DÖNEM: 23                    YASAMA YILI: 3

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 28

2’nci Birleşim

7 Ekim 2008 Salı

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMA

 IV. - OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu’nun, 23’üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı çalışmalarına başlarken, dünyayı etkileyen ekonomik krize ve ülkemizde cereyan eden terör olaylarına ilişkin konuşması

 

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın, küresel krize karşı alınacak tedbirlere ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, TBMM’nin yeni yasama yılına başlamasına ve son günlerde ülkemizde cereyan eden terör olaylarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, terör ve sınır güvenliğine ilişkin gündem dışı konuşması

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- 284 ve 138 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının görüşmesinin, Genel Kurulun 7/10/2008 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 8/10/2008 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler

1.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 Milletvekilinin, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve 25 Milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 38 Milletvekilinin, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un; Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/35, 43, 49, 70) (S. Sayısı: 284)

 

2.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 29 Milletvekilinin, Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 Milletvekilinin, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 22 Milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21 Milletvekilinin, Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 Milletvekilinin, Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 19 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 33 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 27 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 Milletvekilinin, Küresel Isınmanın Etkileri ve Su Kaynaklarının Sürdürülebilir Yönetimi Konusunda Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/1, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) (S. Sayısı: 138)

 

VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sayıştayda istihdam edilen sözleşmeli personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/4748)

2.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın personele yapılan promosyon ödemesine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/4749)

 

IX.- KOMİSYONLAR BÜLTENİ

1.- 1.1.2008 tarihinden 30.6.2008 tarihine kadar komisyonlara gelen, neticelenen ve kalan işler

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.

 

Vefat eden İstanbul Milletvekili Osman Gazi Yağmurdereli için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.

 

TBMM Başkanı Köksal Toptan, Ramazan Bayramı’nın kutlandığı bu günde, yeni yasama yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı olmasını dileyen bir konuşma yaptı.

 

Açış konuşmasını yapmak üzere Genel Kurulu teşrif eden Cumhurbaşkanına, Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denildi.

 

İstiklal Marşı söylendi.

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 23’üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı açış konuşmasını yaptı.

 

7 Ekim 2008 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 15.49’da son verildi.

 

 

 

Köksal TOPTAN

 

 

 

Başkan

 

 

Yaşar TÜZÜN

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

Bilecik

 

Bursa

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

No.: 2

II.- GELEN KÂĞITLAR

6 Ekim 2008 Pazartesi

 

Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun

1.- 1.8.2008 Tarihli ve 5803 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/683) (Anayasa ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.8.2008)

Tasarılar

 1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Avrupa Toplulukları Komisyonu Arasında Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) ile Temin Edilen Yardımın Uygulanması Çerçevesinde Türkiye Cumhuriyetine Sağlanan Avrupa Topluluğu Mali Yardımlarıyla İlgili İşbirliği Kuralları Hakkında Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/635) (Plan ve Bütçe; Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.7.2008)

2.- Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/636) (Avrupa Birliği Uyum ve Adalet ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.7.2008)

3.- 2000 Tarihli Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Kirlenme Olaylarına Karşı Hazırlıklı Olma, Müdahale ve İşbirliği Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/637) (Çevre; Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Felaketlerin Sonuçlarının Önlenmesi, Sınırlandırılması ve Hafifletilmesi Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/639) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.8.2008)

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Arasında Tarım Alanında Teknik, Bilimsel ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/640) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.8.2008)

6.- Türkiye Cumhuriyeti ile İsviçre Konfederasyonu Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/641) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.8.2008)

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Ticari ve Ekonomik İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/642) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.8.2008)

8.- Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı (1/643) (Adalet; Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.8.2008)

9.- Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütünün Kuruluşu Hakkında Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/644) (Adalet ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.9.2008)

10.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Fransa Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/645) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008)

11.- Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/646) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008)

12.- Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Arasında Elektrik Mübadelesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/647) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008)

13.- Türkiye Cumhuriyeti ile Mercosur Arasında Bir Serbest Ticaret Alanı Kurulmasına Yönelik Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/648) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.9.2008)

14.- Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Yeni Zelanda Tarım ve Ormancılık Bakanlığı Yeni Zelanda Gıda Güvenliği Otoritesi Arasında Sağlık Hususlarında İşbirliği Konusunda Düzenlemenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/649) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.9.2008)

15.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Guatemala Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/650) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008)

Teklifler

1.- Muğla Milletvekili Metin Ergun ve 23 Milletvekilinin; Belediye Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/314) (İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.7.2008)

2.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 5 Milletvekilinin; Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/315) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.9.2008)

3.- Muğla Milletvekili Gürol Ergin ve 13 Milletvekilinin; 5179 Sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/316) (Adalet ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.7.2008)

4.- Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın; Kıyı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/317) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.7.2008)

5.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 2 Milletvekilinin; 26/09/2004 Tarih ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/318) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:1.8.2008)

Tezkereler

1.- Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2007 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/521) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.9.2008)

2.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/522) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)

3.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/523) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)

4.- Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/524) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)

5.- İzmir Milletvekili Taha Aksoy’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/525) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)

6.- Afyonkarahisar Milletvekili Veysel Eroğlu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/526) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)

7.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi  (3/527) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)

8.- Bitlis Milletvekili Cemal Taşar’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/528) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)

9.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/529) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)

10.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/530) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)

11.-  Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/531) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)

12.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/532) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)

13.- Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/533) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)

14.-  Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/534) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.9.2008)

15.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/535) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.9.2008)

16.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/536) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.9.2008)

17.- Elazığ Milletvekili Feyzi İşbaşaran’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/537) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.9.2008)

18.- Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/538) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.9.2008)

19.- Hatay Milletvekili Fuat Çay’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/539) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)

20.- Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/540) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)

21.-  Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/541) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)

22.- İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/542) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)

23.- Mardin Milletvekili Ahmet Türk’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/543) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)

24.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/544) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)

25.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik ve Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/545) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)

26.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/546) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)

Geri Alınan Sözlü Soru Önergesi

1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Ballıca Mağarasının turizm kapasitesinin geliştirilmesine ilişkin sözlü soru önergesini 24/9/2008 tarihinde geri almıştır. (6/931)

No.: 3

7 Ekim 2008 Salı

 

Tezkere

1.- Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Irak’ın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör Tehdidinin ve Saldırılarının Bertaraf Edilmesi Amacıyla, Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere, Irak’ın PKK Teröristlerinin Yuvalandıkları Kuzey Bölgesi ile Mücavir Alanlara Gönderilmesi ve Görevlendirilmesi İçin Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17.10.2007 Tarih ve 903 Sayılı Kararıyla Hükümete Verilen Bir Yıllık İzin Süresinin Anayasa’nın 92 nci Maddesi Uyarınca 17.10.2008 Tarihinden İtibaren Bir Yıl Süreyle Uzatılmasına Dair Başbakanlık Tezkeresi (3/547) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.9.2008)

 

 

7 Ekim 2008 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

 

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2’nci Birleşimini açıyorum.

 

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yeter sayısı vardır.

IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu’nun, 23’üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı çalışmalarına başlarken, dünyayı etkileyen ekonomik krize ve ülkemizde cereyan eden terör olaylarına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, görüşmelere geçmeden önce, kısaca birkaç noktayı söylemek istiyorum:

23’üncü Dönemin Üçüncü Yasama Yılı çalışmalarına başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu yasama yılında da yoğun bir çalışma süreci içerisinde olacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerinin bu temponun üstesinden geleceğine inanıyorum. Ancak, yeterince olgunlaşmış, kolay anlaşılabilir ve uygulanabilir, yürürlüğe girdikten kısa süre sonra düzeltme gereği duyulmayacak yasa çıkarmanın da çok yasa çıkartmak kadar önemli olduğunu dikkatlerinize sunuyorum.

Yüce Meclisin sayın üyeleri, bu yasama yılını, ekonomisi çok güçlü bilinen ülkelerde başlayan ve 1929 bunalımından da büyük kabul edilen bir ekonomik çalkantı ortamında açıyoruz. Ülkemizin bu krizden de etkilenmemesi veya olabildiğince az etkilenmesi benim de temennimdir. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri’nde bile dev bankaların, büyük sigorta şirketlerinin devlet tarafından kurtarıldığı bu ortamda bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyük Önder Atatürk tarafından atılan ekonomik temellerindeki mantığın ne kadar doğru olduğu, daha da önemlisi, günümüzde çeşitli iç ve dış çevrelerce iddia edilenin tersine modasının da geçmemiş olduğu görülmektedir. En gelişmiş ekonomilerin bile karşısında güçsüzleştiği ve devleti yeniden yardıma çağırdığı bu ekonomik krizin kapitalist sistemin sınırsız kâr güdüsünden kaynaklandığı, bizzat bu güdüyü kutsallaştıran çevrelerin de bugün ister istemez kabul ettikleri bir gerçektir. Bu anlayışın, siyasi, sosyal, insani düzeyde nelere yol açtığını ise milyarlarca insanın sürüklendiği sefalette, savaşlarda ve nihayet acımasız terörde çırılçıplak görmek mümkündür. Kendi ülkesinde gerçekleştirilen terör saldırılarını gerekçe yaparak dünyayı kaosa sürükleyen ve milyonlarca masum insanın kanına giren küresel çıkar çevreleri, kendi ülkeleri dışında meydana gelen terör saldırılarının önlenmesi için ise iş birliği bir yana, çıkarları gerektiğinde tereddüt etmeden o terörü desteklemekte, çok zorda kalınca da kupkuru, soğuk, ruhsuz kınama mesajlarıyla yetinmektedirler. Bugüne kadar terörün her türlüsüyle ve bölücü terör yoluyla öldürülen bütün yurttaşlarımız gibi, 3 Ekim 2008 günü Aktütün Sınır Karakolumuza yapılan son terör saldırısında yitirdiğimiz evlatlarımız bizim için ruhsuz mesaj malzemeleri değil, ulusal birliğimizi ve bütünlüğümüzü yok etmekten yarar uman, bu amaçla kan dökmeye doymayan güçlerin gök ekin gibi biçtiği ve acısını yüreğimizde derinden hissettiğimiz çocuklarımız, kardeşlerimiz, sevdiklerimiz ve eşlerimizdir. Çok iyi bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş harcında “ülkede yaşayan herkesin eşit vatandaş olması” ilkesi vardır, bu yüce Meclis bu anlayışla kurulmuştur. Ayrılıkçı terörün hedefi ise ülkemizdeki bu ulusal birlik ruhunu yok etmek, kardeşi kardeşe kırdırmaktır. Terörün hâkim olduğu ülkelerde anayasaların ve parlamentoların da demokrasiye kendilerinden beklenen sağlıklı katkıyı vermesi çok zordur. Terör demokrasinin de düşmanıdır.

Sayın milletvekilleri, gözlerimiz kör değilse bu gerçekleri görmek, kulaklarımız sağır değilse terör nedeniyle yitirdiklerimizin yakınlarının çığlıklarını duymak, ellerimiz var ise bu oyunu boşa çıkarmak için kardeşliğe uzatmak zorundayız.

Bu duygu ve düşüncelerle, şehitlerimize rahmet, yakınlarına ve tüm ulusumuza başsağlığı diliyorum.

Yüce Meclise ve siz değerli üyelerimize başarılı bir çalışma yılı diler, saygılar sunarım. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, şimdi görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, küresel krize karşı alınacak tedbirlere ilişkin söz isteyen İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’a aittir.

Buyurunuz Sayın Korkmaz.

Süreniz beş dakikadır. (CHP sıralarından alkışlar)

V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz’ın, küresel krize karşı alınacak tedbirlere ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, küresel süreçten en yüksek cari açığı vererek en zararlı çıkan ülke oldu. Eğer önlem alınmaz ise bu defa da küresel krizden en fazla kan kaybeden ülke olacaktır. Maalesef, Türkiye’de kriz maliyetinin derin ve kalıcı olacağını gösteren unsurlar bulunmaktadır. Bunların başında Hükûmetin beklentileri iyi yönetemiyor olması gelmektedir. Hükûmet, küresel kriz önünde ve yaşadığımız üretim ve istihdam sorunları karşısında bugüne kadar inandırıcı ve ikna edici bir program ortaya koyamadı, tersine “Alınacak önlemler varsa alınır.” şeklinde yuvarlak laflar ekonomik beklentileri olumsuz etkiledi. Kriz kapıda iken “Fabrikaları Doğu’ya taşıyın.” şeklindeki bir önlemi kimsenin ciddiye alması mümkün değildir. Öte yandan, Hükûmet terörle, anarşiyle mücadelede güven vermedi ve nihayet yolsuzluğun belgeli boyutta tartışılması kamu vicdanını rahatsız etti, güven bunalımı doğurdu. Bu sorunun temel çözümü siyasi iktidarın değişmesidir, ancak kriz kapıda iken acil olarak uzun vadeli program yapmak ve kısa vadeli önlemler almak şarttır. Uzun vadeli dinamik bir yapısal dönüşüm programı hazırlanarak ekonomik ajanlar ikna edilmelidir. Bu planın hedefleri şunlar olmalıdır:

Ekonomide reel sektör ile aşırı şişen ve hatta balon yapan finans sektörü arasındaki denge yeniden sağlanmalı, bu aşamada reel sektöre konjonktürel canlanmayı ve büyümeyi sağlayacak şekilde destek verilmelidir.

Devleti yeniden yapılandırmak ve güçlendirmek gerekir.

Kamu hizmetlerinde toplumsal yararı öne çıkarmak gerekir. Bunun için de devletin altyapı yatırımlarını yapması gerekir. Özellikle eğitim ve sağlığa devletin daha çok kaynak ayırmasının ve bizzat bu hizmetleri yapmasının gereği son sosyal güvenlik yasası ile Türkiye’de artık iyice anlaşılmıştır.

Doğal tekellerin ve sosyal faydası yüksek olan altyapı yatırımlarının özelleştirilmesinden vazgeçmek gerekmektedir.

Devletin ekonomiye yalnızca finans penceresinden bakmasına son vermek gerekir.

Devlet Planlama Teşkilatına daha fazla işlerlik kazandırmak gerekir.

Hazinenin bütçe açıklarını gizleme aracı olarak kullanılmasının önüne geçilmelidir.

Devlet borçlarının tasfiyesi hazineden ayrı bir borç idaresi kurumuna verilmelidir.

Merkezî devlet ve mahallî idareler arasındaki yetki ve sorumluluk yeniden tarif edilmelidir.

Devlette şeffaflık getirilmeli, İhale Yasası yolsuzluğa imkân vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmeli ve tüm kamu kurumları bu kapsama alınmalıdır.

Üretimde yüzde 70’e çıkan ithal ara malı girdi oranını düşürmek gerekir.

Bu plan dışında hızlı olarak yapılması gereken ekonominin potansiyel döviz açığına bir çözüm getirmektir. Bu potansiyel döviz açığını kapatmak için -gerek cari açık gerek dış borçlanma gerekse kısa vadeli borçlar, bu açıkları kapatmak için- alınması gereken kısa vadeli tedbirler şunlar olmalıdır:

Türkiye’de yerleşik veya dışarıda yerleşik Türk vatandaşlarının tasarruflarını Türkiye’ye çekmeliyiz.

Bunun için, Hükûmet sıcak parayı açıkça tercih etmekten vazgeçmelidir. Sıcak paraya verdiği sıfır vergi gibi avantajları Türk vatandaşlarının tasarrufları için de vermeli ve rekabet eşitliği sağlanmalıdır.

Mevcut uygulamada tasarrufların yurt dışına çıkması daha kolaydır. Kara para ve teröre destek gibi yasal olmayanlar hariç dışarıdan gelecek Türk vatandaşlarının tasarruflarına kolaylık sağlamak gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – 50 bin YTL üstü güvence dışında, mevduattan tespit edilecek bir sigorta primi kesilerek isteyen mudinin mevduatının tamamı güvence altına alınmalıdır.

Dalgalı kur sisteminin altı aylık bir geçiş sürecinden sonra tamamen bırakılması, yerine kontrollü kur sisteminin ikame edilmesi gerekiyor. Bu süreçte Merkez Bankası, döviz ihaleleri yoluyla döviz kurlarının zaman içinde aşırı artışına yahut aşırı düşüşüne müdahale etmelidir ve istikrarı sağlamak için gerekli önlemleri almalıdır.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Korkmaz.

Hükûmet adına, Devlet Bakanı Sayın Mehmet Şimşek cevap verecektir.

Buyurunuz Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yakın dönemde hain saldırıda şehit olan bütün vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara da Allah’tan acil şifalar diliyorum, yakınlarına da sabırlar diliyorum.

Tabii, dünya çok büyük bir krizle karşı karşıya ve kriz hiç kimsenin tahmin edemediği kadar derin ve büyük. O açıdan, Değerli Hocamızın önerileri için teşekkür ediyorum kendisine. Yalnız, bir konuda farklı düşünüyoruz. Tabii ki hiçbir ülke, hiçbir firma ve hiçbir birey dünyada yaşanan ve bu kadar yüksek boyuttaki bir krize karşı bağışık değildir. Hepimiz, Türkiye dâhil olmak üzere, belli ölçüde etkileneceğiz. Bunu başından beri söylüyoruz. Yalnız, Türkiye’ye etkileri en aza indirmek için, en az bir seviyede tutmak için de gerekli olan birçok şeyi yaptık, yapıyoruz.

Bakın, sadece ve sadece son sekiz ay içerisinde, aslında uzun vadeli, dinamik bir programın bütün unsurlarını ortaya koyduk. Bir istihdam reformu yaptık. Amaç, Türkiye’deki şirketlerin rekabet gücünü artırmak; amaç, o istihdam reformu çerçevesinde istihdamı artırmak, teşvik etmek ve aynı zamanda kayıt dışılığı azaltmak. Bir enerji piyasası reformu yaptık. Amaç, arz güvenliğini sağlamak; tabii ki, amaç, dışa bağlılığı azaltmak, özellikle ülkenin öz kaynaklarını ön plana çıkarmak. O şu anda uygulamada.

Bir sosyal güvenlik reformu yaptık. Çünkü, bakın, 2009 yılında muhtemelen sosyal güvenlik sistemine piyasadan borçlanarak aktaracağımız para henüz kesinleşmemekle birlikte, yani 45, belki de daha yüksek, milyar YTL olacak. Türkiye bu genç nüfusuyla bu kadar yüksek açık veremez ve bu nedenledir ki bütün taraflarla bir araya geldik ve bir sosyal güvenlik reformu yaptık. Belki sosyal güvenlik reformu bu açıkları temelden kaldıramayacak ama uzun vadede dengeleri iyileştirmeye yönelik çok önemli bir adım.

Yine, Türkiye’deki en büyük sorunlardan bir tanesi katma değeri düşük olan ürünlerde yoğunlaşmamız. Ne yaptık? Araştırma-geliştirme reformu yaptık ve bu sayede hem özel sektör hem kamu kanalıyla daha fazla ARGE, daha fazla yenilikçilik ve daha yüksek katma değerli ürünlere geçiş için bir zemin hazırladık. Yani, aslında orta ve uzun vadeli yeni bir programın bir sürü unsurunu biz ortaya koyuyoruz. Eğitime öncelik veriyoruz. Bütçede en büyük imkânı 2009 yılında da yine Millî Eğitim Bakanlığı alacak. Sağlıkta aslında bir anlamda bir devrim yaşanıyor. Neden? Çünkü on sekiz yaşına kadar bütün vatandaşlarımızın, bundan sonra, ister çalışsın çalışmasın, devlet çalışamayanların primlerini ödeyecek, on sekiz yaşına kadar herkes sağlık sigortası kapsamında olacak.

Reel sektöre de tabii ki desteği artırmamız lazım ve nitekim 2009 bütçesinde -inşallah göreceksiniz- esnafa olan -hazine ayağından ben konuşuyorum- faiz desteğini çok önemli ölçüde artıracağız.

Tabii ki bu krize karşı bağışıklık yok. Fakat bu krizin etkilerini sınırlamak için daha başka ne yapmamız lazım? Bu aslında bir programımızın olduğunu gösteriyor ama ben, daha pratik, biz ne yapıyoruz, ne yapmamız lazım, onunla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.

Her şeyden önce, aslında biz bu krize şu an bir tepki vermiyorsak, uzun bir süredir temelleri sağlamlaştırmaya yönelik adım attığımızdan dolayıdır. Bakın, bu sene bütçe açığı ve dolayısıyla hazinenin borçlanma gereği hedeflenenin altında olacak. Bütçe açığı hedeflenenin altında olacak ve sadece bu sene değil, son üç dört yıldır, bütçe açığı, Avrupa Birliği tanımıyla, yüzde 1’in altında. Yani, kamu sektörünün borç dinamikleri iyileşiyor, bir endişe kaynağı olmaktan çıkmış ve bu nedenledir ki, dünyada bu kadar büyük bir kriz yaşanırken Türkiye’deki etkileri şu ana kadar son derece sınırlı oldu. Kamu borçlanma gereği son birkaç yıldır eksi, sıfıra yakın devam ediyor.

Bunları koruyacağız. 2009 yılı bütçesinde biz özellikle mali disiplini devam ettireceğiz. Ama bu arada tabii ki altyapı yatırımlarına da öncelik vermeye devam edeceğiz. Bu sene bizim Ulaştırma Bakanlığına verdiğimiz toplam kaynak yaklaşık 5 katrilyon liradır. O nedenledir ki, Türkiye’deki çok şeritli yol miktarı cumhuriyet tarihinde 6.100 kilometre iken, bu sene itibarıyla 14.500 kilometreye çıktı. Demir yollarında yatırım devam ediyor. Son dört beş yılın ortalama demir yolu inşaatı 110 kilometreden daha fazla. 1950’den 2002’ye kadar ortalama yıllık demir yolu inşaatı 11 kilometre.

Dolayısıyla, biz, altyapıya tabii ki öncelik veriyoruz. Hem bir yandan yollarımızın kalitesini de artıracağız, demir yollarımızı yapacağız, limanlarımızı da geliştireceğiz. Havacılıkta zaten Türkiye gerçekten yaptığı uygulamalarla çok önemli bir aşama kaydetti. Bütçe disiplini korunacak, öncelik yatırımlara verilecek. Ama tabii ki kaynaklar burada sınırlı. İnşallah, önümüzdeki yıllarda sosyal güvenlik sistemindeki iyileşmelerle birlikte Türkiye, kaynağının daha fazlasını tabii ki o şekilde eğitime, altyapıya harcayabilsin.

Yine finans sistemimizin en büyük bir kısmını oluşturan bankacılık sektörü, Batı’daki, etrafımızdaki birçok ülkeye göre çok daha sağlam ve geçmişle karşılaştırılamayacak kadar sağlam; sermaye yeterlilik oranı yüksek, aktif kalitesi son derece yüksek. Bakın, yılın ilk yarısı itibarıyla problemli kredilerin toplam kredilere oranını, genel karşılıkları da dikkate alırsanız yüzde 0,3’tü. Yani hem genel karşılıkları itibarıyla tabii ki iyi bir noktadayız, aktif kalitesi iyi. Sermaye yeterlilik oranında bankalarımızın yüzde 12’lik bir sermaye yeterlilik oranının altına düşmesine biz izin vermiyoruz, düşerlerse şube açmalarına izin vermiyoruz. Hâlbuki yasal olarak gerekli oran yüzde 8.

Yine kârlılık oranları yüksek, yılın ilk yarısı da dâhil olmak üzere ve bizim bankaların anlamlı bir miktarda ne bir açık ne de fazla bir döviz pozisyonu söz konusu. Haa, banka dışı özel sektörde tabii ki bir döviz açığı var, tabii ki uzun vadeli, orta vadeli birtakım borçlanmalar da var. Bu kanaldan bir miktar Türkiye etkilenebilir. Bunun da etkisini minimize etmek için önümüzdeki dönemde birtakım önlemler almamız gerekebilir. Ama şunu söyleyeyim: Yani, şu an itibarıyla gerek bankacılık sektöründe gerek sigortacılık sektöründe Türkiye birçok ülkeye göre sapasağlam devam ediyor.

Türkiye’de rezervler yüksek, doğru. Türkiye’de cari açık yüksek ve cari açığın en büyük kalemi de tabii ki enerji. Bakın, 2002 yılında -tekrarlamakta ben fayda görüyorum- bizim enerji ithalatımız 9 milyar dolardı, bu sene muhtemelen 50 milyar doların altında olmayacak. Türkiye’deki cari açık da o kadar. Tamam, yani büyük bir cari açık, büyük de enerjide dışa bağımlılık… Peki, biz ne yaptık? Bütün hidroelektrik santral projelerini hızlandırmak için özel sektöre su kullanım hakkı karşılığı devrettik. Cumhuriyet tarihinde 13-14 bin megavatlık bir hidroelektrik santral kapasitesi oluşturulmuş. Şu anda 22 bin megavatlık hidroelektrik santrali inşa hâlinde. Rüzgâra öncelik veriyoruz. Nükleerde tabii ilk çaba başarılı olamadı ama onda da tabii ki devam ettirmek lazım.

Türkiye’de rezervler son birkaç yıldır neredeyse 45-50 milyar dolar arttı. Şu anda altın rezervi dâhil en son açıklanan rakam, 79 milyar dolarlık Türkiye’nin bir rezervi var ve Türkiye’de dalgalı kur sistemi bu türden şokların etkisini da azaltacak türden bir sistemdir. Çünkü, tabii ki dışarıda para kaybedenler buradan bir miktar para çekmeye çalışacaklardır. Tabii ki Türkiye’de bir miktar yabancı parası vardır. Biz eğer sabit kur sisteminde olsak, şimdi bunlar o ucuz dolarlarla dışarı çıkma imkânı bulacaklar. Dalgalı kurda piyasa fiyatı neyse ondan çıkmak… Ve bir süre sonra da çıkamayacaklardır. Yani, benim anlatmaya çalıştığım şey şu: Dalgalı kur sistemi, göreceksiniz, esas burada fonksiyonunu gösterecektir.

Türkiye’nin kısa dönemde esas etkileme kanalı tabii ki büyüme olacak. Neden? Çünkü, dışarıdan kredi imkânları bir miktar sınırlanacak, dışarıda büyük bir yavaşlama, belki de resesyon olacak. Dünya ekonomisi muhtemelen yüzde 3 civarında büyüyecek 2009 yılında. Bu da aslında resesyona yakındır. Dünya ekonomisi bu anlamda yavaşlarken tabii ki Türkiye de yavaşlayacak, tabii ki Türkiye’nin pazarlarında daralma olursa bu Türkiye’yi etkileyecek ama biz yine de orta ve uzun vadede Türkiye'nin bundan sonraki çıkışının temellerini hazırlamak üzere reformları yapmaya devam edeceğiz.

Daha yapmamız gereken çok şey var: Eğitimde kalite nasıl artırılır, toprak reformu yoluyla işletme büyüklüğü nasıl artırılır, enerjide attığımız adımların sonuna kadar uygulanması gibi daha yapmamız gereken birçok şey var ama bunların da ötesinde, Değerli Hocama da katılıyorum, kamuda bir idare reformuna, kamuda bir personel reformuna, bir hukuk reformuna da ihtiyaç var. Bunu da hep birlikte yapmamız lazım.

Dolayısıyla, tabii ki bu krize karşı ne bağışığız ne de en kötü biz etkileneceğiz. Çok açık bir şekilde söylüyorum, Türkiye'nin makroekonomik temelleri sağlam. Cari açık var. Bu, önemli ölçüde bizim kontrolümüz dışında enerji fiyatları ve emtia fiyatlarıyla belirlenen bir açıktır, ama bunu da en aza indirmek için, orta ve uzun vadede en aza indirmek için gerekli adımları atıyoruz, enerjide olsun, diğer konularda olsun ve orta vadede, ben inanıyorum ki, Türkiye, katma değeri yüksek ürünlere geçecek, enerjide dışa bağımlılığı azaltacak ve bu şekilde daha sürdürülebilir, daha makul bir tasarruf açığıyla yoluna devam edebilecektir.

Bütçe sağlam. Para politikası temkinli bir şekilde uzun bir süredir devam ediyor. Bankalar sağlam, rezervler yüksek. Bütün bunlar varken Türkiye hakkında bu türden karamsar senaryolara ben katılmıyorum. Haa, tabii ki daha yapmamız gereken çok şey var. Önceliklerimiz belli. Bu ülkenin eğitimine, altyapısına biz para koymaya devam edeceğiz imkânlar elverdiğince. Kamunun imkânları elvermezse özel sektörden de tabii ki yararlanacağız. OECD ülkelerinin altyapı yatırım ihtiyacı 27 trilyon dolar, 2030 yılına kadar. Nereden bulacaklar? Bulamayacaklar. Türkiye de aynı durumda. O nedenle özel sektörün kaynaklarını da kullanmamız lazım.

Daha fazla zamanınızı da almak istemiyorum ama şu çok açık, Türkiye geçmişle karşılaştırılamayacak kadar sağlam bir yapıda. Konjonktürel biraz kırılganlığımız var, o da cari açık. Dışarıdan finans imkânlarını iyileştirmek için bir düzenleme yapmamız gerekiyorsa yaparız. Onun ötesinde bütçe disipliniyle, şu ana kadar yaptığımız doğrularla yolumuza devam edeceğiz. Türkiye'nin sorunları ne bir günde ortaya çıkmıştır ne bir günde çözülecektir. Sorunların çözümü -Sayın Hocama da katılıyorum- orta, uzun vadeli bir programla olur. O orta, uzun vadeli programın bir tek hedefi vardır, Türkiye'nin rekabet gücünü nasıl artırırız, Türkiye'de insan stokunun kalitesini nasıl yükseltiriz, yani eğitime ne kadar yatırım yaparız, altyapıyı nasıl iyileştiririz ve rekabet ortamını nasıl iyileştiririz. Rekabet ortamını iyileştirerek, verimlilik ve inovasyon yoluyla rekabet gücünü de iyileştirerek tabii ki dünyada daha iyi bir konuma gelerek yolumuza devam edeceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şimşek.

Gündem dışı ikinci söz, yeni yasama yılının başlaması nedeniyle söz isteyen Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’a aittir.

Buyurunuz Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, TBMM’nin yeni yasama yılına başlamasına ve son günlerde ülkemizde cereyan eden terör olaylarına ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni bir yasama yılına başlarken dilek ve temennilerimi sizlerle paylaşmak için söz aldım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılında birlikte yapacağımız çalışmaların milletimize, ülkemize, siyasi partilerimize ve siz değerli milletvekillerine, özellikle de siyaset kurumuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisine saygınlık kazandırmasını, huzur vermesini, insanlarımızın geleceklerine umudunu artırmasını, ülkemizin birikmiş ve muhtemel sorunlarının çözümüne etkili katkı vermesini, milletimizin birliğini ve dirliğini geliştirmesini, siz değerli milletvekilleri arasında dostluğu pekiştirmesini, siyasi partilerimiz arasında diyalog ve paylaşmanın artmasını, ülke ve millete karşı ortak sorumluluk duygusunun gelişmesine katkı vermesini ve bu yılda yapacağımız çalışmalarda başarılı olmamızı, hayırlı sonuçlar üretmemizi temenni ediyorum, diliyorum ve bunların gerçekleşmesi için Yüce Allah’a dua ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Meclis olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, milletvekilleri ve siyasi partiler olarak, millete, ülkeye, tüm bölgeye hatta geçmişe ve geleceğe karşı sorumluluklarımızın idrakinde yeni bir yıla, çalışma yılına başlıyoruz. Görevimizi yaparken ve ülkeye ve millete karşı olan sorumluluklarımızın en büyük ortak paydamız olduğunu yeniden hatırlayarak çalışmaya başlıyoruz.

Değerli milletvekilleri, burada bulunuşumuzun gerekçesi, bizi milletvekili olarak var eden hukuk ve ahlaki sözleşmemiz, öncelikle bu kürsüden, millet önünde yaptığımız yeminimizdir. Bu yeminde Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü ve milletin egemenliğini korumak üzere yemin ettik. Bu kürsüden, hukuka, cumhuriyete, Atatürk’ün ilke ve ülkülerine bağlı kalacağımız üzerine yemin ettik. Yine bu kürsüden, insan haklarına, temel hürriyetlere ve bu Anayasa’ya sadık kalacağımıza büyük Türk milleti önünde yemin ettik.

Değerli milletvekilleri, bu kapsamda, bu yeminin gereği burada bulunan herkesi bölücü terörü ve etnik bölücülüğü lanetlemeye davet ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bir iki gün önce yaşadığımız Aktütün Karakolundaki menfur saldırıya karar verenleri, bu saldırıyı gerçekleştirenleri, PKK bölücü terör örgütünü destekleyenleri ve bu terörün acımasızlığı karşısında bir duruş sergilemeyenleri Milliyetçi Hareket Partisi olarak lanetle kınıyorum, şiddetle lanetliyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Bu saldırıda hayatını kaybeden tüm şehitlerimize yüce Allah’tan rahmetler diliyorum; yakınlarının, milletimizin başı sağ olsun, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, bir konuda anlaşmamız gerekiyor. “Büyük Türk milleti” diye tanımlanan husus Türkiye Cumhuriyeti devleti hudutları içinde yaşayan ve bu devleti kuran halktır. Bu coğrafyada yaşayan insanların toplamından öte binlerce yılı birlikte yaşamış ve artık bir olmuş, tek olmuş en büyük varlığımızdır ve kimliğimizdir. Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanının sözleriyle ifade edersek: Tüm farklılıkların farkında olarak ve bu farklılıklara saygı göstererek birlikte yaşamayı başarmış bir milletin birliği bizler için en değerli varlıktır, en önemli zemindir. Bunu kimseyle bir pazarlık konusu yapamayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bu Meclisin kurduğu bu devlet, bu birlik sayesinde ve bu birliğin oluşturduğu Türk milleti kimliği üzerinde kurulmuştur.”

Değerli milletvekilleri, ülkemizin birçok sorunu olabilir. Bu sorunların aşılmasında zafiyetlerimiz olabilir, kusurlarımız, ihmallerimiz, sorumluluklarımız olabilir ama yeni bir yüzyılın başında, yeni bir binyılın başında eğer biz bu topraklarda egemen Türk ve Müslüman kimliğimizle yaşamak istiyorsak, bağımsız devletimizde yaşamak istiyorsak birliğimizi korumak mecburiyetindeyiz. Bu birliği kan akıtarak bozmaya çalışan bölücü teröre karşı bu zeminde, bu kürsüde eğer bir birlik sağlayamıyorsak millete karşı ettiğimiz yeminin gereğini yerine getiremiyoruz demektir.

Yeni bir çalışmaya başlarken, yeni bir yasama yılına başlarken öncelikle, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bunlarda bir mutabakatın temin edilmesini çok önemsiyoruz. Ümit ve temenni ediyoruz ki bu yıl burada bu birliği geliştirecek her türlü gayreti, çalışmayı birlikte yapacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu yıl yapacağımız çalışmalarda “önce ülkem, sonra partim” diyen bir anlayışı, tüm sonuçlardan kendini sorumlu tutan bir sorumluluk ahlakını, gelecek için uzlaşmayı ve her şeye rağmen kapılarımızı diyaloğa açık tutmayı, birbirimize karşı hoşgörülü olmayı ve küresel kuşatmaya karşı millî, milliyetçi bir duruşu başarabilmeyi gerçekleştirmeyi ümit ediyorum. Bu noktada öncelikle sorumluluk siyasi iktidardadır.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu değerleri yılmadan savunacağımızı ve bu değerlere dayalı siyaset yapacağımızı, burada muhalefet görevimizi yapacağımızı bir defa daha ifade ediyoruz. Tüm partileri, siz değerli milletvekillerini ve tüm vatandaşlarımızı bu değerler etrafında birlik olmaya ve geleceği birlikte kurmaya davet ediyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum ve başarılar diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.

Gündem dışı üçüncü söz, terör ve sınır güvenliği hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’ye aittir.

Buyurun Sayın Erçelebi.

3.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, terör ve sınır güvenliğine ilişkin gündem dışı konuşması

HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terör ve sınır güvenliği konusunda gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi, Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken 3 Ekim Cuma günü Aktütün Karakolumuza yapılan hain saldırıda şehit olan kahramanlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine, silah arkadaşlarına ve Türk milletine başsağlığı, kahraman gazilerimize acil şifalar diliyorum. Aynı zamanda, 6 Ekim 1990 tarihinde yine terör kurbanı olan bilim insanımız Doçent Doktor Bahriye Üçok’u da rahmet ve saygıyla anıyorum.

Değerli milletvekilleri, hiçbir kelimenin gölgesine ihtiyaç duymadan söylemek zorundayız: Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin, üniter yapısı, bölünmez bütünlüğü, egemenliği, bağımsızlığı ve bekası ciddi tehdit altındadır ve yüreğimiz kan ağlayarak ifade etmek istiyorum ki, bu yöndeki tehlike, artarak ve endişe verici boyutlara tırmanmaktadır. Son altı yılda yaşanan olumsuz gelişmeler, bazı illerimizde sokaklara taşan toplumsal öfke ve boğazlaşma görüntüleri, kanlı terör örgütünün ocak söndüren eylemleri ve en son 3 Ekim 2008 tarihinde Hakkâri’deki hain saldırı bu tırmanışın dehşet verici işaretleridir. Ama ne yazık ki, tüm bu gelişmeler milletimizi derinden yaralarken, ülkeyi yöneten ve terörle mücadelede birinci derece sorumluluğu bulunan hükûmeti arar hâle geldik, çünkü pek çok konuda Hükûmet kendisini alakadar görmemektedir.

Değerli milletvekilleri, Türk milleti en zor zamanlarında, en kötü koşullarda çareyi ve çıkış yolunu bu yüce Meclisin iradesinde bulmuştur. Hükûmet, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu sorunları çözme konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin tam mutabakat içinde kararlı desteğini almak zorundadır. Hepimiz, iktidar ve muhalefet olarak milletimize ve devletimize müştereken sorumluyuz. Demokratik Sol Parti bu sorumluluğun bilincindedir. Biz, DSP olarak bu bilinç içerisindeyiz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin 30 bin insanını ve yüz milyarlarca dolar maddi kaynağını kaybetmesinin başında terörist unsurların sınırlarımızdan sızması ve bunun önlenememesi gelmektedir. Türkiye'nin bugün de terörü önlemek için yapması gereken, sosyal ve ekonomik birçok tedbirle beraber sınırların korunması ve bu korumayı sağlamasıdır. 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nun 31’inci maddesi gereği sınırların korunması yasal bir zorunluluktur. Bu nedenle adı geçen maddeyi güçlendirmek için DSP olarak değişiklik yapılmasını öneriyoruz. Yasa teklifimizi 23 Ocak 2008 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdik. Teklifimizin bir an önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tarafından işleme konularak yasalaşmasını istiyoruz. Bu teklifimizle fiziki koşulların el vermediği yerlerde elektronik güvenlik duvarının tesis edilmesini öneriyoruz. Önerdiğimiz bu sınır koruma yöntemi dünyanın değişik ülkeleri ve bazı komşularımız tarafından uzun süreden beri uygulanmaktadır. Sınırlarımıza yapılacak olan elektronik güvenlik duvarının tesisi için 2009 bütçesine yeterli ödeneğin konulmasını yüce Meclisten talep ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, 1999-2002 döneminde bölücü ve gerici terör kontrol altına alınmış ve sıfır noktasına kadar geriletilmiştir. Bu dönemde, terör odaklarının mali kaynakları, mühimmat yolları ve uluslararası destekleri ulusal bir duruşla ve kararlı bir duruşla kesilmiştir. Nitekim 16 Eylül 1998 tarihinde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Reyhanlı’dan bütün dünyaya Türkiye'nin kararlılığını bildirmiş ve sabrımızın kalmadığını söylemişti. Orgeneral Ateş bunu söylerken arkasında kararlı bir hükûmetin ulusal duruşu ve tam desteğiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesi vardı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Bugün hep beraber aynı ulusal duruş ve kararlılığı göstermek zorundayız.

Değerli milletvekilleri, sınır güvenliği tam olarak sağlandığında, terörist geçişleri ve diğer kaçakçılık faaliyetleri kontrol altına alınabilecek, böylece terörün nefes borusu ve can damarı kesilecektir. Bu durum aynı zamanda yöre halkımızı rahatlatacak, yerel yönetimleri güçlendirecek ve artık teröristler gençlerimizi dağa götüremeyecektir.

Bu arada Hükûmetin, teröristlerin yabancı basın tarafından “asi” olarak adlandırılması konusunda ciddi adımlar atmasını istiyoruz. Terminolojik bir hataya meydan vermeyelim.

Yarın, bu yüce Meclisten tekrar bir kararname geçecektir. Bu kararnamenin zamanında ve ayak sürümeden uygulanmasını diliyoruz ve istiyoruz. Artık analar ağlamasın, evlatlar yok olmasın; vatanımız, vatandaşlarımızla birlikte sağ olsun diyorum.

Yüce Meclise yeni yasama yılında başarılar diliyorum. (DSP, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Erçelebi.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.44

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Şimdi gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- 284 ve 138 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının görüşmesinin, Genel Kurulun 7/10/2008 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 8/10/2008 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu, 7.10.2008 Salı günü (Bugün) toplanamadığından, TBMM İçtüzüğünün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisini Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                                     Nurettin Canikli

                                                                                                           Giresun

                                                                                        AK PARTİ Grup Başkan Vekili

Öneri:

1.10.2008 Tarihinde dağıtılan 284 ve 138 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporlarının gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer alması ve görüşmelerinin Genel Kurulun 7.10.2008 Salı günkü (Bugün) Birleşiminde yapılması,

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 214, 221 ve 222 sıra sayılı kanun teklifi ve tasarılarının bu kısmın 1, 2 ve 3 üncü sıralarına alınması ve diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Genel Kurulun 8.10.2008 Çarşamba günkü Birleşimlerinde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesi,

Genel Kurulun 7.10.2008 Salı günkü (Bugün) Birleşiminde 138 sıra sayılı Meclis Araştırma komisyonu raporunun görüşmelerinin bitimine kadar; 8.10.2008 Çarşamba ve 9.10.2008 Perşembe günlerindeki Birleşimlerinde ise saat 20.00’ye kadar çalışmalarını sürdürmesi,

Önerilmiştir.

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi üzerinde, lehte Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Canikli. (AK PARTİ  sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; grubumuzun grup önerisiyle ilgili olarak, lehinde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Aktütün Karakoluna yapılan menfur saldırıda şehit olan 17 askerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum. İnşallah, millet olarak bir daha böyle acı günlerle karşılaşmayız.

Değerli arkadaşlar, yeni yasama dönemimizin de ülkemiz ve milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Bu hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu gündeminin çalışma içeriğiyle ilgili Danışma Kurulu toplanamadı; bu nedenle, AK PARTİ olarak grup önerisi getirerek karşınızdayız.

Grup önerimizde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun bu hafta çalışma saatlerinin, bugün itibariyle 15.00’te başlayıp bitimine kadar, çarşamba ve perşembe günleriyse saat 15.00’te başlayıp 20.00’ye kadar sürdürülmesini öneriyoruz.

Çalışma konuları itibariyle de bugün, 284 sıra sayılı Türkçedeki bozulmayla ilgili Meclis araştırma komisyonu raporu ve 138 sıra sayılı küresel ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının yönetimiyle ilgili Meclis araştırma komisyonu raporlarının görüşülmesini öneriyoruz.

İki araştırma komisyonu raporunun bugün görüşülmesi hâlinde geç saatlere kadar süreceği tahmin edildiği için, diğer gruplarla da yaptığımız görüşmeler neticesinde, öncelikle 284 sıra sayılı Türkçedeki bozulmayla ilgili araştırma komisyonu raporunun görüşmelerinin tamamlanması; diğeri yani küresel ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının yönetimiyle ilgili Meclis araştırma komisyonu raporunun görüşmelerine başlanması ancak görüşmelerin kalan kısmının da önümüzdeki hafta salı günü yapılması şeklinde bir mutabakat sağlandı; o çerçevede yürütülmesini öneriyoruz.

Çarşamba günüyse Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi harekât ile ilgili izninin bir yıl daha uzatılmasını içeren tezkerenin görüşülmesini öneriyoruz. Bu tezkerenin görüşülmesinden sonra 214 sıra sayılı dünya su forumuyla ilgili kanun teklifinin, altı maddelik kanun teklifinin sırasının öne alınarak tezkereden sonra görüşmelerinin tamamlanmasını yüce Meclisin takdirine sunuyoruz.

Bu kanunun, 214 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasından sonra ise 221 sıra sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı var. O da üç maddelik. Bu kanun tasarısının görüşülmesini öneriyoruz.

Perşembe günü ve haftanın son çalışma günü olarak da 222 sıra sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına ilişkin dokuz maddelik bir kanun tasarısı var. Bu kanun tasarısının da bu haftanın son görüşülecek olan kanun tasarısı olarak görüşülmesini yüce Meclise öneriyoruz.

Grup önerimiz esas itibarıyla bundan ibarettir. Diğer gruplarla görüşmeler yaptık ancak Danışma Kurulu, biraz önce ifade etmeye çalıştım, toplanamadığından dolayı grup önerisi olarak getirmek durumunda kaldık. Ama esas itibarıyla, içerik olarak diğer gruplarla bir mutabakatımız söz konusudur.

Grup önerimizin kabul edileceğini umuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Canikli.

Grup önerisinin aleyhinde Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli görüşecektir.

Buyurunuz Sayın İçli.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; AKP grup önerisinin aleyhinde görüşlerimi belirtmek için söz talebinde bulundum. Öncelikle hepinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın AKP Grup Başkan Vekili neden böyle bir grup önerisi verdiğini gerekçeleriyle birlikte sizlere açıkladı.

Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz, bu önergenin içerisinde iki adet Meclis araştırma komisyonunun raporları okunacak ve görüşülecek. Sayın Grup Başkan Vekili, birinin küresel ısınmayla ilgili olduğunu ifade etti; daha sonra da gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri” bölümünde bulunan, kendilerince çok önemli üç kanun tasarısı ve teklifinin gündemin ilk sıralarına alınması gerektiğini söyledi.

Şimdi “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” listesine baktığımızda, 1’inci sıraya konulması önerilen yasa teklifi İstanbul şehrinde yapılacak Beşinci Dünya Su Forumunun Organizasyonu, bununla ilgili. 2’nci sıraya alınması gereken kanun tasarısı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı. Üçüncüsü de -daha önce grup önerisiyle gündemin 6’ncı sırasına alınan- Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’nın ilk sıraya alınmasını teklif ediyorlar.

Sayın Grup Başkan Vekili, her ne kadar bu grup önerisinin içinde olmamakla birlikte -hepimizin bildiği gibi kamuoyuna açıklandı- yarın Başbakanlık tezkeresinin görüşülmesi ve Başbakanlık tezkeresi görüşüldükten sonra kanunların görüşülmesi gerektiğini ifade etti.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, şüphesiz her kanun tasarı ve teklifi çok çok önemlidir. Ama hepimizin çok iyi bildiği gibi dünya kaynıyor, dünyada çok ciddi bir küresel kriz var. Bu krize karşı neler yapabiliriz, hangi tedbirleri alabiliriz? Bu konuların mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulması gerekir. Birçok değerli milletvekili arkadaşımın Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine soktuğu, sıra bekleyen, özellikle işsizlik konusunda, üretimin daralması konusunda, yatırım eksikliği konusunda, yolsuzlukla ilgili, yoksullukla ilgili çok önemli önerileri Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde beklerken, AKP Grubunun böyle bir öneriyi gündeme getirmiş olması, küresel krizin AKP tarafından ne çerçevede algılandığını da çok net olarak ortaya koyuyor. Ama dünyadaki bu küresel krizi ve ülkemizde yaşanmakta olan ekonomik krizi bir tarafa şimdilik bırakacak olursak, bence, çok daha güncel olan, çok daha önemli bir konunun da gündemde olması lazım ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulması lazım değerli arkadaşlarım.

Diyeceksiniz ki terör konusu yarın Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelecek; 15 Ekim 2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanan tezkere, Sayın Başbakanın imzasıyla Bakanlar Kurulu tezkeresi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelecek; bu konuyu, önemli konuyu yarın görüşeceğiz, diyebilirsiniz.

Değerli arkadaşlar, yarın görüşülecek konu terörün askerî boyutuyla ilgili bir konudur. Anayasa’mızın 92’nci maddesine göre Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı bir ülkeye asker göndermesiyle ilgili bir konudur ve askerî bir konudur. Terör konusu sadece bir askerî konu değildir. Terör konusunun siyasi, diplomatik ve ekonomik boyutları vardır ve yıllardır, yirmi beş yıldır Türkiye’de eğer bir terör belası canlarımızı alıyorsa bunun siyasi ve diplomatik boyutunun mutlaka ve mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulması gerekir.

15 Ekim 2007 tarihli Başbakanlık tezkeresinde, Sayın Başbakanımız, Türkiye’nin, özellikle AKP Hükûmetinin, terörle mücadelede siyasi ve diplomatik başarısızlığını çok açık ikrar etti. O Dağlıca baskınından önce, 15 Ekimde aldığımız bu kararda Sayın Başbakanımız “Dost ve kardeş Irak’ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyetine ve faaliyetine son verilmesini sağlamak amacıyla uzunca bir süredir yoğun siyasi ve diplomatik girişimlerde ve uyarılarda bulunmuştur. Bu çabalarımızdan istenilen sonuçların alınması bugüne kadar mümkün olamamıştır.” demek suretiyle Anayasa’mızın 92’nci maddesi gereğince terörle mücadelenin askerî boyutu için gerekli olan izni Türkiye Büyük Millet Meclisinden almıştı. Biraz evvel noktasına, virgülüne kadar Sayın Başbakanın Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu tezkeredeki AKP’nin terörle siyasi ve diplomatik başarısızlığını ikrar eden ifadelerini sizlere okudum.

Değerli arkadaşlarım, 15 Ekim 2007 tarihinde bu tezkere Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuluyor, altı gün sonra PKK terör örgütü Dağlıca baskınını yapıyor -şehitlerimizi hepimiz biliyoruz, büyük acı duyduk- Dağlıca baskınını gerçekleştiriyor altı gün sonra ve o tarihte Sayın Başbakanımız Amerika’ya gidiyor -hafızalarımızı şöyle tazeleyecek olursak- Amerika Birleşik Devletleri Başkanıyla görüşüyor. İşte “iznin ne şekilde olması lazım”, yok “şu kadar girersiniz”, “şümulü şu kadar olması lazım” şeklinde birtakım görüşler…

Şimdi, tezkerenin süresinin bittiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden yeniden uzatma izni alınacağının yazılı ve görsel basında yazılmasından sonra, hepinizin bildiği gibi, 3 Ekim tarihinde PKK terör örgütü, bu sefer başka bir birliğimize, Aktütün Karakolunun ileri gözleme kısmına saldırmak suretiyle yine 17 şehit, 21 gazi vermemize neden oldu.

Değerli arkadaşlarım, burada PKK ne diyor? Burada PKK, aslında, Sayın Başbakanın itiraf ettiği, siyasi ve diplomatik, AKP’nin başarısızlığını, Türk halkının, Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne koyuyor, “Ey Türkiye Cumhuriyeti devleti, ey Türkiye Cumhuriyeti’nin AKP Hükûmeti, sizler bana bir şey yapamazsınız; sizler, siyasi ve diplomatik olarak beni himaye edenlere karşı bir şey yapamazsınız.” diye açıkça meydan okuyor. Çünkü, “Ben başka bir devletin egemenliği altında yaşıyorum, onların himayesi altında barınıyorum, keyfim isterse geliyorum canınızı alıyorum, keyfim isterse çekip gidiyorum ama siz bir egemen devlet olarak benim arkamdan gelemiyorsunuz çünkü beni himaye edenler sizin Hükûmetinize karşı her türlü baskıyı uyguluyor.” diye kafa tutuyor. Şu anlattığım iki olay, PKK terör örgütünün, bu yüce Meclis tarafından alınan tezkereyi ne kadar ciddiye almadığını çok açık ifade ediyor. Yani bir anlamda diyor ki: “Sizin, Türkiye devleti olarak kendi güvenliğinizle, ulusunuzun, halkınızın can güvenliğiyle ilgili karar alma yeteneğiniz yoktur. Ben gelir basarım, elimi kolumu sallayarak çeker giderim. İşte, siz siyaseten ve diplomatik olarak başarısız bir hükûmetsiniz.” Bunu böyle okumak lazım.

Yarın Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek tezkere, işin siyasi, işin diplomatik boyutunun dışındaki askerî bir boyutudur. Orada da onun şümulünü, onun sınırlarını yine hükûmet belirleyecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri belirlemeyecektir ki! Geçmişte de öyle olmuştur. 15 Ekim 2007 tarihinde alınan tezkereden altı gün sonra Dağlıca baskınını PKK gerçekleştirdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın İçli.

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Bağlıyorum efendim.

“Sen istediğin kadar tezkere kararı al, sen beni takip edemezsin Irak’ta çünkü Irak’taki o bölgesel yönetim denilen veyahut kendini egemen olarak kabul eden Irak devleti beni koruyor.” demiştir. Dünyanın hiçbir yerinde bir devletin karşı devlet tarafından saldırıya uğratıldığı başka bir şey yoktur.

Anayasa’nın 92’nci maddesi sadece sınır harekâtı konusunda askerî izin vermez, savaş hâlini de düzenler. Nasıl rahmetli Bülent Ecevit, o Kıbrıs’taki soydaşlarımızın canına kıydıkları zaman, soykırım uygulamaya kalktıkları zaman, İngiltere’ye, Amerika’ya, egemen birçok devlete karşı “Ayşe tatile çıksın.” emrini verebiliyorsa Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin kendi ulusunun barışı için, bölgedeki ulusların barışı için dimdik durabilecek siyasi ve diplomatik kararlılığı göstermesi lazım diyorum. Onun için AKP grup önerisinin karşısındayım. Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne bu derece, hem ekonomi konusuyla ilgili, küresel krizle ilgili hem de terörle ilgili önemli konuların gelmesi gerekir düşüncesindeyim.

Sabrınız için hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum, sağ olun. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İçli.

Grup önerisi lehine Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül.

Buyurunuz Sayın Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grup önerimizin lehinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, dört gün önce terör örgütünün gerçekleştirdiği hain saldırı neticesinde hayatını kaybeden Mehmetçiklerimize Allah’tan rahmet diliyoruz, kahraman gazilerimize acil şifalar diliyoruz; ailelerine, yakın çevrelerine başsağlığı diliyoruz; milletimizin başı sağ olsun.

Değerli arkadaşlar, Danışma Kurulu bugün toplanamadığından bir grup önerisi sunulmuştur. Önerimizin detayını Grup Başkan Vekilimiz Sayın Canikli açıklamıştır; salı günü, çarşamba günü ve perşembe günü çalışma saatlerimizi ve gündeme alacağımız kanun ve çalışmaları açıklamışlardır. Ben daha detayına girmiyorum.

Önerimizin hayırlı olmasını temenni ediyorum ve yeni yasama yılımızın da verimli ve başarılı olması temennisiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Gönül.

Grup önerisi aleyhine, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Buyurunuz Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni yasama döneminin bu ilk gününde Demokratik Toplum Partisi Şırnak Milletvekili olarak önerge aleyhinde söz aldım. Çünkü burada yüce Meclisi sorunların çözüm yeri olarak görüyoruz,  çözüm yeri olarak görüyorsak o zaman yüce Meclisin ülkenin gerçek gündemiyle ilgilenmesi ve işleyişini de Mecliste grubu bulunan tüm partilerin yasama sürecine eşit olarak katılacakları, hazırlanacakları bir çalışma temposuyla götürmeleri isteğimizi ifade etmek istiyoruz.

Ancak geride bıraktığımız bir yılda biz, maalesef, çoğunluğu elinde bulunduran iktidar partisinin -AK PARTİ’nin- Mecliste grubu bulunan diğer partileri hiçe saydığını, düşüncelerini dikkate almadığını, yasama çalışmalarını oldubittiye getirdiğini ve yeterli bir hazırlık ve çalışma imkânı tanımadan temel yasaları bile kırk sekiz saat içinde çıkardığına tanık olduk. Bu konuda çokça tartışma yaşandı ve bu tür önergelerle Meclis Danışma Kurulu toplanamamışsa AKP’nin kendi önergesini getirip kendi gündemini belirlediğini gördük.

Şimdi, yine bugün böyle bir önerge var ve AK PARTİ kendi gündemini belirliyor. Peki, AK PARTİ kendi gündemini, kendi bildiğini okumaya devam ederse yüce Mecliste farklı partilerin, farklı görüşlerin, farklı anlayışların kendini ifade etmesi nasıl sağlanacak? Yani bunu sorma hakkını kendimizde buluyoruz.

Meclis -çok açık ifade edeyim- ağlama duvarı değildir. Meclis, sorunların çözüm yeridir. Türkiye’de Türkiye’nin sorunlarının çözüleceği tek yer Meclistir. Ancak, yüce Meclisimizin, bu görüntüyü, bu güveni, bu inancı halka vermediğini ifade etmek istiyorum. Neden diyeceksiniz. Türkiye’nin bugün birinci gündemi nedir? Yaşadığımız acı olaylar değil mi? Silahlı çatışma ortamı değil mi? Yirmi beş yıldır süren çatışmalar değil midir? Türkiye’nin birinci gündemi bu değil midir? Acil olan gündem bu değil midir? Her gün bir ocağa ateş düşerken -doğu-batı, Karadeniz-Akdeniz fark etmiyor, Kürt-Türk anaları fark etmiyor- her gün acı yaşadığımız bugünlerde, yüce Meclis, yirmi beş yıl süren bir çatışmayı sona erdirmenin sorumluluğunu siyaseten taşımayacak mı? Taşıyacaksa neden yüce Mecliste dargın liderler meclisi görüntüsü veriliyor. AK PARTİ, iktidar partisi, ana muhalefet kavgalı, konuşamıyor, diğer Meclis grupları bir araya gelemiyor, ülkenin temel sorunlarını konuşamıyor. Neden? Bu halk, 70 milyon, Türkiye’de yaşayan yurttaşımız bunu hak ediyor mu? Neden bu acı olaylar yaşanırken, terör sorunu veya Kürt sorunu, bölge sorunu veya başka türlü, istediğiniz ismi verin ama şunu yüce Meclisin kürsüsünden acı bir şekilde uyarmak istiyorum: Yüz Yıl Savaşlarını inceleyin, bir tanesi elli yıl sürmüştür, geriye kalan Yüz Yıl Savaşlarının hepsi yirmi ile yirmi beş yıl arasında sürmüştür. Türkiye’de iç sorunlarındaki çatışma süreci yirmi beş yıldır sürüyorsa, Yüz Yıl Savaşları kadar sürüyorsa gelinen noktadaki acı tabloyu görmeniz lazım. Balıkesir Altınova’da Türk-Kürt çatışması yaşanıyorsa ve Türk-Kürt çatışması yaşandığı zaman hükûmet, yargı, yürütme seyirci kalıyorsa; bir parti lideri, Başbakan da, ana muhalefet lideri de, parti liderleri bu konuda kaygı duymuyorsa ve Altınova’da yaşanan olayların daha önce İzmir’de, Antalya-Alanya’da, başka yerlerde yaşandığını eğer unutuyorlarsa ve Türkiye bu noktaya gelmişse, Türkiye’de bir Türk-Kürt savaşı noktasına gelmişse gerilim, bu gerilim eğer bu cumhuriyeti birlikte kuran 70 milyon insanın birliğini yakından ilgilendiriyorsa; başka iş yapmak, bu yüce Meclisin çatısı altında sıraya koymak gerekirse en acil olan bu sorunu en başa koymak gerekmiyor mu? En önemli sorunu en başa koymak, en başta iktidar partisinin ve ana muhalefet partisinin görevi değil midir? Eğer Cumhurbaşkanı liderler zirvesini toplayamıyor, Başbakan Türkiye’nin en önemli sorununu, siyaseten sorumluluğunu taşıyıp, parti grup liderlerini davet edip, gelin bu sorunu konuşalım, bu sorunun boyutu askerî mi, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel boyutları var mı, sorunun bu boyutları varsa nedir, bu sorunun nedeni nedir, bu sorunu nasıl çözeriz, silahlı çatışmayı nasıl bitiririz, silahları nasıl sustururuz, artık bu acıların yaşanmaması için ne yaparız diye eğer yüce Meclis yüzde 85 temsiliyet oranıyla temsil edilse dahi bunu konuşamıyorsa, görevini yapmıyor demektir. Sadece bu değil, yeni bir anayasayı da konuşamıyoruz. Bu da Türkiye’nin gündemine getirilmiyor. AKP inisiyatifini, cesaretini tamamen sıyırdı, hazırladığı anayasa taslağını rafa koydu.

Ulusal program gündemde, dağıtıyorsunuz… Ulusal program gündemde ama bunun üzerinde gündeme öncelik önergesi vermiyorsunuz.

Peki, uzlaşı komisyonlarını Meclis Başkanı istiyor, çağırıyor, diyor ki: “Gelin, Anayasa, İç Tüzük, bazı önemli kanunlar konusunda uzlaşalım, konuşalım.” Üç parti bildirimde bulunuyor, isim veriyor, ana muhalefet partisi vermiyor isim; uzlaşmadan kaçıyor, diyalogdan kaçıyor, konuşmaktan kaçıyor! İktidar önerge veriyor, kendi gündeminde, kendi küçük dünyası var ama ana muhalefet partisinin yaptığı da bundan farklı bir şey değil.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, grup önerisiyle ne alakası var? Sataşma yaratıyor!

HASİP KAPLAN (Devamla) – Şimdi, bir yandan işsizlik, bir yandan küresel kriz kapıya dayanırken, Türkiye’nin ekonomik olarak alabora olacağı ve ihracatının, ithalatının yüzde 80’inin de Amerika ve Avrupa Birliği ülkeleriyle olduğu gerçeğini göz ardı ederek, Türkiye’deki 50 bankanın 26 tanesinin yabancı sermayeden oluştuğunu göz ardı ederek, küresel kriz konusunda kendi içimizde, ortak, dört grubu bulunan parti ve grubu olmayan partilerden ortak bir Meclis komisyonu kuramıyorsak, araştıramıyorsak, bu ayıp, bizim ayıbımızdır! Biz her şeyde sorumluluğu atmakta, birbirimizin üzerine değil, yirmi beş senedir çatışma sürecinin sorumluluğunu da askerin üzerine atarak, askeri tek başına bırakarak, bütün sorunun çözümünü, silah, baskı, şiddet ve inkâr politikalarında arayarak hiçbir yere gidilemediği görüldü.

Yarın tezkereyi yine oylayacağız. Evet, bu, sadece sınır ötesine git veya gitmeme önergesidir. Yaşadığımız süreç, gelinen olaylar, bunun çözüm değil, çözümün çok komplike olduğunu… Öyle ki komplike, yüce Meclisin sadece bütün partilerinin bu konuda bir araya gelip konuşmasıyla değil, sivil toplumu da aydınını da sanatçısını da bu ülkenin vicdanını da bu ülkenin bütün insanlarını, bütün analarını ayağa kaldırmalı ki bu acılar son bulsun, bu çatışma son bulsun. Türkiye’nin gerçek gündemi budur. Yazık olur! Türkiye’nin gerçek gündemini çözemiyorsanız, çözemiyorsanız, Anayasa reformundan tutun ulusal programa, ulusal programdan tutun uzlaşı ve diyaloğa kadar çözemiyorsanız…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bitiriyorum.

…çözemiyorsak, ülkenin gerçek gündemine gelemiyorsak bir şeyimiz var, erdemli bir davranış gösteririz. Sorunları çözememiş bir 23’üncü Dönem Meclisinin yapacağı en namuslu iş, en onurlu tavır: Ben bu sorunları çözemiyorum, konuşamıyorum, uzlaşamıyorum, diyalog kuramıyorum, bir araya gelemiyorum, ben bittim… O zaman sandığa gidersiniz, halka gidersiniz, halk yeni bir Meclis oluşturur ve bu Mecliste Türkiye’nin sorunları çözülür. Gerçek gündem budur arkadaşlar. Gerçek gündem Türkiye’nin acı sorunlarıdır. Gerçek gündem ocaklara düşen ateştir, gelen cenazelerdir, şehitlerdir. Türkiye’nin gerçek gündemi Türkiye’nin birliğidir. Türk-Kürt savaşına dönüşen bir ortamı yaşıyoruz, bunu erteleme hakkınız yok, buna lüksünüz yok. Bu ülkenin kaderini, geleceğini de bu şekilde heder etme hakkınız yok. Türkiye’nin gerçek gündemine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) - …iktidar partisi ile ana muhalefet partisini davet ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Hasip Kaplan.

Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1’inci sırasına alınan, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 milletvekilinin, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve 25 milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 38 milletvekilinin; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un önergeleri üzerine, Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/35, 43, 49, 70) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler

1.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 Milletvekilinin, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve 25 Milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 38 Milletvekilinin, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un; Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/35,  43,  49, 70) (S. Sayısı: 284) (x)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükûmet?.. Burada.

İç Tüzük’ümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine aittir. Daha sonra, İç Tüzük’ümüzün 72’nci maddesine göre siyasi parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri hâlinde Komisyon ve Hükûmete de söz verilecek, bu suretle Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, Komisyon, Hükûmet ve siyasi parti grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için de onar dakikadır.

Komisyon raporu 284 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Önerge sahipleri olarak, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün, Samsun Milletvekili Suat Kılıç, Kütahya Milletvekili Alim Işık, Yalova Milletvekili Muharrem İnce; gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Necla Arat, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Metin Ergun, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili İbrahim Kavaz’dır.

Şimdi ilk söz, önerge sahibi olarak Sayın Mevlüt Akgün’e aittir, Karaman Milletvekili.

Buyurunuz Sayın Akgün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu üzerinde önerge sahipleri adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu konuşma vesilesiyle kutsal vatan savunmasında şehadet mertebesine erişen tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Türk milletine ve kederli ailelerine buradan tekrar başsağlığı dilemek istiyorum.

Barışa, hoşgörüye, kardeşliğe, birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Türkçeyi en sade ve en güzel biçimde kullanan gönüller dostu Yunus Emre yüzyıllar öncesinden ne güzel ifade etmiş:

“Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım.

Sevelim, sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz.”

Bu sevgi ikliminin toplumumuzda kalıcı olmasını diliyorum.

Kıymetli arkadaşlarım, öncelikle AK PARTİ, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi gruplarından önerge veren milletvekillerimizi ve önergelere destek olan siz değerli vekillerimizi kutlamak istiyorum çünkü ağzımızda anamızın ak sütü kadar helal olan Türkçemize sahip çıkmak, bu duyarlılıkla hareket etmek en büyük vatanseverliktir diye düşünüyorum.

Araştırma önergelerinde de isabetle dile getirildiği gibi, milletleri millet yapan unsurların başında dil gelmektedir. Millî birliğimizin temel taşı olan dil, aynı zamanda millî kültürümüzün de en önemli taşıdır. Nitekim tarih boyunca dilini koruyamayan, geliştiremeyen milletler millî kültürlerini ve kimliklerini de kaybetmişler ve tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Konfüçyüs’ün “Bir milleti bozmak isteseydim işe dil ile başlardım.” tespiti boşuna söylenmiş bir tespit değildir. Yeryüzünde var olan 6 bin dilden her on dört günde 1 dil kaybolmaktadır. Dilimiz Türkçe ise yeryüzünde 200 milyondan fazla insanın konuştuğu dünyanın beşinci büyük dili olmaktadır. Türk dili şerefli, saygın, zengin ve güzel bir dil olarak dünyanın en eski dilleri arasındadır. Yazı dili olarak bin beş yüz, konuşma dili olarak ise beş bin yıllık bir geçmişe sahip dilimiz, aynı zamanda çok geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır.

Böyle güzel bir dilimiz olmasına rağmen dilimizde artan oranda bozulma ve yabancılaşmanın bulunması hepimizi milletçe tedirgin etmektedir. Gerçekten, bilimsel toplantılardan dost sohbetlerine kadar her ortamda dilimizdeki bozulma ve yabancılaşma mutlaka sohbet konusu olmakta ve dile getirilmektedir. İşte bu haykırışı duyan Meclisimizin konuya sahip çıkarak bir araştırma komisyonu kurması son derece anlamlı bir tavır olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması ve alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla 22’nci Dönemde de bir komisyon kurulmuş ve o komisyon bize ışık tutan önemli çalışmalarda bulunmuştu. Huzurunuzda o komisyonda görev alan arkadaşlarımızı da buradan tebrik etmek istiyorum. Bugün raporunu görüşmekte olduğumuz Meclis araştırma komisyonumuzda görev alan arkadaşlarımızın da büyük bir özveriyle görev yaptıklarını biliyorum.

Bir kez daha görülmüştür ki, dil, bizleri ayrıştıran değil, birleştiren bir unsurdur ve dil üzerinden siyaset yapmak mümkün değildir. Yüce Atatürk’ün isabetle vurguladığı gibi “Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; komisyon raporu dikkatlice okunduğu takdirde, raporda, Türkçenin tarihçesi, dünya dilleri arasındaki yeri, Türkçenin bugünkü durumu ve çözüm önerileri detaylı olarak ifade edilmiştir. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında tüm Komisyon üyelerinin ve özellikle Komisyon Başkanımızın büyük emeği vardır. Raporda belirtildiği gibi, Türkçemiz söz varlığı açısından dünyanın en güçlü dillerinden birisidir. Kelime haznesinin zenginliği, kelime grupları oluşturma yoluyla yeni sözler elde edebilme özelliği ve yeni kelimeler türetmeye elverişli olması nedeniyle aynı zamanda Türkçe bir bilim dilidir.

Raporda Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın nedenleri arasında şunlar sayılmıştır: Yabancı kelime özentisi, yabancı kelime kullanma alışkanlığı (örneğin; kuzen, efor, detay gibi), yabancı eklerin kullanılması (örneğin; -ler, -lar ekleri yerine “s” ekinin kullanılması gibi), yabancı kelimelerin yazılmasındaki yanlışlıklar, Türkçede bulunmayan yabancı işaretlerin kullanılması, alfabemizde bulunmayan “x” gibi harflerin kullanılması, iş yeri adlarındaki yabancılaşma, müstehcen ve kaba sözlerin kullanılması, yazım yanlışları gibi genel tespitler raporda yer almıştır.

Diğer yandan, basın-yayın organlarında kullanılan ifadeler aracısız bir şekilde halka ulaştığından, bu organlarda kullanılan dilin önemine özellikle vurgu yapılmıştır. Radyo ve televizyonlarda görev alan sunucu, muhabir gibi kişilerin mutlaka dil eğitiminden geçmiş, Türkçeyi özenle kullanan insanlar olması gerekmektedir.

Türk dünyasında dil birliği sorunu ile Türkçe öğretimindeki eksiklikler de ana sorunlardan bazıları olarak karşımızda durmaktadır. Yahya Kemal Beyatlı bir konuşmasında “Türkçenin çekilmediği yer vatandır.” der. Eğer Türkçemiz var olsun diyorsak mutlaka dil bilinci oluşturmak zorundayız. Bu ise, millî bir dil politikasıyla mümkündür.

Ülkemizde 1980’den sonra görülen büyük yanlışlardan birisi, yabancı dil öğretimi ile yabancı dille öğretimin birbirine karıştırılması olmuştur. Günümüzde yabancı dil öğrenmenin önemi elbette ki tartışılamaz, ancak yabancı dil araç olmaktan çıkıp amaç hâline getirilmiştir. Yabancı dille öğretim yapan kurumlarda okuyan Türk çocukları, maalesef, Türkçeyi ihmal etmektedirler. Yabancı dille öğretim, dünyada sadece geri kalmış ülkeler ve sömürge ülkelerde uygulama olarak görülmektedir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; raporun son bölümünde çözüm önerileri yer almaktadır. Türkçenin bağımsız bir dil olarak yaşaması ve varlığını sürdürebilmesi için Türkçe konusunda bireysel ve toplumsal duyarlılık şarttır. Atatürk de bu sorumluluğu “Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğe kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, alakalı olmasını isteriz.” diyerek ifade etmiştir.

Türkçenin doğru kullanılmasını sağlamak ve bozulmayla yabancılaşmanın önüne geçmek için aileden başlayan bir öğrenme sürecine ihtiyaç vardır. İyi bir dil öğretimi için öğretmenlerin eğitimine de özel önem verilmelidir. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde dilimize yönelik hedefler koymalıyız. Gençlerimiz özellikle ortaöğretimde, dilleriyle kendilerini ifade edebilecek olgunluğa ve birikime sahip hâle getirilmelidir.

Aynı zamanda, ülkemizde televizyon izleme oranları yüzde 96 gibi çok yüksek oranlara çıkmaktadır. Tüm basın-yayın kuruluşlarında dil denetme kurulları oluşturulması teklifi önemli bir tekliftir.

Ticari alanda, ürün, marka, tabela gibi tanıtıcı adların konulmasında mutlaka belli kurallar getirilmelidir.

Türk dünyasında Latin alfabesi temelinde alfabe birliği sağlanmalıdır. Ortak alfabeye geçildiği zaman, İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” hedefine daha fazla yaklaşacağımıza inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde iki tane dil bayramı kutlanmaktadır, Birincisi, 26 Eylülde kutlanan resmî Dil Bayramı; diğeri ise Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi resmî devlet dili olarak ilan ettiği fermanın tarihi olan 13 Mayısta Karaman ilimizde kutlanan Dil Bayramı’dır. Bu bayramların mümkün ise birleştirilmesi, mümkün olmasa bile en etkin şekilde kutlanılması gerekmektedir.

Ayrıca, bütün kamu kurum ve kuruluşları her türlü belge, sözleşme ve yazışmayı Türkçe hazırlamalıdır.

Bu arada, Türk Dil Kurumunun kuruluş gayesine uygun olarak çalışmasını temin etmek üzere, Meclisimizde görüşülmeyi bekleyen Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu mutlaka çıkarılmalıdır. Burada, son yıllarda Türkçe konusunda başarılı hizmetler veren Türk Dil Kurumu ve Başkanını tebrik etmek istiyorum. Öyle ki, dil ile ilgili bilgilere bugün artık cep telefonlarından bile ulaşmak mümkün hâle gelmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEVLÜT AKGÜN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlarım, bu çözüm önerileri detaylı olarak, etraflıca raporda belirtilmiştir. Meclisimize düşen, bu çözüm önerilerinden yasal düzenlemeye konu olacak kuralları bir an önce hayata geçirmektir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; konuşmama son verirken -çok önemli bir ev ödevi niteliğinde olan raporun Meclisimizin tozlu raflarında kalmamasını istiyorsak- çözüm önerilerini hayata geçirmek için tüm yetkilileri göreve davet ediyor ve bu duygularla yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akgün.

İkinci konuşmacı, Samsun Milletvekili Suat Kılıç.

Buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkan, çok saygıdeğer milletvekilleri; yasama yılımızın bu ilk çalışma gününde yüce heyetinizi ve bizleri ekranları başında dinleyen çok saygıdeğer vatandaşlarımızı en kalbî saygılarımla selamlıyorum.

Çok saygıdeğer milletvekilleri, Türk milletinin yüreği yanıyor. Sadece 17 şehidimizin acısının düştüğü on yedi ocakta değil, 70 milyon Türk insanının milyonlarca ocağında bir yangın, bir büyük ateş var. Her şeyden evvel şehitlerimize ebedî istirahatgâhlarında sonsuz nurlar içerisinde ebedî ve güzel bir hayat, Allah’ın rahmetini temenni ediyoruz. Yakınlarına, ailelerine ve bütün milletimize sonsuz bir sabrı cemîl temenni ediyorum. Bu elim terör saldırısında yaralanan ve tedavileri devam etmekte olan silahlı kuvvetlerimizin çok kahraman personeline de Allah’tan acil şifalar ve yakınlarına da geçmiş olsun dileklerimi bu vesileyle ifade ediyorum.

Hiç tereddüt yok ki, asla akıldan çıkarılmamalı ki her kaybettiğimiz şehit canıyla birlikte vatan topraklarına olan bağlılığımız daha da güçleniyor ve kuvvet kazanıyor. Toprakla buluşan şehit kanlarıyla birlikte bayrağımıza olan aşkımız ve yüksek sevdamız çok daha kuvvet kazanıyor ve sonsuzluğa taşınıyor.

Bu vesileyle, çok saygıdeğer milletvekilleri, bizden önce görüşülen grup önerisi üzerinde söz alan bir sayın milletvekilinin cümleleri üzerine de görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisine milletvekili olarak girdiği ilk gün vatanına, milletine, bayrağına ve ülkesinin bölünmez bütünlüğüne namusu ve şerefi üzerine bağlı kalacağına yemin eden, ant içen milletvekilleri için en namuslu, en haysiyetli, en onurlu davranış teröre terör, terör örgütüne de terör örgütü diyebilmektir. Bunu özenle ve özellikle ifade ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, Türk dilindeki bozulmanın, yozlaşmanın ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması, geliştirilmesi ve bu alanda gereken tedbirlerin alınması amacıyla 26 arkadaşımızla birlikte vermiş olduğumuz araştırma önergesi üzerinde önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum.

Komisyonumuz çok değerli bir çalışmayı ortaya çıkarmış ve 100  sayfalık bir raporu Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve sayın milletvekillerimizin dikkatlerine sunmuştur. Bu çalışmalar sırasında emeği geçen komisyon üyesi bütün arkadaşlarımıza kalbî şükranlarımı ifade ediyorum.

Hatırlanacağı gibi, 22’nci Yasama Döneminde de Türk dilinin korunmasıyla ilgili araştırma komisyonu kurulmuş, raporu tanzim edilmiş ancak çalışmaların bitmesine yasama döneminin süresi kifayet etmediği için bu dönem aynı konuyla ilgili yeni araştırma önergelerinin verilmesi gerekmiştir.

Komisyonumuz çalışmalarında geçen dönem eşsiz emeklerini ortaya koyan arkadaşlarımızın bulgularından, tespitlerinden, ortaya konulan önemli bir varlık olan belgelerden yararlanmış ve neticede bir belgeye ulaşmıştır. Gelinen nokta itibarıyla araştırma komisyonunun ortaya koyduğu bu değerli metin elbette ki diğer bütün araştırma komisyonlarının raporları gibi öneri niteliğinde, öneri mahiyetinde olan bir metindir. Bu konuyla ilgili kendilerine önerilerde bulunulan ya da yapılması gerekenler noktasında belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda kamu kurum ve kuruluşlarıyla özel sektörde konumlanmış kurum ve kuruluşların üzerlerine düşen görevlerin idrakine varmaları hâlinde çok önemli sonuçlara ulaşılabilmesi mümkündür.

Çok saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonunun ortaya koyduğu raporun, takdir edersiniz ki, icrai bir boyutu yoktur. Bu rapor ilgili kurumların ve özel sektör yapılanmalarının değer verdiği ölçüde anlam kazanacak ve gerek geçen yasama döneminde gerekse şimdiki bizim komisyonumuzun ortaya koyduğu bu çalışma kıymeti bilindiği ölçüde Türk dilinin korunmasına, geliştirilmesine, değerlerin yaşatılmasına, Türk milletini bir arada tutan en önemli varlıklardan biri olan dilimizin geleceğe taşınmasına eşsiz katkılar sağlayacaktır.

Araştırma komisyonunun kurulmasıyla ilgili Meclis görüşmeleri yapılırken de ifade ettiğimiz şekilde, öncelikle Millî Eğitim Bakanlığımıza çok önemli görevlerin düştüğü komisyonumuzun tespitleri arasında yer alan bir husustur. O zaman komisyon sıralarında Sayın Bakanımız vardı Hükûmeti temsilen, kendilerine ifade etmiştik, şimdi bir kere daha önerge sahipleri adına altını çizerek ifade etmek istiyorum: Okullarımızda, ilköğretimden başlayarak, ortaöğretimde, liselerimizde ve üniversitelerimizde Türkçe ile Türk dili ve edebiyatı konularında dersler verilmektedir ancak müfredatın, öğreticilerin ve eğitmenlerin konunun detayına ve özüne yeterince nüfuz edememesinden kaynaklanan birtakım uygulama aksaklıkları maalesef görülebilmektedir. Öncelikle Türkçe öğretmenlerimizin Türkçe dersinin verilmesi, öğretilmesi; Türk dili ve edebiyatıyla ilgili verilmesi gereken hususlara dikkat çekilmesi konusunda özellikle bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Zira yıllarca okullarımızda Türkçe dersi gören, ilköğretimden itibaren, üniversite yılları dâhil olmak üzere, Türkçeyi bir ders olarak, Türk dilini bir ders olarak, edebiyat bilgilerini bir ders olarak alan öğrencilerimizin bile maalesef gelinen nokta itibarıyla Türkçenin doğru ve düzgün kullanımı konusunda istenen noktada olmadığı görülmektedir. Türkçenin etkili ve iyi bir telaffuz yöntemiyle kullanılması konusunda maalesef istenen noktaya gelemedikleri görülmektedir. Belki hepsinden daha da önemlisi, yeni nesillerin, kendi dilini, ana dili olan Türkçeyi birkaç yüz kelime dışında konuşabilecek bir kelime haznesine sahip olamadıkları maalesef görülebilmektedir. Kelime haznesi düşük olanların konuşma haznesi, konuşma haznesi düşük olanların düşünme haznesi, düşünme haznesi düşük olanların üretim kabiliyetlerinin paralel bir şekilde ne kadar kısıtlı olabileceği yüce heyetin takdirlerinde olan bir konudur.

Dolayısıyla, Sayın Millî Eğitim Bakanımıza ve Bakanlığımıza temel önerimiz, 100 Temel Eser’in okunması ve okutulması konusunda daha gayretli bir seferberliğin hızlandırılması noktasında önemli çabaların içerisine girilmesi; bununla birlikte, 100 Temel Eser’in içerisinde geçen sözcüklerin anlaşılması ve kavranmasına yönelik “100 Temel Eser Sözlüğü” adıyla yeni bir eserin hazırlanması ve çocuklarımızın ortaöğretim sonunda 100 Temel Eser bilgileriyle kelime haznelerindeki gelişimin sınav sistemine dâhil edilecek yeni yöntemlerle bu temel kaynaklar üzerinden ölçülmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Değerli milletvekilleri, bununla birlikte, bir dili sevmekte, bir dilin duygularına nüfuz etmekte en önemli varlıkların özellikle şiir türündeki edebî varlıklar olduğunun farkındayız. Şiirler, destansı metinler, buralara gençlerimizin dikkatini yoğunlaştırmak mecburiyetindeyiz. Bunu yaparken de şu an Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Hükûmeti temsilen komisyon sıralarında bulunuyorlar, kendilerinden özellikle ricamız şudur: Türkiye’nin, Türk toplumunun, bu coğrafyanın, bu toprakların yetiştirdiği değerli sanat ve edebiyat adamlarının çok değerli külliyatları ve çok değerli eserlerine Kültür Bakanlığı tarafından da özel önem atfedilmeli ve dikkatler bu nokta üzerine yoğunlaştırılmalıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığımız belli isimler adına özel günler, özel geceler, özel haftalar düzenlemeli, belli ekipler Türkiye’nin seksen bir vilayetini âdeta tiyatro turneleri gibi turlamalı; yeni neslin, kızlarımızın ve erkeklerimizin, gençlerimizin Türkçe ve Türk dilinin özellikleri ve incelikleriyle buluşmasının temin edilmesi kaçınılmaz gereklilikler arasındadır. Mehmed Âkif Ersoy’u okuma ve anlama günleri -Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından bu çabalar organize edilmelidir- Yahya Kemal Beyatlı’yı okuma ve anlama günleri, Necip Fazıl Kısakürek’i okuma ve anlama günleri, Nâzım Hikmet’i okuma ve anlama günleri ve daha bu toprakların yetiştirdiği nice büyük değerleri, nice büyük eserleri gençlerimizle buluşturacak adımları atma noktasındaki çabaların, çalışmaların hızlandırılmasının önemli bir ihtiyaç olduğunu değerlendiriyoruz.

Bununla birlikte, bütün kurumlara düşen görevler var. Raporda bunların hepsi tespit edildi ama benim sürem tamamına işaret etmeye yetecek bir süre değil. Benden sonra konuşacak arkadaşlarım da belli noktalara temas edecekler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

SUAT KILIÇ (Devamla) – Yerel yönetimlere, belediyelerimize düşen önemli görevler var, kamunun diğer kurumlarına düşen önemli görevler var, ama bütün bu sıraladıklarımızdan daha önemli görevin düştüğü yer Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu başta olmak üzere Türkiye’nin televizyonları, yaygın iletişim ağı ve Türkiye’nin gazeteleri, dergileri, bütün görsel ve yazılı yayın araçlarıdır. Bu noktada herkesin üzerine düşen görevin sorumluluğunu idrak etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle televizyon programlarındaki komedi içerikli programlar, televizyon yayınlarındaki gençlik odaklı programlar, bu programlarda kullanılan cep telefonu Türkçesi bir an önce terk edilmelidir. Cep telefonu Türkçesi, Türk dilini esaret altına alacak bir Türkçe olmaktan hızla uzaklaştırılmalıdır. Türkiye’ye belli yayınlar yapılırken bu yayınlarda taşınması gereken sorumluluğun herkes idrakinde olmalıdır diye düşünüyorum.

Hepimize düşen görevler var. Hepimiz görevimizin gereğini yerine getirebilirsek, Türk dili, sonsuza kadar, gelişerek, güçlenerek, yozlaşmanın ve bozulmanın olumsuz etkilerinden korunarak yaşayacaktır diye düşünüyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kılıç.

Üçüncü söz Kütahya Milletvekili Alim Işık’a ait.

Buyurunuz Sayın Işık. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle 23’üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılının başta yüce milletimize ve Meclisimize hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Benden önceki değerli konuşmacıların da ifade ettiği gibi, gerek AK PARTİ gerek Cumhuriyet Halk Partisi gerekse Milliyetçi Hareket Partisi Gruplarına mensup değerli milletvekillerinin vermiş olduğu önergeler sonunda Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu üzerinde önerge sahibi olarak söz almış bulunmaktayım.

Öncelikle bu raporun hazırlanmasında emeği geçen gerek bu dönemki gerekse önceki dönemki değerli milletvekillerine, raporun hazırlanmasında birçok bilgiyi zamanında ulaştıran çok değerli bürokratlara ve emeği geçen herkese grubum adına teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bu vesileyle de dört gün önce ülkemizin Aktütün Karakolu yöresinde çok değerli 17 vatan evladının şehit edildiği olay vesilesiyle de şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı, yaralılarımıza da acil şifalar diliyor, saygılarımı sunuyorum.

Bilindiği gibi, bir toplumun tanımlanmasında kullanılan en önemli unsur o toplumun kullandığı dildir. Toplumlar ve ülkeler, genellikle kullandıkları diller ya da dil esas alınarak isimlendirilirler. Genelde Türkçeyi dil olarak kullanan toplumlar da Türk toplumunu oluşturmaktadır. Bir vatan toprağı üzerinde yaşayan toplumların ortak tarih ve kültür birikimiyle bir bayrak altında oluşturdukları devletlerin yaşaması da kullandıkları dillerle yakından ilişkilidir. Yani dil ne kadar uzun ömürlüyse devlet de millet de o kadar uzun ömürlü olabilmektedir.

Dil ya da lisan, insanların düşündüklerini ve hissettiklerini bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma olarak tanımlanmaktadır. İnsanlık tarihinin büyük bir bölümü boyunca dillerin dağılımı kesintili ve bölük pörçük olmuş, insan grupları dağıldıkça diller de birbirinden uzaklaşmış ve çoğalmıştır. 

Bir dili belirgin farklılıklarla konuşan iki insan birbirlerini anlayabiliyorlarsa ayrı lehçeleri, birbirlerini anlayamıyorlarsa ayrı dilleri konuşuyor olarak kabul edilmektedir. İşte bu genel tanımdan yola çıkarak birçok dil, dil alfabesinde yerini almış, bunlardan birisi de bizim kullandığımız Türkçedir.

Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk, 17 Şubat 1931 tarihinde Adana’da yaptığı bir konuşmada güzel Türkçemiz için şöyle demiştir: “Türk demek dil demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden birisi dildir. ‘Türk milletindenim’ diyen insan her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru olmaz." ifadesini kullanmıştır.

Türkçeyi çok önemseyen Atatürk, 12 Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumunu kurarak 26 Eylül 1932 tarihinde de I. Türk Dili Kurultayını açmış ve bu kurultayda 26 Eylülün her yıl Türk Dil Kurumu tarafından “Dil Bayramı” olarak kutlanması kararı alınmıştır. Geçtiğimiz eylül ayının 26’ncı gününde de bunun 76’ncısını kutlamış olduk.

Dil aynı zamanda düşüncelerin de kaynağıdır. Dil yetersiz olursa yaratıcılık körelir ve söner. Ülkemizde özellikle ticari hayatta iş yerlerinin isimlendirilmesinde son zamanlarda yabancı dil kullanımı giderek artmış, İnternet ve bilgisayar dilinde birçok Türkçe sözcüğün yerini İngilizce karşılıkları alır olmuştur. Türkçeye en yakın, en uygun klavye türü olan “F” klavyenin kullanımı giderek azalmış ve yerini farklı harf dizimlerine sahip olan “Q” klavye alır olmuştur.

İşte, bu yaşanan problemlerin azaltılması ve gerekli tedbirlerin alınması amacıyla, grubumuzun da içinde bulunduğu ve biraz önce zikrettiğim gruplara ait değerli milletvekilleri tarafından verilen önergelerle kurulan komisyon bu konuyla ilgili raporunu hazırlamış ve raporda birçok detaya yer vermiştir. Ben raporda yer alan bilgileri tekrarlayarak sizin vaktinizi almamayı özellikle önemli buluyorum. Bunun için de raporda yer almayan, ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin birer ferdi olarak her şeyden önce Türkçeyi burada doğru kullanmak ve -buradan- bozulmasını önlemek düşüncesiyle önemli gördüğüm birkaç dil özelliğini belirttikten sonra siyaset dilinde ve siyasetçilerimizin uyması gereken temel davranışlar konusunda sizlerle bildiklerimi paylaşmaya özen göstereceğim.

Hepimizin de bileceği gibi Türkçenin temel özelliklerini birkaç ana maddede şöyle sıralamak mümkündür: Her şeyden önce Türkçenin zenginliği sahip olduğu soyut sözlerden ileri gelmektedir. Türkçedeki temel kavramlar kendisine aittir. Örneğin el, kol, baş, göz, kulak gibi organ isimleri bunların belli başlılarıdır.

Türkçede kelime sayısı yeterince fazladır. Bugün bir milyonun üzerinde kelime olduğu söylenmektedir dil bilimcileri tarafından.

Türkçe çok sayıda fiile sahiptir. Her türlü eylemi ifade etmede kullanılacak kelime zenginliği vardır. Türkçede rahatlıkla çok sayıda yeni kelime kazandırma imkânı söz konusudur. Türkçenin anlatım yolları kolay ve kıvraktır.

Bu genel özelliklerden sonra siyaset dilinin temel özellikleri neler, onlar hakkında da birkaç cümleyle bu konuda bildiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Siyaset dili, siyasi söyleme dayanır. Siyasi söylem ya da siyaset içeren söylem sosyal anlamların üretildiği ve sorgulandığı bir alan içinde ele alınır. Bir söylemin siyasi olması için sosyal yaşamın siyaset ve onunla ilgili alanlarında üretilmesi gerekir.

İkincisi: Siyaset dili soyut kavramlar içerir.

Üçüncüsü: Siyaset dilinde kullanılan kavramlarda dört özellik bulunur, bunlar: Kültür odaklılık, değer yüklülük, tarihsel kapsamlılık ve işlevselliktir. Örneğin “demokrasi” sözcüğünün tarihsel, kültürel bir boyut içerdiği ve devlet yönetimi ve sosyal yapı tanımlayan soyut bir kavram olduğu dikkat çeker.

Dördüncü özelliği: Genel anlamda “biz” konuşmayı yapan kişinin ait olduğu tarafı, “siz” halkı, “onlar” ise muhalefet, iktidar, bürokrasi ve benzeri gibi karşı tarafı tanımlar. Siyasi bir cümlenin amacı “biz” ve “siz”i, “onlar”a karşı birleştirmektir.

Siyaset dilinde halka daha yakın ve sıcak olabilmek ve resmî uzun tanımlardan ve terimlerden kaçmak için eksiltilmiş anlatımlar kullanılır. Örneğin “Çankaya’nın görüşü”, “Hükûmetin başı” ve benzeri gibi tanımlar bunlara örnek verilebilir.

Siyaset dilinde somut isimler soyut isimlerle, yüklemler boş yüklemler veya isim fiillerle kullanılır. Hatta bazı durumlarda o sözcük özgün dildeki hâliyle söyleneceği yerde, diğer bir dildeki karşılığıyla verilir. Örneğin “saldırı” sözcüğünün yerine “sınır ihlali” ifadesi, “yoksul” yerine “dar gelirli” gibi kullanımlar genel siyaset dilinde sıkça göze çarpar.

Bir diğer özelliği: Siyaset dilinde diğer dillerden alınmış sözcüklere sık rastlanılır. Bu tür sözcüklerin neredeyse tamamı İngilizce ya da Fransızcadan dilimize geçmiştir. Örneğin “tüyo vermek”, “akredite”, “mega proje” ve benzeri gibi kavramlar bunlardan bazılarıdır.

Siyaset dilinde kısaltmalar da yaygın kullanılır. Örneğin parti isimleri olarak, işte “CHP”, “MHP”, “AKP” ve benzeri gibi parti isimleri buna en güncel örnektir.

Peki, siyasetçi olarak Türkçenin daha dikkatli kullanılması konusunda nelere dikkat edilmelidir derseniz, bu konuda birkaç cümle sizlerle paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce siyasetçi, gerek konuşmalarıyla gerekse davranışlarıyla topluma örnek olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıdır. Siyasetçi açık ve anlaşılır bir Türkçeyle konuşmalı, konuşması toplumun her kesimindeki insan tarafından anlaşılmalıdır. Siyasetçi konuşmasında Türkçe kelimeler kullanmalı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ALİM IŞIK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

...yabancı kelimeleri kullanmaktan kaçınmalıdır.

Siyasetçi, söyleyiş hatalarından uzak, standart Türkçeyle konuşmaya özen göstermelidir. Siyasetçi kelimeleri doğru kullanmalı, doğru cümle kurmalıdır. Siyasetçi, seviyesiz, argo konuşmalardan özenle kaçınmalıdır. Siyasetçi toplumun önüne çıkacağı zaman doğaçlama konuşmamalı, konuşmasını mümkünse önceden hazırlayarak yapmalıdır, ancak bu yolla konuşma sırasındaki hataları en aza indirmesi mümkündür. Siyasetçi topluma örnek oldukları bilinciyle kültür olaylarıyla yakından ilgilenmelidir. Son olarak da siyasetçi karşısındakilere daima saygılı davranmalı ve bunu bir zorunluluk olarak görmelidir.

Bu duygu ve düşüncelerle hazırlanan raporda yer alan ifadelerin en kısa zamanda yasal boyutlarıyla çözülmesini temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.

Önerge sahipleri adına son söz Yalova Milletvekili Muharrem İnce’ye ait.

Buyurunuz Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlarken, ben de konuşmama başlamadan önce şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifa ve tüm ulusumuza başsağlığı ve sabır diliyorum.

Sayın milletvekilleri, bize bizi anlatan atalarımızın dili, ana dilimiz Türkçe bozuluyor mu, yabancılaşıyor mu, başkalaşıyor mu, yoksullaşıyor mu? Maalesef bütün bu soruların yanıtı evet. Duygularımızı, düşüncelerimizi, sıkıntılarımızı, üzüntülerimizi, sevdalarımızı, sevinçlerimizi anlattığımız dilimiz ne yazık ki başkalaşıyor, yabancılaşıyor, bozuluyor, yoksullaşıyor. Selçuklu ve Osmanlı döneminde Arapça ve Farsça istilası, Tanzimat’tan sonra Fransızca ve son elli yıldır da İngilizce ve Amerikan dilinden gelen terimlerle birlikte ne yazık ki dilimiz kuşatılmış durumda. Benzer sorunları başka ülkeler de yaşadı, ama biz, en azından bilgisayar konusunda Profesör Aydın Köksal sayesinde bir miktar şanslı sayılırız.

Dilin bozulmasının nedenlerinden birisi tabii ki küreselleşme. 1985 elektronik devrimiyle birlikte bilgisayar konusunda yirmi bin yeni sözcük üretilmiş. Uzay konusunda üretilen sözcük sayısı on bin. Bütün bunların hepsi İngilizce olarak üretilmiş, ama daha sonra Almanya, Çin, Rusya, Fransa bu otuz bin sözcüğü kendi dillerine çevirmişler. Ne yazık ki biz bu konuda iyi bir mesafe alamadık.

Bugün sadece renk konusunu ele alalım. Batı teknolojisinin ürettiği renklere bile bugün Batı dillerinde karşılık bulanamadığı için renkler numaralandırılıyor, sayısal değerlerle ölçülüyor. Ama biz ki, güvercinin gagasından, kanadından, boynundan, ağacın yaprağından, budağından renk adı çıkaran insanların torunları olarak içine düştüğümüz bu durumdan utanmamız gerekir diye düşünüyorum.

Nasıl oluyor da bu ülkenin evlatları  “eğilim, yönelme, yönelim, gelişme yönü, doğrultu, tarz, temayül, üslup, meyil” gibi elli altı tane sözcüğü bir kenara itip bugün geçlerimizin hepsi “trend” diyor. Elli altı sözcüğün hiçbirini kullanmadan, sadece “trend” sözcüğüne Türkçemizi hapsediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu Parlamento çatısı altında bile “uzlaşma” varken “konsensüs” diyoruz, “yoğunlaşma” varken “konsantrasyon”, “yıldız” varken “star”, “saçma” varken “absürt”; “Kalkış” varken ülkemizi “take off”a geçiriyoruz bu çatı altında.

Nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti’nde Akreditasyon Kurumu kuruluyor, Millî Prodüktivite Merkezi var, Projeler Koordinasyon Başkanlığı, Strateji Geliştirme Başkanlığı kuruluyor? Nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında, hepimizin okuduğu okullarda eğitsel kollarımızın adı bugün “kulüp” olmuş durumda. Öğrencilere “performans kriterleri” uygulanıyor, öğretmenler “kariyer basamakları”na sahip oldular son yıllarda.

“Büyük millet” fikriyle kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisi… “Türkiye Büyük Millet Meclisi” yerine nasıl oluyor da “büyük millet” fikrini bir kenara bırakarak, “meclis, toplanma, bir araya gelme, birlik oluşturma”yı bir kenara bırakarak, onu dışlayarak İtalyanca, kökü “palavra”dan gelen “parlamento” sözcüğünü kullanıyoruz.

“Davet, kabul, resmî kabul, merasim, tören” gibi kelimelerimiz varken ne yazık ki Meclis Başkanlığımız “resepsiyon” veriyor.

“İtibar, saygınlık” gibi sözcüklerimiz unutulmuş, yerine “prestij” gelmiş. “Talih, kısmet, fırsat” dilimizi terk etmiş, “şans topu” gelmiş artık.

Değerli milletvekilleri, Osmanlı ekonomisi bir kâr ekonomisi değil, bir hizmet ekonomisi. Bu bizim yapımız, kökümüz, kültürümüz, genlerimizde var bu. Şimdi, bakınız, bir sözcük bizi bütün kökümüzden koparmış. “Hizmet, veriş, sunuş, ikram, takdim, yardım, bölüm, daire, pas atmak, taşıt, tabak, çatal, onarım”, bütün bunları bir kenara atmışız  “servis” sözcüğünü almışız, servis. “Bana bir servis yap.”, “Okul servisi geldi mi?”, “Hastanedeki kardiyoloji servisi” gibi. Yani biz bu sözcükle, “servis” sözcüğüyle bütün köklerimizden kopmuş durumdayız.

Değerli arkadaşlarım, ben on altı yıl öğretmenlik yaptım. Eğer bir çocuk sınav kâğıdına şöyle yazsaydı, “iddaa” yazsaydı, “i”, “d”, “d”, “a”, “a” yazsaydı ben onun üstünü çizerdim ama bugün “devlet” iddaa oynatıyor. “İddaa” diye bir sözcük yok bizde.

Bakın, hepimiz “Turkcell” kullanıyoruz, Turkcell. “Türk”ün “ü”sünün noktalarına ne oldu? Bunları yok ettik.

Fransa Hükûmeti “e-mail” sözcüğünü yasaklamış. Fransız Kültür Bakanlığı -Sayın Kültür Bakanı da buradalar- bir kararname çıkarıyor: “e-mail sözcüğünün benim dilimde karşılığı var, ‘kurye’ sözcüğü. Benim dilimdeki karşılığı budur, bu kullanılacak.” diyor. Bu konuda Kültür Bakanlığı harekete geçiyor, bir tek sözcük için bile.

Değerli arkadaşlar, içimizde üniversite hocalarımız var, hepimiz biliyoruz ki, bu ülkenin üniversitelerinde makalenizi Türkçe yazarsanız 3 puan, İngilizce yazarsanız 10 ya da 15 puan alıyorsunuz. Bu ülkenin insanlarına, bu ülkenin çocuklarına haksızlık değil mi bu?

Çocuklarımız empe3 dinliyor. İngilizce “p”, “pi” olarak okunması lazım, o zaman “empi” dememiz lazım. Empe3… Türkçesi var, İngilizcesi var, karmakarışık bir dil. Ne dili bu? Bu dilin adı “Hollywood dili.”

Depremler… Biz, hepimiz -hepimizin yaşı gereği, burada otuz yaşından küçük insan yok- ondalık sayıları nasıl ayırırdık? “7,4” derdik. 7,4 şiddetinde bir deprem... Değişti bu, “7.4 oldu. Niye böyle oldu biliyor musunuz? Dünyada ondalık sayıları bir tek Amerikalılar noktayla ayırıyordu, biz de Amerikalılara benzedik. Virgülü bile terk ettik, “7.4 der olduk.

Spikerlerimiz hava durumu sunuyor. “Müjde sayın seyirciler, yağışlı hava İstanbul’u terk ediyor, batıya doğru gidiyor. Ne hâliniz varsa görün Trakyalılar, biz yırttık.” diyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir durumdayız. Televizyonlarda sürekli tekrarlar, bir konuyu 8 kere, 9 kere tekrar ediyor. Sonuçta öyle bir nesil gelecek ki, 1 kez söylendiğinde anlayamayan, sürekli tekrarları bekleyen bir nesil yetiştireceğiz. Bunları kim denetleyecek? Bu Hollywood Türkçesini kim denetleyecek? RTÜK. E, RTÜK Başkanının ne işler yaptığını herhâlde hepimiz biliyoruz!

Değerli arkadaşlarım, bakın, televizyonlar bulaşıcı hastalık saçıyor bu ülkede. Hiç karışmasalar, yarı aydınlar, yarı cahiller hiç karışmasa bu halk sorununu çözecek. Nasıl çözecek biliyor musunuz? Kentleşmeyle birlikte “dolmuş” kavramı çıktı ortaya. “Dolmuş”u kim buldu? Bu millet buldu. “Durak, dolmuş, çekyat, indibindi” bunların hepsini bu millet buldu. Ama bu halkın artık cesareti kırık durumda. “Ben konuşmalarımın içine İngilizce sözcükler koymazsam kültürsüzmüşüm gibi anlaşılıyor” diyor. Halkın cesareti kırıldı, Türk milletinin cesareti kırıldı.

Değerli arkadaşlarım, bir örnek vermek istiyorum size. Bakın, çok ilginçtir bu. 14 Ocak 2003, Sayın Recep Tayyip Erdoğan Çin’i ziyarete gidiyor –çok ilginç bir örnektir- fındık satmak istiyor ülkemizin Başbakanı. Diyor ki: “Bakın, bizde çok var, size satalım fındığı.” Çinli yetkililerle, muadili yetkililerle görüşüyor. Çinli yetkililerin yanında Çince dil uzmanı var. “Bu nedir?” diyorlar, “fındık”. Hemen “fındık” sözcüğünü Çinceye “fındık” olarak geçirmiyorlar ve diyorlar ki, canlılık veren yemiş anlamında bir sözcük üretiyorlar hemen. Çin’e bu sözcük anında giriyor, Çince olarak giriyor, “fındık” diye bir sözcüğü sokmuyorlar. Bizim başbakanlarımızın, sadece Sayın Erdoğan’ı kastetmiyorum ondan önceki başbakanları da kastediyorum, hangi başbakanımızın yanında bir dil uzmanı var?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Bizim başbakanların yanındaki danışmanlar “izolasyon”, “entegrasyon”, “kriter”, “transformasyon” diyenler. Bunları söyledikleri zaman çok kültürlü, çok bilgili adamlar olduğuna inanıyoruz bunların.

Değerli arkadaşlarım, yine sayın milletvekillerine de şunu söylemek istiyorum: Biz sağlığımıza dikkat ederiz, ama bir doktor kadar sağlık konusunu bilmeyebiliriz; ütümüze de dikkat ederiz, bir terzi kadar ütü de yapamayabiliriz. Hiçbirimiz dil uzmanı değiliz, bu Meclisin içindeki, Meclisin çatısı altındaki bütün milletvekillerinin dil uzmanı olma zorunluluğu da yok,  ama şunu yapabiliriz: Şu milletin kürsüsünden “demokrasi” dememeyi öğrenebiliriz, “Türkiye Büyük Millet Meclisi” dememeyi yapabiliriz, “katip üye” demeyebiliriz, “gelen kağıtlar” demeyebiliriz, “kabine” demeyebiliriz. En azından bunu yapabiliriz diye düşünüyorum.

Ve son söz olarak şunu söylüyorum: Bakınız, hepimiz “Ulu Önder Atatürk” derdik…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın Başkanım, bir dakika müsaade eder misiniz.

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın milletvekilleri, “önder” sözcüğü yok oldu gitti, “önder” sözcüğünün karşılığı “lider” geldi artık. Her parti lideri önder midir? Psikolojik bir savaş bu. O zaman ben kurayım bir parti, hem de Parlamentoda temsil edilmiş bir parti olayım, ben de önder olayım. Parti başkanı olmak ayrı şeydir, önder olmak ayrı şeydir. Ama biz “önder” sözcüğünü yok ettik, artık herkes önder oldu bu ülkede. Bunlar psikolojik bir savaştır diye düşünüyorum ve hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.

Gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Necla Arat konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Arat. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

CHP GRUBU ADINA NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, sizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyor, yeni yasama yılının hepimiz için, ülkemiz için başarılı geçmesini diliyorum.

Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu üzerinde konuşmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Ama öncelikle, Aktütün’e yönelik hain terörist saldırıda şehit düşen askerlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, acılı ailelerine ve tüm Türk ulusuna ben de başsağlığı  diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dil devriminden, o büyük atılımdan yetmiş altı yıl sonra bugün dilimizi sahiplenme, koruma ve geliştirme konusundaki başarısızlığımız bizi yeni yeni önlemler almaya yöneltiyor. Yazarlarımız, aydınlarımız, ana dilimizin hasta olduğunu, bu hastalığın kendini kirlenme, yozlaşma ve çürüme olarak gösterdiğini, Türkçede kavramlar bozulduğu için yaşamın ve edebiyatın da bozulduğunu ve dil bilincimizin korunması gerektiğini haykırıyorlar. Çünkü onlar, dil ile düşüncenin birbirinden ayrılamayacağını, dildeki bir hastalığın düşünce hastalığının özdeşi, benzeri olduğunu çok iyi biliyorlar. Oysa dil devrimi yapıldığında bu devrimin amacı çok açık ve net bir şekilde dile getirilmişti: Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek, Türkçeyi çağdaş uygarlığımızın bütün gereksinmelerini karşılayacak bir yetkinliğe ulaştırmak, bunun için de dilden bütün yabancı ögeleri atmak, amaç buydu.

Büyük Önder Mustafa Kemal, dil devrimine ilişkin görüşlerini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada şöyle açıklamıştı: “Öyle istiyorum ki, Türk dili bilimsel yöntemlerle kurallarını ortaya koysun, bütün dallarda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel ve uyumlu dilimizi kullansınlar.”

Dil devriminin amacı, Mustafa Kemal’e göre, Türk dilini kısırlaştırmak değil, zenginleştirmektir. Türk ulusu dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalı, yabancı ülkelerin işgalinden Kurtuluş Savaşı’yla çıkan bu ulus, kültürel bağımsızlığını kendi öz dilinde gerçekleştirmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk’ün dil devrimi, uluslaşma sürecinin doğal bir sonucuydu. Osmanlıcanın dilden ayıklanması, Arapça ve Farsça sözcüklerin elenmesi, Türkçeyi bir bilim ve kültür diline dönüştürme çabaları, Türk ulusal kimliğini yaratmanın ve toplumsal değişmenin olmazsa olmaz koşullarıydı. Dilde yenileşme ve özleşme, toplumsal, kültürel, siyasal gelişmemiz için atılması gereken zorunlu bir adımdı, çünkü yeni bir devlet, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmaktaydı.

Bu arada, içinde yaşanılan çağın, bilimsel, teknolojik ve kültürel alanlarda inanılmaz bir değişim ve gelişme yaşayan bir çağ olması da söz konusuydu. İşte, bu gelişmeler ve değişimler, kendi sözcüklerini, dillerini yeniden oluşturuyorlardı, yeni kavramlar, yeni terimler, sözcükler bulunuyordu.

Gelişmekte olan ya da az gelişmiş toplumlar ise ne yapıyorlardı? Ya gelişmiş olan ülkelerin türettiği yeni sözcükleri benimsiyorlar ya da kültürel bağımsızlıklarını korumak için kendi ana dillerinde yeni sözcükler türetiyorlardı. Bunu yapmaları gerekiyordu kültürel bağımsızlıklarını korumaları için.

Dilde yeni sözcükler yapımı, aleyhindeki bütün tartışmalara rağmen her dünya dilinin evriminde tarihsel, toplumsal, kültürel değişmenin yoğunlaştığı dönemlerde görülen dil bilimsel bir olgu. Bunu bir tarafa atamayız. Ama yeni sözcük üretmeye karşı çıkanlar, değişimin zorunluluğunu göremeyenler ne yazık ki bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde dilimizi gelişmiş ülkelerin dillerinin boyunduruğu altına sokmayı savunanlar durumuna düştüler. Oysa dil ile düşünce arasındaki yakın ilişki dikkate alındığında, çağdaş uygarlık kavramlarına Türkçe karşılıklar bulmak, çağdaş düşünceyi bilinçli olarak Türk düşün yaşamına aktarmak çok önemli bir işlevdi. Bu işlevi başarıyla yerine getiren, binlerce sözcük ve bilimsel terim türeten, ayrıca Türkçenin bilimsel yöntemlerle incelenen ulusal bir dil niteliğine kavuşmasını sağlayan Türk Dil Kurumu, 12 Eylülden sonra 1981 yılında ne yazık ki devlet dairesi durumuna getirilerek özerkliğini ve özelliğini yitirdi. Çünkü o sıralarda dil devrimine eleştiri sınırlarını aşan saldırılar yöneltilmişti, eski yazının yok edilerek geçmişimizle bağların kopartıldığı ileri sürülmüştü, dilin özleştirilmesi için yapılan çalışmalar haksız ve ağır eleştirilerle amacından saptırılmıştı ve yazım kurallarında tam anlamında bir kargaşa yaşatılmaktaydı.

Bütün bunların sonucunda 80’li yıllardan günümüze dilde kirlenme ve yozlaşma sürüp gitti. Atatürk’ün dil devrimini niçin yaptığı unutuldu. Yabancı dille öğretim anaokullarına dek indi. Nitelikli öğretmen yetiştirme koşulları sağlanamadı. İş yerlerine, ürünlere, yapılara yabancı adlar verildi. Doğru ve güzel Türkçeyi henüz hiçbir kurum ve kuruluşumuza -biraz önce arkadaşım konuşurken örneklerini verdi- tam olarak yerleştirememişken yaşamımızın içinde garip bir İngilizce-Türkçe karışımı bir ucube dil yer aldı. Sokak tabelalarından yeni kurulan sitelere, otel, lokanta ve gazinolara, lokantalardaki yemek listelerinden gazetelerimize, televizyonlarımıza, program adlarına, giyim kuşama İngilizce, Fransızca, İtalyanca adlar girdi. Örneğin “Fish-Point” bir balık lokantasının, “Columbus Cafe” bir kahvehanenin, “Poseidon” bir başka lokantanın, “New İstanbul” yeni bir konut alanının, “The İstanbul” bir lokanta gemisinin adı oldu. Ümraniye’de yeni kurulan bir siteye “Şelale Premium Residence”, Maslak’ta bir gökdelene New York Manhattan’a benzetmeye çalışılarak “Mashattan” denildi. Kulelerin adları “tower”, alışveriş merkezleri “shopping center”, ayakkabı mağazaları “shoe center” oldu.

Bütün bunlara ek olarak, radyo ve televizyon yayınlarında Türkçenin yanlış ve eksik kullanımı izleyicileri, özellikle de çocuklarımızı ve gençlerimizi olumsuz etkileyip yabancı sözcükleri daha yaygın bir hâle getirdi.

Zaman zaman kimi sanatçılar ile siyasetçilerin kullandıkları kaba, çirkin ya da argo sözcükler de toplumun değer yargılarının aşınmasında olumsuz rol oynadı.

İşin daha üzüntü verici yanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonunun -2006 yılındaki Dilekçe Komisyonu- bazı sivil toplum kuruluşlarının tabela kirliliğine uyarı niteliğindeki başvurusuna verdiği yanıtta görüldü. Komisyon yazılı kararında “Tabela kirliliği, Avrupa Birliğine üyelik sürecinde, ülkeler arası ilişkilerin zorunlu kıldığı bir gelişmedir. Yabancı sözcükler dili zenginleştirir.” diyordu. Oysa Avrupa Birliği üyesi Fransa ve Almanya, İngilizce salgınından kendilerini korumak için yoğun bir çaba göstermekteydiler. Bizde ise bir ulusu ulus yapan temel ögenin dil olduğu, ulusun parçalanmasına yol açan en etkili yolun da kültür ve dilin yozlaşmasından geçtiği unutulmaktaydı.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin bugün kendi ana dilini korumak için önlemler alma durumuna gelmiş olması çok düşündürücüdür. Dilin bozulmasında siyasal iktidarlar kadar hiç kuşku yok ki üniversitelerin, Millî Eğitim Bakanlığının, şirketlerin ve adını sıralayabileceğimiz çeşitli toplumsal birimlerdeki iktidarların yani yetki gücü olanların payı büyüktür. Ama en büyük pay, hiç kuşku yok ki, yeni bir emperyalizm türü olan küreselleşmenin tek tipleştirme politikasına aittir. Sovyet rejiminin yıkılmasından sonra dünyaya egemen olan tek kutuplu otorite, yayılmacı siyasetini gelişmiş Batılı ülkelerde kültürel boyutlarıyla sahneye koyarken toprak ve yer altı zenginlikleri olan, yeni yatırımlara açık Türkiye ve Orta Doğu ile Asya ülkelerinde kültürel-ekonomik sömürü mekanizmasını harekete geçirerek uyguluyor. Yani ne yapıyor? O ülkelerin yaşam kültürlerine, gelenek göreneklerine, ekonomilerine, eğitim sistemlerine, konuştukları ana dillerine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine sızarak, yerleşik tüm değerlerini altüst ederek bu işi gerçekleştiriyor. Türkiye’de iktidarın zaafları yüzünden bu yeni emperyalist yayılmacılıktan en büyük payın alındığını gözlemlemekteyiz ne yazık ki. Ülkemiz bir yandan bu emperyalist gücün Orta Doğu coğrafyasındaki ekonomik ve siyasal çıkarlarına zorunlu hizmet verme durumuna düşürülüyor, öte yandan yozlaşmış, kültürsüz yaşam biçimini bilinçsizce sahipleniyor. Dilimiz, ozanımızın deyişiyle ses bayrağımız, o ölçüde saygıya layık olan ses bayrağımız, güzel Türkçemiz ise bundan en büyük zararı görüyor. Çünkü emperyalist güçler, bir ulusun yok edilmesinin ilk aşamasının o ulusun ana dilini ele geçirmekten geçtiğini, bununla başladığını çok iyi biliyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki bozulma ve yozlaşmanın araştırılması komisyonunun hazırladığı rapor, genel yapısı ve içeriği ile dilimize ilişkin bilgilendirici örnekler vermektedir. “Çözüm önerileri” bölümü, uygulama olasılığı tartışmalı da olsa bir yaptırım gücü olmadığı için, içerik ve kapsam bakımından zengindir. Ancak CHP Grubu olarak biz, Türk Dil Kurumunun Başbakanlığa bağlı bir devlet kurumu ya da akademi değil de özerk bir kurum olmasından yanayız. Buna ek olarak okul öncesi eğitimde üç-beş yaşındaki çocukların oynadığı bilgisayar oyunlarını ve kahramanlarını Türkleştirmek ve Türkçeleştirmek -ibare bu şekilde geçiyor- yerine Türkçede özgün bilgisayar oyunları üretmenin daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Metin içerisinde kullanılan, araştırma komisyonu raporu içerisinde kullanılan örneğin “ifade, kabiliyet, hafıza, hata, unsur, fert, muhtemel, vasıf, test etmek, tedbir, tercüme, seviye” ve benzeri gibi yüzlerce sözcüğün yerine kendi kendimizle tutarlı olmak için en azından “anlatım, yetenek, bellek, yanlış, öge, birey, olası, nitelik, sınama, önlem, çeviri, düzey” ve benzeri gibi çok yaygın biçimde benimsenmiş yeni Türkçelerinin kullanılması daha iyi olurdu kanısındayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007 yılı baharında yapılan cumhuriyet mitinglerinde meydanlara toplanan milyonlar ulus devletimizin temel değer ve ilkelerini, ulusal onur ve bağımsızlığımızı savunmadaki kararlılıklarını dile getirdiler. Tekrar ediyorum: Ulus devletimizin temel değer ve ilkelerini, ulusal onur ve bağımsızlığımızı savunmanın ne kadar önemli olduğunu dile getirdiler. Siyasal, ekonomik ve kültürel bağımsızlığımıza göz dikmiş olan küreselcilere iktidarın “hayır” demesini, “hayır” dememizi, yer altı ve yer üstü kaynaklarımızın yağmalanmasına izin verilmemesini istediler. Bunun tabii bugün üzerinde konuştuğumuz konuyla çok yakından bir bağlantısı var. Dilimiz de temel değerlerimiz arasında.

Ülkemizi bir sömürgeye dönüştürmek isteyenlere, yine meydanlara toplanmış olan bu milyonlar, ulusalcı, laik ve antiemperyalist güç birliğimizi açıkça gösterdiler. Kısacası, geçtiğimiz baharda sivil toplum örgütlerimiz, halkımız, gerekli ve zorunlu gördükleri bir uyarı görevini yaptı. Şimdi görev, içinde bulunduğumuz bu dar geçitte, terör olayları yaşanırken, bütün dünya ekonomik bir kargaşa içerisinde iken kendi ekonomik ve siyasal bağımsızlığımızı, kendi kararlarımızı kendimizin alabileceği siyasal iradeyi bu yüce milletimizin Türkiye Büyük Millet Meclisinde göstermesidir.

Ses bayrağımız Türkçemizin ve tüm öteki değer ve ilkelerimizin Mustafa Kemal’in Meclisinin güvencesinde olduğunu düşünmek istiyoruz, buna inanmak istiyoruz, bunu gerçekleştirmek istiyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Arat.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Metin Ergun konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Ergun.

MHP GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, bayram sevincimizi hüzne dönüştüren, Türk milletinin  ve Türk devletinin varlığına kasteden son hain terörist saldırı neticesinde şehit olan askerlerimize yüce Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine başsağlığı diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin verilen önergeler ve komisyon raporuyla ilgili, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, şahsım ve partim adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama Çinli düşünür Konfüçyüs’ün dilin önemini ortaya koyan şu sözleriyle başlamak istiyorum. Konfüçyüs’e “Bir ülkenin yöneticisi olsanız ilk yapacağınız iş ne olurdu?” diye sorulduğunda “İşe, hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle başlardım.” şeklinde cevap vermiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: “Dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılamazsa âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.” demiş. Milattan önce 551 ile 479 yılları arasında yaşayan Konfüçyüs bundan iki bin yıl kadar önce “Hiçbir şey dil kadar önemli değil.” derken, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de benzer düşünceden hareketle devletimizi kurar kurmaz ele aldığı ilk konulardan biri de dil meselesi olmuştur. Ulu Önder, daha 20’nci yüzyılın başlarında Türkçenin Türk milleti ve devleti için önemini şu sözlerle ifade etmiştir: “Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”

Sayın milletvekilleri, işte Atatürk’ün belirttiği bu kutsal hazinemiz ne yazık ki son dönemde layıkıyla korunamamıştır. İnsanoğluna yaradılışla birlikte bahşedilen dil yetisi ve konuşabilme yeteneği, onu diğer canlılardan ayıran ve üstün kılan en temel özelliktir. Bilindiği üzere insanın en önemli özelliği düşünebilmesi ve muhakeme edebilmesidir. İnsanın düşünme, muhakeme ve konuşma özelliği dil ve düşünce arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koyar. Pek çok dil bilimciye göre dil düşüncenin yuvasıdır, evidir. Yani düşünce ancak dille hayat bulur ve yine dil sayesinde geliştirilerek aktarılabilir. Dil, insana düşünce üretebilme, geçmişini hatırlama, düşüncelerini açıklama, gününü yaşama ve geleceğine yön verme bakımından en etkin amildir. Dil, ferdî ve millî kimliğimizin oluşmasındaki en temel unsurlardan biridir. Dil, milleti meydana getiren fertleri, duygu, düşünce, hayal ve dış dünyayı algılama bakımından birbirine yaklaştırır, yani milleti oluşturan fertler arasında birleştirici bir rol oynar, aynı zamanda millî şuurun oluşmasında ve gelecek nesillere aktarılmasındaki en önemli vasıtadır. Birey ve millet hayatında bu denli önemli bir yere sahip olan dilin bilinçle kullanılması ve şuurla işlenmesi gerekmektedir. Ne yazık ki günümüzde bu konuya gerek bireysel gerekse kurumsal olarak gereken özen gösterilmemektedir. Yani günümüzde Türkçenin kullanımında tam bir özensizlik söz konusudur. Bu yüzden milletçe zihnimiz bulanık, dilimiz karışık, iletişimimiz eksiktir. Günümüzde Türkçeye  gereken önemin verilmediği malumunuzdur. Dilimiz, gerek teknolojik gelişmeler gerek ekonomik değişmeler gerek toplumsal ve siyasal birtakım etkenlere bağlı olarak artan bir hızla gün geçtikçe bozulmaktadır. Buradan hareketle, dilimizin karşı karşıya bulunduğu sorunları ana başlıklarla şu şekilde ifade etmek mümkündür:

Birincisi: Yabancı dille yapılan eğitimin yaygınlaşması. Pek çok sorunda olduğu gibi Türkçenin kullanımında görülen aksaklıkların da temelinde eğitim sürecindeki eksiklikler bulunmaktadır. Gelişen ve sınırları daralan 21’inci yüzyıl dünyasında yabancı dil öğrenmenin önemi ne yazık ki yanlış değerlendirilerek yabancı dille eğitime dönüştürülmüştür. Ülkemizdeki eğitim kurumları içinde yabancı dille eğitim vermenin bir prestij unsuru olarak algılanması Türkçenin geri plana itilmesine yol açmıştır.

İki: Yabancı dilden alınan kelimelerin kullanma sıklığının artması. Gelişen teknoloji ve toplumlar arasındaki sıklaşan ilişkiler dillerin de karşılıklı olarak birbirini etkilemesi sonucunu doğurmuştur. Ancak, son yıllarda İngilizcenin başta ekonomik ve siyasal gerekçeler olmak üzere pek çok etkenin etkisiyle hızla yaygınlaşması pek çok dili olduğu gibi Türkçeyi de etkilemektedir. 19’uncu yüzyılın başında Fransızca etkisiyle başlayan yabancı dillerden alınma kelime kullanma hastalığı, yerini günümüzde İngilizce kelimelere bırakmıştır. Gelişen teknolojiye ve yeni üretilen kavramlara uygun karşılıkların bulunmaması, dilimizi olduğu kadar düşünce dünyamızı da olumsuz yönde etkilemektedir. Yabancı dilden alınan kelimeler yanında, alfabemizde bulunmayan bazı harflerin de yaygın olarak kullanılmaya başlandığını görmekteyiz. “Q, x, w” gibi harflerin, mesela aqualand, expo, show, winsa gibi örnekler başta olmak üzere, sıkça kullanıldığını görmekteyiz.

Yazılı ve görsel basındaki yanlışlıklar ki en etkili olanı da budur. Günümüzde yazılı ve görsel basının kitleler üzerindeki etkisi daha belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Halkın gündelik hayatında temel bilgi edinme vasıtası konumuna yükselen yazılı ve görsel basın, kullandığı dille de halkı etkilemektedir. Özellikle yanlış kullanımların yaygınlaşmasında ve bu kullanımın normalleşmesinde basının etkisi oldukça önemlidir. Son yıllarda etkisi belirginleşen görsel iletişim kurumları, başta kurum ve program adları olmak üzere, Türkçe olmayan isimlere yer vermektedirler. Mesela “Turkish pop, talk show, reality show; Futbolig, Santra, Apolitik, Show Party; Number One TV, Klas FM, Best FM, Radyo Mega, City FM, Joy FM…” Bu kurumların hepsi ne yazık ki Türkiye’dedir.

Yazılı ve görsel basındaki bu yanlışlıklar özellikle konuşma dilini doğrudan etkilemekte, yanlış ve özensiz kullanım yaygınlaşmaktadır. Argo ve kaba ifadelerin dilin günlük kullanımı şeklinde sunulması, yanlışın yaygınlaşmasına sebep olmaktadır.

Yazılı ve görsel basındaki dil yanlışlıklarının özellikle reklam metinlerinde sıkça kullanıldığına şahit olunmaktadır. Oysaki, reklam metni yazarları ve reklam yaratıcıları dilin insan üzerindeki etkisini en iyi bilenler olmalarına rağmen, bu konuda ciddi bir hassasiyet göstermemektedirler. Reklam metinlerinde ilgi çekme unsuru olarak standart Türkçenin dışına çıkma yöntemi günümüzde sıkça kullanılmaktadır.

Yazı birliğinin sağlanamaması: Türkçenin kullanımında görülen yanlışlıkların özellikle yazı dilindeki karşılığını oluşturan imla meselesi çözülmemiş problemlerden biridir. Yazı dilimizde görülen yanlışlıklar kadar, bu yanlışlıklara zemin hazırlayan imla kurallarındaki farklılaşmalar da önem arz etmektedir. Farklı dönemlerde, siyasi bakış açıları doğrultusunda yazı diline müdahale edilmesi, yazı dili birliğinin oluşmamasına da zemin hazırlamıştır.

İşyeri isimlerinin yabancılaşması: Dil, milletin ve devletin bütün faaliyet alanı içinde en temiz, en duru, en doğru şekliyle işletilmek zorundadır. Bugün dilimiz ne yazık ki bu durumda değildir. Türkçe, çarşı, pazar, cadde, ticaret, turizm, iletişim ve benzeri alanlardan hızla çekilmektedir, âdeta Türkçe günlük konuşma alanına sıkışmış bir hâldedir.

Ülkemizde son yıllarda sıkça dile getirilen problemlerden biri de ekonomik hayatta iş yeri isimlerinin yabancılaştırılmasıdır. Yabancı kelimelerle süslü konuşmanın revaçta olması gibi, yabancı kelimelerle adlandırılan iş yerlerinin de revaçta olduğu bir gerçektir. İnsanımız yaşadığımız şehirlerdeki tabelalara baktığında sanki kendi ülkemizde değil de yabancı bir ülkede yaşıyormuş hissine kapılır. Başta Başkentimiz Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerin çoğunda iş yeri adları büyük oranda Türkçeden uzaklaşmıştır. İş yeri adlarında görülen plaza, showroom, center, mall ve benzeri ifadeler yaygınlaşarak artmaktadır. Bu özenti o kadar ileri boyutlara ulaşmıştır ki berber dükkânından kasaplara ve manavlara kadar yaygınlaşmıştır.

Yabancı kısaltmaların yaygınlaşması ve söyleyiş bozukluğu: Özellikle teknolojideki hızlı gelişmeler dilimizde olmayan bazı yeni kavramların yabancı dillerden aynen alınmasına ve kısaltmaların yaygınlık kazanmasına yol açmıştır. Gündelik hayatımıza iyice yerleşen ADSL (eydiesel), MSN (emesen), CD (sidi), DVD (dividi), SMS (esemes), e-mail bu yolla dilimize girmiş ve yerleşmiştir. Kısaltmalarda görülen bu aksaklıklar sadece teknolojik ürünlerle bağlantılı değildir. IMF (ayemef), NTV (entivi), CNN Türk (sienen Türk) gibi örnekleri bu yanlışlardan sadece birkaçıdır.

İletişim teknolojilerindeki altyapı yetersizlikleri: Özellikle iletişim teknolojilerindeki altyapı yetersizlikleri, başta cep telefonları ve bilgisayar yazılımlarında Türkçenin yaygınlık kazanmaması dile de yansımaktadır.

Cep telefonları mesajlarında Türkçe karakterlerin kullanımında karşılaşılan sıkıntılar: Mesela “Ğ” harfiyle bir mesaj çekerseniz bu hemen hemen seksen karaktere eş değerdedir, dolayısıyla o kadar da ücreti artmaktadır. Bilgisayar yazılımlarının doğrudan İngilizceden bozuk bir Türkçeyle çevrilmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere altyapı yetersizliği, insanları Türkçenin bozuk kullanımına zorlamaktadır.

Türkçenin kullanımındaki bu bozulmanın temelindeki başlıca sebepleri şu başlıklar altında toplamak mümkündür:

1) Ne yazık ki Atatürk döneminden sonra üzerinde uzlaşılan millî bir dil politikası geliştirme anlayışı terk edilmiştir.

2) Başlangıçta da belirttiğimiz gibi milleti millet yapan temel unsurların başında dil gelmektedir. Bu sebeple dilin bilinçle kullanılması ve şuurla işlenmesi, bireyde ve millette bir dil bilincinin oluşturulmasıyla ancak sağlanılabilir.

3) Türkçe öğretimine eğitimin her kademesinde gerekli özenin gösterilmemesi ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Başta öğretmen eğitimi olmak üzere bu alandaki yetersizliklerin süratle giderilmesi gerekmektedir.

Bir diğer madde: Bir çok ülkede olduğu gibi Türkçe için de bir gümrük duvarının oluşturulması gerekmektedir. Sayın İnce’nin belirttiği örnekte olduğu gibi Çinliler kendilerine göre bir gümrük duvarı oluşturmuşlar.

Özellikle teknoloji ile birlikte ortaya çıkan yeni kavramlara uygun terimlerin üretilmesi şarttır. Terim üretiminde teknolojik ürünün yaygınlaşmasının öncesinde terimlerin üretilmesi önem arz etmektedir. Türkçenin korunması ve geliştirilerek güçlendirilmesinde başta bireyler olmak üzere pek çok kuruma sorumluluklar düşmektedir.

Bilindiği üzere dil edinimi ilk olarak ailede başlamaktadır. Bu sebeple özellikle aile bireylerinin bilinçlendirilmesine önem verilmeli ve ilgili kurumlar vasıtasıyla eş güdüm içinde gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

Görsel basında küçük yaştaki çocuklar için hazırlanan yayın kuşaklarında Türkçenin güzel kullanımını özendirecek programlara yer verilmelidir.

Özellikle okul öncesi eğitimde Türkçeyi doğru kullanma becerisinin, çocukların dil gelişim seviyelerine uygun olarak hazırlanmış programlarla yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu eğitim anlayışının başta ilköğretim olmak üzere, ortaöğretim ve yükseköğretimde de aynı bilinçle devam ettirilmesi sağlanmalıdır.

Eğitim sürecinde başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere Yükseköğretim Kurumu ve ÖSYM arasında eş güdüm sağlanarak Türkçe becerisi sadece testlerle ölçülen ders olmaktan çıkarılmalıdır. Eğitim sürecinde bireylerin başta okuma, yazma, konuşma ve dinleme gibi dil becerilerinin geliştirilmesine ağırlık verilmelidir.

Yazılı ve görsel basında Türkçenin doğru kullanımını sağlamak üzere, gerekli niteliklere sahip uzmanların görevlendirilmesi zorunlu hâle getirilmelidir. Türkçe uzmanları, sadece basılı ve görsel basında değil, başta Başbakanlık ve Radyo ve Televizyon Üst Kurumu olmak üzere gerekli görülen devlet kurumlarında istihdam edilmelidir. Bu yolla Türkçenin resmî yazışmalarda da doğru kullanımı sağlanmış olacaktır.

Ayrıca, kurumların bünyesinde oluşturulacak hizmet içi kurslarla devlet memurlarının Türkçeyi doğru kullanma alışkanlıkları geliştirilmelidir.

Yazılı ve görsel yayınlarda Türkçe kullanım yanlışları çok olan kuruluşlara cezai yaptırım uygulanması gerçekleştirilmelidir. Bu normalde olması gerekir ama bugüne kadar şahit olmadık.

Benzer şekilde, iş yeri isimlerinde -uluslararası markalar hariç- yabancı kökenli kelimeleri isim olarak tercih eden kurumlara ek mali yaptırımlar uygulanmalıdır. Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için yasal bir düzenlemenin de yapılması artık zorunludur.

Ayrıca, millet adına siyaset yapan ve her zaman millet huzurunda olan siyasetçilerimiz, ülkenin siyasi ve ekonomik çıkarlarına hizmet etmenin yanı sıra Türk milletine ulaşmada en temel araçları olan Türkçe konusunda da duyarlı olmalıdır. Siyaseti millete ve devlete hizmet aracı olarak görmekle yükümlü olan siyasetçi dil konusunda da topluma örnek olmalıdır. Türk milletine hitap eden siyasetçi, açık, sade, anlaşılır bir Türkçe kullanmalı ve konuşması toplumun her kesimi tarafından anlaşılmalıdır. Siyasetçi, Türk dilinin söyleyiş ve gramer özelliklerini bilmeli ve konuşmalarında buna riayet etmelidir. Siyaseti hitabet sanatından bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bundan dolayı da siyasetçi, vurgu ve tonlamaya dikkat etmenin yanı sıra, kelimeleri doğru kullanmaya ve telaffuz etmeye, doğru ve kurallı cümleler kurmaya, sığ düşüncenin yansıması olarak nitelendirilebilecek argo ifadelerden, mesela son günlerdeki “alçak”, “şerefsiz”, “müfteri” ve benzeri ifadelerden uzak durmaya dikkat etmelidir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tam on bin altı yüz cümleden oluşan Nutuk’unu inceleyen dil bilimciler, sadece ve sadece üç cümlede anlatım bozukluğu, özne-yüklem uyumsuzluğu tespit edebilmişlerdir ki, bunun da büyük oranda basım hatasından kaynaklanmış olabileceği düşünülmektedir. Günümüz siyasetçilerinin de Türkçe kullanımlarını bu bakış açısıyla yeniden değerlendirmeleri gerekmektedir. Ancak ne yazık ki bu çatı altında kanunlaştırılan -ne yazık ki diyorum- metinlerin birçoğu üniversitelerin Türk dili bölümlerinde Türkçenin yanlış kullanımına örnek gösterilebilecek niteliktedir. Dolayısıyla, dil, yani Türkçe uzmanına öncelikle yüce Meclisimizin ihtiyacı vardır.

Sonuç olarak, Türkçenin kullanımı ile ilgili sorunların çözümü bu çatının altındadır. Siyasi iradenin göstereceği kararlılık toplumun her kademesi için örnek teşkil etmeli ve sorunların çözümü için zemin hazırlamalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergun.

Değerli milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.02

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.16

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

284 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili İbrahim Kavaz’a aittir.

Buyurunuz Sayın Kavaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM KAVAZ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi ve şahsım adına, 3 Ekim 2008’de Aktütün Karakolumuzda işlenen menfur cinayetleri nefretle kınıyor, 17 vatan evladımıza rahmet, şehitlerimizin ailelerine başsağlığı diliyor, milletimizin başı sağ olsun diyorum.

Bugün, ben de Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve etkin kullanımı için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen önerge üzerinde AK PARTİ  Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Evvela, komisyonun hazırlamış olduğu rapor iki ana bölüm hâlinde oluşturulmuş ve birinci bölüm “Türkçenin bugünkü durumu ve sorunları ile sebepler” olarak tespit edilmiş, ikinci bölümde de “çözüm önerileri” ortaya konulmuş bulunmaktadır.

Evvela, şunu da ifade edeyim ki, bu yüce Meclis, bütün iktidarıyla, muhalefetiyle, bütün partileriyle Türkçe üzerinde konuşan arkadaşlarımızın, farklı çözüm önerileri ifade etmekle beraber, Türkçeye bir millî mesele olarak bakmaları, Türkçenin tarihî seyir içindeki gelişimini yabana atmadan Türk diline sahip çıkmaları noktasında memnuniyet verici bir birliktelik göstermeleri, değerli konuşmacıların önerilerdeki farklılıklara rağmen ortak temel meselede birleşmelerinin şahsım adına memnuniyet verici bir gelişme olduğunu özellikle belirtmek isterim. Zira dilin bir milletin ve toplumun varlığı için taşıdığı değer çok yüksek ve çok önemlidir. Dil, millî birlik ve bütünlüğü kuran, koruyan en önemli araç durumundadır. Bir topluma millet niteliği kazandıran ve o topluma özgü gelişmiş bir dilin varlığıyla millet hayatı mümkün oluyor.

Dil, aynı zamanda düşüncenin de kaynağıdır. İnsanoğlu kafasındaki düşünceleri, yüreğindeki duyguları sözlü ve yazılı olarak ancak dille ifade edebilir. Bu bakımdan dil, aynı zamanda bir düşünce aracıdır. İnsan kafasının içinde şekillenen yüksek düzeydeki düşünceler, yaratıcılık, ancak yüksek düzeyde bir dilin varlığıyla ortaya çıkabilir. Dil yetersiz olursa yaratıcılık da körelir ve söner.

Dil ile kültür arasındaki bağlantı çok önemlidir. Dil, bir kültür hazinesidir ve kültürün aynasıdır. Çünkü, bir toplumun yüzyıllar boyunca birlikte geldiği bütün değerler dil ile aktarılır ve dille korunur. Dolayısıyla, dil ile kültür arasında sıkı bir bağlantı vardır. Dil, kültür zenginliğinin göstergesidir. Kültür bakımından yüksek düzeyde olan milletlerin dilleri de zengindir, anlatım olanakları geniştir. Gelişmiş bir dil, edebiyat, sanat, bilim ve felsefe alanlarında üstün değerli eserler ancak dil ile ortaya konabilir. Dil ile kültür arasındaki bu sıkı bağlantı dolayısıyla dil, aynı zamanda kültür değerlerini geleceğe aktarma aracıdır. Dil olmadan birikimler geleceğe aktarılamaz. Dil bütün bu özellikleriyle bir millet için kimlik belgesi niteliğindedir. Eğer bu kimlik belgesi, zaman içinde yozlaşarak eriyip kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, o dili konuşan toplum veya millet, kimliğini, varlığını yitirir, erir, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Değerli milletvekilleri, bir kelimenin Türkçe sayılıp sayılmamasının ölçüsü onun kökeni değildir; ses yapısı, zevk ölçüsü, kullanılış şartları ve anlam bakımından o kelimelerin dilde yerleşmiş ve herkes tarafından anlaşılır olup olmamasıdır ölçü.

Her dil gibi Türkçe de çeşitli tarihî, sosyal ve kültürel şartlara bağlı olarak varlığı boyunca hem kendisi Arapça, Farsça, Rumca, Macarca, Bulgarca, Sırpça gibi dillere kelimeler vermiş hem de Çince, Hintçe, Arapça, Farsça, Rumca, Fransızca gibi dillerden kelimeler almıştır. Bunlar içinde bağlı bulunduğumuz ortak medeniyet alanı dolayısıyla Arapça ve Farsça kelimeler ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Dil, bu kelimelerden bir kısmını kendi kural ve kalıplarının süzgecinden geçirerek Türkçeleştirdiği için “caharmeşu” çamaşır, “caharşu” çarşı, “ceharşembe” çarşamba, “sukak” sokak, “tahtı kala” Tahtakale, “tavila” tavla, “dahl” tahıl olmuş, ta ki “tarit”, “tirit” örneklerinde görüldüğü gibi bunlar halkın diline kadar girmiş, benimsenmiş, şekil ve anlam bakımından öteki Türkçe kelimelerden ayırt edilemez bir duruma gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, Türkçe, yeryüzünün en güçlü ve en köklü dillerinden biridir. Yapılan araştırmalar yüz altmış sekiz kadar Türkçe kelimenin Sümercede kullanıldığını ortaya koymuştur. Türkçe, Sümerceye kelime verdiğine göre Sümerceyle de yaşıt bir dildir. Bugün “Sümerce” diye bir dil yoktur, ancak Türkçe dimdik ayaktadır.

Bizim yazı dilimiz Orhun Abideleri’yle başlar. Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk ile Türkçenin Arapça kadar güçlü bir dil olduğunu, Araplara Türkçeyi öğretmek maksadıyla da bu Lûgat’ı yazdığını ifade eder.

Türkçenin güç kaynağı yaygınlığı, yapısı ve söz varlığındadır. Türkçe yaygın bir dildir. Yeryüzünde konuşucu sayısı 100 milyonun üzerinde diller sıralamasında 5’inci sırada yer almaktadır.

Türkçenin önemli güç kaynaklarından biri de yapısıdır. Türkçede hangi sesten sonra hangi sesin geleceği yahut gelmeyeceği, hangi eklerin gelebileceği ya da gelmeyeceği bellidir. Yabancı bir bilim adamının araştırması ana dilini dil bilgisi kurallarına göre en erken Türk çocuğunun öğrendiğini ortaya koymuştur.

Türkçenin zengin bir söz varlığı vardır. İlk Türkçe sözlük niteliğindeki Divanü Lûgat-it-Türk’te yaklaşık 8.500 sözcük yer almıştır. Türk Dil Kurumunun “Güncel Türkçe Sözlük” adını verdiği ve bilgisayar ortamında da sözlüğünde yazı dilinin söz varlığını ortaya koyduğu bir dilde bugün 112 bin kelime bulunmaktadır. Bölge ağızlarımızın söz varlığı ile bilim ve sanat tarihimiz yaklaşık 600 bine ulaşan zenginliğe sahiptir. Deyimlerimiz, atasözlerimiz, bütün bunlar Türkçenin zenginlikleriyle ilgilidir. Türkçemizdeki renk adlarını, akrabalık isimlerini ifade eden özel kelimeler Batı dillerinden çok fazladır.

Günümüzde gazeteler, dergiler, kitaplar, uydu yayınları ve elektronik ortamdaki yayınlar, öğretim kurumları, bilişim uygulamaları aracılığıyla Türkçe, dünyanın dört bir köşesinde konuşulmuş, konuşulmaktadır, konuşuluyor, yazılıyor ve yaşıyor. Bundan dolayı da Türkçe, yaşayan güçlü bir dildir.

Türkçe, yaygın, güçlü, zengin, yaşayan eski bir dil olmasına karşı bazı olumsuzluklar yaşamaktadır. Bu olumsuzlukları da şu şekilde ifade edebiliriz: Bunlardan başta kitle iletişim araçlarında yaşanan olumsuzluklar, kitle iletişim araçlarındaki yanlış kullanımlar, yabancı kökenli özenti sözcükler dildeki olumsuzlukları hızlı bir biçimde yaygınlaştırmıştır. Radyo ve televizyonda doğru, güzel, örnek Türkçe ile yayın yapılırsa o zaman toplumda da doğru, güzel, örnek Türkçe yayılacaktır. Son yıllarda kitle iletişim araçlarında kullanılan birtakım yanlış ifadeler, anlamsız sözler ve sözcüklerin yanlış biçimde kullanılması artık son derece yaygınlaşmıştır. Bu yanlışları şu şekilde ifade edebilirim birkaç örnekle: Radyo ve televizyon yayınlarındaki söyleyiş bozuklukları, ses düşmeleri; uzun ünlülerin kısa, kısa ünlülerin uzun söylenmesi gibi vurgu yanlışları yapılması; kısır söz varlığı, radyo ve televizyon yayınlarına Türkçenin zenginliğinin yeterince yansımaması, kaba dil kullanımı, gereksiz yere yabancı kelimelerin kullanılması, kelimelerin yanlış yerde ve yanlış biçimde kullanılması, yöresel söyleyişlerin baskın olduğu diziler ve gösteri programları, yabancı kelime kullanımını özendiren yabancı adlı televizyon kanalları, radyo istasyonları, çeşitli radyolar, televizyonlarda alt yazılarda yapılan yazım yanlışları, reklamlarda Türkçenin kurallarına aykırı ifadelerin kullanılması.

İkinci olarak basın dilinde yaşanan olumsuzluklar: Yine, imla yanlışları, kısır söz varlığı, Türkçe karşılığı bulunan kelimelerin yerine gereksiz biçimde yabancı kelimelerin kullanılması, reklamlarda yabancı kökenli kelimelere ve adlara aşırı ölçüde yer verilmesi ve kelimelerin yanlış anlamda kullanılması birkaç örnektir.

Yine, ticari hayatta yaşanan olumsuzluklar: İş yerlerinde yabancı markalara, temsilciliklere, bayilerle ilgili olmayan yabancı adların kullanılması; yerli ürünlerde yabancı kökenli adların kullanılması; ürünlerin kullanım kılavuzlarında, bilgi etiketlerinde, tanıtımlarda Türkçeye yer verilmemesi.

Klavye problemi dolaylı yoldan yaşanan sorunlardan sadece bir tanesidir. Türkçeye en uygun klavye de herkesin bildiği gibi F klavyedir, Türkçede en fazla kullanılan harfler en uygun yerlere yerleştirilmiştir, bu yerleşim Q klavyede çok ilgisiz yerlerdedir.

Yine, problemlerden birisi de Avrupa Birliğinde Türkçe meselesidir. Avrupa Birliği ülkelerinde 5 milyona yakın Türk vatandaşı yaşamaktadır. Avrupa Birliğinde, bir dilin egemenliği değil, üye ülkelerin dillerini göz önünde tutan bir dil politikası görülmektedir. Yani Avrupa Birliğinde bir dilin egemenliği asla söz konusu değildir. Birlik üyesi her ülke kendi dilini bir adım daha öne geçirmek için çok büyük bir çaba içerisindedir. Fransızlar, İspanyollar, İtalyanlar, Almanlar gibi ülkeler ana dillerini Birlik içinde daha etkin duruma getirmeye çalışmaktadırlar.

Yerel dillerin korunmasını amaçlayan Avrupa Birliği, bu ölçütler ile dilleri şu şekilde gruplandırmaktadır:

Avrupa Birliğine üye ülkelerin ulusal, resmî dilleri: 2005’teki üyeler ile bu 20’ye çıkmıştır. Birlik bu dilleri “Kongre Dilleri” diye bir başka grupta değerlendirmektedir.

İki: Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan ve çalışan, Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerin vatandaşlarının dilleri, yerel Avrupa dilleri. Avrupa Birliği Türkçeyi bu gruba dâhil etmiştir ki bunun karşısında biz Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizde büyük bir mücadele vermek durumundayız ve dünyada 5’inci en çok konuşulan bir dilin mutlak surette, Avrupa’nın içinde de etkin yerini almasını sağlamamız gerekmektedir.

Avrupa Birliği ülkelerinin öğretim kurumlarında öğretilen yabancı diller 6 tanedir. Yaklaşık 5 milyon Türk’ün yaşadığı Avrupa Birliği ülkelerinde Türkçe resmî bir dil değil, bundan dolayı da öğretimi yapılan diller arasında yer almamıştır, ancak özel ders olarak okullarda ders saati dışında öğretilmesine izin verilmiştir. Bu uygulama çocukların okul dışı saatlerini daraltması sebebiyle de ailelerce tercih edilen bir uygulama değildir. Avrupa’da yaşayan Türk çocuklarının Türkçe öğrenme sorunu önemlidir. Yukarıda ifade ettiğimiz sorunlara karşı Türk Dil Kurumunun yapmış olduğu çalışmalar vardır ve bu çalışmaları da fazla zamanınızı almamak için arz etmek istemiyorum. Dil Kurumu bu hususta birtakım çalışmalar yapmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere yine Dil Komisyonunun raporundan bazı bölümler ifade ederek konuşmamı devam ettirmek istiyorum. Burada, öncelikle, bugünkü Türkçenin durumu nedir, bunu kısaca ifade edeceğim: Türkçenin bugünkü durumunu anlamak için Tanzimat Döneminden meseleyi ele almak doğru olur. Türkiye Türkçesinin oluşmasının tarihi Tanzimat yıllarına kadar uzanmaktadır. Tanzimat Döneminde dildeki mevcut Arapça ve Farsça unsurlara ek olarak Batı dillerinin, özellikle Fransızcanın etkileri sezilmeye ve görülmeye başlanır. Servet-i Fünun  ve Fecr-i Ati Dönemlerinde Türkçe, özellikle edebiyat dilinde çok daha yoğun bir şekilde yabancı dillerin etkisinde kalır.

1911’den itibaren Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’ın ortaya koyduğu Yeni Lisan Hareketiyle Türkiye Türkçesinin temelleri atılır. Millî Edebiyat ve onu takip eden Cumhuriyet Döneminin ilk devrelerinde Türkiye Türkçesi en olgun seviyeye ulaşır. İlim, kültür, siyaset, eğitim dili olarak Türkçe, usta sanatkârların elinde gelişir, olgunlaşır. Türkiye Türkçesinin gelişmesi içinde Yeni Lisan Hareketinden sonra dil konusunda en geniş faaliyet Atatürk’ün önderliğinde yapılan dil çalışmalarıdır. 1928’de Latin alfabesinin kabulü, 1932’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk Dili Tetkik Cemiyetinin, diğer ifadeyle, bugünkü adıyla Türk Dil Kurumunun kuruluşu bu çalışmaların önemli halkalarını teşkil eder.

Bu dönemde Atatürk çeşitli etkiler altındaki -1934 yılında- dilimizi bütün yabancı kökenli kelimelerden arındırmak istemiş, ancak kısa zamanda bunun çıkmaz bir yol olduğunu fark ederek 1935 güzünde dilimize yüzlerce yıldan beri yerleşmiş olan kelimeleri atmaktan vazgeçmiştir. Bunun yerine bilim terimlerinin Türkçeleştirilmesine hız vermiştir.

Atatürk’ün ölümünden sonra tartışmalar artarak devam etti. 1960’lı yıllarda Türkçedeki bütün Doğu kökenli, yani Arapça ve Farsça kelimelerin dilden atılması çalışmalarına hız verildi. 60’tan sonra mesele toplumda kamplaşmalara yol açtı. Türetilen kelimelerin çoğu sözlüklerde kaldı. Gençlerin çoğu yeni kelimeleri öğrenemediği gibi, eski kelimeleri de unuttu. Böylece yeni nesillerin söz varlığı yoksullaştı. Kelime sayısının sınırlılığına eğitimdeki aksaklıklar eklenince genç nesiller meramlarını doğru dürüst ifade edemez oldular. Yazarken, konuşurken doğru cümle kuramaz hâle geldiler. Cumhuriyetin ilk yıllarında zengin bir kelime, ifade kabiliyetine ulaşan dil ve üslubumuzu böylece 1960’lardan sonra daha çok kaybettik.

1980’den sonra tartışmalar durulmaya başladı. Gelinen nokta hiç de iç açıcı değildir. Zengin ve güzel bir dilin yoksul ve çirkin kullanıcıları olduk âdeta. Genç nesillerin dil ve kültür hafızasında ne Dede Korkut, Yunus Emre ve ne de Karacaoğlan vardı; ne Fuzuli, Baki, Nedim ne de Namık Kemal, Tevfik Fikret yer alabildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

İBRAHİM KAVAZ (Devamla) - Abdülhak Hâmid, Halit Ziya, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Kemallettin Kamu, Reşat Nuri, Peyami Safa, Ahmet Hamdi, hatta Sait Faik ve Kemal Tahir, Ahmet Muhip, Necip Fazıl, Orhan Veli, Arif Nihat gibi şairler ve yazarlar gençlerimizin dil ve kültür hafızalarında giderek kayboldu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, aslında bu mesele üzerinde çok derin ve uzun konuşabiliriz fakat şununla noktalamak istiyorum: Türkçe, bizim için, milletimiz için millî bir hafızadır. Dil, geçmişi geleceğe taşıyan bir değerdir. Milletimizin kültür değerlerinin taşıyıcısı olan dilimizin her türlü ruh ve duygu hâlini ifadeye müsait bir genişlikte olmasıyla millî hafıza güçlenir. Bu güç, nesilleri birbirine bağlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız.

İBRAHİM KAVAZ (Devamla) – Hemen bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurunuz.

İBRAHİM KAVAZ (Devamla) – Dolayısıyla, bu güç, nesilleri birbirine bağlar. Dolayısıyla, dilin, geçmişi geleceğe bağlayan bir köprü olması sebebiyle her türlü yozlaşmaya ve bozulmaya karşı korunması gerekmektedir. Bu korunmanın özünü ise dil bilinci dediğimiz düşünce ve anlayış teşkil etmektedir. Nesilden nesile aktarılması gereken bu dil bilinci ise her türlü siyasi düşünce ve anlayışın üzerinde millî birlik ve bütünlüğümüzün bilinç hâlinde toplumumuzda açığa çıkması demektir.

Türkçe, dünyanın en eski, en güzel dillerinden biridir. Buna sahip olmak millî bir görevimizdir diyorum, heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kavaz.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Pervin Buldan konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Buldan. (DTP sıralarından alkışlar)

DPT GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üstüne Demokratik Toplum Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Dil, en genel tanımıyla, bir toplumun üyelerinin birbiri arasındaki ilişkilerde ifade etme, anlamlandırma, iletişim ve anlaşma sağlanmasının biricik yoludur. Dolayısıyla, her toplum, her ulus yüzyıllar içinde kendi dillerini oluşturmuş, kendi ifade yöntemlerini oluşturmuş ve bu oluşan dil ile de kendi varlıklarını sürdürmüştür. Bu durum yadsınmaz bir tarihsel gerçekliktir. Rapor da, giriş bölümünde “Diller her kavmin kendi toplum yapısına göre şekillenmiş özel birer anlaşma sistemidir.” demekle bu gerçeği ispat etmiştir.

İnsanlık tarihiyle beraber ortaya çıkan diller binlerle ifade edilmektedir. Ancak, bunlardan büyük çoğunluğu bugün kullanılmamakta ve bunlara “ölü diller” denmektedir. Bunlar artık ulusları olmayan, toplumları olmayan dillerdir. Örneğin, Sümerce, Hititçe, Urduca, Latince böyle dillerdendir. Ulusları olmayan ölü dil olmuşlardır. Bugün için ise sadece arkeolojik ve etimolojik çalışmalarda kullanılmakta ve akademik çalışmalara konu olmaktadırlar.

Türkiye’de konuşulan dillerden biri olan Türkçe ise Anadolu topraklarında çok uzun yıllar diğer başka dillerle beraber konuşma dili olmuş, ama yazı dili olamamıştır. Anadolu’da yaşayan diğer ulus ve toplumlarla beraber yasaksız, engelsiz, özgürce her ulus kendi dilini kullanmış, bu uluslar ve dilleri herkes tarafından kabul görmüştür.

Cumhuriyetin ulus oluşturma yönelimiyle beraber dil sorunu da ele alınmış, yapılan kimi çalışmalarla dil konusunda önemli aşamalar kaydedilmiştir. Ancak, bu çalışmaların kimi evreleri aşırılıklarla sakatlanmıştır. Bütün dünya dillerinin Türkçeden türediği yönündeki saptamalar, doğal olarak dünyadaki bütün ulusların Türklerden türediği sonucuna götürmüştür. Bilimsel olmaktan daha çok siyasi bir yönelim olarak değerlendirilmesi daha doğru olan bu yönelimden kısa zamanda vazgeçilmiştir, ancak yüzyıllardan beri çok dilli, çok kültürlü bir yaşamın zemini olan Anadolu topraklarında Türkiye'nin tek dili olması, başka dillerin tanınmaması, yok sayılması gibi bir yanlışın da başlangıcı olmuştur.

Sayın milletvekilleri, ana dili bir insanın kendini ifade ettiği en doğal dilidir ve tabii ki en doğal hakkıdır. Benim ana dilim Kürtçedir. Ben ana dilimde eğitim görmek istiyorum. Dilimin yasaklanmasından dolayı üzüntü duyuyorum. Dilimi konuşmak, dilimi korumak ve aynı zamanda geliştirmek istiyorum ama bunu yaparken bu toprakların, ülkemiz coğrafyasının tarihsel olarak çok kültürlü, çok dilli olduğunu unutmadan, yok saymadan yapmak istiyorum.

Bugün istiyorum ki Kürtçe, Ermenice, Rumca, İbranice, Çerkezce, Arapça, Süryanice, Keldanice ve bunun gibi diller özgürce, yasaklanmadan konuşulabilsin, yazılabilsin. Rapor bu yönüyle eksik ve sakattır değerli milletvekilleri. Bu düzeltilmediği sürece ne diğer dillerin ne de Türkçenin gelişemeyeceğini düşünüyorum.

Raporda doğru bir saptamayla Türkçedeki bozulmanın ağırlıklı olarak 80’li yıllarda başladığı söylenmektedir. Bu yıllar bozulmanın başlangıcıdır, ama aynı zamanda Türkçeden başka dillerin konuşulmasının yasaklandığı yıllardır da. Kürtçenin yasaklandığı ve hatta Kürt diye bir ulusun olmadığı devlet politikası olarak uygulanmaya konmuştur. Sonuç ortadadır. Bu durumdan Türkçe zarar görmüştür. “Bir ulusu yok sayacağım, dilini yok sayacağım.” dediğinizde, kendi dilinizde de bozulma başlamış demektir. Bu durumda ülkemiz Avrupa Birliği üyeliği için adaylık sürecine girmiştir, bu süreçle beraber uyum yasaları gündeme gelmiştir, demokratikleşme çabaları gündeme gelmiştir. Bunca demokratikleşme paketine rağmen, bunca anayasa değişikliklerine karşın, mevcut Anayasa’nın darbe anayasası olduğu büyük çoğunlukça kabul görmesine rağmen, bu Anayasa’nın antidemokratik hükümleri bir türlü temizlenememiştir.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; yakın zamanda kamu yönetimi altında bulunan TRT’de, coğrafyamızda kullanılan dillerde çok kısıtlı da olsa yayın yapılmaya başlandı. Bu dillerden biri de hepimizin bildiği gibi Kürtçedir. Ne çelişkidir ki TRT’de Kürtçe yayın yapılıyor, TRT Kürtçe bilen eleman arıyor, alıyor, ancak Kürtçe hâlen yok sayılıyor. Çok değil, on dört-on beş ay önce Diyarbakır Sur Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi görevden alındı ve haklarında idari ve adli soruşturma açıldı ve hâlâ devam etmektedir.

Peki, suçları neydi? Yolsuzluk mu yaptılar? Kaçakçılık mı yaptılar? Rüşvet mi aldılar? Hayır. Bugün burada konuştuğumuz dil sorunundan dolayı, kendi seçmenlerinin dilini de davetiyelerde, broşürlerde kullandıkları için görevden alındılar. Suç araçlarından biri, çocuklar için hazırlanan oyun kitaplarından birinin Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Süryanice, Keldanice dillerinde basılmasıdır.

Peki, size soruyorum: Ana dili Türkçe olan çocuğunuza okuması için Fransızca kitap alır mısınız? Çocuğun ana dili Kürtçe ise, Ermenice ise, Süryanice ise, Keldanice ise hangi dilde okuyabilecek, soruyorum size. Bunun bir adım sonrası, tıpkı 12 Eylül günlerinde olduğu gibi “Kürt diye bir millet yok.” demeye kadar gider. Dili bir baskı aracı, yasaklanacak bir araç olarak görürseniz, varacağınız nokta burasıdır.

Raporun (1.13.)’üncü bölümü “Avrupa Birliğinin Dil Politikası ve Türkçeye Bakış Açısı” adını taşımaktadır. Bu bölümde haklı olarak, Avrupa’da Türkçenin dışlandığı, özellikle Almanya’da bulunan yaklaşık 500 bin civarındaki Türk öğrencinin Türkçeyi ana dil olarak değil de yabancı dil olarak öğrenmek zorunda kaldığı eleştirilmektedir. Bu eleştiri baştan sona haklıdır. Avrupa’nın çok kimlikli, çok dilli yapısının övünülecek bir gelişme olarak Avrupa Birliği tarafından vurgulanmasına karşın Türkçenin bunun dışında bırakılması haklı olarak çifte standart olarak tespit edilmektedir.

Raporun söz ettiğimiz bölümünden aynen okuyorum: “Bu durum, ayrıca Avrupa Birliğinin çok kültürlülük, kültürlerin ve dillerin yaşatılması ve zenginleştirilmesi gibi temel insan hakları söylemiyle çelişkilidir. Avrupa Birliğinin bu çelişkisi ilgili başlıkların müzakeresinde dile getirilmeli ve düzeltilmesi için ısrarcı olunmalıdır.” Tamamına katılıyoruz hatta bu vurgu ve itirazın ülkemiz için de geçerli olmasını istiyoruz.

Ana dille ilgili konular, ülkemizin taraf olduğu, uymak ve uygulamak zorunda olduğu uluslararası sözleşmelerde açıkça yer almaktadır. Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 2’nci maddesine göre “Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.

Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun bir kimse hakkında uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.”

Benzer hükümler Avrupa Sosyal Şartı’nda ve Birleşmiş Milletlerin hazırladığı kimi sözleşmelerde de yer almıştır. Bunlardan biri de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 20 Kasım 1989’da kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’dir. Türkiye, 1990 yılında bazı maddelerine çekince koyarak imzalamıştır. Çekince koyduğu maddelerdeki -17, 29 ve 30’uncu maddeler- hükümlerin en önemlileri ise “Kitle iletişim araçlarının azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik edilmesi,” “Eğitimin çocuğun ana babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi” bentleridir.

“Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu devletlerde böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleriyle birlikte kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılmaz.” Bu, 30’uncu maddedir.

Biraz önce okuduğum raporun ilgili bölümündeki istek ve eleştirileri aslında burada izleyebiliyoruz. Ne olur bu çekinceleri kaldırsak; herkes ana dilinde eğitim görebilse ve kullanabilse, dilinden dolayı soruşturmaya uğramasa, tutuklanmasa, ceza görmese ne olur acaba? Türkiye mi bölünür? Avrupa Birliğinde 40 dil kabul edilmiş, 25’i Avrupa Birliğinin resmî dili olarak kabul edilmiş, rapordan okuduğumuza göre. Avrupa Birliği böyle yapmakla birlik sağlayabileceğini öngörmüş, bizse bölünmekten korkuyoruz.

Değerli milletvekilleri, gelin dil üstündeki bu yasakları kaldıralım, Türkçe de gelişsin, Kürtçe de, Ermenice de, Çerkezce de ve Anadolu’da konuşulan bütün diller de. O zaman Türkçe arınır, gelişir, zenginleşir. O zaman bu topraklarda kardeşlik olur, barış olur, ölümler biter.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Buldan.

Komisyon Başkanı Sayın Birinci, buyurunuz.

Süreniz yirmi dakikadır.

 (10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aşağı yukarı üç saatten beri, Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan komisyonun çalışma raporu üzerinde görüşler ortaya konmaktadır. Bu konuda, Komisyonun Başkanı olarak raporun nasıl hazırlandığını ve bazı noktalarda da görüşlerimizi belirtmek istiyoruz.

Ama, sözlerime başlamadan önce, Aktütün Karakoluna yönelik alçakça, kancıkça bir saldırı sonunda şehit olan genç evlatlarımızı rahmetle anıyorum ve milletimize başsağlığı, yaralılarımıza şifalar temenni ediyor, böyle saldırıların, genç fidanların, toprağa, ömürlerini genç yaşlarında tüketmelerine sebep olan ortamın ortadan kaldırılması için de gerekli çalışmaların yapılmasını temenni ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; raporun hazırlanmasında hemen hemen her nokta üzerinde görüşler ortaya kondu, bilgiler verildi, tenkidî yaklaşımlar da ortaya getirildi ama bir şey eksik kaldı gibime geliyor. Müsaade ederseniz ben onu tamamlamaya çalışıyorum. Bu komisyon ihtiyacı, ilk defa, hatırlanacağı gibi 22’nci Dönemde İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem’in ve 106 arkadaşının, milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiği bir araştırma önergesiyle gündeme geldi ve Meclis Başkanlığı bu önergeyi Büyük Millet Meclisine sevk etti. 13/02/2007 tarihinde Genel Kurulda görüşüldü ve çalışmalar başlatıldı. Komisyon çalışmalarını sürdürdü. Ancak o dönemdeki siyasi ortam ve seçim kararı dolayısıyla, oldukça olgunlaşmış bir noktaya gelen –haklarını vermek lazım gelir, çok güzel bir çalışma yaptılar- rapor ne yazık ki Meclis gündemine gelemedi, görüşülemedi, olgunlaştırılamadı. Tekrar ediyorum cümlemi baştan alıp: Tam son noktasına gelinemedi, olgunlaştırılamadı ve Meclise sunulamadı. Komisyon, önergedeki bazı konular hakkında geniş bilgi toplamak için çok çeşitli kurumlarla iletişim kurdu, onlarla bilgi alışverişinde bulundu ve bunları derledi.

Nihayet, bu 22’nci Dönemde sonuçlanamayan bu önemli konu, Türkiye için son derece önemli konu, son yüz elli senenin hiç gündemden düşmeyen konusu 23’üncü Dönemde de yine gündeme geldi. Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 milletvekili, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve 25 arkadaşı, Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 38 milletvekili, CHP Grubu adına Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol tarafından aynı konu üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına ayrı ayrı araştırma önergeleri verildi ve önergeler 25/12/2007 tarihli 41’inci Birleşimde görüşüldü, kabul edildi. 31/01/2008’de de komisyon üyeleri seçildi ve komisyon da çalışmalarına başladı.

Şimdi, bu rapor, elinizdeki bu rapor, üç saattir konuşulan bu rapor hiçbir kişinin kendi ürünü değildir. Bu, aşağı yukarı iki binden ziyade mektup kurumlara gönderildi. Bu kurumları şöyle sıralayabiliriz: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Meclis Başkanlığı Genel Sekreterliği, Başbakanlık, bakanlıklar; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı; Türk Dil Kurumu Başkanlığı, Türkiye Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı, valilikler, il ve ilçe belediye başkanlıkları, sivil toplum örgütleri; Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bünyesinde fen-edebiyat fakülteleri, edebiyat fakülteleri, fen fakülteleri ve eğitim fakülteleri. Ve o kadar ayrıntılı çalışmaya gidebilmek için, hiçbir sivil toplum örgütü de boşta bırakılmamak kaydıyla, mesela drama yazarları, reklam yazarları, metin yazarları, karikatüristler vesair, dili kullanan, dili kültür seviyesinde kullanan ve amacı bu olan pek çok kurumla iletişim kuruldu. Onların kimisinden bilgi geldi, kimisini davet ettik, komisyona geldiler ve bilgi verdiler.

İşte bu rapor… Nihayet bu çalışmadan sonra, bize Türk Dil Kurumunun ve RTÜK’ün uzmanları bu malzemeyi başlıklar hâline getirdi. Başlıklar hâline gelen bu metin ham bir bilgi olarak, doküman olarak komisyona geldi. Komisyon, kendi içinde bazı arkadaşları görevlendirdi, biraz daha geniş şekilde bu metin ortaya geldi. Komisyona, bütün üyelere metin tek tek sunuldu ve sunulan bu metin üçüncü bir elemeden, redaksiyondan sonra bugünkü şekline geldi. Kitap hâlinde, Türkiye’de Türk dili için yapılacak çalışmaların, Türkçenin bugünkü durumu ve bu durumu düzenleyebilecek çalışmaların ana kılavuzu şeklinde önümüze geldi. Bu konuda, en önemli, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından redaksiyonu yapan üye arkadaşlara ve metni bilgisayara aktaran, imla düzenlemesini yapan dil uzmanlarına, huzurunuzda minnet ve teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim, çalışmamı çok güzel şekilde kolaylaştırdılar.

Değerli arkadaşlar, bu okunacak. Bundan sonraki konuşmamın bölümünde, burada da, Türkçenin, yüz elli senedir Türkiye’nin gündeminden düşmeyen bir kültür varlığı olması dolayısıyla o konu üzerinde de biraz durmak isterim.

Şimdi, bunun için Mustafa Kemal Atatürk devamlı referans olarak gösterilir, kaynak olarak gösterilir ve haklıdır da bunu gösterenler, çünkü gerçekten Mustafa Kemal Atatürk, Türkçe üzerinde çok vurucu ve kılavuz ifadeler kullanmıştır. Ama, bir şey istirham ediyorum, lütfen, Atatürk’ün sözlerini, Atatürk’ün kendi yazdığı ve söylediği kelimelerle verelim. Atatürk’ü sadeleştirmeye gitmeyelim, Atatürk’ü tasfiyeye hiç gitmeyelim. Bu, Atatürk’e ihanettir, Atatürkçülüğe ihanettir. Bir örnek: Burada vermiştim, yeniden söylüyorum; Türkçenin en mükemmel metinlerinden birisi “Gençliğe Hitabe”dir, “Ey Türk gençliği” diye başlayan ve şöyle bitiyor: “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” Bir sadeleştirme şöyle diyor, sizinle paylaşmak isterim: “Gereksinim duyduğun güç damarındaki soycul kanda vardır.” Nerede Atatürk, nerede bu sadeleştirme? Buna dikkat edelim. Atatürk, Türkçeyi en güzel kullanan hatiplerden birisidir.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Kim demiş?

(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Çok önemli bir profesörümüz bunu söyleyen, Nutuk üzerinde sadeleştirmeler yapan. “Kim” dediniz de, ona cevap veriyorum. Bir profesörümüz bu sadeleştirmeyi yapmıştır ve bir cinayettir. Savcıların harekete geçmesi lazım. Hiç kimsenin hakkı yoktur Atatürk’ü tasfiye etmeye.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Her konuda! Her konuda!

(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, 20’nci yüzyıl uluslaşmanın, 20’nci yüzyıl millet veritesinin gündeme geldiği ve millî dillerin ortaya getirilmesinin söz konusu olduğu bir asrın başlangıcıdır. Türkiye’de de özellikle 1870’ten bu yana, hatta 1860’tan bu yana Türkçe için önemli çalışmalar yapılmıştır.

Metinde olmayan bazı şeyleri söylemek isterim. Şunu da kesin olarak bilelim: Metinde kullanılmasına rağmen burada konuşan bu fikirde değildir. Atatürk dil devrimi yapmamıştır, Atatürk Harf Devrimi yapmıştır. Dilde devrim olmaz. Atatürk, tarihî başlangıcından günümüze kadar bütün bir Türk tarihinin ve Türk dilinin son büyük temsilcilerinden birisi idi. Onun için bir bölünmeyi, bir parçalanmayı, hele dilde bir parçalanmayı kabul etmesi mümkün değildi ama biz Atatürk’ün… Ve bu tasfiyeciliğin de kaynakları var. 1900’lü yıllarda “Rauf Köse Raif” diye bir dilci Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin tamamen atılmasını, Orta Asya Türklüğünden bazı kelimelerin getirilmesini, onlar da olamazsa uydurulmasını ifade etmiştir. Alfabede ise ilk büyük önemli teklif, Latin alfabesine geçiş 1861’de Abdülaziz’e sunulan bir layihayla olmuştur. 1880’li yıllarda yine alfabe problemi Türkiye’de tartışılmıştır ve Türkçenin Ermeni alfabesiyle yazılması için Tanin ve Vakit gazetesi başta olmak üzere büyük yayınlar vardır. Beş yıl sürmüştür bu. Yani dil problemi, mesele yeni değil bizim kültür hayatımızda.

Nihayet 20’nci yüzyılın başlarına geliyoruz, millî edebiyat ve Genç Kalemler Selanik’te başlayan bir hareket millî ruhu da o döneme, millî varlığa dönüşle beraber, tabii dünyanın o dönem Türk devletinin üzerindeki politikaları da hızlandırdığı bir çöküşü dil etrafında yeniden birleştirebilme amacıyla dile bir sarılma vardır. Ziya Gökalp bunu son derece iyi ifade etmiştir ama Ziya Gökalp’ın yanıldığı tek nokta vardır, yaşayan dil yerine destan dünyası ve sınırlarını genişletmiştir. Daha sonra bunu 1920 senesindeki “Çoban” şiirinde şehirlerimizi tek tek sayarak ifade etmiştir. Aynı dönemde 1920 senesinde Yahya Kemal dil için şunu söylüyor… Bir dil tartışması oluyor yine ve diyorlar ki: “Vatan elden gidiyor, siz hâlâ dil tartışıyorsunuz.” O metin raporda olduğu için üzerinde durmayacağım. Bir yerinde “Bizi ezelden ebede kadar taşıyan bu dildir, Türkçedir.” diyor ve tam bir vurgu, “ezelden ebede.” Yani bu ezel nedir? Destan devrinden geliyor günümüze kadar ama durmuyor orada, şunu söylüyor: “Türkçenin çekilmediği yer vatandır.”

Şimdi, arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi sınırları başkadır, Türk kültürünün kültür coğrafyası başkadır. Şöyle bir harita olsaydı, biz, Çin’in kuzeyinden Fas’a kadar bir Türk kültür coğrafyasını adım adım takip edebilirdik. Bugün Atlas Okyanus’undan Fas’a çıkın, Çin Denizi’ne kadar rahatlıkla Türkçeyle gidebilirsiniz. Atatürk bu bilinçteydi ve bu önemliydi.

İkinci bir şeyi açıklamak isterim arkadaşlar: Çok değerli hatiplerimizden birisi burada Türk Dil Kurumunun kapatılması ifadesini kullandılar.

Arkadaşlar, Türk Dil Kurumu bir gelişmenin içine girmiştir, değişimin içine girmiştir. Türk Dil Kurumu Türk Dili Tetkik Cemiyeti olarak kurulduktan sonra ve kuruluşu sırasında, yapısında, Millî Eğitim Bakanı Türk Dil Kurumunun başkanıdır. Bütçesi Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi içindedir. Atatürk fahri başkanıdır. İlk önemli değişme 1949 senesinde Türk Dil Kurumu… Daha önce 1936’da Türk Dili Tetkik Cemiyeti Türk Dil Kurumuna çevrilmiştir. Bunu burada izah ettik ama arkadaşlarımız “Israrla kapatılmıştır.” deniyor. Ben siyasi… Dile siyasetle yaklaşmak yanlıştır. Biz dil harbinin içinden çıktık ve dilden yaralıyız. Milletimiz büyük bir darbe almıştır dil için, gelişmesini engellemiştir dilin üzerindeki tasarruflar. Onun için, bu konuda siyasi yaklaşmayalım. Türk Dili Tetkik Cemiyeti isminin Türk Dil Kurumu hâline gelmesinden sonra ilk önemli değişme 1949 senesinde “Türk Dil Kurumu Türkçeye devrimci bir anlayışla yaklaşır.” cümlesiyledir ve ilk önemli değişmedir. 1951 senesinde, asıl, “Bundan sonraki bütün dil çalışmaları devrimci bir anlayışla ortaya konacaktır.” ifadesi son noktayı getirmiştir ve 1960’dan sonrasını da içimizdekilerin hepsi bilir. Burada örnek kimdir? Burada örnek, üniversitelerimizde Türkoloji bölümlerinde de okutulan İlminski’nin, Rus filoloğu ve papazı İlminski’nin, Türkçenin Orta Asya’daki yapı üzerinde uyguladığı metodun Türkçeye uygulanmasıdır, Türkiye’deki Türkçeye uygulanmasıdır.

Bakınız, Atatürk’ün harf devrimi üzerinde de durmak isterim. Değerli arkadaşlar, 1926’da Azerbaycan Latin alfabesine geçmiştir. 1926’da Bakü’de Türkoloji Kongresi toplanmıştır, ilk büyük Türkoloji Kongresi. O zabıtlar son derece önemlidir. Atatürk’ün bütün düşüncesi, Orta Asya Türklüğüyle yakınlık kurma, kültür birliğini sağlayabilme idi. Atatürk’ten önce…1961’den beri söyledik bunu; Abdülaziz’e sunulan ve tartışmalar… “Enverî” diye bir alfabe de Enver Paşa çıkardı kendisine göre, yazılımı değiştirerek. 1919’da dil komisyonu kurulmuştur, dil çalışmalarını yeniden planlayabilmek için. 1924’te Atatürk Türkiyat Enstitüsünü kurmuştur, yine aynı, Türk sanatını ve dilini geliştirebilmek için. Böyle bir devlet adamının 1934’te geldiği nokta ki, biraz önce söylediğimiz, Rauf Köse Raif’in ve etrafındakilerin de etkisiyle Türkçedeki bütün yabancı unsurları atma çalışması noktasına geliyor. Ben, şimdi, İlminski’yle irtibat kuracağım. 1926’da Azerbaycan Latin alfabesine geçince Atatürk bu düşüncelerine hız verir, amacı bütün Türk dünyasıyla birleşmektir ve 1928’de radikal bir kararla demeyelim, Milliyet gazetesini 1927 senesinden 1928 senesi arası, inkılaba kadar, dil değişimine kadar takip edin bir seneyi, sütunları görürsünüz, bir Arap alfabesi vardır, bir de Latin alfabesi, yani, gazete iki şekilde çıkar. Akşam ve Milliyet gazetesine bakın, yarısı Arap alfabesiyledir, yarısı yeni Türk harfleriyle, Latin alfabesiyledir. Yani, toplumu alıştırıyor ve amacı Azerbaycan ve Orta Asya’yı da birleştirmek. Fakat Stalin’in İlminski’den aldığı metotla 1932’de Azerbaycan’da Kiril alfabesi zorunlu kılınır ve Azerbaycan dört dil bölgesine ayrılır. Biz 1960’lı yıllardan sonra Türkiye’yi dört dile değil daha fazla dile ayırma çalışmalarını gördük, ağızlarla edebiyat yapmaya çalışanları gördük, ağızlarla tiyatroları, metinleri ortaya koymaya çalışanları gördük ve böylece Azerbaycan birbiriyle anlaşamaz oldu.

Şimdi diyeceksiniz ki raporun Başkanı neler anlatıyor. Çok anlatıldı ama bunlar arka planı, Türkiye’deki dil tartışmalarının arka planı. Şükür ki 1980’li yıllardan sonra dil artık sakinleşti. Maalesef bu DTP’nin sıralarında kimse yok, onlara da cevap vermek isterdim bu konuda. Özellikle Hasip Kaplan’ın söyledikleri üzerinde de durmak istiyorum. Son hatibin de aynı şekilde dile söyledikleri, Kürtçenin Türkiye’deki durumuna söyledikleri… 1980’li yıllarda bazı yanlışlar olabilir ki, geçenlerde de o dönemin önde gelen bazı şahısları “Ya, biz de zaten yanlıştaymışız, ‘Kart, kurt’ deyip, ‘Kürt’ diye geçtik filan diye…” Bunlar karikatürize edilmiş şeylerdir. Yanlışlar olabilir ama milleti bir bütün hâlinde millet olarak yaşatacaksak resmî dilimiz Türkçedir. Türkçe dünyada resmî dil olarak en eski dillerden birisidir, en eski dildir belki de resmî dil olarak. Selçukluda saraydan çıkan yazışmalar Farsça yapılmıştır fakat resmî dil Türkçedir ve hiçbir dönemde “Osmanlıca” olarak yerdiğimiz o dönemde de resmî dil Türkçedir. Onun dışında bir dil resmî dil olmamıştır ve ebediyete kadar da olmayacaktır. Bu milletin resmî dili Türkçedir. Başka diller konuşuluyor; bugün Kürtçeyi, Arnavutçayı, Çerkezceyi konuşuyorlar, kimse bir şey demiyor ama arkadaşlar, eğitim dili ve resmî dil. Fransa’da Fransızca eğitim dilidir. Brötonlar 1912’de kendi dilleriyle eğitim yapmak istediler, iki sene sonra kendileri vazgeçti. “Biz dünyayla yarışamayız. Gelin bu Brötoncayı filan terk ediyoruz, biz Fransızcaya yeniden dönmek istiyoruz.” diyorlar. Böyle şey olmaz, böyle şey olmaz!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz efendim.

(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Bitiriyorum.

Değerli arkadaşlar, dil değişimi insanın ömründen hızlı olursa o toplumlarda yıkım başlar. Bir sözlüğü tarayalım, 1940’la 50 arası, 1958’le 80 arası Türkçe, değil bir insanın ömrünün içinde değişme hızlığı, on senede bir değişir hâlde hızla değişmiştir ve Türkiye yıkımın eşiğine gelmiştir. Biz, bizi biz yapan, tarihin en büyük derinliklerinden, destan devrinden bugüne getiren dili kendi evrimi içinde güzel şekilde takip ederek geliştirmek durumundayız.

Size bir müjde vereyim. Bir hatibimiz burada Türkçe yanlışlarını söyledi. Akşam Türk Dil Kurumunun web sitesine girin, sayfasına, ağına girin ve tıklayın, 94 bin kelimenin Türkçe telaffuzunu en sağlam şekilde göreceksiniz. Başkanına teşekkür ediyorum. 94 bin kelimenin Türkçe telaffuzu. Artık “Hakkari” denmeyecektir, “inkilap” denmeyecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Birinci.

(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Teşekkür ederim.

Yani Türk Dil Kurumu kapatılmamıştır. Türk Dil Kurumu çok verimli şekilde çalışmalar yapıyor ve 630 bin kelimelik ana Türkçe sözlüğü de İnternet sayfasına eklemiştir. Yoksa, çok sevdiğim Ali Püsküllüoğlu’nun 505.300 kelimelik öz Türkçe sözlüğünde Türkçede ne kültür yapılabilir ne bilim yapılır ne ilim yapılabilir.

Buradan yeni kanunlar çıkarmak üzere, yeni, başlı başına kanunlar değil, kanunlarımızın eksikliklerini; Ticaret Kanunu’ndaki eksiği, Basın Kanunu’ndaki eksiği… Niçin hiçbir eğitimi olmayan bir spikerimiz, bir konuşmacımız Türkiye’ye en büyük televizyondan hitap etsin, hiçbir eğitimi yokken? Bunları kanun hâline getirebiliriz birer maddelik de.

Raporun hayırlara vesile olmasını temenni eder, hepinize saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Birinci.

Hükûmet

NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, bir konuda söz almak istiyorum.

Sayın Konuşmacının görüşlerinin büyük bir bölümüne katılmadığımı ifade edeyim ama bir noktada mutlaka düzeltilmesi gereken bir ifadesi oldu. Rahmetli Profesör Doktor Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun Türk çocuklarının anlaması için Nutuk’u Türkçeleştirdiği “Söylev” adlı yapıtını bir cinayet olarak niteledi. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

HALUK İPEK (Ankara) – Bu da onun görüşü.

NECLA ARAT (İstanbul) – Bu konuda kendisine katılmıyorum ve sözünü geri almasını ve zabıtlardan bu cümlenin çıkarılmasını istiyorum.

(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Katiyen… Üstelik, ben “Hıfzı Veldet Velidedeoğlu” demedim. Ben size…

Affedersiniz, böyle cevap verebiliyor muyum?

BAŞKAN – Lütfen…

NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Birinci’nin “cinayet” sözcüğünün çıkarılması gerekir.

BAŞKAN – Tamam, konu netliğe kavuştu efendim.

Şimdi, Hükûmet adına Kültür ve Turizm Bakın Sayın Ertuğrul Günay konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Günay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ben de bütün arkadaşlarım gibi sözlerime bayramın takibindeki ilk cuma günü bir hain saldırıda canlarını yitiren 17 evladımızı rahmetle ve minnetle anarak başlamak istiyorum.

Yirmi beş yıla yakın bir zamandan beri terörle mücadele eden bir ülkede defalarca aynı karakol, aynı sınır karakolu saldırıya uğruyor ve her defasında büyük acılarla karşılaşmamızı doğuran sonuçlar ortaya çıkıyorsa siyasetin kısır tartışmalarını bırakmamız gereken bir noktada zihnimizi bütün yasaklardan kurtararak sadece izanla ve vicdanla düşünmemiz gereken, olayları mütalaa etmemiz gereken ve değerlendirmemiz gereken bir noktada olduğumuzu düşünüyorum ve sözlerimin başında bu ihtiyacın altını sadece çizmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, ben de çok teşekkür ederim. Geçen dönem başlayan bir çalışma. Sayın Erdem’in başkanlığında çalışan bir kurul, şimdi Sayın Birinci’nin başkanlığında çalışan bir kurul gerçekten çok yararlı bir rapor ortaya çıkarmış. Ben dikkatle okumaya çalıştım. Bilgilerimizi tazelemeye yol açıyor. Bir tarih anlatıyor bize, Türk dilinin geçirdiği evreleri son derece özetli bir biçimde sıralıyor. Arkasından önemli bir durum tespiti yapıyor ve sonra çok ciddiye almamız gereken çözüm önerileri sunuyor. Yüz  sayfayı aşkın bir çalışma. Emek veren bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim. Bizim Bakanlığımıza, başka kamu kurumlarına, elbette iletişim organlarına, elbette eğitim ve öğretim birimlerinde çalışanlara çok üzerinde durulması gereken öneriler yapılmış. Kendi payıma ben kendi birimimiz çerçevesinde bunların hepsini dikkatle değerlendirmeye çalışacağımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Rapor bir uzlaşmanın sonucu, okurken onu gördüm. Raporun altında imzası bulunan arkadaşlarımızın çeşitli noktalarda farklı düşünceleri olduğunu biliyorum. Ama bir karşı oy yok. Yani ağaca takılmadan, Türk dilinin geliştirilmesi, Türk dilinin korunması çerçevesinde bir ortak doğrultuda yürünmeye çalışılmış. Bunun da çok doğru bir yaklaşım olduğuna inanıyorum.

Türkçe, gerçekten, sevgili ve rahmetli Yahya Kemal’in söyleyişiyle, ağzımızda anamızın ak sütü gibi kutsallık taşıyan ve bizi bir arada tutan en temel unsurlardan birisi. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, daha uzun ömürlü olmasını dilediğim sevgili Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ifade ettiği gibi, ses, bayrağımız bizim. Elbette, üzerinde birtakım kendi özel yaklaşımlarımızı, öznel yaklaşımlarımızı bir tarafta bırakarak bir uzlaşma çerçevesi bulmamız ve o çerçeve üzerinden dilimizi, kültürümüzü geliştirmemiz gerekiyor.

Konuşan arkadaşlarımızın hepsini dikkatle dinledim, çoğu raporda yer alan, gerçekten çok ilginç örneklemeler yaptılar. Gerçekten, iletişim teknolojisinin bu son zamanlardaki hızlı gelişmesi karşısında bir savrulma yaşıyoruz. Gerçekten, Batı dillerinden özensiz biçimde bir kopyalama, özensiz çeviri gayretleri, taklit etme gayretleri var. Düşünün ki, Anadolu’da çok sayıda radyo var. Artık, iletişim teknolojisi sayesinde İnternette çok sayıda haberleşme olanağı ortaya çıktı. Artık, devletin bir televizyonu yerine ulusal anlamda çok sayıda televizyon, yerel anlamda sayılamayacak ölçüde televizyon çıktı ve ne yazık ki ciddi bir dil eğitiminden geçmemiş olan arkadaşlar ve ciddi bir dil bilinci gelişmemiş olan arkadaşlar, bütün bu iletişim ortamlarında kendilerini dinleyen, kendilerini görsel, yazılı biçimde izleyen kişilere bir tür dil önderliği yapıyorlar ve bu bizi kaçınılmaz olarak, tabii, bir savrulmaya, bir özensizliğe taşıyor. Bunlarla ilgili bazı örnekleri, ben de benimsediğim, paylaştığım, gerçekten kaygıyla izlediğim bazı örnekleri tekrar etmeyeceğim. Ticari alanda ciddi bir dil bozulması var. Bunu Batı ülkelerinde, gittiğiniz herhangi bir Batı ülkesinde sokakta bizde olduğu kadar görmüyorsunuz. Bizim üzerinde çalıştığımız sektörde ciddi biçimde bir Türkçeden kopuşluk, Kültür ve Turizm Bakanlığının turizm alanında, biraz da dışarıya hitap etmekten kaynaklanan bir gayretle bir özensizlik var. Bütün bunları biliyorum. Ama, bir karamsarlığa kapılmamamız gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.

Yine bu rapor vesilesiyle başka bazı bilgileri de tekrar düşündüm ve gözden geçirdim. Türkçe, bütün bu savrulma, bütün bu kopyalama, bütün bu özensizlik, bütün bu kural dışı anlatım, yazım sonuçlarına rağmen ya da sorunlarına, sıkıntılarına rağmen, belki tarihi boyunca olmadığı kadar büyük bir yaygınlık içinde de şu anda kullanılıyor. Düşünün ki burada oturan birçok arkadaşımızın 30 milyon, 40 milyon diye hatırladığı Türkiye bugün 70 milyonlarda ve bu 70 milyon, olmadığı kadar yaygın bir öğrenci kitlesine Türkçe eğitim yapıyor. Çok sayıda üniversitede Türkçe eğitim yapılıyor ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bir dönem alfabe olarak da, dil olarak da baskı altında bulunan Türkçe, farklı lehçelerine rağmen, şu anda çok daha büyük bir özgürlük ortamı içinde. Türkiye’nin önderlik ettiği TÜRKSOY, Türk dili konuşan devletlerin toplulukları, on beş yıldan beri bu alanda bir birliktelik sağlamaya çalışıyor. Geçmiş yıllarda ben de kaygıyla izliyordum. TÜRKSOY toplantılarında Rusça genellikle yaygın bir dil olarak ve ortak anlaşma dili olarak kullanılıyordu. İlk defa bu yıl, Türksoy’un bütün temsilcileri resmî toplantıda, yapabildikleri kadar kendi Türkçeleriyle birbirleriyle anlaşmaya çalıştılar. Bunlar, bütün bu yaşadığımız sorunlara, sıkıntılara rağmen, yeni gelişmeler ve olumlu gelişmeler.

Çok sayıda, Avrupa’nın ortasından Asya’nın ortalarına kadar, farklı ağızlarda, farklı lehçelerde ama Türkçe konuşuluyor ve belki Türkçe, başlangıçtan, yani kullanılmaya başladığından bugüne kadar, ilk defa bu kadar Türkçe yayınla yüz yüze geliyor, çok sayıda yayın da yapılıyor. Yani bir sıkıntı var, bir sorun var, bir savrulma var, bir kopyalama var, aynı zamanda olumlu gelişmeler de var. Bunları da umutlu bir ortamı tespit etmek için sizlerle paylaşmak istiyorum.

Arkadaşlarım, bu raporda paylaştığım paylaşmadığım, benim de şahsen… Mesela bir başlık var ki, onu söylemeden geçemeyeceğim: “Harf ve dil inkılabı” diye bir terim var 41’inci sayfada, “dil inkılabı.” Bir kere bu “inkılap” sözcüğü 12 Eylülleri hatırlatıyor bana, bir “devrim” denmesin diye, “evrim” denmesin diye dayatılmış bir sözcük gibi. Eğer Türkçe üzerine bir rapor yapıyorsak, bence artık bu raporda (Yani, harfle ilgili bir devrim yaşadı Türkiye, doğrudur. Dilde devrim olmayacağını düşünüyorum ben. Dil bir evrimleşme, bir gelişme süreci içindedir.) daha farklı bir terim kullanabilirdik diye düşünüyorum. Dilde devrim olmaz bence, inkılap da olmaz tabii böylece. Harfte oldu, yaşandı, onun adı da devrimdir. “Evrim”, “devrim” sözcükleri bugün çocuklar tarafından da, devletin tepesi tarafından da kullanılıyor. Böyle bir, dilde sadeleşmede aşırıya kaçmamak nasıl bir dikkat gereğiyse, dilde bir eskiye dönüş gayreti de bence, bugün halkın kullandığının dışında, gençlerin kullandığının dışında bir eskiye dönüş gayreti de çok doğru değil gibi geliyor.

Bunun dışında, biz dilde, Türkçede bir yaygınlık olsun, Türkçe konuşan coğrafyalarda insanlar birbirlerini tanısın, özellikle Türkiye’den 60’lı yıllardan bu yana başka coğrafyalara gitmiş olanlar kendi dillerinden kopmasınlar diye, geçen dönemin son aylarında çıkan bir yasanın gereğini yerine getirmeye çalışıyoruz. Tıpkı Goethe Enstitüsü gibi, tıpkı Cervantes Enstitüsü gibi, yeni bir, Türkçeye, Türkçe öğretimine, Türk kültürünün yaygınlaşmasına fırsat verecek olan bir enstitü çalışması içindeyiz. Bunun mütevelli heyet çalışması, yönetim kurulu çalışması oldu. Yurt dışına gittiğimde Cervantes Enstitüsünün çok prestijli bir binada olduğunu gördükten sonra bizde de öyle olması gerektiğini düşündüm ve Ankara’da çok özel bir mekânı restore ediyoruz ve Yunus Emre Enstitüsü olarak 2009’dan itibaren… Bu hem Türkiye’de hem Türkçenin çok yaygın kullanıldığı ve temel eğitiminin verilmesinin hayati bir ihtiyaç olduğu ülkelerde faaliyete geçecek.

Yine, geçen yıllarda başlamış bulunan Türk Edebiyatını Dışa Açma Projesi var. Türk Edebiyatını Dışa Açma Projesi -yani TEDA Projesi- kapsamında 400’e yakın Türkçeden yabancı dile çevrilme talebi gelen esere destek, 470 kadar esere destek verildi. Bunun 180’i aşağı yukarı bu yıl Frankfurt Kitap Fuarı’nda farklı dillerde, yani Almancadan, Bulgarcadan, Çinceden, Koreceden Latin dillerine kadar çeşitli dillerde Frankfurt Kitap Fuarı’nda dünya okuryazarlarıyla buluşacak.

Biliyorsunuz, bu yıl, UNESCO tarafından, Kaşgarlı Mahmut yılı olarak ilan edildi. Biz Bakanlık olarak Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lûgat-it- Türk’ünün tıpkı basımını yaptık, yeni olarak çıktı ve Frankfurt Kitap Fuarı’na bu tıpkı basımı götüreceğiz. Kaşgarlı Mahmut’la ilgili bir prestij kitap çalışması yapıyoruz. Arkadaşlarımız önermişlerdi, bizim büyük yazarlarımız, şairlerimizle ilgili anma günleri, anma kitapları yapılsın diye. Daha önce Mehmet Âkif’le ve Sabahattin Ali’yle ilgili çalışmalar 2006 ve 2007’de yapılmıştı. Bu yıl Yahya Kemal’in ölümünün 50’nci yılı biliyorsunuz ve gelecek yıl da Yahya Kemal’in doğumunun 125’inci yılı. Bu yıl bu mevsimden başlayarak Yahya Kemal’le ilgili sempozyumlar, anma toplantıları ve kitaplar yapılıyor. Bir, yine prestij kitap, yeni, ben, bugün ilk defa, ilk baskısını, ilk nüshasını gördüm. Bunlar devam ediyor.

Bizim İnternet ağımızda Türkçe lehçelerinin birbirini tanıması için Gaspıralı Çeviri Programı var. Gaspıralı İsmail’in anısına, hatırasına saygı çerçevesinde. Bu lehçeler arasında birlikteliği sağlamaya çalışıyor ve yine biraz önce söyledim, Türksoy’un faaliyetleri bu alanda, Türkçe konuşan, Türkçe lehçelerini konuşan ülkeler arasında bir iş birliğini ve bir dil birliğini sağlamaya çalışıyor. Ekim ayının 14’ünde de Frankfurt Kitap Fuarı’nın, dünyanın en büyük kitap fuarının önüne, dünyanın bütün okuryazarlarının önüne, Türkçe bütün engin birikimiyle, bütün entelektüel derinliğiyle, zenginliğiyle ve Türkiye coğrafyası üzerindeki bütün diller, bütün yayınlar, bütün kültürel zenginlik, bütün çeşitliliğiyle, 14 ve 20 Ekim arasında Frankfurt’ta, bir anlamda dünyanın bilgisine, dünyanın görgüsüne, dünyanın dikkatine sunulmuş olacak. Şunun için bu örnekleri vermek istedim: Yani evet bir sıkıntı var, özellikle gençlerimizde bir özensizlik var, özellikle öğreticilerde bir yetersizlik var, ama çok korkulacak bir noktada olmadığımızı düşünüyorum. Elbette biz Parlamento olarak bu konuda daha dikkatli olmalıyız, elbette bütün kamu kurumları daha dikkatli olmalı. Bir arkadaşım örnek verdi. Ben de örneğin devletin, kamunun “iddia” sözcüğünü bozan bir şans oyununa izin vermiş olmasını çok yadırgamıştım. Bugün de aynı yadırgamayı sürdürüyorum ve devletin özellikle, devletin, kamunun, iletişim araçlarının özellikle, böyle, dili yanlış kullanma konusunda hiçbir ödüne yol açmaması gerektiğini düşünüyorum. Biz görevimizi dikkatli yaparsak Parlamento hem biçim olarak hem öz olarak dile -dil bir anlaşma aracı- anlaşmanın öteki unsurlarına da tabii aynı dikkati ve aynı özeni, aynı saygıyı gösterirse Türkiye iyi örnekler görerek, bu genç toplum, iyi bir doğrultuda diline de bağımsızlığına da bütünlüğüne de sahip çıkacaktır diye düşünüyorum.

Bu rapora emek veren bütün arkadaşlarımın tekrar emeklerine teşekkür ederek hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Günay.

Şahısları adına Konya Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Türkmenoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

AYŞE TÜRKMENOĞLU (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’yla ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, sözlerime başlamadan önce Aktütün’de şehit olan 17 vatan evladına bu yüce kürsüden, tekrar, Allah’tan rahmet diliyor, şehit aileleri ile tüm milletimize başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, iletişim aracı olan dil insanlar arasında duygu ve düşüncelerin aktarılmasını sağlar. Dil aynı zamanda nesiller arasında bağ kurar. İnsanların bir arada yaşamasını sağlayan dil milletleri millet yapan en önemli unsurdur. Toplumlar millet olmayı bir dile sahip olmakla elde ederler ve millî varlıklarını ancak kendi dilleriyle koruyabilirler.

Millî kimliğimiz olan Türkçemiz dünyanın en eski ve en zengin dillerinden birisidir. Bugün Avrupa’dan Uzak Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada kullanılan Türk dilini 200 milyondan fazla insan konuşmaktadır. Türk dili, Anadolu’da, Balkanlarda, Avrupa’da, Türkistan’da, Avustralya’da, yani dünyanın dört bir yanında konuşulan zengin bir kültür, bilim ve sanat dili hâline gelmiştir. UNESCO hazırladığı bir raporda Türkçeyi dünyanın beşinci büyük dili, olarak açıklamıştır.

Dil aynı zamanda millî kültürün de temelini teşkil eder. Kültürün doğması ve gelişmesi dile bağlıdır. Bir milletin dili bozulursa kültürü de bozulur. Bu bozulma sanat, edebiyat ve fikir hayatında bozulmalara yol açar, birçok değer yok olur. Bugün Türkçemiz de ciddi bir yozlaşma ve bozulma ile karşı karşıyadır. Dilimiz iyi konuşulup yazılamamaktadır, cümle bozuklukları vardır. Günümüzde Türkçenin iyi yazılıp konuşulamadığı, ilk ve ortaöğretimde yeni yetişen nesillere yeterince öğretilemediği bir gerçektir. Gençlerin Türk dilinin güzellik ve zenginliklerinden giderek mahrum kaldıkları, Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın sonucu tarihimizden, kültürümüzden, dolayısıyla medeniyetimizden habersiz bir nesil yetişmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçemizdeki bozulmaları milletvekili arkadaşlarımız geniş bir biçimde açıkladılar.  Türkçedeki bu bozulmayı önlemek için çözüm önerilerini bir an önce hayata geçirmemiz gerekmektedir. Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşaması, varlığını sürdürebilmesi için Türkçe konusunda bireysel ve toplumsal duyarlılık kaçınılmazdır. Bu konuda, bireyler ve toplum olarak Türkçe bilincini taşımak, bilinçli çabalar içinde olmak zorundayız.

Dilimize karşı her türlü özensizliği ve yanlış kullanımları alışkanlık hâline getirmekten kaçınmak, yabancı dil hayranlığı ile yabancı sözcük tutkusundan kurtulmak, yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimi birbirine kesinlikle karıştırmamak, Türkçenin bilim dili olmadığı görüşüne karşı çıkmak, Türkçe öğretimindeki yetersizlikleri görüp gerekli önlemleri almak, dil gümrüğü uygulamasına girişmek, sözcük ve terim türetimine hız vermek, nitelikli ve yeterli sayıda öğretmen yetiştirmek Türkçemizin varlığını sürdürebilmesi için büyük önem taşımaktadır. Dilimizin bozulmasını önlemek ve yabancılaşmanın önüne geçmek için Türkçenin doğru kullanımı ile ilgili bilincin oluşturulmasına öncelikle aileden başlanılmalıdır. Çünkü çocuklarımız Türkçeyi önce ailelerinden öğrenmektedirler.

Sayın milletvekilleri, Türkçe öğretimi büyük ölçüde ortaöğretimde bitirilmelidir. Yükseköğretimde gençlerimiz dilleriyle kendilerini ifade edebilecek olgunluğa ve birikime kavuşturulmalıdır. Bunun için yükseköğretimde Türkçe dersleri ezbere değil, daha çok okumaya ve ifade etmeye yönelik olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Bunun için dilin insan ömründen hızlı değişmemesi gerekmektedir. Bunu Necat Hocamız da belirtti. Aksi durum, toplum hayatında kopukluklara, anlaşmazlıklara yol açar, birbiriyle anlaşamayan nesiller ortaya çıkar; millî birlik, ortak idealler yıpranır, hatta yok olur. Özellikle, biliyorsunuz 26 Eylülde Dil Bayramı okullarda kutlanan belirli bir gün olarak geçiyor. Sadece önemli günler ve haftalar arasında geçiyor ve bundan sonrası unutuluyor. Bu konuda bilincimizin ve duyarlılığımızın daha farklı olması gerektiğini düşünüyorum.

Karaman’da kutlanan geleneksel Türk Dil Bayramı etkinliklerine kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının desteği yoğun bir şekilde sağlanmalıdır. Özellikle de yasal anlamda düzenlemeler yapılmalıdır. Bununla ilgili de zaten komisyon raporumuzda belirtilmişti, tekrar ben kısaca belirtmek istiyorum:

Sürekli gelişen ve değişen, dinamik bir yapıya sahip olan dil, elbette yasalarla, yasaklarla korunamaz; ancak birtakım düzenlemeler olmadan da sağlıklı bir şekilde gelişmesi mümkün değildir. Bu nedenle acilen bazı yasal düzenlemelerin yapılması bir zorunluluktur. Sağlık, sanayi, ticaret, iş alanları ve yerel yönetimler başta olmak üzere çeşitli sahalarda hâlen yürürlükte olan kanun ve yönetmeliklerin Türkçeyle ilgili maddeleri uygulanmalıdır.

Türkçe, millet olarak geçmişten geleceğe bütün güç ve kabiliyetlerimizi kuşatır, onları hayatın içine taşır. Maddi ve manevi her olay, durum, dil aracılığıyla insan hayatından başka bir insanın hayatına ve insanların dünyasına aktarılır.

Dil, bütün bunlarda aracılık görevini yapar. Dil, donmuş bir varlık değildir, onda durmak bilmez bir hareketlilik vardır. Dil, toplum hayatıyla birlikte yürür, toplumdaki her şey dile yansır. Bunun için dilin insan ömründen hızlı değişmemesi gerektiğini belirtmiştik. Millî birlik ancak ortak ideallerin korunmasıyla gerçekleşir.

Bu duygu ve düşüncelerle, her kurum ve kuruluşun kendi üzerine düşen görevi hassasiyetle yerine getireceğini umuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Türkmenoğlu.

Şahsı adına Muğla Milletvekili Mehmet Nil Hıdır.

Buyurunuz Sayın Hıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türk dilinin yozlaşmasını önleme konusunda araştırma yapmak üzere kurulan komisyonda yer alan milletvekili arkadaşlarınızdan biriyim. Günün geciken bu saatinde ben, daha çok geçmişte gerek şiirleriyle gerek sözleriyle bugün tartıştığımız Türkçenin yozlaşmasını dile getiren şairlerimizin ve beylerimizin sözlerini aktararak sözümü bitirmeye gayret edeceğim.

Öncelikle, Aktütün’de şehit olan aziz Mehmetçiklerin anısına, Yunus Emre’nin diliyle “Yanar özüm, göynür gözüm, yiğit iken ölenlere/ Hani bana şöyle gelir, gök ekini biçmiş gibi.” diyerek “yanan özümüzü” ifade etmeye gayret ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Yunus Emre 1200’lü yıllarda dilin söze, sözün akla, aklın fiile tesirini şu mısralarla ne güzel ifade etmiş:

 

“Söz ola kese savaşı,

Söz ola kestire başı,

Söz ola ağulu aşı,

Yağ ile bal ede bir söz.

 

Sözün, özün aşırgil,

Yaramazın şaşırgil,

Yalan söze ne hacet,

Doğru sözü taşırgil.”

Bugünün bir şairi de eleştirisini bugünün hatalarına işaret ederek şöyle ifade ediyor:

Evet’in yerini aldı ‘yes’ler,

‘Pekâlâ’nın yerini ‘okey’ler.

‘Hayır’ deme cesareti yoksa, der ki ‘no’,

‘Allaha ısmarladık’ yerine kime ısmarlar ki ‘hello’?

 

‘Teşhir salonu’ ne güzeldi ‘showroom’ yerine,

Eskidji’ neyi ifade eder ‘eskici’ yerine?

Efendim, başlamak lazım ‘start’ı terk ederek,

‘Adaptasyon’ yerine ‘uyum sağla’ diyerek.“

Hepinizi doğru, yalın, sade bir Türkçeyle konuşmaya davet eder, saygıyla selamlarım. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Hıdır.

Sayın milletvekilleri, Türkçede bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/35, 43, 49, 70) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.

Şimdi, beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.39

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.52

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Bu kısmın 2’nci sırasına alınan, Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 29 milletvekilinin, Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 milletvekilinin, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 22 milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21 milletvekilinin, Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 milletvekilinin, Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 milletvekilinin, İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 19 milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 33 milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 27 milletvekilinin ve Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 milletvekilinin önergeleri üzerine, küresel ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi konusunda Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/1, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.

2.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 29 Milletvekilinin, Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 Milletvekilinin, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 22 Milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21 Milletvekilinin, Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 Milletvekilinin, Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 19 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 33 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 27 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 Milletvekilinin, Küresel Isınmanın Etkileri ve Su Kaynaklarının Sürdürülebilir Yönetimi Konusunda Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/1, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) (S. Sayısı: 138) (x)

BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.

Hükûmet?.. Yerinde.

İç Tüzük’ümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine aittir. Daha sonra, İç Tüzük’ümüzün 72’nci maddesine göre siyasi parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri hâlinde Komisyon ve Hükûmet de söz alacaktır. Bu suretle Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, Komisyon, Hükûmet ve siyasi parti grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için onar dakikadır.

Komisyon raporu 138 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

İlk söz, önerge sahibi olarak Kırklareli Milletvekili Sayın Tansel Barış’a aittir.

Sayın Barış, buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 138 sıra sayılı küresel ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi konusunun araştırılması amacıyla kurulan araştırma komisyonu raporu hakkında ilk önerge sahibi olarak söz almış bulunuyorum. Bu duygularla yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, konuya girmeden önce, ben de Aktütün Karakoluna yapılan saldırı sonucunda şehit olan askerlerimizi, 17 askerimizi rahmetle anıyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum, ailelerine sabırlar ve yüce Türk ulusunun başı sağ olsun diyorum.

Değerli arkadaşlar, 22’nci Dönemde bu komisyon yine kurulmuştu, raporunu hazırladı ama dönem sonu geldiği için rapor Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanmamıştı. Bu nedenle, 23’üncü Dönemde de bu komisyon tekrar kuruldu ve arkadaşlarım çok yoğun bir çalışma sonucunda beş yüz sayfayı aşan bir rapor hazırladılar. Ben emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum ve umarım ki Hükûmet de bu raporun gereğini yerine getirir.

Değerli arkadaşlarım, bugünlerde dünyayı ve insan hayatını tehdit eden, düzenini altüst edebilecek seviyeye ulaşan küresel ısınma konusu dünya kamuoyunu gerçekten çok meşgul etmektedir haklı olarak ama maalesef, bizim ülkemizde konu henüz daha çok net olarak ortaya çıkmamış, halkımız bu konuda aydınlatılmamış, medya gerektiği gibi konuya eğilmemiş ve tabii ki ilgili bakanlıklar da konu üzerinde gerek milletvekillerini gerekse kamuoyunu yeterince bilgilendirmemiştir. Hatta ilgili bakanlıklar kendi aralarında bile “Küresel ısınmanın sonuçları nasıl olacak?” diye bir koordinasyon dahi yapmamışlardır veyahut da yeterli yapmamışlardır. Devlet Planlama Teşkilatı ve birkaç bakanlığımız, Enerji ve Sanayi Bakanlıklarımız konuya pek de olumlu yaklaşmamışlar. Tabii ki gelinen aşamada belki tüm bakanlıklar artık bir araya gelmiş ve küresel ısınmanın önemini kavramışlardır ama zaman da geçiyor doğrusu. Bu nedenle ben, -Çevre Bakanı da yanımızda- bu konunun çok daha ciddi olarak ele alınacağı ve alınması gerektiği konusunda -onun da destekleriyle- bu küresel ısınma sorunu daha da net bir şekilde gündeme gelecektir.

Değerli arkadaşlarım, basit bir şekilde “Küresel ısınma ne?” diye sorduğumuz zaman, soğuk bir havada, karlı bir günde ve güneşli bir havada bir araba içerisinde bulunuyoruz. Güneş ışınları arabanın içerisine giriyor ama yüksek frekansta giren güneş ışınları çıkışta frekansları düştüğü için araba içerisinde kalıyor ve dışarıdaki ısı sıfır derece olduğu hâlde içerisi bir saat içerisinde 20 dereceye ulaşabilmektedir. İşte küresel ısınma da bu demektir. Sera gazlarının atmosferimizi sarması ve bunun neticesinde de güneş ışınlarının geriye dönememesi nedeniyle dünyamız ısınmakta ve küresel ısınma işte bu nedenle ortaya çıkmaktadır değerli arkadaşlarım.

Dünyada kendi doğal dengesi içerisinde yaklaşık kırk bin yılda bir küresel ısınma, küresel soğuma oluşmaktadır ancak bunlar düşük boyutlu olduğu için pek fazla etki yapmamaktadırlar. Başka bir anlatımla yıllık ortalama ısı farkı 1 derece dolayında olduğundan bunlar net bir şekilde ortaya çıkmamaktadır. Ancak sanayileşmenin, fosil yakıtların acımasızca kullanımı sonucunda günümüz dünyasında maalesef küresel ısınma ciddi boyutlara doğru adım atmaktadır.

Dünyanın bu sıra dışı ısınmasının insanlığı kısa ve orta vadede çok ciddi sıkıntılara sokacağı, çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakacağı açıkça görülmektedir. İnsanlığın karşılaşacağı bu felaketleri düşünmek bile ürkütücü gelebiliyor değerli arkadaşlarım. Örnek verecek olursak: Bangladeş, Hollanda, Güney Hindistan gibi sahil ülkelerinin yüzde 80’i deniz içerisinde kalabilecektir. Yani bunlar belki bir felaket senaryosu arkadaşlar ama elli yıl, altmış yıl sonra neler olabileceğini kestirmekte şu anda güçlük çekebiliyoruz. Akdeniz ve daha güneyindeki bazı ülkelerin susuzluk sonucu kuraklıkla karşı karşıya kalacağı, bunun sonucu da kıtlık başta olmak üzere toplu insan ve diğer canlıların ölümleri ve tabii ki inanılmaz göçler ortaya çıkacaktır.

İnsanlığı ve dünyamızı bu kadar tehdit eden, adına “küresel ısınma” dediğimiz insanlık ayıbını dünyamızın başına kim bela etmiştir değerli milletvekilleri? Elbette ki tekelci kapitalizm ve emperyalizm. Küresel ısınmanın oluşmasında Amerika’nın içinde bulunduğu sanayileşmiş 7 ülkenin yüzde 65 oranında sorumluluğu olduğu ifade edilmektedir. Dünyada bu zararlı sera gazlarının engellenmesi için 178 ülkenin bir araya gelerek Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamasına rağmen Amerika Birleşik Devletleri bu sözleşmeyi imzalamıyor ki bu oranın tek başına yüzde 36’sını oluşturuyor. Küresel ısınmayla birlikte denizlerdeki su seviyesinin yaklaşık yirmi yıl sonra ne kadar olacağı bilinmemekle beraber bazı adaların sular altında kalabileceği iddia edilmektedir.

Bir taraftan küresel ısınmaya karşı ne gibi tedbirlerin alınacağı tartışılırken diğer taraftan da zaten dünyada kıt olan içilebilir su kaynaklarının daha dikkatli ve tasarruflu kullanılması konusunda tedbirlerin alınması zorunlu hâle gelmiştir. Bugün dünya nüfusunun dörtte 1’i içme suyu sorunuyla karşı karşıyadır ve her yıl 25 milyon insan temiz sudan mahrum kaldığı için hayatını kaybetmektedir.

Hepimizin çok iyi bildiği gibi, dünyadaki su kaynaklarının ancak yüzde 3’ü içilebilir sudur. Ülkemize baktığımızda, sanıldığı gibi su zengini bir ülke değiliz. Devlet İstatistik Kurumunun verilerine göre 2030 yılında nüfusumuz 100 milyona ulaşacak, bugün itibarıyla yıllık kişi başına düşen su miktarı 1.642 metreküp iken 2030 yılında bu miktar bin metreküpe inecektir.

Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre Türkiye’nin 2025 yılından itibaren su sıkıntısı yaşayacak bir ülke olacağı söylenmektedir. Demek ki Devlet İstatistik Kurumunun da raporları bu doğrultuda ve bu raporlar da doğrulanmaktadır. Bugün çok ciddi su sıkıntısı yaşayan Orta Doğu, gözünü Türkiye’nin suyuna dikmiş. Bu durum da ileride bu bölgede su savaşlarının yaşanacağının işaretleri olabilir mi acaba?

Değerli milletvekilleri, Kyoto ile ilgili bir mesaj vermek istiyorum: Gelecek kuşaklarımıza karşı çağından sorumlu Türk halkı olarak dünyayı tehdit altına alan küresel ısınmaya karşı toplumun bilinçlendirilmesini sağlamak adına kullanılabilecek tüm iletişim araçlarından yararlanmalıyız. Eğitim ve öğretim kurumlarımızda konunun önemine binaen ders konusu olarak okutulmasını sağlamalıyız. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Kyoto Sözleşmesi’ni bir an önce gündemimize alarak küresel ısınmada ödevini yerine getiren duyarlı ülkeler kervanını kaçırmadan sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeliyiz diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Barış.

Sayın milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.04

 

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.11

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

138 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Yok.

Hükûmet? Yok.

Görüşmeler ertelenmiştir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmete verilen bir yıllık izin süresinin 17 Ekim 2008 tarihinden itibaren bir yıl süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi ile alınan karar gereğince 138 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nu ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 8 Ekim 2008 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.12

 

 

 

IX.- KOMİSYONLAR BÜLTENİ

1.- 1.1.2008 tarihinden 30.6.2008 tarihine kadar komisyonlara gelen, neticelenen ve kalan işler

                               

Not: Komisyonlar Bülteni II Tutanağın sonuna eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.