DÖNEM: 23 CİLT: 24 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 127’nci
Birleşim 8 Temmuz 2008 Salı İ Ç İ N D E K İ L
E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. - YOKLAMA IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- İstanbul
Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun,
Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması 2.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, 2001 yılında gözaltına
alınan ve bugüne kadar haber alınamayan bazı kişilerin akıbetlerine ilişkin
gündem dışı konuşması 3.- Sakarya
Milletvekili Münir Kutluata’nın, Sakarya ilinin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- TBMM
Başkanlığınca, Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonunun, (2/273) esas numaralı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ile (2/297) esas numaralı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü
Kuruluş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi’nin tali komisyon olarak kendisine havale edilmesine ilişkin tezkeresi
(3/493) 2.- Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2008
tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesine izin
verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/477) B) Önergeler 1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Ağaçlandırma ve Erozyonla Mücadele Kurumu Kanun
Teklifi’nin (2/154) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/74) VI.-
ÖNERİLER A) Siyasi Parti Grubu Önerileri 1.- Gündemdeki
sıralama ve çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi ile Genel Kurulun 8/7/2008 ve 15/7/2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde
sözlü soruların ve diğer denetim konularının görüşülmemesine; 22/7/2008 ve
29/7/2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde ise bir saat sözlü sorulardan sonra
diğer denetim konularının görüşülmeyerek, kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine; 9/7/2008, 16/7/2008, 23/7/2008 ve 30/7/2008 Çarşamba
günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine; 96 sıra sayılı
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre Temel
Kanun olarak görüşülmesine ve bölümlerinin ekte yer alan cetveldeki şekliyle
olmasına ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Elektrik
Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/554) (S.
Sayısı: 249) VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
eğitim materyallerinden cinsiyetçi öğelerin ayıklanmasına ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/3564) 2.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, çocuk işçiliğine ve sigortalılığına ilişkin sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/3574) 3.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İstanbul’da takas
edilen okul alanına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/3611) 4.- İzmir
Milletvekili Harun Öztürk’ün, Düzce’deki bir
işyerinin işçi çıkarmasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/3630) 5.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman’daki çocuk işçiliğine ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/3647) 6.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, destek primlerini ödeyemeyen emeklilere
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/3648) 7.- Erzurum Milletvekili
Zeki Ertugay’ın, Erzurum’daki belediyelerin
borçlarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın
cevabı (7/3671) 8.- İstanbul
Milletvekili Hüseyin Mert’in, gençlerin eğitimi ve istihdamı ile ilgili bir
araştırmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı (7/3701) 9.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
iş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/3721) 10.- Diyarbakır
Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, Bingöl M Tipi
Kapalı Cezaevi yönetimine yönelik bazı iddialara ilişkin sorusu ve Adalet
Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/3726) 11.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, kamudaki denetimin düzenlenmesine ve bir kişi
hakkındaki soruşturmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/3739) 12.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, basın kuruluşlarına karşı
açtığı davalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in
cevabı (7/3844) 13.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, hakim ve savcıların maaş
artışıyla ilgili açıklamasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin’in cevabı (7/3847) 14.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, “Sınırlar Arasında” programının yayından
kaldırılmasına, - Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, TRT Genel Müdürüyle ilgili bazı iddialara, - İzmir
Milletvekili Abdurrezzak Erten’in,
TRT’deki siyaset haberlerine, İlişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/3857, 3858, 3860) 15.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Giresun Sahil Sağlık Denetleme Tabipliğinin
kapatılmasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın
cevabı (7/3877) 16.- İstanbul
Milletvekili Necla Arat’ın, bazı branşlardaki
öğretmen atamalarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/3895) 17.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, bir soru önergesine verilen cevaba ilişkin
Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/3896) 18.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, TOKİ’nin milletvekili
lojmanları arsası üzerindeki ihalesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3911) 19.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
engellilerin istihdamına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/3914) 20.- Yozgat
Milletvekili Mehmet Ekici’nin, Yozgat’taki
belediyelere ve İl Özel İdaresine vergi gelirinden verilen paya ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3935) 21.- Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat’ın, Kahramanmaraş
Belediyesinin belirlediği katı atık depolama alanına ilişkin sorusu ve Millî
Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/3943) 22.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, TRT Genel Müdürünün İngiltere’de katıldığı bir
toplantıya ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/3959) 23.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, bir öğretmenin türbanlı görev yaptığı iddiasına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/3963) 24.- Muğla Milletvekili
Ali Arslan’ın, Ankara’nın şebeke suyu ile ilgili
açıklamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (7/4020) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.04’te açılarak dört oturum yaptı. İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen, bir traktör fabrikasında
meydana gelen olaylara, Konya
Milletvekili Orhan Erdem, Nasrettin Hoca’nın doğumunun 800’üncü yıl dönümüne ve
49’uncu Akşehir Uluslararası Nasrettin Hoca Festivali’ne, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Mersin’in sanayisi ve sanayi esnafının sorunlarına
ilişkin gündem dışı konuşmasına Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan
cevap verdi. Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, gündem dışı söz alan
milletvekillerinin söz aldıkları konuda konuşmaları gerektiğine ilişkin bir
konuşma yaptı. İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen, Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş tarafından bazı ifadelerinin
çarpıtıldığı gerekçesiyle bir açıklamada bulundu. Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/704) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi okundu; sorunun geri verildiği bildirildi. Van Milletvekili
Fatma Kurtulan ve 19 milletvekilinin, 12 Eylül müdahalesinin nedenlerinin,
boyutlarının ve etkilerinin (10/238), Isparta
Milletvekili S. Nevzat Korkmaz ve 28 milletvekilinin, Isparta’daki gül üretimi
ve bu sektörde yaşanan sorunların (10/239), Aksaray
Milletvekili Osman Ertuğrul ve 19 milletvekilinin, Aksaray ilinin sorunlarının
(10/240), Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Hırvatistan
Parlamentosu Dış Politika Komitesinin, TBMM Dışişleri Komisyonunu Hırvatistan’a
davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/568)
(S. Sayısı: 223 ve 223’e 1’inci ek) görüşmeleri tamamlanarak; 2’nci sırasında
bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Hayvan Sağlığı ve Karantina Konusunda İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın (1/366) (S. Sayısı: 241)
görüşmelerini müteakiben yapılan açık oylamadan sonra, Kabul edilip
kanunlaştığı açıklandı. 3’üncü sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış olan Elektrik Piyasası
Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
(1/554) (S. Sayısı: 249) görüşmelerine başlanılarak tümü üzerinde bir süre
görüşüldü. 8 Temmuz 2008
Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 19.48’de son verildi.
No.: 181 II.- GELEN KÂĞITLAR 4 Temmuz 2008 Cuma Teklif 1.- Antalya
Milletvekili Abdurrahman Arıcı ve 2 Milletvekilinin;
Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/297) (Plan ve Bütçe ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.7.2008) No.: 182 8 Temmuz 2008 Salı Tasarılar 1.- Millî Eğitim
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı (1/623) (Plan ve Bütçe ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.6.2008) 2.- Türk Standartları
Enstitüsü Kuruluş Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/624)
(Plan ve Bütçe; Avrupa Birliği Uyum ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1.7.2008) 3.- Türkiye Vakıflar
Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/625) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
2.7.2008) Teklif 1.- Sinop
Milletvekili Engin Altay’ın; Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/298) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2008) Rapor 1.- Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı:
266) (Dağıtma tarihi: 8.7.2008) (GÜNDEME) 8 Temmuz 2008 Salı BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN
(Adana), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşimini açıyorum. III.- YOKLAMA BAŞKAN -
Elektronik cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için üç
dakika süre veriyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. İlk söz Avrupa
Birliğiyle ilgili gelişmeler hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’na aittir. Sayın
milletvekilleri, lütfen biraz daha sessiz olursanız konuşmacıyı daha rahat
dinleyebileceğiz. Buyurunuz Sayın Hacaloğlu. (CHP sıralarından alkışlar) IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları 1.- İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmelere ilişkin
gündem dışı konuşması ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlarım; AB’yle müzakereler
sürecine başladığımızdan bugüne beş yıl geçti. Bizle beraber Hırvatistan da
müzakerelere başladı. Otuz beş başlık üzerinde -fasıl, yani konu üzerinde-
müzakereler sürecek. Bu aradan geçen üç yıl içinde sadece altı başlık fiilen
açıldı. Bir başlıkta müzakereler tamamlanıp kapandı. Beş başlıkta devam ediyor
ve bu sene de iki başlık açılması bekleniliyor. Hırvatistan ise neredeyse bu
süreci yarıladı. Biz, âdeta bir adım atıyoruz, iki geri adım atıyoruz, âdeta
akıntıya kürek çeker gibi bir hâl içindeyiz. Yürümüyor. Neden yürümüyor? İster
görünüyoruz ama gerçekten ne yapmak istediğimiz konusunda kararsızız ve onun
ötesinde, gerçekten, somut, müspet adımlar atılabilmesinin önünü iktidar olarak
bizzat biz, Hükûmet tıkamakta. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, müzakere sürecinin Türkiye’nin bir projesi olması gerekiyor. O
bağlamda iktidarıyla muhalefetiyle hep beraber bu konuda ciddi bir ortak
mücadele gerekiyor. Avrupa ülkelerinin çok büyük bölümü -şu
anda Hırvatistan, Slovakya ve diğerleri, Portekiz, İspanya- bu müzakereleri
yaparlarken, hâlen yapılırken, muhalefet ile iş birliği içinde, müzakere
pozisyon belgesi denilen yani müzakereler her bir fasılda başlarken müzakerenin
nasıl sürdürüleceğine ilişkin strateji belgesini muhalefetle paylaşıyorlar ve
bir ortak mutabakat içinde kendi ulusal politikalarını sürdürüyorlar. Bizde
ise -burada, aramızda AKP’den Uyum Komisyonunda olduğum arkadaşlarım var, diğer
arkadaşlarımız var, Dışişleri Komisyonundan var- şu anda Türkiye’de gerek bu
Meclis çatısı altında gerekse bu konuyla ilgili kesimler arasında sadece ve
sadece iktidarın istediği kişiler bu belgeleri görebiliyor. Ne parti olarak ne
de Cumhuriyet Halk Partisine mensup milletvekilleri olarak biz, verilmiş olan
müzakere pozisyon belgelerinin hiçbirini görmedik. Soruyorum Hükûmete: Neyi kaçırıyorsunuz? Yani gizli bir iş mi
yapıyorsunuz? Eninde sonunda bunlar ortaya çıkmayacak mı? Şimdi daha işin
başındayız. Belki, “kritik bir konu yok” diyebilirsiniz ama yolun engebeli
olduğunu hepimiz biliyoruz. Geçenlerde
Brüksel’de Avrupa Parlamentosu Karma Komisyon toplantısında Sayın Lagendijk, diğer arkadaşlar ve Sayın Başmüzakereci
Dışişleri Bakanımız Babacan, kendisinden rica ettim “Lütfen, bu müzakere
pozisyon belgelerini muhalefete verin, biz de görelim.” dedim. Ne dedi bilir
misiniz? Değerli arkadaşlarım, lütfen dikkatinizi çekiyorum, Sayın Babacan dedi
ki: “Sayın Hacaloğlu vermek isterim ama müsaade
etmiyorlar, veremiyoruz.” Yani Türkiye bu
kadar onursuz mu? Bu kadar teslimiyetçi, bu kadar kişiliksiz bir müzakere
süreci olabilir mi? Gerçekten ben utandım, o söylediği, verdiği yanıt
karşısında. Bu konuyu Meclis Başkanlığına soru önergesi olarak verdim. Meclis
Başkanlığı, uzundur dedi, şöyle dedi, böyle dedi, geri gönderdi. Değerli
arkadaşlarım, Avrupa Parlamentosu, biliyorsunuz geçenlerde bir karar aldı,
Türkiye raporu yayınladı. Bu raporda “Ergenekon cinayet çetesini hızla, derhâl
çökertin.” dedi. Tabii, Türkiye’de bütün Hizbullah çeteleri, bütün derin devlet
çeteleri, bütün faili meçhul cinayetlere katılmış olan çetelerin hepsi
çözümlensin. Türkiye’de faili meçhul cinayet kalmasın. Ama gerçekten Avrupa
Parlamentosunun raporunda, onu okuyunca, ben hangi cinayetten bahsediyor diye
gerçekten kendi kendime düşündüm. Ama sonra anlaşıldı ki bahsedilen cinayet Kuddusi Okkır’ın cezaevinde
ölümüne üç gün kalaya kadar bekletilip, sonra, üç gün sonra ailesinin, eline
cesedinin verilmesi. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. ALGAN HACALOĞLU
(Devamla) – Bitiriyorum efendim. Değerli
arkadaşlarım, bunu niye ifade ediyorum: Türkiye ile ilgili her türlü konuda
ileri geri taleplerde bulunan Avrupa Parlamentosundan şimdi bu cinayete ilişkin
tepki bekliyorum. Bu cinayet, esasında, özünde demokrasimizin ayıbıdır, hukuk
devletimizin ayıbıdır ve Adalet Bakanının ayıbıdır. Adalet Bakanının derhâl
istifa etmesini istiyorum. Bu açıklığa çıkmalıdır. Böylesine bir süreç içinde
Kopenhag Kriterleri çerçevesi içinde hukuk devletinin kurulmasını, oluşumunu
bizden bekleyen, etkin işlemesini bekleyen Avrupa Parlamentosunun, Avrupa
Birliğinin karşısında ne yazık ki bugün bırakınız hukuk devletini, bırakınız
kanun devletini, bırakınız polis devletini, bugün Türkiye’de keyfî devlet var.
Bunun bu şekilde süremeyeceğini hepimiz biliyoruz, halkımız bunun hesabını
soracaktır değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Hacaloğlu. Gündem dışı
ikinci söz, 2001 yılında gözaltına alınan ve bugüne kadar haber alınamayan bazı
kişiler hakkında söz isteyen Muş Milletvekili Sırrı Sakık’a
aittir. Buyurunuz Sayın Sakık. (DTP sıralarından alkışlar) 2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın,
2001 yılında gözaltına alınan ve bugüne kadar haber alınamayan bazı kişilerin
akıbetlerine ilişkin gündem dışı konuşması SIRRI SAKIK (Muş)
– Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de, 2001 yılında gözaltına alınıp ve
bugüne kadar akıbetleriyle ilgili herhangi bir bilgiye ulaşılmayan dönemin
HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ve İlçe Yöneticisi Ebubekir
Deniz’le ilgili gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Sayın
Başkanı, Divanı ve siz değerli arkadaşları saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, evet, ne yazık ki her gün acı olaylarla bu ülke yüz yüze geliyor.
Ben bu kürsüden birkaç kez Çalışma Bakanımıza seslendim. Tuzla’da olaylar
oluyor, insanlar yaşamını yitiriyor, hiç olmazsa örgütlü bir yapı var, bu
insanlar seslerini dünyanın dört bir yanına, Parlamentoya duyurabiliyorlar, ama
ne yazık ki, inşaat sektöründe, benim seçim bölgemde -bir yarım saat önce-
bugüne kadar beş altı ay içerisinde 5 tane cenaze gönderdik. Yarım saat önce… TOKİ’de çalışıyorlar, ya çalışınca emeklerinin karşılığını
alamıyorlar veyahut da çalışırken can güvenlikleri yok, yaşamlarını
yitiriyorlar. Bu nasıl bir sosyal devlet? Hep söylüyoruz, ama hiçbir ses seda
yok. Yani bu insanlar mağdur, bu insanlar Anadolu’nun dört bir yanından buraya
çıkıp geliyorlar 40-50 milyon lira için ve yaşamlarını yitirerek gidiyorlar.
Ben, bu noktada Bakanımızın tekrar duyarlı olabileceğini, Parlamentonun da bu
konuda duyarlı olmasını diliyorum. Değerli
arkadaşlar, 2001 yılında dönemin HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ve İlçe
Yöneticisi Ebubekir Deniz, Silopi’de örgütlenirken
dönemin Jandarma Alay Komutanı tarafından tehdit edilerek ilçe örgütlerinin
oluşmaması için sürekli baskı altında tutulurlar. Bunlar baskılara boyun
eğmezler, ilçe teşkilatını örgütlerler ve arkasından bunlar jandarmaya
çağrılır. Jandarmaya çağrılan bu iki vatandaşımızdan hâlen bir haber
alınamıyor. Onlar 2001’den bugüne kadar, bütün başvurularımıza rağmen… Bu
konuda, Sayın Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı, dönemin Başbakanı, yargı, her
alanda bu şahsiyetlerle ilgili başvurularımız oldu. Bunlar gencecik, bu ülkenin
insanlarıydı. Belki bugün, yaşamış olsaydılar, Parlamento grubunda olacaktılar,
ama hiçbir dönem (Muş Milletvekili Sırrı Sakık,
konuşması sırasında, üzerinde 2 kişiye ait resim bulunan bir afişi hatip
kürsüsünün önüne yapıştırdı) bunların faillerinin araştırılması kimsenin
aklından geçmedi. Şimdi, niye bugün? Bugün Ergenekon olayı tartışılıp
konuşuluyor. Ergenekon’da, o dönem Jandarma Alay Komutanı olan Levent Ersöz… HASAN ANĞI
(KONYA) – Pankart asma! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Niye rahatsız oluyorsunuz? Bu insanlar bu ülkenin vatandaşları
değil mi? HASAN ANĞI
(KONYA) – Doğru değil! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Niye rahatsız oluyorsunuz? Hani demokrattınız? Hani çetelerden
hesap soruyordunuz? MAHMUT ESAT GÜVEN
(Kars) – Öyle bir usul yok! BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen… SIRRI SAKIK
(Devamla) – Bu insanlar bu ülkenin vatandaşı. Bir ülkenin, bir cumhuriyetin
namusu, adaleti ve şerefidir. Eğer bu adalete, şerefe sahip çıkamıyorsanız
demokrasiden bahsedemezsiniz. Bu insanlar gözaltına alındılar ve hâlen kayıp.
Niye tepki gösteriyorsunuz? YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Burası pano değil! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Burası, evet… Bu ülkenin insanları… Siz bu kadar demokratsınız!
Onun için… YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Pano değil orası! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Bu kadar demokratsınız! Biliyor musunuz… YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Sen bu kürsüde onları buraya asamazsın. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Bu insanlar, bu ülkenin vatandaşları. Bunlar kayboldular. YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Önce kendini düzelt, burası Meclis. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Burası pano değil… AHMET
BÜYÜKAKKAŞLAR (Konya) – Sayın Başkan, asamaz buraya. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen, daha sakin dinleyiniz. SIRRI SAKIK
(Devamla) – … ve faili meçhul cinayetler işlendi bu
ülkede. BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen, daha sakin, Genel Kurula hitap ediniz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Başkan kaldırtın onu. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Şimdi, Türkiye halkı AKP’nin ne kadar demokrat olduğunu görmeli.
Çıkıp hamasi nutuklar atmamalısınız. KÜRŞAT ATILGAN
(Adana) – Sayın Başkanım, ne yazıyor orada? BAŞKAN – Lütfen,
sakin olunuz. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Atmamalısınız, evet… Şimdi, siz hamasi nutuklar atarak bu
demokrasiyi inşa edemezsiniz. KÜRŞAT ATILGAN
(Adana) – Sayın Başkan, idare amirlerini çağırıp kaldırtın onu. YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Ayıp denen bir şey var. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Ayıp denen şey… Siz ayıp ediyorsunuz. Burası halkın kürsüsüdür,
burası çetecilerin kürsüsü değil. Evet, burası, bu halkın kürsüsüdür. YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Ayıp denen bir şey var ya! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Ayıp, sana ayıptır be! Sen demokrat değilsin! YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Kaldır bu militanları buradan! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Kaldıramazsın sen! BENGİ YILDIZ
(Batman) – Bizim partimizin üyeleri, militan değiller! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Asıl militan sizsiniz! BENGİ YILDIZ (Batman)
– Militan değil, sen militansın! YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Evet, biz bu milletin militanıyız! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Bakın, Ergenekon çeteleri bunları katletti. Bugün eğer “Ergenekon”
denilen bir şey varsa, Ergenekon geçmişte Kürt coğrafyasında yaptığı… SONER AKSOY
(Kütahya) – Sayın Başkan, asılı duruyor, lütfen! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Lütfen… BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen kaldırınız. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Sayın Başkan, tamam. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz. SONER AKSOY
(Kütahya) – İlan tahtası mı burası! BAŞKAN – Lütfen
sözünüzü tamamlayınız. YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Dilediğin kadar konuş. Biz de seninle beraberiz Ergenekon’a karşı!
Burası militanların yeri değil, milletvekillerinin kürsüsü! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Peki, bu insanlar bu ülkenin vatandaşları değil mi! Ya sizin ilçe
başkanınız olmuş olsaydı ne yapardınız! Sizin vatandaşınız olsaydı… YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Bizim vatandaşımız onlar! Onlar bizim vatandaşımız! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Peki, niye tepki gösteriyorsunuz! Bakın… BAŞKAN – Lütfen
karşılıklı konuşmayınız. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Bakın, Sayın Başkan… BAŞKAN – Lütfen
karşılıklı konuşmayınız. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Ben ama… BAŞKAN - Lütfen
Genel Kurula dönünüz. NECAT BİRİNCİ
(İstanbul) – Sayın Başkan, kürsüden bölücülük yapıyor, “Sizin vatandaşınız
olsaydı” diyor… BAŞKAN – Lütfen… SIRRI SAKIK
(Devamla) – Özür diliyorum. Bizim vatandaşımız… NECAT BİRİNCİ
(İstanbul) – Sözünüzü geri alın! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Geri alıyorum. Özür diliyorum, ben böyle bir şey kastetmedim. Sizin
partiliniz olsaydı ne yapardınız! YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Burada özür dileyeceğin işi yapma! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Evet, bizim vatandaşımız. Şimdi, sevgili
kardeşlerim, çok fazla bağırmanıza gerek yok. YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Sen bağırıyorsun! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Siz tepki gösteriyorsunuz! Bakın, siz tepki gösteriyorsunuz! YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Şov yapmadan konuş, dilediğin kadar konuş! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Ben sizden müsaade alarak konuşmayacağım. Ben inançlarımı hayatın
her alanında söylerim. Bir tek, bizim mal varlığımız onurumuzdur. Onurumuzu
kimseye çiğnetmeyiz. Bu insanların hukukunu savunmak hem ahlakidir hem
vicdanidir hem de İslamidir. Hangisine inanıyorsanız
ona göre karar vereceksiniz! (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Sakık. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Başkanım, lütfen, özür diliyorum, bitiremedim. SONER AKSOY
(Kütahya) – Ee, şov yaparsan böyle olur! YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – İstediğin kadar savun ama şov yapma! BAŞKAN – Ek
süreniz de tamamlandı. Çok teşekkür ediyoruz efendim. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Sayın Başkanım, ben dramımı anlatamadım. Arkadaşlarım bu konudan
rahatsız. BAŞKAN –
Yeterince açıklık kazandı Sayın Sakık. Çok teşekkür
ediyoruz. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Son birkaç dakika rica ediyorum. BAŞKAN – Çok
teşekkür ediyoruz. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Ama bu çok haksız bir uygulama. BAŞKAN – Haksız
değil efendim. Lütfen yerinize geçiniz. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Bir yandan demokrasiden, özgürlüklerden bahsedeceğiz, bir taraftan
mağdur olan, katledilen iki insanın katlini buraya getirmek bile sizler
tarafından hoşgörüyle karşılanmıyorsa… BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen yerinize geçiniz. SIRRI SAKIK
(Devamla) – … nasıl demokrasiyi inşa edeceğiz? Ben
bunu Türkiye halkının vicdanına bırakıyorum. Biliniz, işte, çıkıp kimlerin
Ergenekon’lara sahip çıktığının bir göstergesidir. BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Ergenekon’ların size ucu dokunduğu zaman zaten sesiniz çıkıyor. BAŞKAN – Sayın Sakık, böyle yaparsanız kürsü işgaline giriyor. Lütfen,
yerinize geçiniz. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Ama halka ucu dokunduğu zaman sesiniz hiç çıkmadı. Bir taneniz
çıkıyor, bunların avukatlığını yapıyor. İkinci avukatlık da size helal olsun. Teşekkür
ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar) SONER AKSOY (Kütahya)
– Biz ayrım yapmıyoruz. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz. Gündem dışı
üçüncü söz, Sakarya’nın karşı karşıya bırakıldığı acil sorunlar hakkında söz
isteyen Sakarya Milletvekili Münir Kutluata’ya
aittir. Buyurunuz Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar) 3.- Sakarya Milletvekili Münir Kutluata’nın,
Sakarya ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması MÜNİR KUTLUATA
(Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sakarya’nın aciliyet kazanmış sorunları hakkında gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, Sakarya coğrafi konumu, doğal kaynaklarının zenginliği,
çeşitliliği ve çalışkan insan yapısı özellikleriyle Türkiye'nin en şanslı
illerinin başında gelir. Ancak aynı Sakarya altı yıllık uygulamalar sonucu
içine düşürüldüğü durum açısından da maalesef ülkemizin en şanssız illeri
arasındadır. Sakarya’da yaşanan aciliyet kazanmış,
dayanılmaz hâle gelmiş birçok sorun Türkiye'nin sorunlarıyla aşağı yukarı
aynıdır. Dolayısıyla, bu sorunlara baktığımız zaman sorunların kaynağının
ülkenin iyi yönetilmemesi olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan, Sakarya’nın özel
konumundan kaynaklanan bazı sorunlar var. Sakarya’da yerel yönetimlerin iyi
işlememesinden kaynaklanan ilave bazı farklı sorunlarla karşı karşıyayız.
Birçok zeminde farklı zamanlarda ifade ettiğimiz bu sorunları bugün
milletimizin karşısında bir kez daha Hükûmetin
dikkatlerine sunmakta fayda görmüş bulunuyorum. O bakımdan, Sakarya ile ilgili
sorunların bundan böyle biraz daha yakından ilgi görmesini bekleyerek sözlerime
devam ediyorum. Bilindiği gibi,
Milliyetçi Hareket Partisinin Sakarya’ya çok özel bir ilgisi vardır. Bu ilgi,
1999 yılında yaşanan Marmara deprem afetiyle doğmuş bir ilgidir. O günün hükûmet ortağı olan ve başında
bulunduğu bakanlıklar itibarıyla Sakarya’ya hizmet götürmekte ön saflarda olan
Milliyetçi Hareket Partisi -can kayıplarımız için yapacak bir şeyimiz yok,
onlara Allah’tan bu vesileyle rahmet diliyorum ancak- bütün depremzedeleri önce
geçici konutlara, sonra sabit konutlara taşımak suretiyle Sakarya’nın imdadına
yetişmiş ve Sakarya’nın bütün altyapısını yenilemek suretiyle depremin olumsuz
etkilerini büyük oranda ortadan kaldırmıştır. Bugün bu
kazanımlardan geri dönülmekte olduğunu görüyoruz. 70 bin nüfuslu, yeni ve
sağlam zeminli yeni yerleşim alanından tekrar, Adapazarı’na, yıkılan
Adapazarı’na dönüşün hızlandığını görüyoruz. Bu hızlanmada, Sakarya’da dört
yeni ilçe açılırken bu yeni ve sağlam zeminli bölgenin ilçe yapılmaması büyük
oranda rol oynamış, cazibe özelliğini kaybetmiş, şimdi insanlarımız geriye dönüşe
başlamışlardır ve Sakarya’da (Adapazarı’nda) yeniden kat artışı konusu gündeme
gelmiştir. Adapazarı’nda hâlâ prefabrik okullarda eğitim sürmektedir ve deprem
kredisi alan vatandaşlarımız kredilerini ödeyemedikleri için artan faizleri
dolayısıyla yeni kredi de alamaz duruma gelmişlerdir. Değerli
milletvekilleri, Sakarya’da bu geri dönüşle ilgili sorunların dışında, Türkiye
genelinde yaşanan diğer sorunları Sakarya bütün olumsuzluklarıyla yaşamaktadır.
Sakarya’da, iş yerleri işçi çıkarmakta, esnaf iş yeri kapatmakta ve işsizlik
büyük oranda artmaktadır. Diğer taraftan, Türkiye’nin en verimli topraklarına
sahip olan Sakarya çiftçisi, şu anda yabancı bankalara olan borçlarıyla boğuşur
duruma düşürülmüştür. Türkiye’nin tamamında olduğu gibi Sakarya’da da çiftçi,
tarlasını ekemez, ürününü büyütemez,
büyütürse satamaz hâle gelmiş bulunmaktadır. Bu çerçevede, yabancı bankalar
devreye girmekte ve Sakaryalının toprakları her nedense yabancı bankalar
tarafından kredilendirilmekte ve ipotek altına alınmaktadır. Bu arada, yine,
Türkiye’nin diğer bölgelerinde, Karadeniz Bölgesi’nin diğer fındık bölgelerinde
yaşanan sorun, Sakarya’da fındık sorunu olarak, fındık üreticisinin sorunu
olarak bütün hızıyla yaşanmaktadır. Hasat döneminin başlamasına üç hafta kalmış
olmasına rağmen, Sakarya’da şu anda -bütün Türkiye’de olduğu gibi- fiyatlar
belirtilmiş değildir, açıklanmış değildir. Çiftçi ne yapacağını bilememekte ve
yüksek faizlerle yeniden borçlanmaya devam etmektedir. Sakarya’da çok
ciddi çevre sorunları yaşanmaktadır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. MÜNİR KUTLUATA
(Devamla) – “Sakarya’nın suları” diye adlandırabileceğimiz bu sorunlar: Sapanca
Gölü’nün kolektörünün göle atık su vermesi, foseptiğin
göle ve Sakarya’nın içme suyuna karışması, Sakarya Nehri’nin kirlenmesi ve
özellikle, Sakarya’nın üçüncü önemli suyu olan Melen suyunun İstanbul’a
alınması sonucu Melen Nehri’nin su seviyesinin düşmesi sonunda deniz suyunun
nehir kanalına girmesinin sonunda Sakarya Melen Nehri’nde deniz suyu akar hâle
gelmiş, balıkçıların ağlarına deniz anaları takılır
hâle gelmiştir. Bu suyu sulama suyu olarak kullanan köylülerin tarlaları,
ekinleri yanmakta, fındık bahçeleri yanmaktadır. Melen suyunun İstanbul’a
taşınması sonucu, yapılmakta olan barajın altında kalacak olan Ortaköy
beldesine henüz bir yerleşim alanı gösterilemediği için köylü orada eli kolu
bağlı durmaktadır. Bir başka çevre
sorunu olarak, Sakarya Karasu Belediyesinin mücavir alanını deniz kenarında
doğuya ve batıya beşer kilometre genişletmesi sonucu, hiç de orada şehirleşme
olmamasına rağmen bir sahil yağmasının başlamakta olduğunu görüyoruz ve bu
maalesef yasal sürecini tamamlamıştır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kutluata, lütfen teşekkür ediniz. MÜNİR KUTLUATA
(Devamla) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Bu kısa sürede ancak bu
kadarını sığdırabildim. Hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum efendim.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kutluata. Sayın milletvekilleri,
şimdi gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- TBMM Başkanlığınca, Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonunun, (2/273) esas numaralı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ile (2/297) esas numaralı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü
Kuruluş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi’nin tali komisyon olarak kendisine havale edilmesine ilişkin tezkeresi
(3/493) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunun (2/273) esas numaralı Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile (2/297) esas numaralı
Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin İç Tüzük’ün 34’üncü maddesinin üçüncü
fıkrası gereğince kendisine tali olarak havale edilmesine ilişkin istemi Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunca da uygun bulunduğundan bu istem İç
Tüzük’ün 34’üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca Başkanlığımızca yerine
getirilmiştir. Bilgilerinize
sunulur. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım. VI.- ÖNERİLER A) Siyasi Parti
Grubu Önerileri 1.- Gündemdeki sıralama ve çalışma saatlerinin yeniden
düzenlenmesi ile Genel Kurulun 8/7/2008 ve 15/7/2008
Salı günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların ve diğer denetim konularının
görüşülmemesine; 22/7/2008 ve 29/7/2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde ise
bir saat sözlü sorulardan sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek, kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 9/7/2008, 16/7/2008, 23/7/2008 ve
30/7/2008 Çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların
görüşülmemesine; 96 sıra sayılı Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre Temel Kanun olarak görüşülmesine ve bölümlerinin ekte
yer alan cetveldeki şekliyle olmasına ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulu,
8.7.2008 Salı günü (bugün) toplanamadığından, TBMM İçtüzüğünün 19 uncu maddesi
gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını
arz ederim. Nihat
Ergün Kocaeli
Milletvekili AK
PARTİ Grup Başkan Vekili Öneri: Genel Kurulun; 8.7.2008 ve 15.7.2008 Salı günlerindeki
birleşimlerinde Sözlü Soruların ve Diğer Denetim konularının görüşülmemesi,
22.7.2008 ve 29.7.2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde ise 1 saat Sözlü
Sorulardan sonra Diğer Denetim Konularının görüşülmeyerek, bu birleşimlerde
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesi, 9.7.2008,
16.7.2008, 23.7.2008 ve 30.7.2008 Çarşamba günlerindeki birleşimlerinde Sözlü
Soruların görüşülmemesi, Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmının 137, 134, 70, 80, 130, 65, 62, 61 ve 45’inci
sıralarında yer alan 264, 261, 236, 252, 257, 228, 222, 221 ve 96 sıra sayılı
kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın 2, 4, 8, 9, 10, 11, 12, 13 ve 14 üncü
sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi; Genel Kurulun 8, 15, 22 ve 29
Temmuz 2008 Salı günlerinde
15.00 – 20.00 9, 16, 23 ve 30
Temmuz 2008 Çarşamba günlerinde 13.00 – 20.00 10, 17, 24 ve 31
Temmuz 2008 Perşembe günlerinde 13.00 - 20.00 saatleri arasında
çalışmalarını sürdürmesi, 96 Sıra Sayılı
Türk Ticaret Kanunu Tasarısının, İç Tüzük’ün 91. maddesine göre temel kanun
olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekte yer alan cetveldeki şekliyle olması, Önerilmiştir. 96 sıra Sayılı
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı (1/324) Bölümler Bölüm Maddeleri Bölümdeki
Madde Sayısı I. Bölüm 1
ila 30 uncu maddeler 30
2. Bölüm 31
ila 60 ıncı maddeler 30
3. Bölüm 61
ila 90 ıncı maddeler 30
4. Bölüm 91
ila 120 nci maddeler 30
5. Bölüm 121
ila 150 nci maddeler 30
6. Bölüm 151
ila 180 inci maddeler 30
7. Bölüm 181
ila 210 uncu maddeler 30
8. Bölüm 211
ila 240 ıncı maddeler 30 9. Bölüm 241
ila 270 inci maddeler 30
10. Bölüm 271
ila 300 üncü maddeler 30
11. Bölüm 301
ila 330 uncu maddeler 30
12. Bölüm 331
ila 360 ıncı maddeler 30 13. Bölüm 361
ila 390 ıncı maddeler 30 14. Bölüm 391
ila 420 nci maddeler 30
15. Bölüm 421
ila 450 nci maddeler 30
16. Bölüm 451
ila 480 inci maddeler 30
17. Bölüm 481
ila 510 uncu maddeler 30
18. Bölüm 511
ila 540 ıncı maddeler 30 19. Bölüm 541
ila 570 inci maddeler 30
20. Bölüm 571
ila 600 üncü maddeler 30
21. Bölüm 601
ila 630 uncu maddeler 30
22. Bölüm 631
ila 660 ıncı maddeler 30 23. Bölüm 661
ila 690 ıncı maddeler 30 24. Bölüm 691
ila 720 nci maddeler
30
25. Bölüm 721
ila 750 nci maddeler 30
26. Bölüm 751
ila 780 inci maddeler 30
27. Bölüm 781
ila 810 uncu maddeler 30
28. Bölüm 811
ila 840 ıncı maddeler 30 29. Bölüm 841
ila 870 inci maddeler 30
30. Bölüm 871
ila 900 üncü maddeler 30
31. Bölüm 901
ila 930 uncu maddeler 30
32. Bölüm 931
ila 960 ıncı maddeler 30 33. Bölüm 961
ila 990 ıncı maddeler 30 34. Bölüm 991
ila 1020 nci maddeler 30 35. Bölüm 1021
ila 1050 nci maddeler 30
36. Bölüm 1051
ila 1080 inci maddeler 30
37. Bölüm 1081
ila 1110 uncu maddeler 30
38. Bölüm 1111
ila 1140 ıncı maddeler 30
39. Bölüm 1141
ila 1170 inci maddeler 30
40. Bölüm 1171 ila 1200 üncü
maddeler 30 41. Bölüm 1201
ila 1230 uncu maddeler 30
42. Bölüm 1231
ila 1260 ıncı maddeler 30 43. Bölüm 1261
ila 1290 ıncı maddeler 30 44. Bölüm 1291
ila 1320 nci maddeler 30 45. Bölüm 1321
ila 1350 nci maddeler 30 46. Bölüm 1351
ila 1380 inci maddeler 30
47. Bölüm 1381
ila 1410 uncu maddeler 30
48. Bölüm 1411
ila 1440 ıncı maddeler 30 49. Bölüm 1441
ila 1470 inci maddeler 30
50. Bölüm 1471
ila 1500 üncü maddeler 30
51. Bölüm 1501
ila 1520 nci maddeler 20 52. Bölüm 1521
ila 1535 inci maddeler (Geçici
Madde 1, 2, 3, 4, 5 dâhil) 20
BAŞKAN – Grup önerisinin aleyhinde, kurada çıkan İstanbul
Milletvekili Hasan Macit ve Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli’ye
sırasıyla söz vereceğim. Sayın Macit, buyurunuz. HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygılarımla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden bu tarafa her
hafta salı günleri Danışma Kurulu önerisi veyahut da iktidar partisinin
önerisiyle karşı karşıyayız. Burada uzunca bir müzakereden sonra, ne yazık ki
iktidar partisi oy çoğunluğuyla, getirdikleri önerileri Meclisten geçiriyorlar
ve Meclisin gündemini getirdikleri önerileri doğrultusunda çalıştırıyorlar. Bu
haklarıdır. Ama İç Tüzük’ümüze baktığımız zaman bir gerçek daha var. Bu gerçek
şudur ki: Hükûmeti denetim mekanizmasından ustalıkla
kaçırıyorlar. Değerli arkadaşlar, İç Tüzük’ümüzün 98’inci maddesini
hepiniz en az benim kadar biliyorsunuz ama ben bir kez daha sizlerle paylaşmak
istiyorum: “Sözlü soruların cevaplandırılması için; Anayasa, kanun ve İçtüzük
gereği zorunluluklar hariç olmak üzere, -yani zorunluluklar hariç olmak üzere-
haftanın en az iki gününde, birleşimin başında ve birer saatten az olmamak
üzere görüşülür.” Yani 22 Temmuz
2007’den bu tarafa hep zorunluluk oluyor ki, çarşamba günleri sözlü soruları
görüşemiyoruz veya görüşmüyoruz. Bundan şu anlaşılıyor: Bundan yürütmenin, yani
Hükûmetin verilen sorular karşısında verilecek bir
yanıtının olmadığı veyahut da denetim mekanizmasının işletilmek istenmediğinin
bir göstergesidir. Biz buraya çıktığımız zaman, Danışma Kurulu veyahut da başka
konularla ilgili düşüncelerimizi sizlerle paylaşırken de, ne yazık ki bizden
sonra söz alan iktidar partisi sözcüsü arkadaşlarım burada bizi en ağır bir
şekilde eleştiriyorlar. Değerli arkadaşlar, eğer demokrasiyi işleteceksek, özgürlükler
varsa, önce ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü getirilmesi gerekir. Siz burada,
Meclis kürsüsünde bizim uyarılarımıza veyahut da bizim düşüncelerimize tahammül
gösteremiyorsanız, o zaman dışarıdaki özgürlükler, demokrasiyle ilgili
söylediğiniz sözler, söylemler, hepsi birer boş, içi boş olan söylemlerden
ileriye gitmemektedir ne yazık ki. Değerli arkadaşlar, bu, AKP Grubunun getirdiği öneride bir
farklılık var. Daha önce de birer haftalık Meclisin gündemi dizayn
ediliyordu, bu Danışma Kurulunda bu ayla ilgili tüm çalışmalar yazılmış.
“Temmuz ayı içerisinde Meclisin çalışması gerekiyor.” deniliyor ve bu öneriyi
tartışıyoruz. Değerli arkadaşlar, buraya nereden geldik acaba, buna bir bakmak
lazım. Sayın Başbakanın “Mahkeme kararı sonuçlanıncaya kadar Meclis çalışsın.”
anlayışı ve dayatmasından böyle geliyor. Değerli arkadaşlar, Meclisin çalışmasıyla ilgili bir zorunluluk
veyahut da Türkiye’nin önünü açacak, işsizliği yok edecek –bugün çiftçi
tarlasına gidemiyor, hasat zamanı traktörünün deposuna mazot koyup gidemiyor-
onun sıkıntılarını çözecek yasal düzenlemeler veyahut da çözümlerle ilgili
tartışmaların burada konuşulması değil, ama ne? AKP’yle ilgili açılan kapatma
davası sonuçlanıncaya kadar. Ondan sonra da çalışalım, bizim Türkiye Büyük
Millet Meclisinin tatile gitmesiyle ilgili bir düşüncemiz yok, çalışmasından
yanayız ama getirilen önerinin, söylenen biçimin yanlışlığını vurgulamak
istiyoruz. Hani kuvvetler ayrılığı vardı? Hani yürütmenin, yasamanın, yargının
ayrı ayrı, özerk, bağımsız karar verme yetkisi vardı?
Bu yasamanın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışması veyahut da burada
tartışılacak konular hep Sayın Başbakanın talimatları doğrultusunda ne yazık ki
bu zamana kadar çıkarıldı, konuşuldu, düzenlendi; demek ki bundan sonra da
düzenlenmeye devam edilecek, bu mahkeme sonuçlanıncaya kadar Türkiye Büyük
Millet Meclisi çalışacak. Çalışsın, ama biraz önce söylediğim gibi Türkiye'nin
önünü açacak, Türk halkının sıkıntılarını çözecek yasaları konuşalım. Değerli arkadaşlar, Ardahan milletvekillerimiz var. İktidarın
Ardahan’a gittiği var mı acaba? Ardahan’da 223 bin lira için esnaf kefalet
kooperatifi dört yıldır kapalı. Koskoca bir ilin esnaf kefalet kooperatifine
ilin esnafları 223 bin lirayı ödeyemediği için ne yazık ki bu kooperatif
kapalı. Bunlar kredi falan istemiyorlar. Bunlar bazı bankaların bazı
holdinglere alacakları basın yayın kuruluşları için verdikleri kredilerle
ilgili ayrıcalık, ayrımcılık da istemiyorlar. Bunlar sadece bir yapılandırma
istiyorlar. Bunlar sadece mevcut düzende bir taksitlendirme, kendilerinin
ödeyebileceği ölçüde bir düzenleme istiyorlar. Değerli arkadaşlar, bugün bir kişinin bile bu kadar az bir parayı
çıkarabileceği bir yerde, koskoca ilin esnafları 223 bin lirayı ödeyemediği
için ne yazık ki dört yıldır kapalı. Gelin, bunları konuşalım. Gelin,
Türkiye’de en büyük sorun olan işsizliği konuşalım. Değerli arkadaşlar, acaba Devlet İstatistik Enstitüsünün
rakamlarına, verilerine, araştırmalarına bakıyor muyuz? O verilerle ilgili Türkiye'nin
içinde bulunduğu işsizlikle ilgili sorunlarını görüyor muyuz ve onlarla ilgili
ne yapıyoruz? Bunları irdelememiz gerekir. Hep, Sayın Başbakan “Nereden nereye geldik.” gibi bir söylem
içerisinde. Evet, nereden nereye geldiğimiz Devlet İstatistik Enstitüsünün
verilerinde ne yazık ki görülüyor. Yani Devlet İstatistik Enstitüsünde işsizlik
oranı 2002’de bugünkü rakamdan daha az. Yani 2002’de 21 milyon 354 bin insan
istihdam edilirken -verilere göre- bugün 20 milyon 800 bin kişi istihdam
ediliyor. Yani altı yıldır Türkiye'nin nüfusu yerinde saysa bile, Türkiye'nin
nüfusu artmasa bile bugün istihdam edilen, çalışan nüfus Devlet İstatistik
Enstitüsünde düşmüş. Peki, 2002’den bu tarafa, altı yıl gibi bir süre içerisinde artan
nüfus nerede? İktidar, altı yıllık iktidarı boyunca kaç kişiye iş buldu,
istihdam buldu, aş buldu? Değerli arkadaşlar, bunları konuşalım. Lütfen, sanal
ve suni gündemlerle ne Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini ne Türk
halkının gündemini meşgul edelim. 2002’de işe katılım oranı yüzde 49,6 iken; 2006’da, 2007’de yüzde
46’ya düşmüş. Bugün, bağımsız araştırma kuruluşlarının yaptıkları
araştırmalarda, yaptıkları tespitlerde Türk halkının birinci öncelikli sorunu
işsizlik geliyor. Yani insanların bugün gündeminde başka bir konu yok, en büyük
sorun işsizlik. Kapatma davası yok, Ergenekon davası yok ve Türkiye Büyük
Millet Meclisinin çalışmalarını çok fazla merak da etmiyorlar. Benim işsizlik
sorunuma çözüm bulsunlar istiyorlar. E, bizim gündemimizde ne yazık ki işsizlik
ve ekonomi yok. Değerli arkadaşlar, temmuz ayındayız. Türkiye'nin çok büyük bir
bölümünde insanlar hasat mevsimine girdi. Tarlalarında çalışıyorlar ama bir de
bakıyoruz ki 3 YTL’yi geçen mazot fiyatlarıyla insanlarımız, traktörünün
deposunu doldurup tarlaya gidemiyorlar. Bugün buğday hasadı… Değerli arkadaşlar, Türkiye Toprak Mahsulleri Ofisinin, acaba,
buğday fiyatıyla ilgili bir çalışması, bir fiyatı var mı? Avans fiyat
açıklayabildi. Açıklanan avans fiyat ne yazık ki pazarda uygulanan fiyatları
geriye çekti, düşürdü, o da çiftçinin aleyhine oldu. Bugün, daha bu yıl ithal
ettiğimiz buğdaya ödenen parayı bile Türk çiftçisine ne yazık ki buğday fiyatı olarak
veremeyen bir Hükûmetimiz var. Değerli arkadaşlar, bunları konuşalım, bunları tartışalım, Türk
halkı bizden bu konularla ilgili çözüm bulmamızı istiyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. HASAN MACİT (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Gittiğimiz yörelerde en büyük sıkıntıları ekonomik sıkıntılar,
işsizlik, yoksulluk. Acaba yaz döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatile
çıkmaması ve çalıştırılmamasının altında iktidara mensup milletvekillerinin
yörelerine gidememe kaygısı mı var diye de düşünmeden edemiyorum. Bu önergenin aleyhindeyiz. Hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Macit. Önerge aleyhinde ikinci söz Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli’ye ait. Buyurunuz Sayın İçli. (DSP sıralarından alkışlar) H.TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi şahsım
ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum. AKP grup önerisinin aleyhinde söz aldım. Biraz evvel söz alan
Demokratik Sol Parti İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit’in açıklamalarını
burada tekrarlamak istemiyorum. Değerli arkadaşım birçok konuya işaret etti. Ben, aslında daha farklı bir konuya girmek istiyorum: Aslında
Türkiye'nin gündeminin AKP Grubunun getirdiği gündem olmaması gerekir çünkü
Türkiye bunları konuşmuyor bugün. Türkiye, ağırlıklı olarak hukuk konuşuyor,
bir taraftan Anayasa Mahkemesinde görülmekte olan AKP kapatma davasını
konuşuyor, bir taraftan örgüt olup olmadığı belli olmayan, mahkeme kararı da
bulunmayan, adına da “Ergenekon” ismi takılan bir terör örgütü konuşuluyor. Bütün gazetelerde, bütün televizyonlarda gündem bu. Sayın
Başbakanın açıklamaları var, Adalet Bakanının açıklamaları var, Başbakan
Yardımcısının açıklamaları var ama ortada bir şey yok. Soruşturma gizli,
gizlilik kararı alınmış ama gazetelerde zanlıların ifadeleriyle ilgili birtakım
haberler çıkıyor. Bugün, gelmeden biraz evvel, zanlıyken hastanede bilincini yitiren
ve bu nedenle tahliye edildikten üç gün sonra ölen Kuddusi
Okkır hakkında idari soruşturmanın başlatıldığına dair
açıklamaları duydum Sayın Adalet Bakanından. Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil
Çiçek’ten de on üç aydır iddianamenin açılamamış olmasının nedenlerinin, onu
eleştiren bazı hukukçuların Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 108’inci maddesini
bilmemelerinden, zira tutuklu sanıkların bir ay içinde hâkim önüne
çıkarıldığına ilişkin açıklamalarını duydum. Değerli arkadaşlarım, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde on üç
aydır iddianame tanzim edilmeden davası açılmamış başka bir örnek yoktur.
Hatırlarsınız, 20 Mayıs tarihinde, Sayın Adalet Bakanının burada olmadığı bir
dönemde rahmetli Kuddusi Okkır’ın
eşinin yakarışlarını, ağlayışlarını yansıtan bir gazetemizin haberini okuyarak
“F tipinde konuşamaz oldu” şeklinde, konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine getirmiştim. Bir hafta sonra Sayın Adalet Bakanı buradayken 27 Mayıs
tarihinde, konuyu tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yüce Meclisin
gündemine getirmiştim. Bakın, ne demiştim o zaman: “Dünyanın hangi devletinde, hukuk
devleti olduğu iddia edilen bir devlette, on bir aydır, on iki aydır bu
Anayasa'nın biraz evvel okuduğum -ki 19’uncu maddesini okumuştum- hükmüne
aykırı olarak tutuklanan sanıklar mahkeme önüne çıkarılmaz? Bakın, hukuk
hepimize lazım. Yarın öbür gün ne olacağı belli değil. Benim dileğim şu, onları
tutmak, savunmak anlamında söylemiyorum: Terörist de olsa, bölücü de olsa,
tutuklanan kişilerin makul süre içinde yargılanmalarının yapılmaları bir
gerekliliktir.” Ve Sayın Adalet Bakanı da arkamdaydı. Değerli arkadaşlar, iddianame tanzim edilmedi. Ceza Muhakemeleri
Kanunu’na göre, zanlı eğer öldüyse bir takipsizlik kararı verilecek. Bakın,
yüzde 100 suçlu da olabilirdi rahmetli, olabilir; bu ancak yargılama sonucunda
ortaya çıkabilirdi. Peki, eşinin iddialarına göre sapasağlam hapishaneye giren bir
tutuklunun, bir zanlının tedaviden mahrum edilmesi hangi insan haklarına
sığabilir? Burada seslenmiştim yüce Meclise, yüce Meclis bu konuda karar
verebilirdi. Hepimizin vicdani borcu vardır. Suçlu da olsa, hiçbir insan, insan
haklarından olan tedavi hakkından mahrum kılınamaz. Hiçbir insan, suçluluğu
mahkeme kararıyla sabit olmadığı sürece suçlu yerine konulamaz. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi, adil yargılanma hakkı. Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mızın 17’nci maddesinde, hiç kimseye
işkence ve kötü muamele yapılamayacağına dair amir hüküm vardır. Yine, Türk Ceza Kanunu’nun 94’üncü maddesinde, bakın, işkence ne
şekilde tanımlanıyor: “Bir kimseye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel
veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin
etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu
görevlileri hakkında -ki bu işkence- üç yıldan oniki
yıla kadar hapis cezası verilir.” der. 95’inci maddenin 2’nci fıkrasında, eğer
iyileşme olanağı bulunmazsa, bitkisel hayata girildiyse cezasının artırılması
söylenir. 95’inci maddenin 4’üncü fıkrası ise “İşkence sonucunda ölüm meydana
gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.” hükmünü taşımaktadır. Bu, sadece ölenler için değil, daha zanlıyken, soruşturma
aşamasında emniyetteki ifadesinin, savcılıktaki ifadesinin sızdırılarak, onlar
daha yargılanmadan mahkûm yerine konulması sebebiyle de yapıldığı takdirde
işkence suçunu oluşturmaktadır. İdari soruşturma açılabilir. Cumhuriyet savcıları derhâl bu olayı
bir suç duyurusu olarak kabul eder… Çok değerli cumhuriyet savcılarının derhâl
soruşturma açması gerekir. Ama, bu, işin cezai yoludur.
Değerli arkadaşlarım, bir de işin siyasi bir boyutu vardır, siyasi
boyutu da bu konuda Meclis soruşturması açılmasıdır. Bakın, ben Sayın Adalet Bakanı buradayken bunu söyledim. Biz,
çeteler araştırılmasın demiyoruz, bölücü örgütler, terör örgütleri araştırılmasın
demiyoruz. Ama, Anayasa’mız bizim uymamız gereken
kuralları belirtmiştir. Burada, her zaman insan haklarına saygı söz konusudur.
Demokratik ülkelerde olmaması gereken olaylar, ne yazık ki, son dönemlerde
ülkemizde yaşanmaktadır değerli arkadaşlarım. Şimdi, Kuddusi Okkır
öldü. Onun hakkında bir dava yok, sanık durumuna konulmamış. Ama,
diğer zanlıların ifadelerine baktığımız zaman, neyle suçlandıklarını
bilmiyorlar. Belgelere ulaşması engelleniyor. Peki, biz 2001’de Anayasa’yı
değiştirdiysek, biz kanunlarımızı değiştirdiysek, neden bunu uygulaması gereken
kişiler uygulamıyor ve biz neden onlara hesap soramıyoruz değerli arkadaşlarım?
Türkiye’yi gazeteciler mi yönetiyor değerli arkadaşlarım? “Türkiye Büyük Millet Meclisi, en yüce
Meclis.” diyoruz burada. Gazetelerde herkesin boynuna bir yafta asılıyor. Biraz
evvel burada konuşan bir değerli milletvekili arkadaşım burada bir pankart
göstererek Ergenekon çetesinden bahsetmek suretiyle kendine göre birtakım
insanları, görüşlerini ifade ederek savunmaya kalkıyor ama kim Ergenekon çete
mensubu? Bizim bilme hakkımız yok mu? Yüce Meclisin bilme hakkı yok mu? Kimden
korkuyoruz, kimden saklıyoruz? Bebeklerin bile inanmayacağı olayları
gazetelerde, televizyonlarda okuyoruz. Bizi adam yerine koymuyorlar mı? Köşe
yazarları mı Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil ediyor değerli arkadaşlar?
Lütfen bunlara ses çıkartalım. Bu konuda bir genel görüşme açalım, bir Meclis
soruşturması açalım. Bunu -Demokratik Sol Partinin grubu yok- Anayasa’mıza göre
ve İç Tüzük’ümüze göre 20 milletvekili veyahut da grubu olan siyasi partiler
ancak verebiliyor. AKP’li arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun; diğer
arkadaşlar, lütfen… Eğer demokrasiden söz edeceksek bu konuda işin gereğini
yapmak ancak yüce Meclisin görevidir. Eğer biz bu görevi yapmazsak birileri
başka güçlerden medet umar ve krizin, kaosun çözümünü
başka yerlerden beklemeye çalışırlar. YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yargıya müdahale mi edelim? H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Darbeye filan davet ettiğim yok. YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yargıya müdahale mi edelim? H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Ben “Yargıya müdahale edin.” de
demiyorum. Yargının doğru işlemesi… On üç aydır iddianame tanzim edilemiyor.
Bakın -zamanım yok- Anayasa’da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde “Hemen
mahkeme önüne -bakın ‘dava’ diyor- çıkartılması lazım.” diyor. Makul süre… Bakın, Öcalan davasında iddianame iki ay yedi günde Devlet
Güvenlik Mahkemesi Savcısı tarafından tanzim edilmiş. Suçu 90’lı yıllarda,
80’li yılların başından başlayıp yakalandığı 1999 yılına kadar gelmiş. İki ay
yedi gün… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargılamanın Devlet Güvenlik
Mahkemesinde yapıldığı nedeniyle bozdu biliyorsunuz. Sonra da Devlet Güvenlik
Mahkemelerini bu yüce Meclis kaldırdı. Ağır ceza mahkemesi… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın İçli. Buyurunuz. H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Sayın Başkanım, tamamlıyorum. İki ay yedi gün… On üç ay, on üç aydır… Bir de şunu söyleyeyim: Bir insanı tutuklamak için kuvvetli
deliller olması lazım. Eğer savcı kuvvetli delilerin olduğuna inanıyor, o hâkim
de tutukluyorsa zaten deliller böyle toplanmıştır, öne konmuştur, karar
verilmiştir. Bir kişiyi tutukladıktan sonra on üç aydır iddianame tanzim
edememek ve iddianamenin CD ortamında sanıklara verileceğine dair basın
toplantısı düzenlemek hukuk devletinde yoktur değerli arkadaşlarım. Hepinize saygılar sunuyorum. Çok teşekkür ediyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İçli. Önergenin lehinde Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün. Buyurunuz Sayın Ergün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
grup önerimizin lehinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri, 24 Haziran tarihli Genel Kurulda, Genel
Kurulun oyuyla 1 Temmuzda Meclisin tatile girmemesi ve çalışması kararı
alınmıştı. Dolayısıyla o günden bugüne Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışıyor
ve 1 Temmuzda tatile girmedi. Temmuzun hemen hemen
üçte 1’ine yakın, dörtte 1’ini tamamladık ve temmuz ayı boyunca çalışmaları,
çalışma saatlerini ve gündemi oluşturan bir grup önerisi getirdik. Normalde bugüne kadarki çalışma saatlerimizi, arkadaşlarımızın
alışageldikleri bir çalışma saati olarak değerlendirerek bu grup önerisini
getirdik. Salı günleri temmuz sonuna kadar 15.00-20.00 saatleri arasında,
çarşamba günleri 13.00-20.00 ve perşembe günleri de 13.00-20.00 saatleri
arasında çalışalım diye bir önerimiz var. Yine, gündemde olan kanun tasarı ve tekliflerini bir öncelik
sırasına göre görüşelim ve en nihayetinde grupların üzerinde mutabık kaldığı
Türk Ticaret Kanunu’nu da bu çalışma süresi içerisinde bitirelim düşüncesine
sahibiz. Zaten bugün Elektrik Piyasası Kanunu’yla kaldığımız yerden devam
edeceğiz. Aynı zamanda Lübnan’daki askerî birliğimizin Barış Gücündeki görevi 5
Eylülde tamamlanıyor, onun süresinin uzatılmasıyla ilgili bir Hükûmet tezkeresini bugün görüşeceğiz. Sırada olan diğer
kanun tasarı ve tekliflerini de az önce arkadaşlarımız okudular. Bazı
eleştiriler oldu denetim konularında bir aksama meydana geldiğine dair, âdeta
denetim yapılması istenmediğine dair. Rakamlar, veriler öyle değil. Önümüzde,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin dönem dönem
çalışmalarını ortaya koyan tablolar var. Hem 22’nci Dönem itibarıyla hem de
23’üncü Dönemin bugüne kadarki zamanı itibarıyla geçmiş yıllara göre sözlü
sorulara cevap verme oranı yüzde 20’lerdeyken, ortalama 15-20 arası bir
yerdeyken, 22’nci Dönemde yüzde 43 oranında sözlü sorulara cevap verilmiş.
23’üncü Dönemin şimdiye kadarki döneminde de yüzde 43 oranında cevap verilmiş.
Geçmiş dönemlerle mukayese edildiğinde daha fazla sözlü soruya cevap verilmiş
olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda, araştırma önergeleri açısından da yüzde
15’lerde olan ortalama araştırma önergesinin kabul edilmesi ve araştırma
komisyonu kurulması oranı, bu dönemde yüzde 15’lerden yüzde 23’lere çıkmış.
Yine önümüzdeki süreçte, elbette bazı araştırma önergeleri de gündeme
gelebilecektir ve diğer denetim konuları, soruşturma talebinde bulunmak,
gensoru vermek gibi diğer denetim konuları ise elbette grupların kendi
ellerinde olan bir meseledir. Soruşturulmasına gerek gördükleri konular olursa,
gensoru verilmesine gerek gördükleri konular olursa elbette bunları
verebileceklerdir. Ama memnuniyet verici olan bir şey şu: Söz alan 2 değerli milletvekilimiz,
daha önceki grup önerilerimizin lehinde söz alıp aleyhinde konuşurlardı, bu
sefer gerçekten aleyhinde konuşmak üzere söz almış oldular. O, iyi bir
istikamete gidiş olduğunu bize gösteriyor. Ama gene onun da eksik tarafı şu ki,
özellikle bir arkadaşımız, grup önerisinin hiç yanından bile geçmedi, tamamen
diğer konuları, bugün Türkiye’de medyada tartışılmakta olan diğer konuları
gündeme getirmiş oldu. O konular hakkında bizim söyleyecek bir sözümüz yok mu?
Elbette var. Var ama görülmekte olan davalarla ilgili Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görüşme yapmayacağımıza dair Anayasa’nın 138’inci maddesindeki
kurala uyuyoruz. Yoksa bu kürsüden görülmekte olan her davayla ilgili birçok
şey söylemek mümkündür, söyleyebiliriz
de ama burada onun müzakeresini yapmak durumunda değiliz. O nedenle, değerli
arkadaşlar, Türkiye'de yasalar vardır, kanun nizam vardır. Yasaların
uygulanmasına itirazımız olabilir. Yasalar bazen idare tarafından, bazen yasama
organının kendisi tarafından, bazen yargı organları tarafından farklı bir
yoruma tabi tutulabilirler. Bizim de bunlara itirazımız olabilir. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Süreç… Süreç… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Elbette, yasamanın da yürütmenin de
yargının da hatalı işlemler yapabileceğini bir istisnai durum olarak kabul
etmek mümkündür, ama o hataların da nasıl düzeltilebileceğinin Türkiye'de
mekanizmaları vardır. O hatalar elbette düzeltilebilir, varsa cezaevinde
birisinin ölümü, sağlık, tedavi hizmetlerinden yararlandırılmaması gibi bir
yanlış işlenmişse bu yanlışın üzerine elbette ilgili makamlar gideceklerdir,
gitmelidirler. Ama bunu, görülen davaların mahiyetiyle ilişkilendirmek doğru
bir yaklaşım olmaz. MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Canını geri getirebilecek misiniz? KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakan sorumlu kardeşim. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, her vatandaşın hakkını
arayacak ilgili makam ve merci vardır ve vatandaşlarımızın hakları da
aranmıştır, aranmaktadır. Değerli arkadaşlar, bugünkü grup önerimizle, az önce ifade etmiş
olduğum konuları temmuz ayı boyunca konuşmak ve bu konularla ilgili de çalışma
saatlerini belirlemek amacıyla bir grup önerisi verdik. Grup önerimizi
destekleyeceğinizi umuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergün. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Grup önerisi lehinde, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli. Buyurunuz Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; AK PARTİ grup önerisinin lehinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli Grup Başkan Vekili arkadaşımın da ifade ettiği gibi yine
bu hafta veya bundan sonraki haftalarda Meclisimizin çalışma içeriği ve çalışma
saatleriyle ilgili olarak AK PARTİ grup önerisi olarak karşınızdayız. Esasında,
diğer gruplarla yapılan görüşmelerde ve bugüne kadar, özellikle son ayda
çalışma saatleri konusunda bir mutabakat söz konusu ancak –saygı duyuyoruz
elbette- bazı siyasi parti gruplarımızın ilkesel kararları çerçevesinde oy
birliğiyle bir Danışma Kurulu kararı çıkmadı. Ama biz onların da görüşlerini
alıyoruz hem Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışma konularının içeriğinin
belirlenmesi ve hem de çalışma saatleriyle ilgili olarak. Önce bunu belirtmekte
tekraren fayda var. Değerli arkadaşlar, biraz önce bir konuşmacı arkadaşımız işsizlik
ve istihdam rakamlarıyla ilgili bazı bilgiler verdi ve oradan yola çıkarak, o
rakamlardan yola çıkarak, istihdam rakamlarıyla ilgili olarak 2002-2007, 2008
karşılaştırması yaptı ve iki dönem arasında istihdam edilenlerin sayısında bir
azalma meydana geldiğini ifade etti. Tabii o rakama o şekilde baktığımız zaman
görünen rakam o, yani, hakikaten, 2002 yılı TÜİK rakamlarına göre yaklaşık 21
milyon civarında bir istihdam gözüküyor; 2007 yılına veya 2008’e gelindiğinde
küçük bir azalma gözüküyor. Esasında, bu gibi çok yüzeysel değerlendirmeler her
zaman yanıltıcı olur, çoğu zaman yanıltıcı olur, hele çok önemli bir
değerlendirme yapıyorsanız, önemli bir sonuca ulaşmak için bir değerlendirme
yapıyorsanız, kuşkusuz, olayların, rakamların biraz daha detayına inmek lazım.
Bu söylediğim kural, husus, biraz önce arkadaşımızın yaptığı değerlendirme için
de geçerlidir. Şimdi, değerli arkadaşlar, 2002 yılı rakamlarına baktığımız zaman,
burada, elbette tarımdaki istihdam rakamları da rakamın içerisinde, yani toplam
istihdam olarak gözüken, çalışıyor gözüken rakamların içerisinde tarım
kesiminde çalışıyor gözükenler de dâhildir 2002 yılında ve bu 2007 yılındaki
rakamlarda da içindedir, dâhildir. Tabii, iki dönem arasında, tarımda istihdam açısından bakıldığında
bir fark var, o da yaklaşık 4,5-5 milyon civarında bir kopuş söz konusudur.
2002 yılında tarım kesiminde çalışan, çalışıyor gözüken ve istihdam
rakamlarında yer alan yaklaşık 4,5-5 milyon civarında bir grup kişi 2008
rakamlarında yoktur. Aslında bu sorunun cevabı şudur: Yani, bu insanlar 2002
yılında da gerçekte çalışmıyorlardı. Tarımda istihdam ediliyor gözüküyorlardı,
ancak istihdam edilmiyorlardı. Biz bunlara “gizli işsiz” diyoruz. Fakat
istihdam rakamlarında yer aldığı için, rakamları düz olarak bu şekilde
uyguladığınız zaman, arkadaşımızın yaptığı, bana göre, hatalı yorum ortaya
çıkar. Doğru yorum şudur: Diğer kesimlerdeki istihdam
değişimlerini, tarım dışı sektörlerdeki, kesimdeki istihdam değişimlerini bir
tarafa bırakıyorum, sadece buradan yola çıkarak şu yorumu yapmak mümkündür:
2002 yılından bugüne kadar tarımda yaklaşık 4,5-5 milyon insan, aslında
istihdamda gözüken ancak gizli işsiz olan insanlar istihdamdan kopmuştur,
bunların yüzde 80’inden fazlasına tarım dışı sektörlerde istihdam imkânı
sağlanmıştır, istihdam kapasitesi yaratılmıştır, oluşturulmuştur. Gerçek
yorum budur, doğru değerlendirme budur değerli arkadaşlar. Bunun özellikle
altını çizmek istiyorum. Şimdi diğer bir husus da şu: Elbette Türkiye Büyük Millet Meclisi
son derece önemli konuları görüşüyor ve toplum hayatını, toplumumuzun önemli
bir kesimini doğrudan ilgilendiren ve onların gelecekteki yaşam standartlarına
olumlu anlamda katkı sağlayacak düzenlemeler yapıyor. Yani buradan Türkiye
Büyük Millet Meclisinin yaptığı çalışmaları küçümsemek ve sanki Türkiye’nin,
insanlarımızın geleceğini, refahını yakından ilgilendiren konuların dışında
konular görüşülüyormuş veya tartışılıyormuş gibi bir hava oluşturmanın da çok
anlamlı olmadığını düşünüyorum. Bakın, daha geçtiğimiz günlerde yerel
yönetimlerle ilgili, onların gelir imkânlarını artıran ve ciddi anlamda
rahatlamalarını sağlayacak, oradaki yatırımların ve dolayısıyla istihdamın
artırılmasına katkı sağlayacak bir yasa tasarısı burada kabul edildi Mahalli
İdareler Yasası’yla yaptığımız düzenlemeyle, değişiklikle. Keza, bugünlerde, yine aynı kriterler
kullanılarak önemli olduğuna inandığımız, hepimizi, herkesi, ülkemizi çok
yakından ilgilendiren ve bir an önce bu düzenlemelerin yapılması gereken bir
alanda, elektrik alanında, enerji alanında önemli bir kanun tasarısını
görüşüyoruz; kim bunun önemsiz ve gereksiz olduğunu söyleyebilir, kim bunu
hafife alabilir? Almaması gerekir. Bu tip ifadelerin doğru olmadığını
düşünüyorum. Keza, yine önümüzdeki günlerde -Meclis gündeminde var,
sıraya alınmış durumda- KEY ödemeleriyle ilgili ve yaklaşık 4-4,5 milyar YTL
civarında, özellikle de toplumun orta ve alt gelir grubunda bulunan insanlara
aktarılacak olan ve daha önceki hükûmetler tarafından
tahsil edilip ancak amacı dışında kullanılan ve biz geldiğimizde bulunmayan bir
parayı, nemasıyla birlikte, yaklaşık 4-4,5 milyar YTL civarında bir rakamı
ödeyeceğiz ve bununla ilgili yine önümüzdeki günlerde bir tasarı gelecek ve
bunları konuşacağız. En sonunda, Türk Ticaret Kanunu’yla ilgili o kapsamlı düzenlemeyi,
değişikliği, yine diğer partilerimizin de mutabakatıyla, onlarla varılan
mutabakat çerçevesinde görüşeceğiz. Bunların önemsiz olduğu söylenebilir mi değerli arkadaşlar?
Dolayısıyla, Meclisimiz, bu temmuz ayında da son derece önemli, gerekli
konuları görüşüyor. Arkadaşlarımızın, bu yaz günlerinde, sıcak günlerde
Mecliste bulunmalarının elbette karşılığı bu güzel şeylerdir, bunun ağırlığını
hiç kimsenin azaltmaması gerekir. Bu duygu ve düşüncelerle, grup önerimizin lehinde oy
kullanacağımızı ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Canikli. Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Öneri kabul edilmiştir. Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi
vardır, okutuyorum: V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam) A) Tezkereler (Devam) 2.- Birleşmiş Milletler Geçici
Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2008 tarihinden
itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesine izin verilmesine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/477) 25/6/2008 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Ağustos 2006 tarihinde
kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl için
verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü
(UNIFIL)’ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin
süresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29/5/2007
tarihli ve 892 sayılı Kararı ile 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmıştır. Türkiye, gerek UNIFIL kara harekâtına, gerek UNIFIL-Deniz Görev
Gücü’ne yaptığı katkılarla, barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında
önemli bir işlev üstlenmiş, böylece, gerek BM sistemi içinde, gerek bölgesel ve
küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını ve sahip olduğu saygın konumun
pekişmesini sağlamıştır. Türkiye’nin UNIFIL’e
katılımı, bölgede barışı ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının
sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur. UNIFIL’in görev süresi 31
Ağustos 2008 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2008
tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde BM Güvenlik Konseyi
tarafından Ağustos ayı içinde bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir. Lübnan’daki siyasi ve güvenlik ortamının ülkedeki askerî
unsurlarımızın görevlerini sürdürmeleri bakımından uygun olduğu
düşünülmektedir. Bu hususlar ışığında, Lübnan makamlarının doğrudan
talepleri ve bölgedeki güvenlik koşulları da dikkate alınarak, BM Güvenlik
Konseyi’nin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması
yönünde karar alması durumunda, hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe
belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı BM Güvenlik
Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5
Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtına iştirak etmesi ve
bu bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet
tarafından yapılması için Anayasa’nın 92 nci maddesi
uyarınca izin verilmesini arz ederim. Recep
Tayyip Erdoğan Başbakan BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç
Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım. Gruplara, Hükûmete
ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri gruplar ve Hükûmet için
yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır. Şimdi, İç Tüzük’ümüzde bulunmamasına rağmen, bu tür tezkerelerde
bugüne kadar yapılan görüşmelerde yüce Meclisin aydınlatılmasını teminen Hükûmete görüşmelerin
başlangıcında da kısa bir söz verme usulümüz hâline gelmiştir. Şimdi Sayın Bakana soruyorum: Bir aydınlatma konuşması yapacak
mısınız Sayın Gönül? MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Evet. BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Beş dakika kısa bir süre size vereceğim eğer uygun görürseniz. MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi içtenlikle selamlıyor, saygılarımı
sunuyorum. Malumunuz olduğu üzere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11
Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı Kararı çerçevesinde Lübnan’da
görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL’in
genişletilmesi suretiyle oluşturulan kuvvete ülkemizin bir yıl süreyle katkıda
bulunması Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 5 Eylül 2006 tarihinde yüce
Meclisimiz tarafından kararlaştırılmıştı. Katkımızın süresi yüce Meclisimizin
29 Mayıs 2007 tarihli ve 892 sayılı Kararı ile 5 Eylül 2007 tarihi itibarıyla
bir yıl daha uzatılmıştı. Bu çerçevede Türkiye Büyük Millet Meclisinin verdiği
yetkinin süresi 5 Eylül 2008 tarihinde dolacaktır. Lübnan’daki durum muvacehesinde
UNIFIL’e ihtiyaç devam etmekte ve UNIFIL görev süresinin 31 Ağustos 2008
tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler
bünyesinde başlatılan çalışmaların ağustos ayı içinde tamamlanarak konuya
ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının kabul edilmesi
beklenmektedir. Yüce Meclisimizin çalışma programı göz önünde tutularak ülkemiz
katkısının süresinin UNIFIL’inkine paralel olarak
uzatılması için Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca yüce Meclisimizden
şimdiden izin istemiş bulunuyoruz. Bu konuda sunulmuş bulunan tezkerenin
gerekçesini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Malumunuz olduğu üzere Türkiye, 1701 sayılı Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi Kararı çerçevesinde UNIFIL’e katkıda
bulunmaktadır. 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı
çerçevesinde sağlanan katkı ciddi bir çalışma sonucu karara bağlanmıştır.
Bölgede hüküm süren gerginlik ve ihtilafların olumsuz yansımalarını doğrudan
hisseden Türkiye, sorunların diyalog ve uzlaşma yoluyla çözülmesini öncelik
olarak görmüş, bu alanda aktif çaba içine girmiştir. İstikrar ve güvenliğin tesis edilmesi ve korunması yönündeki
uluslararası çabalara etkin destek vermeyi millî sorumluluğumuzun gereği olarak
değerlendiriyoruz. Bu mülahazalar ışığında, uluslararası meşruiyeti haiz olan,
uluslararası toplumun ortak iradesini yansıtan Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin 1701 sayılı Kararı’nda öngörülen amaçlar doğrultusunda Lübnan’da
görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne katkıda bulunulması öngörülmüştür. Bu meyanda, 1) Doğu Akdeniz’de devriye görevi yapan Deniz Görev Gücü için
yeterli kuvvet tahsis edilmesi, 2) Taleplerin tek tek değerlendirilmesi
kaydıyla dost ve müttefik ülkeler için deniz ve hava ulaşımı desteğinin
sağlanması, 3) Lübnan ordusuna eğitim verilmesi, 4) Bölgede Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından icra
edilecek insani yardım faaliyetlerinin gerektireceği, başta bu unsurların
güvenliğini sağlayacak kuvvet koruma birlikleri olmak üzere hudut, şümul ve
miktarı hükûmetçe belirlenecek askerî unsurlarının
tahsisi; söz konusu kuvvetin, yukarıda belirtilen taahhütlerin dışında,
bölgede, silahlı unsurların silahtan arındırılması dâhil hiçbir görevde
kullanılmayacaklarının da karara bağlanmış olduğunu hatırlatmak isterim. Kısacası, bizim tahsis ettiğimiz güç asayişte kullanılmayacaktır. Ben, çok kısa bir zaman kaldığı için, oradaki kuvvetimizin yaptığı
sivil işleri de kısaca özetlemek istiyorum: Devletimiz 20 milyon dolar acil
insani yardımda bulunmuştur. 10 milyon dolar eğitim ve sağlık projelerine
harcanmıştır. 500 bin dolar çocuk parkı, sağlık projeleri; 20 milyon dolar
Bağışlar Konferansı’nda verilmiş eğitim ve sağlık projeleridir. Bunların
başında, ülkemiz Lübnan’da toplam 58 prefabrik okul, 2 prefabrik sağlık merkezi
kuracağını ilan etmiş ve prefabrik okullardan 37 tanesi Lübnan’a gönderilmiş ve
bunların 25 tanesinin inşaatı Lübnan makamlarının iş birliğiyle tamamlanmıştır.
Ayrıca, 3 sağlık ocağı yapılmış, 1 de hastane inşaatı yürütülmektedir. Şimdi, UNIFIL’e katkımız bugüne kadar,
Deniz Görev Gücü iki hücum botuna düşmüştür. Daha evvel korvetti, hücum botunun
daha faydalı olacağı görüldü ve iki hücum botuna düştü. Sur şehrinin yakınında Eş Şaitiye
kasabasında 261 personeliyle istihkâm ve inşaat birliğimiz konuşlanmıştır.
Bunun yanında Lübnan’daki Nakura UNIFIL karargâhında
4, UNIFIL deniz görev gücü ve komuta gemisinde 1 subayımız görev yapmaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Devamla) – Ayrıca, Mersin
Limanı, 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’nda öngörülen
amaçlar doğrultusunda dost ve müttefik ülkelerin istifadesine açılmış,
Birleşmiş Milletler tarafından da, UNIFIL’e katılan
ülkelerin kullanımı için, Mersin Limanı’mız tayin
edilmiş bir liman olarak görevlendirilmiştir. Hâlen İtalya’nın komutasında bulunan UNIFIL’de
13 bin civarında personel görev yapmakta olup Türkiye’yle beraber yirmi bir
ülke UNIFIL’in kara birliklerine, altı ülke ise deniz
birliklerine kuvvet katkısında bulunmaktadır. Kara birliklerine katkıda bulunan
ülkeler: Belçika, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa, Gana, Guatemala, Macaristan,
Hindistan, Endonezya, İrlanda, İtalya, Güney Kore, Lüksemburg, Malezya,
Makedonya, Nepal, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Tanzanya.
Deniz birliklerine katkıda bulunan ülkeler: Danimarka, Fransa, Almanya,
Yunanistan, İtalya, İspanya. Tanzanya’nın bile Barış Gücüne katılması hâlinde Türkiye'nin
katılmamasının nasıl sakil bir durum yaratacağını takdirlerinize sunuyorum. Doğal kaynak zengini Hazar havzası, Orta Doğu ile dünya pazarları
arasında doğal bir köprü görevi gören Türkiye, jeopolitik konumu nedeniyle
özellikle Orta Doğu’nun yeniden yapılandırılmasının hız kazandığı şu günlerde
izlenecek politikalara yön vermek ve alınacak uluslararası kararlarda söz
sahibi olmak amacıyla yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmamalıdır ve
kalmayacaktır. Türkiye, altmış iki yıldır Birleşmiş Milletler, elli beş yıldır
NATO üyesidir. Kore Harekâtı’yla başlayan uluslararası harekât vizyonumuz hâlen Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında
Gürcistan, Lübnan ve Sudan’da, NATO şemsiyesi altında Kosova, Afganistan’da,
Avrupa Birliği şemsiyesi altında Bosna-Hersek’te
yürütülen barış ve desteklemeye katkımız devam etmektedir. Ben okunan tezkereyi takdirlerinize saygıyla arz ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Gönül. Başbakanlık tezkeresi üzerinde gruplar adına ilk söz, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci’ye ait. Buyurunuz Sayın Cebeci. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi dakikadır. AK PARTİ GRUBU ADINA EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması
durumunda hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe
belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 1701 sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi
Kararı’yla tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren
bir yıl süreyle UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli
düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması için
Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Başbakanlık
tezkeresiyle ilgili olarak AK PARTİ Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz
aldım. Hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum. Ülkemiz, cumhuriyetimizin kurulduğundan bu yana Ulu Önder Mustafa
Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini dış politikamızın temel
hedefi hâline getirmiş, dünyada ve bölgemizde barış ve güvenliğin sağlanması ve
devam ettirilmesi için her zaman önemli katkılarda bulunmuştur. Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, saygın ve güçlü
bir üyesi olduğumuz NATO ittifakı, Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecinde
ilerleme konusunda kararlı ve bölgesinin en güçlü, en büyük ekonomik, siyasi ve
askerî gücü olan ülkemizin, özelikle bölgemizde yaşanan gelişmelerden
etkilenmemesi, bu gelişmeleri etkilememesi ve kendisini bu gelişmelerin dışında
tutması mümkün değildir. Üzülerek belirtmeliyim ki coğrafi olarak sınırında bulunduğumuz ve
insanlarıyla çok güçlü tarihî ve kültürel bağlarımız olan Orta Doğu bölgesi,
zengin yer altı kaynakları nedeniyle müreffeh bir gelecek potansiyeline sahip
olmakla birlikte, yıllarca süren karışıklıklar, çatışma ve istikrarsızlık
içindedir. Takdir edersiniz ki bizim bu bölgede ciddi bir sorumluluğumuz
vardır. Bu sorumluluklarımızı yerine getirmemiz, bölgedeki ve dünyadaki
gücümüzü ve saygınlığımızı artırmıştır, bundan sonra da artıracaktır. Bu temel çerçevede sizlere son birkaç yıl içerisinde
Lübnan’daki gelişmelerle ilgili çok kısa bir bilgi sunmak istiyorum: 12 Temmuz
2006 günü Hizbullahın roket saldırıları ve İsrail
topraklarına girerek düzenledikleri operasyonda 8 İsrail askerinin öldürülmesi
ve 2’sinin kaçırılması, biraz da o dönemde Gazze’deki
olaylar nedeniyle bölgede yaşanmakta olan krizin kapsam ve boyutu genişlemiş ve
geçmişte bu tarzdaki saldırılarda yalnızca Hizbullahı
hedef alan İsrail, bu defa saldırılardan Lübnan Hükûmetini
sorumlu tutarak Hizbullah saldırısına gerçekten orantısız bir ağırlıkla
karşılık vermiştir. İsrail, Lübnan’ı
havadan, karadan ve denizden kuşatmış, güney Lübnan ve Beyrut’ta özellikle
Şiilerin bulunduğu güney mahalleleri bombalanmış, havaalanları ve deniz limanları
bombalanmış ve bu saldırılarda 12 Temmuz 2006 tarihinden ateşkesin ilan
edildiği 14 Ağustos 2006 tarihine kadar yaklaşık 1.200 Lübnan vatandaşı
maalesef hayatını kaybetmiştir. Öte yandan, bu çatışmalar sırasında Hizbullah,
İsrail’e üç bin beş yüze yakın roket ve havan mermisi atmış ve bu çatışmalarda
da maalesef, yine 154 İsrail vatandaşı hayatını kaybetmiştir. Lübnan meselesi ilk olarak 14 Temmuz 2006 tarihinde Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinde ele alınmış, yapılan müzakereler uzun bir zaman
almış ve nihayet 11 Ağustos 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi, 1701 sayılı Kararı’yla, bütün taraflara bir ateşkes daveti
çıkarmıştır. Kararda taraflara, çatışmaların tamamen durdurulması, belirtilen
ilkeler ve unsurlar dâhilinde daimî ateşkesi ve uzun vadeli çözümü
desteklemeleri çağrısında bulunulmuştur. Kararda ayrıca, çatışmalara son
verilmesini takiben, Lübnan kuvvetlerinin Birleşmiş Milletler geçici görev gücü
olan UNIFIL ile güney Lübnan’a konuşlandırılmasına paralel olarak, İsrail kuvvetlerinin
bölgeden çekilmesi ve UNIFIL’in görev süresinin ve
faaliyetlerinin kapsamının genişletilerek, personel sayısının 15 bin askere
kadar çıkartılması öngörülmüştür. O dönemde, Lübnan krizinin sona erdirilmesi için Sayın
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan, Lübnan Başbakanı Fuat Sinyora, Suriye
Cumhurbaşkanı Esat, Birleşmiş Milletlerin o dönemdeki Genel Sekreteri Sayın
Annan, yine o dönemde AB’nin Dönem Başkanlığını yapan Finlandiya Başbakanı Vanhanen, İspanya Başbakanı Zapetora
ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat ve Alman meslektaşı Sayın Merkel
ile telefon görüşmeleri gerçekleştirmiş ve bu görüşmelerde ateşkesin ivedilikle
sağlanması, bu amaçla uluslararası çabaların artırılması ve çatışmaların
bölgeye yayılmaması için Lübnan’a bu ateşkeste önerilen gücün
konuşlandırılmasıyla ilgili olarak Sayın Başbakanımız aktif bir dış politika
izlemiştir. Türkiye 26 Temmuz 2006’da Roma’daki toplantıya katılmış, yine
çatışmaların sona ermesini takiben, barışın yerleşmesi ve korunabilmesi için
hem Başbakanımız hem Dışişleri Bakanımız barış çabalarına devam etmiştir. Bu
süreçte ülkemiz, yapıcı, ölçülü, aktif bir dış politika izlemiş ve Türkiye'nin
terörle mücadelesinde mevcut konumunu kesinlikle zaafa uğratmayacak ve bu konudaki
hukuk ve siyasi zeminimizi zayıflatmayacak bir tutum izlemiştir. Ülkemizin Lübnan’da görev yapan UNIFIL’e
asker göndermesine dair tezkere 5 Eylül 2006 tarihinde Meclisimizde görüşülmüş
ve 880 sayılı Meclis Kararı’yla da, aynı oturumda alınmış olan bu kararla,
Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmete bu
konuda yetki verilmiştir. Daha sonra, söz konusu izin süresi Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 29 Mayıs 2007 tarihli birleşiminde ve 892 sayılı Kararı’yla 5
Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl süreyle daha uzatılmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı orijinal kararı UNIFIL’e
aşağıdaki ana görevleri yüklemiştir: Çatışmaların durdurulmasını gözlemlemek,
İsrail kuvvetleri Lübnan’dan çekilirken Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin mavi hat
boyunca olan bölgeler dâhil bütün Güney Lübnan’a konuşlanmasına nezaret etmek
ve destek olmak, bu konudaki faaliyetlerini İsrail ve Lübnan Hükûmetleriyle eş güdüm hâlinde yapmak, sivil halka insani
yardım ulaştırılmasına ve yerlerinden olmuş kişilerin gönüllü ve güvenlik
içinde geri dönüşlerine yardımcı olmak, tampon bölgelerin oluşturulması için
atılacak adımlarda Lübnan ordusuna yardımcı olmak ve nihayet Lübnan Hükûmetinin talebi üzerine Lübnan’ın sınırlarına ve diğer
giriş noktalarına silah ve bağlantılı maddelerin girişine karşı güvenlikli hâle
getirilmesine yardımcı olmak UNIFIL’e görev olarak
verilmiştir. Bugün komutanlığını İtalyan Tümgeneral Claudio
Graziano’nun yaptığı genişletilmiş UNIFIL deniz ve
kara unsurlarından oluşmaktadır ve bu çerçevede aslında Birleşmiş Milletler ilk
kez bir deniz gücü teşkil etmiştir. Temmuz 2008 itibarıyla UNIFIL’deki
toplam barış gücü miktarı 13 bindir. Genişletilmiş UNIFIL’in
göreve başlamasının ardından İsrail ve Lübnan arasında yeni bir çatışma
yaşanmamıştır. Diğer taraftan, zaman zaman İsrail
savaş uçaklarının Lübnan hava sahasını ihlal ettikleri rapor edilmiş, İsrail
savaş uçaklarının ayrıca, zaman zaman, aralarında
ülkemize ait gemilerin de yer aldığı UNIFIL Deniz Gücü unsurlarını taciz ettiği
görülmüş, söz konusu eylemlerle ilişkin olarak İsrail nezdinde gerekli
girişimlerde bulunulmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi Türk
Silahlı Kuvvetleri unsurlarının UNIFIL Harekâtı’na katılmasıyla ilgili, Meclisimizde,
geçmişte, oldukça yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Hemen şunu belirtmeliyim ki,
son iki yıllık uygulamaya baktığımızda ne deniz ne kara birliklerimiz bugüne
kadar herhangi bir saldırıya maruz kalmamışlardır. Bunda birliklerimizin
güvenliği amacıyla baştan beri uygulamaya konan düzenlemelerin payı büyüktür. Biz, AK PARTİ, ilke olarak güvenlik, terör ve dış politika
konularının siyasi polemik amacıyla kullanılmasına
karşıyız. AK PARTİ ve Hükûmetimiz, terör, güvenlik ve
dış politika konularında siyasi fayda, siyasi maliyet hesabı yapmadan ve bu
konuları polemik meselesi yapmadan, bu konularla
ilgili hem muhalefetin görüşlerini saygıyla dinlemeye hazırız hem de kendi
görüşlerimizi gayet rahatlıkla belirtiyoruz. Türkiye bölgenin en büyük gücü ve Türk Silahlı Kuvvetleri bölgenin
en iyi eğitilmiş, en modern araç ve gereçlerle teçhiz edilmiş ordusudur.
Bölgemizde güvenlik ve istikrar söz konusu olduğunda, bu konularda gelişmeler
olduğunda bunlara seyirci kalmamızı hiç kimse bekleyemez. Son iki yıl içerisinde
UNIFIL Harekâtı nedeniyle Türk Bayrağı, gurur ve şerefle hem Lübnan’da karada
hem de Doğu Akdeniz’de dalgalanmıştır. Bugün âdeta bizim bir körfezimiz
sayılabilecek Doğu Akdeniz’de donanmamız, gemileriyle dolaşmıştır. Sanırım
bundan hepimiz gurur duyuyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk halkı daha önce
de, Somali’de, Afganistan’da, Bosna’da, Kosova’da başardığı gibi Lübnan’da da
yerli halk tarafından saygı ve sevgiyle bilinmekte ve halkın gönlünde,
kafasında ve hafızalarında olumlu yer etmektedir. Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir husus, Lübnan halkının
içerisinde çok sayıda farklı grubun olmasıdır; Sünni’sinden Şii’sine, Ortodoks Hristiyan’ından Falanjist’ine bütün bu gruplar Türk halkına
ve Türk Silahlı Kuvvetlerine şükranlarını ifade etmektedirler. Yalnız, bu, sadece Lübnan’a özgü bir şey de değil, Türk
ordusu daha önce de barış gücü olarak görev yaptığı yerlerde de birçok ülkenin
barış gücüne katkı sağlayan kuvvetleri âdeta bir işgal ordusu algılaması
yaşarken bizim silahlı kuvvetlerimiz o ülke halkınca -Afganistan, Somali,
Bosna, Kosova, şimdi Lübnan- bir misafir muamelesi görmüş ve o ülkenin halkının
gerçekten yol, okul, hastane, prefabrik konut, kısacası altyapı alanında o ülke
halkına ciddi yardımları olmuştur. Elbette bu Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölgede bulunması sadece
kendisinin yapacağı hizmetleri değil, Türk Silahlı Kuvvetleri nedeniyle bizim
Türk Kızılayımızın ve diğer gönüllü yardım
kuruluşlarının bölgeye yapabileceği hizmetleri artırmış ve bu yolla da ekstra
okul, hastane ve prefabrik evler yapılmış, gerçek insanların gerçek
problemlerine çözüm bulunmasına yardımcı olunmuştur. Lübnan’da, özellikle ordumuzun görev yaptığı bölgede devletimize
ve ülkemize olan sevgi ve hayranlık artmıştır. Özetle, bölgeye huzur ve
istikrar gelmesine katkıda bulunduk; tarihî, dostluk hislerimizi canlandırdık.
Bölgenin ve Lübnan’ın, hem ekonomik kalkınmasına hem de demokrasisinin
gelişmesine hizmet ettik ve katkıda bulunduk. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 krizi sırasında ve
sonrasında Lübnan’a gönderdiğimiz, taahhüt ettiğimiz karşılıksız yardımların,
taahhütlerin toplamı 50 milyon Amerika Birleşik Devletleri Doları civarındadır.
Söz konusu yardımlar Türkiye’yi Lübnan’a yardım elini uzatan önde gelen
ülkelerden biri hâline getirmiştir. Bu yardımların büyük bir kısmı insani
yardım ve sağlık ve eğitim projeleri olarak kullanılmıştır. Ülkemiz savaş
sırasında Lübnan’dan çıkmaya çalışan Lübnanlıların ve yabancıların tahliyesinde
de önemli bir rol oynamıştır. Yine, Türkiye’miz, Lübnan’da toplam elli sekiz prefabrik okul, iki
sağlık merkezi… Ve bu okullardan otuz yedi tanesi bitirilmiş ve diğerleri de
inşaat hâlinde. Yine, bir ihtisas hastanesi ve Paris’te Bağışlar
Konferansı’nda, taahhüdümüz kapsamında bir üniversite hastanesi yapılması
kararı alınmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Lübnan
Geçici Gücü UNIFIL kara birlikleri kapsamında hâlen bir istihkam,
inşaat bölüğümüz 261 personelle Esadiye bölgesinde
görev yapmaktadır. Birliğimiz, UNIFIL, Komutanlığının 10 Kasım 2006 tarihinde
yaptığı denetimde en düzenli üs bölgesi olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca,
sivil-asker iş birliği çerçevesinde örnek bir çalışma sergileyen birliğimiz,
özellikle yerli halkla kurduğu temaslar ve sağladığı destek bağlamında bölge
halkının takdirini kazanmıştır. UNIFIL deniz gücüne hâlen 2 hücumbotla katılıyoruz. 2008 Nisan ayı
sonuna kadar 1 fırkateyn, 2 de korvet ve 1 lojistik
destek gemimizle katkıda bulunuyorduk. Ancak, ihtiyacın azalması nedeniyle
deniz gücüne olan katkımız yeniden gözden geçirilerek 2 hücumbota indirildi. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, son dönemde
bölgesel sorunların çözümünde gayet aktif bir rol yürütmektedir. Bu bağlamda,
Lübnan’daki krizin aşılmasında, ilgili tüm taraflarla yürüttüğümüz yoğun
temaslarla önemli bir rol oynadık. Lübnan Meclis Başkanının, Sayın Başbakanımız
Recep Tayyip Erdoğan’ı, Lübnan’da 25 Mayıs 2008’de düzenlenen Lübnan Meclisinin
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Oturumu ve törenine daveti, bu katkılarımıza yönelik
şükran duygularının ifadesi niteliğindedir. Sayın Başbakanımız, söz konusu
törene, beraberlerinde Sayın Dışişleri Bakanımız Ali Babacan Bey’le birlikte
katılmıştır. Böyle bir ortamda UNIFIL’e katılmamızın
sürdürülmesi, hem tutarlı bir dış politika hem de ülkemizin bölgedeki
etkinliğinin devamı açısından önemlidir. Bu konuştuğum çerçeve içerisinde UNIFIL’in,
Lübnan’da görev yapan askerî gücün görev yapma süresinin Birleşmiş Milletler
tarafından uzatılması hâlinde, 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı
ile tespit edilen ilkeler kapsamında, 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl
süreyle daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli
düzenlemelerin hükûmet tarafından yapılması için
Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmetimize
izin verilmesini yüce Meclisten saygılarımla arz ederim. Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Cebeci. Başbakanlık Tezkeresi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Mersin Milletvekili Mehmet Şandır söz istemiştir. Buyurunuz Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 5 Eylül 2008
tarihinden itibaren bir yıl daha Lübnan’daki Barış Gücü Harekâtı’na iştirak
etmesini ve bununla ilgili olarak gerekli düzenlemelerin yapılması için Hükûmete izin verilmesini talep eden tezkere üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış
bulunmaktayım. Öncelikle yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Hükûmet, bu
izin talebini isterken bir iki şart, bir iki gerekçe de ifade etmiştir. Diyor ki: Lübnan makamlarının doğrudan taleplerini ve bölgedeki
güvenlik koşullarını dikkate aldığınızda, ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılması yönünde karar alması
hâlinde -henüz daha Birleşmiş Milletlerin böyle bir kararı yok ve Türkiye’den
böyle bir talebi yok- 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı
ve 5 Eylül 2006 tarihinde alınmış 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi
Kararı’nın belirlediği ilkeler doğrultusunda hududu, şümulü ve miktarı daha
sonra, gerek görüldüğünde, Hükûmet tarafından
belirlenmek üzere Hükûmete izin verilmesini, yetki
verilmesini ifade etmektedir bu gerekçeler ve bu şartlara dayalı olarak. Değerli milletvekilleri, 1978 yılından bu yana Lübnan’da Birleşmiş
Milletler Barış Gücü görev yapmaktadır. 2005 yılında yaşanan olaylardan sonra
artan çatışmaların durdurulabilmesi için bu Barış Gücü’nün hem görev süresinin
uzatılmasında hem de asker sayısının artırılmasında bir zaruret hasıl olmuştu. 2006 yılının Eylül ayında Lübnan’a asker
gönderilmesi konusu Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok yoğun tartışmalara konu
olmuştu. Tabii, o günün Türkiye’sinde gündem Lübnan’a asker
göndermekten çok, Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye dönük etnik terör örgütü
saldırılarının durdurulması hadisesi idi. Dolayısıyla, Lübnan gibi, Orta Doğu
gibi, barışın bir türlü sağlanamadığı, kanın durmadığı bir bölgeye Türk Silahlı
Kuvvetleri unsurlarını göndermenin riskini Türkiye Büyük Millet Meclisi
gerçekten sorumluluk duygusuyla dikkatlice de tartışmıştı. Ama, kabul
etmek lazım, ifade etmek lazım, korkulan olmadı. 2006 yılından bu yana
Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Barış Gücü içerisindeki Türk
Silahlı Kuvvetleri mensupları herhangi bir kazaya uğramadan, kendilerine tevdi
edilen görevi şerefle, onurlu bir şekilde yerine getirdiler ve inanıyorum ki
bölge barışına, Lübnan’ın iç barışına katkı verdiler. Bu, çok değerli idi, çok
önemli idi. Bu konuya emek veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli
yöneticilerine, unsurlarına buradan saygılar sunmak, şükranlarımızı sunmak bir
gerekliliktir diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, tekrar bir yıl daha, eğer Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Barış Gücü’nün süresini uzatır, Türkiye’nin
katkısının devamını talep ederse, bir yıl daha oradaki askerlerimizin görev
yapmasının devam etmesini talep eden bir tezkerenin müzakeresindeyiz. Sayın
Bakan oradaki askeri varlığımızın miktarının ve şeklinin de değiştiğini,
azaldığını ifade ediyor. Demek ki, maksat bu yönde de hasıl
olmuş ve orada askerimizin, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının gitmesine
sebep olan hususlarda iyileşmeler gerçekleşmiştir. Ancak yine de Lübnan coğrafyasında, Orta Doğu coğrafyasında barışı
kalıcı kılabilmek, barışı paylaşılır hâle getirebilmek, kurumsallaştırabilmek
gerçekten çok zor, belki de şu yakın tarih içerisinde hiç mümkün olamamıştır.
1967 savaşından sonra akan kanın Lübnan’a ulaşmasından bu yana Lübnan maalesef
sürekli kan kaybetmektedir, sürekli bir çatışma ortamında can telef etmektedir.
Bu durumun düzeltilebilmesi hususu yalnız Lübnan’ın, yalnız Orta Doğu
bölgesinin değil tüm insanlığın, tüm insanlık camiasının temel sorunu olmak
durumundadır. Çünkü Lübnan, maalesef, kendisi savaşmayan, ama Orta Doğu’da
iddiası olan ülkelerin, grupların gelip Lübnan’da savaştığı bir alandır. Bu
kadar masum… Bu kadar haksız bir savaşın zemini olmak ve kan kaybetmek hiçbir
ulusa, hiçbir ülkeye reva görülmemelidir. Dolayısıyla, üzerinde müzakere ettiğimiz bu konunun ülkesi olan
Lübnan’ı şöyle bir hatırlamakta fayda olduğu kanaatindeyim. Bunu söylemekteki
sebebim: Biz Lübnan’daki olaylara Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak, Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak Lübnan’da yaşananlara bigane
kalamayız, hatta yok sayamayız. Ancak, bu Orta Doğu coğrafyasını iyi bilmek
gerekiyor. Siyasetçilerimiz, siyaset bilimcilerimiz, tarihçilerimiz, Orta Doğu
coğrafyasının kendi gerçekliğini bilmeden buradaki meselelere taraf olurlarsa
veya bu konuda görüş ifade ederlerse yanılma ihtimalleri yüksektir, bunun
bedeli de ağır olacaktır. Değerli milletvekilleri, bakınız, Lübnan dediğimiz coğrafya küçük
bir ülke, 10.400 kilometrekarelik küçük bir coğrafya ve burası yaklaşık dört
yüz yılı geçkin bir süre -dört yüz iki yıl- Osmanlının yönetiminde huzur
içerisinde yaşamıştır. Ne zaman ki Osmanlının gücü zayıflamıştır, ne zaman ki
Osmanlının Orta Doğu coğrafyası o günün dünyasının küresel güçleri tarafından
paylaşılma kararı alınmış, bunun savaşı verilmeye başlanmıştır, maalesef, Orta
Doğu’nun en yumuşak karnı olan Lübnan’da olaylar başlamıştır. 1845’tir ilk
Lübnan isyanı. Değerli milletvekilleri, Orta Doğu coğrafyası, farklılıkların
kimlikleştiği, her farklılığın bir kimliğe dönüştüğü, o kimlikleri var
edebilmek için de sürekli çatışmaların yaşandığı bir coğrafyadır. Yoksa, Lübnan’da Maruni’si de Arap’tır, Dürzi’si de
Arap’tır, Hizbullah’ı da Arap’tır, Emel’i de Arap’tır, diğer tüm çarpışan
taraflar hep Arap ırkına, soyuna mensup insanlardır, ama her biri bir
farklılığı kimlikleştirerek, o kimliğin egemenlik kavgasını en yakınıyla
sürekli vererek kendini var ede gelmiştir. Dolayısıyla, bu coğrafyada kalıcı,
sürekli bir barışı temin edebilmek çok mümkün değildir; mümkün olmuştur, o da
Osmanlının anlayışıyla mümkün olmuştur, adaletiyle mümkün olmuştur,
hoşgörüsüyle mümkün olmuştur. Ne zaman ki bu coğrafyaya Fransızlar ve
İngilizler kendi projeleri doğrultusunda müdahale etmeye başladılar, sonuçta bu
coğrafya sürekli birbirini boğazlayan kardeşlerin coğrafyası hâline geldi.
Düşünün ki, Lübnan gibi “cennet mekân” dedikleri çok güzel bir coğrafya, Lübnan
Dağları, “Cebeli Lübnan” dedikleri, o sedir ağaçlarıyla kaplı, önü Akdeniz
olan, Orta Doğu’nun turistik bölgesi olan o güzel coğrafya, maalesef, bir güzel
tanımlamayla söyleyeyim, “kan çiçekleri” dedikleri, kaktüs ormanındaki o
kırmızı çiçeklerle bezenen bir ülkeye dönüştü. Karşıdan bakarsınız güzel
görürsünüz, o kırmızılık güzeldir ama o kaktüs ormanında yaşamak zordur, gezmek
hiç mümkün değildir. İşte Lübnan böyle bir coğrafya. Bu
coğrafyada Osmanlı dört yüz yıl tüm farklılıkları bir arada tutarak, adaletle
hükmederek, refahlarını temin ederek huzur içerisinde yaşatmış, hem bölgenin
huzuru hem de insanlığın huzuru buradaki huzurla artmıştır. Ama ne yazık ki
günümüzde tüm küresel güçler kendi güçlerini rakiplerine kabul ettirebilmek,
karşılarındakine kabul ettirebilmek için güç denemesini bu Orta Doğu
coğrafyasında ortaya koyuyorlar. Dün İngilizler, Fransızlar, bugün başkaları ve
sonuç itibarıyla bu coğrafyadaki farklılıkların birbirleriyle çatışmasının
üzerine kurulu bir siyaset maalesef bu coğrafyayı böyle, kan kırmızısı kaktüs
ormanının kırmızı çiçekleriyle bezenmiş bir cehenneme çevirmektedir. Değerli milletvekilleri, bu coğrafya bizim coğrafyamızdır, bu
coğrafya Türk coğrafyasıdır, bu coğrafya Müslüman coğrafyasıdır. Türkiye
Cumhuriyeti devleti olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Türk milleti
olarak biz bu coğrafyaya bigâne kalamayız. Tarihî müktesebimiz, medeniyetimiz,
kültürümüz, tüm değerlerimiz, bu coğrafyanın sorunlarıyla ilgilenmeyi ve
sahiplenmeyi bir zorunluluk olarak önümüze getirir. Burada kritik bir nokta var: Bu coğrafyanın sorunlarına taraf
olmak, çok muhataralı, çok sıkıntılı bir hadisedir; hiç de doğru değildir.
Taraf olmadan, sorunların üzerinde kalarak -kabul etmek lazım ki bu bir güvene
dayalı- eğer politikalarınıza, duruşunuza, davranışınıza, bu coğrafyanın
unsurları güven duyarlarsa siz, sorunların tarafı olmadan, sorunların çözümü
için hüküm cümlesi kurabilecek bir pozisyon yakalarsınız. Zannediyorum, Türkiye
Cumhuriyeti devleti, dış politikasında bu çizgiyi her dönem ihtimamla korumaya
çalışmıştır. Bugün Hükûmetimizin yapmaya çalıştığı da
budur. Türkiye-Suriye Parlamentolararası
Dostluk Grubu Heyeti olarak Suriye’ye yaptığımız ziyarette –birlikte katılan
arkadaşlarınız var aranızda- Suriye Devlet Başkanının bir ifadesi çok
önemliydi. Değerli milletvekilleri, Orta Doğu coğrafyası, korkunun,
güvensizliğin temel belirleyici olduğu bir coğrafyadır, burada kararı korkular
verir, burada ilişkileri korkular belirler. Dolayısıyla, bu coğrafyada güven
çok zor tesis edilir, çok zor sürdürülür, korunur ama güven tesis edilince de
sorunların çözümü kolaylaşır. Suriye Devlet Başkanının, ülkemiz Başbakanı için söylediğini çok
önemsiyorum, çok değerli buluyorum. Sayın Beşar Esad: “Biz sorunlarımızın çözümü noktasında, biz
sorunlarımızın uluslararası zeminlerde sahiplenilmesi konusunda, Türkiye
Cumhuriyeti devletine güveniyoruz, onların samimiyetine inanıyoruz.
Dolayısıyla, bu coğrafyadaki sorunların çözümünde ara bulucu olma hakkı,
yetkisi, konumu Türkiye’dedir, Türkiye’nin Cumhurbaşkanındadır ve
Başbakanındadır. Bu sorunlara taraf olmak isteyen kim varsa; bize çok gelen
ülkeler oldu, ama biz her gelene ‘Türkiye’ye gidin, Türkiye’yle beraber bu
coğrafyaya gelin.’ dedik.” dedi. Bu, çok önemli ve çok değerli, değerli arkadaşlarımız. Bunu
bozmamamız lazım. Bunu hiçbir hesaba heba etmememiz gerekiyor. Hükûmetin, AKP İktidarının Orta Doğu bölgesinde ortaya
koyduğu politika bu anlamda değer ve anlam taşımaktadır. Ümit ediyorum ki,
Lübnan’daki soruna taraf olmadan, taraflara eşit mesafede durarak, o sorunların
çözümüne samimi katkı vererek bu sorunun çözümü ve barışın kalıcı kılınmasına
bütün dünya adına, insanlık adına katkı verebiliriz. Yine, aynı sorun Suriye ile İsrail arasında yıllardır devam eden
ve bir türlü çözülmeyen… O soruna da Türkiye Cumhuriyeti devletinin ara
buluculuğunun, Sayın Başbakanın şahsında oluşan o güven ortamının, yakın
zamanda olmasa bile bu konuda katedilecek mesafenin,
umudun, barışı kurmakta çok önemli bir unsur olacağı kanaatindeyim. Dolayısıyla, birçok soru ve endişemiz de var tabii ki. Yani, biz
oraya askerimizi gönderdik, görev tanımı şu anda bile yeterince yapılmış değil.
Barışı korumaya mı gittik, barışı kurmaya mı gittik veya -bu bizimle ilgili
olmamakla beraber- Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Barış
Gücü’nün Lübnan’daki misyonu barışı korumak mı, barışı
kurmak mı? Bu çok önemli bir hadise. Çünkü orada
çatışan tarafların kendi inisiyatiflerinde gelişmeyen
birtakım sonuçlar, başta alınan kararları ortadan kaldırıyor. Bu sebeple, Türk
askerinin kendinden beklenen görevi yaparken kendine zarar vermemesini, o riski
ortadan kaldıracak tedbiri geliştirmek noktasında görev tanımının, misyonun çok net yapılması ve taraflarca kabul edilmesi
gerekir. Bugün hâlâ orada siyasi istikrar sağlanmış değil. Maalesef,
cumhurbaşkanı seçildi, başbakan da belirlendi, paylaşım oldu ama hükûmet kurulabilmiş değil. Hâlâ orada, yani 1980’li yıllardan bu yana
devam eden, 1967’den bu yana devem eden “Şebaa
çiftlikleri” dedikleri o sorun çözülmüş değil. İsrail ile Hizbullah arasındaki
çatışma ihtimalleri bütünüyle ortadan kaldırılabilmiş değil. Siyasi istikrar
henüz sağlanabilmiş değil. Dolayısıyla, barış, gerçekten çok gerekli ve çok
önemli olan bu coğrafyada maalesef kalıcı olabilmek, sürekli olabilmek
noktasında pamuk ipliğiyle bağlı birtakım imkân ve faktörlere bağlı olarak
devam etmektedir. İşte biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Sayın Hükümeti bu
noktada uyarıyoruz. Bu konularda Türkiye merkezli, Türkiye’nin misyonu, tarihî müktesebinin
gereği, Türkiye’nin çıkarlarının gereği bir pozisyon alarak, samimi ve güveni
zedelemeden, dürüstçe, bu sorunlara yabancı da kalmadan taraf olunmasında veya
bu sorunlarla ilgilenilmesinde fayda var. Ama burada mesela bir şey dikkatimizi
çekiyor: Sayın Milletvekili, geçen seneki konuşmasına benzer bir konuşma yaptı
ama şu sorunun cevabı verilemedi: Lübnan Hükûmeti,
Türkiye’nin bu yoğun katkısına ve samimi duruşuna rağmen deniz altındaki petrol
rezervlerinin işlenmesini pazarlarken Türkiye’yi hiç aklına getirmedi. Lübnan Hükûmeti, Türkiye için çok önemli olan Ermeni soykırımı
konusunda bir başka devletten farklı davranmadı, hatta daha da aşırı davrandı,
1923’ü de kapsayan şekilde, 1915 yıllarında yaşanan o hadiselerin bir soykırım
kapsamında kabul edilmesine meclisinde karar aldı. Şimdi, Türkiye bir fedakârlık değil, bir misyonun
gereğini yerine getirirken, muhataplarına da kendi çıkarlarını, kendi
politikalarını kabul ettirmek gibi bir zorunluluğu var. Bu noktada,
zannediyorum, yani böyle iyilikçi Ayşe kadını pozisyonundan vazgeçip,
şahsiyetli misyonunun, kendi gücünün idrakinde, tarihi
müktesebinin idrakinde büyük bir aktör olarak, büyük bir siyasi aktör olarak,
ama ben merkezli, Türkiye merkezli… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Türkiye'nin, Türk milletinin çıkarlarını
koruyucu, hukukunu koruyucu, onurunu koruyucu bir duruş sergilemeye ısrar etmek
lazım, bunu temel politika hâline getirmek lazım. Gerçekten, Sayın Başbakanın şahsında Orta Doğu’da son dönemde
oynanan bu ara buluculuk veya bu, tarafların üzerinde eşit mesafede durarak
hüküm cümlesi kurucu pozisyonunun devamı noktasında, bence, karşı taraftan da
aynı fedakârlığı isteyecek bir duruş ortaya konulması gerekir. Bu konulamadığı
takdirde, bu politikaları devam ettirmenin veya bu politikaları kalıcı
kılabilmenin, faydalı hâle getirebilmenin çok imkânı olmayacaktır. Dolayısıyla, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, coğrafyamızın,
tarihimizin müktesebinin gereğini yapmayı çok gerekli görüyoruz. Ama bu konuda
Türkiye Büyük Millet Meclisine maalesef yeterli bilgi verilmemesinden dolayı ne
yapılıyor, ne yapılacak, bunları yeterince bilemediğimizi de ifade ediyorum. Görüşlerimizi saygılarımla arz ettim. Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır. Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 17.02 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.19 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
127’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden
devam edeceğiz. Şimdi söz sırası şahsı adına söz isteyen İstanbul
Milletvekili Egemen Bağış’a ait. Buyurunuz Sayın Bağış. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Süreniz on dakikadır. EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Başbakanlığımızın
tezkeresiyle ilgili şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum. Arkadaşlar, Türkiye son altı yılda diplomasi alanında çok önemli
adımlar atmıştır. Bölgenin en organize, en güçlü, en saygın ordusuna sahip bir
ülke olarak barış konusunda da çok önemli adımlar atmış bulunmaktayız. Orta Doğu, içinde yaşadığımız bu coğrafya savaşın her türlüsünü
görmüştür. Soğuk savaşlar, sıcak savaşlar, espiyonaj
savaşları, her türlü çatışma, kriz bu bölgede yaşanmıştır. Ama diplomasinin,
uzlaşmanın her türlüsü, maalesef, bu topraklarda yeteri kadar denenmemiştir,
yaşanmamıştır. Ve son altı yılda Hükûmetimizin,
Dışişleri Bakanlığımızın, Millî Savunma Bakanlığımızın, Hükûmetimizin
bütün kurumlarının el birliği hâlinde bölgenin sorunlarına farklı bir yaklaşım
tarzıyla diplomasinin, uzlaşının yeni yeni
formüllerini kazandırdıklarını görüyoruz. Böylelikle, artık Avrupa Birliği gibi bir kurumla, İslam
Konferansı Örgütü gibi bir kurumun Türkiye’de dışişleri bakanları seviyesinde
bir araya gelebildiklerini görüyoruz. İsrail ve Pakistan ilk defa diplomatik
ilişki kurmak istediklerinde, Tel Aviv ya da Karaçi’de
değil, İstanbul’da bir araya gelir hâle geldiler. Irak’taki Sünni liderler
Irak’taki Amerikan Büyükelçisiyle Bağdat’ta bir araya gelemediler ama
İstanbul’da bir araya geldiler. Zamanın Dışişleri Bakanı, bugünkü Sayın
Cumhurbaşkanımızın katkılarıyla Irak’taki Sünni kardeşlerimiz, Irak’taki
siyasetin parçası olmaya ve bugün de hükûmetin
parçası olma noktasına gelen kararları İstanbul’da aldılar. Aynı şekilde,
Afganistan ve Pakistan Devlet Başkanları ülkemizde bir araya geldiler ve ilk
defa diyalogları başlattılar. Öyle bir noktaya geldik ki arkadaşlar, bölgemizde İsrail’in 2
askeri kaçırıldığında İsrail’in ilk yardım istediği ülke Türkiye Cumhuriyeti
oluyor. Ancak, aynı İsrail, Lübnan’la ilgili bir işgal planı hazırladığında,
Lübnan Başbakanı Sayın Sinyora’nın ilk aradığı lider
yine Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan oluyor.
İngiltere’nin 14 askeri İran tarafından kaçırıldığında, İngiltere Başbakanı Blair’in ilk yardım istediği lider yine Türkiye
Cumhuriyeti’nin Başbakanı oluyor ve eğer o 14 İngiliz askeri bugün
özgürlüklerine kavuşmuş durumdalarsa, bunda Türk
yetkililerinin çok önemli katkıları vardır. Dünyanın en büyük korkusu, kabusu hâline
gelen medeniyetler çatışmasını engellemek üzere Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri yeni bir proje geliştiriyor; Medeniyetler İttifakı Projesi. Bunun eş
başkanlığını İspanya’nın Başbakanıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanının
yapmasını talep ediyor ve Türkiye bu konuda bütün dünyanın takdirini alarak çok
önemli bir proje ortaya koyuyor. Son olarak, hepinizin takip ettiği gibi, Suriye ve İsrail gibi
birbirleriyle hiç geçinemeyen iki ülke Golan
Tepeleri’yle ilgili olarak bir uzlaşma imkânının doğması durumunda Türkiye'nin
arabuluculuğuyla görüşme yapabileceklerini ve bu konuyu ancak Türk yetkililerle
konuşarak çözümleyebileceklerine olan inançlarını bütün dünyaya dile
getiriyorlar. Dünyanın birçok önemli ülkesi bu konuda, arabuluculuk yapmak
konusunda heves ortaya koymuşken, iki tarafın eş zamanlı olarak Türkiye’yi ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanının arabuluculuğunu tercih etmiş olmaları,
ülkemizin nereden nereye geldiğinin bence en önemli göstergesidir. Özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine elli yıl
gibi bir aradan sonra ilk defa aday olduğumuz ve bu Güvenlik Konseyi üyeliğini
kazanma ihtimalimizin en yüksek olduğu bir dönemde Birleşmiş Milletlerin UNIFIL’de görev yapan gücüne olan katkımızın devam etmesi,
ülkemizin çıkarları açısından son derece önemlidir. Son altı yılda dış politikada attığımız bütün adımları üç temel
taş üzerine oturtabiliriz, bunlar: Bölgesel barış, evrensel barış ve
Türkiye'nin ulusal çıkarlarıdır. KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Ondan 1 milyon insan öldü değil mi
Irak’ta, bölgesel barış için? EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Siz de konuşma sıranız geldiğinde
konuşabilirsiniz. Biraz evvel partinizin sözcüsü burada Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanın bölgedeki ağırlığını anlatırken, biz muhalefetin de artık bazı
şeyleri idrak etmiş olduğunu sevinerek gözlemlemiştik. Herhâlde siz
dışarıdaydınız, kendi grup başkan vekilinizi, kendi arkadaşlarını dinlememe
şeyini gösterdiğinize göre, bu da sizin kendi parti içerisindeki karşılıklı
anlayışınızın meselesi. OKTAY VURAL (İzmir) – Parti işine karışıyorsun, sen kendi içine
bak! EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Arkadaşlar, Türkiye'nin tarihî
sorumlulukları vardır. Osmanlının gittiği her yere huzur, barış ve tolerans
gitmiştir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti artık bölgede sözü dinlenen bir ülkedir.
Eskisi gibi, başka partilerin iktidarında olduğu gibi içine kapanık, dünyadan
soyutlanmış, ne yaptığını bilmeyen ve başını kuma gömmüş bir ülke değildir.
Artık Türkiye, kararlı, diklenmeden dik durabilen bir ülke hâline gelmiştir ve
bölgede saygınlığı olan bir ülkedir. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen inanıyor musun buna? EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Bu çerçevede, arkadaşlar, Türkiye,
birilerinin görmek istediği gibi okyanusta garip bir ada da değildir. Türkiye,
bugün dünyadaki hangi güç merkezine bakarsanız bakın gündemlerinde 20 madde
varsa 15’inde ana oyuncu olmuş, ana aktör olmuş ülkelerden bir tanesidir.
Enerji politikası olsun, terörle mücadele olsun, insan kaçakçılığı olsun,
bağımlılıkla ilgili, kaçakçılıkla ilgili hangi konuda olursa olsun dünyayı
ilgilendiren 20 konu varsa en az 15’inde Türkiye en önemli oyunculardan biri
hâline gelmiştir. Türkiye bölgedeki en saygın ülkelerden bir tanesidir. Burada iktidarıyla muhalefetiyle, askeriyle siviliyle, doğulusuyla
batılısıyla, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla ülkemizin çıkarlarını hep
birlikte savunmamız gerekir. Bu tür konular bizim kendi iç politika
konularımıza malzeme yapılmayacak kadar önemli, hassas konulardır. Burada hep
birlikte ülkemizin, orada görev yapan Mehmetçiğimizin ihtiyaçlarını,
çıkarlarını hep beraber gözetmemiz gereken bir dönemdeyiz. Ülkemizin
çıkarlarını gözeterek daha evvel 2006 5 Eylül’de alınan kararla, sonra 29 Mayısta
uzatılarak 2007 5 Eylül’üne kadar uzatılan bu tezkerenin bir kez daha
uzatılarak UNIFIL’le olan ihtiyaca Türkiye'nin
katkısını devam ettirmek bizim ulusal çıkarlarımız gereğidir. Biz bölgemizdeki
sorunların diyalog ve uzlaşmayla çözümü konusunda çok önemli adımlar attık. Bu
konuda da Türkiye'nin kararlılığının ortaya konması son derece önemlidir. Biraz evvel burada konuşan bir muhalefet temsilcisi
milletvekilimiz: “Türkiye acaba barışı korumaya mı, kurmaya mı gidiyor?” diye
bir soru sormuştu. Arkadaşlar, askerlerimizin orada görev yaptığı 1701 no.lu
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı orada barışı koruma amaçlı bir güç
gerektirmektedir. Barışı kurmak için orada zaten yeteri kadar ne bizim ne başka
ülkenin askeri yoktur. Oradaki barışı korumaktır bizim görevimiz. Bu yüzden de
askerlerimizin başına gelebilecek olayları ve riskleri en aza indirgeyebilmek
için, minimize edebilmek için gerekli her türlü önlem alınmıştır. Bu
faaliyetlerimiz aynı zamanda Türkiye'nin orada bölgesel bir güç olarak sorumluluklarının
da gereğidir. Bizim oradaki güvenlik güçlerimizin misyonu sınırlıdır, üzerinde
gerekli tahditler vardır, o misyonunun dışına da çıkma
durumu söz konusu değildir. Bu fikirler çerçevesinde, Türkiye'nin bölgedeki gücünün arttığını
da göz önüne alarak oradaki askerlerimizin görev süresinin bir yıl daha
uzatılması ve Başbakanlık tezkeresinin kabul edilmesi yönünde oy kullanacağımı
belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bağış. Şahsı adına ikinci söz Gümüşhane Milletvekili Yahya Doğan’a
aittir. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben de söz istemiştim. BAŞKAN – Siz üçüncü sıradasınız efendim. Buyurunuz Sayın Doğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) YAHYA DOĞAN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Lübnan’da konuşlu
Birleşmiş Milletler Geçici Gücü’yle ilgili almış olduğu kararın uzatılması
yönünde karar alınması durumunda, hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe
belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 1701 sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi
Kararı’yla tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren
bir yıl daha uzatılmasına iştirak etmesiyle alakalı gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci
maddesi uyarınca izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresiyle ilgili olarak
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi en derin
saygılarımla selamlıyorum. Bildiğiniz gibi, Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Gücü
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1978 yılında aldığı 425 ve 426 sayılı
kararları doğrultusunda kurulmuştur. Söz konusu kararlar uyarınca, Lübnan’da
konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün temel amacı, İsrail’in
Lübnan’dan çekilmesini sağlamak ve uluslararası barış ve güvenliğin tesisine ve
Lübnan Hükûmetinin bölgede etkin biçimde otorite
kurmasına yardım etmek olarak belirlenmiştir. İsrail’in 2000 yılı içerisinde Lübnan’dan çekilmesinin ardından
Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün bölgedeki
mevcudiyeti, Lübnan Hükûmetinin talebi üzerine görev
süresi Birleşmiş Milletler tarafından altı aylık dönemler hâlinde uzatılmak
suretiyle devam etmiştir. Yeni koşullar sonucu Birleşmiş Milletler Geçici Görev
Gücü’nün daha çok gözlemci rolü üstlenmesi, asker sayısının ise 4 bin kadar
azaltılarak 2 bine indirilmesi kararlaştırılmıştır. 2006 yılı Temmuz ayında başlayan İsrail-Lübnan krizi nedeniyle
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde aldığı 1701
sayılı Karar neticesinde Birleşmiş Milletler geçici görev yönergesi ve
faaliyetleri kapsamı genişletilmiş, personel sayısının 15 bin askere kadar
arttırılması kararlaştırılmıştır. 1701 sayılı Karar uyarınca Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü’nün eski görev yönergesine ek olarak çatışmaların
durdurulmasını gözlemlemek, İsrail kuvvetleri Lübnan’dan çekilirken Lübnan
Silahlı Kuvvetlerinin mavi hat boyunca olan bölgeler dâhil bütün Güney
Lübnan’da konuşlanmasına nezaret etmek ve destek olmak, bu konuda
faaliyetlerini İsrail ve Lübnan hükûmetleriyle eş
güdümlemek, sivil halka insani yardım ulaştırılmasına ve yerlerinden olmuş
kişilerin gönüllü ve güvenlik içinde geri dönüşlerine yardımcı olmak, Lübnan Hükûmetinin talebi üzerine Lübnan’ın sınırlarının
ve diğer giriş noktalarının silah veya bağlantılı maddelerin girişine karşı
güvenlikli hâle getirilmesine yardımcı olmak görevleri verilmiştir. Komutanlığını İtalyan Tümgeneral Cladio Graziano’nun yaptığı genişletilmiş Birleşmiş Milletler
Geçici Görev Gücü, deniz ve kara unsurlarından oluşmaktadır. Bu çerçevede,
Birleşmiş Milletler ilk kez bir deniz gücü teşkil etmiş bulunmaktadır. Temmuz
2008 itibarıyla, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün mevcudu 13 bindir.
Genişletilmiş Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün göreve başlamasının ardından
İsrail ve Lübnan arasında yeni bir çatışma yaşanmamıştır. Diğer taraftan, zaman zaman, İsrail
savaş uçaklarının Lübnan hava sahasını ihlal ettikleri bildirilmiştir. İsrail savaş
uçakları, ayrıca, zaman zaman, aralarında ülkemize ait gemilerin de yer aldığı
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün deniz görev gücü unsurlarını da taciz
etmişlerdir. Söz konusu eylemlere ilişkin olarak İsrail nezdinde gerekli
girişimlerde bulunulmuştur. Biraz önce arkadaşlarımızın söylediği gibi, Türkiye’yle birlikte
diğer birçok ülke de Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne asker vermişlerdir.
Deniz birliklerine katkıda bulunanlar ise Danimarka, Fransa, Almanya,
Yunanistan, İtalya ve İspanya’dır. Ülkemizin, son dönemlerde, bölgesel sorunların çözümünde gayet
aktif bir rol oynadığını görmekteyiz. Bu bağlamda, Lübnan’daki krizin
aşılmasında da ilgili tüm taraflarla yürüttüğümüz yoğun temasların önemli bir
rolü olmuştur. Kısacası, Lübnan’daki bu barış gücüne katkımızın devam etmesinde
yarar olduğunu görmekteyim. Ayrıca, zor iklim şartları altında orada görev
yapan kahraman subay, er ve astsubaylarımıza görevlerinde başarılar diliyorum.
Bu vesileyle, kahraman ordumuzun tarihte oynamış olduğu yapıcı, barışçı yolun
burada da devam ettiğini görmekten mutluluk duymaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Doğan. Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, daha önce de aynı tezkereleri
müzakere ederken Hükûmetten bu konuda bilgi
istemiştik. BAŞKAN – Hükûmet söz talebinde bulunmadı
efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, ben tezkerenin konusuyla ilgili soru
sormak istiyorum. BAŞKAN – Soru-cevap işlemi yok bu konuda. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, soru-cevap değil. Bu tür
tezkerelerde… Daha önce bu konuda birçok tezkere, Silahlı Kuvvetlerin
gönderilmesiyle ilgili birçok tezkere burada müzakere edilirken bu tezkere
nedir? Bazı cümlelerin ne anlama geldiğini biz burada soruyorduk Hükûmete. Burada da var, işte… HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Böyle
bir usul yok. BAŞKAN – Peki, yerinizden bir dakika sorunuzu sorunuz Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, teşekkür ederim. Tabii, bize söz hakkı doğmadığı için, “Tayyip Erdoğan yurt dışında
Türkiye'nin onurunu artırdı mı, artırmadı mı?” bu konuda konuşma hakkımız yok.
Şimdi, burada AKP’liler adına çıkıp hep böyle methiyeler düzeceğine,
Türkiye'nin gerçeklerinin de halk tarafından bilinmesi lazım. Şimdi, anılan bu tezkerede diyor ki: “Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması…”
Uzatmadığı zaman ne olacak bu tezkere? Birleşmiş Milletler bunun, bu tezkerenin
süresini uzattı ama Lübnan makamları Türk makamlarından ordu istemedi, asker
istemedi; o zaman ne olacak? Daha ortada hiçbir şey yokken, yani o zaman
Güvenlik Konseyi karar aldıktan sonra ve Lübnan makamları da Türk Hükûmetinden böyle bir talepte bulunduktan sonra böyle bir
tezkereyi görüşmemiz gerekirken neden acaba… Bu aceleciliği öğrenmek istiyorum.
Dediğim gibi, Güvenlik Konseyi karar verdi ama Lübnan istemedi, ne duruma
düşecek Türkiye? Onu açıklamasını istiyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç. Bu konuda bir açıklamada bulunacak mısınız efendim? DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Yok efendim. BAŞKAN – Bulunmayacaksınız, peki. Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. Şimdi tezkereyi tekrar okutup oylarınıza sunacağım: 25/6/2008 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Ağustos 2006 tarihinde
kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl için
verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü
(UNIFIL)’ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin
süresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29/5/2007
tarihli ve 892 sayılı Kararı ile 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl
uzatılmıştır. Türkiye, gerek UNIFIL kara harekâtına, gerek UNIFIL-Deniz Görev
Gücü’ne yaptığı katkılarla, barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında
önemli bir işlev üstlenmiş, böylece, gerek BM sistemi içinde, gerek bölgesel ve
küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını ve sahip olduğu saygın konumun
pekişmesini sağlamıştır. Türkiye’nin UNIFIL’e
katılımı, bölgede barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının
sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur. UNIFIL’in görev süresi 31
Ağustos 2008 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2008
tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde BM Güvenlik Konseyi
tarafından Ağustos ayı içinde bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir. Lübnan’daki siyasi ve güvenlik ortamının ülkedeki askerî
unsurlarımızın görevlerini sürdürmeleri bakımından uygun olduğu
düşünülmektedir. Bu hususlar ışığında, Lübnan makamlarının doğrudan
talepleri ve bölgedeki güvenlik koşulları da dikkate alınarak, BM Güvenlik
Konseyi’nin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması
yönünde karar alması durumunda, hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe
belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı BM Güvenlik
Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5
Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtına iştirak etmesi ve
bu bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet
tarafından yapılması için Anayasa’nın 92 nci maddesi
uyarınca izin verilmesini arz ederim. Recep
Tayyip Erdoğan Başbakan BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme
alınma önergesi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım: B) Önergeler 1.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, Ağaçlandırma ve Erozyonla Mücadele Kurumu Kanun Teklifi’nin (2/154)
İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi
(4/74) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 2/154 Esas sayılı, Ağaçlandırma ve Erozyonla Mücadele Kurumu
Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifim 45 gün içerisinde görüşülmediği için TBMM İç
tüzüğünün 37. maddesi gereğince doğrudan TBMM Genel Kurulu gündemine alınmasını, Arz ederim. 07.05.2008 Dr.
Reşat Doğru Tokat BAŞKAN – Önerge sahibi Sayın Doğru, buyurunuz. Süreniz beş dakika. REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Ağaçlandırma ve Erozyonla Mücadele Kurumu Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi’miz ilgili komisyonlarda kırk beş gün içinde görüşülmediği
için İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan Genel Kurul gündemine alınması
için söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Beşikten mezara kadar hayatımızda önemli bir yeri olan
ormanlarımız, bizlerin yanında, yaban ve doğal hayatın barınağı olması,
biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülmesi açısından da ülkelerin
vazgeçilmez hazineleridir. Ülkemiz ormanları çeşitli tıbbi, aromatik,
endüstriyel ve süs bitkileri ile çok sayıda hayvan türlerine sahiptir. Ülkemiz
ormanları küresel öneme sahip değerli biyoçeşitlilik
kaynakları içermektedir. Bunlardan köknar, ladin, sedir, ardıç ve sığlanın gen merkezi ülkemizdir. Bir başka deyişle bu ağaç
türleri yeryüzüne ülkemizden yayılmışlardır. Tarihte savaşlarda filleri
içerisinde saklayacak kadar, yüzde 72’si ormanlarla kaplı olduğu anlatılan
Anadolu, maalesef bugün yeşile hasret durumdadır. Ortak değerlerimiz olan
ormanlarımız, bizim geçmişten devraldığımız ve gelecek nesillere genişleterek
devretmek zorunda olduğumuz mirastır. Günümüzde kendisini şiddetle hissettiren küresel iklim
değişiklikleri ve buna bağlı olarak oluşan sıcaklık artışlarının sebepleri
arasında orman alanlarının azalmasının önemli bir ağırlığı vardır. Bu nedenle,
yaşanabilir çevre için büyük karbon deposu olan ormanların korunması ve
geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Ormanlarımız, hayatımızı sürdürmemiz için gerekli mamul madde
temininin yanında ülke ekonomisi için de önemli bir sektördür. Ormanlar,
topraklarımızın erozyonla yok olmasını önlemesi, çevremize kattığı güzellikler,
sağlık, spor ve rekreasyon alanları ile yaşantımızdaki
yeri yanında yağışlara olan katkısıyla da bereketin kaynağıdır. Bu önemleri nedeniyledir ki ormanlar başta Anayasa güvencesi olmak
üzere ağır cezai hükümler içeren kanunlarla korunmuştur. Bu katı kurallar,
yaşantımızda sık sık kullandığımız “orman kanunları”
sözü ile de günlük yaşam dilimize girmiştir. Ormanlarımız yasal güvenceler ile korunmasına rağmen, maalesef,
zaman içerisinde sürekli olarak azalmaktadır. Türkiye'de orman alanlarının
azalmasının başlıca nedenleri, orman aleyhine yapılan yasal düzenlemeler,
yangınlar, tarla açma, açık maden işletmeciliği ve yerleşim alanları amacıyla
yapılan uygulamalar olmaktadır. Ormanlarımızın bir diğer problemi ise verimsizliğidir. Ülkemizin
ormanlarının yüzde 56’sı verimsizdir. Türkiye'de genel müdürlük olarak 1937 yılında, bakanlık olarak
1969 yılında örgütlenen ormancılık sektörü yönetimi, Orman Bakanlığının çeşitli
defalar reorganizasyonları neticesinde başka bakanlıklar ile birleştirilmiş
olup bugün Çevre ve Orman Bakanlığı olarak kamu idaresi içerisinde yerini
almaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere, orman alanlarımızın azalmasında en
önemli faktörlerin başında yasal düzenlemeler gelmektedir. Ormanların korunması
ve yeni orman alanlarının oluşturulması açısından bugüne kadar ülkemizde
yapılanları değerlendirdiğimizde yapılanların önemini bir kez daha tespit
etmekteyiz. Bununla birlikte yeni orman alanlarının oluşturulması ve mevcut
verimsiz orman alanlarının iyileştirilebilmesi ile erozyona karşı daha büyük
hedefleri hep birlikte gerçekleştirmemiz gerektiğini görmekteyiz. Bugün, ülkemiz, topraklarının yüzde 85’i maalesef erozyon
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Sürdürülebilir orman yönetimi ve prensipleri
içerisinde ağaçlandırma ve erozyonla mücadele konusunda yeni organizasyonları
ortaya koyabilmemiz ve en önemlisi bu alanda yeni kaynaklar oluşturmamız da
gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, 21’nci Dönem Tokat Milletvekilimiz Sayın
Lütfi Ceylan Bey, bu kanun teklifinin gündeme gelmesi için o dönem çok büyük
mücadeleler vermişti. Buradan kendisine teşekkür etmek istiyorum. Bu nedenle,
Çevre ve Orman Bakanlığınca yeni orman statüsüne alınmış ve ilk defa
ağaçlandırma çalışması yapılacak olan orman alanlarında ağaçlandırma faaliyetlerinde
bulunmak ve erozyonla mücadele amacıyla, kaynakları temin edilmiş, idari ve
mali özerkliğe sahip ağaçlandırma ve erozyonla mücadele kurumunun kurulması bu
kanunumuzla amaçlanmıştır. Topraklarımızın erozyonla yok olmasını önlemek, küresel iklim
değişikliklerinden daha az etkilenmek ve iyi bir yaşanabilir çevre için
teklifimize desteğinizi bekliyor, yüce Meclisimizi en derin saygılarımla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Doğru. Önerge üzerinde Uşak Milletvekili Nuri Uslu, buyurunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) NURİ USLU (Uşak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Konuşmama başlamadan önce, dün öğlen saatlerinde Mersin Gülnar
ilçemizin ormanlarında çıkan orman yangını hâlâ daha tam manasıyla kontrol
altına alınamamış ve 500-600 hektara yakın orman alanı da yanarak kül olmuştur.
Aynı zamanda, o bölgede oturan 2 vatandaşımız da hayatını yitirmiştir. Onlara
Cenabıhak’tan rahmet diliyorum ve geride kalanlara da başsağlığı diliyorum. Değerli milletvekili arkadaşımızın vermiş olduğu kanun teklifi
üzerine söz almış bulunuyorum. Gerçekten, küresel ısınmanın son derece önem
kazandığı, bütün dünyada ve ülkemizde de bazı etkilerini gördüğümüz bu son
günlerde ormanları hatırlattığı, ormanları gündeme getirdiği için kendisine
teşekkür ediyorum. Ancak, o Bakanlıkta yıllar yılı çalışmış bir kardeşiniz olarak
şöyle bir değerlendirme yapmak istiyorum: Şimdi, 1937 yılından ta günümüze
kadar ülkemizde ciddi anlamda ağaçlandırma, erozyon kontrolü ve rehabilitasyon çalışmaları yapılmıştır. 1969 yılında
Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü kurulduktan sonra çok daha
planlı, çok daha programlı ve çok geniş alanlarda ağaçlandırma çalışmaları
yapılmıştır, erozyon kontrolü çalışmaları yapılmıştır. REŞAT DOĞRU (Tokat) – Kaynağa ihtiyacımız var. Kuruma ihtiyaç
yoktur. NURİ USLU (Devamla) - Ağaçlandırmayı yapacak ödeneğe ve orada
çalışacak personele ihtiyaç vardır. Mantalite olarak ülkemizde ağaçlandırma, ağaç sevgisini
kazandırma, bozuk orman alanlarını iyileştirme, şehirlerimizin etrafında yeşil
kuşaklar oluşturmak, ağaç ve orman sevgisini geliştirmek, özel ağaçlandırma ve
fidancılığı teşvik etmek, orman içi ve orman kenarındaki meraları iyileştirmek
ve gelecek nesillere yeşil, yaşanılabilir bir Türkiye bırakmak için orman
teşkilatı çok ciddi çalışmalar yapmıştır. Bakınız, yapılan ağaçlandırma miktarlarına şöyle baktığımızda,
1937 yılından 2002 yılına kadar yılda yapılan ağaçlandırma miktarına
baktığımızda ortalama 40 bin hektar civarında olmuştur. 2002 yılı sonuna kadar
1 milyon 900 küsur bin hektar alanda ağaçlandırma yapılmıştır. 1992-2002 yılları arasında, yılda ortalama 75 bin hektar
ağaçlandırma, erozyon kontrolü yapılırken 2003 yılında bu miktar 115 bin
hektara, 2004 yılında 170 bin hektara, 2005 yılında 175 bin hektara, 2006
yılında 401 bin hektara, 2007 yılında da 400 bin hektara çıkarılmıştır. Artan
oranda ve ödeneğimiz elverdiği oranda bütçemiz imkânlarında ciddi oranda
ağaçlandırmalar yapılmıştır. Özel ağaçlandırmaya çok ciddi teşvik verilmiştir. Cumhuriyet
tarihinde, 2002 yılına kadar sadece 33 bin hektar özel ağaçlandırma yapılmışken
2003-2007 yılları arasında tam 40 bin hektar özel ağaçlandırma yapılmıştır.
Devletimiz ağaçlandırmaya çok ciddi önem vermekte ve ağırlık vermektedir. Bakınız, köy tüzel kişiliklerine, yapacakları özel
ağaçlandırma için hibe kredi verilmektedir, arazi verilmektedir ama maalesef,
Orman Kanunu’nun geçmişten bu tarafa halkımız arasında çok sert bir kanun
olması ve orman alanına dönüştürülen özel alanın bile daha sonra tekrar özel
alana dönüştürülememesinden dolayı -bu da Anayasa’mızdan gelen- hani, orman
alanları daraltılamaz, orman alanları devredilemez… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Uslu, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. NURİ USLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum. …orman alanlarında statü değişikliği yapılamaz kurallarından
dolayı, insanlarımız ağaçlandırmaya ve fidana maalesef çok sıkı bakmamaktadır.
Ancak, son yıllarda bu yavaş yavaş kırıldı, özel
ağaçlandırma ve özel fidancılık ciddi oranda teşvik edilmeye başlanmıştır. Kısacası şunu söylemek istiyorum: Arkadaşımızın teklifinde,
kurumun kurulmasıyla ilgili olarak, gerçekten kurumun kurulmasına ihtiyaç
yoktur; bilinçlenmeye, ülkemizi sevmeye, ülkemizin bozkırlarını ağaçlandırmaya
gönüllerin dönmesi gerekiyor ve milletimizin, devletimizin de ödeneğinin o
tarafa doğru kaydırılması gerekiyor. Ama o Bakanlıkta, orman teşkilatında,
Orman Genel Müdürlüğünde, Çevre ve Orman Bakanlığında çalışan personelin
ihtiyacı vardır, personelin özlük haklarının iyileştirilmeye ihtiyacı vardır
diyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uslu. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru
önergeleri ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer alan, Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları’nın görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Elektrik Piyasası Kanunu ve
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği
Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/554) (S. Sayısı: 249) (x) BAŞKAN – Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Geçen birleşimde, tasarının tümü üzerinde Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına ve Hükûmet adına yapılan
konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, tasarının tümü üzerinde söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’a
aittir. Buyurun Sayın Öztrak. (CHP sıralarından
alkışlar) Süreniz yirmi dakikadır. CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşülmekte olan Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın geneli üzerinde CHP Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, huzurunuza gelen bu yasa tasarısıyla,
rekabete dayalı, kamu tarafından düzenlenen bir enerji piyasasının kurulması
amacıyla 2001 yılında kabul edilen 4628 sayılı Kanun’un uygulanması esnasında
karşılaşılan aksaklıkların giderilmesi ve dünya ve ülke şartlarında yaşanan
değişimlerin yasaya yansıtılmasının amaçlandığı ifade edilmektedir. Diğer
taraftan, arz güvenliğinin sağlanması konusunda mevcut Kanun’un yeterli
olmadığı söylenmektedir. Bu amaçla çeşitli düzenlemeler getirilmektedir. Bu
çerçevede kamu üretim şirketlerine Bakanlar Kurulu kararıyla üretim yapma
görevi de verilmektedir. Değerli milletvekilleri, izninizle, yasayla ilgili görüşlerimi
aktarmadan önce bir uluslararası kuruluşun Türkiye’deki enerji sektörüne
ilişkin tespitlerini dikkatinize sunmak istiyorum. Böylece, görüşülmekte olan
yasa tasarısının neden huzurunuza geldiğini daha iyi anlayabiliriz diye
düşünüyorum. “Enerji arz güvenliği Türkiye için çok önemli bir endişe
kaynağıdır. Güçlü büyüme ve yükselen sosyal standartların doğurduğu hızla artan
talep sonucunda elektrik arz kesintileri yaşanmaya başlamıştır. Türkiye, önemli
makroekonomik sonuçlar
doğurabilecek potansiyel olarak ciddi bir arz kriziyle karşı
karşıyadır. Verimliliği artırmaya ve talep yönetimini geliştirmeye yönelik
çabalar henüz önemli bir etki sergileyememiştir ve daha fazla geliştirilmeleri
gerekmektedir. Özel sektör yatırım seviyesi, arzın talep artışıyla paralel
olarak artmasını sağlamak için yeterli olmamıştır ve önemli ithalat seçenekleri
de kısa vadede sınırlıdır. Dolayısıyla, yerli üretime ve iletim kapasitesine
yönelik yatırımların arttırılması gerekmektedir. Bunun için ilave üretim
kapasitesine yönelik olarak özel sektörü daha fazla yatırım yapmaya teşvik
edecek önlemlerin alınması gerekmektedir. İletim kapasitesini genişletmek için
kamu sektörü yatırımlarına ihtiyaç duyulacaktır. Ayrıca, en azından kısa vadede
gereken yatırım seviyesi ile özel sektörün gerçekleştirmesi beklenen yatırımlar
arasındaki açık kapatılıncaya kadar üretim alanında da kamu yatırımlarına
ihtiyaç duyulacaktır.” Değerli milletvekilleri, sizlere aktardığım bu değerlendirme
geçtiğimiz Mayıs ayında yayımlanan Dünya Bankası ve Türkiye Ülke İşbirliği
Stratejisi 2008-2011 Raporu’nun ikinci bölümünün yirmi sekizinci
paragrafındandır; enerji sektörünün büyümenin önünde nasıl bir engel hâline
getirildiğini tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Diğer taraftan, bu raporlar hükûmetin
onayıyla yayınlanır. Dolayısıyla, bu satırlar aynı zamanda Hükûmetin
enerji sektörünü ne hâle getirdiğinin de itirafıdır. Sayın milletvekilleri, devletin resmî kurumlarının verileri de
Türkiye'nin ciddi bir elektrik enerjisi arz sıkıntısıyla karşı karşıya
kaldığını göstermektedir. Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından
Temmuz 2007’de hazırlanan ve 2007-2016 yıllarını kapsayan Türkiye Elektrik
Enerjisi On Yıllık Üretim Kapasite Projeksiyonu Raporu’nda 2009 veya 2011
yıllarında ülkemizde elektrik enerjisinde arz açığı ortaya çıkma olasılığının
oldukça yüksek olduğu ifade edilmektedir. Değerli milletvekilleri, ortada çok ciddi bir tablonun bulunduğu
açıktır. Türkiye'nin öncelikli hedefi olması gereken yüksek büyüme hızına
ulaşma ve artan nüfusa hızla yeterli iş imkânı sağlama çabaları, anlaşılan,
sadece izlenen yanlış politikalar nedeniyle ortaya çıkan cari açığa yani artan
dış borçlanma ihtiyacına değil enerji darboğazına da takılacaktır. Bu durum,
son dönemde izlenen yanlış politikalarla elverişli küresel iklimin getirdiği
fırsatların nasıl heba edildiğini ve ülkenin uzun dönemli büyüme altyapısının
nasıl talan edildiğini gözler önüne sermektedir. Uzun vadeli bir bakış açısıyla ele alınması ve planlanması gereken
elektrik enerjisi sektöründe neden bu tablo ortaya çıkmıştır? Bu sorunun cevabı
59’uncu ve onun devamı olan 60’ıncı Hükûmet
dönemlerinde izlenen yanlış politikalarda aranmalıdır. Hepinizin malumları olduğu üzere elektrik enerjisi, yaşam
kalitesinin ve sürdürülebilir büyümenin ikame edilemez bir kaynağı olması
nedeniyle, devletin özenli politikalar ve akılcı stratejiler geliştirmesi
gereken bir alandır. Bu alanda yanlış politika ve stratejilerin maliyeti
oldukça yüksek olabilmektedir. Nitekim, huzurunuza
getirilen bu yasa tasarısı son beş yıllık dönemde izlenen yanlış enerji
politikalarının ortaya çıkardığı sıkıntıların bir sonucu olarak
değerlendirilmelidir. Değerli milletvekilleri, devlet, 2001 yılında aldığı stratejik bir
kararla enerji sektörünü özel kesim yatırımlarına açmayı ve kamu tarafından
düzenlenen bir piyasa oluşturmayı amaçlamıştır. Bu çerçevede üretim ve dağıtım
tesislerinin özelleştirilmesi ve imkânlar ölçüsünde kamunun bu alandaki
ağırlığının azaltılması benimsenmiştir. Kanun koyucu, aynı zamanda, elektrik arzında ortaya çıkabilecek
sıkıntıları da öngörerek devlete bu sıkıntıları ortadan kaldıracak belirli
yetkileri de vermiştir. Buna, gerektiğinde üretim tesislerine yatırım yapmak da
dâhildir. Yani hedef, enerji sektörünü özel kesime devredip hiçbir sorumluluk
almamak değildir çünkü nitelikleri itibarıyla bu sektör, piyasa kurallarının
tam anlamıyla çalışabildiği bir sektör değildir. Burada hedef, enerji arz
güvenliğini tehlikeye atmadan enerjiyi güvenli, ucuz ve kaliteli bir biçimde
topluma sunarken yatırım ihtiyacının bir kısmını özel kesim eliyle
gerçekleştirmek suretiyle devletin diğer görevleri için ilave kaynak
yaratmaktır. 20 Şubat 2001 tarihinde kabul edilen 4628 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu, sektörde yukarıdaki çerçevede bir yeniden yapılanmayı öngören özel
nitelikli bir çerçeve kanun olarak tasarlanmıştır. Söz konusu Kanun’un
çıkarılmasının üzerinden yedi yıl gibi bir süre geçmesine karşın sektörün
yeniden yapılandırılmasına yönelik öngörülen dönüşümler
gerçekleştirilememiştir. Bu bağlamda, yeniden yapılanma çerçevesinde hedeflenen
gerçek maliyetlere dayalı, rekabetçi, saydam ve sürdürülebilir bir piyasa
yapısı oluşturulamamıştır. Aslında sıkıntıların önemli bir kısmı, Hükûmetin benimsediğini ilan ettiği politikalara popülist yaklaşımlarla uymamasından kaynaklanmıştır. 2004 yılında alınan bir Yüksek Planlama Kurulu kararıyla, özel
sektör yatırımlarının elektrik piyasasına yönlendirilebilmesi için strateji
belgesi hazırlanarak kamuoyuna sunulmuştur. Bu strateji belgesinde
özelleştirmeye ve özellikle dağıtım bölgelerinin özelleştirilmesine önem
verilmiştir. Amaç, özelleştirilen dağıtım şirketlerinin üretime yatırım yapacak
olan şirketlerle özel anlaşmalar yapabilmelerine olanak tanımaktı. Böylelikle,
özel sektör girişimcileri arasında uzun vadeli ikili anlaşmalar ile serbest
piyasa koşullarına benzer koşullar içerisinde elektrik fiyatlarının
oluşabilmesi hedeflenmiştir ancak uzunca bir zaman bekletildikten sonra nihayet
2007 yılında hazırlıkları tamamlanma aşamasına gelen özelleştirmeler, seçim
öncesinde Hükûmet tarafından ani bir kararla
ertelenmiştir. Ertelemeye gerekçe olarak dağıtım altyapısının yatırım ihtiyacı
gösterilmiştir. Oysa gerçek, Başbakanın bu uygulamalar öncesinde yaptığı
açıklamalarda yatmaktadır. Hükûmet uzun süredir suni
olarak sabit tuttuğu elektrik fiyatlarını seçime bir yıl kala artırmak
istememiştir. Hükûmetin kendi getirdiği yeni
düzenleyici çerçeveye uymaması, gerekli yatırım ortamını yaratamamış ve özel
sektörün üretim yatırımlarının önü tıkanmıştır. Maliyetlerdeki hızlı artışlara, kayıp ve kaçağın azaltılamamasına
rağmen, Hükûmet kararlarıyla elektrik fiyatlarının
sabit tutulması, bir yandan özel kesimin yatırım yapmaktaki ürkekliğini
artırırken, kamu kuruluşlarını da yatırımlar için kaynak yaratamaz hâle
getirmiştir. Hatta, 2006 yılında, özelleştirme
gelirlerinin bir kısmı bu kuruluşlara gizli sübvansiyon olarak verilmiştir.
Aslında, seçim öncesinde Hükûmet elektriğe zam
yapmamakla övünürken, halktan, bu nedenle, gelecekte karanlıkta kalacaklarını,
fabrikaların duracağını, kesintiler nedeniyle sanayide üretim maliyetlerinin
artacağını ve geleceğimizin, yüksek büyüme ve istihdam olanaklarının
yağmalandığını gizlemiştir. Sayın milletvekilleri, bu yanlış politikalar neticesinde özel
kesim enerji sektörüne yatırım yapmaktan kaçınmıştır. Nitekim, yıllar
itibarıyla bakıldığında özel kesimin enerji yatırımlarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı 2002 yılından bu yana değişmemiştir.
2002 yılında enerji sektörüne yönelen özel kesim yatırımlarının payı binde 3
iken, bu pay 2004, 2005 yıllarında binde 2’ye kadar gerilemiş, 2007 yılında ise
tekrar binde 3 olmuştur. Hızla artan talebe rağmen özel kesimin enerji sektörüne yatırım
yapmadığı ortada iken kamu kesimi elektrik enerjisinde arz güvenliğini güvence
altına alacak yatırım kararlarını da alamamıştır. Yıllar itibarıyla, devletin
enerji yatırımlarının toplam kamu yatırımları içindeki payı hızla
düşürülmüştür. 2002 yılında enerji sektörü yatırımları kamu sabit sermaye
yatırımlarının yüzde 20,8’ini oluştururken, 2007 yılına gelindiğinde bu oran
yüzde 10,2’ye gerilemiştir. Kamu kesimi enerji yatırımlarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı incelendiğinde, enerji yatırımlarındaki
ürkütücü tablo daha da iyi anlaşılmaktadır. AKP hükûmetlerinin
işbaşına geldiği 2002 yılının sonunda kamu kesimi enerji yatırımlarının
gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yüzde 1,3
iken, 2007 yılında bu oran binde 4’e gerilemiştir. Oysa 2001 yılında çıkan 4628
sayılı Yasa’nın ilk hâlinin 2’nci maddesinin (a) fıkrasının 1 numaralı bendinde
Elektrik Üretim Anonim Şirketinin özel sektör yatırımlarını dikkate almak
suretiyle, Kurul onaylı üretim kapasite projeksiyonu
uyarınca, gerektiğinde yeni üretim tesisleri kurabileceği, kiralayabileceği ve
işletebileceği açıkça hükme bağlanmıştır. İlgililer, bu maddede bahsi geçen “gerektiğinde”
kelimesinin muğlaklık yarattığı ve bu gerekliliğe
kimin karar vereceğinin belirli olmadığı şeklinde bir gerekçeyle yatırım
yapmadıklarını dile getirmişlerdir. Enerji Bakanlığı ve Elektrik Piyasası
Düzenleme Kurumu arasında bu yetkinin kim tarafından kullanılacağına yönelik
bir yorum farkının ülkenin geleceğini ipotek altına almasını kabul edemeyiz.
Kaldı ki -varsa- bu farkı giderme mercisi de Hükûmettir.
Sayın milletvekilleri, Hükûmet politik
tercihini özel kesimin enerji sektöründe yatırım yapması ve kamunun bu sektörde
işletmeci olarak varlığını azaltması yönünde yapmıştır ancak bunun gerektirdiği
tedbirleri almadığı için ciddi bir zaaf ortaya çıkmıştır. Söz konusu olan,
insanlarımızın temel haklarından biri olan yaşam kalitesindeki iyileşmenin
sürdürülebilmesidir. Bu hizmetin -kamu veya özel, kimin eliyle verilirse
verilsin- güvenli ve kaliteli bir şekilde millete sunulmasından devlet
sorumludur. Özel kesimin enerji arz güvenliğini sağlayacak yatırımları
gerçekleştiremediği ortada iken kamu yatırımlarını devreye sokacak tedbirlerin
AKP Hükûmetleri tarafından alınmaması ağır bir
ihmaldir. Değerli milletvekilleri, şimdi bir başka önemli konuya dikkatinizi
çekmek istiyorum. Elektrik Piyasası Kanunu’nda değişiklik yapan 5496 sayılı
Kanun’un 10/5/2006
tarihinde yasalaşmasından sonra 4628 sayılı Yasa’nın Elektrik
Üretim Anonim Şirketine yatırım yapma yetkisini veren 2’nci maddesinin (a)
fıkrasının birinci bendi bir şekilde yok olmuştur. Komisyonda bazı yetkililer
bunun sehven unutulduğunu ifade etmişlerdir. Sayın milletvekilleri, şimdi soruyorum: Kanun’un verdiği bu yetki
2006 yılına kadar neden kullanılmamıştır? Kanun’un arz güvenliği açısından en
önemli maddesi, 2006 yılında yapılan düzenleme sırasında nasıl sehven yok
olmuştur? Neden elektrik arzında yaşanacak sıkıntılar çok açık bir biçimde
ortada iken gerekli önlemler alınmamıştır? Elektrik Üretim Anonim Şirketi,
Enerji Bakanlığı, EPDK veya Başbakanlık bu sorunu görmemiş midir? Gördüyse
uyarmamış mıdır? Uyardılarsa buna kim karşı çıkmıştır? Bu soruların her
aşamasında görev ihmali söz konusudur. Bu sorular mutlaka sorulmalıdır, çünkü
konu, her bakımdan ülkemizin ve insanlarımızın geleceğini ipotek altına
almıştır. Değerli milletvekilleri, uzun süredir Sayın Başbakan “Bu ülkede
taş taş üstüne koyanlar, koymayanlar” ayrımı yapıyor. Rakamlar, bu ülkenin en
kritik sektöründe AKP Hükûmetlerinin nasıl taşı taş
üstüne koymadıklarını açıkça sergiliyor. Ortaya çıkan tablo gayet açıktır; 2003
yılından bu yana enerji sektöründe kamu ne kendi yatırım yapmıştır ne de özel
sektörün bu yatırımları yapması için gerekli ortamı yaratmıştır. Tüm bu
gelişmeler, bazılarına göre 2009 yılında, bazılarına göre de bu yıl
karşılaşılması olası görünen elektrik enerjisi arz sıkıntısının bağıra bağıra geldiğini, buna karşı, Hükûmetin
gelen bu uyarılara kulaklarını kapayarak basiretli davranamadığını açıkça
göstermektedir. Hükûmet, yedek kapasite
fazlasıyla aldığı enerji sektöründe bu imkânı kullanamamış, ilave kapasite
yaratamamış ve sektörde ciddi bir arz güvenliği sorunu yaratmıştır. Burada orta
vadeli bir bakış açısının eksikliği ve “günü yaşama” yaklaşımı kendini açıkça
göstermektedir. Bu kötü yönetimin faturası her zaman olduğu gibi yine halkımıza
çıkacak ve önümüzdeki dönemde enerji darboğazı büyüme ve istihdamın önünde
önemli bir engel olacaktır. Diğer taraftan, küresel kredi koşullarının oldukça iyi olduğu bir
dönem geride kalmıştır. Ayrıca, son dönemde Çin ve Hindistan gibi ülkelerin
yeni enerji tesisleri kurma çabalarına hız vermesi, enerji sektöründe
kullanılan yatırım mallarının fiyatlarının hızla artmasına ve bu malların
tesliminin çok uzun sürelere yayılmasına neden olmuştur. Bu durum, yeni
kapasite yaratılmasını hem pahalılaştırmış hem de zorlaştırmıştır. Diğer taraftan, Hükûmetin elektrik
fiyatlarına hesapsız kitapsız müdahalesi, kamunun yatırımcı kuruluşlarını
finansman darboğazına sokmuş ve istese de yatırım yapamaz hâle getirmiştir.
Şimdi bu hesapsızlığın faturası, bu sene başından itibaren yüzde 44’leri aşan
şok fiyat artışlarıyla vatandaşlarımıza çıkarılmaktadır. Sayın milletvekilleri, yasa tasarısının maddeleri üzerine
arkadaşlarım detaylı görüşlerini sunacaklar. Bu nedenle maddelerin
ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak, bu yasa tasarısı acaba mevcut sıkıntılara
çözüm olacak mıdır? Tasarının 6’ncı maddesi arz güvenliğinin sağlanması için
alınacak önlemleri tanımlamaktadır. 4628 sayılı Kanun’un kamuyu gerektiğinde
yatırım yapmaya çağıran maddesi oldukça açık iken Hükûmet
elektrik enerjisi yatırımlarını gerçekleştirmekten kaçınmış ve bu madde 2006’da
bir şekilde yok edilmiştir. Şimdiki düzenlemeyle elektrik sıkıntısı kapımıza
dayanmışken devlet ancak maddede sayılan bir dizi önlemin hiçbirinin
çalışmaması hâlinde yatırım yapabilecektir. Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin ciddi bir enerji darboğazıyla
karşı karşıya olduğu dikkate alındığında, kamunun enerji yatırımı
yapabilmesinin uzun bir deneme yanılma sürecine bağlanması, sorunu daha da
ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacak ve ortaya çıkacak ızrar hâlinin bazı
gruplar tarafından istismarına neden olacaktır. Hem reel sektörün ve
dolayısıyla ülkenin rekabet gücünün korunması hem de tüketici refahının
artırılabilmesi için kamunun enerji sektörüne yapacağı yatırımların önüne,
mevcut arz darboğazı dikkate alınarak, yeni koşulların getirilmemesinin önemli
olduğu düşünülmektedir. Bu husus istismarı engelleyecek, fiyatların daha doğru
ve rekabetçi bir noktada teşekkül etmesini sağlayacak ve arz güvenliğinin tesis
edilmesine önemli katkı sağlayacaktır. Sayın milletvekilleri, getirilen düzenleme, sonuç olarak, Hükûmetin bu sektörü yönetememesinden kaynaklanan ciddi
hasarın önüne geçmekten çok uzaktır. Değerli milletvekilleri, sözlerimi tamamlarken bir hususun altını
çizmek istiyorum. Elektrik sektöründe yaşananların ne küresel piyasalarda
yaşanan krizle ne uluslararası enerji fiyatlarının artmasıyla ne de iktidar
partisine açılan kapatma davasıyla ilgisi yoktur. Gelinen nokta, Hükûmetin bu ülkeyi nasıl hesapsız kitapsız borçlandırarak,
kendilerine bırakılan imkânları har vurup harman savurarak yönettiğinin ya da
yönetemediğinin çok açık bir göstergesidir. Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetlerinin
yanlış politikaları ekonomide ciddi risklerin birikmesine yol açmıştır. Bunun
en önemli göstergesi, yavaşlayan büyümeye rağmen artan cari açık ve bugün
konuştuğumuz enerji darboğazıdır. Bozulan küresel iklimle birlikte bu riskler
açığa çıkmaktadır. Bu çerçevede ekonomiden sorumlu bakanların bu durum
karşısında gereken önlemleri almak yerine, olan biteni AKP’nin kendine
açtırdığı davanın neden olduğu siyasi belirsizliğe bağlama çabaları durumu daha
da kötüleştirmekte ve âdeta halkın sırtından kurban kesilmektedir. Hükûmetin bu yanlışlardan kısa sürede dönmesini ve halkın
kendisine verdiği yetkiyi ekonomide yaşanan sıkıntıları arttırma yönünde değil
gidermekte kullanmasını bekliyoruz ve temenni ediyoruz. Değerli milletvekilleri, bugün grup konuşmalarını dikkatle
dinledim. Bakınız, dünyada çok ciddi, ters bir küresel dalga üstümüze doğru
geliyor. Türkiye bu dalgaya her yeri açık bir vaziyette, büyük kırılganlıklar
üreterek yakalanmış vaziyette ama ben… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. FAİK ÖZTRAK (Devamla) – …Sayın Başbakanın gruptaki konuşmasına
baktığım zaman, tabandan tavana modernizasyon, tavandan tabana modernizasyon
gibi birtakım felsefi tartışmaların yapıldığını görüyorum. Arkadaşlar, bu durum
âdeta Bizansın son günlerinde meleklerin cinsiyetinin
tartışılmasına benziyor. Bu çerçevede Hükûmetin bir
an önce asli görevine dönerek ekonomide gerekli önlemleri almasını temenni
ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztrak. Tasarının tümü üzerinde söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına İzmir Milletvekili Oktay Vural’a aittir. Buyurunuz Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. Sayın milletvekilleri, Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı arz
ederim. Tabii, Türkiye bugün, aslında ekonomik ve siyasi belirsizliklerin
yaşandığı, aynı zamanda ekonomik ve siyasi risklerinin bedelinin millet
tarafımızdan ödenmeye başlandığı bir dönemi yaşıyoruz. Dolayısıyla, bugün
gelinen noktada Türkiye’nin geleceği açısından bu gelişmelerin toplumda önemli
bir güvensizlik kaynağı oluşturduğunu ifade etmek istiyorum. Yapılan çalışmalarda vatandaşlarımızın yüzde 73’ü Türkiye’nin çok
kötü bir yolda olduğunu ifade ediyor. “Beş yıl öncesi iyi mi, kötü mü?” diye
sorulduğunda, yüzde 49’u “Kötü.” yüzde 11’i “Aynı.” demiş, sadece yüzde 29’u
“Daha iyi.” demiştir. Geleceğin nasıl olduğunu soranlar açısından da yüzde
62’si geleceğin çok daha kötü olacağını ifade etmektedir. Yine yapılan bir çalışmada “Beş yıl önce durum daha iyiydi.”
diyenlerin oranı yüzde 45,2’dir, “Değişmedi.” diyenlerin oranı ise yüzde
26,8’dir. Aslında, bütün bu sonuçlar vatandaşın Türkiye’nin bugün geldiği
durumdan memnun olmadığını, gelecek konusunda da AKP’nin bir umut vermediğini
ve millet nezdinde de popülaritesinin ortadan
kalktığını göstermektedir. Bunlar, aslında bir sonuçtur. Bu bakımdan, bugün
geldiğimiz bu noktada Türkiye gerçekten büyük risklerle karşı karşıya.
Ekonomide açıklar devri: Dış ticaret açığı 2002’ye göre 5 kat artmış, cari
işlemler açığı 24 kat artmış, özel sektörün döviz pozisyon açığı artmış ve
Türkiye’nin maalesef riskleri artmıştır. Bugün geldiğimiz bu noktada da aslında bugün tartıştığımız konuda
da yeni bir açıkla karşı karşıya olduğumuzu bu kanun ortaya koyuyor: Enerji
açığı. Türkiye’de bir enerji açığı sorunu vardır, arz güvenliği sorunu vardır.
“Bu arz güvenliği sorununu çözebilmek için ne yapabilirim” diye Hükûmet bu tasarıyı getirmektedir. Demek ki bugüne kadar
riskler öngörülmemiş, yönetilmemiş ve maalesef, Türkiye, enerjisiz kalabileceği
bir döneme adım atmıştır. Bütün bunların hepsi, bakıldığında, aslında AKP politikalarının
bir sonucudur. Aslında 16/11/2002’de Sayın Başbakan
Acil Eylem Planı’nı açıkladığı zaman şunları söylemişti: “Adı üstünde, acil
eylem. Enerji piyasası rekabete açılacak. Elektrikte TRT payı kaldırılacak.
Enerji fiyatları üzerindeki yükler azaltılacak. Bir yılda işletme hakkı devri
tamamlanacak, enerji kayıpları azaltılacak.” Bugünkü Hükûmet,
10 Ocak 2008’de, bu sefer yine kayıp kaçak oranının indirileceğini acil durum
olarak ortaya koymuş; yine “Elektrik üretimi ve dağıtımının özel sektöre
katılımı sağlanacak.” demiş, “Elektrik arz güvenliği artırılacak.” demiş.
Dolayısıyla, ilk Hükûmetten, 16 Kasım’dan, 2002’den
bugünkü Hükûmetin Acil Eylem Planı’na baktığımız zaman
elektrikte “acil” dedikleri hiçbir hususu gerçekleştirememişler. İşte, bugün geldiğimiz bu noktada, yine Dokuzuncu Kalkınma
Planı’nda “Arz güvenliği için kaynak ve ülke çeşitlenmesi yapılacak.” Bugün
kaynak ve ülke çeşitlenmesinin yapılmamasının sonuçlarını görüyoruz. “Kamu
sektörden çekilecek.” denmiş, biraz sonra konuşacağımız yasayla göreceksiniz,
kamu nasıl sektörün içine çekilmek isteniyor, onun planını yapıyoruz. Kamu,
düzenleyici denetleyici rolü çerçevesinde arz güvenliğini takip edecek” diyoruz.
Düzenleyici ve denetleyici rolü olan Enerji Piyasasının arz güvenliğinden nasıl
uzaklaştırıldığını biraz sonra kanunlaştıracağız. Dokuzuncu Kalkınma Planı bunu
söylüyor. Bugün getirdiğimiz bu kanun, Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın hedeflerini
gerçekleştirmek yerine, eleştirileri doğrultusunda yeni hükümler getirmektedir. Şimdi, Dokuzuncu Kalkınma Planı’nı bu Meclis kabul etti ve “Bu
kalkınma planına uyulmalı ve komisyonlarda da kalkınma planlarına uyum esası
öncelikle görüşülmelidir ve gözetilmelidir.” demesine rağmen, bu kanunda
kalkınma planıyla ilgili herhangi bir hükmün yer almadığını görüyoruz. “Yatırımda öncelik özel sektörün olacak.” denilmiş ve Dokuzuncu
Kalkınma Planı’nda 2006 yılında öngörülen 2,5 katrilyonluk yatırım 2013 yılında
2,6 katrilyon olarak belirlenmiş ve bugün görüştüğümüz, bugün çıkartacağımız
yasayla arz güvenliği açısından kamu tekrar yatırımcı olarak gündeme
sokulmuştur. Böylelikle, yine, kalkınma planındaki “Yatırımda öncelik özel
söktürün olacaktır.” yaklaşımına oldukça aykırı bir kanunu bugün görüşmüş
olacağız. “Sanayi aboneleri lehine değişiklik yapılacak.” denilmiş. Bugün
yapılan son zammı da dikkate aldığımız zaman mesken ve sanayi aboneleri
arasındaki fiyat farkı sadece yüzde 9-10 civarında kalmıştır. Bütün bu gelişmelerle ilgili getirilen kanun, esas itibarıyla,
bugüne kadar AKP’nin arz güvenliği konusunda atmadığı adımların, yapmadığı
yatırımların, işletemediği piyasanın neticesinde buraya gelmiştir. Dolayısıyla
bugün Enerji Piyasası işletilememiş, Bakanlık görevini yapamamış ve Türkiye
maalesef ciddi bir enerji açığıyla karşı karşıya kalmıştır. Bakın, kanunda hep 2012 yılı, 2013 yılı, 2010 yılı gibi,
zamanlamayla ilgili yatırımların acil bir şekilde yapılmasını öngören tedbirler
vardır. Enerji yatırımlarını bu kadar kısa sürede yapma isteği aslında bugüne
kadar AKP döneminde, bu elektrik sektörüne, özellikle, gerekli yatırımın
yapılmamasından kaynaklanmıştır. 1999 yılında 26.119 olan kurulu güç, 2002 yılında 31.856 megavata
yükselmiş, bugün 2007 sonu itibarıyla 40.777 megavat olmuştur. Kurulu güç
artışı 2001 yılında yüzde 4, 2002 yılında yüzde 12,4 olmuşken, 2007 yılında
kurulu güç artışı binde 5 olmuştur. Dolayısıyla, AKP döneminde açıkçası 3.513
megavat 2002 yılında işletmeye alınmışken, 2007 yılında işletmeye alınan kurulu
güç sadece 212 megavattır. Bugün AKP’nin işletmeye aldığı, bu
dönemde işletmeye alınan elektrik enerjisi üreten santrallerin çok önemli bir
kısmı, kendisinden önceki hükûmetlerin planladığı,
yatırımını yaptığı yatırımlardır ve bugün baktığımız zaman eğer doğal gaz
dışındaki elektrik santrallerinin ömrünün üç ila yedi yıl arasında yapıldığını
düşünürsek, bir iktidar döneminde maalesef AKP yeterince yatırım yapmış
değildir. Mesela, Afşin-Elbistan: 13/11/2006
tarihinde işletmeye girdi. Bunun sözleşmesi 5 Haziran 1998’de imzalanmış,
2000’de temeli atılmış, fiilen işe başlamıştır. 2006 Temmuz ayında yine 320
megavat Çanakkale-Çan. Yine, bunun sözleşmesi 15/10/1998’de
yapılmış, 25/06/2000 tarihinde de temeli atılmıştır. Bütün bunları dikkate aldığımız zaman açıkçası AKP döneminde
maalesef kurulu güce, enerjiye yatırım yapılmamıştır, kendi geçmiş dönemindeki
yatırımların neticesinde elektriği vatandaşımıza iletmiş ve ama artık kurulu
gücün yetmeyeceğinin de farkına varılmıştır. 1999-2000 arasında kurulu güç artışı yüzde 21,2’dir. 2003-2007
arasında artış yüzde 14,6 olmuştur ve tüketimin giderek artmış olmasına rağmen
kurulu gücün azalmış olması çok ciddi bir arz güvenliği sorunu ortaya
çıkarmıştır ve böyle bakıldığı zaman, yine Enerji Bakanlığı, TEDAŞ’ın 2007 yılında arz güvenliği açısından yaptığı
üretim kapasite projeksiyonu çalışmasında diyor ki:
“Güvenilir üretimlerde 2.877 gigavat ve 4.452 gigavat saat azalma olmuştur.” Bu projeksiyonla
enerji ithalatı-ihracatı dikkate alınmamasına rağmen, Türkiye’de önemli bir arz
açığıyla karşı karşıya olunduğunu ortaya koymuştur. 20 milyar kilovat saat bir
açığın kısa vadede ortaya çıkabileceği ifade edilmiştir. İşte, bu dönemde elektriğe yeterince yatırım yapmayan Hükûmet, bugün arz güvenliğini sağlamak açısından kamu
kurumlarını görevlendiren bir tasarıyla karşı karşıya kalmıştır. Öyle ki,
elektrik bulunamayan bir ülkede… Elbette dış ülkelere elektrik satmamız mümkün,
Yunanistan’a elektrik satıyoruz, Irak’a da satıyoruz. Bakın, Türkiye’de kurulu güce
yatırım yapmayanlar, 12 Kasım 2003 tarihinde kısa vadede 2004’te Irak’a bin megavat enerji
ihracı, yetmedi 5 bin megavat da yakın gelecekte Irak’a enerji ihraç edeceğiz
diyorlar. Hangi kurulu güçle? Kendi kurulu gücünüz yok. Bugün bu tasarıyla
Türkiye’de birtakım özel sektöre teşvikler getirip arz güvenliği açısından da
kamuya görev vererek ancak bu arz açığımızı kapatacakken, Hükûmet,
yurt dışına olmayan elektriğimizi satma anlaşmaları dahi imzalayabiliyor.
Dolayısıyla, bu kadar gözünün ucunu görmeyen bir Hükûmet,
gerçekten Türkiye’yi ciddi bir enerji açığıyla karşı karşıya getirmiştir. Bugün
çıkartacağımız kanun, aslında, acilen yapılması gereken birtakım yatırımların
önünü açmak için öngörülmüştür. Bu kanunda maalesef çevre duyarlılığı yoktur,
orman duyarlılığı yoktur, mera duyarlılığı yoktur. Bütün bunlarla ilgili
sorunları aşabilmek ve kısa vadede bunun sosyal maliyetini vatandaşa yükleyecek
bir kanun tasarısıyla bunun önünü açmak istemektedir, sadece elektrikte değil,
doğal gazda da. İşte, doğal gazda da 2011 yılından itibaren, mevcut
kontratlarla birlikte talebi dikkate aldığımız zaman, arz artık talebi
karşılayamayacak duruma geliyor. Doğal gazda da arz açığı var, elektrikte de
arz güvenliği maalesef yok olmuş durumdadır. O bakımdan, bugün geldiğimiz bu noktada ,maalesef, Türkiye bu arz güvenliğini sağlayacak
tedbirleri de almış değildir. Bakınız, petrolle ilgili, biliyorsunuz, bu Meclis bir Ulusal
Petrol Stok Ajansı kurulmasını öngördü, doksan günlük bir petrol stoklama
mecburiyeti getirdi. Sayın Bakana sordum; 2005, 2006, 2007’de bu petrol stokuna
uymayanlarla ilgili tespitler yapıldığını, rafinerilerin uymadığını, akaryakıt
istasyonlarının uymadığını, aslında bu kanunla ortaya konulan Ulusal Petrol
Stok Ajansının da hiçbir yaptırımının olmadığını; dolayısıyla, açıkça,
Türkiye’nin, böyle kritik fiyat dalgalanmalarının olduğu bir dönemde stoksuz
bir şekilde piyasaya girdiğini ifade ediyor. Doğal gaz yer altı depolaması sadece Marmara’da kuyularda var. Ne
oldu Tuz Gölü’nde? Bir sürü yolsuzluklar, bir sürü usulsüzlükler. Maalesef,
doğal gazda da arz açısından, fiyat şoklarına karşı bizi koruyabilecek ve arz
güvenliğini sağlayacak depolama yapılamadı, stok yapılamadı. Bugün geldiğimiz
bu noktada bunun bedelini milletimiz ödüyor. Üç aylık bir stokla, geçmiş
bedellerle, vatandaşa, tüketicilerimize, petrolümüzü, doğal gazımızı
satabilecek iken ya da elektrik üreticilerine satabilecek iken, bunun bütün
riski fiyat olarak vatandaşımıza yükleniliyor. Açıkçası, Hükûmetin
özellikle bu piyasalarda yeterince stok oluşturmaması zaten piyasanın
oluşmamasını sağlıyor. Böyle bir piyasa oluşmadığı zaman da buna müdahale
etmeniz gerekmektedir, bugünkü de açıkçası bir müdahaledir. Bugün, piyasa açısından bakıldığı zaman, 2009 yılı, açıkçası
gerçekten piyasa işlemiyor, acil yatırım yapması lazım. Doğal gazda kriz,
elektrikte kriz, tabiri caizse bir enerji kriziyle karşı karşıya olabiliriz. O
bakımdan çok ciddi yatırımların yapılması gerekmektedir ve açıkçası bu kanunun,
bu şekilde, bu yatırımların önünü açıp açmayacağı hususu da oldukça
düşündürücüdür, endişe verici yönü vardır. Çünkü piyasa yoktur, piyasada bu arz
güvenliğini sağlayacak kamu kurumlarının karar alma mekanizması ta Bakanlar
Kuruluna kadar uzatılmaktadır. Bunlar zamanında karar almadığı zaman, arz
güvenliği açısından piyasaya diğer aktörler de girmediği zaman, milletimiz
bunun bedelini elektriksiz kalmakla, enerjisiz kalmakla ödemek durumunda
kalacaktır. Tabii bütün bunlarla birlikte, maalesef, ülkemizde önemli ölçüde
dış piyasaların da etkilediği enerji fiyat artışı… Bu enerji fiyat artışı
Türkiye’yi çok kötü bir dönemde yakalamıştır. Cari işlemler açığımızın ve
özellikle değerlenmiş paranın etkisiyle bu enerji fiyat artışının… İleride bu
cari işlemler açığının sürdürülemeyeceği dikkate alınarak büyük bir bedelle
karşı karşıya kalabileceğimizi düşünüyorum. IMF’nin yaptığı son Dünya Ekonomik Outlook (Bakış) Raporu’nda,
Türkiye riskli ülkeler arasında gösterilmektedir. Cari işlemler açığı bu
fiyatların artışından dolayı gayrisafi millî hasılanın
yüzde 7,6’sına yükselecektir -daha önce 6,3’tü- dolayısıyla, böyle bakıldığı
zaman enerji fiyatlarının önemli ölçüde vatandaşlarımızı etkileyeceği bir
döneme gidiyoruz. Tabii beceriksiz, verimsiz bir yönetimin sonucu şok zamlardır.
Onun için, Türkiye elektrikte yüzde 40 zamla karşı karşıya kalmıştır. Vatandaş
birdenbire elektrik faturasının yüzde 40 arttığını görmektedir. Peki, daha önce
bunlarla ilgili tedbirleri niye almadınız? Çünkü artık deniz bitti,
yürütülemezdi. Vatandaşlar tüketim pattern’lerini
ayarlamışlar ve buna göre gelirlerini dağıtmışlar, siz birdenbire yüzde 40’lık
bir zam yapmakla vatandaşın bütçesine bir darbe vurdunuz. Bunlar son derece
yanlış politikalardır. Şok edici politikalar, vatandaşın harcanabilir gelirini,
başka yerlerden kaydırarak, buraya ikame etmesi sonucunu doğurur ki bunun
önemli ölçüde fakirleşme meydana getireceğini düşünüyoruz. Tabii, bu zammın bir başka yönü daha var: Belki de tüketimi kısmak
için getirilen bir husustur, vatandaş tüketemesin, ödeyemesin diye. Bir Sayın
Bakan bunu ifade etmişti; vatandaş ödeyemesin, tüketemesin, tüketemeyince
elektriğe ihtiyaç kalmayacak, dolayısıyla arz açığı böylelikle ortadan
kaybolacak diye bir yaklaşım tarzı. Doğrusu, bunu vatandaşlarımızın bu
medeniyetten faydalanmasını engelleyen bir husus olarak görüyoruz. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Orta Çağ karanlığına geri götürecekler. OKTAY VURAL (Devamla) – Tabii “Sanayide yük azaltılacak.” demişti.
Elektrikteki vergi yüküne bakıldığı zaman, Türk sanayicisi OECD ortalamasına
kıyasla yüzde 62 daha pahalıya satın almıştır enerjisini. Yüzde 62 daha pahalı!
Sayın Bakan geçen konuşmada diyor ki: “Türkiye’de en ucuz elektriği satıyoruz
diğer Avrupa ülkelerine göre. En ucuz doğal gazı satıyoruz Avrupa ülkelerine
göre.” Bugün baktığımız zaman, satın alma gücü paritesine
göre, görüldüğü gibi, gerek elektrik fiyatında bütün ülkelerden… Bakın,
Portekiz’den, Polonya’dan, Avusturya’dan, İrlanda’dan, İngiltere’den,
İspanya’dan, Yunanistan’dan çok daha pahalı elektrik tüketiyor sanayicilerimiz.
Vergi payımız da yine OECD ülkeleri içerisinde en pahalı, 4’üncüsü, yüzde
18,5’lik bir vergi payı var. İşte, böyle bir yapı içerisinde nereden nereye
geldik? 16 Kasım 2002 “Sanayide vergi yükü azaltılacak.” azaltılmadı, “Arz
güvenliği sağlanacak.” sağlanmadı, “TRT payı kaldırılacak.” kaldırılmadı,
“Dağıtımda özelleşme olacak.” olmadı. Peki, ne yapıldı? Zamdan başka bir şey
değil. Türkiye’de maalesef bu konularla ilgili önemli ölçüde Hükûmetin eleştirilecek yönleri var. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Vural, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. OKTAY VURAL (Devamla) - Tabii, bu çerçevede iki hususu dile
getirmek istiyorum: Yüksek Planlama Kurulu maliyet bazlı
fiyatlandırmayı yayınladı 14 Şubat 2008’de ve TEDAŞ’ın
yapılandırılmasıyla oluşturulan 20 tane, elektrik dağıtım şirketleri listesi
var, Bakanlar Kurulundan, Yüksek Planlamadan çıkmış, 20 tane. Bir bakıyorum ki
Aras Elektrik iki defa yazılmış, Çoruh yok. Yani Trabzon, Artvin, Giresun,
Gümüşhane, Rize ve Dicle’yi içeren bu dağıtım şirketleri Yüksek Planlama
kararında yer almamış, 2 tane de Aras var. Şimdi, nasıl çıkartılıyor bunlar?
Çoruh neden yok? Neden Aras 2 tane var? Oysa bakıldığı zaman 2004 yılında
yayınlanan strateji belgesinde 21 tane dağıtım bölgesi vardı, şimdi, Arası
çıkardığınız zaman 19 tane kalıyor. Bunlar, gerçekten Hükûmetin
enerji politikalarıyla ilgili çok dikkatli çalışmadığını ortaya koyuyor. Bir başka, son husus da biraz önce Sayın Öztrak
da ifade etti… BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız. Buyurunuz. OKTAY VURAL (Devamla) – Tamamlıyorum efendim. Şimdi, 2006 yılında bir kanun değiştirildi, 4628. 4628 Elektrik
Piyasası Kanunu’nun ikinci maddesinin (a) bendi çıkartıldı. Şimdi kanunla
tekrar onu yerine getiriyoruz. Niye çıkarttınız? Şimdi niye getiriyoruz? Böyle
bir kanun yapma olur mu? Düşünün, yani gerçekten bütün bunlar aslında enerji
arz açığının neden ortaya çıktığını da göstermektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin geleceği açısından
son derece önemli ve kritik olan bu enerji arz açığının giderilmesi konusunda
atılacak adımlara elbette destek vereceğiz ama Hükûmetin
bu politikaları, enerji arz açığını gidermek bir yana maalesef enerji arz
açığını piyasa aktörleriyle çözemeyeceğini de ortaya koymuştur. Maddelerde de
bölümlerde de milletvekili arkadaşlarım Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve
düşüncelerini sizlerle paylaşacaktır. Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Vural. Tasarının tümü üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
söz, Kayseri Milletvekili Taner Yıldız’a ait. Buyurunuz Sayın Yıldız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; ben de Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyoruz. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Tabii aslında, ben kriz çıkması hâlinde sevinen hiçbir kimsenin
olmayacağını tahmin ediyordum fakat biraz yanılmışım. Kriz çıkması hâlinde
sevinebilecek kişilerin olduğunu görüyorum, daha şu anda ortada hiç böyle bir
olgu yokken. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Tenkit edilmesin mi? TANER YILDIZ (Devamla) - Tabii bunun için bazı kavramları analiz
etmemiz lazım. Her zaman, bu kürsüye çıktığımızda, enerji üzerine yeni
şeylerden bahsedelim derken o kavramları tekrar etmediğimiz takdirde bunların
yeterince anlaşılmayacağı endişesiyle ben o kavramlara tekrar girmek istiyorum.
Bunlardan bir tanesi, enerjiyle alakalı koyduğunuz politika ve stratejilerin
değişmez olmadığının kabul edilmesiyle alakalı yanlıştır. Koyduğunuz
politikaların ve temel stratejilerin değişen kısımları vardır, değişmeyecek
kısımları vardır. Mesela, değişmeyen kısımlarından bir tanesi, özelleşmeyle,
liberalleşmeyle alakalı, piyasanın serbestleşmesiyle alakalı ana olgudur, bu
değişmez ama bunun hangi evrelerde, hangi üslupla ve nasıl yapılacağıyla alakalı
bir kısım detaylar değişebilir. Mesela bahsedildi: Özellikle bu arz
güvenliğiyle alakalı, “Dünya fiyatlarından bağımsız bir kısım olumsuzluklar
var.” dendi. Değerli arkadaşlar, özellikle enerjide dünya fiyatlarından
bağımsız herhangi bir olgunun gelişebilmesi mümkün müdür, özellikle enerji
ithalatı bu oranlarda olan bir ülke için? Bunun olması mümkün değil. Sizin,
petrol fiyatları 22 dolarken vereceğiniz ayrıntılar başkadır, 122 dolarken
vereceğiniz ayrıntılar başkadır. BAŞKAN – Sayın Yıldız, bir dakikanızı rica edeceğim. Sayın milletvekilleri, demin yanlışlıkla oturum durdurulmuştu.
Yeniden başlattığım için soru sormak için sisteme giren milletvekillerinin
tekrar istemlerini yinelemelerini rica edeceğim. Teşekkür ederim. Buyurunuz Sayın Yıldız. TANER YILDIZ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, mobil santrale
bakışınız değişir, nükleer santrale bakışınız değişir. Ehem mühim sırası
yaparsınız, takdim tehir yaparsınız, bunlarla alakalı değişiklikler mutlaka
yapılabilecektir. Koyduğunuz temel strateji ilanihaye
gidecek diye bir konu yoktur. Değişmezlerini söyledim, piyasanın
serbestleşmesiyle alakalı, liberalleşmesiyle alakalı değişmezler muhakkaktır.
Bunu değerli arkadaşımız da konuşmasında belirttiler. Bugün sektörler
itibarıyla enerji sektöründeki kamu artı özel sektör sabit sermaye
yatırımlarındaki konfigürasyon aynen denildiği
gibidir, ama bunun bir gerekçesi vardır. Kamu küçülmeyi başında hedefine
koymuştur. Özellikle AK PARTİ Hükûmetimiz hem Acil
Eylem Planı’nda hem de çizdiği yol haritasında bunu net olarak belirtmiştir.
Oranlar da zaten bunu söylüyor. Yani kamu 2002 yılında oran olarak yüzde 1,3
civarında -gayrisafi yurt içi hasılaya oranı olarak-
yapmışken şu anda binde 4’ler civarında yapmaktadır. Bu kötü bir şey değildir.
Kamunun enerji yatırımlarından çekilmesi, bilinmeyerek gelinen bir nokta
değildir, bilinerek gelinen bir noktadır. Ancak, şu kısmına katılmak mümkün:
Buradaki boşluğu neyle ikame edeceksiniz? Özel sektörle. Evet, özel sektörde
bütün kanuni zeminler, yönetmelikler, her türlü altyapı hazır olmasına rağmen,
gerek dünya şartlarından dolayı gerekse yurt içi bir kısım şartlardan dolayı
zeminin oturmasını bekleyen bir kısım yatırımcılar daha geç yatırım yapma
kararı almışlardır. E, bu da normaldir. Ama şu anda geldiğimiz noktada
özellikle iktidarıyla muhalefetiyle bütün hepimizin konsensüs
sağladığı, ortak paydaya koyduğu yenilenebilir enerji kaynaklarıyla alakalı,
yerli kaynaklarla alakalı bütün gelişimler ortadadır. Mesela, rüzgâr bunlardan bir tanesi. 78 bin
megavat civarında bir müracaat oldu, biz bunu 50-52 bin megavat civarında kabul
edersek dublikasyonları önlemek açısından, bunun şu
anda gerçekleştirilebilir oranı takribi 13 bin-15 bin megavat civarındadır.
İşte bu kanun tasarısındaki bir madde bunun hangi şartlarda nasıl elimine edileceğiyle
alakalı kuralları, sistematiği getirmektedir. Bu açıdan… Yani, düşünün,
problemimiz gelen aşırı talebin nasıl indirileceğiyle alakalıdır. Bu, yatırım
açısından, özellikle yerli kaynaklar açısından önemli bir gelişmedir. İnşallah yarın Devlet Su İşlerinde yapacağımız törenle, sayın
bakanlarımızın da katılımıyla önemli bir konuya daha vurgu yapılmaktadır. 1.600
tane büyüklü küçüklü hidro projelerinin, nehir tipi
santrallerin, hepimizin yine yapılmasını istediğimiz santrallerin bir
parçasının yapımıyla alakalı bir tören yapılacaktır. Bunların her birisi
yatırımcının iştiyakıyla alakalı konulardır. Tabii ki oran olarak baktığımızda enerjide -yine yüzde olarak
söylüyorum- kamu sabit sermaye yatırımlarının yüzde 20,8’den yine aynı
gerekçeyle yüzde 10,2’ye gelmiş olmasından da -aynı sebeple- bahsedilmesi
gerekmektedir. Tabii, burada Uluslararası Enerji Ajansının dahi -dikkat edin-
yedi yıl önce koyduğu temel stratejiyle, temel yol haritasıyla şu anki geldiği
nokta bile farklıdır çünkü dünyada birincil enerji kaynaklarıyla alakalı ciddi
bir değişim olmaktadır. Petrol ağırlıklı enerji sisteminden doğal gaz ağırlıklı
enerji sistemine geçişin yaşandığı günümüz dünyasında sistem dinamiklerindeki
değişimler nedeniyle enerji geçiş dönemlerindeki zorunlu olarak ortaya çıkan
uluslararası sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır. Bir Gasprom’un
kâr açıklaması dahi uluslararası enerji ajansının temel politikalarını bile
etkilemiştir. Bundan yedi yıl önce doğal gaz üzerine verdiği direktif, şu anda
nükleere kaymıştır, yani zeminini kaybetmiştir. O açıdan, bunların her birisini
olumsuz gelişme olarak nitelemektense tam aksine dinamikler karşısında, yine
aynı şekilde, AK PARTİ Hükûmetimizin her sektörde
olduğu gibi bu sektörde de dinamik davranmasıyla alakalı konulardır. Yapılan önemli eleştirilerden bir tanesinin bu kanunla
düzenlenmeye çalışılan konunun arz güvenliğiyle alakalı, kamunun, devletin
müdahalesi olduğuyla alakalı yapılan eleştirilerdir. Arkadaşlar, buna katılmak
mümkün değil çünkü özellikle arz güvenliğiyle alakalı -ben maddelere çok
geçmeyelim demiştim ama birkaç tane maddeyi, özellikle bu kanun tasarısı ne
getiriyor ne götürüyor bununla alakalı birkaç konudan bahsetmek isterim-
konularda bir kısım tanımlamalar yapılmıştır. Önceki kanunda “gerektiğinde”
ibaresi yerine hangi şartlarda ve nasıl gerekir? Hangi şartlarda gerektiğinde
kim ne kadar sorumlu olacaktır? Bununla alakalı bir kısım detaylar verilmiştir.
Mesela, arz güvenliği bağlamında Enerji Bakanlığımızın özellikle bu talep projeksiyonu TEİAŞ bünyesinde iletim kısıtlarını asgari
seviyeye indirerek, iletim şebekesinin planlamasından, tesisinden,
işletmesinden, sistem güvenilirliğinin muhafaza edilmesinden ve üretim
kapasitesi projeksiyonu ile bunu yaklaşık yirmi yıllık uzun dönemler boyunca
takip edilmesiyle alakalı çalışmalardır. Burada iki kavramı birbirine
karıştırmamak gerekir, o da: Piyasanın serbest hâle gelmesiyle,
liberalleşmesiyle beraber, onun hangi oranda serbestleştiğine dair gözlemleri
bulundurmak Enerji Bakanlığının görevidir. Bu, kamunun bir müdahalesi olarak
algılanmaması lazımdır ve özellikle 31 Aralık 2009 tarihine kadar ülke
içerisinde oluşturulacak izole bölge besleme yöntemiyle elektrik enerjisi ithal
edilebilecektir. Burada da bir yanlış anlama zaman zaman
oluyor. Siz, değerli arkadaşlar, birincil enerji kaynağını ithal edebilen
bir ülkeyseniz, niye hazır elektriği eğer fiyatı uygunsa, işinize geliyorsa,
ülke menfaatlerine uygunsa bunu bu şekliyle almayacağız? Ama UCTE dediğimiz
Avrupa’daki enterkonneksiyonun şu anda fiilî olarak
iç içe geçtiğimiz son ülkesi olan, doğuyla bağlantısındaki son ülkesi olan
Türkiye'nin… Buradaki izole bölgeye de bir açıklık getirmek istiyorum. Sayın
Bakanımız da en son geneli üzerinde konuştuğunda kısaca bahsettiler. Bu izole
bölge, Avrupa’daki enterkonneksiyondaki bulunan
frekansın doğudaki herhangi bir etkileşimden olumsuz manada bir noktaya
gelmemesiyle alakalı çalışmadır. Bununla alakalı da bizim işte burada, bu kanun
tasarısındaki bahsettiğimiz 2009’un sonuna kadar bu şekliyle ithal
edebilecektir. Bizim batıdaki iletim hatlarımız, yani Yunanistan, Bulgaristan
gibi 380 kilovoltluk enerji nakil hatlarıyla alakalı bu konu değildir. Ama şu
anda Suriye gibi, Irak gibi, İran’ın iki tane hattı gibi, Gürcistan gibi
hatlarda bu zorunlu hâle gelmiştir. Peki, bu kanun tasarısında başka ne tür değişiklikler yapıyoruz?
Özellikle EÜAŞ’ın, DSİ bünyesindeki üretim
tesislerini tasarı hükümlerine göre devralmasıyla alakalı bir kısım
düzenlemeler var ve bununla alakalı da kendisi veya bağlı ortaklıkları
vasıtasıyla işletebilecek ya da gerektiğinde sistemden çıkartacaktır. Şimdi, düzenlemeyle alakalı bir örnek vermek gerekirse, lisans
iptalleriyle alakalı bir düzenleme getiriyoruz. Bildiğiniz gibi, herhangi bir
lisans alan üretici, bu lisansını o üretimi yapmadığı hâlde dahi devam
ettirebiliyor idi. Bunun cezai şartlarının bulunması lazım mutlaka. İşte
burada, EPDK tarafından haklı görülmeyen gerekçelerden dolayı üretim tesisi
yatırımlarını kendisine verilen süreler içerisinde gerçekleştiremeyen tüzel
kişiliklerin lisansları iptal edilecek. Bunların da hangi şartlarda, nasıl
iptal edileceğiyle alakalı da bir kısım düzenlemeler yapılacak. Aynı zamanda, tröstleşmeyi önlemek için, herhangi bir özel sektör
üretim şirketinin iştirakleriyle beraber işlettiği üretim tesisleri yoluyla piyasada
sahip olacağı toplam pay, bir önceki yıla ait yayımlanmış Türkiye toplam
elektrik enerjisi kurulu gücünün yüzde 20’sini aşamayacak. Yani bugün 40 bin
megavatlar civarında, 41 bin megavatlar civarında bir kurulu güç olduğunu
varsayarsak, neredeyse 15-16 milyar dolarlık bir portföyün
daha üzerindeki bir yapılanmaya bu manada müsaade edilmemiş olacak. Bu da oldukça büyük bir rakam. Gerek uluslararası
şirketlerin Türkiye’deki oluşturacağı konsorsiyumlar
vasıtasıyla gerekse yerli gerekse yabancı bütün finans kaynaklarının bu
rakamlara ulaşabilmesi şu anda zaten çok olası görünmüyor. Ciddi bir rakam bu,
nükleer enerji de dâhil olmak üzere. Tabii, burada özellikle yerli kaynaklarımızın kurulu gücünün azami
200 kilovatlık üretim tesisiyle mikro tesislerin de herhangi bir lisansa tabi
olmaksızın, izne tabi olmaksızın yapılabilmesiyle alakalı, yatırımcının önünün
açılmasıyla alakalı bir konu. Biraz önce de tabii bir cümle söylendi, çok fazla
anlayamadık ama “Bu kanun tasarısı yatırımcının önünü açmak üzere yapılmıştır,
o yüzden buraya getirilmiştir.” denildi. Evet
arkadaşlar, yani itiraf ediyoruz: Bu kanun tasarısı yatırımcının önünü açmak
üzere buraya getirilmiştir. Keşke daha fazla açabilsek de daha fazla yatırım
yapabilseler. O yüzden de amacına matuftur. Tabii, bu arada teşviklerle alakalı, aslında olabildiğince Hazine,
DPT, Maliye Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı arasındaki görüşmelerin bir ortak
mutabakat metniyle beraber, alt komisyonda çalışan diğer arkadaşlarımızla
beraber yaptığımız çalışmada, gerek Plan Bütçe Komisyonunda gerekse alt
komisyonda yaptığımız çalışmada şunu gördük: Daha fazla teşvik verilebilmesi
hepimizin dileğidir, temennisidir. Ama bunu ülke şartlarından bağımsız hâle
getirmek zaten mümkün değildir. O yüzden, burada üretim tesislerinin işletmeye
giriş tarihlerinden itibaren, özellikle 2012 yılı sonuna kadar iletim sistem
kullanım bedellerinin yüzde 50’sinin indirim yapılmasıyla alakalı -yatırımcı
lehine- böyle bir düzenleme yapılmıştır ve 2012 sonuna kadar işletmeye girecek
üretim tesislerinin yatırım döneminde düzenlenen kâğıtların da damga vergisi ve
harçlardan müstesna tutulması öngörülmüştür. Tekraren söylüyorum: Teşvik sisteminde belki daha fazlasının
yapılması gerekebilirdi ama dediğim gibi, ülke şartlarını da göz önünde
bulundurarak ancak bunlar yapılabildi. BOTAŞ’la alakalı tabii ki düzenlemeler var. Özellikle kış
aylarında, geçtiğimiz kış aylarında yaşadığımız sıkıntının tekrar yaşanmamasına
matufen, doğal gaz arz-talep dengesinin sağlanmasında
yaşanan sıkıntıların aşılmasıyla alakalı Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda yapılan
değişikliklere göre, BOTAŞ spot sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatı yapma izni
alabilecek. Bu, aynı zamanda uzun süreli kontratlar yapabilen, özel sektörle
alakalı da herhangi bir kısıt getirmiyor. Bu, artık uluslararası piyasadaki,
camiadaki kabiliyetlerle mütenasip olacak. Bir değişiklik de şudur: Özellikle doğal gaz ithalatı lisansı
almak için başvuran tüzel kişiler için öngörülen şartlar BOTAŞ için aslında
öngörülmemiş olacak. İthalatçı şirketler açısından da yapacakları her doğal gaz
ithalatı bağlantısı için ayrı ayrı lisans alma
zorunluluğu aranmayacak. Bu da önemli bir değişiklik. Uzun
dönem sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatı anlaşması bulunmayan şirketler,
herhangi bir piyasadan spot sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatı yapabilmiş
olamayacaklar. Doğal gaz ithalat lisansları için yapılan başvurulara, özellikli
yatırımcının da sağlam bir muhatap bulması açısından otuz gün içerisinde cevap
verilme hakkı sınırlandırılıyor ve aynı zamanda kamu ihale kurumları hükmünden
bunlar muaf tutulmuş olacaklar. BOTAŞ’ın uluslararası anlaşma yapmasıyla alakalı da, yine, tabii
yeni bir düzenleme yapılıyor, o da iştirak ilişkisine girmesi. Değerli
arkadaşlar, bu son derece önemli bir şey. Özellikle petrolde ve doğal gazda
Irak’ın güneyinde yapılan ve 35 tane firmanın belirlenmesi sırasında çok önemli
kriterler ortaya kondu. Bunlar gerek bütçe
büyüklükleri açısından gerekse faaliyetler açısından önemli tespitlerdi. Bu
tespitlere yetişebilmek ve o büyüklükleri yakalayabilmek için özellikle ENİ
gibi firmaların nasıl kurulduğunu düşünürsek, devlet ve özel sektörün bu manada
iş birliği yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve uluslararası piyasalarda ciddi bir
büyüklük göstermesi gerektiğini de söylemiş oluruz. Tabii burada BOTAŞ’ın yeni uluslararası projelerde yer alıp
yatırım yapabilmesine ve benzer hizmetler sunan girişimcilerle beraber, aynı
sektörde faaliyette bulunmalarıyla beraber, ortaklık kurabilmesine imkân
sağlamış olacak ve asgari sınırları sağlamayanların satışına izin verilmeyecek,
ancak kanunun yayımından itibaren iki yıl içerisinde bu şartlar aranmayacak. Bu
enerji verimliliğiyle alakalı yapılan bir düzenlemedir. Enerji verimliliğinin
ülkemizde gerek insanımız bazında, vatandaşlarımız bazında gerekse kurumlar
bazında kültürünün daha hızlı yerleşebilmesi açısından böyle iki yıllık bir
sürenin konulmasının biz fayda getireceğini umuyoruz. İnşallah hep beraber bu
kültürü yerleştirmiş olacağız. Özellikle 2011 yılının sonuna kadar devreye alınacak tesislerin
ulaşım yollarından ve şebekeye bağlantılandırılan
bütün enerji nakil hatlarındaki yatırım ve işletme dönemlerindeki ilk on yıllık
izin, kira ve irtifak haklarıyla alakalı da kullanım izin bedellerine yüzde 85
indirim uygulanacak. Bunun da yatırımcının önünü açması açısından önemli bir
değişiklik olduğunun farkında olduğumuzu söylemek isterim. Şimdi, EPDK’daki yöneticilerle alakalı
-aslında bunu Komisyonda da konuşmuştuk- fleksibilite
açısından ve hareket kabiliyeti açısından EPDK yöneticilerinin Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’a tabi olmalarını
sağlayacak, burada, idari bir düzenleme var ve bu idari düzenleme de onların
daha rahat karar verebilmelerini teminen olacak. TRT’yle alakalı, değerli arkadaşlar, tabii ki söylememiz lazım.
TRT bizim, 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce çıplak maliyetlere geçiş açısından
da bütün TRT fonlarının kaldırılacağıyla alakalı taahhüdümüz. Evet, bunu
tedricen kaldıracağız, doğrudur. 3,5’ten, bildiğiniz gibi, 2’ye indirildi ve
burada verginin de bu şekliyle dublikasyonu önlemek
açısından özellikle organize sanayi bölgelerinin dağıtım hakkı kazandıktan
sonra, elektrik dağıtımında, alırken ödediği TRT payını müşterisine intikal
ettirirken aradaki farktan TRT fonu alınıyordu. Bu kanun tasarısının kanunlaşmasıyla
beraber bu alınmamış olacak. Bu da nihai tüketici açısından az da olsa olumlu
bir gelişmedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Yıldız. TANER YILDIZ (Devamla) - Ama ana hedefimizin TRT’nin
özellikle yerine ikame edilecek bu ödeneklerden sonra enerjide, elektrik
faaliyetlerinde, elektrik faturalarında çıplak maliyetlere geçişle alakalı
hedefimizin bozulmadığını ben burada söylemek isterim ve bu kanun tasarısıyla
beraber -bunun nihai bir kanun tasarısı, kanun olmayacağını özellikle söylemek
isterim- belki bir yıl sonra, iki yıl sonra eğer yatırımcımızın önünü açmak
açısından bu piyasanın, serbest piyasanın oturması açısından daha farklı bir
kanun tasarısıyla değişiklik getirmemiz gerekiyorsa onu da getireceğimizi
peşinen söylemek isterim ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız. Buyurunuz Sayın Bakan, bir açıklamanız var galiba. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri: hepinizi saygıyla selamlıyorum. Burada birkaç noktaya, daha doğrusu birkaç noktanın düzeltilmesi
ihtiyacı olduğunu gördüm, onun için bu açıklamaları yapmayı uygun buluyorum
çünkü zaman zaman bu tip değerlendirmeler yaygın
olarak yapılıyor. Her defasında düzeltmeye kalksak da, nedense, bir gömleğin
yanlış düğmelenmesi gibi o yanlış düğmelenme hâlen devam ediyor. Ben de bunu
yeri geldiğince düzeltmeye çalışıyorum ama artık, inşallah, bu son olur diye düşünüyorum.
Bir kere, şunu ifade etmek istiyorum: Biraz önce muhalefetten söz
alan iki değerli arkadaşımız ki, kendilerinin geçmiş dönemde de çok güzel
hizmetleri olduğunu biliyorum, yani takdir ettiğimiz arkadaşlar ancak
bilgilerinin epey düzeltilmeye ihtiyacı olduğunu görüyorum. Sebebi şu: Bir
kere, enerji bir bütün; kömürüyle, rüzgârıyla, yenilenebilir enerjisiyle,
elektriğiyle, doğal gazıyla bir bütün. Şimdi, böyle bir durumda çok farklı
değerlendirmeler yapılabiliyor. Bir kere, göreve geldiğimizde Türkiye’nin elektrik ihtiyacının bir
kısmı Bulgaristan’dan alınıyordu ve yetmiyordu; dolayısıyla, göreve
geldiğimizde yerli kaynaklara da ağırlık vererek, verimliliğe de ağırlık
vererek bunu durdurduk ve kendi imkânlarımızla sürdürmeye çalışıyoruz. Bugün de
hem Irak’a hem Suriye’ye –yetirebildiğimiz kadarıyla- hatta şimdi Yunanistan’ın
da ihtiyacı oldu… Komşularımızın bu zor durumlarına da yardımcı olmayı bir
görev biliyoruz. Şimdi ben arkadaşlara soruyorum:Elektriği
olmayan bir ülke bunlara nasıl elektrik verebilir? Şimdi “Elektrik krizi var.” deniliyor. Bu, çok yaygın olarak, iki
kelimede bir “enerji krizi, elektrik krizi, elektrik yetmiyor…” Şimdi, bakınız,
Türkiye’de seksen yılda üretilen elektriğin üzerine yüzde 58 daha kattık. Şu
salonda daha önce 5 lamba yanıyorsa, bu 5 lambaya 3 lamba da biz ekledik, yani
seksen yılda 5 lamba, altı yılda 3 lamba ekledik buna. Bir orantı kurun, ne
yaptığımızı, bunun nasıl olduğunu birlikte bir anlamaya çalışalım. Aslında
burada üzerinde durmamız gereken… İşin içinde olanların ancak
bildiği bir şey bu. Burada biz verimliliğe ağırlık verdik. Kapasitede, kullandığımız yerli
kapasitede verimliliği artırarak bunu gerçekleştirdik. Bu arada “Hiç yatırım
yapılmadı.” deniyor. Ben şaşıyorum, yani bunu nasıl söyleyebiliyorlar? Şu
açtığımız tesisleri görmüyorlar mı? Bizim dönemde açılanları ben sadece rakam
olarak vereyim. Sadece özel sektör tarafından 3.200 megavat karar verildi,
kuruldu ve açıldı, 3.200 megavat. Ayrıca, 11.250 megavat kurulu gücünde yeni
santral yatırımına başlandı ve önümüzdeki dönemde bunlar devreye alınacak, 8
bin megavatlık da yeni yatırıma başlandı, bunun da lisansları alındı. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Ne kadar zaman sonra Sayın Bakan? ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Anlatacağım, onu da anlatacağım, hepsini anlatacağım değerli arkadaşlar, şimdi
anlatacağız. OKTAY VURAL (İzmir) – Anlat, anlat! ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla)
- Dolayısıyla, biz şu anda 30 milyar
dolar civarında yatırımı devlete bir kuruş yük olmadan başlattık, bunlardan
biraz önceki bahsettiğim rakamları bitirdik, bir kısmı da devam ediyor. Şimdi, daha evvelden, eğer eski usul gitseydik, alım
garantileriyle yaptığımız ihalelerle Türkiye’nin bütün yatırımlarını altı ayda
bitirirdik, yatırıma boğardık Türkiye’yi ama çocuklarımız, torunlarımız bu alım
garantilerinden sıkıntıya girerdi. Şimdi, aynı Meclistesiniz, aynı Mecliste hepimiz bu yasaları
çıkartıyoruz, 2001 yılında çıkan bir yasa var, 4658 ve bu 4646’yla beraber,
Doğal Gaz Piyasası Kanunu’yla beraber çıkan kanunda kamunun yatırım yapması
öngörülmüyor. Bana “Niye yatırım yapmadınız?” diyorsunuz. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yapmadınız demiyoruz, doğru bilgilendir
diyoruz. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Kamu yatırım yapmayacak, kamu yatırım yapmayacak. Bir daha tekrar ediyorum:
Kamu yatırım yapmayacak, özel sektör yapacak ve burada biz hiçbir şekilde
kamuya yük olmadan bunu karşılayabiliyoruz. Özel sektörde de 2006 yılından
itibaren büyük bir yatırım ortamı da oldu. Şu anda peş peşe bu yatırımları
yapmak üzere müracaatlarını yapıyorlar. Ne oldu da, madem Türkiye bu kadar
kötü, madem bu ekonomik durum sizin dediğiniz kadar kötü, güvensiz bir ortam
varsa, niye millet yatırım yapmak için, enerji yatırımı yapmak için birbirini
ezerek, çiğneyerek bu yatırımlara müracaat ediyor, yapıyor? S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Niye elektriğe zam yaptınız? Niye
elektriğe zam yaptınız madem her şey o kadar iyi? ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Şimdi, burada şöyle söyleyeyim… AKİF AKKUŞ (Mersin) – Ülkeyi işgal etmek için yapıyorlar Sayın
Bakanım! ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Ben, belli bir nezaket içinde bunu ifade etmeye çalışacağım, siz şimdi olayı
elektriklendirmeye çalışmayın. Herhâlde Türkiye’de yaşıyorsunuz, petrolün, 22 dolardan 140 doları
geçtiğini biliyorsunuz. Yani, bu, yüzde 7 değil, 7 kat, yüzde 700 arttı. BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – ÖTV’yi
azaltırsınız olur biter! ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Aldığımız doğal gaz da bu kurallarla alınıyor, aşağı yukarı bu parametrelerle
alınıyor ve bunun içinde de sadece geçen yılki petrol fiyatı 60 dolardan 2
katını aştı şu anda. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Niye bozdunuz? ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Şimdi, böyle bir durumda, biz, beş buçuk yıl zam yapmadan geldik ve bundan
dolayı sanayicimize, dar gelirlimize, ihracatçımıza, turizmcimize büyük
katkılarda bulunduk. IMF’in bu dönemde verdiği para 6,4
milyar dolardır, kredidir, bizim enerjide halkımıza aktardığımız, sağladığımız
avantaj 20 milyar dolardır. Biri kredidir, biri doğrudan doğruya katkıdır; biz
bunu yaptık. Yani, o zaman basın da “elektrik fiyatları artmalı, zam yapılmalı”
dediği zaman hiç sesiniz çıkmadı. Burada yaptığımız bizim, yüzde 700 artan bir
kaleme karşı yaptığımız bu zamdır ve sadece bir yıl içinde yüzde 100 arttı
petrol. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – 10’uncu maddede sıvı yakıta vergi
muafiyeti getiriyorsunuz! ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Biz elektriğimizin yarısını doğal gazdan alıyoruz, lütfen bu gerçekleri bilin.
Eğer yapmasaydık başka yerden çıkacaktı, cebimizden ödeyecek hâlimiz yoktu,
bunları bilerek yaptık. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Milletin anasını ağlattınız! ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – O
zaman nasıl inanarak yapmadıysak şimdi de inanarak yapıyoruz. Bunun hesabını
biz veriyoruz. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – 10’uncu maddede vergi muafiyeti
getiriyorsunuz! ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Halka da bunun hesabını biz vereceğiz. Maliyete dayalı bir modelle fiyatların
oluşturulması bizim hedefimizdi, petrolde de onu yaptık. Petrolde daha evvelden
fiyatları Bakanlık ayarlıyordu, daha sonra Petrol Piyasası Yasası’nı çıkardık;
bu devrimdir, koskoca bir sektörü tamamen liberalize
ettik ve şu anda fiyatlar, altın fiyatı gibi, devamlı olarak değişebiliyor,
artar da düşer de. Bu seferki yaptığımız, otomatik fiyat ayarlamasında zam
olarak tecelli etti; yarın maliyetler düşer, indirim şeklinde olur. Yani, buradaki mesele bu. Bunu da bilin ki, biz, bu arada, yerli kaynaklara ağırlık vererek
bunları oluşturuyoruz. Kömür santralleri, şu anda Afşin-Elbistan C ve D,
tamamen bizim geliştirdiğimiz… Böyle bir şey söz konusu değildi. Onun kömürünü
biz bulduk, ismini biz taktık, bütün modelini, ihale usulünü… Türk tipi bir
yatırım modelidir bu. Bir kuruş devletin kasasından para çıkmayacak ve bunun
karşılığında, hastanelerimiz, okullarımız bununla yapılacak. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Elektriği niye ucuzlatmıyorsunuz? ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Yani, burada, kimseye herhangi bir şeyi peşkeş çekme imkânı da yok. Şimdi, dolayısıyla, biraz bunları incelemek lazım. ARGE’nizin olması lazım, araştırma yapmanız lazım. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Elektriği niye ucuzlatmıyorsunuz
madem hiçbir maliyeti yoksa? ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Özensiz çalışmaların neticesinde, burada halkı yanıltarak bir yere
varamazsınız. Yani, biz, bilime ve teknolojiye dayalı bir çalışmayla bunları
oluşturuyoruz ve yaptığımız çalışmalarda… Şunu söyleyeyim size: 9 vilayetten 59
vilayete -doğal gazda- çıkarıyoruz, buna para buluyoruz da santral yapmaya mı
bulamayacağız? Bunları da yapardık ama bizim modelimizde özel sektör bunu
yapacak diye öngördük. Bakın, ben size nasıl yetiştirdiğimizi anlatayım elektrikte, bu da
çok önemli: Şimdi, kapasite kullanım artışı diye bir şey var, bunu hepiniz
biliyorsunuz, kapasite artışını. Bizim EÜAŞ santrallerimiz, EÜAŞ’a
bağlı santrallerimiz 2003 yılında yüzde 35 verimle çalışıyordu, yüzde 35’ti
termik santrallerimizde kapasite kullanım oranı; biz, Haziran 2008 itibarıyla
bunu yüzde 74’e ulaştırdık; bu, yüzde 100 artıştır. Yani, yüzde 35 çalışan
santralleri biz yüzde 74’e… İşte, püf noktası burası, verimli çalışma. Onun
için, ben arkadaşlarıma teşekkür borçluyum. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Elektriğin fiyatını niye
ucuzlatmadınız? ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Herkes, sanki -bir zevkle bekliyor- bir kriz çıkacak… Ben bu kadar mazoşist bir
duyguyla, acı çekmeyi isteyen böyle bir şey göremiyorum. Ama ben bir Bakan
olarak, sizi bakanlıklarda battaniyeyle oturtmadım, İran otuz dört gün doğal
gazı vermeyince sizi üşütmedik. Aynı zamanda, yetmiş sekiz yılın en sıcak yazı,
en kurak yazı geçen sene geçti, çok şükür bir şey olmadı. Herkes bekliyor
“Orada bir kriz bekliyor.” diye. Ama biz verimliliği artıran bir çalışma
yaptık… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Müsaade ederseniz bir iki cümle daha söyleyeyim lütfen. BAŞKAN – Lütfen, süreniz aştı. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Şimdi, bakınız, 2007 sonu itibarıyla termik santrallerimizde yenileme çalışmaları
sonucu 7,4 milyar kilovat saatlik üretim artışı sağlandı. Sadece 700 bin metre
boru değiştirildi santrallerde ve kablolar yer altına indi. Burada reaktif güç
denen bir mesele var. Antalya’ya biz ikinci bir Antalya yaptık, yani yeniledik
bunları. Bunlara para harcandı. Ama şu anda, çok şükür,
hepiniz, yani pek çok kişi kriz beklerken en sıcak yazları geçiriyoruz,
klimalar çalışıyor ve şu anda elektriğe yaptığımız zammı da söyleyeyim, şu anda
tekrar altını çizerek, ispat ederek söyleyeyim, kaynak da verebilirim size:
Biz, şu anda hem doğal gazda hem elektrikte Avrupa’nın en ucuz kullanan
ülkelerinden bir tanesiyiz. Bizden daha ucuz doğal gazda iki ülke var
-konutlarda bir tane var, sanayide iki tane var- elektrikte de bizden iki veya
üç tane daha pahalı var. Yirmi yedi ülke var… AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakanım, onların ücretleri fazla ama
ya! ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Bakınız, bütün bunlara rağmen… BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) -
Millî gelirleri 140 milyar dolar. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Ya
buna memnun olmanız lazım sizin. Bu sizi çok mu rahatsız ediyor? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) –
Hepinize teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Her şey bu kadar iyi de niye
elektriği ucuzlatmıyorsunuz o zaman? ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Kamu ne kadar yatırım yapmış, onun
cevabını alamadık. BAŞKAN – Tasarının tümü üzerine şahsı adına Rize Milletvekili Ali Bayramoğlu. Buyurunuz Sayın Bayramoğlu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Süreniz on dakikadır. BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları doğrultusunda şahsım adına geneli üzerinde söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. İnsanoğlunun kısa dönemli de olsa olmazsa olmaz iki tane şeye
ihtiyacı vardır. Bunlardan bir tanesi havadır, bir tanesi de sudur. Ancak
gelişen teknoloji, yaşama standartlarındaki son dönemlerdeki ihtiyaçlarımızın
çeşitli yerlerden karşılanıyor olması bu olmazsa olmazlarımıza bir tane daha kelimeyi
ilave etmiş, bu da hepimizce malum olan “enerji” kelimesi. 20’nci yüzyılın, tarım, sanayi, teknoloji ve iletişimle beraber
son bulduğu ve 21’inci yüzyıla geçiş yaptığı dönem içerisinde genel olarak
21’inci yüzyıla bir baktığımızda “Acaba, 21’inci yüzyıl nasıl bir yüzyıl olarak
geçecek, gündemimizi neler meşgul edecek?” diye baktığımızda burada da üç tane
önemli kavramla karşı karşıya kaldığımız muhakkak. Bunların en başında yine,
olmazsa olmaz, enerji, arkasından, önümüzdeki süreç içerisinde bizi son derece
etkileyecek olduğuna inandığım tarım ve üçüncü olarak da güvenlik sektörleri
gelecek. Ama bu üç tane kavramı genel olarak
değerlendirdiğinizde “Hangisinin hangisine ihtiyacı vardır, ikisi birbiriyle
uyumlu mudur uyumsuz mudur?” dediğinizde tarım ve güvenliğin yine enerjiyle iç
içe olduğu, enerji olmadığında tarımın olamayacağı, enerji olmadığında
güvenliğin olamayacağı bir yüzyılın yaşanacağı da muhakkaktır, hatta hepinizin
çok yakinen hatırlayacağı bir konuyu tekrar sizlerle paylaşmak istiyorum: Biliyorsunuz
geçtiğimiz yıllarda Kanada’nın Toronto eyaletinde dokuz saat süreyle elektrik
kesintisi olmuştu. Bu dokuz saatlik elektrik kesintisi olduğunda bütün
insanlar feryadı figan etti ve hatta arkasından yapılan istatistiklerde bazı
insanların “Toronto’da yaşamanın artık uygun olmayacağı” bir başka yere ikamet
olarak göç etmelerinin düşüncelerini paylaştıklarını görüyoruz kamuoyuyla. Yine çok yakinen hatırlayacağınız -yine birkaç sene önce- New York
şehrinde üç dört saatlik bir enerji santralinin elektrik kesintisinin getirdiği
rakamsal boyut hâlâ hesaplanabilmiş değil. Ne tip sıkıntı getirmiş? Kapkaçlar anında artmış, bütün dükkânlarda yağmalamalar başlamış,
arkasından, hastanelerde insanlara müdahale edilemediği için bu kadar kısa
süreç içerisinde ciddi derecede ölüm vakalarıyla karşılaşılmış, trafikteki
yaşanan keşmekeşten dolayı kalp hastaları trafik içerisinde vefat etmek
durumuyla karşı karşıya kalmış, okullarda eğitime birkaç gün ara verilmiş,
hepsinden önemlisi, New York bir finans merkezi olduğu için finansal piyasalar
bir haftada kendisine gelememiş. Şimdi, bugün konuşmuş olduğumuz bu konu, özellikle dikkat etmemiz
gereken nokta şuradakidir ki bu iş siyasi bir konu olmaktan çıkmıştır. Şu anda
kendisi burada yok, partiler adına ilk görüşmeyi DTP adına Hasip
Kaplan yapmıştı, çok güzel bir cümle kullandı, aynı cümleye ben de katıldığım
için aynı ifadelerle söylemek istiyorum: “Enerji politikası partiler üstü bir
politika olarak ele alınmalıdır.” Doğrudur, muhalefet olarak iktidarın yaptıklarını tenkit etmek çok
doğal hakkınızdır. Hatta geçen hafta burada bir kanun görüşülürken bizim bir
milletvekili arkadaşımızla MHP’den bir milletvekili arkadaşımız -halef selef
olanlar- rakamlarla, birbirleriyle burada güzel konuşmalar yaptılar. Ben de
bütün rakamlara aynen katılıyorum ancak yaptığımız nokta şu: Biz iktidar olarak
her şeyi tozpembe göstermek durumunda kalmamalıyız, muhalefet de yapılmış
olanları “hiç” sayarak bütün her şeyi tenkit etmemeli. Dolayısıyla, gündemimize aldığımız konularda, enerji politikasında
yapmamız gerekenlerde her şeyi çok doğru yapabildik mi? Belki yapamadık ama ben
bu konunun, kanunun çalışmasına baştan beri katılan bir arkadaşınız olarak şunu
söyleyebilirim: Dünyadaki bütün ülkelerin enerji politikalarını incelerken
özellikle petrol fiyatlarında yaşanan son yıllardaki anormal artışın bir öngörü
olarak hiç kimse tarafından değerlendirmeye alınamadığı için bütün ülkeler aynı
krizi bizimle beraber yaşıyorlar maalesef. Dolayısıyla, “enerji” dediğiniz, enerji… AKİF AKKUŞ (Mersin) – Biz ultra yaşıyoruz, ultra! BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Devamla) – Yani bizim gibi ultra
yaşayanlar, hatta ultra lüks yaşayanlar da var, ama mesele şudur: Bu hadise
hakikaten son derece önem arz eden bir hadisedir. Yine size bir örnek vereceğim: Biliyorsunuz, 22’nci Dönemde
çıkartılan ve en önemli kanunlardan bir tanesi olduğuna inandığım Yenilenebilir
Enerji Kanunu var, özellikle, rüzgâr, jeotermal ve küçük HES’lerle
ilgili hakikaten çok ciddi ivme kazandırmış bir kanun. Arkasından Jeotermal Yasası
var ve şu anda bu kanunu takip eden yenilenebilir enerjiyle ilgili tekrar
üzerine düşeceğimiz ve çok önemsediğimiz, başta güneş olmak üzere, güneş
enerjisinden istifade etmek üzere, diğer yenilenebilir kaynakların da çok daha
aktif hâle gelebileceği kaynak çalışmalarını bir taraftan yapacağız. Ancak, 1990’lı yıllarda -sizler de gittiğinizde
görmüşsünüzdür Almanya’da, Hollanda’da, Danimarka’da, rüzgâr enerji
santrallerini- rüzgâr santrallerini üreten firmaların tamamı, Almanya’da, çok
yüksek maliyetli fiyatlarla ürettikleri için, pazar bulamadıklarından dolayı
iflas etmek durumuyla karşı karşıya kalmıştır ve bütün rüzgâr enerji
santrallerini, o türbinleri üreten firmalar da kapatmıştır ve rüzgâr enerji
yatırımları da 90’lı yılların başında birden durmuştur. Fakat, 95’li yılları takip eden dönemde, özellikle Avrupa’nın kendi yer
altı kaynakları, petrol rezervleri olmadığı için “yenilenebilir”e
yönelik olarak yeniden bütün hadiseler masaya yatırılmış, iflas eden firmalar
Almanya Hükûmeti tarafından yeniden canlandırılmış ve
rüzgâr enerjisi özel teşvik kapsamı içerisine alınarak rüzgâr enerjisi yatırımı
yapanlar ve mekaniklerini üretenlere özel kanunla yetki verilmiştir ve bakın, o
hâliyle iflas etmiş diye gözüken sektör aradan geçen çok kısa zaman zarfında,
2007’li yıllara geldiğimizde, 28 bin megavat enerjiyi sadece rüzgârdan
üretebilecek konuma gelebilmiştir. Şimdi, bizim bunlardan ders almamız gerekiyor. İşte güzel örnekler
önümüzde var: Mesela, biz hükûmete gelmeden önce
22’nci Dönemde –başında- toplam rüzgâr enerjisi olarak kurulu gücümüz 17
megavattı, bu yıl itibarıyla 333 megavata çıkmışız, yıl sonu
itibarıyla 450 megavata tamamlayacağız. Ancak geçen yıl itibarıyla yapılan
müracaatları eğer nazarıitibara alırsak da rakama baktığımız zaman, hakikaten
şaşırtıcı ve ürkütücü bir rakamla karşı karşıyayız. Her ne kadar çakışan bütün
müracaatları nazarıitibara alsakda toplam 74 bin
megavat rüzgâr santraliyle ilgili müracaat yapılmış. Şimdi bunların eliminasyonunu yaptığımız zaman bile geldiğimiz noktada şunu
görebiliyoruz ki en az 10’la 12 bin megavatlık, önümüzdeki on-on beş yıllık
periyotta, sadece rüzgâr enerjisinden enerji üretme imkânımız olacaktır. ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ali Bey, bunları siz yapmıyorsunuz,
iktidar yapmıyor, kamu yapmıyor! BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Devamla) – Aynı şekilde, kömüre
dayalı termik santraller konusuyla ilgili yerli kaynakların yeniden hayata
geçirilmesi ve bu termik santraller için özel teşvik sistemleri getirerek dışa
bağımlılığı minimize edecek çalışmalar da, özellikle önümüzdeki çok kısa süre
içerisinde gündeme gelecek Yenilenebilir Enerji Kanunu içerisinde, az evvel
söylediğim Yenilenebilir Enerji Kanunu’yla ilgili tekrar gündemimize
taşınacaktır. Ancak özellikle şunu vesile bilerek, başta siz değerli milletvekillerine
ve halkımıza özellikle seslenmek istediğim bir konu vardır. Türkiye’de iki tane
önemli konuyu gündemimize taşımamız lazım. Bunlardan bir
tanesi, kayıp kaçak konusu. Kayıp kaçak konusunda, yanı başımızdaki
komşumuz veya bir başka sanayici veya bir başka ev halkı eğer kasıtlı olarak
enerjiyi kabloyu bir başka yerden çevirerek tüketiyor ise ve biz de buna vâkıf
isek ve ilgili mercileri… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım. … bu noktada uyarmıyor isek biz de bir
kabahat yapıyoruz. Çünkü en büyük üretim, önce tasarruf ve kayıp kaçaktan
geçiyor. İkinci konu da halkımızın tasarruf konusunda
bilinçlendirilmesi. Bizde bir araba
hastalığı var. Genelde gelişmiş ülkelerde görürsünüz, toplu taşımacılık çok
daha fazla kullanılır. Ama bizdeki herkes bir arabayı kullanır ve bir kişiyi
taşır. Aynı şekilde, evimizde çocuklarımız odalara girdikleri zaman bütün
lambaları yaka yaka gider, kimse lambalarını
söndürtmez. Ama unutmayalım ki, o bir tane lambadan üretilmiş olan enerji bizim
yurt dışına ödemekle mükellef olduğumuz dolar demektir, döviz demektir, ülkenin
bağımlılığı demektir. İşte bu noktada, özellikle TV’lerde, basın aracılığıyla bütün
kamuoyu nezdinde, özellikle enerji tasarrufu konusunu da enerji üretimi kadar
gündemimize almamızın kaçınılmaz olduğunu söylüyor, bu vesileyle bu kanunun
ülkemize çok faydalar getireceğini ümit ederek hepinize saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bayramoğlu. Tasarının tümü üzerinde şahsı adına Kayseri Milletvekili Taner
Yıldız konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Yıldız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
özellikle kamuyla özel sektörün beraber, makul oranda paylaşacağı bu piyasada
tabii ki kamuya düşen pay sıkça tartışılıyor. Hükûmetimizin
şunları şunları şunları
yapması lazım, makro büyüklükleri dengelemesi lazım, kabul; Bakanlığımızın şu şu şu görevleri zamanında yapması
lazım, kabul; ama özel sektöre de düşen şeyler var. Mesela ne için, biz yerli
kaynaklar konusunda kamu olarak zemini düzelttiğimiz ve bunları hazırladığımız,
bu şartları yerine getirdiğimiz hâlde özel sektör… Mesela ithal kaynaklardan
yapar. Bir: İthal kaynakları tercih etmesinin tabii ki son derece reel
bir gerekçesi var, fizibl olduğu için, çabuk olduğu
için. Ama aynı zamanda bunlardan yerli kaynaklara da özel sektörün özellikle
hassasiyet göstermesini beklemek herhâlde kamu olarak bizim de hakkımız olsa
gerek. Çünkü, öncelikle yerli kaynakların harekete
geçirilebilmesi ve bunların daha hızlı yapılabilmesi, özellikle artan petrol
fiyatları ve değişen dengelerin, doğal gaz lehine değişen dengelerin ülke
lehine çevrilmesi açısından son derece önemli. Bildiğiniz gibi, hem doğal gazla kaynak çeşitlendirilmesine, ülke
çeşitlendirilmesine gitmek istiyoruz hem güzergâh çeşitlendirilmesine gitmek
istiyoruz, çünkü bunların aynı zamanda işletmesinin sürekli ve sürdürülebilir
hâlde olmasını teminen. O açıdan, petrol girdili
kaynakların, özellikle fueloil ve motorin gibi, işletilen santrallerin ÖTV
indirimi bu açıdan da mantıklı. Yani, bunların teşviki açısından değil, bütün
kapasitelerin kullanılabilmesi açısından son derece mantıklı. Bu kanun
tasarısında bu tür düzenlemeler de zaten yapılmış olacak. Bunlar kapasite
olarak zaten kullanılamıyor idi ve atıl kapasitelerin de olabildiğince harekete
geçirilebilmesi açısından bu son derece önemli. Tabii ki değişen şartların, hem
ülke dışı hem de ülke içi şartların sektörü etkilediği muhakkak. Çünkü bu
tanıma çok fazla vurgu yapıyoruz. Eğer, aynı politikaları, aynı strateji eğer
AK PARTİ Hükûmetleri zamanından daha önce uygulanmış
olsaydı şu anda arz güvenliğiyle alakalı bir konudan bahsetmeyecektik. Çünkü,
son yirmi beş çeyrekten beri ortalama yüzde 6,7 civarında büyüyen ekonominin
sığlıktan kurtulması ve son derece ekonomiyi stabil
hâle getirmesi açısından önemli. Ama ondan önceki on yıla baktığımızda, yani 3
Kasım 2002’den önce baktığımızda büyüme hızı yüzde 3’ler civarında. Yani, şu
anda enerji sektöründeki büyüme minimum yüzde 2,7’ler civarında olduğunu
düşünürsek şu anda enerji arz güvenliğiyle alakalı bir konudan
bahsetmeyecektik. Yani, hem ülke şartları açısından bunu söylüyorum hem de yurt
dışı açısından söylüyorum. Bunu dikkate almamız gerektiğini belirtmek
istiyorum. Yani, özel sektörün de en az kamu kadar yerli kaynaklara hassasiyet
göstereceğinden emin olmak istiyoruz. Yerli kömürde teşvik getirilebilir mi? Tabii ki imkânlar
nispetinde getirilebilir. Çünkü, bildiğiniz gibi,
ithal kömürde de 35 dolarlardan şu anda 170 dolarlar, 180 dolarlar civarına
çıkmış durumda; aynen doğal gazın 90 dolarlardan 400 dolarlar civarına çıktığı
gibi. Dağıtım özelleşmesiyle alakalı, strateji belgesine göre takvimde
bir sarkma var ama ana muhtevasında bir değişiklik yok. Hepinizin de bildiği
gibi özellikle Ankara dağıtım şirketinin beklenen bedellerin de üzerinde, 1,2
milyar dolarlar civarında gitmiş olmasının ve Sakarya’nın da 600 milyon
dolarlar civarında gitmiş olmasının toplam bedeliyle alakalı bize verdiği bir
mesaj var, o mesajı da iyi okumamız lazım. Özellikle enerji sektöründeki
dağıtım şirketlerinin özelleşmesinden en az 15-16 milyar dolarlık bir gelirin
gelecek olması, bu yol haritasının izlenmesi hâlinde, Türkiye açısından da
önemli bir kalemdir diye düşünüyoruz. Tabii ki burada EPDK, Rekabet Kurumu ve
özellikle Özelleştirme Yüksek Kurulundaki bir kısım süreçler izlendikten sonra.
Değerli arkadaşlar, biraz önce birincil enerji kaynaklarının ithalatını yapan
ülkemizin yeri geldiğinde ülke menfaatleri gerektiriyorsa, ikincil enerji
kaynaklarını, hazır elektriği de rahatlıkla alabilmesini teminen
bir kısım düzenlemeler yapılacak, bu son derece normal ve doğru bir şey. Eğer
siz 3-4 sentler civarında hazır elektrik buluyorsanız ve gerçekten de
şartlarımıza uyuyorsa, teknik şartları da uyuyorsa bunu rahatlıkla yapabilmemiz
lazım. Tabii jeopolitik mücadelelerin arttığı bu tür geçiş dönemlerinde
değişen koşullara uyum sağlanılarak enerji arz güvenliğinin teminat altına
alınması özellikle ülkelerin öncelikleri arasında baş sıralara yerleşmiştir.
Dışa bağımlılığın da olağanüstü boyutlara erişmiş olması nedeniyle, coğrafi ve
tarihî özelliklere sahip olan ülkemiz de dünya enerji güvenliğine çok önemli
katkılarda bulunabilecek sosyoekonomik bir konuma sahiptir. Türkiye’nin de
güvenli bir enerji transit yolu oluşturmasının yanı sıra gerçek anlamda bir
enerji merkezi olma hedefini her zaman ortaya koyduk ve bununla alakalı da
hedeflerimize ulaşmadaki çabalarımız devam etmekte. Yurt dışındaki hidrokarbon
arama ve üretim faaliyetlerinin ciddi yatırımlar yaparak yeni ve büyük bir
rezerve sahip olmamız, aynen bunların ticaretini yapmamız kadar önemli ve hatta
daha da önemli. Geliştirilecek enerji diplomasisiyle beraber –ki sürekli bu
diplomasi atakta- başta Irak olmak üzere Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da
bu konuda önemli iş imkânlarının ortaya çıkması kuvvetle muhtemel
görünmektedir. Mevcut koşullarda en rasyonel çözüm, stratejik bir kararla kamu
ve özel sektörün iştirak edeceği güçlü bir konsorsiyum oluşturularak –ki bu kanun tasarısıyla bunun da yolu zaten
açılmış olacak- yurt dışı petrol arama-üretim işine girilmesi olarak da
görülmektedir. Benzer işlemler, küresel gelişmeleri zamanında kavrayabilen bazı
ülkelerde de hâlihazırda başlatılmış olup ve özellikle çok hızlı büyüyen ve
ekonomisi de, hem nüfus itibarıyla hem de ekonomisi itibarıyla Çin gibi,
Hindistan gibi, hatta Güney Kore gibi ülkelerde bu tip uygulamaların rahatlıkla
yapılabildiğini görüyoruz. Aslında, İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulan küresel enerji
düzeninin günümüzde değişiyor olması da tehlikeye yeni boyutlar ilave etmekte
ve ana dinamikleri daha da karmaşık hâle getirerek uyum sağlanmasını daha da
güçlendirmektedir. Enerji kaynaklarının yer değiştirilmelerinde etkin olan
dinamiklerin her dönemde büyük benzerlik gösterdiği ortadadır. Bilindiği gibi,
özellikle, gerek Osmanlı coğrafyasında petrolün olduğu kadar geleceğin yakıtı
olan doğal gazın da vatanının özellikle bu çevrede olmuş olması bizler
açısından daha da önemlidir. Aynı coğrafya günümüzde petrol yerine geçecek olan
enerji kaynağı mücadelesine tanıklık yapmaktadır. En son Fortune
Global 500’e göre 2007 yılında dünyadaki en büyük 10 şirketin 6 tanesinin
petrol şirketi olduğunu düşünürsek, geriye kalanların 3 tanesinin otomotiv
şirketi, 1 tanesinin de süpermarketler zinciri olduğunu biliyoruz. İlk 10
içerisindeki petrol şirketlerinden 3’ü Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1
tanesi İngiltere’de, İngiliz ve Hollanda ortaklığıyla beraber Fransız kökenli
firmaları görüyoruz. Bu şirketlerden özellikle Fransızların şirketi 8’inci
sırada ve İtalyanların şirketi de 20’nci sırada yer alıyor. Bu şirketler için
en önemli konu, biraz önceki söylediğimiz ana mantalitenin
yani kendi topraklarında petrolün ve doğal gazın yeterli olmamasına rağmen,
özellikle petrol ve doğal gazda şu anda dünya sıralamasında yer almış olmaları.
Bu örneklerin rahatlıkla ülkemizde de gerçekleştirilebileceği
malum çünkü, değerli arkadaşlar, hepinizin de bildiği
gibi, özellikle ithalatının takribî yüzde 20’sine karşılık gelen enerji miktarı
şu anda 40-42 milyar dolarlar civarında bahsedilmekte ve bu miktar, ithalatımız
için ve ülkemiz rakamları için de çok önemli bir miktar. Bu miktarı mutlaka
aşağı çekmeyle alakalı da çalışmalarımız devam etmek durumunda. Bu da ancak
yerli kaynakların ikame edilmesiyle beraber olacaktır. Ben, bu düşünceler içerisinde, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız. Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap… KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bir şey soracağım… Şimdi, kişisel söz isteyenler listesi burada, bize gönderdi
Başkanlık. Bu kişisel söz isteyenlerin arasında, konuşan Ali Bayramoğlu ve Taner Yıldız’ın isimleri yok burada. BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Devretti. KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne devretmesi canım! Burada
sırada olması lazım. BAŞKAN – Devir yaptılar efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Devir olmaz öyle. Ancak birilerine söz
hakkı devredebilmesi için sırada isminin olması lazım. Hep AKP’nin yaptı böyle.
Yani, böyle bir şey olur mu efendim! BEKİZ BOZDAĞ (Yozgat) – Sırada ismi var efendim. BAŞKAN – Devir yapma İç Tüzük’e göre mümkün efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, İç Tüzük’te hüküm var. Yani, “Söz
sırasını devreden kişi, onun sırasında konuşur.” diyor. Bunun anlamı şudur:
Yani, söz sırasını devreden milletvekilinin en azından konuşma sırasının olması
lazım. BAŞKAN – Sayın Genç… KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakınız, Sayın Başkan, rica ediyorum,
orada… BAŞKAN – Sizin ne dediğinizi gayet iyi anlıyorum efendim fakat İç
Tüzük’te devir yetkisi ve devredebilme hakkı var. KAMER GENÇ (Tunceli) – AKP bu Meclisi oyuncak hâline soktu. Böyle
bir şey olur mu efendim! BAŞKAN – Sayın Genç, soru-cevap işlemine geçeceğiz. Lütfen…
Yaptığımız uygulama gayet uygundur İç Tüzük’e de. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, uygulamanız yerinde değil çünkü İç
Tüzük’te “söz sırasını devreden milletvekili, onun sırasında konuşur” diye bir hüküm
var. O ne demektir? Söz sırasını devreden diğer arkadaşın adı burada yok.
Burada söz isteyenin adı yok. Bu iki konuşmacının söz hakkı… BAŞKAN – Sayın Genç, sizinle tekrar İç Tüzük tartışması yapamam.
Lütfen yerinize oturunuz. KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani, Kanunlar Müdürlüğü AK PARTİ’nin güdümünde hareket ediyor. Yani bizim her… BAŞKAN – Lütfen… Sayın Genç, lütfen yerinize geçiniz. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bir de benim belgelerimi
almışlar. BAŞKAN – Şimdi soru-cevap işlemine geçiyorum. Yirmi dakika… KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben burada bir şey
söylüyorum. BAŞKAN – Dediğinizi gayet net anlamış bulunuyorum Sayın Genç.
Cevabını da verdim. Lütfen yerinize geçiniz. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, burada benim belgelerimi
çalmışlar. Görevlilere sordum. Benim buradaki belgelerimi birileri almış. BAŞKAN – Onun gereği, gerekli şekilde başvurursanız yerine
getirilir efendim. Şimdi, soru-cevap işlemine geçiyoruz. Biliyorsunuz, soru-cevap işleminin süresi yirmi dakika; on
dakikasını sorulara ayırıyorum, on dakikasını da cevap işlemine. Sayın Asil, Sayın Taner, Sayın Doğru, Sayın Tankut,
Sayın Köse, Sayın Genç, Sayın Koçal ve Sayın Sipahi
söz istemişlerdir. Her bir söz hakkını birer dakikayla da sınırlayacağım ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, ben de söz istedim. BAŞKAN – Bir dakika… On dakika olduğu için on kişiye söz verdim. Daha kısa
konuşursanız… En son Sayın Korkmaz soru soracak. Süremiz ancak ona yetiyor
efendim. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Daha önce girmiştik efendim. BAŞKAN – Şimdi başlatıyorum. Sayın Asil, buyurunuz. BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Bakan, tasarıda, kanunun 9’uncu
maddesiyle ülke içerisinde izole bölgeler oluşturularak mevcut sistem dışında
bir uygulamaya yol açıyorsunuz. Bunun nedeni nedir? Elektrik enerjisi sektörü reformu ve Özelleştirme Stratejisi
Belgesi’nde belirtilen hususların hangilerini gerçekleştirdiniz? Yap-işlet-devret santralleriyle ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı
Devlet Denetleme Kurulu Başkanlığının 2003/16 sayılı Raporu ve Sayıştay
Başkanlığı raporlarının gerekleri yerine getirilmiş midir? Bu raporların gereği olan tarifelerin yeniden düzenlenmesi ve
fazla yapılan ödemelerin geri alınması hususları neden yıllardan bu yana
komisyonlarda bekletilmektedir? Bu hususlarla ilgili Bakanlık Teftiş Kurulunuzca hazırlanan rapor
uygulamaya konulmuş mudur? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Asil. Sayın Taner… Yok. Sayın Doğru… REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Elektrik enerjisi üretmek amacıyla TKİ Genel Müdürlüğünün önemli
kömür rezervi içeren sahaları özel sektöre devredilmiştir. Devredilen bu
sahalardan, aradan geçen iki yıl içerisinde elektrik üretimine başlayan var
mıdır? Başlamamışsa sebepler nelerdir? İkincisi: Tarımda kullanılan elektrik enerjisiyle ilgili olarak
sulama birliklerinin çok büyük oranda borçları vardır. Sulama birlikleri senet
vererek su pompalarının elektriğini açmışlardır. Sulama birliklerinin ve
vatandaşların, bilhassa köylü vatandaşların elektrik borçlarıyla ilgili bir
iyileştirme yapılacak mıdır veyahut da borçları silinecek midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Doğru. Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım, tasarının farklı maddeleriyle, kamu kaynakları
üzerinden şirketlere çeşitli haklar tanınmaktadır ve dolayısıyla özel
üreticilerin elektrik satmasına yönelik her türlü düzenlemeye başvurulmaktadır.
Bu hususlar çerçevesinde sormak istiyorum: Elektrik üretimi için
kullanılacak fuel oil ve
motorine özel tüketim vergisinden muafiyet getirilirken kükürt oranı
sınırlarına dikkat edilecek midir? Yine, santral yapımları için özel şirketlerin talepleri
doğrultusunda, mera, orman ve tarım alanları ne şekilde korunacaktır? Son olarak, özel firmaların ülke dışından elektrik ithal ederek iç
piyasaya fahiş fiyatlarla satmasının önüne ne şekilde geçilecektir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tankut. Sayın Köse… ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Sayın Bakanım, Sayıştay Genel
Kurulunun kabul ettiği 26/2/2004 tarih ve 5088/1
sayılı Enerji Raporu’na göre yap-işlet-devret modeli ile yapılan santrallerde
kamunun 2 milyar 185 milyon Amerikan doları zararı uğradığı saptanmıştır. Sayın Bakanım, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu da aynı
saptamaları yapmıştır. Bakanlık olarak kamunun uğradığı bu zararın ne kadarını
tahsil ettiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Köse. Sayın Genç… KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Ben bu kanunla ilgili ciddi çalışmalar yapmıştım, bu göze
koymuştum, maalesef, geldim, yok yerinde. Bunu da dikkatlerinize arz ediyorum. Efendim, hâlen 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan eski bir
bürokratınız diyor ki: Rusya’dan Türkiye’ye doğal gaz taşınmasına ilişkin Mavi
Akım Projesi’nde formül değişikliği yapmadığım için Enerji Bakanınca görevinden
alındığını, sonra, kendisi alındıktan sonra bu formül değişikliği yaptığı ve
devleti 10 milyar dolar zarara soktuğunu söylüyor. Bu doğru mudur? Bu formül
değişikliği nedir? Yine, geçen gün bir yerde Enerji Bakanlığından bir personelle
karşılaştım. Şu anda sizin pasifize hâle getirdiğiniz
486 tane bürokratınız var. Bu bürokratlarınızın bir kısmı Danıştaydan
da yürütmenin durdurulması ve iptal kararı almış. Bunlar, 486 tane, daire
başkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür, müsteşar makamındaki insanlar ve
bunları siz görevden almışsınız bir yerde tutuyorsunuz… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ederiz. Süreniz doldu. Dolunca, biliyorsunuz devreden çıkıyor. Sayın Koçal… ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakan, elektrikteki yıllık kayıp-kaçakların maliyeti nedir?
Bu maliyet elektrik zammına eklenmiş midir? Eklenmişse oranı nedir? Bir başka konu: BOTAŞ’ın tahsil edemediği ne kadar alacağı vardır?
Tahsil edilemeyen borçlar nedeniyle doğal gaza zam yapıldığı doğru mudur? Diğer bir soru: Zonguldak Çatalağzı beldesinde kurulmakta olan
özel sektöre ait termik elektrik santrali ithal kömüre dayalı olarak mı
çalışacak yoksa Zonguldak kömürü mü kullanılacak? Son olarak: Elektrik Dağıtım AŞ’ye bağlı 20 kuruluştan 9 tanesi ve
Genel Müdürlük zarar etmiştir. Siz, kâr eden kuruluşları satıyorsunuz, zarar
edenlerin zararı artarak devam ediyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Koçal. Sayın Sipahi… KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu tespitinde 2006
yılı kayıp ve kaçak elektrik tutarı 2,1 milyar YTL. TEDAŞ’a
göre elektriğin yüzde 15,1’i kayıp ve kaçak, bu yüzden vatandaş, faturaları
yüzde 14,47 zamlı ödüyor. En çok kayıp-kaçak “Van, yüzde Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkürler Sayın
Sipahi. Sayın Korkmaz… S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkanım,
aracılığınızla Sayın Bakana şu hususu sormak istiyorum: Türkiye Taş Kömürleri
Genel Müdürlüğünde meydana gelen ve Yüksek Denetleme Kurulu tarafından ortaya
çıkarılan, çeşitli basın-yayın organlarında da yer alan Kasım 2004-Mart 2006
tarihleri arasında yapılan 4 adet taş kömürü alım yolsuzluğuyla ilgili olarak
Bakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanmış rapor sonrası, ihaleye fesat
karıştırma suçunun işlendiğine dair işlem yapmayı düşünmediniz mi? İhaleye
fesat karıştırma suçu daha nasıl işlenebilir? Yüksek Denetleme Kurulu ve Başbakanlık Teftiş Kurulu, tüm Türkiye
Taş Kömürleri Kurumu Yönetimini suçlamıştır. Bu isnatlar yüce yargı tarafından
da onaylanırsa sizin tavrınız ne olur? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkürler Sayın
Korkmaz. Son olarak, Sayın Akkuş’a söz vereceğim, buradaysa. Buyurunuz Sayın Akkuş. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakana aracılığınızla
sormak istiyorum: Yüzde 23 olarak ilan edilen son elektrik zammı sadece ev ve
iş yerlerinde faturaları kabartmakla kalmayacak, sanayide ve tarımda üretilen
her ürünün fiyatının yüzde 20’ler civarında artmasına yol açacaktır. Bu,
doğrudan pahalılığa sebep olmayacak mıdır? Bugüne kadar zam yapmadığınız
iddiasıyla övünen sizler, bugün toplu hâlde zam yaptınız. Bundan sonra da zam
yapmadığınızı iddia edip, övünecek misiniz? BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akkuş. Buyurunuz Sayın Bakan. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Daha vakit var efendim. BAŞKAN – Yirmi dakika süremiz; on dakika cevap, on dakika soru. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Bir buçuk dakika daha var. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sorusu devam ediyordu Sayın Başkan. ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Sayın Başkan, zaman var. BAŞKAN – O zaman, Sayın Paksoy,
buyurunuz. MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. Sayın Bakanım, Çan Termik Santralinin gecikmeli olarak devreye
alınmasının en önemli nedenlerinden olan, 2,5 milyon ton pulvarize
kireç taşı ihalesinin EÜAŞ Genel Müdürlüğü tarafından -makamınızın şifahi
talimatlarıyla- iptal edilmesi sonucunda bir soruşturma açtınız mı?
Açmadıysanız neden açmadınız? İkinci sorum: Yolsuzluk operasyonuna maruz kalan Maden İşleri
Genel Müdürlüğünde Genel Müdürlük görevine atadığınız Hamdi Yıldırım’ın
madencilik sektörüyle ilgili bir birikim ve deneyimi mevcut mudur? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Paksoy. Buyurunuz Sayın Bakan. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Sayın
Başkan, tabii çok fazla soru var, bunların belki bir kısmına da yazılı cevap
vereceğiz, ama şunu söyleyeyim… KAMER GENÇ (Tunceli) – Kamuoyundan kaçma canım, sorulara cevap
ver. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Sayın
Genç’ten başlayalım, çok meraklıdır o. Şimdi, 10 milyar dolar zarar etme şeyi kesinlikle yanlıştır,
görevden alma sebebi başka bir konuya dayanmaktadır. Tam tersine, bizim 1,5
milyar dolar kârımız vardır bu meseleden dolayı; bunu iyice öğrenin siz de, bir
daha da söz konusu etmeyin, çünkü şu anda mahkemesi de devam eden başka bir
konu olduğu için daha fazla girmek istemiyorum konuya. Ülkemiz buradan
kazanmıştır, ondan sonra da doğal gazın yaygınlaşması öyle başlamıştır, 9
vilayetten 59 vilayete durup dururken geçemez kimse; bunu özellikle bilin. Bir de 10 milyar dolar bir şeyin zarar etmesi için en az 100
milyar dolarlık alım yapmanız lazım, bu da aritmetiğidir bu işin; onu da ayrıca
incelemenizi tavsiye ederim. 486 kişi şu anda pasifize edilmiş değil
benim tarafımdan. Üstelik, ben bu arkadaşlara görev
vererek onları çalıştırmak ve daha verimli olarak çalışma hayatına dâhil etmek
istiyorum; onun için o toplantıyı yaptım. Geçen gün de bunun sözünü ettiniz.
Size gelen bilgiler yanlış. O arkadaşların hepsi benim değerli arkadaşlarımdır,
onlardan Enerji Verimliliği (En-Ver) Projesi’nde yararlanmak istiyorum. Şimdi gelelim diğer konulara. Biz, kayıp-kaçak meselesinde yoğun bir çalışma içindeyiz. Bunun
için de kayıp ve kaçak yüzde 25’ten yüzde 14’e düşmüştür. Kaçak ayrı bir şey,
kayıp teknik bir kayıptır. Bu teknik kaybı da TEİAŞ’ın
yaptığı yatırımlarla düşürmeye çalışıyoruz. Normal olarak, Türkiye gibi bir
ülkede bu yüzde 7-8 civarındadır, dolayısıyla onu da düşerseniz, bizim hâlâ
yüzde 6-7’lik bir elektrik hırsızlığı meselemiz vardır. Onların da gözünün
yaşına bakmıyoruz. Bunu da zamma dâhil etmiş değiliz. Bizim buradaki meselemiz
daha çok -yani bu yüzde 21’lik zammın yüzde 10’luk kısmı- işletmecilikle
ilgili, EÜAŞ ve TETAŞ’la ilgilidir. TEDAŞ’ın alamadığı paralar vardır. Onları da zaten EGO ve
diğer kuruluşlardan belli şekillerde tahsil ediyoruz. Aslında bunların hepsinin
bir mahsubunu yaptığımız zaman biz alacaklıyız yani Enerji Bakanlığının
KİT’leri alacaklıdır ve herhangi bir kamu zararı da söz konusu değildir, bunu
özellikle bilesiniz. Onun dışında, burada fuel-oil santrallerinden, ithalattan, fahiş fiyatlardan filan
bahsetti Sayın Tankut. Böyle bir şey söz konusu
değil. Dengeleme Uzlaştırma Yönetmeliği uyarınca -sadece bir yüzde 10’luk
kısmı- piyasa fiyatlarının oluştuğu bir sistemde onu yaptık, iyi ki de yaptık. Şu anda herkesin yatırıma girmesinin sebebi bu. Durup
dururken Türkiye gibi bir ülkede çok kişi enerji yatırımcısı olmuştur. Eskiden
bir elin parmakları kadar enerji yatırımcısı varken, şimdi 3 bine yakın enerji
KOBİ’si oluşuyor, tabana yayılıyor. Anadolu’da pek çok kişi akarsularda,
jeotermalde yatırıma girmiştir, rüzgârda yatırıma girmiştir. Bundan da büyük
kazancımız var çünkü yerinde üretildiği için iletim kaybı da olmayacak. Bunlar
bizim tatbik ettiğimiz yenilenebilir enerji yasasının da ne kadar isabetli
olduğunu gösteriyor çünkü yerli kaynaklara ağırlık verdik. Böyle bir şey söz
konusu değil. Tarımsal sulamayla ilgili konu Maliye Bakanlığı ve hazine
bakanlığımızla ilgilidir, fakat -onların adına da söyleyeyim- şu anda böyle bir
şey düşünmüyoruz, herkes borcunu ödeyecek. TKİ’nin burada bir zarar etmesi filan söz konusu değil. Burada
Kömür İşletmelerini özel sektöre açtığımız için maliyetler yedide 1 düşmüştür,
üretim 20 kat artmıştır ama kömür santralleri gibi şu anda özel sektöre
verdiğimiz yatırımların ÇED raporları ve bunların anlaşmaları yeni yapılmıştır.
Kömür yatırımlarında iki yılda devreye alınan hiçbir kömür santrali ben
duymadım, sizin de böyle şeylere inanmamanızı tavsiye ederim ama bu, makul
süresi içinde -şu anda süratli gidiyor çünkü özel sektör daha süratli
çalışabiliyor- bunların normal olarak beş yıl gibi bir zaman içinde devreye
gireceğini düşünüyoruz. Bunun dışında, “yap-işlet-devret”lerle
ilgili çalışmalarımız ve aynı zamanda Maliye Bakanlığıyla ortak bir çalışmamız
var. Bu çalışmayı neticelendirmek üzereyiz. Çalışmalarımız orada sürüyor. Koçal’ın sorusunda
bahsettiği konu doğal gaz zamlarıyla ilgili. Burada maliyete dayalı bir metot
uygulanmıştır. Biz, aslında, şu anda, Avrupa’nın –tekrar ediyorum- en ucuz
doğal gazını ve elektriğini kullanan ülkelerden bir tanesiyiz, bütün bu fiyat
artışlarına rağmen. Çünkü, dünyada, bu sadece bir yıl
içinde yüzde 100 artmış iken ve göreve başladığımızdan şu ana kadar da yüzde
700 artmışken bizim yaptığımız artışlar veya ayarlamalar gayet mahdut
kalmıştır. Burada da dar gelirli vatandaşlarımızı düşündük. Ayrıca, olayı bir
enerji politikası ve sosyal politika olarak düşünürseniz, biz 7,5 milyon ton da
fakir fukaraya, dar gelirli vatandaşımıza kömür dağıttık. Bu da enerji
politikasının sosyal politikayla kesiştiği bir noktadır. Aynı yerli kömürümüzü
yerin altından çıkarıyoruz, kırıyoruz, yıkıyoruz, taşından toprağından ayırıp
vatandaşlarımıza dağıtıyoruz ve soğuk kış günlerini sıcacık odalarında
geçiriyorlar. Dolayısıyla, bu da, Enerji Bakanlığımızın, Sayın Başbakanımızın
başkanlığında uyguladığı, sosyal politikalarla ilgili ortak bir çalışmadır ama
genellikle burada hep belli konular geliyor gündeme ve zaman zaman da farklı kaynaklardan aldığınız bilgiler. Bu
noktaları eğer benimle daha evvel paylaşsanız burada benim de sizi düzeltme
sayım daha da azalmış olur. EÜAŞ’ın zarar ettiği söz
konusu değil. Bunu ifade etmek istiyorum. Bunun dışında, taş kömürüyle ilgili Zonguldak’taki çalışmayı
Teftiş Kurulumuz inceledi. Aslını ararsanız, orada tamamen iyi niyete bağlı bir
çalışmayla kamu aslında zarara uğramamıştır. Size gelen bilgilerin nereden
geldiğini biliyorum, onları biliyorum. Maalesef… S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Gazeteler yazıyor “İyi niyetli
yolsuzluk” diyor. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER ( Ordu) –
Bakın, o çalışmada eğer herhangi bir suç varsa zaten adli merciler onun
gereğini yapacaktır. Ben o arkadaşlarımın hepsinin arkasındayım ve hepsi gayet
cesurca, Zonguldak gibi bir yerde -ki taş kömürü madenciliğini, o bölgenin
özelliğini bilirsiniz- biz orada kader birliği yaptık bu arkadaşlarımızla. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Arkadaşlar insana dayanmasınlar Sayın
Bakanım; hakka, hukuka dayansınlar. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER ( Ordu) – Ben
sorumluyum, sorumlu olan benim, üzerime alıyorum. Enerji Bakanlığı bizim
dönemimizde 60 bin ihale yapmıştır, 60 bin ihale. Dört yüz firmayı yasakladım
ben. Dört yüz tane firma belki şu anda gayrimemnun olarak bizi o şekilde
düşünebilir. Bunların içinde birkaç tane yanlış çıkmıştır, onlara da kendi
elimizle zaten müdahale ettik. Burada size şunu söyleyeyim: Enerji Bakanlığında
daha evvelden başka şeyler tartışılırken şimdi projeler tartışılıyor, bunu
bilesiniz. Hem yenilenebilir enerji hem enerji verimliliği konusunda, Türkiye
enerjide bir dönüm ve dönüşüm noktasında. Bunun ileride anlaşılır… Sadece, ben,
bu ay içinde üç tane rüzgâr türbini açıyorum. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Enerji hususu artık yargıda
tartışılmaya başlandı Sayın Bakanım, Bakanlığınızdan çıktı, yargıda
tartışılıyor. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER ( Ordu) – Üç
tane rüzgâr tesisi açıyorum. Bakın, bu rüzgârlar daha evvelden eserken biz es
geçiyorduk, daha evvelden su akıyorken bakıyorduk. Sizin de döneminizde hükûmetler geldi, aynı partiler görev aldılar, ben onların
da ne yaptığını inceledim ama bir tartışma konusu olmasın diye söylemiyorum,
biz burada iyileri konuşalım. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Varsa bir yanlışlık yapan… Zaten
göreviniz. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakanım, altı sene geçti, altı senede
dünya değişti, kalmayın aynı yerde. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER ( Ordu) –
Kimin döneminde yer altı deposu oldu, kimin döneminde doğal gaz yapıldı, kimin
döneminde rüzgârlar, jeotermaller devreye girdi, bunu halkımız da biliyor, biz
de biliyoruz. Dolayısıyla, biz bütün kararların arkasındayız. 60 bin kalem
alım-satım ihalesi oldu, bunların içinde dört yüz firma da yasaklandı. Bunların
içinde ÇEAŞ-Kepez’i falan saymıyorum, bunlar bir devrimdir. Yedi vilayet
sıkıntıdaydı. Biliyorsunuz, 11 baraj, 43 trafo merkezi… Doğal gazda Ruslarla
yaptığımız anlaşmada hem al ya da öde miktarı 40 milyar metreküp silinmiştir,
bunun dışında, fiyat aşağı çekilmiştir. Yoksa millet durup dururken doğal gaza
geçmek için birbiriyle yarışmaz, bunları özellikle bilin. Ayrıca Şahdeniz Projesi, yer altı depoları, Bakü-Tiflis-Ceyhan…
Her gün 1 milyon varil petrol akıyor. Bu, durup dururken olmadı. Eğer ben o
riskleri almasaydım iki buçuk sene daha bu proje sürerdi. Onun altına imza
attık ve üzerimize aldık. Bunun içinde Ilısu Barajı
var, bunun içinde Konya’nın Mavi Tünel’i var, bir sürü çalışma yapıldı. Nasıl
olur da “Bu tür yatırım yapılmaz.” denir yani, ben bunu anlamakta zorluk
çekiyorum. Yani, bütün bunlar yoğun bir çalışmayla ortaya çıktı. Bu noktada
daha da iyi şeyler yapılacak. Belki de... Bu açılışlara yetişemiyoruz biz.
Dikkat ederseniz, mesela yarın 61 tesisin temel atma töreni var DSİ’de. AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sanal… Sanal… ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Eğer
biz… Bu sular boşa akıyordu… BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sorulara cevap verseniz! ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) -
Bunların hepsi içinde. Burada cevap vermediğim hemen hemen
yok benim gördüğüm kadarıyla. Yani, burada, izole bölgeyle ilgili… ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Termik santral ithal kömür mü kullanıyor? ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Evet,
termik santral müracaatına göre, iki türlü orada yatırım var; bir tanesi,
Zonguldak’ta şu anda devam eden; onun yerli kömür kullanacağını biliyorum. O
yerli ama ilerleyen o. Müracaat edenler içinde ithal kömür var. Yatırımcının
tercihidir. Ben isterim ki yerli kömürle çalışsınlar. ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Eren Holding hangi kömürle çalışacak Sayın
Bakanım? ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Eren
yerliyle çalışacak. Onun dışında, Hema’nın müracaatı
var. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Eğer süre varsa soru sormak
istiyorum. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Hema’nın müracaatı, bildiğim kadarıyla yabancı, ithal
kömür. Ama, yatırımcının tercihlerine karışamayız. ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Orası kömür bölgesi Sayın Bakan, buna izin
vermeyin. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Siz o
zaman karışın, beraber yapalım bu işi. Gidin akıl verin, iş adamlarının akla
ihtiyacı yoktur aslında ama siz aklınızı verin, anlatın, belki tercihini
değiştirebilir. Ben de arzu ederim yerli kömürle yapmasını çünkü zaten biz
yerli kömürde, aramayla 2,4 milyar ton yeni kömür bulduk. Hiç kimsenin
yapmadığı bir çalışmadır bu, 2,4 milyar ton! Şu anda bizim rezervlerimiz 8
milyar tondu, biz ona 2,4 milyar ton ekledik ve 2,4 milyar ton kömürü şöyle
gözünüzün önüne getirin… ALİ KOÇAL (Zonguldak) – MTA’yı çalıştırsaydınız 10 milyar ton
olurdu. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) -
Bakınız, masraflar çıktıktan sonra 20 dolar kalsa ton başına, 40 milyar
dolarlık bir kazançtır bu Türkiye için ve hiç hesapta yokken bir sürü kömür
santrali müracaatı var ve biz bunu özel sektöre yapıyoruz. Biraz önce
bahsettim, Soma bölgesinde özel sektöre açtık, maliyetler yedide 1 düştü,
üretim 20 kat arttı ve 50 bin kişi de sigortalı oldu orada yani sosyal
güvenliğe girdi. BAŞKAN – Sayın Bakan… ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) –
Bunların hepsi, bir bütün olarak ele aldığımız çalışmalar. BAŞKAN – Sayın Bakan… ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Benim sorum cevaplanmadı Sayın Bakanım,
yap-işlet-devret… ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) –
“Yap-işlet-devret”lerle ilgili çalışmamız devam
ediyor. Çünkü o biraz karışık bir konu. Zaten gündeme biz getirdik, siz de bunu
takdir edersiniz ki, kolay olsaydı zaten hemen çözerdik. Burada üç ayrı rapor
var: Teftiş Kurulumuzun raporu var, ayrıca Cumhurbaşkanlığının ayrı raporu var,
ayrıca da Sayıştayın raporu var. Sayıştay zaten bunu
Meclise sundu, dolayısıyla, muhatabı Meclis. Onu biz birlikte alıyoruz, çünkü
rakamların hepsi birbirinden farklı, aynı bazı almamız lazım. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bu MTA raporlarını Genel Kurula
getirelim efendim. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Onun
detayını sizinle ayrıca tartışabiliriz, ama değerlendirmemiz belli bir noktaya
geldi. BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – İzole bölgelerden bahsedin efendim. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Zor
sorunların kolay çözümü olmuyor. BAŞKAN – Sayın Güler, süremizin sonuna geldik, çalışma süremizin
de sonuna geliyoruz. ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) –
Tamam. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın
Başkanım. BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım efendim. Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan. Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum ve karar yeter sayısı
arıyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için, alınan karar gereğince
kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 9 Temmuz 2008 Çarşamba
günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 20.00 |
|