DÖNEM: 23 CİLT: 22 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 117’nci
Birleşim 12 Haziran 2008 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L
E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- YOKLAMALAR IV.
- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- Ordu
Milletvekili Rahmi Güner’in, 2008 yılı hasat dönemine
ve fındık üreticilerinin beklentilerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre
ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı 2.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, İşkenceye Karşı Mücadele
Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in
cevabı 3.- Adana
Milletvekili Muharrem Varlı’nın, Adana’daki karpuz ve
buğday üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündem
dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı V.-
AÇIKLAMALAR 1.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Toprak Mahsulleri Ofisinin fındık alım satım
politikasına ilişkin açıklaması VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Genel Görüşme Önergeleri 1.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu
ve 20 milletvekilinin, kuraklık nedeniyle üreticilerin yaşadıkları sorunlar
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/5) B) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır ve 22 milletvekilinin, Mersin ilinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/214) VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Tapu
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/568) (S. Sayısı: 223) 2.- Yükseköğretim
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/591) (S. Sayısı: 238) VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- Konya
Milletvekili Faruk Bal’ın, Tokat Milletvekili Osman Demir’in, daha önce yapmış
olduğu konuşmada geçen sözlerini çarpıttığı gerekçesiyle konuşması IX.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, yerli işletim sistemi kullanımının teşvikine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/2983) 2.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, Suriye sınırındaki mayınların
temizlenmesinin TSK’ya verilmemesine ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3408) 3.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, özelleştirme
gelirlerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın
cevabı (7/3409) 4.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, bazı kamu harcamalarının kaydına ve akaryakıttan
tahsil edilen vergilere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3450) 5.- Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü’nün, Türk Telekom’un halka
arz edilen hisselerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3451) 6.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, özel iletişim vergisi gelirlerine ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3452) 7.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Türk Telekom hisselerinin satışına ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3509) 8.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, Türk Telekom hisselerinin halka arzına ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3577) 9.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Türk Telekom
hisselerinin satışına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın
cevabı (7/3608) 10.- Antalya
Milletvekili Osman Kaptan’ın, bir ödül çerçevesindeki bazı iddialara ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı
(7/3610) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 13.00’te açılarak dört oturum yaptı. Antalya
Milletvekili Osman Kaptan’ın, yaş sebze ve meyve üreticilerinin sorunlarına ve
alınması gereken önlemlere, Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, Karaman’da görülen
kuraklığa bağlı olarak hububat üretiminde ortaya çıkan zarara ve çiftçilerin
sorunlarına, İlişkin gündem
dışı konuşmalarına Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet
Mehdi Eker cevap verdi. Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi, yeni kurulan
üniversitelerin sorunlarına ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı. Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un (6/693) ve (6/694)
esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi okundu; soruların
geri verildiği bildirildi. Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur
ve 39 milletvekilinin, medyadaki cinsiyetçi anlayış ve uygulamaların (10/213), İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 39 milletvekilinin, sağlık hizmeti alımında
yaşanan bazı sorunların (10/212), İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız ve 39 milletvekilinin,
doktorların ve diğer sağlık personelinin güvenlik sorunlarının (10/211), Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı’nın (1/541) (S. Sayısı: 219) görüşmeleri tamamlanarak, yapılan
açık oylamadan sonra; 2’nci sırasında
bulunan, İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 4 Milletvekilinin,
Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
1111 sayılı Askerlik Kanununun 35 inci Maddesinin (E) Bendinin Değiştirilmesi
Hakkındaki Kanun Teklifi’nin (2/257, 2/252) (S. Sayısı: 240), 8’inci sırasında
bulunan, Askerlik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
(1/503) (S. Sayısı: 128), 9’uncu sırasında
bulunan, Çavuş ve Uzman Çavuş Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın (1/508) (S. Sayısı: 129), 10’uncu sırasında
bulunan, Harp Akademileri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın (1/511) (S. Sayısı: 130), Yapılan
görüşmelerden sonra; Kabul edilip
kanunlaştıkları açıklandı. 3’üncü sırasında
bulunan, Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/568)
(S. Sayısı: 223) görüşmelerine başlanılarak tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlandı, maddelerine geçilmesi kabul edildi; verilen aradan sonra, 4’üncü sırasında
bulunan, Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/591) (S. Sayısı: 238), 5’inci sırasında
bulunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/478) (S. Sayısı: 93), 6’ncı sırasında
bulunan, Hatay Milletvekili Mustafa Öztürk ve 11
Milletvekilinin, 2009 Yılında İstanbul Şehrinde Yapılacak Beşinci Dünya Su
Forumunun Organizasyonu ile Katma Değer Vergisi Kanununa Bir Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/182) (S. Sayısı: 214), 7’nci sırasında
bulunan, Türk Vatandaşlığı Kanunu Tasarısı (1/458) (S. Sayısı: 90), 11’inci sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belarus
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Veterinerlik Alanında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/296) (S. Sayısı: 69), 12’nci sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Litvanya Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Savunma Sanayii İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/278) (S.
Sayısı: 19), İlgili komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi. 12 Haziran 2008
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
19.32’de son verildi.
No.: 166 II.- GELEN KÂĞITLAR 12 Haziran 2008 Perşembe Raporlar 1.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/167) (S.
Sayısı: 203) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008) (GÜNDEME) 2.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/168) (S.
Sayısı: 204) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008) (GÜNDEME) 3.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/188) (S.
Sayısı: 205) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008) (GÜNDEME) 4.- Antalya
Milletvekili Deniz Baykal’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/189) (S. Sayısı: 206) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008)
(GÜNDEME) 5.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/209) (S.
Sayısı: 207) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008) (GÜNDEME) 6.- Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/215) (S. Sayısı: 208) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008)
(GÜNDEME) 7.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/217) (S. Sayısı: 209) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008)
(GÜNDEME) 8.- Mardin Milletvekili
Ahmet Türk’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/219) (S. Sayısı: 210) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008) (GÜNDEME) 9.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylani’nin
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/220) (S.
Sayısı: 211) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008) (GÜNDEME) 10.- Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/221) (S. Sayısı: 212) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008)
(GÜNDEME) 11.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/234) (S. Sayısı: 213) (Dağıtma tarihi: 12.6.2008)
(GÜNDEME) Genel Görüşme Önergesi 1.- Malatya Ferit
Mevlüt Aslanoğlu ve 20
Milletvekilinin, kuraklık nedeniyle üreticilerin yaşadıkları sorunlar konusunda
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/5) (Başkanlığa geliş tarihi: 03.06.2008) Meclis Araştırması Önergesi 1.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 23 Milletvekilinin, Mersin İlinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/214) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.06.2008) 12 Haziran 2008 Perşembe BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 13.00 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
117’nci Birleşimini açıyorum. III.-Y O K L A M A BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız. Yoklama süresi üç dakikadır. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur. Birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 13.06 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 13.16 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
117’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. III.-Y O K L A M A BAŞKAN – Yapılan ilk yoklamada toplantı yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi, elektronik cihazla yeniden yoklama yapacağız. Yoklama için üç dakika süre vereceğim. Yoklama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim. Gündem dışı ilk söz, 2008 yılı hasat dönemi ve fındık
üreticilerinin beklentileri hakkında söz isteyen Ordu Milletvekili Rahmi Güner’e aittir. Buyurun Sayın Güner. (CHP sıralarından
alkışlar) IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in, 2008 yılı hasat dönemine ve fındık üreticilerinin
beklentilerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, bir aydır Karadeniz Bölgesi’nde geziyorum.
Karadeniz Bölgesi’nin tek geçim kaynağı olan fındıkla ilgili gelişmeler
konusunda görüşlerimi arz edeceğim. Değerli arkadaşlarım, fındık, Karadeniz Bölgesi’nin tek geçim
kaynağıdır; Karadeniz Bölgesi’nin arıdır, namusudur, şerefidir. Değerli arkadaşlarım, fakat, AKP Hükûmeti iktidara geldikten sonra fındık üzerine çok ağır
uygulamalar yapılmış, fındık üreticisinin alın teri, emeği hiçbir zaman
verilmemiştir. Hükûmet üreticiye sahip çıkmamıştır.
Yine, üreticinin tek kuruluşu olan FİSKOBİRLİK Hükûmet
tarafından desteklenmemiş ve FİSKOBİRLİK’in faaliyet sahası, FİSKOBİRLİK’in
alımları önlenmiş ve Toprak Mahsulleri Ofisi gündeme gelmiştir. Toprak
Mahsulleri Ofisi hiçbir zaman üreticinin bir kuruluşu değildir, fındık
üreticisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Öyle olmasına rağmen Toprak Mahsulleri Ofisi
fındık alımlarında öne çıkarılmıştır. Değerli arkadaşlarım, üretici, hiçbir zaman alın terini almamıştır
ancak 2005, 2006 yıllarında üreticinin gerçek alın teri verilmiş, devlet
fındıktan 2 milyar dolar kâr etmiştir ve girdi sağlanmıştır. Fakat TMO devreye
girdikten sonra fındık üzerinde öyle oyunlar oynanmış ki fındıktan Türkiye’ye
girdi 800-900 milyon dolar civarında olmuştur. Bu 1 milyar küsurun nereye
gittiği, kimlerin kasasına gittiği de belli değildir. Şimdi, yine fındık
hasadına elli altmış gün kalmasına rağmen, fındık üreticisinin üretmiş olduğu
fındığın, alın terinin en iyi şekilde değerlendirilmesi için hiçbir faaliyette
bulunulmamaktadır. Değerli arkadaşlarım, daha fındık rekoltesinin
tespit zamanı olmamasına rağmen -fındık fiyatını, yani 2008 yılı fındığını daha
düşük, daha az miktarda bir parayla üreticiden almak için- 800-900 milyon kilo
civarında fındık ürününün olacağı tespiti ileri sürülmüştür; bu, gerçekle
bağdaşmamaktadır. Rekolteyi çok gösterip talebi az göstermek suretiyle fındık
fiyatlarında büyük oyun oynanmıştır. Kaldı ki Toprak Mahsulleri Ofisi hiçbir
zaman fındık satmayacağını taahhüt etmesine rağmen 2005, 2006, 2007 yıllarının
fındığını piyasaya sürmüştür. Avrupa’da fındığın satımı bu şekilde yapılınca,
2008 yılı fındık rekoltesinin 2,5 milyon, 3 milyon
civarında olacağı tespiti ileri sürülmektedir. Değerli arkadaşlarım, bu, Ordu Ticaret Borsası Başkanlığı, Ünye
Ticaret Odası Başkanlığı, Fatsa Ticaret Odası Başkanlığı, ziraat odası, esnaf
odaları, muhtarlar ve Ordu Ziraat Mühendisleri Odası tarafından büyük bir
endişe ve sıkıntı olarak rapor hâlinde bildirilmiştir. Fındık maliyet fiyatları yükselmiş, gübre fiyatları yüzde 150
olmuş, ilaç fiyatları yükselmiş, işçi ücretleri yükselmiş, akaryakıt fiyatları
yükselmiş, maliyet 4-5 milyon civarındadır. Değerli arkadaşlarım, 2008 yılı fındığının da üreticiden ancak
2,5-3 milyon liraya alınacağı bu kuruluş tarafından açık ve net olarak
belirtilmiştir. Biz, devletin ve Hükûmetin müdahale
fiyatı olarak üreticinin yanında olmasını istiyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. RAHMİ GÜNER (Devamla) – Eğer gerçek değeri verilirse, fındığın 2,5
milyar doların üzerinde gelir getireceği görüşündeyiz. Değerli arkadaşlarım, hiçbir maliyeti, masrafı olmadan bu şekilde
gelir getiren fındık için üreticiye neden 300, 400, 500 trilyon gibi bir
parayla destek verilmiyor? Değerli arkadaşlarım, açıkça şunu söylemek istiyorum: Eğer durum
bu şekilde devam ederse üretici, toprağında köle olarak kullanılacaktır, köle
durumuna düşecektir. Bunu önlemek Hükûmetin
elindedir. Üreticinin alın terini verin. Üreticinin alın terini verirseniz
esnaf da kurtulur, Karadeniz Bölgesi’ndeki 8 milyon civarındaki vatandaş da
kurtulur. Göç başlamıştır, Karadeniz boşalmaktadır. Tek geçim kaynağı
fındıktır. İnşallah, bu anlattığım konular Sayın Hükûmet
tarafından ve Parlamento tarafından gündeme alınır ve bir çözüm getirilir. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Güner. Gündem dışı ikinci söz, Uluslararası İşkenceye Karşı Mücadele
Haftası münasebetiyle söz isteyen Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’a aittir. Buyurun Sayın Birdal. (DTP sıralarından
alkışlar) 2.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, İşkenceye Karşı Mücadele Haftası’na ilişkin
gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görülüyor ki, gerçekten, örneğin
Sayın Başbakan “İşkenceye tolerans sıfır” demişti. AKP üyesi arkadaşlar,
gerçekten bu işkence toleransı sıfır mı değil mi hiç merak da etmiyorlar, ne sayın Hükûmet üyeleri var ne de
sayın milletvekilleri var. Ben, Birleşmiş Milletlerce kabul edilen 26 Haziran
İşkence Görenlerle Dayanışma Günü için Demokratik Toplum Partisi adına söz
almış bulunuyorum, saygıyla selamlarım. Hükûmet, ister bu
söylediklerinin arkasında olsun ister olmasın, biz, insanlık onurunun ve öznesi
herkes olan hak ve özgürlüklerin herkesçe kullanılmasının takipçisi olacağız,
çünkü bu demokrasinin bir gereğidir, yalnızca insan hakları ya da hukuk sorunu
değildir. O nedenle, gerçekten, sırası geldiği zaman hukuk akla gelmemeli,
sırası geldiği zaman demokrasi akla gelmemeli ve sırası geldiği zaman barış
akla gelmemeli. Bu, bir canlı organizmadır. Gerçekten, soluk alıp verdiğimiz
hava gibi, yediğimiz ekmek gibi insanlığın olmazsa olmazlarıdır demokrasi,
barış ve insan hakları. Biliyorsunuz, işkence insanlığa karşı bir suçtur ama ne yazık ki,
bu suç hâlâ işlenmektedir. Ki bu suç, gerek Anayasa’mızın
17’nci maddesinde gerekse Türk Ceza Yasamızın 94, 95 ve 96’ncı maddelerinde,
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 5’inci maddesinde, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 3’üncü maddesinde işkence yasaklanmıştır ve Türkiye, işkenceye
karşı bu ulusal ve ulusal üstü belgelerle birlikte yine işkenceye karşı iki
önemli sözleşmeyi imzalamış ve onaylamıştır. Birincisi, İşkenceye Karşı
Avrupa Sözleşmesi, ikincisi de Birleşmiş Milletlerce kabul edilen İşkence ve
Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Aşağılayıcı Muamele ve Cezaya Karşı
Sözleşme. Şimdi, bu sözleşmelere karşı, ne yazık ki, işkence sistematik
olarak sürmektedir. Bakın, bugün, gazetelerde hepinizin dikkatini çekmiştir.
İnsan Hakları Derneğimizin dün yaptığı bir acil eylem çağrısından biz de bilgi
sahibi olduk ve bugün de bütün gazetelerde vicdani retçi Mehmet Bal’ın nasıl
işkenceye tabi tutulduğu gözaltında ve nasıl bir kötü muameleye maruz
bırakıldığı görülüyor. Daha dün Nevroz’da, dün 1 Mayısta ve bugün de vicdani
retçi Mehmet Bal’ın uğradığı durum… Şimdi, vicdani ret bir insan hakkıdır. Önümüzdeki günlerde bu
hakkın, gerçekten, Avrupa Birliği hukukuna bağlı olarak da bir hak olduğunu
gündeme getireceğiz. Ama şimdi, dün olduğu için Mehmet Bal’ın uğradığı bu
durum, burada bunu göz ardı edemeyiz. Oysa Osman Murat Ülke -Mehmet,
biliyorsunuz, vicdani retçi- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuştu ve
dostane çözüm bulundu. Millî Savunma Bakanı da ve Türkiye Cumhuriyeti devleti
de, 2007 Ekim ayına kadar vicdani reddin insan hakkı olarak kabul edileceğine
dair çalışmalar yapıldığını söylediler. 2007 geçti. Peki, ne oluyor şimdi
uluslararası platformlarda Türkiye Cumhuriyeti devleti adına verilen söz? Bunun
karşılığı yok. Türkiye İnsan Hakları Vakfımız 1990 yılında, işkence görenlerin
tedavisi ve rehabilitasyonu için kurulmuş bir
örgüttür, vakıftır. Onun rakamlarını zaman darlığı nedeniyle ne yazık ki verme
olanağım yok, ama burada dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum: Şimdi, bu
Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Uluslararası Sözleşme’nin bir sözleşme
protokolü, ek protokolü var. Şimdi, bu protokol uyarınca, işkenceyi yapıldıktan
sonra değil, işkencenin önlenmesini sağlayıcı seçmeli bir protokol, ulusal ve
uluslararası komite tarafından, işkence yapılacağı varsayılan yerlere gidip
daha önceden, gerçekten işkencenin nasıl önlenebileceğine dair bir izleme
kuruludur. Ne yazık ki bu protokol daha önce… Türkiye tarafından 14 Eylül 2005
yılında bu protokol, seçmeli protokol imzalanmıştır ama ne yazık ki, üç yıl
geçmiş olmasına karşın, bu protokol hâlâ onaylanmamıştır. Ben, gerçekten, Parlamentoda, bu, insanlığa karşı işlenen işkence
suçunun hiçbir sayın milletvekili tarafından kabul göreceğini, onaylanacağını
düşünemem. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurun. AKIN BİRDAL (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan. O nedenle, hep birlikte, önleyici bu protokolü de Türkiye Büyük
Millet Meclisince onaylayalım. Ayrıca, başka bir şeye daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Çalışma
yaşamı, sistematik işkenceye, zulme, baskıya ve ölüme dönüşen Tuzla grevleri,
Tuzla’daki yaşam koşulları. İnsan Hakları Komisyonumuzun yaptığı çalışmadan
hiçbir sonuç elde edilemedi, önleyici hiçbir yaptırım olmadı. Meclisimizin
araştırma komisyonu da bu yolda daha hiçbir adım atamadı, ne yazık ki, ölümler
sürmektedir. Limter-İş Sendikası, çalışanların
haklarını ve özgürlüklerini koruyucu ve buradaki gerçekten sistematik, yaşam hakkını
yok eden duruma dikkat çekmek için 16’sında da greve gidiyorlar ve bu grev
hepimiz için umarım uyarıcı olur ve Tuzla’daki cinayetler de son bulur. Bu umutla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Birdal. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, izin
verirseniz, ben de Hükûmet adına bir değerlendirme
yapmak istiyorum gündem dışı konuşmaya. BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Şahin. (AK Parti sıralarından alkışlar) ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinize saygılar sunuyorum. Sayın Birdal’ın gündem dışı yapmış
olduğu konuşmayla ilgili, ben de Hükûmet adına,
düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Birdal’ın da ifade ettiği gibi,
gerçekten, işkence, kötü muamele bir insanlık suçudur. Özellikle geçtiğimiz
yüzyıl iki dünya savaşı yaşamış olan insanlık, Birleşmiş Milletleri kurduğunda,
10 Aralık 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini kabul ettiğinde, üzerinde
durduğu en önemli hususlardan bir tanesi de 5’inci maddesinde düzenlenmişti.
5’inci madde aynen şu şekildedir: “Hiç kimse işkenceye maruz bırakılmamalı,
kimseye zalimce, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele edilmemelidir.” Başta
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere uluslararası hemen hemen birçok sözleşmeye taraf olmuş olan Türkiye, bu konuda
Avrupa Konseyi tarafından kabul edilmiş olan İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya
Aşağılayıcı Davranışların veya Cezalandırmaların Önlenmesine Yönelik Avrupa Sözleşmesi’ni
de kabul etmiştir. Ayrıca, iç hukukumuza da altına imza koyduğu uluslararası
sözleşmelerdeki bu hükümleri taşıyarak uygulama konusunda da kararlılığını
büyük bir açıklıkla ortaya koymuştur. Anayasa’mızın 17’nci maddesi “Kimseye
işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya
veya muameleye tâbi tutulamaz.” demektedir. Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi geçtiğimiz Parlamento
döneminde Türk Ceza Kanunu yeniden düzenlendi ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinden yeni Ceza Kanunu geçerek 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren
uygulamaya geçildi. Bunları şunun için söylüyorum: İşkenceye karşı önlem
konusunda Türk Ceza Kanunu’yla nelerin getirildiğini birkaç cümleyle sizlerle
paylaşmak için bunları söylüyorum. Biraz önce Sayın Birdal
da kısmen Ceza Kanunu’nun ilgili maddelerine atıfta bulundu. Türk Ceza
Kanunu’nun 94, 95 ve 96’ncı maddelerinde ayrıntılı olarak işkence ve kötü
muamele suçları düzenlendi. Bu suçlardan mahkûm olunması hâlinde Türk Ceza
Kanunu’nun 53’üncü maddesine göre ilgili kamu görevlisinin, sürekli, süreli
veya geçici olarak görevinden yoksun bırakılmasına yargılamayı yapan mahkemece
karar verilebileceği hükme bağlandı. Bilindiği gibi kamu görevlilerinin yargılanabilmeleri için -görevi
esnasında ve görevi nedeniyle bir suç işlediğinde- izin şartı vardır ama 1
Haziran 2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunu’yla, bir kamu
görevlisi, bir güvenlik görevlisi eğer işkence suçu işlemişse bunun için izin
şartı aranmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve bizim hükûmetlerimizin işkenceye karşı almış olduğu bu
tedbirlerin bir tanesini sizlere ifade ediyorum. Ayrıca, demin ifade ettiğim Türk Ceza Yasası’nın 94’üncü
maddesi çok açık bir şekilde “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve
bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin
etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu
görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur.” şeklinde daha da ağırlaştırıcı bir düzenleme getirmiştir. Yine demin ifade ettiğim, işkence yaptığı iddia edilen kamu
görevlileriyle ilgili izin prosedürünü devre dışı
bırakan bir düzenleme de 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Yasa’da ortaya konmuş ve yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, değerli arkadaşlarım, yine 1 Haziran 2005 tarihinde
yürürlüğe giren, Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin “Sağlık
kontrolü” kenar başlıklı 9’uncu maddesiyle, yakalanan kişinin göz altına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması
hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumunun
belirlenmesi çok açık şekilde ifade edilmek suretiyle işkenceye karşı önlem
amaçlı bu düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, değerli arkadaşlarım, 2001 yılında 4681 sayılı Ceza
İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanunu çıktı ve ceza infaz
kurumlarında yasalara aykırı eğer birtakım muameleler olursa oradaki tutuklu ve
hükümlüler bunları hangi şekilde ilgililere duyuracaklar, eğer orada, demin
ifade ettiğim işkence ve kötü muameleye maruz kalırlarsa bunlarla nasıl
mücadele edilecek… İşte, bu önlemler
babında, bu Kanun’la ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurulları
kuruldu. Biz, aşağı yukarı bir sene olmadı, bundan altı veya yedi ay kadar
önce bu Kanun’da da burada değişiklik yaptık hep birlikte. Bilindiği gibi, bu
kurulların görev yapmasıyla ilgili uygulamadan kaynaklanan -yeni olduğu için-
bazı sorunları giderici değişiklikler yaptık. Bu kurulların raporları Adalet
Bakanlığına gönderilirdi. Biz, daha ciddi bir denetim olsun ve bu denetimde
Parlamento ayağı da bulunsun diye, bu kurulların raporlarının aynı zamanda
Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonuna da gönderilmesini
yasayla düzenledik. Böylece, gerçekten, kötü muamele, işkence konusunda yasal
olarak tedbirlerimizi aldık. Tabii ki yasa yapmak önemli ama ondan çok daha
önemlisi, takdir edersiniz ki bu yasaları başarıyla uygulayabilmektir. Hemen şunu ifade edeyim: Türkiye, 2003 yılına kadar, Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisinin “Sistematik işkence uygulayan ülkeler”
listesindeydi ama o tarihten sonra, 2003 yılından sonra Türkiye, artık bu
listeden çıktı yani dünyada sistematik şekilde işkence uygulayan ülkeler
listesinde Türkiye yok çok şükür. Alınmış olan bu tedbirlerin de tabii ki bunda
önemli payı vardır. Ama biraz önce Sayın Birdal bazı
örnekler verdi. “Yüzde 100 -‘sıfır tolerans’ tabirini de kullandı Sayın Birdal- bunu Türkiye önlemiş midir diyebilir misiniz?” diye
bana bir soru sorabilirsiniz. Yüzde 100 önlendiğini burada iddia edemem. Çok
büyük bir ülkeyiz, kurumlarımız var ve bize intikal etmemiş, yetkili mercilere
intikal etmemiş, edememiş eğer birtakım durumlar varsa, tabii ki, bunların
yetkililere bildirilmesi hâlinde şiddetle üzerine gidileceğini herhâlde takdir
edersiniz. Bir isimden bahsetti Sayın Birdal,
“Mehmet Bal” diye bir kişinin işkenceye maruz kaldığını ifade etti. Tabii, bu
beyanını biz bir ihbar kabul ederiz. Ben, hemen ilgili arkadaşlarımı bu konuda
uyaracağım, nerede kötü muameleye maruz kalmış… Düşüncesi ne olursa olsun,
işlediği iddia edilen suç ne olursa olsun hiç kimse kötü muameleye maruz
kalamaz, kalmamalıdır. Demin söylediğim, altına imza koyduğumuz uluslararası
anlaşmalar, iç hukukumuz bütün bunları yasaklamaktadır. Bunlarla ilgili,
ayrıca, cezalar da artırılmıştır. Bu tür durumlarla karşılaşıldığı takdirde,
mutlaka yetkili merciler üzerlerine düşeni en kısa sürede yerine getirmeliler
ve yasaları harfiyen uygulamak mecburiyetindedirler. O bakımdan, Sayın Birdal’ın biraz önce ifade ettiği bu özel konuyla ilgili
-basına da intikal ettiğini ifade etti- ben henüz inceleme imkânı bulamadım. Bu
konuyla ilgileneceğimi ifade etmek istiyorum. Ayrıca, Sayın Birdal bir protokolün
imzalandığını, ama sürecin Türkiye açısından henüz tamamlanmadığını ifade
ettiler. Ek ihtiyari protokolün 14 Eylül 2005 tarihinde imzalanmasına rağmen,
henüz onaylamanın gerçekleşmediğini ifade ettiler. Bu konu, daha çok,
sanıyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonunu ilgilendirir ve
Dışişleri Bakanlığımızı ilgilendirir. Bununla ilgili, Dışişleri Bakanlığımızla
ve Dışişleri Komisyonuyla da temasa geçmek suretiyle onaylama sürecinin hangi
aşamada olduğunu da takip ederek ilgili milletvekili arkadaşımıza ve gerekirse
muhterem Genel Kurula bilgi verme hakkımı mahfuz tutuyorum. Bir gündem dışı konuşma üzerine, Türkiye'nin gerçekten üstünde
ciddiyetle durduğu, bu konuda yasal önlemler aldığı ve uygulamada da başarılı
olmak için gerçekten ciddi bir çalışma yaptığı konuda düşüncelerimi sizlerle
paylaşma imkânı buldum. Hepinize yeniden saygılar sunuyorum efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şahin. Gündem dışı üçüncü söz, Adana ilindeki karpuz ve buğday
üreticilerinin sorunlarıyla ilgili söz isteyen Adana Milletvekili Muharrem Varlı’ya aittir. Buyurunuz Sayın Varlı. (MHP sıralarından alkışlar) 3.- Adana Milletvekili Muharrem Varlı’nın, Adana’daki karpuz ve buğday üreticilerinin
sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündem dışı konuşması ve
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buğday ve karpuz
üreticilerinin problemleri hakkında gündem dışı söz istedim. Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan önce, dün millî takımımızın İsviçre’ye karşı
almış olduğu galibiyeti gönülden kutluyorum. İnşallah bundan sonraki maçlarda
da bu sevinci Türk milletine yaşatırlar ümidiyle sözlerime devam ediyorum. Değerli milletvekilleri, buğday çok stratejik bir üründür, diğer
ürünlere benzemez. Diğer ürünlerin yokluğu belki insanlarımızı çok fazla
etkilemez ama buğday insanlığın gereği bir üründür. Savaşta ve barışta
insanlığa lazım olan bir üründür. Onun için çok stratejik bir üründür. Eğer
buğdayınız yok ise evinizde ekmeğiniz, bulgurunuz, dövmeniz yok demektir.
Bunlar da sofralarımızın temel gıdalarıdır. Ülkemizin buğday ihtiyacı 20 milyon ton civarındadır. Bu yılki
beklenen rekolte ise 14-15 milyon ton civarında
olacaktır. Yani 5 milyon ton yine buğday açığı oluşacak ülkemizde. Tabii
bunların birçok sebebi var. İşte, Sayın Bakan burada, buğdayla ilgili rekolte düşüklüğünü kuraklığa bağlayabilir veya başka
sebeplere bağlayabilir ama esas sebep, çiftçi, buğday ektiği zaman elde ettiği
üründen para kazanamıyor değerli hemşehrilerim, değerli
milletvekili arkadaşlarım. Çünkü, mazot, gübre,
kimyasal ilaçlar ve tohumlar o kadar pahalı ki, çiftçi bunları karşılamakla
meşgulken, elde ettiği ürünü de pazarda yeterince bir fiyat bulup satamayınca
buğday ekiminden vazgeçiyor, terk ediyor. Kendi bölgemden çok iyi biliyorum,
geçen yıl, evvelki yıl 3 bin dönüm, 2 bin dönüm, bin dönüm eken çiftçilerimizin birçoğu yüzde
50’sini terk etmiştir buğday ekiminin. Buğday mutlaka desteklenmeli, buğday
çiftçisi mutlaka desteklenmeli, buğday ekim alanları mutlaka genişletilmelidir.
Yine, buğday fiyatları hasat başladığı günden sonra 600 bin lira,
620 bin lira civarında serbest piyasada değer bulurken, gün geçtikçe fiyat
düşmeye devam etmektedir. Hükûmet TMO’yu mutlaka
devreye sokmalıdır, yoksa fiyat düşüşünü engellemek mümkün değildir. Serbest
piyasayla rekabet edecek şartlarda TMO’yu devreye sokmalı ve alım
gerçekleştirmelidir. Yakın zamanda hep birlikte yaşadık, bir hububat sıkıntısı
ülkede meydana geldi. İşte, bunu spekülatörlere
bağladılar. Ama şu anda Ofiste savaş hâlinde kullanılacak buğday bile yok. Onun
için Ofis mutlaka devreye sokulmalı ve hem çiftçinin hakkı hem de tüketicinin
hakkı korunmalıdır. Eğer bu yapılmaz ise yarın bir gün yine spekülatörlere
bağlarız işi ve kışın ortasında insanlarımız evlerine ekmek götüremeyecek hâle
gelirler. Değerli milletvekilleri, TMO tarihinde ilk defa hasat döneminde
ithalat gerçekleştirdi. Böyle bir uygulama olur mu? Karadeniz limanlarına
gidin, şu anda buğdayın tonu 450 dolar. Tam hasat dönemi. Çukurova
bitti, Hatay, Maraş, Adıyaman bölgesi başlıyor, yakında İç Anadolu Bölgesi
başlayacak, ama limanlarımız buğdayla dolmuş. Böyle yanlış bir uygulama olmaz.
Siz çiftçiye “Üretmeyin, biz ithal edelim.” mi diyorsunuz? Çiftçiyi üretimden
vazgeçirtmeye mi çalışıyorsunuz? İlk defa tarihinde buğday üreticisi para
kazanacaktı dünyadaki kuraklıktan dolayı, dünyadaki buğday azlığından dolayı;
onu da siz böylece engellemiş oldunuz. Değerli milletvekilleri, yine, karpuz, bizim bölgede oldukça çok
yetiştirilen bir meyvedir ve yaz gününde de insanlarımızın severek yediği bir
meyvedir. Ama ne yazık ki şu anda karpuz da tarlada kaldı. Karpuz üreticileri
bas bas bağırıyor: “Ürünümüzü satamıyoruz;
traktörümüzü, evimizi, tarlamızı satsak da bu masrafı karşılayamayız.”
diyorlar. Çünkü tarlada kaldı, satamıyorlar. Sebep, işte, Rusya’ya yapılan yaş
sebze, meyve ihracatının durması, Rusya’nın bizden almaması. Bugün bununla
ilgili basın toplantısı da yaptık, grup başkan vekilimiz ve milletvekili
arkadaşlarımızla birlikte. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. MUHARREM VARLI (Devamla) – İşte, sebep nedir? Sebep,
kimyasal atık. Bugün Almanya’nın, İtalya’nın laboratuvarlarının
vermiş olduğu raporu bütün dünya kabul ediyor. Biz niye böyle bir laboratuvar kurmuyoruz,
bütün dünyanın kabul edeceği? Ondan sonra da çiftçinin elinde,
tarlasında kalıyor. Gözyaşları, dert, sıkıntı… İşte, ihracattan bahsediyorsunuz çıktığınız zaman buraya Hükûmet sözcüleri. Avrupa’da futbol şampiyonası var. Milyonlarca insan Avrupa’da. Niye karpuz ihraç etmiyorsunuz
Avrupa’ya o zaman? Hadi yapın da, görelim de biz de alkışlayalım sizi. İşte,
şimdi bunları çok iyi hesap etmemiz lazım. Rusya’yla ne yapıp yapıp yeniden ihracat anlaşmasını yapmalı ve karpuz
üreticimizi, domates üreticimizi korumak, kollamak zorundayız. Bunlar bizim
insanlarımız. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Varlı. Gündem dışı konuşmaya cevap vermek üzere Çevre ve Orman Bakanı
Sayın Veysel Eroğlu. Buyurunuz Sayın Eroğlu. (AK Parti
sıralarından alkışlar) ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum
efendim. Ben, özellikle Ordu Milletvekili Sayın Rahmi Güner
Beyefendi’nin fındık üreticilerinin meseleleri hakkındaki yaptığı konuşmaya
cevap vermek, aynı zamanda, Adana Milletvekili Muharrem Varlı Beyefendi’nin de
Adana’nın buğday ve karpuzla ilgili sorunlarına cevap vermek üzere söz almış
bulunuyorum. Önce fındıktan başlayayım müsaade ederseniz. Bir kere şunu açıkça
belirtmemde fayda var: Fındık üreticileri en iyi dönemlerini Hükûmetimizin döneminde yaşamışlardır. Tabii ki, iyinin
daha iyisi mutlaka vardır fakat elbette, piyasa şartları, ülkemizin ekonomik
durumunu dikkate alarak bir denge gözetmemiz gerekiyor. Bu denge dikkate
alınarak, fındık üreticilerinin mağdur edilmemesi için gereken her şey
yapılmıştır, yapılmaya da devam edilecektir. RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Bakan, Karadeniz’e bir git de gör
durumu. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Esasen şunu da
ifade edeyim: Tabii, fındık gerçekten çok önemli bir ürün. Esasen, bunun
faydalarını burada zikretmeye gerek yok. Ben sadece çevre açısından ele aldığım
zaman, bilhassa çok dik, eğimli alanlarda erozyonu önlemesi açısından da
fevkalade çevreci olarak görüyorum fındığı. O bakımdan, teşvik edilmesi,
desteklenmesini de bir Çevre ve Orman Bakanı olarak, bir de o açıdan da
desteklediğimi ifade etmek istiyorum. Ama müsaade ederseniz ben, fındıkla
ilgili, ne kadar üretiliyor, Hükûmetimiz ne yaptı,
onları kısaca özetleyeyim müsaade ederseniz. Efendim, bir kere, dünyada her yıl ortalama 800 ilâ 850 bin ton
kabuklu fındık üretimi yapılmakta. 2008 yılı içinde bunun 1 milyon ton civarında
olacağı tahmin edilmektedir. Dünyada ise fındık tüketiminin, yapılan
istatistiklere göre 700 ilâ 750 bin ton civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Ülkemizde ise yılda yaklaşık 642 bin hektar alanda, gene takriben 600 bin ton
fındık üretimi gerçekleştirilmektedir. 2008 yılı için 800 bin ton fındık
üretiminin yapılacağı tahmin edilmektedir. RAHMİ GÜNER (Ordu) - Daha zamanına çok var Sayın Bakan, çok erken
bir tespit bu. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Devamla) – Yani tahmin bu. Bildiğiniz gibi dünyadaki fındık üretiminin büyük bir kısmı da
-burada diğer Ordu milletvekillerimiz de var- Türkiye’de gerçekleşmektedir.
Esasen dünya üretiminin büyük bölümünü elinde bulunduran Türkiye aynı oranda da
ticaretini yapmaktadır. Dünya fındık ihracatının son yıllardaki gelişmelerle
birlikte yaklaşık yüzde 75’ini Türkiye yapmaktadır, gerçekleştirmektedir.
Fındıkta geçen yıl 100 ile 150 bin tonluk bir arz fazlası ortaya çıkmıştır
bilindiği üzere. Bu miktar ise genellikle ihraç edilemediğinden, bu kadar
miktar, ülkemizde kalmaktadır. 2008 yılında ise bunun biraz daha artarak 250
ile 300 bin ton arz fazlası olacağını tahmin ediyoruz. Bu yüzden, Toprak
Mahsulleri Ofisinin mevcut stokları da dikkate alındığında, bu stoklarla
birlikte bu seneki arzı, ihracat fazlası diyeyim, yaklaşık 550 ile 600 bin tona
ulaşacağı öngörülmektedir. Şimdi, bilindiği üzere 2006-2007 sezonunda rekolte beklentisinin
yüksek olması ve FİSKOBİRLİK’in içinde bulunduğu mali sıkıntılar
sebebiyle fındık alımı yapma imkânına sahip olmaması dikkate alınarak
üreticilerin mağdur olmaması açısından bildiğiniz gibi Bakanlar Kurulu kararı
ile Toprak Mahsulleri Ofisi fındık alımıyla görevlendirilmiştir. Bakın, ne
kadar alındı fındık: Toprak Mahsulleri Ofisi fındık alımlarını 31 Ağustos 2006
tarih ve 26275 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2006/10865 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı’na istinaden gerçekleştirmektedir. Toprak Mahsulleri Ofisi
2006-2007 alım sezonunda 59.388 üreticiden –bakın, neredeyse 60 bine yakın-
toplam 162.489 ton ürün satın almış, bunun karşılığında 585 milyon YTL yani 585
trilyon ödeme yapmıştır. Giresun kalite fındık fiyatı 4 YTL/kilogram yani
kilogram başına 4 YTL verilmiştir. Peki, 2007-2008 sezonunda ise toplam 44.858 üreticiden 95.450 ton
ürün alınmış, karşılığında 464 milyon YTL ödenmiştir. Burada da Giresun kalite
fındık fiyatı olarak 5,15 YTL/kilogram olarak dikkate alınmıştır. Şimdi, biraz da FİSKOBİRLİK’ten, yapılan alımlardan kısaca bilgi
vermek istiyorum: FİSKOBİRLİK, üyesi olan üreticilere borçlarını ödemesini teminen Bakanlar Kurulu gene 31/10/2007
tarih ve 2007/12757 sayılı Kararı ile 2007 yılında FİSKOBİRLİK’ten -bakın-
67.373 ton… RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Bakan, 2006 yılının borcu daha hâlâ
ödenmedi. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Müsaade edin Sayın
Vekilim. …fındık alınmış, karşılığında 247 milyon YTL yani 247 trilyon
ödeme yapılmıştır. FİSKOBİRLİK’ten satın alınan ürünlerin 40.742 tonu 2005 yılı
mahsulü, geri kalan 26.631 tonu ise 2006 mahsulüdür. Bakın, eski mahsuller. Şimdi, genel alım ve ödeme durumuna baktığımızda toplam olarak
325.488 ton alınmış olup bunun 258 bin tonu üreticiden doğrudan, 67 bin tonu
ise FİSKOBİRLİK’ten alınmış. Toplam ödemeye baktığımız zaman sayın
milletvekillerimiz, bakın, Hükûmetimiz toplam olarak
1 milyar 296 milyon YTL ödemiş yani 1 katrilyon 296 trilyon ödemiş. Üretici
için, üreticiye ödenen miktar ise 1 milyar 49 milyon YTL yani yaklaşık 1
katrilyonu aşıyor. FİSKOBİRLİK’e ise 247 milyon YTL ödemiştir. Alımlar, tabii,
varlığa dayalı kredi yöntemiyle, Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından sağlanan
kredilerle finanse edilmiştir. Şimdi, Sayın Vekilim bir de TMO’nun fındık satışlarından bahsetti.
RAHMİ GÜNER (Ordu) – Şu anda 3,600-3,5 fiyat. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Onun gerekçesini… Bakın, onunla da ilgili bilgi ben müsaadenizle sizlere sunayım,
arz edeyim: Şimdi, yapılan bütün bu alımlar neticesinde toplam 324 bin ton stok
oluşmuştur sayın vekiller, 324 bin ton ve stokların öncelikle ihaleli satış
yöntemiyle değerlendirilmesi planlanmıştır. Bu maksatla ihaleli satışlar
gerçekleştirilmiş. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Yanlış bilgiler veriyorsunuz Sayın Bakan. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bakın, 2 Nisan
2008 ve 13 Mayıs 2008 tarihlerinde 2 kez fındık satış ihalesine çıkılmıştır.
İki ihalede toplam ancak, bakın, 45 bin ton ürün satışa sunulmuş, gelen teklif
ise 10.938 tonla sınırlı kalmış ve gelen en yüksek teklif de 3,80 YTL/kg
olmuştur. Yani buradan zarar edilmektedir. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Sayın Bakan, sizi yanlış yönlendirmişler.
Doğrusunu istiyorsanız, ben size söyleyeyim. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Hayır efendim.
Bilgiler böyle. Bu çok net yani. TMO’dan aldığımız
bilgiler bu, şu anda. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Yanlış almışsınız. Bilgi doğru değil. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Verilen teklifler… Doğru değilse tahkik ederiz. TMO’dan şu anda gelen resmî bilgiler.
Yani sizdeki bilgiler daha doğruysa verin, onu tahkik edelim. Ona da açığız. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Bir Türkiye Cumhuriyeti bakanını
düzeltmeye çalışıyoruz. Gönlümüz razı olmuyor. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Önümüzdeki sezona
ilişkin rekolte beklentisinin 800 bin ton gibi yüksek
seviyede olması, özellikle Toprak Mahsulleri Ofisinin stoklarında 323 bin ton
kabuklu fındık bulunması ve yeni alımla birlikte oluşacak tahminî devir
stokunun 550 ile 600 bin tona ulaşacağının öngörülmesi dikkate alınarak ikinci
bir ihale sonucunda 670 bin ton fındık satışı gerçekleştirilmiş. Bununla ilgili
satış bilgileri var, onların detayına girmek istemiyorum. Özellikle şunu belirtmek istiyorum: 2008-2009 kampanya dönemi
hazırlıklarına devam ediyor. Bu dönem için hem üreticileri mağdur etmeyecek hem
de ülkemiz için önemli ihraç kalemi olan fındığın badem ve fıstık gibi ikame
ürünler karşısında rekabet edebilmesini temin edecek tedbirleri de içine alan
bir destekleme modeli üzerinde çalışılmaktadır. Onu özellikle belirteyim. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Sayın Bakanım, fındıkla ilginiz nedir
sizin Bakanlığın? ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şu anda özetle
–tabii söylenecek çok şey var ama- şunu ifade edeyim: Hükûmetimiz,
fındık üreticilerinin mağdur olmaması için, eldeki imkânlar çerçevesinde,
yapılması gereken her şeyi yapmıştır, yapmaya devam edecektir sayın vekillerim. RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Bakanım, ihraç durumuna göre şu anda
bütün kuruluşlar, ihracatçılar, borsacılar 2008 yılının 3 milyon lirayı
geçmeyeceğini söylüyorlar efendim... ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Evet, Sayın
Vekilim, onu… RAHMİ GÜNER (Ordu) – …eğer müdahale edilmezse. BAŞKAN – Lütfen… ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Onu
değerlendiriyoruz Sayın Vekilim. Zaten onu açıklamak için söz aldım. BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayınız lütfen. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bir de müsaade
ederseniz, Adana Milletvekili Sayın Muharrem Varlı’yla
ilgili, Adana’daki buğday ve karpuz üreticilerinin problemleri üzerine birtakım
bilgiler arz etmek istiyorum. Şimdi, özellikle efendim, tabii ki 2005 yılındaki buğday üretimine
bakarsak -bütün ülke için söylüyorum, elimde rakamlar var- 2005 yılında
ülkemizde 21,5 milyon ton buğday üretilmiş; 2006’ya gelince bu biraz azalmış,
20 milyon ton; 2007’de ise 17,3 milyon ton. Yani, genelde tabii ki bunun
kuraklıkla alakası var. Yani 2006 ile 2007’ye baktığımız zaman yaklaşık olarak
2,7 milyon tonluk bir eksiklik var. Bunu kabul ediyoruz. Keza, siz Avrupa’dan
bahsetmediniz ama Avrupa’da da aynı şekilde bir miktar azalma var. Geçmiş
yıllarda, 2005 ve 2006 yılında 9,5 milyon tonluk bir arpa istihsali, üretimi söz
konusuyken 2007 yılında bu 7,3 milyon tona inmiştir. Şimdi, tabii ki bunda, 2006 ve 2007 yıllarında ülkemizde yaşanan
ülke genelindeki kuraklığın etkisi büyük olmuştur. Bunu kabul
etmek lazım. Ancak, şunu, özellikle buraya gelmeden önce, Çukurova bölgesindeki
hububat üretimi açısından bir eksiklik var mı diye özenle bu bilgileri aldım. Esasen şunu ifade edeyim: Bildiğiniz gibi her ne kadar bazı
bölgelerde bir kuraklık yaşanmasına rağmen Çukurova bölgesinde suya ihtiyaç
olan zamanlarda hakikaten yağmur yağmış. Mesela, biz ekim ayında acaba çimlenme
problemi olur mu diye beklerken, bildiğiniz gibi 14-15 ekimde
yağmurlar yağmış ve arkasından da belki barajları dolduracak kadar değil ama
ihtiyacı karşılayacak kadar zaman zaman yağmur
yağmış. Özellikle güzlük hububat ekimlerinde iklim şartlarının elverişli olması
buğday ve arpanın gelişimini olumlu etkilenmiştir Adana’da. Alınan yağışlar
bitkiye faydalı olmuş, kuraklığın Adana bölgesinde çok fazla bir etkisi
olmamıştır. Bakın, bu rakamları veriyorum şu anda Sayın Vekilim: 2006 yılında
Çukurova’da 855 bin ton olan buğday üretimi, 2007 yılında yüzde 5,6 artışla 903
bin tona ulaşmıştır, yani Adana’da artış var. 2006-2007 döneminde dekar başına verim Çukurova bölgesinde hasadın erken başlaması, diğer bölgelerimizde
bulunan alıcıların bu bölgede üretilen hububat ürünlerine olan talebinin fazla
olması ve Ofis fiyatlarının üzerinde fiyat vermesi sebebiyle son iki yılda
gerçekleşen Toprak Mahsulleri Ofisi hububat alımları diğer yıllara göre düşük
seyretmiştir. Elbette piyasada alım fiyatı daha fazlayken piyasaya verecektir,
bu gayet tabiidir. 2008-2009 döneminde Toprak Mahsulleri Ofisi müdahale alım
fiyatları açıklanıncaya kadar yani 21/5/2008
tarihinden itibaren taahhütnameyle alımlara başlanmış olup Çukurova bölgesinde
bugüne kadar 827 bin ton buğday alımı gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda Toprak
Mahsulleri Ofisine ürün bırakan üreticiler, müdahale alım fiyatlarının
açıklanmasını müteakip, bakın, talepleri hâlinde ürünlerini Ofise peşin
satabilecekleri gibi, bırakabilecek veyahut da geri alabileceklerdir. Yani
böyle bir imkân sağlanmıştır. Dışarıda fiyat daha fazla ise Ofise bıraktığı
buğdayını alarak piyasada satma imkânı vardır. Hükûmetimiz
böyle bir esneklik tanımıştır. Sayın Vekilim, esasen şunu da ifade edeyim: Tarım sektöründe ülke
çapında, biliyorsunuz, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
büyük destekler veriyor. Buna da devam edeceğiz. Bu kapsamda sadece Adana
ilinde verilen tarımsal desteklere bakarsak 2002 yılına göre 56,9 milyon YTL
olan destekler 2007 yılında 237 milyon YTL’ye ulaşmıştır. Yine, 2003-2008
yılları arasında Adana’ya toplam 719 milyon YTL tarımsal destek verilmiştir.
2008 yılı Mayıs ayı sonu itibarıyla da şu ana kadar destek miktarları yaklaşık
olarak 65 milyon YTL’dir. Özellikle şunu da belirtmemde fayda var: Ben daha geçenlerde
Adana’da idim. Hatta Adana’ya gittiğimizde Bakanlığıma bağlı bütün birimleri
toplayarak orada koordinasyon toplantısı gerçekleştirdik. Tabii Adana’da
sulamanın çok önemli olduğunu biliyorum. Bilhassa Aşağı Seyhan Ovası sulaması,
bildiğiniz gibi Kılıçlı Göleti’nin bitirilmesi ve bu
konuda Kılıçlı Göleti sulaması, hatta bunun borulu
sulamaya çevrilmesi. Ayrıca, biliyorsunuz, Adana için çok önemli olan 75 bin hektarlık
İmamoğlu sulaması. Bu konuda, hakikaten, zaten bildiğiniz gibi, bu GAP, KOP
bölgesel sulamalarla ilgili Başbakanın açıkladığı muhteva içinde Çukurova
bölgesi de var. Bu maksatla Aşağı Seyhan Ovası sulamasına ve drenajına büyük
destek vereceğiz. Ayrıca, Yedigöze’yle ilgili baraj
inşaatı başladı, biliyorsunuz. Bununla ilgili sulama projelerinin bir an önce
tamamlanması, baraj inşaatına paralel olarak da sulamalarının yapılması için
gerekli talimatı verdim. Burada Adana için gerekli titizliği gösteriyoruz, onu
özellikle belirteyim. Bir de karpuzdan bahsedeyim müsaade ederseniz. Karpuz, esasen
gerçekten benim de çok sevdiğim bir ürün. Hakikaten karpuzun o kadar çok büyük
faydaları var ki tesadüfen dün akşam bana elektronik postayla karpuzun
faydalarına dair bir -bugün böyle bir konuşma yapacağımı bilmiyordum-
elektronik posta aldım. Arzu eden olursa, çok muhteşem bir bilgi, dolayısıyla,
isterlerse bunu da sayın vekillerime yönlendireceğim. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bütün vekillere gönderin Sayın
Bakanım. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Tabii bu konuda, hakikaten, sizin dediğiniz
gibi, başlangıçta karpuz fiyatları yüksekti. Yani dekar başına, verilen
bilgilere göre, 2.000 YTL’den başlıyordu ama son zamanlarda bilhassa bu
yağışlar, mevsimdeki değişiklikler vesaire dolayısıyla karpuzla ilgili
fiyatların düştüğü bir gerçek, onu biliyoruz. Hatta dekar başına, son aldığım
bilgilere göre -Adana’daydım- 500 YTL’ye kadar düşmüş. Tabii bu konuyla
birlikte, biz karpuz üreticilerinin de mağdur olmasını istemiyoruz ama Hükûmetimizin böyle bunu alarak bir şekilde ticaret yapması
diye bir durum söz konusu değil. MUHARREM VARLI (Adana) – İhracat? ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Ancak ben de
size aynen iştirak ediyorum, bu karpuzun mutlaka ihracatını kolaylaştırıcı
birtakım tedbirler almak lazım. O konuda da Sayın Tarım ve Köyişleri
Bakanına da bilhassa pazartesi günü Bakanlar Kurulunda bilgi sunacağım.
Birlikte, hep beraber yüce Meclis, bu konuda ne yapılabilecekse tanıtalım;
karpuz önemli. Üstelik Türkiye’de ilk çıkan karpuz da Adana karpuzudur. Yani
her yerde “Adana, Adana” diye satılır. Gerçekten lezzetli bir
karpuz. Bir de şunu söyleyeyim: Nisan ayından itibaren Hükûmetimiz
ithalatı da önlemiştir. Onun da büyük faydası var ama mutlaka bunun Türkiye’de
kullanımının yaygınlaştırılması ve aynı zamanda yurt dışına ihracatıyla ilgili
birtakım düzenlemelerin acilen alınması gerekir. Bu konuyu ben Bakanlar
Kuruluna götüreceğim. Sizlerin de bu konuda tavsiyeleri varsa lütfen onları
yazılı olarak verin. Maksadımız vatandaşımıza her bakımdan yardımcı olmaktır. Sürem dolduğu için ben burada sözlerimi noktalıyorum. Hepinizi
hürmetle selamlıyorum. Ayrıca, çiftçilerimize de bereket diliyorum efendim. Saygılarımı sunarım efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Eroğlu.
MURAT ÖZKAN (Giresun) – Sayın Başkan, bir açıklama yapmak
istiyorum Sayın Bakanla ilgili olarak, yerimden. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Yazılı olarak cevaplayayım. BAŞKAN – Sayın Özkan, Sayın Bakan yazılı olarak cevaplayacağını
söyledi. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Soru sormadım ben Bakana. Bir açıklama
yapmak istiyorum sadece. BAŞKAN – Buyurunuz, çok kısa. V.- AÇIKLAMALAR 1.- Giresun Milletvekili Murat
Özkan’ın, Toprak Mahsulleri Ofisinin fındık alım satım politikasına ilişkin
açıklaması MURAT ÖZKAN (Giresun) – Evet, bir dakikayı alacak. Efendim, benim sözlerim Sayın Bakana yönelik değil, kendisini
tenzih ederim. Bakan Bey, görevi itibarıyla fındıkla ilgili bir kurumun başında
değil. Aynı zamanda, fındık tarımı yapmadığı için de konuyla ilgili bilgisi
yoktur. Sadece Sayın Bakan kendisine verilenleri okuyor. Üzüntüm, bir Türkiye
Cumhuriyeti bakanının yanlış ve yalan beyanda bulundurulmasıdır. Bakın şöyle söyleyeyim: Destekleme alımları arz fazla olduğu
zamanlar yapılır. Niçin? Piyasadaki fazla ürünü alıp piyasa fiyatlarını
yükseltmek için. Ne zaman satılır? Piyasada ürün arzı düşük olduğu yıllarda,
yani hasadın kıt olduğu dönemlerde de piyasaya sürülür. Görev, regüle etmektir. Toprak Mahsulleri Ofisinin 4 Aralık 2007
tarihindeki açıklamasında “Asla satış yapılmayacaktır. Piyasada 2008 yılı ürünü
fazladır.” beyanı vardır. Bu beyan karşılığında, sezonun kapandığı dönemde,
piyasanın kapandığı dönemde… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MURAT ÖZKAN (Giresun) – Bitirmek üzereyim, bir cümlem var. Lütfen…
BAŞKAN – Yeniden girmeniz lazım, bir dakikaydı süreniz. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Fındıkla ilgili konuşuyor herhâlde Sayın Özkan. BAŞKAN – Evet. Buyurun. MURAT ÖZKAN (Giresun) – Piyasanın kapandığı dönemde Toprak
Mahsulleri Ofisi Genel Müdürünün “Satmayacağız.” sözüne karşılık, resmî basın
açıklamasına karşılık, aradan iki buçuk ay geçer geçmez piyasaya ürün arz
etmesi, hem de maliyetinin altında, maliyetinin yarısında ürün arz etmesi
sadece alivreci satış yapan üç beş ihracatçının işine
gelmiştir. Fiyatları düşürme çabalarına alet edilmişlerdir. Fındıktan geçinen 8
milyon insanı resmen Avrupa’daki üç beş alıcıya ve Türkiye’deki insanlara
ezdirme ve fiyatı düşük tutturma politikasının bir sonucudur. Sayın Bakan fındık konusunda açıklama yaptı, alanı değil ama
ilgilenirse çok memnun olurum ve istirham ediyorum: Toprak Mahsulleri Ofisinin
“Fındık satmayacağız.” açıklamasından iki buçuk ay sonra fındık sattıran
faktör, etki, sebep nedir? Arasın Sayın Genel Müdürü ve bunu sorsun. Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özkan. MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Evet, buyurun, çok kısa lütfen. MUHARREM VARLI (Adana) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Tabii Sayın Bakanımın ilgi alanı farklı, kendi alanında başarılı.
Tebrik ediyorum, benim Sayın Bakanıma bir sözüm yok da karpuzla ilgili bir şeye
daha dikkat edilmesi lazım, Hükûmette eğer gündeme
getirecekseniz. Kabaktan aşı şitille karpuz ekimi
yaptırılıyor. Onu da ne yazık ki tüketici fazlaca tercih etmiyor. Bir de
İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde karpuz sergenleri yasaklanmış.
Onun da çok büyük etkisi var karpuz üreticilerinin sıkıntısında. Bir de benim buğday üretimiyle ilgili sözüm Adana ve Çukurova için
değildi. Bu yıl, Allah’a çok şükür, verim çok iyi oldu, fiyatlar da normal
seyrinde gidiyor ancak Ofisin mutlaka devreye girmesi lazım, gün geçtikçe fiyat
düşüyor. Ofis serbest piyasayla rekabet ederek ürün almalı, yani “Taban
fiyatımız şudur.” deyip de piyasayı düşürmemeli, serbest piyasayla rekabet
ederek ürün almalı ki hem üreticinin hem de tüketicinin haklarını korumalı. Çok teşekkür ediyorum Sayın Bakanım. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Varlı. Gündeme geçiyoruz sayın milletvekilleri. Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. Genel görüşme açılmasına ilişkin bir önerge vardır, okutuyorum: VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI A) Genel
Görüşme Önergeleri 1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 20
milletvekilinin, kuraklık nedeniyle üreticilerin yaşadıkları sorunlar konusunda
genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/5) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ülkemizin içinde bulunduğu iklim koşulları nedeniyle yağmur ve kar
yağışlarının yeterince olmaması, oluşan yağışların mevsimsel olarak dengeli
yağmaması su kaynaklarında aşırı derecede eksilmelere yol açmış, özellikle
tarımsal ürünlerde, oldukça önemli rekolte düşüşü
oluşmuş ve oluşmaktadır. Ülkemizde, özellikle kırsal kesimlerde yaşanan kuraklık nedeniyle,
birçok tarım ürünü yeşermemiş, oluşan sıcaklardan kavrulmuştur. Yine meyve
ağaçlarında, çiçek dönemi içerisinde çiçeklerini veya çiçek sonrası oluşan ham
meyveleri dökülmüştür. Ülkemizin çok büyük kısmında oluşan bu tabii afet
nedeniyle üreticilerimiz çok güç durumlarda kalmış, elektrik, gübre, mazot ve
işçilik borçlarını ödeyemez duruma düşmüşlerdir. Ayrıca, çiftçilerimizden
alacaklarını tahsil edemeyen gübre, ilaç, akaryakıt satıcıları da yine çok
önemli sorunlar yaşamaktadır. Ülkemizde yaşanan bu sorunlara karşı, ürünlerini sigorta eden
üreticilere "TARSİM" tarafından olumsuz yanıt verilmektedir. Yaşanan
mevsimsel sorunlar açık ve net görülmesine rağmen, oluşan bu tabii afetlerin
sigorta kapsamı içerisinde olmadığı belirtilmektedir. Ülkemizin içerisinde bulunduğu bu koşulların irdelenmesi,
üreticilerin sorunlarına çözüm bulmak, kuraklık riskine karşı alınacak
önlemlerin açık ve net olarak belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98. İçtüzüğün
102. ve 103. Maddeleri uyarınca Genel Görüşme açılmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. 1) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya) 2) Muharrem İnce (Yalova) 3) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
4) Bülent Baratalı (İzmir) 5) Faik Öztrak (Tekirdağ) 6) Ramazan Kerim Özkan (Burdur) 7) Ali Koçal (Zonguldak) 8) Metin Arifağaoğlu (Artvin) 9) Ali Oksal (Mersin) 10) Bayram Ali Meral (İstanbul) 11) Hikmet Erenkaya (Kocaeli) 12) Mevlüt Coşkuner (Isparta) 13) Abdullah Özer (Bursa) 14) Yaşar Tüzün (Bilecik) 15) Ahmet Küçük (Çanakkale) 16) Ergün Aydoğan (Balıkesir) 17) Atila Emek (Antalya) 18) Oğuz Oyan (İzmir) 19) Eşref Erdem (Ankara) 20) Derviş Günday (Çorum) 21) Orhan Ziya Diren (Tokat) BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Önerge gündemde yerini alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması
konusundaki görüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. Meclis araştırması açılmasına ilişkin bir önerge vardır,
okutuyorum: B) Meclis
Araştırması Önergeleri 1.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
ve 22 milletvekilinin, Mersin ilinin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/214) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Mersin ilinin genel sorunlarını araştırarak, alınacak tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98. ve İç Tüzüğün 104. ve 105. inci
maddeleri gereğince bir meclis araştırma komisyonu kurulmasını arz ve teklif
ederiz. 1) Mehmet Şandır (Mersin) 2) Akif Akkuş (Mersin) 3) Behiç Çelik (Mersin) 4) Münir Kutluata (Sakarya) 5) Mustafa Cihan Paçacı (Ankara) 6) Kadir Ural (Mersin) 7) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta) 8) İzzettin Yılmaz (Hatay) 9) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş) 10) Hüseyin Yıldız (Antalya) 11) Gürcan Dağdaş (Kars) 12) Bekir Aksoy (Ankara) 13) Zeki Ertugay (Erzurum) 14) Alim Işık (Kütahya) 15) Ahmet Orhan (Manisa) 16) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale) 17) Cemaleddin Uslu (Edirne) 18) Süleyman Turan Çirkin (Hatay) 19) Mümin İnan (Niğde) 20) Yılmaz Tankut (Adana) 21) Mehmet Günal (Antalya) 22) Recep Taner (Aydın) 23) Erkan Akçay (Manisa) Gerekçe: Mersin ili, 1.595.938 kişilik nüfusu, stratejik konumu, doğal
güzellikleri ve tarihî değerleri ile dünya ölçeğinde öneme sahip yerleşim yeri
olarak geçmişi M.Ö. lere dayanan büyük şehirlerimizden
biridir. Yüzölçümü 15.952 km2, kara sınırı Mersin ili arazi yapısı tarımsal çeşitlilik sunan, özellikle meyve
üretiminde ülke ekonomisine önemli katkısı olan illerimizden biridir. Türkiye
narenciye üretiminin % 25'ini, sebze üretiminin % 6'sını, meyve üretiminin %
9'unu toplamda ise Türkiye tarım ürünlerinin % 3'ünü Mersin sağlamaktadır. Mersin ili 2008 yılının Ocak-Şubat aylarında, ilimiz deniz sınır kapılarından
giriş yapan ziyaretçilerin sayısı geçen yılın aynı dönemine göre % 19, çıkış
yapan ziyaretçilerin sayısı ise % 33 oranında azalmıştır. 2008 yılının Şubat
ayında tesislerdeki ortalama doluluk oranı önceki yılın aynı ayına göre 5,6
puan azalış göstererek % 41,1 seviyesine gerilemiştir. 1995-2000 yılları arasında toplam 117 bin 894 kişi farklı
bölgelerden göç ederek Mersin'e yerleşmiştir. Mersin ili nüfusunun % 68'ini
Mersin doğumlular oluşturuyordu. Buna karşılık 2000 yılı nüfus sayımı sonuçları
1980 yılına göre % 142,4 arttığını gösteriyor. Araştırmalar Mersin'e göçle
gelenlerin % 85'inin yaşanan ekonomik zorluklar ve terör nedeniyle göç ettiğini
göstermektedir. Nüfusun % 48'i, özellikle gelir düzeyi düşük illerden göçle
gelenlerden oluşmaktadır. Göçün en yoğun yaşandığı Mersin merkezde, mevcut 66
mahallenin 34'ü, Tarsus'ta ise, 45 mahallenin 12'si göçle gelenlerden
oluşmuştur. Yoğun göç sonucu; işsizlik, çarpık kentleşme, eğitim ve sağlık
hizmetlerinde yetersizlik ve aile bütünlüğünün bozulması gibi sosyal sorunlarla
birlikte, göçle gelen nüfusun büyük bölümünün eğitim düzeyinin düşüklüğü ve
vasıfsız iş gücü durumunda olması kentle uyumlarını zorlaştırmış, bunun
sonucunda kutuplaşmalar yaşanmıştır. İzlenen yanlış politikalar karşısında
bugün Mersin bir göç kenti haline gelmiştir. Kente gelen göçle birlikte asayiş
olaylarında da hızlı bir yükseliş meydana geldiği görülmektedir. Kentteki işsizlik %16,2 ile Türkiye'deki şehirler
arasındaki en yüksek seviyeye ulaşmıştır. 2008 yılının ilk iki ayında Türkiye İş Kurumu Mersin İl
Müdürlüğüne yapılan iş başvurularının sayısı 2007 yılına göre %68 oranında
artarak 4.257 kişiye yükselmiştir. Mersin ilinden komşu illere ulaşım artık tahammül sınırlarını
zorlar hale gelmiş, her yıl insanlarımız standartlara uygun olmayan bu yollarda
ölümlü ya da hasarlı kazalarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Mersin'in tarım, ticaret, sanayi veya turizm kenti mi olduğuna
karar verilemiyor. Her sektör kendi talebini dile getiriyor. Mersin'in
lokomotif sektörünü tespit ederek bir makro plan çerçevesinde Mersinlilere
sunmanın zamanı gelmiş geçmektedir. Mersin, Tarsus'tan Anamur'a kadar Akdeniz'in sıcak kumsalları ile Toros Dağlarının serin yaylaları arasında bir dünya cenneti
olan ilimizin sorunlarından arındırılması adına gereken hukuki ve idari
tedbirlerin belirlenmesi için Anayasamızın 98 ve İç Tüzüğün 104. ve 105. inci
maddeleri gereğince bir meclis araştırma komisyonu kurulmasını arz ve teklif
ederiz. BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Önerge gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır. Sayın milletvekilleri, şimdi gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer alan, Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri 1.- Tapu Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/568) (S.
Sayısı:223) (x) BAŞKAN – Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. 1’inci maddeyi okutuyorum: TAPU KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI MADDE 1- 22/12/1934 tarihli ve 2644
sayılı Tapu Kanununun 35 inci maddesinin yedinci ve sekizinci fıkraları
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi
ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret
şirketlerinin; sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri
nedeniyle korunması gereken alanlar, özel koruma alanları ile flora ve fauna özelliği nedeniyle korunması gereken hassas alanlarda
ve stratejik yerlerde kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından taşınmaz ve
sınırlı aynî hak edinemeyecekleri alanları, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının
tescile esas koordinatlı harita ve planları içeren teklifi üzerine belirlemeye
Bakanlar Kurulu yetkilidir. Yabancı uyruklu gerçek kişiler merkez ilçe ve
ilçeler bazında, uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde
kalan toplam alanların yüzölçümünün yüzde onuna kadar kısmında taşınmaz ile
bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı aynî hak edinebilirler. Bakanlar Kurulu,
merkez ilçe ve ilçelerin altyapı, ekonomi, enerji, çevre, kültür, tarım ve
güvenlik açısından önemlerini dikkate alarak, bu orandan fazla olmamak kaydıyla
farklı oran belirmeye yetkilidir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı
olduğu Bakanlık bünyesinde, ilgili idare temsilcilerinden oluşan komisyon
tarafından, bu madde uyarınca Bakanlar Kuruluna verilen yetkiler dâhilinde
çalışmalar yapılmak suretiyle kamu kurum ve kuruluşlarının bu kapsamdaki
teklifleri incelenip değerlendirilerek Bakanlar Kuruluna sunulur. Valiliklerce,
merkez ilçe ve ilçelerin uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları
içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümünde meydana gelen değişiklikler
takip eden yılın Ocak ayı sonuna kadar komisyona bildirilir. Askerî yasak bölgeler, askerî güvenlik bölgeleri ile stratejik
bölgelere ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri Millî
Savunma Bakanlığınca, özel güvenlik bölgeleri ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat
değerleri ise İçişleri Bakanlığınca geciktirilmeksizin Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlığa verilir.” BAŞKAN – 1’inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’a ait. Buyurunuz Sayın Topuz. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA FEVZİ TOPUZ (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 223 sıra sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (x) 223 S. Sayılı Basmayazı 11/6/2008 tarihli 116’ncı Birleşim Tutanağı’na eklidir. Değerli milletvekilleri, Türkiye’de yabancılara taşınmaz satışının
kapsamını genişletme konusunda 1984, 1986 ve 2003 yıllarında üç kez düzenleme
yapılmış ancak bu düzenlemeler “kısa erimli ticari çıkarlar uğruna ulusal
güvenliğin tehlikeye atılamayacağı” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin söz konusu 1985
tarihli kararında “ülkede yabancının arazi ve emlak edinmesinin salt bir
mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemeyeceği; toprağın devletin vazgeçilmesi
olanaksız temel unsuru, egemenliğin ve bağımsızlığın simgesi olduğu; toprak ile
alakalı konuda insan haklarına saygılı, ölçülü, adil bir sınırlama, devlet için
bir nefsi müdafaa tedbiri niteliğinde olduğu; böyle bir tedbirden vazgeçmenin
çoğu kez olası olmadığı” hatırlatılmıştır. Anayasa Mahkemesinin söz
konusu kararına karşın 59’uncu AKP Hükûmetince 29/12/2005 tarihinde Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesi yeniden
düzenlenmiş ancak bu düzenlemede Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının
gereklerine uyulmamıştır. Tapu Yasası’nda 29/12/2005 tarihli 5444
sayılı Yasa’yla yapılan değişiklikle Yasa’nın 35’inci maddesinin birinci
fıkrasında “Yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de ancak iş yeri ve mesken olarak
kullanmak üzere uygulamada imar planı ve mevzi imar planı içinde bu amaçlarla
ayrılıp tescil edilen taşınmazları edinebilecekleri” öngörülür iken maddenin
ikinci fıkrasında birinci fıkrada yer alan kanuni sınırlamalar, ticari şirketler
yönünden sınırlama getirilmemiştir. AKP Hükûmetince
hazırlanan bu Yasa’yı ulusal güvenliğe ve ulusal çıkarlara uygun bulmayan
Anayasa Mahkemesi 11/4/2007 tarihinde Yasa’nın bazı
maddelerinin yürürlüğünün durdurulmasına karar vermiştir. Değerli milletvekilleri, “beş yılda 1 milyon mülk satışı”
iddiasıyla hareket eden AKP Hükûmeti, yabancılara
satışı öngören bu yasa tasarısında da Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarını
göz ardı etmiştir. Söz konusu değişiklikle 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35’inci
maddesinin yedinci ve sekizinci fıkralarını yeniden düzenlemiştir. 5444 sayılı
Kanunla değişik Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesinin yedinci fıkrasıyla getirilen
düzenlemede kullanılan bazı kavramların tanımı yapılmamıştır. Bunlardan
“stratejik yer” ve “özel koruma alanları” ile hangi tür alanların
kastedildiğinin açıklanması gereklidir. “Stratejik yer” kavramı “askerî yasak
ve güvenlik bölgesi” kavramından ayrı gibi görülmektedir. Zira kanunda ayrıca
“askerî yasak ve güvenlik bölgesi” kavramı kullanılmıştır. “Özel koruma alanı”
kavramı ile 5419 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nun
20/a maddesinde geçen “özel güvenlik bölgesi”nin
kastedilip kastedilmediği tam olarak anlaşılmamaktadır. Tasarıda “…sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel
özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlar, özel koruma alanları ile flora
ve fauna özelliği nedeniyle korunması gereken hassas
alanlarda ve stratejik yerlerde kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından
taşınmaz ve sınırlı aynî hak edinemeyecekleri alanları, ilgili kamu kurum ve
kuruluşlarının tescile esas koordinatlı harita ve planları içeren teklifi
üzerine belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.” denilmektedir. Ancak bu
alanların birçoğunun sınırları belli olmadığı gibi koordinatları da mevcut
değildir. Örneğin, doğal sit, su havzaları, tarım alanları, flora ve fauna özelliği nedeniyle korunması gereken birçok özel
koruma alanlarının sınırları sayısal bir değere sahip değildir. Söz konusu
alanların valiliklerce yapılan stratejik il planlarında belirtilmesi
gerekmektedir. Ancak bu tür bilgilere Bayındırlık ve İskân Bakanlığının sahip
olmadığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının 27 Şubat 2008 tarihli yazılarıyla
belgelenmiştir. Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanın yazısında bu bilgilerin
İçişleri Bakanlığından alınması gerektiğini ifade etmesi üzerine 5444 sayılı
Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesinin yedinci fıkrasında ayrıntılı olarak
belirtilen yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı tüzel kişiliğe sahip
ticaret şirketlerinin; sulama, enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel
özellikleri nedeniyle korunması gereken alanlar, özel koruma alanları ile flora
ve fauna özelliği nedeniyle korunması gereken hassas
alanlarda ve stratejik yerlerde kamu yararı ve ülke güvenliği bakımından
taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinemeyecekleri alanların valiliklerce yapılan
stratejik il planlarında belirlenip belirlenmediğine ilişkin İçişleri Bakanı
Sayın Beşir Atalay’a yönelttiğim soru önergem de yanıtlanmamıştır. Yeniden düzenlenen 35’inci maddenin yedinci fıkrasının ikinci
cümlesinde “Yabancı uyruklu gerçek kişiler merkez ilçe ve ilçeler bazında,
uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam
alanların yüzölçümünün yüzde onuna kadar kısmında taşınmaz ile bağımsız ve
sürekli nitelikte sınırlı aynî hak edinebilirler.” denilmektedir. Görüleceği üzere, yabancı gerçek kişiler için getirilen uygulama
imar planı, mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların
yüzölçümünün yüzde 10’u koşulu da yabancı ticaret şirketlerini kapsamamaktadır.
Tasarıyı hazırlayanların ülke topraklarının pazarlanması konusunda yabancı
ticaret şirketlerine miktar sınırlaması getirmemesiyle, kimi yabancı şirketlere
dilediği kadar arsa ve arazi edinebilmesinin yolu açılmaktadır. Değerli milletvekilleri, tasarıda yer alan yüzde 10 konusunu kendi
bölgemden bir örnekle açıklamak istiyorum. Muğla merkez ilçenin imar planı
alanı 3.965 hektardır, yani 39.600 dönümdür. Buranın imar planının sadece Yasa henüz Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanmadan, ülkemizle
karşılıklılık ilişkisi olmayan bazı Arap ülke şeyhlerinin Ege kıyılarımızda
özellikle Bodrum koylarında şimdiden arazi aramaya başlamaları boşuna değildir.
2 Nisan 2008 günü TOKİ ile Kuveyt Yatırım İdaresi arasında
Türkiye’de Arazi Geliştirme Projesi kapsamında stratejik ortaklığı öngören
mutabakat muhtırası imzalanmıştır. İstanbul’da Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül
ile Kuveyt Emiri El Sabah’ın huzurunda imzalanan bu
anlaşmadan bir gün sonra, 3 Nisan 2008 tarihinde Kuveyt Emirinin
Bodrum kıyılarında ve koylarında 60 ila 300 dönüm arasında arazi araması dikkat
çekicidir. 21 Nisan 2008 tarihinde Anadolu Ajansında Maliye Bakanlığı Millî
Emlak Genel Müdürlüğünün hazırladığı rapora yer verilmiş ve “Türkiye Gayrimenkul
Zengini: Devletin 2 Milyon Taşınmazı Var” başlığıyla kamuoyuna duyurulmuştur.
Türkiye'nin gayrimenkul zengini ilan edildiği raporda söz konusu kamu
mallarının büyük bir bölümünün mera, yaylak, kışlak, harman yeri, panayır yeri
gibi kamunun yararlanmasına tahsis edilen orta malları, su ve su ürünleri
alanları, maden alanları, tarihî ve kültürel alanlar, orman ve kıyılardan
oluştuğu görülmektedir. Anlaşılan AKP Hükûmeti
ülkemizde toprağa, ulusumuza ve ulusal değerlere ait ne varsa satıp savmak
istemektedir. “Türkiye Gayrimenkul Zengini ve Devletin 2 Milyon Taşınmazı Var”
başlığıyla kamuoyuna yapılan açıklamadan bir gün sonra, 22 Nisan 2008 tarihinde
yabancılara mülk satışını öngören bu yasa tasarısının gelmesi düşündürücüdür. Türk yabancılar hukukunun temel ilkelerinden ve en önde geleni
karşılıklılıktır. Anayasa’nın başlangıç kısmının ikinci paragrafında yer
alan “Dünya milletleri ailesinin eşit
haklara sahip şerefli bir üyesi olarak” deyimi de yabancılar hukukunda
karşılıklılık ilkesinin uygulanmasını gerekli kılmaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. FEVZİ TOPUZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ülkemiz
topraklarının korunması, gerekli hassas alanlara ve kamu yararı ve ülke güvenliği
bakımından stratejik yerlere ait haritalar yapılmadan, arazi yönetimi planları
oluşturulmadan, taşınmaz bilgi sistemi kurulmadan, bu bölgelerle ilgili
tespitler yapılmadan satış yapılmamalıdır. Değerli milletvekilleri, tasarı, Anayasa Mahkemesi kararları
doğrultusunda düzenlemeler yapmak yerine, yabancılara taşınmaz satışı konusunda
bütçe açıklarını kapatmak gibi dar anlamda bir finansman sorununun çözümüne
indirgenmemelidir. Ülke topraklarımızın satışı konusunda benzeri sorunlar yaşamış
olan bir Afrikalı şefin sözleriyle konuşmamı tamamlamak istiyorum: “Beyazlar
Afrika’ya geldiklerinde bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Bize
gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Uyandığımızda gördük ki onların
toprakları, bizim İncillerimiz vardı.” Bunu, aynı şeyi yaşamamak üzere, bu
kararı alırken ve mallarımızı satarken dikkatli olmamız gerekiyor. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi, yüce Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Topuz. 1’inci madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Behiç Çelik konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Çelik. MHP GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 223 sıra sayılı Tasarı hakkında konuşma yapmak üzere Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Öncelikle bu tasarı ne getiriyor, ona bakmak gerekiyor. Bu tasarı
aslında 2005 tarihli 5444 sayılı Kanun’la, 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35’inci
maddesini düzenlemekte. Fakat bu, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilince, Hükûmet, bir yıl geçtikten sonra yabancıya toprak peşkeşini
tekrar yüce Meclisin gündemine getirmektedir. 1’inci maddeyle ilgili hatipler birçok ifadelerde bulundular. 1’inci madde ölçüt getiriyor ve sınırları belirleme yetkisini
Bakanlar Kuruluna tevdi ediyor, yabancı gerçek kişilerin uygulama ve mevzi imar
planı kapsamında toplam yüz ölçümünün yüzde 10’una kadar alanda taşınmaz
edinebilmesini düzenliyor ve bunu da, farklı oranlar belirleyebilmeyi Bakanlar
Kuruluna terk ediyor ve diğer haritalarla ilgili özel düzenlemeler var ve
enteresan olan, askerî yasak bölgeler, askerî güvenlik bölgeleri ile anlamı ne
olduğu hâlâ belli olmayan stratejik bölgelere ve değişiklik kararlarına ait
haritalarla ilgili düzenlemeler var. Tasarının içeriği böyle, ama sayın milletvekilleri, böyle bir
tasarı olamaz. Dili bozuk, özü bozuk. Lafzı ve ruhu
ile mütenasip değil. AKP’nin yüce Meclise her getirdiği metin milletimizin
ortak özlemine, ortak ihtiyaçlarına hizmet etmiyor. Bazı metinler İngilizce
orijinalinden tercüme, bazıları malum egemenlerin direktifleriyle hazırlanan
belgeler, bazıları da AKP korku diktatörlüğüne giden yola taş döşeyen belgeler.
Genel Kurula her getirilen metin Türkiye’mizin geleceğine ipotek koymakta,
gittikçe vahimleşen sömürgeleşme ve ayrışma zemini hazırlamaktadır. Elbette
bunun hesabı sorulacaktır. Vakıflar Kanunu çıkarılıyor, 301’inci madde
düzenleniyor, hemen 22 Temmuz seçimlerinden sonra yeni anayasa tartışmaları
açılıyor, alabildiğine inanç hortumculuğu yapılıyor, yolsuzluk ve talan had
safhada ve baş örtüsü istismarı yapılıyor, kendi
devletini suçlayan bakanlarla Türkiye Cumhuriyeti karşı karşıya kalıyor. Böyle
bir ortamda yine geliyor ve küresel sermayenin ve güç odaklarının önünü açmak
için, yabancılara topraklarımızı peşkeş çekmek için böyle bir yasa ne yazık ki
iktidar tarafından tasarı hâline getirilip yüce Meclisin önüne sunuluyor. Onun
için bilumum Türklük düşmanlarının Türkiye'nin her yanını istila etmesine,
istila iradesine ortak olmanız millî ve manevi değerlerinize, vicdanınıza da
sizlerin yabancılaştığını göstermektedir. Bu tasarı karşılıklılık ilkesi düşünülmeden hazırlanmıştır. Bu
tasarı… YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Karşılıklılık var. BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Karşılıklılık ilkesi yok. YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Var var. BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Var ama başka anlamda, onu izah edeceğim
daha sonra. Köy Kanunu, Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu, Turizmi Teşvik
Kanunu gibi kanunlarda yapılan düzenlemelerle aslında karşılıklılık ilkesi
ortadan kaldırılmış, kanunda zaten yabancıların mal edinimiyle ilgili
düzenlemeler yapılmıştır. Ve ne kadar, yabancıların Türkiye'de gayrimenkul
edindiklerine dair bir envanter çalışması da söz
konusu değildir. Varsa da bu sağlıklı değil. Ayrıca hâlâ kadastral
bilgi sistemi kurulmamıştır. O nedenle bu yasanın, bu tasarının geri çekilip
eksikleri giderildikten sonra getirilmesinde yarar var. Burada bir hususu özellikle vurgulamak istiyoruz. Yabancıların
Türkiye'de mal edinimi ayrı bir konudur. Bunun yasal dayanaklarını
mütekabiliyet esası gözetilerek düzenlemek mümkündür ama bunu sistematik olarak
devletin takip etmesi ve bağımsızlık ve egemenliğimize asla zarar vermemesi
öncelikle ele alınması gereken bir husustur. Şimdi, düşününüz -size bir hususu belirtmek istiyorum-
borsanın yüzde 70’ten fazlası yabancıların eline geçmişken ve zilyetlik kurumu,
Anadolu’nun hâlâ kadastrosu tamamlanmadığı için, alabildiğine Türkiye'nin
genelinde uygulanırken, yabancılar adına yerli vatandaşlarımızın satın
aldıkları mülkler söz konusu iken ve yabancı bankalara ipotekli geniş araziler
söz konusu iken, böyle bir ortamda, siz, Türkiye'nin ne kadarının acaba
yabancıların eline geçtiğini düşünüyorsunuz? Bu konuda bir hazırlığınız var mı İktidar olarak? Böyle bir
çalışmanız var mı? Borsanın yüzde 72’sinin yabancıların eline geçmiş olması
demek, şirketler eliyle, Türkiye’de geniş alanların, tesislerin ele
geçirildiğini göstermiyor mu? Burada, Tapu Kadastroda çalışmış üst düzey bir bürokratın
söyledikleri çok enteresan, diyor ki bu bürokrat: “Bütün bu yapılanlar anayasal
suç niteliği taşımaktadır. Ülkemizin anahtar teslimi satışı ve tasfiyesi inatla
sürdürülmek isteniyor yani 80 bin kilometrekarelik bir toprak parçası, hem de
imar planlı olarak yabancıların eline geçmiş olacak ki, bu miktar, Türkiye yüz
ölçümünü ham olarak düşündüğümüzde onun miktarıdır.” diyor. “Bütün
zenginlikler, ormanlar, madenler, fabrikalar, tersaneler, bankalar, ne varsa,
arazisi, tesisi, malzemesi ve çalışanlarıyla yabancılara devrediliyor. Satılan
yerlerin tespiti yerine kalanların tespiti artık daha kolay yapılır hâle
geldi.” diyor. Şimdi borsaya dönersek, borsa kanalıyla yabancı şirketler geniş
yerler alıyor. Zilyetlik kurumu var. Türkiye üzerinde hesaplar var. Dün,
AKP’nin sayın hatiplerinin konuşmasında, burada, özellikle “Mülk satışıyla
egemenlik ilişkisi arasında bir ilişki kurmayalım.” diye ifade ettiler. Fakat
Türkiye -verdikleri örnekteki gibi- bir Dubai değil arkadaşlar, saygıdeğer
milletvekilleri, Dubai değil burası; burası İspanya da değil, İrlanda, İzlanda
da değil, İngiltere de değil, burası Türkiye. Burası, her karış toprağı şehit
kanıyla sulanmış ve emperyalizmin özellikle sürekli olarak takip ettiği bir
kutsal vatan parçası. Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyet yoktan var edilmiş bir
cumhuriyet ve devlet öylesine kutlu bir devlet. Bu devletin, bu vatanın
topraklarını “Vatan sevgisi imandandır.” ilkesince en iyi şekilde korumak,
kollamak ve bu konuda fevkalade şuurlu olmak hepimizin en asli görevidir diye
düşünüyorum. AKP’nin bu aymazlığını burada şiddetle kınıyorum. ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Biz de bu
düşüncenizden dolayı sizi kınıyoruz. BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye’yi
satış projesinin bir diğer ayağı olan bu tasarı yüce Meclisten geçmesin. AB
istemiş, Batı istemiş, onların Türkiye şubesi istemiş olabilir. Lütfen
Türkiye’yi parselleyip satmayın. Toprak ve mülk satarak açık kapatılmaz. YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Siz de sattınız. BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Size Oğuz Kağan Destanı’nı hatırlatmak
isterim. Toprak demek vatan demektir, vatan sevgisi de imandandır. Bakınız,
Osmanlı, Balkanlarda, Orta Doğu’da, Anadolu’da imtiyazlar ve mülkiyet satışıyla
topraklarını elden çıkarırken “Toprak bir yere mi gidiyor, işte orada duruyor.”
diyorlardı. Malumunuz Balkanlar da, Orta Doğu da elimizden çıktı ve İstiklal
Harbi’yle ancak geri alabildik. O zaman Maliye Nazırı Cavit de satıcıydı. Fakat
60’ıncı Hükûmetin Maliye Bakanı Unakıtan
da “Yabancıya toprak satılmışsa ne oldu, adamlar ceplerine koyup da götürdüler
mi? Bak, olduğu yerde duruyor.” diyebiliyor. Yüzyıl önce de… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Tamam, Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Aynı sözleri bugüne uyarladığımızda Unakıtan’ın
da gaflet uykusundan uyanmasını beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum.
Karşılıklılık ilkesi düşünülerek sadece devletimizce meşru kabul edilecek bir
amaçla yabancılara taşınmaz veya sınırlı ayni hak devri mümkün olabilmeli. Bu
amacın çiğnenmesi hâlinde uygulanacak tasarruflar baştan tespit edilerek gereği
yapılmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu zilleti asla kabul etmiyoruz.
Eğer bu tasarı yasalaşırsa 72 milyon size her iki cihanda da hesap soracaktır,
biz de hesap soracağız. Vatan toprağını peşkeş çekenleri büyük bir azap
beklemektedir. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelik. Madde üzerinde, şahsı adına Tokat Milletvekili Osman Demir. Buyurunuz Sayın Demir. (AK Parti sıralarından alkışlar) OSMAN DEMİR (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlamadan yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. 223 sıra sayılı Tapu
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine
söz almış bulunuyorum. Yabancı gerçek kişilerin karşılıklılık ilkesine göre ülkemizde
taşınmaz edinimleri Lozan Anlaşması’na kadar dayanmaktadır. İlk yasal düzenleme
de 1934 yılında 2644 sayılı Tapu Kanunu’yla yapılmıştır. Bu düzenlemeyle,
yabancıların 30 hektara kadar toprak almasının yolu açılmıştır. Daha sonra
ikinci düzenleme, 29/12/2005 tarih ve 5444 sayılı
Kanun’la yapılmıştır. Bu Kanun ile Şimdi yaptığımız düzenleme, aslında Anayasa Mahkemesinin iptal
ettiği bu kısımları olgunlaştırmak ve doldurmaya yönelik düzenlemedir. O zaman,
ne yapıyoruz 1’inci maddeyle, buna bir bakmamız gerekiyor. 1’inci maddede, yabancı uyruklu gerçek kişilerin, merkez ilçe de
dâhil ilçelerin uygulama imar planı ve mevzi imar planı sınırları içinde kalan
toplam alanın yüzde 10’una kadar taşınmaz mal alabileceğini düzenliyoruz.
Birincisi budur. İkincisi, altyapı, ekonomi, enerji, çevre, kültür, tarım ve
güvenlik açısından stratejik öneme sahip merkez ilçe ve ilçelerde satılabilir
alanı, bu saydığımız imar alanı ve mevzi imar alanının yüzde 10’unun da altına
indiriyoruz. Bu yetkiyi de Bakanlar Kuruluna veriyoruz. Dolayısıyla, Anayasa
Mahkemesinin arzu ettiği tarzda sınırlandırmayı getirmiş oluyoruz. Üçüncü olarak, tabii, yıldan yıla imar alanları değiştiği için, bu
değişimlerin, takip eden yılın ocak ayına kadar ilgili birim amirlerinden
oluşan komisyona bildirilmesini öngörüyoruz. Yine, stratejik alanın nereler
olduğunun da aynı şekilde Tapu Kadastronun bağlı olduğu Bakanlığa
bildirilmesini öngörüyoruz. Gördüğünüz gibi, Anayasa Mahkemesinin arzusu doğrultusunda gerekli
düzeltmeler bu şekilde yapılmış oluyor. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir Sayın Milletvekili
dünkü konuşmasında, Yahudilerin II. Abdülhamid Han’a
gelerek Filistin’de kendilerinin devlet kurması amacıyla Osmanlı borçlarının
ödenmesine karşılık bir arazi verilmesini talep ettiklerini, Abdülhamid Han’ın da kanla alınan toprağın parayla
satılamayacağını kendilerine ifade ettiklerini söylemiştir. Ancak, Sayın
Milletvekilinin konu ettiği toprak satışıyla bugün bizim düzenlediğimiz toprak
satışı arasında uzaktan yakından bir alaka yoktur. FARUK BAL (Konya) – Var, var. OSMAN DEMİR (Devamla) – Bunu şu şekilde açıklamak isterim:
Birincisi, yabancılara mülk satışını biz bugün ilk defa düzenlemiyoruz. Eğer
buna siz “Aynıdır.” diyorsanız, Atatürk’ün sağlığında yapılan düzenlemenin de
aynı olduğunu iddia etmiş olursunuz; bu, kabul edilebilir bir davranış tarzı
değildir. İkincisi: Yine, geçmişte böyle bir düzenleme yapmamış olsak dahi,
zamanla şartlar değiştiğinden dolayı, böyle bir düzenlemenin yapılmasında bir
mahzur yoktur. Çünkü yabancılar bizim ülkemizde nasıl taşınmaz satın
alıyorlarsa, biz de yabancıların ülkesinde taşınmaz satın alıyoruz. Aksi hâlde
“Biz satın alalım, yabancılar bizim ülkemizde satın almasın.” demenin tutarlı
bir mantıki açıklaması olmamalıdır. Kaldı ki 2007 yılı sonuna kadar
yabancıların bizim ülkemizde satın aldıkları alan 36 milyon metrekaredir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. OSMAN DEMİR (Devamla) – Oysa, Türk
vatandaşlarının sadece Avrupa’da satın aldıkları alan 48 milyon metrekaredir. AKİF AKKUŞ (Mersin) – Onlar çifte vatandaş. OSMAN DEMİR (Devamla) – Dolayısıyla, İkinci Abdülhamid
Han örneğindeki toprak satışıyla bugün yasalaştırmaya çalıştığımız toprak
satışını bire bir örtüşüyor görmek doğru değildir. Bizim ülkemize gelen yabancılar bizim ülkemizde toprak satın
alabiliyor ve yerleşebiliyorlarsa, bu, bizim ülkemizin güvenilir olduğunu,
istikrarlı olduğunu gösterir. Kaldı ki düşünün, bir yabancı ülkede toprak
aldınız, üzerine bina yaptınız ve oturuyorsunuz, kendinizi kendi ülkemizdeki
kadar güvenli hissedebilir misiniz? Demek ki yabancılar da bizim ülkemizde
toprak aldıklarında bizim öz vatandaşlarımıza göre daha zayıf konumdadırlar.
Bunlar güvenle toprak satın alabiliyor ve üzerinde oturabiliyorlarsa, bu, bizim
ülkemizin büyüklüğünü, güçlü olduğunu, güvenilir olduğunu gösterir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düşüncelerle ben,
çıkarmakta olduğumuz kanunun ülkemize hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Size hayırlı olsun! BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Demir. 1’inci madde üzerine şahsı adına Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç
konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Tunç. (AK Parti sıralarından alkışlar) YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi
hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum. Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesinin yedinci fıkrasına
eklenen “Yabancı uyruklu gerçek kişilerin il bazında edinebilecekleri
taşınmazların, illere ve il yüzölçümüne göre binde beşi geçmemek üzere oranını
tespite Bakanlar Kurulu yetkilidir.” şeklindeki fıkranın Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmesi üzerine Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesinde
belirtilen Bakanlar Kuruluna verilecek yetkinin çerçevesi bu tasarıyla net bir
şekilde belirlenmiştir. Tasarıyla “Yabancı uyruklu gerçek kişilerin ilçe ve merkez ilçe
bazında, ilçelerin uygulama imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde
kalan toplam alanların yüzölçümünün yüzde onuna kadar kısmında taşınmaz
edinebileceği…” hükmü getirilerek Anayasa Mahkemesinin iptal kararında
belirtilen gerekçeye uygun sınırlar çizilmiştir. Değerli milletvekilleri, bugün görüşmekte olduğumuz tasarı Anayasa
Mahkemesinin iptal ettiği bir fıkranın iptal gerekçesi doğrultusunda yeniden
düzenlenmesinden ibaret olmasına rağmen, muhalefete mensup bazı
milletvekillerinin, yine tasarının görüşmelerini fırsat bilerek, kamuoyuna
yanlış bilgiler aktararak iktidar partisini ve Hükûmeti
yıpratma çabası içerisinde olduklarını görüyoruz. Mevzuatımızda 1934 yılından
bu yana yabancılar ülkemizde zaten taşınmaz edinebiliyorlar. Yabancıların
taşınmaz edinimini düzenleyen Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesi 1934 yılında
yazılırken AK Parti yoktu. CHP’li, DSP’li ve MHP’li iktidarlar döneminde bu
ülkede 12 milyon metrekare taşınmaz yabancılara satıldı. FARUK BAL (Konya) – Yalan! YILMAZ TUNÇ (Devamla) – AK Parti İktidarında önceki iktidarlar
döneminden daha fazla taşınmaz satışının sebebi, önceki iktidarların
taşınmazları satmak istememesi ya da burada ifade ettikleri gibi “Vatan
toprakları kutsaldır.” anlayışından kaynaklanmıyordu. Eğer öyle olsaydı MHP ve
CHP döneminde kutsal toprakların 12 milyon metrekaresi satılır mıydı? FARUK BAL (Konya) – Rakam yalan! YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Geleceğe güvenin olmadığı, istikrarın
olmadığı, demokrasisi zayıf, ekonomisi çökmüş, krizlerle boğuşan, bankaları
hortumlanan bir ülkede siz olsanız taşınmaz mal alır mısınız? İşte, AK Parti
İktidarında satışların artmasının nedeni, ülkemizin istikrarlı bir şekilde
büyümesi, turizmde ve sanayide kalkınması, yabancı yatırımcı için güvenli bir
liman olmasından kaynaklanmaktadır. Değerli milletvekilleri, bu kürsüden, denetimsiz bir şekilde,
hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın yabancıların mülk edinebildiği şeklinde
ifadeler kullanıldı. Konuları bu şekilde çarpıtarak milletimize aktardıkça inandırıcılığınızı
kaybediyorsunuz. Yabancılara taşınmaz satışıyla ilgili “millî devlet, üniter yapı, karşılıklılık” ilkeleri gibi sınırlamaları bu
kanuna koyalım diyen tecrübeli milletvekillerimizi dinlerken hayretler içinde
kalıyoruz. Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesinin daha birinci cümlesinde
karşılıklılık ilkesi belirtiliyor. Bir ülkede vatandaşımıza taşınmaz edinme
hakkı tanınıyorsa, ülkemizde de aynı haklar tanınmakta. Türk vatandaşlarına bu
hakkı tanımayan ülkelere bu hak tanınmamaktadır. Yabancı bir kişinin ülke
genelinde edinebileceği taşınmaz miktarının toplamının 2,5 hektarı geçemeyeceği
35’inci maddenin birinci fıkrasında mevcuttur. Satışları, iş yeri ve mesken olarak sınırlandıralım diyen hukukçu
milletvekillerimizi duyunca onlar adına üzülmemek elde değil. RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Kendi adına üzül! YILMAZ TUNÇ (Devamla) – İş yeri ve mesken olarak kullanma şartı
zaten kanunda var. RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Bu konuşmayı yaptığın için kendi adına
üzül! YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Yabancı gerçek ve tüzel kişiler, sulama,
enerji, tarım, maden, sit, inanç ve kültürel özellikleri nedeniyle korunması
gereken alanlar, özel koruma alanları ve stratejik yerlerde kamu yararı ve ülke
güvenliği bakımından taşınmaz edinememektedirler. Sanki tüm bu sınırlamalar
yokmuş gibi, bu kürsüden gerçekleri saptırarak iktidarı bu şekilde
yıpratacağınızı ve milletimizin size inanacağını mı zannediyorsunuz? Yabancı
ülkelerde 4 milyon vatandaşımız var ve yüz binlerce vatandaşımız yabancı
ülkelerde taşınmaz mal edinebiliyorlar. Yoksa siz, Türk vatandaşlarının yabancı
ülkelerde taşınmaz edinmesine de mi karşı çıkıyorsunuz? Değerli milletvekilleri… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Anayasa Mahkemesinden kaç kez
döndü Sayın Milletvekili? BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, son olarak şunu
ifade etmek istiyorum: Tapusu yabancıda da olsa satılan taşınmaz Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisindedir. Tapusu yabancıda da olsa, yabancı
sermayeye ait bir fabrikada Türk vatandaşları çalışmaktadır. Yabancı şirketler
Türk şirketleriyle ortaklıklar kurmaktadır, ülkemize katma değer sağlamaktadır.
Lütfen mülkiyet hakkı ile devletin egemenlik hakkını birbirine karıştırmayalım.
Gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan, “Vatan toprakları satılıyor.”
propagandasının seçimlerde tutmadığını, vatandaşlarımızın bu tür sloganlara
itibar etmediğini artık görmüş olmanız gerekir. Tasarının yasalaşması ve ülkemize hayırlı olması dileğiyle yüce
heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tunç. FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkanım, Sayın Hatip, dün benim
yaptığım konuşmayı referans göstererek gerçek dışı bilgiler ileri sürmüştür.
Açıklamak üzere, lütfen, söz talep ediyorum. AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Öyle bir isim vermedi ki. BAŞKAN – İsmen size bir şey söylemedi ama. FARUK BAL (Konya) – İsmen söylemedi efendim. Dün Abdülhamid Sultan’ın, Hakan’ın ismini ben kullandım,
Filistin topraklarını ben ifade ettim. BAŞKAN – Evet, yerinizden lütfen söz isterseniz… FARUK BAL (Konya) – Lütfen orada konuşayım Sayın Başkan. BAŞKAN – Tamam, buyurun, kürsüye geliniz. İki dakika süre veriyorum. VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın,
Tokat Milletvekili Osman Demir’in, daha önce yapmış olduğu konuşmada geçen
sözlerini çarpıttığı gerekçesiyle konuşması FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Aslında bugün sesim nedeniyle konuşma düşüncesinde değildim, ancak
Sayın Milletvekili biraz önce gerçek dışı beyanlarda bulununca, bunları
açıklamak üzere huzurunuzdayım. Bir, bu Tapu Kanunu’nda yapılan değişiklik iki temel kavramı
birbirinden ayırıyor; biri gerçek kişiler, diğeri ticaret şirketleri. Gerçek
kişilerle ilgili dediğiniz doğru ancak ticaret şirketleriyle gösterin bana
burada mütekabiliyet ilkesini. Yok. Değerli arkadaşlarım, gerçek kişilerin almış olduğu iş yerleriyle
ve binalarla, meskenlerle ilgili kimsenin itirazı yok. Buraya çıkan herkes
itirazsız bir konuyu anlatıyor ve milleti kandırıyor. İtirazımız, mesken ve iş
yeri dışındaki ticaret şirketlerinin, mütekabiliyet ilkesine uymadan, sınırsız
bir şekilde gayrimenkul edinmesinin önündeki engeli kaldırmaktır. Bizim
derdimiz budur. Bu toprak elbet vatandır. Kim diyor bunu mülkiyet hakkıyla
karıştırmasın diye? Size ben okuyayım, dinleyin, başka hikâyeler okuyayım, bunlar
tarihî hikâyeler: Abdülhamid Han satmadı o toprağı,
Filistin toprağını. Ancak Abdullah Paşa’nın orduları Filistin’den çekildikten
sonra, oranın yerel halkı, çil çil dolar karşısında,
bu toprakları sattı ve kurulan devlet, o satılan mülkiyet hukuku üzerine
kuruldu. Bunu öğrenin, öğrenin bunu. Değerli arkadaşlarım, ben, elbette ki ülkemi ve milletimin
hukukunu korumak zorundayım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bal, süreniz doldu, lütfen… FARUK BAL (Devamla) – Sayın Başkanım, bir cümle okuyup
bitireceğim. BAŞKAN - Tamam. FARUK BAL (Devamla) – Bakın, size, Kenya’nın Kurucu Devlet
Başkanının, belki kıssadan hisse alınabilecek bir beyanını okuyorum: “Batılılar
geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde de topraklarımız vardı. Bize,
gözlerimizi kapayarak dua etmemizi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim
elimizde İncil, onların elinde topraklar vardı. O topraklar bizim.” Gözünüzü
açın güzel kardeşlerim. Bu topraklar bizim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bal. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri(Devam) 1.- Tapu Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/568) (S. Sayısı:
223) (Devam) BAŞKAN - Şimdi soru-cevap işlemine geçiyoruz 1’inci madde
üzerinde. Bir tek soru görünüyor burada, Sayın Süner’in. Buyurunuz Sayın Süner. TAYFUR SÜNER (Antalya) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma sormak
istiyorum: Daha önceki düzenlemelerin sakıncaları giderilmeden alelacele
hazırlanan taşınmazlarımız konusunda gerekli bilgi envanteri
oluşturulmadan, yerleşim yeri esasına göre değil, imar planı ve mevzi imar planı
üzerinden yüzde belirlemek suretiyle yapılan düzenleme Anayasa’mızın temel
ilkelerine aykırı değil midir? Bu durum, konut ve ticari alanlarımızın büyük
bir bölümünün yabancıların eline geçmesi gibi ciddi sakıncaları içermekte değil
midir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Süner. Buyurunuz Sayın Bakan. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Süner’in sorusuna kısaca cevap vermek istiyorum. Kürsüde de söz alan milletvekili arkadaşlarımızın da ifade
ettikleri gibi, şu anda, Tapu Kanunu’nda yapılan değişiklik, anayasal denetimin
sonucunda, bu denetim sonucu iptal edilen hükümlerin yerine, anayasal denetimde
ortaya konan yeni yaklaşıma paralel bir düzenlemedir. Dolayısıyla, yapılan
işlem, Anayasa Mahkemesinin denetiminden geçmiş ve burada ortaya konan görüş ve
değerlendirmelere göre yeniden düzenlenmiştir. O bakımdan, Anayasa’ya uygunluğu
konusunda herhangi bir tereddüdün olmaması gerektiği kanaatindeyim. Biraz önce kürsüde kendilerini dinlediğimiz arkadaşlarımız da
açıkça ifade ettiler. Yabancıların, özellikle yabancı gerçek kişilerin
ülkemizde mülk edinmeleriyle ilgili konu yeni başlamamıştır, ta 1934’lerde
başlamıştır ve hatta o zaman bir gerçek kişi Türkiye’de 300 dönüme kadar mülk
edinme imkânına sahipti, şimdi sadece 25 dönüme kadar mülk edinebiliyor. Şimdi, söz alan arkadaşlarımız, biraz önce muhalefete mensup
arkadaşlarımızdan bir değerli arkadaşımız “Vatan topraklarını satanları büyük
bir azap beklemektedir.” diye bir ifade kullandılar. Tabii, yerimde otururken
son derece üzüldüm. Şimdi, o zaman, 1934 yılında başlayan bu uygulamayı
yapanlar şu anda büyük bir azap içerisindeler mi? Böyle bir şey söyleyebilir
misiniz? O sırada Cumhurbaşkanlığı makamında Gazi Mustafa Kemal Atatürk
oturuyor, Başbakan rahmetli İsmet İnönü. Yani bunlar, vatan topraklarını satan,
büyük bir azap içerisinde olan kimseler midir? Böyle mi değerlendireceğiz? Bu
ne kadar talihsiz bir beyandır. Vatanı kurtaranları siz o cümlelerinizle vatan
satan insanlar gibi nitelemiş olmuyor musunuz? Değerli arkadaşlar, kürsüyü kullanırken lütfen ağzımızdan
çıkanları kulaklarımız duysun. Sayın Başkanım, teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan. Madde üzerinde üç önerge vardır, sırasıyla okutuyorum: T. B. M. Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 223 sıra sayılı yasa tasarısının 1. maddesinin
2. cümlesinde geçen (kalan toplam alanların) ifadesinin (kalan toplam imar
alanlarının) biçiminde değiştirilmesini arz ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 223 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1’inci
maddesinde yer alan 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesinin 7’nci
fıkrasının ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
“Yabancı uyruklu gerçek kişiler merkez ilçe ve ilçeler bazında,
“Tapu Siciline tescil edilmiş alanların yüzölçümünün binde 5’ine kadar kısmında
mesken ve işyeri olarak kullanılmak üzere taşınmaz edinebilirler.” BAŞKAN – Şimdi, sayın milletvekilleri, son önergeyi okutup işleme
alıyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 223 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1’inci
maddesinde yer alan 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesinin 8’inci
fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Askeri yasak bölgeler, Askeri güvenlik bölgeleri ile stratejik
bölgeler ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerlerine ait
bilgiler ile belge suretleri Millî Savunma Bakanlığınca, özel güvenlik
bölgeleri ve değişiklik kararlarına ait bilgi ve belge suretleri İçişleri
Bakanlığınca talep edilmesi halinde geciktirilmeksizin Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün bağlı olduğu bakanlığa gönderilir. BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet? ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Biz de katılmıyoruz
efendim. FARUK BAL (Konya) – Söz istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bal. FARUK BAL (Konya) – Değerli arkadaşlarım, bu önerge… Birtakım
sınırlamalar getirilen sekizinci fıkrada ifade edilen askerî yasak bölgeler,
askerî güvenlik bölgeleri, stratejik bölgeler ve bunların değiştirilmesine
ilişkin kararlar ile bu bölgelerin koordinatlarını içeren devletin gizli
bilgileriyle ilgili haritalardır. Bu haritaların elbette ki tanzim eden makamda
muhafaza edilmesi tanzim ediliş sebebine uygun bir davranış olur. Tanzim eden
makam eğer bunları gizlilik dereceli görüyor ise o gizlilik derecesine de
riayet etmek gibi kuralları kendi içerisinde gerçekleştirebilir. Kanun tasarısı, bu belgelerin, haritaların, stratejik değeri haiz
olan bilgilerin olduğu gibi Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu
Bakanlığa naklini öngörmektedir. Burada aynı nitelikte, aynı gizlilik
derecesinde muhafaza edilip edilmeyeceği konusunda bir tereddüt vardır. Bu
tereddüdün izalesi için, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün talebi üzerine, bu
kanun ile Millî Savunma Bakanlığının ve İçişleri Bakanlığının derhâl ve
gecikmeksizin izin verme, belge verme, bilgi verme imkânını eğer
sağlayabilirsek maksat hasıl olmuştur düşüncesiyle bu
önergeyi verdik. Yüce kurulun vicdanlı bir muhakemeyle değerlendirmesini
yaparak destek vereceğine inanıyoruz. Diğer taraftan, değerli arkadaşlarım, biraz önce AKP milletvekili
arkadaşımız çıktığında, kürsüden, doğru olmayan bilgi verdi. Cevap vermek için
zaman yetmediği için, kalan süreyi onunla ilgili değerlendireceğim. Yanlış hatırlamıyorsam, Milliyetçi Hareket Partisinin iktidarda
olduğu sürede 12 milyon metrekare gibi, benim aklımda kalan rakam… YILMAZ TUNÇ (Bartın) – 1934 yılından 2002 yılına kadar… FARUK BAL (Devamla) – Milliyetçi Hareket Partisinin ifadesini
kullanarak… YILMAZ TUNÇ (Bartın) – CHP’li, MHP’li, DSP’li, hepsini saydım. FARUK BAL (Devamla) – Evet, o zamandan “12 milyon” gibi benim
aklımda kalmıştır. Eğer bu rakamı telaffuz etmişse Sayın Milletvekili, bu rakam
doğru değildir. Bu rakamı ben size şimdi yıl yıl
ifade ediyorum: 1999 yılında 2 milyon 244 milyon metrekare, 2000 yılında 2
milyon 743 bin metrekare, 2001 yılında 1 milyon 32 bin metrekare, 2002 yılında
1 milyon 732 bin metrekare; toplam 7 milyon 731 bin metrekare dört yıl
içerisinde satılmıştır. Bu satışların tamamı meriyette bulunan Tapu Kanunu’nun
yürürlüğündeki binde 5’lik sınırlar dâhilî içerisinde gerçekleştirilmiştir.
Birinci gerçek budur. İkinci gerçek: Bu rakam MHP’nin koalisyon ortağı olarak iktidarda
bulunduğu dört yılı kapsayan rakamdır. Oysa, MHP, 99
yılında güvenoyu aldığı tarih itibarıyla bir beş aylık zaman geçmişti. 2002
yılında kasım ayında seçime gidildiğinde, yedi aylık demek ki, iktidarda
bulunmadığı dönemdeki satışları da kapsamaktadır. Burada bilgileri doğru
vermemiz lazım. AKP döneminde ise, bir, iki, üç, dört, beş yıl içerisinde, bu
rakamın tam 3 katı, 21 milyon 684 bin 239 metrekarelik bir satış
gerçekleştirilmiştir. Değerli arkadaşlar, bu satışların hepsini vatan toprağının satışı
şeklinde anlamıyoruz elbette. Biz de vatanın ne olduğunu biliyoruz, biz de
toprağın ne olduğunu biliyoruz. Şunu da biliyoruz: Bu toprakların vatanlaşması,
toprağın kara bağrına verdiğimiz şehitlerle mümkün olmuştur. İşte burada onun
hukukunu koruyoruz. Onun hukukunu koruduğumuz için hassasiyetimizi ortaya
koyuyoruz. AKP’nin beş yıllık iktidar süreci içerisinde 3 katlık bir artışın
olması, aynı zamanda defalarca Tapu Kanunu’nun bu sınırlamalarını genişletmek
üzere Meclise müracaat etmesi ve her defasında konunun Anayasa Mahkemesinden
dönmüş olması dikkatimizden kaçmıyor. Şimdi son bir değişiklik önergesi var. Umarız o değişiklik
önergesinden vazgeçilir. Aksi takdirde şu anda mevcut olan sınırlar bile,
kısıtlamalar bile sınırsız ve kısıtlamasız bir noktaya doğru götürülmek
istenmektedir. Biz bunu… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. FARUK BAL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan. Sayın Milletvekilinin ifade ettiği, dünkü konuşmamızda “Vatan
toprağıdır.” dedik; doğrudur. “Vatan toprağı olarak devletin hükümranlık
hakkıyla ilgilidir toprak satışı.” dedik; doğrudur, ısrar ediyoruz. Bunların
hepsini ta kapitülasyonlara kadar götürerek, iyi niyetle verilmiş olan
kapitülasyonların, Ümit Burnu’nun keşfinden sonra doğudaki zenginliğin ekonomik
olarak Osmanlı topraklarında kalması amacıyla verilmiş olan kapitülasyonların,
giderek borçlanma nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde ne kadar
zararlı hâle geldiğini ifade etmiştik. Arkadaşımız o ifadeden eğer birazcık
hisse çıkarabilecek durumda olsa bugünkü Filistin topraklarının satışı ile
kurulan devletin ve diğer toprak satışlarıyla gelen risklerin ne anlama
geldiğini algılayabilecek nitelikte olacaktır. Bu düşüncelerle bütün heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. İkinci önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 223 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1’nci
maddesinde yer alan 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35’nci maddesinin 7’nci
fıkrasının ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz. Faruk Bal (Konya) ve arkadaşları “Yabancı uyruklu gerçek kişiler merkez ilçe ve ilçeler bazında,
“Tapu Siciline tescil edilmiş alanların yüzölçümünün binde 5 ine kadar kısmında
mesken ve işyeri olarak kullanılmak üzere taşınmaz edinebilirler.” BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) –
Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet? ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Biz de katılamıyoruz
efendim. FARUK BAL (Konya) – Söz istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar) FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Biraz önceki önergemizin ne kadar makul ve masum bir dileği dile
getirdiğini, yüce Meclisin takdirine sunduğunu hep birlikte izlemiştik, ben de
gerekçesini anlatmıştım. Ancak anlaşılıyor ki “parmak demokrasisi” olarak
nitelendirdiğimiz çoğunluğun üstünlüğü çoğunluğun her zaman haklı olduğunu
göstermiyor. Şimdi, bu önerge de yine biz doğru olanı ifade edeceğiz ve bu
doğru olanın Anayasa Mahkemesinin almış olduğu karar ile nasıl arkadan dolanılarak
daha farklı bir zemine çekilmek istendiğini hissettiğimiz için bu önergeyi
vermiş bulunuyoruz. Yapılacak olan yanlışlığın tekrar Anayasa Mahkemesinden
dönme ihtimali vardır. Dolayısıyla, orada bir düzeltmeye ihtiyaç hasıl olmadan burada düzeltme imkânı vardır. Eğer “parmak
demokrasisi” olarak nitelenen çoğunluk hükümranlığını bir kenara bırakıp,
milletin sesi olarak buraya gelen milletvekilleri kendi vicdanlarını
dinleyebilecek durumda olursa böyle bir riski bertaraf edebiliriz. Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesi bu maddeyi bozarken
“Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir.
Yürütmenin düzenleme yetkisi yasayla sınırlandırılmıştır. Tamamlayıcı bir
yetkidir.” diyor ve Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin belirli bir sınır ihtiva
etmemiş olması nedeniyle, toprak satışı gibi çok önemli bir konuda sınırsız bir
yetkinin Anayasa’ya aykırı olduğunu ifade ediyor. Şimdi, “Anayasa’ya uydurduk,
Anayasa Mahkemesinin bozma kararının gerekçesine göre bu kanunu hazırladık.”
denilerek yüce Meclise sunulan tasarıya baktığımızda, bu tasarı, ağırlıklı
olarak imar planı ve mevzi imar planı çizilen yerlerde gayrimenkullerin
yabancılara satışına ilişkin düzenlemesinde, Bakanlar Kurulunun da altında,
yerel yönetimlere bu yetkiyi verdiğini anlamaktayız. Değerli arkadaşlarım, yerel yönetimlerde özellikle mevzi imar
planı çizilmesiyle ilgili ben bir araştırma yaptım. Burada o araştırmanın
neticesini de değerli milletvekilleriyle paylaşmak istiyorum. Mevzi imar planı
yaptırmak için belirli miktardaki bir tarlayı temin ettiğiniz ve o tarla da
eğer imarlaşma şartlarına uygun ise yapacağınız tek iş vardır, parasını
bastırıp bunun bir serbest mühendise imar planını çıkartmaktır. Bu imar
planıyla belediye meclisine müracaat ediyorsunuz ve belediye meclisi de size
imar yetkisini veriyor. Böyle bir prosedürden geçen,
belediye meclisinin takdirine tabi olmuş mevzi imar planı ve imar planıyla
ilgili alanlarda yabancılara verilecek olan, satılacak olan gayrimenkulleri
yüzde 10 ile sınırlamak, sınırsız bir sınırlama yapmak anlamına gelmektedir. Şu
açıdan: Özellikle göl ve akarsu havzalarında zaten imar planı belirli sınırlar
dâhilinde verilmektedir. Örneğin yüzde 5’i geçmeyen bir imarlaşma verilmektedir
veya yüzde 10’u geçmeyen. En basitinden, değerli milletvekilleri bilirler ki,
Gölbaşı civarındaki arazilerin, arsaların üzerine ancak yüzde 10’luk bir inşaat
yapabiliyorsunuz. Şimdi, yüzde 10’luk bir inşaat dediğimiz zaman 10 dönümlük bir
arazinin üzerine 1.000 metrekarelik bir inşaatı, yani, bu kanunla getirilen
sınırlamaya tabi olduğunu hesaplarsak, mevzi imar planı yapıldığı takdirde
tamamını yabancılar edinebileceklerdir, gayrimenkul edinebileceklerdir bu
şekilde. Bu, doğru olmayan, haklı olmayan ve Anayasa Mahkemesinin kararını da
arkadan dolanan bir mantıktır. Yanlış bir mantıktır. Tekrar bunun Mahkemeden
dönmemesi için, burada, değerli milletvekillerinin oylarıyla, düşünceleriyle
düzeltilmesi ve yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi hâlde, güney
belediyelerimizde gördüğümüz gibi, değerli arkadaşlarım, imar planı ve mevzi
imar planlarının belirli havzalarda, yüzde 10’u geçmeyecek yerlerde tamamen
yabancılardan müteşekkil kolonilerin tesis edileceği toprak parçaları oluşacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. FARUK BAL (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım. Bu toprak parçalarında, değerli arkadaşlarım, güney ilçelerimizden
birisinde olduğu gibi, elektrik ve su faturaları Türkçe ve İngilizce olarak
gönderilmektedir. Devletin hükümranlık anlayışı ile toprak satışını
ilişkilendiremeyen değerli milletvekillerinin takdirine bu bilgileri sunuyorum. Diğer taraftan, bu, sadece güney sahillerimizle ilgili değildir.
Malum, bu Meclis ikiz yasaları da kabul etmiştir. Netice itibarıyla,
güneydoğuda oluşabilecek, gelişebilecek riskler ve GAP projesinin nerelere
doğru sürüklenebileceğini de değerli milletvekillerinin yüksek takdirine,
parmak demokrasisinin bu defa hâkim olmaması dileğiyle sunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Bakacağım efendim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar
yeter sayısı yoktur efendim. On dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 15.27 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 15.42 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
117’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 223 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Tasarının 1’inci maddesi üzerine verilen Konya Milletvekili Faruk
Bal ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, kabul
edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 223 sıra sayılı yasa tasarısının 1. maddesinin
2. cümlesinde geçen (kalan toplam alanların) ifadesinin (kalan toplam imar
alanlarının) biçiminde değiştirilmesini arz ederim.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Sayın Genç, buyurunuz efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223
sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 1’inci maddesinin ikinci fıkrasında verdiğim bir
önerge üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. Değerli milletvekilleri, önergemizin mahiyeti şu: “Yabancı uyruklu
gerçek kişiler merkez ilçe ve ilçeler bazında, uygulama imar planı ve mevzi
imar planı sınırları içerisinde kalan toplam alanların yüzde onuna kadar” demişiz. “Toplam imar alanının”
diyoruz yani “imar alanının” diye belirtmemizden maksat aynı belediye
sınırları, merkez ilçe ve ilçe sınırları içinde, o sınırlar içinde olup da imar
görmemiş alanlarda -kanunun yazılış biçiminde alanların da- yüzde 10’u dersek… Mesela, öyle bir ilçe düşünebilirsiniz ki o ilçe sınırları içinde
10 bin metrekarelik bir yüz ölçümü var farz edelim. Onun yüz ölçümünün ancak
bin metrekarelik alanında imar planı yapılmıştır. Biz diyoruz ki “Bin
metrekarenin yüzde 10’u” şeklinde bir değişiklik getirirsek yabancılar imar alanlarının
hepsini satın almazlar, hiç olmazsa imara açılan alanların belli bir kısmını
alırlar. Aslında, değerli milletvekilleri, tabii bir ülkenin toprakları en
kıymetli varlıklardır. Topraklar can ve kan verilerek alınan vatan parçasıdır.
Bu vatan parçasının üzerinde işlem yaparken, tasarrufta bulunurken çok hassas
davranmamız lazım. Osmanlı Devleti gibi bir devlet örneği var karşımızda. Acaba
bu Osmanlı Devleti’nde hangi oyunlarla… Türkiye’de belli coğrafi parçaların
kimlerin eline geçtiği bilinen gerçeklerdir. Bunun için, bu alanların geçmişten
ders alınarak iyi korunması lazım. Yine, mesela Batı Trakya’da, oradaki Türklerin ellerindeki
arazilerin hangi şartlarla büyük bir kesiminin alındığı bilinmektedir. Ayrıca, Türkiye üzerinde tabii çok büyük oyunlar oynanmaktadır.
Bizim amacımız, vatan toprağının kolay kolay
yabancılara verilmemesi, verilirse de satılırsa da çok belirgin, zor şartlarla
satılması gerekir. Bunu herkesin kavraması lazım ama para her şey değildir.
Maalesef iktidarların büyük bir kısmı para uğruna her şeyi göze alıyorlar.
Paralar çabuk gidebilir, çabuk harcanabilir ama o topraklar kolay kolay
bir daha elde edilmez. Bu kanunu çıkarırken de çok hassas davranmamız gerekir. Bugün büroma arkadaşlar geldi Isparta’dan. Sümer Halıda çalışan 20
tane işçi. Bunların hepsi de Tuncelili aşağı yukarı. Sümer Halı kapanmadığı
hâlde bu işçilerin, tutmuşlar, “Fabrikayı özelleştirme kapsamına aldık.” diye
görevlerine son vermişler ve işten atmışlar. Yani işte AKP’lilere söylediğimiz zaman diyorlar ki: “Biz ayrımcılık
yapmıyoruz.” İşte, söylüyorum size: Isparta’da Sümer Halı İplik Fabrikası hâlâ
faaliyette. Bu fabrikanın işçileri… Eskiden Pertek’te Sümer Halının bir
fabrikası vardı, maalesef orası özelleştirildi, fabrika kapatıldı, binası
askerî birliklere verildi ve onlardan aşağı yukarı 45 kişi Isparta’ya
gönderildi. Ama bu fabrika hâlâ faaliyette! Arkadaşların bana anlattıklarına göre 1 kilo ipliği o işçiler 1
liraya mal ediyor, fakat bunların görevine son verilince de dışarıdan
alıyorlar, 1 kilo ipliği 7 liraya alıyorlar ve fabrika 7 trilyon zarara
uğratılıyor! Bir genel müdür burada, istedikleri kadar keyfî işlemleri
yapıyorlar. Tabii, bunu, AKP’li arkadaşlar, milletvekilleri de biliyorlar.
Bize intikal ettirdiklerine göre, dediler ki: “Biz bunu çözeceğiz, bu
arkadaşları mağdur etmeyiz.” Ama son anda işte getirilmediler, dışarıya
atıyorlar. Yani o kırk, kırk iki yaşında insanları, çoluk çocuğunu aç
bırakarak, sefalet içinde bırakarak, sırf bunların doğum yerinden dolayı
cezalandırma politikalarının ne kadar vahşet bir politika olduğunu artık
herkesin bilmesi lazım. Burada kendi ilgililerini özellikle ikaz ediyorum. Hele burada yöneticilerin çok büyük bir keyfîlikleri var.
Düşünebiliyor musunuz en kıymetli halıları lağımlara atıyorlarmış, öyle
kaçırıyorlarmış! Müfettişler gidiyorlarmış, diyorlarmış ki: “Efendim, burada
halılar lağımdan gidebilir.” Ve 7 trilyon, fabrikayı zarara uğratıyorlar! Yani
Türkiye böyle yönetiliyor. Bu kadar, o bürokratların keyfîliği üzerinde
yönetiliyor. Tabii, teftiş de olmayınca veya giden teftiş elemanları da onları
koruduğu için, maalesef insanlarımız, mahzun insanlarımız, suçsuz insanlarımız
bu derece haksızlığa, hukuksuzluğa uğruyorlar… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. KAMER GENÇ (Devamla) – …ama bu zulmün sonunda, herhâlde bu zulüm
yapanların çok büyük acı çekerek bunları çekeceğine inanıyorum. Ben ilgililere, tabii, buradan, bunu da özellikle belirtmek de
istiyorum. Lütfen şu memlekette artık bölücülük, özellikle siyasi iktidar
bölücülük ve ayrımcılık yapmasın. Bölgeye göre, inanca göre, insanlarımızı kırk
yaşında, kırk iki yaşında ailesiyle, çoluk ve
çocuğuyla aç bırakarak, sokağa atarak bu memlekete huzur gelir mi, barış gelir
mi değerli milletvekilleri? Bunu özellikle ilgililere şey ediyorum. Benim önergem, burada “imar” kelimesini ilave edersek daha
sınırlayıcı ve belirleyici olur. Ama, tabii bizden
geldiği için o önergeyi reddediyorsunuz. Ama hiç olmazsa, ileride bu
tutanakları inceleyenler, bu kanunun hiç olmazsa ülke gerçeklerine, yararına
uygun bir şekilde çıkması için tarafımızdan gerekli gayretin sarf edildiğini
tarih yazsın diye yazıyorum. Saygılar sunuyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) – Yine karar yeter sayısı istiyorum Sayın
Başkan. BAŞKAN – Teşekkür ederiz. Önergeyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arıyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul
edilmemiştir. 1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır.
Bildiğiniz üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu
kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın
ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt
çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı
İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle önergeyi
okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla, yani 13 üyesiyle
katılırsa, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun
salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım. Şimdi önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 223 Sıra Sayılı Tapu Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısına çerçeve 1 inci maddeden sonra gelmek üzere
aşağıdaki maddenin eklenmesini ve diğer madde numaralarının buna göre teselsül
ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 2- 22/12/1934 tarihli ve 2644
sayılı Tapu Kanununun 36 ncı maddesi aşağıdaki
şekilde yeniden düzenlenmiştir. "Madde 36: Yabancı yatırımcıların Türkiye’de kurdukları veya
iştirak ettikleri tüzel kişiliğe sahip şirketler, ana sözleşmelerinde
belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere, taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı
ayni hak edinebilir ve kullanabilirler. Bu şekilde edinilen taşınmazların bir
başka yabancı sermayeli şirkete devrinde ve taşınmaz maliki yerli sermayeli bir
şirketin hisse devri yoluyla yabancı sermayeli hale gelmesi halinde de aynı
esas geçerlidir. Bu şirketlerin 18/12/1981 tarihli ve 2565
sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununda belirtilen askeri
yasak bölgeler, güvenlik bölgeleri ve aynı Kanunun 28 inci maddesi çerçevesinde
belirlenen stratejik bölgelerdeki edinimleri, taşınmazın bulunduğu yerdeki
valiliğin iznine tabidir. İzin talebi, valilik bünyesinde ilgili idare
temsilcilerinin katılımıyla oluşan komisyonda, edinimin ülke güvenliği ve
faaliyet konusuna uygunluğu değerlendirilerek karara bağlanır. Bu madde hükümlerine aykırı edinildiği veya kullanıldığı tespit
edilen taşınmazlar ve sınırlı aynî haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek süre
içerisinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek
bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin esas ve usuller, ilgili
bakanlıkların görüşlerinin alınmasını müteakip Hazine Müsteşarlığı, İçişleri
Bakanlığı ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenir. Türkiye'de taşınmaz rehni tesisinde,
hisseleri menkul kıymet borsalarında işlem gören şirketlerin ediniminde ve
kanuni miras yoluyla gerçekleşen intikallerde bu maddede yer alan kayıt ve
sınırlamalar aranmaz.” BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor mu? KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, efendim, yani biz bu
önergeyi anlamadık. Bu, acaba yabancı şirketlerin buradaki uzantıları, yabancı
şirketler eliyle Türkiye topraklarını mı satmak istiyorlar? (AK Parti
sıralarından gürültüler) MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Görüşme açacağız Sayın Başkan şimdi,
görüşme açılacak, orada konuşsun. BAŞKAN – Sayın Genç… Sayın Genç… HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) – Terbiyeli konuş! Terbiyeli konuş ya! KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu topraklar böyle satılmaz ki! BAŞKAN - Sayın Genç, böyle
bir usul yok, biliyorsunuz. ASIM AYKAN (Trabzon) – Sayın Başkan, müdahale edin. HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) – Biraz önce kürsüye gelmiş burada
mezhepçilik yapıyorsun, şimdi de “vatan satılıyor” diyorsun! KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan böyle bir usul var mı? Yabancı
şirket ortaklıkları… (Gürültüler) HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) – Sayın Başkan, usul ne ise, bu
arkadaş Meclise yakışır şekilde davransın. BAŞKAN - Sayın Genç, böyle
bir usul yok, madde ihdası olduğu zaman gelir konuşursunuz. (Gürültüler) KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, yabancı şirket ortaklığıyla
toprakları satıyorlar! BAŞKAN - Sayın Genç, böyle
bir usul yok, önerge madde olarak açıldığı zaman siz gelir görüşünüzü
bildirirsiniz. Şimdi, Sayın Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz? ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Başkanım,
salt çoğunluğumuz vardır ve önergeye katılıyoruz efendim. OKTAY VURAL (İzmir) – Kaç milletvekili var efendim? Sayalım
efendim, bürokratlar da var. ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – 14. BAŞKAN - Sayın Komisyon
üyelerimiz… Sayınız lütfen. Şimdi, Komisyon önergeye… OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, tabii önerge bir ek madde;
önemli anlaşılan. Sayın Bakan bu önergenin amacıyla ilgili, hedefiyle ilgili
biraz daha ayrıntılı bir açıklama yaparsa, biz de… (AK Parti sıralarından
gürültüler) HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) – Önerge sahibi açıklar! MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Vereceğiz efendim, görüşme açılınca
vereceğiz. BAŞKAN – Şimdi, Sayın Vural, bu, madde olarak ihdas edileceği
için… OKTAY VURAL (İzmir) – Görüşmeye açılmak üzere… Komisyon raporunda
yok, bilgi istiyoruz Komisyondan ve Bakandan. BAŞKAN - Madde üzerinde
görüşme açılacak, o zaman izah ederler herhâlde. OKTAY VURAL (İzmir) – Tamam, görüşme sırasında Sayın Bakan, bu
konuda, neden arzu edildiğini, ne sonuçlar doğuracağı konusunda bilgilendirsin,
biz de görüşlerimizi ortaya koyalım. BAŞKAN - Madde üzerinde
görüşlerini bildirirler herhâlde efendim. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Komisyona soracaksınız,
görüşmeye açtığınızda bu olur. KAMER GENÇ (Tunceli) – Açıklasın efendim, gerekçesi nedir? OKTAY VURAL (İzmir) – Biz Sayın Bakandan bilgi istiyoruz, yani bir
bilgi istemeye itiraz etmenin anlamı nedir bilemiyorum. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Görüşme açılmadan ne bilgisi verecek
Sayın Bakan size? BAŞKAN - Biz bilgiye itiraz
etmiyoruz Sayın Vural, zaten madde görüşmeye açılacak, o zaman izah ederler
diyorum. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, komisyonlarda
görüşülen metin, Genel Kurulda görüşülmeden önce bütün milletvekillerine
dağıtılıyor. Bu önergenin de görüşme açılmadan önce bütün milletvekillerine
dağıtılması lazım. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Yeni bir iç tüzük ihdas ediyorsunuz. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim, olur mu, İç Tüzük
zaten öyle. Yani, şunu bütün milletvekillerine dağıtacaksınız, yeni bir madde
geliyor. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır İç Tüzük’te “dağıtılır” demiyor,
dağıtımla ilgili böyle bir şey yok. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Şart değil ki olması, iki
dakikalık iş zaten! BAŞKAN – Şimdi önerge dağıtılmış efendim. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, tabii, bakın burada 2565… HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Sayın
Başkan, hiçbir parlamenterin bu önerge üzerinde bilgisi yoktur. BAŞKAN – Şimdi, sayın grup başkan vekilleri, Komisyon önergeye… HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Sayın
Başkan, parlamenterlerin asli görevi, bildikleri konuda düşünceleri
açıklamaktır. Hiçbir parlamenterin bu önerge üzerinde bilgisi yoktur. Lütfen
ara verin, bu önerge dağıtılsın. Makul bir süre verilsin… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Tüzük’te olmayan bir
şeyler ifade ediyorlar sayın milletvekilleri. Burada herkes İç Tüzük yapar
oldu! HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Hayır,
ihdas değil. Sayın Başkan, parlamenterin asli görevidir bu. Bunu Başkanlık
Divanı olarak sağlamak zorundasınız Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, yeni usuller ihdas etmeyelim
lütfen. İç Tüzük son derece açık ve net. HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Sayın
Başkan, ihdas etmiyorum. Sayın Başkan, Genel Kurula bilmediğimiz bir konuyu
niçin sunuyorsunuz? BAŞKAN – Sayın Ünlütepe, önergeyi
dağıttıklarını söylüyorlar gruplara. HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Sayın
Başkan, “gelmedi” diyoruz biz de. BAŞKAN – Ve de okuttuk efendim. Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge
üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, Hükûmete
sormadınız! HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Yahu müsaade etmediniz ki! BAŞKAN – Siyasi parti grupları adına söz isteyen? KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Hükûmet bu
önergeye katıldığını gerekçeli açıklasın, neden katıldığını açıklasın efendim,
Parlamentoya bir açıklama yapsın. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Komisyona sormanız kâfi
efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – 87’nci madde “Komisyona ve Hükûmete” diyor. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Genç, “Sadece komisyona sorar.”
diyor. BAŞKAN – Siyasi parti grupları adına Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Bal. Buyurunuz efendim. Yeni madde olarak… On dakika süreniz vardır. (Gürültüler) KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben de kişisel söz istiyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Lütfen konuşmacıyı dinleyelim. Buyurunuz Sayın Bal. MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Daha önce yapmış olduğumuz konuşmalarda Adalet ve Kalkınma
Partisine mensup milletvekillerinin bizim konuşmalarımızı anlamamakta ısrar
etmelerinin sebebini ben anlayamamıştım. Ancak bizim konuşmalarımızı
anlayamamış olan arkadaşlarımızın, şu önümüzdeki, komisyonlarda görüşülmeyen, Hükûmet tasarısı içerisinde bulunmayan, yeni bir madde
ihdasıyla ilgili önergeyi dikkatlice okumaları herhâlde kendileri için faydalı
olacaktır. Değerli arkadaşlarım, biz diyorduk ki, yabancılara
satılacak olan mülkler vatan toprağıdır, bu toprakların satışında devletin ve
milletin yüksek menfaatleri korunmalıdır, bunun için mütekabiliyet ilkesi
aranmalıdır, bunun için mesken ve iş yeri dışındaki alanlar yabancılara
açılmamalıdır ve bu çerçeve içerisinde de ülkenin gelecek nesillere
bırakacağımız bu topraklar üzerindeki hukuku yüce Meclis tarafından korunsun. Bunu yüce Meclisten talep etmemizin en büyük haklı nedeni, bu
Meclis, bu topraklar üzerinde bu devleti kurmuş olan gazi bir Meclistir. Bu
Meclis, bu topraklar üzerinde bu devleti kurmuş gazi bir Meclis olarak bu
devletin hükümranlık haklarını da korumakla mükellef bir Meclistir. O zaman
hepimizin, bu Meclisin birer üyesi olarak bu sorumluluğumuzun idraki içerisinde
bulunmamız gerekmektedir. Şimdi, size, alelacele gündeme getirilen ve… İnanıyorum ki burada
bulunan -şu anda sanıyorum 70-80 milletvekili vardır yüce Mecliste- 70-80
milletvekilinin 10 tanesi bunu okumamıştır, 10 tanesi gerekçesini dahi
okumamıştır. Gerekçesini dahi okumadığınız, metninin dahi ne olduğunu
bilmediğiniz bir tasarıyı kanun hâline getireceksiniz. Ne adına? Türk milleti
adına karar alacaksınız. Değerli arkadaşlarım, gerekçenin son paragrafını ben size
okuyayım, ne kadar vahim bir şey içerisinde olduğunuzu anlayın ya da ne kadar
vahim üslup içerisinde AKP milletvekilleri tarafından gerçeğin gizlenmediğini
anlayın. Bakın diyor ki gerekçenin son paragrafında: “Sermayenin serbest
dolaşımının önüne gerekmedikçe hukuki engeller konulmamalıdır.” İşte bütün
ikrar buradadır. Zaten bu tasarının, Anayasa Mahkemesince, kanunlaşmasının
önüne geçilmesinin sebebi de budur. Küreselleşmenin getirdiği bir rüzgâr ile
küresel güçlerin Türkiye üzerindeki hesaplarının önüne geçilebilmesi için millî
bir direnç noktası oradaydı, orası kırıldı. Siz şimdi bunu genişleterek
getirmek istiyorsunuz, siz şimdi bunu anlaşılmaz bir kelime kargaşası
içerisinde sunuyorsunuz. Bakın, bu kanunun son paragrafındaki ifadelerle başa doğru
yürüyelim. Diyorsunuz ki: “Türkiye’de taşınmaz rehni
tesisinde, hisseleri menkul kıymet borsalarında işlem gören şirketlerin
ediniminde ve kanuni miras yoluyla gerçekleşen intikallerde bu maddede yer
alan…” Tekrar ifade ediyorum, ey milletvekili uyan! Uyanının lütfen! “… bu maddede yer alan kayıt ve sınırlamalar aranmaz.” Bu
maddede zaten kayıt ve kısıt yok arkadaşlar! “Var.” diyen babayiğit gelsin,
göstersin! Kayıt ve kısıt 1’inci maddedeki şirketin ana sözleşmesinden
ibarettir. Ana sözleşmeyi de ben bir şirket kuracaksam istediğim şekilde tesis
ederim, kurduğum şirketin ana sözleşmesini istediğim şekilde değiştiririm. Bu,
bir ülkede gayrimenkul edinmek için kayıt ve kısıt olarak algılanıyorsa
“aferin” demek lazım. Yüce Meclis -gencecik bedenlerini kara toprağa vererek-
“Bu vatan kimindir?” diyen Orhan Şaik’in, ifadesiyle
sahiplendirdiği şehitlerin hakkını burada korumayacak mı? Yabancının kuracağı
şirketin ana sözleşmesini bu kanun içerisinde kayıt ve kısıt olarak mı
anlayacaksınız? Bu nasıl bir millî irade olacak? Bu nasıl gazi Meclisin iradesi
olacak arkadaşlar? OKTAY VURAL (İzmir) - Böyle
bir şey olur mu yahu? Şirket sözleşmesine bağlı kanun yapıyoruz. FARUK BAL (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, yabancı bir şirketin sözleşmesine bir toprağın
mülkiyetini nasıl terk edebilirsiniz? Yabancı bir şirketin iradesiyle bu
toprakların yabancılaştırılmasına ilişkin, mülkiyeti anlamında, nasıl kanunu
teslim edebilirsiniz, kanuni kısıtlamayı? Değerli arkadaşlarım, birinci fıkradaki hükme devam ediyoruz:
“Yabancı sermayeli hale gelmesi halinde de şirketin -daha sonradan- aynı
esaslar geçerlidir.” diyor. “Aynı esas” dediğin esas ne kardeşim? Sayın Bakan,
bir çık da anlat gözünü seveyim! Niçin Sayın Bakan bu konuda bilgi vermiyor
yüce Meclise? Milletvekillerinin haberi yok bu işten. Var mı kardeşim
haberiniz? Yok kardeşim. Bu ülke bu kadar pespaye bir ülke değil. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biri anlatsın bunu arkadaşlar. Sayın Bakan, bu önergeyi birisi anlatsın; imza sahiplerinden biri
çıksın, anlatsın. ATİLA EMEK (Antalya) – Öyle şey olur mu Sayın Bakan? Tasarıya niye
koymadınız da buraya getiriyorsunuz? MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yani ne getiriyor? FARUK BAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım… OKTAY VURAL (İzmir) – Kim hazırlamışsa çıksın, anlatsın burada. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hangi bürokrat? FARUK BAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım… BAŞKAN – Lütfen, konuşmacıyı dinleyelim. Lütfen… MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Böyle şey mi olur? Gözümüzün içine baka baka… FARUK BAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, müsaade edin… BAŞKAN – Lütfen, sakin olun. Konuşmacıyı dinleyelim. Buyurunuz efendim. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Kardeşim Hükûmetten
daha mı akıllısınız siz yani? FARUK BAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım… MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Arkadaşlar, neyi tartışıyorsunuz siz? OKTAY VURAL (İzmir) – Kolay mı bu işler, hemen oldubitti yapmak
yani? FARUK BAL (Devamla) – Sayın Başkan, benim konuşma süreme ilave
edeceksiniz herhâlde? BAŞKAN – Sayın grup başkan vekilleri, konuşmacıyı dinleyelim.
Lütfen… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Arkadaşımız anlatsın bir, Hükûmetten de… MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çıkın anlatın arkadaş, nedir bu hadisenin
aslı? BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, Sayın Konuşmacıyı
dinleyelim. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Her defasında böyle bir kanun tasarısı
getiriyorsunuz, komisyonda değiştiriyorsunuz, Genel Kurulda değiştiriyorsunuz. BAŞKAN – Sayın Şandır… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Şandır, Sayın Bal’ın sözüne engel
olmayın, konuşuyor; ona itimat etmiyor musunuz? BAŞKAN – Sayın Şandır, Sayın Bal konuşsun… MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bal’ı dinleyen mi var? MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Dinliyoruz. Siz dinlemiyorsanız
bilmiyoruz ama biz dinliyoruz; dikkatle dinliyoruz Sayın Bal’ı. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Allah aşkına ya! Böyle şey mi olur ya! BAŞKAN – Lütfen… Lütfen, sakin olunuz. Sayın Bal, buyurunuz efendim. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bunu biri anlatsın ya! MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, Sayın Bal’ı siz dinlemiyorsanız
biz dinliyoruz. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Öyle şey mi olur ya? FARUK BAL (Devamla) – Sayın Başkanım, lütfen, kesilen bölümü
konuşma süreme eklerseniz memnun olurum efendim. BAŞKAN – Merak etmeyin. Buyurunuz. FARUK BAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ikinci fıkraya
geliyoruz. Sayın Bakan, yanınızda hukukçu arkadaşlarımız var, Komisyonun
değerli üyeleri var, milletvekilleri var. Bakınız, üçüncü fıkrada ne diyor değerli arkadaşlarım: Askerî
bölgelerle ilgili yabancıların mülk edinmesi izni valiliğe bırakılıyor.
Bakanlar Kurulu niye var arkadaşlar bu ülkede? Millî Savunma Bakanlığı niye var
bu ülkede? Ülkenin iç ve dış güvenliğini tesis edecek kurum ve kuruluşlar niye
var arkadaşlar? MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ayrıca, bir başka kanun var yahu! FARUK BAL (Devamla) - Ülkenin her vilayetindeki, vilayet nezdindeki birimler millî güvenliğin, iç ve dış güvenliğin
ne anlama geldiğini, nasıl korunacağını tam, kâmil olarak bilebilir mi? Değerli arkadaşlar, lütfen aklınızı başınıza toplayın. Şimdi,
üçüncü fıkrasında bir başka husus “Bu madde hükümlerine aykırı olursa…” Bu
madde hükümlerinde bir aykırılık yok ki. Aykırılığı olursa neymiş? Şimdi,
çıkacak bir AKP’li, size: “Ceremesi var bunun bak o maddede geri alıyoruz haa.” diyecek. Bu, tam saçma bir madde arkadaşlar.
Saçmalığını ben size anlatıyorum: “Bu madde hükümlerine aykırı edinildiği...”
Nasıl aykırı edinecek? Yani şirketin ana sözleşmesindeki kurallara aykırı
olursa bu maddeye aykırı hâle gelecek. Arkadaşlar, böyle saçma bir şey olabilir mi? Böyle işe, değerli
arkadaşlarım, hukukta bu gibi yasa tekliflerine bir ad verilir, bu tanımın adı:
“Evrakı müsbitei şartı iadeye tabi evrak.” Biraz
Türkçeleştirerek anlatayım: Dikkate alınmadan bir köşeye atılacak evrak
demektir. İşte, bu kanun bu muameleye tabi tutulmalıdır. Değerli arkadaşlarım, lütfen parti disiplinini bir kenara bırakın.
Bu vatan hepimizin. Bu vatanı korumayı sadece
Milliyetçi Hareket Partisinin omuzlarının üzerine yükleyip kendiniz bir tarafta
durmayın. Çünkü bu vatanın hepsi… (AK Parti sıralarından “Yok öyle bir şey”
sesleri) Bir gemideyiz, biz batarsak siz de batacaksınız, siz de batacaksınız. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Yok öyle bir şey. Siz kendi görevinizi
yapın. BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. FARUK BAL (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, size bir
hikâyeyle… (AK Parti sıralarından gürültüler) Dinleyin beni. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Maddeye dönelim, maddeye! FARUK BAL (Devamla) - Maddeyi anlattım ben size. Size örnek verdim, anlamadınız; tarihten örnek verdim,
anlamadınız; Düyun-u Umumiye’den örnek verdim,
anlamadınız; kapitülasyonları anlattım, anlamadınız; Ümit Burnu’nun keşfinden
sonraki hikâyeyi anlattım, anlamadınız; 17’nci, 18’inci yüzyıldaki Osmanlının
toprak satışının nasıl dayatmalarla bir hâle geldiğini anlattım, anlamadınız.
Şimdi, bir hikâye anlatıyorum, onu umarım anlarsınız. Doğu illerimizden bir vilayetimizin bir seyahat şirketi, otobüsü
doldurmuş geliyor bu tarafa doğru. 60’lı yıllardaki bir seyahat şirketi bu,
ismini vermiyorum. Gelirken, virajlı yollardan
inilirken, şoför basmış frene, fren tutmuyor; debriyaj, debriyaj tutmuyor; el
freni, el freni tutmuyor. Şoför, muavinini çağırır yanına “Şu arabanın içine
sen bin, bu arabayı dağlardan aşağıya indir.” der, kendisi atlar. Muavin bakar,
el frenini çekecek, tutmuyor; frene basıyor, tutmuyor; gaz, hiçbirisi çare
değil. Dönüyor arkaya “Ey yolcular, filanca şirket size hayırlı yolculuklar
diler.” diyor ve atlıyor. Değerli arkadaşlarım, bu otobüsün gideceği yer uçurumdur.
Türkiye’yi böyle bir temenniyle uçuruma atmayın. Pek çok konuda denediniz,
yaptınız. Teslimiyetin sınırı yoktur, işte, burada toprak satışında tam teslim
oluyorsunuz. Lütfen, lütfen, bu toprakların AKP’nin malı olduğu, o malı satar
bir anlayışla satmayın. Artık, babalığın anlamı yok! “Babalar gibi”
satıyorsunuz her şeyi ama hiç olmazsa ecdat yadigârı toprakları satmayın. Hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım… BAŞKAN – Buyurunuz. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, bu maddenin içerisinde, 2565
sayılı askerî bölgelerle ilgili Kanunda bir maddenin değiştirilmesi de vardır.
Bu -bir başka kanunda da değişiklik yapan ve- Genelkurmay Başkanlığının teklifi
üzerine Bakanlar Kurulunca yabancıların mülk edinip edinmemesine karar
verileceğine dair bir maddeyi de değiştiriyor. Bu bakımdan, bu açıdan da bu
maddenin, bu tapu kanununda geçerek değiştirilmesi mümkün değil. ATİLA EMEK (Antalya) – Öyle bir görüşmenin yapılması mümkün değil. OKTAY VURAL (İzmir) – O kanunun o maddesi burada, 28’inci madde
burada. 28’inci maddeyi değiştiren bir kanun değil ki! Biz tapu kanununa
koyuyoruz. Böyle bir şey olmaz! ATİLA EMEK (Antalya) – Olmaz böyle bir şey ya! OKTAY VURAL (İzmir) – Olmaz efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – 87’nci maddeye aykırı efendim önerge. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati :
16.12 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 16.40 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
117’nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. 223 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Sayın
Başkanım, bir talebimiz var efendim. BAŞKAN – Buyurunuz efendim. ADALET KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Sayın
Başkanım, tasarıya 2’nci madde olarak ilave edilmesi istenen ve Tapu Kanunu’nun
36’ncı maddesinde değişiklik yapan, daha doğrusu 36’ncı maddeyi yeniden
düzenleyen maddeyi -ihdas edilmek üzere verilen maddeyi- bir defalık, İç
Tüzük’ün 88’inci maddesi gereğince Komisyona geri alıyoruz. Bu talebimizin
kabulünü arz ediyoruz efendim. BAŞKAN – Peki efendim. İç Tüzük’ün 88’inci maddesi uyarınca ihdas edilmek istenen yeni
2’nci madde Komisyona geri verilmiştir. Şimdi, tasarının diğer maddelerine kaldığımız yerden devam
ediyoruz. Mevcut 2’nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2- 2644 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 3- İlgili kurum ve kuruluşlar, bu Kanunun 35
inci maddesinin yedinci fıkrası uyarınca, yabancı uyruklu gerçek kişiler ile
yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliği
sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinemeyecekleri
alanların yüzölçümlerini ve valilikler bu fıkrada belirtilen ilçelerin uygulama
imar planı ve mevzi imar plan sınırları içerisinde kalan toplam alanların
yüzölçümlerini bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren en geç üç ay içinde
komisyona bildirilir. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin merkez ilçe ve ilçeler bazında
edinebilecekleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikte ayni hakların
miktarı tespit edilinceye kadar geçecek süre içinde, yabancı uyruklu gerçek
kişiler bu Kanunun 35 inci maddesi hükümlerine göre taşınmaz ve sınırlı ayni
hakları edinebilirler.” BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde gruplar adına ilk söz Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’e
aittir. HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Atila
Emek konuşacak efendim. BAŞKAN – Sayın Atila Emek, buyurunuz
efendim. CHP GRUBU ADINA ATİLA EMEK (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
2’nci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Konuşmama başlarken grubum adına yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Sayın milletvekilleri, tasarının 2’nci maddesiyle 2644 sayılı Tapu
Kanunu’na geçici 3’üncü madde eklenmesi istenmektedir. Yabancılara mülk
satışını düzenleyen ve Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesinde değişiklik yapan,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarına konu olan hususlarda ve kamuoyunda
tartışılan konularda tasarının 2’nci maddesiyle ilgili Cumhuriyet Halk
Partisinin tutum, görüş ve değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP’nin iktidarları
döneminde yabancılara mülk satışı ile ilgili üçüncü tasarı yüce Parlamentonun
gündeminde şu anda görüşülmektedir. Şimdi üçüncü tasarıyı görüşüyoruz ama ne
acıdır ki bugün, biraz önce Komisyonun geri çektiği bir durum, Mecliste bir
oldubitti yaratılmak istenmiştir. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Öyle şey olur mu! Ne oldubittisi! ATİLA EMEK (Devamla) – Bunu açıkça milletimize ifade ediyorum.
Böylesi bir durumun bedelini millet ödemektedir, siz de yanlış yapmaya devam
ediyorsunuz. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ne oldubittisi! Konuştuk, anlaştık,
yeniden incelenecek. VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Oldubitti yapsak geçerdi. ATİLA EMEK (Devamla) – 3 Temmuz 2003 tarihli ve 4916 sayılı Tapu
Kanunu’nun 35’inci maddesini değiştiren ve yabancılara mülk satışını düzenleyen
yasa tasarısında, kişi başına AKP İktidarı, 29 Aralık 2005 tarih ve 5444 sayılı Yasa ile
yabancılara mülk satışını yeniden düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, kişi
başına Yüksek Mahkeme, iptal kararlarının sonunda, mahkeme kararına uygun
düzenleme yapılması için üç aylık süre tanımıştır. Ancak AKP İktidarı, bu süre
içinde karara uygun yeni bir düzenlemeyi getirmemiş, bu nedenle uygulamada
boşluk doğmuş ve iptal kararlarına konu olmadığı hâlde daire satışları da bu
durumdan olumsuz etkilenmiştir. Buna bağlı olarak piyasa ve inşaat sektörü
büyük zarara uğramıştır. Her bölgede olduğu gibi seçim bölgem Antalya ve
ilçelerinde de bu sıkıntı yaşanmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasal düzenlemeler
sırasında Cumhuriyet Halk Partisi olarak, gerek komisyon çalışmalarında gerekse
Genel Kurul görüşmelerinde, bugün olduğu gibi, ülkemiz inşaat sektörüne
canlılık kazandıran Çanakkale ilimizden Hatay ilimize kadar uzanan sahil
şeridinde ve ülkenin başka yörelerinde “yap-sat” şeklinde satışa sunulan mesken
ve iş yeri cinsinden taşınmazların satışıyla ilgili mütekabiliyet, karşılık
kuralına göre yabancıların Türkiye’de mülk edinmelerine, tıpkı Türklerin
yabancı ülkelerde mal edindiği gibi yabancıların da ülkemizde mülk sahibi
olmalarına destek verdik, destek vermeye de devam ediyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak karşı çıktığımız husus: Bakanlar
Kurulunu, sınırsız miktarda -300 dönüm veya 25 dönüm de olsa- yabancı kişilere
vatan topraklarının satışı konusunda yetkili kılması uygun değildir. Sayın milletvekilleri, AKP iktidarları sırasında üçüncüsünü
görüştüğümüz yabancılara mülk satışıyla ilgili bu tasarıda -yasa yapma
tekniğine uygun olmadığı gibi- yapılan düzenlemeler Anayasa Mahkemesinin iptal
kararlarına rağmen sakıncaları ortadan kaldırmamıştır. Tasarının 2’nci maddesiyle 2644 sayılı Tapu Kanunu’na eklenmesi
düşünülen geçici 3’üncü maddeyle getirilen düzenleme Anayasa Mahkemesinin
kararındaki gerekçesinde belirtilen hususlara uygun değildir. Tasarı ile yabancı uyruklu gerçek kişilerin ilçe ve merkez
ilçe bazında ilçelerin uygulama imar planı ve mevzi imar planı sınırları
içerisinde kalan toplam alanların yüz ölçümünün yüzde 10’u kadar olan kısmında
taşınmaz ile bağımsız ve sürekli nitelikte sınırlı ayni hak edinecekleri ve
oranların farklı olarak verilmesi için Bakanlar Kurulunun yetkili olduğuna
yönelik bir düzenleme getirmektedir. Ancak bu
düzenleme Anayasa Mahkemesinin iptal kararındaki sakıncaları ortadan
kaldırmamıştır. İmar planı ve mevzi imar planı içinde kalan alanların yüzde
10’u çoğu yerlerde neredeyse konut ve ticaret alanı olarak görülen kısımların
tümüne ve büyük bir bölümüne tekabül etmektedir. Bu durum “egemenlik” ilkesiyle
bağdaşmayacak bir şekilde topraklarımızın büyük bir bölümünün yabancıların
eline geçmesine neden olabilecektir. Mevzi imar planı veya imar planının belli bir yüzdesi üzerinden
olan oran belirlemek doğru değildir. Ancak yerleşim alanı yani konut ve iş yeri
alanları üzerinden belli bir oranın belirlenmesi hâlinde yukarıda bahsettiğimiz
sakıncaları ortadan kaldıran ve dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin kararına uygun
olan düzenleme yapılmış olur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önceki iki tasarıda olduğu
gibi bu tasarı da aceleye getirilmiş, kanun yapma tekniğine uygun olmayan, her
şeyin birbirine karıştığı, sorun çözmekten öte yeni sıkıntılara ve vatan
topraklarının kaybına neden olacaktır. Getirdiğiniz önergede hemen şimdi
devreye sokmak istediğiniz de bunun daha beter acı bir örneğidir. Altyapısı oluşturulmadan, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri
alınmadan, toplumun beklentileri ve hassasiyetleri gözetilmeden sadece AKP
anlayışı ve beklentileri doğrultusunda ve birilerinin de telkin ve talepleri
doğrultusunda yapılan düzenlemelerin ülke ve millet yararına olmadığı açıkça
görülmektedir. Önceki iki tasarı bunun açık örneğidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP olarak yaptığınız
yanlışların bedelini millete ödettiriyor, sorumluluğunu da Cumhuriyet Halk
Partisine yüklemeye çalışıyorsunuz. Yabancılara mülk satışıyla ilgili
yaptığınız yanlışlardan bir türlü kendinizi kurtaramadınız. Şimdi bizim
çabamızla, muhalefetin çabasıyla büyük bir yanlıştan da dönmüş oldunuz. Konuyu
istismar etmekten ve Cumhuriyet Halk Partisini suçlamaktan da geri
kalmıyorsunuz. Bunun en son örneği, Maliye Bakanını, Antalya’da katıldığı bir
toplantıda, yabancılara mülk satışıyla ilgili, Cumhuriyet Halk Partisini ve
Sayın Genel Başkanını iş adamlarına şikâyet ederken görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin yaptığı uyarılara uysaydınız, vatan
topraklarının sınırsız satışı gibi bir yanlışa sürüklenmez, daire satışları
konusunda da sıkıntı yaratmazdınız. Maliye Bakanına da dünyada emsali
görülmemiş biçimde siyaset öncesi yaptıklarıyla ilgili cezai kovuşturmalara
konu olan eylemlerinden dolayı AKP çoğunluğunun kararıyla 4 defa bu yüce
Meclisten af kanunu çıkarmazdınız. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi
olarak yabancılara yasal ve hukuki çerçevede daire, mesken ve iş yeri
satışlarına karşı olmadığımızı ancak vatan topraklarının satışına karşı
olduğumuzu ve bu konudaki hassasiyetimizin devam ettiğini ifade eder, yüce
Meclise sevgiler, saygılar sunarım. Teşekkür ederim Başkanım.(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Emek. 2’nci madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu. Buyurunuz Sayın Serdaroğlu. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
aldım. Sizleri en iyi dileklerimle selamlıyorum. Tasarının gerekçesinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararı
doğrultusunda değişiklikler yapıldığı ifade edilse de bu düzenleme sakıncaları
ortadan kaldırmamaktadır. İmar planı ve mevzi imar planı üzerinden yüzde
belirlemek üzere yapılan düzenleme son derece hatalıdır, çünkü bu planlar
içerisinde yer alan taşınmazların tamamı konut ve iş yeri, yani yerleşim alanı
değildir. Hele hele kesinlikle tasvip etmediğimiz bu
yasanın altyapı çalışmaları tamamlanmadan, bilgi envanteri
oluşturulmadan, ülke güvenliği bakımından stratejik yerlere ait haritalar
yapılmadan, arazi yönetim planları oluşturulmadan, AKP’nin, çoğunluğuna güvenerek
bu tasarının yasalaşması son derece yanlıştır. Anlaşılan, Hükûmetimiz ekonomiyi içine
düştüğü zor durumdan kurtarmak için ülke değerlerini satıp savmaktan başka bir
plan ve program üretemiyor. Hükûmet, devasa boyutlara
yükselttiği ekonomik sorunlara çare için ülkemizin arkeolojik, kültürel,
turistik konut ve ticari alanlarının yabancıların eline geçmesine imkân tanıyıp
günü kurtarmaya çalışırken geleceğimiz için ciddi sıkıntılar doğuracak işler
peşindedir. Değerli milletvekilleri, toprak, Anadolu insanı için candır,
kandır, evlattır; hayatın olmaz ise olmazı, geçim kaynağıdır. Anadolu insanı
çok çaresiz kalmadıkça, bıçak kemiğe dayanmadıkça tarlasını ve toprağını
satmaz. Şimdi soruyorum: Devletimizin ve ülkemizin varlığını koruyup
sürdürebilmesi için son çare olarak toprak satma noktasına mı gelinmiştir? Para
sağlamak için topraklarımızın satışından medet umar hâle gelinmişse bu Hükûmetin başarısızlığının en belirgin bir göstergesidir.
İnsanlık tarihi boyunca bütün savaşlar toprağı korumak için yapılmıştır. Ülke
toprağı namustur, şehit kanıdır; ecdadın kanıyla, canıyla bizlere emanetidir.
Emanete ihanet etmenin bedeli ise çok ağırdır. Değerli milletvekilleri, iktidar, yabancılara mülk satışı
konusunda anlaşılmaz bir telaş içinde, gereken düzenleme ve altyapıyı
oluşturmadan, tabiri caizse yangından mal kaçırırcasına bina ve arazi satma
çabasındadır. Tasarının 2’nci maddesi, ilgili kurum ve kuruluşlarca
yabancıların taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinemeyecekleri alanların yüz
ölçümlerini, ilçelerin uygulama imar planı ve mevzi imar planı sınırları
içerisinde kalan toplam alanların yüz ölçümlerinin kanunun yürürlük tarihinden
itibaren üç ay içinde valiliklerce komisyonlara bildirilmesini hükme
bağlamaktadır. Yani önceden belirlenmesi gereken kriterler
ve bu kriterlere göre çıkarılması gereken yasa, ne hikmetse, önce çıkarılıp
sonra düzenleme yapılmasını içermektedir. Değerli milletvekilleri, 2002-2007 yılları arasında, beş yıllık
AKP İktidarı döneminde 48 bin yabancıya 25 milyon metrekare alan ile 40 bin
taşınmaz mal satılmıştır. Bu rakamlar Sayın Maliye Bakanının resmî
açıklamalarıdır. En çok taşınmazın satıldığı iller arasında Antalya, İstanbul,
Muğla, Aydın, Hatay ve İzmir dikkati çekmektedir. Eskiden turizm bölgelerimize gelen ve tatil anısı olarak fotoğraf
çeken turistlerin yerine, şimdilerde satılık arazilerin ve gayrimenkullerin
fotoğraflarını çeken girişimci turistler yer almıştır. Yabancılara yapılan mülk
satışının yanı sıra son dönemlerde yabancı girişimcilerin emlak ve inşaat
sektörüne el attıklarını da görmekteyiz. Yabancılar aldıkları arazilere
kendileri inşaat yapıyor, emlak büroları açarak da satışlarını
gerçekleştiriyorlar. Ayrıca toplu hâlde yaşam alanları kurmaya çalıştıkları da
göz ardı edilmemesi gereken son derece tehlikeli bir gelişmedir. Yakın geçmişte
Orta Doğu’da toprak satın alınarak kurulan bir devlet örneği olduğu da yüce
Meclisimizce unutulmamalıdır. Bu arada, vatandaşlarımıza ucuz ve toplu konut üretmek üzere
kurulan TOKİ’nin yabancılara toplu konut yapıp
satmayı planlaması ise fevkalade anlamlı, fevkalade dikkat çekicidir değerli
milletvekilleri. Devletin resmî rakamlarına göre 2007 yılında yabancılara 2
milyar 952 milyon dolarlık net gayrimenkul satışı yapılmıştır ve bunun adı
“Türkiye’ye yabancı sermaye girdi.” oluyor ve Hükûmet
bunu övünç kaynağı olarak kullanıyor. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğinin
dayatmaları sonucu yabancılara mülk ve toprak edinme hakkı tanınırken yabancı
ülkelerde mülk satışlarına süre kısıtlamaları getirilmektedir. Stratejik öneme
sahip alanların satışı konusunda ise tavırları net ve kesindir. Örneğin, Rusya
Federasyonu’nda yabancıların satın almak istedikleri taşınmazın büyüklüğüyle
ilgili sınırlama bulunurken yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ticaret
şirketlerine ulusal sınırlara
bitişik yerlerde ve tarım arazilerinde mülk edinme hakkı
tanınmamaktadır. İspanya ve Avusturya’da sadece AB üyesi ülkelerin
vatandaşlarına mülk edinme hakkı verilirken Estonya’da
yabancı tüzel kişilere mülk satışı resmî izne tabidir. Danimarka’da ise yabancıların
mülk edinebilmesi için beş yıllık ikamet zorunluluğu bulunmaktadır. Avrupa
Birliği üyesi ülkeler Türkiye’de yabancıya toprak satışına sıcak bakarken,
kendileri birliğe üye olmayan ülke vatandaşlarına toprak satışı
yapmamaktadırlar. Fransızların bu soruna bulduğu çözüm ise yabancılara mülk
satışında yüksek oranda vergi almalarıdır. İsrail’de yabancılara toprak satışı
kesinlikle yasaktır. Yunanistan, adalarda ve sınıra yakın yerlerde mülk ve
toprak satışını yasaklamıştır. Türkiye’de ise sınırlara yakın yerlerin
satılmasına engel olunması bir yana, satışa çıkarılan yerler yoğun olarak kıyı
ve sınır bölgelerindedir. Değerli milletvekilleri, sözlerimi Sayın Süheyl Ünver’in “İstanbul Risaleleri” adlı eserinden bir alıntı
ile bitirmek istiyorum. Dikkatinize sunacağım bu eser, 1995 yılında Sayın
Başbakan Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanmıştır. “İstanbul Risaleleri” adlı eserde şöyle deniliyor: “Fatih
İstanbul'u alıp Ayasofya önüne geldiği zaman derinden bir inilti sesi duyar.
Sesin geldiği tarafa bir adamını gönderir. Hâli perişan olarak huzura getirilen
keşişe neden hapsedildiğini sorar. Keşiş ise, kuşatma sırasında Bizans
İmparatoru Konstantin’in kendisini çağırıp, İstanbul'u
Türklerin alıp almayacağını bildirmesi için remil atmasını -yani fal bakmasını-
istediğini söyler. Remil atan keşiş İstanbul'un Türklerin eline geçeceğini
bildirmesi üzerine Konstantin'in ona kızarak zindana
attığını söyler. Bunun üzerine Fatih de keşişten İstanbul'un Türklerin elinden
çıkıp çıkmayacağına dair remil atmasını ister ve eğer doğruyu söylerse
mükâfatlandıracağını bildirir. Keşiş remil atar ve şöyle der: ‘İstanbul Türklerin elinden harp ve
darp ile çıkmayacak, ancak öyle bir zaman gelecek ki, elinizdeki emlak ve arazi
satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak.’ Bu sözler üzerine
Fatih ellerini havaya kaldırarak ‘Fethettiğim yerleri ecnebilere satanlar
Allah’ın gazabına uğrasın.’ der.” (MHP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, bu 23’üncü Dönemde iktidarın yaptığı
yanlışları gördükçe, apar topar, ülke menfaatlerini düşünmeden çıkarılan
yasaları gördükçe gelecek ile olan kuşkularım artmaktadır. Vakıflar Yasası, 301
ile Türklüğe hakaret yasası, TRT’de farklı dillerden yayın yapılarak devlet
eliyle kendi bölücülüğümüzü kendimizin yapar hâle gelmesi, vatan topraklarının
satılması ve daha neleri neleri… Bu duygu ve düşüncelerle bu hayırsız ve bedduaya mazhar yasanın
çıkmamasını diler, “Allah yanlış yapanları ıslah etsin.” der ve “Büyük Türk
milletinin yâr ve yardımcısı olsun.” der, hepinize saygılar sunarım. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Serdaroğlu. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, madde üzerinde AK Parti
Grubu adına söz almak istiyorum. BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Elitaş. (AK
Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 223 sıra sayılı, Tapu Kanunu’nda değişiklik yapılan kanun üzerinde
görüşmelerimize devam ediyoruz. Değerli milletvekillerimizin yaptıkları
katkılar, eleştiriler, ilave ettikleri, gerçekten bugün yapılan kanun
konuşmalarına baktığımızda esas itibarıyla eğer siyaset yapmazlarsa, politika
yapmazlarsa çok teknik bilgilendirme yaptıklarını görüyoruz ve yapılan kanundan
hem değerli milletvekillerimizin hem de kamuoyunun çok büyük fayda sağladığı
kanaatindeyim. İktidar tarafındaki arkadaşlarımız yapılan kanunun doğruluğu
çerçevesinde, diğer arkadaşlarımız da yapılan kanunun şu eksiklikleri var diye
ifade ederken açıkçası hamaset yapmadıkları çerçevede bazı şeylerin daha iyi
anlaşılır noktaya geldiğini görüyorum. Biraz önce benim verdiğim bir önergeyle, 2’nci madde ilave
edilmesi konusunda, muhalefet partisinden değerli milletvekili arkadaşlarımızın
bu konuda ortaya koydukları tepkileri değerlendirip en azından hem milletimizin
rahatlaması hem değerli milletvekillerinin bu konuda daha etkin fikir sahibi
olabilmeleri amacıyla, Komisyona bu maddenin geri çekilmesini arzu ettik. Bizim bu 2’nci maddedeki niyetimiz, Anayasa Mahkemesince,
yabancılara gayrimenkul satışıyla ilgili yapılan kanunun 3’üncü maddesindeki
düzenlemenin iptal edilmesiyle alakalı bir durum. Anayasa Mahkemesi iptal
gerekçesinde ifade ediyor, diyor ki: “Yabancı uyruklular tarafından kurulmuş
Türk şirketlerinin Türkiye’de herhangi bir şekilde gayrimenkul edinimleri
sınırsız bir şekilde ortaya çıkarıldığından dolayı, bunun sınırlarının tayin
edilmesi gerekir.” Anayasa Mahkemesi, yabancılara, yabancıların ortak olduğu, Türk
hukukuna göre, Türk Ticaret Kanunu ilkelerine göre, kurallarına göre kurulmuş
şirketlerle ilgili herhangi bir çekincesini veya sakıncasını ortaya koymuyor.
Bunun, sınırsız olarak ortaya çıktığından dolayı, Türk şirketi de olsa,
yabancılar ortaksa, bunlara bir sınırlama getirilmesi lazım diyor. Yine,
Anayasa Mahkemesinin itiraz gerekçeleri içerisinde “Şirket konusu içerisinde
bulunmayan bir şekilde faaliyette bulunan yabancılar tarafından kurulmuş Türk
şirketlerinin, şirket konusunu ana sözleşmelerinde yazmaları şartının aranması
gerekir.” diyor. Aslında, herhâlde daha önceki süreçlerde, bununla ilgili yasal
düzenleme çerçevesinde iktisap etmiş, gayrimenkul edinimlerini sağlamış,
şirketlerini faaliyete geçirmiş şirketlerle ilgili, ana sözleşme değişikliğinin
geçmişe dönük olmayacağı varsayımıyla bu düzenleme yapılmaya gidilmiş. Niye?
Tamamen samimi bir niyet var, tamamen halisane bir niyet var. Bir de, değerli milletvekilleri, askerî yasak bölgelerle ilgili,
bu kanun teklifinin, benim imzamın olduğu, ek madde ilavesi verdiğimiz kanun
teklifinin, 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler Kanunu’yla ilgili bir düzenleme
yapıyoruz. Şimdi, bu 2565 sayılı Kanun’un 28’inci maddesi askerî yasak
bölgelere yakın yerlerdeki satışlarla ilgili herhangi bir sınırlama getirmemiş.
Bakınız, 2565 sayılı Kanun’un 28’inci maddesini okuyorum: “Genelkurmay
Başkanlığının teklifi üzerine askeri yasak bölgelere yakınlığı veya diğer
stratejik nedenlerle tespit edilecek bölgelerde yabancıların taşınmaz mal
edinemeyeceklerine ve izin alınmadıkça kiralayamayacaklarına, Bakanlar
Kurulunca karar verilebilir.” Genelkurmay teklif edecek. Askerî stratejik
bölgeleri Genelkurmay teklif edecek, Bakanlar Kurulu da buna karar verebilecek.
Şu anda 28’inci maddede herhangi bir sınırlama söz konusu değil. Bizim
buradaki… HARUN ÖZTÜK (İzmir) – Var, var, var! MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Harun Bey, önceki maddeleri de
okuyacağım, müsaade edin. HARUN ÖZTÜK (İzmir) – Mücavir alanda Bakanlar Kurulu yetkisi var. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Harun Bey, müsaade edin. Bakın ben
madde içeriğini okuyorum. Sayın Öztürk, bakın, kara
askerî yasak bölgeleri, Kanun’un 5’inci maddesi, birinci derecede kara askerî
yasak bölgeleri, Kanun’da nasıl olacağı sayılmış, diyor ki: “Yurt savunması bakımından hayati önem taşıyan askeri tesis ve
bölgelerin, çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle
belirlenen dış sınırlarının en az yüz, en fazla dörtyüz
metre uzağından alınan noktaların birleştirilmesi suretiyle meydana gelen
alanlarda, Kara sınır hattı boyunca ve lüzum görülen kıyılarda otuz ila altıyüz metre derinlikteki sahalarda, Tesis edilir.” Ancak, Genelkurmay Başkanlığı, bu sahaların genişletilmesiyle
ilgili bir düşüncesi ortaya çıktığında Bakanlar Kurulundan bu konuda
genişletmekle ilgili talepte bulunabilir. Kim yetkili? Bakanlar Kurulu yetkili.
Kim isteyecek? Genelkurmay Başkanlığı isteyecek. İşte, burada 28’inci madde,
değerli arkadaşlar bakınız, “… Bakanlar Kurulunca karar verilebilir.” diyor,
“verilir” diye bir hüküm yok. Bizim buradaki amacımız, niyetimiz,
28’inci maddedeki, tamamen sınırsız bir şekilde, 28’inci maddede sayılan askerî
yasak bölgeler ve stratejik önemi haiz olduğu ifade edilen bölgelerde, kanunlar
gereğince mahkemeye müracaat eden bir şirketin bu sınırsızlıktan faydalanmamak
ve bunun önündeki engeli ortaya koyabilmek ve Anayasa Mahkemesinin iade
gerekçesini gerçekleştirebilmek amacıyla Bakanlar Kurulunca –bakın, tekrar
altını çiziyorum bu 28’inci maddenin- bu bölgelerde, Genelkurmay Başkanlığının
isteyip veya istememesi… Çünkü, isteyip istememesi diye bir durum söz
konusu değil. Bu bölgelerde herhangi bir şekilde yatırım yapan yabancı
uyruklular tarafından kurulmuş Türk şirketlerinin burada mal edinimlerinin
ortaya çıkması durumunda, Bakanlar Kurulu izin vermek zorunda. Önce, Bakanlar Kurulu
“Bu stratejik bölgelerde izin verdim.” diyor. İzin vermediği bölgelerde zaten
herhangi bir kişinin, yabancı uyruklu şirketin veya kişilerin mal edinmeleri
mümkün değil. İzin verdi Bakanlar Kurulu, o yolu açtı. Arkasından, izin verilen
bölgelerde ildeki yetkili kurullar… Kimler bunlar? Yazmışız: Valilik… OKTAY VURAL (İzmir) – Zabıta… MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Lütfen Sayın Başkanım, lütfen Sayın
Başkan… OKTAY VURAL (İzmir) – İdari şeyler… MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Lütfen Sayın Başkan… Bakın, hakikaten
inanarak bunu ifade etmeye çalışıyorum. Sayın Bal’ın ifadelerini, gerçi Sayın
Şandır “durdurun” diye ifade etti ama biz Sayın Bal’ı ilgiyle dinledik.
İnanarak söylüyorum, Sayın Bal’ın da burada muhakkak ki bu çekincelerini
inanarak söylediğini ifade ediyorum. Bakınız, burada, bu valilik bünyesinde ilgili idare
temsilcilerinin katılımıyla oluşan komisyonda, edinim, ülke güvenliği ve
faaliyet konusu uygunluğu değerlendirilerek karara bağlanır. Şimdi, 28’inci
maddeye göre, öncelikle Bakanlar Kurulu, o bölgelerde yabancı uyruklular
tarafından kurulmuş Türk şirketlerine bir izin verme konusunda bölgeyi izne
açacak, izne açtıktan sonra vali başkanlığında… Neresi? İzmir. Neresi? Konya.
Neresi? Kayseri. Bu bölgelerde izne açılan bölgeler varsa, bu bölgelerde vali
başkanlığında ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte izin verilip verilmeyeceği
konusunda valilik yetkili kılınmış, ama önce Bakanlar Kuruluna bu yetki
verilmiş. Değerli arkadaşlar, belki maddenin düzenlenmesinde teknik olarak
bazı farklılıklar, bazı yanlış anlamalara meydan verecek problemler çıkabilir.
Bunu Komisyonda değerli üyelerimiz, değerli arkadaşlarımız tartışabilirler,
bakabilirler, değerlendirirler. Muhtemelen, Adalet Komisyonumuz herhâlde
önümüzdeki hafta bu görüşmelerini tamamlayacak. Hem muhalefetten
milletvekilleri hem değerli milletvekillerimiz hem de ilgili bürokrasi ve
ilgili Bakanlığımız bu konuda gerekli tartışmaları yaparlar. Biz, açık yüreklilikle AK Parti Grubu olarak şunu diyoruz:
Yaptığımızın tamamen şu andaki anlattıklarımız çerçevesinde olmasını arzu
ediyoruz. Bu kanun metni nasıl düzenlendi? Bu kanun metni İçişleri Bakanlığı,
Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakanlık ve askerî yetkililerle birlikte
düzenlendi. Onlardan alınan görüş çerçevesinde bu kanun metni düzenlendi. Samimiyetle,
iyi niyetle getirilmiş bir düzenlemedir. İnşallah, değerli milletvekillerimizin
Komisyonda verecekleri katkılarla birlikte, madde metninde maddi hata varsa,
madde metninde ortaya çıkacak maddi hatalar ve farklı anlamalara meydan verecek
kelimelerle ilgili, cümlelerle ilgili düzenlemelerde katkı yapacaklarını ve
ülkemize önemli bir maddeyi de tekrar ihdas edeceğimizi ümit ediyor, değerli
milletvekillerine saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
2’nci madde üzerine şahsı adına Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın.
Buyurunuz Sayın Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar) AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli üyeler; 223 sıra
sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci
maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, görüşülmekte olan 2’nci maddeyle 2644 sayılı
Tapu Kanunu’na geçici bir madde eklenmiş durumdadır. Bu
maddeyle, Kanun’un 35’inci maddesinin yedinci fıkrası, yabancı uyruklu olan
gerçek kişiler ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan
tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak
edinemeyecekleri alanların yüzölçümleri ile bu yüz ölçümlerle ilgili kurum ve
kuruluşlarca ve valiliklerce maddenin yürürlük tarihinden itibaren en geç üç ay
içerisinde komisyona bildireceklerine dair bir fıkra hükmüdür, madde hükmüdür. Ve
bu süre tespit edilinceye kadar da geçecek süre içerisinde yabancı uyruklu gerçek
kişiler, bu Kanunun 35’inci maddesi hükümlerine göre merkez ilçe ve ilçeler
bazında taşınmaz ve sınırlı ayni haklar edinebilirler. Burada tekrar
yenilemekte ve hatırlatma fayda gördüğüm birkaç hususu sizlerle paylaşmak
istiyorum. Değerli milletvekilleri, 1934 yılından AK Parti İktidarına kadar,
yani bu süreye kadar geçen süre içerisinde Türkiye’de, özellikle 2005’e kadar
30 hektara kadar yabancı kişilere toprak zaten satılabiliyordu -bunu biz
getirmedik- 30 hektardan daha fazla olan alanlar için de Bakanlar Kurulu
kararıyla satış gerçekleştirilebiliyordu. Hatta bu 30 hektara kadar olan
serbest satışı -AK Parti İktidarıyla birlikte- 2,5 hektara yine bizler
düşürdük. Bunun da göz ardı edilmeden ayrıca dikkat edilmesi gerektiği
kanaatindeyim ki hassasiyetimizi anlamanız açısından bunu ifade ediyorum. Yine, bu satın almalar mütekabiliyet esasına göre
gerçekleştirilmektedir yani karşılıklı, onlardan biz nasıl alıyorsak, aynı
şekilde satışla alakalı… Diğer ülkelerde vatandaşlarımıza taşınmaz mal edinme
hakkı tanınıyorsa, ülkemizde de aynı haklar tanınmaktadır. Bu durum, her ülkede
büyükelçiliklerimizce de takip edilmekte ve Dışişleri Bakanlığına
bildirilmektedir. Değerli arkadaşlar, sadece konut ve iş yeri olabilen, planlı,
programlı alanlarda yapılan satışlarda kati surette tarım alanları, köyler
bulunmadığı gibi askerî güvenlik bölgeleri ve stratejik bölgelerin satışı da
mümkün görülmemektedir, yani planı olmayan bir durum söz konusu değildir. Burada daha önce de tekrar tekrar
bahsedildi ve bu kürsüden çok konuşuldu. Yapılan tüm bu satışlar, miktarları,
alanları, yüz ölçümleri, nerede olduğu, hepsi kayıtlı ve resmî belgelerde
mevcuttur. Benim de bölgem olan GAP bölgesinde İsraillilere ve Yunanlılara
satışlar yapıldığı söylendi maalesef. Ama bu gerçek dışıdır. Bu bölgede
İsraillilere ve Yunanlılara tek bir satışın yapılmadığı gayet açıktır. Diğer
bölgedeki satışlar da hakeza böyle. Peki, yabancılara satışlar bu dönemde mi başladı, yeni mi başladı?
Hayır. Bunlar cumhuriyetten önce de belki vardı ama yasal düzenleme olarak
Atatürk döneminde 1934 tarihli ve 2644 sayılı Tapu Kanunu ile karşılıklı olmak
ve yasal sınırlamalara uymak kaydıyla yabancı gerçek kişiler mal satın
alabiliyor ve miras yoluyla 30 hektara kadar mülk edinebiliyordu. Az önce de
ifade ettiğim gibi, yine bu 30 hektarı biz 2,5 hektara düşürmüş bulunuyoruz.
Yani, anlaşılan yetmiş dört yıldan beri yabancılara mülk satışı var ve AK Parti
döneminde yapılan satışlar bu yetmiş dört yıllık ortalamanın dahi altındadır ve
yine kaldı ki bu hektar sınırlamasını da getirmiş bulunuyoruz. Değerli arkadaşlar, nihayetinde, ülkemizin, vatanımızın,
topraklarımızın menfaatini koruma hususunda en az muhalefetteki arkadaşlarımız
kadar bizim de hassasiyetimiz en ciddi şekilde devam etmektedir ve edecektir.
Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Halkımız da bunu en iyi şekilde
bilmektedir. Lütfen bu kürsüden halkımızı yanlış yönlendirmeyelim. Hamasetten
vazgeçerek, istismarcılık da yapmayalım. Değerli milletvekilleri, bu duygu ve düşüncelerle, 223 sıra sayılı
Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın ülkemize ve
milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aydın. Şahsı adına ikinci söz Van Milletvekili Gülşen Orhan’a ait.
Buyurunuz Sayın Orhan. (AK Parti sıralarından alkışlar) GÜLŞEN ORHAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223
sıra sayılı Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci
maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Yabancılara taşınmaz satışının tarihi 1868 yılına kadar
gitmektedir. 1914’te bu uygulama kaldırılmıştır. Ancak, Lozan Anlaşması’yla
mütekabiliyet esası çerçevesinde taşınmaz edinme hakkı yeniden kabul edilmiştir.
Bugünkü anlamda yasal düzenleme de 1934 yılında 2644 sayılı Tapu Kanunu’yla
yapılmıştır. Ardından değişik tarihlerde yeni yasal düzenlemeler olagelmiştir. Değerli arkadaşlar, işaret ettiğim gibi, yüz yılı aşkın süredir
yabancılara taşınmaz ya da mülk satışı gerçekleşmektedir. Bu uygulama ilk defa
bizim iktidarımız döneminde gündeme gelmiş değildir. Geçmişte bu satışlar az da
bugün çoğaldıysa, bunun ardında komşularımıza ve dünyaya kapılarımızı kapatacak
art niyetler mi aramamız gerekiyor? Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün
bize bıraktığı “Yurtta sulh, cihanda sulh” anlayışını dünyayla aramızda
duvarlar örerek mi gerçekleştireceğiz? Değerli milletvekilleri, ülkemizi geçmişin, yüz yıl öncesinin
şartlarına hapsederek dünyayla rekabet edecek seviyeye, güce eriştiremeyiz.
Bizim yurttaşlarımız da yurt dışında gayrimenkul ediniyorlar, tesisler
kuruyorlar, peki bu nasıl oluyor? Bugün her açıdan rekabet hâlinde olan dünya
ülkeleri arasında güçlü bir konuma sahip olabilmek için elimizdeki tüm
fırsatları değerlendirmek durumundayız. Yurdumuza büyük bir girdi sağlayacağı
inkâr edilemeyecek olan yabancı sermayeyi göz ardı edemeyiz. Bu insanların
ülkemize gelip yatırım yapmaları, piyasaları hareketlendirmeleri, yeni projeler
üretmeleri bizi artık ürkütmemelidir. Türkiye’de yabancıların ilgi gösterdiği en önemli bölgeler
kıyılarımızdır. Bir turizm cenneti olan ülkemizin bu illerinde mülk edinen bu
insanların amaçlarında bir art niyet aramak ne derece doğrudur? Özellikle Ege
ve Akdeniz Bölgelerine yönelik bu talep, bölge insanımızın yüzünü güldürmüş ve
ekonomik açıdan çok ciddi hareketliliğe imkân tanımıştır. İkinci sıradaysa
birkaç büyük ilimiz geliyor ki, buralarda da ekonomik hareketlilikten başka bir
sonuç çıkmamaktadır. Değerli milletvekilleri, bu konunun sıklıkla tartışılması, il tapu
ve kadastro müdürlüklerini araştırmalar yapmaya sevk etmiştir. Neticede
yabancıların edindikleri taşınmazların nitelikleri ve boyutları hakkında elde
edilen verilerin hiçbir endişeye yer vermediğini ve güvenlik açısından da herhangi
bir sorun teşkil etmediğini ortaya koymuştur. Bir asırdan beridir uygulanmakta olan, bugün ise mütekabiliyet
esası göz önünde bulundurularak ve kanuni sınırlamalar çerçevesinde
gerçekleştirilen uygulamanın yine de belli bir büyüklüğü geçmeyeceğini, bunun
yasayla sınırlandırıldığını da hatırlatmak istiyorum. Düzenlemeyle Anayasa Mahkemesinin kararından sonra ortaya çıkan
belirsizlik giderilmektedir. Geçici 2’nci madde yabancı gerçek kişiler ile
tüzel kişiliğe sahip yabancı ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak
edinemeyecekleri alanların yüz ölçümlerini ilçelerin imar planları itibarıyla
valiliklerin belirleyeceğini de öngörmektedir. Değerli milletvekilleri, evet, ülkemiz stratejik bir coğrafyadadır
ancak Türkiye bugün bunu bir avantaj olarak kendi lehinde kullanabilecek beyne
de güce de sahiptir. Tasarının hazırlanmasında emeği geçenleri, eleştirileriyle katkıda
bulunan iktidar ve muhalefet milletvekillerini kutlar, tekrar saygılar sunarım.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Orhan. Madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyoruz. Sayın Kaptan, Sayın Öztürk, Sayın Sipahi
ve Sayın Genç… Buyurunuz Sayın Kaptan. OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, sizi görünce Antalya ile ilgili sorayım dedim, yani
domatesle ilgili sorayım dedim. Çünkü ben sorularımı ilgili bakana
hazırlamıştım. Birincisi, Sayın Bakanım, çiftçilerimizin elindeki araziyi alıp
yabancılara satacağımıza, çiftçimizin elinde kalan domatesi Rusya’ya satmayı
niye sağlamıyoruz? İkinci soru: Daireler ve Hatay ilindeki durum dışında cumhuriyet
tarihi boyunca 2002 Kasımına kadar yabancılara kaç dönüm arazi satılmıştır?
2002 Kasımından sonra, yani İktidarınız döneminde yabancılara kaç dönüm arazi
satılmıştır? Üçüncü ve son sorum: Yabancılara sattığınız bankalara
çiftçilerimizin ipotekli arazi miktarının 165 bin dönümü geçtiği basında
yazılmaktadır. Bu 165 bin dönüm arazi ileride borçlarını ödeyemeyen
çiftçilerimizin elinden alınıp yabancı bankaların malı olacak mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaptan. Sayın Öztürk… HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakanın, biraz önce Sayın Elitaş’ın
Genel Kurula eksik bilgi vermesi nedeniyle ilgili madde hükmünü bir kez daha
değerlendirmesi ve Genel Kurulun doğru bilgilendirilmesi için söz aldım. Bir kere, askerî yasak bölgeler, mutlak surette yabancılara satışı
yasak olan bölgelerdir. Dolayısıyla, mevcut Kanun’da, Elitaş’ın
sözünü ettiği Kanun’da Bakanlar Kuruluna verilen yetki, askerî yasak bölgelere mücavir
sahalarla ilgili verilen bir yetkidir. Dolayısıyla burada biraz önce verilen ve
geri çekilen önergede, askerî bölgeler de dâhil, valilerin izniyle yabancılara
satış iznine imkân getiren bir düzenleme yapılmıştır. Konuyu düzeltir ve Genel
Kurulun bilgilerine arz ederim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk. Sayın Sipahi… KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, ben bir konuyu bilgilerinize sunmak istiyorum.
Biraz önce bu 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler Kanunu ile bu yasa tasarısı
arasında bir bağlantı kurulmaya çalışıldı. Önce, birinci yasak, özellikle kara yasak bölgeleri için: Buralara
yabancıların girmesi kesinlikle yasaktır. Mümkünse kamulaştırılır. Türk
vatandaşlarının girmesi ise sadece gündüz saatlerine inhisar etmek üzere izne
tabidir. Gelelim ikinci yasak bölgelere: Bunlar 5 kilometreye kadar uzanır.
Ben, bırakın yabancılara satmayı, bununla ilgili… Hatırlarsanız sizin de
bulunduğunuz bir toplantıda -27-28 Şubattı
zannediyorum- burayla ilgili bir fotoğraf çekilmesi konusunda Hükûmetinizin getirdiği bir tasarıyı oylamıştık, onu aynen
okuyorum, ikinci askerî yasak bölgeler için: “Bölge içindeki askerî tesislerin
ve bölgeden birinci derece kara askeri yasak bölgenin dürbünle gözetlenmesi, bölgenin
fotoğraf ve filminin çekilmesi, harita, resim ve krokisinin yapılması, not
alınması veya harita uygulaması gibi faaliyetlerde bulunulması ve bölgenin
savunma ve güvenlik tedbirlerini aksatacak, bozacak ve açıklayacak cihazlar
kullanılması, bu amaçla görevlendirilmiş olanlar ile Genelkurmay Başkanlığı
tarafından izin verilmiş olanlar hariç, yasaktır.” Yani, fotoğraf çekmeyi
yasaklıyoruz ve bu bölgeyi şimdi satmaya çalışıyoruz. Bu tenakuzu
takdirlerinize sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sipahi. Sayın Genç… KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bu maddenin son fıkrasında diyor ki: “…valilikler bu fıkrada
belirtilen ilçelerin uygulama imar planı ve mevzi imar planı sınırları
içerisinde kalan toplam alanların yüzölçümlerini bu maddenin yürürlük
tarihinden itibaren en geç üç ay içinde komisyona bildirir.” Bu komisyona
bildirme tarihine kadar, yani, bu üç ay içinde, yabancı uyruklu kişiler yine
taşınmaz almaya devam edecekler. Peki, bu üç ay içinde taşınmaz almaya devam
ederlerken, valiliklerce bildirilen alan, yani yüzde 10’u aşarsa, bu fazla
alınan, yabancıların fazla aldıkları şey nasıl bir işleme tabi tutulacak?
Bunlar iptal mi edilecek? Tapuları mı iptal edilecek? Yoksa kazanılmış hak
olarak bunların üzerine tescil mi edilecek? Biraz önce Mustafa Elitaş, tabii,
verdiği önergeyi, suçluların telaşı içinde, yanlış izah etti. Keşke bizim de
imkânımız olsaydı da o Mustafa Elitaş’ın verdiği
önergenin Türkiye’ye ne kadar sıkıntılar getirdiğini belirtebilseydik.
Zamanımız da olmadığı için kendisine şey etmedik, ama biraz suçluların telaşı
içinde çıktı… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç. Sayın Barış… TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Teşekkürler Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, Dışişleri Bakanımız Ali Babacan katıldığı bir TV
programında “Dış açık büyüyor, cari açığımız büyüyor, bu konuda ne
düşünüyorsunuz?” sorusuna “Yabancılara Mülk Satışı Kanunu yakında çıkacaktır,
buradan gelecek parayla biz bu açığı kapatacağız.” demiştir. Bu doğru mudur? Doğru
ise siz buna katılıyor musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Barış. Sayın Ekmen… MEHMET EMİN EKMEN (Batman) – Sayın Bakanım, yasaya ilişkin
değerlendirme yapan bir arkadaşımız “İstanbul Risaleleri” isimli bir kitaptan anekdot alarak, Fatih Sultan Mehmet zamanında bir keşişin
yapmış olduğu bir kehanet ve buna karşı Fatih Sultan Mehmet’in bir bedduasını
dile getirerek yasaya karşı olduğunu dile getirdi. Ben şu hususu merak ediyorum: Hükûmetiniz
yapmış olduğu yasama çalışmalarının hazırlık aşamalarında başta Nostradamus
olmak üzere farklı kâhinlerin günümüze ilişkin kehanetlerini incelemekte midir?
Bu yasada bu noktada bir sıkıntı bulunmakta mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ekmen. Buyurunuz Sayın Bakan. OKTAY VURAL (İzmir) – Fatih’in bedduasını gidip Nostradamus’a şey
yapıyor ya! Bu mukayese bile haksızlık ecdadımıza ya! Böyle bir mukayese olur
mu ya! Yani Fatih’in bedduasını şey yapıyoruz, bu kalkıp bize Nostradamus’u…
Böyle bir şey olur mu ya! Ecdadınıza bari sahip çıkın! BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Sayın Kaptan, değerli Antalya Milletvekili arkadaşımız, benim de
kendisi gibi Antalya Milletvekili olmam dolayısıyla, pek görev alanıma girmemekle
birlikte domates ihracatıyla ilgili bir soru bana yönelttiler. Kendileri
buyurdular ki “Çiftçilerimizin elindeki arazileri yabancılara satacağınıza
domateslerini Rusya’ya satsanız daha iyi olmaz mı?” dediler. Sayın Kaptan, bir defa, tarım alanlarının satışı mümkün değil
biliyorsunuz. Yani Tapu Kanunu’nda tarım alanlarının yabancılara satışı
yasaktır. Önce bunu belirteyim. Tabii, domates satışlarıyla ilgili, ihracatıyla ilgili bir sorun
yaşanıyor. Geçtiğimiz yıllarda da yaşanmıştı başka ürünlerle ilgili, özelikle
Rusya açısından. Sanıyorum kontrol belgeleriyle ilgili bir sorun yaşanıyor.
Daha önce olduğu gibi Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız
Rusya’daki muadilleriyle bu konuyu kısa sürede görüşecek, çözeceklerine
inanıyorum. Çünkü konu bizden kaynaklanmıyor, bu ihracatı yaptığımız ülkelerin
tutumundan biraz da kaynaklanıyor. Bunun sebepleri kısa sürede temin edilerek,
bulunarak bu sorunu geride bırakacağımıza inanıyorum. Sayın Öztürk ve Sayın Sipahi bana soru
sormadılar. Özellikle Sayın Öztürk, komisyona geri
çekilen önergeyle ilgili Sayın Elitaş’ın
açıklamalarına yönelik mukabil açıklamalarda bulundular. O nedenle, kendilerine
benim söyleyeceğim herhangi bir şey yok. Sayın Sipahi de aşağı yukarı, bir konuyla ilgili, askerî
bölgelerle ilgili -kendisi de emekli bir asker olması dolayısıyla- görüşlerini
bizimle paylaştılar. O nedenle onun söylediklerine de bir ilavem olmayacak. Sayın Genç’in bir değerlendirmesi oldu. “Üç ay içerisinde
komisyona bildirilecek ancak üç ay içerisinde almaya devam edilecek, en
azından, mülk alımı uygulanmaya devam edilecek. Acaba buradan bir sorun çıkmaz
mı?” dediler. Tapu Kadastro Genel Müdürümüzün bu konuyla ilgili
değerlendirmesini, benim de katıldığım değerlendirmesini sizlerle paylaşmak
istiyorum: Üç ay içerisinde valilikler tarafından bildirilene kadar yüzde 10
üzerinden satışlar devam edecek. Şu an için bu orana yaklaşan bir ilçemiz
bulunmamaktadır. Sayın Barış, Sayın Babacan’ın söylediğini iddia ettiği bir cümleye
katılıp katılmadığımı bana sordu. Sayın Babacan’ın, hangi amaçla hangi cümleyi
kullandığı konusunda bir malumat sahibi değilim, kendisiyle de görüşmüş
değilim. O nedenle, bu konuda bir değerlendirme yapamayacağım. Sayın Başkanım, arkadaşlarımızın değerlendirmeleriyle ilgili
cevaplarım bu. Sayın Kaptan’ın başka soruları da oldu. Ancak bunların tamamını
tespit edemedim Sayın Kaptan. Cevaplandıramadığım sorularınıza yazılı cevap
vereceğim çünkü çok hızlı konuştunuz, tespit edemedim. Domatesin dışında üç
tane sorunuz daha oldu, onlara yazılı cevap vereceğim efendim. OSMAN KAPTAN (Antalya) – Tekrar sorayım Sayın Bakan. ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Onlara yazılı cevap
vereceğim. Çok teşekkür ederim efendim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan. 2’nci madde üzerinde önerge yok. 2’nci maddeyi oylarınıza… KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Peki, karar yeter sayısı arayacağım. 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler... Karar yeter sayısı yoktur. On dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 17.36 BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.50 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
117’nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum. 223 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. 2’nci maddenin oylamasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi maddeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – 3’üncü madde üzerine, gruplar adına, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekili Halil
Ünlütepe söz istemiştir. Buyurunuz Sayın Ünlütepe. CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar)
– Sayın Başkan, saygıdeğer üyeler; bugün, Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair -223 sıra sayılı- Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde söz almış
bulunuyorum. Tümünüzü saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, biraz önce, Tapu Yasası’na bir madde ilave
edilmesi konusunda bir önerge verilmişti. Bu önergeyle ilgili biraz önce önerge
sahipleri adına konuşan Sayın Elitaş, bunu Genel
Kurulda izah etme ihtiyacı duydu. Hâlbuki, bu yasa, bu
kanun teklifi geri çekilmişti. Benim düşünceme göre bu bir suçüstü
yakalanmaydı. Zaten Sayın Elitaş hukukçu değil.
Adalet Komisyonundaki değerli üyeler yaptıkları hatanın farkına vararak verilen
arada bu kanun maddesini geri çekme ihtiyacı duymuşlardır. Sayın Elitaş da biraz önce yaptığı konuşmada bunu açıklama
ihtiyacı duymuştur. Sayın Elitaş, Komisyona gelir, bu
kanun teklifini savunur, dilerim bizi ikna eder ama bu bir suçüstü yakalanmadır
ve bundan da kaçış yoktur. Niçin bunu söyleme ihtiyacı duydum? Sayın Elitaş eğer öyle bir açıklama yapma ihtiyacı duymasaydı,
komisyonda bu konudaki düşüncelerimizi paylaşacaktık. Değerli arkadaşlar, Tapu Kanunu’ndaki bu madde üzerindeki
değişiklik 1980’li yıllardan beri Türkiye'nin gündemindedir. Önce Özal’la
başladı yabancılara mülk satışı. “Yabancıların parası gelsin, yatırımlara
dönelim, ülke cennete dönüşecektir.” gibi birtakım açıklamaları gördük. “Sevda
Tepesi” çıktı ortaya, İstanbul’un boğazındaki en güzel yerlerin parası olanlara
satılması Türkiye'nin gündemine getirildi. O dönemde çıkan yasayla ilgili,
değerli milletvekilleri tarafından, Anayasa Mahkemesinde dava açıldı ve açılan
davanın sonucunda Anayasa Mahkemesi, hepinizin de bildiği gibi, şöyle bir
kararı alma ihtiyacı duydu: “Toprak, devletin vazgeçilmesi olanaksız temel
unsuru, egemenlik ve bağımsızlığın simgesidir.” Bu, 80’li yıllardan beri, 85
yılında verilen Anayasa Mahkemesinin bu kararına rağmen, devam eden Toprak
Kanunu’nda bir değişikliği yaratmaya yönelik çalışmalar hep devam etmiştir. Bu
çalışmalar bir yerde devam edebilir, buna ben saygı duyarım ama niçin Anayasa
Mahkemesinin uyardığı doğrultuda yeni bir yasa yapmayı, bu konuda bir düzenleme
yapmayı yüce Meclis düşünmedi? Bu bir iddialaşma: “Benim düşündüğüm doğrultuda
olacak.” Sizin düşündüğünüz doğrultuda olmaz. Erkler ayrılığı sisteminde
yasamanın düşündüğü doğrultudaki işlemler yargı denetimine tabidir. Yargı
denetiminden sonraki olan aksaklıklara göre yeni bir yasal düzenlemeye
gidebiliriz. Bir düşünür şöyle diyor: “Yargının küçümsendiği yerde diktatörlük
kapıdadır.” Katılırsınız ama katılmazsınız, yargı önemli bir faktör, kararı
beğeniriz veya beğenmeyiz. Bunun akabinde, değerli Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara
geldikten sonra, 2003 yılından itibaren, yeniden toprak satışını düzenleyecek
olan Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesinde değişikliklere gitti. O dönemde, 22’nci
Dönemde de Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olarak bizler, AKP
milletvekillerinin aklına koyduğu ve hukuksal gerekçeden yoksun düşüncelerini çoğunluğun
iradesine dayalı olarak sonuçlandırma çabalarına Cumhuriyet Halk Partisi olarak
direnç gösterdik ve bunda da başarı sağladığımız yadsınamaz bir gerçektir. Bu
konudaki çalışmalarımızı komisyonlarda yürüttük, Genel Kurul çalışmalarında
yaptık. Hukuken korunması mümkün olmayan ve ülke gerçekleriyle bağdaşmayan
görüşlere karşı itirazlarımız, iktidar partisi üyelerinin çoğunluk içgüdüsüyle
dikkate alınmamıştır. Saygıdeğer arkadaşlarım, 2003 yılında yapılan yasa değişikliği,
sizin de bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Ama 2005
yılında Anayasa Mahkemesinin gösterdiği kriterlere
gene riayet etmeden “Ben güçlüyüm, benim dediğim olacaktır…” çoğunluğun
diktatörlüğüne yol açacak, hukuk kurallarını çiğneyecek o tür davranışlar
2005’te de gündeme gelmiştir. Peki, 2003 yılında ve 2005 yılında hazırlanan
yasa tasarılarında uyarılara dikkat edildi mi, yeterli çalışmalar yapıldı mı?
Bakın arkadaşlar, 2005 yılındaki yasa 2007 yılında iptal oldu. Birincisi şu:
“Bu fıkrada belirtilen koşullarla yüz ölçümü miktarını otuz hektara kadar
artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.” hükmü. Bu iptal oldu. Şimdi yeni dönemde
getirilmemesi doğru bir iştir. Bu nedenle kutluyorum. Ama,
Anayasa Mahkemesinin orada bir ikazı var. Anayasa’nın 7’nci maddesi “Yasama
yetkisi devredilemez.” diyor. Yasamanın yürütmeye devri yönündeki uzun o
dönemdeki ikazlarımız değerli çoğunluk iradesi tarafından ilgi görmemişti. Eğer
o gün o uyarılarımız hukuk bazında ilgi görseydi, bugün tekrar bu kanunu belki
görüşme ihtiyacı duymayacaktık. Hızlı çalışmak yararlıdır ama hukukun içinde
kalarak. Eğer onu iyi frenleyemezseniz, arabayı duvara toslarsınız. 2003
yılından beri bu yasayla ilgili çalışmalarımızı yürütüyoruz. Bunun müsebbibi,
çoğunluğa sahip olan Adalet ve Kalkınma Partisidir. Örneğin… Peki, bu yasada bu tür değişikliklere riayet edildi mi?
Adalet ve Kalkınma Partisinin zaman zaman… Örneğin,
bakın, 2005 yılında çıkan yasayla ilgili bir konudaki düşüncemi sizinle
paylaşacağım. Komisyon zabıtlarından okuyorum, Millî Savunma Bakanlığı temsilcisi
söylüyor: “Yunanistan’ın, Avrupa Birliğine üye olduktan sonra Adalet Divanının
kararları üzerine yabancılara taşınmaz satışının önünü açtığını kaydeden Millî
Savunma Bakanlığı temsilcisi adalarda hâlâ sınırlamaların olduğunu ileri sürdü.
Yabancı ortaklı Türk şirketlerin taşınmaz alımında sınır olmadığını kaydeden
Millî Savunma Bakanlığı temsilcisi, ülke güvenliği açısından bu şirketlerin
ortaklık yapısının ve nerelerde taşınmaz aldıklarının önemli olduğuna dikkat
çekti.” Millî Savunma Bakanlığının uyarılarına dahi o dönemde çoğunluk
iradesiyle komisyonda dikkat edilmedi, Parlamentoda dikkat edilmedi. Peki, bugün dikkat edildi mi önerdiğimiz bu yasa tasarısında?
Hayır arkadaşlar. Örneğin, bununla ilgili, sivil toplum örgütlerinden harita ve
kadastro mühendislerinin bir raporu var. Aynen şu: İmar planı sınırı içerisinde
kalan alan üzerinde yüzde 10 satış uygulaması yapılması hâlinde, bu oranın
konut ve ticaret alanları üzerinden yüzde 30-40 düzeyine denk geleceği
belirtiliyor. Peki, sivilleşmede, demokratikleşmede çoğulculuğa uyum sağlamak
sizin öne aldığınız konulardan birisiydi fakat sizin düşüncelerinizle farklı
çıkıyorsa sivil toplum örgütlerinin düşüncesi, hiç dikkate almaya gerek yok. Bu
tür bir uygulama size puan kazandırmaz. Peki bununla
ilgili bu yasal düzenlemede hakikaten ciddi şeyler yapıldı mı? Bana göre
eksiklikler fazla. Nedir bunlardan bir tanesi? Sayın Bakana sorduk: “Bu yüzde
10’a düşürdüğünüzde nedir bu iller bazındaki tahminî rakamlar?” Sayın Bakan
Genel Müdürün verdiği rakamları okudu “Yalnız bunlar tahminî rakamlar.” diyor. Değerli milletvekilleri, sizler milletin adına iş gören
kişilersiniz. Tahminî birtakım varsayımlara göre burada kanun yaparsanız bu
kanun tasarısı gene yukarıdan geri döner. Bir altyapısı… Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü o tahminî raporları kesin rapora dönüştürecektir ve daha sonra da
Sayın Bakanlık komisyonda olsun, Mecliste olsun bu yasanın arkasında olacaktır.
Tahminî raporlara göre hazırlayacaksınız ve ondan sonra “Ee,
iptal ediliyor.” Ha, oradaki düşündüğünüz şu: Anayasa Mahkemesi kararları
geriye yürümüyor bu sırada ben satabildiğim kadar satarım. Satarsınız ama hukuku aksatarak
tamamladığınız şeyler size meşruiyet tanımaz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım. Bir şeyi okuyarak huzurunuzdan ayrılacağım. Zaman zaman, değerli arkadaşlarımız, işte, yurt dışında
karşılıklılık ilkesi olduğunu söylediler. Gerçi benim hemşehrim,
Sayın Bakanım burada ama o bilemeyecektir. Bir şeyi soruyorum: Yunanistan’da
Türklere ne kadar, kaç kişiye ne kadar
mülk satılmıştır? Bunun rakamını verebilecek misiniz? Yok, veremezsiniz. Niçin
veremezsiniz? Geçen dönem ilgili bakana sorduğumda aldığım yanıt şuydu:
“Efendim, Avrupa’da istatistik tutmuyorlar.” Peki, benden önce burada konuşan
değerli milletvekilleri devletin birimlerinin verdiği rakamlara göre mi
konuştu? Hayır. Bir vakfın verdiği rakamları Türkiye Büyük Millet Meclisinde
kanıt olarak gösterdi. Bu Meclis öncelikle bakanlığın, devletin verdiği
verilere göre bir yasa yapmaya… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) – …ortam doğurursa o zaman çok şeylerin
hakkından geliriz diye düşünüyorum. Bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ünlütepe. HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) – Ben teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Madde üzerinde şahsı adına Konya Milletvekili Ayşe
Türkmenoğlu… Düzce Milletvekili Metin Kaşıkoğlu… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Konuşmayacak. BAŞKAN – Peki. 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir. 4’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 4- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – 4’üncü madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili
Rahmi Güner konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Güner. (CHP sıralarından
alkışlar) CHP GRUBU ADINA RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesi üzerindeki değişim üzerine
grubum adına söz almış bulunmaktayım. Değerli arkadaşlarım, siyasi partilere mensup birçok arkadaş bu
kanunun kapsamından, teklifin kapsamından rahatsızlıklarını ve Türkiye’de nasıl
sorunlar yaratacağını değişik görüşlerle açıkladılar. Değerli arkadaşlarım, Türkiye üzerinde büyük oyunlar
oynanmaktadır. Zaman zaman, yabancı ülkeler
tarafından Türkiye’nin Misakımillî hudutlarının nasıl parçalanmış, nasıl
başkaları tarafından verilmiş, Sevr Anlaşması’nın belirttiği haritalarla
gündeme geldiğini görmekteyiz. Değerli arkadaşlarım, bundan dört beş ay önce bir kanun geçti,
Vakıflar Yasası. Azınlık vakıflarına büyük hak tanıyan ve Lozan’da bunların
hakları, bu durumlar hâlledilmesine rağmen, Lozan
Anlaşması’nın delinmek suretiyle bu azınlık vakıflarının, Anadolu’daki eski
kiliseleri, ruhban okullarının ve bazı taşınmazların iadesi yönünde bir
kanundu. Değerli arkadaşlarım, hem Avrupa Birliği hem Yunanistan Başbakanı,
Yunanistan Dışişleri Bakanı, zaman zaman, bu
taşınmazların, bu mülklerin ne zaman iade edileceğine dair sorular sormakta.
Daha bundan on beş-yirmi gün önce Sayın Dışişleri Bakanımıza, Yunanistan
Dışişleri Bakanı bu konuda soru tevcih etmişti ve şunu belirtmek istiyorum: Bu,
Anadolu’daki yabancıların yerleşimleri için açılmış bir yoldu. Şimdi, değerli arkadaşlarım, ikinci bir konu da, Tapu Kanunu’nun
35’inci maddesi değişimi olarak gündeme gelmiş bulunmaktadır. Şimdi, kendi
yöremizde ve birçok yerlerde yapmış olduğumuz araştırmalarda, Türkiye’de
faaliyet gösteren, Türkiye’de yerli bankaların tamamen yerini alan yabancı
bankalar bulunmaktadır. Üreticiye, esnafa kredi sağlayan bu bankalar,
taşınmazları da ipotek olarak almaktadırlar. Şimdi, bugün bir kanun teklifi sunuldu ve geri alındı. Değerli
arkadaşlarım, bu kanunu inşallah komisyonda görüşeceğiz. Şimdi, bu Vakıflar
Yasası’ndan sonra gelen Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesi ve bu yabancı
şirketlerin Türkiye’de, gerçek ve tüzel kişilerin nasıl mal alacakları, nasıl
gayrimenkul, taşınmaz edineceklerine dair bir yol açılmış bulunmaktadır.
Üreticiye, esnafa dağıtılan bu paraların, esnaf ve üretici tarafından
ödenmesine imkân yoktur. Elbette ipotek verilen taşınmazların o şirket
tarafından, bankalar tarafından mülkiyeti üzerine alınacaktır. Şimdi, şunu belirtmek istiyorum: Mütekabiliyet sistemi olduğu
ileri sürülüyor. Benim bölgemde kesinlikle şu ana kadar yabancı bir mülk alımı
olmadı, fakat bu kanun çıktıktan sonra olmayacak diye de bir durum yok, tamamen
açılım durumu gelecektir. Değerli arkadaşlarım, mütekabiliyet sistemi söyleniyor. Hangi
vatandaşımız, Türk vatandaşı gidip de Yunanistan’da mülk alabilecek? Var mı?
Ben araştırmalarımızda görmedim. Yalnız, Yunanlıların, Ege, Marmara
Bölgelerinde mülk aldığı tespit edilmiş. Bu, istatistiklerde
belli. Yalnız şunu söylüyorum: En hassas bölge olarak üzerinde
durdukları Karadeniz Bölgesi’dir. Artık bundan sonra Karadeniz Bölgesi’nde bu
şekilde mülk alımlarına başlayacaklardır. Kim düşünürdü ki, bundan on sene, on
beş sene önce, Karadeniz’deki benim ilimde, birçok illerde, İngiliz bankaları,
Fransız bankaları, Yunan bankaları, Finansbank ve Denizbankın kesinlikle iş yapacağı şeklinde bir görüş olur
muydu, bir görüş belirtilir miydi değerli arkadaşlarım? Şu anda bu bankalar,
bütün kredi mekanizmalarını, üreticilere kredi vermeleri eline almış
bulunmaktadırlar. Şimdi, Türkiye çok hassas bir bölge. Tamamen küreselleşen ekonominin baskısı altında kalmış; ekonomi
gittikçe bozulmakta, halk topraklarından göç etmeye başlamış; benim bölgemde,
Karadeniz Bölgesi’nde kendi ilimde 200 bine yakın göç yapılmıştır. Değerli
arkadaşlarım, bu göç dört beş sene içinde yapıldı. Tesis yok, yatırım yok.
Yabancı bankalar yatırıma teşvik vermiyorlar, verdikleri para tamamen faize
dayalı paralar, faiz karşılığı verilen paralar ve bu şekilde mülk edinmek
suretiyle belki bölgelerimizde tamamen ekonomiye de hâkim olacaklar,
gayrimenkullerde ağırlık kazanacaklar. Şimdi, kanun tasarısında “Uygulama imar planı ve mevzi imar planı
dâhilindeki taşınmazların yüzde 10’u.” diyor değerli arkadaşlarım. Bu, çok büyük bir rakam. Hesap ettiğimiz zaman… Yine bir
kaynaktan edindiğim bilgiye göre “Türkiye’de, Türk topraklarında yabancıların
bu şekilde elde edecekleri gayrimenkuller 80 bin kilometrekare.” deniyor. Değerli arkadaşlarım, yabancı ülkelere bakıldığı zaman, İspanya,
Danimarka, İsveç, İsviçre, Rusya, Ukrayna, Slovenya gibi ülkelerde bizim kadar
cömert davranma, bizim kadar yabancılara şartsız ve hiçbir mükellefiyet
yüklemeden toprak verme durumu, toprak mülkiyeti tanıma durumu yok. Burada konuşmacı arkadaşımız bir konuyu belirtti İngiltere’de de
aynı şekilde gayrimenkul verildiği şeklinde. Yalnız, İngiltere’de taşınmazlarda
mülkiyet kraliçenindir, krallığındır, ancak kullanım hakkı verilir. Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de bu durumlar varken bizim… Açıkça
bir konuyu daha söylemek istiyorum: Dün burada bir arkadaşımız Türkiye’nin
ikinci adamı, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın batı cephesi komutanı, büyüğümüz İsmet
Paşa’ya laf attı. Şunu açıkça söylemek istiyorum: Bu vatanperver ve kahraman
kişilere karşı bu lafı hiçbir zaman hazmedemedim. Çünkü,
ben o kişinin genel başkanlığında bu siyasi partide görev yaptım. Değerli arkadaşlarım, 1950-1960 yıllarındaki bir iktidar döneminde
Türkiye’nin bazı kaynakları Amerika’ya peşkeş çekilirken, Amerika’ya ikili
anlaşmalarla verilirken çok değerli bu büyüğümüz bir laf söylemiştir. Bunu
burada bilenler vardır. Bu kürsüden şunu haykırmıştır: “Amasya’nın elma
bahçelerini Amerika’ya ipotek etmeyin.” demiştir değerli arkadaşlarım. İşte, bakın, o büyüğümüzün ne kadar vatanperver ne kadar bu
toprakları, bu insanları sevdiğinin açıkça bir sözüdür. Arşivden arayıp
bulabilirsiniz. Ve açık olarak söylemiştir: “Amasya’nın elma bahçelerini
yabancılara, Amerika’ya peşkeş çekmeyin, teminat vermeyin.” demiştir. Değerli arkadaşlarım, biz Türk milleti olarak kendi
topraklarımıza, kendi kültürümüze ve bu topraklar üzerindeki medeniyete o kadar
bağlıyız ki, bizi… Biz, ne Amerika Birleşik Devletleri’nin ne Avrupa
emperyalizminin çizdiği hudutlarda biz toprak sahibiyiz. Biz bu toprağın
hudutlarını kanımızla çizdik. Çok şehit verdik, sadece benim ilimden
söylüyorum, Duatepe’de anıtları var; benim
büyüklerim, Türkiye’de bu toprakları korumak için gemilerle, sandallarla silah
taşımış, Kuvayımilliye’ye getirmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz: RAHMİ GÜNER (Devamla) - Biz, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu bir
siyasi partinin üyesi olarak, topraklarımızın bu şekilde yabancılara hiçbir
karşılığı olmadan verilmesini… Sadece “Medeniyet getirecek bize, bize uygarlık
getirecek.” diye dün söyleyen bir sözcünün sözünün de yerinde olmadığını
söylüyorum. Medeniyet de kültür de bizdedir. O gelen kişiler kültürü ve
medeniyeti bizde öğrenmektedirler. Değerli arkadaşlarım, Meclisin bu şekildeki bir kanunu
çıkarmasının vebalini, sıkıntısını belki ileride çok çekeceğiz. Ben Cumhuriyet
Halk Partisi sözcüsü olarak böyle bir kanunun burada görüşülmesinden gerçekten
rahatsız oldum. İnşallah hayırlı olur. Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. Sağ olun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Güner. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Sayın Başkan, rakamlarda bir düzeltme yapabilir miyim? BAŞKAN – Tabii, buyurunuz. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Sayın Milletvekili özellikle 80 bin kilometrekareden bahsetti ama şu anda bir
hesap yaptık. Biliyorsunuz Türkiye’nin yüz ölçümü takriben 780 bin
kilometrekare; bunun yüzde 3’ü imarlı, yüzde 3’ünü çarptığımız zaman 23.400
kilometrekare yapıyor. Bunun da yüzde 10’u ancak, hepsi satılırsa o da yüzde
10’u, o da 2.340 kilometrekare yapıyor ki, bu rakamları düzeltmek maksadıyla
söz aldım. Teşekkür ediyorum. Şu ana kadar da satılan zaten 39
kilometrekaredir. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan. Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen 2 kişi de konuşmak
istemiyorlar. Şimdi, soru-cevap işlemine geçiyoruz. Sayın Barış ve Sayın Genç soru işlemine girmişler. Buyurunuz sayın Barış. TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, Trakya’yı iyi biliyorsunuz, Trakya’nın topraklarını
da çok iyi bilirsiniz. Son yıllarda birçok Türk bankası yabancı bankaların
eline geçmiş durumda. En azından çoğunluk hisseleri yabancı bankalarda ve bu
bankalar -isimlerini zikretmek istemiyorum- Trakya çiftçisine çok uygun
koşullarda, çok özel koşullarda ve istemeden kredi açar durumdalar. Bilmem,
bunu biliyor musunuz? Eğer bu doğruysa, bu bankalar tarlaları ipotek ederek bu
kredileri veriyor, acaba ipotek edilen arazi miktarı ne kadardır? Sayın Bakanım, ikinci bir sorum şuydu: Bu yasa çıktığı zaman -veya
çıkarsa tabii- yabancılara satılacak olan bu gayrimenkullerden, bu mülk
satışlarından ülkemizin elde edeceği geliri ne kadar tahmin ediyorsunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Barış. Sayın Genç… KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Biraz önce 2’nci maddeyle ilgili sorduğum soruda tabii Hükûmet sırasında oturan zat pek konuyu kavramadı. Tabii,
“Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” biçiminde bir yanıt verdi. Benim
sorum çok açık. 2’nci maddede diyor ki: “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren valiler o il içinde satılacak imar alanı içine girecek arazilerin yüz
ölçümünü üç ay içinde komisyona bildirecek.” Sorum şu: Eğer vali bu üç ay
içinde bunu bildirmezse müeyyidesi nedir? İki: Bu üç aya kadar süre içinde -veya daha sonra bildirdi-
yabancı uyruklu gerçek kişiler burada taşınmaz aldılar. Bu aldıkları
taşınmazlar yüzde 10’u aştı. Peki, ne olacak yani geç bildirmekten dolayı?
Veyahut da yani üç ay içinde de bildirmeyebilir. Çünkü bazı art niyetli
davranışlar… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bir dakika… BAŞKAN – Tamam, sorunuzu tamamlayın. Buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu üç ay içinde aldı… Yüzde 20 aldılar
yabancılar o imar alanı içinde kalan alanlarda. Bu fazlasını iptal mi
edeceksiniz? Çünkü, Türkiye’de… İşte görüyoruz, burada
korsan önergeler veriliyor, hep böyle, ülke topraklarının yabancılara peşkeş
çekilmesi için birtakım şirketlerle anlaşılıyor. Yani burada açık, net cevap almak istiyorum Sayın Bakan.
Birincisi, vali üç ay içinde bildirecek mi? Bildirecek kanuna göre.
Bildirmediği zaman müeyyidesi ne olacak? Ayrıca, bu üç ay içinde yüzde 10’unu
aşan gayrimenkul alındığı takdirde siz bu yabancılara ne gibi işlem
yapacaksınız? Onu öğrenmek istiyorum. Saygılar sunuyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN- Teşekkür ediyoruz Sayın Genç. Buyurunuz Sayın Bakan. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Teşekkür ediyorum. Sayın Barış’ın sorularına şu anda cevap vermek mümkün değil,
bilgileri almamız lazım, dolayısıyla buna yazılı olarak cevap vereceğiz. Kanun çıktığı zaman yabancılara satılacak gayrimenkullerle ilgili
bir soru daha sormuştu. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, açık, anlaşılıyor, yani net
konuşun da biz de duyalım. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Sayın Barış’ın sorduğu sual birtakım bilgilerin ilgili bankalardan alınmasına
dairdir, o bakımdan o konuya yazılı olarak cevap vereceğiz. İkinci husus da, Sayın Genç sordu… Evvela, kendisi “Hükûmet sırasında oturan zat” şeklinde hitap etti. Ben bunu
doğrusu kendisine yakıştıramadım yani. KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, sizi kastetmedim, sizden öncekine
dedim. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Ama olsun yani, neticede o da sayın bir bakanımızdır. Ben kendi üzerime
alınmadım. KAMER GENÇ (Tunceli) – Neyse. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Sayın Genç, özellikle şunu belirteyim ben, sizin sualinize net olarak cevap
veriyorum. Tapu, Kadastro Genel Müdürlüğünde günbegün bu yapılan satışların
kaydı tutuluyor. Yüzde 10 sınırına geldiği zaman, zaten bu konuda sadece
valilikler değil, Tapu-Kadastro da tedbir alıyor, herhangi bir şekilde yüzde 10
sınırı aşılmayacak şekilde gerekli tedbirler alınıyor. KAMER GENÇ (Tunceli) – O zaman geçici 2’nci maddeye ne gerek var?
Yani “üç ay içinde bildirir” demenin ne anlamı var? ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Hatta efendim… KAMER GENÇ (Tunceli) – Siz kanunun anlamını biliyor musunuz? BAŞKAN – Sayın Genç, sorularınıza cevap veriyor Bakan. KAMER GENÇ (Tunceli) – Yanlış bilgi veriyor Sayın Başkan. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Yok, değil efendim, bilgi doğru; şöyle: Yüzde 10’a yaklaştığı zaman işlem
tamamen durdurulacak. Yani biliyorsunuz, belli bir rakama ulaşınca ona göre
tahkik edilip aşmaması için Tapu-Kadastro tarafından da bu konuda -ön tedbir
olarak- gerekli işlemler yapılacak. Teşekkür ediyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan. İki soru daha var. Sayın Dibek, buyurunuz. TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ederim Başkanım. Sayın Bakanım, ben de bir soru sormak istiyorum. Tasarıda “Yabancı uyruklu gerçek kişilerin merkez ilçe ve ilçeler
bazında edinebilecekleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikte ayni
hakların miktarı tespit edilinceye kadar geçecek süre içinde, yabancı uyruklu
gerçek kişiler bu Kanunun 35 inci maddesi hükümlerine göre taşınmaz ve sınırlı
ayni hakları edinebilirler.” hükmü var. Ben şunu sormak istiyorum size: Yani bu düzenleme Anayasa
Mahkemesinin iptal kararına açıkça aykırılık oluşturmuyor mu? Bilmiyorum
anlaşılabildi mi? ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Konuyu biraz daha açabilir misiniz bir zahmet? TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Tasarıda: “Yabancı uyruklu gerçek
kişilerin merkez ilçe ve ilçeler bazında edinebilecekleri taşınmazlar ile
bağımsız ve sürekli nitelikteki ayni hakların miktarı tespit edilinceye kadar
geçecek süre içinde, yabancı uyruklu gerçek kişiler bu Kanunun 35 inci maddesi
hükümlerine göre taşınmaz ve sınırlı ayni hakları edinebilirler.” diyor.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararına aykırılık oluşturmuyor mu bu hüküm? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Dibek. Sayın Ekici... Son sual... AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan sorulan sorulara bir türlü net cevap vermiyor.
Anlaşılmasın ister gibi cevaplar veriyor. Ben farklı bir soru soracağım: Seksen
beş yıllık cumhuriyet tarihi döneminde Anadolu insanının kanı, canı pahasına
oluşan birikimlerini, yatırımlarını özelleştirme adı altında peşkeş çektiniz
Sayın Bakan. Şimdi de verimli Anadolu arazilerini mi satmayı hedefliyorsunuz?
Kentlerimizde konut, yazlık daire, villa veya büro, ofis, iş yeri gibi satış
olabilir ama Anadolu’nun verimli arazilerini satmak vatana ihanetle eş anlama
gelmez mi? Siz aynı düşüncede misiniz? İkincisi, biraz önce oranla ilgili bilgi verdiniz. Verdiğiniz
bilgi sadece imarlı bölgelerle ilgili yüzde 10’du. Tarım arazilerinde de bir
oran var mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ekici. Buyurunuz Sayın Bakan. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Evet efendim, özellikle şunu ifade edeyim: Sayın Ekici, tarım alanlarıyla
ilgili satış zaten yasak, bu belirtilen imarlı alanlardaki satış. Tarım
alanlarının satışı diye bir şey söz konusu değil. Bir de Sayın Dibek’e cevap vermek istiyorum: Anayasa Mahkemesi ile
bir çelişki teşkil etmiyor yani o konuda sınırlamayı özellikle Hükûmetimiz getiriyor, imarı olan yerlerin yüzde 10’uyla
sınırlamayı özellikle Hükûmetimiz getirmiş.
Anayasa’nın iptal kararıyla bir çelişkisi de yoktur. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan. TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Bakanım, bu arada, bilgi
gelinceye kadar satış devam ediyor. Bu oran aşılırsa ne olacak? Yüzde 10
aşılırsa ne olacak? Onu merak ediyorum. Bu bilgi gelene kadar ne olacak, devam
ediyor çünkü? Bu yüzde 15 olursa ne olacak? BAŞKAN – Soru-cevap süremiz sona ermiştir. Sayın milletvekilleri, 4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Daha önce oylamaya geçtik. Birleşime on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.25 ALTINCI OTURUM Açılma Saati: 18.41 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
117’nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum. 223 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Şimdi, 2’nci sırada yer alan, Yükseköğretim Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 2.- Yükseköğretim Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu (1/591) (S. Sayısı: 238)(x) BAŞKAN – Komisyon? Hükûmet? Yerinde. Komisyon raporu 238 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Akif Akkuş söz istemiştir. Sayın Akkuş, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına
söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, gelişmiş bir ülkede yükseköğretim en
önemli vazgeçilmez unsurların başında gelmektedir. Üniversiteler, yeni
nesilleri, genç nüfusu, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin ortakları
hâline getirmede en önemli kurumlarımızdandır. Türk devletinin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütün olarak refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla
ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunan ve hızlandıran
programlar bu kurumlarda gerçeğe dönüştürülecektir. Üniversitelerimiz, yüksek
düzeyde bilimsel çalışma ve araştırmaların yapılması, bilgi ve teknolojinin
üretilmesi, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunması bakımından da büyük
bir öneme sahiptir. Elbette, böyle bir kurum dinamik bir yapıda olmalı ve daima
değişim ve gelişmelere açık olmalıdır. Bunun bir sonucu olarak da gerek
akademik gerek idari ve gerekse özlük hakları bakımından teknolojik ve bilimsel
gelişmelere meydan verilmelidir. Bu tasarı ile daha çok, yeni açılmış olan
üniversitelerin kadro temini başta olmak üzere birtakım ilave yenilikler
getirilmektedir. Değerli milletvekilleri, 2547 sayılı Kanun hükümlerine göre
üniversitelerimize idareciler ve akademik personel atanmaktadır. Kanun’un
13’üncü maddesi (a) fıkrasına göre seçilmesi gereken rektörler bu uygulama ile
yeni üniversiteler için değiştirilmekte ve YÖK Yönetim Kuruluna müracaat
edenler arasından 3 kişi belirlenip Cumhurbaşkanına takdim edilmekte ve bu 3
adaydan 1’i rektör olarak Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. (x)
238 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Bu tasarı ile o üniversitede çalışmakta olan öğretim üyelerinin inisiyatifi dikkate alınmamaktadır. Buna gerekçe olarak da
“yeterli öğretim üyesinin bulunmaması hâlinde” denmektedir. Ancak, yeterli
olmayan veya yeterli olan öğretim üyesi sayısı belirtilmemektedir. Yani muğlak bir ifade olarak karşımıza çıkmakta, bu 30 mu olacak,
40 mı olacak, 10 mu olacak, Aslında bütün üniversitelerde rektör atamasının yeni bir anlayışa
ihtiyacı bulunduğu da bir gerçektir. Çünkü rektör seçimleri üniversite öğretim
üyeleri arasında bazı tatsızlıklara ve husumetlere sebep olabilmektedir. Tabii,
şu denilebilir: Bu ilim, irfan yuvasında niçin insanlar seçimi ele alarak
birtakım husumetler ortaya koysunlar, birtakım husumetler çıksın, diye
düşünebilirsiniz, ama maalesef bu bir gerçek. Çünkü ben bunları üniversitede defaatle yaşamış olan birisiyim. Bakıyoruz, şöyle bir, bunu örnekleyecek olursak: Rektör adayı sizden
oy istiyor. Farklı bir adaya angaje olduğunu anladığı
kişiye, rektör atandıktan sonra despotça tavırlar içerisine girebiliyor. Hatta
o kişiye, doktorasını bitirmiş, asistanlarına gerekli şartları sağladığı hâlde,
yardımcı doçent kadrosu bile vermiyor. Yani, bırakın kendisine oy vermeyen
öğretim üyesini, onun yanında çalışan, yetiştirdiği, doktora yaptırttığı,
öğretim üyesi olmaya hak kazanmış, şartları yerine getirmiş kişilere bile bu
kadroyu vermekten imtina ediyor. Bunun birçok örnekleri bulunmaktadır. Ancak, atanacak rektör adayları mutlaka o üniversiteyle ilintili
olmalıdır. Yani, diyoruz ki, burada sayı yeterli değil. Ancak, yeni açılan
üniversitelere, mesela Ağrı Üniversitesine Antalya’da çalışan bir kişi müracaat
ediyor, Balıkesir’de çalışan birisi, Edirne’de çalışan, İstanbul’da çalışan
birileri müracaat ediyor ve bunların içerisinden birisi rektör oluyor. Belki de
o güne kadar orayı hiç görmemiş, oraya hiç emek vermemiş birisi olabiliyor. Bu
yüzden, diyorum ki, bunun da düzeltilmesi faydalı olacaktır ve o kişinin o
üniversiteyle bir şekilde ilintili olması gerekir. Yani, orada daha önce
hocalık yapmış olabilir, o bölgenin insanı olabilir, o bölgede yaşamış
olabilir. Bunların dikkate alınması gerekir diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, üniversiteye giriş imtihanları Öğrenci
Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yapılmaktadır. Bu vesileyle, önümüzdeki
pazar günü yapılacak olan üniversite imtihanına girecek olan öğrencilerimize
başarılar diliyorum, hepsi inşallah istediklerine kavuşurlar diye düşünüyorum. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi bu imtihanlar ve başka
kurumlar için verdiği imtihan hizmetleri karşılığı aldığı paraların tamamını
kullanamıyor ve yıldan yıla bir miktar para birikmesi söz konusu oluyor. Bu
yasa tasarısıyla, önceki yıldan devreden finansman fazlasının yüzde 25’i her
yıl şubat ayı sonuna kadar Yükseköğretim Kurulu hesabına aktarılmak isteniyor.
Ödenek kaydedilen tutarlar, bilimsel araştırma projeleri ile yurt dışı ve yurt
içi öğretim elemanı ve öğrenci değişim programlarının desteklenmesi, öğretim
üyesi ve araştırmacı yetiştirilmesiyle, Yükseköğretim Kurulunun fiziki ve
beşerî altyapısının güçlendirilmesi amacıyla kullanılır hâle getirilmektedir.
Ancak bu gelirin münhasıran yükseköğretim kurumlarının bilimsel araştırma projelerine
ayrılması çok daha uygun olacaktır. Çünkü ülkemize binadan çok bilimsel çalışma
sonuçları gereklidir. Ülkemizin bu şekilde çağdaş medeniyet içerisinde daha
önemli bir yere sahip olması söz konusu olabilecektir diyorum. Sayın milletvekilleri, üniversitelerimizde yarının doçent
kadrosunda çalışmakta olan akademik personel, onların bilimsel aktivitesini
düşüren birçok sıkıntıyla karşı karşıyadır. Yardımcı doçentlerin, 2547 sayılı
Kanun’un çıkması ve üniversite sayısının birdenbire artmasıyla yeni üniversitelerimizde
eğitim ve öğretimin sürdürülmesinde birinci dereceden katkıları olmuş ve
olmaktadır. Şöyle düşünelim: Türkiye’de birkaç tane üniversite varken
birdenbire üniversite sayısı on dokuza çıktı, ancak bu üniversitelerde ders
verecek öğretim üyesi bulunamadı. Bunun için 2547 sayılı Kanun’un hemen
akabinde yardımcı doçentlik kadroları ihdas edildi. O güne kadar yardımcı
doçentlik müessesesi bulunmamaktaydı. Doktorasını bitiren dört sene beklerdi ve
o dört senenin sonunda doçentlik başvurusunda bulunur idi. Ama bu yükü
hafifletebilmek, bu yükün üstesinden gelmek üzere üniversitelerimiz için demek
ki böyle bir kadro ihdas edildi ve bu kadro bugün hâlâ varlığını sürdürmekte.
Tabii ki yeni üniversiteler açıldıkça bunların sayısı da günbegün artacak ve
bunlar hâlâ üniversitelerde bir görev üstlenmekte, bihakkın işlerini
yapmaktadır. İnanıyorum ki, yeni açılan üniversitelerimizin akademik kadroları
da yardımcı doçentler tarafından karşılanacaktır. Bu yüzden, bu akademik
kadrolarda bulunanların sıkıntılarının giderilmesi kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Gerçekten çok büyük sıkıntı içerisindeler. 1998 yılında çıkan bir af yasasına eklenen maddeyle yardımcı
doçentlerin en çok on iki yıla kadar çalışabilecekleri kısıtlaması kaldırılmış
ve bugün yirmi yıldan beri yardımcı doçent olarak çalışanlar bulunmaktadır.
Tabii, bizim şimdi aklımıza bu on iki yıl içerisinde yardımcı doçent, niçin
doçent olamadı diye bir soru gelebilir. Tabii bunun da çeşitli sıkıntıları var.
Özellikle bu arkadaşlarımızdan bu şekilde, on iki yılını doldurup yirmi yıla
kadar veya daha fazla yıla kadar yardımcı doçent olarak kalan arkadaşlarımızın
birçoğu bu kadroya ileri yaşlarda geçti. Yani, bunlar liselerimizde yahut
eğitim enstitülerinde hocalık yaptılar, öğretmenlik yaptılar, sonraki dönemde
YÖK Yasası’nın çıkmasıyla da bulundukları yerde bunlar öğretim görevlisi
oldular. Sonra birtakım kolaylıklar sağlandı. Bu kolaylıklar sonucunda yardımcı
doçent kadrosunu aldılar ama bunlar ileri yaşta bu işe başladıkları için gerek
yayın yapma -hepsine demiyorum tabii, bunların bir kısmı- gerekse dil açısından
büyük sıkıntılarla karşılaştılar ve bunu, bu aşamayı bir türlü aşamadılar. Ayrıca bu arkadaşlarımız yoğun bir ders yükü altındadırlar. Şimdi,
yeni üniversiteler kurduk. Bu üniversitelerimizde, itimat edin, bu yardımcı
doçentler yahut orada görev alacak hocalar haftada kırk saate kadar derse
gireceklerdir. Çünkü, ben Selçuk Üniversitesine
geldiğim zaman yardımcı doçenttim ve haftada otuz dokuz saat derse girerdim.
Diyeceksiniz ki, bu çok fazla değil mi, nasıl yapıyordunuz? İşte, büyük
gayretlerle bunu yapmaya çalışıyor idik. CAHİT BAĞCI (Çorum) – Elli saat giriyorduk. AKİF AKKUŞ (Devamla) – Mesela, doğrudur. Dolayısıyla, bu arkadaşlarımız hakikaten yoğun bir ders yükü
altında bulunuyorlar. 1998’de çıkan Af Kanunu’yla kaldırılan on iki yıllık süre maalesef
bazı üniversitelerde hâlâ uygulanmakta ve on iki yılı dolan yardımcı doçentin
görevinin sona erdiği belirtilmektedir. Bu aksaklık ancak mahkemeler tarafından
çözülmekte ve hakları iade edilmektedir. Bu yüzden bu on iki yıllık sürenin
mutlaka kaldırılması ve buna bağlı olarak da bir diğer sıkıntı olan yardımcı
doçentlerin 3’üncü dereceden aşağı inememeleri yeniden düzenlenmelidir.
Malumunuz, 657 sayılı Kanun’a tabi memurlar 1’inci derecenin 4’üncü kademesine
kadar inebilmekte ve bir hak kaybı, hak gaspı söz konusu olmamaktadır. Ama
yardımcı doçente bakıyorsunuz, aşağı yukarı on senedir 3’üncü derecenin 4’üncü
kademesinde görev yapıyor. Dolayısıyla, bunun önlenmesi gerekiyor. Bu şekilde,
1’inci derecenin 4’üncü kademesine kadar inebilmelerinin sağlanması bu hak
gaspını önleyecektir diye belirtiyorum. Doçentlik sınavlarının yılda birden ikiye çıkartılması uygun bir
karar olacaktır. Ancak doçentliğe başvuru şartları arasında yer alan yabancı
dil başarı notunun 5 puan kadar aşağı çekilmesi daha uygun olurdu, daha uygun
olabilir diyorum. Ayrıca 4’üncü maddeyle getirilen doçentlik yabancı dil imtihanına
açıklık getiren b/(3) bendinde ”Bu sınavın, adayın bilim dalı ile ilgili olması
şartı aranmaz.” denilmektedir. Yani -atıyorum- bir coğrafyacı imtihana
girdiğinde karşısına tıptan bir konu çıkabilir. O konuyu bir tıp adamının bile
kolayca anlayıp kavraması zor iken bir coğrafyacının bunu anlaması hiç mümkün
olmaz. Dolayısıyla, bu bir sıkıntı olarak, dilin başarısızlığında,
başarılamamasında bir sıkıntı olarak karşımızda durmaktadır. Zorluk derecesi
yüksek olan bu imtihanların imtihanlara gireceklerin tercihine göre fen, sosyal
ve sağlık bilimleri alanında ağırlıklı olması daha uygun olacaktır. Öte yandan “Yardımcı doçent, doçent ve profesörlük atamalarında
üniversiteler bilimsel kaliteyi artırmak maksadıyla ek koşullar
belirleyebilirler.” diyerek üniversiteler arasında atama farklılıklarının
doğmasına ve bu ek koşullar bazı olumsuzlukların meydana gelmesine de sebep
olabilecek. Şöyle düşünün şimdi: Bu ek koşulu üniversite koyduğu için (A)
üniversitesi farklı birtakım koşullar, (B) üniversitesi farklı birtakım
koşullar koyacak, bu da üniversiteler arasında farklılıkların doğmasına sebep
olacaktır diye belirtiyorum. Bu yüzden kriterlerin
ortak ve uygulanabilir olmasında fayda mülahaza edilmektedir. Ancak, profesörlük atamaları herhangi bir imtihan içermemektedir,
dolayısıyla profesörlük atamasında kişinin uygun olup olmadığı, belirlenen bir
jürinin raporuna istinaden tayin edilmektedir. Bu yüzden “Yardımcı doçent ve
doçentlerde objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilir.”
ibaresi askıda kalmaktadır profesörler için. Bunun yanında, bir üniversitede yıllarca profesörlük kadrosunda
bulunmuş birisinin başka bir üniversiteye geçmek istemesi durumunda, madde 6
ile değiştirilen 2547 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesi (a) ve (b) bentlerinde
belirtilen şartların tekrar istenmesi kırtasiyeciliği artıracaktır diyorum.
Çünkü bu (a) ve (b) bentlerindeki şartları yerine getirerek birisi profesör
oldu, yıllarca orada çalıştı ama daha sonra şartlar değişti -atıyorum-
Konya’dan Ankara’ya gelmek istiyor, aynı şartlar yeniden isteniyor. Bu bakımdan
bu bir kırtasiyecilik diye belirtiyorum. Bu yüzden bir profesörün başka bir
yere atanmak istenmesi hâlinde “Kadrosu ile ilgili bilim alanında çalışmış
olmak ve üniversite yönetim kurulunun alacağı kararla rektör tarafından
atanması.” ibaresi daha uygun olur diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, bu yasa tasarısıyla, bir üniversiteye
bağlı olmaksızın vakıfların meslek yüksekokulu kurabilmesine imkân
tanınmaktadır. Bunların kuruluşuna gerekçe olarak da “Meslek ve teknik eğitim
bölgesinde gereksinim duyulması esastır.” denilmektedir. Bu ihtiyacı kim
belirleyecek? Yani, burada ihtiyaç var… Diyelim ki piyasadan bu insanlara
“Burada bir meslek yüksekokulu kurun ve bu meslek yüksekokulunda bize adam
yetiştirin.” mi diyecekler? Yani, Türkiye'nin başka yerinde yetişen meslek
yüksekokulları mezunlarını beğenmeyerek böyle bir istekte mi bulunacaklar, bunu
bilemiyorum tabii. Bugün ihtiyaç olabilir, yarın olmazsa bu okul kapatılacak
mı? Yani şöyle düşünelim: Bir yerde bir sanayi bölgesi var, o sanayi bölgesinin
bulunduğu yerde böyle bir okul açıldı, birkaç sene mezun verdi, onlar da çalıştı,
falan filan. Sonra, çevresel şartlar bakımından o sanayi bölgesi oradan kalktı,
okulu götürecekler mi yahut da kapanacak mı? Bu da muallak
bir şekildedir. Yasa tasarısına eklenen geçici maddeyle, altmış yedi olan
emeklilik yaş sınırı, yeni üniversitelerde uygulanmak üzere, yetmiş ikiye
çıkartılmaktadır. Ömrünün son yıllarını tamamlamakta olan bu akademik kadronun
evinden, ailesinden uzaklaşması anlamını da taşıyan bu karar bütün
üniversitelerde uygulanmalı, çalışmak isteyen yaşlı hocalarımızın evi ve ailesiyle
birlikte yaşaması sağlanmalıdır diyorum. Yani, bunlar buradan
uzaklaştırılmasın. Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizde öğretim üye ve
yardımcılarının önemli sorunlarından birisi de onların özlük hakları ve ders
ücretlerinin artırılmasıdır. Bugün, bir profesörün ders ücreti 10 YTL, bir
doçentin 8,5 YTL, bir yardımcı doçentin 7 YTL, bir öğretim görevlisinin de 6
YTL’dir. Bunların acilen en az 4 katına çıkarılması, bir çoğu
yoksulluk sınırı altında yaşayan öğretim üye ve yardımcılarını rahatlatacaktır
diyorum. Ayrıca, prof ve doçent maaşlarında 2000 yılında yapılmış olan
iyileştirmenin, yardımcı doçent, öğretim görevlisi ve araştırma görevlilerine
de uygulanması… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız. Buyurunuz. AKİF AKKUŞ (Devamla) -…kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Değerli milletvekilleri, üniversitelerimize sahip çıkalım, bilim
ipini bırakmayalım. Ülkenin kalkınması, insanlarımızın ruh ve beden sağlığının
temin edilmesi, karnının tok, sırtının pek olması için mutlaka ilim ipini her
zaman elimizde bulundurmamız gerektiğini belirtiyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akkuş. Tasarının tümü üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Yalova Milletvekili Muharrem İnce. Buyurunuz Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Konuşmama başlamadan önce, evvelsi gün burada bir tartışma
olmuştu. Tartışmaya yeniden dönecek değilim fakat söz konusu yazarın bugünkü
bir marifetini sizinle paylaşmış olayım. Değerli arkadaşlar, ben, bu kürsüden, cumhuriyetimizin İkinci
Cumhurbaşkanı rahmetli İnönü’ye “Millet düşmanı” diyen bir köşe yazarından söz
etmiştim, sonra bir tartışmalar silsilesi devam etmişti. Bugün Nevşehir’den bir
vatandaşımız, bu köşe yazarına, Yeni Şafak gazetesi Köşe Yazarı Tamer Korkmaz’a bir e-mail atmış. “Sayın Korkmaz, sıcak
koltuğunuzda, devletin kanalından, gerçek vatan sevdalılarına laf atıyorsunuz.”
diye onu kınayan bir e-mail atmış. Hiçbir hakaret yok, elimde bunlar. Sayın
yazarın, yani sizlerin desteklediği yazarın o vatandaşa gönderdiği cevabın bir
paragrafını okuyorum: “Bu gerçekleri yazmama rağmen bana iftira eden CHP’li
vekiller şerefsizdirler.” Yarın suç duyurusunda bulunuyorum, mahkemeye
gidiyorum, o ayrı mesele. Ben sadece şunu söylemek istiyorum size: AKP’den bir
milletvekili şu kürsüye gelip bir köşe yazarından söz etseydi, o köşe yazarı da
şöyle yazsaydı, işte “Bütün AKP’li
vekiller şerefsizdir.” diye bir yazı yazsaydı, size samimiyetimle söylüyorum,
asla o köşe yazarının yanında olmazdım, sizin yanınızda olurdum. (CHP
sıralarından alkışlar) SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Öyle yazmışsa biz de onun yanında değiliz. MUHARREM İNCE (Devamla) – Evet. Ben bu köşe yazarına hep birlikte bu Büyük Millet Meclisinin ders
vermesini istiyorum. İnanın, bunu samimiyetimle söylüyorum, eğer bir gün bir
köşe yazarı “AKP’li vekiller…” Burada bize “CHP’li vekiller şerefsizdir.”
dediği gibi, bir gün bir köşe yazarı böyle bir yazı yazarsa, emin olmalısınız
ki, ben sizin yanınızdayım. SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Muharrem Bey, yalnız e-mail’den bakarak
söylüyorsunuz. MUHARREM İNCE (Devamla) – Konuşmayı sonra yaparız Sayın Bakanım.
Yarın suç duyurusunda bulunacağız. Bunu sizin bilgilerinize sunuyorum. Bunu siz
tasvip ediyorsanız, bunu destekliyorsanız diyecek bir şeyim yok. Ama, bu, Meclisin onurudur, bu Büyük Millet Meclisinde
hiçbir tane şerefsiz milletvekili yoktur. SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Elbette. MUHARREM İNCE (Devamla) – Buna haddini bildireceğiz, bize yardımcı
olmanızı istiyorum. BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Kendin hallet kardeşim! MUHARREM İNCE (Devamla) – İşte, destekçisi çıktı, “Kendin hallet.”
diyor. Yarın sana da birisi böyle “şerefsiz” derse ben sana yardımcı
olacağım, merak etme; ben sana yardımcı olacağım! Gerçi, sana kimse bir şey
demez zaten. Bir şey yaptığın yok ki,
altı senedir yatıyorsun burada! (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın İnce, konunuza geliniz lütfen. BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Bak, devamını oku, devamını oku. MUHARREM İNCE (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, gelelim tasarıya.
Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili
Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamadan önce ÖSS’ye girecek olan
bütün öğrencilerimize Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına yürekten, içten
başarılar diliyorum. Değerli arkadaşlar, şimdi, tasarının gerekçesine baktığımızda
-biliyorsunuz, kanunlar gerekçeleriyle bir bütündür- aynen şöyle yazıyor. Genel
gerekçesinin birinci paragrafını aynen okuyorum: “Yani, devlet
üniversitelerinin kuruluşuna dair 5467 sayılı Kanun’un, kurulan yeni
üniversitelerde kurucu rektörün atanmasına ilişkin usul hükümlerinin Anayasa’ya
uygunluk sorunu nedeniyle…” Bakınız “…Anayasa’ya uygunluk sorunu nedeniyle yeni
kurulan devlet üniversitelerine rektör atanmasına ilişkin usulün kalıcı bir
şekilde düzenlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır.” Yani diyor ki tasarının genel
gerekçesi, Anayasa’ya uygunlukla ilgili bir sorun var. Evet, doğru söylüyor.
Peki, bu duruma nasıl geldik buna bakacağız. 22’nci Dönemden bu yana kaç kez
görüşüldü bu? Dört kez. Bu kaçıncı? Beş. İki kez Anayasa Mahkemesi iptal etmiş,
iki kez Cumhurbaşkanı veto etmiş. Şu süreci hep birlikte, kayıtlara düzgün bir
şekilde geçsin diye sizlerle paylaşmak istiyorum: İlk yeni kurulan üniversitelere rektör ataması geçen dönemde geldi
30/12/2005 tarihinde. Diyor ki bu tasarıda: “Kurulan
üniversitelerin kurucu rektörleri iki yıl için -2005’tekini söylüyorum- Millî
Eğitim Bakanı ve Başbakanın önereceği üç isim arasından Cumhurbaşkanınca
atanır” diyor. Millî Eğitim Bakanı ve Başbakan önerecek, bunların arasından
Cumhurbaşkanı da bu üç isimden birini atayacak. Sayın Cumhurbaşkanı bunu veto
etti. Hani sürekli eleştirdiğiniz Cumhurbaşkanı! Hani rektör seçimlerinde
ikinci sırada oy aldı diye şunu nasıl atarsın diye eleştirdiğiniz
Cumhurbaşkanı! Sonra Eskişehir’e, Sayın Abdullah Gül, Sayın Cumhurbaşkanı da
ikinci sıradakini atayınca hiç ses çıkarmıyorsunuz ya, o Cumhurbaşkanı!
Geçmişte hep eleştirdiniz… Mesela bir başka konu: “YÖK Başkanı nerede” diye hep hesap
sorardınız burada altı senedir. YÖK Başkanı yine yok! Geçenlerde komisyonda
Sayın Bakana sordum, “YÖK Başkanı nerede?” dedim. “Bu, YÖK’ü ilgilendiren bir
tasarı değil, onun için burada yok. Bak göreceksin, YÖK’le ilgili bir konu
geldiğinde Genel Kurula gelmezse o zaman hesabını veririm.” demişti ama YÖK
Başkanı gene yok! Cumhurbaşkanı veto edince, aynı hükmü, noktasına, virgülüne
dokunmadan 1/3/2006 tarihinde yeniden getirdiniz. Bunu
da Anayasa Mahkemesi kurucu rektör adaylarının seçiminde Yükseköğretim Kurulunu
devre dışı bıraktığı için iptal etti biliyorsunuz. Sonra ne oldu? 15/11/2006 tarihinde bir
tasarıyla geldiniz. Bunda da şöyle dediniz: "Bu Kanunla kurulan
üniversitelerin kurucu rektörleri, iki yıllığına Yükseköğretim Genel Kurulu
tarafından, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay içinde üye
tam sayısının 3/4 çoğunluğuyla…” Yani hem bir ay içerisinde hem 3/4 çoğunlukla!
Bu, şu demek, YÖK’e, sen seçeme demek. Bakın, Türkiye’de hiçbir kimse 3/4 çoğunlukla seçilmez. 3/4 mü
daha büyük bir çoğunluktur, 2/3 mü? Eğer matematik biliyorsak,
ki hepimiz biliyoruz, Cumhurbaşkanının seçiminde bile 2/3 çoğunluğun
olmayacağını öne sürüyorsunuz, ama rektör atamasında 3/4 çoğunluk dediniz. Yani
21 üyeli YÖK’te, YÖK’ün bir ay içerisinde dörtte 3 çoğunluk bulma şansı yok.
Böyle bir şey yok. Türkiye’de hiç kimse… Bakın, size şunu söyleyeyim: Hükûmet
kaçla kuruluyor? 550’nin yarısının 1 fazlası. 276’yla. Eğer YÖK’te rektör adayı
atamasındaki 3/4 çoğunluk şartı olsa, hükûmet kuramıyorsunuz
siz; 415 civarında milletvekili lazım o zaman. Böyle bir şey olamaz. YÖK’te
bunu getirdiniz. Yani diyor ki… Yani bu bir Ali Cengiz oyunu.
Hukukla kanunla hiç alakası yok bunun. Sıradan, zeki bir ilkokul beşinci
sınıf öğrencisi bile bunu anlayabilir. “3/4 çoğunlukla bir ay içinde seçecek,
seçemezse, Millî Eğitim Bakanı bildirir” diyor. Yani amaç,
geçmişte YÖK’ü baypas etmek burada. Sonra diyor ki… Ardından, bir kanun
teklifi hazırlandı. Kanun teklifinde… Çok güldüğümüz bir kanun teklifiydi bu,
şurada çok güldük. O zamanki Komisyon Başkanımız, kulakları çınlasın, Sayın
Tayyar Altıkulaç’tı ve yanılmıyorsam kanun teklifi de
ona aitti. Çok takdir ettiğim, Komisyonumuzu çok demokratça yöneten Sayın Altıkulaç’a aitti yanılmıyorsam. Şöyle diyordu onda da:
“Rektörlerin, iki yıllığına, Millî Eğitim Bakanlığınca belirlenen 4 profesör
adaydan YÖK’ün on beş gün içinde Cumhurbaşkanına sunduğu 2 aday arasından
Cumhurbaşkanı atayacak.” Yani, Millî Eğitim Bakanlığı YÖK’e öneriyor. Dedim ki
ben şu kürsüden, şuradan: Ne yapıyorsunuz, yani -tutanaklarda vardır bu- YÖK,
Millî Eğitim Bakanlığının üstünde bir kurum mu da Millî Eğitim Bakanlığı YÖK’e
öneriyor? Hemen bir önerge verildi geçen dönemde. O önergede de bu sefer, YÖK,
Millî Eğitim Bakanlığına önerdi… Çocuk oyuncağı gibi! Bütün bunlar… MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Aceleye gelmiş! MUHARREM İNCE (Devamla) - Yanlışım varsa, Sayın Bakan gelsin
buraya, “Muharrem İnce bunları çarptırarak anlatıyor” desin, diyebilirse. Yani,
aynen böyle oldu bakınız; tarihi tarihine söylüyorum bunları. Değerli arkadaşlarım, yine bu 3/4 çoğunluk olayı burada da vardı
ve sonra ne oldu? Bu düzenlemeden sonra, Cumhurbaşkanı tarafından yasanın… YÖK
Genel Kurulunun kurucu rektör adayı seçimini sonuçlandırmasının neredeyse
imkânsız hâle geldiği gerekçesiyle bunu veto etti, yani “Böyle bir şey olamaz.”
dedi Sayın Cumhurbaşkanı ki çok doğru söyledi. Dörtte 3 çoğunluk… Değerli arkadaşlar, yine, AKP, oy çoğunluğuna dayanarak, bunların
hiçbirisini, veto gerekçelerini, Cumhuriyet Halk Partisinin eleştirilerini,
Anayasa Mahkemesinin kararlarını, hiçbirini dikkate almadan tasarıyı aynen
kabul etti, kabul ediş tarihi 11/1/2007. Bu düzenleme
de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. İşte, bugün, Bakanlar Kurulunun
“Anayasa’ya uygunluk sorunu var” dediği tasarı budur, bunun macerası budur.
Bakın, arkadaşlar, beşinciye görüşüyoruz bunu. Bugün yaptığınız doğru ise, tam
2005’ten bu yana üç buçuk yıldır ne diye bu Meclisi uğraştırıyorsunuz? ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Siz uğraştırıyorsunuz. MUHARREM İNCE (Devamla) - Niye Cumhuriyet Halk Partisinin
eleştirilerini dinlemediniz Sayın Ahmet Necdet Sezer’in eleştirilerini
dinlemediniz Anayasa Mahkemesinin eleştirilerini dinlemediniz? Bugün geldiğiniz
nokta bu. Değerli arkadaşlarım, bugün, hukuken çözülüyor konu. Nasıl
çözülüyor biliyor musunuz? Şundan çözülüyor: “YÖK bizde, Cumhurbaşkanlığı da
bizde, onun için fark etmiyor artık.” İşte mantık bu. Mantık
bu. Başka hiçbir açıklaması yok bunun. Yani, tam üç buçuk yıldır, dört yıldır
sürüncemede bırakarak, yok 3/4 çoğunluk yok, YÖK Millî Eğitime bildirdi, Millî
Eğitim YÖK’e bildirdi… Şimdi korkunuz kalmamış artık. Diyorsunuz ki:
Cumhurbaşkanı bizden zaten, ne göndersek imzalıyor. Hatta,
daha komisyondayken inceliyormuş, gece üçte gelip, üçü on geçe imzalıyor. Böyle bir durum. YÖK Başkanı zaten sesini çıkaramıyor.
Maliye Bakanı diyor açık mikrofondan: “İsterse sesini çıkarsın.” Bunları
dinliyoruz biz. Şimdi, değerli arkadaşlar, işte, artık, Millî Eğitim Bakanına da
gerek kalmadı. Israrla rektör atamasında Millî Eğitim Bakanını devreye
sokmalarının nedeni şuydu: İstediğimiz doğrultuda rektör atamak için Millî
Eğitim Bakanı devreye sokuluyordu. Şimdi niye bu durum yok? Nasıl olsa YÖK
Başkanı ne söylersen onu yapıyor. Emir eri pozisyonuna gelmiş, her söyleneni
yapan… Neden bu pozisyona gelmiş? Çok basit arkadaşlar, çok basit. ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – YÖK Başkanı nereden geldi Allah aşkına? MUHARREM İNCE (Devamla) - Sayın Yusuf Ziya Özcan… Şu andaki YÖK
Başkanından önceki Başkan “on beş yıldır bu makam otomobiline biniyorum, bunu
değiştirin, yolda kalıyorum.” dediğinde “Para yok.” denildi. Kendi
adamınız Yusuf Ziya Özcan YÖK Başkanı olunca ilk iş ne yaptınız biliyor
musunuz! Belki haberiniz yok… KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Araba aldınız. MUHARREM İNCE (Devamla) - Aylık 10 bin avroya araba
kiraladılar.(CHP sıralarından “Yaa” sesleri) Evet,
maaşa zam. Nasıl olsa bizim adam geldi. Bakın, TÜBİTAK Başkanını görevden alınca, istediğiniz gibi bir
TÜBİTAK Başkanı getirince hemen 1,5 milyar lira lojman parası, makam otomobili,
tadilat-tamirat paraları gırla gidiyor, uçuşuyor havada! Futbol Federasyonunu
ele geçirdik, yap istediğini; YÖK’ü ele geçirdik, yap istediğini; TÜBİTAK’ı ele
geçirdik, yap istediğini ve getirdiklerinize de ne yazık ki güzel bir otomobil,
maaşa üç beş kuruş zam, ondan sonra istediklerini yapıyor. Nasıl bir devlet
geleneği oluşmuş, nasıl bir devlet geleneği oluşuyor, doğrusu bunlara çok
üzülüyorum ben. Gerçekten üzülüyorum yani. Yürüyerek gitsin, belediye
otobüsüyle gitsin. 10 bin avroya araba kiralayacağız, iktidarın her söylediğini
yapan YÖK Başkanına ve bir bilim adamı ve üniversiteler arası koordinasyonu
sağlayacak, üniversiteleri bir anlamda düzenleyecek, yönetecek, onların eş
güdümünü sağlayacak birisi. Doğrusu bunlara üzülmemek mümkün değil. Yine bir başka konu arkadaşlar: ÖSYM’de birikmiş büyük miktarda
para var, doğru. Tasarının 1’inci maddesiyle diyorsunuz ki… ÖSYM’nin önceki
yıldan devreden finansman fazlasının yüzde 25’ine el koyuyorsunuz. Hiç itirazım
yok. Bakın, şimdi ben size bir şey öneriyorum yıllarca çocukları,
gençleri üniversite sınavına hazırlamış birisi olarak: Bu ülkede yurt
kapasitemiz, devletin yurt kapasitesi şu anda 207 bindir, yapılmakta olan
yurdumuz da 8 bin dolayındadır, yani 207 bin kapasitemiz var şu anda. Siz de
iktidar olsanız, biz de iktidar olsak olay bu. Şu anda üniversitelerde okuyan
çocuk sayımız da -küsuratları olabilir- 1 milyon 200 bin. Yani 1 milyon
açığımız var. Bu çocuklar üniversitelerde okurken fuhuş tüccarlarının eline
düşüyor mu? Düşüyor. Uyuşturucu kaçakçılarının eline düşüyor mu? Düşüyor.
Cumhuriyet düşmanlarının eline düşüyor mu? Düşüyor. Beğenmediğimiz, tasvip
etmediğimiz tarikatların eline düşüyor mu? Düşüyor. Hadi, hep birlikte bir
önergeyle Türkiye Büyük Millet Meclisi bu ülkenin gençlerinin barınma sorununu
çözsün. Diyelim ki: “ÖSYM’nin önceki yıldan devreden finansman fazlasının yüzde
25’ini bir tek şey için kullansın, yurt yapımı için kullansın.” Var mısınız
buna, var mısınız buna? (CHP sıralarından alkışlar) ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Katılıyoruz. MUHARREM İNCE (Devamla) – Hiç kimsenin ideolojik bir saplantısı
olmayacak, YÖK Başkanının inisiyatifine
bırakmayacağız. “Bu rektör bizden, bizim gibi düşünüyor, o üniversiteye
verelim; bu rektör bizden değil, onu cezalandıralım…” Hiç fark etmesin. Bakın, siz hükûmet olsanız ya da
olmasanız, başkası olsa ya da olmasa, kim olursa olsun, kanuna koyalım bunu,
kimse değiştiremesin. Kanuna koyalım bunu. SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Oranı artıralım, kanuna koyalım. MUHARREM İNCE (Devamla) – Bakın “On yıl boyunca sadece ve sadece
yurt yapılır.” diyelim. Bir insanın en insani ihtiyaçlarından birisi, en yaşamsal konusu
barınma ihtiyacını çözemeyen bir öğrencinin mühendislik, tıp, ilahiyat, fizik,
kimya, matematik öğrenmesini nasıl düşünebilirsiniz? Eğer bu ülkede 1 milyon
200 bin çocuğun 207 binine yurt bulmuşsak, 1 milyonuna yurt bulamamışsak, işte,
bu hepimizin ortak önergesiyle olsun, hiç kimse bunu yıkamasın. Diyelim ki: “On
yıl boyunca…” Bu böyle yapılır. “On yıl boyunca, kim iktidar olursa olsun,
ÖSYM’nin bir önceki yıldan kalan finansman fazlasının yüzde 25’i bu ülkede
yükseköğretimde yurt yapımı için harcanır.” diyelim. Hadi, var mısınız? Hadi,
varsanız bunu yapalım. Değerli arkadaşlarım, yurt yapalım… SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Biraz önce söyledim: “Oranı artıralım, kanuna
koyalım.” dedim. (CHP sıralarından “Hazırlayın önergeyi, tamam, katılalım.”
sesleri) MUHARREM İNCE (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, ben sadece
eleştiri getirmiyorum, öneri de getiriyorum. Eğer elimizi vicdanımıza koyarsak,
bu önerimin ne kadar mantıklı ne kadar ülkenin geleceğini ilgilendiren… Ve bu
ülkenin çocukları, bu gerçekleştiği takdirde, karanlık güçlerin eline
geçmeyecek. Bundan daha sağlıklı ne olabilir? Bunun onuru, gururu sizin olsun,
sizin Hükûmetiniz döneminde yapılmış olsun, biz size
sadece destek olmuş olalım. Değerli arkadaşlarım, yine, bu ülkenin devlet hastaneleri ile
üniversite hastaneleri arasındaki bir farkı anlayabilmiş değilim. Tamam, bir
miktar düşürüldü. Üniversite hastanelerinin döner sermaye gelirlerinden kesilen
hazine payı yüzde 15’ti; yüzde 5 başladı herhâlde. SACİD YILDIZ (İstanbul) – Başladı. MUHARREM İNCE (Devamla) – Devlet hastanelerinde bu oran yüzde 1.
Ben, bu aradaki yüzde 4’lük farkı anlayabilmiş değilim. Bana birileri bunu
anlatsın, neden bu fark? Bu fark neden var, bunu doğrusu anlayabilmiş değilim.
Bu, üniversiteleri cezalandırmak mı? Bunu gerçekten çözemiyorum. Bunu gerçekten
iyi bilen birisi, Millî Eğitim Bakanı mı YÖK Başkanı mı Maliye Bakanı mı, kimse
bu yetkili, lütfen, bunu bu milletin Meclisinde anlatsın. Değerli arkadaşlarım, yine üniversitelerde bir vekâlet dönemidir
gidiyor. Bakın, şu anda üniversitelerimizde 137 üst düzey yönetici vekâleten
görevini yürütüyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. MUHARREM İNCE (Devamla) - Bunlardan 70’i dekan, 46’sı yüksekokul
müdürü, 16’sı enstitü müdürü, 3’ü konservatuvar
müdürü, 1’i rektör yardımcısı, 1’i araştırma merkezi müdürü. Neden biliyor musunuz? “Rektör seçimlerine kadar bu atamalar
durdurulmuştur.” diyor YÖK Başkanı. Böyle bir hakkı yok, hiçbir yasadan böyle
bir gücü alamaz. Yani Anayasa Mahkemesi kararına rağmen, Danıştay kararına
rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına rağmen üniversitelere “Bu
kararları görmezden gelin.” diyen, hukuk tanımayan bir YÖK Başkanı. Ee, yardımcılarına,
vekillerine bakıyoruz, sanki İstanbul Belediye Meclisi! Sayın Başbakanın
Belediye Başkanlığı döneminde hukuk danışmanlığını yapan, belediye
şirketlerinin yönetim kurulunda olan profesörlerimiz şu anda YÖK Başkan Vekili,
onlar bakıyor bu kadrolaşma işine. Değerli arkadaşlar, bunlar, gerçekten, Türkiye’ye yakışmayan
durumlar oluyor. Yine bakıyoruz… Bakın, yine bir başka durum… ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Onlar da Türk vatandaşı değil mi ya? MUHARREM İNCE (Devamla) – Bak ben sana bir Türk vatandaşı örneği
anlatayım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – O da bu ülkenin üniversitelerinde eğitim
almamış mı? MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın Başkan, bir dakikanızı alayım, bir
dakika… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Sayın İnce, sürenizi aştınız. Lütfen tamamlayınız ve
selamlayınız. MUHARREM İNCE (Devamla) – Bakın, size... Bakın, işi ehline vermek
lazım değil mi, işi ehline vermek lazım.
ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sana mı soracağız? MUHARREM İNCE (Devamla) – Bu, dinî bir söylemdir aynı zamanda.
Bakın, koca Türkiye’de Avrupa Bilimler Akademisine üye 3 kişi var. Biri, Namık
Kemal Pak; biri, Celal Şengör; biri, Erdoğan Şuhubi. Namık Kemal
Pak TÜBİTAK Başkanıyken anasından doğduğuna pişman edildi. 3 üyesi var Avrupa
Bilimler Akademisinde. SAMİ GÜÇLÜ (Konya) – Muharrem Bey, bunları başta da anlattın
TÜBİTAK Kanunu’nda. MUHARREM İNCE (Devamla) - Celal Şengör,
seçilmiş olmasına rağmen göreve başlatılmadı. Allah’tan, Erdoğan Şuhubi emekli olmuştu! Siz, Türkiye'nin en değerli 3 bilim
adamına eziyet çektirdiniz burada. Şimdi diyorsunuz ki: “Bunların yetenekleri
tartışılır.” Ama benim söylediğim kişilerin yetenekleri tartışılmaz. Dünya
çapında isimler bunlar. Dünya çapında isimleri kenara bırakıyorsunuz,
yetenekleri tartışılır insanları yönetici yapıyorsunuz. Teşekkür ederim Sayın Başkanım, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İnce. ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sizin yöneticileriniz iyi, bizim
yöneticilerimiz kötü! Böyle bir şey olamaz ya! YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) – Sen bir laf atma ya! BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşmak isteyen
var mı? MUHARREM İNCE (Devamla) – Bir kere de çık konuş ya! ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Çıkarım da konuşurum da… MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir kere de konuş! BAŞKAN – Sayın İnce… ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sanki YÖK Başkanı… MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım… BAŞKAN – Sayın İnce… MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkanım, ben maddeler üzerindeki
bir konuşmamı Sayın Milletvekiline veriyorum. Gerçekten istiyorsa, buradan
kendini anlatsın. BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen yerinize geçer misiniz. ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – O, benim bileceğim iş, senin bileceğin iş
değil! MUHARREM İNCE (Yalova) – Sen ancak laf atarsın! ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Ben sana soracak değilim oraya çıkarken. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Oraya çıkmak için yetenek lazım. BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşmadan önce,
Sayın Bakan kısa bir söz istemiştir. Buyurunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar) MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısı üzerinde Hükûmetimizin
görüşlerini ifade etmek ve biraz önce konuşan değerli sözcülerin bazı eleştirilerine
cevap vermek üzere huzurunuzdayım. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, daha önce, özellikle yeni
kurulan üniversitelere rektör atanmasıyla ilgili birkaç teşebbüs oldu. Sayın
İnce bunları ifade etti burada. Bunun bir kısmı Sayın Cumhurbaşkanından
-dönemin Cumhurbaşkanından- bir kısmı da Anayasa Mahkemesinden döndü. Bakın, yalnız, bir şeyin altını çizmek istiyorum: Bildiğiniz gibi
1992’de yirmi iki üniversite kuruldu; 1992’de kurulan yirmi iki üniversitenin
rektörü Millî Eğitim Bakanının ve Başbakanın teklifi ve Sayın Cumhurbaşkanının
onayıyla atandı. Arkasından, Galatasaray Üniversitesi kuruldu; Millî Eğitim
Bakanının ve Başbakanın önerisi ve Sayın Cumhurbaşkanının onayıyla atandı.
Sonra, ardından, Eskişehir’de Osmangazi Üniversitesi kuruldu; Millî Eğitim
Bakanı ve Başbakanın teklifi ve Sayın Cumhurbaşkanının onayıyla atandı. Yani
Türkiye’de bizden önce yirmi dört üniversitenin rektörlüğüne atamalar bu
şekilde yapıldı. Biz, aslında değişiklik falan yapmadık. Biz, bu tasarıyı
gönderdiğimiz zaman Sayın Cumhurbaşkanı bunu Anayasa Mahkemesine götürdü;
Anayasa Mahkemesi de bunu, bir hukuk doçentine, bir raportöre
gönderdi. Raportör, yüz altmış yedi sayfa boyunca, Hükûmetin
tasarısında Anayasa’ya kesinlikle aykırılık bulunmadığına, Sayın
Cumhurbaşkanının yürürlüğün durdurulması ve kanunun iptali yönündeki talebinin
reddedilmesi gerektiğine dair -yüz altmış yedi sayfa boyunca- kesinlikle
tasarının lehinde görüş bildirmesine rağmen, Anayasa Mahkemesi Anayasa’ya aykırı
buldu, oylamada oy çokluğuyla geri çevrildi. Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesinin kararları hepimizi
bağlar. Bütün
mahkemelerin kararları bizi bağlar. Ama bu, mahkemelerin verdiği
kararların hepimiz tarafından doğru kabul edileceği anlamına gelmez. Bizi
bağlar, biz bunu uygularız ama ona yönelik eleştiri hakkımız her zaman
saklıdır. Anayasa Mahkemesinin bunları iptal etmesi, bunların yanlış olduğu,
bizce yanlış olduğu anlamına gelmez. Raportörün verdiği karar hukuktu, onun
ortaya koyduğu görüşler hukuktu, alınan karar siyasi bir karardı. Kimse kendini
aldatmasın. Gelelim, Sayın Cumhurbaşkanıyla ilgili olarak… Bakın, Sayın Ahmet
Necdet Sezer bu ülkede yedi küsur yılı aşan bir sürede Cumhurbaşkanlığı yaptı.
Gerek Hükûmet mensupları olarak gerekse iktidar
kanadının milletvekilleri olarak değerli arkadaşlarımız bu kürsüye çıktığı
zaman, Türkiye Cumhuriyeti devletine Cumhurbaşkanlığı yapmış bir insandan söz
ederken kesinlikle şahsını tezyif eder manada, kesinlikle onu rencide edecek
şekilde asla bir üslup kullanmamıştır. Bu, kesinlikle yapılmamıştır. Bütün
tutanaklar ortadadır. Sayın Cumhurbaşkanımız daha komisyondayken inceliyormuş,
önüne gelen her şeyi imzalıyormuş, her atamayı imzalıyormuş şeklindeki
yaklaşım… MUHARREM İNCE (Yalova) – Yanlış mı? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Sayın
Cumhurbaşkanının imzalamadığı çok şey vardır arkadaşlar. Bir iddiada bulunurken
iddianızı ispatlayamazsanız müfteri olursunuz. MUHARREM İNCE (Yalova) – Bir sizin genel müdürü imzalamadı, bir
tanesini. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Netice itibarıyla,
burada Sayın Cumhurbaşkanına yönelik olarak bu üslubu kullanmak bir
milletvekiline kesinlikle yakışmaz. Şimdi, bakın bir şey daha… Efendim, üniversitelerde vekâlet dönemi
başlamış! Burada akademisyen arkadaşlarım var, rektörlük yapmış değerli
milletvekilleri var, bilirler; bir meslek yüksekokulunun müdürünün atanması,
bir yüksekokul müdürünün atanması, bir enstitü müdürünün atanması kesinlikle
YÖK ile ilgili bir olay değildir. Rektörler kendisi tayin eder. Orada,
yüksekokulda vekâlet varsa, enstitüde vekâlet varsa, meslek yüksekokulunda
vekâlet varsa… MUHARREM İNCE (Yalova) – Rektörler “Atama yapmayın.” dedi zaten.
YÖK “Yapmayın.” dedi. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Yapmayın arkadaşlar.
Yok böyle bir şey. MUHARREM İNCE (Yalova) – YÖK “Yapmayın.” dedi. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Yapmayın, böyle bir
şey, yok böyle bir şey. SACİD YILDIZ (İstanbul) – Yeni rektör seçimine kadar “Yapmayın.”
dediler. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Şimdi, dekanların
atamasına gelince: Diyelim ki Siirt Üniversitesinin şu anda rektörü yok. Bir
başka üniversitenin rektörü üç üniversiteye, dört üniversiteye birden bakıyor.
Bakın, biz kanun çıkarıyoruz, bu üniversitelere rektör atanacak ve o atanan
rektörler, yeni rektörler o dekanlarla çalışacak. Şu anda rektörü bulunmayan,
asaleten rektörü atanmamış olan üniversitelerde dekan atamalarının
yapılmamasından daha tabi bir şey olamaz ama bunun dışında da bir engelleme söz
konusu değil. Bir şey daha… Ben çok fazla vakitlerinizi almayacağım, huzurunuzu
işgal etmeyeceğim. Değerli arkadaşımız dedi ki: “Üniversitelerimizde 1 milyon
200 bin öğrenci var.” Bu doğru bir bilgi değil. Üniversitelerimizde 2 milyon
400 bin öğrenci var, 2 milyon 400 bin öğrenci var üniversitelerde. Bunun,
arkadaşlar, örgün öğretimde okuyan kısmı 1,5 milyondur. MUHARREM İNCE (Yalova) – Beyefendi, yurttan yararlanması
gerekenleri söyledim. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin. MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Bakan, demagoji
yapmayın! MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin.
Müsaade edin. MUHARREM İNCE (Yalova) – O rakamları en az sizin kadar ben de
biliyorum. 207 bin yurt kapasitesi var dedim. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Başkanım,
müdahale eder misiniz. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın İnce, burada yirmi dakika
konuştunuz. Sayın Bakanın sözünü… MUHARREM İNCE (Yalova) – Ama yanlış bilgi söylüyor. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar… MUHARREM İNCE (Yalova) - Yurtta kalması gereken… BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen… MUHARREM İNCE (Yalova) - Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürünü
aradım, sordum bugün, “Ne kadar?” dedim. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – O da doğru değil, o
da doğru değil, doğru değil. MUHARREM İNCE (Yalova) - Elimde resmî sayılar var. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, lütfen müdahale edin. BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bakın değerli
arkadaşlar, 1,5 milyon öğrencinin yaklaşık 800 bini kendi ailesinin oturduğu,
kendisinin ikamet ettiği ildeki bir üniversiteye gidiyor. Üniversite öğrencisi
kitlemizin çok büyük bir kısmı, biliyorsunuz, Ankara, İstanbul ve İzmir’dedir
ve şu anda seksen bir vilayette üniversite var. Yeni kurulan üniversiteleri bir
tarafa bıraksanız bile, kırk vilayette, çok eskiden kurulmuş, kökleşmiş,
müesses üniversiteler var. Dolayısıyla, 1,5 milyonun 800 bini kendi ikamet
ettiği ildeki bir üniversiteye gittiği için bunların yurt ihtiyacı yok. Yurttan
yararlanması gereken öğrenci sayısı 700 bindir. Bizim 230 binlik bir
kapasitemiz var ve şu anda on altı ayrı yurdumuz inşa edilmektedir ki bunun
asgarisi 500 kişilik
yurtlardır. Yirmi üçü ihale aşamasındadır. Yani, 2008 yılı içerisinde, değerli
arkadaşlarım, otuz dokuz yeni yurt yapılacaktır, yapılmaktadır. Biz iktidara
geldiğimizde Kredi Yurtlar Kurumunun bütçesi 450 trilyondu, bugün Kredi Yurtlar
Kurumunun bütçesi 2 katrilyondur. Tekrar söylüyorum: Türkiye’de çok acil olarak 200 bin kişilik, 300
bin kişilik, tekrar, yurda ihtiyaç yok ki. Bakın değerli milletvekilleri,
birçok yurdumuz yüzde 60-70 kapasiteyle çalışıyor. Yurda ne zaman ihtiyaç
oluyor biliyor musunuz? Eğitim-öğretim yılının başında, üniversiteler açıldığı
zaman özellikle birinci sınıfa kaydolan öğrenciler, çevreyi tanımadıkları için,
yabancılık çektikleri için onlar yurtlara çok büyük çapta rağbet gösteriyorlar.
Bizim, eğitim-öğretim yılının başında yurtlardaki doluluk oranı yüzde 110’a
kadar çıkıyor. Fakat daha sonra, çevreyi tanıdıktan sonra, Türkiye’de de çok
sayıda konut yapıldığı için… Diyelim ki, Elâzığ ilini ele alın: Elâzığ’da elle
tutulur kaloriferli bir dairenin kirası 400 YTL’dir, bilemediniz 500 YTL’dir. 3
arkadaş bir araya geliyorlar ev tutuyorlar ve eve çıkıyorlar. Şimdi, tekrar altını çiziyorum, büyük şehirlerimizdeki birçok
yurdumuz yüzde 70, yüzde 80, yüzde 65 kapasiteyle çalışıyor. Şimdi, netice
itibarıyla da, biz, Türkiye’nin neresinde yurda ihtiyaç varsa bu yurtları inşa
etmek için de seferber olmuş vaziyetteyiz. Bakın, son olarak dokuz üniversite
kurduk, dokuz devlet üniversitesi kuruldu dokuz vilayette. Şırnak’ta yurdumuz
yok, Tunceli’de yurdumuz yok -ki Tunceli’deki yurt da Millî Savunma Bakanlığı
tarafından kullanılıyor- onun dışında bütün vilayetlerde yurdumuz var yeni
kurulan iller dâhil olmak üzere. Dolayısıyla “Efendim, aman aman,
barınma problemi en büyük problemdir. Gelin, Hükûmet
olarak; gelin, Meclis olarak bunu çözelim.” gibi bir sıkıntı söz konusu değil. Bir şey daha değerli arkadaşlar: Kredi-Yurtlar Kurumu 1962 yılında
kurulmuş. 1962’yle 2002 yılı arasında Kredi-Yurtlar Kurumuna geri dönen kredi
miktarı 27 trilyondur. Yani insanlar kredi almışlar, mezun olmuşlar, üzerinden
beş yıl, on yıl, yirmi yıl geçmiş, kimse onları arayıp sormadığı için onlar da
aldıkları kredilerin geri ödemesini yapmamışlar. Devlet ciddiyet ister, devlet yönetimi ciddiyet ister. Bakın,
1962-2002 arasındaki kırk yıllık süre içerisinde 27 trilyon tahsilat
yapılmışken 2003-2008 arasında yapılan tahsilat -ben 27 trilyonu da eskale edilmiş rakamlar olarak söylüyorum- 1 katrilyon Türk
lirasıdır değerli arkadaşlar, 1 katrilyon. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, bunlar hesap kitap işidir değerli arkadaşlarım. Öte taraftan, bakın, YÖK’e üye olarak atanan YÖK Başkan Vekilinin, Sayın Başbakanımızın İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanıyken danışmanı olan, profesör olduğu ifade ediliyor. Yani
şimdi, Çevre ve Orman Bakanımız Sayın Veysel Eroğlu
Sayın Başbakanımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken İSKİ Genel
Müdürüydü. Bu, Sayın Veysel Eroğlu’na bir nakisa mı
getirir? Kendisi İstanbul Teknik Üniversitesi gibi saygın bir üniversitenin
öğretim üyesiydi ve bu konunun uzmanı olan bir insandı. Bakın, Sayın Milletvekilinin beğenmediği arkadaşımız Profesör
Doktor İzzet Özgenç –şu anda da burada oturuyor- kendisi bir hukuk
profesörüdür. O önünüze gelen şu bin küsur maddelik Ceza Kanunu’nda en büyük
pay kendisine aittir, en büyük emek kendisine aittir; kendisi saygın bir
hukukçudur, Gazi Üniversitesinde hukuk profesörü. Şimdi, Hükûmet birini YÖK’e atadığı
zaman… Ha, profesör de olsa… Çünkü bu profesörlük unvanlarını, değerli
arkadaşlar, partiler vermiyor; CHP de vermiyor, MHP de vermiyor, AK Parti de
profesörlük unvanını vermiyor, profesörlük unvanı üniversiteler tarafından…
Üniversitelerarası Kurul tarafından oluşturulan jüriler doçent yapar, daha
sonra üniversiteleri tarafından eserleri incelenir ve onlar profesörlük
kadrolarına tayin edilirler. Dolayısıyla, eğer bizim tasvip ettiğimiz bir
adamsa “Şu profesör iyi profesördür. TÜBİTAK’ın Başkanlığını yapan geçmişteki
profesör dünya çapında saygın bir profesördü, dünya çapında eserleri vardı ama
Profesör Doktor Nükhet Yetiş Hanımefendi eğer TÜBİTAK’ın Başkanı olursa… Hayır,
o tasvip ettiğimiz birisi değildir.” Arkadaşlar, esas partizanlık budur. Şimdi, kadrolaşmadan falan filan söz ediliyor. Şimdi, son meydana
gelen gelişmelerden sonra şöyle sağımıza solumuza baktığımız zaman esas
kadrolaşmanın nerelerde olduğu ve kimler tarafından yapıldığı çok iyi
anlaşılır. Dolayısıyla, liyakat esasına göre bu iş yapılmaktadır. Komisyonda da değerli CHP’li arkadaşlar da MHP’li arkadaşlar da
dediler ki: “Bizim burada itiraz edeceğimiz bir şey yoktur.” Nitekim değerli
muhalefet sözcüleri de zaten kanunun özüne, esasına itiraz etmediler,
“Anayasa’ya uygunsuzluktan dolayı” dediler. Evet, Anayasa Mahkemesi böyle bir
karar vermiştir. Bana göre, ben şimdi de söylüyorum, Anayasa Mahkemesinin
verdiği karar doğru bir karar değildir ama biz mahkeme kararını uygulamak
durumunda olduğumuz için bunu uyguluyoruz. Benim mahkeme kararını uygulamam
başkadır, uygulamak durumunda olmam başkadır ama o mahkeme kararına katılmam
başka bir şeydir. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çelik. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerine Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Yüksel Özden konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Özden. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı hakkında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlarım. Üniversite konusunu bu kadar tartıştığımız bir günde, ben,
üniversiteyi içlerinde en çok hisseden, bugünlerde üniversiteye girme aşkı,
azmi, gayretiyle çalışan, son günlerine gelen ve bu hafta sonu bir yıllık, iki
yıllık çalışmalarının, anne-babalarının emeklerinin, hayallerinin, kendi vizyonlarının gerçekleşmesi için ter dökecek olan yaklaşık 1
milyon 700 bin gencimize başarılar dileyerek başlamak istiyorum. 1 milyon 700 bin genç neden üniversiteli olmak istiyor? Neden
kendini feda edercesine bir üniversite programına yerleşmek istiyor? Çünkü
bugünkü dünyada prestij kazanmanın, itibar kazanmanın,
güç elde etmenin, toplumda mevki sahibi olmanın yegâne yolu, en önemli yolu
–özür dilerim- ve bunun en büyük aracı üniversite eğitimidir ve bundan dolayı
bu kadar gencimiz üniversite için uğraşıyor ve biz de burada
üniversitelerimizin sayısını artırmak, üniversitelerimizin daha iyi işlemesini
sağlamak ve yurdumuzun her yerinde üniversite hayali içinde olan
öğrencilerimize, lise mezunu, lise öğrencisi gençlerimize bu imkânı sunma
çabasındayız. Her ile üniversite açılması, şu veya bu şekilde eleştirilebilir,
eksik bulunabilir; önce şunları tamamlayın, sonra bunları tamamlayın denebilir.
Ama ben bir eğitimci olarak, okuduğu şehirde her gün üniversitenin önünden
geçerken, okuluna giderken bir üniversite binasını gören, tabelasını gören,
üniversite öğrencisi gören lise öğrencisinin, daha büyük bir azimle, gayretle
ve şevkle üniversiteye hazırlanacağını düşünüyorum ve bu doğrultuda, biz,
seksen bir ilimizde üniversite açılması işini tamamladık. Ama bunu yaparken
-çok iyi hatırlayın- burada şunu konuştuk dendi ki haklı olarak: “Bu kadar yere
üniversite açılıyor, kiminde bina var-yok, kiminde az-çok ama öğretim üyesi
eksiği had safhada. Yeterli öğretim üyesi sayısı olmadığında buralarda
üniversite açmanın anlamı ne?” Biz de bunu görmüyor, bilmiyor değildik ve şu
ana kadar ÖSYM bütçesinde birikmiş olan yaklaşık 300 trilyonluk parayı da
öncelikle ve özellikle, öğretim üyesi yetişmesi için, öğretim elemanlarının
yurt içi ve yurt dışı değişimi için kullanalım diyoruz. Geçen hafta, daha
önceki haftalarda bize “Üniversite açıyorsunuz, öğretim üyesini nerede
bulacaksınız?” diyenler, bu sefer öğretim üyesi yetiştirmek için ayırdığımız
kaynağı, öncelikle ve özellikle orası için kullanalım dediğimiz parayı “Niye
bir daha yapmıyorsunuz?” diyorlar. Burada ben şunu çıkarıyorum: Hangisini yapsak
bir şeyler söylenecek ama ben, özellikle neyi, niçin yaptığımızın bir kez daha
anlaşılmasını, bilinmesini istiyorum. “Üniversite” derken biz, gençlerimizin düzleşen bir dünyada
rekabet edebilmesini düşünüyoruz. Düzleşen diyorum çünkü rekabet anlamında mesafeler
engel olmaktan çıktı bugün. Bilişim teknolojilerinde ve İnternet’te elde edilen
gelişmelerle, bugün dünyanın neresinde olursanız olun dünyanın herhangi başka
bir yerinde bir şirkette çalışabilirsiniz ve bunun yolu da üniversite
eğitimidir. Biz üniversite eğitimimizin niteliğini artırmazsak,
yaygınlaştırmazsak bırakın kendi gençlerimizin dünyanın başka yerlerinde büyük
şirketlerde çalışmasını, gençlerimiz kendi ülkemizde bile çalışamayacak, iş
bulamayacak hâle geleceklerdir. Bu vizyonla, bu
düşünceyle hareket ediyoruz. Ayrıca, Türkiye, üniversite deneyimiyle, öğretim üyesi potansiyeli
ve öğretim üyesi yetiştirme imkânıyla bölgenin bir eğitim merkezi olabilecek
kapasiteye sahip bir ülkedir. Biz, yaklaşan dönem içerisinde Türkiye’deki
öğrencilerimizin eğitim ihtiyacını karşıladığımız gibi, Türkiye’de her ilde bir
üniversitenin olmasıyla, vakıf üniversitelerinin sayısının artmasıyla
üniversiteler arasındaki rekabetin de artacağından dolayı dünya çapında yeni
üniversitelerimizin oluşacağına ve… bölgedeki eğitim
merkezi pozisyonuna da hızla ilerlemesini arzuluyoruz ve ilerleyeceğine de
inanıyoruz. Bunu yaparken, ben, bugünkü kanun tasarısının ayrıntılarına
geçmeden önce bir hususu da paylaşmak istiyorum. Vakıf üniversitelerimizin
sayısı otuzu geçti. Vakıf üniversiteleriyle ilgili bir değişikliği daha yakın
bir zamanda konuştuk ama bunlar tartışılırken Türkiye’de biz eğer yirmi beş-
otuz iki yaş grubu içindeki üniversite mezunu oranını şu an sahip olduğumuz
yüzde 12’lerden yüzde 32’ye çekeceksek bunlar yetmiyor daha. Biz, bir yandan
hızla devlet üniversiteleri açarken, niteliklerini artırırken vakıf
üniversitelerin açılmasını kolaylaştırır ama aynı zamanda akreditasyonu etkin
bir şekilde kullanırken, ben inanıyorum ki, yakın bir zaman içerisinde özel
üniversitelerin kurulması da gündeme gelecektir. Üniversite konusu konuşulurken sık sık
gündeme gelen bir başka konu da üniversite mezunlarının iş bulup bulmadığı.
Değerli milletvekilleri, üniversite bir meslek okulu değildir. Üniversitelerde meslek yüksekokulları vardır ve bir meslek okuluna
insan hazırlaması önemlidir, gençlerimizi oraya yetiştirmesi önemlidir ama daha
da önemli olan: Biz, üniversitelerimizde evrensel değerler kazanmış, girişken,
üretken, dünyanın sorunları hakkında bilgi sahibi, öneri sahibi, onlar üzerine
kafa yoran, geleceğin dünyasının şekillenmesinde rol alacak gençlerin
yetişmesini arzuluyoruz ve bundan dolayı da üniversite dediğimizde de illa bir
meslek mezunu olmaya bakmamak gerekiyor. Şimdi, bugünkü kanun tasarısıyla yaptığımız birinci değişiklik,
biraz önce bahsettiğimiz gibi, ÖSYM bütçesinde biriken kaynağın öncelikle ve
özellikle üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için
kullanılmasıdır. Diğer yanda, yeni kurulan üniversitelerin ve kurulacak olan
üniversitelerin rektörlerinin atanması konusunda bir düzenleme var, onu
konuştuk. Ama üzerinde çok fazla değinilmeyen bir başka konu daha var:
Üniversite içerisinde rekabetin artması. Biraz önce de konuştuğumuz dünya ile
rekabet edebilen üniversitelerin ortaya çıkması için üniversitenin kendi
içerisinde kriterlerini belirlemesi ve öğretim
üyelerinin yarışması gerekiyor. Ama bunu yaparken seksen yıllık cumhuriyetin
başından itibaren görevde olan veya 1982’ye geldiğimizde bizim on dokuz
üniversitemiz vardı. O on dokuz üniversiteyle geçen yıl kurduğumuz on yedi
üniversitedeki, ondan önceki on beş üniversitedeki ve şimdi, geçen hafta
kurduğumuz yine dokuz üniversitedeki yarışma kriterlerinin
aynı olmaması lazım. İmkânları farklı, yetenekleri farklı, bir tarafta öğretim
üyeleri tamamen ders yüküyle uğraşırken, vakitlerinin çoğunu derse girerek
geçirirken diğer tarafta, üniversite öğretim üyeleri araştırmaya, geliştirmeye,
makale üzerinde çalışmaya biraz daha zaman ayırabiliyor. Bununla ilgili her üniversitenin kendisinin, kriterlerini
belirleyebilmesi lazım. Ancak böyle bir düzenleme daha önceki yıllarda oldu,
kanunla düzenlenmediği için iptal edildi. Şimdi yaptığımız değişiklikle farklı
üniversitelerin kendi özgün koşullarına göre yardımcı doçentliğe atanmada,
doçentliğe atanmada, profesörlüğe atanmadaki kriterlerini
geliştirebilmesinin yolunu açıyoruz. İşte, bölgenin eğitim merkezi olmamızı
sağlayacak; işte, dünyayla rekabet edebilmemizi, dünyayla yarışabilmemizi
sağlayacak olan üniversitenin önünü açmanın oradaki rekabeti artırmanın, oradaki
yarışmanın önünü açmanın, geliştirmenin bir başka yolu. Gene, bu tasarıda doçentlik sınavının yılda iki kez açılması
teklif ediliyor. Şimdi, öğretim üyesi olarak daha öncekinde yılda bir defa bu
şans vardı. Şimdi, siz makalelerinizi hazırlıyorsunuz, onları işte, çeşitli
yayın organlarına gönderiyorsunuz ve uluslararası yüksek nitelikteki birçok
bilimsel yayındaki kabul süresi, inceleme süresi aylar, yıllar sürüyor. İki yıl
sonra, üç yıl sonra makalenizin kabul edilip edilmediği, daha yayınlanması değil,
makalenizin kabul edilip edilmediğine dair yazı geliyor ve bunu yaparken de siz
şunu söyleyemiyorsunuz: Bizim ülkemizde doçentlik sınavına girmenin bir tane
tarihi var, o tarihe kadar bana verin. İşte, o tarih, o yazının bizde, öğretim
üyelerinde olması lazım. O zamana kadar yetişmezse benim doçentliğim bir yıl
daha ertelenecek diyemiyorsunuz, demek de ağrınıza gidiyor zaten. Nerede
yaşıyorsunuz siz, bunlar ne biçim kriterler, gibi
sözlerle karşılaşıyoruz. Şimdi yaptığımız ve Komisyonumuzda da büyük mutabakatla,
büyük bir uzlaşıyla, anlaşarak geçirdiğimiz bu teklifte de yılda 2 kez
doçentliğe yükselme, başvuru almanın yolunu açmış oluyoruz. Bir başka değişiklik teklifi: Şimdiye kadar bir yerde bir meslek
yüksekokulu açabilmek için… Ki hepimiz çok iyi biliyoruz, bu ülkede şu an en
çok ihtiyaç duyduğumuz insan gücü, “ara insan gücü” dediğimiz -daha çok meslek
yüksekokullarında iki yıllık veya dört yıllık programlarda yetişen- belirli,
özgün bir mesleğe hazırlamaya yönelik programlardır. Mevcut Kanunda bu yüksekokulların
açılabilmesi, bir üniversiteye veya yüksek teknoloji, ileri teknoloji
enstitüsüne bağlı olmayı gerektiriyor. Oysa siz bir vakıf olarak, eğitime gönül
vermiş bir kuruluş olarak ülkenin bu ihtiyacına cevap vermek istiyorsunuz, bu
ihtiyacı karşılamak istiyorsunuz; bölgeniz için, ülke için bu ihtiyacı
karşılamak istiyorsunuz. Şimdi yaptığımız değişiklik teklifiyle bir vakıf bir
yüksekokul açabilecek. İlla bir fakültenin olması, o vakfın yüksekokul açması
için önce bir üniversite kurması gerekmiyor ve bunu yaparken de kanundaki
düzenleme, bölgenin ihtiyaçları doğrultusunda. Tabii ki bölgenin ve ülkenin
ihtiyaçları değişir, gelişir. Yani buradaki kriterleri,
belki… Biraz önce konuşan milletvekili arkadaşım “Bunları kim belirleyecek,
nasıl belirleyecek, bunlar değiştiğinde ne olacak?” gibi hususları dile
getirdi. Şimdi, bu programları açtığımızda, tabii ki ihtiyaçlar değişir,
ihtiyaçlar değişirse biz de o okullardaki programları değiştiririz. Yani ilgili
vakıf, ilgili kuruluş (A) programını kapatır (B) programını açar. (A)
programından mezun olanlar bölgede, ülkede iş bulamıyorsa oraya gelen olmaz
zaten. Yani burada şu derdi taşımamız belki doğru ama o kadar dert etmemize
gerek yok. Çünkü bu programlar mezunları iş bulabildiği müddetçe açık kalır, iş
bulamadığında zaten kimse o programlara başvurmaz ve onun için böyle bir
endişeyi taşımaya gerek olmadığını düşünüyorum. Son olarak, Kanun tasarımızda teklif ettiğimiz bir husus daha var,
o da: Son, yeni kurduğumuz üniversitelerde ve bu sefer, kabul edilirse bu
tasarıyla kurulacak olan üniversitelerde görev alacak olan üniversite öğretim
üyelerinin emeklilik yaşını yetmiş ikiye yükseltmektir. Ben, bu tasarının hazırlanmasında emeği geçen tüm ilgilileri,
yetkilileri, ilgili birimleri canıgönülden kutluyorum
ve çıkacak olan bu kanunun, hazırlanan bu kanun tasarısının, Türk
üniversitelerinin bir adım daha ileriye gitmesine katkıda bulunmasını ümit
ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özden. Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde şahıslar adına
konuşma yok. Soru-cevap yok. Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, çalışma saatimiz dolduğundan, sözlü soru
önergeleriyle diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 17 Haziran 2008
Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.57 |
|