanın olumsuz etkilerinden korunarak yaşayacaktır diye düşünüyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kılıç. Üçüncü söz Kütahya Milletvekili Alim
Işık’a ait. Buyurunuz Sayın Işık. (MHP sıralarından alkışlar) ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle 23’üncü Dönem Üçüncü
Yasama Yılının başta yüce milletimize ve Meclisimize hayırlara vesile olmasını
diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. Benden önceki değerli konuşmacıların da ifade ettiği gibi,
gerek AK PARTİ gerek Cumhuriyet Halk Partisi gerekse Milliyetçi Hareket Partisi
Gruplarına mensup değerli milletvekillerinin vermiş olduğu önergeler sonunda
Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve
geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan
Meclis araştırması komisyonu raporu üzerinde önerge sahibi olarak söz almış
bulunmaktayım. Öncelikle bu raporun hazırlanmasında emeği geçen gerek bu dönemki
gerekse önceki dönemki değerli milletvekillerine, raporun hazırlanmasında
birçok bilgiyi zamanında ulaştıran çok değerli bürokratlara ve emeği geçen
herkese grubum adına teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, bu vesileyle de dört gün önce ülkemizin Aktütün Karakolu yöresinde çok değerli 17 vatan evladının
şehit edildiği olay vesilesiyle de şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine
başsağlığı, yaralılarımıza da acil şifalar diliyor, saygılarımı sunuyorum. Bilindiği gibi, bir toplumun tanımlanmasında kullanılan en önemli
unsur o toplumun kullandığı dildir. Toplumlar ve ülkeler, genellikle
kullandıkları diller ya da dil esas alınarak isimlendirilirler. Genelde
Türkçeyi dil olarak kullanan toplumlar da Türk toplumunu oluşturmaktadır. Bir
vatan toprağı üzerinde yaşayan toplumların ortak tarih ve kültür birikimiyle
bir bayrak altında oluşturdukları devletlerin yaşaması da kullandıkları
dillerle yakından ilişkilidir. Yani dil ne kadar uzun ömürlüyse devlet de millet
de o kadar uzun ömürlü olabilmektedir. Dil ya da lisan, insanların düşündüklerini ve hissettiklerini
bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma olarak
tanımlanmaktadır. İnsanlık tarihinin büyük bir bölümü boyunca dillerin dağılımı
kesintili ve bölük pörçük olmuş, insan grupları dağıldıkça diller de
birbirinden uzaklaşmış ve çoğalmıştır. Bir dili belirgin farklılıklarla konuşan iki insan birbirlerini
anlayabiliyorlarsa ayrı lehçeleri, birbirlerini anlayamıyorlarsa ayrı dilleri
konuşuyor olarak kabul edilmektedir. İşte bu genel tanımdan yola çıkarak birçok
dil, dil alfabesinde yerini almış, bunlardan birisi de bizim kullandığımız
Türkçedir. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk, 17 Şubat 1931
tarihinde Adana’da yaptığı bir konuşmada güzel Türkçemiz için şöyle demiştir:
“Türk demek dil demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden birisi
dildir. ‘Türk milletindenim’ diyen insan her şeyden önce ve mutlaka Türkçe
konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia
ederse buna inanmak doğru olmaz." ifadesini kullanmıştır. Türkçeyi çok önemseyen Atatürk, 12 Temmuz 1932’de Türk Dil
Kurumunu kurarak 26 Eylül 1932 tarihinde de I. Türk Dili Kurultayını açmış ve
bu kurultayda 26 Eylülün her yıl Türk Dil Kurumu tarafından “Dil Bayramı”
olarak kutlanması kararı alınmıştır. Geçtiğimiz eylül ayının 26’ncı gününde de
bunun 76’ncısını kutlamış olduk. Dil aynı zamanda düşüncelerin de kaynağıdır. Dil yetersiz olursa
yaratıcılık körelir ve söner. Ülkemizde özellikle ticari hayatta iş yerlerinin
isimlendirilmesinde son zamanlarda yabancı dil kullanımı giderek artmış,
İnternet ve bilgisayar dilinde birçok Türkçe sözcüğün yerini İngilizce
karşılıkları alır olmuştur. Türkçeye en yakın, en uygun klavye türü olan “F”
klavyenin kullanımı giderek azalmış ve yerini farklı harf dizimlerine sahip
olan “Q” klavye alır olmuştur. İşte, bu yaşanan problemlerin azaltılması ve gerekli tedbirlerin
alınması amacıyla, grubumuzun da içinde bulunduğu ve biraz önce zikrettiğim
gruplara ait değerli milletvekilleri tarafından verilen önergelerle kurulan
komisyon bu konuyla ilgili raporunu hazırlamış ve raporda birçok detaya yer
vermiştir. Ben raporda yer alan bilgileri tekrarlayarak sizin vaktinizi
almamayı özellikle önemli buluyorum. Bunun için de raporda yer almayan, ancak
Türkiye Büyük Millet Meclisinin birer ferdi olarak her şeyden önce Türkçeyi
burada doğru kullanmak ve -buradan- bozulmasını önlemek düşüncesiyle önemli
gördüğüm birkaç dil özelliğini belirttikten sonra siyaset dilinde ve
siyasetçilerimizin uyması gereken temel davranışlar konusunda sizlerle
bildiklerimi paylaşmaya özen göstereceğim. Hepimizin de bileceği gibi Türkçenin temel özelliklerini birkaç
ana maddede şöyle sıralamak mümkündür: Her şeyden önce Türkçenin zenginliği
sahip olduğu soyut sözlerden ileri gelmektedir. Türkçedeki temel kavramlar
kendisine aittir. Örneğin el, kol, baş, göz, kulak gibi organ isimleri bunların
belli başlılarıdır. Türkçede kelime sayısı yeterince fazladır. Bugün bir milyonun
üzerinde kelime olduğu söylenmektedir dil bilimcileri tarafından. Türkçe çok sayıda fiile sahiptir. Her türlü eylemi ifade etmede
kullanılacak kelime zenginliği vardır. Türkçede rahatlıkla çok sayıda yeni
kelime kazandırma imkânı söz konusudur. Türkçenin anlatım yolları kolay ve
kıvraktır. Bu genel özelliklerden sonra siyaset dilinin temel özellikleri
neler, onlar hakkında da birkaç cümleyle bu konuda bildiklerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum. Siyaset dili, siyasi söyleme dayanır. Siyasi söylem ya da siyaset
içeren söylem sosyal anlamların üretildiği ve sorgulandığı bir alan içinde ele
alınır. Bir söylemin siyasi olması için sosyal yaşamın siyaset ve onunla ilgili
alanlarında üretilmesi gerekir. İkincisi: Siyaset dili soyut kavramlar içerir. Üçüncüsü: Siyaset dilinde kullanılan kavramlarda dört özellik
bulunur, bunlar: Kültür odaklılık, değer yüklülük, tarihsel kapsamlılık ve
işlevselliktir. Örneğin “demokrasi” sözcüğünün tarihsel, kültürel bir boyut
içerdiği ve devlet yönetimi ve sosyal yapı tanımlayan soyut bir kavram olduğu
dikkat çeker. Dördüncü özelliği: Genel anlamda “biz” konuşmayı yapan kişinin ait
olduğu tarafı, “siz” halkı, “onlar” ise muhalefet, iktidar, bürokrasi ve
benzeri gibi karşı tarafı tanımlar. Siyasi bir cümlenin amacı “biz” ve “siz”i,
“onlar”a karşı birleştirmektir. Siyaset dilinde halka daha yakın ve sıcak olabilmek ve resmî uzun
tanımlardan ve terimlerden kaçmak için eksiltilmiş anlatımlar kullanılır.
Örneğin “Çankaya’nın görüşü”, “Hükûmetin başı” ve
benzeri gibi tanımlar bunlara örnek verilebilir. Siyaset dilinde somut isimler soyut isimlerle, yüklemler boş
yüklemler veya isim fiillerle kullanılır. Hatta bazı durumlarda o sözcük özgün
dildeki hâliyle söyleneceği yerde, diğer bir dildeki karşılığıyla verilir.
Örneğin “saldırı” sözcüğünün yerine “sınır ihlali” ifadesi, “yoksul” yerine
“dar gelirli” gibi kullanımlar genel siyaset dilinde sıkça göze çarpar. Bir diğer özelliği: Siyaset dilinde diğer dillerden alınmış
sözcüklere sık rastlanılır. Bu tür sözcüklerin neredeyse tamamı İngilizce ya da
Fransızcadan dilimize geçmiştir. Örneğin “tüyo vermek”, “akredite”, “mega proje” ve benzeri gibi kavramlar bunlardan bazılarıdır.
Siyaset dilinde kısaltmalar da yaygın kullanılır. Örneğin parti
isimleri olarak, işte “CHP”, “MHP”, “AKP” ve benzeri gibi parti isimleri buna
en güncel örnektir. Peki, siyasetçi olarak Türkçenin daha dikkatli kullanılması
konusunda nelere dikkat edilmelidir derseniz, bu konuda birkaç cümle sizlerle
paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce siyasetçi, gerek konuşmalarıyla gerekse
davranışlarıyla topluma örnek olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıdır.
Siyasetçi açık ve anlaşılır bir Türkçeyle konuşmalı, konuşması toplumun her
kesimindeki insan tarafından anlaşılmalıdır. Siyasetçi konuşmasında Türkçe
kelimeler kullanmalı… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. ALİM IŞIK (Devamla) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. ...yabancı kelimeleri kullanmaktan kaçınmalıdır. Siyasetçi, söyleyiş hatalarından uzak, standart Türkçeyle
konuşmaya özen göstermelidir. Siyasetçi kelimeleri doğru kullanmalı, doğru
cümle kurmalıdır. Siyasetçi, seviyesiz, argo konuşmalardan özenle kaçınmalıdır.
Siyasetçi toplumun önüne çıkacağı zaman doğaçlama konuşmamalı, konuşmasını
mümkünse önceden hazırlayarak yapmalıdır, ancak bu yolla konuşma sırasındaki
hataları en aza indirmesi mümkündür. Siyasetçi topluma örnek oldukları
bilinciyle kültür olaylarıyla yakından ilgilenmelidir. Son olarak da siyasetçi
karşısındakilere daima saygılı davranmalı ve bunu bir zorunluluk olarak
görmelidir. Bu duygu ve düşüncelerle hazırlanan raporda yer alan ifadelerin en
kısa zamanda yasal boyutlarıyla çözülmesini temenni ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Işık. Önerge sahipleri adına son söz Yalova Milletvekili Muharrem
İnce’ye ait. Buyurunuz Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar) MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sizleri saygıyla selamlarken, ben de konuşmama başlamadan önce şehitlerimize
Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifa ve tüm ulusumuza başsağlığı ve sabır
diliyorum. Sayın milletvekilleri, bize bizi anlatan atalarımızın dili, ana
dilimiz Türkçe bozuluyor mu, yabancılaşıyor mu, başkalaşıyor mu, yoksullaşıyor
mu? Maalesef bütün bu soruların yanıtı evet. Duygularımızı,
düşüncelerimizi, sıkıntılarımızı, üzüntülerimizi, sevdalarımızı, sevinçlerimizi
anlattığımız dilimiz ne yazık ki başkalaşıyor, yabancılaşıyor, bozuluyor,
yoksullaşıyor. Selçuklu ve Osmanlı döneminde Arapça ve Farsça istilası,
Tanzimat’tan sonra Fransızca ve son elli yıldır da İngilizce ve Amerikan dilinden
gelen terimlerle birlikte ne yazık ki dilimiz kuşatılmış durumda. Benzer
sorunları başka ülkeler de yaşadı, ama biz, en azından bilgisayar konusunda
Profesör Aydın Köksal sayesinde bir miktar şanslı sayılırız. Dilin bozulmasının nedenlerinden birisi tabii ki küreselleşme.
1985 elektronik devrimiyle birlikte bilgisayar konusunda yirmi bin yeni sözcük
üretilmiş. Uzay konusunda üretilen sözcük sayısı on bin. Bütün bunların hepsi
İngilizce olarak üretilmiş, ama daha sonra Almanya, Çin, Rusya, Fransa bu otuz
bin sözcüğü kendi dillerine çevirmişler. Ne yazık ki biz bu konuda iyi bir
mesafe alamadık. Bugün sadece renk konusunu ele alalım. Batı teknolojisinin
ürettiği renklere bile bugün Batı dillerinde karşılık bulanamadığı için renkler
numaralandırılıyor, sayısal değerlerle ölçülüyor. Ama biz ki, güvercinin
gagasından, kanadından, boynundan, ağacın yaprağından, budağından renk adı
çıkaran insanların torunları olarak içine düştüğümüz bu durumdan utanmamız
gerekir diye düşünüyorum. Nasıl oluyor da bu ülkenin evlatları “eğilim, yönelme, yönelim, gelişme yönü,
doğrultu, tarz, temayül, üslup, meyil” gibi elli altı tane sözcüğü bir kenara
itip bugün geçlerimizin hepsi “trend” diyor. Elli altı
sözcüğün hiçbirini kullanmadan, sadece “trend”
sözcüğüne Türkçemizi hapsediyoruz. Değerli arkadaşlarım, bu Parlamento çatısı altında bile “uzlaşma”
varken “konsensüs” diyoruz, “yoğunlaşma” varken
“konsantrasyon”, “yıldız” varken “star”, “saçma” varken “absürt”; “Kalkış”
varken ülkemizi “take off”a
geçiriyoruz bu çatı altında. Nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti’nde Akreditasyon Kurumu
kuruluyor, Millî Prodüktivite Merkezi var, Projeler Koordinasyon Başkanlığı,
Strateji Geliştirme Başkanlığı kuruluyor? Nasıl oluyor da Türkiye
Cumhuriyeti’nin okullarında, hepimizin okuduğu okullarda eğitsel kollarımızın
adı bugün “kulüp” olmuş durumda. Öğrencilere “performans kriterleri”
uygulanıyor, öğretmenler “kariyer basamakları”na
sahip oldular son yıllarda. “Büyük millet” fikriyle kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisi…
“Türkiye Büyük Millet Meclisi” yerine nasıl oluyor da “büyük millet” fikrini
bir kenara bırakarak, “meclis, toplanma, bir araya gelme, birlik oluşturma”yı bir kenara bırakarak, onu dışlayarak
İtalyanca, kökü “palavra”dan gelen “parlamento” sözcüğünü kullanıyoruz. “Davet, kabul, resmî kabul, merasim, tören” gibi kelimelerimiz
varken ne yazık ki Meclis Başkanlığımız “resepsiyon”
veriyor. “İtibar, saygınlık” gibi sözcüklerimiz unutulmuş, yerine “prestij” gelmiş. “Talih, kısmet, fırsat” dilimizi terk
etmiş, “şans topu” gelmiş artık. Değerli milletvekilleri, Osmanlı ekonomisi bir kâr ekonomisi
değil, bir hizmet ekonomisi. Bu bizim yapımız, kökümüz, kültürümüz,
genlerimizde var bu. Şimdi, bakınız, bir sözcük bizi bütün kökümüzden koparmış.
“Hizmet, veriş, sunuş, ikram, takdim, yardım, bölüm, daire, pas atmak, taşıt,
tabak, çatal, onarım”, bütün bunları bir kenara atmışız “servis” sözcüğünü almışız, servis. “Bana bir
servis yap.”, “Okul servisi geldi mi?”, “Hastanedeki kardiyoloji servisi” gibi.
Yani biz bu sözcükle, “servis” sözcüğüyle bütün köklerimizden kopmuş
durumdayız. Değerli arkadaşlarım, ben on altı yıl öğretmenlik yaptım. Eğer bir
çocuk sınav kâğıdına şöyle yazsaydı, “iddaa”
yazsaydı, “i”, “d”, “d”, “a”, “a” yazsaydı ben onun üstünü çizerdim ama bugün
“devlet” iddaa oynatıyor. “İddaa”
diye bir sözcük yok bizde. Bakın, hepimiz “Turkcell” kullanıyoruz, Turkcell. “Türk”ün “ü”sünün
noktalarına ne oldu? Bunları yok ettik. Fransa Hükûmeti “e-mail” sözcüğünü
yasaklamış. Fransız Kültür Bakanlığı -Sayın Kültür Bakanı da buradalar- bir
kararname çıkarıyor: “e-mail sözcüğünün benim dilimde karşılığı var, ‘kurye’
sözcüğü. Benim dilimdeki karşılığı budur, bu kullanılacak.” diyor. Bu konuda
Kültür Bakanlığı harekete geçiyor, bir tek sözcük için bile. Değerli arkadaşlar, içimizde üniversite hocalarımız var, hepimiz
biliyoruz ki, bu ülkenin üniversitelerinde makalenizi Türkçe yazarsanız 3 puan,
İngilizce yazarsanız 10 ya da 15 puan alıyorsunuz. Bu ülkenin insanlarına, bu
ülkenin çocuklarına haksızlık değil mi bu? Çocuklarımız empe3 dinliyor. İngilizce “p”, “pi” olarak okunması
lazım, o zaman “empi” dememiz lazım. Empe3… Türkçesi
var, İngilizcesi var, karmakarışık bir dil. Ne dili bu? Bu dilin adı “Hollywood
dili.” Depremler… Biz, hepimiz -hepimizin yaşı gereği, burada otuz
yaşından küçük insan yok- ondalık sayıları nasıl ayırırdık? “ Spikerlerimiz hava durumu sunuyor. “Müjde sayın seyirciler, yağışlı
hava İstanbul’u terk ediyor, batıya doğru gidiyor. Ne hâliniz varsa görün
Trakyalılar, biz yırttık.” diyor. Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir durumdayız. Televizyonlarda
sürekli tekrarlar, bir konuyu 8 kere, 9 kere tekrar ediyor. Sonuçta öyle bir nesil
gelecek ki, 1 kez söylendiğinde anlayamayan, sürekli tekrarları bekleyen bir
nesil yetiştireceğiz. Bunları kim denetleyecek? Bu Hollywood Türkçesini kim
denetleyecek? RTÜK. E, RTÜK Başkanının ne işler yaptığını herhâlde hepimiz
biliyoruz! Değerli arkadaşlarım, bakın, televizyonlar bulaşıcı hastalık
saçıyor bu ülkede. Hiç karışmasalar, yarı aydınlar, yarı cahiller hiç karışmasa
bu halk sorununu çözecek. Nasıl çözecek biliyor musunuz? Kentleşmeyle birlikte
“dolmuş” kavramı çıktı ortaya. “Dolmuş”u kim buldu? Bu millet buldu. “Durak,
dolmuş, çekyat, indibindi” bunların hepsini bu millet
buldu. Ama bu halkın artık cesareti kırık durumda. “Ben
konuşmalarımın içine İngilizce sözcükler koymazsam kültürsüzmüşüm gibi
anlaşılıyor” diyor. Halkın cesareti kırıldı, Türk milletinin cesareti kırıldı. Değerli arkadaşlarım, bir örnek vermek istiyorum size. Bakın, çok
ilginçtir bu. 14 Ocak 2003, Sayın Recep Tayyip Erdoğan Çin’i ziyarete gidiyor
–çok ilginç bir örnektir- fındık satmak istiyor ülkemizin Başbakanı. Diyor ki:
“Bakın, bizde çok var, size satalım fındığı.” Çinli yetkililerle, muadili
yetkililerle görüşüyor. Çinli yetkililerin yanında Çince dil uzmanı var. “Bu
nedir?” diyorlar, “fındık”. Hemen “fındık” sözcüğünü Çinceye “fındık” olarak
geçirmiyorlar ve diyorlar ki, canlılık veren yemiş anlamında bir sözcük
üretiyorlar hemen. Çin’e bu sözcük anında giriyor, Çince olarak giriyor,
“fındık” diye bir sözcüğü sokmuyorlar. Bizim başbakanlarımızın, sadece Sayın
Erdoğan’ı kastetmiyorum ondan önceki başbakanları da kastediyorum, hangi
başbakanımızın yanında bir dil uzmanı var? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. MUHARREM İNCE (Devamla) – Bizim başbakanların yanındaki
danışmanlar “izolasyon”, “entegrasyon”, “kriter”,
“transformasyon” diyenler. Bunları söyledikleri zaman çok kültürlü, çok bilgili
adamlar olduğuna inanıyoruz bunların. Değerli arkadaşlarım, yine sayın milletvekillerine de şunu
söylemek istiyorum: Biz sağlığımıza dikkat ederiz, ama bir doktor kadar sağlık
konusunu bilmeyebiliriz; ütümüze de dikkat ederiz, bir terzi kadar ütü de
yapamayabiliriz. Hiçbirimiz dil uzmanı değiliz, bu Meclisin içindeki, Meclisin
çatısı altındaki bütün milletvekillerinin dil uzmanı olma zorunluluğu da
yok, ama şunu yapabiliriz: Şu milletin
kürsüsünden “demokrasi” dememeyi öğrenebiliriz, “Türkiye Büyük Millet Meclisi”
dememeyi yapabiliriz, “katip üye” demeyebiliriz,
“gelen kağıtlar” demeyebiliriz, “kabine” demeyebiliriz. En azından bunu
yapabiliriz diye düşünüyorum. Ve son söz olarak şunu söylüyorum: Bakınız, hepimiz “Ulu Önder
Atatürk” derdik… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın Başkanım, bir dakika
müsaade eder misiniz. BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız. Buyurun. MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın milletvekilleri, “önder” sözcüğü
yok oldu gitti, “önder” sözcüğünün karşılığı “lider” geldi artık. Her parti
lideri önder midir? Psikolojik bir savaş bu. O zaman ben kurayım bir parti, hem
de Parlamentoda temsil edilmiş bir parti olayım, ben de önder olayım. Parti
başkanı olmak ayrı şeydir, önder olmak ayrı şeydir. Ama biz “önder” sözcüğünü
yok ettik, artık herkes önder oldu bu ülkede. Bunlar psikolojik bir savaştır
diye düşünüyorum ve hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İnce. Gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Necla Arat konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Arat. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi dakikadır. CHP GRUBU ADINA NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, sizi ve yüce
Meclisi saygıyla selamlıyor, yeni yasama yılının hepimiz için, ülkemiz için
başarılı geçmesini diliyorum. Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu üzerinde konuşmak üzere
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Ama öncelikle, Aktütün’e yönelik hain terörist saldırıda şehit düşen askerlerimizi
rahmet ve minnetle anıyor, acılı ailelerine ve tüm Türk ulusuna ben de başsağlığı diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dil devriminden, o büyük
atılımdan yetmiş altı yıl sonra bugün dilimizi sahiplenme, koruma ve geliştirme
konusundaki başarısızlığımız bizi yeni yeni önlemler
almaya yöneltiyor. Yazarlarımız, aydınlarımız, ana dilimizin hasta olduğunu, bu
hastalığın kendini kirlenme, yozlaşma ve çürüme olarak gösterdiğini, Türkçede
kavramlar bozulduğu için yaşamın ve edebiyatın da bozulduğunu ve dil
bilincimizin korunması gerektiğini haykırıyorlar. Çünkü onlar, dil ile
düşüncenin birbirinden ayrılamayacağını, dildeki bir hastalığın düşünce
hastalığının özdeşi, benzeri olduğunu çok iyi biliyorlar. Oysa dil devrimi
yapıldığında bu devrimin amacı çok açık ve net bir şekilde dile getirilmişti:
Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek,
Türkçeyi çağdaş uygarlığımızın bütün gereksinmelerini karşılayacak bir
yetkinliğe ulaştırmak, bunun için de dilden bütün yabancı ögeleri
atmak, amaç buydu. Büyük Önder Mustafa Kemal, dil devrimine ilişkin görüşlerini,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada şöyle açıklamıştı: “Öyle
istiyorum ki, Türk dili bilimsel yöntemlerle kurallarını ortaya koysun, bütün
dallarda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel ve
uyumlu dilimizi kullansınlar.” Dil devriminin amacı, Mustafa Kemal’e göre, Türk dilini
kısırlaştırmak değil, zenginleştirmektir. Türk ulusu dilini yabancı dillerin
boyunduruğundan kurtarmalı, yabancı ülkelerin işgalinden Kurtuluş Savaşı’yla
çıkan bu ulus, kültürel bağımsızlığını kendi öz dilinde gerçekleştirmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk’ün dil devrimi,
uluslaşma sürecinin doğal bir sonucuydu. Osmanlıcanın dilden ayıklanması,
Arapça ve Farsça sözcüklerin elenmesi, Türkçeyi bir bilim ve kültür diline
dönüştürme çabaları, Türk ulusal kimliğini yaratmanın ve toplumsal değişmenin
olmazsa olmaz koşullarıydı. Dilde yenileşme ve özleşme, toplumsal, kültürel,
siyasal gelişmemiz için atılması gereken zorunlu bir adımdı, çünkü yeni bir
devlet, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmaktaydı. Bu arada, içinde yaşanılan çağın, bilimsel, teknolojik ve kültürel
alanlarda inanılmaz bir değişim ve gelişme yaşayan bir çağ olması da söz
konusuydu. İşte, bu gelişmeler ve değişimler, kendi sözcüklerini, dillerini
yeniden oluşturuyorlardı, yeni kavramlar, yeni terimler, sözcükler bulunuyordu.
Gelişmekte olan ya da az gelişmiş toplumlar ise ne yapıyorlardı?
Ya gelişmiş olan ülkelerin türettiği yeni sözcükleri benimsiyorlar ya da
kültürel bağımsızlıklarını korumak için kendi ana dillerinde yeni sözcükler
türetiyorlardı. Bunu yapmaları gerekiyordu kültürel bağımsızlıklarını
korumaları için. Dilde yeni sözcükler yapımı, aleyhindeki bütün tartışmalara rağmen
her dünya dilinin evriminde tarihsel, toplumsal, kültürel değişmenin
yoğunlaştığı dönemlerde görülen dil bilimsel bir olgu. Bunu bir tarafa atamayız.
Ama yeni sözcük üretmeye karşı çıkanlar, değişimin zorunluluğunu göremeyenler
ne yazık ki bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde dilimizi gelişmiş ülkelerin
dillerinin boyunduruğu altına sokmayı savunanlar durumuna düştüler. Oysa dil
ile düşünce arasındaki yakın ilişki dikkate alındığında, çağdaş uygarlık
kavramlarına Türkçe karşılıklar bulmak, çağdaş düşünceyi bilinçli olarak Türk
düşün yaşamına aktarmak çok önemli bir işlevdi. Bu işlevi başarıyla yerine
getiren, binlerce sözcük ve bilimsel terim türeten, ayrıca Türkçenin bilimsel
yöntemlerle incelenen ulusal bir dil niteliğine kavuşmasını sağlayan Türk Dil
Kurumu, 12 Eylülden sonra 1981 yılında ne yazık ki devlet dairesi durumuna
getirilerek özerkliğini ve özelliğini yitirdi. Çünkü o sıralarda dil devrimine
eleştiri sınırlarını aşan saldırılar yöneltilmişti, eski yazının yok edilerek
geçmişimizle bağların kopartıldığı ileri sürülmüştü, dilin özleştirilmesi için
yapılan çalışmalar haksız ve ağır eleştirilerle amacından saptırılmıştı ve
yazım kurallarında tam anlamında bir kargaşa yaşatılmaktaydı. Bütün bunların sonucunda 80’li yıllardan günümüze dilde kirlenme
ve yozlaşma sürüp gitti. Atatürk’ün dil devrimini niçin yaptığı unutuldu.
Yabancı dille öğretim anaokullarına dek indi. Nitelikli öğretmen yetiştirme
koşulları sağlanamadı. İş yerlerine, ürünlere, yapılara yabancı adlar verildi.
Doğru ve güzel Türkçeyi henüz hiçbir kurum ve kuruluşumuza -biraz önce
arkadaşım konuşurken örneklerini verdi- tam olarak yerleştirememişken
yaşamımızın içinde garip bir İngilizce-Türkçe karışımı bir ucube dil yer aldı.
Sokak tabelalarından yeni kurulan sitelere, otel, lokanta ve gazinolara,
lokantalardaki yemek listelerinden gazetelerimize, televizyonlarımıza, program
adlarına, giyim kuşama İngilizce, Fransızca, İtalyanca adlar girdi. Örneğin “Fish-Point” bir balık
lokantasının, “Columbus Cafe”
bir kahvehanenin, “Poseidon” bir başka lokantanın,
“New İstanbul” yeni bir konut alanının, “The
İstanbul” bir lokanta gemisinin adı oldu. Ümraniye’de yeni kurulan bir siteye
“Şelale Premium Residence”, Maslak’ta bir gökdelene
New York Manhattan’a benzetmeye çalışılarak “Mashattan”
denildi. Kulelerin adları “tower”, alışveriş
merkezleri “shopping center”,
ayakkabı mağazaları “shoe center”
oldu. Bütün bunlara ek olarak, radyo ve televizyon yayınlarında
Türkçenin yanlış ve eksik kullanımı izleyicileri, özellikle de çocuklarımızı ve
gençlerimizi olumsuz etkileyip yabancı sözcükleri daha yaygın bir hâle getirdi.
Zaman zaman kimi sanatçılar ile
siyasetçilerin kullandıkları kaba, çirkin ya da argo sözcükler de toplumun
değer yargılarının aşınmasında olumsuz rol oynadı. İşin daha üzüntü verici yanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe
Komisyonunun -2006 yılındaki Dilekçe Komisyonu- bazı sivil toplum
kuruluşlarının tabela kirliliğine uyarı niteliğindeki başvurusuna verdiği
yanıtta görüldü. Komisyon yazılı kararında “Tabela kirliliği, Avrupa Birliğine
üyelik sürecinde, ülkeler arası ilişkilerin zorunlu kıldığı bir gelişmedir.
Yabancı sözcükler dili zenginleştirir.” diyordu. Oysa Avrupa Birliği üyesi
Fransa ve Almanya, İngilizce salgınından kendilerini korumak için yoğun bir
çaba göstermekteydiler. Bizde ise bir ulusu ulus yapan temel ögenin dil olduğu, ulusun parçalanmasına yol açan en etkili
yolun da kültür ve dilin yozlaşmasından geçtiği unutulmaktaydı. Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin bugün kendi ana dilini
korumak için önlemler alma durumuna gelmiş olması çok düşündürücüdür. Dilin
bozulmasında siyasal iktidarlar kadar hiç kuşku yok ki üniversitelerin, Millî
Eğitim Bakanlığının, şirketlerin ve adını sıralayabileceğimiz çeşitli toplumsal
birimlerdeki iktidarların yani yetki gücü olanların payı büyüktür. Ama en büyük
pay, hiç kuşku yok ki, yeni bir emperyalizm türü olan küreselleşmenin tek
tipleştirme politikasına aittir. Sovyet rejiminin yıkılmasından sonra dünyaya
egemen olan tek kutuplu otorite, yayılmacı siyasetini gelişmiş Batılı ülkelerde
kültürel boyutlarıyla sahneye koyarken toprak ve yer altı zenginlikleri olan,
yeni yatırımlara açık Türkiye ve Orta Doğu ile Asya ülkelerinde kültürel-ekonomik
sömürü mekanizmasını harekete geçirerek uyguluyor. Yani ne yapıyor? O ülkelerin
yaşam kültürlerine, gelenek göreneklerine, ekonomilerine, eğitim sistemlerine,
konuştukları ana dillerine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine sızarak,
yerleşik tüm değerlerini altüst ederek bu işi gerçekleştiriyor. Türkiye’de
iktidarın zaafları yüzünden bu yeni emperyalist yayılmacılıktan en büyük payın
alındığını gözlemlemekteyiz ne yazık ki. Ülkemiz bir yandan bu emperyalist
gücün Orta Doğu coğrafyasındaki ekonomik ve siyasal çıkarlarına zorunlu hizmet
verme durumuna düşürülüyor, öte yandan yozlaşmış, kültürsüz yaşam biçimini
bilinçsizce sahipleniyor. Dilimiz, ozanımızın deyişiyle ses bayrağımız, o
ölçüde saygıya layık olan ses bayrağımız, güzel Türkçemiz ise bundan en büyük
zararı görüyor. Çünkü emperyalist güçler, bir ulusun yok edilmesinin ilk
aşamasının o ulusun ana dilini ele geçirmekten geçtiğini, bununla başladığını
çok iyi biliyorlar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki bozulma ve
yozlaşmanın araştırılması komisyonunun hazırladığı rapor, genel yapısı ve
içeriği ile dilimize ilişkin bilgilendirici örnekler vermektedir. “Çözüm
önerileri” bölümü, uygulama olasılığı tartışmalı da olsa bir yaptırım gücü
olmadığı için, içerik ve kapsam bakımından zengindir. Ancak CHP Grubu olarak
biz, Türk Dil Kurumunun Başbakanlığa bağlı bir devlet kurumu ya da akademi
değil de özerk bir kurum olmasından yanayız. Buna ek olarak okul öncesi
eğitimde üç-beş yaşındaki çocukların oynadığı bilgisayar oyunlarını ve kahramanlarını
Türkleştirmek ve Türkçeleştirmek -ibare bu şekilde geçiyor- yerine Türkçede
özgün bilgisayar oyunları üretmenin daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Metin içerisinde kullanılan, araştırma komisyonu raporu içerisinde
kullanılan örneğin “ifade, kabiliyet, hafıza, hata, unsur, fert, muhtemel,
vasıf, test etmek, tedbir, tercüme, seviye” ve benzeri gibi yüzlerce sözcüğün
yerine kendi kendimizle tutarlı olmak için en azından “anlatım, yetenek,
bellek, yanlış, öge, birey, olası, nitelik, sınama,
önlem, çeviri, düzey” ve benzeri gibi çok yaygın biçimde benimsenmiş yeni
Türkçelerinin kullanılması daha iyi olurdu kanısındayız. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007 yılı baharında yapılan
cumhuriyet mitinglerinde meydanlara toplanan milyonlar ulus devletimizin temel
değer ve ilkelerini, ulusal onur ve bağımsızlığımızı savunmadaki
kararlılıklarını dile getirdiler. Tekrar ediyorum: Ulus devletimizin temel
değer ve ilkelerini, ulusal onur ve bağımsızlığımızı savunmanın ne kadar önemli
olduğunu dile getirdiler. Siyasal, ekonomik ve kültürel bağımsızlığımıza göz
dikmiş olan küreselcilere iktidarın “hayır” demesini, “hayır” dememizi, yer
altı ve yer üstü kaynaklarımızın yağmalanmasına izin verilmemesini istediler.
Bunun tabii bugün üzerinde konuştuğumuz konuyla çok yakından bir bağlantısı
var. Dilimiz de temel değerlerimiz arasında. Ülkemizi bir sömürgeye dönüştürmek isteyenlere, yine meydanlara
toplanmış olan bu milyonlar, ulusalcı, laik ve antiemperyalist güç birliğimizi
açıkça gösterdiler. Kısacası, geçtiğimiz baharda sivil toplum örgütlerimiz,
halkımız, gerekli ve zorunlu gördükleri bir uyarı görevini yaptı. Şimdi görev,
içinde bulunduğumuz bu dar geçitte, terör olayları yaşanırken, bütün dünya
ekonomik bir kargaşa içerisinde iken kendi ekonomik ve siyasal bağımsızlığımızı,
kendi kararlarımızı kendimizin alabileceği siyasal iradeyi bu yüce milletimizin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde göstermesidir. Ses bayrağımız Türkçemizin ve tüm öteki değer ve ilkelerimizin
Mustafa Kemal’in Meclisinin güvencesinde olduğunu düşünmek istiyoruz, buna
inanmak istiyoruz, bunu gerçekleştirmek istiyoruz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Arat. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Metin Ergun konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Ergun. MHP GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, bayram sevincimizi hüzne
dönüştüren, Türk milletinin
ve Türk devletinin varlığına kasteden son hain terörist saldırı
neticesinde şehit olan askerlerimize yüce Allah’tan rahmet, kederli ailelerine
ve Türk Silahlı Kuvvetlerine başsağlığı diliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki bozulma ve
yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin verilen önergeler ve komisyon raporuyla ilgili, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, şahsım ve partim adına
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Konuşmama Çinli düşünür Konfüçyüs’ün dilin önemini ortaya koyan şu
sözleriyle başlamak istiyorum. Konfüçyüs’e “Bir ülkenin yöneticisi olsanız ilk
yapacağınız iş ne olurdu?” diye sorulduğunda “İşe, hiç şüphesiz, dili gözden
geçirmekle başlardım.” şeklinde cevap vermiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:
“Dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa
yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılamazsa
âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa adalet yanlış yola
sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin
nereye varacağını bilemez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli
değildir.” demiş. Milattan önce 551 ile 479 yılları arasında yaşayan Konfüçyüs
bundan iki bin yıl kadar önce “Hiçbir şey dil kadar önemli değil.” derken,
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de benzer
düşünceden hareketle devletimizi kurar kurmaz ele aldığı ilk konulardan biri de
dil meselesi olmuştur. Ulu Önder, daha 20’nci yüzyılın başlarında Türkçenin
Türk milleti ve devleti için önemini şu sözlerle ifade etmiştir: “Türk
milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay
olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yüceltmek
için çalışır. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk
milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin,
hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin
dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir,
zihnidir.” Sayın milletvekilleri, işte Atatürk’ün belirttiği bu kutsal
hazinemiz ne yazık ki son dönemde layıkıyla korunamamıştır. İnsanoğluna
yaradılışla birlikte bahşedilen dil yetisi ve konuşabilme yeteneği, onu diğer
canlılardan ayıran ve üstün kılan en temel özelliktir. Bilindiği üzere insanın
en önemli özelliği düşünebilmesi ve muhakeme edebilmesidir. İnsanın düşünme,
muhakeme ve konuşma özelliği dil ve düşünce arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya
koyar. Pek çok dil bilimciye göre dil düşüncenin yuvasıdır, evidir. Yani
düşünce ancak dille hayat bulur ve yine dil sayesinde geliştirilerek
aktarılabilir. Dil, insana düşünce üretebilme, geçmişini hatırlama,
düşüncelerini açıklama, gününü yaşama ve geleceğine yön verme bakımından en
etkin amildir. Dil, ferdî ve millî kimliğimizin oluşmasındaki en temel
unsurlardan biridir. Dil, milleti meydana getiren fertleri, duygu, düşünce,
hayal ve dış dünyayı algılama bakımından birbirine yaklaştırır, yani milleti
oluşturan fertler arasında birleştirici bir rol oynar, aynı zamanda millî
şuurun oluşmasında ve gelecek nesillere aktarılmasındaki en önemli vasıtadır.
Birey ve millet hayatında bu denli önemli bir yere sahip olan dilin bilinçle
kullanılması ve şuurla işlenmesi gerekmektedir. Ne yazık ki günümüzde bu konuya
gerek bireysel gerekse kurumsal olarak gereken özen gösterilmemektedir. Yani
günümüzde Türkçenin kullanımında tam bir özensizlik söz konusudur. Bu yüzden
milletçe zihnimiz bulanık, dilimiz karışık, iletişimimiz eksiktir. Günümüzde Türkçeye gereken
önemin verilmediği malumunuzdur. Dilimiz, gerek teknolojik gelişmeler gerek
ekonomik değişmeler gerek toplumsal ve siyasal birtakım etkenlere bağlı olarak
artan bir hızla gün geçtikçe bozulmaktadır. Buradan hareketle, dilimizin karşı
karşıya bulunduğu sorunları ana başlıklarla şu şekilde ifade etmek mümkündür: Birincisi: Yabancı dille yapılan eğitimin yaygınlaşması. Pek çok
sorunda olduğu gibi Türkçenin kullanımında görülen aksaklıkların da temelinde
eğitim sürecindeki eksiklikler bulunmaktadır. Gelişen ve sınırları daralan 21’inci
yüzyıl dünyasında yabancı dil öğrenmenin önemi ne yazık ki yanlış
değerlendirilerek yabancı dille eğitime dönüştürülmüştür. Ülkemizdeki eğitim
kurumları içinde yabancı dille eğitim vermenin bir prestij
unsuru olarak algılanması Türkçenin geri plana itilmesine yol açmıştır. İki: Yabancı dilden alınan kelimelerin kullanma sıklığının
artması. Gelişen teknoloji ve toplumlar arasındaki sıklaşan ilişkiler dillerin
de karşılıklı olarak birbirini etkilemesi sonucunu doğurmuştur. Ancak, son
yıllarda İngilizcenin başta ekonomik ve siyasal gerekçeler olmak üzere pek çok
etkenin etkisiyle hızla yaygınlaşması pek çok dili olduğu gibi Türkçeyi de
etkilemektedir. 19’uncu yüzyılın başında Fransızca etkisiyle başlayan yabancı
dillerden alınma kelime kullanma hastalığı, yerini günümüzde İngilizce
kelimelere bırakmıştır. Gelişen teknolojiye ve yeni üretilen kavramlara uygun
karşılıkların bulunmaması, dilimizi olduğu kadar düşünce dünyamızı da olumsuz
yönde etkilemektedir. Yabancı dilden alınan kelimeler yanında, alfabemizde
bulunmayan bazı harflerin de yaygın olarak kullanılmaya başlandığını
görmekteyiz. “Q, x, w” gibi harflerin, mesela aqualand,
expo, show, winsa gibi örnekler başta olmak üzere, sıkça kullanıldığını
görmekteyiz. Yazılı ve görsel basındaki yanlışlıklar ki en etkili olanı da
budur. Günümüzde yazılı ve görsel basının kitleler üzerindeki etkisi daha
belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Halkın gündelik hayatında temel bilgi
edinme vasıtası konumuna yükselen yazılı ve görsel basın, kullandığı dille de
halkı etkilemektedir. Özellikle yanlış kullanımların yaygınlaşmasında ve bu
kullanımın normalleşmesinde basının etkisi oldukça önemlidir. Son yıllarda
etkisi belirginleşen görsel iletişim kurumları, başta kurum ve program adları
olmak üzere, Türkçe olmayan isimlere yer vermektedirler. Mesela “Turkish pop, talk show, reality show; Futbolig,
Santra, Apolitik, Show Party; Number
One TV, Klas FM, Best FM, Radyo Mega, City FM, Joy FM…” Bu kurumların hepsi ne yazık ki Türkiye’dedir. Yazılı ve görsel basındaki bu yanlışlıklar özellikle konuşma
dilini doğrudan etkilemekte, yanlış ve özensiz kullanım yaygınlaşmaktadır. Argo
ve kaba ifadelerin dilin günlük kullanımı şeklinde sunulması, yanlışın
yaygınlaşmasına sebep olmaktadır. Yazılı ve görsel basındaki dil yanlışlıklarının özellikle reklam
metinlerinde sıkça kullanıldığına şahit olunmaktadır. Oysaki,
reklam metni yazarları ve reklam yaratıcıları dilin insan üzerindeki etkisini
en iyi bilenler olmalarına rağmen, bu konuda ciddi bir hassasiyet
göstermemektedirler. Reklam metinlerinde ilgi çekme unsuru olarak standart
Türkçenin dışına çıkma yöntemi günümüzde sıkça kullanılmaktadır. Yazı birliğinin sağlanamaması: Türkçenin kullanımında görülen
yanlışlıkların özellikle yazı dilindeki karşılığını oluşturan imla meselesi
çözülmemiş problemlerden biridir. Yazı dilimizde görülen yanlışlıklar kadar, bu
yanlışlıklara zemin hazırlayan imla kurallarındaki farklılaşmalar da önem arz
etmektedir. Farklı dönemlerde, siyasi bakış açıları doğrultusunda yazı diline
müdahale edilmesi, yazı dili birliğinin oluşmamasına da zemin hazırlamıştır. İşyeri isimlerinin yabancılaşması: Dil, milletin ve devletin bütün
faaliyet alanı içinde en temiz, en duru, en doğru şekliyle işletilmek
zorundadır. Bugün dilimiz ne yazık ki bu durumda değildir. Türkçe, çarşı,
pazar, cadde, ticaret, turizm, iletişim ve benzeri alanlardan hızla
çekilmektedir, âdeta Türkçe günlük konuşma alanına sıkışmış bir hâldedir. Ülkemizde son yıllarda sıkça dile getirilen problemlerden biri de
ekonomik hayatta iş yeri isimlerinin yabancılaştırılmasıdır. Yabancı
kelimelerle süslü konuşmanın revaçta olması gibi, yabancı kelimelerle
adlandırılan iş yerlerinin de revaçta olduğu bir gerçektir. İnsanımız
yaşadığımız şehirlerdeki tabelalara baktığında sanki kendi ülkemizde değil de
yabancı bir ülkede yaşıyormuş hissine kapılır. Başta Başkentimiz Ankara,
İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerin çoğunda iş yeri adları büyük oranda
Türkçeden uzaklaşmıştır. İş yeri adlarında görülen plaza, showroom,
center, mall ve benzeri
ifadeler yaygınlaşarak artmaktadır. Bu özenti o kadar ileri boyutlara
ulaşmıştır ki berber dükkânından kasaplara ve manavlara kadar yaygınlaşmıştır. Yabancı kısaltmaların yaygınlaşması ve söyleyiş bozukluğu:
Özellikle teknolojideki hızlı gelişmeler dilimizde olmayan bazı yeni kavramların
yabancı dillerden aynen alınmasına ve kısaltmaların yaygınlık kazanmasına yol
açmıştır. Gündelik hayatımıza iyice yerleşen ADSL (eydiesel),
MSN (emesen), CD (sidi),
DVD (dividi), SMS (esemes),
e-mail bu yolla dilimize girmiş ve yerleşmiştir. Kısaltmalarda görülen bu
aksaklıklar sadece teknolojik ürünlerle bağlantılı değildir. IMF (ayemef), NTV (entivi), CNN Türk (sienen Türk) gibi örnekleri bu yanlışlardan sadece
birkaçıdır. İletişim teknolojilerindeki altyapı yetersizlikleri: Özellikle
iletişim teknolojilerindeki altyapı yetersizlikleri, başta cep telefonları ve
bilgisayar yazılımlarında Türkçenin yaygınlık kazanmaması dile de
yansımaktadır. Cep telefonları mesajlarında Türkçe karakterlerin kullanımında
karşılaşılan sıkıntılar: Mesela “Ğ” harfiyle bir mesaj çekerseniz bu hemen hemen seksen karaktere eş değerdedir, dolayısıyla o kadar
da ücreti artmaktadır. Bilgisayar yazılımlarının doğrudan İngilizceden bozuk
bir Türkçeyle çevrilmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu örneklerden
de anlaşılacağı üzere altyapı yetersizliği, insanları Türkçenin bozuk
kullanımına zorlamaktadır. Türkçenin kullanımındaki bu bozulmanın temelindeki başlıca
sebepleri şu başlıklar altında toplamak mümkündür: 1) Ne yazık ki Atatürk döneminden sonra üzerinde uzlaşılan millî
bir dil politikası geliştirme anlayışı terk edilmiştir. 2) Başlangıçta da belirttiğimiz gibi milleti millet yapan temel
unsurların başında dil gelmektedir. Bu sebeple dilin bilinçle kullanılması ve
şuurla işlenmesi, bireyde ve millette bir dil bilincinin oluşturulmasıyla ancak
sağlanılabilir. 3) Türkçe öğretimine eğitimin her kademesinde gerekli özenin
gösterilmemesi ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Başta öğretmen
eğitimi olmak üzere bu alandaki yetersizliklerin süratle giderilmesi gerekmektedir. Bir diğer madde: Bir çok ülkede olduğu
gibi Türkçe için de bir gümrük duvarının oluşturulması gerekmektedir. Sayın
İnce’nin belirttiği örnekte olduğu gibi Çinliler kendilerine göre bir gümrük
duvarı oluşturmuşlar. Özellikle teknoloji ile birlikte ortaya çıkan yeni kavramlara
uygun terimlerin üretilmesi şarttır. Terim üretiminde teknolojik ürünün
yaygınlaşmasının öncesinde terimlerin üretilmesi önem arz etmektedir. Türkçenin
korunması ve geliştirilerek güçlendirilmesinde başta bireyler olmak üzere pek
çok kuruma sorumluluklar düşmektedir. Bilindiği üzere dil edinimi ilk olarak ailede başlamaktadır. Bu
sebeple özellikle aile bireylerinin bilinçlendirilmesine önem verilmeli ve
ilgili kurumlar vasıtasıyla eş güdüm içinde gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Görsel basında küçük yaştaki çocuklar için hazırlanan yayın
kuşaklarında Türkçenin güzel kullanımını özendirecek programlara yer
verilmelidir. Özellikle okul öncesi eğitimde Türkçeyi doğru kullanma
becerisinin, çocukların dil gelişim seviyelerine uygun olarak hazırlanmış
programlarla yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu eğitim anlayışının başta
ilköğretim olmak üzere, ortaöğretim ve yükseköğretimde de aynı bilinçle devam
ettirilmesi sağlanmalıdır. Eğitim sürecinde başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere
Yükseköğretim Kurumu ve ÖSYM arasında eş güdüm sağlanarak Türkçe becerisi
sadece testlerle ölçülen ders olmaktan çıkarılmalıdır. Eğitim sürecinde
bireylerin başta okuma, yazma, konuşma ve dinleme gibi dil becerilerinin
geliştirilmesine ağırlık verilmelidir. Yazılı ve görsel basında Türkçenin doğru kullanımını sağlamak
üzere, gerekli niteliklere sahip uzmanların görevlendirilmesi zorunlu hâle
getirilmelidir. Türkçe uzmanları, sadece basılı ve görsel basında değil, başta
Başbakanlık ve Radyo ve Televizyon Üst Kurumu olmak üzere gerekli görülen
devlet kurumlarında istihdam edilmelidir. Bu yolla Türkçenin resmî yazışmalarda
da doğru kullanımı sağlanmış olacaktır. Ayrıca, kurumların bünyesinde oluşturulacak hizmet içi kurslarla
devlet memurlarının Türkçeyi doğru kullanma alışkanlıkları geliştirilmelidir. Yazılı ve görsel yayınlarda Türkçe kullanım yanlışları çok olan
kuruluşlara cezai yaptırım uygulanması gerçekleştirilmelidir. Bu normalde
olması gerekir ama bugüne kadar şahit olmadık. Benzer şekilde, iş yeri isimlerinde -uluslararası markalar hariç-
yabancı kökenli kelimeleri isim olarak tercih eden kurumlara ek mali
yaptırımlar uygulanmalıdır. Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için yasal
bir düzenlemenin de yapılması artık zorunludur. Ayrıca, millet adına siyaset yapan ve her zaman millet huzurunda
olan siyasetçilerimiz, ülkenin siyasi ve ekonomik çıkarlarına hizmet etmenin
yanı sıra Türk milletine ulaşmada en temel araçları olan Türkçe konusunda da
duyarlı olmalıdır. Siyaseti millete ve devlete hizmet aracı olarak görmekle
yükümlü olan siyasetçi dil konusunda da topluma örnek olmalıdır. Türk milletine
hitap eden siyasetçi, açık, sade, anlaşılır bir Türkçe kullanmalı ve konuşması
toplumun her kesimi tarafından anlaşılmalıdır. Siyasetçi, Türk dilinin söyleyiş
ve gramer özelliklerini bilmeli ve konuşmalarında buna riayet etmelidir.
Siyaseti hitabet sanatından bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bundan dolayı da
siyasetçi, vurgu ve tonlamaya dikkat etmenin yanı sıra, kelimeleri doğru kullanmaya
ve telaffuz etmeye, doğru ve kurallı cümleler kurmaya, sığ düşüncenin yansıması
olarak nitelendirilebilecek argo ifadelerden, mesela son günlerdeki “alçak”,
“şerefsiz”, “müfteri” ve benzeri ifadelerden uzak durmaya dikkat etmelidir. Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu
Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tam on bin altı yüz cümleden oluşan
Nutuk’unu inceleyen dil bilimciler, sadece ve sadece üç cümlede anlatım
bozukluğu, özne-yüklem uyumsuzluğu tespit edebilmişlerdir ki, bunun da büyük
oranda basım hatasından kaynaklanmış olabileceği düşünülmektedir. Günümüz
siyasetçilerinin de Türkçe kullanımlarını bu bakış açısıyla yeniden
değerlendirmeleri gerekmektedir. Ancak ne yazık ki bu çatı altında
kanunlaştırılan -ne yazık ki diyorum- metinlerin birçoğu üniversitelerin Türk
dili bölümlerinde Türkçenin yanlış kullanımına örnek gösterilebilecek
niteliktedir. Dolayısıyla, dil, yani Türkçe uzmanına öncelikle yüce
Meclisimizin ihtiyacı vardır. Sonuç olarak, Türkçenin kullanımı ile ilgili sorunların çözümü bu
çatının altındadır. Siyasi iradenin göstereceği kararlılık toplumun her
kademesi için örnek teşkil etmeli ve sorunların çözümü için zemin
hazırlamalıdır. Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergun. Değerli milletvekilleri, on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.02 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.16 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
2’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 284 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki
genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Şimdi söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Erzurum
Milletvekili İbrahim Kavaz’a aittir. Buyurunuz Sayın Kavaz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM KAVAZ (Erzurum) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi ve şahsım
adına, 3 Ekim 2008’de Aktütün Karakolumuzda işlenen
menfur cinayetleri nefretle kınıyor, 17 vatan evladımıza rahmet, şehitlerimizin
ailelerine başsağlığı diliyor, milletimizin başı sağ olsun diyorum. Bugün, ben de Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması,
Türkçenin korunması ve etkin kullanımı için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilen önerge üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Evvela, komisyonun hazırlamış olduğu rapor iki ana bölüm hâlinde
oluşturulmuş ve birinci bölüm “Türkçenin bugünkü durumu ve sorunları ile
sebepler” olarak tespit edilmiş, ikinci bölümde de “çözüm önerileri” ortaya
konulmuş bulunmaktadır. Evvela, şunu da ifade edeyim ki, bu yüce Meclis, bütün iktidarıyla,
muhalefetiyle, bütün partileriyle Türkçe üzerinde konuşan arkadaşlarımızın,
farklı çözüm önerileri ifade etmekle beraber, Türkçeye bir millî mesele olarak
bakmaları, Türkçenin tarihî seyir içindeki gelişimini yabana atmadan Türk
diline sahip çıkmaları noktasında memnuniyet verici bir birliktelik
göstermeleri, değerli konuşmacıların önerilerdeki farklılıklara rağmen ortak
temel meselede birleşmelerinin şahsım adına memnuniyet verici bir gelişme
olduğunu özellikle belirtmek isterim. Zira dilin bir
milletin ve toplumun varlığı için taşıdığı değer çok yüksek ve çok önemlidir.
Dil, millî birlik ve bütünlüğü kuran, koruyan en önemli araç durumundadır. Bir
topluma millet niteliği kazandıran ve o topluma özgü gelişmiş bir dilin
varlığıyla millet hayatı mümkün oluyor. Dil, aynı zamanda düşüncenin de kaynağıdır. İnsanoğlu kafasındaki
düşünceleri, yüreğindeki duyguları sözlü ve yazılı olarak ancak dille ifade
edebilir. Bu bakımdan dil, aynı zamanda bir düşünce aracıdır. İnsan kafasının
içinde şekillenen yüksek düzeydeki düşünceler, yaratıcılık, ancak yüksek
düzeyde bir dilin varlığıyla ortaya çıkabilir. Dil yetersiz olursa yaratıcılık
da körelir ve söner. Dil ile kültür arasındaki bağlantı çok önemlidir. Dil, bir kültür
hazinesidir ve kültürün aynasıdır. Çünkü, bir toplumun
yüzyıllar boyunca birlikte geldiği bütün değerler dil ile aktarılır ve dille
korunur. Dolayısıyla, dil ile kültür arasında sıkı bir bağlantı vardır. Dil,
kültür zenginliğinin göstergesidir. Kültür bakımından yüksek düzeyde olan
milletlerin dilleri de zengindir, anlatım olanakları geniştir. Gelişmiş bir
dil, edebiyat, sanat, bilim ve felsefe alanlarında üstün değerli eserler ancak
dil ile ortaya konabilir. Dil ile kültür arasındaki bu sıkı bağlantı
dolayısıyla dil, aynı zamanda kültür değerlerini geleceğe aktarma aracıdır. Dil
olmadan birikimler geleceğe aktarılamaz. Dil bütün bu özellikleriyle bir millet
için kimlik belgesi niteliğindedir. Eğer bu kimlik belgesi, zaman içinde
yozlaşarak eriyip kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, o dili konuşan
toplum veya millet, kimliğini, varlığını yitirir, erir, yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya kalır. Değerli milletvekilleri, bir kelimenin Türkçe sayılıp
sayılmamasının ölçüsü onun kökeni değildir; ses yapısı, zevk ölçüsü, kullanılış
şartları ve anlam bakımından o kelimelerin dilde yerleşmiş ve herkes tarafından
anlaşılır olup olmamasıdır ölçü. Her dil gibi Türkçe de çeşitli tarihî, sosyal ve kültürel şartlara
bağlı olarak varlığı boyunca hem kendisi Arapça, Farsça, Rumca, Macarca,
Bulgarca, Sırpça gibi dillere kelimeler vermiş hem de Çince, Hintçe, Arapça,
Farsça, Rumca, Fransızca gibi dillerden kelimeler almıştır. Bunlar içinde bağlı
bulunduğumuz ortak medeniyet alanı dolayısıyla Arapça ve Farsça kelimeler
ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Dil, bu kelimelerden bir
kısmını kendi kural ve kalıplarının süzgecinden geçirerek Türkçeleştirdiği için
“caharmeşu” çamaşır, “caharşu”
çarşı, “ceharşembe” çarşamba, “sukak”
sokak, “tahtı kala” Tahtakale, “tavila” tavla, “dahl” tahıl olmuş, ta ki “tarit”,
“tirit” örneklerinde görüldüğü gibi bunlar halkın diline kadar girmiş,
benimsenmiş, şekil ve anlam bakımından öteki Türkçe kelimelerden ayırt edilemez
bir duruma gelmiştir. Değerli milletvekilleri, Türkçe, yeryüzünün en güçlü ve en köklü
dillerinden biridir. Yapılan araştırmalar yüz altmış sekiz kadar Türkçe
kelimenin Sümercede kullanıldığını ortaya koymuştur. Türkçe, Sümerceye kelime
verdiğine göre Sümerceyle de yaşıt bir dildir. Bugün “Sümerce” diye bir dil
yoktur, ancak Türkçe dimdik ayaktadır. Bizim yazı dilimiz Orhun Abideleri’yle başlar. Kâşgarlı
Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk ile Türkçenin Arapça kadar güçlü bir dil
olduğunu, Araplara Türkçeyi öğretmek maksadıyla da bu Lûgat’ı
yazdığını ifade eder. Türkçenin güç kaynağı yaygınlığı, yapısı ve söz varlığındadır.
Türkçe yaygın bir dildir. Yeryüzünde konuşucu sayısı 100 milyonun üzerinde
diller sıralamasında 5’inci sırada yer almaktadır. Türkçenin önemli güç kaynaklarından biri de yapısıdır. Türkçede
hangi sesten sonra hangi sesin geleceği yahut gelmeyeceği, hangi eklerin
gelebileceği ya da gelmeyeceği bellidir. Yabancı bir bilim adamının araştırması
ana dilini dil bilgisi kurallarına göre en erken Türk çocuğunun öğrendiğini
ortaya koymuştur. Türkçenin zengin bir söz varlığı vardır. İlk Türkçe sözlük
niteliğindeki Divanü Lûgat-it-Türk’te
yaklaşık 8.500 sözcük yer almıştır. Türk Dil Kurumunun “Güncel Türkçe Sözlük”
adını verdiği ve bilgisayar ortamında da sözlüğünde yazı dilinin söz varlığını
ortaya koyduğu bir dilde bugün 112 bin kelime bulunmaktadır. Bölge ağızlarımızın
söz varlığı ile bilim ve sanat tarihimiz yaklaşık 600 bine ulaşan zenginliğe
sahiptir. Deyimlerimiz, atasözlerimiz, bütün bunlar Türkçenin zenginlikleriyle
ilgilidir. Türkçemizdeki renk adlarını, akrabalık isimlerini ifade eden özel
kelimeler Batı dillerinden çok fazladır. Günümüzde gazeteler, dergiler, kitaplar, uydu yayınları ve
elektronik ortamdaki yayınlar, öğretim kurumları, bilişim uygulamaları
aracılığıyla Türkçe, dünyanın dört bir köşesinde konuşulmuş, konuşulmaktadır,
konuşuluyor, yazılıyor ve yaşıyor. Bundan dolayı da Türkçe, yaşayan güçlü bir
dildir. Türkçe, yaygın, güçlü, zengin, yaşayan eski bir dil olmasına karşı
bazı olumsuzluklar yaşamaktadır. Bu olumsuzlukları da şu şekilde ifade
edebiliriz: Bunlardan başta kitle iletişim araçlarında yaşanan olumsuzluklar,
kitle iletişim araçlarındaki yanlış kullanımlar, yabancı kökenli özenti
sözcükler dildeki olumsuzlukları hızlı bir biçimde yaygınlaştırmıştır. Radyo ve
televizyonda doğru, güzel, örnek Türkçe ile yayın yapılırsa o zaman toplumda da
doğru, güzel, örnek Türkçe yayılacaktır. Son yıllarda kitle iletişim
araçlarında kullanılan birtakım yanlış ifadeler, anlamsız sözler ve sözcüklerin
yanlış biçimde kullanılması artık son derece yaygınlaşmıştır. Bu yanlışları şu şekilde ifade edebilirim birkaç örnekle: Radyo ve
televizyon yayınlarındaki söyleyiş bozuklukları, ses düşmeleri; uzun ünlülerin
kısa, kısa ünlülerin uzun söylenmesi gibi vurgu yanlışları yapılması; kısır söz
varlığı, radyo ve televizyon yayınlarına Türkçenin zenginliğinin yeterince
yansımaması, kaba dil kullanımı, gereksiz yere yabancı kelimelerin
kullanılması, kelimelerin yanlış yerde ve yanlış biçimde kullanılması, yöresel
söyleyişlerin baskın olduğu diziler ve gösteri programları, yabancı kelime
kullanımını özendiren yabancı adlı televizyon kanalları, radyo istasyonları,
çeşitli radyolar, televizyonlarda alt yazılarda yapılan yazım yanlışları,
reklamlarda Türkçenin kurallarına aykırı ifadelerin kullanılması. İkinci olarak basın dilinde yaşanan olumsuzluklar: Yine, imla
yanlışları, kısır söz varlığı, Türkçe karşılığı bulunan kelimelerin yerine gereksiz
biçimde yabancı kelimelerin kullanılması, reklamlarda yabancı kökenli
kelimelere ve adlara aşırı ölçüde yer verilmesi ve kelimelerin yanlış anlamda
kullanılması birkaç örnektir. Yine, ticari hayatta yaşanan olumsuzluklar: İş yerlerinde yabancı
markalara, temsilciliklere, bayilerle ilgili olmayan yabancı adların
kullanılması; yerli ürünlerde yabancı kökenli adların kullanılması; ürünlerin
kullanım kılavuzlarında, bilgi etiketlerinde, tanıtımlarda Türkçeye yer
verilmemesi. Klavye problemi dolaylı yoldan yaşanan sorunlardan sadece bir
tanesidir. Türkçeye en uygun klavye de herkesin bildiği gibi F klavyedir,
Türkçede en fazla kullanılan harfler en uygun yerlere yerleştirilmiştir, bu
yerleşim Q klavyede çok ilgisiz yerlerdedir. Yine, problemlerden birisi de Avrupa Birliğinde Türkçe
meselesidir. Avrupa Birliği ülkelerinde 5 milyona yakın Türk vatandaşı
yaşamaktadır. Avrupa Birliğinde, bir dilin egemenliği değil, üye ülkelerin
dillerini göz önünde tutan bir dil politikası görülmektedir. Yani Avrupa
Birliğinde bir dilin egemenliği asla söz konusu değildir. Birlik üyesi her ülke
kendi dilini bir adım daha öne geçirmek için çok büyük bir çaba içerisindedir.
Fransızlar, İspanyollar, İtalyanlar, Almanlar gibi ülkeler ana dillerini Birlik
içinde daha etkin duruma getirmeye çalışmaktadırlar. Yerel dillerin korunmasını amaçlayan Avrupa Birliği, bu ölçütler
ile dilleri şu şekilde gruplandırmaktadır: Avrupa Birliğine üye ülkelerin ulusal, resmî dilleri: 2005’teki
üyeler ile bu 20’ye çıkmıştır. Birlik bu dilleri “Kongre Dilleri” diye bir
başka grupta değerlendirmektedir. İki: Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan ve çalışan, Avrupa
Birliği üyesi olmayan ülkelerin vatandaşlarının dilleri, yerel Avrupa dilleri. Avrupa Birliği Türkçeyi bu gruba dâhil etmiştir ki bunun
karşısında biz Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizde büyük bir mücadele vermek
durumundayız ve dünyada 5’inci en çok konuşulan bir dilin mutlak surette,
Avrupa’nın içinde de etkin yerini almasını sağlamamız gerekmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinin öğretim kurumlarında öğretilen yabancı
diller 6 tanedir. Yaklaşık 5 milyon Türk’ün yaşadığı Avrupa Birliği ülkelerinde
Türkçe resmî bir dil değil, bundan dolayı da öğretimi yapılan diller arasında
yer almamıştır, ancak özel ders olarak okullarda ders saati dışında
öğretilmesine izin verilmiştir. Bu uygulama çocukların okul dışı saatlerini
daraltması sebebiyle de ailelerce tercih edilen bir uygulama değildir.
Avrupa’da yaşayan Türk çocuklarının Türkçe öğrenme sorunu önemlidir. Yukarıda
ifade ettiğimiz sorunlara karşı Türk Dil Kurumunun yapmış olduğu çalışmalar
vardır ve bu çalışmaları da fazla zamanınızı almamak için arz etmek
istemiyorum. Dil Kurumu bu hususta birtakım çalışmalar yapmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere yine Dil
Komisyonunun raporundan bazı bölümler ifade ederek konuşmamı devam ettirmek
istiyorum. Burada, öncelikle, bugünkü Türkçenin durumu nedir, bunu kısaca ifade
edeceğim: Türkçenin bugünkü durumunu anlamak için Tanzimat Döneminden meseleyi
ele almak doğru olur. Türkiye Türkçesinin oluşmasının tarihi Tanzimat yıllarına
kadar uzanmaktadır. Tanzimat Döneminde dildeki mevcut Arapça ve Farsça
unsurlara ek olarak Batı dillerinin, özellikle Fransızcanın etkileri sezilmeye
ve görülmeye başlanır. Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati Dönemlerinde Türkçe, özellikle edebiyat dilinde
çok daha yoğun bir şekilde yabancı dillerin etkisinde kalır. 1911’den itibaren Ömer Seyfeddin ve Ziya
Gökalp’ın ortaya koyduğu Yeni Lisan Hareketiyle Türkiye Türkçesinin temelleri
atılır. Millî Edebiyat ve onu takip eden Cumhuriyet Döneminin ilk devrelerinde
Türkiye Türkçesi en olgun seviyeye ulaşır. İlim, kültür, siyaset, eğitim dili
olarak Türkçe, usta sanatkârların elinde gelişir, olgunlaşır. Türkiye
Türkçesinin gelişmesi içinde Yeni Lisan Hareketinden sonra dil konusunda en
geniş faaliyet Atatürk’ün önderliğinde yapılan dil çalışmalarıdır. 1928’de
Latin alfabesinin kabulü, 1932’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk Dili
Tetkik Cemiyetinin, diğer ifadeyle, bugünkü adıyla Türk Dil Kurumunun kuruluşu
bu çalışmaların önemli halkalarını teşkil eder. Bu dönemde Atatürk çeşitli etkiler altındaki -1934 yılında-
dilimizi bütün yabancı kökenli kelimelerden arındırmak istemiş, ancak kısa
zamanda bunun çıkmaz bir yol olduğunu fark ederek 1935 güzünde dilimize
yüzlerce yıldan beri yerleşmiş olan kelimeleri atmaktan vazgeçmiştir. Bunun
yerine bilim terimlerinin Türkçeleştirilmesine hız vermiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra tartışmalar artarak devam etti. 1960’lı
yıllarda Türkçedeki bütün Doğu kökenli, yani Arapça ve Farsça kelimelerin
dilden atılması çalışmalarına hız verildi. 60’tan sonra mesele toplumda
kamplaşmalara yol açtı. Türetilen kelimelerin çoğu sözlüklerde kaldı. Gençlerin
çoğu yeni kelimeleri öğrenemediği gibi, eski kelimeleri de unuttu. Böylece yeni
nesillerin söz varlığı yoksullaştı. Kelime sayısının sınırlılığına eğitimdeki
aksaklıklar eklenince genç nesiller meramlarını doğru dürüst ifade edemez
oldular. Yazarken, konuşurken doğru cümle kuramaz hâle geldiler. Cumhuriyetin
ilk yıllarında zengin bir kelime, ifade kabiliyetine ulaşan dil ve üslubumuzu
böylece 1960’lardan sonra daha çok kaybettik. 1980’den sonra tartışmalar durulmaya başladı. Gelinen nokta hiç de
iç açıcı değildir. Zengin ve güzel bir dilin yoksul ve çirkin kullanıcıları
olduk âdeta. Genç nesillerin dil ve kültür hafızasında ne Dede Korkut, Yunus
Emre ve ne de Karacaoğlan vardı; ne Fuzuli, Baki, Nedim ne de Namık Kemal,
Tevfik Fikret yer alabildi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurun. İBRAHİM KAVAZ (Devamla) - Abdülhak Hâmid, Halit Ziya, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Kemallettin Kamu, Reşat Nuri, Peyami Safa, Ahmet Hamdi,
hatta Sait Faik ve Kemal Tahir, Ahmet Muhip, Necip Fazıl, Orhan Veli, Arif
Nihat gibi şairler ve yazarlar gençlerimizin dil ve kültür hafızalarında
giderek kayboldu. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, aslında bu mesele üzerinde
çok derin ve uzun konuşabiliriz fakat şununla
noktalamak istiyorum: Türkçe, bizim için, milletimiz için millî bir hafızadır.
Dil, geçmişi geleceğe taşıyan bir değerdir. Milletimizin kültür değerlerinin
taşıyıcısı olan dilimizin her türlü ruh ve duygu hâlini ifadeye müsait bir
genişlikte olmasıyla millî hafıza güçlenir. Bu güç, nesilleri birbirine bağlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız. İBRAHİM KAVAZ (Devamla) – Hemen bitiriyorum efendim. BAŞKAN – Buyurunuz. İBRAHİM KAVAZ (Devamla) – Dolayısıyla, bu güç, nesilleri birbirine
bağlar. Dolayısıyla, dilin, geçmişi geleceğe bağlayan bir köprü olması
sebebiyle her türlü yozlaşmaya ve bozulmaya karşı korunması gerekmektedir. Bu
korunmanın özünü ise dil bilinci dediğimiz düşünce ve anlayış teşkil
etmektedir. Nesilden nesile aktarılması gereken bu
dil bilinci ise her türlü siyasi düşünce ve anlayışın üzerinde millî birlik ve
bütünlüğümüzün bilinç hâlinde toplumumuzda açığa çıkması demektir. Türkçe, dünyanın en eski, en güzel dillerinden biridir. Buna sahip
olmak millî bir görevimizdir diyorum, heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kavaz. Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Pervin
Buldan konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Buldan. (DTP sıralarından alkışlar) DPT GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki Bozulma ve
Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi İçin
Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu üstüne Demokratik Toplum Partisi adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım. Dil, en genel tanımıyla, bir toplumun üyelerinin birbiri
arasındaki ilişkilerde ifade etme, anlamlandırma, iletişim ve anlaşma
sağlanmasının biricik yoludur. Dolayısıyla, her toplum, her ulus yüzyıllar
içinde kendi dillerini oluşturmuş, kendi ifade yöntemlerini oluşturmuş ve bu
oluşan dil ile de kendi varlıklarını sürdürmüştür. Bu durum yadsınmaz bir
tarihsel gerçekliktir. Rapor da, giriş bölümünde “Diller her kavmin kendi
toplum yapısına göre şekillenmiş özel birer anlaşma sistemidir.” demekle bu
gerçeği ispat etmiştir. İnsanlık tarihiyle beraber ortaya çıkan diller binlerle ifade
edilmektedir. Ancak, bunlardan büyük çoğunluğu bugün kullanılmamakta ve bunlara
“ölü diller” denmektedir. Bunlar artık ulusları olmayan, toplumları olmayan
dillerdir. Örneğin, Sümerce, Hititçe, Urduca, Latince böyle dillerdendir.
Ulusları olmayan ölü dil olmuşlardır. Bugün için ise sadece arkeolojik ve
etimolojik çalışmalarda kullanılmakta ve akademik çalışmalara konu
olmaktadırlar. Türkiye’de konuşulan dillerden biri olan Türkçe ise Anadolu
topraklarında çok uzun yıllar diğer başka dillerle beraber konuşma dili olmuş,
ama yazı dili olamamıştır. Anadolu’da yaşayan diğer ulus ve toplumlarla beraber
yasaksız, engelsiz, özgürce her ulus kendi dilini kullanmış, bu uluslar ve
dilleri herkes tarafından kabul görmüştür. Cumhuriyetin ulus oluşturma yönelimiyle beraber dil sorunu da ele
alınmış, yapılan kimi çalışmalarla dil konusunda önemli aşamalar
kaydedilmiştir. Ancak, bu çalışmaların kimi evreleri aşırılıklarla
sakatlanmıştır. Bütün dünya dillerinin Türkçeden türediği yönündeki saptamalar,
doğal olarak dünyadaki bütün ulusların Türklerden türediği sonucuna
götürmüştür. Bilimsel olmaktan daha çok siyasi bir yönelim olarak
değerlendirilmesi daha doğru olan bu yönelimden kısa zamanda vazgeçilmiştir,
ancak yüzyıllardan beri çok dilli, çok kültürlü bir yaşamın zemini olan Anadolu
topraklarında Türkiye'nin tek dili olması, başka dillerin tanınmaması, yok
sayılması gibi bir yanlışın da başlangıcı olmuştur. Sayın milletvekilleri, ana dili bir insanın kendini ifade ettiği
en doğal dilidir ve tabii ki en doğal hakkıdır. Benim ana dilim Kürtçedir. Ben
ana dilimde eğitim görmek istiyorum. Dilimin yasaklanmasından dolayı üzüntü
duyuyorum. Dilimi konuşmak, dilimi korumak ve aynı zamanda geliştirmek
istiyorum ama bunu yaparken bu toprakların, ülkemiz coğrafyasının tarihsel
olarak çok kültürlü, çok dilli olduğunu unutmadan, yok saymadan yapmak
istiyorum. Bugün istiyorum ki Kürtçe, Ermenice, Rumca, İbranice, Çerkezce,
Arapça, Süryanice, Keldanice ve bunun gibi diller
özgürce, yasaklanmadan konuşulabilsin, yazılabilsin. Rapor bu yönüyle eksik ve
sakattır değerli milletvekilleri. Bu düzeltilmediği sürece ne diğer dillerin ne
de Türkçenin gelişemeyeceğini düşünüyorum. Raporda doğru bir saptamayla Türkçedeki bozulmanın ağırlıklı
olarak 80’li yıllarda başladığı söylenmektedir. Bu yıllar bozulmanın
başlangıcıdır, ama aynı zamanda Türkçeden başka dillerin konuşulmasının
yasaklandığı yıllardır da. Kürtçenin yasaklandığı ve hatta Kürt diye bir ulusun
olmadığı devlet politikası olarak uygulanmaya konmuştur. Sonuç ortadadır. Bu
durumdan Türkçe zarar görmüştür. “Bir ulusu yok sayacağım, dilini yok
sayacağım.” dediğinizde, kendi dilinizde de bozulma başlamış demektir. Bu
durumda ülkemiz Avrupa Birliği üyeliği için adaylık sürecine girmiştir, bu
süreçle beraber uyum yasaları gündeme gelmiştir, demokratikleşme çabaları
gündeme gelmiştir. Bunca demokratikleşme paketine rağmen, bunca anayasa
değişikliklerine karşın, mevcut Anayasa’nın darbe anayasası olduğu büyük
çoğunlukça kabul görmesine rağmen, bu Anayasa’nın antidemokratik hükümleri bir
türlü temizlenememiştir. Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; yakın zamanda kamu yönetimi
altında bulunan TRT’de, coğrafyamızda kullanılan dillerde çok kısıtlı da olsa
yayın yapılmaya başlandı. Bu dillerden biri de hepimizin bildiği gibi
Kürtçedir. Ne çelişkidir ki TRT’de Kürtçe yayın yapılıyor, TRT Kürtçe bilen
eleman arıyor, alıyor, ancak Kürtçe hâlen yok sayılıyor. Çok değil, on dört-on
beş ay önce Diyarbakır Sur Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi görevden alındı
ve haklarında idari ve adli soruşturma açıldı ve hâlâ devam etmektedir. Peki, suçları neydi? Yolsuzluk mu yaptılar? Kaçakçılık mı
yaptılar? Rüşvet mi aldılar? Hayır. Bugün burada konuştuğumuz dil sorunundan
dolayı, kendi seçmenlerinin dilini de davetiyelerde, broşürlerde kullandıkları
için görevden alındılar. Suç araçlarından biri, çocuklar için hazırlanan oyun
kitaplarından birinin Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Süryanice, Keldanice
dillerinde basılmasıdır. Peki, size soruyorum: Ana dili Türkçe olan çocuğunuza okuması için
Fransızca kitap alır mısınız? Çocuğun ana dili Kürtçe ise, Ermenice ise,
Süryanice ise, Keldanice ise hangi dilde
okuyabilecek, soruyorum size. Bunun bir adım sonrası, tıpkı 12 Eylül günlerinde
olduğu gibi “Kürt diye bir millet yok.” demeye kadar gider. Dili bir baskı
aracı, yasaklanacak bir araç olarak görürseniz, varacağınız nokta burasıdır. Raporun (1.13.)’üncü bölümü “Avrupa Birliğinin Dil Politikası ve
Türkçeye Bakış Açısı” adını taşımaktadır. Bu bölümde haklı olarak, Avrupa’da
Türkçenin dışlandığı, özellikle Almanya’da bulunan yaklaşık 500 bin civarındaki
Türk öğrencinin Türkçeyi ana dil olarak değil de yabancı dil olarak öğrenmek
zorunda kaldığı eleştirilmektedir. Bu eleştiri baştan sona haklıdır. Avrupa’nın
çok kimlikli, çok dilli yapısının övünülecek bir gelişme olarak Avrupa Birliği
tarafından vurgulanmasına karşın Türkçenin bunun dışında bırakılması haklı
olarak çifte standart olarak tespit edilmektedir. Raporun söz ettiğimiz bölümünden aynen okuyorum: “Bu durum, ayrıca
Avrupa Birliğinin çok kültürlülük, kültürlerin ve dillerin yaşatılması ve
zenginleştirilmesi gibi temel insan hakları söylemiyle çelişkilidir. Avrupa
Birliğinin bu çelişkisi ilgili başlıkların müzakeresinde dile getirilmeli ve
düzeltilmesi için ısrarcı olunmalıdır.” Tamamına katılıyoruz hatta bu vurgu ve
itirazın ülkemiz için de geçerli olmasını istiyoruz. Ana dille ilgili konular, ülkemizin taraf olduğu, uymak ve
uygulamak zorunda olduğu uluslararası sözleşmelerde açıkça yer almaktadır.
Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 2’nci maddesine göre “Herkes
ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal
köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge
ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk
olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun bir
kimse hakkında uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya
uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.” Benzer hükümler Avrupa Sosyal Şartı’nda ve Birleşmiş Milletlerin
hazırladığı kimi sözleşmelerde de yer almıştır. Bunlardan biri de Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunda 20 Kasım 1989’da kabul edilen Çocuk Hakları
Sözleşmesi’dir. Türkiye, 1990 yılında bazı maddelerine çekince koyarak
imzalamıştır. Çekince koyduğu maddelerdeki -17, 29 ve 30’uncu
maddeler- hükümlerin en önemlileri ise “Kitle iletişim araçlarının azınlık
grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem
göstermeleri konusunda teşvik edilmesi,” “Eğitimin çocuğun ana babasına,
kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe
ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının
geliştirilmesi” bentleridir. “Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların
var olduğu devletlerde böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan
çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleriyle birlikte kendi
kültürlerinden yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini
kullanma hakkından yoksun bırakılmaz.” Bu, 30’uncu maddedir. Biraz önce okuduğum raporun ilgili bölümündeki istek ve
eleştirileri aslında burada izleyebiliyoruz. Ne olur bu çekinceleri kaldırsak;
herkes ana dilinde eğitim görebilse ve kullanabilse, dilinden dolayı
soruşturmaya uğramasa, tutuklanmasa, ceza görmese ne olur acaba? Türkiye mi
bölünür? Avrupa Birliğinde 40 dil kabul edilmiş, 25’i Avrupa Birliğinin resmî
dili olarak kabul edilmiş, rapordan okuduğumuza göre. Avrupa Birliği böyle
yapmakla birlik sağlayabileceğini öngörmüş, bizse bölünmekten korkuyoruz. Değerli milletvekilleri, gelin dil üstündeki bu yasakları
kaldıralım, Türkçe de gelişsin, Kürtçe de, Ermenice de, Çerkezce de ve
Anadolu’da konuşulan bütün diller de. O zaman Türkçe arınır, gelişir,
zenginleşir. O zaman bu topraklarda kardeşlik olur, barış olur, ölümler biter. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Buldan. Komisyon Başkanı Sayın Birinci, buyurunuz. Süreniz yirmi dakikadır. (10/35, 43, 49, 70) ESAS
NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; aşağı yukarı üç saatten beri, Türkçedeki
bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi
için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan komisyonun
çalışma raporu üzerinde görüşler ortaya konmaktadır. Bu konuda, Komisyonun
Başkanı olarak raporun nasıl hazırlandığını ve bazı noktalarda da görüşlerimizi
belirtmek istiyoruz. Ama, sözlerime
başlamadan önce, Aktütün Karakoluna yönelik alçakça,
kancıkça bir saldırı sonunda şehit olan genç evlatlarımızı rahmetle anıyorum ve
milletimize başsağlığı, yaralılarımıza şifalar temenni ediyor, böyle saldırıların,
genç fidanların, toprağa, ömürlerini genç yaşlarında tüketmelerine sebep olan
ortamın ortadan kaldırılması için de gerekli çalışmaların yapılmasını temenni
ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; raporun hazırlanmasında
hemen hemen her nokta üzerinde görüşler ortaya kondu,
bilgiler verildi, tenkidî yaklaşımlar da ortaya
getirildi ama bir şey eksik kaldı gibime geliyor. Müsaade ederseniz ben onu
tamamlamaya çalışıyorum. Bu komisyon ihtiyacı, ilk defa, hatırlanacağı gibi
22’nci Dönemde İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem’in ve 106 arkadaşının,
milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiği bir araştırma
önergesiyle gündeme geldi ve Meclis Başkanlığı bu önergeyi Büyük Millet
Meclisine sevk etti. 13/02/2007 tarihinde Genel
Kurulda görüşüldü ve çalışmalar başlatıldı. Komisyon çalışmalarını sürdürdü.
Ancak o dönemdeki siyasi ortam ve seçim kararı dolayısıyla, oldukça olgunlaşmış
bir noktaya gelen –haklarını vermek lazım gelir, çok güzel bir çalışma
yaptılar- rapor ne yazık ki Meclis gündemine gelemedi, görüşülemedi,
olgunlaştırılamadı. Tekrar ediyorum cümlemi baştan alıp: Tam son noktasına
gelinemedi, olgunlaştırılamadı ve Meclise sunulamadı. Komisyon, önergedeki bazı
konular hakkında geniş bilgi toplamak için çok çeşitli kurumlarla iletişim
kurdu, onlarla bilgi alışverişinde bulundu ve bunları derledi. Nihayet, bu 22’nci Dönemde sonuçlanamayan bu önemli konu, Türkiye
için son derece önemli konu, son yüz elli senenin hiç gündemden düşmeyen konusu
23’üncü Dönemde de yine gündeme geldi. Karaman Milletvekili Mevlüt
Akgün ve 20 milletvekili, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve 25 arkadaşı,
Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 38 milletvekili, CHP
Grubu adına Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha
Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu
ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol tarafından aynı
konu üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına ayrı ayrı
araştırma önergeleri verildi ve önergeler 25/12/2007 tarihli 41’inci Birleşimde
görüşüldü, kabul edildi. 31/01/2008’de de komisyon
üyeleri seçildi ve komisyon da çalışmalarına başladı. Şimdi, bu rapor, elinizdeki bu rapor, üç saattir konuşulan bu
rapor hiçbir kişinin kendi ürünü değildir. Bu, aşağı yukarı iki binden ziyade
mektup kurumlara gönderildi. Bu kurumları şöyle
sıralayabiliriz: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Meclis Başkanlığı Genel
Sekreterliği, Başbakanlık, bakanlıklar; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Başkanlığı; Türk Dil Kurumu Başkanlığı, Türkiye Televizyon Kurumu Genel
Müdürlüğü, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı, valilikler, il ve ilçe
belediye başkanlıkları, sivil toplum örgütleri; Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı
bünyesinde fen-edebiyat fakülteleri, edebiyat fakülteleri, fen fakülteleri ve
eğitim fakülteleri. Ve o kadar ayrıntılı çalışmaya gidebilmek için,
hiçbir sivil toplum örgütü de boşta bırakılmamak kaydıyla, mesela drama
yazarları, reklam yazarları, metin yazarları, karikatüristler vesair, dili kullanan, dili kültür seviyesinde kullanan ve
amacı bu olan pek çok kurumla iletişim kuruldu. Onların kimisinden bilgi geldi,
kimisini davet ettik, komisyona geldiler ve bilgi verdiler. İşte bu rapor… Nihayet bu çalışmadan sonra, bize Türk Dil
Kurumunun ve RTÜK’ün uzmanları bu malzemeyi başlıklar hâline getirdi. Başlıklar
hâline gelen bu metin ham bir bilgi olarak, doküman olarak komisyona geldi.
Komisyon, kendi içinde bazı arkadaşları görevlendirdi, biraz daha geniş şekilde
bu metin ortaya geldi. Komisyona, bütün üyelere metin tek tek
sunuldu ve sunulan bu metin üçüncü bir elemeden, redaksiyondan sonra bugünkü
şekline geldi. Kitap hâlinde, Türkiye’de Türk dili için yapılacak çalışmaların,
Türkçenin bugünkü durumu ve bu durumu düzenleyebilecek çalışmaların ana
kılavuzu şeklinde önümüze geldi. Bu konuda, en önemli, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığından redaksiyonu yapan üye arkadaşlara ve metni bilgisayara
aktaran, imla düzenlemesini yapan dil uzmanlarına, huzurunuzda minnet ve
teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim, çalışmamı çok güzel şekilde
kolaylaştırdılar. Değerli arkadaşlar, bu okunacak. Bundan sonraki konuşmamın
bölümünde, burada da, Türkçenin, yüz elli senedir Türkiye’nin gündeminden
düşmeyen bir kültür varlığı olması dolayısıyla o konu üzerinde de biraz durmak
isterim. Şimdi, bunun için Mustafa Kemal Atatürk devamlı referans olarak
gösterilir, kaynak olarak gösterilir ve haklıdır da bunu gösterenler, çünkü
gerçekten Mustafa Kemal Atatürk, Türkçe üzerinde çok vurucu ve kılavuz ifadeler
kullanmıştır. Ama, bir şey istirham ediyorum, lütfen,
Atatürk’ün sözlerini, Atatürk’ün kendi yazdığı ve söylediği kelimelerle
verelim. Atatürk’ü sadeleştirmeye gitmeyelim, Atatürk’ü tasfiyeye hiç
gitmeyelim. Bu, Atatürk’e ihanettir, Atatürkçülüğe ihanettir. Bir örnek: Burada
vermiştim, yeniden söylüyorum; Türkçenin en mükemmel metinlerinden birisi
“Gençliğe Hitabe”dir, “Ey Türk gençliği” diye başlayan ve şöyle bitiyor:
“Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” Bir sadeleştirme
şöyle diyor, sizinle paylaşmak isterim: “Gereksinim duyduğun güç damarındaki soycul kanda vardır.” Nerede Atatürk, nerede bu
sadeleştirme? Buna dikkat edelim. Atatürk, Türkçeyi en güzel kullanan hatiplerden
birisidir. HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Kim demiş? (10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Çok önemli bir profesörümüz bunu söyleyen,
Nutuk üzerinde sadeleştirmeler yapan. “Kim” dediniz de, ona cevap veriyorum.
Bir profesörümüz bu sadeleştirmeyi yapmıştır ve bir cinayettir. Savcıların harekete geçmesi lazım. Hiç kimsenin hakkı yoktur
Atatürk’ü tasfiye etmeye. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Her konuda! Her konuda! (10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, 20’nci yüzyıl
uluslaşmanın, 20’nci yüzyıl millet veritesinin
gündeme geldiği ve millî dillerin ortaya getirilmesinin söz konusu olduğu bir
asrın başlangıcıdır. Türkiye’de de özellikle 1870’ten bu yana, hatta 1860’tan
bu yana Türkçe için önemli çalışmalar yapılmıştır. Metinde olmayan bazı şeyleri söylemek isterim. Şunu da kesin
olarak bilelim: Metinde kullanılmasına rağmen burada konuşan bu fikirde
değildir. Atatürk dil devrimi yapmamıştır, Atatürk Harf Devrimi yapmıştır.
Dilde devrim olmaz. Atatürk, tarihî başlangıcından günümüze kadar bütün bir
Türk tarihinin ve Türk dilinin son büyük temsilcilerinden birisi idi. Onun için
bir bölünmeyi, bir parçalanmayı, hele dilde bir parçalanmayı kabul etmesi
mümkün değildi ama biz Atatürk’ün… Ve bu tasfiyeciliğin de kaynakları var.
1900’lü yıllarda “Rauf Köse Raif” diye bir dilci Türkçedeki Arapça ve Farsça
kelimelerin tamamen atılmasını, Orta Asya Türklüğünden bazı kelimelerin
getirilmesini, onlar da olamazsa uydurulmasını ifade etmiştir. Alfabede ise ilk
büyük önemli teklif, Latin alfabesine geçiş 1861’de Abdülaziz’e sunulan bir
layihayla olmuştur. 1880’li yıllarda yine alfabe problemi Türkiye’de
tartışılmıştır ve Türkçenin Ermeni alfabesiyle yazılması için Tanin ve Vakit
gazetesi başta olmak üzere büyük yayınlar vardır. Beş yıl sürmüştür bu. Yani
dil problemi, mesele yeni değil bizim kültür hayatımızda. Nihayet 20’nci yüzyılın başlarına geliyoruz, millî edebiyat ve
Genç Kalemler Selanik’te başlayan bir hareket millî ruhu da o döneme, millî
varlığa dönüşle beraber, tabii dünyanın o dönem Türk devletinin üzerindeki
politikaları da hızlandırdığı bir çöküşü dil etrafında yeniden birleştirebilme
amacıyla dile bir sarılma vardır. Ziya Gökalp bunu son derece iyi ifade
etmiştir ama Ziya Gökalp’ın yanıldığı tek nokta vardır, yaşayan dil yerine
destan dünyası ve sınırlarını genişletmiştir. Daha sonra bunu 1920 senesindeki
“Çoban” şiirinde şehirlerimizi tek tek sayarak ifade
etmiştir. Aynı dönemde 1920 senesinde Yahya Kemal dil için şunu söylüyor… Bir
dil tartışması oluyor yine ve diyorlar ki: “Vatan elden gidiyor, siz hâlâ dil
tartışıyorsunuz.” O metin raporda olduğu için üzerinde durmayacağım. Bir
yerinde “Bizi ezelden ebede kadar taşıyan bu dildir, Türkçedir.” diyor ve tam
bir vurgu, “ezelden ebede.” Yani bu ezel nedir? Destan devrinden geliyor
günümüze kadar ama durmuyor orada, şunu söylüyor: “Türkçenin çekilmediği yer
vatandır.” Şimdi, arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi sınırları
başkadır, Türk kültürünün kültür coğrafyası başkadır. Şöyle bir harita olsaydı,
biz, Çin’in kuzeyinden Fas’a kadar bir Türk kültür coğrafyasını adım adım takip edebilirdik. Bugün Atlas Okyanus’undan Fas’a
çıkın, Çin Denizi’ne kadar rahatlıkla Türkçeyle gidebilirsiniz. Atatürk bu
bilinçteydi ve bu önemliydi. İkinci bir şeyi açıklamak isterim arkadaşlar: Çok değerli
hatiplerimizden birisi burada Türk Dil Kurumunun kapatılması ifadesini
kullandılar. Arkadaşlar, Türk Dil Kurumu bir gelişmenin içine girmiştir,
değişimin içine girmiştir. Türk Dil Kurumu Türk Dili Tetkik Cemiyeti olarak
kurulduktan sonra ve kuruluşu sırasında, yapısında, Millî Eğitim Bakanı Türk
Dil Kurumunun başkanıdır. Bütçesi Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi içindedir.
Atatürk fahri başkanıdır. İlk önemli değişme 1949 senesinde Türk Dil Kurumu…
Daha önce 1936’da Türk Dili Tetkik Cemiyeti Türk Dil Kurumuna çevrilmiştir.
Bunu burada izah ettik ama arkadaşlarımız “Israrla kapatılmıştır.” deniyor. Ben
siyasi… Dile siyasetle yaklaşmak yanlıştır. Biz dil harbinin içinden çıktık ve
dilden yaralıyız. Milletimiz büyük bir darbe almıştır dil için, gelişmesini
engellemiştir dilin üzerindeki tasarruflar. Onun için, bu konuda siyasi
yaklaşmayalım. Türk Dili Tetkik Cemiyeti isminin Türk Dil Kurumu hâline
gelmesinden sonra ilk önemli değişme 1949 senesinde “Türk Dil Kurumu Türkçeye
devrimci bir anlayışla yaklaşır.” cümlesiyledir ve ilk önemli değişmedir. 1951
senesinde, asıl, “Bundan sonraki bütün dil çalışmaları devrimci bir anlayışla
ortaya konacaktır.” ifadesi son noktayı getirmiştir ve 1960’dan sonrasını da
içimizdekilerin hepsi bilir. Burada örnek kimdir? Burada örnek,
üniversitelerimizde Türkoloji bölümlerinde de okutulan İlminski’nin,
Rus filoloğu ve papazı İlminski’nin,
Türkçenin Orta Asya’daki yapı üzerinde uyguladığı metodun Türkçeye
uygulanmasıdır, Türkiye’deki Türkçeye uygulanmasıdır. Bakınız, Atatürk’ün harf devrimi üzerinde de durmak isterim.
Değerli arkadaşlar, 1926’da Azerbaycan Latin alfabesine geçmiştir. 1926’da
Bakü’de Türkoloji Kongresi toplanmıştır, ilk büyük Türkoloji Kongresi. O
zabıtlar son derece önemlidir. Atatürk’ün bütün düşüncesi, Orta Asya
Türklüğüyle yakınlık kurma, kültür birliğini sağlayabilme idi. Atatürk’ten
önce…1961’den beri söyledik bunu; Abdülaziz’e sunulan ve tartışmalar… “Enverî” diye bir alfabe de Enver Paşa çıkardı kendisine
göre, yazılımı değiştirerek. 1919’da dil komisyonu kurulmuştur, dil
çalışmalarını yeniden planlayabilmek için. 1924’te Atatürk Türkiyat Enstitüsünü
kurmuştur, yine aynı, Türk sanatını ve dilini geliştirebilmek için. Böyle bir
devlet adamının 1934’te geldiği nokta ki, biraz önce söylediğimiz, Rauf Köse
Raif’in ve etrafındakilerin de etkisiyle Türkçedeki bütün yabancı unsurları
atma çalışması noktasına geliyor. Ben, şimdi, İlminski’yle
irtibat kuracağım. 1926’da Azerbaycan Latin alfabesine geçince Atatürk bu
düşüncelerine hız verir, amacı bütün Türk dünyasıyla birleşmektir ve 1928’de
radikal bir kararla demeyelim, Milliyet gazetesini 1927 senesinden 1928 senesi
arası, inkılaba kadar, dil değişimine kadar takip edin
bir seneyi, sütunları görürsünüz, bir Arap alfabesi vardır, bir de Latin
alfabesi, yani, gazete iki şekilde çıkar. Akşam ve Milliyet gazetesine bakın,
yarısı Arap alfabesiyledir, yarısı yeni Türk harfleriyle, Latin alfabesiyledir.
Yani, toplumu alıştırıyor ve amacı Azerbaycan ve Orta Asya’yı da birleştirmek.
Fakat Stalin’in İlminski’den aldığı metotla 1932’de
Azerbaycan’da Kiril alfabesi zorunlu kılınır ve Azerbaycan dört dil bölgesine
ayrılır. Biz 1960’lı yıllardan sonra Türkiye’yi dört dile değil daha fazla dile
ayırma çalışmalarını gördük, ağızlarla edebiyat yapmaya çalışanları gördük,
ağızlarla tiyatroları, metinleri ortaya koymaya çalışanları gördük ve böylece
Azerbaycan birbiriyle anlaşamaz oldu. Şimdi diyeceksiniz ki raporun Başkanı neler anlatıyor. Çok
anlatıldı ama bunlar arka planı, Türkiye’deki dil tartışmalarının arka planı.
Şükür ki 1980’li yıllardan sonra dil artık sakinleşti. Maalesef bu DTP’nin sıralarında kimse yok, onlara da cevap vermek
isterdim bu konuda. Özellikle Hasip Kaplan’ın
söyledikleri üzerinde de durmak istiyorum. Son hatibin de aynı şekilde dile
söyledikleri, Kürtçenin Türkiye’deki durumuna söyledikleri… 1980’li yıllarda
bazı yanlışlar olabilir ki, geçenlerde de o dönemin önde gelen bazı şahısları
“Ya, biz de zaten yanlıştaymışız, ‘Kart, kurt’ deyip, ‘Kürt’ diye geçtik filan
diye…” Bunlar karikatürize edilmiş şeylerdir. Yanlışlar olabilir ama milleti
bir bütün hâlinde millet olarak yaşatacaksak resmî dilimiz Türkçedir. Türkçe
dünyada resmî dil olarak en eski dillerden birisidir, en eski dildir belki de
resmî dil olarak. Selçukluda saraydan çıkan yazışmalar Farsça yapılmıştır fakat
resmî dil Türkçedir ve hiçbir dönemde “Osmanlıca” olarak yerdiğimiz o dönemde
de resmî dil Türkçedir. Onun dışında bir dil resmî dil olmamıştır ve ebediyete
kadar da olmayacaktır. Bu milletin resmî dili Türkçedir. Başka diller
konuşuluyor; bugün Kürtçeyi, Arnavutçayı, Çerkezceyi konuşuyorlar, kimse bir
şey demiyor ama arkadaşlar, eğitim dili ve resmî dil. Fransa’da Fransızca
eğitim dilidir. Brötonlar 1912’de kendi dilleriyle
eğitim yapmak istediler, iki sene sonra kendileri vazgeçti. “Biz dünyayla
yarışamayız. Gelin bu Brötoncayı filan terk ediyoruz,
biz Fransızcaya yeniden dönmek istiyoruz.” diyorlar. Böyle şey olmaz, böyle şey
olmaz! (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz efendim. (10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Bitiriyorum. Değerli arkadaşlar, dil değişimi insanın ömründen hızlı olursa o
toplumlarda yıkım başlar. Bir sözlüğü tarayalım, 1940’la 50 arası, 1958’le 80
arası Türkçe, değil bir insanın ömrünün içinde değişme hızlığı, on senede bir
değişir hâlde hızla değişmiştir ve Türkiye yıkımın eşiğine gelmiştir. Biz, bizi
biz yapan, tarihin en büyük derinliklerinden, destan devrinden bugüne getiren
dili kendi evrimi içinde güzel şekilde takip ederek geliştirmek durumundayız. Size bir müjde vereyim. Bir hatibimiz burada Türkçe yanlışlarını
söyledi. Akşam Türk Dil Kurumunun web sitesine girin, sayfasına, ağına girin ve
tıklayın, 94 bin kelimenin Türkçe telaffuzunu en sağlam şekilde göreceksiniz.
Başkanına teşekkür ediyorum. 94 bin kelimenin Türkçe telaffuzu. Artık “Hakkari” denmeyecektir, “inkilap”
denmeyecektir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Birinci. (10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Teşekkür ederim. Yani Türk Dil Kurumu kapatılmamıştır. Türk Dil Kurumu çok verimli
şekilde çalışmalar yapıyor ve 630 bin kelimelik ana Türkçe sözlüğü de İnternet
sayfasına eklemiştir. Yoksa, çok sevdiğim Ali Püsküllüoğlu’nun 505.300 kelimelik öz Türkçe sözlüğünde
Türkçede ne kültür yapılabilir ne bilim yapılır ne ilim yapılabilir. Buradan yeni kanunlar çıkarmak üzere, yeni, başlı başına kanunlar
değil, kanunlarımızın eksikliklerini; Ticaret Kanunu’ndaki eksiği, Basın
Kanunu’ndaki eksiği… Niçin hiçbir eğitimi olmayan bir spikerimiz, bir
konuşmacımız Türkiye’ye en büyük televizyondan hitap etsin, hiçbir eğitimi
yokken? Bunları kanun hâline getirebiliriz birer maddelik de. Raporun hayırlara vesile olmasını temenni eder, hepinize saygılar
sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Birinci. Hükûmet… NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, bir konuda söz almak
istiyorum. Sayın Konuşmacının görüşlerinin büyük bir bölümüne katılmadığımı
ifade edeyim ama bir noktada mutlaka düzeltilmesi gereken bir ifadesi oldu.
Rahmetli Profesör Doktor Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun Türk çocuklarının anlaması için Nutuk’u
Türkçeleştirdiği “Söylev” adlı yapıtını bir cinayet olarak niteledi. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) HALUK İPEK (Ankara) – Bu da onun görüşü. NECLA ARAT (İstanbul) – Bu konuda kendisine katılmıyorum ve sözünü
geri almasını ve zabıtlardan bu cümlenin çıkarılmasını istiyorum. (10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Katiyen… Üstelik,
ben “Hıfzı Veldet Velidedeoğlu”
demedim. Ben size… Affedersiniz, böyle cevap verebiliyor muyum? BAŞKAN – Lütfen… NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Birinci’nin
“cinayet” sözcüğünün çıkarılması gerekir. BAŞKAN – Tamam, konu netliğe kavuştu efendim. Şimdi, Hükûmet adına Kültür ve Turizm
Bakın Sayın Ertuğrul Günay konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Günay. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; ben de bütün arkadaşlarım gibi sözlerime bayramın
takibindeki ilk cuma günü bir hain saldırıda canlarını yitiren 17 evladımızı
rahmetle ve minnetle anarak başlamak istiyorum. Yirmi beş yıla yakın bir zamandan beri terörle mücadele
eden bir ülkede defalarca aynı karakol, aynı sınır karakolu saldırıya uğruyor
ve her defasında büyük acılarla karşılaşmamızı doğuran sonuçlar ortaya
çıkıyorsa siyasetin kısır tartışmalarını bırakmamız gereken bir noktada
zihnimizi bütün yasaklardan kurtararak sadece izanla ve vicdanla düşünmemiz
gereken, olayları mütalaa etmemiz gereken ve değerlendirmemiz gereken bir
noktada olduğumuzu düşünüyorum ve sözlerimin başında bu ihtiyacın altını sadece
çizmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, ben de çok teşekkür ederim. Geçen dönem
başlayan bir çalışma. Sayın Erdem’in başkanlığında çalışan bir kurul, şimdi
Sayın Birinci’nin başkanlığında çalışan bir kurul
gerçekten çok yararlı bir rapor ortaya çıkarmış. Ben dikkatle okumaya çalıştım.
Bilgilerimizi tazelemeye yol açıyor. Bir tarih anlatıyor bize, Türk dilinin
geçirdiği evreleri son derece özetli bir biçimde sıralıyor. Arkasından önemli
bir durum tespiti yapıyor ve sonra çok ciddiye almamız gereken çözüm önerileri
sunuyor. Yüz sayfayı
aşkın bir çalışma. Emek veren bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim. Bizim
Bakanlığımıza, başka kamu kurumlarına, elbette iletişim organlarına, elbette
eğitim ve öğretim birimlerinde çalışanlara çok üzerinde durulması gereken
öneriler yapılmış. Kendi payıma ben kendi birimimiz çerçevesinde bunların
hepsini dikkatle değerlendirmeye çalışacağımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Rapor bir uzlaşmanın sonucu, okurken onu gördüm. Raporun altında
imzası bulunan arkadaşlarımızın çeşitli noktalarda farklı düşünceleri olduğunu
biliyorum. Ama bir karşı oy yok. Yani ağaca takılmadan, Türk dilinin
geliştirilmesi, Türk dilinin korunması çerçevesinde bir ortak doğrultuda
yürünmeye çalışılmış. Bunun da çok doğru bir yaklaşım olduğuna inanıyorum. Türkçe, gerçekten, sevgili ve rahmetli Yahya Kemal’in
söyleyişiyle, ağzımızda anamızın ak sütü gibi kutsallık taşıyan ve bizi bir
arada tutan en temel unsurlardan birisi. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, daha uzun
ömürlü olmasını dilediğim sevgili Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ifade ettiği gibi,
ses, bayrağımız bizim. Elbette, üzerinde birtakım kendi özel yaklaşımlarımızı,
öznel yaklaşımlarımızı bir tarafta bırakarak bir uzlaşma çerçevesi bulmamız ve
o çerçeve üzerinden dilimizi, kültürümüzü geliştirmemiz gerekiyor. Konuşan arkadaşlarımızın hepsini dikkatle dinledim, çoğu raporda
yer alan, gerçekten çok ilginç örneklemeler yaptılar. Gerçekten, iletişim
teknolojisinin bu son zamanlardaki hızlı gelişmesi karşısında bir savrulma
yaşıyoruz. Gerçekten, Batı dillerinden özensiz biçimde bir kopyalama, özensiz
çeviri gayretleri, taklit etme gayretleri var. Düşünün ki, Anadolu’da çok
sayıda radyo var. Artık, iletişim teknolojisi sayesinde İnternette çok sayıda
haberleşme olanağı ortaya çıktı. Artık, devletin bir televizyonu
yerine ulusal anlamda çok sayıda televizyon, yerel anlamda sayılamayacak ölçüde
televizyon çıktı ve ne yazık ki ciddi bir dil eğitiminden geçmemiş olan arkadaşlar
ve ciddi bir dil bilinci gelişmemiş olan arkadaşlar, bütün bu iletişim
ortamlarında kendilerini dinleyen, kendilerini görsel, yazılı biçimde izleyen
kişilere bir tür dil önderliği yapıyorlar ve bu bizi kaçınılmaz olarak, tabii,
bir savrulmaya, bir özensizliğe taşıyor. Bunlarla ilgili bazı örnekleri,
ben de benimsediğim, paylaştığım, gerçekten kaygıyla izlediğim bazı örnekleri
tekrar etmeyeceğim. Ticari alanda ciddi bir dil bozulması var. Bunu Batı
ülkelerinde, gittiğiniz herhangi bir Batı ülkesinde sokakta bizde olduğu kadar
görmüyorsunuz. Bizim üzerinde çalıştığımız sektörde ciddi biçimde bir Türkçeden
kopuşluk, Kültür ve Turizm Bakanlığının turizm alanında, biraz da dışarıya
hitap etmekten kaynaklanan bir gayretle bir özensizlik var. Bütün bunları
biliyorum. Ama, bir karamsarlığa kapılmamamız
gerektiğinin de altını çizmek istiyorum. Yine bu rapor vesilesiyle başka bazı bilgileri de tekrar düşündüm
ve gözden geçirdim. Türkçe, bütün bu savrulma, bütün bu kopyalama, bütün bu
özensizlik, bütün bu kural dışı anlatım, yazım sonuçlarına rağmen ya da
sorunlarına, sıkıntılarına rağmen, belki tarihi boyunca olmadığı kadar büyük
bir yaygınlık içinde de şu anda kullanılıyor. Düşünün ki burada oturan birçok
arkadaşımızın 30 milyon, 40 milyon diye hatırladığı Türkiye bugün 70
milyonlarda ve bu 70 milyon, olmadığı kadar yaygın bir öğrenci kitlesine Türkçe
eğitim yapıyor. Çok sayıda üniversitede Türkçe eğitim yapılıyor ve Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra bir dönem alfabe olarak da, dil olarak da baskı
altında bulunan Türkçe, farklı lehçelerine rağmen, şu anda çok daha büyük bir
özgürlük ortamı içinde. Türkiye’nin önderlik ettiği TÜRKSOY, Türk dili konuşan
devletlerin toplulukları, on beş yıldan beri bu alanda bir birliktelik
sağlamaya çalışıyor. Geçmiş yıllarda ben de kaygıyla izliyordum. TÜRKSOY
toplantılarında Rusça genellikle yaygın bir dil olarak ve ortak anlaşma dili
olarak kullanılıyordu. İlk defa bu yıl, Türksoy’un
bütün temsilcileri resmî toplantıda, yapabildikleri kadar kendi Türkçeleriyle
birbirleriyle anlaşmaya çalıştılar. Bunlar, bütün bu yaşadığımız sorunlara,
sıkıntılara rağmen, yeni gelişmeler ve olumlu gelişmeler. Çok sayıda, Avrupa’nın ortasından Asya’nın ortalarına kadar,
farklı ağızlarda, farklı lehçelerde ama Türkçe konuşuluyor ve belki Türkçe,
başlangıçtan, yani kullanılmaya başladığından bugüne kadar, ilk defa bu kadar
Türkçe yayınla yüz yüze geliyor, çok sayıda yayın da yapılıyor. Yani bir
sıkıntı var, bir sorun var, bir savrulma var, bir kopyalama var, aynı zamanda
olumlu gelişmeler de var. Bunları da umutlu bir ortamı tespit etmek için
sizlerle paylaşmak istiyorum. Arkadaşlarım, bu raporda paylaştığım paylaşmadığım, benim de
şahsen… Mesela bir başlık var ki, onu söylemeden geçemeyeceğim: “Harf ve dil inkılabı” diye bir terim var 41’inci sayfada, “dil
inkılabı.” Bir kere bu “inkılap” sözcüğü 12 Eylülleri
hatırlatıyor bana, bir “devrim” denmesin diye, “evrim” denmesin diye dayatılmış
bir sözcük gibi. Eğer Türkçe üzerine bir rapor yapıyorsak, bence artık bu
raporda (Yani, harfle ilgili bir devrim yaşadı
Türkiye, doğrudur. Dilde devrim olmayacağını düşünüyorum ben. Dil bir
evrimleşme, bir gelişme süreci içindedir.) daha farklı
bir terim kullanabilirdik diye düşünüyorum. Dilde devrim olmaz bence, inkılap da olmaz tabii böylece. Harfte oldu, yaşandı, onun
adı da devrimdir. “Evrim”, “devrim” sözcükleri bugün çocuklar tarafından da,
devletin tepesi tarafından da kullanılıyor. Böyle bir, dilde sadeleşmede
aşırıya kaçmamak nasıl bir dikkat gereğiyse, dilde bir eskiye dönüş gayreti de
bence, bugün halkın kullandığının dışında, gençlerin kullandığının dışında bir
eskiye dönüş gayreti de çok doğru değil gibi geliyor. Bunun dışında, biz dilde, Türkçede bir yaygınlık olsun, Türkçe
konuşan coğrafyalarda insanlar birbirlerini tanısın, özellikle Türkiye’den
60’lı yıllardan bu yana başka coğrafyalara gitmiş olanlar kendi dillerinden
kopmasınlar diye, geçen dönemin son aylarında çıkan bir yasanın gereğini yerine
getirmeye çalışıyoruz. Tıpkı Goethe Enstitüsü gibi, tıpkı Cervantes Enstitüsü
gibi, yeni bir, Türkçeye, Türkçe öğretimine, Türk kültürünün yaygınlaşmasına
fırsat verecek olan bir enstitü çalışması içindeyiz. Bunun mütevelli heyet
çalışması, yönetim kurulu çalışması oldu. Yurt dışına gittiğimde Cervantes
Enstitüsünün çok prestijli bir binada olduğunu gördükten
sonra bizde de öyle olması gerektiğini düşündüm ve Ankara’da çok özel bir
mekânı restore ediyoruz ve Yunus Emre Enstitüsü olarak 2009’dan itibaren… Bu
hem Türkiye’de hem Türkçenin çok yaygın kullanıldığı ve temel eğitiminin
verilmesinin hayati bir ihtiyaç olduğu ülkelerde faaliyete geçecek. Yine, geçen yıllarda başlamış bulunan Türk Edebiyatını Dışa Açma
Projesi var. Türk Edebiyatını Dışa Açma Projesi -yani TEDA Projesi- kapsamında
400’e yakın Türkçeden yabancı dile çevrilme talebi gelen esere destek, 470
kadar esere destek verildi. Bunun 180’i aşağı yukarı bu yıl Frankfurt Kitap
Fuarı’nda farklı dillerde, yani Almancadan, Bulgarcadan, Çinceden, Koreceden Latin dillerine kadar çeşitli dillerde Frankfurt
Kitap Fuarı’nda dünya okuryazarlarıyla buluşacak. Biliyorsunuz, bu yıl, UNESCO tarafından, Kaşgarlı
Mahmut yılı olarak ilan edildi. Biz Bakanlık olarak Kaşgarlı
Mahmut’un Divanü Lûgat-it-
Türk’ünün tıpkı basımını yaptık, yeni olarak çıktı ve
Frankfurt Kitap Fuarı’na bu tıpkı basımı götüreceğiz. Kaşgarlı
Mahmut’la ilgili bir prestij kitap çalışması
yapıyoruz. Arkadaşlarımız önermişlerdi, bizim büyük yazarlarımız, şairlerimizle
ilgili anma günleri, anma kitapları yapılsın diye. Daha önce Mehmet Âkif’le ve Sabahattin Ali’yle ilgili çalışmalar 2006 ve
2007’de yapılmıştı. Bu yıl Yahya Kemal’in ölümünün 50’nci yılı biliyorsunuz ve
gelecek yıl da Yahya Kemal’in doğumunun 125’inci yılı. Bu yıl bu mevsimden
başlayarak Yahya Kemal’le ilgili sempozyumlar, anma
toplantıları ve kitaplar yapılıyor. Bir, yine prestij kitap,
yeni, ben, bugün ilk defa, ilk baskısını, ilk nüshasını gördüm. Bunlar devam
ediyor. Bizim İnternet ağımızda Türkçe lehçelerinin birbirini tanıması
için Gaspıralı Çeviri Programı var. Gaspıralı İsmail’in anısına, hatırasına saygı çerçevesinde.
Bu lehçeler arasında birlikteliği sağlamaya çalışıyor ve yine biraz önce
söyledim, Türksoy’un faaliyetleri bu alanda, Türkçe
konuşan, Türkçe lehçelerini konuşan ülkeler arasında bir iş birliğini ve bir
dil birliğini sağlamaya çalışıyor. Ekim ayının 14’ünde de Frankfurt
Kitap Fuarı’nın, dünyanın en büyük kitap fuarının önüne, dünyanın bütün
okuryazarlarının önüne, Türkçe bütün engin birikimiyle, bütün entelektüel
derinliğiyle, zenginliğiyle ve Türkiye coğrafyası üzerindeki bütün diller,
bütün yayınlar, bütün kültürel zenginlik, bütün çeşitliliğiyle, 14 ve 20 Ekim
arasında Frankfurt’ta, bir anlamda dünyanın bilgisine, dünyanın görgüsüne,
dünyanın dikkatine sunulmuş olacak. Şunun için bu örnekleri vermek
istedim: Yani evet bir sıkıntı var, özellikle gençlerimizde bir özensizlik var,
özellikle öğreticilerde bir yetersizlik var, ama çok korkulacak bir noktada
olmadığımızı düşünüyorum. Elbette biz Parlamento olarak bu konuda daha dikkatli
olmalıyız, elbette bütün kamu kurumları daha dikkatli olmalı. Bir arkadaşım
örnek verdi. Ben de örneğin devletin, kamunun “iddia” sözcüğünü bozan bir şans
oyununa izin vermiş olmasını çok yadırgamıştım. Bugün de aynı yadırgamayı
sürdürüyorum ve devletin özellikle, devletin, kamunun, iletişim araçlarının
özellikle, böyle, dili yanlış kullanma konusunda hiçbir ödüne yol açmaması
gerektiğini düşünüyorum. Biz görevimizi dikkatli yaparsak Parlamento hem biçim
olarak hem öz olarak dile -dil bir anlaşma aracı- anlaşmanın öteki unsurlarına
da tabii aynı dikkati ve aynı özeni, aynı saygıyı gösterirse Türkiye iyi
örnekler görerek, bu genç toplum, iyi bir doğrultuda diline de bağımsızlığına
da bütünlüğüne de sahip çıkacaktır diye düşünüyorum. Bu rapora emek veren bütün arkadaşlarımın tekrar emeklerine
teşekkür ederek hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Günay. Şahısları adına Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Türkmenoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Süreniz on dakikadır. AYŞE TÜRKMENOĞLU (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve
geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’yla ilgili şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri, sözlerime başlamadan önce Aktütün’de şehit olan 17 vatan evladına bu yüce kürsüden,
tekrar, Allah’tan rahmet diliyor, şehit aileleri ile tüm milletimize başsağlığı
diliyorum. Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, iletişim aracı olan dil
insanlar arasında duygu ve düşüncelerin aktarılmasını sağlar. Dil aynı zamanda
nesiller arasında bağ kurar. İnsanların bir arada yaşamasını sağlayan dil
milletleri millet yapan en önemli unsurdur. Toplumlar millet olmayı bir dile
sahip olmakla elde ederler ve millî varlıklarını ancak kendi dilleriyle
koruyabilirler. Millî kimliğimiz olan Türkçemiz dünyanın en eski ve en zengin
dillerinden birisidir. Bugün Avrupa’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada
kullanılan Türk dilini 200 milyondan fazla insan konuşmaktadır. Türk dili,
Anadolu’da, Balkanlarda, Avrupa’da, Türkistan’da, Avustralya’da, yani dünyanın
dört bir yanında konuşulan zengin bir kültür, bilim ve sanat dili hâline gelmiştir.
UNESCO hazırladığı bir raporda Türkçeyi dünyanın beşinci büyük dili, olarak
açıklamıştır. Dil aynı zamanda millî kültürün de temelini teşkil eder. Kültürün
doğması ve gelişmesi dile bağlıdır. Bir milletin dili bozulursa kültürü de
bozulur. Bu bozulma sanat, edebiyat ve fikir hayatında bozulmalara yol açar,
birçok değer yok olur. Bugün Türkçemiz de ciddi bir yozlaşma ve bozulma ile
karşı karşıyadır. Dilimiz iyi konuşulup yazılamamaktadır, cümle bozuklukları
vardır. Günümüzde Türkçenin iyi yazılıp konuşulamadığı, ilk ve ortaöğretimde
yeni yetişen nesillere yeterince öğretilemediği bir gerçektir. Gençlerin Türk
dilinin güzellik ve zenginliklerinden giderek mahrum kaldıkları, Türkçedeki
bozulma ve yabancılaşmanın sonucu tarihimizden, kültürümüzden, dolayısıyla
medeniyetimizden habersiz bir nesil yetişmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçemizdeki bozulmaları
milletvekili arkadaşlarımız geniş bir biçimde açıkladılar. Türkçedeki bu bozulmayı önlemek için çözüm
önerilerini bir an önce hayata geçirmemiz gerekmektedir. Türkçemizin bağımsız
bir dil olarak yaşaması, varlığını sürdürebilmesi için Türkçe konusunda
bireysel ve toplumsal duyarlılık kaçınılmazdır. Bu konuda, bireyler ve toplum
olarak Türkçe bilincini taşımak, bilinçli çabalar içinde olmak zorundayız. Dilimize karşı her türlü özensizliği ve yanlış kullanımları
alışkanlık hâline getirmekten kaçınmak, yabancı dil hayranlığı ile yabancı
sözcük tutkusundan kurtulmak, yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimi
birbirine kesinlikle karıştırmamak, Türkçenin bilim dili olmadığı görüşüne
karşı çıkmak, Türkçe öğretimindeki yetersizlikleri görüp gerekli önlemleri
almak, dil gümrüğü uygulamasına girişmek, sözcük ve terim türetimine
hız vermek, nitelikli ve yeterli sayıda öğretmen yetiştirmek Türkçemizin
varlığını sürdürebilmesi için büyük önem taşımaktadır. Dilimizin bozulmasını önlemek ve yabancılaşmanın önüne geçmek için
Türkçenin doğru kullanımı ile ilgili bilincin oluşturulmasına öncelikle aileden
başlanılmalıdır. Çünkü çocuklarımız Türkçeyi önce ailelerinden
öğrenmektedirler. Sayın milletvekilleri, Türkçe öğretimi büyük ölçüde ortaöğretimde
bitirilmelidir. Yükseköğretimde gençlerimiz dilleriyle kendilerini ifade
edebilecek olgunluğa ve birikime kavuşturulmalıdır. Bunun için yükseköğretimde
Türkçe dersleri ezbere değil, daha çok okumaya ve ifade etmeye yönelik olarak
yeniden yapılandırılmalıdır. Bunun için dilin insan ömründen hızlı değişmemesi
gerekmektedir. Bunu Necat Hocamız da belirtti. Aksi durum, toplum hayatında
kopukluklara, anlaşmazlıklara yol açar, birbiriyle anlaşamayan nesiller ortaya
çıkar; millî birlik, ortak idealler yıpranır, hatta yok olur. Özellikle,
biliyorsunuz 26 Eylülde Dil Bayramı okullarda kutlanan belirli bir gün olarak
geçiyor. Sadece önemli günler ve haftalar arasında geçiyor ve bundan sonrası
unutuluyor. Bu konuda bilincimizin ve duyarlılığımızın daha farklı olması
gerektiğini düşünüyorum. Karaman’da kutlanan geleneksel Türk Dil Bayramı etkinliklerine
kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının desteği yoğun bir
şekilde sağlanmalıdır. Özellikle de yasal anlamda düzenlemeler yapılmalıdır.
Bununla ilgili de zaten komisyon raporumuzda belirtilmişti, tekrar ben kısaca
belirtmek istiyorum: Sürekli gelişen ve değişen, dinamik bir yapıya sahip olan dil,
elbette yasalarla, yasaklarla korunamaz; ancak birtakım düzenlemeler olmadan da
sağlıklı bir şekilde gelişmesi mümkün değildir. Bu nedenle acilen bazı yasal
düzenlemelerin yapılması bir zorunluluktur. Sağlık, sanayi, ticaret, iş
alanları ve yerel yönetimler başta olmak üzere çeşitli sahalarda hâlen
yürürlükte olan kanun ve yönetmeliklerin Türkçeyle ilgili maddeleri
uygulanmalıdır. Türkçe, millet olarak geçmişten geleceğe bütün güç ve
kabiliyetlerimizi kuşatır, onları hayatın içine taşır. Maddi ve manevi her
olay, durum, dil aracılığıyla insan hayatından başka bir insanın hayatına ve
insanların dünyasına aktarılır. Dil, bütün bunlarda aracılık görevini yapar. Dil, donmuş bir
varlık değildir, onda durmak bilmez bir hareketlilik vardır. Dil, toplum
hayatıyla birlikte yürür, toplumdaki her şey dile yansır. Bunun için dilin
insan ömründen hızlı değişmemesi gerektiğini belirtmiştik. Millî birlik ancak
ortak ideallerin korunmasıyla gerçekleşir. Bu duygu ve düşüncelerle, her kurum ve kuruluşun kendi üzerine
düşen görevi hassasiyetle yerine getireceğini umuyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Türkmenoğlu. Şahsı adına Muğla Milletvekili Mehmet Nil Hıdır. Buyurunuz Sayın Hıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Türk dilinin yozlaşmasını önleme konusunda araştırma yapmak üzere
kurulan komisyonda yer alan milletvekili arkadaşlarınızdan biriyim. Günün
geciken bu saatinde ben, daha çok geçmişte gerek şiirleriyle gerek sözleriyle
bugün tartıştığımız Türkçenin yozlaşmasını dile getiren şairlerimizin ve
beylerimizin sözlerini aktararak sözümü bitirmeye gayret edeceğim. Öncelikle, Aktütün’de şehit olan aziz
Mehmetçiklerin anısına, Yunus Emre’nin diliyle “Yanar özüm, göynür gözüm, yiğit
iken ölenlere/ Hani bana şöyle gelir, gök ekini biçmiş gibi.” diyerek “yanan
özümüzü” ifade etmeye gayret ediyorum. Değerli arkadaşlar, Yunus Emre 1200’lü yıllarda dilin söze, sözün
akla, aklın fiile tesirini şu mısralarla ne güzel ifade etmiş: “Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı, Söz ola ağulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz. Sözün, özün aşırgil, Yaramazın şaşırgil, Yalan söze ne hacet, Doğru sözü taşırgil.” Bugünün bir şairi de eleştirisini bugünün hatalarına işaret ederek
şöyle ifade ediyor: “Evet’in yerini aldı ‘yes’ler, ‘Pekâlâ’nın yerini ‘okey’ler. ‘Hayır’ deme cesareti yoksa, der ki ‘no’, ‘Allaha ısmarladık’ yerine kime ısmarlar ki ‘hello’? ‘Teşhir salonu’ ne güzeldi ‘showroom’
yerine, ‘Eskidji’ neyi ifade eder ‘eskici’
yerine? Efendim, başlamak lazım ‘start’ı terk
ederek, ‘Adaptasyon’ yerine ‘uyum sağla’ diyerek.“ Hepinizi doğru, yalın, sade bir Türkçeyle konuşmaya davet eder,
saygıyla selamlarım. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Hıdır. Sayın milletvekilleri, Türkçede bozulma ve yabancılaşmanın
araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve
105’inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/35, 43, 49, 70) esas numaralı
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır. Şimdi, beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 19.39 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 19.52 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
2’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. Bu kısmın 2’nci sırasına alınan, Kırklareli Milletvekili
Tansel Barış ve 29 milletvekilinin, Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 milletvekilinin, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 22 milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21
milletvekilinin, Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 milletvekilinin, Kırklareli
Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 milletvekilinin, İzmir Milletvekili
Oktay Vural ve 19 milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 33
milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 milletvekilinin, Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 27 milletvekilinin ve Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve 24 milletvekilinin önergeleri üzerine,
küresel ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi
konusunda Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca
kurulmuş bulunan (10/1, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) esas numaralı
Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz. 2.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış ve 29 Milletvekilinin, Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 Milletvekilinin, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 22 Milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21
Milletvekilinin, Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 Milletvekilinin, Kırklareli
Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili
Oktay Vural ve 19 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 33
Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 Milletvekilinin, Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 27 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 Milletvekilinin, Küresel Isınmanın Etkileri ve
Su Kaynaklarının Sürdürülebilir Yönetimi Konusunda Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/1, 4,
5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) (S. Sayısı: 138) (x) BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde. Hükûmet?.. Yerinde. İç Tüzük’ümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu
üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine aittir. Daha sonra,
İç Tüzük’ümüzün 72’nci maddesine göre siyasi parti grupları adına birer üyeye,
şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri hâlinde Komisyon
ve Hükûmet de söz alacaktır. Bu suretle Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır. Konuşma süreleri, Komisyon, Hükûmet ve
siyasi parti grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için
onar dakikadır. Komisyon raporu 138 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. İlk söz, önerge sahibi olarak Kırklareli Milletvekili Sayın Tansel
Barış’a aittir. Sayın Barış, buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on dakikadır. TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
138 sıra sayılı küresel ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının sürdürülebilir
yönetimi konusunun araştırılması amacıyla kurulan araştırma komisyonu raporu
hakkında ilk önerge sahibi olarak söz almış bulunuyorum. Bu duygularla yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, konuya girmeden önce, ben de Aktütün Karakoluna yapılan saldırı sonucunda şehit olan
askerlerimizi, 17 askerimizi rahmetle anıyorum, yaralılara acil şifalar
diliyorum, ailelerine sabırlar ve yüce Türk ulusunun başı sağ olsun diyorum. Değerli arkadaşlar, 22’nci Dönemde bu komisyon yine kurulmuştu,
raporunu hazırladı ama dönem sonu geldiği için rapor Türkiye Büyük Millet
Meclisinde onaylanmamıştı. Bu nedenle, 23’üncü Dönemde de bu komisyon tekrar
kuruldu ve arkadaşlarım çok yoğun bir çalışma sonucunda beş yüz sayfayı aşan
bir rapor hazırladılar. Ben emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum ve
umarım ki Hükûmet de bu raporun gereğini yerine
getirir. Değerli arkadaşlarım, bugünlerde dünyayı ve insan hayatını
tehdit eden, düzenini altüst edebilecek seviyeye ulaşan küresel ısınma konusu
dünya kamuoyunu gerçekten çok meşgul etmektedir haklı olarak ama maalesef,
bizim ülkemizde konu henüz daha çok net olarak ortaya çıkmamış, halkımız bu
konuda aydınlatılmamış, medya gerektiği gibi konuya eğilmemiş ve tabii ki
ilgili bakanlıklar da konu üzerinde gerek milletvekillerini gerekse kamuoyunu
yeterince bilgilendirmemiştir. Hatta ilgili
bakanlıklar kendi aralarında bile “Küresel ısınmanın sonuçları nasıl olacak?”
diye bir koordinasyon dahi yapmamışlardır veyahut da yeterli yapmamışlardır.
Devlet Planlama Teşkilatı ve birkaç bakanlığımız, Enerji ve Sanayi
Bakanlıklarımız konuya pek de olumlu yaklaşmamışlar. Tabii ki gelinen aşamada
belki tüm bakanlıklar artık bir araya gelmiş ve küresel ısınmanın önemini
kavramışlardır ama zaman da geçiyor doğrusu. Bu nedenle ben, -Çevre Bakanı da
yanımızda- bu konunun çok daha ciddi olarak ele alınacağı ve alınması gerektiği
konusunda -onun da destekleriyle- bu küresel ısınma sorunu daha da net bir
şekilde gündeme gelecektir. Değerli arkadaşlarım, basit bir şekilde “Küresel ısınma ne?” diye
sorduğumuz zaman, soğuk bir havada, karlı bir günde ve güneşli bir havada bir
araba içerisinde bulunuyoruz. Güneş ışınları arabanın içerisine giriyor ama
yüksek frekansta giren güneş ışınları çıkışta frekansları düştüğü için araba
içerisinde kalıyor ve dışarıdaki ısı sıfır derece olduğu hâlde içerisi bir saat
içerisinde 20 dereceye ulaşabilmektedir. İşte küresel ısınma da bu demektir.
Sera gazlarının atmosferimizi sarması ve bunun neticesinde de güneş ışınlarının
geriye dönememesi nedeniyle dünyamız ısınmakta ve küresel ısınma işte bu
nedenle ortaya çıkmaktadır değerli arkadaşlarım. Dünyada kendi doğal dengesi içerisinde yaklaşık kırk bin yılda bir
küresel ısınma, küresel soğuma oluşmaktadır ancak bunlar düşük boyutlu olduğu
için pek fazla etki yapmamaktadırlar. Başka bir anlatımla yıllık ortalama ısı
farkı 1 derece dolayında olduğundan bunlar net bir şekilde ortaya
çıkmamaktadır. Ancak sanayileşmenin, fosil yakıtların acımasızca kullanımı
sonucunda günümüz dünyasında maalesef küresel ısınma ciddi boyutlara doğru adım
atmaktadır. Dünyanın bu sıra dışı ısınmasının insanlığı kısa ve orta vadede
çok ciddi sıkıntılara sokacağı, çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakacağı
açıkça görülmektedir. İnsanlığın karşılaşacağı bu felaketleri düşünmek bile
ürkütücü gelebiliyor değerli arkadaşlarım. Örnek verecek olursak: Bangladeş,
Hollanda, Güney Hindistan gibi sahil ülkelerinin yüzde 80’i deniz içerisinde
kalabilecektir. Yani bunlar belki bir felaket senaryosu arkadaşlar ama elli
yıl, altmış yıl sonra neler olabileceğini kestirmekte şu anda güçlük
çekebiliyoruz. Akdeniz ve daha güneyindeki bazı ülkelerin susuzluk sonucu
kuraklıkla karşı karşıya kalacağı, bunun sonucu da kıtlık başta olmak üzere
toplu insan ve diğer canlıların ölümleri ve tabii ki inanılmaz göçler ortaya
çıkacaktır. İnsanlığı ve dünyamızı bu kadar tehdit eden, adına “küresel
ısınma” dediğimiz insanlık ayıbını dünyamızın başına kim bela etmiştir değerli
milletvekilleri? Elbette ki tekelci kapitalizm ve
emperyalizm. Küresel ısınmanın oluşmasında Amerika’nın içinde bulunduğu
sanayileşmiş 7 ülkenin yüzde 65 oranında sorumluluğu olduğu ifade edilmektedir.
Dünyada bu zararlı sera gazlarının engellenmesi için 178 ülkenin bir araya gelerek
Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamasına rağmen Amerika Birleşik Devletleri bu
sözleşmeyi imzalamıyor ki bu oranın tek başına yüzde 36’sını oluşturuyor.
Küresel ısınmayla birlikte denizlerdeki su seviyesinin yaklaşık yirmi yıl sonra
ne kadar olacağı bilinmemekle beraber bazı adaların sular altında kalabileceği
iddia edilmektedir. Bir taraftan küresel ısınmaya karşı ne gibi tedbirlerin alınacağı
tartışılırken diğer taraftan da zaten dünyada kıt olan içilebilir su
kaynaklarının daha dikkatli ve tasarruflu kullanılması konusunda tedbirlerin
alınması zorunlu hâle gelmiştir. Bugün dünya nüfusunun dörtte 1’i içme suyu
sorunuyla karşı karşıyadır ve her yıl 25 milyon insan temiz sudan mahrum
kaldığı için hayatını kaybetmektedir. Hepimizin çok iyi bildiği gibi, dünyadaki su kaynaklarının ancak
yüzde 3’ü içilebilir sudur. Ülkemize baktığımızda, sanıldığı gibi su zengini
bir ülke değiliz. Devlet İstatistik Kurumunun verilerine göre 2030 yılında
nüfusumuz 100 milyona ulaşacak, bugün itibarıyla yıllık kişi başına düşen su miktarı
Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre Türkiye’nin 2025 yılından
itibaren su sıkıntısı yaşayacak bir ülke olacağı söylenmektedir. Demek ki
Devlet İstatistik Kurumunun da raporları bu doğrultuda ve bu raporlar da
doğrulanmaktadır. Bugün çok ciddi su sıkıntısı yaşayan Orta Doğu, gözünü
Türkiye’nin suyuna dikmiş. Bu durum da ileride bu bölgede su savaşlarının
yaşanacağının işaretleri olabilir mi acaba? Değerli milletvekilleri, Kyoto ile ilgili bir mesaj vermek
istiyorum: Gelecek kuşaklarımıza karşı çağından sorumlu Türk halkı olarak
dünyayı tehdit altına alan küresel ısınmaya karşı toplumun bilinçlendirilmesini
sağlamak adına kullanılabilecek tüm iletişim araçlarından yararlanmalıyız. Eğitim
ve öğretim kurumlarımızda konunun önemine binaen ders konusu olarak
okutulmasını sağlamalıyız. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Kyoto
Sözleşmesi’ni bir an önce gündemimize alarak küresel ısınmada ödevini yerine
getiren duyarlı ülkeler kervanını kaçırmadan sorumluluğumuzun gereğini yerine
getirmeliyiz diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Barış. Sayın milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 20.04 BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 20.11 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
2’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum. 138 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki
genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon? Yok. Hükûmet? Yok. Görüşmeler ertelenmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve
görevlendirilmesi için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmete
verilen bir yıllık izin süresinin 17 Ekim 2008 tarihinden itibaren bir yıl
süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi ile alınan karar gereğince
138 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nu ve kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için 8 Ekim 2008 Çarşamba günü saat 15.00’te
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 20.12 IX.- KOMİSYONLAR BÜLTENİ 1.- 1.1.2008
tarihinden 30.6.2008 tarihine kadar komisyonlara gelen, neticelenen ve kalan
işler Not: Komisyonlar Bülteni II Tutanağın
sonuna eklidir. |
|