DÖNEM: 23                            CİLT: 24                                                   

 

YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

127’nci Birleşim

8 Temmuz 2008 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

 III. - YOKLAMA

 IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, 2001 yılında gözaltına alınan ve bugüne kadar haber alınamayan bazı kişilerin akıbetlerine ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Sakarya Milletvekili Münir Kutluata’nın, Sakarya ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

 

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- TBMM Başkanlığınca, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunun, (2/273) esas numaralı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile (2/297) esas numaralı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin tali komisyon olarak kendisine havale edilmesine ilişkin tezkeresi (3/493)

2.- Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/477)

B) Önergeler

1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Ağaçlandırma ve Erozyonla Mücadele Kurumu Kanun Teklifi’nin (2/154) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/74)

 

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ve çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi ile Genel Kurulun 8/7/2008 ve 15/7/2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların ve diğer denetim konularının görüşülmemesine; 22/7/2008 ve 29/7/2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde ise bir saat sözlü sorulardan sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 9/7/2008, 16/7/2008, 23/7/2008 ve 30/7/2008 Çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine; 96 sıra sayılı Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre Temel Kanun olarak görüşülmesine ve bölümlerinin ekte yer alan cetveldeki şekliyle olmasına ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/554) (S. Sayısı: 249)

 

 

 

VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, eğitim materyallerinden cinsiyetçi öğelerin ayıklanmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/3564)

2.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, çocuk işçiliğine ve sigortalılığına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı  Faruk Çelik’in cevabı (7/3574)

3.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, İstanbul’da takas edilen okul alanına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/3611)

4.- İzmir Milletvekili Harun Öztürk’ün, Düzce’deki bir işyerinin işçi çıkarmasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı  Faruk Çelik’in cevabı (7/3630)

5.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman’daki çocuk işçiliğine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı  Faruk Çelik’in cevabı (7/3647)

6.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, destek primlerini ödeyemeyen emeklilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı  Faruk Çelik’in cevabı (7/3648)

7.- Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay’ın, Erzurum’daki belediyelerin borçlarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3671)

8.- İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert’in, gençlerin eğitimi ve istihdamı ile ilgili bir araştırmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/3701)

9.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, iş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı  Faruk Çelik’in cevabı (7/3721)

10.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, Bingöl M Tipi Kapalı Cezaevi yönetimine yönelik bazı iddialara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/3726)

11.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, kamudaki denetimin düzenlenmesine ve bir kişi hakkındaki soruşturmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/3739)

12.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, basın kuruluşlarına karşı açtığı davalara ilişkin Başbakandan sorusu ve  Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/3844)

13.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, hakim ve savcıların maaş artışıyla ilgili açıklamasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/3847)

14.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, “Sınırlar Arasında” programının yayından kaldırılmasına,

- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, TRT Genel Müdürüyle ilgili bazı iddialara,

- İzmir Milletvekili Abdurrezzak Erten’in, TRT’deki siyaset haberlerine,

İlişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/3857, 3858, 3860)

15.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Giresun Sahil Sağlık Denetleme Tabipliğinin kapatılmasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/3877)

16.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın, bazı branşlardaki öğretmen atamalarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/3895)

17.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, bir soru önergesine verilen cevaba ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/3896)

18.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, TOKİ’nin milletvekili lojmanları arsası üzerindeki ihalesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3911)

19.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, engellilerin istihdamına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı  Faruk Çelik’in cevabı (7/3914)

20.- Yozgat Milletvekili Mehmet Ekici’nin, Yozgat’taki belediyelere ve İl Özel İdaresine vergi gelirinden verilen paya ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3935)

21.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, Kahramanmaraş Belediyesinin belirlediği katı atık depolama alanına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/3943)

22.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, TRT Genel Müdürünün İngiltere’de katıldığı bir toplantıya ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/3959)

23.- Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, bir öğretmenin türbanlı görev yaptığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/3963)

24.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, Ankara’nın şebeke suyu ile ilgili açıklamasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/4020)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.04’te açılarak dört oturum yaptı.

 

İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen, bir traktör fabrikasında meydana gelen olaylara,

Konya Milletvekili Orhan Erdem, Nasrettin Hoca’nın doğumunun 800’üncü yıl dönümüne ve 49’uncu Akşehir Uluslararası Nasrettin Hoca Festivali’ne,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Mersin’in sanayisi ve sanayi esnafının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan cevap verdi.

 

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, gündem dışı söz alan milletvekillerinin söz aldıkları konuda konuşmaları gerektiğine ilişkin bir konuşma yaptı.

 

İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş tarafından bazı ifadelerinin çarpıtıldığı gerekçesiyle bir açıklamada bulundu.

 

Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/704) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sorunun geri verildiği bildirildi.

 

Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 19 milletvekilinin, 12 Eylül müdahalesinin nedenlerinin, boyutlarının ve etkilerinin (10/238),

Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz ve 28 milletvekilinin, Isparta’daki gül üretimi ve bu sektörde yaşanan sorunların (10/239),

Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul ve 19 milletvekilinin, Aksaray ilinin sorunlarının (10/240),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Hırvatistan Parlamentosu Dış Politika Komitesinin, TBMM Dışişleri Komisyonunu Hırvatistan’a davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/568) (S. Sayısı: 223 ve 223’e 1’inci ek) görüşmeleri tamamlanarak;

 

2’nci sırasında bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hayvan Sağlığı ve Karantina Konusunda İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın (1/366) (S. Sayısı: 241) görüşmelerini müteakiben yapılan açık oylamadan sonra,

Kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

 

3’üncü sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış olan Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/554) (S. Sayısı: 249) görüşmelerine başlanılarak tümü üzerinde bir süre görüşüldü.

 

8 Temmuz 2008 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 19.48’de son verildi.

 

 

 

Eyyüp Cenap GÜLPINAR

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

Murat ÖZKAN

 

Konya

 

Giresun

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

No.: 181

II.- GELEN KÂĞITLAR

4 Temmuz 2008 Cuma

Teklif

1.- Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı ve 2 Milletvekilinin; Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/297) (Plan ve Bütçe ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 3.7.2008)

 

 

 

No.: 182

8 Temmuz 2008 Salı

Tasarılar

1.- Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/623) (Plan ve Bütçe ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.6.2008)

2.- Türk Standartları Enstitüsü Kuruluş Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/624) (Plan ve Bütçe; Avrupa Birliği Uyum ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.7.2008)

3.- Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/625) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 2.7.2008)

Teklif

1.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın; Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/298) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.6.2008)

Rapor

1.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (Dağıtma tarihi: 8.7.2008) (GÜNDEME)

 

8 Temmuz 2008 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

İlk söz Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmeler hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’na aittir.

Sayın milletvekilleri, lütfen biraz daha sessiz olursanız konuşmacıyı daha rahat dinleyebileceğiz.

Buyurunuz Sayın Hacaloğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlarım; AB’yle müzakereler sürecine başladığımızdan bugüne beş yıl geçti. Bizle beraber Hırvatistan da müzakerelere başladı. Otuz beş başlık üzerinde -fasıl, yani konu üzerinde- müzakereler sürecek. Bu aradan geçen üç yıl içinde sadece altı başlık fiilen açıldı. Bir başlıkta müzakereler tamamlanıp kapandı. Beş başlıkta devam ediyor ve bu sene de iki başlık açılması bekleniliyor. Hırvatistan ise neredeyse bu süreci yarıladı. Biz, âdeta bir adım atıyoruz, iki geri adım atıyoruz, âdeta akıntıya kürek çeker gibi bir hâl içindeyiz. Yürümüyor. Neden yürümüyor? İster görünüyoruz ama gerçekten ne yapmak istediğimiz konusunda kararsızız ve onun ötesinde, gerçekten, somut, müspet adımlar atılabilmesinin önünü iktidar olarak bizzat biz, Hükûmet tıkamakta.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, müzakere sürecinin Türkiye’nin bir projesi olması gerekiyor. O bağlamda iktidarıyla muhalefetiyle hep beraber bu konuda ciddi bir ortak mücadele gerekiyor. Avrupa ülkelerinin çok büyük bölümü -şu anda Hırvatistan, Slovakya ve diğerleri, Portekiz, İspanya- bu müzakereleri yaparlarken, hâlen yapılırken, muhalefet ile iş birliği içinde, müzakere pozisyon belgesi denilen yani müzakereler her bir fasılda başlarken müzakerenin nasıl sürdürüleceğine ilişkin strateji belgesini muhalefetle paylaşıyorlar ve bir ortak mutabakat içinde kendi ulusal politikalarını sürdürüyorlar. Bizde ise -burada, aramızda AKP’den Uyum Komisyonunda olduğum arkadaşlarım var, diğer arkadaşlarımız var, Dışişleri Komisyonundan var- şu anda Türkiye’de gerek bu Meclis çatısı altında gerekse bu konuyla ilgili kesimler arasında sadece ve sadece iktidarın istediği kişiler bu belgeleri görebiliyor. Ne parti olarak ne de Cumhuriyet Halk Partisine mensup milletvekilleri olarak biz, verilmiş olan müzakere pozisyon belgelerinin hiçbirini görmedik. Soruyorum Hükûmete: Neyi kaçırıyorsunuz? Yani gizli bir iş mi yapıyorsunuz? Eninde sonunda bunlar ortaya çıkmayacak mı? Şimdi daha işin başındayız. Belki, “kritik bir konu yok” diyebilirsiniz ama yolun engebeli olduğunu hepimiz biliyoruz.

Geçenlerde Brüksel’de Avrupa Parlamentosu Karma Komisyon toplantısında Sayın Lagendijk, diğer arkadaşlar ve Sayın Başmüzakereci Dışişleri Bakanımız Babacan, kendisinden rica ettim “Lütfen, bu müzakere pozisyon belgelerini muhalefete verin, biz de görelim.” dedim. Ne dedi bilir misiniz? Değerli arkadaşlarım, lütfen dikkatinizi çekiyorum, Sayın Babacan dedi ki: “Sayın Hacaloğlu vermek isterim ama müsaade etmiyorlar, veremiyoruz.”

Yani Türkiye bu kadar onursuz mu? Bu kadar teslimiyetçi, bu kadar kişiliksiz bir müzakere süreci olabilir mi? Gerçekten ben utandım, o söylediği, verdiği yanıt karşısında. Bu konuyu Meclis Başkanlığına soru önergesi olarak verdim. Meclis Başkanlığı, uzundur dedi, şöyle dedi, böyle dedi, geri gönderdi.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Parlamentosu, biliyorsunuz geçenlerde bir karar aldı, Türkiye raporu yayınladı. Bu raporda “Ergenekon cinayet çetesini hızla, derhâl çökertin.” dedi. Tabii, Türkiye’de bütün Hizbullah çeteleri, bütün derin devlet çeteleri, bütün faili meçhul cinayetlere katılmış olan çetelerin hepsi çözümlensin. Türkiye’de faili meçhul cinayet kalmasın. Ama gerçekten Avrupa Parlamentosunun raporunda, onu okuyunca, ben hangi cinayetten bahsediyor diye gerçekten kendi kendime düşündüm. Ama sonra anlaşıldı ki bahsedilen cinayet Kuddusi Okkır’ın cezaevinde ölümüne üç gün kalaya kadar bekletilip, sonra, üç gün sonra ailesinin, eline cesedinin verilmesi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

Değerli arkadaşlarım, bunu niye ifade ediyorum: Türkiye ile ilgili her türlü konuda ileri geri taleplerde bulunan Avrupa Parlamentosundan şimdi bu cinayete ilişkin tepki bekliyorum. Bu cinayet, esasında, özünde demokrasimizin ayıbıdır, hukuk devletimizin ayıbıdır ve Adalet Bakanının ayıbıdır. Adalet Bakanının derhâl istifa etmesini istiyorum. Bu açıklığa çıkmalıdır. Böylesine bir süreç içinde Kopenhag Kriterleri çerçevesi içinde hukuk devletinin kurulmasını, oluşumunu bizden bekleyen, etkin işlemesini bekleyen Avrupa Parlamentosunun, Avrupa Birliğinin karşısında ne yazık ki bugün bırakınız hukuk devletini, bırakınız kanun devletini, bırakınız polis devletini, bugün Türkiye’de keyfî devlet var. Bunun bu şekilde süremeyeceğini hepimiz biliyoruz, halkımız bunun hesabını soracaktır değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -  Teşekkür ediyoruz Sayın Hacaloğlu.

Gündem dışı ikinci söz, 2001 yılında gözaltına alınan ve bugüne kadar haber alınamayan bazı kişiler hakkında söz isteyen Muş Milletvekili Sırrı Sakık’a aittir.

Buyurunuz Sayın Sakık. (DTP sıralarından alkışlar)

2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, 2001 yılında gözaltına alınan ve bugüne kadar haber alınamayan bazı kişilerin akıbetlerine ilişkin gündem dışı konuşması

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de, 2001 yılında gözaltına alınıp ve bugüne kadar akıbetleriyle ilgili herhangi bir bilgiye ulaşılmayan dönemin HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ve İlçe Yöneticisi Ebubekir Deniz’le ilgili gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Sayın Başkanı, Divanı ve siz değerli arkadaşları saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, evet, ne yazık ki her gün acı olaylarla bu ülke yüz yüze geliyor. Ben bu kürsüden birkaç kez Çalışma Bakanımıza seslendim. Tuzla’da olaylar oluyor, insanlar yaşamını yitiriyor, hiç olmazsa örgütlü bir yapı var, bu insanlar seslerini dünyanın dört bir yanına, Parlamentoya duyurabiliyorlar, ama ne yazık ki, inşaat sektöründe, benim seçim bölgemde -bir yarım saat önce- bugüne kadar beş altı ay içerisinde 5 tane cenaze gönderdik. Yarım saat önce… TOKİ’de çalışıyorlar, ya çalışınca emeklerinin karşılığını alamıyorlar veyahut da çalışırken can güvenlikleri yok, yaşamlarını yitiriyorlar. Bu nasıl bir sosyal devlet? Hep söylüyoruz, ama hiçbir ses seda yok. Yani bu insanlar mağdur, bu insanlar Anadolu’nun dört bir yanından buraya çıkıp geliyorlar 40-50 milyon lira için ve yaşamlarını yitirerek gidiyorlar. Ben, bu noktada Bakanımızın tekrar duyarlı olabileceğini, Parlamentonun da bu konuda duyarlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlar, 2001 yılında dönemin HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ve İlçe Yöneticisi Ebubekir Deniz, Silopi’de örgütlenirken dönemin Jandarma Alay Komutanı tarafından tehdit edilerek ilçe örgütlerinin oluşmaması için sürekli baskı altında tutulurlar. Bunlar baskılara boyun eğmezler, ilçe teşkilatını örgütlerler ve arkasından bunlar jandarmaya çağrılır. Jandarmaya çağrılan bu iki vatandaşımızdan hâlen bir haber alınamıyor. Onlar 2001’den bugüne kadar, bütün başvurularımıza rağmen… Bu konuda, Sayın Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı, dönemin Başbakanı, yargı, her alanda bu şahsiyetlerle ilgili başvurularımız oldu. Bunlar gencecik, bu ülkenin insanlarıydı. Belki bugün, yaşamış olsaydılar, Parlamento grubunda olacaktılar, ama hiçbir dönem (Muş Milletvekili Sırrı Sakık, konuşması sırasında, üzerinde 2 kişiye ait resim bulunan bir afişi hatip kürsüsünün önüne yapıştırdı) bunların faillerinin araştırılması kimsenin aklından geçmedi. Şimdi, niye bugün? Bugün Ergenekon olayı tartışılıp konuşuluyor. Ergenekon’da, o dönem Jandarma Alay Komutanı olan Levent Ersöz

HASAN ANĞI (KONYA) – Pankart asma!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Niye rahatsız oluyorsunuz? Bu insanlar bu ülkenin vatandaşları değil mi?

HASAN ANĞI (KONYA) – Doğru değil!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Niye rahatsız oluyorsunuz? Hani demokrattınız? Hani çetelerden hesap soruyordunuz?

MAHMUT ESAT GÜVEN (Kars) – Öyle bir usul yok!

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen…

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bu insanlar bu ülkenin vatandaşı. Bir ülkenin, bir cumhuriyetin namusu, adaleti ve şerefidir. Eğer bu adalete, şerefe sahip çıkamıyorsanız demokrasiden bahsedemezsiniz. Bu insanlar gözaltına alındılar ve hâlen kayıp. Niye tepki gösteriyorsunuz?

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Burası pano değil!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Burası, evet… Bu ülkenin insanları… Siz bu kadar demokratsınız! Onun için…

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Pano değil orası!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bu kadar demokratsınız! Biliyor musunuz…

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sen bu kürsüde onları buraya asamazsın.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bu insanlar, bu ülkenin vatandaşları. Bunlar kayboldular.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Önce kendini düzelt, burası Meclis.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Burası pano değil…

AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR (Konya) – Sayın Başkan, asamaz buraya.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, daha sakin dinleyiniz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – … ve faili meçhul cinayetler işlendi bu ülkede.

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen, daha sakin, Genel Kurula hitap ediniz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan kaldırtın onu.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Şimdi, Türkiye halkı AKP’nin ne kadar demokrat olduğunu görmeli. Çıkıp hamasi nutuklar atmamalısınız.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkanım, ne yazıyor orada?

BAŞKAN – Lütfen, sakin olunuz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Atmamalısınız, evet… Şimdi, siz hamasi nutuklar atarak bu demokrasiyi inşa edemezsiniz.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan, idare amirlerini çağırıp kaldırtın onu.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Ayıp denen bir şey var.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ayıp denen şey… Siz ayıp ediyorsunuz. Burası halkın kürsüsüdür, burası çetecilerin kürsüsü değil. Evet, burası, bu halkın kürsüsüdür.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Ayıp denen bir şey var ya!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ayıp, sana ayıptır be! Sen demokrat değilsin!

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Kaldır bu militanları buradan!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Kaldıramazsın sen!

BENGİ YILDIZ (Batman) – Bizim partimizin üyeleri, militan değiller!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Asıl militan sizsiniz!

BENGİ YILDIZ (Batman) – Militan değil, sen militansın!

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Evet, biz bu milletin militanıyız!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bakın, Ergenekon çeteleri bunları katletti. Bugün eğer “Ergenekon” denilen bir şey varsa, Ergenekon geçmişte Kürt coğrafyasında yaptığı…

SONER AKSOY (Kütahya) – Sayın Başkan, asılı duruyor, lütfen!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Lütfen…

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen kaldırınız.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Sayın Başkan, tamam.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

SONER AKSOY (Kütahya) – İlan tahtası mı burası!

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Dilediğin kadar konuş. Biz de seninle beraberiz Ergenekon’a karşı! Burası militanların yeri değil, milletvekillerinin kürsüsü!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Peki, bu insanlar bu ülkenin vatandaşları değil mi! Ya sizin ilçe başkanınız olmuş olsaydı ne yapardınız! Sizin vatandaşınız olsaydı…

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Bizim vatandaşımız onlar! Onlar bizim vatandaşımız!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Peki, niye tepki gösteriyorsunuz! Bakın…

BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayınız.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bakın, Sayın Başkan…

BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayınız.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ben ama…

BAŞKAN - Lütfen Genel Kurula dönünüz.

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, kürsüden bölücülük yapıyor, “Sizin vatandaşınız olsaydı” diyor…

BAŞKAN – Lütfen…

SIRRI SAKIK (Devamla) – Özür diliyorum. Bizim vatandaşımız…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sözünüzü geri alın!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Geri alıyorum. Özür diliyorum, ben böyle bir şey kastetmedim. Sizin partiliniz olsaydı ne yapardınız!

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Burada özür dileyeceğin işi yapma!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Evet, bizim vatandaşımız.

Şimdi, sevgili kardeşlerim, çok fazla bağırmanıza gerek yok.

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sen bağırıyorsun!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Siz tepki gösteriyorsunuz! Bakın, siz tepki gösteriyorsunuz!

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Şov yapmadan konuş, dilediğin kadar konuş!

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ben sizden müsaade alarak konuşmayacağım. Ben inançlarımı hayatın her alanında söylerim. Bir tek, bizim mal varlığımız onurumuzdur. Onurumuzu kimseye çiğnetmeyiz. Bu insanların hukukunu savunmak hem ahlakidir hem vicdanidir hem de İslamidir. Hangisine inanıyorsanız ona göre karar vereceksiniz!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Başkanım, lütfen, özür diliyorum, bitiremedim.

SONER AKSOY (Kütahya) – Ee, şov yaparsan böyle olur!

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – İstediğin kadar savun ama şov yapma!

BAŞKAN – Ek süreniz de tamamlandı. Çok teşekkür ediyoruz efendim.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Sayın Başkanım, ben dramımı anlatamadım. Arkadaşlarım bu konudan rahatsız.

BAŞKAN – Yeterince açıklık kazandı Sayın Sakık. Çok teşekkür ediyoruz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Son birkaç dakika rica ediyorum.

BAŞKAN – Çok teşekkür ediyoruz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ama bu çok haksız bir uygulama.

BAŞKAN – Haksız değil efendim. Lütfen yerinize geçiniz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bir yandan demokrasiden, özgürlüklerden bahsedeceğiz, bir taraftan mağdur olan, katledilen iki insanın katlini buraya getirmek bile sizler tarafından hoşgörüyle karşılanmıyorsa…

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen yerinize geçiniz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – … nasıl demokrasiyi inşa edeceğiz? Ben bunu Türkiye halkının vicdanına bırakıyorum. Biliniz, işte, çıkıp kimlerin Ergenekon’lara sahip çıktığının bir göstergesidir.

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ergenekon’ların size ucu dokunduğu zaman zaten sesiniz çıkıyor.

BAŞKAN – Sayın Sakık, böyle yaparsanız kürsü işgaline giriyor. Lütfen, yerinize geçiniz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ama halka ucu dokunduğu zaman sesiniz hiç çıkmadı. Bir taneniz çıkıyor, bunların avukatlığını yapıyor. İkinci avukatlık da size helal olsun.

Teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

SONER AKSOY (Kütahya) – Biz ayrım yapmıyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Gündem dışı üçüncü söz, Sakarya’nın karşı karşıya bırakıldığı acil sorunlar hakkında söz isteyen Sakarya Milletvekili Münir Kutluata’ya aittir.

Buyurunuz Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Sakarya Milletvekili Münir Kutluata’nın, Sakarya ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sakarya’nın aciliyet kazanmış sorunları hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Sakarya coğrafi konumu, doğal kaynaklarının zenginliği, çeşitliliği ve çalışkan insan yapısı özellikleriyle Türkiye'nin en şanslı illerinin başında gelir. Ancak aynı Sakarya altı yıllık uygulamalar sonucu içine düşürüldüğü durum açısından da maalesef ülkemizin en şanssız illeri arasındadır. Sakarya’da yaşanan aciliyet kazanmış, dayanılmaz hâle gelmiş birçok sorun Türkiye'nin sorunlarıyla aşağı yukarı aynıdır. Dolayısıyla, bu sorunlara baktığımız zaman sorunların kaynağının ülkenin iyi yönetilmemesi olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan, Sakarya’nın özel konumundan kaynaklanan bazı sorunlar var. Sakarya’da yerel yönetimlerin iyi işlememesinden kaynaklanan ilave bazı farklı sorunlarla karşı karşıyayız. Birçok zeminde farklı zamanlarda ifade ettiğimiz bu sorunları bugün milletimizin karşısında bir kez daha Hükûmetin dikkatlerine sunmakta fayda görmüş bulunuyorum. O bakımdan, Sakarya ile ilgili sorunların bundan böyle biraz daha yakından ilgi görmesini bekleyerek sözlerime devam ediyorum.

Bilindiği gibi, Milliyetçi Hareket Partisinin Sakarya’ya çok özel bir ilgisi vardır. Bu ilgi, 1999 yılında yaşanan Marmara deprem afetiyle doğmuş bir ilgidir. O günün hükûmet ortağı olan ve başında bulunduğu bakanlıklar itibarıyla Sakarya’ya hizmet götürmekte ön saflarda olan Milliyetçi Hareket Partisi -can kayıplarımız için yapacak bir şeyimiz yok, onlara Allah’tan bu vesileyle rahmet diliyorum ancak- bütün depremzedeleri önce geçici konutlara, sonra sabit konutlara taşımak suretiyle Sakarya’nın imdadına yetişmiş ve Sakarya’nın bütün altyapısını yenilemek suretiyle depremin olumsuz etkilerini büyük oranda ortadan kaldırmıştır.

Bugün bu kazanımlardan geri dönülmekte olduğunu görüyoruz. 70 bin nüfuslu, yeni ve sağlam zeminli yeni yerleşim alanından tekrar, Adapazarı’na, yıkılan Adapazarı’na dönüşün hızlandığını görüyoruz. Bu hızlanmada, Sakarya’da dört yeni ilçe açılırken bu yeni ve sağlam zeminli bölgenin ilçe yapılmaması büyük oranda rol oynamış, cazibe özelliğini kaybetmiş, şimdi insanlarımız geriye dönüşe başlamışlardır ve Sakarya’da (Adapazarı’nda) yeniden kat artışı konusu gündeme gelmiştir. Adapazarı’nda hâlâ prefabrik okullarda eğitim sürmektedir ve deprem kredisi alan vatandaşlarımız kredilerini ödeyemedikleri için artan faizleri dolayısıyla yeni kredi de alamaz duruma gelmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, Sakarya’da bu geri dönüşle ilgili sorunların dışında, Türkiye genelinde yaşanan diğer sorunları Sakarya bütün olumsuzluklarıyla yaşamaktadır. Sakarya’da, iş yerleri işçi çıkarmakta, esnaf iş yeri kapatmakta ve işsizlik büyük oranda artmaktadır. Diğer taraftan, Türkiye’nin en verimli topraklarına sahip olan Sakarya çiftçisi, şu anda yabancı bankalara olan borçlarıyla boğuşur duruma düşürülmüştür. Türkiye’nin tamamında olduğu gibi Sakarya’da da çiftçi, tarlasını ekemez,

ürününü büyütemez, büyütürse satamaz hâle gelmiş bulunmaktadır. Bu çerçevede, yabancı bankalar devreye girmekte ve Sakaryalının toprakları her nedense yabancı bankalar tarafından kredilendirilmekte ve ipotek altına alınmaktadır.

Bu arada, yine, Türkiye’nin diğer bölgelerinde, Karadeniz Bölgesi’nin diğer fındık bölgelerinde yaşanan sorun, Sakarya’da fındık sorunu olarak, fındık üreticisinin sorunu olarak bütün hızıyla yaşanmaktadır. Hasat döneminin başlamasına üç hafta kalmış olmasına rağmen, Sakarya’da şu anda -bütün Türkiye’de olduğu gibi- fiyatlar belirtilmiş değildir, açıklanmış değildir. Çiftçi ne yapacağını bilememekte ve yüksek faizlerle yeniden borçlanmaya devam etmektedir.

Sakarya’da çok ciddi çevre sorunları yaşanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – “Sakarya’nın suları” diye adlandırabileceğimiz bu sorunlar: Sapanca Gölü’nün kolektörünün göle atık su vermesi, foseptiğin göle ve Sakarya’nın içme suyuna karışması, Sakarya Nehri’nin kirlenmesi ve özellikle, Sakarya’nın üçüncü önemli suyu olan Melen suyunun İstanbul’a alınması sonucu Melen Nehri’nin su seviyesinin düşmesi sonunda deniz suyunun nehir kanalına girmesinin sonunda Sakarya Melen Nehri’nde deniz suyu akar hâle gelmiş, balıkçıların ağlarına deniz anaları takılır hâle gelmiştir. Bu suyu sulama suyu olarak kullanan köylülerin tarlaları, ekinleri yanmakta, fındık bahçeleri yanmaktadır. Melen suyunun İstanbul’a taşınması sonucu, yapılmakta olan barajın altında kalacak olan Ortaköy beldesine henüz bir yerleşim alanı gösterilemediği için köylü orada eli kolu bağlı durmaktadır.

Bir başka çevre sorunu olarak, Sakarya Karasu Belediyesinin mücavir alanını deniz kenarında doğuya ve batıya beşer kilometre genişletmesi sonucu, hiç de orada şehirleşme olmamasına rağmen bir sahil yağmasının başlamakta olduğunu görüyoruz ve bu maalesef yasal sürecini tamamlamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kutluata, lütfen teşekkür ediniz.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Bu kısa sürede ancak bu kadarını sığdırabildim. Hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kutluata.

Sayın milletvekilleri, şimdi gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- TBMM Başkanlığınca, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunun, (2/273) esas numaralı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile (2/297) esas numaralı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin tali komisyon olarak kendisine havale edilmesine ilişkin tezkeresi (3/493)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunun (2/273) esas numaralı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile (2/297) esas numaralı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin İç Tüzük’ün 34’üncü maddesinin üçüncü fıkrası gereğince kendisine tali olarak havale edilmesine ilişkin istemi Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunca da uygun bulunduğundan bu istem İç Tüzük’ün 34’üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca Başkanlığımızca yerine getirilmiştir.

Bilgilerinize sunulur.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ve çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi ile Genel Kurulun 8/7/2008 ve 15/7/2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların ve diğer denetim konularının görüşülmemesine; 22/7/2008 ve 29/7/2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde ise bir saat sözlü sorulardan sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 9/7/2008, 16/7/2008, 23/7/2008 ve 30/7/2008 Çarşamba günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine; 96 sıra sayılı Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre Temel Kanun olarak görüşülmesine ve bölümlerinin ekte yer alan cetveldeki şekliyle olmasına ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu, 8.7.2008 Salı günü (bugün) toplanamadığından, TBMM İçtüzüğünün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                                          Nihat Ergün

                                                                                                     Kocaeli Milletvekili

                                                                                          AK PARTİ Grup Başkan Vekili

Öneri:

Genel Kurulun; 8.7.2008 ve 15.7.2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde Sözlü Soruların ve Diğer Denetim konularının görüşülmemesi, 22.7.2008 ve 29.7.2008 Salı günlerindeki birleşimlerinde ise 1 saat Sözlü Sorulardan sonra Diğer Denetim Konularının görüşülmeyerek, bu birleşimlerde Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesi,

9.7.2008, 16.7.2008, 23.7.2008 ve 30.7.2008 Çarşamba günlerindeki birleşimlerinde Sözlü Soruların görüşülmemesi,

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 137, 134, 70, 80, 130, 65, 62, 61 ve 45’inci sıralarında yer alan 264, 261, 236, 252, 257, 228, 222, 221 ve 96 sıra sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın 2, 4, 8, 9, 10, 11, 12, 13 ve 14 üncü sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;

Genel Kurulun

8, 15, 22 ve 29 Temmuz 2008 Salı günlerinde               15.00 – 20.00

9, 16, 23 ve 30 Temmuz 2008 Çarşamba günlerinde       13.00 – 20.00

10, 17, 24 ve 31 Temmuz 2008 Perşembe günlerinde      13.00 - 20.00

saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi,

96 Sıra Sayılı Türk Ticaret Kanunu Tasarısının, İç Tüzük’ün 91. maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekte yer alan cetveldeki şekliyle olması,

Önerilmiştir.

96 sıra Sayılı Türk Ticaret Kanunu Tasarısı (1/324)

Bölümler                            Bölüm Maddeleri                             Bölümdeki Madde Sayısı

I. Bölüm                       1 ila 30 uncu maddeler                                          30

2. Bölüm                      31 ila 60 ıncı maddeler                                          30

3. Bölüm                      61 ila 90 ıncı maddeler                                          30

4. Bölüm                      91 ila 120 nci maddeler                                         30

5. Bölüm                      121 ila 150 nci maddeler                                       30

6. Bölüm                      151 ila 180 inci maddeler                                      30

7. Bölüm                      181 ila 210 uncu maddeler                                    30

8. Bölüm                      211 ila 240 ıncı maddeler                                      30

9. Bölüm                      241 ila 270 inci maddeler                                      30

10. Bölüm                    271 ila 300 üncü maddeler                                    30

11. Bölüm                    301 ila 330 uncu maddeler                                    30

12. Bölüm                    331 ila 360 ıncı maddeler                                      30

13. Bölüm                    361 ila 390 ıncı maddeler                                      30

14. Bölüm                    391 ila 420 nci maddeler                                       30

15. Bölüm                    421 ila 450 nci maddeler                                       30

16. Bölüm                    451 ila 480 inci maddeler                                      30

17. Bölüm                    481 ila 510 uncu maddeler                                    30

18. Bölüm                    511 ila 540 ıncı maddeler                                      30

19. Bölüm                    541 ila 570 inci maddeler                                      30

20. Bölüm                    571 ila 600 üncü maddeler                                    30

21. Bölüm                    601 ila 630 uncu maddeler                                    30

22. Bölüm                    631 ila 660 ıncı maddeler                                      30

23. Bölüm                    661 ila 690 ıncı maddeler                                      30

24. Bölüm                    691 ila 720 nci maddeler                                       30

25. Bölüm                    721 ila 750 nci maddeler                                       30

26. Bölüm                    751 ila 780 inci maddeler                                      30

27. Bölüm                    781 ila 810 uncu maddeler                                    30

28. Bölüm                    811 ila 840 ıncı maddeler                                      30

29. Bölüm                    841 ila 870 inci maddeler                                      30

30. Bölüm                    871 ila 900 üncü maddeler                                    30

31. Bölüm                    901 ila 930 uncu maddeler                                    30

32. Bölüm                    931 ila 960 ıncı maddeler                                      30

33. Bölüm                    961 ila 990 ıncı maddeler                                      30

34. Bölüm                    991 ila 1020 nci maddeler                                     30

35. Bölüm                    1021 ila 1050  nci maddeler                                  30

36. Bölüm                    1051 ila 1080 inci maddeler                                  30

37. Bölüm                    1081 ila 1110 uncu maddeler                                30

38. Bölüm                    1111 ila  1140 ıncı maddeler                                 30

39. Bölüm                    1141 ila 1170 inci maddeler                                  30

40. Bölüm                    1171  ila 1200 üncü maddeler                               30

41. Bölüm                    1201 ila 1230 uncu maddeler                                30

42. Bölüm                    1231 ila 1260 ıncı maddeler                                  30

43. Bölüm                    1261 ila 1290 ıncı maddeler                                  30

44. Bölüm                    1291 ila 1320 nci maddeler                                   30

45. Bölüm                    1321 ila 1350 nci maddeler                                   30

46. Bölüm                    1351 ila 1380 inci maddeler                                  30

47. Bölüm                    1381 ila 1410 uncu maddeler                                30

48. Bölüm                    1411 ila 1440 ıncı maddeler                                  30

49. Bölüm                    1441 ila 1470 inci maddeler                                  30

50. Bölüm                    1471 ila 1500 üncü maddeler                                30

51. Bölüm                    1501 ila 1520 nci maddeler                                   20

52. Bölüm                    1521 ila 1535 inci maddeler

                                     (Geçici Madde 1, 2, 3, 4, 5 dâhil)                         20

BAŞKAN – Grup önerisinin aleyhinde, kurada çıkan İstanbul Milletvekili Hasan Macit ve Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli’ye sırasıyla söz vereceğim.

Sayın Macit, buyurunuz.

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden bu tarafa her hafta salı günleri Danışma Kurulu önerisi veyahut da iktidar partisinin önerisiyle karşı karşıyayız. Burada uzunca bir müzakereden sonra, ne yazık ki iktidar partisi oy çoğunluğuyla, getirdikleri önerileri Meclisten geçiriyorlar ve Meclisin gündemini getirdikleri önerileri doğrultusunda çalıştırıyorlar. Bu haklarıdır. Ama İç Tüzük’ümüze baktığımız zaman bir gerçek daha var. Bu gerçek şudur ki: Hükûmeti denetim mekanizmasından ustalıkla kaçırıyorlar.

Değerli arkadaşlar, İç Tüzük’ümüzün 98’inci maddesini hepiniz en az benim kadar biliyorsunuz ama ben bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyorum: “Sözlü soruların cevaplandırılması için; Anayasa, kanun ve İçtüzük gereği zorunluluklar hariç olmak üzere, -yani zorunluluklar hariç olmak üzere- haftanın en az iki gününde, birleşimin başında ve birer saatten az olmamak üzere görüşülür.” Yani 22 Temmuz 2007’den bu tarafa hep zorunluluk oluyor ki, çarşamba günleri sözlü soruları görüşemiyoruz veya görüşmüyoruz. Bundan şu anlaşılıyor: Bundan yürütmenin, yani Hükûmetin verilen sorular karşısında verilecek bir yanıtının olmadığı veyahut da denetim mekanizmasının işletilmek istenmediğinin bir göstergesidir. Biz buraya çıktığımız zaman, Danışma Kurulu veyahut da başka konularla ilgili düşüncelerimizi sizlerle paylaşırken de, ne yazık ki bizden sonra söz alan iktidar partisi sözcüsü arkadaşlarım burada bizi en ağır bir şekilde eleştiriyorlar.

Değerli arkadaşlar, eğer demokrasiyi işleteceksek, özgürlükler varsa, önce ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü getirilmesi gerekir. Siz burada, Meclis kürsüsünde bizim uyarılarımıza veyahut da bizim düşüncelerimize tahammül gösteremiyorsanız, o zaman dışarıdaki özgürlükler, demokrasiyle ilgili söylediğiniz sözler, söylemler, hepsi birer boş, içi boş olan söylemlerden ileriye gitmemektedir ne yazık ki.

Değerli arkadaşlar, bu, AKP Grubunun getirdiği öneride bir farklılık var. Daha önce de birer haftalık Meclisin gündemi dizayn ediliyordu, bu Danışma Kurulunda bu ayla ilgili tüm çalışmalar yazılmış. “Temmuz ayı içerisinde Meclisin çalışması gerekiyor.” deniliyor ve bu öneriyi tartışıyoruz.

Değerli arkadaşlar, buraya nereden geldik acaba, buna bir bakmak lazım. Sayın Başbakanın “Mahkeme kararı sonuçlanıncaya kadar Meclis çalışsın.” anlayışı ve dayatmasından böyle geliyor.

Değerli arkadaşlar, Meclisin çalışmasıyla ilgili bir zorunluluk veyahut da Türkiye’nin önünü açacak, işsizliği yok edecek –bugün çiftçi tarlasına gidemiyor, hasat zamanı traktörünün deposuna mazot koyup gidemiyor- onun sıkıntılarını çözecek yasal düzenlemeler veyahut da çözümlerle ilgili tartışmaların burada konuşulması değil, ama ne? AKP’yle ilgili açılan kapatma davası sonuçlanıncaya kadar. Ondan sonra da çalışalım, bizim Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatile gitmesiyle ilgili bir düşüncemiz yok, çalışmasından yanayız ama getirilen önerinin, söylenen biçimin yanlışlığını vurgulamak istiyoruz. Hani kuvvetler ayrılığı vardı? Hani yürütmenin, yasamanın, yargının ayrı ayrı, özerk, bağımsız karar verme yetkisi vardı? Bu yasamanın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışması veyahut da burada tartışılacak konular hep Sayın Başbakanın talimatları doğrultusunda ne yazık ki bu zamana kadar çıkarıldı, konuşuldu, düzenlendi; demek ki bundan sonra da düzenlenmeye devam edilecek, bu mahkeme sonuçlanıncaya kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışacak. Çalışsın, ama biraz önce söylediğim gibi Türkiye'nin önünü açacak, Türk halkının sıkıntılarını çözecek yasaları konuşalım.

Değerli arkadaşlar, Ardahan milletvekillerimiz var. İktidarın Ardahan’a gittiği var mı acaba? Ardahan’da 223 bin lira için esnaf kefalet kooperatifi dört yıldır kapalı. Koskoca bir ilin esnaf kefalet kooperatifine ilin esnafları 223 bin lirayı ödeyemediği için ne yazık ki bu kooperatif kapalı. Bunlar kredi falan istemiyorlar. Bunlar bazı bankaların bazı holdinglere alacakları basın yayın kuruluşları için verdikleri kredilerle ilgili ayrıcalık, ayrımcılık da istemiyorlar. Bunlar sadece bir yapılandırma istiyorlar. Bunlar sadece mevcut düzende bir taksitlendirme, kendilerinin ödeyebileceği ölçüde bir düzenleme istiyorlar.

Değerli arkadaşlar, bugün bir kişinin bile bu kadar az bir parayı çıkarabileceği bir yerde, koskoca ilin esnafları 223 bin lirayı ödeyemediği için ne yazık ki dört yıldır kapalı. Gelin, bunları konuşalım. Gelin, Türkiye’de en büyük sorun olan işsizliği konuşalım.

Değerli arkadaşlar, acaba Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamlarına, verilerine, araştırmalarına bakıyor muyuz? O verilerle ilgili Türkiye'nin içinde bulunduğu işsizlikle ilgili sorunlarını görüyor muyuz ve onlarla ilgili ne yapıyoruz? Bunları irdelememiz gerekir.

Hep, Sayın Başbakan “Nereden nereye geldik.” gibi bir söylem içerisinde. Evet, nereden nereye geldiğimiz Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerinde ne yazık ki görülüyor. Yani Devlet İstatistik Enstitüsünde işsizlik oranı 2002’de bugünkü rakamdan daha az. Yani 2002’de 21 milyon 354 bin insan istihdam edilirken -verilere göre- bugün 20 milyon 800 bin kişi istihdam ediliyor. Yani altı yıldır Türkiye'nin nüfusu yerinde saysa bile, Türkiye'nin nüfusu artmasa bile bugün istihdam edilen, çalışan nüfus Devlet İstatistik Enstitüsünde düşmüş.

Peki, 2002’den bu tarafa, altı yıl gibi bir süre içerisinde artan nüfus nerede? İktidar, altı yıllık iktidarı boyunca kaç kişiye iş buldu, istihdam buldu, aş buldu? Değerli arkadaşlar, bunları konuşalım. Lütfen, sanal ve suni gündemlerle ne Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini ne Türk halkının gündemini meşgul edelim.

2002’de işe katılım oranı yüzde 49,6 iken; 2006’da, 2007’de yüzde 46’ya düşmüş. Bugün, bağımsız araştırma kuruluşlarının yaptıkları araştırmalarda, yaptıkları tespitlerde Türk halkının birinci öncelikli sorunu işsizlik geliyor. Yani insanların bugün gündeminde başka bir konu yok, en büyük sorun işsizlik. Kapatma davası yok, Ergenekon davası yok ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarını çok fazla merak da etmiyorlar. Benim işsizlik sorunuma çözüm bulsunlar istiyorlar. E, bizim gündemimizde ne yazık ki işsizlik ve ekonomi yok.

Değerli arkadaşlar, temmuz ayındayız. Türkiye'nin çok büyük bir bölümünde insanlar hasat mevsimine girdi. Tarlalarında çalışıyorlar ama bir de bakıyoruz ki 3 YTL’yi geçen mazot fiyatlarıyla insanlarımız, traktörünün deposunu doldurup tarlaya gidemiyorlar. Bugün buğday hasadı…

Değerli arkadaşlar, Türkiye Toprak Mahsulleri Ofisinin, acaba, buğday fiyatıyla ilgili bir çalışması, bir fiyatı var mı? Avans fiyat açıklayabildi. Açıklanan avans fiyat ne yazık ki pazarda uygulanan fiyatları geriye çekti, düşürdü, o da çiftçinin aleyhine oldu. Bugün, daha bu yıl ithal ettiğimiz buğdaya ödenen parayı bile Türk çiftçisine ne yazık ki buğday fiyatı olarak veremeyen bir Hükûmetimiz var.

Değerli arkadaşlar, bunları konuşalım, bunları tartışalım, Türk halkı bizden bu konularla ilgili çözüm bulmamızı istiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

HASAN MACİT (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Gittiğimiz yörelerde en büyük sıkıntıları ekonomik sıkıntılar, işsizlik, yoksulluk. Acaba yaz döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatile çıkmaması ve çalıştırılmamasının altında iktidara mensup milletvekillerinin yörelerine gidememe kaygısı mı var diye de düşünmeden edemiyorum.

Bu önergenin aleyhindeyiz.

Hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Macit.

Önerge aleyhinde ikinci söz Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli’ye ait.

Buyurunuz Sayın İçli. (DSP sıralarından alkışlar)

H.TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum.

AKP grup önerisinin aleyhinde söz aldım. Biraz evvel söz alan Demokratik Sol Parti İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit’in açıklamalarını burada tekrarlamak istemiyorum. Değerli arkadaşım birçok konuya işaret etti.

Ben, aslında daha farklı bir konuya girmek istiyorum: Aslında Türkiye'nin gündeminin AKP Grubunun getirdiği gündem olmaması gerekir çünkü Türkiye bunları konuşmuyor bugün. Türkiye, ağırlıklı olarak hukuk konuşuyor, bir taraftan Anayasa Mahkemesinde görülmekte olan AKP kapatma davasını konuşuyor, bir taraftan örgüt olup olmadığı belli olmayan, mahkeme kararı da bulunmayan, adına da “Ergenekon” ismi takılan bir terör örgütü konuşuluyor. Bütün gazetelerde, bütün televizyonlarda gündem bu. Sayın Başbakanın açıklamaları var, Adalet Bakanının açıklamaları var, Başbakan Yardımcısının açıklamaları var ama ortada bir şey yok. Soruşturma gizli, gizlilik kararı alınmış ama gazetelerde zanlıların ifadeleriyle ilgili birtakım haberler çıkıyor.

Bugün, gelmeden biraz evvel, zanlıyken hastanede bilincini yitiren ve bu nedenle tahliye edildikten üç gün sonra ölen Kuddusi Okkır hakkında idari soruşturmanın başlatıldığına dair açıklamaları duydum Sayın Adalet Bakanından. Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek’ten de on üç aydır iddianamenin açılamamış olmasının nedenlerinin, onu eleştiren bazı hukukçuların Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 108’inci maddesini bilmemelerinden, zira tutuklu sanıkların bir ay içinde hâkim önüne çıkarıldığına ilişkin açıklamalarını duydum.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde on üç aydır iddianame tanzim edilmeden davası açılmamış başka bir örnek yoktur. Hatırlarsınız, 20 Mayıs tarihinde, Sayın Adalet Bakanının burada olmadığı bir dönemde rahmetli Kuddusi Okkır’ın eşinin yakarışlarını, ağlayışlarını yansıtan bir gazetemizin haberini okuyarak “F tipinde konuşamaz oldu” şeklinde, konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirmiştim. Bir hafta sonra Sayın Adalet Bakanı buradayken 27 Mayıs tarihinde, konuyu tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yüce Meclisin gündemine getirmiştim.

Bakın, ne demiştim o zaman: “Dünyanın hangi devletinde, hukuk devleti olduğu iddia edilen bir devlette, on bir aydır, on iki aydır bu Anayasa'nın biraz evvel okuduğum -ki 19’uncu maddesini okumuştum- hükmüne aykırı olarak tutuklanan sanıklar mahkeme önüne çıkarılmaz? Bakın, hukuk hepimize lazım. Yarın öbür gün ne olacağı belli değil. Benim dileğim şu, onları tutmak, savunmak anlamında söylemiyorum: Terörist de olsa, bölücü de olsa, tutuklanan kişilerin makul süre içinde yargılanmalarının yapılmaları bir gerekliliktir.” Ve Sayın Adalet Bakanı da arkamdaydı.

Değerli arkadaşlar, iddianame tanzim edilmedi. Ceza Muhakemeleri Kanunu’na göre, zanlı eğer öldüyse bir takipsizlik kararı verilecek. Bakın, yüzde 100 suçlu da olabilirdi rahmetli, olabilir; bu ancak yargılama sonucunda ortaya çıkabilirdi.

Peki, eşinin iddialarına göre sapasağlam hapishaneye giren bir tutuklunun, bir zanlının tedaviden mahrum edilmesi hangi insan haklarına sığabilir? Burada seslenmiştim yüce Meclise, yüce Meclis bu konuda karar verebilirdi. Hepimizin vicdani borcu vardır. Suçlu da olsa, hiçbir insan, insan haklarından olan tedavi hakkından mahrum kılınamaz. Hiçbir insan, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olmadığı sürece suçlu yerine konulamaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesi, adil yargılanma hakkı.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mızın 17’nci maddesinde, hiç kimseye işkence ve kötü muamele yapılamayacağına dair amir hüküm vardır.

Yine, Türk Ceza Kanunu’nun 94’üncü maddesinde, bakın, işkence ne şekilde tanımlanıyor: “Bir kimseye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlileri hakkında -ki bu işkence- üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezası verilir.” der. 95’inci maddenin 2’nci fıkrasında, eğer iyileşme olanağı bulunmazsa, bitkisel hayata girildiyse cezasının artırılması söylenir. 95’inci maddenin 4’üncü fıkrası ise “İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.” hükmünü taşımaktadır.

Bu, sadece ölenler için değil, daha zanlıyken, soruşturma aşamasında emniyetteki ifadesinin, savcılıktaki ifadesinin sızdırılarak, onlar daha yargılanmadan mahkûm yerine konulması sebebiyle de yapıldığı takdirde işkence suçunu oluşturmaktadır.

İdari soruşturma açılabilir. Cumhuriyet savcıları derhâl bu olayı bir suç duyurusu olarak kabul eder… Çok değerli cumhuriyet savcılarının derhâl soruşturma açması gerekir. Ama, bu, işin cezai yoludur.

Değerli arkadaşlarım, bir de işin siyasi bir boyutu vardır, siyasi boyutu da bu konuda Meclis soruşturması açılmasıdır.

Bakın, ben Sayın Adalet Bakanı buradayken bunu söyledim. Biz, çeteler araştırılmasın demiyoruz, bölücü örgütler, terör örgütleri araştırılmasın demiyoruz. Ama, Anayasa’mız bizim uymamız gereken kuralları belirtmiştir. Burada, her zaman insan haklarına saygı söz konusudur. Demokratik ülkelerde olmaması gereken olaylar, ne yazık ki, son dönemlerde ülkemizde yaşanmaktadır değerli arkadaşlarım.

Şimdi, Kuddusi Okkır öldü. Onun hakkında bir dava yok, sanık durumuna konulmamış. Ama, diğer zanlıların ifadelerine baktığımız zaman, neyle suçlandıklarını bilmiyorlar. Belgelere ulaşması engelleniyor. Peki, biz 2001’de Anayasa’yı değiştirdiysek, biz kanunlarımızı değiştirdiysek, neden bunu uygulaması gereken kişiler uygulamıyor ve biz neden onlara hesap soramıyoruz değerli arkadaşlarım? Türkiye’yi gazeteciler mi yönetiyor değerli arkadaşlarım?  “Türkiye Büyük Millet Meclisi, en yüce Meclis.” diyoruz burada. Gazetelerde herkesin boynuna bir yafta asılıyor. Biraz evvel burada konuşan bir değerli milletvekili arkadaşım burada bir pankart göstererek Ergenekon çetesinden bahsetmek suretiyle kendine göre birtakım insanları, görüşlerini ifade ederek savunmaya kalkıyor ama kim Ergenekon çete mensubu? Bizim bilme hakkımız yok mu? Yüce Meclisin bilme hakkı yok mu? Kimden korkuyoruz, kimden saklıyoruz? Bebeklerin bile inanmayacağı olayları gazetelerde, televizyonlarda okuyoruz. Bizi adam yerine koymuyorlar mı? Köşe yazarları mı Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil ediyor değerli arkadaşlar? Lütfen bunlara ses çıkartalım. Bu konuda bir genel görüşme açalım, bir Meclis soruşturması açalım. Bunu -Demokratik Sol Partinin grubu yok- Anayasa’mıza göre ve İç Tüzük’ümüze göre 20 milletvekili veyahut da grubu olan siyasi partiler ancak verebiliyor. AKP’li arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun; diğer arkadaşlar, lütfen… Eğer demokrasiden söz edeceksek bu konuda işin gereğini yapmak ancak yüce Meclisin görevidir. Eğer biz bu görevi yapmazsak birileri başka güçlerden medet umar ve krizin, kaosun çözümünü başka yerlerden beklemeye çalışırlar.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yargıya müdahale mi edelim?

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Darbeye filan davet ettiğim yok.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yargıya müdahale mi edelim?

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Ben “Yargıya müdahale edin.” de demiyorum. Yargının doğru işlemesi… On üç aydır iddianame tanzim edilemiyor. Bakın -zamanım yok- Anayasa’da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde “Hemen mahkeme önüne -bakın ‘dava’ diyor- çıkartılması lazım.” diyor. Makul süre…

Bakın, Öcalan davasında iddianame iki ay yedi günde Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı tarafından tanzim edilmiş. Suçu 90’lı yıllarda, 80’li yılların başından başlayıp yakalandığı 1999 yılına kadar gelmiş. İki ay yedi gün… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargılamanın Devlet Güvenlik Mahkemesinde yapıldığı nedeniyle bozdu biliyorsunuz. Sonra da Devlet Güvenlik Mahkemelerini bu yüce Meclis kaldırdı. Ağır ceza mahkemesi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın İçli.

Buyurunuz.

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Sayın Başkanım, tamamlıyorum.

İki ay yedi gün… On üç ay, on üç aydır…

Bir de şunu söyleyeyim: Bir insanı tutuklamak için kuvvetli deliller olması lazım. Eğer savcı kuvvetli delilerin olduğuna inanıyor, o hâkim de tutukluyorsa zaten deliller böyle toplanmıştır, öne konmuştur, karar verilmiştir. Bir kişiyi tutukladıktan sonra on üç aydır iddianame tanzim edememek ve iddianamenin CD ortamında sanıklara verileceğine dair basın toplantısı düzenlemek hukuk devletinde yoktur değerli arkadaşlarım.

Hepinize saygılar sunuyorum. Çok teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İçli.

Önergenin lehinde Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün.

Buyurunuz Sayın Ergün. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grup önerimizin lehinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, 24 Haziran tarihli Genel Kurulda, Genel Kurulun oyuyla 1 Temmuzda Meclisin tatile girmemesi ve çalışması kararı alınmıştı. Dolayısıyla o günden bugüne Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışıyor ve 1 Temmuzda tatile girmedi. Temmuzun hemen hemen üçte 1’ine yakın, dörtte 1’ini tamamladık ve temmuz ayı boyunca çalışmaları, çalışma saatlerini ve gündemi oluşturan bir grup önerisi getirdik.

Normalde bugüne kadarki çalışma saatlerimizi, arkadaşlarımızın alışageldikleri bir çalışma saati olarak değerlendirerek bu grup önerisini getirdik. Salı günleri temmuz sonuna kadar 15.00-20.00 saatleri arasında, çarşamba günleri 13.00-20.00 ve perşembe günleri de 13.00-20.00 saatleri arasında çalışalım diye bir önerimiz var.

Yine, gündemde olan kanun tasarı ve tekliflerini bir öncelik sırasına göre görüşelim ve en nihayetinde grupların üzerinde mutabık kaldığı Türk Ticaret Kanunu’nu da bu çalışma süresi içerisinde bitirelim düşüncesine sahibiz. Zaten bugün Elektrik Piyasası Kanunu’yla kaldığımız yerden devam edeceğiz. Aynı zamanda Lübnan’daki askerî birliğimizin Barış Gücündeki görevi 5 Eylülde tamamlanıyor, onun süresinin uzatılmasıyla ilgili bir Hükûmet tezkeresini bugün görüşeceğiz. Sırada olan diğer kanun tasarı ve tekliflerini de az önce arkadaşlarımız okudular. Bazı eleştiriler oldu denetim konularında bir aksama meydana geldiğine dair, âdeta denetim yapılması istenmediğine dair. Rakamlar, veriler öyle değil. Önümüzde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin dönem dönem çalışmalarını ortaya koyan tablolar var. Hem 22’nci Dönem itibarıyla hem de 23’üncü Dönemin bugüne kadarki zamanı itibarıyla geçmiş yıllara göre sözlü sorulara cevap verme oranı yüzde 20’lerdeyken, ortalama 15-20 arası bir yerdeyken, 22’nci Dönemde yüzde 43 oranında sözlü sorulara cevap verilmiş. 23’üncü Dönemin şimdiye kadarki döneminde de yüzde 43 oranında cevap verilmiş. Geçmiş dönemlerle mukayese edildiğinde daha fazla sözlü soruya cevap verilmiş olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda, araştırma önergeleri açısından da yüzde 15’lerde olan ortalama araştırma önergesinin kabul edilmesi ve araştırma komisyonu kurulması oranı, bu dönemde yüzde 15’lerden yüzde 23’lere çıkmış. Yine önümüzdeki süreçte, elbette bazı araştırma önergeleri de gündeme gelebilecektir ve diğer denetim konuları, soruşturma talebinde bulunmak, gensoru vermek gibi diğer denetim konuları ise elbette grupların kendi ellerinde olan bir meseledir. Soruşturulmasına gerek gördükleri konular olursa, gensoru verilmesine gerek gördükleri konular olursa elbette bunları verebileceklerdir.

Ama memnuniyet verici olan bir şey şu: Söz alan 2 değerli milletvekilimiz, daha önceki grup önerilerimizin lehinde söz alıp aleyhinde konuşurlardı, bu sefer gerçekten aleyhinde konuşmak üzere söz almış oldular. O, iyi bir istikamete gidiş olduğunu bize gösteriyor. Ama gene onun da eksik tarafı şu ki, özellikle bir arkadaşımız, grup önerisinin hiç yanından bile geçmedi, tamamen diğer konuları, bugün Türkiye’de medyada tartışılmakta olan diğer konuları gündeme getirmiş oldu. O konular hakkında bizim söyleyecek bir sözümüz yok mu? Elbette var. Var ama görülmekte olan davalarla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşme yapmayacağımıza dair Anayasa’nın 138’inci maddesindeki kurala uyuyoruz. Yoksa bu kürsüden görülmekte olan her davayla ilgili birçok şey söylemek mümkündür,  söyleyebiliriz de ama burada onun müzakeresini yapmak durumunda değiliz. O nedenle, değerli arkadaşlar, Türkiye'de yasalar vardır, kanun nizam vardır. Yasaların uygulanmasına itirazımız olabilir. Yasalar bazen idare tarafından, bazen yasama organının kendisi tarafından, bazen yargı organları tarafından farklı bir yoruma tabi tutulabilirler. Bizim de bunlara itirazımız olabilir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Süreç… Süreç…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Elbette, yasamanın da yürütmenin de yargının da hatalı işlemler yapabileceğini bir istisnai durum olarak kabul etmek mümkündür, ama o hataların da nasıl düzeltilebileceğinin Türkiye'de mekanizmaları vardır. O hatalar elbette düzeltilebilir, varsa cezaevinde birisinin ölümü, sağlık, tedavi hizmetlerinden yararlandırılmaması gibi bir yanlış işlenmişse bu yanlışın üzerine elbette ilgili makamlar gideceklerdir, gitmelidirler. Ama bunu, görülen davaların mahiyetiyle ilişkilendirmek doğru bir yaklaşım olmaz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Canını geri getirebilecek misiniz?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakan sorumlu kardeşim.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, her vatandaşın hakkını arayacak ilgili makam ve merci vardır ve vatandaşlarımızın hakları da aranmıştır, aranmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bugünkü grup önerimizle, az önce ifade etmiş olduğum konuları temmuz ayı boyunca konuşmak ve bu konularla ilgili de çalışma saatlerini belirlemek amacıyla bir grup önerisi verdik. Grup önerimizi destekleyeceğinizi umuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ  sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergün.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Grup önerisi lehinde, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli.

Buyurunuz Sayın Canikli. (AK PARTİ  sıralarından alkışlar)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; AK PARTİ grup önerisinin lehinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli Grup Başkan Vekili arkadaşımın da ifade ettiği gibi yine bu hafta veya bundan sonraki haftalarda Meclisimizin çalışma içeriği ve çalışma saatleriyle ilgili olarak AK PARTİ grup önerisi olarak karşınızdayız. Esasında, diğer gruplarla yapılan görüşmelerde ve bugüne kadar, özellikle son ayda çalışma saatleri konusunda bir mutabakat söz konusu ancak –saygı duyuyoruz elbette- bazı siyasi parti gruplarımızın ilkesel kararları çerçevesinde oy birliğiyle bir Danışma Kurulu kararı çıkmadı. Ama biz onların da görüşlerini alıyoruz hem Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışma konularının içeriğinin belirlenmesi ve hem de çalışma saatleriyle ilgili olarak. Önce bunu belirtmekte tekraren fayda var.

Değerli arkadaşlar, biraz önce bir konuşmacı arkadaşımız işsizlik ve istihdam rakamlarıyla ilgili bazı bilgiler verdi ve oradan yola çıkarak, o rakamlardan yola çıkarak, istihdam rakamlarıyla ilgili olarak 2002-2007, 2008 karşılaştırması yaptı ve iki dönem arasında istihdam edilenlerin sayısında bir azalma meydana geldiğini ifade etti. Tabii o rakama o şekilde baktığımız zaman görünen rakam o, yani, hakikaten, 2002 yılı TÜİK rakamlarına göre yaklaşık 21 milyon civarında bir istihdam gözüküyor; 2007 yılına veya 2008’e gelindiğinde küçük bir azalma gözüküyor. Esasında, bu gibi çok yüzeysel değerlendirmeler her zaman yanıltıcı olur, çoğu zaman yanıltıcı olur, hele çok önemli bir değerlendirme yapıyorsanız, önemli bir sonuca ulaşmak için bir değerlendirme yapıyorsanız, kuşkusuz, olayların, rakamların biraz daha detayına inmek lazım. Bu söylediğim kural, husus, biraz önce arkadaşımızın yaptığı değerlendirme için de geçerlidir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, 2002 yılı rakamlarına baktığımız zaman, burada, elbette tarımdaki istihdam rakamları da rakamın içerisinde, yani toplam istihdam olarak gözüken, çalışıyor gözüken rakamların içerisinde tarım kesiminde çalışıyor gözükenler de dâhildir 2002 yılında ve bu 2007 yılındaki rakamlarda da içindedir, dâhildir.

Tabii, iki dönem arasında, tarımda istihdam açısından bakıldığında bir fark var, o da yaklaşık 4,5-5 milyon civarında bir kopuş söz konusudur. 2002 yılında tarım kesiminde çalışan, çalışıyor gözüken ve istihdam rakamlarında yer alan yaklaşık 4,5-5 milyon civarında bir grup kişi 2008 rakamlarında yoktur. Aslında bu sorunun cevabı şudur: Yani, bu insanlar 2002 yılında da gerçekte çalışmıyorlardı. Tarımda istihdam ediliyor gözüküyorlardı, ancak istihdam edilmiyorlardı. Biz bunlara “gizli işsiz” diyoruz. Fakat istihdam rakamlarında yer aldığı için, rakamları düz olarak bu şekilde uyguladığınız zaman, arkadaşımızın yaptığı, bana göre, hatalı yorum ortaya çıkar. Doğru yorum şudur: Diğer kesimlerdeki istihdam değişimlerini, tarım dışı sektörlerdeki, kesimdeki istihdam değişimlerini bir tarafa bırakıyorum, sadece buradan yola çıkarak şu yorumu yapmak mümkündür: 2002 yılından bugüne kadar tarımda yaklaşık 4,5-5 milyon insan, aslında istihdamda gözüken ancak gizli işsiz olan insanlar istihdamdan kopmuştur, bunların yüzde 80’inden fazlasına tarım dışı sektörlerde istihdam imkânı sağlanmıştır, istihdam kapasitesi yaratılmıştır, oluşturulmuştur. Gerçek yorum budur, doğru değerlendirme budur değerli arkadaşlar. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum.

Şimdi diğer bir husus da şu: Elbette Türkiye Büyük Millet Meclisi son derece önemli konuları görüşüyor ve toplum hayatını, toplumumuzun önemli bir kesimini doğrudan ilgilendiren ve onların gelecekteki yaşam standartlarına olumlu anlamda katkı sağlayacak düzenlemeler yapıyor. Yani buradan Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı çalışmaları küçümsemek ve sanki Türkiye’nin, insanlarımızın geleceğini, refahını yakından ilgilendiren konuların dışında konular görüşülüyormuş veya tartışılıyormuş gibi bir hava oluşturmanın da çok anlamlı olmadığını düşünüyorum. Bakın, daha geçtiğimiz günlerde yerel yönetimlerle ilgili, onların gelir imkânlarını artıran ve ciddi anlamda rahatlamalarını sağlayacak, oradaki yatırımların ve dolayısıyla istihdamın artırılmasına katkı sağlayacak bir yasa tasarısı burada kabul edildi Mahalli İdareler Yasası’yla yaptığımız düzenlemeyle, değişiklikle.

Keza, bugünlerde, yine aynı kriterler kullanılarak önemli olduğuna inandığımız, hepimizi, herkesi, ülkemizi çok yakından ilgilendiren ve bir an önce bu düzenlemelerin yapılması gereken bir alanda, elektrik alanında, enerji alanında önemli bir kanun tasarısını görüşüyoruz; kim bunun önemsiz ve gereksiz olduğunu söyleyebilir, kim bunu hafife alabilir? Almaması gerekir. Bu tip ifadelerin doğru olmadığını düşünüyorum.

Keza, yine önümüzdeki günlerde -Meclis gündeminde var, sıraya alınmış durumda- KEY ödemeleriyle ilgili ve yaklaşık 4-4,5 milyar YTL civarında, özellikle de toplumun orta ve alt gelir grubunda bulunan insanlara aktarılacak olan ve daha önceki hükûmetler tarafından tahsil edilip ancak amacı dışında kullanılan ve biz geldiğimizde bulunmayan bir parayı, nemasıyla birlikte, yaklaşık 4-4,5 milyar YTL civarında bir rakamı ödeyeceğiz ve bununla ilgili yine önümüzdeki günlerde bir tasarı gelecek ve bunları konuşacağız.

En sonunda, Türk Ticaret Kanunu’yla ilgili o kapsamlı düzenlemeyi, değişikliği, yine diğer partilerimizin de mutabakatıyla, onlarla varılan mutabakat çerçevesinde görüşeceğiz.

Bunların önemsiz olduğu söylenebilir mi değerli arkadaşlar? Dolayısıyla, Meclisimiz, bu temmuz ayında da son derece önemli, gerekli konuları görüşüyor. Arkadaşlarımızın, bu yaz günlerinde, sıcak günlerde Mecliste bulunmalarının elbette karşılığı bu güzel şeylerdir, bunun ağırlığını hiç kimsenin azaltmaması gerekir.

Bu duygu ve düşüncelerle, grup önerimizin lehinde oy kullanacağımızı ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Canikli.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Tezkereler (Devam)

2.- Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/477)

                                                                                                                        25/6/2008

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)’ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29/5/2007 tarihli ve 892 sayılı Kararı ile 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

Türkiye, gerek UNIFIL kara harekâtına, gerek UNIFIL-Deniz Görev Gücü’ne yaptığı katkılarla, barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiş, böylece, gerek BM sistemi içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını ve sahip olduğu saygın konumun pekişmesini sağlamıştır. Türkiye’nin UNIFIL’e katılımı, bölgede barışı ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.

UNIFIL’in görev süresi 31 Ağustos 2008 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2008 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde BM Güvenlik Konseyi tarafından Ağustos ayı içinde bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.

Lübnan’daki siyasi ve güvenlik ortamının ülkedeki askerî unsurlarımızın görevlerini sürdürmeleri bakımından uygun olduğu düşünülmektedir.

Bu hususlar ışığında, Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki güvenlik koşulları da dikkate alınarak, BM Güvenlik Konseyi’nin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda, hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtına iştirak etmesi ve bu bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz ederim.

                                                                                                    Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                              Başbakan

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerinde İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre görüşme açacağım. Gruplara, Hükûmete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar için onar dakikadır.

Şimdi, İç Tüzük’ümüzde bulunmamasına rağmen, bu tür tezkerelerde bugüne kadar yapılan görüşmelerde yüce Meclisin aydınlatılmasını teminen Hükûmete görüşmelerin başlangıcında da kısa bir söz verme usulümüz hâline gelmiştir.

Şimdi Sayın Bakana soruyorum: Bir aydınlatma konuşması yapacak mısınız Sayın Gönül?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Evet.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Beş dakika kısa bir süre size vereceğim eğer uygun görürseniz.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi içtenlikle selamlıyor, saygılarımı sunuyorum.

Malumunuz olduğu üzere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı Kararı çerçevesinde Lübnan’da görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL’in genişletilmesi suretiyle oluşturulan kuvvete ülkemizin bir yıl süreyle katkıda bulunması Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 5 Eylül 2006 tarihinde yüce Meclisimiz tarafından kararlaştırılmıştı. Katkımızın süresi yüce Meclisimizin 29 Mayıs 2007 tarihli ve 892 sayılı Kararı ile 5 Eylül 2007 tarihi itibarıyla bir yıl daha uzatılmıştı. Bu çerçevede Türkiye Büyük Millet Meclisinin verdiği yetkinin süresi 5 Eylül 2008 tarihinde dolacaktır. Lübnan’daki durum muvacehesinde UNIFIL’e ihtiyaç devam etmekte ve UNIFIL  görev süresinin 31 Ağustos 2008 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş Milletler bünyesinde başlatılan çalışmaların ağustos ayı içinde tamamlanarak konuya ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının kabul edilmesi beklenmektedir. Yüce Meclisimizin çalışma programı göz önünde tutularak ülkemiz katkısının süresinin UNIFIL’inkine paralel olarak uzatılması için Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca yüce Meclisimizden şimdiden izin istemiş bulunuyoruz. Bu konuda sunulmuş bulunan tezkerenin gerekçesini arz etmek üzere huzurunuzdayım.

Malumunuz olduğu üzere Türkiye, 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı çerçevesinde UNIFIL’e katkıda bulunmaktadır. 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı çerçevesinde sağlanan katkı ciddi bir çalışma sonucu karara bağlanmıştır. Bölgede hüküm süren gerginlik ve ihtilafların olumsuz yansımalarını doğrudan hisseden Türkiye, sorunların diyalog ve uzlaşma yoluyla çözülmesini öncelik olarak görmüş, bu alanda aktif çaba içine girmiştir.

İstikrar ve güvenliğin tesis edilmesi ve korunması yönündeki uluslararası çabalara etkin destek vermeyi millî sorumluluğumuzun gereği olarak değerlendiriyoruz.

Bu mülahazalar ışığında, uluslararası meşruiyeti haiz olan, uluslararası toplumun ortak iradesini yansıtan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı Kararı’nda öngörülen amaçlar doğrultusunda Lübnan’da görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne katkıda bulunulması öngörülmüştür.

Bu meyanda,

1) Doğu Akdeniz’de devriye görevi yapan Deniz Görev Gücü için yeterli kuvvet tahsis edilmesi,

2) Taleplerin tek tek değerlendirilmesi kaydıyla dost ve müttefik ülkeler için deniz ve hava ulaşımı desteğinin sağlanması,

3) Lübnan ordusuna eğitim verilmesi,

4) Bölgede Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından icra edilecek insani yardım faaliyetlerinin gerektireceği, başta bu unsurların güvenliğini sağlayacak kuvvet koruma birlikleri olmak üzere hudut, şümul ve miktarı hükûmetçe belirlenecek askerî unsurlarının tahsisi; söz konusu kuvvetin, yukarıda belirtilen taahhütlerin dışında, bölgede, silahlı unsurların silahtan arındırılması dâhil hiçbir görevde kullanılmayacaklarının da karara bağlanmış olduğunu hatırlatmak isterim. Kısacası, bizim tahsis ettiğimiz güç asayişte kullanılmayacaktır.

Ben, çok kısa bir zaman kaldığı için, oradaki kuvvetimizin yaptığı sivil işleri de kısaca özetlemek istiyorum: Devletimiz 20 milyon dolar acil insani yardımda bulunmuştur. 10 milyon dolar eğitim ve sağlık projelerine harcanmıştır. 500 bin dolar çocuk parkı, sağlık projeleri; 20 milyon dolar Bağışlar Konferansı’nda verilmiş eğitim ve sağlık projeleridir. Bunların başında, ülkemiz Lübnan’da toplam 58 prefabrik okul, 2 prefabrik sağlık merkezi kuracağını ilan etmiş ve prefabrik okullardan 37 tanesi Lübnan’a gönderilmiş ve bunların 25 tanesinin inşaatı Lübnan makamlarının iş birliğiyle tamamlanmıştır. Ayrıca, 3 sağlık ocağı yapılmış, 1 de hastane inşaatı yürütülmektedir.

Şimdi, UNIFIL’e katkımız bugüne kadar, Deniz Görev Gücü iki hücum botuna düşmüştür. Daha evvel korvetti, hücum botunun daha faydalı olacağı görüldü ve iki hücum botuna düştü.

Sur şehrinin yakınında Eş Şaitiye kasabasında 261 personeliyle istihkâm ve inşaat birliğimiz konuşlanmıştır. Bunun yanında Lübnan’daki Nakura UNIFIL karargâhında 4, UNIFIL deniz görev gücü ve komuta gemisinde 1 subayımız görev yapmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi  tamamlayınız.

Buyurunuz.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Devamla) – Ayrıca, Mersin Limanı, 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’nda öngörülen amaçlar doğrultusunda dost ve müttefik ülkelerin istifadesine açılmış, Birleşmiş Milletler tarafından da, UNIFIL’e katılan ülkelerin kullanımı için, Mersin Limanı’mız tayin edilmiş bir liman olarak görevlendirilmiştir.

Hâlen İtalya’nın komutasında bulunan UNIFIL’de 13 bin civarında personel görev yapmakta olup Türkiye’yle beraber yirmi bir ülke UNIFIL’in kara birliklerine, altı ülke ise deniz birliklerine kuvvet katkısında bulunmaktadır. Kara birliklerine katkıda bulunan ülkeler: Belçika, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa, Gana, Guatemala, Macaristan, Hindistan, Endonezya, İrlanda, İtalya, Güney Kore, Lüksemburg, Malezya, Makedonya, Nepal, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Tanzanya. Deniz birliklerine katkıda bulunan ülkeler: Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, İspanya.

Tanzanya’nın bile Barış Gücüne katılması hâlinde Türkiye'nin katılmamasının nasıl sakil bir durum yaratacağını takdirlerinize sunuyorum.

Doğal kaynak zengini Hazar havzası, Orta Doğu ile dünya pazarları arasında doğal bir köprü görevi gören Türkiye, jeopolitik konumu nedeniyle özellikle Orta Doğu’nun yeniden yapılandırılmasının hız kazandığı şu günlerde izlenecek politikalara yön vermek ve alınacak uluslararası kararlarda söz sahibi olmak amacıyla yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmamalıdır ve kalmayacaktır.

Türkiye, altmış iki yıldır Birleşmiş Milletler, elli beş yıldır NATO üyesidir. Kore Harekâtı’yla başlayan uluslararası harekât vizyonumuz hâlen Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında Gürcistan, Lübnan ve Sudan’da, NATO şemsiyesi altında Kosova, Afganistan’da, Avrupa Birliği şemsiyesi altında Bosna-Hersek’te yürütülen barış ve desteklemeye katkımız devam etmektedir.

Ben okunan tezkereyi takdirlerinize saygıyla arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Gönül.

Başbakanlık tezkeresi üzerinde gruplar adına ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci’ye ait.

Buyurunuz Sayın Cebeci. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl süreyle UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresiyle ilgili olarak AK PARTİ Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz aldım. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Ülkemiz, cumhuriyetimizin kurulduğundan bu yana Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini dış politikamızın temel hedefi hâline getirmiş, dünyada ve bölgemizde barış ve güvenliğin sağlanması ve devam ettirilmesi için her zaman önemli katkılarda bulunmuştur.

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, saygın ve güçlü bir üyesi olduğumuz NATO ittifakı, Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecinde ilerleme konusunda kararlı ve bölgesinin en güçlü, en büyük ekonomik, siyasi ve askerî gücü olan ülkemizin, özelikle bölgemizde yaşanan gelişmelerden etkilenmemesi, bu gelişmeleri etkilememesi ve kendisini bu gelişmelerin dışında tutması mümkün değildir.

Üzülerek belirtmeliyim ki coğrafi olarak sınırında bulunduğumuz ve insanlarıyla çok güçlü tarihî ve kültürel bağlarımız olan Orta Doğu bölgesi, zengin yer altı kaynakları nedeniyle müreffeh bir gelecek potansiyeline sahip olmakla birlikte, yıllarca süren karışıklıklar, çatışma ve istikrarsızlık içindedir. Takdir edersiniz ki bizim bu bölgede ciddi bir sorumluluğumuz vardır. Bu sorumluluklarımızı yerine getirmemiz, bölgedeki ve dünyadaki gücümüzü ve saygınlığımızı artırmıştır, bundan sonra da artıracaktır.

Bu temel çerçevede sizlere son birkaç yıl içerisinde Lübnan’daki gelişmelerle ilgili çok kısa bir bilgi sunmak istiyorum: 12 Temmuz 2006 günü Hizbullahın roket saldırıları ve İsrail topraklarına girerek düzenledikleri operasyonda 8 İsrail askerinin öldürülmesi ve 2’sinin kaçırılması, biraz da o dönemde Gazze’deki olaylar nedeniyle bölgede yaşanmakta olan krizin kapsam ve boyutu genişlemiş ve geçmişte bu tarzdaki saldırılarda yalnızca Hizbullahı hedef alan İsrail, bu defa saldırılardan Lübnan Hükûmetini sorumlu tutarak Hizbullah saldırısına gerçekten orantısız bir ağırlıkla karşılık vermiştir. İsrail, Lübnan’ı havadan, karadan ve denizden kuşatmış, güney Lübnan ve Beyrut’ta özellikle Şiilerin bulunduğu güney mahalleleri bombalanmış, havaalanları ve deniz limanları bombalanmış ve bu saldırılarda 12 Temmuz 2006 tarihinden ateşkesin ilan edildiği 14 Ağustos 2006 tarihine kadar yaklaşık 1.200 Lübnan vatandaşı maalesef hayatını kaybetmiştir. Öte yandan, bu çatışmalar sırasında Hizbullah, İsrail’e üç bin beş yüze yakın roket ve havan mermisi atmış ve bu çatışmalarda da maalesef, yine 154 İsrail vatandaşı hayatını kaybetmiştir.

Lübnan meselesi ilk olarak 14 Temmuz 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde ele alınmış, yapılan müzakereler uzun bir zaman almış ve nihayet 11 Ağustos 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 1701 sayılı Kararı’yla, bütün taraflara bir ateşkes daveti çıkarmıştır. Kararda taraflara, çatışmaların tamamen durdurulması, belirtilen ilkeler ve unsurlar dâhilinde daimî ateşkesi ve uzun vadeli çözümü desteklemeleri çağrısında bulunulmuştur. Kararda ayrıca, çatışmalara son verilmesini takiben, Lübnan kuvvetlerinin Birleşmiş Milletler geçici görev gücü olan UNIFIL ile güney Lübnan’a konuşlandırılmasına paralel olarak, İsrail kuvvetlerinin bölgeden çekilmesi ve UNIFIL’in görev süresinin ve faaliyetlerinin kapsamının genişletilerek, personel sayısının 15 bin askere kadar çıkartılması öngörülmüştür.

O dönemde, Lübnan krizinin  sona erdirilmesi için Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan, Lübnan Başbakanı Fuat Sinyora, Suriye Cumhurbaşkanı Esat, Birleşmiş Milletlerin o dönemdeki Genel Sekreteri Sayın Annan, yine o dönemde AB’nin Dönem Başkanlığını yapan Finlandiya Başbakanı Vanhanen, İspanya Başbakanı Zapetora ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat ve Alman meslektaşı Sayın Merkel ile telefon görüşmeleri gerçekleştirmiş ve bu görüşmelerde ateşkesin ivedilikle sağlanması, bu amaçla uluslararası çabaların artırılması ve çatışmaların bölgeye yayılmaması için Lübnan’a bu ateşkeste önerilen gücün konuşlandırılmasıyla ilgili olarak Sayın Başbakanımız aktif bir dış politika izlemiştir.

Türkiye 26 Temmuz 2006’da Roma’daki toplantıya katılmış, yine çatışmaların sona ermesini takiben, barışın yerleşmesi ve korunabilmesi için hem Başbakanımız hem Dışişleri Bakanımız barış çabalarına devam etmiştir. Bu süreçte ülkemiz, yapıcı, ölçülü, aktif bir dış politika izlemiş ve Türkiye'nin terörle mücadelesinde mevcut konumunu kesinlikle zaafa uğratmayacak ve bu konudaki hukuk ve siyasi zeminimizi zayıflatmayacak bir tutum izlemiştir.

Ülkemizin Lübnan’da görev yapan UNIFIL’e asker göndermesine dair tezkere 5 Eylül 2006 tarihinde Meclisimizde görüşülmüş ve 880 sayılı Meclis Kararı’yla da, aynı oturumda alınmış olan bu kararla, Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmete bu konuda yetki verilmiştir. Daha sonra, söz konusu izin süresi Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 Mayıs 2007 tarihli birleşiminde ve 892 sayılı Kararı’yla 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl süreyle daha uzatılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı orijinal kararı UNIFIL’e aşağıdaki ana görevleri yüklemiştir: Çatışmaların durdurulmasını gözlemlemek, İsrail kuvvetleri Lübnan’dan çekilirken Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin mavi hat boyunca olan bölgeler dâhil bütün Güney Lübnan’a konuşlanmasına nezaret etmek ve destek olmak, bu konudaki faaliyetlerini İsrail ve Lübnan Hükûmetleriyle eş güdüm hâlinde yapmak, sivil halka insani yardım ulaştırılmasına ve yerlerinden olmuş kişilerin gönüllü ve güvenlik içinde geri dönüşlerine yardımcı olmak, tampon bölgelerin oluşturulması için atılacak adımlarda Lübnan ordusuna yardımcı olmak ve nihayet Lübnan Hükûmetinin talebi üzerine Lübnan’ın sınırlarına ve diğer giriş noktalarına silah ve bağlantılı maddelerin girişine karşı güvenlikli hâle getirilmesine yardımcı olmak UNIFIL’e görev olarak verilmiştir.

Bugün komutanlığını İtalyan Tümgeneral Claudio Graziano’nun yaptığı genişletilmiş UNIFIL deniz ve kara unsurlarından oluşmaktadır ve bu çerçevede aslında Birleşmiş Milletler ilk kez bir deniz gücü teşkil etmiştir. Temmuz 2008 itibarıyla UNIFIL’deki toplam barış gücü miktarı 13 bindir. Genişletilmiş UNIFIL’in göreve başlamasının ardından İsrail ve Lübnan arasında yeni bir çatışma yaşanmamıştır. Diğer taraftan, zaman zaman İsrail savaş uçaklarının Lübnan hava sahasını ihlal ettikleri rapor edilmiş, İsrail savaş uçaklarının ayrıca, zaman zaman, aralarında ülkemize ait gemilerin de yer aldığı UNIFIL Deniz Gücü unsurlarını taciz ettiği görülmüş, söz konusu eylemlerle ilişkin olarak İsrail nezdinde gerekli girişimlerde bulunulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının UNIFIL Harekâtı’na katılmasıyla ilgili, Meclisimizde, geçmişte, oldukça yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Hemen şunu belirtmeliyim ki, son iki yıllık uygulamaya baktığımızda ne deniz ne kara birliklerimiz bugüne kadar herhangi bir saldırıya maruz kalmamışlardır. Bunda birliklerimizin güvenliği amacıyla baştan beri uygulamaya konan düzenlemelerin payı büyüktür.

Biz, AK PARTİ, ilke olarak güvenlik, terör ve dış politika konularının siyasi polemik amacıyla kullanılmasına karşıyız. AK PARTİ ve Hükûmetimiz, terör, güvenlik ve dış politika konularında siyasi fayda, siyasi maliyet hesabı yapmadan ve bu konuları polemik meselesi yapmadan, bu konularla ilgili hem muhalefetin görüşlerini saygıyla dinlemeye hazırız hem de kendi görüşlerimizi gayet rahatlıkla belirtiyoruz.

Türkiye bölgenin en büyük gücü ve Türk Silahlı Kuvvetleri bölgenin en iyi eğitilmiş, en modern araç ve gereçlerle teçhiz edilmiş ordusudur. Bölgemizde güvenlik ve istikrar söz konusu olduğunda, bu konularda gelişmeler olduğunda bunlara seyirci kalmamızı hiç kimse bekleyemez. Son iki yıl içerisinde UNIFIL Harekâtı nedeniyle Türk Bayrağı, gurur ve şerefle hem Lübnan’da karada hem de Doğu Akdeniz’de dalgalanmıştır. Bugün âdeta bizim bir körfezimiz sayılabilecek Doğu Akdeniz’de donanmamız, gemileriyle dolaşmıştır. Sanırım bundan hepimiz gurur duyuyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk halkı daha önce de, Somali’de, Afganistan’da, Bosna’da, Kosova’da başardığı gibi Lübnan’da da yerli halk tarafından saygı ve sevgiyle bilinmekte ve halkın gönlünde, kafasında ve hafızalarında olumlu yer etmektedir.

Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir husus, Lübnan halkının içerisinde çok sayıda farklı grubun olmasıdır; Sünni’sinden Şii’sine, Ortodoks Hristiyan’ından Falanjist’ine bütün bu gruplar Türk halkına ve Türk Silahlı Kuvvetlerine şükranlarını ifade etmektedirler.

Yalnız, bu, sadece Lübnan’a özgü bir şey de değil, Türk ordusu daha önce de barış gücü olarak görev yaptığı yerlerde de birçok ülkenin barış gücüne katkı sağlayan kuvvetleri âdeta bir işgal ordusu algılaması yaşarken bizim silahlı kuvvetlerimiz o ülke halkınca -Afganistan, Somali, Bosna, Kosova, şimdi Lübnan- bir misafir muamelesi görmüş ve o ülkenin halkının gerçekten yol, okul, hastane, prefabrik konut, kısacası altyapı alanında o ülke halkına ciddi yardımları olmuştur.

Elbette bu Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölgede bulunması sadece kendisinin yapacağı hizmetleri değil, Türk Silahlı Kuvvetleri nedeniyle bizim Türk Kızılayımızın ve diğer gönüllü yardım kuruluşlarının bölgeye yapabileceği hizmetleri artırmış ve bu yolla da ekstra okul, hastane ve prefabrik evler yapılmış, gerçek insanların gerçek problemlerine çözüm bulunmasına yardımcı olunmuştur.

Lübnan’da, özellikle ordumuzun görev yaptığı bölgede devletimize ve ülkemize olan sevgi ve hayranlık artmıştır. Özetle, bölgeye huzur ve istikrar gelmesine katkıda bulunduk; tarihî, dostluk hislerimizi canlandırdık. Bölgenin ve Lübnan’ın, hem ekonomik kalkınmasına hem de demokrasisinin gelişmesine hizmet ettik ve katkıda bulunduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006 krizi sırasında ve sonrasında Lübnan’a gönderdiğimiz, taahhüt ettiğimiz karşılıksız yardımların, taahhütlerin toplamı 50 milyon Amerika Birleşik Devletleri Doları civarındadır. Söz konusu yardımlar Türkiye’yi Lübnan’a yardım elini uzatan önde gelen ülkelerden biri hâline getirmiştir. Bu yardımların büyük bir kısmı insani yardım ve sağlık ve eğitim projeleri olarak kullanılmıştır. Ülkemiz savaş sırasında Lübnan’dan çıkmaya çalışan Lübnanlıların ve yabancıların tahliyesinde de önemli bir rol oynamıştır.

Yine, Türkiye’miz, Lübnan’da toplam elli sekiz prefabrik okul, iki sağlık merkezi… Ve bu okullardan otuz yedi tanesi bitirilmiş ve diğerleri de inşaat hâlinde. Yine, bir ihtisas hastanesi ve Paris’te Bağışlar Konferansı’nda, taahhüdümüz kapsamında bir üniversite hastanesi yapılması kararı alınmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü UNIFIL kara birlikleri kapsamında hâlen bir istihkam, inşaat bölüğümüz 261 personelle Esadiye bölgesinde görev yapmaktadır. Birliğimiz, UNIFIL, Komutanlığının 10 Kasım 2006 tarihinde yaptığı denetimde en düzenli üs bölgesi olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca, sivil-asker iş birliği çerçevesinde örnek bir çalışma sergileyen birliğimiz, özellikle yerli halkla kurduğu temaslar ve sağladığı destek bağlamında bölge halkının takdirini kazanmıştır.

UNIFIL deniz gücüne hâlen 2 hücumbotla katılıyoruz. 2008 Nisan ayı sonuna kadar 1 fırkateyn, 2 de korvet ve 1 lojistik destek gemimizle katkıda bulunuyorduk. Ancak, ihtiyacın azalması nedeniyle deniz gücüne olan katkımız yeniden gözden geçirilerek 2 hücumbota indirildi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, son dönemde bölgesel sorunların çözümünde gayet aktif bir rol yürütmektedir. Bu bağlamda, Lübnan’daki krizin aşılmasında, ilgili tüm taraflarla yürüttüğümüz yoğun temaslarla önemli bir rol oynadık. Lübnan Meclis Başkanının, Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı, Lübnan’da 25 Mayıs 2008’de düzenlenen Lübnan Meclisinin Cumhurbaşkanlığı Seçimi Oturumu ve törenine daveti, bu katkılarımıza yönelik şükran duygularının ifadesi niteliğindedir. Sayın Başbakanımız, söz konusu törene, beraberlerinde Sayın Dışişleri Bakanımız Ali Babacan Bey’le birlikte katılmıştır. Böyle bir ortamda UNIFIL’e katılmamızın sürdürülmesi, hem tutarlı bir dış politika hem de ülkemizin bölgedeki etkinliğinin devamı açısından önemlidir.

Bu konuştuğum çerçeve içerisinde UNIFIL’in, Lübnan’da görev yapan askerî gücün görev yapma süresinin Birleşmiş Milletler tarafından uzatılması hâlinde, 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında, 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl süreyle daha UNIFIL Harekâtı’na iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin hükûmet tarafından yapılması için Anayasa’mızın 92’nci maddesi uyarınca Hükûmetimize izin verilmesini yüce Meclisten saygılarımla arz ederim.

Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Cebeci.

Başbakanlık Tezkeresi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Mehmet Şandır söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl daha Lübnan’daki Barış Gücü Harekâtı’na iştirak etmesini ve bununla ilgili olarak gerekli düzenlemelerin yapılması için Hükûmete izin verilmesini talep eden tezkere üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Öncelikle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet, bu izin talebini isterken bir iki şart, bir iki gerekçe de ifade etmiştir. Diyor ki: Lübnan makamlarının doğrudan taleplerini ve bölgedeki güvenlik koşullarını dikkate aldığınızda, ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılması yönünde karar alması hâlinde -henüz daha Birleşmiş Milletlerin böyle bir kararı yok ve Türkiye’den böyle bir talebi yok- 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 5 Eylül 2006 tarihinde alınmış 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’nın belirlediği ilkeler doğrultusunda hududu, şümulü ve miktarı daha sonra, gerek görüldüğünde, Hükûmet tarafından belirlenmek üzere Hükûmete izin verilmesini, yetki verilmesini ifade etmektedir bu gerekçeler ve bu şartlara dayalı olarak.

Değerli milletvekilleri, 1978 yılından bu yana Lübnan’da Birleşmiş Milletler Barış Gücü görev yapmaktadır. 2005 yılında yaşanan olaylardan sonra artan çatışmaların durdurulabilmesi için bu Barış Gücü’nün hem görev süresinin uzatılmasında hem de asker sayısının artırılmasında bir zaruret hasıl olmuştu. 2006 yılının Eylül ayında Lübnan’a asker gönderilmesi konusu Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok yoğun tartışmalara konu olmuştu. Tabii, o günün Türkiye’sinde gündem Lübnan’a asker göndermekten çok, Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye dönük etnik terör örgütü saldırılarının durdurulması hadisesi idi. Dolayısıyla, Lübnan gibi, Orta Doğu gibi, barışın bir türlü sağlanamadığı, kanın durmadığı bir bölgeye Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarını göndermenin riskini Türkiye Büyük Millet Meclisi gerçekten sorumluluk duygusuyla dikkatlice de tartışmıştı. Ama, kabul etmek lazım, ifade etmek lazım, korkulan olmadı. 2006 yılından bu yana Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Barış Gücü içerisindeki Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları herhangi bir kazaya uğramadan, kendilerine tevdi edilen görevi şerefle, onurlu bir şekilde yerine getirdiler ve inanıyorum ki bölge barışına, Lübnan’ın iç barışına katkı verdiler. Bu, çok değerli idi, çok önemli idi. Bu konuya emek veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli yöneticilerine, unsurlarına buradan saygılar sunmak, şükranlarımızı sunmak bir gerekliliktir diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, tekrar bir yıl daha, eğer Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Barış Gücü’nün süresini uzatır, Türkiye’nin katkısının devamını talep ederse, bir yıl daha oradaki askerlerimizin görev yapmasının devam etmesini talep eden bir tezkerenin müzakeresindeyiz. Sayın Bakan oradaki askeri varlığımızın miktarının ve şeklinin de değiştiğini, azaldığını ifade ediyor. Demek ki, maksat bu yönde de hasıl olmuş ve orada askerimizin, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının gitmesine sebep olan hususlarda iyileşmeler gerçekleşmiştir.

Ancak yine de Lübnan coğrafyasında, Orta Doğu coğrafyasında barışı kalıcı kılabilmek, barışı paylaşılır hâle getirebilmek, kurumsallaştırabilmek gerçekten çok zor, belki de şu yakın tarih içerisinde hiç mümkün olamamıştır. 1967 savaşından sonra akan kanın Lübnan’a ulaşmasından bu yana Lübnan maalesef sürekli kan kaybetmektedir, sürekli bir çatışma ortamında can telef etmektedir. Bu durumun düzeltilebilmesi hususu yalnız Lübnan’ın, yalnız Orta Doğu bölgesinin değil tüm insanlığın, tüm insanlık camiasının temel sorunu olmak durumundadır. Çünkü Lübnan, maalesef, kendisi savaşmayan, ama Orta Doğu’da iddiası olan ülkelerin, grupların gelip Lübnan’da savaştığı bir alandır. Bu kadar masum… Bu kadar haksız bir savaşın zemini olmak ve kan kaybetmek hiçbir ulusa, hiçbir ülkeye reva görülmemelidir.

Dolayısıyla, üzerinde müzakere ettiğimiz bu konunun ülkesi olan Lübnan’ı şöyle bir hatırlamakta fayda olduğu kanaatindeyim. Bunu söylemekteki sebebim: Biz Lübnan’daki olaylara Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Lübnan’da yaşananlara bigane kalamayız, hatta yok sayamayız. Ancak, bu Orta Doğu coğrafyasını iyi bilmek gerekiyor. Siyasetçilerimiz, siyaset bilimcilerimiz, tarihçilerimiz, Orta Doğu coğrafyasının kendi gerçekliğini bilmeden buradaki meselelere taraf olurlarsa veya bu konuda görüş ifade ederlerse yanılma ihtimalleri yüksektir, bunun bedeli de ağır olacaktır.

Değerli milletvekilleri, bakınız, Lübnan dediğimiz coğrafya küçük bir ülke, 10.400 kilometrekarelik küçük bir coğrafya ve burası yaklaşık dört yüz yılı geçkin bir süre -dört yüz iki yıl- Osmanlının yönetiminde huzur içerisinde yaşamıştır. Ne zaman ki Osmanlının gücü zayıflamıştır, ne zaman ki Osmanlının Orta Doğu coğrafyası o günün dünyasının küresel güçleri tarafından paylaşılma kararı alınmış, bunun savaşı verilmeye başlanmıştır, maalesef, Orta Doğu’nun en yumuşak karnı olan Lübnan’da olaylar başlamıştır. 1845’tir ilk Lübnan isyanı.

Değerli milletvekilleri, Orta Doğu coğrafyası, farklılıkların kimlikleştiği, her farklılığın bir kimliğe dönüştüğü, o kimlikleri var edebilmek için de sürekli çatışmaların yaşandığı bir coğrafyadır. Yoksa, Lübnan’da Maruni’si de Arap’tır, Dürzi’si de Arap’tır, Hizbullah’ı da Arap’tır, Emel’i de Arap’tır, diğer tüm çarpışan taraflar hep Arap ırkına, soyuna mensup insanlardır, ama her biri bir farklılığı kimlikleştirerek, o kimliğin egemenlik kavgasını en yakınıyla sürekli vererek kendini var ede gelmiştir. Dolayısıyla, bu coğrafyada kalıcı, sürekli bir barışı temin edebilmek çok mümkün değildir; mümkün olmuştur, o da Osmanlının anlayışıyla mümkün olmuştur, adaletiyle mümkün olmuştur, hoşgörüsüyle mümkün olmuştur. Ne zaman ki bu coğrafyaya Fransızlar ve İngilizler kendi projeleri doğrultusunda müdahale etmeye başladılar, sonuçta bu coğrafya sürekli birbirini boğazlayan kardeşlerin coğrafyası hâline geldi. Düşünün ki, Lübnan gibi “cennet mekân” dedikleri çok güzel bir coğrafya, Lübnan Dağları, “Cebeli Lübnan” dedikleri, o sedir ağaçlarıyla kaplı, önü Akdeniz olan, Orta Doğu’nun turistik bölgesi olan o güzel coğrafya, maalesef, bir güzel tanımlamayla söyleyeyim, “kan çiçekleri” dedikleri, kaktüs ormanındaki o kırmızı çiçeklerle bezenen bir ülkeye dönüştü. Karşıdan bakarsınız güzel görürsünüz, o kırmızılık güzeldir ama o kaktüs ormanında yaşamak zordur, gezmek hiç mümkün değildir. İşte Lübnan böyle bir coğrafya. Bu coğrafyada Osmanlı dört yüz yıl tüm farklılıkları bir arada tutarak, adaletle hükmederek, refahlarını temin ederek huzur içerisinde yaşatmış, hem bölgenin huzuru hem de insanlığın huzuru buradaki huzurla artmıştır. Ama ne yazık ki günümüzde tüm küresel güçler kendi güçlerini rakiplerine kabul ettirebilmek, karşılarındakine kabul ettirebilmek için güç denemesini bu Orta Doğu coğrafyasında ortaya koyuyorlar. Dün İngilizler, Fransızlar, bugün başkaları ve sonuç itibarıyla bu coğrafyadaki farklılıkların birbirleriyle çatışmasının üzerine kurulu bir siyaset maalesef bu coğrafyayı böyle, kan kırmızısı kaktüs ormanının kırmızı çiçekleriyle bezenmiş bir cehenneme çevirmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu coğrafya bizim coğrafyamızdır, bu coğrafya Türk coğrafyasıdır, bu coğrafya Müslüman coğrafyasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Türk milleti olarak biz bu coğrafyaya bigâne kalamayız. Tarihî müktesebimiz, medeniyetimiz, kültürümüz, tüm değerlerimiz, bu coğrafyanın sorunlarıyla ilgilenmeyi ve sahiplenmeyi bir zorunluluk olarak önümüze getirir.

Burada kritik bir nokta var: Bu coğrafyanın sorunlarına taraf olmak, çok muhataralı, çok sıkıntılı bir hadisedir; hiç de doğru değildir. Taraf olmadan, sorunların üzerinde kalarak -kabul etmek lazım ki bu bir güvene dayalı- eğer politikalarınıza, duruşunuza, davranışınıza, bu coğrafyanın unsurları güven duyarlarsa siz, sorunların tarafı olmadan, sorunların çözümü için hüküm cümlesi kurabilecek bir pozisyon yakalarsınız. Zannediyorum, Türkiye Cumhuriyeti devleti, dış politikasında bu çizgiyi her dönem ihtimamla korumaya çalışmıştır. Bugün Hükûmetimizin yapmaya çalıştığı da budur.

Türkiye-Suriye Parlamentolararası Dostluk Grubu Heyeti olarak Suriye’ye yaptığımız ziyarette –birlikte katılan arkadaşlarınız var aranızda- Suriye Devlet Başkanının bir ifadesi çok önemliydi.

Değerli milletvekilleri, Orta Doğu coğrafyası, korkunun, güvensizliğin temel belirleyici olduğu bir coğrafyadır, burada kararı korkular verir, burada ilişkileri korkular belirler. Dolayısıyla, bu coğrafyada güven çok zor tesis edilir, çok zor sürdürülür, korunur ama güven tesis edilince de sorunların çözümü kolaylaşır.

Suriye Devlet Başkanının, ülkemiz Başbakanı için söylediğini çok önemsiyorum, çok değerli buluyorum. Sayın Beşar Esad: “Biz sorunlarımızın çözümü noktasında, biz sorunlarımızın uluslararası zeminlerde sahiplenilmesi konusunda, Türkiye Cumhuriyeti devletine güveniyoruz, onların samimiyetine inanıyoruz. Dolayısıyla, bu coğrafyadaki sorunların çözümünde ara bulucu olma hakkı, yetkisi, konumu Türkiye’dedir, Türkiye’nin Cumhurbaşkanındadır ve Başbakanındadır. Bu sorunlara taraf olmak isteyen kim varsa; bize çok gelen ülkeler oldu, ama biz her gelene ‘Türkiye’ye gidin, Türkiye’yle beraber bu coğrafyaya gelin.’ dedik.” dedi.

Bu, çok önemli ve çok değerli, değerli arkadaşlarımız. Bunu bozmamamız lazım. Bunu hiçbir hesaba heba etmememiz gerekiyor. Hükûmetin, AKP İktidarının Orta Doğu bölgesinde ortaya koyduğu politika bu anlamda değer ve anlam taşımaktadır. Ümit ediyorum ki, Lübnan’daki soruna taraf olmadan, taraflara eşit mesafede durarak, o sorunların çözümüne samimi katkı vererek bu sorunun çözümü ve barışın kalıcı kılınmasına bütün dünya adına, insanlık adına katkı verebiliriz.

Yine, aynı sorun Suriye ile İsrail arasında yıllardır devam eden ve bir türlü çözülmeyen… O soruna da Türkiye Cumhuriyeti devletinin ara buluculuğunun, Sayın Başbakanın şahsında oluşan o güven ortamının, yakın zamanda olmasa bile bu konuda katedilecek mesafenin, umudun, barışı kurmakta çok önemli bir unsur olacağı kanaatindeyim.

Dolayısıyla, birçok soru ve endişemiz de var tabii ki. Yani, biz oraya askerimizi gönderdik, görev tanımı şu anda bile yeterince yapılmış değil. Barışı korumaya mı gittik, barışı kurmaya mı gittik veya -bu bizimle ilgili olmamakla beraber- Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Barış Gücü’nün Lübnan’daki misyonu barışı korumak mı, barışı kurmak mı? Bu çok önemli bir hadise. Çünkü orada çatışan tarafların kendi inisiyatiflerinde gelişmeyen birtakım sonuçlar, başta alınan kararları ortadan kaldırıyor. Bu sebeple, Türk askerinin kendinden beklenen görevi yaparken kendine zarar vermemesini, o riski ortadan kaldıracak tedbiri geliştirmek noktasında görev tanımının, misyonun çok net yapılması ve taraflarca kabul edilmesi gerekir. Bugün hâlâ orada siyasi istikrar sağlanmış değil. Maalesef, cumhurbaşkanı seçildi, başbakan da belirlendi, paylaşım oldu ama hükûmet kurulabilmiş değil. Hâlâ orada, yani 1980’li yıllardan  bu yana devam eden, 1967’den bu yana devem eden “Şebaa çiftlikleri” dedikleri o sorun çözülmüş değil. İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışma ihtimalleri bütünüyle ortadan kaldırılabilmiş değil. Siyasi istikrar henüz sağlanabilmiş değil. Dolayısıyla, barış, gerçekten çok gerekli ve çok önemli olan bu coğrafyada maalesef kalıcı olabilmek, sürekli olabilmek noktasında pamuk ipliğiyle bağlı birtakım imkân ve faktörlere bağlı olarak devam etmektedir.

İşte biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Sayın Hükümeti bu noktada uyarıyoruz. Bu konularda Türkiye merkezli, Türkiye’nin misyonu, tarihî  müktesebinin gereği, Türkiye’nin çıkarlarının gereği bir pozisyon alarak, samimi ve güveni zedelemeden, dürüstçe, bu sorunlara yabancı da kalmadan taraf olunmasında veya bu sorunlarla ilgilenilmesinde fayda var. Ama burada mesela bir şey dikkatimizi çekiyor: Sayın Milletvekili, geçen seneki konuşmasına benzer bir konuşma yaptı ama şu sorunun cevabı verilemedi: Lübnan Hükûmeti, Türkiye’nin bu yoğun katkısına ve samimi duruşuna rağmen deniz altındaki petrol rezervlerinin işlenmesini pazarlarken Türkiye’yi hiç aklına getirmedi. Lübnan Hükûmeti, Türkiye için çok önemli olan Ermeni soykırımı konusunda bir başka devletten farklı davranmadı, hatta daha da aşırı davrandı, 1923’ü de kapsayan şekilde, 1915 yıllarında yaşanan o hadiselerin bir soykırım kapsamında kabul edilmesine meclisinde karar aldı.

Şimdi, Türkiye bir fedakârlık değil, bir misyonun gereğini yerine getirirken, muhataplarına da kendi çıkarlarını, kendi politikalarını kabul ettirmek gibi bir zorunluluğu var. Bu noktada, zannediyorum, yani böyle iyilikçi Ayşe kadını pozisyonundan vazgeçip, şahsiyetli misyonunun, kendi gücünün idrakinde, tarihi müktesebinin idrakinde büyük bir aktör olarak, büyük bir siyasi aktör olarak, ama ben merkezli, Türkiye merkezli…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Türkiye'nin, Türk milletinin çıkarlarını koruyucu, hukukunu koruyucu, onurunu koruyucu bir duruş sergilemeye ısrar etmek lazım, bunu temel politika hâline getirmek lazım.

Gerçekten, Sayın Başbakanın şahsında Orta Doğu’da son dönemde oynanan bu ara buluculuk veya bu, tarafların üzerinde eşit mesafede durarak hüküm cümlesi kurucu pozisyonunun devamı noktasında, bence, karşı taraftan da aynı fedakârlığı isteyecek bir duruş ortaya konulması gerekir. Bu konulamadığı takdirde, bu politikaları devam ettirmenin veya bu politikaları kalıcı kılabilmenin, faydalı hâle getirebilmenin çok imkânı olmayacaktır.

Dolayısıyla, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, coğrafyamızın, tarihimizin müktesebinin gereğini yapmayı çok gerekli görüyoruz. Ama bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisine maalesef yeterli bilgi verilmemesinden dolayı ne yapılıyor, ne yapılacak, bunları yeterince bilemediğimizi de ifade ediyorum.

Görüşlerimizi saygılarımla arz ettim. Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.

Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.02

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.19

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Şimdi söz sırası şahsı adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Egemen Bağış’a ait.

Buyurunuz Sayın Bağış. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Başbakanlığımızın tezkeresiyle ilgili şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Arkadaşlar, Türkiye son altı yılda diplomasi alanında çok önemli adımlar atmıştır. Bölgenin en organize, en güçlü, en saygın ordusuna sahip bir ülke olarak barış konusunda da çok önemli adımlar atmış bulunmaktayız.

Orta Doğu, içinde yaşadığımız bu coğrafya savaşın her türlüsünü görmüştür. Soğuk savaşlar, sıcak savaşlar, espiyonaj savaşları, her türlü çatışma, kriz bu bölgede yaşanmıştır. Ama diplomasinin, uzlaşmanın her türlüsü, maalesef, bu topraklarda yeteri kadar denenmemiştir, yaşanmamıştır. Ve son altı yılda Hükûmetimizin, Dışişleri Bakanlığımızın, Millî Savunma Bakanlığımızın, Hükûmetimizin bütün kurumlarının el birliği hâlinde bölgenin sorunlarına farklı bir yaklaşım tarzıyla diplomasinin, uzlaşının yeni yeni formüllerini kazandırdıklarını görüyoruz.

Böylelikle, artık Avrupa Birliği gibi bir kurumla, İslam Konferansı Örgütü gibi bir kurumun Türkiye’de dışişleri bakanları seviyesinde bir araya gelebildiklerini görüyoruz. İsrail ve Pakistan ilk defa diplomatik ilişki kurmak istediklerinde, Tel Aviv ya da Karaçi’de değil, İstanbul’da bir araya gelir hâle geldiler. Irak’taki Sünni liderler Irak’taki Amerikan Büyükelçisiyle Bağdat’ta bir araya gelemediler ama İstanbul’da bir araya geldiler. Zamanın Dışişleri Bakanı, bugünkü Sayın Cumhurbaşkanımızın katkılarıyla Irak’taki Sünni kardeşlerimiz, Irak’taki siyasetin parçası olmaya ve bugün de hükûmetin parçası olma noktasına gelen kararları İstanbul’da aldılar. Aynı şekilde, Afganistan ve Pakistan Devlet Başkanları ülkemizde bir araya geldiler ve ilk defa diyalogları başlattılar.

Öyle bir noktaya geldik ki arkadaşlar, bölgemizde İsrail’in 2 askeri kaçırıldığında İsrail’in ilk yardım istediği ülke Türkiye Cumhuriyeti oluyor. Ancak, aynı İsrail, Lübnan’la ilgili bir işgal planı hazırladığında, Lübnan Başbakanı Sayın Sinyora’nın ilk aradığı lider yine Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan oluyor. İngiltere’nin 14 askeri İran tarafından kaçırıldığında, İngiltere Başbakanı Blair’in ilk yardım istediği lider yine Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı oluyor ve eğer o 14 İngiliz askeri bugün özgürlüklerine kavuşmuş durumdalarsa, bunda Türk yetkililerinin çok önemli katkıları vardır.

Dünyanın en büyük korkusu, kabusu hâline gelen medeniyetler çatışmasını engellemek üzere Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri yeni bir proje geliştiriyor; Medeniyetler İttifakı Projesi. Bunun eş başkanlığını İspanya’nın Başbakanıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanının yapmasını talep ediyor ve Türkiye bu konuda bütün dünyanın takdirini alarak çok önemli bir proje ortaya koyuyor.

Son olarak, hepinizin takip ettiği gibi, Suriye ve İsrail gibi birbirleriyle hiç geçinemeyen iki ülke Golan Tepeleri’yle ilgili olarak bir uzlaşma imkânının doğması durumunda Türkiye'nin arabuluculuğuyla görüşme yapabileceklerini ve bu konuyu ancak Türk yetkililerle konuşarak çözümleyebileceklerine olan inançlarını bütün dünyaya dile getiriyorlar. Dünyanın birçok önemli ülkesi bu konuda, arabuluculuk yapmak konusunda heves ortaya koymuşken, iki tarafın eş zamanlı olarak Türkiye’yi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanının arabuluculuğunu tercih etmiş olmaları, ülkemizin nereden nereye geldiğinin bence en önemli göstergesidir.

Özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine elli yıl gibi bir aradan sonra ilk defa aday olduğumuz ve bu Güvenlik Konseyi üyeliğini kazanma ihtimalimizin en yüksek olduğu bir dönemde Birleşmiş Milletlerin UNIFIL’de görev yapan gücüne olan katkımızın devam etmesi, ülkemizin çıkarları açısından son derece önemlidir.

Son altı yılda dış politikada attığımız bütün adımları üç temel taş üzerine oturtabiliriz, bunlar: Bölgesel barış, evrensel barış ve Türkiye'nin ulusal çıkarlarıdır.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Ondan 1 milyon insan öldü değil mi Irak’ta, bölgesel barış için?

EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Siz de konuşma sıranız geldiğinde konuşabilirsiniz. Biraz evvel partinizin sözcüsü burada Türkiye Cumhuriyeti Başbakanın bölgedeki ağırlığını anlatırken, biz muhalefetin de artık bazı şeyleri idrak etmiş olduğunu sevinerek gözlemlemiştik. Herhâlde siz dışarıdaydınız, kendi grup başkan vekilinizi, kendi arkadaşlarını dinlememe şeyini gösterdiğinize göre, bu da sizin kendi parti içerisindeki karşılıklı anlayışınızın meselesi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Parti işine karışıyorsun, sen kendi içine bak!

EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Arkadaşlar, Türkiye'nin tarihî sorumlulukları vardır. Osmanlının gittiği her yere huzur, barış ve tolerans gitmiştir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti artık bölgede sözü dinlenen bir ülkedir. Eskisi gibi, başka partilerin iktidarında olduğu gibi içine kapanık, dünyadan soyutlanmış, ne yaptığını bilmeyen ve başını kuma gömmüş bir ülke değildir. Artık Türkiye, kararlı, diklenmeden dik durabilen bir ülke hâline gelmiştir ve bölgede saygınlığı olan bir ülkedir.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sen inanıyor musun buna?

EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Bu çerçevede, arkadaşlar, Türkiye, birilerinin görmek istediği gibi okyanusta garip bir ada da değildir. Türkiye, bugün dünyadaki hangi güç merkezine bakarsanız bakın gündemlerinde 20 madde varsa 15’inde ana oyuncu olmuş, ana aktör olmuş ülkelerden bir tanesidir. Enerji politikası olsun, terörle mücadele olsun, insan kaçakçılığı olsun, bağımlılıkla ilgili, kaçakçılıkla ilgili hangi konuda olursa olsun dünyayı ilgilendiren 20 konu varsa en az 15’inde Türkiye en önemli oyunculardan biri hâline gelmiştir. Türkiye bölgedeki en saygın ülkelerden bir tanesidir.

Burada iktidarıyla muhalefetiyle, askeriyle siviliyle, doğulusuyla batılısıyla, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla ülkemizin çıkarlarını hep birlikte savunmamız gerekir. Bu tür konular bizim kendi iç politika konularımıza malzeme yapılmayacak kadar önemli, hassas konulardır. Burada hep birlikte ülkemizin, orada görev yapan Mehmetçiğimizin ihtiyaçlarını, çıkarlarını hep beraber gözetmemiz gereken bir dönemdeyiz. Ülkemizin çıkarlarını gözeterek daha evvel 2006 5 Eylül’de alınan kararla, sonra 29 Mayısta uzatılarak 2007 5 Eylül’üne kadar uzatılan bu tezkerenin bir kez daha uzatılarak UNIFIL’le olan ihtiyaca Türkiye'nin katkısını devam ettirmek bizim ulusal çıkarlarımız gereğidir. Biz bölgemizdeki sorunların diyalog ve uzlaşmayla çözümü konusunda çok önemli adımlar attık. Bu konuda da Türkiye'nin kararlılığının ortaya konması son derece önemlidir.

Biraz evvel burada konuşan bir muhalefet temsilcisi milletvekilimiz: “Türkiye acaba barışı korumaya mı, kurmaya mı gidiyor?” diye bir soru sormuştu. Arkadaşlar, askerlerimizin orada görev yaptığı 1701 no.lu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı orada barışı koruma amaçlı bir güç gerektirmektedir. Barışı kurmak için orada zaten yeteri kadar ne bizim ne başka ülkenin askeri yoktur. Oradaki barışı korumaktır bizim görevimiz. Bu yüzden de askerlerimizin başına gelebilecek olayları ve riskleri en aza indirgeyebilmek için, minimize edebilmek için gerekli her türlü önlem alınmıştır. Bu faaliyetlerimiz aynı zamanda Türkiye'nin orada bölgesel bir güç olarak sorumluluklarının da gereğidir. Bizim oradaki güvenlik güçlerimizin misyonu sınırlıdır, üzerinde gerekli tahditler vardır, o misyonunun dışına da çıkma durumu söz konusu değildir.

Bu fikirler çerçevesinde, Türkiye'nin bölgedeki gücünün arttığını da göz önüne alarak oradaki askerlerimizin görev süresinin bir yıl daha uzatılması ve Başbakanlık tezkeresinin kabul edilmesi yönünde oy kullanacağımı belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bağış.

Şahsı adına ikinci söz Gümüşhane Milletvekili Yahya Doğan’a aittir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben de söz istemiştim.

BAŞKAN – Siz üçüncü sıradasınız efendim.

Buyurunuz Sayın Doğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

YAHYA DOĞAN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Gücü’yle ilgili almış olduğu kararın uzatılması yönünde karar alınması durumunda, hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına iştirak etmesiyle alakalı gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresiyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Gücü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1978 yılında aldığı 425 ve 426 sayılı kararları doğrultusunda kurulmuştur. Söz konusu kararlar uyarınca, Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün temel amacı, İsrail’in Lübnan’dan çekilmesini sağlamak ve uluslararası barış ve güvenliğin tesisine ve Lübnan Hükûmetinin bölgede etkin biçimde otorite kurmasına yardım etmek olarak belirlenmiştir.

İsrail’in 2000 yılı içerisinde Lübnan’dan çekilmesinin ardından Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün bölgedeki mevcudiyeti, Lübnan Hükûmetinin talebi üzerine görev süresi Birleşmiş Milletler tarafından altı aylık dönemler hâlinde uzatılmak suretiyle devam etmiştir. Yeni koşullar sonucu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün daha çok gözlemci rolü üstlenmesi, asker sayısının ise 4 bin kadar azaltılarak 2 bine indirilmesi kararlaştırılmıştır.

2006 yılı Temmuz ayında başlayan İsrail-Lübnan krizi nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihinde aldığı 1701 sayılı Karar neticesinde Birleşmiş Milletler geçici görev yönergesi ve faaliyetleri kapsamı genişletilmiş, personel sayısının 15 bin askere kadar arttırılması kararlaştırılmıştır. 1701 sayılı Karar uyarınca Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün eski görev yönergesine ek olarak çatışmaların durdurulmasını gözlemlemek, İsrail kuvvetleri Lübnan’dan çekilirken Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin mavi hat boyunca olan bölgeler dâhil bütün Güney Lübnan’da konuşlanmasına nezaret etmek ve destek olmak, bu konuda faaliyetlerini İsrail ve Lübnan hükûmetleriyle eş güdümlemek, sivil halka insani yardım ulaştırılmasına ve yerlerinden olmuş kişilerin gönüllü ve güvenlik içinde geri dönüşlerine yardımcı olmak, Lübnan Hükûmetinin  talebi üzerine Lübnan’ın sınırlarının ve diğer giriş noktalarının silah veya bağlantılı maddelerin girişine karşı güvenlikli hâle getirilmesine yardımcı olmak görevleri verilmiştir.

Komutanlığını İtalyan Tümgeneral Cladio Graziano’nun yaptığı genişletilmiş Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü, deniz ve kara unsurlarından oluşmaktadır. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler ilk kez bir deniz gücü teşkil etmiş bulunmaktadır. Temmuz 2008 itibarıyla, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün mevcudu 13 bindir. Genişletilmiş Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün göreve başlamasının ardından İsrail ve Lübnan arasında yeni bir çatışma yaşanmamıştır.

Diğer taraftan, zaman zaman, İsrail savaş uçaklarının Lübnan hava sahasını ihlal ettikleri bildirilmiştir. İsrail savaş uçakları,  ayrıca, zaman zaman, aralarında ülkemize ait gemilerin de yer aldığı Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün deniz görev gücü unsurlarını da taciz etmişlerdir. Söz konusu eylemlere ilişkin olarak İsrail nezdinde gerekli girişimlerde bulunulmuştur.

Biraz önce arkadaşlarımızın söylediği gibi, Türkiye’yle birlikte diğer birçok ülke de Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne asker vermişlerdir. Deniz birliklerine katkıda bulunanlar ise Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya ve İspanya’dır. 

Ülkemizin, son dönemlerde, bölgesel sorunların çözümünde gayet aktif bir rol oynadığını görmekteyiz. Bu bağlamda, Lübnan’daki krizin aşılmasında da ilgili tüm taraflarla yürüttüğümüz yoğun temasların önemli bir rolü olmuştur.

Kısacası, Lübnan’daki bu barış gücüne katkımızın devam etmesinde yarar olduğunu görmekteyim. Ayrıca, zor iklim şartları altında orada görev yapan kahraman subay, er ve astsubaylarımıza görevlerinde başarılar diliyorum. Bu vesileyle, kahraman ordumuzun tarihte oynamış olduğu yapıcı, barışçı yolun burada da devam ettiğini görmekten mutluluk duymaktayım.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Doğan.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, daha önce de aynı tezkereleri müzakere ederken Hükûmetten bu konuda bilgi istemiştik.

BAŞKAN – Hükûmet söz talebinde bulunmadı efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, ben tezkerenin konusuyla ilgili soru sormak istiyorum.

BAŞKAN – Soru-cevap işlemi yok bu konuda.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, soru-cevap değil. Bu tür tezkerelerde… Daha önce bu konuda birçok tezkere, Silahlı Kuvvetlerin gönderilmesiyle ilgili birçok tezkere burada müzakere edilirken bu tezkere nedir? Bazı cümlelerin ne anlama geldiğini biz burada soruyorduk Hükûmete. Burada da var, işte…

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Böyle bir usul yok.

BAŞKAN – Peki, yerinizden bir dakika sorunuzu sorunuz Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan,  teşekkür ederim.

Tabii, bize söz hakkı doğmadığı için, “Tayyip Erdoğan yurt dışında Türkiye'nin onurunu artırdı mı, artırmadı mı?” bu konuda konuşma hakkımız yok. Şimdi, burada AKP’liler adına çıkıp hep böyle methiyeler düzeceğine, Türkiye'nin gerçeklerinin de halk tarafından bilinmesi lazım.

Şimdi, anılan bu tezkerede diyor ki: “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması…” Uzatmadığı zaman ne olacak bu tezkere? Birleşmiş Milletler bunun, bu tezkerenin süresini uzattı ama Lübnan makamları Türk makamlarından ordu istemedi, asker istemedi; o zaman ne olacak? Daha ortada hiçbir şey yokken, yani o zaman Güvenlik Konseyi karar aldıktan sonra ve Lübnan makamları da Türk Hükûmetinden böyle bir talepte bulunduktan sonra böyle bir tezkereyi görüşmemiz gerekirken neden acaba… Bu aceleciliği öğrenmek istiyorum. Dediğim gibi, Güvenlik Konseyi karar verdi ama Lübnan istemedi, ne duruma düşecek Türkiye? Onu açıklamasını istiyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç.

Bu konuda bir açıklamada bulunacak mısınız efendim?

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Mersin) – Yok efendim.

BAŞKAN – Bulunmayacaksınız, peki.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi tezkereyi tekrar okutup oylarınıza sunacağım:

                                                                                                                        25/6/2008

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL)’ne Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlamıştır. Söz konusu iznin süresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29/5/2007 tarihli ve 892 sayılı Kararı ile 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

Türkiye, gerek UNIFIL kara harekâtına, gerek UNIFIL-Deniz Görev Gücü’ne yaptığı katkılarla, barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiş, böylece, gerek BM sistemi içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını ve sahip olduğu saygın konumun pekişmesini sağlamıştır. Türkiye’nin UNIFIL’e katılımı, bölgede barış ve istikrarın korunmasına yönelik politikasının sürdürülmesine önemli katkıda bulunmuştur.

UNIFIL’in görev süresi 31 Ağustos 2008 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2008 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde BM Güvenlik Konseyi tarafından Ağustos ayı içinde bir kararın kabul edilmesi beklenmektedir.

Lübnan’daki siyasi ve güvenlik ortamının ülkedeki askerî unsurlarımızın görevlerini sürdürmeleri bakımından uygun olduğu düşünülmektedir.

Bu hususlar ışığında, Lübnan makamlarının doğrudan talepleri ve bölgedeki güvenlik koşulları da dikkate alınarak, BM Güvenlik Konseyi’nin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda, hudut, şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtına iştirak etmesi ve bu bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması için Anayasa’nın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz ederim.

                                                                                                     Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                               Başbakan

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

B) Önergeler

1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Ağaçlandırma ve Erozyonla Mücadele Kurumu Kanun Teklifi’nin (2/154) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/74)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2/154 Esas sayılı, Ağaçlandırma ve Erozyonla Mücadele Kurumu Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifim 45 gün içerisinde görüşülmediği için TBMM İç tüzüğünün 37. maddesi gereğince doğrudan TBMM Genel Kurulu gündemine alınmasını,

Arz ederim. 07.05.2008

                                                                                                        Dr. Reşat Doğru

                                                                                                                 Tokat

BAŞKAN – Önerge sahibi Sayın Doğru, buyurunuz.

Süreniz beş dakika.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ağaçlandırma ve Erozyonla Mücadele Kurumu Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi’miz ilgili komisyonlarda kırk beş gün içinde görüşülmediği için İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan Genel Kurul gündemine alınması için söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Beşikten mezara kadar hayatımızda önemli bir yeri olan ormanlarımız, bizlerin yanında, yaban ve doğal hayatın barınağı olması, biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülmesi açısından da ülkelerin vazgeçilmez hazineleridir. Ülkemiz ormanları çeşitli tıbbi, aromatik, endüstriyel ve süs bitkileri ile çok sayıda hayvan türlerine sahiptir. Ülkemiz ormanları küresel öneme sahip değerli biyoçeşitlilik kaynakları içermektedir. Bunlardan köknar, ladin, sedir, ardıç ve sığlanın gen merkezi ülkemizdir. Bir başka deyişle bu ağaç türleri yeryüzüne ülkemizden yayılmışlardır. Tarihte savaşlarda filleri içerisinde saklayacak kadar, yüzde 72’si ormanlarla kaplı olduğu anlatılan Anadolu, maalesef bugün yeşile hasret durumdadır. Ortak değerlerimiz olan ormanlarımız, bizim geçmişten devraldığımız ve gelecek nesillere genişleterek devretmek zorunda olduğumuz mirastır.

Günümüzde kendisini şiddetle hissettiren küresel iklim değişiklikleri ve buna bağlı olarak oluşan sıcaklık artışlarının sebepleri arasında orman alanlarının azalmasının önemli bir ağırlığı vardır. Bu nedenle, yaşanabilir çevre için büyük karbon deposu olan ormanların korunması ve geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır.

Ormanlarımız, hayatımızı sürdürmemiz için gerekli mamul madde temininin yanında ülke ekonomisi için de önemli bir sektördür. Ormanlar, topraklarımızın erozyonla yok olmasını önlemesi, çevremize kattığı güzellikler, sağlık, spor ve rekreasyon alanları ile yaşantımızdaki yeri yanında yağışlara olan katkısıyla da bereketin kaynağıdır.

Bu önemleri nedeniyledir ki ormanlar başta Anayasa güvencesi olmak üzere ağır cezai hükümler içeren kanunlarla korunmuştur. Bu katı kurallar, yaşantımızda sık sık kullandığımız “orman kanunları” sözü ile de günlük yaşam dilimize girmiştir.

Ormanlarımız yasal güvenceler ile korunmasına rağmen, maalesef, zaman içerisinde sürekli olarak azalmaktadır. Türkiye'de orman alanlarının azalmasının başlıca nedenleri, orman aleyhine yapılan yasal düzenlemeler, yangınlar, tarla açma, açık maden işletmeciliği ve yerleşim alanları amacıyla yapılan uygulamalar olmaktadır.

Ormanlarımızın bir diğer problemi ise verimsizliğidir. Ülkemizin ormanlarının yüzde 56’sı verimsizdir.

Türkiye'de genel müdürlük olarak 1937 yılında, bakanlık olarak 1969 yılında örgütlenen ormancılık sektörü yönetimi, Orman Bakanlığının çeşitli defalar reorganizasyonları neticesinde başka bakanlıklar ile birleştirilmiş olup bugün Çevre ve Orman Bakanlığı olarak kamu idaresi içerisinde yerini almaktadır.

Yukarıda belirtildiği üzere, orman alanlarımızın azalmasında en önemli faktörlerin başında yasal düzenlemeler gelmektedir. Ormanların korunması ve yeni orman alanlarının oluşturulması açısından bugüne kadar ülkemizde yapılanları değerlendirdiğimizde yapılanların önemini bir kez daha tespit etmekteyiz. Bununla birlikte yeni orman alanlarının oluşturulması ve mevcut verimsiz orman alanlarının iyileştirilebilmesi ile erozyona karşı daha büyük hedefleri hep birlikte gerçekleştirmemiz gerektiğini görmekteyiz.

Bugün, ülkemiz, topraklarının yüzde 85’i maalesef erozyon tehlikesiyle karşı karşıyadır. Sürdürülebilir orman yönetimi ve prensipleri içerisinde ağaçlandırma ve erozyonla mücadele konusunda yeni organizasyonları ortaya koyabilmemiz ve en önemlisi bu alanda yeni kaynaklar oluşturmamız da gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, 21’nci Dönem Tokat Milletvekilimiz Sayın Lütfi Ceylan Bey, bu kanun teklifinin gündeme gelmesi için o dönem çok büyük mücadeleler vermişti. Buradan kendisine teşekkür etmek istiyorum. Bu nedenle, Çevre ve Orman Bakanlığınca yeni orman statüsüne alınmış ve ilk defa ağaçlandırma çalışması yapılacak olan orman alanlarında ağaçlandırma faaliyetlerinde bulunmak ve erozyonla mücadele amacıyla, kaynakları temin edilmiş, idari ve mali özerkliğe sahip ağaçlandırma ve erozyonla mücadele kurumunun kurulması bu kanunumuzla amaçlanmıştır.

Topraklarımızın erozyonla yok olmasını önlemek, küresel iklim değişikliklerinden daha az etkilenmek ve iyi bir yaşanabilir çevre için teklifimize desteğinizi bekliyor, yüce Meclisimizi en derin saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Doğru.

Önerge üzerinde Uşak Milletvekili Nuri Uslu, buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

NURİ USLU (Uşak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, dün öğlen saatlerinde Mersin Gülnar ilçemizin ormanlarında çıkan orman yangını hâlâ daha tam manasıyla kontrol altına alınamamış ve 500-600 hektara yakın orman alanı da yanarak kül olmuştur. Aynı zamanda, o bölgede oturan 2 vatandaşımız da hayatını yitirmiştir. Onlara Cenabıhak’tan rahmet diliyorum ve geride kalanlara da başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekili arkadaşımızın vermiş olduğu kanun teklifi üzerine söz almış bulunuyorum. Gerçekten, küresel ısınmanın son derece önem kazandığı, bütün dünyada ve ülkemizde de bazı etkilerini gördüğümüz bu son günlerde ormanları hatırlattığı, ormanları gündeme getirdiği için kendisine teşekkür ediyorum.

Ancak, o Bakanlıkta yıllar yılı çalışmış bir kardeşiniz olarak şöyle bir değerlendirme yapmak istiyorum: Şimdi, 1937 yılından ta günümüze kadar ülkemizde ciddi anlamda ağaçlandırma, erozyon kontrolü ve rehabilitasyon çalışmaları yapılmıştır. 1969 yılında Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü kurulduktan sonra çok daha planlı, çok daha programlı ve çok geniş alanlarda ağaçlandırma çalışmaları yapılmıştır, erozyon kontrolü çalışmaları yapılmıştır.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Kaynağa ihtiyacımız var. Kuruma ihtiyaç yoktur.

NURİ USLU (Devamla) - Ağaçlandırmayı yapacak ödeneğe ve orada çalışacak personele ihtiyaç vardır.

Mantalite olarak ülkemizde ağaçlandırma, ağaç sevgisini kazandırma, bozuk orman alanlarını iyileştirme, şehirlerimizin etrafında yeşil kuşaklar oluşturmak, ağaç ve orman sevgisini geliştirmek, özel ağaçlandırma ve fidancılığı teşvik etmek, orman içi ve orman kenarındaki meraları iyileştirmek ve gelecek nesillere yeşil, yaşanılabilir bir Türkiye bırakmak için orman teşkilatı çok ciddi çalışmalar yapmıştır.

Bakınız, yapılan ağaçlandırma miktarlarına şöyle baktığımızda, 1937 yılından 2002 yılına kadar yılda yapılan ağaçlandırma miktarına baktığımızda ortalama 40 bin hektar civarında olmuştur. 2002 yılı sonuna kadar 1 milyon 900 küsur bin hektar alanda ağaçlandırma yapılmıştır.

1992-2002 yılları arasında, yılda ortalama 75 bin hektar ağaçlandırma, erozyon kontrolü yapılırken 2003 yılında bu miktar 115 bin hektara, 2004 yılında 170 bin hektara, 2005 yılında 175 bin hektara, 2006 yılında 401 bin hektara, 2007 yılında da 400 bin hektara çıkarılmıştır. Artan oranda ve ödeneğimiz elverdiği oranda bütçemiz imkânlarında ciddi oranda ağaçlandırmalar yapılmıştır.

Özel ağaçlandırmaya çok ciddi teşvik verilmiştir. Cumhuriyet tarihinde, 2002 yılına kadar sadece 33 bin hektar özel ağaçlandırma yapılmışken 2003-2007 yılları arasında tam 40 bin hektar özel ağaçlandırma yapılmıştır. Devletimiz ağaçlandırmaya çok ciddi önem vermekte ve ağırlık vermektedir.

Bakınız, köy tüzel kişiliklerine, yapacakları özel ağaçlandırma için hibe kredi verilmektedir, arazi verilmektedir ama maalesef, Orman Kanunu’nun geçmişten bu tarafa halkımız arasında çok sert bir kanun olması ve orman alanına dönüştürülen özel alanın bile daha sonra tekrar özel alana dönüştürülememesinden dolayı -bu da Anayasa’mızdan gelen- hani, orman alanları daraltılamaz, orman alanları devredilemez…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Uslu, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

NURİ USLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

…orman alanlarında statü değişikliği yapılamaz kurallarından dolayı, insanlarımız ağaçlandırmaya ve fidana maalesef çok sıkı bakmamaktadır. Ancak, son yıllarda bu yavaş yavaş kırıldı, özel ağaçlandırma ve özel fidancılık ciddi oranda teşvik edilmeye başlanmıştır.

Kısacası şunu söylemek istiyorum: Arkadaşımızın teklifinde, kurumun kurulmasıyla ilgili olarak, gerçekten kurumun kurulmasına ihtiyaç yoktur; bilinçlenmeye, ülkemizi sevmeye, ülkemizin bozkırlarını ağaçlandırmaya gönüllerin dönmesi gerekiyor ve milletimizin, devletimizin de ödeneğinin o tarafa doğru kaydırılması gerekiyor. Ama o Bakanlıkta, orman teşkilatında, Orman Genel Müdürlüğünde, Çevre ve Orman Bakanlığında çalışan personelin ihtiyacı vardır, personelin özlük haklarının iyileştirilmeye ihtiyacı vardır diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Uslu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/554) (S. Sayısı: 249) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Geçen birleşimde, tasarının tümü üzerinde Demokratik Toplum Partisi Grubu adına ve Hükûmet adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, tasarının tümü üzerinde söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’a aittir.

Buyurun Sayın Öztrak. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın geneli üzerinde CHP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, huzurunuza gelen bu yasa tasarısıyla, rekabete dayalı, kamu tarafından düzenlenen bir enerji piyasasının kurulması amacıyla 2001 yılında kabul edilen 4628 sayılı Kanun’un uygulanması esnasında karşılaşılan aksaklıkların giderilmesi ve dünya ve ülke şartlarında yaşanan değişimlerin yasaya yansıtılmasının amaçlandığı ifade edilmektedir. Diğer taraftan, arz güvenliğinin sağlanması konusunda mevcut Kanun’un yeterli olmadığı söylenmektedir. Bu amaçla çeşitli düzenlemeler getirilmektedir. Bu çerçevede kamu üretim şirketlerine Bakanlar Kurulu kararıyla üretim yapma görevi de verilmektedir.

Değerli milletvekilleri, izninizle, yasayla ilgili görüşlerimi aktarmadan önce bir uluslararası kuruluşun Türkiye’deki enerji sektörüne ilişkin tespitlerini dikkatinize sunmak istiyorum. Böylece, görüşülmekte olan yasa tasarısının neden huzurunuza geldiğini daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum. “Enerji arz güvenliği Türkiye için çok önemli bir endişe kaynağıdır. Güçlü büyüme ve yükselen sosyal standartların doğurduğu hızla artan talep sonucunda elektrik arz kesintileri yaşanmaya başlamıştır. Türkiye, önemli makroekonomik sonuçlar  doğurabilecek potansiyel olarak ciddi bir arz kriziyle karşı karşıyadır. Verimliliği artırmaya ve talep yönetimini geliştirmeye yönelik çabalar henüz önemli bir etki sergileyememiştir ve daha fazla geliştirilmeleri gerekmektedir. Özel sektör yatırım seviyesi, arzın talep artışıyla paralel olarak artmasını sağlamak için yeterli olmamıştır ve önemli ithalat seçenekleri de kısa vadede sınırlıdır. Dolayısıyla, yerli üretime ve iletim kapasitesine yönelik yatırımların arttırılması gerekmektedir. Bunun için ilave üretim kapasitesine yönelik olarak özel sektörü daha fazla yatırım yapmaya teşvik edecek önlemlerin alınması gerekmektedir. İletim kapasitesini genişletmek için kamu sektörü yatırımlarına ihtiyaç duyulacaktır. Ayrıca, en azından kısa vadede gereken yatırım seviyesi ile özel sektörün gerçekleştirmesi beklenen yatırımlar arasındaki açık kapatılıncaya kadar üretim alanında da kamu yatırımlarına ihtiyaç duyulacaktır.”

Değerli milletvekilleri, sizlere aktardığım bu değerlendirme geçtiğimiz Mayıs ayında yayımlanan Dünya Bankası ve Türkiye Ülke İşbirliği Stratejisi 2008-2011 Raporu’nun ikinci bölümünün yirmi sekizinci paragrafındandır; enerji sektörünün büyümenin önünde nasıl bir engel hâline getirildiğini tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

Diğer taraftan, bu raporlar hükûmetin onayıyla yayınlanır. Dolayısıyla, bu satırlar aynı zamanda Hükûmetin enerji sektörünü ne hâle getirdiğinin de itirafıdır.

Sayın milletvekilleri, devletin resmî kurumlarının verileri de Türkiye'nin ciddi bir elektrik enerjisi arz sıkıntısıyla karşı karşıya kaldığını göstermektedir. Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından Temmuz 2007’de hazırlanan ve 2007-2016 yıllarını kapsayan Türkiye Elektrik Enerjisi On Yıllık Üretim Kapasite Projeksiyonu Raporu’nda 2009 veya 2011 yıllarında ülkemizde elektrik enerjisinde arz açığı ortaya çıkma olasılığının oldukça yüksek olduğu ifade edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, ortada çok ciddi bir tablonun bulunduğu açıktır. Türkiye'nin öncelikli hedefi olması gereken yüksek büyüme hızına ulaşma ve artan nüfusa hızla yeterli iş imkânı sağlama çabaları, anlaşılan, sadece izlenen yanlış politikalar nedeniyle ortaya çıkan cari açığa yani artan dış borçlanma ihtiyacına değil enerji darboğazına da takılacaktır. Bu durum, son dönemde izlenen yanlış politikalarla elverişli küresel iklimin getirdiği fırsatların nasıl heba edildiğini ve ülkenin uzun dönemli büyüme altyapısının nasıl talan edildiğini gözler önüne sermektedir.

Uzun vadeli bir bakış açısıyla ele alınması ve planlanması gereken elektrik enerjisi sektöründe neden bu tablo ortaya çıkmıştır? Bu sorunun cevabı 59’uncu ve onun devamı olan 60’ıncı Hükûmet dönemlerinde izlenen yanlış politikalarda aranmalıdır.

Hepinizin malumları olduğu üzere elektrik enerjisi, yaşam kalitesinin ve sürdürülebilir büyümenin ikame edilemez bir kaynağı olması nedeniyle, devletin özenli politikalar ve akılcı stratejiler geliştirmesi gereken bir alandır. Bu alanda yanlış politika ve stratejilerin maliyeti oldukça yüksek olabilmektedir. Nitekim, huzurunuza getirilen bu yasa tasarısı son beş yıllık dönemde izlenen yanlış enerji politikalarının ortaya çıkardığı sıkıntıların bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, devlet, 2001 yılında aldığı stratejik bir kararla enerji sektörünü özel kesim yatırımlarına açmayı ve kamu tarafından düzenlenen bir piyasa oluşturmayı amaçlamıştır. Bu çerçevede üretim ve dağıtım tesislerinin özelleştirilmesi ve imkânlar ölçüsünde kamunun bu alandaki ağırlığının azaltılması benimsenmiştir.

Kanun koyucu, aynı zamanda, elektrik arzında ortaya çıkabilecek sıkıntıları da öngörerek devlete bu sıkıntıları ortadan kaldıracak belirli yetkileri de vermiştir. Buna, gerektiğinde üretim tesislerine yatırım yapmak da dâhildir. Yani hedef, enerji sektörünü özel kesime devredip hiçbir sorumluluk almamak değildir çünkü nitelikleri itibarıyla bu sektör, piyasa kurallarının tam anlamıyla çalışabildiği bir sektör değildir. Burada hedef, enerji arz güvenliğini tehlikeye atmadan enerjiyi güvenli, ucuz ve kaliteli bir biçimde topluma sunarken yatırım ihtiyacının bir kısmını özel kesim eliyle gerçekleştirmek suretiyle devletin diğer görevleri için ilave kaynak yaratmaktır.

20 Şubat 2001 tarihinde kabul edilen 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, sektörde yukarıdaki çerçevede bir yeniden yapılanmayı öngören özel nitelikli bir çerçeve kanun olarak tasarlanmıştır. Söz konusu Kanun’un çıkarılmasının üzerinden yedi yıl gibi bir süre geçmesine karşın sektörün yeniden yapılandırılmasına yönelik öngörülen dönüşümler gerçekleştirilememiştir. Bu bağlamda, yeniden yapılanma çerçevesinde hedeflenen gerçek maliyetlere dayalı, rekabetçi, saydam ve sürdürülebilir bir piyasa yapısı oluşturulamamıştır. Aslında sıkıntıların önemli bir kısmı, Hükûmetin benimsediğini ilan ettiği politikalara popülist yaklaşımlarla uymamasından kaynaklanmıştır.

2004 yılında alınan bir Yüksek Planlama Kurulu kararıyla, özel sektör yatırımlarının elektrik piyasasına yönlendirilebilmesi için strateji belgesi hazırlanarak kamuoyuna sunulmuştur. Bu strateji belgesinde özelleştirmeye ve özellikle dağıtım bölgelerinin özelleştirilmesine önem verilmiştir. Amaç, özelleştirilen dağıtım şirketlerinin üretime yatırım yapacak olan şirketlerle özel anlaşmalar yapabilmelerine olanak tanımaktı. Böylelikle, özel sektör girişimcileri arasında uzun vadeli ikili anlaşmalar ile serbest piyasa koşullarına benzer koşullar içerisinde elektrik fiyatlarının oluşabilmesi hedeflenmiştir ancak uzunca bir zaman bekletildikten sonra nihayet 2007 yılında hazırlıkları tamamlanma aşamasına gelen özelleştirmeler, seçim öncesinde Hükûmet tarafından ani bir kararla ertelenmiştir. Ertelemeye gerekçe olarak dağıtım altyapısının yatırım ihtiyacı gösterilmiştir. Oysa gerçek, Başbakanın bu uygulamalar öncesinde yaptığı açıklamalarda yatmaktadır. Hükûmet uzun süredir suni olarak sabit tuttuğu elektrik fiyatlarını seçime bir yıl kala artırmak istememiştir. Hükûmetin kendi getirdiği yeni düzenleyici çerçeveye uymaması, gerekli yatırım ortamını yaratamamış ve özel sektörün üretim yatırımlarının önü tıkanmıştır.

Maliyetlerdeki hızlı artışlara, kayıp ve kaçağın azaltılamamasına rağmen, Hükûmet kararlarıyla elektrik fiyatlarının sabit tutulması, bir yandan özel kesimin yatırım yapmaktaki ürkekliğini artırırken, kamu kuruluşlarını da yatırımlar için kaynak yaratamaz hâle getirmiştir. Hatta, 2006 yılında, özelleştirme gelirlerinin bir kısmı bu kuruluşlara gizli sübvansiyon olarak verilmiştir. Aslında, seçim öncesinde Hükûmet elektriğe zam yapmamakla övünürken, halktan, bu nedenle, gelecekte karanlıkta kalacaklarını, fabrikaların duracağını, kesintiler nedeniyle sanayide üretim maliyetlerinin artacağını ve geleceğimizin, yüksek büyüme ve istihdam olanaklarının yağmalandığını gizlemiştir.

Sayın milletvekilleri, bu yanlış politikalar neticesinde özel kesim enerji sektörüne yatırım yapmaktan kaçınmıştır. Nitekim, yıllar itibarıyla bakıldığında özel kesimin enerji yatırımlarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı 2002 yılından bu yana değişmemiştir. 2002 yılında enerji sektörüne yönelen özel kesim yatırımlarının payı binde 3 iken, bu pay 2004, 2005 yıllarında binde 2’ye kadar gerilemiş, 2007 yılında ise tekrar binde 3 olmuştur.

Hızla artan talebe rağmen özel kesimin enerji sektörüne yatırım yapmadığı ortada iken kamu kesimi elektrik enerjisinde arz güvenliğini güvence altına alacak yatırım kararlarını da alamamıştır. Yıllar itibarıyla, devletin enerji yatırımlarının toplam kamu yatırımları içindeki payı hızla düşürülmüştür. 2002 yılında enerji sektörü yatırımları kamu sabit sermaye yatırımlarının yüzde 20,8’ini oluştururken, 2007 yılına gelindiğinde bu oran yüzde 10,2’ye gerilemiştir.

Kamu kesimi enerji yatırımlarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı incelendiğinde, enerji yatırımlarındaki ürkütücü tablo daha da iyi anlaşılmaktadır. AKP hükûmetlerinin işbaşına geldiği 2002 yılının sonunda kamu kesimi enerji yatırımlarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yüzde 1,3 iken, 2007 yılında bu oran binde 4’e gerilemiştir. Oysa 2001 yılında çıkan 4628 sayılı Yasa’nın ilk hâlinin 2’nci maddesinin (a) fıkrasının 1 numaralı bendinde Elektrik Üretim Anonim Şirketinin özel sektör yatırımlarını dikkate almak suretiyle, Kurul onaylı üretim kapasite projeksiyonu uyarınca, gerektiğinde yeni üretim tesisleri kurabileceği, kiralayabileceği ve işletebileceği açıkça hükme bağlanmıştır. İlgililer, bu maddede bahsi geçen “gerektiğinde” kelimesinin muğlaklık yarattığı ve bu gerekliliğe kimin karar vereceğinin belirli olmadığı şeklinde bir gerekçeyle yatırım yapmadıklarını dile getirmişlerdir. Enerji Bakanlığı ve Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu arasında bu yetkinin kim tarafından kullanılacağına yönelik bir yorum farkının ülkenin geleceğini ipotek altına almasını kabul edemeyiz. Kaldı ki -varsa- bu farkı giderme mercisi de Hükûmettir.

Sayın milletvekilleri, Hükûmet politik tercihini özel kesimin enerji sektöründe yatırım yapması ve kamunun bu sektörde işletmeci olarak varlığını azaltması yönünde yapmıştır ancak bunun gerektirdiği tedbirleri almadığı için ciddi bir zaaf ortaya çıkmıştır. Söz konusu olan, insanlarımızın temel haklarından biri olan yaşam kalitesindeki iyileşmenin sürdürülebilmesidir. Bu hizmetin -kamu veya özel, kimin eliyle verilirse verilsin- güvenli ve kaliteli bir şekilde millete sunulmasından devlet sorumludur. Özel kesimin enerji arz güvenliğini sağlayacak yatırımları gerçekleştiremediği ortada iken kamu yatırımlarını devreye sokacak tedbirlerin AKP Hükûmetleri tarafından alınmaması ağır bir ihmaldir.

Değerli milletvekilleri, şimdi bir başka önemli konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Elektrik Piyasası Kanunu’nda değişiklik yapan 5496 sayılı Kanun’un 10/5/2006  tarihinde yasalaşmasından sonra 4628 sayılı Yasa’nın Elektrik Üretim Anonim Şirketine yatırım yapma yetkisini veren 2’nci maddesinin (a) fıkrasının birinci bendi bir şekilde yok olmuştur. Komisyonda bazı yetkililer bunun sehven unutulduğunu ifade etmişlerdir.

Sayın milletvekilleri, şimdi soruyorum: Kanun’un verdiği bu yetki 2006 yılına kadar neden kullanılmamıştır? Kanun’un arz güvenliği açısından en önemli maddesi, 2006 yılında yapılan düzenleme sırasında nasıl sehven yok olmuştur? Neden elektrik arzında yaşanacak sıkıntılar çok açık bir biçimde ortada iken gerekli önlemler alınmamıştır? Elektrik Üretim Anonim Şirketi, Enerji Bakanlığı, EPDK veya Başbakanlık bu sorunu görmemiş midir? Gördüyse uyarmamış mıdır? Uyardılarsa buna kim karşı çıkmıştır? Bu soruların her aşamasında görev ihmali söz konusudur. Bu sorular mutlaka sorulmalıdır, çünkü konu, her bakımdan ülkemizin ve insanlarımızın geleceğini ipotek altına almıştır.

Değerli milletvekilleri, uzun süredir Sayın Başbakan “Bu ülkede taş taş üstüne koyanlar, koymayanlar”  ayrımı yapıyor. Rakamlar, bu ülkenin en kritik sektöründe AKP Hükûmetlerinin nasıl taşı taş üstüne koymadıklarını açıkça sergiliyor. Ortaya çıkan tablo gayet açıktır; 2003 yılından bu yana enerji sektöründe kamu ne kendi yatırım yapmıştır ne de özel sektörün bu yatırımları yapması için gerekli ortamı yaratmıştır. Tüm bu gelişmeler, bazılarına göre 2009 yılında, bazılarına göre de bu yıl karşılaşılması olası görünen elektrik enerjisi arz sıkıntısının bağıra bağıra geldiğini, buna karşı, Hükûmetin gelen bu uyarılara kulaklarını kapayarak basiretli davranamadığını açıkça göstermektedir.

Hükûmet, yedek kapasite fazlasıyla aldığı enerji sektöründe bu imkânı kullanamamış, ilave kapasite yaratamamış ve sektörde ciddi bir arz güvenliği sorunu yaratmıştır. Burada orta vadeli bir bakış açısının eksikliği ve “günü yaşama” yaklaşımı kendini açıkça göstermektedir. Bu kötü yönetimin faturası her zaman olduğu gibi yine halkımıza çıkacak ve önümüzdeki dönemde enerji darboğazı büyüme ve istihdamın önünde önemli bir engel olacaktır.

Diğer taraftan, küresel kredi koşullarının oldukça iyi olduğu bir dönem geride kalmıştır. Ayrıca, son dönemde Çin ve Hindistan gibi ülkelerin yeni enerji tesisleri kurma çabalarına hız vermesi, enerji sektöründe kullanılan yatırım mallarının fiyatlarının hızla artmasına ve bu malların tesliminin çok uzun sürelere yayılmasına neden olmuştur. Bu durum, yeni kapasite yaratılmasını hem pahalılaştırmış hem de zorlaştırmıştır.

Diğer taraftan, Hükûmetin elektrik fiyatlarına hesapsız kitapsız müdahalesi, kamunun yatırımcı kuruluşlarını finansman darboğazına sokmuş ve istese de yatırım yapamaz hâle getirmiştir. Şimdi bu hesapsızlığın faturası, bu sene başından itibaren yüzde 44’leri aşan şok fiyat artışlarıyla vatandaşlarımıza çıkarılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, yasa tasarısının maddeleri üzerine arkadaşlarım detaylı görüşlerini sunacaklar. Bu nedenle maddelerin ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak, bu yasa tasarısı acaba mevcut sıkıntılara çözüm olacak mıdır? Tasarının 6’ncı maddesi arz güvenliğinin sağlanması için alınacak önlemleri tanımlamaktadır. 4628 sayılı Kanun’un kamuyu gerektiğinde yatırım yapmaya çağıran maddesi oldukça açık iken Hükûmet elektrik enerjisi yatırımlarını gerçekleştirmekten kaçınmış ve bu madde 2006’da bir şekilde yok edilmiştir. Şimdiki düzenlemeyle elektrik sıkıntısı kapımıza dayanmışken devlet ancak maddede sayılan bir dizi önlemin hiçbirinin çalışmaması hâlinde yatırım yapabilecektir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin ciddi bir enerji darboğazıyla karşı karşıya olduğu dikkate alındığında, kamunun enerji yatırımı yapabilmesinin uzun bir deneme yanılma sürecine bağlanması, sorunu daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacak ve ortaya çıkacak ızrar hâlinin bazı gruplar tarafından istismarına neden olacaktır. Hem reel sektörün ve dolayısıyla ülkenin rekabet gücünün korunması hem de tüketici refahının artırılabilmesi için kamunun enerji sektörüne yapacağı yatırımların önüne, mevcut arz darboğazı dikkate alınarak, yeni koşulların getirilmemesinin önemli olduğu düşünülmektedir. Bu husus istismarı engelleyecek, fiyatların daha doğru ve rekabetçi bir noktada teşekkül etmesini sağlayacak ve arz güvenliğinin tesis edilmesine önemli katkı sağlayacaktır.

Sayın milletvekilleri, getirilen düzenleme, sonuç olarak, Hükûmetin bu sektörü yönetememesinden kaynaklanan ciddi hasarın önüne geçmekten çok uzaktır.

Değerli milletvekilleri, sözlerimi tamamlarken bir hususun altını çizmek istiyorum. Elektrik sektöründe yaşananların ne küresel piyasalarda yaşanan krizle ne uluslararası enerji fiyatlarının artmasıyla ne de iktidar partisine açılan kapatma davasıyla ilgisi yoktur. Gelinen nokta, Hükûmetin bu ülkeyi nasıl hesapsız kitapsız borçlandırarak, kendilerine bırakılan imkânları har vurup harman savurarak yönettiğinin ya da yönetemediğinin çok açık bir göstergesidir.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetlerinin yanlış politikaları ekonomide ciddi risklerin birikmesine yol açmıştır. Bunun en önemli göstergesi, yavaşlayan büyümeye rağmen artan cari açık ve bugün konuştuğumuz enerji darboğazıdır. Bozulan küresel iklimle birlikte bu riskler açığa çıkmaktadır. Bu çerçevede ekonomiden sorumlu bakanların bu durum karşısında gereken önlemleri almak yerine, olan biteni AKP’nin kendine açtırdığı davanın neden olduğu siyasi belirsizliğe bağlama çabaları durumu daha da kötüleştirmekte ve âdeta halkın sırtından kurban kesilmektedir. Hükûmetin bu yanlışlardan kısa sürede dönmesini ve halkın kendisine verdiği yetkiyi ekonomide yaşanan sıkıntıları arttırma yönünde değil gidermekte kullanmasını bekliyoruz ve temenni ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, bugün grup konuşmalarını dikkatle dinledim. Bakınız, dünyada çok ciddi, ters bir küresel dalga üstümüze doğru geliyor. Türkiye bu dalgaya her yeri açık bir vaziyette, büyük kırılganlıklar üreterek yakalanmış vaziyette ama ben…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

FAİK ÖZTRAK (Devamla) – …Sayın Başbakanın gruptaki konuşmasına baktığım zaman, tabandan tavana modernizasyon, tavandan tabana modernizasyon gibi birtakım felsefi tartışmaların yapıldığını görüyorum. Arkadaşlar, bu durum âdeta Bizansın son günlerinde meleklerin cinsiyetinin tartışılmasına benziyor. Bu çerçevede Hükûmetin bir an önce asli görevine dönerek ekonomide gerekli önlemleri almasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztrak.

Tasarının tümü üzerinde söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Oktay Vural’a aittir.

Buyurunuz Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın milletvekilleri, Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı arz ederim.

Tabii, Türkiye bugün, aslında ekonomik ve siyasi belirsizliklerin yaşandığı, aynı zamanda ekonomik ve siyasi risklerinin bedelinin millet tarafımızdan ödenmeye başlandığı bir dönemi yaşıyoruz. Dolayısıyla, bugün gelinen noktada Türkiye’nin geleceği açısından bu gelişmelerin toplumda önemli bir güvensizlik kaynağı oluşturduğunu ifade etmek istiyorum.

Yapılan çalışmalarda vatandaşlarımızın yüzde 73’ü Türkiye’nin çok kötü bir yolda olduğunu ifade ediyor. “Beş yıl öncesi iyi mi, kötü mü?” diye sorulduğunda, yüzde 49’u “Kötü.” yüzde 11’i “Aynı.” demiş, sadece yüzde 29’u “Daha iyi.” demiştir. Geleceğin nasıl olduğunu soranlar açısından da yüzde 62’si geleceğin çok daha kötü olacağını ifade etmektedir.

Yine yapılan bir çalışmada “Beş yıl önce durum daha iyiydi.” diyenlerin oranı yüzde 45,2’dir, “Değişmedi.” diyenlerin oranı ise yüzde 26,8’dir.

Aslında, bütün bu sonuçlar vatandaşın Türkiye’nin bugün geldiği durumdan memnun olmadığını, gelecek konusunda da AKP’nin bir umut vermediğini ve millet nezdinde de popülaritesinin ortadan kalktığını göstermektedir. Bunlar, aslında bir sonuçtur. Bu bakımdan, bugün geldiğimiz bu noktada Türkiye gerçekten büyük risklerle karşı karşıya. Ekonomide açıklar devri: Dış ticaret açığı 2002’ye göre 5 kat artmış, cari işlemler açığı 24 kat artmış, özel sektörün döviz pozisyon açığı artmış ve Türkiye’nin maalesef riskleri artmıştır.

Bugün geldiğimiz bu noktada da aslında bugün tartıştığımız konuda da yeni bir açıkla karşı karşıya olduğumuzu bu kanun ortaya koyuyor: Enerji açığı. Türkiye’de bir enerji açığı sorunu vardır, arz güvenliği sorunu vardır. “Bu arz güvenliği sorununu çözebilmek için ne yapabilirim” diye Hükûmet bu tasarıyı getirmektedir. Demek ki bugüne kadar riskler öngörülmemiş, yönetilmemiş ve maalesef, Türkiye, enerjisiz kalabileceği bir döneme adım atmıştır.

Bütün bunların hepsi, bakıldığında, aslında AKP politikalarının bir sonucudur. Aslında 16/11/2002’de Sayın Başbakan Acil Eylem Planı’nı açıkladığı zaman şunları söylemişti: “Adı üstünde, acil eylem. Enerji piyasası rekabete açılacak. Elektrikte TRT payı kaldırılacak. Enerji fiyatları üzerindeki yükler azaltılacak. Bir yılda işletme hakkı devri tamamlanacak, enerji kayıpları azaltılacak.” Bugünkü Hükûmet, 10 Ocak 2008’de, bu sefer yine kayıp kaçak oranının indirileceğini acil durum olarak ortaya koymuş; yine “Elektrik üretimi ve dağıtımının özel sektöre katılımı sağlanacak.” demiş, “Elektrik arz güvenliği artırılacak.” demiş. Dolayısıyla, ilk Hükûmetten, 16 Kasım’dan, 2002’den bugünkü Hükûmetin Acil Eylem Planı’na baktığımız zaman elektrikte “acil” dedikleri hiçbir hususu gerçekleştirememişler.

İşte, bugün geldiğimiz bu noktada, yine Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda “Arz güvenliği için kaynak ve ülke çeşitlenmesi yapılacak.” Bugün kaynak ve ülke çeşitlenmesinin yapılmamasının sonuçlarını görüyoruz. “Kamu sektörden çekilecek.” denmiş, biraz sonra konuşacağımız yasayla göreceksiniz, kamu nasıl sektörün içine çekilmek isteniyor, onun planını yapıyoruz. Kamu, düzenleyici denetleyici rolü çerçevesinde arz güvenliğini takip edecek” diyoruz. Düzenleyici ve denetleyici rolü olan Enerji Piyasasının arz güvenliğinden nasıl uzaklaştırıldığını biraz sonra kanunlaştıracağız. Dokuzuncu Kalkınma Planı bunu söylüyor. Bugün getirdiğimiz bu kanun, Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın hedeflerini gerçekleştirmek yerine, eleştirileri doğrultusunda yeni hükümler getirmektedir.

Şimdi, Dokuzuncu Kalkınma Planı’nı bu Meclis kabul etti ve “Bu kalkınma planına uyulmalı ve komisyonlarda da kalkınma planlarına uyum esası öncelikle görüşülmelidir ve gözetilmelidir.” demesine rağmen, bu kanunda kalkınma planıyla ilgili herhangi bir hükmün yer almadığını görüyoruz.

“Yatırımda öncelik özel sektörün olacak.” denilmiş ve Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda 2006 yılında öngörülen 2,5 katrilyonluk yatırım 2013 yılında 2,6 katrilyon olarak belirlenmiş ve bugün görüştüğümüz, bugün çıkartacağımız yasayla arz güvenliği açısından kamu tekrar yatırımcı olarak gündeme sokulmuştur. Böylelikle, yine, kalkınma planındaki “Yatırımda öncelik özel söktürün olacaktır.” yaklaşımına oldukça aykırı bir kanunu bugün görüşmüş olacağız.

“Sanayi aboneleri lehine değişiklik yapılacak.” denilmiş. Bugün yapılan son zammı da dikkate aldığımız zaman mesken ve sanayi aboneleri arasındaki fiyat farkı sadece yüzde 9-10 civarında kalmıştır.

Bütün bu gelişmelerle ilgili getirilen kanun, esas itibarıyla, bugüne kadar AKP’nin arz güvenliği konusunda atmadığı adımların, yapmadığı yatırımların, işletemediği piyasanın neticesinde buraya gelmiştir. Dolayısıyla bugün Enerji Piyasası işletilememiş, Bakanlık görevini yapamamış ve Türkiye maalesef ciddi bir enerji açığıyla karşı karşıya kalmıştır.

Bakın, kanunda hep 2012 yılı, 2013 yılı, 2010 yılı gibi, zamanlamayla ilgili yatırımların acil bir şekilde yapılmasını öngören tedbirler vardır. Enerji yatırımlarını bu kadar kısa sürede yapma isteği aslında bugüne kadar AKP döneminde, bu elektrik sektörüne, özellikle, gerekli yatırımın yapılmamasından kaynaklanmıştır.

1999 yılında 26.119 olan kurulu güç, 2002 yılında 31.856 megavata yükselmiş, bugün 2007 sonu itibarıyla 40.777 megavat olmuştur. Kurulu güç artışı 2001 yılında yüzde 4, 2002 yılında yüzde 12,4 olmuşken, 2007 yılında kurulu güç artışı binde 5 olmuştur. Dolayısıyla, AKP döneminde açıkçası 3.513 megavat 2002 yılında işletmeye alınmışken, 2007 yılında işletmeye alınan kurulu güç sadece 212 megavattır. Bugün AKP’nin işletmeye aldığı, bu dönemde işletmeye alınan elektrik enerjisi üreten santrallerin çok önemli bir kısmı, kendisinden önceki hükûmetlerin planladığı, yatırımını yaptığı yatırımlardır ve bugün baktığımız zaman eğer doğal gaz dışındaki elektrik santrallerinin ömrünün üç ila yedi yıl arasında yapıldığını düşünürsek, bir iktidar döneminde maalesef AKP yeterince yatırım yapmış değildir. Mesela, Afşin-Elbistan: 13/11/2006 tarihinde işletmeye girdi. Bunun sözleşmesi 5 Haziran 1998’de imzalanmış, 2000’de temeli atılmış, fiilen işe başlamıştır. 2006 Temmuz ayında yine 320 megavat Çanakkale-Çan. Yine, bunun sözleşmesi 15/10/1998’de yapılmış, 25/06/2000 tarihinde de temeli atılmıştır.

Bütün bunları dikkate aldığımız zaman açıkçası AKP döneminde maalesef kurulu güce, enerjiye yatırım yapılmamıştır, kendi geçmiş dönemindeki yatırımların neticesinde elektriği vatandaşımıza iletmiş ve ama artık kurulu gücün yetmeyeceğinin de farkına varılmıştır.

1999-2000 arasında kurulu güç artışı yüzde 21,2’dir. 2003-2007 arasında artış yüzde 14,6 olmuştur ve tüketimin giderek artmış olmasına rağmen kurulu gücün azalmış olması çok ciddi bir arz güvenliği sorunu ortaya çıkarmıştır ve böyle bakıldığı zaman, yine Enerji Bakanlığı, TEDAŞ’ın 2007 yılında arz güvenliği açısından yaptığı üretim kapasite projeksiyonu çalışmasında diyor ki: “Güvenilir üretimlerde 2.877 gigavat ve 4.452 gigavat saat azalma olmuştur.” Bu projeksiyonla enerji ithalatı-ihracatı dikkate alınmamasına rağmen, Türkiye’de önemli bir arz açığıyla karşı karşıya olunduğunu ortaya koymuştur. 20 milyar kilovat saat bir açığın kısa vadede ortaya çıkabileceği ifade edilmiştir.

İşte, bu dönemde elektriğe yeterince yatırım yapmayan Hükûmet, bugün arz güvenliğini sağlamak açısından kamu kurumlarını görevlendiren bir tasarıyla karşı karşıya kalmıştır. Öyle ki, elektrik bulunamayan bir ülkede… Elbette dış ülkelere elektrik satmamız mümkün, Yunanistan’a elektrik satıyoruz, Irak’a da satıyoruz. Bakın, Türkiye’de kurulu güce yatırım yapmayanlar, 12 Kasım 2003 tarihinde kısa vadede 2004’te Irak’a bin megavat  enerji ihracı, yetmedi 5 bin megavat da yakın gelecekte Irak’a enerji ihraç edeceğiz diyorlar. Hangi kurulu güçle? Kendi kurulu gücünüz yok. Bugün bu tasarıyla Türkiye’de birtakım özel sektöre teşvikler getirip arz güvenliği açısından da kamuya görev vererek ancak bu arz açığımızı kapatacakken, Hükûmet, yurt dışına olmayan elektriğimizi satma anlaşmaları dahi imzalayabiliyor. Dolayısıyla, bu kadar gözünün ucunu görmeyen bir Hükûmet, gerçekten Türkiye’yi ciddi bir enerji açığıyla karşı karşıya getirmiştir. Bugün çıkartacağımız kanun, aslında, acilen yapılması gereken birtakım yatırımların önünü açmak için öngörülmüştür. Bu kanunda maalesef çevre duyarlılığı yoktur, orman duyarlılığı yoktur, mera duyarlılığı yoktur. Bütün bunlarla ilgili sorunları aşabilmek ve kısa vadede bunun sosyal maliyetini vatandaşa yükleyecek bir kanun tasarısıyla bunun önünü açmak istemektedir, sadece elektrikte değil, doğal gazda da. İşte, doğal gazda da 2011 yılından itibaren, mevcut kontratlarla birlikte talebi dikkate aldığımız zaman, arz artık talebi karşılayamayacak duruma geliyor. Doğal gazda da arz açığı var, elektrikte de arz güvenliği maalesef yok olmuş durumdadır. O bakımdan, bugün geldiğimiz bu noktada ,maalesef, Türkiye bu arz güvenliğini sağlayacak tedbirleri de almış değildir.

Bakınız, petrolle ilgili, biliyorsunuz, bu Meclis bir Ulusal Petrol Stok Ajansı kurulmasını öngördü, doksan günlük bir petrol stoklama mecburiyeti getirdi. Sayın Bakana sordum; 2005, 2006, 2007’de bu petrol stokuna uymayanlarla ilgili tespitler yapıldığını, rafinerilerin uymadığını, akaryakıt istasyonlarının uymadığını, aslında bu kanunla ortaya konulan Ulusal Petrol Stok Ajansının da hiçbir yaptırımının olmadığını; dolayısıyla, açıkça, Türkiye’nin, böyle kritik fiyat dalgalanmalarının olduğu bir dönemde stoksuz bir şekilde piyasaya girdiğini ifade ediyor.

Doğal gaz yer altı depolaması sadece Marmara’da kuyularda var. Ne oldu Tuz Gölü’nde? Bir sürü yolsuzluklar, bir sürü usulsüzlükler. Maalesef, doğal gazda da arz açısından, fiyat şoklarına karşı bizi koruyabilecek ve arz güvenliğini sağlayacak depolama yapılamadı, stok yapılamadı. Bugün geldiğimiz bu noktada bunun bedelini milletimiz ödüyor. Üç aylık bir stokla, geçmiş bedellerle, vatandaşa, tüketicilerimize, petrolümüzü, doğal gazımızı satabilecek iken ya da elektrik üreticilerine satabilecek iken, bunun bütün riski fiyat olarak vatandaşımıza yükleniliyor. Açıkçası, Hükûmetin özellikle bu piyasalarda yeterince stok oluşturmaması zaten piyasanın oluşmamasını sağlıyor. Böyle bir piyasa oluşmadığı zaman da buna müdahale etmeniz gerekmektedir, bugünkü de açıkçası bir müdahaledir.

Bugün, piyasa açısından bakıldığı zaman, 2009 yılı, açıkçası gerçekten piyasa işlemiyor, acil yatırım yapması lazım. Doğal gazda kriz, elektrikte kriz, tabiri caizse bir enerji kriziyle karşı karşıya olabiliriz. O bakımdan çok ciddi yatırımların yapılması gerekmektedir ve açıkçası bu kanunun, bu şekilde, bu yatırımların önünü açıp açmayacağı hususu da oldukça düşündürücüdür, endişe verici yönü vardır. Çünkü piyasa yoktur, piyasada bu arz güvenliğini sağlayacak kamu kurumlarının karar alma mekanizması ta Bakanlar Kuruluna kadar uzatılmaktadır. Bunlar zamanında karar almadığı zaman, arz güvenliği açısından piyasaya diğer aktörler de girmediği zaman, milletimiz bunun bedelini elektriksiz kalmakla, enerjisiz kalmakla ödemek durumunda kalacaktır. Tabii bütün bunlarla birlikte, maalesef, ülkemizde önemli ölçüde dış piyasaların da etkilediği enerji fiyat artışı… Bu enerji fiyat artışı Türkiye’yi çok kötü bir dönemde yakalamıştır. Cari işlemler açığımızın ve özellikle değerlenmiş paranın etkisiyle bu enerji fiyat artışının… İleride bu cari işlemler açığının sürdürülemeyeceği dikkate alınarak büyük bir bedelle karşı karşıya kalabileceğimizi düşünüyorum.

IMF’nin yaptığı son Dünya Ekonomik Outlook (Bakış) Raporu’nda, Türkiye riskli ülkeler arasında gösterilmektedir. Cari işlemler açığı bu fiyatların artışından dolayı gayrisafi millî hasılanın yüzde 7,6’sına yükselecektir -daha önce 6,3’tü- dolayısıyla, böyle bakıldığı zaman enerji fiyatlarının önemli ölçüde vatandaşlarımızı etkileyeceği bir döneme gidiyoruz.

Tabii beceriksiz, verimsiz bir yönetimin sonucu şok zamlardır. Onun için, Türkiye elektrikte yüzde 40 zamla karşı karşıya kalmıştır. Vatandaş birdenbire elektrik faturasının yüzde 40 arttığını görmektedir. Peki, daha önce bunlarla ilgili tedbirleri niye almadınız? Çünkü artık deniz bitti, yürütülemezdi. Vatandaşlar tüketim pattern’lerini ayarlamışlar ve buna göre gelirlerini dağıtmışlar, siz birdenbire yüzde 40’lık bir zam yapmakla vatandaşın bütçesine bir darbe vurdunuz. Bunlar son derece yanlış politikalardır. Şok edici politikalar, vatandaşın harcanabilir gelirini, başka yerlerden kaydırarak, buraya ikame etmesi sonucunu doğurur ki bunun önemli ölçüde fakirleşme meydana getireceğini düşünüyoruz.

Tabii, bu zammın bir başka yönü daha var: Belki de tüketimi kısmak için getirilen bir husustur, vatandaş tüketemesin, ödeyemesin diye. Bir Sayın Bakan bunu ifade etmişti; vatandaş ödeyemesin, tüketemesin, tüketemeyince elektriğe ihtiyaç kalmayacak, dolayısıyla arz açığı böylelikle ortadan kaybolacak diye bir yaklaşım tarzı. Doğrusu, bunu vatandaşlarımızın bu medeniyetten faydalanmasını engelleyen bir husus olarak görüyoruz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Orta Çağ karanlığına geri götürecekler.

OKTAY VURAL (Devamla) – Tabii “Sanayide yük azaltılacak.” demişti. Elektrikteki vergi yüküne bakıldığı zaman, Türk sanayicisi OECD ortalamasına kıyasla yüzde 62 daha pahalıya satın almıştır enerjisini. Yüzde 62 daha pahalı! Sayın Bakan geçen konuşmada diyor ki: “Türkiye’de en ucuz elektriği satıyoruz diğer Avrupa ülkelerine göre. En ucuz doğal gazı satıyoruz Avrupa ülkelerine göre.” Bugün baktığımız zaman, satın alma gücü paritesine göre, görüldüğü gibi, gerek elektrik fiyatında bütün ülkelerden… Bakın, Portekiz’den, Polonya’dan, Avusturya’dan, İrlanda’dan, İngiltere’den, İspanya’dan, Yunanistan’dan çok daha pahalı elektrik tüketiyor sanayicilerimiz. Vergi payımız da yine OECD ülkeleri içerisinde en pahalı, 4’üncüsü, yüzde 18,5’lik bir vergi payı var. İşte, böyle bir yapı içerisinde nereden nereye geldik? 16 Kasım 2002 “Sanayide vergi yükü azaltılacak.” azaltılmadı, “Arz güvenliği sağlanacak.” sağlanmadı, “TRT payı kaldırılacak.” kaldırılmadı, “Dağıtımda özelleşme olacak.” olmadı. Peki, ne yapıldı? Zamdan başka bir şey değil. Türkiye’de maalesef bu konularla ilgili önemli ölçüde Hükûmetin eleştirilecek yönleri var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Vural, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

OKTAY VURAL (Devamla) - Tabii, bu çerçevede iki hususu dile getirmek istiyorum: Yüksek Planlama Kurulu maliyet bazlı fiyatlandırmayı yayınladı 14 Şubat 2008’de ve TEDAŞ’ın yapılandırılmasıyla oluşturulan 20 tane, elektrik dağıtım şirketleri listesi var, Bakanlar Kurulundan, Yüksek Planlamadan çıkmış, 20 tane. Bir bakıyorum ki Aras Elektrik iki defa yazılmış, Çoruh yok. Yani Trabzon, Artvin, Giresun, Gümüşhane, Rize ve Dicle’yi içeren bu dağıtım şirketleri Yüksek Planlama kararında yer almamış, 2 tane de Aras var. Şimdi, nasıl çıkartılıyor bunlar? Çoruh neden yok? Neden Aras 2 tane var? Oysa bakıldığı zaman 2004 yılında yayınlanan strateji belgesinde 21 tane dağıtım bölgesi vardı, şimdi, Arası çıkardığınız zaman 19 tane kalıyor. Bunlar, gerçekten Hükûmetin enerji politikalarıyla ilgili çok dikkatli çalışmadığını ortaya koyuyor.

Bir başka, son husus da biraz önce Sayın Öztrak da ifade etti…

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız.

Buyurunuz.

OKTAY VURAL (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.

Şimdi, 2006 yılında bir kanun değiştirildi, 4628. 4628 Elektrik Piyasası Kanunu’nun ikinci maddesinin (a) bendi çıkartıldı. Şimdi kanunla tekrar onu yerine getiriyoruz. Niye çıkarttınız? Şimdi niye getiriyoruz? Böyle bir kanun yapma olur mu? Düşünün, yani gerçekten bütün bunlar aslında enerji arz açığının neden ortaya çıktığını da göstermektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemli ve kritik olan bu enerji arz açığının giderilmesi konusunda atılacak adımlara elbette destek vereceğiz ama Hükûmetin bu politikaları, enerji arz açığını gidermek bir yana maalesef enerji arz açığını piyasa aktörleriyle çözemeyeceğini de ortaya koymuştur. Maddelerde de bölümlerde de milletvekili arkadaşlarım Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve düşüncelerini sizlerle paylaşacaktır.

Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Vural.

Tasarının tümü üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz, Kayseri Milletvekili Taner Yıldız’a ait.

Buyurunuz Sayın Yıldız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyoruz. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii aslında, ben kriz çıkması hâlinde sevinen hiçbir kimsenin olmayacağını tahmin ediyordum fakat biraz yanılmışım. Kriz çıkması hâlinde sevinebilecek kişilerin olduğunu görüyorum, daha şu anda ortada hiç böyle bir olgu yokken.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Tenkit edilmesin mi?

TANER YILDIZ (Devamla) - Tabii bunun için bazı kavramları analiz etmemiz lazım. Her zaman, bu kürsüye çıktığımızda, enerji üzerine yeni şeylerden bahsedelim derken o kavramları tekrar etmediğimiz takdirde bunların yeterince anlaşılmayacağı endişesiyle ben o kavramlara tekrar girmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, enerjiyle alakalı koyduğunuz politika ve stratejilerin değişmez olmadığının kabul edilmesiyle alakalı yanlıştır. Koyduğunuz politikaların ve temel stratejilerin değişen kısımları vardır, değişmeyecek kısımları vardır. Mesela, değişmeyen kısımlarından bir tanesi, özelleşmeyle, liberalleşmeyle alakalı, piyasanın serbestleşmesiyle alakalı ana olgudur, bu değişmez ama bunun hangi evrelerde, hangi üslupla ve nasıl yapılacağıyla alakalı bir kısım detaylar değişebilir. Mesela bahsedildi: Özellikle bu arz güvenliğiyle alakalı, “Dünya fiyatlarından bağımsız bir kısım olumsuzluklar var.” dendi.

Değerli arkadaşlar, özellikle enerjide dünya fiyatlarından bağımsız herhangi bir olgunun gelişebilmesi mümkün müdür, özellikle enerji ithalatı bu oranlarda olan bir ülke için? Bunun olması mümkün değil. Sizin, petrol fiyatları 22 dolarken vereceğiniz ayrıntılar başkadır, 122 dolarken vereceğiniz ayrıntılar başkadır.

BAŞKAN – Sayın Yıldız, bir dakikanızı rica edeceğim.

Sayın milletvekilleri, demin yanlışlıkla oturum durdurulmuştu. Yeniden başlattığım için soru sormak için sisteme giren milletvekillerinin tekrar istemlerini yinelemelerini rica edeceğim.

Teşekkür ederim.

Buyurunuz Sayın Yıldız.

TANER YILDIZ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, mobil santrale bakışınız değişir, nükleer santrale bakışınız değişir. Ehem mühim sırası yaparsınız, takdim tehir yaparsınız, bunlarla alakalı değişiklikler mutlaka yapılabilecektir. Koyduğunuz temel strateji ilanihaye gidecek diye bir konu yoktur. Değişmezlerini söyledim, piyasanın serbestleşmesiyle alakalı, liberalleşmesiyle alakalı değişmezler muhakkaktır. Bunu değerli arkadaşımız da konuşmasında belirttiler. Bugün sektörler itibarıyla enerji sektöründeki kamu artı özel sektör sabit sermaye yatırımlarındaki konfigürasyon aynen denildiği gibidir, ama bunun bir gerekçesi vardır. Kamu küçülmeyi başında hedefine koymuştur. Özellikle AK PARTİ Hükûmetimiz hem Acil Eylem Planı’nda hem de çizdiği yol haritasında bunu net olarak belirtmiştir. Oranlar da zaten bunu söylüyor. Yani kamu 2002 yılında oran olarak yüzde 1,3 civarında -gayrisafi yurt içi hasılaya oranı olarak- yapmışken şu anda binde 4’ler civarında yapmaktadır. Bu kötü bir şey değildir. Kamunun enerji yatırımlarından çekilmesi, bilinmeyerek gelinen bir nokta değildir, bilinerek gelinen bir noktadır. Ancak, şu kısmına katılmak mümkün: Buradaki boşluğu neyle ikame edeceksiniz? Özel sektörle. Evet, özel sektörde bütün kanuni zeminler, yönetmelikler, her türlü altyapı hazır olmasına rağmen, gerek dünya şartlarından dolayı gerekse yurt içi bir kısım şartlardan dolayı zeminin oturmasını bekleyen bir kısım yatırımcılar daha geç yatırım yapma kararı almışlardır. E, bu da normaldir. Ama şu anda geldiğimiz noktada özellikle iktidarıyla muhalefetiyle bütün hepimizin konsensüs sağladığı, ortak paydaya koyduğu yenilenebilir enerji kaynaklarıyla alakalı, yerli kaynaklarla alakalı bütün gelişimler ortadadır. Mesela,  rüzgâr bunlardan bir tanesi. 78 bin megavat civarında bir müracaat oldu, biz bunu 50-52 bin megavat civarında kabul edersek dublikasyonları önlemek açısından, bunun şu anda gerçekleştirilebilir oranı takribi 13 bin-15 bin megavat civarındadır. İşte bu kanun tasarısındaki bir madde bunun hangi şartlarda nasıl elimine edileceğiyle alakalı kuralları, sistematiği getirmektedir. Bu açıdan… Yani, düşünün, problemimiz gelen aşırı talebin nasıl indirileceğiyle alakalıdır. Bu, yatırım açısından, özellikle yerli kaynaklar açısından önemli bir gelişmedir.

İnşallah yarın Devlet Su İşlerinde yapacağımız törenle, sayın bakanlarımızın da katılımıyla önemli bir konuya daha vurgu yapılmaktadır. 1.600 tane büyüklü küçüklü hidro projelerinin, nehir tipi santrallerin, hepimizin yine yapılmasını istediğimiz santrallerin bir parçasının yapımıyla alakalı bir tören yapılacaktır. Bunların her birisi yatırımcının iştiyakıyla alakalı konulardır.

Tabii ki oran olarak baktığımızda enerjide -yine yüzde olarak söylüyorum- kamu sabit sermaye yatırımlarının yüzde 20,8’den yine aynı gerekçeyle yüzde 10,2’ye gelmiş olmasından da -aynı sebeple- bahsedilmesi gerekmektedir.

Tabii, burada Uluslararası Enerji Ajansının dahi -dikkat edin- yedi yıl önce koyduğu temel stratejiyle, temel yol haritasıyla şu anki geldiği nokta bile farklıdır çünkü dünyada birincil enerji kaynaklarıyla alakalı ciddi bir değişim olmaktadır. Petrol ağırlıklı enerji sisteminden doğal gaz ağırlıklı enerji sistemine geçişin yaşandığı günümüz dünyasında sistem dinamiklerindeki değişimler nedeniyle enerji geçiş dönemlerindeki zorunlu olarak ortaya çıkan uluslararası sorunlarla karşı karşıya kalınmıştır. Bir Gasprom’un kâr açıklaması dahi uluslararası enerji ajansının temel politikalarını bile etkilemiştir. Bundan yedi yıl önce doğal gaz üzerine verdiği direktif, şu anda nükleere kaymıştır, yani zeminini kaybetmiştir. O açıdan, bunların her birisini olumsuz gelişme olarak nitelemektense tam aksine dinamikler karşısında, yine aynı şekilde, AK PARTİ Hükûmetimizin her sektörde olduğu gibi bu sektörde de dinamik davranmasıyla alakalı konulardır.

Yapılan önemli eleştirilerden bir tanesinin bu kanunla düzenlenmeye çalışılan konunun arz güvenliğiyle alakalı, kamunun, devletin müdahalesi olduğuyla alakalı yapılan eleştirilerdir. Arkadaşlar, buna katılmak mümkün değil çünkü özellikle arz güvenliğiyle alakalı -ben maddelere çok geçmeyelim demiştim ama birkaç tane maddeyi, özellikle bu kanun tasarısı ne getiriyor ne götürüyor bununla alakalı birkaç konudan bahsetmek isterim- konularda bir kısım tanımlamalar yapılmıştır. Önceki kanunda “gerektiğinde” ibaresi yerine hangi şartlarda ve nasıl gerekir? Hangi şartlarda gerektiğinde kim ne kadar sorumlu olacaktır? Bununla alakalı bir kısım detaylar verilmiştir. Mesela, arz güvenliği bağlamında Enerji Bakanlığımızın özellikle bu talep projeksiyonu TEİAŞ bünyesinde iletim kısıtlarını asgari seviyeye indirerek, iletim şebekesinin planlamasından, tesisinden, işletmesinden, sistem güvenilirliğinin muhafaza edilmesinden ve üretim kapasitesi projeksiyonu ile bunu yaklaşık yirmi yıllık uzun dönemler boyunca takip edilmesiyle alakalı çalışmalardır. Burada iki kavramı birbirine karıştırmamak gerekir, o da: Piyasanın serbest hâle gelmesiyle, liberalleşmesiyle beraber, onun hangi oranda serbestleştiğine dair gözlemleri bulundurmak Enerji Bakanlığının görevidir. Bu, kamunun bir müdahalesi olarak algılanmaması lazımdır ve özellikle 31 Aralık 2009 tarihine kadar ülke içerisinde oluşturulacak izole bölge besleme yöntemiyle elektrik enerjisi ithal edilebilecektir. Burada da bir yanlış anlama zaman zaman oluyor.

Siz, değerli arkadaşlar, birincil enerji kaynağını ithal edebilen bir ülkeyseniz, niye hazır elektriği eğer fiyatı uygunsa, işinize geliyorsa, ülke menfaatlerine uygunsa bunu bu şekliyle almayacağız? Ama UCTE dediğimiz Avrupa’daki enterkonneksiyonun şu anda fiilî olarak iç içe geçtiğimiz son ülkesi olan, doğuyla bağlantısındaki son ülkesi olan Türkiye'nin… Buradaki izole bölgeye de bir açıklık getirmek istiyorum. Sayın Bakanımız da en son geneli üzerinde konuştuğunda kısaca bahsettiler. Bu izole bölge, Avrupa’daki enterkonneksiyondaki bulunan frekansın doğudaki herhangi bir etkileşimden olumsuz manada bir noktaya gelmemesiyle alakalı çalışmadır. Bununla alakalı da bizim işte burada, bu kanun tasarısındaki bahsettiğimiz 2009’un sonuna kadar bu şekliyle ithal edebilecektir. Bizim batıdaki iletim hatlarımız, yani Yunanistan, Bulgaristan gibi 380 kilovoltluk enerji nakil hatlarıyla alakalı bu konu değildir. Ama şu anda Suriye gibi, Irak gibi, İran’ın iki tane hattı gibi, Gürcistan gibi hatlarda bu zorunlu hâle gelmiştir.

Peki, bu kanun tasarısında başka ne tür değişiklikler yapıyoruz? Özellikle EÜAŞ’ın, DSİ bünyesindeki üretim tesislerini tasarı hükümlerine göre devralmasıyla alakalı bir kısım düzenlemeler var ve bununla alakalı da kendisi veya bağlı ortaklıkları vasıtasıyla işletebilecek ya da gerektiğinde sistemden çıkartacaktır.

Şimdi, düzenlemeyle alakalı bir örnek vermek gerekirse, lisans iptalleriyle alakalı bir düzenleme getiriyoruz. Bildiğiniz gibi, herhangi bir lisans alan üretici, bu lisansını o üretimi yapmadığı hâlde dahi devam ettirebiliyor idi. Bunun cezai şartlarının bulunması lazım mutlaka. İşte burada, EPDK tarafından haklı görülmeyen gerekçelerden dolayı üretim tesisi yatırımlarını kendisine verilen süreler içerisinde gerçekleştiremeyen tüzel kişiliklerin lisansları iptal edilecek. Bunların da hangi şartlarda, nasıl iptal edileceğiyle alakalı da bir kısım düzenlemeler yapılacak.

Aynı zamanda, tröstleşmeyi önlemek için, herhangi bir özel sektör üretim şirketinin iştirakleriyle beraber işlettiği üretim tesisleri yoluyla piyasada sahip olacağı toplam pay, bir önceki yıla ait yayımlanmış Türkiye toplam elektrik enerjisi kurulu gücünün yüzde 20’sini aşamayacak. Yani bugün 40 bin megavatlar civarında, 41 bin megavatlar civarında bir kurulu güç olduğunu varsayarsak, neredeyse 15-16 milyar dolarlık bir portföyün daha üzerindeki bir yapılanmaya bu manada müsaade edilmemiş olacak. Bu da oldukça büyük bir rakam. Gerek uluslararası şirketlerin Türkiye’deki oluşturacağı konsorsiyumlar vasıtasıyla gerekse yerli gerekse yabancı bütün finans kaynaklarının bu rakamlara ulaşabilmesi şu anda zaten çok olası görünmüyor. Ciddi bir rakam bu, nükleer enerji de dâhil olmak üzere.

Tabii, burada özellikle yerli kaynaklarımızın kurulu gücünün azami 200 kilovatlık üretim tesisiyle mikro tesislerin de herhangi bir lisansa tabi olmaksızın, izne tabi olmaksızın yapılabilmesiyle alakalı, yatırımcının önünün açılmasıyla alakalı bir konu. Biraz önce de tabii bir cümle söylendi, çok fazla anlayamadık ama “Bu kanun tasarısı yatırımcının önünü açmak üzere yapılmıştır, o yüzden buraya getirilmiştir.” denildi. Evet arkadaşlar, yani itiraf ediyoruz: Bu kanun tasarısı yatırımcının önünü açmak üzere buraya getirilmiştir. Keşke daha fazla açabilsek de daha fazla yatırım yapabilseler. O yüzden de amacına matuftur.

Tabii, bu arada teşviklerle alakalı, aslında olabildiğince Hazine, DPT, Maliye Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı arasındaki görüşmelerin bir ortak mutabakat metniyle beraber, alt komisyonda çalışan diğer arkadaşlarımızla beraber yaptığımız çalışmada, gerek Plan Bütçe Komisyonunda gerekse alt komisyonda yaptığımız çalışmada şunu gördük: Daha fazla teşvik verilebilmesi hepimizin dileğidir, temennisidir. Ama bunu ülke şartlarından bağımsız hâle getirmek zaten mümkün değildir. O yüzden, burada üretim tesislerinin işletmeye giriş tarihlerinden itibaren, özellikle 2012 yılı sonuna kadar iletim sistem kullanım bedellerinin yüzde 50’sinin indirim yapılmasıyla alakalı -yatırımcı lehine- böyle bir düzenleme yapılmıştır ve 2012 sonuna kadar işletmeye girecek üretim tesislerinin yatırım döneminde düzenlenen kâğıtların da damga vergisi ve harçlardan müstesna tutulması öngörülmüştür.

Tekraren söylüyorum: Teşvik sisteminde belki daha fazlasının yapılması gerekebilirdi ama dediğim gibi, ülke şartlarını da göz önünde bulundurarak ancak bunlar yapılabildi.

BOTAŞ’la alakalı tabii ki düzenlemeler var. Özellikle kış aylarında, geçtiğimiz kış aylarında yaşadığımız sıkıntının tekrar yaşanmamasına matufen, doğal gaz arz-talep dengesinin sağlanmasında yaşanan sıkıntıların aşılmasıyla alakalı Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda yapılan değişikliklere göre, BOTAŞ spot sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatı yapma izni alabilecek. Bu, aynı zamanda uzun süreli kontratlar yapabilen, özel sektörle alakalı da herhangi bir kısıt getirmiyor. Bu, artık uluslararası piyasadaki, camiadaki kabiliyetlerle mütenasip olacak.

Bir değişiklik de şudur: Özellikle doğal gaz ithalatı lisansı almak için başvuran tüzel kişiler için öngörülen şartlar BOTAŞ için aslında öngörülmemiş olacak. İthalatçı şirketler açısından da yapacakları her doğal gaz ithalatı bağlantısı için ayrı ayrı lisans alma zorunluluğu aranmayacak. Bu da önemli bir değişiklik. Uzun dönem sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatı anlaşması bulunmayan şirketler, herhangi bir piyasadan spot sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatı yapabilmiş olamayacaklar.

Doğal gaz ithalat lisansları için yapılan başvurulara, özellikli yatırımcının da sağlam bir muhatap bulması açısından otuz gün içerisinde cevap verilme hakkı sınırlandırılıyor ve aynı zamanda kamu ihale kurumları hükmünden bunlar muaf tutulmuş olacaklar.

BOTAŞ’ın uluslararası anlaşma yapmasıyla alakalı da, yine, tabii yeni bir düzenleme yapılıyor, o da iştirak ilişkisine girmesi. Değerli arkadaşlar, bu son derece önemli bir şey. Özellikle petrolde ve doğal gazda Irak’ın güneyinde yapılan ve 35 tane firmanın belirlenmesi sırasında çok önemli kriterler ortaya kondu. Bunlar gerek bütçe büyüklükleri açısından gerekse faaliyetler açısından önemli tespitlerdi. Bu tespitlere yetişebilmek ve o büyüklükleri yakalayabilmek için özellikle ENİ gibi firmaların nasıl kurulduğunu düşünürsek, devlet ve özel sektörün bu manada iş birliği yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve uluslararası piyasalarda ciddi bir büyüklük göstermesi gerektiğini de söylemiş oluruz.

Tabii burada BOTAŞ’ın yeni uluslararası projelerde yer alıp yatırım yapabilmesine ve benzer hizmetler sunan girişimcilerle beraber, aynı sektörde faaliyette bulunmalarıyla beraber, ortaklık kurabilmesine imkân sağlamış olacak ve asgari sınırları sağlamayanların satışına izin verilmeyecek, ancak kanunun yayımından itibaren iki yıl içerisinde bu şartlar aranmayacak. Bu enerji verimliliğiyle alakalı yapılan bir düzenlemedir. Enerji verimliliğinin ülkemizde gerek insanımız bazında, vatandaşlarımız bazında gerekse kurumlar bazında kültürünün daha hızlı yerleşebilmesi açısından böyle iki yıllık bir sürenin konulmasının biz fayda getireceğini umuyoruz. İnşallah hep beraber bu kültürü yerleştirmiş olacağız.

Özellikle 2011 yılının sonuna kadar devreye alınacak tesislerin ulaşım yollarından ve şebekeye bağlantılandırılan bütün enerji nakil hatlarındaki yatırım ve işletme dönemlerindeki ilk on yıllık izin, kira ve irtifak haklarıyla alakalı da kullanım izin bedellerine yüzde 85 indirim uygulanacak. Bunun da yatırımcının önünü açması açısından önemli bir değişiklik olduğunun farkında olduğumuzu söylemek isterim.

Şimdi, EPDK’daki yöneticilerle alakalı -aslında bunu Komisyonda da konuşmuştuk- fleksibilite açısından ve hareket kabiliyeti açısından EPDK yöneticilerinin Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’a tabi olmalarını sağlayacak, burada, idari bir düzenleme var ve bu idari düzenleme de onların daha rahat karar verebilmelerini teminen olacak.

TRT’yle alakalı, değerli arkadaşlar, tabii ki söylememiz lazım. TRT bizim, 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce çıplak maliyetlere geçiş açısından da bütün TRT fonlarının kaldırılacağıyla alakalı taahhüdümüz. Evet, bunu tedricen kaldıracağız, doğrudur. 3,5’ten, bildiğiniz gibi, 2’ye indirildi ve burada verginin de bu şekliyle dublikasyonu önlemek açısından özellikle organize sanayi bölgelerinin dağıtım hakkı kazandıktan sonra, elektrik dağıtımında, alırken ödediği TRT payını müşterisine intikal ettirirken aradaki farktan TRT fonu alınıyordu. Bu kanun tasarısının kanunlaşmasıyla beraber bu alınmamış olacak. Bu da nihai tüketici açısından az da olsa olumlu bir gelişmedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Yıldız.

TANER YILDIZ (Devamla) - Ama ana hedefimizin TRT’nin özellikle yerine ikame edilecek bu ödeneklerden sonra enerjide, elektrik faaliyetlerinde, elektrik faturalarında çıplak maliyetlere geçişle alakalı hedefimizin bozulmadığını ben burada söylemek isterim ve bu kanun tasarısıyla beraber -bunun nihai bir kanun tasarısı, kanun olmayacağını özellikle söylemek isterim- belki bir yıl sonra, iki yıl sonra eğer yatırımcımızın önünü açmak açısından bu piyasanın, serbest piyasanın oturması açısından daha farklı bir kanun tasarısıyla değişiklik getirmemiz gerekiyorsa onu da getireceğimizi peşinen söylemek isterim ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.

Buyurunuz Sayın Bakan, bir açıklamanız var galiba.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri: hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Burada birkaç noktaya, daha doğrusu birkaç noktanın düzeltilmesi ihtiyacı olduğunu gördüm, onun için bu açıklamaları yapmayı uygun buluyorum çünkü zaman zaman bu tip değerlendirmeler yaygın olarak yapılıyor. Her defasında düzeltmeye kalksak da, nedense, bir gömleğin yanlış düğmelenmesi gibi o yanlış düğmelenme hâlen devam ediyor. Ben de bunu yeri geldiğince düzeltmeye çalışıyorum ama artık, inşallah, bu son olur diye düşünüyorum.

Bir kere, şunu ifade etmek istiyorum: Biraz önce muhalefetten söz alan iki değerli arkadaşımız ki, kendilerinin geçmiş dönemde de çok güzel hizmetleri olduğunu biliyorum, yani takdir ettiğimiz arkadaşlar ancak bilgilerinin epey düzeltilmeye ihtiyacı olduğunu görüyorum. Sebebi şu: Bir kere, enerji bir bütün; kömürüyle, rüzgârıyla, yenilenebilir enerjisiyle, elektriğiyle, doğal gazıyla bir bütün. Şimdi, böyle bir durumda çok farklı değerlendirmeler yapılabiliyor.

Bir kere, göreve geldiğimizde Türkiye’nin elektrik ihtiyacının bir kısmı Bulgaristan’dan alınıyordu ve yetmiyordu; dolayısıyla, göreve geldiğimizde yerli kaynaklara da ağırlık vererek, verimliliğe de ağırlık vererek bunu durdurduk ve kendi imkânlarımızla sürdürmeye çalışıyoruz. Bugün de hem Irak’a hem Suriye’ye –yetirebildiğimiz kadarıyla- hatta şimdi Yunanistan’ın da ihtiyacı oldu… Komşularımızın bu zor durumlarına da yardımcı olmayı bir görev biliyoruz. Şimdi ben arkadaşlara soruyorum:Elektriği olmayan bir ülke bunlara nasıl elektrik verebilir?

Şimdi “Elektrik krizi var.” deniliyor. Bu, çok yaygın olarak, iki kelimede bir “enerji krizi, elektrik krizi, elektrik yetmiyor…” Şimdi, bakınız, Türkiye’de seksen yılda üretilen elektriğin üzerine yüzde 58 daha kattık. Şu salonda daha önce 5 lamba yanıyorsa, bu 5 lambaya 3 lamba da biz ekledik, yani seksen yılda 5 lamba, altı yılda 3 lamba ekledik buna. Bir orantı kurun, ne yaptığımızı, bunun nasıl olduğunu birlikte bir anlamaya çalışalım. Aslında burada üzerinde durmamız gereken… İşin içinde olanların ancak bildiği bir şey bu. Burada biz verimliliğe ağırlık verdik. Kapasitede, kullandığımız  yerli kapasitede verimliliği artırarak bunu gerçekleştirdik. Bu arada “Hiç yatırım yapılmadı.” deniyor. Ben şaşıyorum, yani bunu nasıl söyleyebiliyorlar? Şu açtığımız tesisleri görmüyorlar mı? Bizim dönemde açılanları ben sadece rakam olarak vereyim. Sadece özel sektör tarafından 3.200 megavat karar verildi, kuruldu ve açıldı, 3.200 megavat. Ayrıca, 11.250 megavat kurulu gücünde yeni santral yatırımına başlandı ve önümüzdeki dönemde bunlar devreye alınacak, 8 bin megavatlık da yeni yatırıma başlandı, bunun da lisansları alındı.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Ne kadar zaman sonra Sayın Bakan?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Anlatacağım, onu da anlatacağım, hepsini anlatacağım değerli arkadaşlar, şimdi anlatacağız.

OKTAY VURAL (İzmir) – Anlat, anlat!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) -  Dolayısıyla, biz şu anda 30 milyar dolar civarında yatırımı devlete bir kuruş yük olmadan başlattık, bunlardan biraz önceki bahsettiğim rakamları bitirdik, bir kısmı da devam ediyor.

Şimdi, daha evvelden, eğer eski usul gitseydik, alım garantileriyle yaptığımız ihalelerle Türkiye’nin bütün yatırımlarını altı ayda bitirirdik, yatırıma boğardık Türkiye’yi ama çocuklarımız, torunlarımız bu alım garantilerinden sıkıntıya girerdi.

Şimdi, aynı Meclistesiniz, aynı Mecliste hepimiz bu yasaları çıkartıyoruz, 2001 yılında çıkan bir yasa var, 4658 ve bu 4646’yla beraber, Doğal Gaz Piyasası Kanunu’yla beraber çıkan kanunda kamunun yatırım yapması öngörülmüyor. Bana “Niye yatırım yapmadınız?” diyorsunuz.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yapmadınız demiyoruz, doğru bilgilendir diyoruz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Kamu yatırım yapmayacak, kamu yatırım yapmayacak. Bir daha tekrar ediyorum: Kamu yatırım yapmayacak, özel sektör yapacak ve burada biz hiçbir şekilde kamuya yük olmadan bunu karşılayabiliyoruz. Özel sektörde de 2006 yılından itibaren büyük bir yatırım ortamı da oldu. Şu anda peş peşe bu yatırımları yapmak üzere müracaatlarını yapıyorlar. Ne oldu da, madem Türkiye bu kadar kötü, madem bu ekonomik durum sizin dediğiniz kadar kötü, güvensiz bir ortam varsa, niye millet yatırım yapmak için, enerji yatırımı yapmak için birbirini ezerek, çiğneyerek bu yatırımlara müracaat ediyor, yapıyor?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Niye elektriğe zam yaptınız? Niye elektriğe zam yaptınız madem her şey o kadar iyi?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Şimdi, burada şöyle söyleyeyim…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Ülkeyi işgal etmek için yapıyorlar Sayın Bakanım!

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Ben, belli bir nezaket içinde bunu ifade etmeye çalışacağım, siz şimdi olayı elektriklendirmeye çalışmayın.

Herhâlde Türkiye’de yaşıyorsunuz, petrolün, 22 dolardan 140 doları geçtiğini biliyorsunuz. Yani, bu, yüzde 7 değil, 7 kat, yüzde 700 arttı.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – ÖTV’yi azaltırsınız olur biter!

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Aldığımız doğal gaz da bu kurallarla alınıyor, aşağı yukarı bu parametrelerle alınıyor ve bunun içinde de sadece geçen yılki petrol fiyatı 60 dolardan 2 katını aştı şu anda.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Niye bozdunuz?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Şimdi, böyle bir durumda, biz, beş buçuk yıl zam yapmadan geldik ve bundan dolayı sanayicimize, dar gelirlimize, ihracatçımıza, turizmcimize büyük katkılarda bulunduk. IMF’in bu dönemde verdiği para 6,4 milyar dolardır, kredidir, bizim enerjide halkımıza aktardığımız, sağladığımız avantaj 20 milyar dolardır. Biri kredidir, biri doğrudan doğruya katkıdır; biz bunu yaptık. Yani, o zaman basın da “elektrik fiyatları artmalı, zam yapılmalı” dediği zaman hiç sesiniz çıkmadı. Burada yaptığımız bizim, yüzde 700 artan bir kaleme karşı yaptığımız bu zamdır ve sadece bir yıl içinde yüzde 100 arttı petrol.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – 10’uncu maddede sıvı yakıta vergi muafiyeti getiriyorsunuz!

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Biz elektriğimizin yarısını doğal gazdan alıyoruz, lütfen bu gerçekleri bilin. Eğer yapmasaydık başka yerden çıkacaktı, cebimizden ödeyecek hâlimiz yoktu, bunları bilerek yaptık.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Milletin anasını ağlattınız!

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – O zaman nasıl inanarak yapmadıysak şimdi de inanarak yapıyoruz. Bunun hesabını biz veriyoruz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – 10’uncu maddede vergi muafiyeti getiriyorsunuz!

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Halka da bunun hesabını biz vereceğiz. Maliyete dayalı bir modelle fiyatların oluşturulması bizim hedefimizdi, petrolde de onu yaptık. Petrolde daha evvelden fiyatları Bakanlık ayarlıyordu, daha sonra Petrol Piyasası Yasası’nı çıkardık; bu devrimdir, koskoca bir sektörü tamamen liberalize ettik ve şu anda fiyatlar, altın fiyatı gibi, devamlı olarak değişebiliyor, artar da düşer de. Bu seferki yaptığımız, otomatik fiyat ayarlamasında zam olarak tecelli etti; yarın maliyetler düşer, indirim şeklinde olur. Yani, buradaki mesele bu.

Bunu da bilin ki, biz, bu arada, yerli kaynaklara ağırlık vererek bunları oluşturuyoruz. Kömür santralleri, şu anda Afşin-Elbistan C ve D, tamamen bizim geliştirdiğimiz… Böyle bir şey söz konusu değildi. Onun kömürünü biz bulduk, ismini biz taktık, bütün modelini, ihale usulünü… Türk tipi bir yatırım modelidir bu. Bir kuruş devletin kasasından para çıkmayacak ve bunun karşılığında, hastanelerimiz, okullarımız bununla yapılacak.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Elektriği niye ucuzlatmıyorsunuz?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Yani, burada, kimseye herhangi bir şeyi peşkeş çekme imkânı da yok. Şimdi, dolayısıyla, biraz bunları incelemek lazım. ARGE’nizin olması lazım, araştırma yapmanız lazım.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Elektriği niye ucuzlatmıyorsunuz madem hiçbir maliyeti yoksa?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Özensiz çalışmaların neticesinde, burada halkı yanıltarak bir yere varamazsınız. Yani, biz, bilime ve teknolojiye dayalı bir çalışmayla bunları oluşturuyoruz ve yaptığımız çalışmalarda… Şunu söyleyeyim size: 9 vilayetten 59 vilayete -doğal gazda- çıkarıyoruz, buna para buluyoruz da santral yapmaya mı bulamayacağız? Bunları da yapardık ama bizim modelimizde özel sektör bunu yapacak diye öngördük.

Bakın, ben size nasıl yetiştirdiğimizi anlatayım elektrikte, bu da çok önemli: Şimdi, kapasite kullanım artışı diye bir şey var, bunu hepiniz biliyorsunuz, kapasite artışını. Bizim EÜAŞ santrallerimiz, EÜAŞ’a bağlı santrallerimiz 2003 yılında yüzde 35 verimle çalışıyordu, yüzde 35’ti termik santrallerimizde kapasite kullanım oranı; biz, Haziran 2008 itibarıyla bunu yüzde 74’e ulaştırdık; bu, yüzde 100 artıştır. Yani, yüzde 35 çalışan santralleri biz yüzde 74’e… İşte, püf noktası burası, verimli çalışma. Onun için, ben arkadaşlarıma teşekkür borçluyum.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Elektriğin fiyatını niye ucuzlatmadınız?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Herkes, sanki -bir zevkle bekliyor- bir kriz çıkacak… Ben bu kadar mazoşist bir duyguyla, acı çekmeyi isteyen böyle bir şey göremiyorum. Ama ben bir Bakan olarak, sizi bakanlıklarda battaniyeyle oturtmadım, İran otuz dört gün doğal gazı vermeyince sizi üşütmedik. Aynı zamanda, yetmiş sekiz yılın en sıcak yazı, en kurak yazı geçen sene geçti, çok şükür bir şey olmadı. Herkes bekliyor “Orada bir kriz bekliyor.” diye. Ama biz verimliliği artıran bir çalışma yaptık…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Müsaade ederseniz bir iki cümle daha söyleyeyim lütfen.

BAŞKAN – Lütfen, süreniz aştı.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Şimdi, bakınız, 2007 sonu itibarıyla termik santrallerimizde yenileme çalışmaları sonucu 7,4 milyar kilovat saatlik üretim artışı sağlandı. Sadece 700 bin metre boru değiştirildi santrallerde ve kablolar yer altına indi. Burada reaktif güç denen bir mesele var. Antalya’ya biz ikinci bir Antalya yaptık, yani yeniledik bunları. Bunlara para harcandı. Ama şu anda, çok şükür, hepiniz, yani pek çok kişi kriz beklerken en sıcak yazları geçiriyoruz, klimalar çalışıyor ve şu anda elektriğe yaptığımız zammı da söyleyeyim, şu anda tekrar altını çizerek, ispat ederek söyleyeyim, kaynak da verebilirim size: Biz, şu anda hem doğal gazda hem elektrikte Avrupa’nın en ucuz kullanan ülkelerinden bir tanesiyiz. Bizden daha ucuz doğal gazda iki ülke var -konutlarda bir tane var, sanayide iki tane var- elektrikte de bizden iki veya üç tane daha pahalı var. Yirmi yedi ülke var…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakanım, onların ücretleri fazla ama ya!

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Bakınız, bütün bunlara rağmen…

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) -  Millî gelirleri 140 milyar dolar.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Ya buna memnun olmanız lazım sizin. Bu sizi çok mu rahatsız ediyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) – Hepinize teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Her şey bu kadar iyi de niye elektriği ucuzlatmıyorsunuz o zaman?

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Kamu ne kadar yatırım yapmış, onun cevabını alamadık.

BAŞKAN – Tasarının tümü üzerine şahsı adına Rize Milletvekili Ali Bayramoğlu.

Buyurunuz Sayın Bayramoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları doğrultusunda şahsım adına geneli üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İnsanoğlunun kısa dönemli de olsa olmazsa olmaz iki tane şeye ihtiyacı vardır. Bunlardan bir tanesi havadır, bir tanesi de sudur. Ancak gelişen teknoloji, yaşama standartlarındaki son dönemlerdeki ihtiyaçlarımızın çeşitli yerlerden karşılanıyor olması bu olmazsa olmazlarımıza bir tane daha kelimeyi ilave etmiş, bu da hepimizce malum olan “enerji” kelimesi.

20’nci yüzyılın, tarım, sanayi, teknoloji ve iletişimle beraber son bulduğu ve 21’inci yüzyıla geçiş yaptığı dönem içerisinde genel olarak 21’inci yüzyıla bir baktığımızda “Acaba, 21’inci yüzyıl nasıl bir yüzyıl olarak geçecek, gündemimizi neler meşgul edecek?” diye baktığımızda burada da üç tane önemli kavramla karşı karşıya kaldığımız muhakkak. Bunların en başında yine, olmazsa olmaz, enerji, arkasından, önümüzdeki süreç içerisinde bizi son derece etkileyecek olduğuna inandığım tarım ve üçüncü olarak da güvenlik sektörleri gelecek. Ama bu üç tane kavramı genel olarak değerlendirdiğinizde “Hangisinin hangisine ihtiyacı vardır, ikisi birbiriyle uyumlu mudur uyumsuz mudur?” dediğinizde tarım ve güvenliğin yine enerjiyle iç içe olduğu, enerji olmadığında tarımın olamayacağı, enerji olmadığında güvenliğin olamayacağı bir yüzyılın yaşanacağı da muhakkaktır, hatta hepinizin çok yakinen hatırlayacağı bir konuyu tekrar sizlerle paylaşmak istiyorum: Biliyorsunuz geçtiğimiz yıllarda Kanada’nın Toronto eyaletinde dokuz saat süreyle elektrik kesintisi olmuştu. Bu dokuz saatlik elektrik kesintisi olduğunda bütün insanlar feryadı figan etti ve hatta arkasından yapılan istatistiklerde bazı insanların “Toronto’da yaşamanın artık uygun olmayacağı” bir başka yere ikamet olarak göç etmelerinin düşüncelerini paylaştıklarını görüyoruz kamuoyuyla.

Yine çok yakinen hatırlayacağınız -yine birkaç sene önce- New York şehrinde üç dört saatlik bir enerji santralinin elektrik kesintisinin getirdiği rakamsal boyut hâlâ hesaplanabilmiş değil. Ne tip sıkıntı getirmiş? Kapkaçlar anında artmış, bütün dükkânlarda yağmalamalar başlamış, arkasından, hastanelerde insanlara müdahale edilemediği için bu kadar kısa süreç içerisinde ciddi derecede ölüm vakalarıyla karşılaşılmış, trafikteki yaşanan keşmekeşten dolayı kalp hastaları trafik içerisinde vefat etmek durumuyla karşı karşıya kalmış, okullarda eğitime birkaç gün ara verilmiş, hepsinden önemlisi, New York bir finans merkezi olduğu için finansal piyasalar bir haftada kendisine gelememiş.

Şimdi, bugün konuşmuş olduğumuz bu konu, özellikle dikkat etmemiz gereken nokta şuradakidir ki bu iş siyasi bir konu olmaktan çıkmıştır. Şu anda kendisi burada yok, partiler adına ilk görüşmeyi DTP adına Hasip Kaplan yapmıştı, çok güzel bir cümle kullandı, aynı cümleye ben de katıldığım için aynı ifadelerle söylemek istiyorum: “Enerji politikası partiler üstü bir politika olarak ele alınmalıdır.”

Doğrudur, muhalefet olarak iktidarın yaptıklarını tenkit etmek çok doğal hakkınızdır. Hatta geçen hafta burada bir kanun görüşülürken bizim bir milletvekili arkadaşımızla MHP’den bir milletvekili arkadaşımız -halef selef olanlar- rakamlarla, birbirleriyle burada güzel konuşmalar yaptılar. Ben de bütün rakamlara aynen katılıyorum ancak yaptığımız nokta şu: Biz iktidar olarak her şeyi tozpembe göstermek durumunda kalmamalıyız, muhalefet de yapılmış olanları “hiç” sayarak bütün her şeyi tenkit etmemeli.

Dolayısıyla, gündemimize aldığımız konularda, enerji politikasında yapmamız gerekenlerde her şeyi çok doğru yapabildik mi? Belki yapamadık ama ben bu konunun, kanunun çalışmasına baştan beri katılan bir arkadaşınız olarak şunu söyleyebilirim: Dünyadaki bütün ülkelerin enerji politikalarını incelerken özellikle petrol fiyatlarında yaşanan son yıllardaki anormal artışın bir öngörü olarak hiç kimse tarafından değerlendirmeye alınamadığı için bütün ülkeler aynı krizi bizimle beraber yaşıyorlar maalesef. Dolayısıyla, “enerji” dediğiniz, enerji…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Biz ultra yaşıyoruz, ultra!

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Devamla) – Yani bizim gibi ultra yaşayanlar, hatta ultra lüks yaşayanlar da var, ama mesele şudur: Bu hadise hakikaten son derece önem arz eden bir hadisedir.

Yine size bir örnek vereceğim: Biliyorsunuz, 22’nci Dönemde çıkartılan ve en önemli kanunlardan bir tanesi olduğuna inandığım Yenilenebilir Enerji Kanunu var, özellikle, rüzgâr, jeotermal ve küçük HES’lerle ilgili hakikaten çok ciddi ivme kazandırmış bir kanun. Arkasından Jeotermal Yasası var ve şu anda bu kanunu takip eden yenilenebilir enerjiyle ilgili tekrar üzerine düşeceğimiz ve çok önemsediğimiz, başta güneş olmak üzere, güneş enerjisinden istifade etmek üzere, diğer yenilenebilir kaynakların da çok daha aktif hâle gelebileceği kaynak çalışmalarını bir taraftan yapacağız.

Ancak, 1990’lı yıllarda -sizler de gittiğinizde görmüşsünüzdür Almanya’da, Hollanda’da, Danimarka’da, rüzgâr enerji santrallerini- rüzgâr santrallerini üreten firmaların tamamı, Almanya’da, çok yüksek maliyetli fiyatlarla ürettikleri için, pazar bulamadıklarından dolayı iflas etmek durumuyla karşı karşıya kalmıştır ve bütün rüzgâr enerji santrallerini, o türbinleri üreten firmalar da kapatmıştır ve rüzgâr enerji yatırımları da 90’lı yılların başında birden durmuştur. Fakat, 95’li yılları takip eden dönemde, özellikle Avrupa’nın kendi yer altı kaynakları, petrol rezervleri olmadığı için “yenilenebilir”e yönelik olarak yeniden bütün hadiseler masaya yatırılmış, iflas eden firmalar Almanya Hükûmeti tarafından yeniden canlandırılmış ve rüzgâr enerjisi özel teşvik kapsamı içerisine alınarak rüzgâr enerjisi yatırımı yapanlar ve mekaniklerini üretenlere özel kanunla yetki verilmiştir ve bakın, o hâliyle iflas etmiş diye gözüken sektör aradan geçen çok kısa zaman zarfında, 2007’li yıllara geldiğimizde, 28 bin megavat enerjiyi sadece rüzgârdan üretebilecek konuma gelebilmiştir.

Şimdi, bizim bunlardan ders almamız gerekiyor. İşte güzel örnekler önümüzde var: Mesela, biz hükûmete gelmeden önce 22’nci Dönemde –başında- toplam rüzgâr enerjisi olarak kurulu gücümüz 17 megavattı, bu yıl itibarıyla 333 megavata çıkmışız, yıl sonu itibarıyla 450 megavata tamamlayacağız. Ancak geçen yıl itibarıyla yapılan müracaatları eğer nazarıitibara alırsak da rakama baktığımız zaman, hakikaten şaşırtıcı ve ürkütücü bir rakamla karşı karşıyayız. Her ne kadar çakışan bütün müracaatları nazarıitibara alsakda toplam 74 bin megavat rüzgâr santraliyle ilgili müracaat yapılmış. Şimdi bunların eliminasyonunu yaptığımız zaman bile geldiğimiz noktada şunu görebiliyoruz ki en az 10’la 12 bin megavatlık, önümüzdeki on-on beş yıllık periyotta, sadece rüzgâr enerjisinden enerji üretme imkânımız olacaktır.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Ali Bey, bunları siz yapmıyorsunuz, iktidar yapmıyor, kamu yapmıyor!

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Devamla) – Aynı şekilde, kömüre dayalı termik santraller konusuyla ilgili yerli kaynakların yeniden hayata geçirilmesi ve bu termik santraller için özel teşvik sistemleri getirerek dışa bağımlılığı minimize edecek çalışmalar da, özellikle önümüzdeki çok kısa süre içerisinde gündeme gelecek Yenilenebilir Enerji Kanunu içerisinde, az evvel söylediğim Yenilenebilir Enerji Kanunu’yla ilgili tekrar gündemimize taşınacaktır.

Ancak özellikle şunu vesile bilerek, başta siz değerli milletvekillerine ve halkımıza özellikle seslenmek istediğim bir konu vardır. Türkiye’de iki tane önemli konuyu gündemimize taşımamız lazım. Bunlardan bir tanesi, kayıp kaçak konusu. Kayıp kaçak konusunda, yanı başımızdaki komşumuz veya bir başka sanayici veya bir başka ev halkı eğer kasıtlı olarak enerjiyi kabloyu bir başka yerden çevirerek tüketiyor ise ve biz de buna vâkıf isek ve ilgili mercileri…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

bu noktada uyarmıyor isek biz de bir kabahat yapıyoruz. Çünkü en büyük üretim, önce tasarruf ve kayıp kaçaktan geçiyor.

İkinci konu da halkımızın tasarruf konusunda bilinçlendirilmesi. Bizde bir araba hastalığı var. Genelde gelişmiş ülkelerde görürsünüz, toplu taşımacılık çok daha fazla kullanılır. Ama bizdeki herkes bir arabayı kullanır ve bir kişiyi taşır. Aynı şekilde, evimizde çocuklarımız odalara girdikleri zaman bütün lambaları yaka yaka gider, kimse lambalarını söndürtmez. Ama unutmayalım ki, o bir tane lambadan üretilmiş olan enerji bizim yurt dışına ödemekle mükellef olduğumuz dolar demektir, döviz demektir, ülkenin bağımlılığı demektir.

İşte bu noktada, özellikle TV’lerde, basın aracılığıyla bütün kamuoyu nezdinde, özellikle enerji tasarrufu konusunu da enerji üretimi kadar gündemimize almamızın kaçınılmaz olduğunu söylüyor, bu vesileyle bu kanunun ülkemize çok faydalar getireceğini ümit ederek hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bayramoğlu.

Tasarının tümü üzerinde şahsı adına Kayseri Milletvekili Taner Yıldız konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Yıldız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; özellikle kamuyla özel sektörün beraber, makul oranda paylaşacağı bu piyasada tabii ki kamuya düşen pay sıkça tartışılıyor. Hükûmetimizin şunları şunları şunları yapması lazım, makro büyüklükleri dengelemesi lazım, kabul; Bakanlığımızın şu şu şu görevleri zamanında yapması lazım, kabul; ama özel sektöre de düşen şeyler var. Mesela ne için, biz yerli kaynaklar konusunda kamu olarak zemini düzelttiğimiz ve bunları hazırladığımız, bu şartları yerine getirdiğimiz hâlde özel sektör… Mesela ithal kaynaklardan yapar.

Bir: İthal kaynakları tercih etmesinin tabii ki son derece reel bir gerekçesi var, fizibl olduğu için, çabuk olduğu için. Ama aynı zamanda bunlardan yerli kaynaklara da özel sektörün özellikle hassasiyet göstermesini beklemek herhâlde kamu olarak bizim de hakkımız olsa gerek. Çünkü, öncelikle yerli kaynakların harekete geçirilebilmesi ve bunların daha hızlı yapılabilmesi, özellikle artan petrol fiyatları ve değişen dengelerin, doğal gaz lehine değişen dengelerin ülke lehine çevrilmesi açısından son derece önemli.

Bildiğiniz gibi, hem doğal gazla kaynak çeşitlendirilmesine, ülke çeşitlendirilmesine gitmek istiyoruz hem güzergâh çeşitlendirilmesine gitmek istiyoruz, çünkü bunların aynı zamanda işletmesinin sürekli ve sürdürülebilir hâlde olmasını teminen. O açıdan, petrol girdili kaynakların, özellikle fueloil ve motorin gibi, işletilen santrallerin ÖTV indirimi bu açıdan da mantıklı. Yani, bunların teşviki açısından değil, bütün kapasitelerin kullanılabilmesi açısından son derece mantıklı. Bu kanun tasarısında bu tür düzenlemeler de zaten yapılmış olacak. Bunlar kapasite olarak zaten kullanılamıyor idi ve atıl kapasitelerin de olabildiğince harekete geçirilebilmesi açısından bu son derece önemli. Tabii ki değişen şartların, hem ülke dışı hem de ülke içi şartların sektörü etkilediği muhakkak. Çünkü bu tanıma çok fazla vurgu yapıyoruz. Eğer, aynı politikaları, aynı strateji eğer AK PARTİ Hükûmetleri zamanından daha önce uygulanmış olsaydı şu anda arz güvenliğiyle alakalı bir konudan bahsetmeyecektik. Çünkü, son yirmi beş çeyrekten beri ortalama yüzde 6,7 civarında büyüyen ekonominin sığlıktan kurtulması ve son derece ekonomiyi stabil hâle getirmesi açısından önemli. Ama ondan önceki on yıla baktığımızda, yani 3 Kasım 2002’den önce baktığımızda büyüme hızı yüzde 3’ler civarında. Yani, şu anda enerji sektöründeki büyüme minimum yüzde 2,7’ler civarında olduğunu düşünürsek şu anda enerji arz güvenliğiyle alakalı bir konudan bahsetmeyecektik. Yani, hem ülke şartları açısından bunu söylüyorum hem de yurt dışı açısından söylüyorum. Bunu dikkate almamız gerektiğini belirtmek istiyorum. Yani, özel sektörün de en az kamu kadar yerli kaynaklara hassasiyet göstereceğinden emin olmak istiyoruz.

Yerli kömürde teşvik getirilebilir mi? Tabii ki imkânlar nispetinde getirilebilir. Çünkü, bildiğiniz gibi, ithal kömürde de 35 dolarlardan şu anda 170 dolarlar, 180 dolarlar civarına çıkmış durumda; aynen doğal gazın 90 dolarlardan 400 dolarlar civarına çıktığı gibi.

Dağıtım özelleşmesiyle alakalı, strateji belgesine göre takvimde bir sarkma var ama ana muhtevasında bir değişiklik yok. Hepinizin de bildiği gibi özellikle Ankara dağıtım şirketinin beklenen bedellerin de üzerinde, 1,2 milyar dolarlar civarında gitmiş olmasının ve Sakarya’nın da 600 milyon dolarlar civarında gitmiş olmasının toplam bedeliyle alakalı bize verdiği bir mesaj var, o mesajı da iyi okumamız lazım. Özellikle enerji sektöründeki dağıtım şirketlerinin özelleşmesinden en az 15-16 milyar dolarlık bir gelirin gelecek olması, bu yol haritasının izlenmesi hâlinde, Türkiye açısından da önemli bir kalemdir diye düşünüyoruz. Tabii ki burada EPDK, Rekabet Kurumu ve özellikle Özelleştirme Yüksek Kurulundaki bir kısım süreçler izlendikten sonra.

Değerli arkadaşlar, biraz önce birincil enerji kaynaklarının ithalatını  yapan ülkemizin yeri geldiğinde ülke menfaatleri gerektiriyorsa, ikincil enerji kaynaklarını, hazır elektriği de rahatlıkla alabilmesini teminen bir kısım düzenlemeler yapılacak, bu son derece normal ve doğru bir şey. Eğer siz 3-4 sentler civarında hazır elektrik buluyorsanız ve gerçekten de şartlarımıza uyuyorsa, teknik şartları da uyuyorsa bunu rahatlıkla yapabilmemiz lazım.

Tabii jeopolitik mücadelelerin arttığı bu tür geçiş dönemlerinde değişen koşullara uyum sağlanılarak  enerji arz güvenliğinin teminat altına alınması özellikle ülkelerin öncelikleri arasında baş sıralara yerleşmiştir. Dışa bağımlılığın da olağanüstü boyutlara erişmiş olması nedeniyle, coğrafi ve tarihî özelliklere sahip olan ülkemiz de dünya enerji güvenliğine çok önemli katkılarda bulunabilecek sosyoekonomik bir konuma sahiptir. Türkiye’nin de güvenli bir enerji transit yolu oluşturmasının yanı sıra gerçek anlamda bir enerji merkezi olma hedefini her zaman ortaya koyduk ve bununla alakalı da hedeflerimize ulaşmadaki çabalarımız devam etmekte. Yurt dışındaki hidrokarbon arama ve üretim faaliyetlerinin ciddi yatırımlar yaparak yeni ve büyük bir rezerve sahip olmamız, aynen bunların ticaretini yapmamız kadar önemli ve hatta daha da önemli.

Geliştirilecek enerji diplomasisiyle beraber –ki sürekli bu diplomasi atakta- başta Irak olmak üzere Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da bu konuda önemli iş imkânlarının ortaya çıkması kuvvetle muhtemel görünmektedir. Mevcut koşullarda en rasyonel çözüm, stratejik bir kararla kamu ve özel sektörün iştirak edeceği güçlü bir konsorsiyum  oluşturularak  –ki bu kanun tasarısıyla bunun da yolu zaten açılmış olacak- yurt dışı petrol arama-üretim işine girilmesi olarak da görülmektedir.

Benzer işlemler, küresel gelişmeleri zamanında kavrayabilen bazı ülkelerde de hâlihazırda başlatılmış olup ve özellikle çok hızlı büyüyen ve ekonomisi de, hem nüfus itibarıyla hem de ekonomisi itibarıyla Çin gibi, Hindistan gibi, hatta Güney Kore gibi ülkelerde bu tip uygulamaların rahatlıkla yapılabildiğini görüyoruz.

Aslında, İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulan küresel enerji düzeninin günümüzde değişiyor olması da tehlikeye yeni boyutlar ilave etmekte ve ana dinamikleri daha da karmaşık hâle getirerek uyum sağlanmasını daha da güçlendirmektedir. Enerji kaynaklarının yer değiştirilmelerinde etkin olan dinamiklerin her dönemde büyük benzerlik gösterdiği ortadadır. Bilindiği gibi, özellikle, gerek Osmanlı coğrafyasında petrolün olduğu kadar geleceğin yakıtı olan doğal gazın da vatanının özellikle bu çevrede olmuş olması bizler açısından daha da önemlidir. Aynı coğrafya günümüzde petrol yerine geçecek olan enerji kaynağı mücadelesine tanıklık yapmaktadır. En son Fortune Global 500’e göre 2007 yılında dünyadaki en büyük 10 şirketin 6 tanesinin petrol şirketi olduğunu düşünürsek, geriye kalanların 3 tanesinin otomotiv şirketi, 1 tanesinin de süpermarketler zinciri olduğunu biliyoruz. İlk 10 içerisindeki petrol şirketlerinden 3’ü Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1 tanesi İngiltere’de, İngiliz ve Hollanda ortaklığıyla beraber Fransız kökenli firmaları görüyoruz. Bu şirketlerden özellikle Fransızların şirketi 8’inci sırada ve İtalyanların şirketi de 20’nci sırada yer alıyor. Bu şirketler için en önemli konu, biraz önceki söylediğimiz ana mantalitenin yani kendi topraklarında petrolün ve doğal gazın yeterli olmamasına rağmen, özellikle petrol ve doğal gazda şu anda dünya sıralamasında yer almış olmaları.

Bu örneklerin rahatlıkla ülkemizde de gerçekleştirilebileceği malum çünkü, değerli arkadaşlar, hepinizin de bildiği gibi, özellikle ithalatının takribî yüzde 20’sine karşılık gelen enerji miktarı şu anda 40-42 milyar dolarlar civarında bahsedilmekte ve bu miktar, ithalatımız için ve ülkemiz rakamları için de çok önemli bir miktar. Bu miktarı mutlaka aşağı çekmeyle alakalı da çalışmalarımız devam etmek durumunda. Bu da ancak yerli kaynakların ikame edilmesiyle beraber olacaktır.

Ben, bu düşünceler içerisinde, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.

Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bir şey soracağım…

Şimdi, kişisel söz isteyenler listesi burada, bize gönderdi Başkanlık. Bu kişisel söz isteyenlerin arasında, konuşan Ali Bayramoğlu ve Taner Yıldız’ın isimleri yok burada.

BAYRAM ALİ BAYRAMOĞLU (Rize) – Devretti.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne devretmesi canım! Burada sırada olması lazım.

BAŞKAN – Devir yaptılar efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Devir olmaz öyle. Ancak birilerine söz hakkı devredebilmesi için sırada isminin olması lazım. Hep AKP’nin yaptı böyle. Yani, böyle bir şey olur mu efendim!

BEKİZ BOZDAĞ (Yozgat) – Sırada ismi var efendim.

BAŞKAN – Devir yapma İç Tüzük’e göre mümkün efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, İç Tüzük’te hüküm var. Yani, “Söz sırasını devreden kişi, onun sırasında konuşur.” diyor. Bunun anlamı şudur: Yani, söz sırasını devreden milletvekilinin en azından konuşma sırasının olması lazım.

BAŞKAN – Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakınız, Sayın Başkan, rica ediyorum, orada…

BAŞKAN – Sizin ne dediğinizi gayet iyi anlıyorum efendim fakat İç Tüzük’te devir yetkisi ve devredebilme hakkı var.

KAMER GENÇ (Tunceli) – AKP bu Meclisi oyuncak hâline soktu. Böyle bir şey olur mu efendim!

BAŞKAN – Sayın Genç, soru-cevap işlemine geçeceğiz. Lütfen… Yaptığımız uygulama gayet uygundur İç Tüzük’e de.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, uygulamanız yerinde değil çünkü İç Tüzük’te “söz sırasını devreden milletvekili, onun sırasında konuşur” diye bir hüküm var. O ne demektir? Söz sırasını devreden diğer arkadaşın adı burada yok. Burada söz isteyenin adı yok. Bu iki konuşmacının söz hakkı…

BAŞKAN – Sayın Genç, sizinle tekrar İç Tüzük tartışması yapamam. Lütfen yerinize oturunuz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani, Kanunlar Müdürlüğü AK PARTİ’nin güdümünde hareket ediyor. Yani bizim her…

BAŞKAN – Lütfen… Sayın Genç, lütfen yerinize geçiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bir de benim belgelerimi almışlar.

BAŞKAN – Şimdi soru-cevap işlemine geçiyorum. Yirmi dakika…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben burada bir şey söylüyorum.

BAŞKAN – Dediğinizi gayet net anlamış bulunuyorum Sayın Genç. Cevabını da verdim. Lütfen yerinize geçiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, burada benim belgelerimi çalmışlar. Görevlilere sordum. Benim buradaki belgelerimi birileri almış.

BAŞKAN – Onun gereği, gerekli şekilde başvurursanız yerine getirilir efendim.

Şimdi, soru-cevap işlemine geçiyoruz.

Biliyorsunuz, soru-cevap işleminin süresi yirmi dakika; on dakikasını sorulara ayırıyorum, on dakikasını da cevap işlemine.

Sayın Asil, Sayın Taner, Sayın Doğru, Sayın Tankut, Sayın Köse, Sayın Genç, Sayın Koçal ve Sayın Sipahi söz istemişlerdir. Her bir söz hakkını birer dakikayla da sınırlayacağım

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, ben de söz istedim.

BAŞKAN – Bir dakika…

On dakika olduğu için on kişiye söz verdim. Daha kısa konuşursanız… En son Sayın Korkmaz soru soracak. Süremiz ancak ona yetiyor efendim.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Daha önce girmiştik efendim.

BAŞKAN – Şimdi başlatıyorum.

Sayın Asil, buyurunuz.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Bakan, tasarıda, kanunun 9’uncu maddesiyle ülke içerisinde izole bölgeler oluşturularak mevcut sistem dışında bir uygulamaya yol açıyorsunuz. Bunun nedeni nedir?

Elektrik enerjisi sektörü reformu ve Özelleştirme Stratejisi Belgesi’nde belirtilen hususların hangilerini gerçekleştirdiniz?

Yap-işlet-devret santralleriyle ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Başkanlığının 2003/16 sayılı Raporu ve Sayıştay Başkanlığı raporlarının gerekleri yerine getirilmiş midir?

Bu raporların gereği olan tarifelerin yeniden düzenlenmesi ve fazla yapılan ödemelerin geri alınması hususları neden yıllardan bu yana komisyonlarda bekletilmektedir?

Bu hususlarla ilgili Bakanlık Teftiş Kurulunuzca hazırlanan rapor uygulamaya konulmuş mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Asil.

Sayın Taner… Yok.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Elektrik enerjisi üretmek amacıyla TKİ Genel Müdürlüğünün önemli kömür rezervi içeren sahaları özel sektöre devredilmiştir. Devredilen bu sahalardan, aradan geçen iki yıl içerisinde elektrik üretimine başlayan var mıdır? Başlamamışsa sebepler nelerdir?

İkincisi: Tarımda kullanılan elektrik enerjisiyle ilgili olarak sulama birliklerinin çok büyük oranda borçları vardır. Sulama birlikleri senet vererek su pompalarının elektriğini açmışlardır. Sulama birliklerinin ve vatandaşların, bilhassa köylü vatandaşların elektrik borçlarıyla ilgili bir iyileştirme yapılacak mıdır veyahut da borçları silinecek midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Doğru.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, tasarının farklı maddeleriyle, kamu kaynakları üzerinden şirketlere çeşitli haklar tanınmaktadır ve dolayısıyla özel üreticilerin elektrik satmasına yönelik her türlü düzenlemeye başvurulmaktadır.

Bu hususlar çerçevesinde sormak istiyorum: Elektrik üretimi için kullanılacak fuel oil ve motorine özel tüketim vergisinden muafiyet getirilirken kükürt oranı sınırlarına dikkat edilecek midir?

Yine, santral yapımları için özel şirketlerin talepleri doğrultusunda, mera, orman ve tarım alanları ne şekilde korunacaktır?

Son olarak, özel firmaların ülke dışından elektrik ithal ederek iç piyasaya fahiş fiyatlarla satmasının önüne ne şekilde geçilecektir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tankut.

Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Sayın Bakanım, Sayıştay Genel Kurulunun kabul ettiği 26/2/2004 tarih ve 5088/1 sayılı Enerji Raporu’na göre yap-işlet-devret modeli ile yapılan santrallerde kamunun 2 milyar 185 milyon Amerikan doları zararı uğradığı saptanmıştır.

Sayın Bakanım, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu da aynı saptamaları yapmıştır. Bakanlık olarak kamunun uğradığı bu zararın ne kadarını tahsil ettiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Köse.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben bu kanunla ilgili ciddi çalışmalar yapmıştım, bu göze koymuştum, maalesef, geldim, yok yerinde. Bunu da dikkatlerinize arz ediyorum.

Efendim, hâlen 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan eski bir bürokratınız diyor ki: Rusya’dan Türkiye’ye doğal gaz taşınmasına ilişkin Mavi Akım Projesi’nde formül değişikliği yapmadığım için Enerji Bakanınca görevinden alındığını, sonra, kendisi alındıktan sonra bu formül değişikliği yaptığı ve devleti 10 milyar dolar zarara soktuğunu söylüyor. Bu doğru mudur? Bu formül değişikliği nedir?

Yine, geçen gün bir yerde Enerji Bakanlığından bir personelle karşılaştım. Şu anda sizin pasifize hâle getirdiğiniz 486 tane bürokratınız var. Bu bürokratlarınızın bir kısmı Danıştaydan da yürütmenin durdurulması ve iptal kararı almış. Bunlar, 486 tane, daire başkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür, müsteşar makamındaki insanlar ve bunları siz görevden almışsınız bir yerde tutuyorsunuz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Süreniz doldu. Dolunca, biliyorsunuz devreden çıkıyor.

Sayın Koçal

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, elektrikteki yıllık kayıp-kaçakların maliyeti nedir? Bu maliyet elektrik zammına eklenmiş midir? Eklenmişse oranı nedir?

Bir başka konu: BOTAŞ’ın tahsil edemediği ne kadar alacağı vardır? Tahsil edilemeyen borçlar nedeniyle doğal gaza zam yapıldığı doğru mudur?

Diğer bir soru: Zonguldak Çatalağzı beldesinde kurulmakta olan özel sektöre ait termik elektrik santrali ithal kömüre dayalı olarak mı çalışacak yoksa Zonguldak kömürü mü kullanılacak?

Son olarak: Elektrik Dağıtım AŞ’ye bağlı 20 kuruluştan 9 tanesi ve Genel Müdürlük zarar etmiştir. Siz, kâr eden kuruluşları satıyorsunuz, zarar edenlerin zararı artarak devam ediyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN -  Teşekkürler Sayın Koçal.

Sayın Sipahi…

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu tespitinde 2006 yılı kayıp ve kaçak elektrik tutarı 2,1 milyar YTL. TEDAŞ’a göre elektriğin yüzde 15,1’i kayıp ve kaçak, bu yüzden vatandaş, faturaları yüzde 14,47 zamlı ödüyor. En çok kayıp-kaçak “Van, yüzde 71” diye başlayıp iller sıralanıyor. Neden Bakanlığınız kayıp ve kaçak üzerine gitmek yerine, hep ödeyen vatandaşın, dürüst vatandaşın üzerine giderek bu ikilemin içerisinden zam seçeneğini seçiyor?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN -  Teşekkürler Sayın Sipahi.

Sayın Korkmaz…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana şu hususu sormak istiyorum: Türkiye Taş Kömürleri Genel Müdürlüğünde meydana gelen ve Yüksek Denetleme Kurulu tarafından ortaya çıkarılan, çeşitli basın-yayın organlarında da yer alan Kasım 2004-Mart 2006 tarihleri arasında yapılan 4 adet taş kömürü alım yolsuzluğuyla ilgili olarak Bakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanmış rapor sonrası, ihaleye fesat karıştırma suçunun işlendiğine dair işlem yapmayı düşünmediniz mi? İhaleye fesat karıştırma suçu daha nasıl işlenebilir? Yüksek Denetleme Kurulu ve Başbakanlık Teftiş Kurulu, tüm Türkiye Taş Kömürleri Kurumu Yönetimini suçlamıştır. Bu isnatlar yüce yargı tarafından da onaylanırsa sizin tavrınız ne olur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN -  Teşekkürler Sayın Korkmaz.

Son olarak, Sayın Akkuş’a söz vereceğim, buradaysa.

Buyurunuz Sayın Akkuş.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakana aracılığınızla sormak istiyorum: Yüzde 23 olarak ilan edilen son elektrik zammı sadece ev ve iş yerlerinde faturaları kabartmakla kalmayacak, sanayide ve tarımda üretilen her ürünün fiyatının yüzde 20’ler civarında artmasına yol açacaktır. Bu, doğrudan pahalılığa sebep olmayacak mıdır? Bugüne kadar zam yapmadığınız iddiasıyla övünen sizler, bugün toplu hâlde zam yaptınız. Bundan sonra da zam yapmadığınızı iddia edip, övünecek misiniz?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akkuş.

Buyurunuz Sayın Bakan.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Daha vakit var efendim.

BAŞKAN – Yirmi dakika süremiz; on dakika cevap, on dakika soru.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Bir buçuk dakika daha var.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sorusu devam ediyordu Sayın Başkan.

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Sayın Başkan, zaman var.

BAŞKAN – O zaman, Sayın Paksoy, buyurunuz.

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Çan Termik Santralinin gecikmeli olarak devreye alınmasının en önemli nedenlerinden olan, 2,5 milyon ton pulvarize kireç taşı ihalesinin EÜAŞ Genel Müdürlüğü tarafından -makamınızın şifahi talimatlarıyla- iptal edilmesi sonucunda bir soruşturma açtınız mı? Açmadıysanız neden açmadınız?

İkinci sorum: Yolsuzluk operasyonuna maruz kalan Maden İşleri Genel Müdürlüğünde Genel Müdürlük görevine atadığınız Hamdi Yıldırım’ın madencilik sektörüyle ilgili bir birikim ve deneyimi mevcut mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Paksoy.

Buyurunuz Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Sayın Başkan, tabii çok fazla soru var, bunların belki bir kısmına da yazılı cevap vereceğiz, ama şunu söyleyeyim…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kamuoyundan kaçma canım, sorulara cevap ver.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Sayın Genç’ten başlayalım, çok meraklıdır o.

Şimdi, 10 milyar dolar zarar etme şeyi kesinlikle yanlıştır, görevden alma sebebi başka bir konuya dayanmaktadır. Tam tersine, bizim 1,5 milyar dolar kârımız vardır bu meseleden dolayı; bunu iyice öğrenin siz de, bir daha da söz konusu etmeyin, çünkü şu anda mahkemesi de devam eden başka bir konu olduğu için daha fazla girmek istemiyorum konuya. Ülkemiz buradan kazanmıştır, ondan sonra da doğal gazın yaygınlaşması öyle başlamıştır, 9 vilayetten 59 vilayete durup dururken geçemez kimse; bunu özellikle bilin.

Bir de 10 milyar dolar bir şeyin zarar etmesi için en az 100 milyar dolarlık alım yapmanız lazım, bu da aritmetiğidir bu işin; onu da ayrıca incelemenizi tavsiye ederim.

486 kişi şu anda pasifize edilmiş değil benim tarafımdan. Üstelik, ben bu arkadaşlara görev vererek onları çalıştırmak ve daha verimli olarak çalışma hayatına dâhil etmek istiyorum; onun için o toplantıyı yaptım. Geçen gün de bunun sözünü ettiniz. Size gelen bilgiler yanlış. O arkadaşların hepsi benim değerli arkadaşlarımdır, onlardan Enerji Verimliliği (En-Ver) Projesi’nde yararlanmak istiyorum.

Şimdi gelelim diğer konulara.

Biz, kayıp-kaçak meselesinde yoğun bir çalışma içindeyiz. Bunun için de kayıp ve kaçak yüzde 25’ten yüzde 14’e düşmüştür. Kaçak ayrı bir şey, kayıp teknik bir kayıptır. Bu teknik kaybı da TEİAŞ’ın yaptığı yatırımlarla düşürmeye çalışıyoruz. Normal olarak, Türkiye gibi bir ülkede bu yüzde 7-8 civarındadır, dolayısıyla onu da düşerseniz, bizim hâlâ yüzde 6-7’lik bir elektrik hırsızlığı meselemiz vardır. Onların da gözünün yaşına bakmıyoruz. Bunu da zamma dâhil etmiş değiliz. Bizim buradaki meselemiz daha çok -yani bu yüzde 21’lik zammın yüzde 10’luk kısmı- işletmecilikle ilgili, EÜAŞ ve TETAŞ’la ilgilidir. TEDAŞ’ın alamadığı paralar vardır. Onları da zaten EGO ve diğer kuruluşlardan belli şekillerde tahsil ediyoruz. Aslında bunların hepsinin bir mahsubunu yaptığımız zaman biz alacaklıyız yani Enerji Bakanlığının KİT’leri alacaklıdır ve herhangi bir kamu zararı da söz konusu değildir, bunu özellikle bilesiniz.

Onun dışında, burada fuel-oil santrallerinden, ithalattan, fahiş fiyatlardan filan bahsetti Sayın Tankut. Böyle bir şey söz konusu değil. Dengeleme Uzlaştırma Yönetmeliği uyarınca -sadece bir yüzde 10’luk kısmı- piyasa fiyatlarının oluştuğu bir sistemde onu yaptık, iyi ki de yaptık. Şu anda herkesin yatırıma girmesinin sebebi bu. Durup dururken Türkiye gibi bir ülkede çok kişi enerji yatırımcısı olmuştur. Eskiden bir elin parmakları kadar enerji yatırımcısı varken, şimdi 3 bine yakın enerji KOBİ’si oluşuyor, tabana yayılıyor. Anadolu’da pek çok kişi akarsularda, jeotermalde yatırıma girmiştir, rüzgârda yatırıma girmiştir. Bundan da büyük kazancımız var çünkü yerinde üretildiği için iletim kaybı da olmayacak. Bunlar bizim tatbik ettiğimiz yenilenebilir enerji yasasının da ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor çünkü yerli kaynaklara ağırlık verdik. Böyle bir şey söz konusu değil.

Tarımsal sulamayla ilgili konu Maliye Bakanlığı ve hazine bakanlığımızla ilgilidir, fakat -onların adına da söyleyeyim- şu anda böyle bir şey düşünmüyoruz, herkes borcunu ödeyecek.

TKİ’nin burada bir zarar etmesi filan söz konusu değil. Burada Kömür İşletmelerini özel sektöre açtığımız için maliyetler yedide 1 düşmüştür, üretim 20 kat artmıştır ama kömür santralleri gibi şu anda özel sektöre verdiğimiz yatırımların ÇED raporları ve bunların anlaşmaları yeni yapılmıştır. Kömür yatırımlarında iki yılda devreye alınan hiçbir kömür santrali ben duymadım, sizin de böyle şeylere inanmamanızı tavsiye ederim ama bu, makul süresi içinde -şu anda süratli gidiyor çünkü özel sektör daha süratli çalışabiliyor- bunların normal olarak beş yıl gibi bir zaman içinde devreye gireceğini düşünüyoruz.

Bunun dışında, “yap-işlet-devret”lerle ilgili çalışmalarımız ve aynı zamanda Maliye Bakanlığıyla ortak bir çalışmamız var. Bu çalışmayı neticelendirmek üzereyiz. Çalışmalarımız orada sürüyor.

Koçal’ın sorusunda bahsettiği konu doğal gaz zamlarıyla ilgili. Burada maliyete dayalı bir metot uygulanmıştır. Biz, aslında, şu anda, Avrupa’nın –tekrar ediyorum- en ucuz doğal gazını ve elektriğini kullanan ülkelerden bir tanesiyiz, bütün bu fiyat artışlarına rağmen. Çünkü, dünyada, bu sadece bir yıl içinde yüzde 100 artmış iken ve göreve başladığımızdan şu ana kadar da yüzde 700 artmışken bizim yaptığımız artışlar veya ayarlamalar gayet mahdut kalmıştır. Burada da dar gelirli vatandaşlarımızı düşündük. Ayrıca, olayı bir enerji politikası ve sosyal politika olarak düşünürseniz, biz 7,5 milyon ton da fakir fukaraya, dar gelirli vatandaşımıza kömür dağıttık. Bu da enerji politikasının sosyal politikayla kesiştiği bir noktadır. Aynı yerli kömürümüzü yerin altından çıkarıyoruz, kırıyoruz, yıkıyoruz, taşından toprağından ayırıp vatandaşlarımıza dağıtıyoruz ve soğuk kış günlerini sıcacık odalarında geçiriyorlar. Dolayısıyla, bu da, Enerji Bakanlığımızın, Sayın Başbakanımızın başkanlığında uyguladığı, sosyal politikalarla ilgili ortak bir çalışmadır ama genellikle burada hep belli konular geliyor gündeme ve zaman zaman da farklı kaynaklardan aldığınız bilgiler. Bu noktaları eğer benimle daha evvel paylaşsanız burada benim de sizi düzeltme sayım daha da azalmış olur.

EÜAŞ’ın zarar ettiği söz konusu değil. Bunu ifade etmek istiyorum.

Bunun dışında, taş kömürüyle ilgili Zonguldak’taki çalışmayı Teftiş Kurulumuz inceledi. Aslını ararsanız, orada tamamen iyi niyete bağlı bir çalışmayla kamu aslında zarara uğramamıştır. Size gelen bilgilerin nereden geldiğini biliyorum, onları biliyorum. Maalesef…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Gazeteler yazıyor “İyi niyetli yolsuzluk” diyor.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER ( Ordu) – Bakın, o çalışmada eğer herhangi bir suç varsa zaten adli merciler onun gereğini yapacaktır. Ben o arkadaşlarımın hepsinin arkasındayım ve hepsi gayet cesurca, Zonguldak gibi bir yerde -ki taş kömürü madenciliğini, o bölgenin özelliğini bilirsiniz- biz orada kader birliği yaptık bu arkadaşlarımızla.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Arkadaşlar insana dayanmasınlar Sayın Bakanım; hakka, hukuka dayansınlar.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER ( Ordu) – Ben sorumluyum, sorumlu olan benim, üzerime alıyorum. Enerji Bakanlığı bizim dönemimizde 60 bin ihale yapmıştır, 60 bin ihale. Dört yüz firmayı yasakladım ben. Dört yüz tane firma belki şu anda gayrimemnun olarak bizi o şekilde düşünebilir. Bunların içinde birkaç tane yanlış çıkmıştır, onlara da kendi elimizle zaten müdahale ettik. Burada size şunu söyleyeyim: Enerji Bakanlığında daha evvelden başka şeyler tartışılırken şimdi projeler tartışılıyor, bunu bilesiniz. Hem yenilenebilir enerji hem enerji verimliliği konusunda, Türkiye enerjide bir dönüm ve dönüşüm noktasında. Bunun ileride anlaşılır… Sadece, ben, bu ay içinde üç tane rüzgâr türbini açıyorum.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Enerji hususu artık yargıda tartışılmaya başlandı Sayın Bakanım, Bakanlığınızdan çıktı, yargıda tartışılıyor.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER ( Ordu) – Üç tane rüzgâr tesisi açıyorum. Bakın, bu rüzgârlar daha evvelden eserken biz es geçiyorduk, daha evvelden su akıyorken bakıyorduk. Sizin de döneminizde hükûmetler geldi, aynı partiler görev aldılar, ben onların da ne yaptığını inceledim ama bir tartışma konusu olmasın diye söylemiyorum, biz burada iyileri konuşalım.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Varsa bir yanlışlık yapan… Zaten göreviniz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakanım, altı sene geçti, altı senede dünya değişti, kalmayın aynı yerde.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER ( Ordu) – Kimin döneminde yer altı deposu oldu, kimin döneminde doğal gaz yapıldı, kimin döneminde rüzgârlar, jeotermaller devreye girdi, bunu halkımız da biliyor, biz de biliyoruz. Dolayısıyla, biz bütün kararların arkasındayız. 60 bin kalem alım-satım ihalesi oldu, bunların içinde dört yüz firma da yasaklandı. Bunların içinde ÇEAŞ-Kepez’i falan saymıyorum, bunlar bir devrimdir. Yedi vilayet sıkıntıdaydı. Biliyorsunuz, 11 baraj, 43 trafo merkezi… Doğal gazda Ruslarla yaptığımız anlaşmada hem al ya da öde miktarı 40 milyar metreküp silinmiştir, bunun dışında, fiyat aşağı çekilmiştir. Yoksa millet durup dururken doğal gaza geçmek için birbiriyle yarışmaz, bunları özellikle bilin. Ayrıca Şahdeniz Projesi, yer altı depoları, Bakü-Tiflis-Ceyhan… Her gün 1 milyon varil petrol akıyor. Bu, durup dururken olmadı. Eğer ben o riskleri almasaydım iki buçuk sene daha bu proje sürerdi. Onun altına imza attık ve üzerimize aldık. Bunun içinde Ilısu Barajı var, bunun içinde Konya’nın Mavi Tünel’i var, bir sürü çalışma yapıldı. Nasıl olur da “Bu tür yatırım yapılmaz.” denir yani, ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Yani, bütün bunlar yoğun bir çalışmayla ortaya çıktı. Bu noktada daha da iyi şeyler yapılacak. Belki de... Bu açılışlara yetişemiyoruz biz. Dikkat ederseniz, mesela yarın 61 tesisin temel atma töreni var DSİ’de.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sanal… Sanal…

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Eğer biz… Bu sular boşa akıyordu…

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sorulara cevap verseniz!

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Bunların hepsi içinde. Burada cevap vermediğim hemen hemen yok benim gördüğüm kadarıyla. Yani, burada, izole bölgeyle ilgili…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Termik santral ithal kömür mü kullanıyor?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Evet, termik santral müracaatına göre, iki türlü orada yatırım var; bir tanesi, Zonguldak’ta şu anda devam eden; onun yerli kömür kullanacağını biliyorum. O yerli ama ilerleyen o. Müracaat edenler içinde ithal kömür var. Yatırımcının tercihidir. Ben isterim ki yerli kömürle çalışsınlar.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Eren Holding hangi kömürle çalışacak Sayın Bakanım?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Eren yerliyle çalışacak. Onun dışında, Hema’nın müracaatı var.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Eğer süre varsa soru sormak istiyorum.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Hema’nın müracaatı, bildiğim kadarıyla yabancı, ithal kömür. Ama, yatırımcının tercihlerine karışamayız.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Orası kömür bölgesi Sayın Bakan, buna izin vermeyin.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Siz o zaman karışın, beraber yapalım bu işi. Gidin akıl verin, iş adamlarının akla ihtiyacı yoktur aslında ama siz aklınızı verin, anlatın, belki tercihini değiştirebilir. Ben de arzu ederim yerli kömürle yapmasını çünkü zaten biz yerli kömürde, aramayla 2,4 milyar ton yeni kömür bulduk. Hiç kimsenin yapmadığı bir çalışmadır bu, 2,4 milyar ton! Şu anda bizim rezervlerimiz 8 milyar tondu, biz ona 2,4 milyar ton ekledik ve 2,4 milyar ton kömürü şöyle gözünüzün önüne getirin…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – MTA’yı çalıştırsaydınız 10 milyar ton olurdu.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Bakınız, masraflar çıktıktan sonra 20 dolar kalsa ton başına, 40 milyar dolarlık bir kazançtır bu Türkiye için ve hiç hesapta yokken bir sürü kömür santrali müracaatı var ve biz bunu özel sektöre yapıyoruz. Biraz önce bahsettim, Soma bölgesinde özel sektöre açtık, maliyetler yedide 1 düştü, üretim 20 kat arttı ve 50 bin kişi de sigortalı oldu orada yani sosyal güvenliğe girdi.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Bunların hepsi, bir bütün olarak ele aldığımız çalışmalar.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Benim sorum cevaplanmadı Sayın Bakanım, yap-işlet-devret…

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – “Yap-işlet-devret”lerle ilgili çalışmamız devam ediyor. Çünkü o biraz karışık bir konu. Zaten gündeme biz getirdik, siz de bunu takdir edersiniz ki, kolay olsaydı zaten hemen çözerdik. Burada üç ayrı rapor var: Teftiş Kurulumuzun raporu var, ayrıca Cumhurbaşkanlığının ayrı raporu var, ayrıca da Sayıştayın raporu var. Sayıştay zaten bunu Meclise sundu, dolayısıyla, muhatabı Meclis. Onu biz birlikte alıyoruz, çünkü rakamların hepsi birbirinden farklı, aynı bazı almamız lazım.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bu MTA raporlarını Genel Kurula getirelim efendim.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Onun detayını sizinle ayrıca tartışabiliriz, ama değerlendirmemiz belli bir noktaya geldi.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – İzole bölgelerden bahsedin efendim.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Zor sorunların kolay çözümü olmuyor.

BAŞKAN – Sayın Güler, süremizin sonuna geldik, çalışma süremizin de sonuna geliyoruz.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) – Tamam.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım efendim.

Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum ve karar yeter sayısı arıyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için, alınan karar gereğince kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 9 Temmuz 2008 Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.00

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.