DÖNEM: 23 CİLT:
25 YASAMA
YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 131’inci
Birleşim 16 Temmuz 2008 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L
E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- YOKLAMA IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, uluslararası nakliyat sektöründe yaşanan
sıkıntılara ilişkin gündem dışı konuşması 2.- Hakkâri
Milletvekili Hamit Geylani’nin, Hakkâri ilinin eğitim
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması 3.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’un, özel eğitim kurumları
ve engellilerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Önergeler 1.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın (6/774) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/78) B) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Hakkâri
Milletvekili Hamit Geylani ve 20 milletvekilinin,
siyasette sivil-asker ilişkileri ve bazı iddiaların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/247) 2.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 20 milletvekilinin,
Edirne ilinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/248) 3.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır ve 25 milletvekilinin, Samsun’daki işsizlik sorununun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/249) VI.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/363,
1/494) (S. Sayısı: 237) 2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında Askeri İş Birliğine
Dair Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/449) (S. Sayısı: 137) 3.- Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/589) (S. Sayısı: 269) 4.- Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/559) (S. Sayısı: 234) 5.- Elektronik
Haberleşme Kanunu Tasarısı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
Tezkeresi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporları (1/566)
(S. Sayısı: 255) 6.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Domaç ile Antalya Milletvekili
Hüsnü Çöllü ve 38 Milletvekilinin; Denizcilik Müsteşarlığının Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/266,
2/268) (S. Sayısı: 257) 7.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık
Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/573) (S. Sayısı: 232) 8.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Gürcistan Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/557) (S. Sayısı: 259) 9.- Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolüne
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Çevre ve Avrupa Birliği
Uyum ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/597) (S. Sayısı: 268) 10.- İstanbul
Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 4 Milletvekili ile Antalya Milletvekili
Hüsnü Çöllü ve 24 Milletvekilinin; Denizde Can ve Mal Koruma Hakkında Kanun ve
Limanlar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (2/275, 2/264) (S.
Sayısı: 261) VII.-
OYLAMALAR 1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında Askeri İş Birliğine
Dair Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı’nın oylaması 2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık
Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı’nın oylaması VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, bazı cenazelerin
teslimine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/3052) 2.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, esnaf ve
sanatkârların ekonomik zorluklarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve
Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/3903) 3.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Erbaa HES projesine ilişkin sorusu ve Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3917) 4.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Köye Dönüş
ve Rehabilitasyon Projesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın
cevabı (7/3927) 5.- Adana Milletvekili
Hulusi Güvel’in, kirlilik izlemelerine ilişkin sorusu
ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
(7/3978) 6.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Şebinkarahisar’daki hidroelektrik santrallerinin
sulamaya etkisine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3979) 7.- Kayseri
Milletvekili Sabahattin Çakmakoğlu’nun, Kayseri’de
yapılan sulama kanallarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3980) 8.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, tehlikeli atıkların bertarafına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3981) 9.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, Çarşamba ve Terme ovaları drenaj çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/3982) 10.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, ağaçlandırma çalışmalarına ilişkin sorusu ve Çevre
ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/4041) 11.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Demirköy ilçesindeki orman kadastrosuna ilişkin
sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/4042) 12.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, Kofçaz ilçesindeki bazı çalışmalara ilişkin
sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/4043) 13.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Berdan
Nehrinin ıslahına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/4105) 14.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir milletvekilinin sarf ettiği sözlere ve
kütüphaneden ödünç alınan bazı yayınlara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı
(7/4425) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak dört oturum yaptı. Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, buğday hasadı ve
Toprak Mahsulleri Ofisinin buğday alımına, Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, hasat mevsiminde
çiftçilerin durumuna, İlişkin gündem
dışı konuşmalarına Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet
Mehdi Eker cevap verdi. Siirt
Milletvekili M. Yılmaz Helvacıoğlu, dış müteahhitlik hizmetlerine ilişkin gündem dışı bir konuşma
yaptı. TBMM Başkanlığınca, Plan ve Bütçe Komisyonunun, (1/263) esas
numaralı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın esas komisyon olarak kendisine
havale edilmesine ilişkin istemi Genel Kurulun bilgisine sunuldu; tezkerede
belirtilen istem Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunca da uygun
bulunduğundan, gereğinin Başkanlıkça yerine getirildiği bildirildi. Hırvatistan
Parlamentosu Dış Politika Komitesinin vaki davetine istinaden, Hırvatistan’a
resmî ziyarette bulunacak olan TBMM Dışişleri, Çin Ulusal Halk
Meclisi İçişleri ve Adalet Komisyonunun vaki davetine istinaden, Çin Halk
Cumhuriyeti’ne resmî ziyarette bulunacak olan TBMM Adalet, Komisyonları
üyelerinden oluşan Parlamento heyetlerini oluşturmak üzere siyasi parti
gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık tezkereleri Genel Kurulun
bilgisine sunuldu. 264 sıra sayılı
Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin geri verilmesine ilişkin Plan
ve Bütçe Komisyonu Başkanlığının tezkeresi okundu; gündemde bulunan teklifin
komisyona geri verildiği bildirildi. Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 19 milletvekilinin, deprem riskinin araştırılarak
deprem yönetiminde (10/245), İstanbul
Milletvekili Mithat Melen ve 20 milletvekilinin, başta İstanbul olmak üzere
ülkemizdeki deprem riskinin araştırılarak (10/246), Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması; İstanbul Milletvekili
Birgen Keleş ve 21 milletvekilinin, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde
hazırlanan Türkiye ile ilgili raporlar ve Türk heyetinin tutumu konusunda genel
görüşme (8/6); Açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı; (10/16, 19, 36,
41, 51, 103) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun
görev süresinin bir ay uzatılmasına ilişkin tezkeresi okundu; komisyona bir
aylık ek süre verildiği, Açıklandı. Dilekçe
Komisyonunun, Komisyonun Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatilde bulunduğu
dönemde de çalışabilmesi talebinin uygun görüldüğüne ilişkin Başkanlık; Devlet Bakanı
Kürşad Tüzmen’in Moldova’ya, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın Nahcıvan-Azerbaycan’a, Yaptıkları resmî
ziyarete refakat eden heyetlere iştirak etmesi uygun görülen milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık; Tezkereleri kabul
edildi. Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler” kısmının 27, 29,
56, 189, 190 ve 191’inci sıralarındaki 10/60, 10/63, 10/99, 10/242, 10/243,
10/244 ile biraz önce okunan 10/245 ve 10/246 esas numaralı deprem ile ilgili
Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 22/07/2008 Salı günkü birleşiminde birleştirilerek birlikte
yapılmasına; bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine; gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 72, 64, 70,
4, 7, 3, 131, 164, 136, 49, 69 ve 163’üncü sıralarında yer alan 237, 137, 234,
255, 257, 232, 259, 268, 266, 89, 229 ve 267 sıra sayılı Kanun Tasarı ve
Tekliflerinin bu kısmın 1, 2, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 14, 18, 20 ve 21’inci
sıralarına alınmasına; gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak
dağıtılan 269 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın kırksekiz
saat geçmeden bu kısmın 3’üncü sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının
buna göre teselsül ettirilmesine; 237 ve 269 sıra sayılı Kanun Tasarılarının İç
Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ve
bölümlerinin ekte yer alan cetvellerdeki şekliyle olmasına ilişkin AK Parti
Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasına alınan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kararlaştırılmış olan Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın (1/363, 1/494) (S.
Sayısı: 237) görüşmelerine başlanılarak tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı,
maddelerine geçilmesi kabul edildi. 16 Temmuz 2008
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
19.45’te son verildi.
No.: 188 II.- GELEN KÂĞITLAR 16 Temmuz 2008 Çarşamba Raporlar 1.- Kahramanmaraş Milletvekili Veysi
Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Sadık Badak
ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza
Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu
(2/283, 2/270, 2/277) (S.Sayısı: 272) (Dağıtma tarihi: 16.7.2008) (GÜNDEME) 2.- Kamu İhale
Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/627) (S.Sayısı: 273)
(Dağıtma tarihi: 16.7.2008) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergeleri 1.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, elektrik zammına ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru
önergesi (6/864) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 2.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, 2 Temmuz Sivas olayları
davasına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/865) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/6/2008) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının bir işlemine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4371) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/6/2008) 2.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, kamu bankalarının sponsorluk ve reklam
bedellerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4372) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/6/2008) 3.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Almanya’da 9 Türk’ün
öldüğü yangın olayının soruşturmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4373) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 4.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, THY’nin bir broşüründeki
Türkiye haritasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4374)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 5.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, bir grup TÜPRAŞ hissesinin satışındaki kamu zararı
iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4375) (Başkanlığa geliş
tarihi: 1/7/2008) 6.- Sivas
Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, fiyat farkı
esaslarının yeniden düzenlenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4376) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 7.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, Yatağan İlçesindeki
istimlak bedellerine ve bir TOKİ projesine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/4377) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 8.- Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, bir haber
ajansına baskı yapıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4378) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 9.- Samsun
Milletvekili Cemal Yılmaz Demir’in, bir merkez valisi hakkında işlem başlatılıp
başlatılmadığına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4379)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 10.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, bir milletvekilinin sarf ettiği bazı sözlere
yönelik soruşturma talebine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4380) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 11.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Ergenekon Soruşturmasındaki göz altına almalara
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4381) (Başkanlığa geliş
tarihi: 2/7/2008) 12.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, prim borçlularına kredi imkanı sağlanmasına
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4382) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/6/2008) 13.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, İncirlik Üssünde
sigortasız çalışan işçilere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4383) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 14.- Gaziantep Milletvekili
Yaşar Ağyüz’ün, Nurdağı Belediye Başkanı hakkındaki
bazı iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4384) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 15.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, orman yangınları
önlemlerine ve ormanların geliştirilmesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4385) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 16.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun,
İzmir-Aliağa’da yapılacak termik santrale ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4386) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 17.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, İzmir’deki
maden aramalarına ve enerji kaynaklarına ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4387) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 18.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, elektrik zammına ve
alternatif enerji kaynaklarına ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4388) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 19.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, rüzgar santrali lisans başvurularına ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4389) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 20.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, Aliağa’da
yapılacak termik santrale ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4390) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 21.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, Yatağan İlçesindeki
kamulaştırmalara ve bir TOKİ projesine ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4391) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 22.- Ankara
Milletvekili Nesrin Baytok’un, rüzgar enerjisine
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4392) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 23.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Karabük Belediye Başkanının festivaldeki tutumuna
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4393) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/6/2008) 24.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, bir mitingde yaşanan
bir olaya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4394) (Başkanlığa
geliş tarihi: 1/7/2008) 25.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Ege Bölgesinde kaybolan kişilere ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4395) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 26.- Isparta
Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, Bakanlık
çalışanlarının özlük haklarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4396) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 27.- Isparta
Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, Şarkikaraağaç
İlçesindeki bazı köylerin kanalizasyon ve bir kasabanın yol sorununa ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4397) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 28.- Ankara
Milletvekili Nesrin Baytok’un, ATO Başkanının
odasında bulunan silaha ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4398) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 29.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Milas Kaymakamının
görevden alınmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4399)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 30.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Akhisar Sigara Fabrikasına ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4400) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 31.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, sulamada ve köy içme sularında kullanılan elektrik
borçlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4401) (Başkanlığa
geliş tarihi: 1/7/2008) 32.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, İzmir’in
şebeke suyunun kalitesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4402) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 33.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Kırım Kongo
kanamalı ateşine karşı alınan tedbirlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4403) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 34.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’da aile hekimliği
uygulamasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4404)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 35.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, Kastamonu Doğum
ve Çocuk Hastanesinin kadro durumuna ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4405) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 36.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, Datça Devlet Hastanesinin
uzman doktor ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4406)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 37.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, ayakkabıcılık sektöründeki sorunlara ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4407) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/6/2008) 38.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, küçük esnaf, sanatkar ve bakkalların sorunlarına
ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4408) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2/7/2008) 39.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, çiftçilerin
bazı sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4409) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 40.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Akhisar’da zeytinciliğin desteklenmesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4410) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 41.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Gübretaş’ın İran’da gübre fabrikası almasına ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4411)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 42.- Trabzon
Milletvekili Süleyman Latif Yunusoğlu’nun, çay
eksperlerinin özlük haklarına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4412) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 43.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, TMO’nun depo stokları
ile yatırımlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4413) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 44.- Mersin
Milletvekili Vahap Seçer’in,
keneyle mücadeleye yönelik ilaç ihalesine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4414) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 45.- Kastamonu Milletvekili
Mehmet Serdaroğlu’nun, çiftçi borçlarının
ertelenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4415) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 46.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, hayvancılık
desteklemesinden yararlanamayan üreticilere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4416)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 47.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Sabah-ATV’de
hissesi bulunan küçük yatırımcılara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/4417)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 48.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, Anamur Gümrüğüne ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Hayati Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/4418) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/6/2008) 49.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğüne
yapılan bir atamaya ve Müzekart projesine ilişkin
Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/4419) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/6/2008) 50.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, İncirlik’teki ABD üssünde nükleer silah bulunduğu
iddialarına ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4420)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/6/2008) 51.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, SBS’deki bir soruya ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4421) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 52.- Sivas
Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, KPSS sonuçlarına
göre yerleştirmelerde yaşanan bir soruna ilişkin Devlet Bakanından (Murat Başesgioğlu) yazılı soru önergesi (7/4422) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2/7/2008) 53.- Trabzon
Milletvekili Süleyman Latif Yunusoğlu’nun, kadastro
çalışmalarındaki askı süresine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4423) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/7/2008) 54.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, E-90 karayolunun iyileştirilmesine ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4424) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/7/2008) 55.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir milletvekilinin sarf ettiği sözlere ve
kütüphaneden ödünç alınan bazı yayınlara ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/4425) (Başkanlığa geliş tarihi: 7/7/2008) Meclis Araştırması Önergeleri 1- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani
ve 20 Milletvekilinin, siyasette sivil-asker ilişkileri ve bazı iddiaların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi. (10/247) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.7.2008) 2- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 20 milletvekilinin,
Edirne İlinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/248)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9.7.2008) 3- Samsun
Milletvekili Osman Çakır ve 25 milletvekilinin, Samsun’daki işsizlik sorununun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi. (10/249) (Başkanlığa geliş tarihi:9.7.2008) 16 Temmuz 2008 Çarşamba BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 13.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL KÂTİP ÜYELER:Harun
TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
131’inci Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim. Konuşma süreleri beşer dakikadır. Hükûmet konuşmalara
cevap verebilir. Hükûmetin süresi yirmi dakikadır. Gündem dışı ilk söz, uluslararası nakliyatta yaşanan sıkıntılarla
ilgili söz isteyen İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’a aittir. Sayın Soysal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- İstanbul Milletvekili Çetin
Soysal’ın, uluslararası nakliyat sektöründe yaşanan sıkıntılara ilişkin gündem
dışı konuşması ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
uluslararası nakliyatta yaşanan sorunlarla ilgili olarak gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Bulgaristan, Kapıkule Sınır Kapısı’ndan
çıkış yapan Türkiye’ye ait her tırdan, 28 Haziran
2008 tarihinden itibaren 270 doların üzerinde geçiş ücreti almaya başladı.
Bunun üzerine, Uluslararası Nakliyeciler Derneği sıkıntılarını ortaya koymak,
seslerini, feryatlarını duyurmak için bir dizi eylem gerçekleştirdi.
Nakliyeciler, 1 Temmuzda Kapıkule Sınır Kapısı’nda, 11 Temmuzda ise Ankara’da
protesto eylemi için bir araya geldiler. Aslında bu işin geçmişi 2007 yılının Ocak ayına dayanıyor.
Bulgaristan ile Türkiye arasında görüşmelerin ardından karşılıklı olarak bir
protokol metni hazırlandı. Bu metnin taraflarca 2007 tarihine kadar imzalanması
gerekiyordu. Bulgaristan buna uydu ve protokol metnini imzalamaya yanaştı ancak
ne yazık ki Kara Ulaştırması Genel Müdürlüğü metne imza koymaktan kaçındı.
Bunun sonucunda, uluslararası nakliyatta 45 bin araçla 400 bin kişiye istihdam
sağlayan, ihracatın yani Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu ihracatın yüzde
53’ünü taşıyan, yıllık 6 milyar dolarlık bir girdi sağlayan bu sektör çok
önemli bir sıkıntıya düşmüş oldu. Bir de üstüne, Bulgaristan’ın uluslararası
hukuka aykırı olarak başlattığı ücretli geçiş uygulaması geldi ve sorun
gerçekten büyüdü. Bulgaristan hükûmetinin başlattığı bu
uygulama, Türk ekonomisine 100 milyon doların üzerinde bir ek maliyet
getirmektedir. Taşımacılıkta akaryakıta yapılan zamlarla zaten zor duruma giren
sektör, bir de böyle bir ek maliyeti taşıyamaz ve kaldıramaz. Bu kadar önemli,
yüksek ve ek maliyeti engellemenin önüne geçme fırsatını değerlendiremeyen
iktidar, hâlâ bu konuyla ilgilenmemektedir, duyarsız kalmaktadır, sessiz
kalmaktadır. Sektörün bu ek maliyetle alacağı darbenin ihracatımıza çok ciddi
yansımaları olacaktır. Uluslararası alandaki rekabet gücümüzü olumsuz
etkileyecek ve sonuçta iktidarın bu duyarsızlığının faturası yine ülkemize,
Türkiye’ye çıkacaktır. Bu nedenle, önlemlerin acil olarak alınması ve bir
sonraki adım için alternatif planların yapılması gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, bu kadar yüksek bir istihdam ve ekonomiye
girdi sağlayan bu sektörün yaşadığı sıkıntılara iktidarın duyarsız kalması
anlaşılabilir bir tavır değildir. İşsizliğin her gün arttığı, ekonomik olarak
büyük sıkıntıların her geçen gün fazlalaştığı ülkemizde, AKP Hükûmetinin mevcut istihdam ve ekonomiyi dahi koruyabilecek
beceri ve anlayışa sahip olmadığı anlaşılmakta ve görülmektedir. Sektörün
önemi, istihdam ettiği kişi sayısı ve ülkemize sağladığı ekonomik getiriler
ortadayken bu aymazlık kabul edilebilir bir durum değildir. Bulgaristan ile
Türkiye’nin ortaklaşa oluşturdukları protokol metni, sektör çalışanlarının
temsil edildiği meslek örgütlerince son derece iyi bir metin olarak
değerlendirilmektedir. Ulaştırma Bakanlığı ve Bakanlığa bağlı kurumların bu
konuda bu kadar vurdumduymaz davranmalarını anlamak mümkün değildir. 2007 Mayıs
ayına kadar imzalanması gereken bu metnin imzalanmamasının nedenini gerçekten
anlamakta zorluk çekiyoruz. İktidarın bu gecikmesi nedeniyle ekonomimize 100
milyon doların üzerinde ek maliyet çıkması ve bunun faturasını, bedelini
Türkiye’nin ödemesi gerçekten kabul edilebilir gibi değil. Tabii ki bu ek
maliyetin sorumlusu ve zamanlamayı yapamayan maalesef iktidar partisidir. Ancak
doğan sonuçlar açısından sıkıntıyı sektör ve sektör çalışanları bire bir
yaşamaktadır. Değerli milletvekilleri, sorunun çözümü için hemen harekete
geçilmelidir. Hükûmetler arasında en kısa zamanda
görüşme yapılmalı ve ilgili bakanlar konuyla yakinen ilgilenmelidir. Sorunun
mağduru olan sektör çalışanları temsil edildiği meslek örgütleriyle görüşmeli
ve çözüm için ciddi adımlar atılmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Soysal, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Sağ olun. Sadece taşımacılık sektörü değil, tekstil ve tarım ürünlerinde de,
bu sektörlerde de büyük zararlar gelecektir. Uluslararası hukuk ve taşımacılık
kuralları bu aykırı yasayı kabul etmemektedir. Örneğin, Yunanistan üzerinden
geçişler söz konusu olmuş olsa bu ücretler ödenmeyecektir. Bulgaristan’ın bu
uygulamasına karşı kesinlikle bir tepki gösterilmeli ve masaya oturulmalıdır.
Ne yazık ki Ulaştırma Bakanlığı bu konuda sesini çıkartmamakta, sessiz
kalmakta, ilgisiz kalmaktadır. Aynı şekilde Dışişleri Bakanı da bu konuda
duyarsız kalmaktadır ve Dışişleri Bakanını gören varsa lütfen kendisine rica
etsin, bu konuyla ilgili çaba sarf etsin. Çünkü Dışişleri Bakanının adı var,
kendi ne yazık ki yok. Değerli arkadaşlarım, bu soruna ciddi şekilde el atılması
gerektiğini düşünüyor, sözüm bittiği için hepinize saygılar, sevgiler
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Soysal. Gündem dışı ikinci söz, Hakkâri’nin eğitim sorunları ile ÖSS ve
OKS sınavlarındaki başarısızlığı hakkında söz isteyen Hakkâri Milletvekili
Hamit Geylani’ye aittir. Sayın Geylani, buyurun efendim. (DTP
sıralarından alkışlar) 2.- Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani’nin, Hakkâri ilinin eğitim sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşması HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gündem dışı konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hakkâri ilimizde başta sağlık, eğitim ve sosyal yaşamın her alanı
hep yok sayılmıştır. Maalesef 2008 yılı ortaöğretim kurumları sınavında
sonuncu, öğrenci seçme sınavında ise Ardahan ilimizden sonra ikinci olmuştur.
Bu, aynı zamanda, yıllardır devam eden bir sonuçtur. Üzülerek söylüyorum,
Hakkâri, kamuoyunda, genellikle çatışma, operasyon, ölüm ve hukuk dışı
çetelerle gündeme gelmekte veya sondan birincilikle ÖSS ve OKS sınav
sonuçlarında bilinmektedir. Değerli arkadaşlar, sizlere Hakkâri’nin doğal güzelliklerinden
veya devam etmesi gereken pozitif hizmetlerden söz etmek isterdim ama ne yazık
ki bir kez daha bölgedeki haksızlıklardan, şiddet sarmalından, hukuk dışılıktan
ve ayrımcılıktan söz etmek zorunda kalıyorum. Yıllardır süregelen baskı ve şiddet iklimi, başta tüm özgürlükler
olmak üzere, yaşamın her alanını ve özellikle eğitimi de felç etmiştir. İşte
bundandır, halkımız, onuru ve özgürlüğü hariç, neredeyse her şeyinden
vazgeçmiştir. Sürekli şiddet ve çatışma psikolojisi içerisinde olan öğrencilerin
bu ortamda başarı göstermeleri ve bunu beklemek aşırı bir iyimserlik olur.
Anılan olumsuzluklar ilkokuldan üniversiteye kadar devam etmektedir. Hakkâri’de hâlâ çok sayıda okulu olmayan köy bulunmakta, il ve
ilçe okulları dâhil birçok köy okulunda öğretmensizlikten eğitim
yapılamamaktadır. Köylerde daha çok vekil öğretmen ya da ek ders karşılığı
çalışanlarla durum idare ediliyor. Şehir merkezlerindeki okullarda ise
genellikle yeni atanan, deneyimsiz ve stajyer öğretmenler
görevlendirilmektedir. Bunlar da biraz deneyim kazandıktan sonra tayin derdine
düşüyorlar. Bunu önlemek için, Hakkâri’nin bir sürgün ili olmadığını
kanıtlayacak sosyal ve yasal önlemlerin alınması gerekiyor. Bugün itibarıyla
Hakkâri’de yaklaşık 1.100 öğretmen açığı bulunmakta, başta kız öğrencilere
olmak üzere, hiçbir şekilde yurt hizmeti de sunulmamaktadır. Bunun sorumlusu da
kuşkusuz, işbaşındaki AKP Hükûmetidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hakkâri ve diğer bölge
illerinin ÖSS ve OKS sınavlarında başarılı olmayışının temel nedeni, öğrencilerin
kendi ana dilinde eğitim görmemelerinden kaynaklı olduğu ve ayrıca çözüm
bekleyen ayrı bir sorun olduğunun altını burada çizerek belirtmek istiyorum. Çünkü, bilimsel olarak her birey ana dilinde daha güvenli ve
daha üretkendir. Ana dilleri yasaklamak, bu nedenle eğitimde başarısız kılmak,
bireylere verilebilecek en büyük ağır cezadır. Değerli milletvekilleri, bakınız, demokrasiyi uygulayan ve
demokrasiye geçiş iradesi gösteren ülkelerde, farklı kültürlere sahip
toplulukların, dillerini özgürce kullanma, ana dilde eğitim ve kültürünü
geliştirme hakları sağlanmıştır. Artık, çağımızda, ana dil eğitimi yükümlülük
olmaktan çıkmış, bir vazgeçilmezlik durumuna gelmiştir. Her ülke kendi
toplumsal dokusu, siyasi rejimi ve uygar dünyadaki konumu gereği belirlediği
yöntemlerle dil farklılığı ve buna yönelik eğitim sorununu çözmektedir. Değerli milletvekilleri, Hakkâri’de öğrencilerin sınavlarda
başarısız olmasının bir nedeni de özellikle dershane öğrencileri üzerindeki
baskı ve kitlesel gözaltılardır. Bu da öğrencilerin
psikolojini bozmakta, sınava motive olmalarını engellemektedir. Ne yazık ki bu sistemde bir gözaltı ve bir de hasıraltı etme
kültürü vardır. Bakınız, sistem, ana dil ve düşünce özgürlüğünden,
demokrasiden, eşitlikten… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Geylani, konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun efendim. HAMİT GEYLANİ (Devamla) - …toplumsal barıştan, çağdaş hukuktan söz
edenlerin bütün söylemlerinden korktuğu için kitlesel gözaltı yapıyor ama aynı
sistem, Meclis iradesini sıfırlayanların, muhtıra ve acil eylem plan
sahiplerinin, darbecilerin, yargının tepesini siyasallaştıranların, ülkeyi
talan edenlerin eylemlerini de ne yazık ki hep hasıraltı ediyor. Ama hasırın altı çok şişmiş, tozlar Ergenekon operasyonuyla
yavaş yavaş dökülmeye başladı. Evet, son olarak, demokratik istemlerin gözaltına ve hukuksuzluğun
da hasır altına alınmadığı, eğitimdeki tüm
ayrımcılığın da sonlandığı özgür bir ülke dileğiyle hepinize saygılar sunarım.
(DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Gündem dışı üçüncü söz, özel eğitim kurumları ve engellilerin
sorunlarıyla ilgili söz isteyen Bursa Milletvekili Necati Özensoy’a
aittir. Sayın Özensoy, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) 3.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, özel eğitim kurumları ve engellilerin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
özel eğitim kurumları ve engellilerin sorunları hakkında Milliyetçi Hareket
Partili milletvekili olarak gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Hepinize
saygılar sunuyorum. Türkiye’de özürlüler araştırması verilerine göre, özürlü nüfusun
nüfus içerisindeki oranı yüzde 12,29 olup yaklaşık olarak 8,5 milyon özürlü
tespit edilmiştir. Bu yaklaşık 190-200 bin civarındaki özürlü vatandaşımız
bugünlerde sıkıntı içerisinde, engellerin dışında ruhsal bunalım yaşamaktadır.
Bunun da nedeni, 2005 yılında yapılan bazı değişikliklerle özel eğitim
kurumlarının önünün açılmasıyla birlikte, özel eğitim kurumlarının açılmasıyla
birlikte bu engellilere sağlanan eğitim imkânlarının, maalesef, bugünlerde
yapılacak olan kanun değişiklikleriyle -yine bir ek maddedeki değişikliğin- bu
verilen hakların ellerinden alınmasıyla alakalıdır. Değerli milletvekilleri, o gün yapılan yasayla birlikte,
eminim -2005 yılında yapılan yasa değişiklikleriyle alakalı- Türkiye’de birçok
engelli ve engelli ailesi bu yapılan değişikliklerle ilgili mevcut iktidara dua
etmiş ve teşekkürlerini göndermiştir ama o günden bugüne yani yaklaşık üç
yıllık bir süre içerisinde, geldiğimiz günde, maalesef, birtakım doğru olmayan
veya mesnedi olmayan gerekçelerle bu kanun değişikliğiyle ellerinden bu hakları
alınmak istenmektedir. Bu konuyla alakalı sivil toplum kuruluşlarından, engelli aileleri
ve özel eğitim kurumları derneklerinden bizlere gelenlerden bazı paragrafları
sizlerle paylaşmak istiyorum: “AK PARTİ Hükûmeti bu
yasayı çıkararak sosyal devlet olmanın en güzel örneğini vermiştir.” diyorlar. “Özel sektör tarafından engelli çocuklarımıza sunulan eğitim
hizmeti olumlu sonuçlarıyla çok hızlı bir gelişme göstermiştir.” Yasa çıktığında özel eğitim alan çocuk sayısı 30 bin civarındayken
şu anda 190 bin civarında olduğunu ifade ediyorlar. Sunulan rehberlik hizmetleriyle ailelerin bilinç ve bilgi düzeyi
geliştirilmiş, çocukların durumları kabul görerek eğitimlerini destekleme
anlamında önemli adımlar atılmıştır. Şu anda Hükûmet veya daha doğrusu Meclis
önemli bir karar aşamasında. Genel Kurulda oylanacak yasa değişikliğiyle
engelliler yok sayılacak, evlerine, kaderlerine terk edilecektir ya da engelli
de olsa çocukların önemli olduğu gerçeğini benimseyerek bu hizmeti sürdürmeye
öncelikle karar verecektir. Karar aşamasından sonra, Maliye Bakanlığının
gerekçe olarak sunduğu bu hizmetin devlete getirdiği ekonomik yük, farklı
boyutlarıyla, ilgili kurumlar, kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve
akademisyenlerden oluşan bir komisyonda tartışılır ve çözümler üretilir. Şu
anda özel kurumlardan alınan hizmet yoluyla sürdürülen uygulama biçimleriyle
ailelere ve çocuklara sunulan bu çok önemli hizmetin ekonomik boyutu, devlete
olan maliyeti incelendiğinde, bir çocuğun eğitim maliyeti devlete olan maliyete
oranla 1/5 oranında azalmaktadır. Tüm giderleri kayıt altında olan bir sektör
olarak devletten alınan gelirin önemli bir kısmı vergi olarak devlete geri
gelmektedir. İşsizliğin ciddi boyutlara ulaştığı ülkemizde 40 bin kişiye
istihdam sağlayarak ülke ekonomisine katkı sunulmaktadır. Özel eğitim
kurumlarında çok daha iyi şartlarda, kaliteli hizmet verilmektedir. Sonuç olarak, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’yla yapılan
Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’ndaki ek
3 maddenin komisyonda verilen önerge şeklinde değiştirilmesini talep ediyorlar. Bakın, buradan, bu konuyla alakalı Plan ve Bütçe Komisyonunda
önerge veren AK PARTİ milletvekillerine de seslenmek istiyorum… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Özensoy, konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun efendim. NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Burada, Sayın Lokman Ayva’nın da yine o komisyona gelerek ifade
ettiği gibi, bu önergeyle ilgili imzalarına sahip çıkmalarını diliyorlar. AK
PARTİ Milletvekili Sayın Lokman Ayva, yine bir gazeteye verdiği demeçte aynen
şunları söylüyor: “Böyle şey olur mu? Hem ‘Haydi kızlar okula’ diyeceksiniz…
‘Ben de ‘Haydi özürlüler eve’ mi diyeceğim? Arkadaşlar önergeden imzalarını
çektiler. Bu kadar ilkesizlik olmaz. Durumu özürlü ailelerine anlatamam,
kıyamet kopar.” Lütfen, bu konularda çok değerli çalışmaları olan, sizin
grubunuzun üyesi olan Lokman Ayva’ya da kulak vererek ve 190 bin, 200 bin
özürlü ve ailesine kulak vererek görüşülecek olan bu kanundaki maddenin
değiştirilerek tekrar bu engelli çocukların eğitiminin devamını sağlamakta
fayda var diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir tezkere vardır,
okutuyorum: V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI A) Önergeler 1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın (6/774) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/78) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin sözlü sorular kısmının 347 nci
sırasında yer alan (6/774) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. Alim Işık Kütahya BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir. Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır,
okutuyorum: B) Meclis
Araştırması Önergeleri 1.- Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani ve 20 milletvekilinin, siyasette sivil-asker
ilişkileri ve bazı iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/247) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Demokratik ülkelerde reel siyaset, hukuka uygun şekilde kurulan
siyasi partilerce yapılır. Yürütme ise, halkın oylarıyla seçilmiş siyasi
partilerin iktidara gelmesiyle kurulan hükümet tarafından icra edilir. Dünya siyasetinde silahlı kuvvetlerin önemi ve gelişimi çok önemli
bir yer tutmaktadır. Demokratikleşme sürecini gerçekleştiren ülkelerde ordu ve
siyaset birbirinden ayrı kurumlar olarak işlev görmektedir. Ordu demokratik
ülkelerde, sadece güvenlik işlevini gerçekleştirmekle yükümlü olup, siyaset
alanında hiç yer almamaktadır. Oysa geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde,
askeri kuvvetler, siyasete ya doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale etmekte ve
siyaseti kendi çıkarları doğrultusunda yönetmektedir. Türkiye'de silahlı kuvvetler, Cumhuriyet tarihi boyunca her zaman
siyasetin etkin bir aktörü olmuş, siyasete yön vermiş, gerçekleştirilen
darbelerle politikacılar ve sivil halk sürekli olarak hukuk dışı uygulamalara
tabii tutulmuştur. Türkiye'nin yakın tarihi, askeri darbeler, muhtıralar, gece
yarısı e-muhtıralar, eylem planlarıyla anılmaktadır. Seçilmişler üzerindeki
askeri müdahalenin korku refleksi ve de vesayeti, Türkiye siyasi tarihinde
belirleyici bir işlev üstlenmiştir. Bu korku refleksini "Demokles'in Kılıcı" gibi sürekli üzerinde hissetmek,
özgür iradenin, hür düşüncenin ve demokratik söylemin oluşmasına ciddi bir
engeldir. Çağdaş demokrasilerde kurumlar ve kişiler, özgür bir biçimde
kendilerini ifade edip, yurttaşlığın gereği olan görev ve sorumlulukları yerine
getirdiği müddetçe ancak özgür bir yurttaş olabilir. Korku sarmalındaki
bireyler, çağdaş ve demokratik anlamda ne özgür olabilirler, ne de barış, huzur
ve mutluluk içerisinde olabilirler. Demokratik devletleri, demokratik olmayan devletlerden ayıran en
önemli hususlardan bir tanesi, temel siyasi kararların nihai olarak kimin
tarafından verildiğidir. Türkiye'de güvenlik, etnik, çok kültürlülük ve dış
düşman fobisi ve buna bağlı yasaklar gibi nedenlerle, ordunun siyasette
belirleyici rol oynadığı görüntüsünü vermektedir. Demokratik bir siyasi sistemin temel özelliklerinden biri,
seçilmiş siyasi otoritelerin seçilmemiş makamlar karşısındaki üstünlüğüdür. Bu
ilke, daha özel olarak “siyasi iktidar”, “silahlı kuvvetler” ilişkisine
uygulandığında, silahlı kuvvetlerin siyasi otoritelerin direktiflerine bağlı
olmasını içerir. Türkiye'de ise, son “eylem planı”nın
da gösterdiği silahlı kuvvetler adeta profesyonel düzeyde örgütlenmiş siyasi
parti imajını yaratmaktadır. Sivil irade ve halkın temsiliyeti,
yaygın ve çağdaş demokrasiler içerisindeki yer ve değeri paha biçilemez. Sivil
otorite ve millet iradesinin egemenliği demokrasilerin vazgeçilmezleri
arasındadır. Son dönemlerde Türk Silahlı Kuvvetleri, ele geçirilen ya da belli
kesimler tarafından servis edilen gizli belgelerle gazete manşetlerini
süslemektedir. Demokratik bir hukuk devletinde kabul edilmesi asla mümkün
olmayan gizli planlar, eğer iddialar doğruysa Türkiye'de askeri vesayetin hangi
aşamada olduğunu gözler önüne sermektedir. Yakın tarihimizde, “Sarıkız” ve “Ayışığı” darbe planları ile Ergenekon vakasıyla gelinen
noktada, ordu içinde yuvalanan siyaset ve darbe heveslilerini açığa
çıkarmıştır. Son olarak Taraf gazetesi, “Genelkurmay'ın Türkiye'yi
Biçimlendirme Planı” başlığıyla, Genelkurmay çıkışlı olduğu iddia edilen “Bilgi
Destek Planı ve Faaliyet Çizelgesi” adlı bir belge yayınladı. Eylül 2007 tarihli plan, üst yargı organı başkanlarının,
gazetecilerin, kanaat önderlerinin TSK ile aynı paralelde hareket etmelerinin
sağlanması ve yönlendirilmesi, muhalif sanatçı ve yazarların yıpratılması,
yandaşlarına maddi ve manevi destek sunulması, “irticacı hareketlerin
sorumlusu” hükümete ve yeni anayasa paketine karşıtlığın örgütlenmesi, Kürt
bölgesinde "teröre yardım ettikleri sürece" halkı
"rahatsız" edecek faaliyetlerin icrası, DTP'nin
"terörist” olarak ilanı gibi bir dizi "eylem kararı"nı
içeriyor. Kamuoyu tüm olanları büyük bir şaşkınlık içerisinde izlemektedir.
Ne var ki, gerek Genelkurmay tarafından, gerekse de hükümet tarafından bu
konuda ciddi bir açıklama gelmedi. Genelkurmay söz konusu haberi yayınlayan
gazeteyi yalanlamakla yetindi. Önce "komuta katı tarafından onaylanmış
böyle bir resmi evrak veya plan kayıtlarda yoktur" denildi, sonra da
"böyle bir plan yoktur" denildi. Kamuoyuna yansıyan Genelkurmay'ın
"Türkiye'yi biçimlendirme planı" hakkında ortaya atılan iddiaların
derhal aydınlatılması gerektiğini düşünüyoruz. Şayet böyle bir plan mevcutsa
demokrasiye ve hukuka yapılan bu darbenin tüm sonuç ve sorumlularıyla ortaya
konulması gerekmektedir. Türkiye'de demokrasinin, parlamenter sistemin, insan haklarının ve
hukukun geleceği ve devamı için "Genelkurmay'ın Toplumu Biçimlendirme
Planı" için Anayasamızın 98, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri
gereğince Araştırma Komisyonu kurularak, söz konusu durumun araştırılmasını
saygılarımızla arz ederiz. 1) Hamit Geylani (Hakkâri) 2) Ahmet Türk (Mardin)
3) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır) 4) Fatma Kurtulan (Van) 5) Emine Ayna (Mardin)
6) Ayla Akat Ata (Batman) 7) Sebahat Tuncel (İstanbul) 8) M. Nezir Karabaş (Bitlis)
9) Bengi Yıldız (Batman) 10) Sırrı Sakık (Muş) 11) M. Nuri Yaman (Muş)
12) Özdal Üçer (Van) 13) Aysel Tuğluk (Diyarbakır) 14) Pervin Buldan (Iğdır) 15) Gültan Kışanak
(Diyarbakır) 16) Akın Birdal (Diyarbakır) 17) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
18) Hasip Kaplan (Şırnak) 19) Sevahir Bayındır (Şırnak) 20) Şerafettin Halis (Tunceli) 21) Osman Özçelik (Siirt) 2.- Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 20 milletvekilinin, Edirne ilinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/248) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Edirne ilimizin ekli gerekçede belirttiğimiz sorunlarının
araştırılarak, alınabilecek tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98.
ve İç Tüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması
yapılmasını arz ederiz. 1) Cemaleddin Uslu (Edirne) 2) Mehmet Şandır (Mersin)
3) Oktay Vural (İzmir) 4) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir) 5) Beytullah Asil (Eskişehir) 6) Emin Haluk Ayhan (Denizli) 7) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri) 8) Şenol Bal (İzmir) 9) Kürşat Atılgan (Adana) 10) Hakan Coşkun (Osmaniye)
11) Necati Özensoy (Bursa) 12) İsmet Büyükataman (Bursa) 13) Recep Taner (Aydın) 14) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon) 15) Akif Akkuş (Mersin) 16) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş) 17) Münir Kutluata (Sakarya) 18) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
19) Hasan Özdemir (Gaziantep)
20) Osman Durmuş (Kırıkkale)
21) Hamza Hamit Homriş (Bursa) Gerekçe: Edirne ilimiz Ülkemizi Avrupa'ya bağlayan bir serhat kentimizdir.
Batıda Pazarkule ve İpsala sınır kapıları ile
Yunanistan, kuzeyde Kapıkule ve Hamzabeyli sınır
kapıları ile Bulgaristan'a açılan bir sınır ilimizdir. Edirne, Avrupa'yı petrol
üreten Ortadoğu'ya bağlayan en kısa kara yolu olan D-100 kara yolunun sonudur.
Ayrıca Türkiye'nin sanayi merkezi İstanbul'a Cumhuriyet dönemindeki ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında
150.889 kişilik nüfusa sahip olan Edirne'nin, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi
verilerine göre 2007 yılı sonu itibariyle toplam nüfusu 396.462'dir. Bu nüfus
büyüklüğüyle Edirne'nin Türkiye nüfusu içindeki payı binde 5,6'dır. Edirne nüfusunun %66'sı il ve ilçe merkezlerinde, %34'ü de bucak
ve köylerde yaşamaktadır. Türkiye genelinde ise il ve ilçe merkezlerinde
yaşayan nüfus oranı %70'dir. 2007 itibariyle nüfus yoğunluğu, il genelinde 65
kişi/km² , Merkez ilçe'de 182 kişi/km² olmuştur. Aynı yılda Ülkemizin
genelindeki nüfus yoğunluğu 92 kişi/km²'dir.
İlçelerin nüfus yoğunluğu ise kilometrekareye düşen kişi sayısı olarak, 18 ile
65 arasında değişmektedir. Nüfus bakımından Merkez dışındaki en büyük ilçe olan
Keşan, nüfus yoğunluğu bakımından da kilometre kareye düşen 65 kişi ile en
kalabalık ilçe durumundadır. Nüfus yoğunluğu en düşük ilçe ise 18 kişi/km² ile
Lalapaşa'dır. Sosyo ekonomik
gelişmişlik düzeyi nispeten yüksek olmasına karşın Edirne, il dışına göç veren
bir ilimizdir. Edirne 1995-2000 döneminde net olarak 5.106 kişilik göç vermiş
olup; bu miktarla net göç hızı binde -14 olarak gerçekleşmiştir. Nüfus artış
hızı Türkiye ortalamalarının altında kalmış, özellikle kırsal kesimde nüfus
azalmıştır. Ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalı olarak gelişmekte olan
Edirne ili toplam Edirne'de ekonomik olarak sulamaya elverişli %35'inde sulu tarım
yapılmaktadır. Sulama alt yapılarının yeterince gelişmemiş olmasının yanında
taşkın koruma çalışmalarının yetersizliği nedeniyle tarım alanları tehdit
altında kalmaktadır. İlimizde hayvancılık yıllar itibarıyla düzensiz bir seyir
izlemiştir. Hayvancılık alanında yapılacak yatırımlar ülke ekonomisi açısından
önem arz eden kaliteli hayvancılık mamullerinin üretimi hem kendi hem de komşu metropol İstanbul'un ihtiyaçlarını karşılamakta iken, bugün
bu ihtiyaçlara cevap verememektedir. Edirne ili, gelir hesaplamalarından doğan ve kalkınmışlık düzeyini
gösteren verilerin gerçek durumu yansıtmaması nedeniyle kalkınmada öncelikli
yöreler kapsamına alınmaması Süloğlu ilçesi hudutları içerisinde bulunan
Organize Sanayi Bölgesinin gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Gelir
seviyesi düşük olan Lalapaşa ve Süloğlu ilçelerinin kalkınmada öncelik yöreler
kapsamına dahil edilmesi, ilin gelişmesine katkı
sağlayacağı düşünülmektedir. Tarihi mirasa saygılı ve bu özelliği ön plana çıkaran turizm
anlayışı çerçevesinde ilde bulunan tarihi eserlerin korunması, iyileştirilmesi
ve tanıtılması bölgenin turizm değerini artıracaktır. Bu çerçevede yapılacak
altyapı çalışmaları ile turizm tesislerinin yeterli, kaliteli ve gerekli sayıya
ulaşması için gerekli araştırmaların yapılması uygun olacaktır. Bu çerçevede, Edirne ilinde, sürdürülebilir ve topyekün
kalkınmayı temin etmek, istihdam ve üretimi artırmak, sosyal refahı yükseltmek
amacıyla, sanayi, turizm, tarım, eğitim, sağlık vb. alanlarında nelerin
yapılabileceğinin araştırılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasamızın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması
uygun olacaktır. 3.- Samsun Milletvekili Osman
Çakır ve 25 milletvekilinin, Samsun’daki işsizlik sorununun araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/249) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Samsunun işsizlik sorunlarının araştırılarak; Anayasamızın 98,
içtüzüğün 140. ve 105. maddeleri gereğince Samsun'da daha çok istihdam yaratılabilmesi,
işsizliğin azaltılabilmesi, işsizlik fonunun bu konularda daha etkin olarak
kullanımı ve fon’dan işsizlere daha çok destek sağlanabilmesi konuların
araştırılması için bir meclis araştırma komisyonu kurulmasını arz ve teklif
ederiz. 1) Osman Çakır (Samsun)
2) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir) 3) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
4) Münir Kutluata (Sakarya) 5) Erkan Akçay (Manisa)
6) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta)
7) Mustafa Kalaycı (Konya)
8) Mehmet Günal (Antalya) 9) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
10) Metin Çobanoğlu (Kırşehir) 11) Hasan Çalış (Karaman) 12) Atila Kaya (İstanbul) 13) Ahmet Bukan (Çankırı) 14) Şenol Bal (İzmir)
15) Kürşat Atılgan (Adana)
16) İsmet Büyükataman (Bursa) 17) Durmuşali Torlak (İstanbul) 18) Mehmet Şandır (Mersin)
19) Beytullah Asil (Eskişehir)
20) Reşat Dogru (Tokat) 21) Akif Akkuş (Mersin)
22) Recep Taner (Aydın)
23) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon) 24) Necati Özensoy (Bursa) 25) Hamza Hamit Homriş (Bursa) 26) Rıdvan Yalçın (Ordu) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ülkemizin en önemli sosyo-ekonomik
sorunu olan "işsizlik" günümüzde toplumsal bunalım noktasına
tırmanmış bulunmaktadır. OECD'nin "2008 Ekonomik Görünüm İlkyarı
Raporu"nda Türkiye’nin hâlâ OECD ülkeleri içinde en düşük gelire sahip
ülkelerden birisi olduğuna işaret edilerek istihdam yaratma kapasitesinin
azaldığı ve işsizliğin arttığı ifade edildi. TÜİK tarafından en son olarak
açıklanan Mayıs 2008 dönemi işgücü istatistiklerine göre, resmi işsizlik oranı
Türkiye genelinde yüzde 10,7 olarak ilan edilmiştir. Bu oranlara iş bulma
umudunu kaybettikleri için iş aramayanlarda dahil
edildiği taktirde bu oran % 20'leri aşmaktadır. Özellikle gençlerimiz açısından durum daha da vahimdir. Ekonomik
ve sosyal kalkınmanın itici gücünü oluşturan, geleceğimizi teslim edeceğimiz
geçlerimiz, fiilen her beş gençten biri işsizdir. Genç nüfusta işsizlik oranı
%21'e ulaşmış ve giderek artmaktadır. İşsizlik Sigorta Fonunun amacına uygun yapıya dönüştürülmesi,
fonda biriken kaynağın işsizlikle mücadele etkin olarak kullanımı ivedilikle
sağlanmaktadır. Samsun’da yatırımlar yok denecek kadar azalmıştır. Teşvik
kapsamına bölgesinde alınmayan tek il olmasından dolayı özel sektör yeni
yatırım yapmamaktadır. Var olan kamu yatırımları satılmış veya
özelleştirilmiştir. İki büyük ovaya sahip olmasına rağmen tarım ürün
fiyatlarının düşük olması da çiftçilerimizi tarımdan uzaklaştırmakta ve iş
bulma umudu insanlarımızı büyük şehirlere göç ettirmektedir. Üniversitelerde okuyan Samsunlu gençlerimiz mezun olduklarında iş
bulamama korkusuyla Samsun'a dönmemekte bu da ailelerin bölünmesine neden
olmaktadır. Bütün bu sorunlardan dolayı Samsun’da işsizlik oranı hızla
artmaktadır. Resmi verilere göre Samsun’da işsizlik oranı İŞKUR tarafından 2008'in ilk altı ayında açmış olduğu iş edinme
kurslarına 526 kişi katılmış, bu kurslar için yapılan toplam harcama ise
562.864 YTL dır. İş edindirme kurslarına katılanların
toplam işsiz sayısına oranı % 2,4’üne denk gelmektedir. Bilindiği gibi, 4447 sayılı kanunla kurulmuş bulunan işsizlik sigortası
fonu kapsamında işsizlik ödeneği alan sigortalı işsizlere; İşgücü piyasası ve mesleki eğitim alanında danışmanlık hizmeti
verilmesi, Meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme eğitimi verilmesi, Yeni bir iş bulmalarında yardımcı olunması, öngörülmektedir. Oysa bu hizmetlerin son derece yetersiz bir düzeyde olduğu
görülmektedir Son dönemlerde TÜİK tarafından yayınlanan istatistiklerde işsizlik
oranlarının sürekli artarak çift haneli rakamlara ulaştığı görülmektedir.
Artmakta olan işsizlik oranları, aynı zamanda hem kamu sektöründe hem de özel
sektörde işverenler tarafından daha "esnek" çalışma koşulları talep
etmek için kullanılabilir. Bu da, ücretlerin ve çalışma koşullarının daha da
fazla erozyona uğramasına ve daha fazla sayıda işçinin kayıt dışı istihdam
edilmesine neden olabilir. Ülkemizde son dönemde uygulanan yanlış ekonomik politikalar sonucu
vatandaşlarımız tarımsal üretimden de kaçırılmaya çalışılmakta, ancak bu
insanlara alternatif iş gücü yaratılmadığı için istihdam sorunları yaratmakta,
işsizlik büyümekte, özellikle batı bölgelerine olan iç göçü hızlandırarak
sosyal sorunların yoğunluğunu artırmaktadır. Ülke ekonomisinin yıllardır
büyüdüğü söylense de, ne garip çelişkidir ki, işsizlik de büyümekte ve bugün
ülkemizin en önemli sorunu olarak çözüm beklemektedir. BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır. Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini
görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer alan, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri 1.- Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/363, 1/494) (S.
Sayısı: 237) (x) BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde. Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1 ila 15’inci maddeleri kapsamaktadır. Birinci bölüm üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Mithat Melen; şahısları adına
Isparta Milletvekili Nevzat Korkmaz ve Çorum Milletvekili Cahit Bağcı’nın söz talepleri vardır. (x) 237 S. Sayılı Basmayazı 15/7/2008 tarihli
130’uncu Birleşim Tutanağı’na eklidir. İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Esfender Korkmaz’a aittir. Buyurun Sayın Korkmaz. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi adına bu yasanın birinci
bölümüyle ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, görüşülmekte olan yasanın birinci bölümünün
dikkat çeken hususları: Bir defa, borçlanma disiplini önemli ölçüde bozuluyor.
Burada borçlanmada inisiyatif iktisadi etkinlik yerine
idareye veriliyor. Dolayısıyla, inisiyatifin idareye
fazla verilmesi, iktisadi etkinliğin bozulması demektir. Bir defa, borçlanma
limiti 10 kat artırılıyor önceki yasaya göre. Bu borçlanma limitinin 10 kat
artırılması bir seçim ekonomisidir. Dolayısıyla Hükûmet
diğer uygulamalarda olduğu gibi burada da seçim ekonomisi getiriyor. İkincisi: İkrazlarda yine 10 kat artırıyor hazine payını ve yine
hazine garantisinde de payı 5 kat artırıyor. Bütün bunlar aslında idarenin önemli ölçüde iktisadi etkinliği
ortadan kaldırması ve siyasi tercihlere göre borç dağılımını yönetmesi
demektir. Dolayısıyla bu da dolaylı yoldan bir seçim ekonomisidir. Değerli arkadaşlar, bu yasada öngörülen değişiklikler aslında borç
idaresinin yetersiz olduğunu ve borç idaresinin başarısız olduğunu gösteriyor.
Bu başarısızlık, Sayın Başbakanın ve Hükûmetin, borç
konusunda yanıltıcı bilgiler vermesiyle de ortaya çıkıyor. Bakın değerli
arkadaşlar, Sayın Başbakan “Özel sektör borcundan bana ne?” diyor. Değerli
milletvekilleri, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri değil; Türkiye, Avrupa
Birliği değil; Amerika Birleşik Devletleri kendi parasıyla dış borç alıyor,
Avrupa Birliği kendi parasıyla dış borç alıyor. Onun için bu ülkelerde iç borç
ve dış borç ayrımı önem kazanmıyor, ama Türkiye başkasının parasıyla, dövizle
dış borç alıyor. O zaman ne oluyor: Özel sektörün borcu da vatandaşı
ilgilendiriyor, kamunun borcu da ilgilendiriyor. Nasıl ilgilendiriyor: Bir
defa, bu borçların geri ödenmesi için döviz gerekiyor. Dolayısıyla döviz arz
talebini etkiliyor. Bu borçların ödenmesi sırasında faiz ve borç anaparası
olarak kaynak çıkışı oluyor. Bu da millî geliri etkilediği için vatandaşı
ilgilendiriyor. Daha da önemlisi, arkadaşlar, özel sektörün dış borçları 172
milyar dolara çıktı. Şimdi bir kur artışı olduğunu düşünelim. Kur artışı oranında
özel sektörün dış borcu artacak. Peki özel sektör
-özellikle 44,5 milyar dolara çıktı kısa vadeli borcu- bunu ödeyemezse, ödeme
güçlüğüne düşerse ne olacak? Olacağı belli: Yine maliyetine halk katlanacak.
Yani aynen 2001 yılında olduğu gibi bunun maliyeti topluma yayılacak,
vatandaşın vergileriyle ödenecek. Nasıl “Bu beni ilgilendirmez.” diyebilir bir
başbakan! Dolayısıyla burada başta Başbakan, Türkiye’nin borçlarıyla ilgili
yanıltıcı bilgiler vermektedir. Değerli arkadaşlar, biz bu yaz çalışıyoruz. AKP, iktidar partisi
önerge verdi, temmuzda çalışıyoruz ama kendileri
çalışmıyor, bizi çalıştırıyor. Bunu şiddetle bu kürsüden protesto ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar) Eğer temmuzda çalışma önergesi verdiyse, bugün Grup
Başkanının oturup beni dinlemesi lazım, ayakta konuşmaması lazım ve AKP
milletvekillerinin de burada olması lazım. Bunu halka şikâyet ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) OKTAY VURAL (İzmir) – Göstersin kameralar! ESFENDER KORKMAZ (Devamla)- Değerli arkadaşlar, Hükûmet borç yükünü olduğundan düşük gösteriyor. Bir defa,
net borç stoku diye uyduruk bir, yani bir hülle hesabı yapılıyor. Brüt borç
stoku ile net borç stoku arasında 105 milyar YTL fark var. Şimdi net borç stoku
diye dünyada bir kavram yok. Ne yapıyorlar: İşsizlik fonundan para alıyor, faiz
ödüyor, “Bu borç değil.” diyor. Yahu, devletin, hazinenin faiz ödediği borç borç olmaz mı arkadaşlar? Ne yapıyor? Diyor ki: “Merkez
Bankası net varlıklarını borcundan düşüyor.” Yahu, Merkez Bankası net varlığı
bir varlıktır, borç bir akımdır, bir mali akımdır. Böyle şey olur mu ya! Bu
bilime de aykırı, ekonomiye de aykırı. “Kamu mevduatı düşüyor.” diyor. Kamu mevduatını düşme nakit
ihtiyacı açısından olur ama kamu mevduatından faiz alıyorsun, nasıl
düşebilirsin borcundan? Değerli arkadaşlar, burada gerçekten net borç stoku
diye bütün Hükûmet üyeleri, Sayın Başbakan yalnızca
bunu konuşuyor. Bu bir aldatmacadır, halka yanlış bilgi vermektir. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Bilmiyor, bilmeden konuşuyor! ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Devlette şeffaflığı ortadan
kaldırmaktır. Daha doğrusu, bu bir hülle yapmaktır. Bundan vazgeçmesi lazım bu
Sayın Başbakanın ve bu Hükûmetin. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Başbakan iyi niyetlidir, bilse söylemez
onu. O niye söylediğini bilmiyor, ondan söylüyor. AHMET YENİ (Samsun) – Ya size ne? Başbakan bilmiyormuş! ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – “Sana ne” falan deme. ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, Sayın
Bakanımız dâhil, ikide bir diyor ki: “Borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranı düştü.” Ya arkadaşlar, borç yükü farklı bir
şeydir. Yani öyle bir gecede, TÜİK millî geliri yüzde 30 artırdı, ondan sonra
oran düştü falan, bunlarla kimseyi kandıramayız, kimseyi kandıramazsınız. Bir defa, faiz önemli. Bir borç yükünün ağır olup olmadığını
ölçmekte faiz önemli. Ne kadar faiz ödüyorsun? Bakın, ben size söyleyeyim. AKP
İktidarında, 2007 sonuna kadar, Türkiye dış borçlarında 39,3 milyar dolar
dışarıya faiz ödemiş arkadaşlar. OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – 40 milyar faiz! ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – 2002 yılında 7,6 milyar dolarmış
dışarıya ödediğimiz faiz, şimdi 2007 yılında 14,7 milyar dolara çıkmış. Niye,
2002’yle 2007’yi, 2008’i karşılaştıran sayın Hükûmet üyeleri bunlara değinmiyor? Neden hiç bunlara
değinmiyor? Bu bir kan kaybıdır. Türkiye faiz ödeyerek ekonomik kaynak
kaybediyor, Türkiye kan kaybediyor, bu yüzden cari açık artıyor. Hep petrol
fiyatlarını örnek veriyorsunuz. Peki, niye, ödediğiniz faizi, transfer edilen
kârı örnek vermiyorsunuz? Niye, bugüne kadar 6 milyar dolar IMF’ye verdiniz,
bunu konu etmiyorsunuz? IMF’ye yüzde 12 faiz verdiniz, acil destek kredilerinde
IMF’ye verdiğimiz faiz yüzde 12’dir; hâlâ IMF’yi çıpa
olarak tutuyorsunuz. Böyle şey olur mu arkadaşlar? Böyle kan kaybı, bu tamamen
Türkiye… Biz kazanıyoruz, başkalarına faiz ödüyoruz. Biz kazanıyoruz,
başkalarına kâr payı ödüyoruz. Türkiye'de halk, millet çalışıyor; şirketlerin
kâr transferine çalışıyor, faize çalışıyor. Niye bunları dile getirmiyor bu Hükûmet? Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin dış borcu da AKP döneminde ikiye
katlandı. Dünyada Rusya’dan sonra en yüksek dış borcu olan ülke hâline geldik
ama Rusya’nın petrolü var, Türkiye'nin nesi var! Değerli arkadaşlar, 2001 kriz yılında Meksika, Arjantin, Brezilya
bizden daha fazla dış borcu olan ülkelerdi. Bugün AKP İktidarı sayesinde biz
onları geçtik yani biz kendimize bakıyoruz oran yaparak. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Korkmaz, konuşmanızı tamamlayınız efendim. ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim. Peki, diğer ülkelere bakalım. Bakın, ben size söyleyeyim
arkadaşlar, 2001 yılında bütün Latin Amerika ülkelerinin dış borcu bizden
fazlaydı, bugün ne: Türkiye'nin 263 milyar dolar dış borcu varken, Brezilya’nın
bugün 191 milyara düşmüş, Meksika’nın 164 milyara düşmüş, Arjantin’in 109
milyar dolara düşmüş. Arkadaşlar, yani şimdi borçlanmakla, dışarıdan sürekli
borçlanmakla -dış borcun artmasıyla- hiçbir zaman “Efendim, biz başarılı
olduk.” diyemezsiniz. Dün bir de arkadaş diyor ki “enflasyon.” 2003 yılının
Kasım ayında açın, bakın, enflasyon yüzde 13’tü, bugün de yüzde 17, yani nerede
bu enflasyonda başarılı oldunuz, nerede dış borçta başarılı oldunuz! İkide bir
çıkıyorsunuz buraya “Efendim, biz ekonomide başarılı olduk.” Yok
böyle şey, rakamları saklamayın! Arkadaşlar, çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Mithat Melen. Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MİTHAT MELEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında 237
sıra sayılı Yasa Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
görüşlerini arz etmek için huzurunuzdayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. Efendim, önce, bu yasanın hangi gerekçeyle çıktığına izin
verirseniz bir bakalım. Şimdi, zaten, bizim ekonomi yönetimimizdeki bir hukuki
eksiklik yıllardan beri göze çarpıyor. Kimin nerede, ne yapacağı hukuken çok
iyi tanımlanmış değil. Dolayısıyla, her gün çıkardığımız bu tip kanunlar da bu
hukuki eksiklikleri tamamlamayıp bence daha artırır bir mahiyet arz ediyor
çünkü sıkışmayla çıkarılmış olduğu belli ama neden sıkışıldığını da pek çözmek
mümkün değil. Bir parça daha dikkatli incelerseniz, bu yasanın hazinenin
yetkilerini daha fazla artırır mahiyette olduğu görülüyor bu tasarıyla ilgili
ama hazinenin yetkileri, bundan önce hazine tarafından çeşitli kararname, yine
yasalara dayanarak belki yönetmeliklerle ortadaydı fakat ya o az geldi yahut
onun tekrardan, yeniden düzenlenmek ihtiyacı hissedildi ama tümü itibarıyla
yine genel açıdan, makro açıdan olaya bakılmadığını görmek mümkün. Mesela, burada orta vadeli mali plan meselesi var ki orta vadeli
ekonomik ve yapısal planda da bu var. Orta vadeli mali planla, yani üç yıllık
mali planla, bu yasanın pek fazla uyumlaştırıldığını söylemek mümkün değil.
Orada bir ciddi eksiklik görüyoruz. Sonra, bütçe hakkı meselesi var ki bu da
önemli bir konu. Ayrıca, esas amacın ne olduğu pek belli değil ve detay
düzenlemelere yetki verilmiş genel anlamda. Yani, bir yerde yönetmelikler kanun
hâline çevrilmiş, kanun Bakanlar Kuruluna yetki vermiş, Bakanlar Kurulu tekrar
yönetmelik çıkaracak. Bunun için de Devlet Bakanına verilecek yetkiler böylece
artırılmış. Burada, acaba hazinenin gerçekten daha fazla yetkiye mi ihtiyacı
var; yoksa o koordinasyonu dünyanın değişen koşullarında yapmakta zorlanıyor
mu? Şimdi, dünyadaki finans hareketlerinde çok büyük bir
değişiklik, büyük bir değişiklik, büyük bir hareket olduğu belli. Günde
1,8 trilyon dolar dünyada el değiştiriyor. Bunları takip etmek ve bununla kamu
finansmanının ve borç yönetiminin düzenlenmesini uyumlaştırmak, görüldüğü gibi
kolay bir iş değil. Ama bu yasada bütün bunlar yapılırken üniversitelerden
tutun da, hatta Eximbank’ın yasalarına kadar bunun içine
dâhil edilmiş durumda. Yani aslında kutlamak lazım bu yasaları yazanları, çünkü
kimse anlamıyor doğru dürüst. Belki kimse anlamadığı için de biz yasaları sık sık, tekrar, yeni baştan değiştirip yeni baştan
düzenliyoruz. Mesela bu konuda hata yapanlardan bir tanesi de Avrupa Birliği
herhâlde. Bizim uyum yasalarını hemen çıkaracağımızı bir türlü fark etmedi. Biz
birdenbire çıkarınca onlar da zorda kaldılar. Biz hakikaten burada üç günde bu
yasaları yalap şalap çıkarıyoruz, sonra tekrar değiştirmeye başlıyoruz. Şimdi, kamu finansmanı ve borç yönetimi şu anda niye daha fazla
önem kazanıyor, söyleyeyim: Hep özel sektörün borcunun arttığından bahsediyoruz
ama… Şu anda maliye belki iyi gidiyor görünüyor ama ekonomi iyi gitmiyor, bu
gelişmeyle maliye de kötü gitmeye başlayacak. Özellikle durgunluk içerisinde
veya kırılganlığın daha fazla artması yüzünden maliye de iyi gitmemeye
başlayacak, işte bu yüzden kamu finansmanı ve borç yönetimi daha ciddi bir hâl
alacak. Mesela bir stratejik ölçüt burada ciddi bir biçimde benim de
dikkatimi çekti. Stratejik ölçüt acaba nedir? Yani oturup dört tane yetkilinin
-ki Hazineye yetki verilmesi benim hoşuma gidiyor belki ama- veya beş tane
yetkilinin oturup bir stratejik ölçüt tespit edip en ucuzuna değil de
istediğine vermesi gibi bir kavram. Hâlbuki dünyada şartlar o kadar hızlı ki,
acaba o stratejik ölçüt veyahut da kamu eline verilen bir yetki daha rahat
kullanılabilecek veya daha iyi denetlenebilecek mi, orada da belirli
tereddütler var. Özetle söylemek istediğimiz şu: Çok hızlı bir biçimde, dünyada
finansman ve borç yönetimi gelişiyor, ciddi hâle geliyor, tehlikeli boyutlara
ulaşıyor, takibi zorlaşıyor. Şimdi bunu takip ederken, şimdiye kadar ettiğimiz
yapıda takip etmek yerine -bu yeni yapı- hiç anlaşılmaz yapıyla takip etmenin
zorluklarından bahsetmeye çalışıyoruz. Mesela, Hazinenin buradaki sorumluluğu
ne kadar olacak? Yoksa Hazine bu yasayla fazla sorumluluk almak yerine
sorumluluğu bir parça dağıtmak mı istiyor, o da hakikaten sorulması gerekli bir
şey. Çünkü belirli dönemler Hazine devre dışı bırakılıyor, belirli dönemler
Türkiye’de Merkez Bankası ön plana çıkarılıyor ki, bugünlerde tekrar Merkez
Bankasının ön plana çıkarılmasından vazgeçilip Hazinenin üzerine ağırlık sanki
yükleniyor gibi bir hava var, ama o da makro dengelerde yine sıkıntı. Bakın, bütçe büyüklüğünü, bütçe büyüklüklerini -ki çok önemli,
herkes için önemli, özellikle üç yıllık orta vadeli planlar için önemli- bu
tarzda bilmemiz çok zor olacak. Yani, gelecek üç yıl içerisinde borçlanma da
dâhil, kamu finansmanı da dâhil bütçe büyüklüklerini bilmek ve tespit etmek zor
olacak. Ama başka bir iddia daha var tabii, biz kamu borçlanmasını azalttık
meselesi var. Efendim maalesef, kamu borçlanması azaltıldı gibi görünüyor ama, gelecek üç yılda bu kamu borçlanmasını tekrar artırmak
zorundayız. Çünkü cari açık fazla açılıyor, finansman kaynakları gerçekten
sıkıntıya düşüyor ve özellikle cari açığın üzerine bir de bütçe açıkları ve
kamu finansman dengesindeki sıkıntılarla Türkiye’nin genel ekonomik dengesinde
sarsılma oluyor. Genel ekonomik dengesindeki sarsılma son büyüme rakamlarıyla
da bir parça daha net ortaya çıktı. Çünkü büyümedeki herhangi bir küçülme vergi
gelirlerini, yani -demin söylemeye çalıştığım- bütçe büyüklüklerini de
azaltmaya yönelik. O bakımdan, gelecek yıllarda belki bu kanunla bir parça daha
fazla, Hazine kendine yer açmaya çalışıyor gibi bir intiba var. Yine çok dikkatli bakarsanız, orta vadeli mali planla -biraz önce
değindim ama- ilgili sıkıntılar da sürüyor. Çünkü orada yıllık planları yaparken
yine kamu finansman ve borç yönetiminin düzenlenmesi hakkında tekrar ele almak,
tekrar yeni baştan geliştirmek ve düzenlemek gerekiyor. Sadece eleştirmek açısından değil ama çabuk yasa çıkararak,
yasaları karıştırarak, çok teknikleştirerek ve belirli yetkileri sabahleyin bir
yerde toplayıp, ertesi sabah yine aynı kurumlara dağıtarak kurumların yapısını
da ciddi biçimde bozuyoruz Türkiye’de. Esas bu dönemde Türkiye'nin mali
disiplin açısından, ekonomik disiplin açısından kurumsallaşmaya daha çok gereksinimi
var. Bunu da yasa çıkararak da çözmek mümkün değil sadece, yönetim ve
istikrarla çözmek önemli. Şimdiye kadar, doğru yanlış, bu yönetim ve istikrar
vardı bu sistem içerisinde. Şimdi acaba yasayla bunun altı tekrar mı çizilmek
isteniyor, yoksa bir daha mı daha fazla yetkileri artırılmak isteniyor; onu
Sayın Bakan açıklarsa sevinirim ben. Yüce Heyete teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Melen. Şahsı adına Isparta Milletvekili Sayın Nevzat Korkmaz? Sayın
Korkmaz şu anda yok. Çorum Milletvekili Sayın Cahit Bağcı. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) CAHİT BAĞCI (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 237
sıra sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlarım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, bu tasarı 14/4/2006 tarihinde yüce Meclisimize sunulmuş, ancak
seçimler dolayısıyla 2/10/2007 tarihinde yenilenerek Türkiye Büyük Millet
Meclisine sevk edilmiştir. Burada, 2749 sayılı Kanun’un uygulaması sırasında
yaşanan bazı sorunların giderilmesi amacıyla 3’üncü maddesinde yer alan bazı
kavramlar değiştirilmiştir. “Dış borcun tahsisi”, “genel giderler”, “Hazine
yatırım garantisi”, “hibe”, “para piyasası nakit işlemleri”, “proje” gibi
tanımlar yeniden yapılmış ve maddeye “diğer Hazine alacağı” ve “stratejik
ölçüt” tanımları ilave edilmiştir. Yeni tasarıyla getirilen düzenlemelerin bazıları şunlardır:
Tasarıya göre “dış borcun tahsisi” tanımının kapsamına YÖK, üniversiteler ve
yüksek teknoloji enstitüleri de alınmıştır. Bir başka değişiklik: Herhangi bir finansman kaynağından geri
ödeme yükümlülüğü olmaksızın Türkiye'nin aldığı ayni ve nakdî yardım ile
Türkiye'nin yabancı ülkeler, yabancı ülkelerin kuruluşları, uluslararası
kuruluşlar ve oluşturulacak uluslararası yardım konsorsiyumlarına
verdiği ayni ve nakdî yardımlar hibe sayılmaktadır. Yine bu tasarı ile Hazine yatırım garantisi ve Hazine ülke
garantisi vermeye, verilen garantilerin şartlarında değişiklik yapmaya, borç ve
hibe vermeye, Devlet Planlama Teşkilatının uygun görüşü ile gerçekleştirilmesi
ivedi ve zaruri olan projeleri tespit etmeye ve gerektiğinde tespit edilen bu
projelere Türkiye Cumhuriyeti adına sağlanan dış finansmanın anlaşmalardaki
koşullara bağlı kalmaksızın dış borcun ikrazı suretiyle kullandırılmasına karar
vermeye, Hazine Müsteşarlığın görüşü ve ilgili Bakanın teklifi üzerine Bakanlar
Kurulu yetkili kılınmaktadır. Değerli milletvekilleri, bu tasarıda yapılan önemli
değişikliklerden birisi de proje finansmanında uygulamada yaşanan sıkıntıları
ve sorunları ortadan kaldırmaya yönelik düzenlemelerdir. Önceki uygulamalarda
bakan onayına bağlı olarak dış kredili ihale izni verilmekteydi. Yeni
uygulamada ise “ihaleli finansman” yöntemi yerine “doğrudan finansman”
yöntemine geçiş yapılmaktadır. Dış finansman izni verilmesi aşamaları,
süreçleri ve kriterlerine ilişkin düzenlemeler
yapılacaktır. Genel yönetim kapsamındaki mali idareler ile bağlı kuruluşları ve
iktisadi teşebbüslerin yurt içi piyasalarda yapacakları tahvil ihraçları Hazine
Müsteşarlığının iznine bağlı olacak, bu iznin verilmesi, Hazine garantisi
sağlandığı anlamına da gelmeyecektir. Söz konusu izin süresine ilişkin usul ve esaslar Müsteşarlık
tarafından hazırlanacak yönetmelikle belirlenecek, sermaye piyasası mevzuatı
hükümleri ise saklı kalacaktır. Değerli milletvekilleri, yine bu tasarı ile borçlanma limitine
ilişkin ilke değiştirilmemektedir. Ancak, borç yönetiminin ihtiyaçları ve
gelişimi dikkate alınarak bu limit yıl içinde en fazla yüzde 5 oranında
artırılabilecek, bu miktarın da yeterli olmadığı durumlarda ilave yüzde 5
oranında bir tutar Müsteşarlığın görüşü ve bakanın teklifiyle Bakanlar Kurulu
kararıyla yükseltilebilecektir. Bütçenin denk olması durumunda da borçlanma
anapara ödemesinin en fazla yüzde 5’ine kadar artırılabilecektir. Yine, mali yıl içinde sağlanacak garantili imkân ve dış borcun
ikrazı limiti bütçe kanunuyla belirlenecektir. Dış borcun ikrazı hâlinde,
ilgili kurumlardan ikraz edilen tutar üzerinden bir defaya mahsus olmak üzere
yüzde 1 oranında ikraz ücreti alınacak, bu oranı 5 katına kadar artırmaya
Bakanlar Kurulu yetkili olacaktır. Değerli milletvekilleri, burada yapılan önemli değişiklikten bir
tanesi de Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı ülkeler, yabancı ülkelerin
kuruluşları, uluslararası kuruluşlar ve oluşturulacak uluslararası yardım konsorsiyumlarına borç vermeye, bu borcun esas ve şartlarını
belirlemeye, verilen borçların yeniden yapılandırılmasına ve bu yöndeki
anlaşmaları imzalamak için Türkiye Cumhuriyeti temsilcilerini tayine Bakanlar
Kurulu yetkili kılınmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye açısından özel önem
taşıyan ülkelerdeki kuruluşlara düşük faizli, düşük primli veya uzun vadeli,
tavizli, nakdi ve gayri nakdi, resmî destekli… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun, konuşmanızı tamamlayınız. CAHİT BAĞCI (Devamla) - …ihracat kredisi açılması konusunda
Bakanlar Kurulu tarafından Türk Eximbank’a da görev
verilmektedir. Sözlerimi tamamlarken tasarının hayırlı olması dileklerimle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Sayın Harun Öztürk, İzmir Milletvekili. Sayın Öztürk, buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, borç stokunun sadece gayrisafi yurt içi hasılaya oranının düşürülmüş olmasının Türkiye
Cumhuriyeti’nin borç yükünün azaldığı anlamına gelip gelmediğine biraz da
yakından bakalım. Bir kere, bir gecede değiştirilen millî gelir rakamlarına
dayanılarak alınan oranlar güven verici değildir. İkincisi, gerçekçi olmayan
bugünkü kurlara göre döviz cinsinden hesaplanan millî gelir rakamlarına göre
alınan oranlar da güven verici değildir. Merkezî yönetim bütçesinin dörtte 1’inin faiz ödemelerine ayrılmak
zorunda kalması borç yükünün azalmadığının bir kanıtıdır. Çünkü
bunun etkisi bütçeden yatırımlara yeterli kaynak ayrılmamasında görülmektedir;
bunun etkisi bütçeden işçi, memur, emekli, dul ve yetimlere gerçek enflasyon
oranında maaş artışı yapılamamasında görülmektedir; bunun etkisi sağlığın
paralı hâle gelmesinde, sosyal güvenliğin bir hak olmaktan çıkarılmasında
görülmektedir; bunun etkisi bütçeden yasanın öngördüğü yüzde 1’lik payın dahi
tarımsal destek için verilememesinde görülmektedir; bunun etkisi vatandaşların
KDV ve ÖTV baskısı altında inim inim inletilmesinde
de görülmektedir; çünkü bunun etkisi kamunun işsizliğe çözüm üretememesinde
görülmektedir. Değerli milletvekilleri, merkezî yönetim bütçesinin 222,6 milyar
YTL olduğu 2008 yılında 149,7 milyar YTL anapara ve faiz ödemek zorunda
kalınmış olması borç yükünün hafiflediği anlamına gelebilir mi; üstelik bu
miktarın 106,9 milyar YTL’lik kısmını yeniden borçlanmak zorunda kalmışsanız! Bu tutarın faiz dışı fazladaki düşüş ve özelleştirme gelirlerinin
yatırım harcamalarına yönlendirilmesi, belediyelere bütçeden ayrılan payların
artırılması, yüzde 5 oranında işveren sigorta priminin hazine tarafından
ödenecek olması, kamu ihalelerine fiyat farkı ödemesi yetkisinin alınmış olması
gibi mali disiplinden uzaklaşma sinyalleri veren düzenlemeler nedeniyle, hem de
faizlerin arttığı dönemde, yaklaşık 20-25 milyar YTL tutarında daha artacak
olması sizi ayrıca düşündürmüyor mu? Yoksa bütçeye faiz ödemeleri için
koyduğunuz ödeneklerde beklediğiniz düşüşün bu rakamı karşılayabileceğini mi umuyorsunuz? Sizce, aylık ortalama bütçe gelirlerinin 16-17 milyar YTL olduğu
bir dönemde, temmuz ayında 24,2 milyar YTL, ağustos ayında 18,2 milyar YTL
tutarında iç borç, anapara ve faiz ödemesi yapılacak olması borç yükünün
azalmakta olduğuna işaret etmekte midir? Değerli milletvekilleri, evet Sayın Bakan, beş yıl beş ayda 913,4
milyar YTL borç, anapara ve faizi ödediniz. Ödediğiniz faiz tutarı 263,6 milyar
YTL. Beş yıl beş ayda ödediğiniz 913,4 milyar YTL’nin 748,1 milyar YTL’lik
kısmını yeniden borçlanarak ödediniz. Yani borcu borçla ödediniz. Borç
ödemesini rahatlatacağız diye hiçbir stratejiye dayanmadan yaptığınız
özelleştirmenin bu çorbada tuzu beş yıl beş ayda sadece ve sadece 25,5 milyar
YTL olmuştur yani 913,4 milyar YTL içinde 25,5 milyar YTL! Cumhuriyetin
kazanımları bunun için mi çarçur edildi? Bu tablo borç yönetiminin başarısına
işaret ediyorsa başarısızlığın daha başka nasıl bir tarifi olabilir? Değerli milletvekilleri, bu tablo bizi iliklerimize kadar sömüren
bir tablodur. Mutlaka bilinen ezberler dışına çıkılarak bu tablonun
düzeltilmesi gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen konuşmanızı tamamlayınız. HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan. Reel faizlerin ve borçlanma maliyetinin düşmeyi bırakın yeniden
yükselişe geçmiş olması sizce başarı mıdır? Kamunun borçlanma gereği aşağı
çekildiyse reel faizler niçin bir türlü yüzde 8-9 bandından aşağıya
indirilemiyor? Peki, Sayın Bakan, borçların yükü azaldıysa ortalama vadeler
niye düşmeye başladı? Mayıs 2007’de 56,3 ay olan ortalama vadenin Mayıs 2008’de
28,4 aya düşmüş olması sizce bir şey ifade etmiyor mu? Değerli milletvekilleri, önergemle ilgili yapacağım konuşmada
değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmaya devam edeceğimi bildirir, yüce
heyetinizi saygıyla selamlarım. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
Sayın milletvekilleri, bölüm üzerinde soru-cevap işlemi
gerçekleştireceğiz. Sayın Tütüncü, buyurun efendim. ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla bir soru sormak istiyorum. Sayın Esfender Korkmaz Hocamızın konuşmasında da belirtildiği
gibi, borçlanma disiplininin bozulmakta olduğunu gözlemliyoruz. Hazine
garantisinde yüzde 1 olan pay 5 kat artırılıyor, yani yüzde 5’e çıkarılıyor. Soruyu soruyorum: Dünya piyasalarında ortalama faiz oranının yüzde
5’ler düzeyinde gezindiği bir zaman kesitinde, yüzde 5 Hazine payı, ikraz ve
kredi kullanan kamu kurumlarında hizmetin maliyetini hangi oranda artıracaktır?
Belli bir oranda artıracaktır da hangi oranda artıracaktır? Bu borçlanma
disiplininin bozulmasının alternatif maliyetinin ne olduğunu bize lütfen söyler
misiniz? Kamu kurumlarında… BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tütüncü. Sayın Akcan. ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum. Sayın
Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan “Bakan olduğum günden
beri dinliyorum ‘kriz var, kriz var’ lafını, Türkiye'de kriz mıriz yok.” derken, Türkiye'nin uzun yıllardan beri yaptığı
stand-by anlaşmalarının
tarafı olan IMF’e, Sayın Başbakanımız “artık ihtiyaç
kalmadı” derken, bugün, ekonomiden sorumlu Sayın Bakanımızın bir gazetede
“Doğrudan sermaye girişi yavaşladı, cari açıkta bozulma emareleri var, IMF’yle
ihtiyati bir stand-by riski
azaltacaksa yaparız.” demesinden hareketle, bir risk var mıdır? Ekonomik
kriz riski var mıdır? Eğer cari açıkta bozulma emareleri riskse, riskin bir parçasıysa,
doğrudan sermaye girişi de yavaşlamışsa, bunu da kendileri ifade ediyorsa,
Sayın Başbakan ve Maliye Bakanıyla bu görüş farklılığının dayanağı nedir? Bir de stand-by
yapılacaksa hangi şartlarda yapılacak? Onu öğrenmek istiyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Dün sormuştum: “Bu tasarı ile kamu maliyesine getirilen yük ne
kadar?” demiştim. Sayın Bakan bu soruma cevap vermemişti. Yine kendisine
tekrarlıyorum: Bu tasarı ile belediyelerin, çeşitli kuruluşların affedilen
borçları ne kadardır? Yine, Tasarruf Mevduat Sigortasında biriken ne kadar borç var?
Bununla ne kadar borcu siliyorsunuz? Ayrıca, KEY hesabında biriken şimdiye kadar anapara kaç liradır?
Bunun nemalandırılması sonucunda elde edilen para ne kadardır? Bunun 2 milyar
800 civarında bir parayı dağıtıyorsunuz, niye gerisini dağıtmıyorsunuz?
Belediyelerin bu kadar devlete borçları olduğu hâlde onları tahsil etmiyorsunuz
ama, memurun, işçinin işte parasını ödemiyorsunuz.
Biliyorsunuz, bu kanun çıktığı zaman o zamanki Bakan çok iddialı konuşuyor,
memurlara veyahut da emekçilere “İsteseniz de istemeseniz de herkese konut
vereceğiz.” Demiş, denilmiş o zamanki Hükûmet… BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Melen, buyurun. MİTHAT MELEN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakana aracılığınızla şunu sormanızı rica ediyorum: Bu
yasanın değişen 4749 sayılı Kanun’un 12’nci maddesinde Borç ve Risk Yönetimi
Komitesi var. Şimdi, bu komitede bakan var, müsteşar var, müsteşar yardımcıları
var. Eğer böyle bir karar alınırsa ki “Bakan tarafından onaylanır.” diyor.
Bakan onaylarsa, müsteşar katılmazsa istifa etmesi gerekir. O zaman, bu borç ve
risk yönetimi nasıl çalışacak? Yeni bir sistem mi getiriliyor Türkiye’ye; onu
sormak istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Melen. Sayın Bakanım, buyurun. DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; birinci sorudan başlamak istiyorum. Değerli arkadaşlar, borç disiplininde hiçbir şekilde bir bozulma
öngörmüyoruz. Tam aksine, getirdiğimiz düzenlemelerle sınırlar getiriyoruz ve
bu anlamda da borç disiplinini daha ağırlaştırıyoruz. Yani, Hazine daha önce
örneğin belediyelere veya başka kamu kuruluşlarına ikrazda bulunacakken, yani
bulanabiliyorken ve limitsiz bir şekilde bulunabiliyorken, biz limit
getiriyoruz. Mesela bu garantiler üzerinde ücretleri artırmamız aslında
Hazinenin daha az garanti vermeye çalışıyor olduğunun ifadesidir ve bu anlamda
biz disiplini artırıyoruz. Bütün getirdiğimiz düzenlemeler dediğim gibi
disiplini artırmaya yöneliktir. Dünya faizi tabii ki Türkiye'ye göre düşük. O anlamda bakarsanız,
onun bir oranı olarak bakarsanız ve bu yetkiyi tümü olarak kullanırsa tabii bu
bir maliyet getirir, açık ortada ama “Yüzde 5’e kadar kullanılabilir.”
deniliyor. Bizim bundan amacımız, Hazinenin kamu kuruluşlarına daha az kefil
olması, daha az dolaylı yönden borç yüklenmesi. Bunda dediğim gibi, tabii ki
bir maliyet artışı söz konusu olabilir ama bizim amacımız o değil. Amacımız bu
türden süreçleri azaltmaktır. Değerli arkadaşlar, biz IMF’nin… Yani, şunu söyledik: Mayıs ayı
itibarıyla IMF programını başarılı bir şekilde bitirdik. Ama bu geçtiğimiz beş
yıl içerisinde IMF’ye net borç ödeyici olarak yolumuza devam ettik. Yani bunu
siz de biliyorsunuz biz IMF borcunu devraldığımızda 123,5 milyar dolar
civarıydı, şimdi 10 milyar dolar civarına kadar da aşağı çektik. Şimdi, geldiğimiz noktada bizim IMF’nin kaynağına ihtiyacımız yok.
Bunu ben söyledim defalarca, hâlâ da söylüyorum; gerçekten de yok. Kamu
sektörünün IMF’nin borcuna ihtiyacı yok. Özel sektörün
finansman ihtiyacı yüksek. Çünkü Türkiye'de cari açık yüksek ve özel
sektörün çevirmesi gereken borç miktarı hem cari açık nedeniyle hem de önceden
birikmiş borçlar nedeniyle yüksek, brüt finansman ihtiyacı. Ama zaten IMF
hiçbir ülkede özel sektörün borç yükünü üstlenmez. Onun borçlarının
çevrilmesine katkıda bulunmaz. Şu da var yalnız: Eğer biz ihtiyati bir anlaşma
yaparsak ve bu, Türkiye'nin risk primindeki artışı durduracaksa veya risk
primini azaltacaksa ve bu, Türkiye’mizin menfaatine olacaksa ben şunu da
söyledim: “Bundan da kaçınmayız.” Çünkü milletin derdi IMF falan değil,
milletin derdi iş, aştır. Biz ülkemizde faizlerin artışını durdurabileceksek
yani bu konuda en ufak bir katkısı olacaksa tabii ki o türden bir düzenlemeye
gideceğiz. Burada bir görüş ayrılığı da yoktur değerli arkadaşlar. Bizim
söylediğimiz şeyler, başından belli, ben tutarlı bir şekilde hep bunu söyledim.
Bizim iki tane seçeneğimiz var: Program sonrası izleme veya ihtiyati bir stand-by anlaşması. Program
sonrası izleme, zaten mecburuz buna. Eğer biz borçları erken ödemezsek… IMF’nin
borçlarının faizi çok düşük, yüzde 4 civarı. Şimdi, bu böyle iken biz niye
ödeyelim piyasadan daha yüksekte borçlanırken; bunu biz zamanı gelince
ödeyeceğiz. O zaman zaten program sonrası izlemeye otomatik olarak geçiyoruz.
İhtiyati stand-by anlaşması
ise, hani özellikle bu program çerçevesi eğer bu şekilde kurulur ve bu şekilde
biz risk primini, faizlerin yükselmesini engelleyeceksek, ülkemize bir katkısı
olacaksa ben bundan da kaçınmam, çünkü ülkemizin lehine; olay bu. Ama bizim
onların kaynağına ihtiyacımız yok. Burada sayın bakanlarımızla, Sayın
Başbakanımızla da bu farklı bir görüş söz konusu değildir değerli arkadaşlar. Sayın Genç’e dün cevap veremediğim için kusura bakmasın, bugün
vereceğim. Değerli arkadaşlar, İstanbul Üniversitesinin, tabii ki borçlarının
terkini yoluyla 20,2 milyon YTL’lik bir yük geliyor; 20,2, İstanbul
Üniversitesi. Değerli arkadaşlar, Süleyman Demirel Üniversitesinin
Müsteşarlığımıza olan borcuysa 23,3 milyon YTL’dir. Bu da toplam ikisini
birleştirdiğiniz zaman 43,4 milyon YTL değerli arkadaşlar. Belediyelere bu
anlamda herhangi bir borç affına gitmiyoruz, hazine alacaklarının affının
yoluna gitmiyoruz. Sadece burada iki tane üniversitemize, daha önce diğer
üniversitelerden farklı bir şekilde, yani hibe verileceğine, yardım edileceğine
ikraz edilmiş, biz bunu düzeltiyoruz, geçmişten gelen bir şeyi düzeltiyoruz. Dolayısıyla burada getirilen yük bu. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının tabi ki finansman
sıkıntısı var, bu yeni bir şey değildir; yani bu yirmi, otuz yıldır devam eden
bir durum. Yani Devlet Demiryolları hep zarar etmiştir benim bildiğim
kadarıyla. Şimdi, değerli arkadaşlar, yine 14 Temmuz itibarıyla Türkiye
Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının yaklaşık 1 milyar 203 milyon YTL vadesi
geçmiş borcu var ve vadesi geçen bu tutarın 527,3 milyon YTL’si anapara; 676,1
milyon YTL’si ise faizdir, yani gecikme faizidir. Değerli arkadaşlar, yine Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir
Yollarının Ulaştırma Bakanlığından yol ve bakım onarım giderleri karşılığı
alacağı ise 2007 yılı sonu itibarıyla 1 milyar 80 milyon civarındadır.
Dolayısıyla, bizim onlardan faiz dâhil olmak üzere alacağımız 1 milyar 203
milyon YTL, onların devletten alacağı 1 milyar 80 milyon, yaklaşık olarak
söylüyorum. Dolayısıyla, biz burada, birbirini mahsup etsin şeklinde bir
düzenleme yapıyoruz. Yani bize getirdiği çok ciddi bir yük söz konusu değildir.
Değerli arkadaşlar, dolayısıyla bu yasanın getirdiği bütün
unsurları ben söylemiş oluyorum. KEY’le ilgili yine
Sayın Genç’in sorusuna cevap vereyim. Yatırılan anaparaların toplamları,
yatırıldıkları tarihlerdeki değerleri itibarıyla 12,4 milyon YTL. 29/12/1999 itibarıyla nemalanmış tutar, yani Emlak Konut
Gayrimenkul Yatırım Ortaklığına devredilen miktar 395,7 milyon YTL. Bugün
itibarıyla nemalarımızın değeri, yani anaparasıyla birlikte yaklaşık 2,8 milyar
YTL. Evet, yani çok ciddi… Değerli arkadaşlar bakın, kanun ne dediyse… KAMER GENÇ (Tunceli) – Anapara ne kadar Sayın Bakan? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Genç, anapara 12,4
milyon YTL, milyon… 12,4 milyon YTL toplanan para. KAMER GENÇ (Tunceli) – Tüm KEY hesaplarında biriken parayı sordum. DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Ben anlatıyorum size
değerli arkadaşım, anlatıyorum. Bakın, değerli arkadaşlar, şu anda biriken anapara, 1999
itibarıyla nemalanmış hâliyle, o itibarla 395,7… Bugün bizim ödeyeceğimiz
miktar yaklaşık olarak 2,8 milyar YTL. Kanun bize ne emrettiyse, işçinin lehine
-ki bu paralar işverenden kesilmişti- biz o parayı altı aylık Emlak Bankası
mevduat faizi üzerinden nemalandırmışız. Yani, burada yapılan başka hiçbir şey
söz konusu değildir. Sayın Melen 12’nci maddedeki Borç ve Risk Yönetimi Komitesini
sordular. Değerli arkadaşlar, bu zaten var olan bir komite; var olan bir
komiteye biz yasal bir çerçeve getiriyoruz. Burada, tabii ki borç yönetiminin,
özellikle piyasaların çok dinamik olması nedeniyle bunun daha sistematik bir
şekilde yapılması lazım ve bunun birtakım ölçütlere de bağlanması lazım.
Örneğin, biz zamanında karar vermişiz, demişiz ki: Dövize endeksli
borçlarımızın toplam borcumuzun içindeki payını düşüreceğiz. Bunun bir
yansıması olarak, örneğin 2008’de çıkmışız demişiz ki: “Döviz cinsinden
borçların geri çevrilme oranını yüzde 60’a düşüreceğiz.” Bu nedir? Bir hedef
koyuyorsunuz, diyorsunuz ki: “Ben, döviz riskini azaltmak istiyorum, döviz
riskini azaltıyorum.” onu ölçüt veriyorsunuz. Bu aslında dünyadaki en iyi
uygulamalardan esinlenerek yapılan bir uygulama. Siz de Hazinedeydiniz,
biliyorsunuz. Arkadaşlar, zaten böylesine bir komite olması siyasi iradeyle
ortadan kaldırmadığı gibi, tam aksine bizim daha düzenli bir şekilde, daha
sistematik bir şekilde borç yönetimini götürmemize büyük katkıda bulunan bir
sistem. Zaten var, bunu yasa içerisinde zikrediyoruz, bunu yasal çerçeveye
kavuşturuyoruz. Değerli arkadaşlar, bu yasayla ilgili olarak bir sürü eleştiri
oldu, ama bir tanesi beni şok etti. Şimdi, bakın arkadaşlar, 2002 yılında
toplam faiz yükünün, yani hazinenin ödediği dış ve iç borcun toplam faizinin
millî gelire oranı yüzde 14,8; şimdi geldiğimiz nokta itibarıyla, 2007 yılı
sonunda yüzde 5,7. Yani biz faiz ödemelerini millî gelire oranı olarak üçte
1’ine indirmişiz, üçte 1’ine! Bu aynı zamanda borç yükünün de azaldığının, faiz
yükünün de azaldığının en bariz göstergesi. Size bir şey daha söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, 2002 yılında
devletin topladığı… MURAT ÖZKAN (Giresun) – Sayın Bakan, hep oransal niye
veriyorsunuz? Toplam faiz borcumuz ne kadar? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Değerli arkadaşım, rakam
olarak da vereyim. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Bütün konuşmalarınızda oransal söylüyorsunuz.
DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Müsaade edin. Müsaade
edin. Bakın, bütün… MURAT ÖZKAN (Giresun) – Bir dakika… Siz de müsaade edin Sayın
Bakan. DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Ama ben cevap veriyorum. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Bütün konuşmalarınızda oransal
veriyorsunuz. BAŞKAN – Sayın Özkan, şu anda Sayın Bakan cevap veriyor. Lütfen… Buyurun. DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bakın değerli
arkadaşlar, bütün dünyada, borç millî gelire oran olarak bakılır. Bugün,
Amerika’nın 9 trilyon dolar borcu var. O zaman çıkıp diyeceksiniz ki
“Amerika’nın borcu Türkiye’nin bilmem 100 katı.” Böyle şey olur mu? Amerika’nın
da millî geliri var, 14 trilyon dolar. Dolayısıyla Amerika’nın millî gelirini
Amerika’nın borcuyla karşılaştırmanız lazım. Bu, bu kadar
basit. BAŞKAN – Sayın Bakanım, lütfen toparlayınız, süreniz doldu. DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Hemen bitireceğim. Değerli arkadaşlar, 2002 yılında devletin topladığı toplam
vergilerin yüzde 86’sı faize gidiyordu. Geçen sene sonu itibarıyla bu yüzde
32’ye inmiştir. Bakın, yani Türkiye’de toplanan vergi gelirlerinin yüzde 86’sı
giderken şimdi yüzde 32’si gidiyor. Nereden bakarsanız bakın hem borç yükü
düşmüştür hem faiz azalmıştır hem faiz yükü azalmıştır. O nedenledir ki bu kadar
yola, bu kadar eğitime, bu kadar sağlığa para ayırıyoruz. Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde
üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı
oylarınıza sunacağım. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Sayın Başkan… BAŞKAN – Buyurun. PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Sayın Başkan, Komisyon olarak düzeltme talebimiz var. BAŞKAN – Hangi maddeyi düzelteceksiniz? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Birinci bölüm 1’inci maddeyle ilgili. Burada, Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından kabul edilen metinde
sadece 4749 sayılı Kanun’un kanun numarasından bahsedilmiş oysa tasarıdaki gibi
tarihe de yer verilmesini, 28/3/2002 tarihinin de
ilave edilmesini teklif ediyoruz. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kinay,
gerekli notlar alınmıştır. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısının aranmasını istiyorum
Sayın Başkan. BAŞKAN - Önergeyi okutuyorum: Buyurun. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1 inci maddesindeki “Genel Giderler”
tanımındaki “gecikme faiz ve cezaları” ibaresinin madde metninden çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Katılamıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz. BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutayım? OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe okunsun. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Gecikme faiz ve cezalarının bu tanım içerisinde düzenlenmesi
gereksizdir. Çünkü bu nevi giderler mevcut halde de ödenmektedir. Ancak bu nevi
giderler sorumluluk gerektirdiğinden gider yapıldıktan sonra idarenin bu
giderleri kusurlu olanlara rücu etmesi gerekmektedir.
Bu nedenle “Genel Giderler” tanımına “gecikme faiz ve cezaları” ibaresinin
bulunmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Bu ölçüte ihtiyaç bulunmamaktadır. Şayet borç idaresinin genel
risk/maliyet hedeflerini gösteren ölçütlere ihtiyacı varsa, bu ölçütü 5018
sayılı Kanunun 9. uncu maddesi gereğince performans ölçütü olarak belirlemesi
hem görevi ve sorumluluğudur. Performans Esaslı bütçeleme esasları olarak
belirlenecek olan performans ölçütlerinin bütçe kalemleri ile ilişkisi
kurulması gerektiğinden daha somuttur. Halbuki burada
getirilen Stratejik ölçüt soyuttur. Dolayısıyla bu tanımın kanuna eklenmesi hem
gereksizdir. Hem de mevcut tanım yetersizdir. Bu ihtiyacı 5018 sayılı Kanun 9.
uncu maddesi karşılamaktadır. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Tamam. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır. Düzeltmeyle birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı
istemiştim. BAŞKAN - Kabul etmeyenler… Evet, karar yeter sayısı istediniz, ben bir şey söylemedim ki.
Oylamaya sundum. KAMER GENÇ (Tunceli) – Saymıyorsunuz! BAŞKAN – Evet, “karar yeter sayısı vardır, kabul edilmemiştir.”
dedim. Madde kabul edilmiştir. 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum efendim. BAŞKAN – Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı
vardır. 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: KAMER GENÇ (Tunceli) – Say! BAŞKAN - Kabul edenler…Kabul etmeyenler…
Karar yeter sayısı vardır, kabul edilmiştir. KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu ne? Sayın Başkan, Meclis böyle
yönetilmez! BAŞKAN – 4’üncü maddede bir adet önerge vardır, önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı “Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ile Kamu Finansmanı ve
Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı”nın çerçeve 4 üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz. Harun
Öztürk İzmir “Madde 4- 4749 sayılı Kanunun 7 nci
maddesinin; birinci fıkrasında geçen “mali dış koşulları” ibaresi “mali
koşulları” şeklinde değiştirilmiştir.” BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurun efendim. HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce heyetinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, öncelikle karar yeter sayısı istendikten
sonra, hiç değilse, Başkanlık Divanının saymak için bir zamana ihtiyaç olacak
şekilde ara vermesini ve saydığı izlenimini Genel Kurula vermesini beklerdim. Bu eleştirimi yaptıktan sonra borç yönetiminin başarısını
değerlendirmeye izninizle devam edelim. Sayın Bakan mihenk noktasında savunmalarını sürdürmeye devam
ediyor. Onun ölçüsü gayrisafi millî hasıla ama bizim
de dikkatlere getirmeye çalıştığımız Türkiye’ye, millete, vatandaşa bu borç
yükünün bütçeyle birlikte yansımaları ve etkileri. Gerçekten borç yükü
hafiflemiş mi hafiflememiş mi? Vatandaş üzerindeki etkilerine de bakmamız
gerektiğini ısrarla, ısrarla söylemeye devam edeceğiz. Değerli milletvekilleri, 2007 Mayıs ayında yüzde 18,8 olan
iç borçlanmanın ağırlıklı ortalama maliyetinin Mayıs 2008’de yüzde 19,6’ya
çıkmış olması borç yönetiminin başarısı olarak değerlendirilebilir mi? 2002
sonu itibarıyla seksen yılda Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin
biriktirdiği borç stoku 221,3 milyar dolar iken AKP Hükûmetinin
beş yılda bu stoka eklediği 258,2 milyar dolarlık ek borç stoku sizce başarı
mı? Döneminizde özel sektör borcunun 43,1 milyar dolardan 128,9 milyar
dolar artarak 172 milyar dolara çıkmış olmasını açıklayacak ne gibi yatırımı
olmuştur? Alınan borcun bu ölçüde bir özel sektör yatırımına dönüşmesi
görünmediğine göre, özel sektör, almış olduğu dış borcu, üstüne koyarak size
satmış olmasın? Değerli milletvekilleri, Hazineden sorumlu Bakan olarak, Sayın
Maliye Bakanı gibi herhangi bir risk anında “Bana ne özel sektörün borcundan”
diyebilecek misiniz? Borç ve döviz cephesinde her şey yolunda gidiyor ise niçin dövizli
ihalelere kur farkı nedeniyle ödeme yapma konusunda yetki aldınız? Ekonomide her şey yolunda gidiyor ise YTL cinsinden yapılan
ihalelere fiyat farkı ödemesi konusunda niçin yetki alma ihtiyacı duyuyorsunuz?
Değerli milletvekilleri, Hükûmet
ekonomideki kötüye gidişi siyasi belirsizliğe bağlamaya çalışıyor ama yağma
yok, artık halkın gözü açıldı. 340 milletvekillinize rağmen sizi bu noktaya biz
mi getirdik? Ekonomi yönetimindeki başarısızlık AKP hakkında açılan kapatma
davasına bağlanamaz. Bu defa bu masala milleti inandıramayacaksınız. Değerli milletvekilleri -vermiş olduğum önergeyle ilgili olarak-
maddedeki düzenleme, dış borcun ikrazı hâlinde ilgili kurumlardan ikraz edilen
tutar üzerinden bir defaya mahsus olmak üzere, binde 5 oranında alınan ikraz
ücretinin 2 katına çıkarılması hem ölçüsüz bir artış hem de kurum için ikraz
maliyetini artıran bir unsurdur. Bu olumsuzluğu önlemek için işbu değişiklik
önergesini verdik. Desteklerinizi bekler, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk. Önergeyi oylarınıza sunuyorum… III.- Y O K L A M A (CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı) K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz. BAŞKAN – Yoklama talebinde bulunan sayın milletvekillerinin
isimlerini tespit ediyorum: Sayın Anadol, Sayın Okay, Sayın Akıncı, Sayın Tütüncü, Sayın Çöllü, Sayın Süner, Sayın Emek, Sayın Özkan, Sayın Erbatur,
Sayın Dibek, Sayın Keleş, Sayın Kaptan, Sayın Aslanoğlu,
Sayın Diren, Sayın Seçer, Sayın Seyhan, Sayın Ünsal, Sayın Ağyüz,
Sayın Öztrak, Sayın Korkmaz. Sayın milletvekilleri, önergenin oylamasından önce bir yoklama
talebi vardır. İsmini yazmış olduğumuz arkadaşlarımız lütfen yoklamaya
girmesinler. Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla yoklamaya başlandı) KAMER GENÇ (Tunceli) – Yoklama yapmadan “Var.” diyebilirsiniz
Sayın Başkan. BAŞKAN – Ben görevimi biliyorum efendim, teşekkür ederim
hatırlatmanız için. KAMER GENÇ (Tunceli) – Yalnız, pusula gönderenleri arayacaksınız. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Ne terbiyesiz adamsın sen be! Geç
oraya bari, sen yönet. (Gürültüler) BAŞKAN – Sayın Tutan, Sayın Genç, lütfen arkadaşlar… ORHAN ZİYA DİREN (Tokat) – Orada Sayın Başkan var, siz niye
müdahale ediyorsunuz? BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım; lütfen
arkadaşlar… Pusula veren arkadaşlarımız lütfen Genel Kuruldan ayrılmasınlar. (Elektronik cihazla yoklamaya devam edildi) K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tamam, pusula gönderme süresi bitti. OKTAY VURAL (İzmir) – Süre bitti. Kâğıtları okur musunuz Sayın Başkan. BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, pusula gönderen
arkadaşlarımın isimlerini okuyacağım ve burada olup olmadıklarını arayacağım.
(CHP ve MHP sıralarından “Hâlâ pusula geliyor” sesleri, gürültüler) Arkadaşlar, pusulalar benim elimde, siz merak etmeyin. TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Hâlâ pusula geliyor. BAŞKAN - Pusulalar benim elimde, ben onları okumuyorum,
elimdekileri okuyacağım. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ama hâlen pusula geliyor Başkan. Olur mu böyle bir şey ya! BAŞKAN – Sayın Cemal Kaya? Burada. Sayın Mustafa Kuş? Burada. Sayın Mevlüt Akgün? Burada. Sayın Faruk Koca? Burada. Sayın Necip Taylan? Burada. Sayın İsmail Katmerci? Burada. Sayın Ahmet Edip Uğur? (CHP ve MHP sıralarından “Yok, yok” sesleri) Sayın Zeki Ergezen? Burada. Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
(Devam) 1.- Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/363, 1/494) (S.
Sayısı: 237) (Devam) BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 5’inci madde üzerinde iki adet önerge vardır. Önergeleri
okutuyorum: T.B.M. Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237. Sıra Sayılı yasa tasarısının 5. maddesinin
ikinci fıkrasındaki (Bakan) ibaresinin (Bakanlar Kurulu) olarak
değiştirilmesini arz ederim. Kamer
Genç Tunceli Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı “Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı”nın çerçeve 5 inci maddesi ile 4749 sayılı Kanunun 8
inci maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklenen cümlenin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Harun
Öztürk İzmir “Bu oranı iki katına kadar artırmaya Bakan yetkilidir.” BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz. BAŞKAN – Sayın Öztürk? HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Gerekçe okunsun. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: 4749 sayılı Kanunun, Tasarının çerçeve 5 inci maddesi ile
değiştirilen 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasının sonuna eklenen cümle ile; Hazine geri ödeme garantisi ve Hazine yatırım garantisi
ile lehine garanti sağlanan taraftan verilecek her garanti için bir defaya
mahsus olmak kaydıyla garanti edilen tutarın yüzde birine kadar alınan garanti
ücretinin beş katına kadar artırılması konusunda Bakana yetki verilmesi
borçlanmanın maliyeti artırıcı nitelikte bulunduğu için işbu değişiklik
önergesi verilmiştir. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: T.B.M Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 sıra sayılı yasa tasarısının 5. maddesinin
ikinci fıkrasındaki (Bakan) ibaresinin (Bakanlar Kurulu) olarak
değiştirilmesini arz ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz. BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun. Sayın Genç, önergenizi verirken, sehven herhâlde, önergenize imza
atmayı unutmuşsunuz, seyir içerisinde... (AK PARTİ sıralarından gürültüler) MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkanım, imzasız önergeleri
işleme koymayın. BAŞKAN – Buyurun, buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli) – Olabilir, ben inkâr etmiyorum. BAŞKAN – Yani, gördüğünüz gibi adalet üzere hareket ediyoruz. Buyurun. KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, yani, benim en ufak bir… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Yani imza unutulabilir, ben sizin gibi oturmuyorum.
Ben, şimdi, her kanunda uzun uzadıya… (AK PARTİ sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Arkadaşlar, kendi başlıklı kâğıdına yazmış Sayın
Milletvekilimiz, göndermiş. Buyurun. KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aslında, tabii, bugün sizin sıranız değildi, başka bir
arkadaşımızın sırasıydı ama niye siz geldiniz? Onu bilmiyorum tabii. Ayrıca da
tabii siz bu Meclisi yönettiğiniz zaman çok hissî ve taraflı hareket
ediyorsunuz. Tabii, bu size çok yakışıyor. Ona da tabii bir şey demiyorum. Şimdi, bakın, temmuz sıcağında çalışma kararını aldınız. Madem
çalışma kararını aldınız, buyurun gelin, burada çalışalım. (AK PARTİ
sıralarından “Buradayız” sesleri, gürültüler) Hani neredesiniz? Karar yeter sayısını bulamıyorsunuz. Başkanın
yardımına dayanarak karar yeter sayısı buluyorsunuz. Yani olmayan karar yeter
sayısına istinaden karar çıkarıyorsunuz. Getirilen kanunların yazılışları o kadar acayip ki neyin ne
dediği… Şimdi, şu kanunu içinizde okuyan 5 kişi yoktur. Bırakın sizi, Komisyon
bilmiyor bu kanunu ya! Ben bunu gayet iyi biliyorum. Yani burada öyle kanunlar
getiriliyor ki kanunlar muğlak, gerekçeleri yok, bu
gerekçelerle ne yapılmak isteniyor belli değil. Bakana soruyorum, diyorum ki:
“Bu kanunun kamuya maliyeti kaç lira?” Belediyeden haberi yok Bakanın, bu kanun
belediyelere birtakım imkânlar tanıyor ondan haberi yok. Hangi üniversitelere…
O zaman, iki tane üniversitenin borcunu affediyorsan söyle. Niye yani buraya muğlak koyuyorsun? Efendim “Üniversitelerin şu borçlarını
ilgili Bakanın teklifi… Maliye Bakanı yetkili.” diyorsunuz. Niye? O zaman söyle
“Şu üniversitelere şu, şu, şu yıllarda verilen şu kadar borç affediliyor.” de.
Onu, o zaman biz de bilelim ki kanunun ne olduğunu anlayalım. Hep böyle muğlak yazmanın ne anlamı var? Tabii, böyle muğlak da yazılınca biz diyoruz ki… Tabii, bu Hükûmetin kavgalı olduğu üniversiteler var, o
üniversitelerin borçlarını… İşte, üniversiteleri sıkıştırmak için buraya böyle
bir madde getiriyor, diyor ki efendim “İlgili Bakanın teklifi… Maliye Bakanı
yetkilidir.” E, o zaman niye yetkiyi veriyorsun Maliye Bakanına? Şimdi, benim burada verdiğim önergede… Bakana yetki veriliyor.
Şimdi, hukuk sistemimizde, sizin iktidarınıza gelinceye kadar, Türkiye Büyük
Millet Meclisi bakana yetki vermez, Türkiye Büyük Millet Meclisi Bakanlar
Kuruluna yetki verir. Yani kademe olarak Meclis -altında Hükûmet-
Bakanlar Kuruluna yetki verir, Bakanlar Kurulu ona göre bir düzenleme yapar.
Yani Meclisin muhatabı Bakanlar Kuruludur. Onun için, bence, hukuk düzeni bakımından, hukuk kuralları
bakımından, hukuk hiyerarşisi bakımından buraya bunun ilave edilmesi gerekir. Ama, tabii, sizin getirdiğiniz kanunlarda ne İç Tüzük
geçerli… İşte, dün burada… 52’nci maddede diyor ki: “Kırk sekiz saat geçmeden… ilgili komisyon ve Hükûmet
yetkilidir.” Siz grup başkan vekilinin getirdiği öneriyi kabul ettiniz. Yani,
sizin burada İç Tüzük geçerli değil, Tayyipname
geçerli. Yani, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı arasında geçen her söz
size göre bir emir, iç tüzük, bir anayasadır. Bunun başka bir şeysi var mı? Dün birisi Meclis Başkanıyla konuşuyor. “Efendim, 411 tane
milletvekilinin kabul ettiği Anayasa’yı, değiştirdiği Anayasa’yı nasıl Anayasa
Mahkemesi değiştirebilir?” Bunu Meclis Başkanına söylüyor. Hâlbuki 411 kişi onu
değiştirmedi ki 2 kişi değiştirdi. Yani, Türkiye’nin
gerçeklerini insanların bilmesi lazım. Onun için, burada Meclis Başkanı
maalesef Meclise sahip çıkmıyor. Kurumlar devlete sahip çıkmıyor. Getirilen
düzenlemeler devletin geçmişten gelen geleneklerini bozuyor. Neredeyse Meclis
yetkiyi, getirecek odacıya verecek, bilmem, müsteşara verecek, genel müdüre
verecek. İşte, eğer Bakana şey ederseniz, yarın da müsteşara yetki verirsiniz,
ondan sonra genel müdüre verirsiniz. Onun için biz diyoruz ki hukukta bir kural
vardır. Dolayısıyla, bu kuralı uygularken normal hiyerarşik sisteme doğru gitmemiz
lazım. Dün işte sorduk, burada da konuştuk. Bizim memleketimizde
soruyorlar. “Ya arkadaş bu terörden zarar gören insanların paraları ne zaman
ödenir?” diyoruz. İşte Hükûmetiniz diyor: “Biz çok
zenginiz. Bütçemiz fazla veriyor.” O zaman bu terör zararlarını niye iki
senedir ödemiyorsunuz? Ödeyin. Yani, 4 bin liralık bir para ödenmiyor.
Düşünebiliyor musunuz, adamın malı yanmış, evi yanmış, tarlası yanmış veya
mahsulünü alamıyor. Gitmiş, zarar tespit edilmiş; ilgili Hükûmet
mensupları, komisyonlar tespit etmiş. İki senedir bunun parası ödenmiyor. Niye
ödemiyorsun? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. KAMER GENÇ (Devamla) – Öte tarafta kendi yandaşlarınıza
trilyonlar, katrilyonlar ödeniyor. Böyle olmaz, böyle bir devlet yönetimi
olmaz, böyle bir sistem olmaz. Bununla bir yere varmak mümkün değildir. Benim
önergem… Diyorum ki: Yani hukuk sistemimize göre bu işin Bakanlar Kuruluna
verilmesi gerekir. Sayın Başkan, şimdi saydım Mecliste 75 kişi var; karar yeter
sayısı istiyorum. Sayın Başkan karar yeter sayısını istiyorum, 75 kişi var
salonda. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar
yeter sayısını arayacağım. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır. KAMER GENÇ (Tunceli) – Eğer karar yeter sayısı varsa istifa
ederim. BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. 6’ncı madde üzerinde bir adet önerge vardır. Önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı "Kamu Finansmanı ve
Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
ilişkin Kanun Tasarısı” nın çerçeve 6 ncı maddesi ile değiştirilen 4749 sayılı Kanunun 9 uncu
maddesinin ikinci fıkrasındaki "Nakdi hibe verme anlaşmalarının
şartlarında değişiklik yapmaya Bakan yetkilidir." ibaresinin "Nakdi
hibe verme anlaşmalarının şartlarında değişiklik yapmaya Dışişleri Bakanlığının
uygun görüşü üzerine Bakan yetkilidir” şeklinde, "Ayni hibe verme
anlaşmalarında değişiklik yapmaya ilgili Bakan yetkilidir.” ibaresinin de “Ayni
hibe verme anlaşmalarında değişiklik yapmaya Dışişleri Bakanlığının uygun
görüşü üzerine ilgili Bakan yetkilidir.” şeklinde değiştirilmesini arz ve
teklif ederim. Harun
Öztürk İzmir BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkanım. BAŞKAN - Sayın Öztürk, gerekçeyi mi
okutayım? HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Gerekçe… BAŞKAN – Buyurun: Gerekçe: 4749 sayılı Kanunun, Tasarının çerçeve 6 ncı
maddesi ile değiştirilen 9 uncu maddesinde; nakdi ve ayni hibe anlaşmalarını
yaparken Dışişleri Bakanlığının görüşü üzerine Bakanlar Kurulu kararı
aranırken, anlaşma şartlarında değişiklik yaparken hem Dışişleri Bakanlığının
görüşünün alınmaması hem de Bakanlar Kurulu Kararı yerine bakan onayı ile
yetinilmesi, anlaşma imza prosedürüne uygun
düşmemektedir. Söz konusu anlaşmalarda değişiklik yapılırken de Dışişleri
Bakanlığının uygun görüşünün alınması amacıyla işbu değişiklik önergesi
verilmiştir. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Arayacağım. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 8’inci madde üzerinde iki adet önerge vardır. İki önerge de aynı mahiyette olduğundan, önergenin birisini okutup
diğer imza sahiplerini okutacağım, isterlerse söz vereceğim. Buyurun: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 (1/363) sıra sayılı Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 8 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Diğer
önergenin imzaları:
Madde 8 – 4749 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin 3 üncü ve 7 nci fıkralarından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir. “Bu Kanunun 8 inci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan hükümler
dış borcun ikrazına ilişkin olarak da geçerlidir.” “Bu Kanun hükümlerine göre imzalanan garanti, ikraz ve hibe
anlaşmaları kapsamında yapılan işlemler ile bu Kanun kapsamında oluşan Hazine
alacakları nedeniyle Kanunun 2 nci maddesinde sayılan
kuruluşlardan her türlü bilgi ve belge istemeye Müsteşarlık yetkilidir. Diğer Hazine alacaklarının kaydının yapılmasına ilişkin usul ve esaslar
Müsteşarlık tarafından belirlenir.” BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) –
Uygun görüşle Genel Kurulun takdirine bırakıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılıyoruz. BAŞKAN – İmza sahiplerinden söz isteyen arkadaşımız var mı? MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gerekçe, Sayın Başkan. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 11 inci maddesinin dördüncü fıkrasında Hazine
Kontrolörleri Kurulunun denetim yetkisini haiz olduğu ile ilgili olarak
düzenleme yer almış olup, bu sebeple Kanun Tasarısının 8 inci maddesi ile 4749
sayılı Kanunun 11 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan düzenlemenin,
Tasarıdan çıkartılması öngörülmektedir. BAŞKAN – İki önergeyi birleştirerek oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı… BAŞKAN – Arayacağım efendim. İki önergeyi müştereken oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır. Kabul edilen önergelerle birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 9’uncu madde üzerinde üç adet önerge vardır, önergeleri
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı “Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı”nın çerçeve 9 uncu maddesi ile değişik 4749 sayılı
Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasındaki
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında veya Maliye Bakanı ile Bakanın müşterek
teklifi ve Başbakanın onayıyla belirlenecek esaslar dahilinde
Türkiye’de yerleşik bankalar nezdinde kendi adlarına açtıracakları hesaplarda
toplarlar,” ibaresinin “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında veya Maliye Bakanı
ile Bakanın müştereken belirleyecekleri esaslar dahilinde Türkiye’de yerleşik
bankalar nezdinde kendi adlarına açtıracakları hesaplarda toplarlar” şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Harun
Öztürk İzmir Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı yasa tasarısının 9. maddesine
bağlı 12. maddenin dördüncü fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz
ederim. Kamer
Genç Tunceli
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın “4749 sayılı Kanunun 12.inci maddesini
değiştiren” 9.uncu maddesinin 7-11 inci fıkralarının tamamen madde metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe efendim. BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum: 7-11 inci fıkralar incelendiğinde yeni bir “Borç ve Risk Yönetim
Komitesi” oluşturulduğu ve bu komitenin de temel olarak “stratejik ölçütleri,
ikraz ve garanti limitlerinin önerilmesi ve diğer varlık ve yükümlülüklerin
yönetimine ilişkin temel politikaların belirlenmesi" görevlerini
yürüteceği belirtilmektedir. Böyle bir komiteye ihtiyaç bulunmamaktadır. Çünkü
maddede düzenlenen görevlerin Hazine Müsteşarlığı teşkilatı içerisinde koordine
edilmesi ve kararlaştırılması ve yürütülmesi gerekir. Bu koordinasyonda hangi
birimlerin görevli ve yetkili oldukları ise Teşkilat Kanunu ve yönetmelikler
ile belirlenmesi gereken işlerdendir. Bu yöntem yerine bu işlerin
kararlaştırılmasının Teşkilat Kanunu'nda yeri olmayan Komite gibi organlara
verilmesi kamu idaresinin yapılanmasına ilişkin temel ilkelerine uygun
değildir. Bu nedenlerle metinden çıkarılması gerekir. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı yasa tasarısının 9. maddesine
bağlı 12. maddenin dördüncü fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz
ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Genç… KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben keyfî yönetiminizi protesto ettiğim
için önergemi geri alıyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Genç önergesini geri almıştır. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı “Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı"nın çerçeve 9 uncu maddesi ile değişik 4749 sayılı
Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasındaki
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında veya Maliye Bakanı ile Bakanın müşterek
teklifi ve Başbakanın onayıyla belirlenecek esaslar dahilinde
Türkiye'de yerleşik bankalar nezdinde kendi adlarına açtıracakları hesaplarda
toplarlar," ibaresinin “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında veya Maliye
Bakanı ile Bakanın müştereken belirleyecekleri esaslar dahilinde Türkiye'de
yerleşik bankalar nezdinde kendi adlarına açtıracakları hesaplarda
toplarlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim. Harun
Öztürk İzmir BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Öztürk, buyurun efendim. HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce heyetinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz 12’nci maddedeki düzenleme, kamu bankaları,
mazbut vakıflar, özel kanunla kurulmuş kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşları ve bunların üst kuruluşları kefalet ve yardımlaşma sandıkları hariç
olmak üzere, şu sayacağım kurumlara ait nakit hesapların belli bankalarda
tutulması konusunda bir yetki düzenlemesi yapıyor. Neymiş o
kuruluşlar: Özel bütçeli idareler, sosyal güvenlik kurumları, özel kanunla
kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşlar ile döner sermayeler,
fonlar, belediyeler, il özel idareleri, kamu iktisadi teşebbüsleri ve maddede
sayılanların bağlı ortaklıkları, müessese ve işletmeleri ile birlikleri, kendi
bütçeleri veya tasarrufları altında bulunan her türlü mali kaynaklarını Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankasında veya Maliye Bakanı ile Bakanın müşterek teklifi ve
Başbakanın onayıyla belirlenecek esaslar dâhilinde Türkiye’de yerleşik bankalar
nezdinde kendi adlarına açtıracakları hesaplarda toplarlar. Yani kamu
bankaları dışında diğer bankalarda da hesap açtırma konusunda Sayın Başbakana
kadar uzanan bir yetki talep edilmektedir. Sayın Başbakanın bu yetkiye
ihtiyacının olduğunu ve burada bir müdahale ihtiyacı hissettiğini düşünmek
istemiyorum. Yani kendisinin talimatıyla böyle bir yetkinin buraya konulmuş
olduğunu düşünmek istemiyorum. Birinci tespitim bu. Çünkü bu
madde, bir nakit planlamasına olan ihtiyaç nedeniyle getirilen bir madde. Dolayısıyla
bu nakit planlamasını da Hazineden sorumlu Devlet Bakanı ve Maliye Bakanının
birlikte belirleyebileceklerini düşünüyorum. Biraz önce söylediğim gerekçeyle
Sayın Başbakanın bu yetkiyi talep ettiğini düşünmek istemiyorum. Aksi takdirde
Maliye Bakanı ve Hazineden sorumlu Devlet Bakanına da bu konuda güvenmediği şeklinde
yanlış anlamalar ortaya çıkabilir. Dolayısıyla, Sayın Başbakanın da bu yönden
alacağı eleştirileri grubunuz olarak önlemenizin partinizin menfaatine olduğunu
tekrarlıyor, vereceğiniz destek için şimdiden teşekkür ediyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 10’uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 11’inci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 sıra sayılı Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının çerçeve 11 inci maddesi ile 4749 sayılı Kanuna eklenen 14/A
maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
“g) 11 inci maddenin dokuzuncu fıkrasında belirtilen bilgi ve
belgelerin Müsteşarlıkça talep edilen usul ve esaslar çerçevesinde
verilmemesi,” BAŞKAN – Sayın Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Uygun görüşle Genel Kurulun takdirine bırakıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Bu değişiklikle; Tasarının 8 inci maddesine ilişkin olarak kabul
edilen önerge ile yapılan değişikliğe paralel şekilde idari para cezaları
konusunda düzenleme yapılması amaçlanmaktadır. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Kabul edilen önerge istikametinde maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 12’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 13’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 14’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 15’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma saati: 15.10 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.23 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 131’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. 237 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştı. İkinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. İkinci bölüm, geçici 15, 16, 17, 18’inci maddeler dâhil 16 ile
22’nci maddeleri kapsamaktadır. İkinci bölüm üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı; şahıslar adına ilk iki
sırada, Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak ve Manisa
Milletvekili Recai Berber’in söz talepleri vardır. İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili
Sayın Faik Öztrak’a aittir. Sayın Öztrak, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 237 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın ikinci
bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle sizleri saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz bu yasa tasarısı ile
2002 yılının Nisan ayında yürürlüğe giren 4749 sayılı Yasa’da yapılacak
değişiklikleri tartışıyoruz. 4749 sayılı Kanun kamu borcunu tanımlamış, yönetilmesini
kurallara bağlamış ve ülkemizde, riskleri de dikkate alarak, uluslararası
standartlarda bir kamu borç yönetiminin çerçevesini belirlemiştir. Bu Yasa,
ülkenin 2001 yılında yaşadığı derin mali krizden asgari maliyetle çıkmasını
sağlayan temel düzenlemelerden bir tanesidir. Gündemimizdeki yasa tasarısı ile
4749 sayılı Yasa’da değişen şartlara ve uygulamada karşılaşılan sorunlara çözüm
getirmeyi amaçlayan teknik bazı düzenlemeler yapılmak istendiği
belirtilmektedir ancak yine de tasarıda, son dönemde Hükûmetin
artık usul hâline getirdiği bir yöntemle bu Yasa’nın kapsamına giremeyecek bazı
düzenlemelere de yer verildiği görülmektedir. Ben konuşmamın ilk bölümünde
bunlardan önemli bulduğum ve AKP Hükûmetlerinin hükûmet etme biçimini ortaya koyan bazıları üzerinde
duracağım. Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz tasarının 18’inci
maddesiyle 4749 sayılı Yasa’ya bazı geçici maddeler ekleniyor. Bunlardan geçici
15’inci madde, 2009 yılında İstanbul’da yapılacak Dünya Bankası Grubu ve
Uluslararası Para Fonu toplantısıyla ilgili organizasyon giderlerini Kamu İhale
Kanunu kapsamı dışına çıkarıyor. Bu yaklaşım, tam bir AKP hükûmetleri
klasiği hâline gelmiş bulunuyor. Oysa 2002 yılında yasalaşan 4734 sayılı Kamu
İhale Kanunu, aynen değiştirmeye çalıştığımız 4749 sayılı Kanun gibi ülkeyi
krize sokan bir kurumsal çerçeveden çağdaş OECD ülkelerinin kurallarına doğru
geçişi sağlayan ve kamu otoritesinin kamu ihalelerine müdahalesini önleyen,
yine içeride ve dışarıda büyük heyecan uyandıran düzenlemelerden biriydi. Ancak
AKP Hükûmetlerinin uymakta en fazla zorlandıkları
alanlardan biri, bu yeni ihale rejimi oldu. İktidara geldiklerinden bu yana her
yıl bu yasada birden çok değişiklik yaparak, istisnalar getirerek bu çerçeveyi
sulandırdılar. İhale süreçlerine en yüksek düzeyde yetkililerin müdahaleleri
yeniden ve eskisinden daha sık gündeme gelir oldu. Yine, Hükûmetin yönetme biçimini ortaya
koyan bir diğer düzenleme de geçici 16’ncı maddede yer alıyor. Bu maddeyle
Devlet Demiryolları İşletmeleri Genel Müdürlüğünün yurt dışından hazine
kefaletiyle alıp da kendisinin ödeyemeyip hazinenin ödemek zorunda kaldığı
borçlarla, hazineden alamadığı görev zararlarının mahsubu öngörülüyor. İlk
bakışta masum ve haklı gibi görülen bu uygulamanın, kuruluşa ödenecek görev
zararının bütçeye gider kaydedilmeden yapılmasını öngörmesi hem saydamlık
ilkesine aykırı hem de bütçe harcamalarını düşük gösteriyor. Aslında son
dönemde bu tür finansal mühendislik uygulamaları da bir AKP klasiği hâline
geldi. Bunun en son örneği, GAP yatırımlarında kullanılması öngörülen İşsizlik
Fonu paralarının geçtiğimiz ay herhangi bir harcama yapılmadan bütçeye gelir
kaydedilmesi ve bütçenin olduğundan iyi gösterilmesiydi. Değerli milletvekilleri, bu yaratıcılık sadece bu Hükûmete mahsus değildir. Geçmişte de hükûmetler
yaratıcılıkta bu Hükûmetten hiç de geri kalmadılar
ama bu yaratıcılığın bedelini yaşanan krizlerle ödediler. Sayın milletvekilleri, yine aynı maddenin altında getirilmek
istenen geçici 17’nci maddeyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na 2001 yılından
itibaren bankacılık krizi nedeniyle verilen ve batan bankalardan tahsil edilip
hazineye geri ödenemeyeceği anlaşılan borçlarının silinmesi öngörülüyor. Bu
yaklaşım esas itibarıyla doğrudur. Geri ödenemeyeceği belli olan büyük bir
borcun Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun bilançosunda gözükmesinin, giderek
bozulan küresel iklim karşısında bir risk faktörü olma olasılığı vardır ancak
bu konu kamuoyunda çok istismar edilmiştir. Gerçi bugün gelişmiş ülkelerde
yaşanan finansal kriz karşısında devletlerin özel kesimin borçlarını nasıl
üstlenmek zorunda kaldıklarını görüyoruz. Bunun, en iyi çözüm olmamakla
birlikte daha büyük bir çöküşü önlemek bakımından son çare olduğunu da
biliyoruz. Ancak yine de kamuoyunu rahatlatmak bakımından bu düzenlemenin
Meclise ayrı bir yasa teklifiyle getirilerek konunun enine boyuna
tartışılmasının yararlı olduğunu düşünüyoruz. Değerli milletvekilleri, bu noktada -izninizle- görüşmekte
olduğumuz yasanın mahiyeti gereği ve bu süreçte yapılan tartışmalar
çerçevesinde ülkemizin borç durumuna da değinmek istiyorum. Öncelikle kamu
borcuna bakalım: Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği 2002 yılında
kamunun borcu 148,1 milyar dolarmış, bu yılın mayıs ayı sonunda bu rakam 287,1
milyar dolara çıkmış. Yine 2002 yılında hazinenin piyasaya olan borcu 70,8
milyar dolarmış, bu yılın mayıs ayında ise piyasaya olan borç 160,6 milyar
dolara çıkmış. Buna özelleştirmeler sonucunda satılan kamu varlıklarının
bedelini de eklersek bu rakamın çok daha yukarılara çıkacağı açıktır. Özetlersek: AKP Hükûmetlerinin son beş
buçuk yılda yaptığı kamu borçlanması seksen yıllık cumhuriyet döneminde tüm hükûmetlerin yaptığı borçlanmaya eşittir. Ülkenin dış borcu
ise, bu İktidar döneminde 2 kattan fazla artmış. 2002 sonunda 129,6 milyar
dolar olan ülkenin brüt dış borç stoku, bu yılın mart ayında 262,9 milyar
dolara yükselmiş. Burada da beş buçuk yıllık AKP İktidarı döneminde tüm
cumhuriyet hükûmetlerinin seksen yılda
borçlandığından daha fazla dışarıdan borç alınmış. Yine aynı dönemde özel
kesimin dış borcu 4’e katlanarak 43 milyar dolardan 172 milyar dolara çıkmış.
Bu çerçevede sık sık Hükûmet:
“Bu borç özel kesimin borcu, onlar hesabını bilir, bizi ilgilendirmez.” diyor. Burada hemen dünyanın en liberal ekonomisi olan Amerika Birleşik
Devletleri ekonomisinde son günlerde yaşananlara bakmakta yarar var: Bu ülkenin
önde gelen iki mortgage bankası Fannie
Mae ve Freddie Mac büyük
sıkıntıda. Hükûmet, bu kuruluşların 5 trilyon
dolarlık borcuna hazine garantisi vermeyi düşünüyor. Bu,
Amerika Birleşik Devletleri’nin toplam devlet borcuna eşit. Bu yapılırsa
kamu borcu 2’ye katlanacak. Derecelendirme kuruluşlarının Amerika Birleşik
Devletleri devlet borcunun notunu düşürebileceği konuşuluyor. Ama sistemik
krizlerde devlet, özel kesimin borcunu maalesef zaman zaman
üstlenmek zorunda kalabiliyor. İşte bu nedenlerle finansal piyasalarda kritik
koşulların oluşması hâlinde devletin potansiyel yükümlülükleri hesaplanırken
özel kesimin özellikle dış borçları kamu borcu stokuna eklenebiliyor. Bu hesabı
yaptığımızda ise kamunun potansiyel yükümlülüğü 2002-2008 Martı arasında 2,3
kat artarak 190 milyar dolardan 450 milyar dolara çıkıyor. Bu noktada bir diğer
kritik gösterge de ülkenin açık pozisyonunu gösteren döviz cinsinden borçları
ile döviz cinsinden varlıkları arasındaki farkın geldiği seviye. Bu Hükûmet döneminde ülkenin döviz
pozisyon açığı 85 milyar dolardan 274,3 milyar dolara çıkarak 3 kattan fazla
artmış. Hani Hükûmet hep “Net borca bakalım, net
borca bakalım.” diyor ya, işte bu da net, Türkiye'nin döviz cinsinden net
yükümlülüğü. Buna da bakmak son derece önemli ve uluslararası kabul gören bir
ölçüt. Yani son beş buçuk yılda, seksen yıllık cumhuriyet döneminde oluşan açık
pozisyona bunun 2 katı kadar ilave olmuş. Bu rakamları verdiğimizde başta Sayın Başbakan olmak üzere Hükûmet yetkilileri “Borca böyle bakılmaz, borç yüküne yani
borçların gayrisafi yurt içi hasılaya oranına bakın.”
diyorlar. Biraz önce Sayın Bakan da aynı şeyleri söyledi. Borç yükü kadar
borçlardaki artışın da önemli olduğunu belirterek borç yüklerine de açıklama
getirelim. Hükûmet, borç yüklerine bakarken sürekli
2002 yılıyla karşılaştırma yapıyor. Oysa 2002, ülkenin en önemli mali krizini
izleyen yıl. Böyle dönemlerde gerek gayrisafi yurt içi hasıla
rakamındaki aşırı düşme, kurlarda ve faizlerdeki aşırı sıçramalar ya da overshooting nedeniyle borç yükü uzun dönemli seviyelerin
üzerine sıçrar ve gerçek değerleri yansıtmaz. Nitekim,
daha sonra söz konusu değerlerin normal seviyelerine dönmesiyle borç yükü
kendiliğinden de düşmeye başlar. Bu nedenle yük karşılaştırmaları daha normal
olan kriz öncesi dönemlerle yapılmalıdır. Böyle yaparsanız iç ve dış borç
yüklerinin henüz daha krize girmeden önceki seviyelerinin altına inmediğini
göreceksiniz. Yani bugünkü borç yükümüzün seviyesi, bizi krize sokan borç
yüklerinin seviyesiyle aynıdır. Yine kamu ve dış borç yüklerini kendi
ligimizdeki ülkelerle karşılaştırdığımızda da burada da hep başlara
güreştiğimizi göreceğiz. Sayın milletvekilleri, borçlardaki bu kırılganlık sürerken ekonomi
dış borçlanmadan büyüyemez bir hâle getirildi. Başta sanayi olmak üzere dış
ticarete açık sektörler ciddi tehdit altında. İthalat bağımlılığı artmaya devam
ediyor. Küresel piyasalarda enerji fiyatlarındaki artışlar, ülkenin dış
borçlanma ihtiyacını sürdürülemez seviyelere sürüklüyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Öztrak, konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun. FAİK ÖZTRAK (Devamla) – Yurt dışından gelen finansmanla cari açık
arasındaki fark daralıyor. Borçlanmadaki artışa rağmen rezerv artışları düşüyor.
Bu gidişin gidiş olmadığı açık, ancak Hükûmet bunu
önleyecek önlemler yerine tam tersi işlerle âdeta yangına benzin döküyor. Değerli milletvekilleri, yılın ilk yarısındaki makyaja rağmen,
maliye politikasının alınan kararlarla rotasından iyice çıktığı görülüyor. Para
politikası ise enflasyonla mücadele ederken döviz piyasasında ciddi bir gerilim
ve risk yaratıyor. Ekonomide gerekli önlemler alınmazsa bu sorunlar daha da
ağırlaşacaktır. Bu sorunları, yakanıza “Bırakın da çalışalım.” rozetleri takarak
çözemezsiniz. Doğruları yaptığınızda elinizi tutan kimse olmayacağını bu yasa
teklifinin görüşülmesi sürecindeki grubumuzun tavrı herhâlde ortaya
koymaktadır. Hükûmeti bir an önce
halkın sıkıntılarına çözüm üretmeye çağırıyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztrak. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın
Mustafa Kalaycı. Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 237 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ikinci
bölümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Tasarı, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun
belirlediği temel ilkelere uygun olmayan düzenlemeler içermektedir. Tasarıyla,
2009 yılında düzenlenecek olan Dünya Bankası Grubu ve IMF toplantısı için
gerçekleştirilecek işlemler 4734 sayılı ve 5018 sayılı Kanun kapsamı dışına
alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının vadesi geçmiş,
ödemediği kredilerden doğan anapara, faiz, masraf ve gecikme zamlarından oluşan
hazine alacakları, bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeden
terkin edilmektedir. Üniversitelere kullandırılan dış kredilerden doğan hazine
alacaklarının ödenmeyen bakiye tutarını, yine bütçenin gelir ve gider
hesaplarıyla ilişkilendirilmeden terkinine Maliye Bakanı yetkili kılınmaktadır. Yine, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na verilen özel tertip devlet
iç borçlanma senetlerinden doğmuş 31/7/2007 tarihine
kadar olan hazine alacaklarının, yine bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla
ilişkilendirilmeden terkini konusunda Maliye Bakanlığına yetki verilmektedir. Terkin, muhasebe işleminde vazgeçilen bir alacağın silinerek zarar
kaydedilmesidir. Tasarıda ise hazine alacaklarının bütçeyle ilişkilendirilmeden
terkini öngörülmektedir. Yani, kâğıt üzerinde bütçe açığını artırmıyoruz. Yine, hak sahiplerine yapılacak konut edindirme yardımı ödemelerinde,
Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Anonim Şirketine özel tertip devlet
iç borçlanma senedi ihraç edilebilmesi ve bu kapsamda ihraç edilecek senetler
için 4749 sayılı Kanun’a göre bütçede ödenek bulunması şartının aranmaması
düzenlenmektedir. Hazine harcama yapacak, alacaklarını silecek ama gider
yazmayacak. Böylelikle bütçede giderler artmayacak, bütçe açığı artmayacak.
Yani, kendi kendimizi kandıracağız. Zaten her işiniz aldatmaca, kandırmaca. Tüm bu düzenlemeler kamu mali disiplinine ve 5018 sayılı Kanun
hükümlerine aykırılık taşımaktadır. Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin en önemli sorunlarından
birisi de kamu mali yapısındaki aşırı borçlanmadır. Ülkemizin borç sorunu, aynı
zamanda bir borç yönetimi sorunudur. Kamu borçlarında son yıllarda görülen
yüksek artış ve bu artışın meydana getirdiği sorunlar, borç yönetimini
öncelikli bir konu hâline getirmiştir. Devletin sağlam kaynak ve gelirlerden
beslenen bir kamu maliyesine sahip olmaması borçlanmayı besleyen temel
sebeplerden birisi olurken, etkili bir borç yönetimi kurulamaması, kamu mali
yapısının daha da bozulmasına neden olmuştur. Aşırı borçlanmalar gelir
dağılımını ve sosyal adaleti ziyadesiyle bozmuştur. Bir avuç kişi ve
kurumlardan yapılan borçlanmalar tüm milletin sırtına yüklenmiştir. AKP döneminde cumhuriyet tarihimizin birikimleri har vurup harman
savrulur gibi satılmasına rağmen kamu iç borç stoku 94 milyar dolardan 222
milyar dolara çıkmıştır. Borçlardaki yüksek artışa karşın ortada yapılan ne
büyük fabrika ne tesis vardır, hem de 30 milyar doları aşan özelleştirme
gelirine, 10 milyar doları aşan toprak satışı gelirlerine rağmen. Vatandaşlarımız da borç batağında ve haciz kıskacındadır.
Vatandaşlarımızın sadece kredi kartı ve tüketici kredisi borçları Haziran 2008
ayı itibarıyla 106,5 milyar YTL’yi aşmış durumdadır. Kişi başına 1.500 YTL, 4
kişilik bir aile dikkate alındığında aile başına 6 bin YTL kredi kartı ve
tüketici kredisi borcu düşmektedir. Kaldı ki, bunun yanında vergi borcu, prim
borcu, çiftçi ve esnafın kredi borcu, bakkal borcu, kasap borcu velhasıl diğer
borçlar yok. Bunlar da dikkate alındığında vatandaşlarımızın durumunun ne kadar
vahim olduğu görülmektedir. Türk milletini nereden nereye getirdiğiniz açık seçik görülüyor.
Hep söylüyorsunuz ama “Millî geliri artırdık.” laflarınıza da artık kimse
inanmıyor. Millî geliri 239 milyar dolardan 659 milyar dolara çıkardığınızı
söylüyorsunuz ama vatandaşın bundan haberi yok. Hani bir gecede yüzde 31,6
artırmıştınız! Allah aşkına siz buna inanıyor musunuz? Bu bir kur yanıltmasıdır.
Bu, yüksek faiz-düşük kur politikanızın aldatıcı ve gerçeği yansıtmayan bir
sonucudur. Hiç ekonomide beş yıllık büyüme yüzde 35 civarında olur da millî
gelirdeki beş yıllık artış yüzde 180 civarında olur mu? Biri Türk lirasına
göre, diğeri dolara göre. Bu rakamlar her şeyi açıklıyor. Kendi gelirinde sizin söylediğiniz gibi yaklaşık 3 kat artışı
göremeyen vatandaş size niye inansın ki? Sizin söylediğiniz millî gelir sanal,
ama vatandaşların borçları gerçek, yoksulluğu gerçek, işsizliği gerçek. Şimdi de kendinize bahane arıyorsunuz, parti kapatma davasına
sığınmaya çalışıyorsunuz. Şimdi size soruyorum: Acaba vatandaş bu hâle dört ay
içinde mi geldi, yoksa altı yıldır uyguladığınız politikalarla mı? Lütfen
samimiyetle cevap verin. İki haftadır Hazineden sorumlu Sayın Bakanımızın açıklamaları
istisnasız bütün gazetelerde ve İnternet haber portallarında
yer aldı. Başta Anadolu Ajansı da haber geçti. Anlaşılan ağlama görevi, mağdur
rolü Sayın Bakana verilmiş. Ne diyor Sayın Bakan bakalım, aynen okuyorum:
“Davanın açıldığı 14 Marttan sonra faizlerin 5,5 puan arttığına dikkat çeken
Şimşek, bunun hazineye getirdiği ek maliyetin 20 milyar YTL’ye ulaştığını
vurguladı. Siyasi belirsizlik sebebiyle inşaat sektöründe yatırımlarının
yavaşladığını, tüketimin de azaldığını belirten Şimşek, önümüzdeki dönemin
Türkiye için büyük önem taşıdığına dikkat çekti.” Sayın Bakan faizler şimdi
değil, yıllardır yüksek. Türkiye, kısa vadeli faiz oranlarında dünyada üç
yıldır açık ara önde gitmiyor mu? Beş yılda 184 milyar dolar faiz ödemesiyle
cumhuriyet tarihinin rekorunu kıran siz değil misiniz? 2008 yılı bütçesine
bütçenin en büyük harcama kalemi olarak 56 milyar YTL ödenek koyan siz değil
misiniz? Şimdi diyorsunuz ki: “Parti kapatma davasından dolayı inşaat sektörü
yavaşladı.” Biraz insaf. Hiç olmazsa resmî istatistiklere bir bakarak
konuşunuz. Bu istatistikler size bağlı Hazinenin istatistikleri, DPT’nin,
Maliyenin istatistikleri. Bakınız, inşaat sektöründe 2006 yılındaki büyüme yüzde 18,5; 2007
yılında ise yüzde 5, yani keskin bir düşüş. Bir de 2007 yılına çeyrek dönemler
itibarıyla bakalım: Sırasıyla 8,8; 7,5; 4 ve 0,5. Yani dediğiniz gibi değil.
İnşaat sektörü parti kapatma davasından çok çok önce
kötüye gitmeye başlamış, durma noktasına gelmiş. Sayın Bakan, yine “Tahvil piyasasında çok ciddi yabancı çıkışı
yaşanmıştır. Bizim ve tüm yerli, yabancı uzmanların görüşü, eğer iç siyasi
belirsizlik olmasaydı Türkiye dışarıdaki krizden en az etkilenen ülkeler
arasında yer alacaktı.” demişsiniz. Öyle mi acaba? Yurt dışı yerleşiklerin, devlet iç borçlanma senetlerindeki portföyü, 2007 Eylül ayında 33,1 milyar dolar, Mart 2008’de
28,6 milyar dolar, 13 Haziran itibarıyla 26 milyar dolar. Bu da gösteriyor ki
yabancı çıkışı kapatma davasından çok önce başlamış. Yine haberde diyor ki, aynen okuyorum: Şimşek, bu yılın ilk beş
ayında doğrudan yabancı sermaye yatırımları 2007 yılının aynı dönemine göre
yüzde 45,5 azalarak 6,1 milyar dolar olmasında dünyadaki sıkıntılar ve
Türkiye’de mart ayından bu yana ortaya çıkan belirsizliğin katkısının büyük olduğunu
söylemiş. Sayın Bakan, doğrudan Bakanlığınızın sahasına giren konularda bari
doğru bilgi verin. Bakın, size bağlı Hazine istatistikleri ne diyor? Bu yılın
ilk beş ayında yüzde 45,5 azalarak 6,1 milyar dolara inmesi doğru ama bu mart
ayından sonra değil tam aksine daha önce. Ay ay
bakalım: Ocak, geçen yıl 6,4 milyar dolar, bu yıl 1,2 milyar dolar, yüzde 86
azalma var; şubat, geçen yıl 1,7 milyar dolar, bu yıl 700 milyon dolar, yine
yarıdan fazla azalmış; marta gelelim yani kapatma davasının açıldığı ay, geçen
yıl 1,3 milyar dolar, bu yıl 2,6 milyar dolar, bırakın azalmayı yüzde 100
artmış; nisana bakalım geçen yıl 790 milyon dolar, bu yıl 840 milyon dolar,
yine artmış; bir tek mayısta 200 milyon dolarlık bir
azalma var. Gördüğünüz gibi, hiç de Sayın Bakanın dediği gibi değil. Davadan
sonraya bakarsan kısmen bile artış var. Tüm temel göstergeler ekonominin parti
kapatma davasından sonra değil, yıllardır, her geçen yıl daha da kötüye
gittiğini göstermektedir. Yine, Sayın Bakanımız diyor ki: “AK PARTİ’ye
açılan kapatma davasının ardından zaten dış piyasalardaki menfi gelişmelerin
etkisinde olan İMKB büyük bir çöküş yaşadı.” Şimdi bakalım -bir de borsadaki 80
milyar dolar düşüşten bahsediyor Sayın Bakan- 2007 yılını 55.538 puandan
kapattı İMKB. Parti kapatma davasının açıldığı haftayı sizin de dediğiniz gibi,
14 Martta 42.585 puandan kapattı. Yılbaşından parti kapatma davasının açıldığı
güne kadar iki buçuk ayda borsanın kaybı 12.953 puan, kayıp yüzde 23,3. Sizin
açıkladığınız tarihteki 35.010 puanı dikkate alırsak parti kapatma davası
tarihinden beri geçen yaklaşık dört aylık sürede İMKB’nin kaybı 7.675 puan,
kayıp yüzde 18. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kalaycı, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun efendim. MUSTAFA KALAYCI (Devamla) – Görüyorsunuz, İMKB’deki düşüş
yılbaşından beri var. Sayın Bakan, hemen kendinize bahaneler aramayın, öyle saha dışına
da kaçmayın, daha on ayınız oldu hemen de pes etmeyin. Ben, size yine iki haberden bahsedeceğim. Biri “turkish.com”da yer alan haber. Dünyadaki gelişmeler
dolayısıyla General Motors son otuz üç yılın en düşük
seviyesine düşmüş. Yine, sizin çok iyi bildiğiniz Meryl
Linch’in hisseleri 6,8 gerilemiş, ikinci çeyrekte 4,2
milyar dolar zarar açıklaması bekleniyor. Ben de size soruyorum: Sizin daha önce çalıştığınız Meryl Linch’in değerlerinin
düşmesini de ve zarar etmesini de AKP’nin kapatma davasına mı bağlayacaksınız
acaba? Lütfen buna da cevap verin. Milleti aldatmayalım, gerçekleri söyleyelim.
Doğrudur, siyasi istikrarsızlık ekonomimize zarar verir, bunu söyleyebiliriz,
ama kalkıp da altı yıldır uyguladığınız politikalarla Türk ekonomisine
verdiğiniz tahribatı, başarısızlığınızı, beceriksizliğinizi parti kapatma
davasına bağlamanız, en hafif tabiriyle pişkinliktir. Teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı. Şahsı adına Aydın Milletvekili Sayın Ali Uzunırmak.
Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında 237 sıra sayılı Tasarı
hakkında şahsım adına söz aldım. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. Kıymetli arkadaşlar, kamu finansmanı, belli dönemlerde Türk
halkının müsebbibini doğru tespit edemediği birçok krize sebep olmuştur. Çünkü
kamu finansmanında devletimizin belli dönemlerindeki maksat, kamu yatırımlarını
ve kamunun harcamalarını organize etmekti, ama belli bir dönem gelmiştir ki o
dönemde kamu finansmanındaki bu yetersizliklerin neticesinde borç yönetiminin
meydana getirdiği krizler de yaşanır olmuştur. Değerli arkadaşlar, 2001 krizine gelinceye kadarki kamu finansmanı
krizi, 2001 yılında sıklet merkezini finans sektörünün oluşturduğu bir kriz
olarak karşımıza çıkmıştır. Sıklet merkezini finans sektörü oluşturmuştur.
Niçin? Çünkü devletin borç yönetimini döndürebilmesi için “back
to back”lerle, bankacılık
sistemindeki birtakım oynamalarla uluslararası piyasalardan borcun
döndürülebilir hâle gelmesi yol olarak görülmüştür. Sayın Bakanım, beş dakikada çok dert anlatılmaz ama ben iyi
niyetli olarak yol gösterici bazı eleştirilerde bulunmak ve bir mantık
uyarlamasında uyarıcı olmak istiyorum. Devlet yönetiminde, bir ağacın orman
içerisindeki fonksiyonu ve ağacın hastalığını tespit edebilecek kadar bilgi
sahibi ve yeri geldiğinde de bir ormana hâkim olabilecek bir kuşbakışı görüşüne
sahip olmak gerektiğine inanıyorum. Değerli arkadaşlar, Türkiye’deki belli dönem değişikliklerinde,
belli yasalarda yapılan ve mantık değişikliğinde bazı rahatlamalar meydana
gelmiştir. Bunlardan en önemlisi devletin ekonomiden çekilmesi, kamu
finansmanının belli bölümlerinden çekilmesi, yap-işlet ve yap-işlet-devret
modeliyle yerli ve yabancı sermayenin bir noktada kamu finansmanının geçmişte
yerine getirdiği fonksiyonlarını iştigal eder hâle getirilmesi, bu yasaların
düzenlenmesiyle devlet, kamu finansmanı rahatlamıştır. Ama gelin görün ki
bugün, maalesef belli mantıktaki tahlillerimizde eğer biz Türkiye'de bir urun
büyüdüğünü görmez isek ve bu urun kendi kendini hem besleyip ve kendini
kendinin de hem canavarı olduğunu görmezsek gene geçmişteki birtakım
yanlışların uygulayıcısı durumuna düşeriz. Bu ur nedir? Bu ur, kıymetli
arkadaşlar, kamu borçlanmasının rahatlamış olması gerekmesine rağmen… Bugün
Sayın Bakan birtakım rakamlar veriyor, diyor ki: “Faiz yükünün millî gelire
oranı düştü.” Kıymetli arkadaşlar, Sayın Bakanım; faiz yükünün millî gelire
oranının düşmüş görünmesinin iki sebebi vardır. Bunlardan birincisi: Artık
borçlandığımız faiz oranları yüzde 70’lerden, yüzde 100’lerden düşmüştür yüzde
12’lere, 13’lere, iç borçlanmada 18’lere. Dış borçlanmada daha başka bir
fonksiyonu vardır. Dolayısıyla, millî gelire oranının düşüklüğünün
sebeplerinden bir tanesi budur. İkincisi: Siz, özel sektörün borçlarını borcun dışında
tutuyorsunuz, kamu borcunun dışında görüyorsunuz. E, peki, özel sektörün
borçlanarak bu ülkeye getirdiği yatırımlar, paralar, bunlar millî gelirin
içerisinde görünüyor. Ama eğer siz borçlanmanın maliyetlerini, bunları, millî
gelirin içerisinde olduğu hâlde millî gelir oranından, kamunun borçlarının
faizlerini farklı tutarsanız burada bir yanılgıya uğrarsınız. Dolayısıyla, eğer
özel sektörün bu ülkede yaptığı yatırımlar, getirdiği dış borç, başka başka her şey millî gelirin içindeyse özel sektörün borçlarının
yükünü de faizlerini de “Bu kamu borcunun dışında.” diyerek göremezsiniz,
onları da bunun içerisine dâhil etmeniz gerekir. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, Türkiye’de son zamanlarda yanlış
bir mantık da ortaya kondu. Hükûmet her konuda ama
ekonominin her konusunda petrol fiyatlarının yüksekliğini, dünyadaki
gelişmeleri öngörüyor ve onlara göre birtakım değişik görüşler ifşa ediyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun. ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - Kıymetli arkadaşlar, dünyada petrol
fiyatları yükselmiş midir? Doğrudur, yükselmiştir. Ama biz Türkiye’de yerli
paramızla üretim yapıyoruz. Doların satın alma gücü düşmüştür. Bunu hesaba
kattığımızda petroldeki fiyat yüksekliğinin, bizim, petrolü dünle
kıyasladığımızda 100 dolar civarında kullanmamızı gerektirir, hesap olarak. Bunun yanında petrol yükseldiği gibi, Türkiye'nin
zenginliklerinden olan krom, bor, başka başka altın,
birçok madende emtia fiyatlarında dünyada yükselmeler meydana gelmiştir. Dün
krom 70 dolardan satılırken bugün 700 dolardan satılmaktadır. Emtia fiyatlarındaki bu artışlar Türk ekonomisine üretim yaptıran
bir mantıkla girdiğinde, bugünkü petrol fiyatlarının yüksekliğini acaba bir
noktada revize edebilir mi diye düşünüyorum ve ayrıca, tabii ki bu ekonominin
“büyüyen ur” dediğimiz kısmın üretmeyen, üretime yönelmeyen istihdam
yaratmamasından dolayı doğan haksız birtakım müspet gelişme gibi görünenlerin
doğru olmadığını ifade ediyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – Gene de Allah yardımcınız olsun diyorum,
teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Şahsı adına Manisa Milletvekili Recai Berber. Sayın Berber, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) RECAİ BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 237
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümüyle ilgili olarak şahsım adına söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, biraz önce hem birinci bölümde hem ikinci
bölümde muhalefet milletvekillerinin değerlendirmelerini, hakikaten, bir yerde
sanki filin farklı yerlerden tarifi gibi algılıyorum ben. Çünkü herkes bir
yerinden tarif etmeye çalışıyor, hâlbuki bunun uluslararası kriterleri
var. Yani, Türkiye, 2002 yılında veya 90’lı yıllarda girmiş olduğu borç
sarmalından kurtulamadığı için 2001 yılındaki krizi yaşadı. Ondan önce 99’da
Uzak Doğu’da, Rusya’da meydana gelen bir finansal kriz, aynı şekilde Türkiye’yi
99’da da krize soktu. Dolayısıyla, Türkiye'nin krizle ilgili sorunu sadece borç
değil, borç sarmalına girmiş olması. Daha önce Sayın Bakanımız da ifade
ettiler, 2002 yılında Türkiye'nin borçları değil, sadece yıllık dönem faizi
bütçe gelirlerinin yüzde 87’lerine, yüzde 90’larına ulaşmıştı. Bugün ise bu
yüzde 32’ye düşmüş durumda ve Türkiye, 2003’ten bu yana ortalama yüzde 5 faiz
dışı fazla veriyor. Yani, hem bütçesinden dönem faizlerini ödüyor hem de bunun
ötesinde ayrıca anaparadan ödeme yapıyor. Dolayısıyla, geçmişte… Şimdi bazıları
dedi ki: 900 milyar YTL borç ödenmiş, ama 700 milyar da borç alınmak suretiyle
ödenmiş. Bakın, borcun anaparasının çevrilmesiyle ilgili olarak getirilen bu
ilginç eleştiri… Geçmiş dönemde, borcun faizinin ödenmesiyle ilgili olarak
borçlanılıyordu. Bırakın anaparası zaten borçla ödeniyordu da borcun faizi bile
bütçe kaynaklarından ödenemediği için, onun için de ayrıca borçlanma gereği
duyuluyordu. Değerli milletvekilleri, aynı zamanda bu kanunun geçici maddeleri
eleştiriliyor. Bu Hükûmet ve bundan önceki Hükûmet -AK PARTİ Hükûmetleri-
aşağı yukarı, sadece mevcut durumla ve gelecekle ilgili düzenlemeleri yapmıyor,
aynı zamanda geçmişten kalmış olan ve kangren olmuş olan birtakım sorunları,
tabiri caizse kamunun yüklerini ve tabiri caizse devletle vatandaş arasında
kangren olmuş sorunları çözmek için de bu maddeleri getiriyor. Burada, işte
geçici 17’nci maddede TMSF’yle ilgili olarak yapılan
düzenleme sanki -TMSF’nin 2002 yılında ve 2005 yılına
kadar kamu finansmanından, kamu iç borçlanmasından karşılanan- batan bankaların
yükünün silinmesi gibi algılanıyor. Bugüne kadar TMSF’nin
gerçekten, cumhuriyet tarihi boyunca, herhâlde ilk defa bu kadar güçlü bir
şekilde kamu alacakları tahsil edildi, takip edildi ve bu sayede de yaklaşık
16,5-17 milyar dolarlık -bunun 9 milyar doları hazineye, 7,7 milyar doları da
diğer kamu kurumlarına olmak üzere- tahsilat yapıldı.
Tabii ki geri kalan kısmının tahsil edilme riski arttığı için bununla ilgili
olarak da bu kanunda bir düzenleme yapılmış oldu. Değerli arkadaşlar, yine konut edindirme yardımı 1987 yılında çok
iyi niyetlerle ortaya konmuş olan bir düzenleme. Ama 1995 yılına kadar -ben
baktım- gerçekten, konut edindirme yardımından yararlanan kişi sayısı 265 bin
ve kullandıkları kredi de yaklaşık 4,8 milyon YTL. Ama bugün hem konut
edindirme yardımının hem de nemalarının toplam ulaştığı değer yaklaşık 3 milyar
YTL. 3 milyar YTL’nin içinde kullandırılan kısma baktığınızda, hiçbir zaman,
kuruluşundan bu yana amacına hizmet etmediği ortada ve bunu tasfiye etmek,
bunun paralarını ödemek de yine bu kanunda AK PARTİ’ye
nasip oluyor. Bundan önce, zorunlu tasarrufları da aynı şekilde biz tasfiye
ettik. Dolayısıyla, açıkçası, bu kangren olmuş, artık milletin de neredeyse
unuttuğu alacaklarını -milletin unuttuğu, bakın, milletin unuttuğu
alacaklarını- biz devlet olarak unutmadığımızı ve tek tek
ödediğimizi gösteren bir adım olarak bunu değerlendirmek lazım. Diğer bir konuyu da kısaca şöyle belirtmek istiyorum: Özellikle
hazinenin son dönemde kamu borçlarının, hem garantiler dolayısıyla üstlenmiş
olduğu kamu borçlarının hem de kendisinin borçlarının takibi konusunda 90’lı
yıllarla… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Berber, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. RECAİ BERBER (Devamla) - …mukayese edilmeyecek düzeyde bir
performans gösterdiği ortadadır. İnanın, ben, 90’lı yıllarda bir kamu
kurumunda, İSKİ’de genel müdür yardımcısı olarak
bulunduğum dönemde bizim ödediğimiz taksitlerin, İSKİ tarafından geçmişte
ödenen taksitlerin hazine tarafından da tekrar ödendiğini tespit ettik ve şok
olmuştuk. Yani hazine, geçmiş dönemde, 90’lı yıllarda borcunun bile ne kadar
olduğunu, ne kadarının faiz, ne kadarının anapara olduğunu bile takip
edemeyecek durumda idi. Dolayısıyla, 2001 krizini ve ondan önceki 99 krizini sadece
birtakım politik nedenlere bağlamamak lazım. O zamanki yönetimler, gerçekten,
tabir caizse ipin ucunu kaçırmışlardı. Bugün ise hem borcun yönetimi hem borç
politikaları hem de gittikçe gayrisafi millî hasıla
içindeki oranının azalmasıyla Türkiye, uluslararası anlamda, Avrupa’da Maastricht Kriterleri’ni yakalamış bir ülke olarak… Zaten
riskinin de azalmasından bellidir. Bugün, Türkiye’nin risk primi de azalmıştır,
dolayısıyla önümüzdeki dönemde kamunun borç yönetimi daha da iyi olacaktır. Ben yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, soru-cevap işlemi
gerçekleştireceğiz. Sayın Tütüncü? Yok. Sayın Öztürk, buyurun. HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan, tasarı yasalaşır yasalaşmaz konut edindirme
yardımlarını temmuz ayından itibaren ödemeye başlayacak mısınız? Yoksa, temmuz ve ağustos aylarında hazinenin ödeyeceği
toplam 42,4 milyar YTL tutarındaki iç borç, anapara ve faiz ödemesi nedeniyle
söz konusu KEY ödemelerini eylül ayından sonraya mı erteleyeceksiniz? 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi “KEY ödemelerini yapacağız” deyip
siyasi malzeme olarak kullandınız ancak bugüne kadar ödemediniz. Şimdi, yeni
bir seçim öncesi aynı koyundan ikinci post mu çıkarmayı düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk. Sayın Kaplan, buyurun. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, KEY ödemeleriyle ilgili hep
soruyorlar: Şimdi, bu KEY ödemeleri bankalardan vatandaşa ödenecek. Bankalardan
ödendiği zaman, eğer bankanın, kredi borcu varsa kendi alacağına mahsup edecek
ve vatandaşa vermeyecek bunu. Şimdi, böylesi bir durumda, 9 milyon
vatandaşımızın inanın en az 5-6 milyonu kredi kartı borçlusudur ve bu, 1.300
küsur olarak düşünülüyor dokuz yıl ödemesi yapılacaklarda. Buna haciz konulduğu
takdirde, yani o vatandaşın mağduriyeti gerçekten söz konusu olacak. Belki,
borcunu öderken vatandaş, borcun aciliyetine göre
sıraya koyar, öyle bir düşünce olur ama yani burada direkt kesilecek. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan. Sayın Bakanım, buyurun. DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; önce Sayın Öztürk’ün sorusundan başlamak
istiyorum. Değerli arkadaşlar, bu yasa düzenlemesi yapıldıktan hemen sonra
ödemeler başlayacak. O konuda sizi temin ederim. Herhangi hazinenin iç borç,
dış borç ödeme yükümlülükleriyle ilişkili bir olay değildir. Bakın, şu ana
kadar, doğrudur, biz bir altı aylık süre vermiştik, arkasından üç aylık da
ekstra bir süre kullanma söz konusu oldu. Değerli arkadaşlar, bu durum, daha önce, yanlış hatırlamıyorsam
1999 yılında galiba, bu verilerin toplanması ve ödemelerin yapılmasına ilişkin
bir karar alınmıştı fakat bir türlü o toparlanamadı. Geldiğimiz noktada büyük
zorluklarla bütün hak sahiplerinin detaylarını bulduk yani bulabildiğimiz
kadarıyla -ki biliyorsunuz bayağı yüksek bir rakam- ve onlarla ilişkili bütün
verileri toparladık, Ziraat Bankasına verdik. Ziraat Bankası da bu yasa geçer
geçmez ödemelere başlayacak. O konuda en ufak bir ilişkili yok. Yani bizim,
zaten biliyorsunuz, temmuz ayında ciddi bir borç geri ödeme durumumuz söz
konusuydu ve bunu başarılı bir şekilde atlattık. Ağustos ayına girerken de çok
yüksek bir rezervle giriyoruz. Orada yani o anlamda herhangi bir sıkıntı söz
konusu değil, herhangi bir ilişki söz konusu değil. Bunların da seçimle hiç
alakası yok. Daha önce tabii ki düzenleme yapıldı ama takdir edersiniz ki yani
zamanında bu kurumlarda çalışılmış, kimisi el yordamıyla, kimisi hiç bilgi
vermemiş, şimdi bizim bunları toparlamamız aylar aldı. Yani gerçekten ondan
dolayı varsa bir gecikme... Ama burada en önemli şey, biz bunu başarıyoruz, biz
bunu ödüyoruz. Yani zorunlu tasarruflarda da öyle. Önemli
olan kamunun bu türden işlere bir daha girmemesi. Yani kamu sektörü özel
sektörü, işçileri tasarrufa yönlendirecekse bunu çok farklı şekilde yapması
lazım, özendirerek yapması lazım, profesyonel bir şekilde yönetilmesi lazım. Yani
devlete gelip devletin bir şekilde onu değerlendirmesini ben doğru bulmuyorum.
Zaten zorunlu tasarruflarda bu ortaya çıktı, bu şu anda KEY ödemelerinde durum
ortaya çıktı. Onun için mutlaka bir daha hiçbir şekilde devletin bu tür inisiyatifleri ele almaması lazım. Tasarrufları artırmamız
lazım ama tasarrufları bu şekilde değil. Tasarrufları artırırken bizim tabii ki
önce geliri artırmamız lazım, katma değeri yüksek ürünlere geçmemiz lazım. Bu
şekilde tasarrufları artıracağız, tabii ki o şekilde de inşallah ülke
zenginleşecek. Burada herhangi bir seçim öncesi, seçim sonrası vesaire gibi bir
ilişki, bir yatırım yok. Onu daha açık bir şekilde ifade etmek istiyorum. Sayın Kaplan’ın sorusu tabii ki makul bir soru. Yalnız şöyle bir
şey var: Değerli arkadaşlar, tabii, Ziraat Bankası bunları ödeyecek. Yani,
vatandaşlarımızın hepsi Ziraat Bankasından kredi kartı almıyor, hepsinin Ziraat
Bankasına karşı bir borçluluk durumları da söz konusu değil. Bir de şunu ifade etmek istiyorum: Tabii, şimdi, bir vatandaşımız
eğer borç almışsa ve bunu, borcu ödemiyorsa şimdi biz kalkıp alacaklının da
hakkını mağdur etmememiz lazım. Yani, buradaki haciz müessesesi… Yani, bir hak,
hukuk meselesi de var. Yani, ben bir yandan anlıyorum sizin ne söylemek
istediğinizi ama bir yandan da eğer hak, adaletle biz hareket edeceksek…
Diyelim ki siz bir yerden almışsınız borç ve tüketmişsiniz ama bunu
ödemiyorsunuz ve bu nedenle de size bir haciz gelmişse, bu arada da geliriniz
varsa, bunu ödemek durumunda kalırsanız… Yani, işin iki boyutu var: Bir
alacaklı var, bir de tabii ki borçlu var. İkisini de beraber değerlendirmekte
ben fayda görüyorum. Sayın Başkan, bir iki dakikam daha var herhâlde. Ben, her ne kadar
sorulmadıysa da, oradan sorulduğu için, müsaade ederseniz bir iki soruya daha
cevap vermek istiyorum. Değerli arkadaşlar, bu borç konusu gerçekten çok kafa karıştıracak
şekilde gündeme geliyor. Bakın, Hazine olarak -şöyle söyleyeyim- Kamu Borç
Yönetimi Raporu diye aylık olarak çıkarttığımız bir rapor var. Haziran 2008
Raporu’nda, sayfa 17’de, inanın, bütün detaylarıyla -kamunun net borç stokunu
da, brüt borç stokunu da, iç borç stokunu, dış borç stokunu, gayrisafi millî hasılayla- hepsini koyuyoruz ortaya. Bakın, size bir iki rakam vereyim: Örneğin, Türk lirası cinsinden,
değerli arkadaşlar, 2002 yılında Türkiye’nin brüt –bakın, bu hem iç hem dış,
burada net diye bir şey yok- iç ve dış toplam kamu borç stoku 256 milyar 899
milyon YTL, yani yaklaşık olarak 257 milyar YTL. 2002 yılında brüt, hem iç hem
dış, devletin. Bunun içinde Merkez Bankası da var. Değerli arkadaşlar, bu rakam,
2007 yılı sonunda 355 milyar 387 milyon YTL yani yaklaşık olarak 355,5 milyar
YTL’ye ulaşmıştır. Bakın, 257’den 355’e. Değerli arkadaşlar, bu, Türkiye’nin iç
ve dış borç stokunun brüt bazda toplamı. Şimdi,
diyelim ki 2002 yılında 100 YTL borcunuz var. Faiz o sene -örnek olarak
diyorum- ortalama 50 olsun. Arkadaşlar, hiç borç yaratmazsanız, o senenin
sonunda borcunuz 150 YTL olur. Bakın, 2002 yılı sonunda borcunuz 100 YTL. Hiç
borç yaratmayın, hiç borçlanmayın, sadece faiz yüzde 50 olursa o sene, 2003
yılının sonunda -yani hepsinin çevrildiğini varsayıyorum ve bir yıllık vade
olduğunu varsayıyorum- 150 YTL olur. Dolayısıyla, borcun TL cinsinden bu
şekilde artmış olması kadar makul bir şey yoktur. Birincisi bu değerli
arkadaşlar. İkincisi, bakın, size dış borcu dolar olarak söylüyorum
arkadaşlar. Çünkü, dış borç dolar olarak, euro olarak alındığı için biz dolar olarak söyleyelim.
Bakın, 2002 sonunda 62,4 milyar dolar borcumuz var, kamu sektörünün, yani
merkezi hükûmetin. Değerli arkadaşlar, geldiğimiz nokta,
yani 2007 yılı sonu itibarıyla 70,6’ya çıkmış. Yani 62,4’ten 70,6’ya. Burada
artırdığımız miktar 8 milyar dolarlık bir… Bu da inanın, bu beş altı yıllık bir
perspektifte, kamu sektörüyle… Ben netini de söylemiyorum. Yani ısrar
ediyorsanız onu da söyleyeyim. Bakın, Türkiye’nin net dış borç stoku 54 milyar
dolardı 2002 yılında. Merkezin rezervlerini de dikkate alaraktan bu 9,6 milyar
dolara inmiş. Evet, Türkiye’nin net dış borç stoku. Ama
kamu sektöründen bahsediyorum. Peki, özel sektörü de katalım. Ben hiçbir zaman
özel sektör borcu bizi ilgilendirmez demedim. Özel sektör borcu önemlidir.
Yakından izliyoruz. Merkez Bankasında bir bölüm bu iş için tesis ettik ve o
yakından takip ediyor. Ne kadar vadeyle özel sektör borç alıyor, nerelerde
kullanıyor, bunları takip ediyoruz. Neden? Çünkü genel ekonomi açısından bu
önemli bir unsurdur, önemli bir risk olabilir. Asya’da bu yaşandı, Türkiye’de
bu yaşanabilir. Biz bunu kabul ediyoruz ve bunu, biz, tamamen “Bizi
ilgilendirmez.” demiyoruz. Yalnız, şöyle bir şey de var değerli arkadaşlar: Özel sektörün
varlıkları da artıyor. Bakın, size Merkez Bankasının sektör bilançolarından
çıkardığı bir rakamı söyleyeyim. Mesela, 90’lı yılların ortalarından alın,
toplam özel sektör -sektör bilançolarından rakamı söylüyorum- borcunun
sermayesine oranı en az 2 katıdır değerli arkadaşlar. Kriz döneminde bazen 2,5
kata çıkmış, mesela 2001’de 2,5 katına çıkmış yani borcun sermayeye oranı.
Şimdi, bugün geldiğimiz noktada, değerli arkadaşlar, neredeyse 1 kata kadar
inmiş. Yani varlıklara da bakmamız lazım sermayede. Diyelim ki bir tane
holdingimiz bir tane şirketi satın aldı özelleştirmede. Diyelim ki 5 milyar
dolara satın aldı, gitti 4 milyar dolar da borçlandı. Doğrudur değerli
arkadaşlar, 4 milyar dolar borcumuz arttı ama aynı zamanda varlığı da o
şirketin artmış oldu. Onun için, o şekilde bakarsak eğer hakikaten Türkiye’de
bu borç konusu kötüleşmemiştir. Bakın, size bir rakam daha vereyim: Türkiye’nin brüt toplam dış
borç stokunun, yani hem özel sektör hem kamu sektörünün toplam borç stokunun
millî gelire oranı yüzde 56,2’ydi 2002’de -doğrudur millî gelire özel sektörün
katkısı var- bugün yüzde 37,5’e inmiş, bakın, bu kadar yüksek cari açığa
rağmen. Onun için ben, tabii ki en az sizin kadar bu borçlar konusunda hassasım.
Keşke imkânlarımız olsa hiç borç yaratmasak, yani, mesela, devlet olarak keşke
kamu sektörü olarak biz borçlanma gereğimizi sıfıra indirelim, cari açığı
sıfıra indirelim. Doğru, indirmemiz de lazım. Fakat bunlar bir gecede olmuyor.
Bütün memleketlerde bu bir süreçtir. Ne zaman ki biz ülkemizi kalkındırırız,
eğitime, altyapıya yatırım yaparız, araştırma - geliştirmeye yatırım yaparız…
Bunu başaracağız. Ben buna inanıyorum ama bunun için zaman lazım. Onun için bu
borç konusu, iddia edildiği gibi, ne “AK PARTİ seksen yıl boyunca biriktirilen
borcu 2’ye katladı…” Öyle bir şey söz konusu değil. Özel sektör borcunda büyük
bir artış var, kabul ediyorum ama varlıklarında da büyük artış var, değerinde
de büyük bir artış var. Bizim mutlaka ödeme kapasitesine bakmamız lazım bu
şirketlerin. Değerli arkadaşlar, yani bu borç konusu böyle. Yalnız, son bir şey
söylemek istiyorum bu faiz konusunda da. Bakın, ödenen dış borç faizinin gayrisafi millî hasılaya
oranı: 2002 yılında yüzde 2,8. Yani biz, millî gelirin yaklaşık yüzde 3’ünü dış
borç faizi olarak ödemişiz; bugün, 2007 yılı sonunda, bu, yüzde 1,6’ya inmiş.
Yani neredeyse yarı yarıya düşmüş. Bu bizim kamu sektörünün dış borç üzerinde
ödediği faiz. Toplam miktarı söyleyeyim size arkadaşlar: 2002 yılında 6,4 milyar
dolar ödüyorduk, 2007 yılı sonunda -özel sektör de bunun içinde- 10,7 milyar
dolar. Borcun stokuna oranladığınız zaman bu oranlar son derece makul çıkıyor.
Geçen sene sonunda borç stoku 247 milyar dolar. Değerli arkadaşlar, bir şeyi daha söylemek istiyorum. Türkiye'nin
ödediği efektif borç faizine bakalım. Yani ödediğimiz faizin borç stokuna
oranı. Basit bir şey. Hepsi bu rakamlarda var. Bakın arkadaşlar, geçen sene efektif borç faizi, dış borç faizi
yüzde 4,7. Türkiye’deki iç borcu biliyorsunuz. Yani bütün bunlara rağmen, şunu
da kabul ediyorum ben: Yani Türkiye’de özel sektör kanalıyla bir borç artışı
var. Biz bunu izliyoruz, izlemeye de devam edeceğiz. Gerekirse tabii ki
önlemler de alınır ama gelinen noktada, varlıklarıyla karşılaştırıldığı zaman
özel sektör borcu da çok kritik bir düzeyde değil ama tabii ki bu cari açık bu
şekilde artarsa özel sektör borcu da artar. Bunu da kabul
etmek lazım. Yani bu bir gerçeklik. Çok teşekkür ediyorum arkadaşlar, Sayın Başkan. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Sayın Tütüncü, ekrana girmişsiniz gördüm ama şu anda sadece iki
saniyemiz falan var, bu süre içerisinde yetişmez. Önce size söz verecektim ama
Genel Kurulda olmadığınız için size söz veremedim, yoksa sizin isminizi okudum. Teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, 16‘ncı madde
üzerinde bir adet önerge vardır. Önergeyi okutuyorum: TBM Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 sıra sayılı yasa tasarısının 16. maddesinin
sonundaki (bakiye tutarı) ifadesinden sonraki ifadenin (bütçenin gelir ve gider
hesapları ile ilişkilendirilmeksizin terkin edilir) biçiminde değiştirilmesini
arz ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılmıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Genç yok Genel Kurulda. Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Siyasi iktidarın üniversiteler üzerinde baskı kurmasını engellemek
için bu düzeltme gereklidir. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Maddeyi oylarına sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 17’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Çerçeve 18’e bağlı geçici 15’inci madde üzerinde iki adet önerge
vardır. Önergeleri okutuyorum: TBM Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 sıra sayılı yasa tasarısının 18. maddesine
bağlı geçici 15. maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ederim. Kamer
Genç Tunceli OKTAY VURAL (İzmir) – Aynı mahiyette bir tane daha var efendim. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İki tane önerge var Sayın Başkanım. OKTAY VURAL (İzmir) – Aynısı, çıkarılma, Harun Öztürk’ün.
BAŞKAN – Okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı “Kamu Finansmanı ve Borç
Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı” nın çerçeve 18 inci maddesi
ile 4749 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 15’in tasarı metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz. Harun
Öztürk İzmir BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Öztürk… HARUN ÖZTÜRK (Kayseri) – Gerekçe okunsun. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: 4749 sayılı Kanuna çerçeve 18 inci madde ile ilave edilen
Geçici Madde 15’de; İstanbul’da 2009 yılında düzenlenecek olan Dünya Bankası
Grubu ve IMF toplantısı için gerçekleştirilecek organizasyon giderleri ve bu
kapsamda yapılacak mal ve hizmet alımlarının 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun bazı hükümlerinden muaf
tutulması, kamu kaynaklarının ihalesiz harcanması sonucunu doğuracağından uygun
görülmemektedir. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Evet, önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısını arayacağım. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yeter sayısı vardır, önerge reddedilmiştir. OKTAY VURAL (İzmir) – Zaten girenler girmeden önce “Var.” diye
söylediler kâtip üyeler orada. Doğrusu, sizin orada beklemenizi çok yadırgadım
açıkçası. Yani daha önceden “Var.” diye söylediler. BAŞKAN – Diğer önergenin gerekçesini okutuyorum: Gerekçe: Denetimsiz ve yöneticilerin kurallara bağlı olmadan yaptığı
harcamalar usulsüzlük ile maluldür. Bu nedenle çıkarılması önerilmiştir. BAŞKAN – Gerekçesini okuttuğum aynı mahiyetteki diğer önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir. Çerçeve 18’e bağlı 15’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Geçici 16’ncı madde üzerinde iki adet önerge vardır. Önergeleri
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 18 inci maddesi ile 4749 sayılı
Kanuna eklenen “Geçici Madde 16”daki “…Hazine alacaklarını, Ulaştırma Bakanlığı’nın
yol bakım ve onarım giderleri için oluşturulan TCDD’ye olan borçlarına mahsuben
tahsil etmeye veya TCDD’nin sermayesine mahsubuna Bakanın teklifi üzerine
Maliye Bakanı yetkilidir.” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının çerçeve 18
inci maddesine bağlı Geçici Madde 16’nın Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, buyurun. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum. Değerli milletvekilleri, diyoruz ki burada özetle: “Türkiye
Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının ne kadar hazine garantili borcu varsa hep
silin.” diyor. Biz de diyoruz ki bunu bu maddeden çıkaralım, bu madde
metninden. Bunun nedenlerini, niçin yapılıyor, neden yapılıyor yüce Meclis
bilsin. Ondan sonra eğer gerekiyorsa tekrar getirelim. Bunu söylüyoruz. Bunu
komisyonda da tartıştık. Neden? Değerli arkadaşlarım, tabii siliyorsunuz. Ama
vatandaşın hiçbir şeyini silmiyorsunuz. Size iki konuda soru soracağım değerli milletvekilleri. Türkiye‘de
bir kuraklık yaşanıyor. Kuraklık ödemeleri olacaktı. Daha hangi il kuraklığa
tabi, hasar tespiti yapılıyor… NURETTİN AKMAN (Çankırı) - 35 il. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Henüz daha… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Gazeteleri okusaydın. Bugün okumamışsın
gazeteleri. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Gazeteleri de okudum. Daha hangi il, hangi il… Ne kadar para, ödenek verildi, ne kadar
gönderilecek? İki: Bunların Ziraat Bankası borçlarıyla ilgili hâlâ, bugün oldu,
daha bir talimat verilmedi. Değerli milletvekilleri, tabii… HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep) – 35 il. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Beyefendi, bir yasa veya bir
talimat yürürlüğe girecekse vatandaşa açık, net açıklama yapacaksınız. Çünkü
birtakım cambazlar kuraklığa uğrayan köylünün bu durumundan faydalanarak elinde
kalan küçük ürünlerini de yok pahasına almaya çalışıyor. Bunun için uyarıyorum
sizi, açık, net uyarın; şu gün ödeyeceğiz, şu gün vereceğiz, şu illere
vereceğiz, şu kadar vereceğiz. Bu günlerdir konuşuluyor arkadaşlar. Bir kere bir bu. İki: Sosyal Güvenlik Kurumunda bir prim affı çıkardık. Prim borcu
olan insanların, peşin ödeyene yüzde 85 cezayı affetmekle, bir yıl için ödeyene
yüzde 55’ini ve iki yılda ödeyene yüzde 30-35’ini yirmi dört ay vade çıkarttık.
Bu insanların parası yok. Ne esnafın parası var, ne muhtarın parası var, ne hiç
kimsenin parası var arkadaşlar. Yani diyor ki insanlar: Biz yüzde 55 ve yüzde
85 peşin ödemek istiyoruz ama benim param yok veya ürünümü satamadım. Bana
geçen dönem Ziraat Bankası, bu tür borç ödemelerde Sosyal Güvenlik Kurumuna
ödenmek kaydıyla kredi açıyordu. Ama maalesef, maalesef -altını çiziyorum-
Sosyal Güvenlik Kurumu bankaları rahat bırakmıyor. Diyor ki: Eğer, bu
müşterilere kredi verecek, bunlara kredi verecekler, 1) Yüzde 16’dan fazla olamaz. 2) Sosyal Güvenlik Kurumuna 5 trilyon -yahut 5 milyon- da bağış
yapacaksınız. Arkadaşlar, Sosyal Güvenlik Kurumu fakirin fukaranın, prim borcunu
ödeyemeyen insanların gidip bankalara… Serbest bırakmıyor bankaları. Tüm
bankalar bunlara vermek istiyor ama 5 trilyon para istedi arkadaşlar. Tüm
bankalara dedi ki: “Bu uğurda kredi verecek bankalar bana 5 milyon ödeyecek.” Değerli milletvekilleri, bu ödemelerin de özellikle BAĞKUR ve SSK
primi ödemekte çok güçlük çeken bu insanların, geçen dönem olduğu gibi… Ziraat
Bankası bu konuyu çok iyi biliyor ve çok başarıyla bu kampanyayı uyguladı.
Diğer bankalar da bunu uyguladılar. Ben, bir kez daha, hepinizden bu iki konuda, gerek kuraklık
konusunda gerek esnafın ve BAĞKUR borçlarının, prim borçlarının ödenmesi
konusunda bankaların yardımcı olmaları konusunda bir kez daha dikkatlere
sunuyorum. Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, teşekkür
ediyorum. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin
Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 18 inci maddesi ile 4749 sayılı
Kanuna eklenen “Geçici Madde Yılmaz Tankut
(Adana) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe… BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Madde ile düzenlenen hususlar 5018 sayılı kanunun 13 üncü
maddesinde düzenlenen “bütçe ilkelerinden gelirlerin ve giderlerin gayri safi
olarak bütçelerde gösterilmesi” ile “belirli gelirlerin belirli giderlere
tahsis edilmemesi” ilkelerine aykırılık teşkil eder. Bu nedenlerle bütçe
giderlerinin gerçek değerinden az görünmesi sonucunu doğurabilecektir. Öneri
ile bu mahzur giderilerek 5108/13-l fıkrasındaki uygulama sonuçlarının açık,
saydam ve doğru muhasebeleştirilmesi ve raporlanmasının sağlanması
amaçlanmaktadır. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Geçici madde 16’yı oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Geçici madde 17 üzerinde iki adet önerge vardır, önergeleri
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı yasa tasarısının 18. maddesine
bağlı geçici 17. maddesinin birinci fıkrasının madde metninden çıkarılmasını
arz ederim. Kamer
Genç Tunceli Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının çerçeve 18
inci maddesine bağlı Geçici Madde 17’nin Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, buyurun
efendim. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli
üyeler; hepinize saygılar sunuyorum. Değerli arkadaşlarım, burada, bu yasada hazineye, devlet iç
borçlanma senedi çıkarma yetkisi de veriliyor. Ne için? Bir Emlak Konut’un
borçları için, bir de TMSF’nin borçları için.
Özellikle Emlak Konut için, onun borçlarını ödemek için özellikle -18’de- bir
başka maddede yetki verildi. Değerli arkadaşlarım, ben komisyonda da söyledim. Offshore, İmar Bankası, bu hepimizin vicdanında bir
yaradır. Bunu açık söylüyorum. Tüm hazine yetkilileri burada.
Acaba İmar Bankası offshore’zedelerinin bu
hâle gelmesinde hazinenin suçu yok mu? Arkadaşlar, hepsi, o gün hangi bankanın offshore’unda
kaç kuruş para vardı, hazine akciğer röntgen filmi gibi biliyordu. Hiç o
günleri unutmayalım. Borç yönetimini çok iyi yapamadı. Her gün faizler yüzde
130, yüzde 110, yüzde 115… Hazine borçlanamıyordu, hazine kendi derdine
düşmüştü. Hangi bankanın offshore’unda bankalar
mevduatının dâhil… Bankaların kendi mevduatlarının offshore’larında
yattığını hazine çok iyi biliyordu. 1985 yılından beri Türkiye’deki tüm bankaların röntgen filmlerinin
hepsi hazinede vardır. Hazine çok iyi biliyordu ki mudiler offshore
veya banka mevduatları konusunda çok bilinçli değildi. Çünkü kendisi çok yüksek
faizle borçlanıyordu, borçlanacak para bulamıyordu. Ama o gün bu bilinçsiz
mudilerin, offshore nedir, banka mevduatı nedir
bilmeyen insanların mevduatlarının offshore’a
yönlendirilmesine hiç engel olmadı arkadaşlar. Bankalar kadar hazinenin de bu
konuda suçu vardır arkadaşlar, her şeyi gerçekçi konuşalım. BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Hepsi ödendi. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Her şeyi ödedik, her şey
ödendi. Yurt dışı bankalardan alacaklarını ödediniz, hepsini ödediniz. Hepsini
ödediniz arkadaşlar. Bir sürü, garanti verilen yurt dışındaki şirketlerin
paraları ödendi. Değerli arkadaşlarım, bir tek ne kaldı biliyor musunuz? Zavallı offshore’zedeler. Mademki hazineye biz iç borçlanma senedi
yetkisi veriyoruz, burada gelin İmar Bankası offshore’zedeleri
için de hazineye… Hepimiz elimizi vicdanımıza koyalım, bunlar perişan. Elinizi böyle kaldırmayın, o insanlar da elini böyle kaldırıyor
“el insaf!” diyorlar, “el insaf!” diyorlar. Her şeyi ödediniz, her şey ödendi.
Yurt dışında, isim vermeyeceğim, yaklaşık 3 milyar dolar borçlu bir GSM
şirketinin borcunu bile ödediniz. Doğru mu arkadaşlar? MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – CHP’li belediyelerin borcu da var. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Buyurun efendim? MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – CHP’li belediyelerin de borcu var, ben
çok iyi biliyorum. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Önce, siz şu Ankara
Belediyenizin borcunu temizleyin, ondan sonra CHP’li belediyelere laf atın
Beyefendi! Oturduğunuz yerde oturun! Önce şu Ankara Belediyenizin şöyle altını
bir temizleyin, CHP’nin bir tek… Onun için… MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Ben çok iyi biliyorum. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Lütfen, gel burada konuş, tamam
mı kardeşim. BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım lütfen. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Arkadaşlar, ben hepinizin
vicdanına bir kez daha sesleniyorum: Hazineye böyle bir yetki verelim. İmar offshore’zedeleri için, bir kez daha vicdanlarınıza
sesleniyorum. Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısı… BAŞKAN - Karar yeter sayısı arayacağım. Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge
kabul edilmemiştir. Sayın milletvekilleri, oylamalar peş peşe devam edecektir, onun
için, dikkatinize sunarım. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 sıra sayılı yasa tasarısının 18. maddesine
bağlı geçici 17. maddesinin birinci fıkrasının madde metninden çıkarılmasını
arz ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN - Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz. BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Bu yolla devletin büyük bir alacağı karşılıksız olarak teslim
ediliyor. Bu da yerinde görülmemiştir. BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Geçici madde 17’yi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Geçici madde 18 üzerinde
iki adet önerge vardır; önergeleri okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 237 sıra sayılı Kanun Tasarısının çerçeve 18 inci maddesiyle 4749
sayılı Kanuna eklenen geçici 18 inci maddeye aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz
ve teklif ederiz.
“5664 sayılı Kanun uyarınca hak sahiplerine yapılacak ödemelere,
en geç bu Kanunun yayımını izleyen on beş gün içerisinde başlanır.” Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 sıra sayılı yasa tasarısının çerçeve 18.
maddesinin Geçici 18. maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
“Konut Edindirme Yardımı hak sahiplerine iadesinde evlilik birlikteliğinde
eşlere eşit olarak, boşanma hâlinde boşanma tarihleri göz önüne alınarak
evlilik birliğinin devam ettiği süre değerlendirilip orantı kurularak eşlere
iade olunur.” BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Arıtman konuşacak. BAŞKAN – Buyurun Sayın Arıtman. (CHP sıralarından alkışlar) CANAN ARITMAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yüce kurulu saygıyla selamlıyorum. Sayın Bakanın ve Sayın Komisyon Başkanının katılmamasını esefle
karşılıyorum. Siz de bir kadından doğdunuz, bir kadınla evlisiniz ve belki de
bir kız çocuğunuz var. Hiç onların haklarını korumak içinizden gelmiyor mu? Bu
ne biçim bir erkek egemen bakış açısıdır, bu ne biçim bir egoistliktir! Değerli milletvekilleri, şimdi bakın bu görüşmekte olduğumuz yasa,
yani KEY geri ödemeleri ilk kez 1986 tarihinde ve 3320 sayılı Memurlar ve
İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme Yardımı Yapılması Hakkında
Kanun’la başlayan bir süreç. Bu Kanun’un 1’inci maddesi diyor ki: “Eşlerden her
ikisi de yardıma müstehak iseler bu yardım aile
reisine yapılır.” Böyle bir düzenleme yapılmış. Tabii, aile
reisi kim? Erkek. Karı koca çalışıyor ama kesintiler erkeklerin hesabına
geçiriliyor. E tabii, söz konusu mal mülk olunca, konut olunca, mal mülk
erkeğin olacak, kadının mı olacak! Tabii ki bu, erkek egemen anlayışla, erkek
egemen bakış açısıyla hazırlanmış bir yasa ve cinsiyet ayrımcılığı had safhada.
Hiç kimse “kadın da çalışıyor, bu kadının da mülk sahibi olmak, konut sahibi
olmak hakkıdır” dememiş. Kadına soran bile olmamış. Oy birliğiyle, el
birliğiyle bu şekilde bu Yasa’yı geçirivermişsiniz. Ama sonra, 1/1/2001’de Medeni Yasa’da bazı düzenlemeler yapıldı, bakış
açısı değiştirildi, eşitlikçi bir bakış açısı getirildi ve aile birliğinin
temsilinde de kadın-erkek eşit oldu “aile reisi erkektir” kavramı ortadan
kalktı, yasalar karşısında kadın ve erkek eşit yükümlü oldu ve geldik 2008
yılına. Bugün, artık, KEY ödemelerinin geri ödemelerinin yapılması gündemde.
Ödemeler kime yapılacak? Erkeklere yapılacak, kadınlara yok! O süreçte boşanmış
kadınlar var, onların hakları ne olacak? Bunları hiç kimse, hiçbiriniz ne yazık
ki düşünmüyorsunuz. Yani, 2008’e geldik, ama hâlâ aynı erkek egemen bakış
açısı, hâlâ aynı cinsiyet eşitsizliği. İşte bakın, bu bakış açısı nedeniyle
bugün ülkemizde malların ancak yüzde 8’i kadınların, yüzde 92’si erkeklerin. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2007 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği
Raporu’nda Türkiye bir yılda 16 sıra geriledi ve 120’nci sıraya düştü, listenin
sonlarında yer aldı. Birleşmiş Milletlerin 2008 Cinsiyet Eşitliği İndeksi’nde
ise Türkiye sondan 3’üncü sıradadır. Biz, ancak, İran, Suudi Arabistan ve Yemen
gibi ülkeleri geçebilmişiz, ama bu gidişle sanıyorum ki onların bile gerisinde
kalacağız. Değerli milletvekilleri, sürdürülebilir kalkınmanın,
çağdaşlaşmanın, demokrasinin ilk şartı, kadın-erkek eşitliğidir, ama sözde,
yazıda kalmayan, yaşama geçen eşitliktir. Şimdi ülkemizde bakarsak eğer, yasal,
yani de jure bir eşitsizlik yok ama de facto bir eşitsizlik var; yani eşitlikçi yasalar yapıyoruz
ama bunlar yaşama geçmiyor. Bugün çağdaş demokrasilerin amacı sonuç eşitliğini
sağlamaktır. Sonuç eşitliği yok ve bu nedenle de toplumumuzda bir cinsiyet
eşitsizliği, yoğun bir cinsiyet ayrımcılığı yaşanmaktadır. Bakın, Türk kadını dünyada pek çok ülke kadınından önce erkeklerle
eşit, yasal, siyasal haklarına kavuştu. Bugün üyesi olmaya çalıştığımız,
öykündüğümüz AB ülkelerinin pek çoğundan önce, o ülkelerin kadınlarının pek
çoğundan önce biz bu hakları elde ettik, Atatürk ve cumhuriyet devrimleri
sayesinde elde ettik ama bugün ne yazık ki onlar yaşama geçmemektedir. Bu arada, Türkiye, CEDAW -İhtiyari Protokolü- gibi, Pekin, Pekin
artı 5 belgeleri gibi pek çok uluslararası sözleşmeye imza koymuştur ve
eşitsizlikleri giderecek tüm önlemleri almayı, bunları devlet politikası hâline
getirmeyi taahhüt etmiş olmasına rağmen gereğini yapmamaktadır. Türkiye, adı
geçen bu uluslararası sözleşmeleri imzalamış olmasına rağmen, AB üyeliğine
başvurmuş bütün ülkeler arasında kadınlarını güçlendirici ulusal mekanizmalar
oluşturamamış tek ülke konumundadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlayınız. Buyurunuz Sayın Arıtman. CANAN ARITMAN (Devamla) – Tamamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bakın bugün Batılı çağdaş demokrasiler
siyasetin feminizasyonunu yaşama geçirirken biz
pozitif ayrımcılığı bile uygulayamıyoruz, kota düzenlemeleri yapamıyoruz, bir
çerçeve eşitlik yasası çıkaramıyoruz, Mecliste bir kadın-erkek eşitliği
komisyonu bile kuramıyoruz. Değerli arkadaşlarım, bakın çalışma hakkı kadının da en temel
insan haklarından biridir ama çalışma yaşamı ülkemizde kadınların en yoğun
cinsiyet ayrımcılığına maruz kaldığı alanlardan biridir. KEY geri ödemelerinde
ödemelerin sadece erkeklere yapılacak olması da bu eşitsizliğin bir örneğidir,
21’inci yüzyıl Türkiyesi’nde kabul edilemez. KEY
ödemelerinde kadın-erkek eşit bir şekilde, evlilik birliği devam etsin veya
etmesin, kadınlara da 1/2 oranında, eşit bir şekilde ödenmesini öneriyorum. Şunu unutmayalım ki: Kadınları güçsüz bırakılan ülkeler güçsüz
kalmaya mahkûmdur. Eğer kadından yana düzenlemeleri yaşama geçirmezsek
kadın-erkek eşitliğinden ve demokrasiden bahsetmeye kimsenin hakkı olamaz. Bu önergemi değerli milletvekillerimin takdirlerine sunuyorum.
Analarını, eşlerini ve kız çocuklarını düşünerek oy kullanmalarını rica
ediyorum. Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 237 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının çerçeve 18 inci maddesiyle 4749
sayılı Kanuna eklenen geçici 18 inci maddeye aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz
ve teklif ederiz. Yaşar
Tüzün (Bilecik) ve arkadaşları “5664 sayılı Kanun uyarınca hak sahiplerine yapılacak ödemelere,
en geç bu Kanunun yayımını izleyen onbeş gün
içerisinde başlanır.” BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Tüzün, konuşacak mısınız? YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) – Evet Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Vermiş olduğumuz önerge… Özellikle 22 Temmuz 2007 seçim sürecinden
bugüne kadar, gerek seçim sathı mailinde gerekse seçim sonrası kurulan 59’uncu Hükûmet ve 60’ıncı Hükûmetin
bakanları, başta Başbakanı bu konut edindirme yardımlarının ödemeleriyle ilgili
farklı farklı tarihler verdiler. Geçtiğimiz ay
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapmış olduğum gündem dışı konuşma üzerine Hükûmet adına Sanayi ve Ticaret Bakanımız söz almış ve 7
Temmuz 2008 tarihinden itibaren bu ödemelerin başlayacağını söylemişti.
Kuşkusuz o süreçten bugüne kadar başta Maliye Bakanımız, Sayın Şimşek, Devlet
Bakanlarımız, Sanayi ve Ticaret Bakanımız ve Başbakan da bu ödemelerin
tarihiyle ilgili farklı farklı süreçler verdiler.
Dolayısıyla, 9 milyona yakın insanımızın beklentisi olan bu ödemelerin bir
türlü yerine getirilmemesi konusunda bir tereddüt var kamuoyunda. Bu
önergemizle de… Bu ödemelerin on beş gün süre sonrası ödenmesi konusunda bir
önerge verdik. Aslında kabul edilmeyecek bir tarafı yok. Zannediyorum, Hükûmetimiz ve Komisyonumuz önergemizi yeterince incelemedi
diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlarım, tabii, bu ödemelerin kısa süre içerisinde
yapılacağını Hükûmet taahhüt ediyor. Ancak ödemelerle
ilgili genel bir sorunumuz ve vatandaşımızın karşı karşıya kalacağı bir sorun
daha var. Özellikle emekli vatandaşlarımızın bu ödemelerde banka şubelerinde
oluşacak zorlukları, kuyrukları ve çekecekleri sıkıntıları şimdiden bizim
tespit edip buna önlem almamız gerekecek. Dolayısıyla en azından emekli
vatandaşlarımızın ağustos ayı içerisinde alacağı maaşlara ilave edilirse,
böylece banka şubeleri önündeki kuyruklardan, sorunlardan kurtulmuş olurlar
diye düşünüyorum. Kuşkusuz, tabii, Hükûmet bu konuda
açıklama yaptığı müddetçe de, özellikle alacaklı olan bankaların da bu isim
listelerini ellerine geçirip bir haciz işlemini başlattıklarını duyuyoruz ve
yapmış olduğumuz araştırmalarda da bunları görüyoruz. Sonuç olarak, bunlara
önlem alınması ve emekli vatandaşlarımızın maaşlarına bu ödemelerin ilave
yapılması gerektiğini, bunun doğabilecek sorunları da ortadan kaldıracağını
düşünüyorum. Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; yine Hükûmetin ısrarla söylediği: İşte, bilgi eksikliği var, bu
eksikliklerden dolayı ödeme yapılamadığını ısrarla söylüyor. Hepinizin bildiği
gibi 9 milyona yakın vatandaşımız bu ödemeleri bekliyor. Eğer bunun 500
bininin, hatta 1 milyonunun eksikliği var ise de en azından eksiklikleri
tamamlananlara, yani 8 milyon vatandaşımıza bu ödemelerin yapılması
gerekmektedir. Yaklaşan yerel seçimler öncesi siyasi bir malzeme yapılmadan, politize edilmeden bu ödemelerin yapılması gerekmektedir.
Yani, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi her seçim öncesi bu tür alacaklı
vatandaşlarımızın ödemelerinin yapılmasına Adalet ve Kalkınma Partisi
İktidarında alıştık, vatandaşımız da alıştı. En azından, yerel seçim öncesi, bu
âdetinizi, bu geleneğinizi yerine getirmemenizi temenni ediyorum ve bu
ödemelerin en kısa zaman içerisinde, yürürlüğe girdiği tarihten on beş gün
sonra ödenmesi konusunda bir önergemiz var. Genel Kurulumuzun bu önergemizi kabul etmesini temenni ediyor,
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tüzün. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Geçici madde 18’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Kabul edilen geçici madde 15, 16, 17 ve 18’le birlikte çerçeve
18’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 19’uncu madde üzerinde iki adet önerge vardır, önergeleri okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 sıra sayılı yasa tasarısının 19. maddesinin
tasarı metninden çıkarılmasını arz ederim. Kamer
Genç Tunceli Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 237 sıra sayılı yasa tasarısının 19. maddesinin
madde metninden çıkarılmasını arz ederiz. Saygılarımızla.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, her iki önerge de aynı mahiyette
olduğundan beraberce işleme alacağım. Talep etmeleri halinde önerge sahiplerine
söz vereceğim. Komisyon önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Katılmıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Katılmıyorsunuz… Sayın Genç, buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan tasarının 19’uncu maddesiyle üç tane 1’inci derecede kadro
ihdas ediliyor daire başkanlığı unvanıyla. Tabii, AKP İktidarının en büyük
özelliklerinden birisi, kendi yandaşlarına hep en iyi arpalık kadrolar
oluşturmak için yeni yeni kadrolar oluşturuluyor. Bu
kadrolara atamalar nasıl yapılacak, bir imtihanla mı veyahut da bir liyakatle
mi? MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sayın Genç, KPS, KPS… KAMER GENÇ (Devamla) - Daha ileride de gelecek birtakım yasa
teklifleri, tasarıları da var. Onlarda da gördük, maalesef hep böyle keyfî,
hukuka aykırı, kendi yandaşlarına işte arpalık kadro bulmak yönündeki
uygulamalarıyla ün alan bir iktidar olduğu için, mümkün olduğu kadar böyle bir
zihniyette olan bir iktidara da bu konuda tasarruf etme yetkisinin kısılması
gerektiğine inandığım için bu önergeyi verdim. Tabii bundan önce de önergelerim
vardı ama maalesef bir hastamız vardı, onu hastaneye götürmek zorunda kaldığım
için o önergelere yetişemedim. Şimdi, değerli milletvekilleri, Türkiye’de çok ciddi bir sıkıntı
var, bir kaos ortamı var. Türkiye’de öyle olaylar
oluyor ki aklımız bir şeylere ermiyor. Bir bakıyorsunuz Deniz Kuvvetleri eski
Komutanının bir günlüğü çıkıyor ortaya. Bu günlük nereden çıkıyor? MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Önergeye gel, önerge üzerinde konuş! KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bu Deniz Kuvvetleri Komutanının
olduğu hastanede, bağlı olduğu hastanede Tayyip Erdoğan’ın oğluna bir rapor
veriliyor askerlikten muaf tutulmasına dair. Ee,
soruyoruz, bu hastalık nedir, yani bu irsî bir hastalık mı? Ondan kimse haber
vermiyor. Sonra, bir günlük çıkıyor ortaya. Bu günlüğün ortaya çıkması dolayısıyla,
Türkiye’de birtakım ortamda bir kaos doğuyor. MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Sayın Başkan, önerge üzerinde konuşsun! KAMER GENÇ (Devamla) – Bakıyorsunuz, o günlüğü ortaya çıkan Deniz
Kuvvetleri Komutanının çocukları, Tayyip Erdoğan’ın devletin bankasından 1
katrilyon 200 trilyon lira verdiği holdingde çalışıyor. Böyle
karışık bir ortam. Karışık, kaoslu bir ortamda
böyle bir… Ondan sonra memlekette, sokakta gittiğin zaman
herkes güvensiz, herkes yarından güvensiz. Bir Ergenekon’dur çıkmış
ortada. Ta -bilmem- kökü diyorlar altı yüz sene önceki Agarta
tarikatına dayanıyor. Ya, o altı yüz sene önceki Agarta
tarikatına gitmeye gerek yok, şimdiki tarikatların hepsi Agarta’dır.
Yani oraya ne gerek var, Türkiye’de o kadar çok şeyler var ki. AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Genç, sulandırmayın! KAMER GENÇ (Devamla) – Onun için yani böyle bir kaos
ortamında biz nasıl şimdi bu kanunu bir de temmuzun sıcağında, Meclise gelmeyen
milletvekillerinin… ORHAN KARASAYAR (Hatay) – Meclisteyiz, buradayız işte! KAMER GENÇ (Devamla) – Meclis Başkan Vekilinin dirayetli taraf
tutması nedeniyle böyle kanunlar çıkıyor. Şimdi, bu çıkan kanunlar, aslında bakarsanız hakikaten Türkiye'nin
lehine olan kanunlar değildir. Getirdiniz -bakın mesela daha önce de verdiğim
önergelerde- şimdi, Kamu İhale Kurumuna tabi olmayacak, Sayıştay denetimine
tabi olmayacak, yani gideceksiniz istediğiniz adamlardan mal alacaksınız,
istediğiniz keyfîlikleri yapacaksınız. Ondan sonra denetleme olmayacak. Nasıl
böyle bir devlet yönetilir ki? Yani işte, şimdi, diyoruz ki… Yahu, şu devletin bakın, belediyelerine -geçti tabii o madde de-
birtakım imkânlar tanıyorsunuz. Belediyeler evvela devlete olan borcunu… Her belediyeye aynı imkânı tanısanız, imtiyazı tanısanız hayhay. Ama
belediyeler ne yapıyor? İktidara yakın belediyeler devletin parasının üzerine
yatıyor. Orada ne denetim var… İşte, belediyelere bağlı BİT’ler
var. Bunlara istedikleri kişileri atıyorlar. Hiçbir denetim yok. Bugün Ankara’ya dikilip de sökülen ağaçlarla Türkiye
ağaçlandırılır. Yani biz ağaçlandırmaya, çiçeklendirmeye karşı değiliz. Geçen
gün burada dedim: İstanbul’a 570 trilyon liralık lale parasını vermişsiniz.
Lale nedir? Lale on beş gün canlı kalan bir çiçektir. Ama 570 trilyon lira lale
için vereceğinize, bu açlıktan kırılan, yoksulluktan kırılan, hastane
kapılarında nöbet bekleyen, ilaç alamayan insanlara sosyal yardım sağlayacak
bir düzenleme yapsanız ya. Yok, bunları yapmayacağız, ama ille biz kendi
şeyimizi yapacağız. Ben “570 trilyon” dedim de, buradaki Bakan bana diyor:
“Efendim, 570 trilyon değil de 27 trilyon.” VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Çok yanlış! KAMER GENÇ (Devamla) - Yani, eğer bizim söylediğimiz rakamlar
yanlışsa, buyurun, bir araştırma komisyonu kuralım, gidelim, bu insanları, bu
hesapları inceleyelim. Yani, siz bir rakam söylüyorsunuz, ben bir rakam
söylüyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. KAMER GENÇ (Devamla) – Bunun ortası nedir? Bunun ortası, en iyisi
gidip bu hesaplamaları incelemektir. Ama sizin zamanınızda denetim yok, bir şey
yok. Onun için, bizim önergemizde… Yani bu İktidarın sicili belli,
yandaş kollama ilkesi belli. Böyle sicili belli, yandaş kollama… Hak hukuk
tanımayan, ondan sonra ihalelerde hep yandaşlar kollanıyor, kamu hizmetlerine
alınmada hep yandaşlar korunuyor. Özellikle birinci kadrolara hep yandaşlar da
gelince, böyle kadroların verilmesi bence yersizdir. Önergem bu yöndedir, önergemin kabulünü diliyorum. Sayın Başkan, karar yeter sayısını istiyorum. BAŞKAN – Tamam. Teşekkür ederim. Hastanıza da Allah’tan acil şifa diliyorum. Evet, diğer önerge
sahipleri adına konuşmacı… Buyurun Sayın Öğüt. ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 237 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın üzerine vermiş olduğum önerge üzerine konuşmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, dün akşam Ardahan’ın Göle ilçesinde şiddetli
yağmur yağdı. Bu şiddetli yağmur Ardahan’ın Göle ilçesi merkezde olmak üzere, Çakıldere, Senemoğlu, Gedikli, Esenboğaz, Okçu köyleri başta olmak üzere bütün köy
yollarının köprülerini yıktı, yolları yıktı. Hatta şehirler
arası çalışan bir otobüs Erzurum’a giderken yol çöktüğü için devrildi ve
Göle Devlet Hastanesi, Göle Sağlık Ocağının önü de sel olduğu için oraya
yaralılar götürülemedi ve millet çok perişan bir durumda. Bazı insanlar da
orman işletmesine alındı, orada bakılıyor. Hakikaten Göle’de korkunç derecede
üzücü olaylar var. İnsanların ahırları yıkıldı, mandıraları yıkıldı, evleri
yıkıldı, yolları yıkıldı; şehre ulaşmaları çok zor. Ben şimdi Hükûmetten rica ediyorum,
derhâl, oraya acil olarak en az 1 trilyon yardım yapmalarını rica ediyorum.
Çünkü bakın değerli arkadaşlar, insanlar çok mağdur oldu. Yani
mağduriyetlerinin ötesinde hayvanları gitti. Can kaybı olmadı çok şükür ama
büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarımız felaket şekilde telef oldu. Zaten bizim
bölgemiz hayvancılıkla geçiniyor, adamın hayvanı gittiği zaman kendi canı
gitmiş gibi oluyor. Yani 4 tane ineği varsa onun 3’ü gitmişse adam perişan
durumda kaldı. O bakımdan, devletimizi ve bakanlığımızı Ardahan’ın Göle
ilçesine yardıma davet ediyorum. Şimdi, burada 19’uncu maddenin (C) fıkrasını okuyacağım
arkadaşlar, burada diyor ki: “C) Türkiye İhracat Kredi
Bankası Anonim Şirketinin politik riskler nedeniyle kredi, sigorta ve garanti
işlemlerinden doğabilecek zararları Hazinece karşılanır.” Yani, İhracat
Bankasının politik risklerden dolayı doğacak zararlarını devlet karşılıyor da
Göle’ye çok mu görüyorsunuz 1 trilyonu? Onun için rica ediyorum Sayın Bakandan: Sayın Bakanım, Hazinenin
başındasınız -Sayın Nazım Ekren Hocam da burada- ben
istirham ediyorum, hakikaten çok acil. Şu anda Valimiz, kaymakamlarımız,
belediye başkanlarımız, muhtarlarımız cansiparane
çalışıyorlar. Oradaki durum hakikaten içler acısı bir durumdur. Ben Büyük
Millet Meclisinden Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Hükûmetini
Göle’ye yardıma çağırıyorum. Hakikaten içler acısı bir durumda çok sayıda…
Yaylalarda mesela insanlar; şu anda yaylalardan köye gelip gidemiyorlar çünkü
yayla yolları bozuldu. Yani öyle bir felaket yağmur yağdı ki arkadaşlar… Ben
tabii bunu dört beş yerden teyit ettim Sayın Valimizden, Kaymakamımızdan, diğer
belediye başkanlarımızdan. Bu bakımdan ben bunun için söz almış oldum. Bir de, bu yasada politik nedenlerle Türkiye İhracat Kredi
Bankasının zararını karşılamayalım. Madem serbest piyasa ekonomisi var, madem
rekabete dayalı bir ekonomimiz var. O zaman köylünün, çiftçinin borcunu,
zararının karşılamıyoruz da niye İhracat Bankasının zararını karşılıyoruz? Ya
bu nereden çıktı? Hani hortumlar kesilmişti, Sayın Başbakan böyle diyordu! Yani
altı yıldır İhracat Bankası zarar ediyor, bunun zararını vatandaş ödeyecek.
Niye ödesin? O zaman bunun başındaki insanlar bu bankayı yönetemiyorsa onlar
gitsin, başkası gelsin. O bakımdan, ben sözlerimi bitirirken Hükûmetin
ve bakanlıklarımızın Göle’ye yardım edeceğini umuyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt. Önergeleri birlikte işleme alacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım. Önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmemiştir. Karar yeter sayısı vardır. 19’uncu maddeyi ekli listesiyle birlikte oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 20’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 21’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 22’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. İkinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır. Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 17.05 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 17.19 BAŞKAN : Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER :
Harun TÜFEKCİ (Konya), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
131’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 2’nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
ile Bahreyn Krallığı Hükûmeti Arasında Askerî İş
Birliğine Dair Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz. 2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında Askeri İş Birliğine Dair Çerçeve
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/449) (S. Sayısı: 137) (x) BAŞKAN – Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. Komisyon raporu 137 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Onur Öymen, Bursa Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Erdal Sipahi, İzmir Milletvekili; şahısları adına: Mustafa Kemal Cengiz,
Çanakkale; Alim Işık, Kütahya; Gülşen Orhan, Van
Milletvekilleri. İlk konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bursa
Milletvekili Sayın Onur Öymen. Sayın Öymen, buyurun efendim. CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım; yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile Bahreyn Krallığı Arasında
Askerî İş Birliği Anlaşması hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini arz
etmek üzere söz almış bulunuyorum. Öncelikle şunu ifade edeyim: Türkiye'nin çeşitli ülkelerle askerî
iş birliği anlaşmaları yapmasını biz destekliyoruz, ilke olarak bu konuda bir
itirazımız yoktur. Tam tersine, bu anlaşmaların Türkiye'ye çok şey
kazandıracağına inanıyoruz. Ancak bu gibi anlaşmalar yüce Mecliste
görüşülürken, hangi ülkeyle anlaşma yapıyoruz, o ülkenin özellikleri nelerdir,
bu anlaşmadan Türkiye ne kazanacak, anlaşmanın içindeki hükümler arasında bizi
ileride rahatsız edebilecek hükümler var mıdır, bunları açıklıkla ele almakta
yarar görüyoruz. Öncelikle şunu söyleyeyim: Bahreyn, Basra Körfezi’nde son derece
önemli, stratejik bir konumda bulunan küçük bir adadır, bir petrol ülkesidir.
Bu ada Hürmüz Boğazı’na çok yakındır ve o boğazın kontrolü açısından da
önemlidir. Bu gibi adalara genellikle uluslararası stratejik değerlendirmeler
yapanlar “batırılamaz bir uçak gemisi”
derler. Bahreyn’in böyle bir özelliği var. Şimdi, bu özelliği çok eskiden beri biliniyordu. O nedenle
İngilizler 1861 yılında Bahreyn’i hâkimiyetleri altına almışlardır, denetimleri
altına almışlardır ve Bahreyn tam yüz on yıl İngiliz egemenliğinde kalmıştır ve
daha sonra bu dönem içinde, 1932 yılında Bahreyn’de petrol çıkıyor ve petrolün
ilk çıktığı ülkelerden biridir Bahreyn Orta Doğu’da. O açıdan önemi büsbütün
artmıştır. Yalnız stratejik konumu açısından değil, aynı zamanda bir petrol ülkesi
olduğu için dikkatleri üzerine toplamıştır ve bu nedenle İngilizler Bahreyn’de
askerî üsler kurmuşlardır. (x) 137 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Değerli arkadaşlarım, Bahreyn’in bu özellikleri başka ülkelerin de
dikkatini çekmiş ve hevesini uyandırmıştır. 1970 yılında İranlılar Bahreyn’in
kendilerine bağlanmasını istemişlerdir. Bahreyn’in bir İran toprağı olmasını
istemişlerdir. Uzun müzakerelerden sonra İranlılar İngilizler tarafından ikna
edilmiştir bu taleplerinden vazgeçmek üzere. Neticede değerli arkadaşlarım, Bahreyn 1971 yılında bağımsızlığını
kazanmıştır. İngilizler çekilmişlerdir ve o tarihten sonra Bahreyn, bütün Orta
Doğu’da yalnız petrol açısından, stratejik önem açısından değil, aynı zamanda
mali bir merkez, mali işlemler merkezi olarak çok büyük bir önem kazanmıştır. Şimdi, değerli arkadaşlarım, şimdiye kadar anlattıklarım
Bahreyn’le ilgili olarak söyleyeceklerimin en önemli bölümü değil; Türkiye’yi
yakından ilgilendiren tarafı meselenin şimdi biraz anlatacağım tarafı.
Bahreyn’in nüfusunun yaklaşık yüzde 65’i Şii asıllıdır ve bu, Bahreyn’e bölgede
çok önemli bir özellik kazandırmaktadır. Şii mezhebini kullanarak bölgede
politika yapmak isteyenler açısından Bahreyn özel bir önem taşımaktadır. İşte
bu düşüncelerle, 1979’daki İran İslam Devrimi’nden hemen sonra 1981 yılında
Bahreyn’de bir Şii darbesi yapılması için çalışılmıştır ve İran’da yerleşik bir
Şii liderin gelip Bahreyn’in başına geçmesi, Bahreyn’in bir İslam devleti
hâline getirilmesi için çalışılmıştır ancak bu girişim başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Fakat daha sonra bu eğilim devam ediyor, yani bu gibi İslami
darbeler, din kökenli çatışmalar Bahreyn’de devam ediyor. 1994 yılında yine
Şiiler, orada, kadınların spor faaliyetine katılmasını protesto etmek için bir
ayaklanma başlatıyorlar ve bu süregidiyor. Orada ciddi çatışmalar oluyor, çok
sayıda insan hayatını kaybediyor. Küçücük adada böyle oyunlar oynanıyor. Bunun
en önemli sebeplerinden biri, demin dediğim gibi, adanın stratejik önemi, bir
petrol bölgesi olması ve dinin orada siyasete alet edilmesidir. Şimdi, daha sonraki gelişmelere bakacak olursak, din unsurunun her
zaman etkili bir rol oynadığını görüyoruz Bahreyn’de. 2002 yılında Bahreyn bir
krallık olarak ilan ediliyor, kendini krallık olarak ilan ediyor ve ondan sonra
seçimler yapılıyor 2002 yılında, 2006 yılında. Seçimlerden sonra bakıyoruz, iki
tane büyük güç var. Bahreyn’de iki tane büyük siyasi güç var. Bunlardan bir tanesi Şii siyasi partisi, öbürü Sünni siyasi parti. Yani,
iki tane büyük siyasi parti din esasına göre orada faaliyet gösteriyorlar ve
orada çok etkili oluyorlar, devlet yönetimi üzerinde son derece etkili
oluyorlar. Size, biraz belki tuhaf gelecek bir örnek vereyim: Orada en büyük
tartışma konularından biri, kadın elbiselerini teşhir etmek üzere vitrinlere
kadınları temsil eden mankenler konulması. Mankenleri reddediyorlar! “Caiz
değildir bizim ülkemizde manken kullanmak.” diyorlar; bu yüzden büyük
tartışmalar, büyük çatışmalar çıkıyor. Değerli arkadaşlarım, şimdi daha önemli bir şey söyleyeceğim,
geçenlerde biz bir anlaşma imzaladık, Birleşmiş Milletler Sivil Haklar
Sözleşmesi. Aynı sözleşmenin müzakeresi sırasında, oradaki işte bu dinî
partilerin temsilcisi meclisin kürsüsüne çıkıyor “Bu anlaşmayı hiçbir zaman
kabul edemeyiz çünkü bu bizim düşmanlarımız tarafından hazırlanmıştır. Allah
bunların hepsini kahretsin” diyor. Şimdi, böyle bir zihniyetin hâkim olduğu bir
ülkedir. Bereket, orada devlet başkanı bu aşırılıkları dengelemeye çalışıyor.
Kadınlara 1999’dan itibaren bazı haklar verilmeye başlanıyor; kadınlara seçme,
seçilme hakları veriliyor fakat bir de bakıyorsunuz ki, seçimlerde bir tane
kadın seçilmemiş! Fakat, devlet başkanı, kadınlara
belli görevler veriyor, Birleşmiş Milletlerde Bahreyn’i temsil edecek heyetin
başına bir kadını getiriyorlar vesaire. Fakat değerli arkadaşlarım, işte bizim
bu anlaşmayı imzaladığımız ülkede böyle özellikler var. Şimdi, biz bütün bunları niçin söylüyoruz, bütün bunları niçin
anlatıyoruz? Şunun için anlatıyoruz: Şimdi, bugün Meclisin huzuruna gelen
anlaşma metninde bazı öyle hükümler var ki bu bizim dikkatimizi çekti. Yani
askerî işbirliği anlaşması ne demek? Siz askerî heyet göndereceksiniz, onlar
size askerî heyet gönderecekler. Bu askerî heyetler çeşitli eğitim
faaliyetlerine katılacaklar, tatbikatları izleyecekler, orada savunma sanayi
işbirliği yapacaklar, buna benzer faaliyetlerde bulunacaklar. Şimdi, biz buna benzer pek çok ülkeyle anlaşmalar yaptık. Bu
anlaşmaların çoğunda belli bir özellik var. Yani bu anlaşmalarda deniliyor ki…
Bizim NATO ile imzaladığımız bir NATO-SOFA Anlaşması vardır, onlar benzer
Kuvvetler Statüsü Anlaşması vardır; giden birlikler görevleri gereğince bir suç
işleme durumunda olurlarsa onların tabi olacakları özel kurallar vardır ve
kurallar çerçevesinde gittikleri ülkede faaliyet gösterirler. Şimdi, bu
anlaşmada böyle hükümler var mı? Böyle hükümler yok. Bu anlaşmada böyle
hükümler yok, başka hükümler var ve diyor ki “Konuk personel ile bakmakla
yükümlü oldukları aile bireyleri; giriş, ikamet ve çıkış dahil,
Kabul Eden Devlet ülkesinde bulundukları sürede Kabul Eden Devletin yasalarına
ve yürürlükteki diğer mevzuatına tabi olacaklar ve yargı yetkisi, Kabul Eden
Devlet’e ait olacaktır.” Şimdi, orası bir İslam devleti, İslam kuralları geçerlidir ve bu
kurallar çerçevesinde oraya giden askerlerimiz faaliyet gösterecekler, görev
yapacaklar ve oradaki kanunlara tabi olacaklar. Peki, gene de bir kurtarıcı cümle koymaya çalışmış arkadaşlarımız.
Deniliyor ki: Eğer bir ülkedeki kurallar, kabul eden ülkedeki kurallar gönderen
devletin ülkesindeki kurallara uymuyorsa o zaman her iki ülke için geçerli olan
kurallar ne ise onlar uygulanacaktır. Güzel. Ya yoksa,
ya o konuda iki ülkede aynı zamanda yürürlükte olan kurallar yoksa ne olacak? O
zaman, deniliyor ki: “Her iki ülke mevzuatında yer alan veya –bundan sonrası
önemli- taraflar için uygun olan ceza uygulanacaktır.” Ne demektir bu? Şimdi,
uluslararası bir anlaşma imzaladığınız zaman çok sarih ve net olacaksınız.
Çünkü normal zamanda, hiçbir olay yokken bu anlaşmalara kimse bakmaz, bu
anlaşmalar kimsenin gündemine gelmez. Ha, bir olay olunca, o olayla ilgili
olarak bu anlaşmanın uygulanması gerekirse o zaman bakarlar anlaşma ne yazıyor.
Anlaşma ne yazıyor: “Kabul eden devletin kanunu uygulanacak.” Yani, nasıl
olacak bu? O ülkede İslami kurallar -mesela, bizim giden birliklerimiz için
söylüyorum- geçerli, bunlar uygulanacak. Bunların neler olduğunu merak edenler
varsa bilgisayardan girerler, o ülkelerin ceza yasalarına bakarlar, ne gibi
hükümler olduğunu görürler. Efendim, işte demin söylediğim gibi, giden ülkenin mevzuatına da
uygun olması şartı aranırsa, o zaman tabii, hem Türkiye’de hem Bahreyn’de
geçerli olan kurallar aranır. O da yoksa ne olacak? İşte burada yazmış:
“Taraflar için uygun olan ceza uygulanacaktır.” Şimdi, değerli arkadaşlar, burada hiç sarahat yok, hiçbir açıklık
yok. Kim tespit edecek bunu, taraflar için uygun olan cezayı kim tespit edecek?
İşte, sorunlar buradan çıkıyor. Onun için, bu gibi anlaşmalar yapılırken, son
derece dikkatli olmak lazım, sarih olmak lazım, ileride çıkabilecek ihtilaflara
meydan vermemek lazım. Şimdi, bir şey daha var: Bu gibi durumlarda ailelerin ve orada
görev yapacakların diplomatik muafiyetleri olur. O kadar ki bırakın askerî
anlaşmaları, geçenlerde bu Meclise sunulan, Meclisimize sunulan İstanbul’daki
bir İslam Gençlik Platformu üyeleri için bile, onların aileleri için bile
diplomatik muafiyet tanındı. Peki, şimdi, Bahreyn’de görev yapacak askerlerimiz
ve onların aileleri için diplomatik muafiyet tanınacak mı? Açıyoruz anlaşmayı, 11’inci
madde: “Diplomatik dokunulmazlık ve imtiyazlara sahip olmayacaktır.” Onların
hiçbir muafiyeti yok, ailelerini koruyacak bir diplomatik koruma mekanizması da
öngörülmemiş. Bu da dikkat çekicidir. Biz pek nadiren böyle hükümler görüyoruz
bu gibi anlaşmalarda. İşte, bu anlaşmada böyle bir hüküm var. Başka ne var? Diyor ki:“Konuk personel, kabul eden devletin
topraklarında her türlü politik faaliyetten uzak olacaktır.” Aksi düşünülebilir
mi? Askerler herhâlde oraya politik faaliyette bulunmak için gitmeyecekler, ama
diğer maddelerle birlikte düşünülecek olursa, yani bir yerde bir görüş ifade
ederse… Bilmiyorum orada telefonlar dinleniyor mu, dinlenmiyor mu, böyle tespit
edilir mi, edilmez mi görüşleri ama politik faaliyet anlamına gelecek bir şey
söylediğiniz zaman, bileceksiniz ki diplomatik muafiyetten yararlanamıyorsunuz.
Peki, uyuşmazlık oldu. Taraflar arasında uyuşmazlık oldu, bu
uyuşmazlığı nasıl çözeceksiniz? Bununla ilgili hüküm var. Diyor ki 18’inci
madde: “Taraflar, bir uyuşmazlık olduğu takdirde, bu uyuşmazlığı, mümkün olan
en kısa sürede müştereken teşkil edecekleri bir komisyon vasıtasıyla,
görüşmeler yoluyla çözecekler…” Buraya kadar güzel. “…veya
her iki tarafın üzerinde anlaşacakları bir yöntemle çözüme kavuşturacaklardır.”
Bu yöntem ne, belli değil. Yani, uyuşmazlık olunca uluslararası hakemliğe mi
gideceksiniz, bir uluslararası yargı organına mı gideceksiniz? Nasıl
çözeceksiniz, bu yok. “O zaman bakarız.” diyor. İşte, değerli arkadaşlar, bu
gibi anlaşmalar imzalanırken, bu gibi anlaşmalar yapılırken, ilk başlangıçta
önemsiz gibi gözüken, ayrıntı gibi gözüken bu hususlara çok dikkat etmek
gerekiyor. Şimdi, bir şey daha var, size söyleyeyim: Anlaşmalarda, anlaşmalar
imzalanırken “eşitlik” kuralına dikkat edilir. Yani, bir anlaşmayı bir ülkede kim
imzalamışsa öbür ülkede de onun karşıtı olan, muadili olan makam imzalar.
Şimdi, Türkiye’de askerî konularda yetkili makam, bu gibi anlaşmalarda,
Genelkurmay Başkanlığımızdır. Genelkurmay Başkanlığı bu anlaşmaları imzalar.
Bahreyn’de de Genelkurmay Başkanına tekabül eden, onun karşıtı olan kuruluşun
adı Bahreyn Savunma Kuvveti Genel Karargâhıdır. Peki, bu anlaşmayı kim
imzalamış? Türkiye tarafından Sayın Genelkurmay Başkanımız imzalıyor, Bahreyn
tarafından savunmadan sorumlu Devlet Bakanı imzalıyor. Şimdi, burada eşitlik
oluyor mu? Anlaşmanın kendi metnine bakacak olursanız bu makam bizim
Genelkurmay Başkanının karşıtı olan makam değil. Bu konulara çok dikkat etmek
lazım çünkü anlaşmalar aslında bir devletin temel belgeleridir. Onun için,
anlaşmalarla ilgili olarak Türkiye’nin de başka ülkelerin de yerleşmiş
kuralları vardır ve bu kurallara herkes uymak durumundadır, herkes bu kurallara
riayet eder. İşte, bakıyoruz bu anlaşmanın kendi metninden bizim gördüğümüz
kadarıyla bizim bu anlaşmayı imzalayan Sayın Genelkurmay Başkanımız Orgeneral
Yaşar Büyükanıt’ın karşısında imza koyan zat Mohammed bin Abdullah Al Khalifa;
Tabip Korgeneral, Şeyh. Sıfatı bu, bu sıfatla imzalıyor ve makamı da savunmadan
sorumlu Devlet Bakanı. Değerli arkadaşlarım, biz bu konuları ilk defa burada gündeme
getirmiyoruz, Dışişleri Komisyonuna bu anlaşmalar geldiği zaman bunları büyük
bir titizlikle inceliyoruz. Birçok durumda Dışişleri
Bakanlığı, ilgili kurumlar bu anlaşmaları geri çekiyorlar, buna benzer noktalar
olduğunda bunları düzeltiyorlar, ondan sonra düzeltilmiş şekliyle getiriyorlar
ve biz de Meclise düzeltilmiş şekliyle bu anlaşmaları sunuyoruz ve o durumda da
söz alma ihtiyacını bile duymuyoruz bu Mecliste, çünkü özü itibarıyla, demin de
söyledim, bizim onayladığımız anlaşmalar bunlar. Yani “Türkiye niçin
Bahreyn’le bir askerî iş birliği anlaşması yapıyor?” diye bizim bir itirazımız
yok, böyle bir anlaşmanın yapılmasını memnuniyetle karşılıyoruz hatta. Keşke
şimdiye kadar yapmadığımız başka ülkelerle de yapsak ama dediğim gibi, yaparken
çok dikkat edeceğiz. Şimdi, birçok durumda, demin söylediğim gibi, bunları
Dışişleri Komisyonunda düzeltebiliyoruz ama işte bu olayda olduğu gibi,
bazılarında, maalesef “Efendim acelesi var, ne ziyanı var.” filan diye oy
çoğunluğuyla geçiriliyor. Bu anlaşmalar tarihe geçiyor ve bu yapılan anlaşmalar
da tarihe geçiyor. Çoğu zaman kimsenin aklına gelmez. Bu anlaşmayı açıp da yani
“Hangi hükmünde ne vardı?” demek, bu konuştuğumuz konuları tartışmak çoğu zaman
insanların aklına gelmez ama eğer bir sorun çıkarsa işte o zaman insanların
aklına gelir. Sorun çıkabilir mi? Değerli arkadaşlarım, Bahreyn öyle bir yerde
ki -başında da anlattım- hemen bitişiğinde, o sularda, kısa bir süre önce İran
füze denemeleri yaptı. Bahreyn topraklarında şu anda Amerika’nın ve Irak’a
operasyon düzenleyen Amerika’nın koalisyon ortaklarının askerî üssü var. Orada
1.500 tane Amerikalı ve koalisyon ortağı ülkenin askeri var. Yani böyle bir
ortamdan bahsediyoruz. Yani dünyanın bir bucağında, kimsenin ilgi göstermediği,
bir özel önemi olmayan bir topraktan bahsetmiyoruz, böyle bir topraktan
bahsediyoruz ve siz o ülkeyle bir anlaşma imzalıyorsunuz ve -başında da
söyledim- bu işin din devleti boyutu da Bahreyn’de özel bir önem taşıyor. Sözlerimi bitirmeden size kısaca bir şey daha söylemek istiyorum,
bu, demin anlattıklarımı biraz daha açıklığa kavuşturmak bakımından: Şimdi,
maalesef, Orta Doğu’da din yalnız devletlerin iç politikasında değil dış
politikasında da önemli bir rol oynuyor. Şii mezhebine mensup ve dini bir
politika aracı olarak kullanan devletler, kuşkusuz, bölgedeki Şii nüfusla
yakından ilgililer. Demin anlattım bu Bahreyn’i kimin ele geçirmek istediğini. Şimdi, düşününüz: Bahreyn’in nüfusunun yüzde 55’i Şii. Kuveyt’in nüfusunun yüzde 17’si Şii. Suudi Arabistan’ın
kuzey doğusunun petrol bölgesinin önemli bir bölümü Şii ve eğer bir çatışma
çıktığı takdirde bölgede -ki bu ihtimal söz konusu değildir diyemez hiç kimse-
din unsurunun nasıl bir rol oynayacağını tasavvur etmek zor değil. Düşününüz ki
bunun hemen yanında Suriye var. Suriye’nin halkı Sünni,
idaresi Alevi. Onun yanında Lübnan var. Lübnan’ın nüfusunun önemli bir
bölümü Şii ve orada 35 bin füzeye sahip Hizbullah örgütü var. İşte, tablo budur. Anlaşma imzaladığımız ülkenin özellikleri
bunlardır Biz bu anlaşmaya karşı olmamakla birlikte, takdiri yüce Meclise
bırakıyoruz. Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öymen. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın
Kamil Erdal Sipahi. Buyurun Sayın Sipahi. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Sayın Başkan, sizi ve
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi adına, Hükümetimiz ile Bahreyn Emirliği
Arasında Askerî İş Birliğine Dair Çerçeve Anlaşma hakkında söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, bu konunun gündeme gelmesi hususunda bir fikrimi
sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye Cumhuriyetinin birçok ülkeyle, askerî alanda işbirliğine
dair -ama belirli konuları kapsayan spesifik ama bu tipte olduğu gibi çerçeve mahiyetindeki-
sözleşmeleri sürekli yapılagelmekte. Ben bu gündemi
tayin eden sayın milletvekillerine bir konuyu hatırlatmakta yarar görüyorum: Bu
tip ilişkilerin kanun tasarısı olarak Meclise getirilmesinde lütfen ya bir
bütünlük ya bir öncelik tespit edilsin. “Ne demek istiyorsunuz?” diyeceksiniz.
Bahreyn’le iyi ilişkilerimiz var. Askerî alanda önemli bir ilişkimiz yok, biraz
sonra anlatacağım. Ha, askerî alandaki böyle bir çerçeve sözleşmesi iyi
ilişkilerin kurulmasına bir noktada olumlu katkıda bulunabilecek adımlardan bir
tanesi, bunu da yadsımıyorum. Ama bakın, gündemi tayin
ederken sizlere bazı hatırlatmalarda bulunacağım: Bahreyn’i öncelik olarak
Meclis gündemine getirip bir çerçeve sözleşmesi olarak görüşürken Türkiye
Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında çok daha önemli askerî ilişkilerle
ilgili bir kanun tasarısı şu anda gündemin 46’ncı sırasında, Avustralya’yla
askerî ilişkiler konusundaki bir başka tasarı 70’inci sırada -daha önemlisine
geleceğim- Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında savunma
ve uzay iş birliği konusundaki bir askerî sözleşmenin şu anda gündemdeki yeri
71’inci sırada. Sayın milletvekilleri, takdirlerinize sunuyorum. Bu gündemi kimler
tayin ediyorsa lütfen, askerî iş birliği ile ilgili bu tip sözleşmelerin
hepsini bir bütün hâlinde Meclise taşıyalım. Konunun uzmanları gelsin,
Dışişleri Komisyonu, Millî Savunma Komisyonu olarak bizler, hepimiz o oturumda
burada bulunalım. Bir bütün hâlinde ve bir öncelik sırasına
göre bu konuyu gündeme getirip bir bütünlük içerisinde Meclisten geçirelim ve o
konunun tamamı, yani Silahlı Kuvvetlerin yaptığı iş birliği ile ilgili
sözleşmelerin tamamı bir bütün hâlinde Meclis gündeminden çıksın, Silahlı
Kuvvetler ve Millî Savunma Bakanlığımız da bu konuda rahatlasın, bir “oh”
desin. Bu konuyu ilgilerinize sunuyorum, inşallah dinlemişsinizdir. Bu konuya nereden geldim? Bundan yaklaşık iki ay kadar önce, bu
sefer gündemin ilk üç maddesinden bir tanesi Katar ile yapılmış olan bir askerî
sözleşmeydi. O an için, o gün için Meclisin gündeminde üçüncü sırayı işgal
ediyordu ama ondan önceki ilk iki sıradakilerin sürekli görüşmeleri uzun süre
tuttuğu için Katar’la ilgili sözleşme şu anda gündemden kayboldu. Mevcut
gündemin içerisinde, ben bakıyorum, Katar’la ilgili yapılmış askerî sözleşme -o
da bir çerçeve sözleşmesiydi- gündemde yok. Neden yok? Bilmiyorum. Tekrar ediyorum size: Lütfen bu tip sözleşmelerin hepsini bir
bütün hâlinde Meclise getirelim, bu bütünlük içerisinde hepsini, aynı konudaki
sözleşmelerin hepsini bir geçirelim. Yok, eğer, hayır bir bütün olarak
gelmesini arzu etmiyor iseniz bu askerî ilişkilerin öncelik derecesine, önem
derecesine göre -örneğin Amerika’yla olan ilişkiler, Rusya Federasyonu’yla
ilişkiler gibi- ilişkilerin daha fazla olduğu ülkelere öncelik verelim,
diğerlerini sonraya atalım. Şimdi, bakın, iki ay önce 3’üncü sırada olan Katar neden yok?
Hâlbuki Katar ile olan siyasi ve ekonomik iş birliğimiz bizim çok daha fazla.
Bunun askerî alana kayması konusu da Katar’la olan ilişkiler nedeniyle
muhtemelen daha fazla olacak. Yani bu askerî ilişkilerin artırılmasının siyasi
ve ekonomik birtakım getirileri de olacak. Ama o konu birdenbire gündemden
çıkartılıyor, gündemde şu anda adı bile yok. Ama biz şimdi sıraya bir Bahreyn
konusunu sokuyoruz ve Bahreyn’le ilgili bir çerçeve sözleşmesini getiriyoruz.
Ben bu konuyu Meclis gündemine getirdim. Takdiri yüce Meclise ve bu gündemi
tayin edenlere, değerli arkadaşlarımıza bırakıyorum. Evet, Bahreyn’le ilgili bu çerçeve anlaşması, 23 Mayıs 2007’de
Genelkurmay Başkanımız ile Bahreyn savunmadan sorumlu Devlet Bakanı arasında
imzalanmış. Benzer birçok ülkeyle imzalanan ve somut konulardan ziyade muhtemel
askerî işbirliği alanlarını kapsayan genel bir çerçeve metindir. Bu çerçeve
metinde dikkat çeken, askerî ilişkiler belki sıklaşırsa sadece hukuki alanda
çıkabilecek, biraz önce Sayın Öymen’in belirttiği bir
sıkıntı olma ihtimali var. Onun dışında bu çerçeve sözleşmeyle ilgili herhangi
bir şekilde tenkit edilecek bir konu yok. Zaten, anlaşma yapılırken de bu
konunun faydaları, mahzurları muhakkak ki ilgili makamlar tarafından, özellikle
Genelkurmay Başkanlığımız tarafından yeter ölçüde, bir iç dinamikleri
içerisinde tartışılıyor. Daha sonra Millî Savunma Bakanlığı süzgecinden
geçiyor. Buraya geliyor. Dışişleri Komisyonunda, Millî Savunma ve diğer ilgili
uzmanların da görüşleri alınmak suretiyle muhakkak ki bizim önümüze geldiğinde
bu sıkıntılardan, problemlerden arınmış bir şekilde geliyor. Bu vesileyle Bahreyn konusuna değineyim. Bahreyn, Basra
Körfezi’nde Suudi Arabistan’ın doğu sahillerinden Ayrıca, Amerikan Beşinci Filosunun karargâhı Bahreyn’de bulunduğu
için önemli bir Amerikan askerî varlığı ve bir karargâh yapılanması da söz
konusu. Amerika ve İngilizlerin buraya ilgi göstermelerinin ana nedeni, Hürmüz
Boğazı’nda, stratejik bir alanda, İran’ın da muhtemel etkilerinden mutazarrır
olabilecek, dolayısıyla Amerikan ve İngilizlerin körfezdeki menfaatlerini
ilgilendirebilecek bir konumda olması. Bu nedenlerle resmî dil Arapça yanında
İngilizce, Farsça ve Urduca da konuşulan lisanlar. Bahreyn, bu adalar ülkesinde aynı zamanda 565 kilometrekarelik en
büyük adanın adı. Başkent de bu adada. Müslüman ülkenin yüzde 60 kadarı Şii,
yüzde 40 kadarı Sünni. Komşusu olan Katar’la kara suları ve bazı küçük
adacıkların aidiyeti konusunda ciddi sorunları var Bahreyn’in. Dolayısıyla,
Katar-Bahreyn ilişkileri içerisinde, bu iki ülkeyle ilişki kurarken bu iki ülke
arasındaki bu mevcut sorunları da Türk siyasetçisi olarak dikkate almamız
gerekiyor. Yani bugün Bahreyn’de kara suları nedeniyle bazı adaların,
adacıkların aidiyeti nedeniyle bizimle Yunanistan arasındakine benzer ciddi
birtakım ihtilaflar var. Bahreyn 1913’te Londra’da imzalanan bir anlaşmayla Osmanlı
yönetimince bağımsızlığı tanınan bir ülke. 1602 yılında Osmanlı hâkimiyeti başlıyor, tam üç yüz on bir yıl
sürüyor adada. Bizim bu adanın bağımsızlığını tanıyıp buranın aidiyetinden
vazgeçmemiz karşılığında İngilizler de Bahreyn’i ilhak etmemeyi bize garanti
ediyorlar Londra Anlaşması’yla. Ancak himaye yoluyla İngilizlerin siyasi ve
ekonomik etkisi Bahreyn’de süreklilik kazanıyor. Şu andaki 5 bin kişilik bir
İngiliz kolonisinin mevcudiyetini devam ettirmesi de İngiliz etkisinin bir
şekilde bölgede devam ettiğinin bir ispatı. 1970 yılından itibaren İngilizlerin Basra Körfezi’nden çekilmeye
başlamasıyla buradaki küçük ülkeler Körfez Ülkeleri Federasyonunu kurarlar
ancak Bahreyn Emiri 1971’de bir deklarasyonla
bu Federasyondan ayrılır. Ülke El Halife Ailesi tarafından idare edilmekte olup
bu aile 1970’lerde iş başına gelmiş gibi görünmekle birlikte aslında 1783
yılından beri yani Osmanlı hâkimiyetinden beri Bahreyn’de hâkimiyetini
sürdüren, etkili olan bir aile. Ülkemiz 1990 yılından bu yana Bahreyn’de büyükelçilik düzeyinde
temsil edilmektedir. Bahreyn’in ise Kahire Büyükelçisi 1998’ten itibaren
Türkiye’ye akredite edilmiştir. Son olarak, 12 Haziran 2008’de Bahreyn Temsilciler Meclisi Başkanı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımızı ziyaret etmiş, Cumhurbaşkanınca kabul
edilmiştir. Daha sonra, 23 Haziran 2008’de Bahreyn Sanayi ve Ticaret Bakanı
Türkiye’ye ziyarette bulunmuştur. İki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 200 milyon dolar
kadardır. Bunun 80 milyon doları Türkiye’nin ihracatıdır. Ağırlıklı olarak
makine parçaları, demir ve çelik ürünleridir. İthalatımız ise alüminyum
ağırlıklıdır. Bu konudaki, bakanımızın ifadesiyle, şu anda 200 milyon dolar
civarındaki ticaret hacminin iki yıl içerisinde 1 milyar dolara yükseltilmesi
hedeflenmektedir. Özellikle Bahreyn’in 40 bin konut yapımı konusunda
uluslararası müteahhitlik firmalarına açık bir ihale
projesi vardır. Türkiye, TOKİ ve/veya Türk müteahhitlerini
devreye sokarak bu ihaleden önemli bir pay kapmak istemektedir. İki ülke arasındaki askerî iş birliği anlaşmasından büyük
beklentiler, bu küçük bir orduya sahip Bahreyn’den büyük beklentiler yerine,
genel siyasi ve ekonomik iş birliğinin artırılmasında bu çerçeve askerî
anlaşmanın bir adım olarak görülmesinde fayda vardır. Bu anlaşmanın içerisinde, biraz önce Sayın Öymen’in
belirttiği gibi, askerî ilişkiler çok önemli boyutlara gelmese bile, sorun
teşkil edebilecek tek konu hukuki hususlardır. Türkiye’nin bu tip yaptığı
çerçeve sözleşmelerde, benzer hukuki sistemlere sahip ülkelerle yapılan
anlaşmalarda bu tip ciddi sorunlar olmamaktadır veya olmayabilir veyahut da
ilişkilerin çok fazla olduğu ülkelerle yapılan ikili anlaşmalarla bu tip ortaya
çıkabilecek hukuki sorunlar daha ciddi kurallara bağlanmaktadır. Ancak Bahreyn
gibi hukuki sistemi Türkiye’den tamamen farklı bir ülkede, askerî ilişkiler
arttığı takdirde, oraya göndereceğiniz personelin hini hacette muhatap
olabileceği hukuki sistem ciddi sorunlar teşkil edebilir. Bu konu anlaşmada
dikkate alınmamış. Ancak bu tip ülkelerle, hukuki sistemi büyük ayrılıklar,
ayrıcalıklar gösteren ülkelerle yapılan anlaşmalarda, ilişkilerin seviyesi ne
olursa olsun, bu konuları dikkate almakta fayda görüyorum. Bu nedenle ticaret hacminin, özellikle ihracatımızın artırılması
ve müteahhitlik hizmetlerinden Türkiye olarak istifade
edilebilmesi konusunda ben bu askerî çerçeve anlaşmasının bir adım teşkil
edebileceği, bir olumlu yaklaşım teşkil edebileceği inancındayım. Bu nedenle
biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu tasarıya olumlu oy
kullanacağımızı belirtiyoruz. Bu vesileyle Meclise saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sipahi. Tümü üzerinde şahsı adına Mustafa Kemal Cengiz, Çanakkale… Yok. Alim Işık, Kütahya…
Yok. Gülşen Orhan, Van Milletvekilimiz… Yok. Başka bir söz talebi? Yok. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum… KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı… BAŞKAN – Tamam. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısını
arayacağım. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir, karar yeter sayısı vardır. 1’inci maddeyi okutuyorum: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE
BAHREYN KRALLIĞI HÜKÜMETİ ARASINDA İŞ BİRLİĞİNE DAİR ÇERÇEVE ANLAŞMANIN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN TASARISI MADDE 1- (1)23 Mayıs 2007 tarihinde Ankara’da imzalanan
"Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında
Askerî İş Birliğine Dair Çerçeve Anlaşma”nın onaylanması uygun bulunmuştur. BAŞKAN - Madde üzerinde Başkanlığımıza intikal etmiş bir söz
talebi yoktur. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Madde kabul edilmiştir. 2'nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2- (1)Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Başkanlığa intikal eden bir söz talebi yoktur. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Madde kabul edilmiştir. 3'üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3- (1)Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi yok. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarının tümü açık oylamaya
tabidir. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Oylama için dört dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de
sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen dört
dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 137 sıra sayılı, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Bahreyn Krallığı Hükümeti Arasında Askeri İş Birliğine
Dair Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı’nın açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; her iki ülkeye de
hayırlı olmasını diliyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, 3’üncü sırada yer alan, Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 3.- Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı: 269) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 4’üncü sırada yer alan, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız. 4.- Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/559) (S.
Sayısı: 234) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 5’inci sırada yer alan, Elektronik Haberleşme Kanunu Tasarısı ile
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi ve Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 5.- Elektronik Haberleşme Kanunu
Tasarısı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi ve Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporları (1/566) (S. Sayısı: 255) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 6’ncı sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç ile Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 38
Milletvekilinin; Denizcilik Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamede ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. (*) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir. 6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç ile Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 38
Milletvekilinin; Denizcilik Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamede ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/266, 2/268) (S. Sayısı: 257) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 7’nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/573) (S. Sayısı: 232) (x) BAŞKAN – Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Komisyon raporu 232 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Kırklareli Milletvekili Tansel Barış, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş, Demokratik Toplum Partisi adına
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve ayrıca talep
ettikleri takdirde, 27 milletvekilinin aynı anda söz talebi gelmiştir, onlar
için de kura çekeceğim. İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’a aittir. Sayın Barış, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 232 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında
Sağlık Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu hakkında Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesile ile yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, 20 Temmuz, 1974’te yapılan Barış
Harekâtı’nın 34’üncü yıl dönümü. Bu nedenle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
halkına bu Barış ve Özgürlük Bayramı’nda mutluluklar diliyorum ve bu
bayramlarını kutluyorum. Bu harekâtın mimarlarından rahmetli Başbakanımız Bülent Ecevit’i
de rahmetle anıyorum ve Türk Silahlı Kuvvetlerine şükranlarımızı sunuyorum. Değerli milletvekilleri, ülkenin gündemi aylardır türbanla,
Ergenekon’la, iddianameyle ve kapatma davasıyla işgal edildi. Hâlbuki o kadar
çok sorunumuz var ki… BAŞKAN – Sayın Barış, birkaç saniyenizi rica edeyim. Saygıdeğer arkadaşlarım, konuşmalarınıza bir itirazımız yok ama
daha yüksek sesle olmazsa memnun oluruz. Buyurun. (x) 232 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. TANSEL BARIŞ (Devamla) – İktidar yüzde 47 aldım diye, her şeyi
yaparım, asarım keserim havasıyla maalesef ülkede gerginlik yaratıldı, bir kaos oluşturuldu. Sizler ve bizler olarak kemikleşme
yaratılıyor. Hâlbuki sorunumuz çok, dediğim gibi. Örnek olarak: Ekonomide
büyüme durdu. Faizler almış başını gidiyor. Enflasyon artıyor. İşsizlik
artıyor. Esnaf tükenmiş vaziyette. Fakirleşme diz boyu arkadaşlar. Bunları
konuşmamız gerekirken konuşamıyoruz. Gündemi işgal etmemesi gereken konular
maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelebiliyor. Çiftçiler
perişan. Buğday taban fiyatı açıklanmıyor. Çiftçinin kara gün dostu Ofis buğday
almıyor. Değerli arkadaşlarım, çiftçiyi tüccara mahkûm ettik. O nedenle, ne
olur bunları konuşalım. Gündemsiz, gündemi olmayan konuları buraya getirmeyelim
ve toplumu da germeyelim arkadaşlar. Bunun yanında, dış politikada neler oluyor, Kıbrıs’ta neler
oluyor, bilen var mı? Resmî açıklama yok. Medya ilgisiz,
vatandaş ise bilgisiz maalesef. Hâlbuki Kıbrıs bizim ulusal bir
sorunumuz, ulusal bir davamız. Kıbrıs’ı es geçersek yarın oluşacaklardan
hepimiz milletvekili olarak da sorumlu olacağız. Irak’ta, Kuzey Irak’ta gelişmeler nereye doğru gidiyor arkadaşlar?
Barzani bir öyle bir böyle diyor. Talabani uzaktan kumandalı.
Avrupa Birliği ilişkileri buzdolabında, onlar için tek sorun AKP kapatma
davası. Avrupa Konseyinin tüm sorunları bitmiş, Gökçeada ve Bozcaada’yla
uğraşıyor. Akdeniz için birlik toplantısının amacı ne? Türkiye’yi Avrupa
Birliğinden dışlamak mı? Bunları da görüşmemiz lazım ama gündemde yok. İran’la,
Kafkas ülkeleriyle ilişkileri arayan soran var mı acaba? Dışişleri Bakanımız Afrika, Asya ülkeleri arasında mekik dokuyor.
Haksızlık etmeyelim, Avrupa ve Amerika’yı da ihmal etmiyor bu arada. Umarım ki
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin geçici üyesi olma hakkımızı elde ederiz
ve Sayın Dışişleri Bakanımız bu gezilerinden de umut ettiğini alabilir. Bütün bunlar yaşanırken, işçimiz, köylümüz, memurumuz, emeklimiz
burnundan solurken bizler türbanla yatıp türbanla kalktık. Bunca sorunumuz
varken sonuç ne oldu arkadaşlar? Sonuç: Gerginlik ve kaos. Evet, Kıbrıs demiştik, Kıbrıs’ta neler oluyor? Liderler görüşüyor,
1 Temmuzda Hristofyas ve Mehmet Ali Talat görüşme
yaptılar. Bu arada, Genel Sekreter
birebir liderlerle görüşüyor. 25 Temmuzda yeniden liderler bir araya gelecek ve
bu görüşmeler, bazı kesimlerce son şans olarak da nitelendirilmektedir. Değerli arkadaşlar, Kıbrıs ulusal bir dava, -dediğim gibi- medya
ilgisiz, resmî açıklama yok, resmî ağızlar suskun. Bütün bu gelişmelere rağmen
Dışişleri Bakanından bir açıklama yok, dolayısıyla kamuoyu bilgi sahibi
olamıyor. Acaba görüşmeler hangi zeminde yapılıyor? Annan Planı zemininde mi
yapılıyor acaba, değilse hangi zeminde? Değerli milletvekilleri, 2004 yılında Annan Planı’na “evet” diyen
Kıbrıs Türk halkına verilen sözler yerine getirildi mi veya o sözler tutuldu
mu? Siyasi, ekonomik sözler yerine getirildi mi? Vaat edilen 269 milyon avro Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’ne verildi mi? Vaat edilen o siyasi desteklerin hepsi havada
kaldı mı? Bunlar bir tarafa, kültürel ve sportif müsabakalar bile yapılamaz,
hepsine ambargo gelmedi mi? Değerli arkadaşlarım, hepimiz şunu bilelim ki Annan Planı, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde tekrar referanduma sunulsa ne sonuç çıkar,
yetkililer bunu bir düşünsünler. Birleşmiş Miletler, Avrupa Birliği, Amerika
Birleşik Devletleri bugün şöyle bir yaklaşım içerisindeler: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Annan Planı’nı
kabul etmiştir, kabul etmeyen Rum Yönetimi. Dolayısıyla, biz, Rumlara daha çok
nasıl taviz verebiliriz yaklaşımı içerisindeler. Yani konu, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne nasıl sahip çıkalım değil de Rumlara daha çok nasıl sahip
çıkarız, onları anlaşmaya daha çok nasıl razı ederiz diye bir yaklaşım
içerisindeler. Hatırlarsınız, Hristofyas, seçildikten
sonra verdiği ilk beyanatında ne demişti: “İşgal kuvvetleri adadan çıkacaktır,
kesin olarak çıkmalıdır.” İşgal kuvveti dediği Türk Silahlı
Kuvvetleri. 1974’ten sonra adaya gelen, Türkiye’den adaya gelen
göçmenler adayı terk edecektir ve Türkiye'nin garantörlüğü kalkacaktır. Hristofyas, böyle, bu görüşlerle Cumhurbaşkanı seçilmiştir
değerli arkadaşlarım ve 1 Temmuzda Hristofyas ile
Mehmet Ali Talat arasında yapılan görüşmede, Hristofyas’ın
görüşmeden sonra “Tek egemenlik, tek vatandaşlık konusunda Mehmet Ali Talat’la
görüş birliğine vardık.” diye bir beyanatı var. Bu ne demektir arkadaşlar? Bu zemin, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin varlığının yok olmasıdır. Bu zemin, Kıbrıs Türk halkının
zamanla asimilasyonudur. Onun için, görüşmede Türk tarafını temsil edenlerin
bunların çok iyi değerlendirilmesi gerektiğinin bilincinde olması gerekiyor.
Sayın Talat “Böyle bir şey yok.” diyor. Umarız ki yoktur ve Kıbrıs Türk halkı
da bu görüşmelerden hem güvenliğini hem de egemenliğini kazanarak çıkar. Sayın milletvekilleri, Rum Ortodoks Kilisesi Türk düşmanlığı
yapmaya devam ediyor, kin kusmaya devam ediyor ama,
resmî makamlar görüşmeler konusunda kamuoyunu maalesef aydınlatmıyor. Kıbrıs Türk halkının önceliklerini masaya koymak gerekiyor
arkadaşlar. Nedir Türk halkının öncelikleri? Bir kere, Kıbrıs Türk halkının
güvenliği önceliktir, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin egemenliği önceliktir.
Bunları masaya koyup almadan anlaşma yapılırsa, dediğim gibi ileride hem
asimilasyon hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığı yok olacaktır. 1960 yılında imzalanan Londra ve Zürih Anlaşması’na Rumlar ancak
üç yıl tahammül edebildi. Sonucu kan ve gözyaşı oldu değerli milletvekilleri.
On bir yılda Kıbrıs Türk halkı çok şehit vermiştir. 1974 Barış Harekâtı
yapılmasaydı neler olurdu, sizlerin takdirlerine bırakıyorum. Sayın milletvekilleri, Kıbrıs bizim ulusal davamız. Avrupa Birliği
ise bu davada Türkiye’yi yok saymak için, Türkiye’nin oradaki haklarını yok
saymak için her türlü oyunu yapıyor ve Türkiye’nin Kıbrıs’tan çıkmasını
sağlamak için her türlü entrikayı ve Bizans oyununu çevirmektedir. Görüşmeler
de her ne kadar Birleşmiş Milletler gözetiminde dense de Avrupa Birliği
denetimi ve baskısı altında yapılmaktadır. Durum ciddi, sorun büyük ve
karşımızdakiler masa başında maharetli. Girit’in nasıl elden gittiğini hep
beraber yaşadık ve gördük. 1830 yılında 27 bin kilometrekare toprakla bağımsızlığını ilan
eden Yunanistan’ın bugün 131 bin kilometre kare toprağı var; savaşmadan, masa
başında. Bunları dikkate almak lazım. Yarın yine kan ve gözyaşı görmek istemiyorsak daha dikkatli, daha
duyarlı olmamız ve Kıbrıs Türk halkının olmazsa olmazlarını mutlaka anlaşma
metnine koymamız gerekiyor. Umarız anlaşma olur, her iki taraf kendi olmazsa olmazlarını
kazanır ve sonuçta mutlu bir sona ulaşırız. Bana soracak olursanız anlaşmanın
son maddesinin şöyle olması lazım: “Anlaşmayı bozan taraf dünya devletleri
tarafında tecrit edileceklerdir.” diye son madde konursa belki böyle bir
müeyyide Rum tarafının aklını başına getirir. Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükûmeti sağlık
bakanlıkları arasında sağlık konusunda yapılan iş birliği üst düzeyde, bu
bakımdan mutluyuz. 1963 yılından beri sağlık alanında Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne yapılan yatırımlara ve sağlanan gelişmelere bugüne kadarki
Türkiye Cumhuriyeti sağlık bakanlıkları ve hükûmetleri
büyük destek vermişlerdir, büyük emek vermişlerdir. Bu konuda teşekkürlerimizi
sunuyoruz. Orada doğmuş, ilk, orta ve lise öğrenimini orada görmüş ve
mücahitliğini de orada yapmış bir parlamenter olarak cumhuriyet hükûmetlerine ve sağlık bakanlarına teşekkür ediyorum. Şu anda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde sağlık sorunları
elbette vardır ama kalite artmıştır. Bu kalitenin artmasında emeği geçen sağlık
bakanlarımıza teşekkür ediyoruz. Ancak bazı hastalıklar var ki her yerde tedavisi mümkün
olmayabilir. Bu tip hastaların Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden Güney
Kıbrıs’a gönderilmesi Avrupa Birliği nezdinde prestijimizi
sarsmaktadır ve Rumlar bunun propagandasını yapabilmektedirler. Bu nedenle
Sağlık Bakanlığınca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne acil olarak onkoloji
uzmanlarının gönderilmesi, onkolojide hizmet verecek olan ekipmanların
gönderilmesi, cihazların gönderilmesi bir an önce yapılmalıdır çünkü bu
propaganda Türkiye Cumhuriyeti’nin de Avrupa Birliğine girişini maalesef
sarsabilecektir. Dolayısıyla, kanser araştırmasında ve tedavisinde ekiplerin
bir an önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gönderilmesi, bunun haricinde
gelecekte bu tip uzmanların yetiştirilmesi için çaba harcamasını rica ediyoruz. Bu arada Güney ve Kuzey arasındaki kapıların açılmasından sonra
Kuzey’den Güney’e, Güney’den Kuzey’e gidiş gelişler olmaktadır. Ancak Güney’den
Kuzey’e geçenler yalnız bakıp gidiyorlar. Hâlbuki Kuzey’den Güney’e geçenler
tüm alışverişlerini Güney Kıbrıs’ta yapıyorlar ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
ekonomisine maalesef bir darbe vuruyorlar. Ben buradan Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti yetkililerinin bu konuda bir önlem almalarını istiyorum. Evet, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 10 hastane, bine yakın
yatak, 500 kişiye bir hekim düşmektedir ve nöroşirurji, tıbbi onkoloji, enfeksiyon hastalıkları, acil tıp uzmanlığı, nükleer tıp,
adli tıp gibi uzmanlık dallarında eksiklikler vardır. Bunların giderilmesi için
Sağlık Bakanlığımızın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne bu elemanların
yetiştirilmesi ve şu anda eksikliğinin tamamlanmasıyla ilgili çalışma yapmasını
istiyoruz. Tabii ki bu iki ülke arasında sorunlar, dediğim gibi üst düzeyde.
Bunlar elbette kısa sürede tamamlanabilecek konulardır. Eczacılık fakültesi,
diş hekimliği fakültesi ve tıp fakültesinin açılması ile ilgili çalışmaların
devam ettiğini biliyoruz. Bu konuda Sağlık Bakanlığımızın daha fazla çaba
harcaması gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler bu
anlaşmayı destekliyoruz ve bu anlaşmanın her iki ülkeye hayırlı olmasını
diliyoruz. Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Barış, teşekkür ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili
Sayın Osman Durmuş. Sayın Durmuş, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; 232 sıra sayılı, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında sağlık
alanında iş birliğine dair anlaşma nedeniyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, her iki ülke sağlık bakanları arası
ilişki 10 Şubat 1998 tarihli İş Birliği Anlaşması ile başlamıştır. 29 Aralık 1999’da Kuzey Kıbrıs Sağlık ve Çevre Bakanlığı ile
yaptığımız ek protokol ve 2003 yılındaki ek protokol çerçevesinde Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti uyruklu hekimlere belirli kontenjanlar dâhilinde tıpta
uzmanlık sınavına girmeleri ve ihtisaslarının yarı süresini Lefkoşa’daki Doktor
Burhan Nalbantoğlu Hastanesinde, diğer yarısını da
Sağlık Bakanlığımızın eğitim hastanelerinde tamamlamalarını sağlamaktayız. Özellikle
de Kıbrıslı doktorlarımızın büyük ekseriyeti de Türkiye’deki tıp fakültelerinden
mezun olmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde eksikliği görülen, biraz
evvel CHP Grubu adına konuşan arkadaşım ifade etti, beyin cerrahisi, nöroloji, enfeksiyon hastalıkları -tabii onkoloji, adli tıp gibi
konular da sayılabilir- gibi konularda Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı
kısa süreli rotasyonlarla bu görevi tamamlamaya çalışmaktadır. Yine, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki sağlık personeline kısa süreli eğitimler
Türkiye’de verilmektedir. AKP Hükûmeti döneminde
isabetli bir gelişme olarak kardiyoloji ve kalp cerrahisi konusunda, bizim
Azerbaycan’da yaptığımız gibi, Türkiye’den hekimler gönderilerek anjiyo, stent uygulaması ve kalp cerrahisi ameliyatları
yapılmaktadır. Oradaki hekimlerin bu işi yapar hâle gelene kadar bunun devam
etmesinde büyük yarar görüyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde üretilen malların ithalatı
konusunda gümrük işlemlerinin hızlandırılacağı taahhüt edilmiş. İlaçlar, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devlet laboratuvarlarından
alınacak analiz sertifikası ve kozmetik ürünleri, dezenfektanlar, pestisitler, deterjan ve temizlik malzemeleri konusunda
Türkiye’de geçerli mevzuat doğrultusunda ruhsat almaları hâlinde, ithalat
işlemleri hızlandırılmaktadır. Burada, özellikle uzun yıllar İngiltere’den bavul ticareti yoluyla
Türkiye’ye kaçak yollardan sokulan kalp kapaklarıyla ilgili SSK hastalarını
tekrar hastanelere çağırarak sorunlu kapakların değiştirildiği
hafızalarımızdadır. Bu kapak ve benzeri tıbbi malzemenin Türkiye’ye girişi,
57’nci Hükûmet döneminde yasaklanmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti’nde ruhsat ve izin verilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Hükûmeti
ürünlerine sağlık ve serbest satış sertifikası verilmesi hâlinde, bunların
ticareti serbestçe yapılabilmektedir. 1998 yılında imzalanan Anlaşma’nın on yıllık süresi dolduğundan,
bu defa bu Anlaşma’nın yenilenmesi söz konusudur. Değerli milletvekilleri, Kıbrıs’ta Türk lider Talat ve Rum lider,
tek devlet, tek egemenlik, tek vatandaşlık konusunda mutabakata varmıştır. Bu
konuya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. 26 Nisan 2004’te AB Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne uygulanan izolasyonların kaldırılacağına dair söz vermiştir. Ancak
Rumların engellemesiyle AB verdiği sözü unutmuş görünmektedir. Kıbrıs
Türklerinin referandumda “evet” demesi için her sözü veren, paralı kampanyalar
başlatan AB, Rumların “hayır” diyeceğini bilmiyor muydu? Biliyordu tabii.
Rumlar hiçbir dönemde verdiği sözü tutmamıştır. İngiltere de bunu çok iyi
bilmektedir. Her iktidar değişikliğinde yeni bir hamle yapıp Türkiye ve
Kıbrıslı Türkler aleyhine bir gelişmeyi Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlılar,
maalesef, başarmıştır. Bu diplomatik manevraların çoğunu Türkiye kaybetmiştir.
1960’ta kurulan devleti yıkmak için 1963’te, 65’te, 74’te girişimde
bulunmuşlardır. EOKA terör örgütü marifetiyle Türkleri soykırıma tabi tutmaya
başlayınca 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtıyla garantör Türkiye Türklerin can
güvenliklerini koruyabilmiştir. Kıbrıs Türkleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
devletini kurmuştur. Ne hikmetse, dış destekli müdahale veya komplolarla Türkiye'de
değiştirilen iktidarlar, Türkiye'de yeni göreve gelenler, ABD ve Yunanistan iş
birliğiyle bir bakıma bir sınava tabi tutulmaktadırlar. Deneyimsiz
politikacılar ya açık vermiş ya da iktidarlarını korumak için, yerlerini
sağlama alabilmek için diyet ödemek zorunda kalmışlardır. AKP Hükûmetine kadar birçok hükûmet
diyet ödemiştir. Yunanistan’ın NATO’ya döndürülmesi, Ege FIR
hattının Yunanistan’a bırakılması, AKP’nin Kıbrıs’ı AB’ye girişin şartı hâline
getirmesi, çözüm için bir adım önde olma tezi, Belçika modeli önerisi, olmadı
Annan Planı, daldan dala atlamalar devam ediyor. En son atılacak adımı da Talat
atıyor, AKP dinliyor görünüyor. Değerli milletvekilleri, diyeti ve ödünü AKP kadar güzel
ambalajlayıp kamuoyuna “Karşılıklı iyi ilişkiler. Komşuyla
dostluk gösterileri. AB’ye girdik. Evet dedik, Rumları köşeye
sıkıştırdık…” Kıbrıs’ta çözüm olarak sunabilen ikinci bir hükûmet
gösterilemez. Bu ver kurtulcu zihniyet, Türk
kamuoyunu bilgilendirip uyandıranları da “Teslimiyete hayır” diyeni de
cezalandırmaktadır. Değerli milletvekilleri, AB, ABD, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum
yönetimi, AKP’lilerin bu alicenap tavrından hoşnuttur
ancak Kıbrıs henüz Rum’a teslim edilmemiştir, barışın teminatı Türk ordusu
henüz Kıbrıs’tan çıkartılamamıştır. Nitekim, AKP’nin
kapatılmaması için Türk yargı sistemine müdahale etmekte ve yeni taviz ve
diyetlere zemin hazırlamaktadırlar. AKP, kendisi için beslenen iyi duygulara
cevap vermekte zorlanmayacaktır, nasılsa Türkiye Büyük Millet Meclisinde 340
hazır parmak mevcuttur. Bugünlerde AKP’nin diyet uzmanı gibi davranan Talat
“Tek devlet, tek egemenlik” sözünü vermiş görünüyor. “Çözümsüzlük çözüm
değildir.” diyen AKP lideri, ödünleri Talat’a verdirerek sorumluluktan
kurtulacağını tasavvur etmektedir. Değerli milletvekilleri, Kıbrıs’ın zemini ve fikrî yapısı, artık
Türkiye garantisiz, AB üyesi Güney Kıbrıs’a iltihak planını gerçekleştirecek
kadrolarla yönetilmek olmamalıdır. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak,
dökülen kanları, katledilen insanlarımızı, kadın ve çocuklarımızı, şehit ve
gazilerimizi, ödenen bedeli bu kürsüden dillendirmeye devam edeceğiz. AKP,
bugüne kadar yaptığı etkin propaganda yöntemiyle, medyanın güçlü desteğiyle
gerçeklerin karartılması ve konuşulanların duyulmaması için yine gündem
değiştirecektir. Daha olmadı “Millet size notunuzu verdi. Bizi yüzde 47 ile
iktidar yaptı.” savunması yapacaktır. İyi de, sizin karşınızda parçalı da olsa
yüzde 53 muhalefet var, bunu görmüyor musunuz? Siz, 48 milyon oyun yüzde 33’ü
olan 16 milyon oy almadınız mı? Muhalefetin görevi, gerçekleri söyleyerek
iktidarı uyandırmaktır. İçeride size dış politika konusunda yapılan muhalefet,
sizin pazarlık gücünüzü artıran bir faktördür, bunun farkında değil misiniz?
Eğer muhalefet sizi uyandıramazsa halkı bilgilendirecektir. İkili partili
Batılı demokrasilerde, iktidarlar iki üç puanlık değişikliklerle el
değiştirmektedir. Kıbrıs’ta olduğu gibi, partiler satın alınıp partiler
yıkılarak, Esperanto bir parti kurarak tek adam diktatöryasına
fırsat verilmemektedir. Her partiden, her tarikattan ve menfaat grubundan özel şartlarda
oluşturulmuş bir mozaik partisi görüntüsünün ürünü partilerin sürekliliği
yoktur. Arsasına gecekondu kondurmayanların mücadele takati kalmamış,
emanetçileriyse güçsüz görünüyor. Sizin, parçaları birleştiren tutkalınız ne
kadar dayanıklı, hep birlikte göreceğiz. Değerli milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs Türklerine, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’ne ne verilirse biz bundan hoşnut oluyoruz ve gurur duyuyoruz.
Ancak, devletinden ve egemenliğinden vazgeçip, devlet olma niteliğini
yitirecek, Rum tebaası hâline dönüştürülecek Kıbrıs’ı kabul etmiyoruz,
etmeyeceğiz. Kuzey Kıbrıslı Türklere gönülden bağımız devam edecektir. Bu
imzalanan anlaşma Rum devletine bir taviz olarak dönüşecekse, bundan Türk
milletinin hoşnut olacağını düşünmüyorum. Değerli milletvekilleri, ne zaman İngiltere’yle Rumların arası
açılsa, İngiliz üsleri dolayısıyla bozulsa, o dönemde Türk diplomasisine destek
vermişler ve Rumlarla Türklerin çatışmasını temin etmişlerdir. Nitekim, Montrö’de Ecevit Karamanlis’le
görüşürken, bu sefer de İngilizlerin alternatifi olarak Amerika araya girmiş,
Amerikan Dışişleri Bakanı bu görüşmeyi akamete uğratmak için her türlü gayreti
göstermiş. O günkü Başbakanımız
“Amerika’nın gölgesi bu anlaşmanın üzerine düşmüştür.” dediğinde
kendisine soruyorlar: “Ne istiyorsunuz?” Hemşehrim Diyojen gibi “Gölge etmesinler başka ihsan istemiyorum.”
diyor. Kıbrıs, Girit, Sicilya, Amerika ve İngiltere için birer uçak
gemisidir. Ne zaman oradaki Rumlarla Türklerin işleri iyi gitmeye başlasa bir
diğeri bunu bozacaktır. Çünkü oradaki üslerin devamını İngiltere istiyor,
Amerika da yeni üs istiyor. Türklerin çatışmasını her dönemde temin ettiler. Kıbrıs’taki
gazeteler son zamanlarda yazıyor: AB Dönem Başkanı -o zaman İngiltere-
İngiltere de artık gelişmelerden yaka silkmiş görünüyor. Mali Yardım Tüzüğü ve
Doğrudan Ticaret Tüzüğü işlerlik kazanacak ama ne pahasına? AB’deki son
gelişmelere göre Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne doğrudan ticaretin başlaması
için önce Mali Yardım Tüzüğü, Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nden ayrılacak, sonra
tüzüklerin işlerlik kazanması karşılığı Maraş taviz olarak istenecek ve mülk
değişimi konusunda mutabakat sağlanacak. Rumların sürekli işi yokuşa sürmeleri, AB Dönem Başkanlığı
sırasında İngiltere’yi iyice sıkıntıya soktu. İngiltere işi üstünden atmak ve deklarasyonun daha tarafsız ve baskıdan uzak hazırlanması
düşüncesiyle bu işi AB Komisyonuna havale etti. Komisyon çalışmalarının başında
Rumlar tüzüklerin birbirinden ayrılması karşılığı mali yardım sözüne onay
verebileceklerini belirttiler. Daha sonra tüzükler birbirinden ayrıldı.
Tüzüklerin birbirinden ayrılması garantilenince Rumlar bu sefer Mali Yardım
Tüzüğü’nün serbest bırakılması için Maraş’ın iade edilmesi şartını öne
sürdüler. Bu şarta komisyonun diğer üyeleri yüksek sesle itiraz edince Maraş şartını
geri çektiler ama yerine de Yeşil Hat Ticaret Tüzüğü ile ilgili bir deklarasyon yayınlanmasını istediler. Deklarasyon şartını AB
Komisyonuna kabul ettiren Rumlar, bu sefer deklarasyonun
içine özellikle Maraş’ın ve kuzeydeki Rum mallarının iadesini koydurttular.
Yani, ne istedilerse şöyle veya böyle yaptırdılar. Ha işin başında Maraş
şartını koydurmuş ha sonunda, hiç fark etmedi aslında. Maraş şartı gene koşul
olarak kararın içinde yer aldı. Komisyonun hazırladığı bu deklarasyon
sanki AB Komisyonu tarafından değil Kıbrıs Rum kesimi tarafından hazırlanmış
görüntüsü içinde, altında bir tek Papadopulos’un
imzası eksik. AB Komisyonunda varılan bu uzlaşı sonucu ortaya çıkan deklarasyon, Komisyonun yeni bir önerisi olarak AB Daimî
Temsilciler Komitesine, COREPER’a sunulacak, COREPER’dan da onaylandıktan sonra AB Dışişleri
Bakanlarının onayına sunulacak, onaydan sonra da resmiyet kazanacak. Söz konusu deklarasyon tek taraflı ve
Kuzey Kıbrıs için hiçbir bağlayıcılığı yok. Ancak bu deklarasyon
AB’yi hukuken bağlıyor. İleride AB üyesi bir ülke, mesela Rumlar, bu deklarasyonu öne sürerek, bu alanda istediğini yaptırmak
hakkına sahip olacaklar. Bu koşullar altında Mali Yardım Tüzüğü’nün doğrudan, Ticaret
Tüzüğü’nün veya diğer adıyla Ambargoların Kaldırılması Tüzüğü’nün ve Yeşil Hat
Tüzüğü’nün Kıbrıs’ta genel bir çözüm olmadan işlerlik kazanması kocaman bir
hayalden öteye geçemeyecek. Burada gözle görülmeyen tehlike, bu deklarasyonun
içeriğiyle ilgili olarak Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasında ileride bir
anlaşmazlık olması durumunda AB Adalet Divanına çözüm için başvurulduğunda bu
deklarasyonun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı için de bağlayıcı hâle
geleceğidir. Bu koşullar içinde iyice değerlendirildiği vakit, Kıbrıslı
Türklerin bu deklarasyonu reddetmesi, mali yardımdan
vazgeçmesi, ambargoların kaldırılacağından ümit kesmesi gerekmekte ve AB’ye
elveda demesi gerekmektedir. Artık, Kıbrıs konusunun bir krizin içine sürüklendiği ve bu krizin
de giderek geri dönülmez çıkmaza dönüştüğü kesin. Bunun da sonu, eski statüye,
yani AKP öncesi döneme dönmektir. Değerli milletvekilleri, Türkiye’deki ekonomik sıkıntılar aynen
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne de yansımakta. Devlette örgütlü sendikalar
greve gitmiştir. Talep ettiklerini tabii ki alacaklar. Özel
sektör iflasın eşiğinde. İnsanlar sesini çıkaramıyor ya da çıkardıkları
zaman duyması gerekenler duymuyorlar. Son zamanlarda aynı Türkiye’de olduğu
gibi kapalı kapılar arkasında ihaleler yapılıyor. Aldığımız bir duyum, Telsim’in lisans devir sözleşmesini Vodafone’a
verdiğiyle ilgiliydi. Geçen günlerde Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı kısa bir
açıklama yapıyor, Telsim lisans ile devir sözleşmesi imzalanmış, bunu resmen
açıklıyorlar. Değerli milletvekilleri, adada İngiliz üslerinin varlığının zaman zaman tartışıldığını biliyoruz. Özellikle bu vericiler
konusunda, çevreyi kirlettiğiyle ilgili Rumlar zaman zaman
yaygaralar koparıyorlar. Baz istasyonlarıyla ilgili çeşitli sıkıntıları dile
getiriyorlar. Benzer bir olay ise geçen nisan ayında yaşanmış. Yeşil hatta
eylemler yapılmış, Avrupa Parlamentosu Milletvekili Marios
Matsakis, bazı AP üyelerinin üsleri ziyareti
sırasında gerçekleştirdiği eylem nedeniyle tutuklanmış. Tutuklamanın arkasından
açlık grevine başlamış. Tutukluluk hâlinin sona ermesine, İngiltere ile Güney
Kıbrıs Rum tarafı arasında çıkabilecek muhtemel bir krizin engellenmesi
istendiği için engellenmiş. Bütün bu gelişmeler Kıbrıs’ta yoğun tepkilere neden
oluyor, ama Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
Türkiye Büyük Millet Meclisine Kıbrıs’ta olan gelişmelerle ilgili en ufak bir
açıklama yapmıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde yayınlanan gazeteler, Türkiye
Cumhuriyeti’nde yayınlanan ve yarısı hükûmetin
kontrolüne geçen televizyonlar Kıbrıs’ta ne gibi gelişmeler var, Türk milletini
bilgilendirmiyor. Değerli milletvekilleri, bundan otuz dört yıl önce Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Hilarion Kalesi’nde veya oradaki
alayımızın topyekûn imhasıyla karşı karşıya kaldığı durumun bir defa daha
yaşanmasını ne Türk milleti adına ne Rum cemaati adına biz istemiyoruz. Ama
Türkiye İktidarı, AKP İktidarı bu vurdumduymaz tavrıyla, bu ver kurtulcu tavrıyla, bu işi sadece Talat’a havale ederek bu
işi çözemez. Uluslararası toplantılarda Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücünün
oradan çekilmesiyle ilgili Türkiye üzerinde baskıların yapılmasına çanak
tutamaz, tuttuğu takdirde çıkacak olayların tüm sorumluluğu AKP Hükûmetinin ve Başbakan Erdoğan’ın olacaktır. Burada Sayın Bakan oturuyor. Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
bir üyesi olarak Kıbrıs’ta olan gelişmelerden bilgi almak, bilgi sahibi olmak
istiyorum. Basın-yayın organları yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Durmuş, konuşmanızı tamamlayın. Buyurun. OSMAN DURMUŞ (Devamla) - …Sayın Dışişleri Bakanı ve Başbakandan
bilgi almak istiyorum. Ama maalesef Türkiye Hükûmeti
Kıbrıs’a arkasını dönmüştür, Kıbrıs’ın akıbeti Talat’ Bu duygularla, Türk milletinin Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Türk halkı
için, oradaki insanlarımız için, Türk milletinin haysiyet ve şerefi için biraz
daha duyarlı olması ve Kıbrıs’ta olanlara kulak vermesini diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Durmuş. Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan. Sayın Kaplan, buyurun. DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben derin bir Kıbrıs tahliline girmek istemiyorum; önünde
sonunda, Meclis gündeminde olan sağlıkla ilgili bir sözleşme. Zaten “Yavru
vatan.” deniliyor. Evet, sorunları var yıllardır ama yılan hikâyesine
döndürülmüş, çözümsüzlük ekseninde, geçmiş hükûmetler,
geçmiş iktidarlar resmî politikayı, statükoyu koymuş
ortaya. Maraş bölgesi, turizm bölgesi. O güzelim oteller
çürütülmüş, sahiller başıboş kalmış, ekonomisi çökertilmiş -Türkiye'nin, resmî
politikasıyla oraya danışman atadığı danışmanları dâhil- oradaki çoğu memurun
maaşı Türkiye'nin hazinesinden ödenir durumda bağımlılık derecesine getirilmiş,
kendi kaderini tayin etme özgürlüğü kısmen de olsa tanınmamış Kıbrıs’taki
toplumun, halkın tabii ki çok da fazla söz hakkı sahibi olamaması, self
determinasyon hakkını kullanamaması sonucu bu problemler yuvarlana yuvarlana bugüne kadar gelmiş. Bakıyorum, bugün, Kıbrıs’ta genç, dinamik bir yönetim var. İmzaya
baktım, Sağlık Bakanını İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilik yıllarından
tanıyorum. Birçoğunu birçoğunuz da tanıyordur. Avrupa Birliği süreci gelişiyor son dönemlerde, duvarlar yıkılıyor,
sosyalist sistem çöküyor, dünya siyaseti, konjonktürü
değişiyor ve bu konjonktürde elbette ki Kıbrıs’a onurlu bir çözüm getirmek
sadece Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin değil, Yunanistan’da, Bulgaristan’da,
Kafkaslarda ama bütün bunları yaparken ve isterken kendi içimizde de
farklılıklara, farklı kültürlere, farklı dillere aynı şekilde eşit mesafede
olma erdemini gösterebildiğimiz zaman birlikte çözüm konusunda adım atma
şansını yakalarız. 74 senesinde Kıbrıs çıkartmasında Kürt ve Türk Mehmetler omuz omuza
gitmişti Kıbrıs’a. Kıbrıs’ta bin türlü sorun var, birkaçına değindi
konuşmacılar. Kıbrıs’ta bir mülk sorunu var ki, ekonomik boyutuyla da devasa
bir boyutu olan bir sorun. Bir kere, gümrük, ambargo, uçuş
yasakları, bütün bunların ötesinde, şu an Louisville
davasıyla Kıbrıs’ta -Kuzey Kıbrıs’taki Rum mallarının sorunu iki bini aşkın
dava sonunda- ilginç bir benzetmeyle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, Louisville davası kararından sonra iki bin dava bir araya
getirildi ve emsal bir kararla o davalarda zaman ve süre sınırına bakılmaksızın
geriye dönülerek, Türkiye'nin -Özal döneminde imzaladı 1987’de bireysel başvuru
hakkını- daha da geriye giderek -bakın dikkat edin- bu mülk sorunu Louisville davasıyla, farklı bir devlet de olsa, farklı bir
devletin askerlerinin müdahalesi sonucu mallarını kaybettikleri gerekçesiyle
öyle bir hukuki durum yaratıldı ki, bu hukuki durum sonucu “Louisville’nun
parasını vermem.” diyen hükûmetler ne kadar dirense
de sonunda hem verdiler hem de Avrupa Mahkemesinde Doğu, Güneydoğu’da yakılan
köy davalarıyla Kıbrıs’taki davaları aynı kefeye koyup öyle bir ilginç
pozisyona getirdiler ki, dediler ki: Gidin tazmin komisyonları kurun Kıbrıs’ta.
İki kesim, iki toplum; Rum toplumuyla Kıbrıs Türk toplumu. Türk
toplumunu Rum kesiminde kalan malları için, Rum kesimini Türk toplumunda kalan
malları için kendi aranızda tazmin komisyonları kanalıyla bu sorunu çözün. Bu
ilerliyor ama korkuyorum ki sonunda Türkiye'nin başına patlar. Çünkü bu tazmin
komisyonlarının hem Kıbrıs’ta sağlıklı bir çözüme gitmediğini, o sorunların
daha da yumaklaştığını gösteriyor hem de Doğu ve Güneydoğu’da 300 bini aşkın,
İçişleri Bakanlığımızın bildirdiği, komisyonlara başvuru, yakılan yıkılan
köyler ve terörden zarar tazmin komisyonlarıyla ilgili ödemeler durmuş durumda.
Şimdi, Türkiye’de ödemeler durmuş durumda, bütçede para yok, İçişleri Bakanlığı
tekliyor, yerinde sayıyor, tazmin komisyonları çalışma yapamıyor, para
ödeyemiyor. 300 bin davadan 90 bini sonuçlanmış, 220 bin civarında da
Türkiye’de bekleyen var. Kıbrıs’takilerin hepsi de duruyor. Şimdi, bu arada, Annan Planı bir yandan, Birleşmiş Milletler…
Bakın, bir yandan Birleşmiş Milletler Annan Planı, diğer yandan Avrupa
Birliğinin katılım ortaklığı belgesinde koyduğu kriterler,
aynı şekilde ilerleme raporunda bizim bazı kriterlerimiz var yine Meclisten
geçmiş. İşte, bu konularda cesur bir dış politika, onurlu bir dış politika
yapılırken adil ve eşit olmak zorundasınız. Kendinize de eşit olacaksınız,
dışarıya da eşit olacaksınız. Kendinize de adil olacaksınız, dışarıya da adil
olacaksınız. Türkiye’deki Kürt, kendi dilinden dolayı ezildiği sürece
Kıbrıs’taki Türk’ün özgürlüğünü beklemek hayaldir. Çünkü 74 çıkartmasında Kürt
Mehmet’le Türk Mehmet omuz omuza gidip eğer orada çarpışıyorsa bu gücün
birliğini bileceksiniz. RASİM ÇAKIR (Edirne) – Mehmet’in bir tane adı vardır, o da
Mehmetçiktir. HASİP KAPLAN (Devamla) – Kürt Mehmet hep nöbete gider, herhâlde
komutanlar var burada. RASİM ÇAKIR (Edirne) – O sana göre öyle! HASİP KAPLAN (Devamla) – Beni konuşturmayın! Kürt Mehmet hep
nöbete gitmeyecek artık, bunu bilin. Bakın, şunu kafanıza kazıyacaksınız artık: “Kürt Mehmet hep
nöbete.” dönemi bitti. Kürt Mehmet artık nöbeti eşit tutacak, eşit saatlerde.
03.00-05.00 nöbetine Kürt Mehmet gitmeyecek. Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
gibi… RASİM ÇAKIR (Edirne) – Kim diyor onu? HASİP KAPLAN (Devamla) – …Mardinli, Şırnaklı Mehmet’le Zonguldaklı
Mehmet aynı görevi yapacak, aynı saatte askere gidecek, aynı saatte gelecek.
Öyle yağma yok! Biliyoruz, CHP döneminde de başka dönemlerde de Güneydoğu’ya… Ben daha dün Beytüşşebap’taydım. İki gün önce Kato
festivalinde o dağlarda askerin nasıl görev yaptığını gördüm. Askerin ve
oradaki halkın nasıl yaşadığını, nasıl bir risk ortamında, nasıl bir bunalım
ortamında olduğunu gözlerimle tanık oldum. Siz oradaki üç gün boyunca
yıkanmadan görev başında duran askerlerin, yirmi beş senedir süren çatışma
sürecinin siyasiler tarafından sonlandırılmaması nedeniyle duyulan o can
sıkıntısını ve oraya askere çocuğunu gönderen batıdaki, Karadeniz’deki,
Akdeniz’deki vatandaşlarımızın analarının, babalarının kaygılarını hiç dikkate
alıyor muyuz? Çok basit bir şey söyleyeceğim. Eğer bu sorunu siyasiler çözmüş
olsaydı bu kaygıyı burada yaşamayacaktık. Burada birlikte kardeş ve barış
içinde yaşamaya tekrar devam edip demokrasimizi güçlendirecektik. Aynı durumu,
size çok açık söyleyeyim… Kıbrıs’ta, Rum kesiminde milliyetçi-ırkçı yönetimler
vardı; onun karşısında Kuzey Kıbrıs kesiminde de çözümü bir türlü istemeyen,
kendini Türkiye’ye dayamış, hazinesinden beslenen bir yönetim. Sorunun
çözümsüzlüğü onların işine yarıyordu. Son beş senede, 99’dan bu yana Türkiye
Avrupa Birliği sürecinde bir adım attı, bir gelişti, konjonktür
gelişti, siyaset gelişti, Birleşmiş Milletler nezdinde Rumlardan daha haklı
duruma geldi. Oradaki Kıbrıs toplumu artık kendini savunabiliyor. Kıbrıs’taki
Cumhurbaşkanı Sayın Talat’la başlayan bu dönemde, hükûmetlerin
getirdiği dönemde anlayış farkı gelişti. Eğer siz Kıbrıs’ta da siyasetin başına militarizmi dikerseniz
sorunları çözemezsiniz. Çünkü bu tür sorunların ekonomik, sosyal, siyasal
boyutları vardır. Bu boyutlarıyla göreceksiniz. Ama çok açık söyleyeyim ben
de... Eğer daha cesur bir dış politika izlenmiş olsaydı -AKP için de, önceki hükûmetler için de söylüyorum- Kıbrıs sorununda, Kuzey
Kıbrıs’a ambargo uygulanırken Rum kesimi tek başına Avrupa Birliğinin üyesi
olmazdı. Bu geçmiş yönetimlerin beceriksizliğidir. Burada Kıbrıs’ta doğan
doktor var, anlattı demin. Eğer bu cesaret, bu siyasi irade bu Mecliste
gösterilseydi Rum kesimi tek başına Avrupa Birliği üyesi olmazdı. Türkiye bugün
bir oy olarak veto hakkını kullanıyor. Eğer, Kuzey Kıbrıs
Türk kesimi eşit iki toplum olarak, eşit haklara sahip olarak, ortak bir
yönetim modeli olarak tıpkı Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nde olduğu gibi eşit hakları
kullanan, eşit iki toplumun ortak yönetimiyle şekillenen bir devlet yönetimi
olarak, bütün olarak Avrupa Birliğine girseydi bugün Türkiye Cumhuriyeti
devletinin yanında, onun yanında olan bir ses, bir oy daha olacaktı. Bakın, çok basit bir örnek daha vermek istiyorum: Albaylar Cuntası
Yunanistan’da yapıldıktan sonra, çok kısa bir süre sonra Avrupa Birliğine
girdi. O zaman Yunanistan’ın ekonomisi Türkiye’den iyi miydi, Yunanistan’daki
enflasyon Türkiye’den iyi miydi, Yunanistan’daki işsizlik Türkiye’den iyi
miydi? Tamamen siyasi öngörüsüzlük sonucu bir tarafta sermaye küreselleşirken,
bir tarafta insan hakları, demokrasi, hukuk modası gelişirken, 21’inci yüzyıla
bu değerler damgasını vururken, biz kendi yurttaşlarımız arasında bile hukuku
çok görmeye başladık. Arkadaşlar, samimi olmak zorundayız. Siyaseti doğru yapmak
zorundayız, objektif yapmak zorundayız. Bakın, Kıbrıs’ı konuşurken Kıbrıs’ Biz, bugün, Kıbrıs’ta üniversitelerde doğu, güneydoğu’dan giden
kardeşlerimiz var, batıdan da gidiyor, Karadeniz’den de gidiyor. Denklik
sorunları yaşıyorlar. Bir sürü sorunlar yaşanıyor. Şimdi, bu sözleşmeye baktığımız zaman, sağlık alanında ortak
eğitim, ortak eğitimle beraber Kuzey Kıbrıslı vatandaşlarımızın Türkiye’de
hizmet görmesi, meslek icra etmesi veya Türkiye’dekilerin gidip Kıbrıs’ta
meslek icra etmesi, karşılıklı olarak tıpta uzmanlık sınavlarından
yararlanmaları… Bırakın Kıbrıs gibi güzelim bir ülkenin sadece kumu, güneşiyle
değil, turizmde, sağlık turizminin de Türkiye katkılarıyla, Türkiye
ortaklığıyla sağlık turizm merkezlerinden biri olmaya aday olduğu… İngiltere
başta olmak üzere, ki Kıbrıs’a en çok müdahil olan
ülkelerin başında. Sağlık hizmetlerinin pahalılaşması, tıptaki gelişmeler,
teknikteki gelişmeler, eğitimdeki gelişmelerin Türkiye’deki kazandığı ivme ve
başarı nedeniyle bizim alanımızdaki sağlık hizmetlerinin yine Kıbrıs kanalıyla
dünyaya açılması, aynı zamanda o ambargoyu fiilen kırmaktan başka bir şey
değildir. Böyle büyük düşünüldüğü zaman, kendi Türk’üne de, kendi Kürt’üne
de, kendi Laz’ına da, kendi Çerkez’ine de sahip çıkılıp o güzelim insanların bu
cumhuriyeti kuran renkler olduğu anlayışıyla bakıldığı zaman, hukuk ve
demokrasi içinde yapılamayacak, çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Biz çokça acı yaşadık, biliyoruz. Bu acıları başka ülkeler de
yaşadı. O ülkelerde de darbe süreçleri oldu. Kıbrıs… Evet, yaşadı, gerçek.
Kıbrıs’la beraber Yunanistan yaşamadı mı Albaylar Cuntasıyla? İtalya… Mafya, Temiz Eller Operasyonu… Geç, yanında Fransa. Korsika sorununu hâlâ çözememiş Fransa’nın
siz rahat mı olduğunu düşünüyorsunuz? Hâlâ iki yüz farklı etnisite
ve dil konuşulduğu için Fransa Senatosunda dille ilgili çıkan bir kararın bu
son haftada Fransa’nın gündeminde olduğunu biliyor muyuz, bunu tartışıyor
muyuz? Elbette ki Kıbrıs sorununu Kıbrıs’tan Sayın Talat’la, Başbakan Soyer’le, bakanlarıyla burada bilgilenme, yüce Meclisin
burada tartışmaya açıp doğru bir politikayı partiler üstü geliştirme ve bu sorunu
hızlandırarak çözme konusu hepimizin, ülkemizin yegâne dış politikası olmalı. Bir tek burada insanlar bu tür çözümlerde ve nerede olursa olsun
onurlarından ve gururlarından, asla kimliklerinden ve benliklerinden taviz
vermeden, haklı, adaletli, kendi kaderini tayin hakkının gerekleri neyse… Ki
Türkiye en sonunda Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ni
imzalayıp onaylayarak da buna taraf olan bir ülkedir. Bu çerçevede baktığımız zaman, işte dün Bulgaristan’da ezilen
Türklerin bugün yönetimde olduğunu görüyoruz ama orada ATAKA gibi ırkçı
partiler var, Türkleri görünce saldırıyorlar. Şimdi, bunu da görüyoruz. Yine biliyoruz ki Yunanistan’da, Gümülcine’de
hâlâ çok ciddi sorunlar var. Onu da göreceğiz, farkına varacağız. Yine biliyoruz ki Kafkaslarda birtakım sorunlar var. Şimdi, bu sorunlar bu büyük ülkenin coğrafyasının stratejik
ortamında olacak. Büyük bir ülke, 70 milyon. Bu 70 milyonun başında dirayetli
dış politikayı gerektirecek bir anlayışın oturması ve gelişmesi gerekiyor, bir
stratejinin gelişmesi gerekiyor. Kıbrıs’ın çözümsüzlüğündeki her gün Türkiye’ye
fatura ediliyor, Kuzey Kıbrıs’a fatura ediliyor. Her çözümsüzlük günü
kaynakların, ekonominin başka yere akması demektir. O zaman, Kıbrıs’ın hem
kendi özgürlüğüne hem kendi bağımsızlığına hem kendi hukukuna kavuşmasında,
güçlü bir ekonomi olarak Akdeniz ülkeleri içinde güç almasında, elbette ki
Barselona Anlaşmasını Akdeniz’in ortasında olan bu adanın hukukunu koruyacak
şekilde geliştirmekte de büyük yarar vardır. Bunun için ben Sarkozy’nin
elbette ki Başbakan Erdoğan’ı davet etmesini ve Sayın Başbakanın da gitmesini
son derece doğru buluyorum. Barselona Anlaşması sadece Fransızların,
İtalyanların keyfine, hoşuna gitmesine göre bir Akdeniz yaratma sevdası
değildir. Bu ülkenin geçmişte, tarihte Trablusgarp’tan
Libya’ya, Libya’dan Mısır’a yakın tarihe kadar geçirdiği tarihi, hâkimiyet
dönemlerini, mağrip ülkelerini, Fas’ı, Cezayir’i Akdeniz olarak görmeyen,
Akdeniz’i sadece karşısında yaşayan dört tane ülkeden, İspanya’dan, İtalya’dan,
Fransa’dan veya Adriyatik kıyısındaki Yunanistan’dan mürekkep gören bir anlayış
Türkiye’yi dar, sığ ve gerçekten kendi kabuğuna çekilmiş, kendini anlatamamış
bir ülke olmaktan başka bir duruma sokmaz. Türkiye öyle güçlü bir ülke
ki, öyle bağları Akdeniz’de geliştirebilmeli ki… Daha iki hafta önce
Marsilya’da, Fransa’daki iktidar partisinin Akdeniz’den sorumlu milletvekiliyle
görüştüğümde bana şunu söylüyordu: “Akdeniz Birliğinin parlayan yıldızı Türkiye
olabilir.” Bakın, Akdeniz’in parlayan yıldızının… Barselona’da ekonomik,
kültürel, sosyal ilişkiler anlamında çünkü bu anlaşma onu kapsıyor. Suriye
bakın aşağıdan, Lübnan aşağıdan; İsrail’le ilişkiler ortada, Mısır’la ilişkiler
ortada; Libya, Fransa, Tunus, Cezayir sekiz, dokuz, bir de Kıbrıs, on tane ülke.
On tane ülkeyle birçok yönden ilişkisi ve tarihsel bağı olan Türkiye, neden
liderlik pozisyonunu geliştiremesin? Geliştirdiği zaman Kıbrıs’ın sorunlarının
çözümü de o kadar kolaylaşacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. HASİP KAPLAN (Devamla) – Ben bu duygularla… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Kaplan, yirmi dakika oldu. HASİP KAPLAN (Devamla) - Bütün gruplar yirmi dakika kullandığı
için ben de yirmi dakikamı kullandım. Beşer dakika demiştim. Diğerinde de
söylüyorum, beşer dakika konuşursanız beşer dakika, yirmişer dakika
konuşursanız yirmişer dakika. Eşit olacağız birbirimize. Kürt Mehmet de iki saat nöbet tutacak, 12.00-01.00 nöbetini.
3.00-5.00 nöbetini de Mehmetçik. Kimi zaman o onun yerine tutacak. Bu ülke
-cumhuriyetin kuruluşu- böyle kuruldu bu yüce Meclisin çatısı altında, böyle de
güçlenecektir birliği. Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır. Şahsı adına söz talebi var mı efendim? OKTAY VURAL (İzmir) – Şahıslar adına Erdal Sipahi Bey. BAŞKAN – Erdal Sipahi Bey ve Sayın Genç. Buyurun Sayın Sipahi. KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Biraz önce birtakım bölücülük gayretlerinin Türk Silahlı
Kuvvetlerine ve Mehmetçiğe sıçratılmasıyla ilgili çok kötü bir örnek yaşadık,
çok kötü bir örnek yaşadık. Birtakım bölücü gayretlerin, milletimize
sıçratılmaya çalışılan bölücü gayretlerin Türk Silahlı Kuvvetleri saflarında
omuz omuza, birlikte görev yapan, birlikte can veren, şehitliklerde birlikte
yatan çocuklarımıza, evlatlarımıza sıçratılmasına ben müsaade etmiyorum ve siz
saygıdeğer milletvekillerinin müsaade etmemesini de lütfen istirham ediyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) HASİP KAPLAN (Şırnak) – Yok mudur böyle bir gerçek? “Kürt Mehmet
nöbete.” gerçeği yok mudur? KAMİL ERDAL SİPAHİ (Devamla) – Böyle bir gerçek yoktur. O çirkin
bir sözcüktür. Ben size şu anda, o bölgede görev yapan birisi olarak, otuz altı
senesini Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli olarak geçiren bir kişi olarak
bildiklerimi anlatacağım ve bildiklerimi yüce Meclisin takdirlerine sunacağım. Sene 90-92, Gelibolu’da alay komutanıyım. Aradan bir sene sonra,
Şırnak güvenlik komutanı ve tugay komutanı olarak tayinim çıktı. 90-92 arasında
Gelibolu’da emrimde görev yapmış ne kadar Şırnaklı Mehmetçik var ise istisnasız
tamamı elimi öpmeye geldiler Şırnak’taki tugay karargâhına. Yani, bu çocuklarım
benim Gelibolu’dayken Mehmetçiğimdi, evladımdı, canım ciğerimdi de Şırnak’a
gidince başkası mı oldular? (MHP sıralarından alkışlar) Hâlen birçoğunun adresi
ve telefon numarası vardır, birçoğuyla haberleşmeye devam ediyorum. Onlar,
Gelibolu’da, benim alayımda ne kadar Mehmetçiğim, evladımsa Şırnak’taki görevim
süresince de, şu anda emekli bir general olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyesi olarak da, aranızdan birisi olarak da aynı derece evladım. Bunu
bilmenizde yarar var. Bir başka olay: PKK insanlara saldırırken, Mehmetçiğe saldırırken
bu şu mu, bu bu mu diye sormuyor. Sayın Kaplan gider,
tahkik eder. Sene 1994. Yerini hatırlayamayacağım, bir yöredeki saldırıda
Cizreli bir Mehmetçiğimiz şehit düştü. Aradan bir ay geçti -iyi bilirler-
Şırnak’ın Uludere ilçesinin Yemişli köyünden İstanbul’da mukim bir başka
Mehmetçiğimiz Ağrı’da PKK tarafından şehit edildi. Ülkenin diğer yörelerinde,
aziz şehitlerimize hangi işlem yapılıyorsa fazlasıyla, orada, bizzat komutan
olarak benim katılmamla, al bayrağa sarılarak, başlarında dua edilerek, cenaze
namazları kılınarak, dualar içerisinde, tekbirler içerisinde toprağa tevdi
edilirken… İSMAİL GÖKSEL (Niğde) – En kötüsü de bu. KAMİL ERDAL SİPAHİ (Devamla) – …askeriyle, siviliyle, köylüsüyle,
jandarmasıyla, piyadesiyle, komandosuyla hep birlikte yaptık. Gidin bakalım Çanakkale’deki şehitliğe, Şırnaklı ile Balıkesirli,
Sinopluyla Hataylı yan yana yatıyorlar mı, yatmıyorlar mı? Gidin Sakarya
Şehitliği’ne, yan yana yatıyorlar mı, yatmıyorlar mı? Gidin, bugünkü, terör
mağduru, PKK denen hain, Ermeni iş birlikçisi, onun bunun kışkırttığı bölücü
örgütün şehit ettiği çocuklarımızın doğum yerlerine, memleketlerine bakın. OKTAY VURAL (İzmir) – Kundaktaki bebeleri… KAMİL ERDAL SİPAHİ (Devamla) – …kundaktaki bebeklere bakın, nüfus
ayrımı yapılmış mı, yapılmamış mı? Onlarca bebeğin nerelerde katledildiğini,
nasıl katledildiğini bilen benim. Beytüşşebap’tan bahsettiler. Gene sene 1994, ilkbaharında, PKK
tarafından Beytüşşebap’ın girişindeki bir evde on yaşındaki bir kız çocuğuyla
yetmiş yaşındaki dedesinin birlikte öldürülüp yakıldığını gören benim. Ertesi
günü gittiğimde hâlâ o insanların insan eti kokusu, yanık kokusu devam
ediyordu. Allah aşkınıza siz bu memleketin insanlarını bıraktınız da şimdi de
bu bölücülük Mehmetçiğe mi yönelmeye başladı! Sayın arkadaşlar, hepinizin
namına telin ediyorum ve bu telinimize lütfen hepinizin katılmasını istirham
ediyorum. Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Efendim. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Çok kısaca yanıt hakkımı kullanmak
istiyorum. Çok ağır suçlamalar bunlar, kabul edilebilir değil, söylenenin
duyulması lazım. (CHP sıralarından gürültüler, MHP sıralarından sıra
kapaklarına vurmalar) K. KEMAL ANADOL (İzmir) – PKK’yı suçla sen! BAŞKAN – Sayın Kaplan, şahsa hiçbir sataşma bu şekilde olmadı,
sadece belirli bir kısım olayları anlattı. OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır efendim, tutanaklara bakın. BAŞKAN - Sayın Genç, buyurun efendim. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Hayır efendim, bakın, burada direkt
olarak… Evet, bu ülkede Kurtuluş Savaşı’nda beraberdik, şehit oldu
insanlarımız, cumhuriyeti kurdu, bu Meclisi de kurdu. Kardeş ise kardeş haklara
sahip olmaları kadar doğal bir şey yok ama hiç kimse… (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler) İzin verin Sayın Başkanım. Burada, bu kürsüde benim konuşmamı
terörizmle ilişkilendirerek böyle bir yanıt verme hakkına sahip değil, herkes
eleştirisini yapabilir. Sayın Başkan, ben şunu sormuyorum: Sayın Milletvekilim emekli
paşadır. Kaç tane Kürt general var? Sorabilirim. Kürt olduğu için orduya
alınmayanları sorabilirim bu Mecliste. Sorarım, cevap verirseniz… (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler) TAYFUR SÜNER (Antalya) – Bu kadar tahrik olur mu ya! BAŞKAN – Neyse… Evet… Sayın Kaplan… Sayın Kaplan oturunuz. Sayın Genç, buyurun efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bunları sorduğum zaman “terörizm”
diyemezsiniz. Niye böyle…(Gürültüler) 5 bin tane köy yakıldı, 4 bin tane faili
meçhul cinayet yaşandı. Böyle şey olmaz ya! BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen. Arkadaşlar, sakin olalım. Sayın Kaplan lütfen… Sayın Genç, buyurun, Genel Kurula hitap ediniz efendim. TAYFUR SÜNER (Antalya) – Ayıptır! Bu kadar tahrik olmaz ya? BAŞKAN – Sayın Süner… HASİP KAPLAN (Şırnak) – Avrupa mahkemelerinde mahkûm oldular.
Biraz insaflı olalım, insaf denen bir şey var, eleştireceğiz bunları! BAŞKAN - Sayın Kaplan, lütfen. Sayın Genç, buyurun efendim. KAMER GENÇ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri… SONER AKSOY (Kütahya) – Hangi hakla savunuyorsun! BAŞKAN – Sayın Aksoy… HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kürt Mehmetçik nöbete devam ediyor, hiç
büyüklerin çocukları gitmiyor oraya. Bunları dedim. (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Kürsüdeki hatibi dinleyelim arkadaşlar! KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum Bakın, değerli milletvekilleri, biz hepimiz Türkiye Cumhuriyeti
devletinin vatandaşlarıyız. 1920’lerde Osmanlı Devletini yıktıktan sonra bu
devleti işgal eden yabancı güçlere karşı doğusuyla, batısıyla, güneyiyle,
kuzeyiyle hep beraber mücadele ettik. Eğer o mücadele sırasında doğudaki
bizler, bu devletten ayrılmayı ilke edinseydik o zaman İstiklal Savaşı’na
katılmazdık, o zaman gelen yabancı güçlerle iş birliği yapardık ve o zaman da
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna bizim katkımız olmazdı. İnsanların bazı gerçekleri kavraması lazım. Yani, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin kuruluşu aşamasında doğusuyla, batısıyla, güneyiyle,
kuzeyiyle, en zor günde insanlar kuvvet birliği yaptılar, birlikte hareket
ettiler, bu vatanı düşmandan kurtardılar. Şimdi, o yüce insanların kan dökerek,
can vererek kurtardıkları, kurdukları bu Türkiye Cumhuriyeti devletini el
birliğiyle, birlikte hareket ederek yüceltmemiz lazım. Türkiye Cumhuriyeti
devleti üzerinde oynanan oyunlar ortada. Bu oyunlara gelmeyelim. Türkiye’de
yapılan silahlı eylemlerin de bu memlekete bir fayda getirmeyeceğini herkesin
bilmesi lazım. Bir devletin ayakta durmasının en önemli unsurlarından birisi o
devletin vatandaşlarının o devlete sahip çıkmasıdır. Eğer devletin vatandaşları
devlete sahip çıkmazsa o devlette hukuk olmaz, nizam olmaz. Bakın, bir
arkadaşım Almanya’da otobüs şoförlüğü yapıyordu ve diyordu ki: “Bir dakika
otobüs durağına geç geldiğim zaman, yukarıdaki hemen telefon ediyordu ilgili
firmaya, beni şikâyet ediyordu.” Bir devleti ayakta tutan o devletin
vatandaşlarının o devlete sahip çıkması yolundaki kararlı, inançlı
birlikteliğidir. Memleketimizin her tarafında birtakım haksızlıklar olabilir. Benim
ilimde de büyük haksızlıklar olabilir ama o haksızlıkları esas alarak bir kin
güderek, Türkiye Cumhuriyeti devletine bir kin güderek, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin belirli güçlerine, kurumlarına kin güderek bir yere varamayız. Gelin, bu saatten sonra -geçmiş geçmişte kalmıştır- akılla,
izanla, bir iş birliği ile şu Türkiye Cumhuriyeti devletini yabancı emperyalist
güçlerin parçalamasına yönelik o hain emellerine karşı koyalım ve
birlikteliğimizi koruyalım. İşte, Amerika’nın Irak’ta yaptığı vahşeti herkes
unutmasın. Amerikan boyunduruğu altında geliştirilecek bir hareketin de Türkiye
Cumhuriyeti devletinin, onlara sırtını dayayan vatandaşlara bir faydası
olmayacağını da herkesin bilmesi lazım. Şimdi, değerli milletvekilleri, Kıbrıs’la ilgili bir anlaşma
yapılıyor. Tabii bu anlaşmayı hepimiz canıgönülden
destekliyoruz. Şimdi, biliyorsunuz, Kıbrıs’ın Türk ve Rum tarafında iki tane
yoldaş var. Bu yoldaşlar güya anlaşacaklar ama benim gördüğüm kadarıyla bu
yoldaşlardan Türk tarafı olan haklarını pek korumuyor. Şimdi, “tek millet” diye, “tek hâkimiyet” diye sözler atılıyor
ortaya. Geçmişte Annan Planı’nı kabul ettirmek için AKP İktidarının buraya
verdiği yanlış yönü hepimiz biliyoruz. Ayrıca da Hükûmet
eskiden Türkiye Büyük Millet Meclisine gelir, bir bilgi verirdi. Kıbrıs’taki
olaylar nedir, hangi safhadadır, Meclis de bilirdi. Zaman zaman
burada Meclis karar alırdı ve bu karar doğrultusunda da hükûmetler
hareket etmek zorundadır. Ama maalesef AKP iktidara geldikten sonra bu
gelenekten vazgeçildi. Perde arkasında çeşitli güçlere ve Avrupa Birliğine
girerim bahanesiyle veyahut da Avrupa Birliğinin bu konudaki yönlendirmesiyle
de biz maalesef Kıbrıs’a her gün taviz veriyoruz. Bu olmaz bir defa değerli
arkadaşlarım. Bu hafta gördünüz. İşte, Paris’te “Akdeniz İçin Birlik” diye bir
toplantı yapıldı. Şimdi, oradaki toplantıyı gözünüzün önüne getirin. Türk
tarafında giden o iki hanımın orada çarşaflı görüntüsü laik Türkiye Cumhuriyeti
devletinin görüntüsüne uydu mu arkadaşlar? Şimdi adamlar diyor ki: “Kardeşim,
sen evvela kıyafetini bana uydur.” “Kıyafetini uydur bana.” diyor ya! Yani “Siz
kendi karınızı, kendi kadınlarınızı kara çarşafın içine koyar getirirseniz biz
sizinle iş birliği yapamayız, aynı kulvarda
oynayamayız, aynı birlik içinde olamayız.” Bakın, insanlar inançlarını istedikleri gibi yaşayabilirler ama
devletin belli bir kademesine geldiğiniz zaman o devletin geleneklerini bir
tarafa atamazsınız. İnançlarınızı yaşıyorsanız gidin, evinizde oturun. Ama
Türkiye Cumhuriyeti devletini
temsil eden bir makama geldiğiniz zaman… İSMAİL BİLEN (Manisa) – Allah Allah…
Meydanı sana mı bırakalım? KAMER GENÇ (Devamla) – …o
Türkiye Cumhuriyeti devletine Arap ülkesi görüntüsünü verecek bir davranış
içinde olamazsınız sayın milletvekilleri. Bunları bilmeniz lazım. MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Boyundan büyük konuşma! Uluslararası
anlaşma anlaşmadır. KAMER GENÇ (Devamla) –
Şimdi, yine duyduğumuza göre -bunun cevabını bekliyoruz Sayın Bakandan-
efendim, Houston Konsolosunun süresi doluyormuş, oraya -Dışişleri Bakanlığı
geleneğinde olmayan bir uygulama yapılıyormuş- dışarıdan Fethullah
Gülen’e yakınlığı bilinen bir profesör atanıyor. Sayın Bakan, eğer böyle atarsanız, çok, burada bunun hesabını
veremezsiniz. Yani, dışişlerinde konsolosluğa atanmak için belli kurallar
vardır, dışişlerine gelmek vardır ama birilerine yaranmak için orada, dışarıda,
Türk dışişleri geleneğini bozacak bir davranış içinde bulunamazsınız
arkadaşlar. Yani, ben şimdiden size onu da söyleyeyim. Değerli milletvekilleri, şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devletini
idare edenler bazı gerçeklerden kaçıyorlar. Şimdi, Kıbrıs’ta iki tane devlet
var, iki millet var. Kıbrıs meselesi çözümlenmiş, Kıbrıs hükümeti kurulmuş.
Yani niye “Kıbrıs problemi var.” deniyor, ben anlamıyorum. Şimdi, Avrupalılar başka yerlerde değişik dil, değişik ırk,
değişik din taşıyan kişileri -bağımsız milletler- ayırmaya çalıştıkları hâlde,
yani Kıbrıs’ta iki devletin var olması için var olması gereken bütün unsurlar
var. İşte iki millet var, iki dil var, iki din var. Bu insanlar eskiden de bir
arada birbirlerini boğazlamışlar, tabii Türk tarafından ziyade Yunanlılar
devamlı gitmiş oradaki insanları katletmiş. Artık orada devlet de kurulmuş,
devlet yaşıyor. Peki, bu devleti şimdi neden acaba Türk tarafını feshedip de gidip
bilmem ondan sonra Rumların merhametine terk etmeye çalışan zihniyet ve
özellikle AKP’liler bunu destekliyor? Ben buna hayret ediyorum. Yani, Kıbrıs
meselesi çözümlenmiştir arkadaşlar. İstiyorsanız, hani, çok, bu Araplar falan,
tamam “arkadaşlarımız, dostlarımız” diyorsunuz, buyurun, tanısınlar. Hani
Müslüman’ız ya, hani sırası geldi mi onlara toz kondurmuyorsunuz ya. Buyurun,
işte tanısınlar yani. Kıbrıs’ın tek eksiği başka… FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Sen Müslüman değil misin, niye böyle
konuşuyorsun? KAMER GENÇ (Devamla) – Ben senden daha iyi Müslüman’ım
tamam mı. Evvela Müslüman’ın özünde dürüstlük
vardır, dürüstlük, yani kamu malına el uzatmamak vardır. Ben hepinizden daha
fazla… Yani ben kendimi kastetmiyorum. Ben diyorum ki… Yani işte sırası geldi
mi hep doğuya doğru kayıyorsunuz. Söyleyin kardeşim, hadi tanısınlar, Kıbrıs’ı
tanısınlar. Niye tanımıyorlar? İşte her gün oralara gidilip geliniyor da işte
Suudi Arabistan Kralı geliyor, burada gidip de dizlerinin önünde çökenler
söylesinler ya! Ondan sonra bilmem yedi tır eşya geldi, bilmem hediyeler geldi,
açıklanmıyor. Söylesin bunları. ASIM AYKAN (Trabzon) – Nezaketinizi koruyun. KAMER GENÇ (Devamla) - Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
itibarını koruyamıyorsunuz, maalesef koruyamıyorsunuz. Neden? Şimdi, Sarkozy çağırdı işte Türkiye’yi. Sarkozy
çağırırken en azından eğer o birliğe Türkiye gitmeseydi o toplantı fasa fiso
olurdu, fiyaskoyla sonuçlanırdı. O zaman, fırsat elinize geçtiği zaman, o
fırsatı iyi değerlendirmek lazım. O zaman Sarkozy’e
diyecektin ki: “Kardeşim, sen Avrupa Birliğinde kapattığın başlıkları aç, ben
de o zaman geleyim senin bu toplantına katılayım.” Yani olayda… (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Efendim, işte gittikten sonra denilmedi ki. Kim dedi? Ben
duymadım, siz duydunuz mu? Yok öyle bir şey. Onun
için, bu devletin başına gelen insanların devletin kurumlarını kendisinin
koruması lazım. İşte her vesileyle Avrupa Birliği, hesaplarına geldiği zaman
Türkiye'yi güçlü tutan organlarını yok etmek için her vesileyle saldırıyorlar.
İşte “Türkiye’de efendim Atatürkçülüğü yok edeceksiniz.” diyor. Aslında bunlar
Atatürkçülüğü, Kemalizmi bilmezler. NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Kim diyor canım, kim diyor Türkiye’de
Atatürkçülüğü yok edeceksiniz diye? KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, işte Avrupa Birliği diyor. Yani
ilerleme raporlarında okumadınız mı? Yani ilerleme raporları “Kemalizmi yok edin” diyor. İşte sizinkiler de buna çanak
tutuyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Kemalizm başka, Atatürkçülük başkadır.
Kemalizm Fransızların görüşüdür. BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. KAMER GENÇ (Devamla) – O sizin görüşünüz. Ondan sonra “Efendim, ordunuz, bu Türk Ordusu güçlü bir ordudur;
ne yapalım, orduyu yıpratalım.” Tamam da kardeşim yani
eğer birileri suç işlemişse… Bütün bunlar, hepsi Avrupa ilerleme raporlarına
giriyor ve bu İlerleme Raporu’nda da buraya bu tüyoları da veren AKP’li iktidar
mensupları. Bunları bilmeyen yok ki. Türkiye’de yaşıyoruz. O bakımdan, şimdi, sizlere tavsiyem, Türkiye Cumhuriyeti devletini
yöneten insanlar devletin kurumlarına, devletin itibarına sahip çıkmalıdır.
Kıbrıs’ta Kıbrıs devleti, Türk devleti kurulmuştur. Burada Kıbrıs’ın çözülecek
bir meselesi yoktur. Gücünüz varsa Avrupalı devletlere dersiniz ki kardeşim
veyahut da diğer devletlere “Buyurun, devlet orada. Bunu tanıyın.” ve biz de
ondan sonra bu meseleyi çözümlemiş oluruz. Yoksa getirip de şeylerin altına…
(AK PARTİ sıralarından gülüşmeler) Anlamadım, niye gülüyorsunuz ya! Hayır, yani gülünecek bir şey
varsa… Şimdi, öyle kilolu adamların benim önümden geçmesini çok gördüm, merak
etmeyin. Efendim, saygılar sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 1’inci maddeyi okutuyorum: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA SAĞLIK ALANINDA İŞBİRLİĞİNE
İLİŞKİN ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI MADDE 1- (1) 24 Mart 2008 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık
Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşma”nın onaylanması uygun bulunmuştur. BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ. (CHP
sıralarından alkışlar) Buyurunuz. CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye ile
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında her alanda olduğu gibi sağlık alanında
da iş birliğinin mümkün olan en yüksek düzeyde gerçekleştirilmesini kuvvetle
destekliyoruz. Bu bakımdan, incelediğimiz yasa tasarısını memnuniyetle
onaylıyoruz. Ancak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti şu sırada Cumhurbaşkanının ve
Başbakanının basiretsizliği nedeniyle son derece tehlikeli bir mecraya
sürüklenmektedir. Bu nedenle, bu son derece önemli gelişme hususunda
görüşlerimizi yüce Meclisle paylaşmak zorunluluğunu duyuyoruz. Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi Lideri Dimitris Hristofyas
arasında başlatılan görüşme süreci Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını
tehdit eden son derece tehlikeli bir sürece girmiştir. Türk halkının dikkatleri
1 Temmuzda Ergenekon davası bağlamında emekli orgenerallerin tutuklanmasına
odaklanmışken aynı gün Talat ile Hristofyas’ın
gerçekleştirdikleri üçüncü görüşmenin ardından açıklanan ortak bildiride, iki
liderin gelecekteki birleşik Kıbrıs’ta tek egemenlik ve tek vatandaşlık
konularında ilke anlaşmasına vardıkları bildirilmiştir. Türkiye'nin iç politika sorunlarıyla cebelleştiği bir ortamda
önemi medya ve kamuoyu tarafından yeterli şekilde değerlendirilemeyen, hatta
gözden kaçan bu gelişme son derece endişe vericidir. Çünkü,
bundan sonraki müzakerelerin bu köklü ve kapsayıcı nitelikteki tek egemenlik,
tek vatandaşlık ilkesi üzerine bina edilmesinin sadece bir sonucu olabilir. Bu
da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kıbrıs devletini temsil eden Rum
yönetimine yamanması, eklemlenmesi ve Kıbrıs Türk halkının Rum hâkimiyeti
altına sokularak azınlık hüviyetine indirgenmesidir. Tabiatıyla, böyle bir durumda Kıbrıs’tan Türk askeri çıkacak ve
garanti anlaşması geçersiz sayılacaktır. Kısacası, bu durum Türk milletinin
1974’ten bu yana Kıbrıs uğruna katlandığı tüm fedakârlıklar karşılığında elde
etmiş olduğu kazanımların bir kalemde yok olmasına ve aynı zamanda Türkiye'nin
güneyindeki yaşamsal önemdeki bir stratejik ikmal yolunun da kuşatılmasına,
tıkanmasına yol açacaktır. Değerli arkadaşlarım, burada önemle vurgulanması gereken bir
husus, Kıbrıs’ta Rum egemenliğinde üniter bir devleti
kurma amacına zemin hazırlayan, sözünü ettiğim 1 Temmuz Ortak Bildirisi’nin
Millî Güvenlik Kurulunun 24 Nisan 2008 toplantısında kararlaştırılan çözüm
parametrelerine tamamen ters düştüğüdür. Millî Güvenlik Kurulu bildirisinde,
adada hâlihazırda iki bağımsız ve egemen devletin var olduğu ve bunların kurucu
devletler olarak egemenliklerini ortak bir yapıya vermek suretiyle iki halklı,
iki kesimli, iki kurucu devletin eşit siyasi statüde olacakları yeni bir yapı
oluşturabilecekleri belirtilmekte ve çözümün bu çerçevede araştırılması
zorunluluğu vurgulanmaktadır. Bu kavramların ve unsurların tarif ettiği çözüm şekli
Hristofyas’ın Talat’a dayattığı “tek egemenlik ve tek
vatandaşlık” kavramlarının geçerli olacağı üniter bir
devlet yapısı değildir. En ilginç olan husus da değerli arkadaşlarım, bugüne kadar
Dışişleri Bakanı veya AK PARTİ Hükûmeti tarafından 1
Temmuz açıklamasını doğrudan değerlendiren hiçbir açıklama yapılmamış
olmasıdır. Dışişleri Bakanlığının web sitesinde bu konuda hiçbir resmî yorum
yoktur. Bunun anlamı, Hükûmetin, Cumhurbaşkanı
Talat’ın “tek egemenlik ve tek vatandaşlık” konularında girmiş olduğu son
derece tehlikeli angajmanı kabul etmiş olduğudur. Bu gelişmeler karşısında değerli arkadaşlarım, şu hususların
belirtilmesi zorunlu olmaktadır. Birincisi: Cumhurbaşkanı Talat’ın Kıbrıs’ta ulusal mutabakat
oluşturulmadan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olarak attığı
bu adımın Kıbrıs Türk halkı üzerinde hiçbir bağlayıcılığı olmadığıdır. Bu
bakımdan Sayın Talat girmiş olduğu bu yanlış yoldan çıkmaya ve vatan sevgisi,
Kıbrıs Türklüğünün şuuru ve anayasal sorumlulukları çerçevesinde hareket etmeye
davet edilmelidir. (CHP sıralarından alkışlar) İkincisi: AK PARTİ Hükûmeti,
izlediği politikayla, sadece Kıbrıs Türk halkının yarım asır boyunca varoluş ve
özgürlük mücadelesi sonunda elde ettiği hakları değil, aynı zamanda Türkiye'nin
bu konuda yaptığı büyük fedakârlıklarıyla, ülkemizin yaşamsal stratejik
çıkarlarını tehlikeye atmaktadır değerli arkadaşlarım, çünkü müzakerelere tek
egemenlik ve tek vatandaşlık ilkelerinin esas alınarak başlanması, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin egemenlik statüsünün ortadan kaldırılmasına ve onun Rum
Kıbrıs devleti içinde azınlık haklarından yararlanan bir vilayete
dönüştürülmesine baştan razı olmak anlamına gelir. Bu bakımdan, Sayın Başbakandan acilen şu soruları yanıtlamasını
istirham ediyoruz: 1) İnanılmaz bir tavizkârlığa neden olan
Talat-Hristofyas ortak açıklamasının üstünden iki
hafta geçmesine rağmen, Hükûmetiniz bu konuda neden
açıklama yapmaktan kaçınıyor? 2) Yanlış bir temelde ve zeminde başlayan Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti-Kıbrıs Rum yönetimi görüşme sürecinin nasıl sonuçlanacağı Hükûmetiniz tarafından değerlendirildi mi? 3) Hükûmetiniz, tek egemenlik ve tek
vatandaşlık formülü temelinde müzakereye başlanmasının, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin çöküşüne yol açacağının ve Kıbrıs Türk halkının esareti
sonucunu doğuracağının acaba farkında mıdır? 4) Bu formülün Türkiye'nin güneyden de kuşatılmasına ve ülkemizin
yaşamsal stratejik çıkarlarının yok olmasına yol açacağını görmüyor musunuz? Yunanistan Dışişleri Bakanı Bakoyannis’nin
12 Haziranda Güney Kıbrıs Rum kesimine yaptığı resmî ziyaret sırasındaki
konuşması, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs konusunda izleyecekleri politika
hakkında ciddi ipuçları vermiştir değerli arkadaşlarım. Bakoyannis konuşmasında,
Türkiye'nin Kıbrıs sorununun çözümü için somut adımlar atması gerektiğini ve bu
çerçevede özellikle Ek Protokol’ü onaylama veyahut da hayata geçirme
yükümlülüğü bulunduğunun altını çizmiştir. Hristofyas’ın tutumundan da
müzakere sürecini mümkün olduğunca yavaşlatarak, Avrupa Birliğinin Ek
Protokol’ün uygulanması hususunda alacağı kararı beklemek ve ona göre hareket
etmek niyetinde olduğu anlaşılıyor. Değerli arkadaşlarım, anımsanacağı üzere, Avrupa Birliği, 15
Aralık 2006 zirve kararı ile Türkiye’nin Gümrük Birliği Ek Protokolü
hükümlerini uygulamaması nedeniyle sekiz faslın başlığının açılmayacağını, geri
kalan yirmi yedi başlığın ise Ek Protokol’ün uygulanmasına kadar
kapanmayacağını karara bağlamıştı. Bu kararın öngördüğü en önemli husus da,
Türkiye’ye Ek Protokol(ü uygulama hususunda verilen
son mehilin 2009 ilerleme raporunu hazırlayacağı tarihti. Avrupa Birliği kararı, değerli arkadaşlarım, Türkiye’ye şu iki
seçenekten birini dayatıyor: Birincisi; ya Türkiye 2009 sonbaharına kadar deniz ve hava
limanlarını Güney Kıbrıs Rum yönetimine açmak suretiyle Rum tarafını Kıbrıs
devletinin tek ve meşru temsilcisi olarak tanıyacaktır. Bunun sonucu Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hukuki varlığının ve garanti anlaşmasının son
bulması ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadaki mevcudiyetinin hukuki mesnetten
yoksun kalması demektir. İki; ya da 2009 sonbaharında Avrupa Birliğinin Türkiye ile katılım
müzakerelerini tamamen durdurması olasılığı doğacaktır. Elinde böyle bir koz
olunca, değerli arkadaşlarım, Hristofyas’ın bunu
sonuna kadar kullanması ve Türk tarafına çözüm için kendi şartlarını insafsızca
dayatması beklenmelidir. Değerli arkadaşlarım, 1 Temmuz ortak açıklaması ile Kıbrıs’ta iki
halk ve iki devlet bulunduğu gerçeği göz ardı edilmiş, tek egemenlik, tek halk,
iki cemaat formülü kabul edilmiştir. Oysaki adada iki halk vardır. 1960
Anlaşması’nı iki halk imzalamıştır. Sonra da iki halk ayrı ayrı
seçimlerini yaparak liderlerini seçmişlerdir. 2004’te iki ayrı referandum
yapılmıştır. Tek halk olsaydı tek referandum yapılırdı. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Elekdağ, konuşmanızı
tamamlayınız efendim. Buyurun. ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Bu bakımdan, tek egemenlik, tek
vatandaşlık Kıbrıs’ın gerçekleriyle bağdaşan bir kavram değildir. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Talat tek egemenlik ve tek vatandaşlığı
müzakerelere temel olarak kabul etmek suretiyle, adada tek meşru devlet olarak
Rum devletinin bulunduğunu, bunun da tek bir halkı olduğunu kabul etmiştir. Bu
yol Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türkleri için teslimiyet ve esaret yoludur.
Bu bakımdan, Talat girdiği bu yanlış yoldan hemen çıkmalıdır. Türk Hükûmeti de bu konudaki görüşünü derhâl açıklamalı ve “tek
egemenlik, tek vatandaşlık” kavramını reddederek bu tehlikeli gidişata son
vermelidir. Teşekkür ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz. Saygıdeğer arkadaşlarım, konuşan milletvekili arkadaşlarıma
“Bahsettiğimiz kişi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanıdır,
dolayısıyla bunun önüne bazı ifadelerin gelmesi gerekir.” diye hatırlatmak istedim.
Teşekkür ederim. Madde üzerinde başka bir söz talebi yoktur. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 2’nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili
Sayın Şükrü Elekdağ. CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Değerli
arkadaşlarım, biraz önce size Kıbrıs’taki durumu son derece tarafsız bir
görüşle arz etmeye çalıştım. Şimdi bu noktaya nasıl gelindi bunu kısaca arz
edeceğim; ibret vericidir. Değerli arkadaşlarım, anımsanacağı üzere Güney Kıbrıs Rum
kesiminde 17-24 Şubat 2008 tarihleri arasında yapılan seçimde Kıbrıs sorununa
çözümün önündeki temel engel olarak görünen Papadopulos
ilk turda elendi ve seçim kampanyasını “Kıbrıs’ta Çözüm” sloganı ile yapan,
“Kıbrıs’ta Seçim” sloganı üzerine bina eden komünist AKEL Partisinin eski
lideri Dimitris Hristofyas
cumhurbaşkanı seçildi. Hristofyas’ın zaferi onunla
aynı ideolojik kökenden gelen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Talat ve Başbakan Soyer tarafından sevinçle karşılandı. Nitekim,
Talat ve Soyer, Hristofyas’ın
işbaşına gelmesini “Kıbrıs sorununun çözümü için fırsat penceresi, çözüm için
büyük umut, çözüm için son şans” gibi heyecanlı ifadelerle değerlendirdiler ve
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kamuoyunun bir kesiminde bu doğrultuda bir
beklenti yarattılar. Bunu takiben Yunanistan Dışişleri Bakanı Bakoyannis ve Türk meslektaşı Sayın Babacan, 8 Mart günü
Ankara’daki buluşmalarında da aynı umut havasına girdiler ve Hristofyas’ın seçilmesiyle Kıbrıs sorununun 2008 yılı
içinde çözülmesi için bir fırsat penceresinin açıldığı yolunda görüş birliğine
vardılar. Oysa değerli arkadaşlarım, Hristofyas’ın
daha 28 Şubattaki yemin töreninde yaptığı konuşma, temelde selefi Papadopulos’tan farklı bir görüşünün olmadığını ortaya
koyuyordu. O da Papadopulos gibi kin ve nefret
doluydu. Onun öngördüğü çözüm de Türk askerinin ve Türkiye’den gelip
yerleşenlerin adadan çıkarılarak işgal ve istilanın son bulması ve Kıbrıs’ın
tek halk, tek egemenlik, tek uluslararası kişilik ve üniter
devlet bazında birleştirilmesi suretiyle Türklerin teslim alınması ve onlara
azınlık statüsünün dayatılmasıydı. Hristofyas’ın
cumhurbaşkanlığının ilk aylarında olaylar bir süre fırsat penceresi edebiyatını
doğrular şekilde cereyan etti. Nitekim Talat’la 23 Mayıs buluşmasında Hristofyas oldukça uzlaşıcı bir izlenim bıraktı. Bu
toplantıda taraflar çözüm arama sürecinin hedefini, ilgili Güvenlik Konseyi
kararları tarafından tarif edilen siyasi eşitliğe dayalı iki kesimli, iki
toplumlu federasyon olarak belirlediler. 2 lider aynı zamanda bu ortaklığın tek
uluslararası kişiliğinin bulunmasını ve bir federal hükûmette
ve eşit statüdeki “Kıbrıs Türk oluşturucu eyaleti” ile “Kıbrıs Rum oluşturucu eyaleti”ne sahip olmasını da kabul ettiler. Ancak bundan
sonra peş peşe vuku bulan iki gelişme Hristofyas’ın
iki esas hedefini ortaya koydu. Bu gelişmelerden birincisi, Hristofyas’ın
İngiltere’ye yaptığı resmî ziyaret sırasında İngiltere Hükûmeti
ile 5 Haziran 2008’de imzaladığı ortak mutabakat muhtırasıdır. Bu muhtıraya,
Rumlar, Kıbrıs sorununun çözümüne tek egemenlik, tek vatandaşlık unsurlarını
dâhil ettirmeyi başardılar. Ancak, bunu takiben, Türk tarafının çıkarları
açısından çok daha vahim bir durumla karşı karşıya kalındı. İngiliz-Rum ortak
muhtırasında sözünü ettiğim Rum yanlısı yaklaşım, aynen 13 Haziran 2008
tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde kabul edilen 1818 sayılı
Karar’a da yansıtıldı. Esasında, söz konusu 1818 sayılı Karar, Kıbrıs’taki
Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün görev süresini uzatan rutin bir nitelik
taşıyordu. Geleneksel uygulama dikkate alındığında bu tür barış gücüne ilişkin
kararların Kıbrıs sorununun özüne temas etmedikleri görülüyor. Ancak bu sefer
böyle olmadı ve Kıbrıs Rumlarını memnun etme hususunda son derece arzulu olan
İngiltere’nin öncülüğüyle, Güvenlik Konseyi, bugüne kadarki uygulamasından
saparak sorunun özüne girdi. Bu şekilde, İngiltere, Güney Kıbrıs Rum
yönetiminin çıkarlarına tam anlamıyla destek vermek suretiyle Kıbrıs’taki
askerî üslerinin geleceğini komünist AKEL Hükûmetine
karşı teminat altına almış oldu. Bu şekilde, Başbakan Erdoğan’ın Londra’ya
giderek İngiliz Başbakanı ile imzalamış olduğu stratejik ortaklık belgesinin de
hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığı maalesef ortaya
çıktı. İşte bu iki gelişmenin gölgesi altında yapılan 1 Temmuz Talat-Hristofyas görüşmesinde, çözümün tek egemenlik, tek
vatandaşlık temelinde olacağı ve devlet yapısının bu ilkelere dayanacağı kabul
edildi. Talat, elinde 23 Martta iki tarafça kabul edilmiş olan ve Türk
tarafının çıkarlarını bir ölçüde karşılayan bir bildiriye sahipti. Fakat, Talat bunun üzerinde ısrarla durması gerekirken Türk
tezlerinin temelden çökmesine yol açan Hristofyas’ın
tek egemenlik, tek vatandaşlık ilkelerine teslim oldu. Bu, anlaşılır bir durum
değildir değerli arkadaşlarım. Sizlerle paylaştığım bu bilgiler, Kıbrıs sorununun son derece
tehlikeli bir mecraya girdiğini gösteriyor. Nitekim,
Millî Güvenlik Kurulunun 24 Nisan tarihli bildirisinde yer alan, Kıbrıs
sorununa çözümün iki devlet temelinde bir yapılanma olması, bunun da “yeni
ortaklık” kavramı üzerine bina edilmesi gerektiği yolundaki yaklaşım konusunda Hristofyas şunları söylemiştir: “Millî Güvenlik Kurulu
kararıyla örtüşme diye bir şey yoktur bizim için. Yeni ortaklıktan Annan Planı
söz eder. Biz sadece ortaklıktan söz ediyoruz, yeni ortaklıktan değil. Yeni
ortaklık kavramının çözüme esas teşkil etmesini kabul edemeyiz. Türkiye
tezlerini değiştirmezse çözüm olmaz.” Değerli arkadaşlarım, hatırlanacağı üzere Annan Planı’nın
temelindeki iki kurucu devletin yeni bir ortaklık kurmaları kavramı, yeni
yapılanmayı Rum hâkimiyetindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik alanı dışına
çıkarması nedeniyle Türk tarafı açısından büyük önem taşımaktaydı ve Annan Planı
bu temel üzerine kurulmuştu. Hristofyas şimdi bu
kavramı kabul etmiyor ve bu şekilde çözümü daha baştan Annan Planı’nın gerisine
düşürüyor. Değerli arkadaşlarım, bu gidişe dur demenin zamanı gelmiştir. 25
Temmuzda, Talat, Hristofyas’la tekrar buluşacaktır.
Bu tarihe kadar Türk Hükûmeti tutumunu açıklamalıdır.
Konuşmamda belirtmiş olduğum gibi “tek egemenlik, tek vatandaşlık” kavramı esas alınarak
yapılacak müzakereler sadece üniter bir devlet yapısı
doğurur ki bu da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bir eyalet olarak Kıbrıs Rum
devletine yamanması ve Kıbrıs Türklerinin azınlık statüsüne indirgenmeleri
demektir. Bu durumda, yeni bir Girit faciasının yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Bu gelişmenin bir sonucu da Türk askerinin adadan çekilmesi, garanti anlaşmasının
son bulması ve Türkiye'nin güneyindeki yaşamsal önemde bir stratejik ikmal
yolunun tıkanması olacaktır. Değerli arkadaşlarım, sesinizi yükseltmenizi ve son derece ağır
vebali olan bu gelişmeleri önlemenizi rica ediyorum sizlerden. Bir de kendinize
şu soruyu sorunuz: Bunları niçin yapıyoruz? Bu tavizleri niçin veriyoruz? Bunun
makul, akılcı, tatminkâr bir yanıtı yoktur değerli arkadaşlarım. Avrupa Birliğinin Türkiye’ye karşı son derece olumsuz tutumu
meydandadır. Bugünün koşullarında Türkiye bu tavizleri verse dahi Avrupa
Birliğinin Türkiye’ye karşı tutumunda bir milimetre değişiklik olmayacaktır.
Hiçbir önemli Avrupa Birliği ülkesi devlet “Siz Kıbrıs’ta taviz verirseniz
Avrupa Birliğine tam üyeliğiniz garanti altında alınır.” dememiştir. Rumların istediği tek devlete, tek kimliğe, tek vatandaşlığa, tek
egemenliğe hayır deyin. Yanlış yaparak Kıbrıs davasını Girit akıbetiyle
sonuçlandırmayın, bunun ağır vebalini taşımayın. Teşekkür ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Madde üzerinde başka bir söz talebi yok Başkanlığımıza intikal
eden. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi yok Başkanlığa intikal etmiş. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir. Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Oylama için üç dakika süre veriyorum ve oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 232 sıra sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık
Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısının açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti’ne ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne hayırlar getirmesini
diliyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, 8’inci sıraya alınan Türkiye
Cumhuriyeti ile Gürcistan Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 8.- Türkiye Cumhuriyeti ile
Gürcistan Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/557) (S.
Sayısı: 259) (x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir. BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 9’uncu sıraya alınan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ile Çevre ve Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine başlayacağız. 9.- Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Çevre ve Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/597) (S. Sayısı: 268) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 10’uncu sırada bulunan İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı
ve 4 Milletvekili ile Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 24 Milletvekilinin;
Denizde Can ve Mal Koruma Hakkında Kanun ve Limanlar Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 10.- İstanbul Milletvekili Hasan
Kemal Yardımcı ve 4 Milletvekili ile Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 24
Milletvekilinin; Denizde Can ve Mal Koruma Hakkında Kanun ve Limanlar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm Komisyonu Raporu (2/275, 2/264) (S. Sayısı: 261) (x) BAŞKAN – Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. Komisyon raporu 261 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Teklifin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Hüsnü
Çöllü, Antalya Milletvekili; Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Ali Torlak, İstanbul Milletvekili, şahısları adına Gülşen
Orhan, Van ve Ramazan Başak, Şanlıurfa milletvekilleri. Gruplar sözlerini geri çekti. Şahısları adına da çekilen konuşmalar var. Başkanlığımıza şu anda intikal etmiş bir konuşma talebi yoktur. Konuşma talebi olan arkadaş var mı? Yok. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 1’inci maddeyi okutuyorum: DENİZDE CAN VE MAL KORUMA HAKKINDA
KANUN VE LİMANLAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ MADDE 1- 10/6/1946 tarihli ve 4922 sayılı
Denizde Can ve Mal Koruma Hakkında Kanunun 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. “MADDE 1- Bu Kanunun uygulanması bakımından; A) İdare: Denizcilik Müsteşarlığını, B) Gemi: Adı, tonilatosu ve kullanma amacı ne olursa olsun,
denizde kürekten başka aletle yola çıkabilen her aracı, (x) 261 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. C) Ticaret gemisi: Menfaat sağlamak kastıyla denizde kullanılan
her gemiyi, D) Küçük deniz aracı: Yolcu gemileri hariç, tam boyu 24 metreden
küçük olan her türlü ticaret gemisini, E) Denize elverişlilik: Tüm ticaret gemileri ve deniz
tesislerinin tekne, makine, genel donanım, can kurtarma, yangından korunma ve
yangın söndürme durumu, seyir teçhizatı ve haberleşme sis-temi, sağlık
koşulları, yük ve yolcu taşıma kapasiteleri, deniz kirliliğini önleme
donanımları ile diğer seyir emniyeti konuları bakımından tahsis olundukları
hizmetin normal deniz tehlikelerine karşı koy-abilecek
durumda olmaları hâlini, F) Yolcu: Kaptan, gemiadamı veya
geminin işi gereği gemide bulunan diğer kişiler, gemiyi do-natan
veya işletenin eş ve çocukları ile hizmetinde olan personeli, işletenin bir
görev ile yolculuk eden adamı, temsilcisi ve memurları, taşınan hayvanların
çobanları, mücbir sebeplerle veya kaptanın denizde can kurtarma ödevinden
dolayı gemiye alınan kimseler ile bir yaşından küçük çocukların dışında kalan
ve navlunlu veya navlunsuz taşınan herkesi, ifade eder. BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 2’nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2- 4922 sayılı Kanunun 2 nci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 2- Liman idari sınırlarını geçerek sefer yapacak her
ticaret gemisinin limandan ayrılışı, liman başkanlığınca verilecek izne
tâbidir. Bu izin liman çıkış belgesi ile verilir. Liman çıkış belgesi, talep üzerine denize elverişli olan ticaret
gemilerinin; a) Gemiadamları ile donatımı, b) Yolcu sayısı ve yükün cinsi, c) Yükleme durumu, hususları açısından
belgelerinde belirtilmiş durumlarına uygunlukları ile zorunlu belgelerinin geçerliğinin
liman başkanlığınca yapılacak denetim sonucu tespit edilmesi hâlinde
düzenlenir. Geminin denize elverişli olmadığının herhangi bir şekilde
anlaşılması veya limandan ayrılmasını engelleyecek başkaca bir bilginin liman
başkanlığına ulaşması hâlinde liman çıkış izni verilmez.” BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3- 4922 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde yer alan “tüzüğü”
ibaresi, “yönetmeliği” şeklinde değiştirilmiştir. BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, gruplar arasında
bir mutabakat vardır, gruplar mutabakat sağlamıştır. Onun için, teklifin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Meclisin, Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasını
oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde üzerinde söz talebi yoktur. Bir adet önerge vardır; okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 261 sıra sayılı yasa teklifinin 3. maddesinin
teklif metninden çıkarılmasını arz ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA
DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Tüzük konuya daha uygun kural olduğundan bu maddenin
çıkarılması önerilmiştir. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 4’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 4- 4922 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci ve üçüncü
fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Denetleme sonunda durumu yönetmeliğe uygun olduğu anlaşılan
ticaret gemisine süreli bir “denize elverişlilik belgesi” verilir. Denize
elverişlilik belgesi olmayan veya belgesinin süresi bitmiş olan ticaret
gemisine çıkış izni verilmeyeceği gibi, herhangi bir sebeple tekne, makine ve
genel donanım gibi esas kısımları bakımlarından yönetmeliğinde belirtilen
nitelikleri kaybetmiş olan ticaret gemisinin belgesi İdare tarafından iptal
edilir. Esas kısımlar ve 3 üncü maddede belirtilen diğer araç ve teçhizattan
kısa sürede tamamlanabilecek veya onarılabilecek olanlarının eksikliği gemiyi
denize elverişsiz hale getirmez.” “Belge süresi içinde, yolculuğun devamı sırasında herhangi bir
sebeple yönetmeliğine uygun durumunu kaybetmiş olan ticaret gemisi, ticari
işleminin tamamlanacağı limana kadar yolculuğuna devam edebilir. Böyle bir
ticaret gemisi, hiçbir ticari işlemde bulunmaksızın yolculuğunu tamamladığı
limandan onarılabileceği en yakın limana gidebilir.” BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi yoktur. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 5’inci maddeyi okutuyorum: MADDE 5- 4922 sayılı Kanunun 5 inci maddesinde yer alan “tüzüğü”
ibaresi, “yönetmeliği” şeklinde
değiştirilmiştir. BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi yok. Bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 261 sıra sayılı yasa teklifinin 5. maddesinin
teklif metninden çıkarılmasını saygılarımla arz ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN – Komisyon önergeyi katılıyor mu? BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA
DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Teklifin 3. maddesinin çıkarılması önerildiğinden bu önerge kabul
edilirse bu düzeltme yapılması zorunluluğu doğmuştur. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmemiştir. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 6’ncı maddeyi okutuyorum: MADDE 6- 4922 sayılı Kanunun 6 ncı
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yükleme markası” ibaresi “yük miktarı ve
yükleme markası”, “tüzüğüne” ibaresi “yönetmeliğine” şeklinde, ikinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “İdare, küçük deniz araçları ve balıkçı gemileri ile liman sefer
bölgesi, bitişik iki liman veya Marmara Denizi içindeki tüm limanlar arasında
sürekli veya düzenli sefer yapan gemiler ve acil durumlarda kullanılacak
gemiler için basitleştirilmiş uygulamalar getirebilir, istisnâ
veya muafiyetler tanıyabilir. İdare gerekli gördüğünde, liman sınırları içinde çalışan ticaret
gemilerini birinci fıkra hükümlerine göre denetleyebilir.” BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 7’nci maddeyi okutuyorum: MADDE 7- 4922 sayılı Kanunun 7 nci
maddesinde yer alan “tüzüğüne” ibaresi, “yönetmeliğine” şeklinde
değiştirilmiştir. BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 8’inci maddeyi okutuyorum: MADDE 8- 4922 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasının
ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Gemilerde bulundurulacak bu tüzük, geminin esas belgelerinden
sayılır” BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 9’uncu maddeyi okutuyorum: MADDE 9- 4922 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrasında
yer alan “tüzüğüne” ibaresi, “yönetmeliğine” şeklinde, ikinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “Bordalarına yükleme markası konmamış veya gemi sertifikalarında
ve denize elverişlilik belgesinde belirtilen taşıma haddinden (DWT) fazla yolcu
ve yük taşıyan ticaret gemilerinin yolculuğuna izin verilmez.” BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 10’uncu maddeyi okutuyorum: MADDE 10- 4922 sayılı Kanunun 20 nci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 20 - Bu Kanunda yazılı sebeplerle; a) Yolculuğuna izin verilmemiş, b) Denize elverişlilik belgesi almamış, c) Denize elverişlilik belgesi İdare tarafından iptal edilmiş, d) Belgesinin süresi geçmiş ve İdarece uzatılmamış, olmasına rağmen sefere
çıkan ticaret gemisi derhal seferden alıkonularak muhafaza edilmek üzere en yakın
elverişli limana çekilir. Gemideki yükün gideceği yere götürülmesi için gerekli
bütün masraflar donatan
tarafından karşılanır. Ayrıca, gemi donatanına; 150 GT’ye kadar olan gemi için ikiyüzelli Türk Lirasından beşyüz
Türk Lirasına, 150 GT’den 500 GT’ye
kadar olan gemi için beşyüz Türk Lirasından bin Türk
Lirasına, 500 GT’den 1000 GT’ye
kadar olan gemi için bin Türk Lirasından ikibin Türk
Lirasına, 1000 GT’den 3000 GT’ye
kadar olan gemi için ikibin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına, 3000 GT’den 10000 GT’ye
kadar olan gemi için beşbin Türk Lirasından onbin Türk Lirasına, 10000 GT’den büyük gemi için onbin Türk Lirasından yirmibeşbin
Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Gemiyi
sevk ve idare eden kaptana bu cezaların üçte biri ayrıca verilir. Geminin muhafaza edilmek üzere limana çekilmesi ve limanda tutulması,
yük ve yolcuların gidecekleri yere götürülmesi dolayısıyla oluşan bütün
masraflar ile idarî para cezaları eksiksiz olarak ödendiği veya idari para
cezası tutarı kadar teminat gösterildiği takdirde 4 üncü madde hü-kümleri çerçevesinde gemi serbest bırakılır. Geminin alıkonulduğu tarihten itibaren otuz gün geçmesine rağmen
kaptan veya donatanın bu madde hükümlerine göre yükümlülüklerini yerine
getirmemesi hâlinde gemi, limanın bulunduğu yerin mülkî amiri başkanlığında,
ilgili liman başkanı ve deniz ticaret odasının temsilcisinin bulunduğu bir
komisyon tarafından ihale mevzuatı hükümlerine bağlı olmaksızın satılır.
Satıştan elde edilen gelirden geminin limana çekilmesi ve muhafaza edilmesi
için gerekli olan bütün masraflar karşılandıktan ve para cezası tahsil
edildikten sonra bakiye miktarın kalması hâlinde bu miktar donatanın veya yasal
temsilcisinin başvurusu üzerine kendisine ödenir. Geminin satışının gerçekleştirilememesi veya gerçekleştirilmekle
beraber satış bedelinin masrafları ve para cezasını karşılamaması hâlinde bu
miktar 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre donatandan tahsil
edilir. Donatanın yabancı gerçek veya tüzel kişi olması veya kaptanın Türk
vatandaşı olmaması hâlinde bu masraflar aylık yüzde beş gecikme zammıyla
birlikte genel hükümlere göre tahsil olunur.” BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi? Yok. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 11’inci maddeyi okutuyorum: MADDE 11- 4922 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin ikinci ve üçüncü
fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Bu Kanunun 11 inci maddesine göre belirlenen gemi
sertifikalarında ve denize elverişlilik belgesinde belirtilen taşıma haddinden
(DWT) fazla yolcu ve yükle yolculuk yapan gemi derhal seferden alıkonularak en
yakın elverişli limana çekilir. Gemideki fazla yolcu ve yükün gideceği yere
götürülmesi için gerekli bütün masraflar donatan tarafından karşılanır. Ayrıca
gemi donatanına 20 nci maddede belirtilen hadlerde
idarî para cezası verilir. Gemiyi sevk ve idare eden kaptana bu cezaların üçte
biri ayrıca verilir.” “Geminin limana çekilmesi, limanda tutulması ve fazla yükünün
boşaltılması dolayısıyla oluşan bütün masraflar ile idarî para cezaları
eksiksiz olarak ödendiği veya idari para cezası tutarı kadar teminat
gösterildiği takdirde gemi serbest bırakılır.” BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 12’nci maddeyi okutuyorum: MADDE 12 - 4922 sayılı Kanunun 22 nci
maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “12 nci maddede yazılı tehlikeli eşyayı
tüzükte belirtilen hükümlere aykırı olarak yükleyen veya taşıyan gemi donatanı
ve kaptanına 20 nci maddede belirtilen hadlerin iki
katı kadar idarî para cezası verilir. BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 13’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 13- 4922 sayılı
Kanunun 23 üncü maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Bu Kanunda yer alan idari para cezalarını yetkili liman
başkanları verir. Liman ve kıyı tesisleri ile demir yerleri dışındaki diğer
deniz alanlarında, sahil güvenlik bot komutanlıklarınca yapılan denetim
neticesinde, idari para cezasını gerektirecek bir fiilin tespiti halinde
tutulan tutanak ve toplanan diğer deliller ile birlikte ceza işlemi yapılmak
üzere yetkili liman başkanlığına gönderilir.” BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 14’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 14- 4922 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 2- Bu Kanunda belirtilen yönetmelikler yürürlüğe
girinceye kadar, yürür-lükte olan ve bu Kanuna aykırı olmayan tüzüklerin
uygulanmasına devam edilir.” BAŞKAN – Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi
okutuyorum: TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 261 sıra sayılı Kanun Teklifinin 14. maddesine
aşağıdaki geçici maddenin eklenmesini arz ederiz.
Geçici Madde 3– “1380
sayılı su ürünlerini Kanunu kapsamında faaliyet gösterenler hakkında 4922
sayılı Kanuna istinaden verilmiş para cezaları terkin edilmiştir.” BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA
DEMİR (Samsun) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Geçici madde 2’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Önergeyle ilave edilen geçici madde 3’ü oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Geçici madde 2, geçici madde 3’ü çerçeve 14’üncü maddeyle birlikte
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 15’i okutuyorum: MADDE 15- 14/4/1341 tarihli ve 618 sayılı
Limanlar Kanununun 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 2- Türkiye limanlarına girip çıkan bütün gemiler ve deniz
araçları bu Kanun hükümlerine tabidirler. Limanların
sınırları ile kamu limanlarının yetki alanlarını belirleyen deniz
koordinatları, limanlara gelen gemilerin ve gemi dışında kalan her türlü deniz
aracının liman içinde seyir, demirleme, rıhtım ve iskelelere yanaşma,
şamandıralara bağlama ve buralardan ayrılmalarında uyulacak kurallar ile
ticaret eşyası, patlayıcı, yanıcı ve benzeri tehlikeli maddelerin boşaltma ve
yükleme yöntemini, yer ve zamanlarını, gemilerin limanda kalabilecekleri
süreleri, çevre kirliliğinin önlenmesi ile limanda düzen ve disiplinin
sağlanmasına ilişkin diğer hususlar Denizcilik Müsteşarlığınca çıkartılacak
yönetmelikle düzenlenir.” BAŞKAN – Madde 15’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 16’yı okutuyorum: MADDE 16 - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 17’nci maddeyi okutuyorum: MADDE 17 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Sayın Milletvekilleri, teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Teklif kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır. Denizcilik camiamıza ve ülkemize hayırlar
getirmesini diliyorum. Sizlere ve bizleri izleyen vatandaşlarımıza hayırlı
akşamlar diliyorum. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için 17 Temmuz 2008 Perşembe günü, alınan karar gereğince,
yani yarın saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 20.10 |
|