DÖNEM: 23                            CİLT: 20                    YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

103’üncü Birleşim

13 Mayıs 2008 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Hükûmetin uyguladığı tarım politikalarına ve fındık üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, cevaplanmayan soru önergelerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

3.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, sanayi üretiminin artırılmasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı

 

IV.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 13/5/2008 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 13/5/2008 Salı ve 14/5/2008 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Sayıştay üyelikleri için yapılacak seçimlerin, Genel Kurulun 20/5/2008 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; 220 ve 224 sıra sayılı Kanun Tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

 

V.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kocaeli Milletvekili M. Cevdet Selvi’nin, Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün, 1996 yılında yapmış olduğu bir konuşmayı çarpıttığı gerekçesiyle konuşması

2.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün, konuşmasında partisine sataşması nedeniyle konuşması

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/541) (S. Sayısı: 219)

2.- İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı; Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 2 milletvekili ile Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/570, 2/227, 2/228) (S. Sayısı: 224)

VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, TRT Hatay Radyosunun kapatılmasına,

- Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, TRT’deki atamalara ve bazı programlara,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/2513, 2572)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, F tipi hapishanelerde mahkûmların sohbet etmesine imkân sağlayan genelgenin uygulanmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/2663)

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, bir gazetecinin gözaltına alınmasına ilişkin sorusu  ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/2677)

4.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, bir tiyatro oyunu ile ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2687)

5.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Gümüşhane, Bayburt, Kastamonu, Bolu, Erzurum, Bitlis, Kırşehir, Düzce, Yozgat, Karaman, Kilis, Karabük ve Çankırı’daki yatırımlara ilişkin soruları ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/2737, 2738, 2741, 2742, 2743, 2866, 2951, 2952, 2953, 2954, 2955, 2956, 2957)

6.- Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu’nun, II. Ulusal Sağlık Kurultayına sağlanan desteğe ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2790)

7.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, gazilerin hayat şartlarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/2811)

8.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, medya, spor ve gösteri alanlarındaki kayıt dışı istihdama ve sendikalaşmaya ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2864)

9.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, A Millî Futbol Takımının forma renklerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/2865)

10.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, kayıt dışı istihdama ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2898)

11.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, İşsizlik Sigortası Fonu’na ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2899)

12.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Kaz Dağları ve çevresinin korunmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2926)

13.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, turizm yatırımı amacıyla tahsis edilen kamu arazilerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2927)

14.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Türkiye İş Kurumuna ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2993)

15.- Adana Milletvekili Muharrem Varlı’nın, emekli olamayan belediye başkanlarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2994)

16.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, SPK Başkanı hakkındaki iddialara ilişkin sorusu  ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/3018)

17.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Piraziz ve Bulancak ilçelerine spor tesisleri yapılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/3083)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.05’te açılarak dört oturum yaptı.

 

Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, artan gıda fiyatları ve yoksulluğa ilişkin gündem dışı konuşmasına, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu cevap verdi.

 

Denizli Milletvekili Mithat Ekici, Denizli Devlet Hastanesinde bir hastaya bakılmamasına,

Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm yıl dönümleri ile Türkiye’de demokrasi ve hukukun gelişim sürecine,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan, daha önce yaptığı bir konuşmanın yanlış anlaşıldığı iddiasıyla açıklamada bulundu.

 

Hatay Milletvekili Gökhan Durgun’un (3/114) (S. Sayısı: 151),

Kocaeli Milletvekilleri Nihat Ergün ve Osman Pepe’nin (3/115) (S. Sayısı: 152),

Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları, Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Tokat  Milletvekili Reşat Doğru ve 21 milletvekilinin, ülkemizde yaşayan Ahıska Türklerinin sorunları ile anavatana dönmek isteyenlerin karşılaştıkları problemlerin (10/182),

Van Milletvekili Özdal Üçer ve 19 milletvekilinin, Van ilinde tarım ve hayvancılıkta yaşanan sorunların (10/183),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/480) (S. Sayısı: 94) görüşmeleri tamamlanarak maddeleri kabul edildi.

 

Adı geçen tasarının çerçeve 3’üncü maddesinin, İç Tüzük’ün 89’uncu maddesi gereğince yeniden görüşülmesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanının isteminin, Danışma Kurulunun görüşü alındıktan sonra, Genel Kurulca kabulü üzerine, yeniden görüşülmesini müteakip kabul edildiği açıklandı.

 

Adı geçen tasarının, görüşmeleri bu suretle tamamlanarak kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

2’nci sırasında bulunan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/541) (S. Sayısı: 219) görüşmelerine başlanılarak tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı, maddelerine geçilmesi kabul edildi.

Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın,

Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay’ın,

Konuşmalarında partilerine sataştıkları iddiasıyla birer konuşma yaptılar.

 

Birleşime verilen aradan sonra ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından, 13 Mayıs 2008 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 22.27’de son verildi.

 

 

 

 

 

 

Eyyüp Cenap GÜLPINAR

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

Murat ÖZKAN

 

Konya

 

Giresun

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Fatoş GÜRKAN

 

 

 

Adana

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

                                                                                                                                              No.:  144

 

II.- GELEN KÂĞITLAR

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun

1.- 1.5.2008 Tarihli ve 5760 Sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/583) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.5.2008)

Tasarılar

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yemen Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/578) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.4.2008)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/579) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.5.2008)

3.- Türkiye Cumhuriyeti ile Yemen Cumhuriyeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/580) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.5.2008)

4.- Türk-Arap İşbirliği Forumu Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/581) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.5.2008)

5.- Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı (1/582) (Adalet ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.5.2008)

Teklif

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un; Çiftçilerin T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan Tarımsal Kredi Borçlarının Ertelenmesine Dair Kanun Teklifi (2/237) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.4.2008)

Tezkereler

1.- Bartın Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/420) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

2.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/421) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

3.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/422) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, bir holdingin kredi kullanımına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/673) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

2.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, sulama birliklerinin elektrik borçlarına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/674) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

3.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, arı yetiştiricilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/675) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

4.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, elma üreticilerinin kayıt usulüne ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/676) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

5.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, süt inekçiliğinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/677) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

6.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, muz fiyatlarındaki artışa ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/678) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

7.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Serik İlçesinde orman alanında taş ocağı kurulacağı iddiasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/679) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

8.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Sabah-ATV ihale bedelinin finansmanına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) sözlü soru önergesi (6/680) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

9.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, Ermenistan’da resmi törende Türk Bayrağına yapılan saldırıya ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/681) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

10.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, okulların güvenliğine ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/682) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

11.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, bir ders kitabında Ağrı Dağının farklı bir adla yer aldığı iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/683) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

12.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, tekstil ve hazır giyim sektöründeki sıkıntılara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/684) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

13.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, İşsizlik Sigortası Fonunun kullanımına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/685) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

14.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir gruba iki kamu bankasından verilen krediye ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) sözlü soru önergesi (6/686) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

15.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan İlinin içme suyu sorunlarına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/687) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

16.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, kayısı üreticilerinin zararının tarım sigortasından karşılanmamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/688) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

17.- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, hidrojen enerjisine ve bor teknolojilerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/689) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

18.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, Ermenistan’da düzenlenen törende Türk Bayrağına yapılan saldırıya ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/690) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

19.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, Kuzey Irak yönetimiyle ilişkiler konusundaki iddialara ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/691) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, çiftçilerin elektrik borçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3289) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

2.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Vakıflar Kanunu uyarınca taşınmaz edinimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3290) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

3.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, Zonguldak İl Özel İdaresinin bir birimine personel alımına ve unvan değişikliklerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3291) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

4.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Sabah-ATV ihale bedelinin finansmanına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3292) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

5.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, kiraz üreticilerinin sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3293) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

6.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Başbakanlığa ait uçak ve helikopterlerin kullanımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3294) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

7.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Sabah-ATV ihalesinin finansmanına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3295) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

8.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, mayın ve bomba tuzaklarında şehit ve malul olan güvenlik görevlilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3296) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

9.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun’un, 23 Nisan kutlamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3297) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

10.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, bazı F tipi cezaevlerinde yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3298) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/4/2008)

11.- Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu’nun, zamanaşımına uğrayan bazı davalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3299) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

12. -Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Çağlayan Göleti projesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3300) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

13.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, orkinos balığı çiftliklerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3301) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

14.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, balık çiftliği üretim alanlarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3302) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

15.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Ankara Radyosundaki yöneticilere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/3303) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

16.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, TRT’de yayınlanan bir programa ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/3304) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

17.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, bir belgeselin TRT’de yayınlanmasına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/3305) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

18.- Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, Siirt’te görev yapan bir subay hakkındaki iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3306) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/4/2008)

19.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bazı belediye başkanlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3307) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

20.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, teknik hizmetler sınıfına alınmayan arkeologlara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3308) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

21.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’te inanç turizminin geliştirilmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3309) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

22.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, sokakta yaşayan ve eğitim alamayan çocuklara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3310) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

23.- Bursa Milletvekili Onur Öymen’in, bazı okullarda dini içerikli film seyrettirildiği iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3311) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

24.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Gümüşhane İl Milli Eğitim Müdürlüğüne yapılan görevlendirmeye ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3312) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

25.- İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert’in, Anadolu liselerine öğretmen atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3313) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

26.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Anamur’un bir köyünde hayvancılık desteği uygulamasından doğan mağduriyete ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3314) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

27.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, çiftçilerin kredi kullanımındaki tapu ipoteğine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3315) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

28.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, kiraz üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3316) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

29.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, hayvancılıktaki bazı sorunlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3317) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

30.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, üst düzey yönetici atamalarına, bina tadilatına ve bazı taşınmazlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3318) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

31.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, bölünmüş yol çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3319) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

32.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Karadeniz Bölgesindeki kanser vakalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3320) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

33.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Katar’a yapılan resmi ziyaretlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3321) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

34.- Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın, Gümüşhacıköy İlçesindeki yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3322) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

35.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, çevreyle ilgili bir konuda idari yargıya başvuran bir öğretmenin görev yerinin değiştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3323) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

36.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, Mersin Limanında bekletilen atık dolu konteynırlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3324) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

37.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bazı ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3325) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

38.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, Devlet kurumlarınca bastırılan tanıtım ve davetiye kartlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3326) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

39.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, sosyal yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3327) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

40.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Sabah-ATV ihalesini alan şirkete ve sağladığı krediye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3328) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

41.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Cumhurbaşkanının şehit ailelerine yaptığı bağışlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3329) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

42.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir arazi ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3330) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

43.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Seyhan Belediyesine yapılan ödeme ve kesintilere ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3331) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

44.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, Bingöl’de deprem sonrası verilen kredilerin geri ödemelerinde yaşanan zorluklara ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3332) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

45.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, yabancılara satılan gayrimenkullere ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3333) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

46.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, yabancılara satılan arazilere ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3334) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

47.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, mevsimlik işçilerin sosyal güvenliklerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3335) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

48.- Giresun Milletvekili Eşref Karaibrahim’in, BAĞ-KUR’dan emekli olmak isteyenlerin yaşadığı bazı sorunlara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3336) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

49.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, GAP’ın finansmanında İşsizlik Fonunun kullanılacağı iddiasına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/3337) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

50.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, bir ihale bedelinin finansmanına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/3338) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

51.- İzmir Milletvekili Abdürrezzak Erten’in, TRT yöneticilerine ve yeni alınan personele ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/3339) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

52.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, TRT’deki personel istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/3340) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

53.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, TRT programlarına ve personeline ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/3341) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

54.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, kaçak ve kayıp elektrik kullanımına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3342) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

55.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’teki bir termik santralin çevreye etkilerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3343) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

56.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’te işletilen bir maden ocağına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3344) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

57.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Atatürk Hava Limanı yoluna ve bir arazinin kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3345) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008)

58.- Giresun Milletvekili Eşref Karaibrahim’in, belediyelerin lale dikimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3346) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

59.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, 1 Mayıs 1977 Taksim olaylarının aydınlatılmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3347) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

60.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, alkometre ve hız ölçüm aletlerinin kalibrasyon belgelerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3348) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

61.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Silivri’deki bir okul arsasının plan değişikliğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3349) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

62.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Samsun Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3350) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

63.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Konya Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3351) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

64.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Sakarya Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3352) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

65.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Kayseri Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3353) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

66.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3354) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

67.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3355) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

68.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3356) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

69.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Antalya Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3357) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

70.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Bursa Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3358) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

71.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3359) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

72.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Erzurum Büyükşehir Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3360) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

73.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, bazı büyükşehir belediyelerinin lale dikimine ve Antalya Büyükşehir Belediyesinin ithal palmiye ağacı alımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3361) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

74.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, belediyelerin verdiği burslara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3362) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

75.- Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’teki kültür varlıklarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3363) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

76.- İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert’in, Çin’de Hereke halılarının taklidinin yapılıp aynı isimle satıldığı iddiasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3364) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

77.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Burdur’daki kazı çalışmalarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3365) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

78.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür Yardımcısına yapılan ek ödemelere ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3366) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

79.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Düzce’nin doğal ve turistik zenginliklerinin tanıtımına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3367) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

80.- İstanbul Milletvekili Hüseyin Mert’in, vekaleten ve geçici görevlendirilen idarecilere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3368) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

81.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Düzce’nin eğitim kurumlarının yeniden düzenlenmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3369) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

82.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, sınav ve kılavuz ücretlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3370) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

83.- Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, Seyitgazi İlçesinde öğrenci taşımacılığı yapan esnafın hak edişlerinin ödenmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3371) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

84.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir lise müdürünün görevden alınmasına ve yerine yapılan atamaya ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3372) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

85.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, eğitim kurumlarına yönetici atamalarında yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3373) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

86.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, eczanelerin alacaklarının geç ödenmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3374) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

87.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, aile hekimliği uygulamalarında yaşanan sorunlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3375) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

88.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, tarım ürünleri fiyatlarındaki artışa ve hayvancılığın desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3376) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

89.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Düzce’de tarım ve hayvancılığın desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3377) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

90.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Tarım Sigortaları Kanunu uygulamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3378) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

91.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, tahıl ürünlerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3379) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

92.- İstanbul Milletvekili Hasana Macit’in, Bursa ve Balıkesir’de mera kapsamından çıkartılan alanlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3380) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

93.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, kamyonlarda yolcu taşınmasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3381) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

94.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, Ankara-İstanbul hızlı tren projesi konusunda sunulan bir bildiriye ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3382) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

95.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Bartın-Amasra ayrımı Arıt-Aydınlar yoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3383) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008)

96.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, karayolu taşımacılığında tonaj kontrolüne ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3384) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

97.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Van Gölündeki kirliliğe ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3385) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008)

98.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, bazı olaylardan mağdur olan SHÇEK korumasındaki çocuk ve gençlere ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/3386) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008)

99.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, KOSGEB’in KOBİ’lere kullandırdığı desteğe ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/3387) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Kocaeli Milletvekili Cevdet Selvi’nin, müteahhitlerin ve işletmelerin kamudan alacaklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2659)

2.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, erişimi engellenen internet sitelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2661)

3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, gazilere ödenen şeref aylığına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2665)

4.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, İstanbul Sağlık İşleri İl Müdürlüğü personelinin kurduğu derneğin özel sağlık kuruluşlarından bağış topladığı iddiasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2666)

5.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Adana Büyükşehir Belediyesinin ithal ettiği palmiye ağaçlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2674)

6.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait bir firmanın ihalelerine ve faaliyetleriyle ilgili bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2675)

7.- Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’in, bir soruşturmaya Ergenekon adının verilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2676)

8.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürünün oğlunun okullara güvenlik kamerası takan bir şirketin ortağı olduğu iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2678)

9.- Aydın Milletvekili Mehmet Fatih Atay’ın, Bolu’da yapılan bir konferansa ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2679)

10.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Bolu İl Milli Eğitim Müdürlüğü yöneticilerinin bir konferansa katılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2680)  

11.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ihale verdiği firmaların çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2692)

                                                                                                                                               No.:  145

13 Mayıs 2008 Salı

Teklifler

1.- Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun; Hakimler ve Savcılar Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/238) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

2.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Hakimler ve Savcılar Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/239) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

Tezkereler

1.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/423) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

2.- Mardin Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/424) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

3.- Adana Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/425) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

 

13 Mayıs 2008 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN : Köksal TOPTAN

KÂTİP ÜYELER: Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı), Fatoş GÜRKAN (Adana)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 103’üncü Birleşimini açıyorum.

Çoğunluğumuz vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri beşer dakikadır. Hükûmet bu konuşmalara cevap verebilir.

Gündem dışı ilk söz, fındık üreticilerinin alacaklarının iki yıldır ödenmemesi hakkında söz isteyen Giresun Milletvekili Murat Özkan’da.

Sayın Özkan, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Hükûmetin uyguladığı tarım politikalarına ve fındık üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MURAT ÖZKAN (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; fındık üreticilerinin sorunları hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım.

Sözlerime başlamadan önce, Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşanan deprem felaketi nedeniyle Çin halkının acılarını paylaştığımı… Ayrıca Engelliler Haftası nedeniyle tüm engelli vatandaşlarımızın daha iyi bir yaşam ve daha iyi bir ortama kavuşmaları için, sosyal devletin gereği olan, devletin üzerine düşen sorumluluğu da yerine getirmesini temenni ederek başlamak istiyorum.

Sayın milletvekilleri, dünya ülkeleri içerisinde tarımsal açıdan kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biri olan Türkiye Cumhuriyeti, AKP Hükûmetinin uyguladığı politikalar nedeniyle bu özelliğini kaybetmiştir. Halkımızın temel besin kaynağı olan buğday dahi bu dönemde ithal edilir hâle gelmiştir. Yıllardır temel ihraç ürünümüz olan fındık ise toplumun sırtına yüklenen bir kambur gibi gösterilmiş, fiyatı gitgide düşürülerek üretici maliyetini karşılayamaz hâle gelmiştir.

FİSKOBİRLİK üreticiden aldığı fındığın bedelini hâlâ ödememiştir. Üreticinin 80 milyon YTL alacağının yasal faizleriyle birlikte behemehâl ödenmesi gerekmektedir.

Son dönemde Türkiye’de uygulanan tarım politikalarını ülkeyi dışa bağımlı hâle getirme çabalarının bir sonucu olarak değerlendirmek gerekir. Uygun ithal koşulları, üretmeme karşılığı verilen destekler bu tezimizin en önemli dayanağıdır.

BAŞKAN – Sayın Özkan, bir dakikanızı rica edeyim.

Değerli arkadaşlarım, salondan uğultu geliyor. Siz de izleyemiyorsunuz, biz de izleyemiyoruz, hatip de konsantre olamıyor. Lütfen dinleyelim arkadaşımızı.

Buyurun Sayın Özkan.

MURAT ÖZKAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bu politikalar sonucunda, dünyada yaşanan gıda krizi ülkemizi de hemen etkisi altına almıştır. Fiyat artışlarından dolayı yaşanan gıda krizinin bu politikaların sürmesi nedeniyle daha da uzun süre devam edeceği bilinen bir gerçektir. Bunun yanında, ülkemizde yakın zamanda fındıkta da önemli bir kriz beklenmektedir. Sayın milletvekilleri, bu kriz, fiyat artışlarından değil, fındık fiyatının düşük olmasından dolayı yaşanacaktır.

Karadeniz Bölgesi’nde birçok yurttaşımızın tek geçim kaynağı olan fındık en kötü zamanlarda bile 1 milyar dolarlık ihracat geliri sağlayan bir üründür. Dolayısıyla, fındıkta yaşanacak krizin sadece Karadenizliyi değil ülke ekonomisini de olumsuz etkileyeceği açıktır.

Türkiye dünya fındık üretiminin yüzde 80’ine yakınını sağlamasına rağmen fiyatları birkaç alıcı belirlemektedir. Piyasanın çok az sayıda alıcı ve satıcı tarafından kontrol edilmesi, borsa sisteminin çalışmaması fındıkta spekülatif hareketleri kolaylaştırmıştır. Hükûmetin yanlış politikaları da bu spekülatörlerin ekmeğine yağ sürmekte, özellikle arz fazlasının olduğu yıllarda fiyatları istedikleri gibi oynatmaktadırlar. Bu spekülatörler 2008 yılı fındığını şimdiden 3 yeni Türk lirası 12 kuruşa Avrupalı alıcılara alivre satış yapmış durumdalar. 3 lira 12 kuruşa söz verilen fındığın pazarda alacağı fiyat en fazla 2 lira 80 kuruş olacaktır.

Sayın milletvekilleri, yeni sezona dört ay kala alivreciler 2008 fındığının söz verdikleri fiyattan satılması için yoğun çaba gösteriyorlar. Hükûmetin iki yıldır fındık alımı için görevlendirdiği Toprak Mahsulleri Ofisinin elinde bulunan 320 bin tonu aşkın fındığın satılacağı haberi ve 2008 yılı rekoltesinin yüksek olacağına dair yapılan açıklamalar spekülatörlerin işini kolaylaştırmakta ve kendi çıkarları yönünde politikaları rahatlıkla tespit etmektedirler.

Sayın milletvekilleri, devlet, fındık alımında arz fazlası olduğu yıllarda piyasa fiyatını istenen düzeyde yükseltmek için fazla ürünü alır, bu ürünü rekoltenin düşük olduğu zamanlarda satarak zararını gidermeye çalışır. Rekoltenin yüksek beklendiği yıllarda ise fındığı satmaz. Daha önceki FİSKOBİRLİK seçimlerinde istediği liste kazanamayan Başbakan fındık alımlarında Toprak Mahsulleri Ofisini görevlendirmiştir. Başbakanın bu tercihi sonucunda devlet hazinesine ödettiği görev zararı, fındık alımına ödenen ve stok maliyetleri ve alış maliyetleriyle birlikte 2 milyar YTL’yi bulmuştur. Oysa FİSKOBİRLİK’le kavga etmeyip bu problemi 150 milyon YTL’lik bir kredi kullanmak suretiyle çözmesi mümkündü. İki yılda Hazineye ödetilen görev zararı tarihî bir rakamdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özkan, bir dakika verdim, bitirin lütfen.

MURAT ÖZKAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

19’uncu yüzyıldan beri fındık ihraç eden Türkiye böyle bir görev zararıyla maalesef karşılaşmamıştı.

Sayın milletvekilleri, gördüğünüz gibi keskin sirke sadece küpüne zarar vermiyor, ülkeye de ciddi zararlar veriyor. Sayın Bakana ve Hükûmete sesleniyorum: 2008 yılında fındığı kimin alacağı ve fiyat politikasının ne olacağını lütfen ilan ediniz. Gıda fiyatlarının yükseldiği bu dönemde fındık fiyatlarının artması gerekirken ürünün pazara inmesine dört ay kala, önceden satış yapan spekülatörlerin fiyatları düşürmek adına kurguladıkları oyunu bozmak Hükûmetin en önemli görevidir. Aksi takdirde, spekülatörlerin ekmeğine yağ sürersiniz, fındık üreticisine de krizden öte felaket yaşatırsınız.

Sözlerime son verirken hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.

Gündem dışı ikinci söz, cevaplandırılmayan soru önergeleri hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’e aittir.

Sayın Ersin, buyurun lütfen. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, cevaplanmayan soru önergelerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı

AHMET ERSİN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Milletvekillerinin Anayasa’dan ve İç Tüzük’ten kaynaklanan soru önergeleriyle denetleme haklarının kısıtlanmasıyla ilgili gündem dışı söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa’nın 98’inci maddesi ve İç Tüzük’ün 96, 97, 98, 99 ve 100’üncü maddeleri, milletvekillerinin birey olarak sözlü ve yazılı soru önergeleriyle bilgi edinme, hükûmetin icraatları hakkında bilgi edinme ve denetleme haklarını düzenliyor ve milletvekillerinin birey olarak denetim haklarını kullanabildikleri en önemli araç, sözlü ve yazılı soru önergeleri. Ancak, bu sözlü ve yazılı soru önergelerinin cevaplandırılmasıyla ilgili yani milletvekillerinin bu aracı kullanarak denetim yapma haklarıyla, yetkileriyle ilgili ciddi sorunlar var. Yani eğer bir iktidar, milletvekillerinin bu haklarını kullanabilmelerinin önünde ciddi bir engel olarak duruyorsa, verilen soru önergelerini yanıtlamıyorsa ya da eksik yanıtlıyorsa, hatta sorunların üzerini örtecek biçimde yanlış bilgiler veriyorsa orada ciddi bir sorun var demektir.

Üzülerek belirtmek gerekir ki, AKP’nin bu konudaki karnesi son derecede zayıftır değerli arkadaşlarım. Milletvekillerinin Anayasa ve İç Tüzük’ten kaynaklanan hak ve yetkilerine saygılı olduğu ve dolayısıyla da Meclise hak ettiği saygıyı gösterdiği söylenemez. Milletvekillerinin birey olarak sahip oldukları en önemli denetleme araçlarından biri olan soru önergeleri, Sayın Başbakan ve bakanlar tarafından, İç Tüzük’te belirtilen sürede cevaplandırılmamakta hatta hiç cevap verilmemektedir.

Nitekim 23’üncü Dönemde 9 Mayıs 2008 tarihi itibarıyla 3.421 yazılı soru önergesinden 1.225’i cevaplandırılmamıştır. Geçtiğimiz 9 Mayıs tarihi itibarıyla söylüyorum: 3.421 yazılı soru önergesinden 1.225’i cevaplandırılmamıştır. Keza yine AKP Hükûmetlerinin iş başında olduğu 22’nci Dönemde ise bütün dönem boyunca 22.994 yazılı soru önergesinden 7.585’i cevaplandırılmamış ve 2.590 sözlü soru önergesinden de 1.177’si cevaplandırılmayarak kadük olmuştur. Değerli arkadaşlarım, bu durum AKP Hükûmetlerinin maalesef Meclise bakışını ve Meclisi önemsemediğini, denetimden kaçtığını göstermektedir.

Değerli dostlarım, özellikle yolsuzluklar, partizanlık ve kayırmacılığın yoğun olduğu bu dönemde bu konulara ilişkin soru önergeleri ya hiç cevaplandırılmamakta ya da ilgisiz cevaplar verilmektedir. Bununla ilgili birçok örnek var elimde, bunları bir başka gün değerlendireceğim. Ama uzun süreden beri takip ettiğim bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Abdullah Gül’ün ve eşi hanımefendinin dışişleri konutunda yaptırdıkları tadilat ve yenilemelerin maliyetini altı buçuk aydan beri verdiğim dört soru önergesine rağmen öğrenmek mümkün olmamıştır. Bilindiği gibi, Sayın Gül Dışişleri Bakanı olduktan sonra eşi hanımefendiyle birlikte dışişleri konutu ve eklentilerinde kapsamlı bir tadilat yaptılar, yeni eşyalar aldılar. Bunların maliyetleri, yapılan harcamalar ve yenisiyle değiştirilen eşyalarla ilgili bana gelen bazı bilgiler ve iddialar var. Bunların soru önergelerimde de sözünü ettim ama sonuç alamıyorum.

Bu iddialar ve bilgilerden bazıları şöyle: Tadilat ve eşya alımlarıyla ilgili yapılan toplam harcamaların 18 milyon YTL olduğu, bunun üçte 2’sine yakın bölümünün Kayseri’deki kişilere ve şirketlere ödendiği ve 900 bin YTL’lik harcamanın belgesinin olmadığı ve yenisiyle değiştirilen mobilya, mutfak eşyaları ve diğer malzemelerin Deniz Feneri Derneğine bağışlandığına ilişkin iddialar var.

Bunların doğru olup olmadığını tespit etmek ve bir karşılaştırma yapmak için aynı konuyu ve aynı soruları içeren 7 Kasım 2007, 29 Kasım 2007 ve 18 Ocak 2008 tarihlerinde üç adet yazılı soru önergesi verdim. Verilen cevapların hiçbirisi önergelerimin karşılığı olmamıştır. Sorularımı cevaplamak yerine Dışişleri Bakanlığı konutunun önemi anlatılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ersin, bir dakika ek süre veriyorum, bitirin lütfen.

AHMET ERSİN (Devamla) – Son olarak, 13 Mart 2008 tarihinde aynı konuyu ve aynı soruları içeren verdiğim soru önergesi aradan iki ay geçmesine rağmen bugüne kadar cevaplandırılmamıştır.

Değerli milletvekilleri, eğer özellikle yolsuzluk ve partizanlık ve kayırmacılığın konu alındığı soru önergeleri ısrarla cevaplandırılmıyor veya ısrarla ilgisiz cevap veriliyorsa, işin içinde bir kaşkariko olduğu izlenimi doğar. Yazılı ve sözlü soru önergelerinin cevaplandırılmaması, hem milletvekillerinin anayasal haklarının kısıtlanmasının ve hatta yok edilmesinin ve hem de İktidarın denetimden kaçtığının işaretidir. Dolayısıyla Sayın Başbakanın ve bakanların Meclise saygılı olmaları gerekir. Milletvekilleri oy makinesi ve Meclis de hükûmet uygulamalarının tasdik yeri değildir.

Değerli arkadaşlarım, beni dinlediğiniz için hepinize saygılar sunuyorum ve bu sorun aslında hepimizin sorunuydu ama sizleri pek fazla ilgilendirmediğini sanıyorum.

Çok teşekkür ederim beni dinlediğiniz için. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ersin.

Gündem dışı konuşmaya Hükûmet adına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek…

Buyurun Sayın Çiçek. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Ersin’in gündeme getirdiği konuyla ilgili olarak bazı hususlarda yüce heyetinize bilgi vermek üzere bulunuyorum.

Hiç şüphesiz Meclisin en önemli iki görevi var: Bunlardan bir tanesi yasa yapmak, ikincisi de denetim yapmaktır. Dolayısıyla bu Meclis bugüne kadar bu iki görevi de Anayasa ve İç Tüzük çerçevesinde yerine getirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla, hiçbir cumhuriyet hükûmeti düşünülemez ki, bu yüce çatıyı ve bu müesseseyi önemsememiş olsun. Hepimizin önemsediği, cumhuriyetin en temel kurumudur ve rejimin ve demokrasinin de kalbidir. Dolayısıyla, ne bizim Hükûmetimiz ne de bizden evvelki bir hükûmetin bu kuruma saygısızlık etmesi, sorulan sorulara cevap vermemesi diye bir husus düşünülemez.

Biz de bu sorumluluk duygusu içerisinde Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük’ün 96 ve müteakip maddelerinde belirtilen denetim yollarından hangisi gündeme geliyorsa bununla ilgili devletin bilgisini, yaptığımız işlerle ilgili konuları sizlere aktarmaya çalıştık ve çalışıyoruz. Bu konuda haksızlık yapılıyor. Nitekim, biraz sonra da bir başka denetim yolu olan gensoru müessesini işletiyoruz. Burada konuyla ilgili ne varsa, herkes gelecek, burada düşüncelerini söyleyecek, kamuoyu da buradan bilgi sahibi olacaktır.

Ancak, bizim Hükûmetimizin öncekilerden bir farkı var. 18 Kasım 2002’de 58’inci AK Parti Hükûmetini kurduğumuz zaman ilk çıkardığımız yasalardan bir tanesi Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’dur. Biz sadece Meclise bilgi vermek değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin devlet faaliyetleri konusunda bilgi sahibi olmasını teminen bilgi edinmeyi bir hak olarak telakki ettik, bilgi verecek kişilerin de bir lütufta, bir ihsanda değil, Anayasa’dan ve yasalardan doğan bir görevi yerine getirmek mecburiyetinde olduğu noktasından hareketle tüm vatandaşlarımızın hangi konuları istiyorsa -istisnalar dışında- bilgi edinmesine imkân sağlayacak düzenlemeleri getirdik. Bununla ilgili üst kurul kuruldu. Ola ki bürokraside bazı yanlışlıklar olabilir, yanlış anlamalar olabilir, vatandaşın bu konudaki soruları cevapsız kalmasın diye itiraz hakkını da getirdik ve inanıyorum ki, bu Yasa yürürlüğe girdiğinden bu tarafa neredeyse milyonlara varan insanlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları devlet faaliyetleriyle ilgili soru soruyorlar, ilgili kurumlardan da bilgi alıyorlar.

Şimdi, tabiatıyla bilgi edinmek yazılı ve sözlü soru şeklinde burada gündeme geldiği için bu soruların da İç Tüzük’teki çerçeve içerisinde sorulması lazım, o sınırlar dâhilinde olması lazım.

Ben daha evvel bazı sözlü sorulara verdiğim cevapta, bize, Hükûmete sorulan bazı soruların İç Tüzük hükümlerine uymadığını ifade etmeye çalıştım, bu konuda ısrar ediyorum. Mesela ne gibi? “Kişilik ve özel yaşama ilişkin sorular sorulamaz.” diyor İç Tüzük’ün 96’ncı maddesinde. Gelen soruların bir kısmı doğrudan doğruya kişilik haklarıyla ilgilidir, özel hayatla ilgilidir. Bu sorular cevaplandırılamaz.

İkincisi: Başka kaynaktan kolayca öğrenilmesi mümkün olan sorular da sorulamaz çünkü bu bir israftır, zaman israfıdır. “Filanca köyün, filanca ilin, filanca ilçesinin falanca köyünün yolu ne zaman yapılacak?” Başbakandan soru önergesi. Şimdi, bu bilgi Başbakandan başka yerden sorulamaz mı? Pekâlâ o ilin valisinden sorulabilir, kaymakamından sorulabilir, ilgili müdüründen de sorulabilir. Bu bilgiyi öğrenme imkânı varken…

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Milletvekiline ne soracağını öğretmeyin!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - …üstelik, bakın sadece buna ilaveten, sadece vatandaş olarak bile Bilgi Edinme Hakkı Yasası gelmişken, bunun gereğini yapmayanlarla ilgili de cezai hükümler söz konusu olduğu hâlde, İç Tüzük’ün 97’nci maddesine aykırı olarak da sözlü sorular ya da yazılı sorular gündeme gelebilmektedir. Bunların da önemli bir kısmı İç Tüzük’ün bu hükmüne aykırıdır.

Üçüncüsü: Gelen soruların önemli bir kısmı kişisel kanaat öğrenmeye yönelik sorulardır. “Falanca konuda ne düşünüyorsunuz?” Şimdi, bu bir  denetim mekanizması değil ki, kişi o konuyu zaten söylüyorsa… Siyaset adamıyız, birçok yerde hepimiz konuşuyoruz, burada gündeme getiriyoruz. Dolayısıyla...

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan, ders vermeyin!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, lütfen…

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - …bunlar İç Tüzük hükümlerine aykırı olarak sorulan sorular olmasına rağmen, biz Meclise olan saygımızdan, soruyu soran değerli milletvekilimizin kendisine, şahsına saygımızdan bunlara da cevap vermeye çalışıyoruz.

Şimdi, biz cevap veriyoruz da eğer soruyu soran kafasında bir şey tutuyor illa da ona uygun cevap istiyorsa o ayrı bir şeydir. Biz kimsenin kafasından ne geçtiğini bilemeyiz, bu soruyu ne maksatla sorduğunu bilemeyiz. Metinde ne varsa onu cevaplamaya çalışıyoruz. Kaldı ki burada biraz evvel dile getirilen hususların önemli bir kısmı uygulamayla da örtüşmüyor. Şimdi birkaç rakam vereceğim, ondan sonra siz kendi vicdanınızda bu değerlendirmeyi yaparsınız.

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Sayın Bakan…

BAŞKAN – Lütfen dinler misiniz.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bakınız, 18’inci Dönem, üç yıl on ay süren bir yasama faaliyeti içerisinde 2.202 yazılı soru sorulmuş, 18’inci Dönemde -üç yıl on ay- yaklaşık dört yıllık süre içerisinde sorulan yazılı soru sayısı 2.202, cevaplandırılan 1.356’dır.

Şimdi geliyoruz bugüne, 23’üncü Döneme. Şurada dokuz ay olmuş.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sözlü soru?

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Hepsini cevaplayacağım müsaade ederseniz.

Dokuz aylık dönemde 3.241 soru sorulmuş, 1.544 tanesi cevaplandırılmış.

Sayın Ersin ise bize, 23’üncü Dönem olarak, 18/10/2007’de, 23/10/2007’de, 5/11/2007’de, 19/11/2007’de, 21/11/2007’de, 27/11/2007, 3/12/2007, 10/12/2007’de 8, 2008’de ise 17/4/2008’de 2 tane, 1/5/2008’de de 1 tane olmak üzere 11 tane soru sormuş, 11’inin de cevabı verilmiş.

AHMET ERSİN (İzmir) – Hayır, hayır!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Verilmiş, verilmiş, evet.

AHMET ERSİN (İzmir) – Hayır!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bunları tekrar konuşuruz.

AHMET ERSİN (İzmir) – Yanılıyorsunuz Sayın Bakan!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – İkincisi: Sözlü soru olarak 18’inci Dönem -üç yıl on ay- 1.255 soru sorulmuş, 98’i cevaplandırılmış.

AHMET ERSİN (İzmir) – Yanılıyorsunuz!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – 19’uncu Dönemde -dört yıl iki ay Parlamento çalışması var- 1.824, dört yıl iki aylık dönem içerisinde verilen cevap 276.

20’nci Dönemde 1.261 soru. Üç yıl üç ay süren bir yasama dönemi, sorulan soru sayısı 1.261.

Vakit kaybetmek istemiyorum…

Dokuz aylık dönemde 698 sözlü soru sorulmuş, bunun 329’u da cevaplandırılmıştır.

Dolayısıyla, bizim veremeyecek bir hesabımız yok. Söyleyecek sözümüz varsa gelir sizlerle burada paylaşırız, devletin bilgisini de Anayasa ve İç Tüzük çerçevesinde, tabiatıyla, en evvel size veririz, size vermeliyiz, bu noktada kimsenin bir tereddüdü olmasın. Biz, bu müesseseyi hep beraber önemsiyoruz, önemsemeliyiz, en evvel de bilgi verilecek makam ve kurum olarak da burayı görüyoruz, Hükûmet olarak bu düşünceyle hareket ediyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çiçek.

Gündem dışı…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, efendim, şimdi, Sayın Bakan…

BAŞKAN – Sayın Genç, bir dakika, lütfen.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Başkanım, bir şeyi arz edebilir miyim?

BAŞKAN – Hayır, bir dakika, gündem dışı konuşmaları bitirelim.

Bir dakika lütfen.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, şu konuşmaya karşı söylüyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç, böyle bir usul olur mu?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, Hükûmet konuşma yaptı…

BAŞKAN – Sayın Bakan Sayın Ersin’in gündem dışı konuşmasına cevap verdi, bu madde bitti.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, cevap vermiyor, sizin yetkinizi aşıyor.

BAŞKAN – Şimdi, gündem dışı üçüncü söz, sanayi üretiminin artırılması hakkında söz isteyen, Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi’ye aittir.

AHMET ERSİN (İzmir) – Sayın Bakanın benimle ilgili söyledikleri doğru değil!

BAŞKAN – Doğru değil… Kendine göre doğruyu söyledi, Sayın Ersin.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Meclis Başkanı görevini yapmıyor diyor!

BAŞKAN – Yapıyor, yapıyor! Yapmaz mı Meclis Başkanı görevini.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Böyle bir yanıt anlayışı olabilir mi? İstediğini yanıtla, istediğini yanıtlama, üçte 1’ini yanıtla!

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, buyurun efendim.

3.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, sanayi üretiminin artırılmasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı

HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz son altı yılda iyi yönetilemiyor. Tarımımız yok edildi, şimdi de sanayimizden, ulusal sanayimizden, “Anadolu Kaplanları”ndan, “Anadolu Aslanları”ndan haberler iyi gelmiyor.

Bursa’da, büyük bir tekstil fabrikası 780 işçisine dört ay önce ücretsiz izin vermiş. Burada çalışan işçi Kemal Atasoy, kredi kartındaki borcunu ödeyemediği için intihar etmiş.

Denizli’de, tekstilin amiral gemisi olan bir fabrikamıza ortağı olan banka el koymuş. Oysa, Denizli, 2007’de 2,5 milyar dolar ihracat yapmıştı. Demire yapılan son aşırı zamlardan sonra sanayi üretemez hâle geldi, işçiler ortada kaldı.

Makroekonomiye bakınca, ithalat ihracatı neredeyse ikiye katladı. Cari açık rekor kırdı. Enflasyon hedefleri altüst oldu. Büyüme yüzde 3,5 düzeyine düştü. Oysa, Türkiye'nin sorunlarını çözebilmesi, istihdam sağlayıp refah yaratabilmesi için yüzde 7’nin üzerinde büyümesi gerekiyor. Son dört ayda 16 bin şirket kapandı. Her kesimden şikâyetler yükseliyor. Bütün KOBİ’ler arsa fiyatına İngiltere’deki fonlar eliyle yok fiyatına alınıp borsadaki değeri biraz yükseltilip satılıyor. Bunun sonucunda şirketler sahipsizleşiyor ve aynı zamanda yabancılaşıyor. Özelleştirme adı altında tüm şirketler yabancılaştırılıyor. Sonra da üretimden uzaklaştırılıyorlar. Otomotiv ve dayanıklı tüketim malları dışında, ayakta kalabilen, kâr eden kuruluş hemen hemen kalmadı. Hatta bunların yan sanayisi bile bitti, çünkü, parçalar Çin’den geliyor.

Büyümeyi engelleyen en önemli hususlardan birisi, YTL faiz oranlarıdır. Yani, faizler yatırım yapmak için çok fazladır. Bundan, özellikle KOBİ’ler olumsuz etkilenmektedirler. Düşük kur-yüksek faiz tam anlamıyla bir tuzaktır, ne kurumuz doğru ne de faizimiz. Uygulanan para, kur politikası, üretimi, ihracatı cezalandırmaktan, ithalatı özendirmekten başka hiçbir işe yaramıyor.

Hükûmet, her olumsuzluğu küresel ısınmaya, petrol fiyatlarına, dünyadaki ekonomik dalgalanmaya ya da Merkez Bankasına bağlıyor; hiç kendine pay çıkarmıyor. Ulusal sanayimizin avucumuzun içinden kayıp gitmesine, birer birer yok olmasına, el değiştirmesine seyirci kalıyor. Biz ne yapabiliriz diye hiç düşünmüyor. Suni gündemle ülkeyi geriyor. Oysa, ülkenin gerilmeye değil gelişmeye ihtiyacı var. Olup biten bütün olumsuzluklardan AKP Hükûmeti sorumludur. Bir türlü gerçek gündem olan ekonomiye seçimlerden bu yana gelemedi hâlâ.

Enerji hâlâ sanayide en önemli girdidir. Bir ay önce yapılan sanayi kullanımındaki yüzde 15’lik elektrik zamları yetmiyormuş gibi şimdi de haziranda yeni bir elektrik zammının hazırlığı yapılıyor. Bu, Türk sanayisini üretimsizliğe iter. Biz vatandaş olarak, bulunduğumuz mekânlarda birkaç ampulü söndürebiliriz, buna aklımız ve gücümüz yeter ancak sanayide elektrik tasarrufu olmaz. Böyle bir şey düşünülürse bu, üretimin azalması demektir. Bu, sanayinin şalterinin indirilmesi demektir. Sakın ha, sanayide kullanılan elektriğe zam yapmayınız. Enerji sektörüne yatırım yapınız.

Ulusal sanayinin ayakta kalması için acele ve radikal teşvikler gereklidir. Bu teşvikler sektörel olmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erçelebi, bir dakika ek süre veriyorum, lütfen bitirin.

HASAN ERÇELEBİ (Devamla) – Peki Başkanım, çok teşekkür ederim.

Bu sektörlerin başında, katma değeri fazla olan, milyonlarca insanımızın ekmek yediği tekstil ve konfeksiyon sanayisi gelmektedir. Hükûmet tekstili gözden çıkarmamalıdır. Teşvikler yapılırken asgari ücret asla bölgesel olmamalıdır. Hükûmetin beceriksizliğinin faturası çalışanlara, işçilere çıkarılmamalıdır. İşverenin üzerindeki prim yükü mutlaka azaltılmalıdır. Doğu ve Güneydoğu’ya özel sektör gitmiyorsa mutlaka devlet yatırımlarla gitmelidir. Doğu ve Güneydoğu halkı yoksulluk, kadercilik ve terör kıskacından mutlaka kurtarılmalıdır. Sanayide üretim ve verimliliği artırmak için, gerekli nitelikli elemanı yetiştirecek mesleki teknik ortaöğretime ve yükseköğretime önem verilmelidir. Mesleki teknik eğitim sanayi kuruluş ve kurumlarıyla beraber planlanmalı ve programlanmalıdır. Sanayi envanteri mutlaka çıkarılmalıdır. İstihdam dostu, alın terini öne çıkaran yatırım politikaları geliştirilmelidir.

Hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erçelebi.

Gündem dışı konuşmaya Devlet Bakanı Sayın Mehmet Şimşek cevap verecektir.

Buyurunuz efendim. (AKP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Erçelebi, tabii, Türkiye için öylesine kötümser bir resim çizdi ki, son beş altı yıldır -doğrusu- olup bitenleri herhâlde takip etmekte zorlanılıyor.

Şimdi, arkadaşlar önce tarımdan başladılar. Tarımda ihracat 4,1 milyar dolardan neredeyse 10 milyar dolara çıkmış. Tarım sektörünün gayrisafi millî hasılası, çok büyük bir kuraklığa rağmen, geçen sene, 23 milyar dolardan 50,6 milyar dolara çıkmış. Yine, tarımsal sektörde fert başına hasıla neredeyse bin dolardan 2.500 dolara çıkmış.

Şimdi, enflasyonda son otuz beş - kırk yılın hâlâ en düşük düzeyindeyiz. Hedefin ötesindeyiz ve enflasyondaki değişimin yüzde 65’i enerji ve gıdadan kaynaklanıyor. Yani, burada, Merkez Bankasında, iktidarda kim olursa olsun bu türden dışsal şoklara karşı pek fazla da yapılacak bir şey yok.

Yine, cari açık konusunu gündeme getirdiler. Sadece ve sadece petrole ve doğal gaza verilen, daha doğrusu ithal faturası 37-38 milyar dolar civarındadır, cari açık da 40 milyar dolar civarındadır. Dolayısıyla, yani, resmi daha iyi bir şekilde ortaya koymakta fayda vardır.

Faiz oranlarından bahsettiler. Faiz oranları bugün yüzde 20, reel faiz oranları da aşağı yukarı yüzde 10 civarında. Peki, bundan beş yıl önce ne düzeydeydi, merak ediyorlar mı acaba? Yüzde 30 civarında bir reel faiz vardı, yüzde 60-70 civarında da nominal faiz vardı. Son beş altı yıldır ihracat artış hızı yüzde 15’in üzerinde, hem de reel olarak.

Biz aslında birçok adım attık bu sorunların çözümü için. Bakın, biz son birkaç aydır neler yaptık? Her şeyden önce enerji piyasası reformuyla başladık. Enerjide, özellikle Türkiye'nin kaynaklarını daha iyi kullanacak ve Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtaracak bir sürü adım attık. Elimizdeki aşağı yukarı bütün hidroelektrik santral projelerini özel sektöre devrettik. Neden? Çünkü, özel sektör çok daha hızlı bir şekilde bu projeleri bitiriyor.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Daha da pahalı satıyor!

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Başka ne yaptık? Yine rüzgâr enerjisini, aşağı yukarı Türkiye’de olmayan bir şeyi, biz şu anda çok hızlı bir şekilde Türkiye’ye kazandırmaya çalışıyoruz ve ilk rüzgâr enerjisi üretim hatları da devreye girmiş durumdadır.

Nükleer enerji için yüce Meclisimiz bir yasayı kabul etti ve eylül ayında biz oturup ilk ihaleyi yapacağız. Yani dolayısıyla biz Türkiye’deki enerji kaynaklarını ne yapıyoruz? Çeşitlendiriyoruz, çünkü rekabet gücü açısından bu çok önemlidir.

Enerjide tabii ki fiyatların da rasyonel olarak belirlenmesi lazım. Takdir edersiniz ki petrol ve doğal gaz fiyatları son beş altı yıldır 4-5 kat arttı. Tabii ki geçmişin getirdiği özellikle doğal gaz çevrim santralleriyle üretilen elektrik üretimini de dikkate alırsanız bu son yaptığımız fiyat düzenlemesi çok da abartılacak bir şey değildir. Çok merak ediyorsanız Eurostat’ın web sitesine girin ve Türkiye’deki elektrik fiyatlarını, sanayideki, meskendeki elektrik fiyatlarını Avrupa ülkeleriyle karşılaştırın. Birçok Avrupa ülkesinin bazen yarısı, bazen üçte 1’idir. Dolayısıyla, o rakamlara bakmanızda fayda görüyorum. Yani, Eurostat’ın web sitesi de orada. Ben bu konuşmayı bilmediğim için rakamları yanımda değil, ama gidin bakın.

Yine enerjide, özellikle sektörde serbestleşme ve rekabeti artırmak için özelleştirme de yapıyoruz. Çünkü doğru olan da budur.

Teşvik sisteminden bahsettiler. Teşvik sistemini zaten biz gözden geçiriyoruz. Mevcut teşvik sistemi birçok yerde epey başarılı olmuş -Düzce’de, Kahramanmaraş’ta, Afyon’da ve benzeri birçok ilimizde- ama biz teşvik sisteminde daha esnek bir yapıya geçeceğiz. Bunu da zaten açıkladık. Ne yapacağız? Hem bölgesel bazda hem sektörel bazda hem de proje bazında teşvik sistemini geliştireceğiz. İlk defa, Türkiye'de, sanayi envanterini yapıyoruz. Dolayısıyla, bunları zaten takip ediyorlarsa bizim bunları yaptığımız ortada.

Sanayide verimlilikten bahsettiler. Son beş altı yıldır Türkiye'deki sanayi, yani imalat sanayisindeki kısmi verimlilik yüzde 40 civarında artmış. Cumhuriyet tarihinde öyle bir dönem yok. İlk defa Türkiye ekonomisi altı yıl üst üste büyümüştür arkadaşlar, ilk defa ve yüzde 6,7’lik bir büyüme söz konusu.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Hormonlu! Hormonlu!

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Hormonlu büyüme yok.

Cumhuriyet tarihinde böylesine uzun bir süre için bu kadar yüksek düzeyde bir büyüme dönemi yoktur. Bu dönemi başka türlü tarif etmek için, bilemiyorum…

Yine, eğitim reformunda çok önemli adımlar atıldı. İstihdam paketi bu hafta Meclisimizde. Ne getiriyor? Sanayide rekabet gücünü artırmayı öngörüyor. Nedir peki? Biz diyoruz ki: Sanayicinin üstündeki, işverenin üzerindeki hem idari yükleri hem mali yükleri aşağı çekeceğiz. Başka ne yapacağız? Sektörlerde kalifiye eleman açığını gidereceğiz. Buyurun, yakında gelecek.

Sosyal güvenlik reformunu yaptık. Uzun dönemde istikrarın sürdürülmesi için eğitime, araştırma-geliştirmeye, altyapıya daha fazla imkân olması için mutlaka Türkiye'nin bu reformu yapması gerekiyordu, yaptık.

Yine, araştırma-geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi konusunda biz bir kanun geçirdik, yakında da uygulamaya fiilen girmiş olacak. Ne getiriyor bu? Türkiye'de ARGE yapanlara, belli ölçekte ARGE yapanlara yüzde 90’a kadar bütün vergilerde muafiyet getiriyor. Niye getiriyoruz biz bunu? Dünyadaki en iyi uygulamalar öyle de onun için. Eğer biz, katma değeri yüksek ürünlere, kâr marjı yüksek ürünlere geçeceksek, tabii ki bizim onun altyapısını hazırlamamız lazım.

Sanayi üretimini artırmak için tabii ki mikro ve makro düzeyde yapılacak daha birçok reform var ama birçok reformda da çok önemli mesafeler katedildi. Bakın, yapacaklarımızdan bahsetmiyorum, yaptıklarımıza bakarsanız, enerji piyasası reformundan iş gücü piyasası reformuna kadar, sosyal güvenlik reformundan araştırma-geliştirme reformuna kadar, yap-işlet-devret modelinin genişletilmesine kadar birçok konuda adım atılmıştır.

Tabii ki bazı sektörlerde, bazı iş kollarında birtakım sıkıntılar var. Bu sıkıntıların bazı boyutları tabii ki dünya ekonomik dinamiklerindeki gelişmelerle ilişkili, bir kısmı da buradaki gelişmelerle ilişkili.

Biz, sanayicimizin, katma değeri yüksek, marka değeri olan ürünlere geçmesini tabii ki teşvik ediyoruz ve bunun için de ARGE Yasası’nı getirdik. Tabii ki siz, hâlâ, yani Bengladeş’te Bengladeş’in ürettiği ürünlerle rekabet etmeye kalkarsanız edemezseniz çünkü biz ücretler üzerinde rekabet edemeyiz, zaten etmek de istemiyoruz. Biz, Avrupa Birliği sürecini yaşayan ve Avrupa Birliği ile farkı sürekli kapatmaya çalışan bir ülkeyiz. Dolayısıyla bizde reel ücretler de orta, uzun dönemde artacaktır.

Bizim böyle “yüksek faiz, düşük kur” politikamız da söz konusu değildir. Kuru piyasa belirliyor ve yeni olan bir olay da değil, 2001’den beri de budur, Türkiye için de doğrusu olan budur.

Faiz de tabii ki enflasyonla mücadele için Merkez Bankası tarafından belirlenmektedir. Başka türlü de… Zaten, her iki değişkeni, hem uluslararası para fon akışlarını serbest bırakacaksınız hem aynı zamanda faizi, kuru kontrol etmeye çalışacaksınız; bunlar demode görüşler, yok öyle bir şey. Yani “imkânsız üçlü” diye bir konsept var ekonomide. Gidin bakın, dünyada hangi ülke, aynı anda, yani sermaye giriş çıkışlarınız serbest olacak, siz kalkacaksınız aynı anda hem faizi hem kuru kontrol edeceksiniz! 90’lı yıllarda bu denendi ama takdir edersiniz ki, son derece başarısız bir deneyimdi. Onun için biz Türkiye’de doğru olanları yapmaya devam ediyoruz. Enflasyonu düşürme kararlılığı devam ediyor. Petrol ve gıda şoku sonsuza kadar sürmez. Orta dönemde enflasyon tekrar aşağı doğru inecektir.

Yine, cari açıkla ilişkili olarak, bizim özellikle enerji piyasası reformu, ülkenin rekabet gücünü artırmak için iş gücü piyasası reformu, ARGE reformu, bütün bunlar orta ve uzun dönemde cari açığı çok ciddi bir şekilde aşağı çekecek gelişmelerdir.

Şunu da takdir etmeniz lazım: Bugün Türkiye eğer 120 doların üzerinde bir petrolle yoluna devam ediyorsa bu büyük bir başarıdır. Türkiye nüfusunun yüzde 26’sı on dört yaşın altındadır. Nüfusun üçte 2’si otuz-otuz beşin altındadır. Tasarruf oranları düşüktür. Bu yeni bir olay değildir ve maalesef, geçmişte sosyal güvenlik sistemi iflas noktasına götürülecek kadar kötüleştirilmiştir. Bunun da sorumlusu biz değiliz. Tam aksine, Türkiye’nin kırk elli yıllık perspektifle altyapısını nasıl düzeltiriz, sosyal güvenlik sistemi gibi çok önemli reformları popülist olmasa da nasıl yaparız, onunla uğraşıyoruz.

Bakın, 1950’li yıllarda emeklilik yaşı elli beş. 1970’li yıllarda, bakıyorsunuz, 24 aktif çalışan 1 emekliyi destekliyor. Geldiğimiz nokta: Sistem iflas etmiş. Bunda bizim sorumluluğumuz yok. Tam aksine, bunu düzeltiyoruz. Bugün OECD’de 30 tane ülke var. O 30 ülkenin 4 tanesinde 2007 yılı itibarıyla emeklilik yaşı 65-67; 21’inde 65; 4’ünde 60-65. Sadece Türkiye’de 44-48. Bu sistemi bu hâle getirenler baksınlar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır Sayın Bakan, istirham ederim, yasa 99’da çıktı, yapmayın yani.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Arkadaşlar, bu sene itibarıyla erkekler kırk sekiz yaşında emekli olabiliyorlar.

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Haftada çalışma saatleri kaç saat, bir de onu söyle bana.

BAŞKAN – Sayın Mengü

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Çalışma saati ülkeden ülkeye değişiyor.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Ben İngiltere’deyken on altı saat, on sekiz saat çalıştığım günler oldu, çok rahat bir şekilde.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sizden iyi kim bilecek! Sizden iyi kim bilir!

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Türkiye’de çok güzel şeyler oluyor. Türkiye’de, çok ciddi bir ekonomik, sosyal ve siyasal bir transformasyon var ve bununla övünmeniz lazım. Bununla övünmeniz lazım.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Hay hay efendim!

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Cumhuriyet tarihindeki en güzel dönemi yaşamış Türkiye. Büyümede böyledir, enflasyonda böyledir ve reformlarda da böyledir. İstihdam da yaratmışız. Bakın, biz iktidara geldiğimiz zaman, aile içi ücretsiz işçiler, yani yevmiye almayan işçiler toplam işçilerin yüzde 21’ini oluşturuyordu, şu anda yüzde 14’üne düşmüş durumda. (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sevgili arkadaşlarım…

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Yani, iş gücü piyasasında da kalite artmıştır.

BAŞKAN – Sayın Bakan… Sayın Bakan, bir dakika…

Değerli arkadaşlarım, İç Tüzük’ümüz, beş dakikalık bir gündem dışı konuşmaya, hükûmet adına yirmi dakikalık, bana göre de fevkalade uzun bir cevap hakkı süresi verdi. Arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde bu İç Tüzük hükmünün değiştirilmesi lazım geldiğini ben de dile getirdim, ama bu İç Tüzük değişene kadar hükûmet

GÜROL ERGİN (Muğla) – Cevap hakkı palavra hakkı değil ki!

BAŞKAN – Hocam… Şimdi, yani bir hocam konuşuyor bir hocam itiraz ediyorsa, olmuyor. Lütfen, Sayın Bakanı dinleyelim, söylediklerini beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama o, İç Tüzük’ün kendisine vermiş olduğu hakkı kullanarak yirmi dakikayı doldurmak istiyor.

Buyurun Sayın Bakan.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Bakanın konuşmasında soruya cevabın ne alakası var?

BAŞKAN - Lütfen arkadaşlar…

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Evet, Türkiye’deki başarıları söylemekle kimseyi daha fazla sıkmak istemiyorum, ama, Türkiye çok başarılı bir dönem geçirmiştir ve yapacağımız bu reformlarla Türkiye’nin geleceği de çok parlaktır.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sen bu konuşmayı halkın önünde yap, bak ne diyecekler sana!

DEVLET BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şimşek.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Danışma Kurulunun bir önerisi var, okutup oylarınıza sunacağım.

IV.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 13/5/2008 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 13/5/2008 Salı ve 14/5/2008 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Sayıştay üyelikleri için yapılacak seçimlerin, Genel Kurulun 20/5/2008 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; 220 ve 224 sıra sayılı Kanun Tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

              No:34                                                                                         Tarihi: 13.5.2008

8.5.2008 tarihinde dağıtılan ve Genel Kurulun aynı tarihli 101 inci Birleşiminde okunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer alması, Anayasa’nın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 13.5.2008 Salı günkü Birleşiminde yapılması, Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 70, 59 ve 66 ncı sıralarında yer alan 224, 133 ve 220 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 2, 3 ve 4 üncü sıralarına alınması ve diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi, Genel Kurulun 13.5.2008 Salı ve 14.5.2008 Çarşamba günkü Birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesi, Genel Kurulun 13.5.2008 Salı günkü Birleşiminde 15:00 – 21:00; 14.5.2008 Çarşamba ve 15.5.2008 Perşembe günkü Birleşimlerinde ise 13:00 – 21:00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi, Sayıştay üyelikleri için yapılacak seçimlerin, Genel Kurulun 20.5.2008 Salı günkü Birleşiminde yapılması, 220 sıra sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve 224 sıra sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının İç Tüzüğün 91 inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetveldeki şekliyle olmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca önerilmiştir.

 

 

Köksal Toptan

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

 

 

 

 

 

 

Nihat Ergün

 

Hakkı Suha Okay

 

Adalet ve Kalkınma Partisi

 

Cumhuriyet Halk Partisi

 

Grubu Başkanvekili

 

Grubu Başkanvekili

 

 

 

 

 

Mehmet Şandır

 

Selahattin Demirtaş

 

Milliyetçi Hareket Partisi

 

Demokratik Toplum Partisi

 

Grubu Başkanvekili

 

Grubu Başkanvekili

220 SIRA SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİL USULÜ HAKKINDA

KANUNDA VE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA

KANUN TASARISI (1/514)

BÖLÜMLER                           BÖLÜM MADDELERİ           BÖLÜMDEKİ MADDE SAYISI

1 İNCİ BÖLÜM                      1 ila 13 üncü maddeler                                         30

MADDE 8- (a ve b bentleri 1 madde; Geçici Madde 72, 73 ve 74 1’er madde olmak üzere toplam 4 madde)

MADDE 9- (a, b, c, ç ve d bentleri olmak üzere toplam 5 madde)

MADDE 11- (a, b, c ve ç bentleri 1’er; d, e ve f bentleri 1 madde olmak üzere toplam 5 madde)

MADDE 12- (a ve b bentleri 1; c, ç ve e bentleri 1’er ve Geçici Madde 25 ve 26 olmak üzere toplam 6 madde)

MADDE 13- (1 ve 2 nolu fıkralar olmak üzere toplam 2 madde)

2 NCİ BÖLÜM                         14 ila 26 ncı maddeler                                          30

MADDE 18 (a bendi ile Ek Madde 15 olmak üzere toplam 2 madde)

MADDE 19- (a, b, c, ç, d, e ve f bentleri olmak üzere toplam 7 madde)

MADDE 20- (Çerçeve 20 ve Geçici Madde 2 olmak üzere toplam 2 madde)

MADDE 21- (Geçici Madde 26 ve 27 olmak üzere toplam 2 madde)

MADDE 23- (a, b ve c bentleri olmak üzere toplam 3 madde)

MADDE 24- (a ve b bentler 1 madde; Geçici Madde 3 olmak üzere toplam 2 madde

GEÇİCİ MADDE 1, 2, 3, 4 ve 5 olmak üzere toplam 5 madde)

TOPLAM

MADDE

SAYISI                                                                                                                    60

224 SIRA SAYILI İŞ KANUNU VE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK

YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI (1/570)

BÖLÜMLER                           BÖLÜM MADDELERİ           BÖLÜMDEKİ MADDE SAYISI

1 İNCİ BÖLÜM                                    1 ila 20                                                      20

2 NCİ BÖLÜM                                      21 ila 35                                                     15

TOPLAM

MADDE SAYISI                                                               35

BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisinin lehinde ve aleyhinde ikişer sayın üyeye söz vereceğim.

Lehinde, Sayın Hasan Erçelebi, Denizli Milletvekili…

HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Vazgeçiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki.

Aleyhte, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Geçen hafta Hakkâri sınırında karakolumuza vaki saldırı sonucunda hayatını kaybeden Mehmetçiklerin ailelerine başsağlığı diliyorum, kendilerine rahmet diliyorum.

Değerli milletvekilleri, gerçekten çok büyük ıstırap ve acı çekiyoruz. Bu memleketin insanları niye birbirini öldürüyor? Ne için birbirini öldürüyor? İnsanların dünyadaki olaylardan ders almaları lazım. Bir Amerika’nın Irak’ta, Irak’ı işgal nedeniyle uyguladığı insanlık dışı eylemleri insanların göz önünde tutması lazım. Belli bir yabancı güce dayanarak veya yabancı bir gücün gücüne dayanarak kendi memleketinde birtakım sıkıntılar yaratmak bence çok isabetli bir davranış biçimi değildir. Yani, eğer Amerika, Irak’ta, orayı işgal ederken uyguladığı muamele neyse Türkiye’nin herhangi bir bölgesine geldiği zaman da yine uygulayacağı işlemler budur. Türkiye’de silahlı eylemler için bir neden yoktur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de demokraside eksiklik olabilir, ancak silahlı eylemin olduğu hiçbir yerde demokrasi uygulanmaz. Onun için ben herkese çağrıda bulunuyorum: Şu Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütünlüğünü korumak hepimizin namus ve şeref borcudur. Burada insanlarımızı birbirine düşürmenin de bir anlamı yoktur. Bu emperyalist güçlerin bütün hedefleri Türkiye’yi parçalamaktır, Türkiye’yi bölmektir ve dolayısıyla Türkiye’nin maddi gücünü zayıflatmaktır. Bunu herkesin iyi kavraması lazım. Çünkü bugün silah alıp da dağa çıkan o gençlere özellikle şunu hatırlatmak istiyorum: Silah alıp da dağa çıktığınız takdirde ne kendinize ne ailenize ne de bölgenize bir hizmet edeceğinize inanmayın. Biz bu memlekette… (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, ben bunu alkışlanmak için söylemiyorum. Bu benim vicdani bir borcumdur, bunu söylüyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İçlerinden geldiği için alkışlıyorlar.

KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır, neyse, yani şey ediyorum.

MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Doğruyu söylüyorsun.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Ara sıra doğru konuşuyorsun.

KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır, ben her zaman doğru yapıyorum da siz anlamıyorsunuz. Neyse…

Şimdi, gerçekten, çok büyük bir vicdan azabını çekiyorum. Yani, bu memlekette insanlar, yirmi yaşındaki, yirmi iki yaşındaki çocuğunu bu memleketin savunması için gönderiyorlar. Bunların öldürülmesi için hangi vicdana sığınıyorlar bu insanlarımız? Çünkü hepimiz kardeşiz. Dolayısıyla, bu memlekette artık bu gibi olayların  sona ermesi için herkesin kendisine düşen görevi yapması lazım. Aksi takdirde, emperyalist güçlerin oyuncağı oluyoruz ve ne kendimize ne memleketimize bir faydamız yok. Türkiye Cumhuriyeti devletinin birlik ve bütünlüğü korunduğu zaman, dağlarında silahlı eylemler olmadığı zaman, ben inanıyorum ki Türkiye’yi yöneten insanlar da Türkiye’yi dürüst yönetmek zorunda kalacaklardır. Burada artık soygun da olmayacak, birtakım… Çünkü, artık, dikkatler oralara gitmeyecek ve dürüst bir yönetimin bu ülkede uygulanması için herkes kendine düşen görevi yapacaktır.

Şimdi, değerli milletvekilleri, biraz önce sorularla ilgili, Başbakan Yardımcısı çıktı, burada birtakım konuşmalar yaptı. Şimdi, Meclis Başkanının, bana göre, kendisine cevap vermesi lazım. Yani, sorulmayacak sorular İç Tüzük’te belirtilmiş. Bunları da -sorulmayacak soruları- eğer Meclis Başkanı o ön incelemeden geçirmişse demek ki bunlar sorulacak sorulardır.

Ayrıca, maalesef, Hükûmet, bizim sorduğumuz sorulara cevap vermiyor. Çok ciddi ciddi sorular soruyoruz. Mesela, bir Kütahya Şeker Fabrikası’yla ilgili 3 defa soru önergesi verdim. Yani, Kütahya Şeker Fabrikası’nı alan AKP’li bir milletvekili. Ama bir sene sonra gidiyorlar, Kütahya Şeker Fabrikası’na ait olmayan 112 dönümlük bir araziyi, Türkiye Şeker Fabrikası’na ait olan bir araziyi, tapuda tapu memuru bir çizik çiziyor, Kütahya Şeker Fabrikası’na getiriyor. Böyle bir şey olur mu? Bunu söylüyoruz. Bunun gibi daha yüzlerce mesele var.

Şimdi, sorunun sorulmasının amacı, “Bu memlekette siyasi iktidarın yaptığı suistimaller var mıdır yok mudur?” Siyasi iktidar çıkıp da burada bunlara doğru cevap vermek zorundadır. Hep demagoji yapıyorlar, olayları hep başka taraflara çekiyorlar. Bu olmaz sayın milletvekilleri!

Bakın, bu memleket, ancak dürüst bir yönetimle sağlıklı bir ekonomiye kavuşabilir, sağlıklı bir yönetime kavuşabilir. Şimdi, siz, çıkıyorsunuz kürsülerde yalan yanlış bilgiler veriyorsunuz. Yani, bunu her vesileyle söyledik. Şimdi, mesela bu 750 milyon dolar nasıl verilmiş? Hangi teminat karşılığında verilmiş? Katar’dan, o 350 milyon dolar alınırken kimlere ne avantajlar verilmiş? Türkiye'nin hangi malları bunun karşılığında verilmiş? Bunların açıklanması lazım.

Yani, bakın, sayın milletvekilleri, 2002 seçimlerinden önce, 2000’de, biliyorsunuz o Anayasa kitapçığı atıldığı zaman, o gün Merkez Bankasından birileri 5 milyar 200 milyon dolar çektiler ve ben bunu defalarca dile getirdim, o 5 milyar 200 milyon dolara cevap verilmediği için o günkü iktidarların maalesef hepsi baraj altında kaldı. Ben bu 750 milyon dolar konusunda da sizin baraj altında kalacağınıza inanıyorum. Çünkü, o kadar vahim, o kadar büyük bir suistimal ki… Yani, düşünebiliyor musunuz, devlet bankalarından, gideceksiniz 750 milyon dolar para çekeceksiniz, kendi akrabalarınız için! Hangi güç size bu yetkiyi veriyor? Dolayısıyla, bu, böyle olmaz değerli milletvekilleri.

Sonra, işte, gazetelerde yazıyor, AKP’li hanım milletvekillerinin eşleri en güzel mevkilere gelmiş. Ya, şimdi, bakın, sayın milletvekilleri, bu, dürüst yönetim ilkesiyle bağdaşmayan bir şey. Yani, şimdi, memlekette Başbakanlığı siz yapacaksınız, en büyük makamlara siz geleceksiniz, milletvekilliğine siz geleceksiniz, en büyük makamları siz kendinize alacaksınız; peki, bu vatandaş toprak mı yiyecek, ne yiyecek bu vatandaş, onu söyleyin. Müsaade edin de bu ihaleleri biraz da fakir fukara alsın, ihtiyacı olanlar alsın, bazı makamları da layık olan insanlar alsın. Böyle olunca, bunu hep kendine “Rabbena hep bana” derseniz bu iş olmaz.

Şimdi, tabii, gensoru üzerinde konuşma imkânımız da olmadığı için, gensoruyla ilgili bir konuyla ilgili düşüncelerimi de belirtmek istiyorum.

Bakın, sayın milletvekilleri, şimdi, Türkiye’de aslında, maalesef, ne iktidar iktidarlığını biliyor ne de çok defa vatandaş vatandaşlığını biliyor. Ben, mesela sendikaların Hükûmetin aldığı karara “Orada ben miting yaptırmam” demesine rağmen “Taksim’de miting yaparım” düşüncesini hatalı buluyorum. Çünkü, Türkiye de bir hukuk devleti, yani herkes… Bakın, ben bu işleri bilen birisiyim. Türkiye bir hukuk devletidir. Arkadaş, sen Taksim Meydanı’nda miting yapmayı engelleyen Hükûmetin işlemine karşı git idare mahkemesinde dava aç ve ona göre eğer idare mahkemesi karar verirse sen gider orada şey edersin. Ama, idare mahkemesinde karar vermeden devletin valisinin verdiği bir kararı siz güç kullanarak oraya çıkmaya kalkarsanız o zaman sıkıntıyı siz çekersiniz. Yani, kanunlara, hukuka herkesin, her vatandaşın riayet etmesi lazım. Burada sendikaların hatası var. Ama, Hükûmetin hatası onlardan daha büyük. Şimdi, Hükûmet, basiretli bir Hükûmet olsaydı gidip de DİSK’in kapısında işçileri o tazyikli suya tutmazdı. Taksim Meydanı’na, o meydana girişe belirli bir barikatlar kurardı, vatandaşlar oraya girmezdi ve o kadar vahşice o vatandaşlara karşı bir işlem yapılmazdı. Ben polisimizin o kadar kötü davranacağına inanmıyorum. Korkuyorum ki, bazı militanlar polisin içine karıştırıldı. Yani, Talibanlar malibanlar inşallah karıştırılmamıştır. Çünkü, yani ben Türk polisinin kendi vatandaşına karşı böyle bir, gerçekten ağır, saldırgan, karşısındaki insana saldıran bir psikolojiyle hareket edeceğini zannetmiyorum. Polis tabii ki iktidar kendisine ne görev verirse onu yapmak zorundadır. Onun için, bence bu gensorunun baş sorumlusu Başbakandır ve İçişleri Bakanıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin manzarasını… Yani, o görüntüler Türkiye’yi o kadar çağ dışı, o kadar büyük bir işkence yapan bir ülke hâline soktu ki… Yani, şimdi, ne yaparsak hoş görülür diyorsunuz. Ben şimdi bu AKP’lilerden soruyorum: Acaba, hangi ağır suç sizin bakanlarınızın, Başbakanınızın istifasını gerektiriyor? Bunu bir söyleyin ya. Mesela, şimdi, 750 milyon krediyi alıyor bankadan, kendi damadının şirketine veriyor; oh ne kadar güzel! Hiç kimse aldırmıyor. Şimdi, polisi vatandaşın üzerine saldırıyor, en temel hakkı olan, hakkı kullanmaya çalışan emekçinin üzerine salıyor ve o kadar büyük… Hastaneye gaz bombası atılıyor; burada kimse suçlu değil!.. Kim burada suçlu? Yani, burada siyasi sorumluluk var değerli milletvekilleri. Siyasi sorumluluğu, artık, siz o kadar bu konularda pişkin davranıyorsunuz ki, yahu, hiçbir şeyi üzerinize almıyorsunuz ama o kadar çok ayıplarınız var ki, yani Ankara alanını kaplayan bir yorgan yapılsa, vallahi sizin ayıplarınızı örtemez. Yani bu kadar çok büyük ayıplarınız var.

Şimdi, bu kadar büyük ayıplara rağmen, siz hâlâ, hiçbir şey olmamış gibi, bu memlekette eğer hakikaten görevinize devam ederseniz, bu işin sonu hiçbir zaman selamet değildir. Türkiye çok ciddi sıkıntılar içindedir. Sokağa çıktığımızda herkes hayatından endişeli. Türkiye Cumhuriyeti devletinin sağlıklı yönetilmediği, bugünkü iktidarın bu devlete bakış açısının çok da hayırlı olmadığı, bir devletin… Yani, sizin eski Meclis Başkanınız çıkıyor diyor ki, Bülent Arınç: “Osmanlı yumruğunu” diyor “vururuz” diyor. Yahu, sen bir defa... “Osmanlı” diye bir millet yok ya. Niye yani? Türk yumruğu niye demiyorsun da, Osmanlı yumruğu… Demek ki, siz daha Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşlığını benimsememişsiniz, gözünüz Osmanlılıkta. Bunlar hepsi, zaten kendi konuşmalarınızla ortaya koyduğunuz durumdur.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bu memleket bizim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, bir dakika ek süre verdim, lütfen bitirin.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bu memlekette herkesin artık şapkasını önüne koyup düşünmesi lazım. Türkiye çok ciddi ekonomik sıkıntı içinde. Bakın işte. Bakmayın, sizin bakanlar çıkıyor burada demagoji yapıyor, “Efendim Türkiye çok iyi durumda.” Yahu, bu memlekette işsizlik o kadar alabildiğine ilerlemiş ki. Şimdi siz, paketlerle, birtakım insanları, günlerini gün etmeye çalışıyorsunuz. Yarına bu paketleri verecek para da bulamazsınız. Evet, devletin büyük kaynaklarını kendi yandaşlarınıza çok ucuz fiyatlarla verdiniz. Yani, keşke bize burada ispat hakkını getirseniz. Size bir şey tavsiye ediyorum: Gelin, bir suistimalleri araştırma komisyonu kuralım, ben de o komisyonun içine gireyim. Bak, ben maliyeciyim, bakın ben size neler çıkarırım; bakın, ne suistimaller çıkarırım ama siz diyorsunuz ki, biz örtbas ediyoruz.

Siz, geçen gün, Grup Başkan Vekiliniz dedi ki: “Biz, efendim, 2002 seçimlerine girdik.” Bir araştırma komisyonu kurdunuz. Peki, araştırma komisyonu kurdunuz da ne yaptınız? En büyük suçları zaman aşımına uğrattınız. Doğru dürüst bir çalışma yapmadınız ki. En büyük hırsızların suçlarını affettiniz. İşte gelin, gidelim, araştıralım bunları.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Değerli arkadaşlarım, Danışma Kurulu önerisi lehinde Sayın Mustafa Elitaş, Kayseri Milletvekili.

Buyurunuz efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum. Danışma Kurulu, nasıl çalışacağı, nasıl düzenleneceği ve nasıl oluşacağı İç Tüzük’ümüzün 19’uncu maddesinde belirlenmiş. Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasi parti gruplarının grup başkanları, grup başkan vekilleri veya onların göstereceği bir milletvekili vasıtasıyla Meclis Başkanlığı tarafından toplantıya çağrılan kurul. Bu kurulun ittifak hâlinde, mutabık bir şekilde karar alması sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin o gün ve sonraki günlerde nasıl çalışacağıyla ilgili karar veriliyor. Arkasından Danışma Kurulunun hangi konularda yetkili olduğuyla ilgili baktığımızda “Genel Kurul Çalışmaları” diye İç Tüzük’ümüzün 49’uncu maddesinin “Gündem” başlıklı kısmıyla 50’nci maddesindeki “Özel gündem” diye ifade ettiğimiz kısımlardan Danışma Kurulunun görüşleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna bildiriliyor.

Esasen, Danışma Kurulu Parlamentoda grubu bulunan siyasi partilerin ittifak hâlinde aldıkları bir karar olduğu doğrultuda Genel Kurulun bunu görüşmesiz oylaması gerekiyor. Fakat uzun yıllardır uygulanan gelenek çerçevesinde, bir manada Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının içtihat hâline getirdiği yönündeki değerlendirme, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan Danışma Kurulu önergelerinin, Danışma Kurulu görüşlerinin… Önergede değil aslında 19’uncu maddede “Danışma Kurulunun aldığı karar Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirilir.” diyor ve bu bildirime, başka maddelere yapılan atıflar çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Danışma Kurulunun getirdiği her şey diğer önergelerle eş değer hâle getirilip, bu konuda lehte ve aleyhte konuşma imkânı veriliyor. Hâlbuki 19’uncu maddeyi iyi bir şekilde, daha da Türkiye Büyük Millet Meclisinin verimli bir şekilde çalışmasını arzu eden İç Tüzük yapıcı, kanun koyucunun düşüncesini dikkate aldığımızda, 19’uncu madde Danışma Kurulunun uzlaşamaması hâlinde siyasi parti gruplarının veya diğer milletvekillerinin, grubu olmayan temsilci milletvekillerinin, bir siyasi partinin grubu önerisi hakkında lehinde veya aleyhinde görüş verme imkânı ortaya çıkıyor.

Danışma Kurulunda herhangi bir siyasi parti grubu… Şu anda, Parlamentoda dört tane siyasi partimiz var. Dört siyasi parti grubundan bir tanesi toplantıya katılmazsa veya o toplantıdaki konuşulan mevzulara katılmadığı sürece, oy birliği sağlanamadığı sürece Danışma Kurulu toplanamamış, karar verememiş sayılıyor fakat benim kanaatimce, 19’uncu madde, 49 ve 50’nci maddeler, Başkanlık Divanı tarafından yeniden görüşülüp yorumlandığı takdirde, öyle inanıyorum ki, bu konuda yeni bir içtihat düzenleme imkânı verecek ve Parlamentonun ittifak hâlinde karar aldığı konularda, ümit ediyorum, daha hızlı bir şekilde çalışması, İç Tüzük yapıcılar, kanun koyucuların niyetlerine daha uygun bir düzenleme olacaktır diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz sonra görüşmeye başlayacağımız istihdam paketi, gerçekten Türkiye için çok önemli düzenlemeler getiriyor. Bugüne kadar hem işçi çalıştırmak gerçekten çok zordu, istihdam edenler tarafından baktığımızda sıkıntıları beraberinde getiriyordu hem de istihdam edilenler, çalışanlar yönünden çeşitli problemleri de beraberinde getiriyordu. Bir tarafta işverenlerle çalışmak isteyenlerin İş Kanunlarından ortaya çıkan sakıncaları dolayısıyla çalışan çalıştığından zevk almıyor, çalıştıran da çalıştırdığı kişinin kendi ekonomik konjonktürel durumları içerisinde ortaya çıkan problemler göz önüne aldığında onlarla sıkıntılar ortaya çıktığını düşünüyordu. Bununla ilgili önemli düzenlemeler yapılacak biraz sonraki yapacağımız görüşmelerde.

Yine 2’nci sırada yer alan, taarruz uçaklarının Türkiye’de yapılmasına ilişkin kanun tasarısı, bir ana madde, yürürlük ve yürütmeyle beraber 3 madde. İş Kanunu toplam 35 madde, iki bölüm hâlinde konuşulacak. Daha sonra, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı toplam 57 madde; bu da iki bölüm hâlinde konuşulacak. Bu görüşeceğimiz yasalar, ümit ediyorum, ülkemiz için çok önemli konulara temas edecektir diye düşünüyorum. Muhakkak ki muhalefet milletvekili arkadaşlarımızın yapacağı konuşmalarla, katkılarla da bu yasaların vatandaşlarımız tarafından, ilgililer tarafından daha iyi anlaşılmasına imkân verecektir diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün 103’üncü Birleşimimizi yapıyoruz. Yanlış hatırlamıyorsam, ikinci yasama yılında 94’üncü veya 95’inci birleşimimizi yapıyoruz. Bu çerçevede siyasi parti grupları, grup başkan vekilleri kendi aralarında yaptıkları toplantılar çerçevesinde, büyük bir çoğunluğunu, yüzde 60, yüzde 70’e yakın bir bölümünü Danışma Kurulu önerisi hâlinde getirip değerli milletvekillerimizin bilgilerine sundular ve o çerçevede Türk milletinin ihtiyacı olan yasaları düzenlemek için elimizden gelen gayreti gösterdik.

Bugün de Danışma Kurulu, Parlamentoda temsil edilen bütün siyasi parti grup başkan vekillerinin ve Meclis Başkanlığımızın başkanlığında toplanan Danışma Kurulu, bugün de ittifakla bir karar alarak, biraz önce okutulan önerge doğrultusunda bu haftanın çalışma programını inşallah sizlerin de oylarıyla devam ettireceğiz. Bugün çalışma saatimiz 15.00-21.00, yarın 13.00-21.00, perşembe günü 13.00-21.00 şeklinde devam edecek, bu haftayı da tamamlamış olacağız.

Değerli arkadaşlar, buraya çıkıldığı takdirde, bu kürsü milletin kürsüsü. Yasalar komisyonlarda enine boyuna inceleniyor, bürokratlar, konuyla ilgili uzman milletvekilleri tarafından didik didik edilip milletin refahına, milletin menfaatine olacak şekilde yapılmaya çalışılıyor. Hatta bazı yasalar, daha da önem atfedildiğinden dolayı, bir alt komisyonda daha dar çerçevede ve daha özgün bir şekilde araştırılarak getiriliyor.

Bu meyanda muhalefetin tabii ki her yasaya katılmasını, her yasaya destek vermesini beklemek mümkün değil. Çünkü, onların görüşleri farklı bir şekilde olabilir veya iktidarın aldığı sorumluluğu kendi üzerinde taşımama gayreti içerisinde, o sorumluluğu paylaşmama amacıyla burada o yasayla ilgili çekincelerini dile getirebilirler. İşte bu kürsü, Türk milletinin menfaatine olduğu düşünülen -iktidar partisi grubu tarafından- milletvekillerinin getirdiği kanun tekliflerini veya iktidarın getirdiği kanun tasarılarını, millete ne getiriyor ne götürüyor diye, milletle ve milletvekilleriyle, milletin temsilcileri olan bizlerle paylaşabilmek için kullanılması gereken bir kürsü.

Burada muhalefet, yapılan yasanın eksiğini şöyle olursa daha iyi olur diye ifade ederek iktidara en azından yol açıcı tarzda konuşma yapacak, muhalefet de yaptığı yasayla ilgili… (CHP sıralarından gürültüler)

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Hiçbirini dikkate almıyorsunuzki!

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Dikkate aldığınız bir tane şey söyler misiniz?

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Size bir tane örnek vereyim: Grup Başkan Vekiliniz Hakkı Suha Bey’in de imzası olan bir şey vardı. Geçen hafta… (CHP sıralarından gürültüler)

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Bir tane örnek!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, bir tane örnek diyorsunuz, on tane örnek derseniz on tane de örnek veririm, bir tane diye sordunuz. Ne sorduğunuza iyi dikkat edin!

Hakkı Suha Bey’in ve bütün grup başkan vekillerinin imzaladığı bir örnek vardı.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Öneri filan aldığınız yok.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın arkadaşlar.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Tekriri müzakere kararı aldık. Sayın Akif Hamzaçebi’nin verdiği bir önergeyle, farklı bir şekilde değerlendirildiğinden dolayı bütün siyasi partilerin grup başkan vekilleriyle yaptığımız imza çerçevesinde düzelttik. Bir tane örnek yeter mi? Tarih istiyorsanız daha da vereyim…(AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yanlış yaptık.

BAŞKAN – Lütfen, Genel Kurula hitap edin Sayın Elitaş.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – “Yanlış yaptık.” diye oradan bir arkadaşımız söylüyor ama Hamzaçebi’nin yaptığı doğru bir önerge idi Sayın Özyürek. Onun yaptığını biz doğru önerge olarak gördük, onun düzeltmesini yaptık.

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Yüzlerce örneği var bizde ama kabul etmiyorsunuz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, muhalefetin de iktidara tahammül etmek mecburiyeti vardır. İktidarın nasıl ki muhalefetin söylediklerine…

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – İktidar da muhalefete tahammül göstermek zorunda.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Değerli grup başkan vekilleri buraya çıkıp diyorlar ki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – “İktidar olarak tahammül göstermek zorundasınız.” diyorlar. Doğru, ama şuradan dikkat ediyorum: İktidar partisi milletvekilleri kırıcı olmamak için elinden gelen gayretleri gösteriyorlar, fakat şöyle biraz zülfüyâra dokunduğumuz zaman birden bire zıplıyorlar.

Değerli arkadaşlar, adil olalım, adaletli davranalım. Bizim burada yapmamız gereken… Bakın çok önemli bir şey söylüyorum…

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Söylediklerinizin hiç birisi önemli değil, biz her birini biliyoruz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Biraz sonra konuşacağımız istihdam paketi bu vatandaşlarımıza, çalışan ve çalıştıranlara ne gibi fayda sağlayacak, sizin görüşünüzle de ne gibi eksiklikler var, onları ifade etmeye çalışalım, onları düzeltmeye çalışalım, onları anlatmaya çalışalım. (CHP sıralarından gürültüler)

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Hep sizin söyledikleriniz doğru değil mi!

BAŞKAN – Lütfen, rica ediyorum arkadaşlar.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu kürsüyü kullananlar, açıkçası birilerini çok ağır şekilde itham ediyorlar. Kimine “ayıplı” diyorlar, “Ayıplarınızı eğer örtersek şunlar bunlar yetmez, Ankara’nın üzerine yorgan hâline getirsek, örtmez.” diye ifade ediyorlar. Ama, şunu açık ve net söylüyorum: Şuradaki 340 milletvekilinin elhamdülillah bizim bildiğimiz hiçbir ayıbı yok, ama senin Türkiye medyalarına düşmüş, başkalarının namusu ve şerefiyle oynama ayıbı sana herhâlde yeter diyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, teşekkür ediyorum.

Danışma Kurulu önerisinin aleyhinde Eskişehir Milletvekili Sayın Tayfun İçli.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum.

Yine bir salı günü, yine bir Danışma Kurulu önerisi, yine ben karşınızdayım.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Ahmet Ersin arkadaşım, gündem dışı konuşmalarda, Hükûmetin sorulara yanıt vermediğini, Hükûmetin Anayasa gereği olan denetleme hakkından kaçtığını ifade etmişti. Sayın Bakan, Sayın Çiçek, konuşmasında, Anayasa gereği olarak diğer denetleme konularının Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşüldüğünü ifade ederek birtakım açıklamalar yaptı. Doğrusu Sayın Bakanın açıklamalarını yadırgadım. Çünkü diğer denetleme konuları, gensoru gibi  diğer konular Anayasa’mızda ve İç Tüzük’te mutlaka ele alınması gereken ve hangi sürede ele alınması gerektiği yazılı olan konulardır, ama sözlü sorular 22 Temmuzdan bu yana kesinlikle Hükûmet tarafından yanıtlanmıyor. Her salı günü sözlü sorular konusundaki denetleme ya Danışma Kurulu önerisiyle ya da AKP Grubu önerisiyle ortadan kaldırılıyor. Bir kere bunu çok net olarak ifade etmek lazım. Anayasa gereği olarak yapılması gereken Hükûmetin görevi hiçbir şekilde bertaraf edilemez. Sayın Bakan, Sayın Çiçek konuşmasında hep yazılı sorularla ilgili rakamlar verdi, ama özellikle 22’nci Dönem ve 23’üncü Dönemde sayın milletvekillerinin verdiği sözlü sorularla ilgili rakamları vermekten imtina etti. Bu konuyu geçiyorum, birinci konu buydu.

Değerli arkadaşlarım, bundan önceki Danışma Kurulu önerilerinde muhalefet partilerinin, AKP ile mutabık kalarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerini belirlemesini eleştirmiş ve zalimin elini sıkan zulmüne ortak olur demiştim. Bu benim görüşüme çok değerli grup başkan vekilleri, muhalefet grup başkan vekilleri tabii üzüldüler. Ama, değerli arkadaşlar, bugün yine önümüze getirilen Danışma Kurulu önerisinde ülkenin yararıyla ilgili, Türkiye’nin gündemiyle ilgili konuların bulunmadığını, yine AKP’nin bir dayatma şeklinde Türkiye’nin gündemine getirmek istedikleri konuları görüyorum.

Türkiye’nin gündemi nedir? Türkiye’nin gündemi, değerli arkadaşlarım, açlık ve yoksulluktur. Türkiye ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıyadır, hatta yaşamaktadır. Biraz evvel Sayın Bakan Şimşek, bazı arkadaşların söz atması üzerine “Ben İngiltere’deyken…” diye birtakım rakamlar vererek konuşmasını sürdürdü. İngiliz vatandaşı olan hazine bakanımızın hâlâ aklının İngiltere’de olması doğrusu beni burada üzdü. Verdiği rakamlar doğru rakamlar değil. Tabii bu arada Sayın Bakanın Kraliçesi, Sayın İngiltere Kraliçesi ülkemizde. Bu vesileyle hoş geldiniz diyorum Sayın İngiltere Kraliçesine ama, hazineden sorumlu, ekonomiden sorumlu Sayın Bakanın biraz evvel yapmış olduğu konuşmayı yadırgadığım gibi, vermiş bulunduğu rakamların da ne kadar gerçeği yansıtmadığını bu arada ifade etmek istiyorum ve Türkiye’nin gerçek gündeminin ne olması gerektiğini bu vesileyle size bildirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanın dediği gibi enflasyon düşmüyor. Ankara Ticaret Odasının verilerine göre gerçek enflasyon yüzde 50, 49,3. Bakın, kırmızı mercimek yüzde 261 artmış, kereviz yüzde 257 artmış, limon yüzde 180 artmış, dolmalık biber yüzde 147 artmış, pirinç yüzde 141 artmış, makarna yüzde 135 artmış. Sayıyorum, bunlar hep yüzde 100’lerin üzerinde. Peki, artmayan ne, eksi olan ne? Epilasyon cihazı, eksi. Epilasyon cihazı ile pirinci ortalama yapmışlar, ondan sonra da enflasyon rakamı yüzde 10’un altında diye Türk halkına yutturmaya çalışıyorlar. Bilemem, cinsel tercihleri farklı olan insanlar şüphesiz vardır, onlara saygı gösteririm, ama Türkiye’de kimlerin epilasyon cihazı kullandığını herkes çok iyi biliyor. Çocuk bezi, eksi enflasyonda. Bu enflasyon rakamlarının içine çocuk bezini katmışlar ve Türk halkına “enflasyon düşüyor” diye yutturmaya kalkıyorlar, aynı zamanda İngiliz vatandaşı olan hazineden sorumlu Bakanımız. Bakın, sadece o değil, ilaçlarda yüzde 80 artış var, mazot yüzde 130 artmış, elektrik yüzde 27 artmış. Bunlar gerçek veriler. Şimdi, Türkiye’nin gerçek gündemi buyken elinde rakam olmadan bir bakanın farklı konuşmasını yadırgıyorum.

Yine gazetede bir haber: “Canlı hayvan ithalatında yüzde 672’lik bir artış.” Hayvancılık yapamayan, hayvancılığı, tarımı bitmiş bir ülkenin canlı hayvan ithalatındaki rakamı size söylüyorum. Yine hububatla ilgili, Türkiye’deki ithalat artışı yüzde 169; yüzde 170 hububat ithalatında artış var, geçiyorum. Yine bir gazete haberi: “Pazarcı satamıyor, vatandaş alamıyor.” En ucuz gıda maddesinin bulunduğu pazarlarda pazarcı esnaf kan ağlıyor, ürün satamıyor vatandaş alamadığı için. Sayın Bakan bundan habersiz, İngiltere’deki olayları takip ediyor.

BAŞKAN – Sayın İçli, Danışma Kurulu önerisine ne zaman geleceksiniz?

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Geliyorum.

Türkiye’nin gerçek gündeminin bu olduğunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuları konuşması gerektiğini, yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisinin Türkiye’nin gündemi olmayan konuları görüşmesinin ülke yararına olmadığını ifade etmek istiyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun.

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Geliyorum.

2002’den rakam verdi ülke buralara geliyor diye. Bakın, 1923 ile 2002 tarihleri arasında, yetmiş dokuz yılda, Türkiye’nin cari işlemler açığı 50 milyar dolar, 2002 ile 2007 arasında, AKP İktidarında, beş yılda 118 milyar dolar cari işlemler açığı. Bunu kim veriyor biliyor musunuz? Sayın Bakanın, Hazine, TÜİK ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının verileri: İç borç 2002 ile 2007 arasında yüzde 70 artmış; 2002’ye kadar 149 milyar dolar olan iç borç, 2007 yılında 255 milyar dolar olmuş. Bakın, dış borç yüzde 83 artmış ve 2007 yılında Türkiye'nin üçüncü çeyrekteki dış borcu 238 milyar olmuş. Bakın, toplam borç 2002 yılında 221 milyarmış, 2007’de toplam borç 500 milyar dolar; 300 milyar dolar artmış! Ve bir şey daha söyleyeceğim: Eskiden kamu borcu varmış, özel sektör borcu varmış ama özel sektör borcu ne olmuş biliyor musunuz? Özel sektör borçlandırılmış, yüzde 235 özel sektör borcu var ama başka ilginç bir olay var, vatandaş borçlandırılmış kredi kartıyla. Kredi kartı 2002’den bu yana yüzde 542 kredi kart borçlarından dolayı artmış. Devlet borçlu değil, kamu borçlu değil ama sokaktaki Ayşe, Fatma, Mehmet borçlu ve Mehmet borçlu için… 2002-2007 seçimlerinde “Aman siyasi istikrar bozulursa ekonomik istikrar bozulur.” korkusuyla, vatandaş, o korkuyla, Türkiye'nin gerçek gündemi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gerçek gündeminde olduğu gibi pusulayı saptırmış.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin gerçek gündemi şüphesiz düşünce özgürlüğü ile ilgili, 301’le ilgili Türk Ceza Yasası’ndaki değişiklik olabilir, çünkü getirildi. Ama son dönemlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilen yasalara baktığınız zaman, Sayın Maliye Bakanının “Babalar gibi satarım.” dediği gibi hep kaynaklarımızın satılmasıyla ilgili yasalar geliyor. Ormanlarımız satılıyor, işte turizmle ilgili ormanlarda birtakım yatırımlar yapılması gündeme geliyor. Vatandaşın yıllardır vergileri ile oluşturulan birçok kamu tesisleri yüzde 80, yüzde 90 yap-işlet-devret adı altında bir şekilde kamunun elinden çıkıyor. Türkiye'nin yüz akı olan kuruluşlar, Erdemir gibi birçok kâr eden kuruluş yine babalar gibi satılıyor. Yine bu önümüze gelecek olayda, 2002 yılında işsizlik sigortası çıkartmıştık, çalışanların hakkını korumak için yasa çıkartmıştık. Oradaki fonun işçiler tarafından değil de birileri tarafından başka amaçlarla -devletin amacı olabilir- kullanılmasına ilişkin düzenlemeler Türkiye Büyük Millet Meclisine getiriliyor.

Değerli arkadaşlarım, vatandaş kan ağlarken, çarşı yanarken, mutfak yanarken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine kadrolaşmayla ilgili TRT Yasası’nı getiriyorsunuz.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Ekonomiden sınıfta kaldın!

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Hiç… Hiç… Bunlar, Sayın Bakanın rakamları; bunlar, üfürük rakamlar değil. Sayın Milletvekili, üfürük rakamlar değil, bunlar gerçek rakamlar; sizin saklamak istediğiniz, Türkiye'nin gündeminden kaçırmak istediğiniz rakamlar. İsterdim ki Sayın Bakan burada olsaydı. İsterdim ki burada olsaydı ama Sayın Bakan, öyle, elimde, yanımda rakamlarım yok, bilemiyorum değil, bunlar gerçek rakamlar, onun için, buradaki haberler gazete haberleri, üfürük değil. Bunlar Hazinenin, Merkez Bankasının rakamları, İstanbul Ticaret Odasının yaptığı araştırmalar, Ankara Ticaret Odasının yaptırdığı araştırmalar. Siz sokakta gezmiyorsunuz, siz sırçalık…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YENİ (Samsun) – Yazar kasalar atılıyordu sizin döneminizde.

BAŞKAN – Bir dakika verdim, bitirin lütfen.

ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Biraz da Derviş’ten bahset.

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Evet, ona geliyorum, Derviş’ten bahsediyorum.

Şimdi, belirli yerlerde gözyaşları içerisinde başınıza geleceklerle ilgili birtakım düşünceler ifade ediyorsunuz. Bakın, 2002 yılında o havuzun kara deliklerini kapatmakla ilgili çok önemli yasalar yaptık. Şimdi, diyorsunuz ki topu taca atmak için: “Dünyada kriz var.” Beyler, 1999-2001 yılında Uzak Doğu krizi vardı, Amerika’da da kriz vardı, Rusya krizi vardı ve Rusya moratoryum ilan etmişti unutmayın ve o tarihlerde, o sıkıntılarda bu yüce Meclis birçok önemli yasa çıkarttı ve bedelini de ödedi halk acı çektiği için, bedelini de ödemek zorundaydı. Bizler bunu bilerek çok önemli yasalar çıkarttık ama 2002’de size altyapısı tamamlanmış, kara delikleri kapatılmış bir ekonomi teslim ettik ama biraz evvel… [AK Parti sıralarından alkışlar (!)]

Size 2002 yılında verilen rakamları veriyorum bakın, 200 milyar dolar olan borcu 500 milyar dolara çıkartmışsınız. Bir şey daha unuttum: Bu özelleştirmelerden dolayı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET YENİ (Samsun) – Yirmi iki bankayı batırarak, bankaları batırarak!

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – …bankaları satımdan dolayı aldığınız 40 milyar doları da bundan düşmek suretiyle…

AHMET YENİ (Samsun) – Kaç banka batırdınız?

H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – …mahsup etmek suretiyle 300 milyar dolara çıkardınız. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İçli.

Sayın milletvekilleri, müzakerelerini tamamladığımız Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Öneri kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda yer alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri, Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol'un, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim'de yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin (11/2) esas numaralı Gensoru Önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

V.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)

BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 8/5/2008 tarihli 101’inci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahipleri adına Sayın Kemal Anadol.

Gruplar adına: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Cevdet Selvi, Kocaeli; DTP Grubu adına Sayın Selahattin Demirtaş, Diyarbakır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – MHP Grubu adına Mehmet Şandır.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Şandır.

Sayın Anadol, buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği gensoru önergesini izah etmek için huzurunuzdayım. Hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, 1 Mayıs dünyanın tüm ülkelerinde işçinin ve emeğiyle geçinen tüm çalışanların bayramı olarak uzun yıllardır kutlanmaktadır. Türkiye’de de tüm baskılara karşın 1906’dan bu yana 1 Mayıs bayram olarak kutlanmış, 1935’te Bahar Bayramı olarak kabul edilmiş, 12 Eylül darbesinden sonra ise tümüyle yasaklanmıştır.

Bu yasak 2008’de Taksim’de de devam etti. Lübnan’dan Paris’e, Moskova’dan New York’a kadar yüz altmış beş ülkede 1 Mayıs coşkuyla, şenlik havası içinde kutlanırken, Türkiye’de demokrasiye, insan haklarına, emekçilere indirilen darbe, gözyaşı ve kan oldu. AKP’nin demokrasi ve özgürlük anlayışı tüm gerçeğiyle ortaya çıktı, maskesi düştü. Ortaya elinde sopa, biber gazı ve gaz bombasıyla ceberut bir devlet çıktı.

İşçiler ve sendikalar 1 Mayısı Taksim Meydanı’nda kutlamak istiyorlardı. Neden? Çünkü 1 Mayıs 77’de Taksim alanında büyük bir provokasyon olmuştu ve 37 yurttaşımız yaşamını yitirmişti. İşçiler ve sendikalar 1 Mayısta onları anmak için Taksim’de bu bayramı kutlamak istiyorlardı, ısrarları bundandı. Bu provokasyonda işçilerin günahı yoktu.

Bu nedenle sendikaların bu insani yaklaşımına AKP duyarsızlık gösterdi, Başbakan anlamsız biçimde, ısrarla karşı çıktı. Oysa sağda solda derin devlet arayacağınıza, 1 Mayıs 1977’ye eğilin, derin devlet orada. Uğur Mumcu’nun 1 Mayıs 1977’den hemen sonra yazdığı önemli birkaç yazı hâlâ yanıt bulamadı. Uğur Mumcu’nun sorduğu sorulara hâlâ yanıt verilemedi. Altı aydır, dokuz aydır, bir senedir iddianamesi hazırlanamayan hayalî derin devletle uğraşacağınıza 1 Mayıs 1977’nin üstüne eğilseydiniz derin devleti orada bulurdunuz. Ama işinize  gelmiyor, ne çare!

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Siz neredeydiniz?

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Kim neredeydi?

BAŞKAN – Lütfen…

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Başbakan, 1 Mayısın Taksim’de kutlanmasına şiddetle karşı çıktı. Neymiş efendim? İhbar almış, provokasyon olurmuş. Şimdi  soruyorum: Önümüzde 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı var. Bütün Türkiye’de, sahalarda, stadyumlarda  gençler gösteri yaparak bu bayramı kutlayacaklar. İhbar alırsa Sayın Başbakan, provokasyon olacak diye 19 Mayıs törenlerini yasaklayacak mı? (AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) – Ne alakası var?

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Ne alakası mı var? Provokasyon ihbarı alıyor, yasaklıyor. Ne farkı var arkadaşlar?

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – İzin verilen alanda yapsaydı onlar da, Kazlıçeşme’de yapsaydı!

BAŞKAN – Lütfen…

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – İhbar alsanız Cumhuriyet Bayramı’nı yasaklayacak mısınız? (AK Parti sıralarından gürültüler)

Peki sen nesin? Sen Başbakan değil misin? Sen hükûmet değil misin? Önlemini al, provokasyona engel ol.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – “Yasak yere izin ver!”

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Provokasyona engel ol. Devlet adamı olmanın, hükûmet  olmanın ciddiyeti burada.

AHMET YENİ (Samsun) – Hiç müdafaa etmeyin, hiç!

BAŞKAN – Lütfen, laf atmayın arkadaşlar.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Taksim’de yılbaşı kutlamaları serbest. Yabancı turistlere cinsel taciz de serbest.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Yok canım!

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Bütün dünyaya yayılan televizyon ekranlarındaki görüntülerden millet olarak utanç duyuyoruz, yüzümüz kızarıyor.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Onlar kovuşturulmadı mı?

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Televizyonlarda var, utanmıyor musunuz?

BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum, lütfen… 

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Onlar kovuşturulmadı mı? Kovuşturulmadı mı?

BAŞKAN – Lütfen laf atmayın. Rica ediyorum…

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Taksim, magandalara açık, işçilere yasak. Taksim, magandalara açık, işçilere kapalı. (CHP sıralarından alkışlar)

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Onlar da mı maganda olmak istiyor?

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – 1 Mayıs 2008’de Taksim’e işçileri değil, hiç kimseyi sokmadınız. Bunun için de emrinizdeki vali ve emniyet müdürünü maşa olarak kullandınız. Yasaları paspas gibi çiğnediniz. Cenevre Konvansiyonu’nu bile ihlal ettiniz. İstanbul’un kara ve deniz ulaşımını yasakladınız. İstanbul’u İstanbullulara zehir ettiniz. İstanbul’u 1 Mayısta korku kentine çevirdiniz.

SAFFET KAYA (Ardahan) – Vah vah (!)

BAŞKAN – Sayın Kaya, lütfen…

K. KEMAL ANADOL (Devamla) –  İstanbul’u 1 Mayısta hayalet kent hâline getirdiniz. Mitingle alakası olmayan, miting kenarında, aynı alanda yemek yiyen müşterileri tokatladınız. Hastanenin acil servisine biber gazı attınız. Kucağında çocuk “Burası hastane.” diye bağıran yurttaşların feryadından utanmadınız, onlardan özür dilemediniz. Taksim’den çok uzaktaki DİSK Genel Merkezine insanları zorla, copla soktunuz. Sonra da içeriye gaz bombası attınız. Daha sonra da Mecliste “DİSK Genel Merkezine bomba atılmadı.” diye yalan söylediniz bu kürsüden. Bomba atıldığında içeride 9 parlamenter vardı. Biri kalp hastasıydı, hayati tehlike geçirdi. (AK Parti sıralarından “Ne işi vardı?” sesleri)

Ne işi mi var? Hep borsalarda, ihalelerde Star, ATV dalaveresi mi çevirecek parlamenter? (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Şimdi, arkadaşlar, oturduğunuz yerden laf atmayın.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Laf atan cevabını alır Sayın Başkan. Benim süremi kısmayın lütfen.

BAŞKAN – Sayın Anadol yanlış söylüyorsa biraz sonra Sayın Bakan cevap verir. Siz niye oradan laf atıyorsunuz?

Buyurun Sayın Anadol.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Aynı şey Özgürlük ve Demokrasi Partisi İstanbul İl Merkezinde oldu. İnsanları zorla içeriye soktunuz, sonra biber gazı attınız. İçeride kalp hastası, yaşlı insanlar vardı. Bunlar her an ölebilirdi. Dua edin, bir kişi hayatını kaybetmedi, bir yurttaşımız, bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı.

Bakınız, Türk Ceza Kanunu Madde 86 ne diyor: “Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır… Suçun kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası hükmolunur.” Bu suç işlendi 1 Mayıs 2008’de.

Orantısız güç kullanımıyla ilgili Türk Ceza Kanunu’nun 256’ncı maddesi çok açık. Kasten yaralama suçuna ne ceza verilecekse orantısız güç kullanana da aynı ceza hükmoluyor.

İşkence ve eziyeti yasaklayan 94 ve 96’ncı maddelerdeki suçu işlediniz. Hangi maddeyi sayayım? Türk Ceza Kanunu’nu paspas ettiniz.

Şimdi sormak lazım, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, sen sıkıyönetim komutanı mısın yoksa demokratik bir ülkenin başbakanı mısın? Bir karar ver. (CHP sıralarından alkışlar)

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Asayişi sıkıyönetime bırakmayız.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Elhak Genel Başkanınız birinci rolü çok iyi oynadı ve kendi kendini deşifre etti. 1 Mayısta bu kadar kan ve gözyaşından sonra dedi ki: “Devlet görevini yaptı.” Deşifre etti kendi kendini. Bu ne demek biliyor musunuz? Recep Tayyip Erdoğan’ın aklındaki, hayalindeki, idealindeki devlet, 1 Mayıs 2008’deki İstanbul’daki devlettir, ceberut devlettir. (CHP sıralarından alkışlar)

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – O size yakışır, CHP zihniyetine yakışır.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – CHP zihniyetinin yanına bile yanaşamazsınız. (AK Parti sıralarından “Uzak olsun, uzak olsun.” sesleri.)

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın arkadaşlar. Rica ediyorum.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) – Biz ondan uzağız zaten.

BAŞKAN – Rica ediyorum… Sayın Bakanlar…

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – 78’e gelelim, 78’e gelelim…

Sayın Başbakanınız ya gerçekleri bilmiyor…

AHMET YENİ (Samsun) – Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı.

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Sayın Başbakan ya gerçekleri bilmiyor veya gerçekleri çarpıtıyor. Diyor ki, AKP, sizin grubunuzda: “1977 sonrasında Sayın Ecevit’in iktidar olduğu, Baykal’ın da Enerji Bakanı olduğu iktidar döneminde, Taksim, meydan mitinglerinin yasaklandığı meydan hâline gelmiştir.” Neresini düzelteyim? Hâlâ laf atıyorsunuz bana. Ondan öğrendiğiniz yanlış bilgileri bana satmaya çalışıyorsunuz.

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Mayıs 1978’in olduğu dönem iktidara geldi, kanlı 1 Mayıstan bir sene sonra. İçinde benim de bulunduğum Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin, hatta şu anda hasbelkader sizde bakanlık yapan o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilinin, yirmi sekiz milletvekilinin katılımıyla, olaysız, şenlik içinde 1 Mayıs 1978 Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında kutlandı. (CHP sıralarından alkışlar) Ve şundan emin olun: Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında 1 Mayıs, Taksim alanında, yine olaysız, kavgasız, gürültüsüz, şenlik içinde kutlanacak. Bundan hiç kuşkunuz olmasın.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sıkıyönetimle mi? Asayişi sıkıyönetimle mi sağlayacaksınız?

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Şimdi arkadaşlar, 1979’da sıkıyönetim vardı, sıkıyönetim vardı 1979’da.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Kim ilan etti?

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Nasıl?

AGÂH KAFKAS (Çorum) – Sıkıyönetimi ilan eden kimdi?

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – O zaman…

BAŞKAN – Rica ediyorum.

Sayın Anadol, karşılıklı konuşmayın, lütfen, siz Genel Kurula hitap ediniz.

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Şimdi arkadaşlar, bakın, bu önergenin asıl amacı şu…

BAŞKAN – Lütfen dinleyin arkadaşlar.

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Bir ülkenin yurttaşı önce kendi polisine, güvenlik güçlerine inanacaktır. “Onlar bizim evlatlarımız.” Sayın Tayyip Erdoğan öyle söylüyor; doğrudur, evlatlarımız. Onun için canımızı, ırzımızı, namusumuzu, o polisimize, güvenlik gücüne emanet ediyoruz.

AHMET YENİ (Samsun) – Doğru.

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Bir olay çıktığı vakit, Fransa’dan polis ithal edecek değiliz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Anadol, bir dakika verdim.

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Yunanistan’dan polis ithal edecek değiliz. Ama şu manzarayı gören Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, şu vandalizme tanık olan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, terörle falan alakası olmayan, İşçi Bayramı’nda bayramını kutlamak isteyen şu işçinin hâli; şu biber gazı atılan, kucağındaki çocuğun canını kurtarmak için hastaneden kaçan anneyi gören hangi Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı gönül rahatlığıyla bir karakola gidip müracaat edebilir arkadaşlar?

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Hepsi, hepsi!

K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Siz güvenlik güçlerine karşı halkın güvenini sarstınız. En büyük suçunuz budur, en büyük suçunuz budur, hukuk devletine en büyük zararınız budur. Ondan sonra da bütün bu manzaralara karşı özür dilemek bir tarafa -Genel Başkanımız defalarca çağrıda bulundu “Özür dilesin Başbakan.” diye- “Devlet görevini yaptı.” diyebiliyorsunuz. Devlet görevini yapmadı, saydım, Ceza Kanunu’nu açıkça çiğnedi, Ceza Kanunu’nun dört beş maddesini ihlal etti.

Şimdi, Başbakana düşen istifa etmektir. İçişleri Bakanına düşen istifa etmektir. (AK Parti sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Son cümlemi söyleyeyim.

Siz burada gülebilirsiniz, alay edebilirsiniz ama 1 Mayıs 1977’den sonra tarihe geçen 1 Mayıs 2008’in sahibi olacaksınız. Hayırlı olsun size! (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Anadol.

Değerli arkadaşlarım, şimdi gruplar adına görüşmelere başlıyoruz.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Cevdet Selvi’de. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Selvi, buyurun.

CHP GRUBU ADINA M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; İstanbul’da 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri özgürlüğünü ihlal eden, açıklamalarıyla güvenlik güçlerini orantısız kuvvet kullanmasına teşvik eden ve bu tutumu ile toplumsal barışı tehlikeye atarak çatışmalı bir süreç başlatan Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasıyla ilgili önerge üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, herkesin bildiği gibi, 1 Mayıs, bundan yüz on sekiz yıl önce, bir asrı aşkın süre önce, Amerika’da sekiz saatlik iş gününü sağlayabilmek için verilen birlikte bir hak mücadelesi sonucunda ortaya çıkmıştır. 1889 yılında da Paris’te, bir işçi temsilcisinin önerisiyle, bütün dünyada bu, emek, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanır hâle gelmiştir ve o mücadelede 7 işçi ölmüştür, öldürülmüştür ve o yıldan bu yana, hangi sistem ve rejim ve dünya coğrafyasının neresinde olursa olsun tüm ülkeler bunu kutlama ihtiyacını hissetmiştir; o karanlık günleri, o acı günleri, o çatışma ve kavgayı azaltmak, toplumu daha da bir arada tutmak gayretini göstermişlerdir. Pek çok ülkede de 1 Mayıs, tüm o insanların, o topluluğun hepsinin memnuniyetle karşıladığı dayanışma, birlik günü ve bayramı olarak kutlanır.

İşte, Türkiye’de, her türlü söze, her zaman demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından ve özellikle uzlaşmadan bahsedilmesine rağmen, başka ülkelerin mutluluk içinde, hoşgörü içinde birliği sağlayacak şekilde kutladığı 1 Mayıslar ve özellikle hiç bugüne uymamış 2008 1 Mayısı, acı, huzursuzluk, kuşku günü olarak ortaya çıkmıştır.

Aslında, 1977 yılında 1 Mayısta, 500 bini aşkın emekçi, sivil toplum örgütü, sendikalar katılmış. Orada hiçbir emekçinin, toplanan işçilerin ve örgütlerinin ve kuruluşlarının bir tek sürtüşmesi ve çatışması olmamıştır. Orada, tüm dünyada olduğu gibi, o günü birlik beraberlik, bir bayram havası, emeğin önemini ortaya koyabilmek… Elbette, sorunlarını demokratik çerçeve içerisinde anlatma gayretine çalışan insanların üzerine ateş edilerek, panzerler önünü keserek, beyaz bir Renault arabadan ateş edip etrafından dolaşarak öldürülmüştür. O, kanlı, Türkiye tarihinde, işçi sınıfı tarihinde utanç verici kara bir leke olarak hâlâ durmaktadır. İşte bu olumsuzluğu giderebilmek için, nasıl 7 işçi Amerika’da öldüğü zaman o meydan ve o 1 Mayıs önem taşımışsa, hiç suçu olmayan, namusluca çalışıp insan gibi yaşamak, ülkesine, milletine sahip çıkmaktan başka değişik görüş ve düşüncesi olmayan ve haksız yere öldürülen insanların öldürüldüğü alanda bir çiçek atmak, okuyan duasını okumak, onu anmak hakkının neden verilmediğini anlamak mümkün değil.

Gösteri ve toplantı temel insan hakları çerçevesi içerisindedir ve ne yazık ki o 2008 1 Mayısının umut veren bir kısmı vardır çünkü 1 Mayıstan önce AKP’li bir milletvekili arkadaşımız 1 Mayısın tatil olması için kanun teklifi vermiştir, bizim partimizde de arkadaşlarımız kanun teklifi vermiştir. “Bunlar birleşsin, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu bayram kutlansın, o 1 Mayıs sendromu, o, ülkedeki huzursuzluk yaratan olay kalksın.” denmiştir ve ne yazık ki işçiler, sendikaları ve konfederasyonu umutlanmışlardır. Çünkü altı yıldan beri “uzlaşma, demokrasi, özgürlük” sözlerini ağzından bırakmayan Başbakan buna, hiç olmazsa, altı yıldır işçi sınıfının, emekçilerin yararına ve çıkarına hiçbir şey yapmadığı, özgürlükleri ve haklarını kullandırmadığını bildikleri için, şu altı yıl sonra, belki böyle bir jest yapar umuduna sahip olmuşlardır.

“Neden Taksim?” dendiğinde… Elbette Taksim’in özelliği vardır. Bunu kavrayamamak ya cehaleti ya art niyeti ortaya çıkarır. Elbette, 1 Mayıs Taksim’de önemlidir ve bu umutla bekleyen işçilere, Bakanlar Kurulu toplanmış -dağ fare doğurmuştur- bilinen, yüz asrı geçmiş olayı tekrar söylemiştir. Ama ne yazık ki akla, zekâya hakaret niteliği taşıyan gerekçelerle önlenmeye kalkılmıştır. “2 katrilyona mal olur.” demiştir. Bunun doğru olmadığı ertesi gün söylenmiştir. “Efendim, çalışmaya ihtiyacımız var.” denmiştir ve provokasyon baskısıyla halk ve işçiler korkutulmaya çalışılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, işçi sağlığı, iş güvenliği, iş kazaları nedeniyle ve meslek hastalıkları nedeniyle yılda 20 katrilyon kaybeden, o canından olan işçileri, ekonomiye bu yönden, 20 katrilyon zarar verirken dikkate almayan Başbakan, 2 katrilyonun -israf içinde yaşayan AKP ve Başbakan- hesabını sormaya kalkmıştır. “Çalışmak lazım.” demiştir. Son ILO raporunda, Türkiye’de haftalık çalışma süresi elli iki buçuk saat olarak en fazla çalışan ülkelerin ön sırasındadır. Bunun bir mantığı yoktur. “Provokasyon olacak…” İnanmak mümkün değildir. Valiye, Emniyet Müdürüne açıkça baskı yaparak o provokasyonun arkasına sığınıp korkusundan oraya işçileri, haklarını gasbettiği emekçileri toplamaktan korktuğu için o baskıyı sürdürmüştür ve bu 1 Mayıs Türkiye için son derece önemli olmuştur.

Yıllardan beri her olanağı elinde bulunduran, Meclis çoğunluğuna sahip olan bir iktidarın kendine oy verenlere hakaret etmesine, aç bırakmasına rağmen, hâlâ umutla “Belki olumlu bir noktaya ulaşır.” diye sabırla beklemelerine rağmen, ne yazık ki o sonuç alınamamıştır. Bu 1 Mayısın Türkiye’deki gerginliği giderebilmesi için tüm sendikalar, oraya katılmak isteyen konfederasyon ve sendikalar tarafından her türlü uzlaşma arayışına girilmiştir. Cumhurbaşkanıyla dahi konuşanlar olmuştur, olumlu karşıladığını söylemişlerdir. Sayın Başbakanla görüşmüşlerdir. Çalışma Bakanıyla, yok… İçişleri Bakanını bulmak mümkün değildi. Başbakanla da görüştüklerini söylemişlerdir. Ama “bir saatliğine” denmesine rağmen, “Provokasyon olacak, İstanbul halkına eziyet olur, burada İstanbullular perişan olur.” demişlerdir. Mantığı olmadı, fakat haklı çıkmışlardır. Çünkü provokasyon olmuştur. Bu provokasyonu Tayyip Erdoğan kendi korkusu nedeniyle gerçekleştirmiştir. Nasıl gerçekleştirmiştir? Kamu görevi yapan, yurttaşının güvenliğini sağlayan insanları tahrik etmiş, İstanbul’u felç etmiş, bütün araçlar durdurulmuş. Sözde, orada 1 Mayıs olsaydı bunun gibi, bunun kadar ağır olması mümkün değildi.

İki: Bir Başbakan “Provokasyon olacak.” diye kamuoyuna emniyet yetkilileriyle, bakanlarıyla açık seçik söylüyorsa bunun bir zafiyet olduğunu, bunun bir provokasyonu önleyemeyecek emniyet güçlerine sahip olunduğunu anlamaması mı gerekir? Provokasyon varsa, istihbar edilmişse önlemleri de elbet alınmalıdır, alınacaktır ve Türk polisi, öyle ufak tefek provokasyona pabuç bırakmaz ama başında onu yönetecek yetkili, halkı ve polisi şartlandıracak, devlet sorumluluğu olan bir başbakanı olması lazım. Her olayda gerginlik, her olayda bir yarış, devletin güçleriyle sendikaları… Kendini taraf olarak görüp sendikaları mahkûm etmeye, baskı altına almaya kalkmıştır, bütün iyi niyetli olmalarına rağmen. Uzlaşma istedikleri ve bu 1 Mayısların Türkiye’de de diğer ülkeler gibi hoşgörüyle, acının kapandığı bir noktaya gelmesi için “bir saatlik” demişlerdir. “Üç koldan değil, tek koldan gidelim. Provokatif birtakım hareketler  varsa bizim de sorumluluğumuz var, bunu önleriz. Tek pankartla gidelim.” “Hayır çünkü orada bir güç gösterisi yapılacaktır.” Fakat en önemli nokta şudur: Bunlar yaşanmış geçilmiştir. İyi ki milletvekillerimiz ordaymış. Her ne kadar Valiyi arasalar da bulamamışlar. Çünkü görüşme ihtiyacı kalmamıştır. Yakaladığını dövecek, gazeteciyse kolunu kıracak, kenarda oturmuş bir kızsa tekme atıp geçecek ve orada... Hepinizin dikkatini çekmek istiyorum, bu güvenlik güçleri bize, bu Türkiye'ye lazım. Güvenlik güçlerinin de -Sayın Başbakan gibi- toplumda güvensiz bir noktaya düştüğü zaman bu insanlar kime güvenecek? Ne hakkı var, toplumdan kaçmış, kenarda oturan birisine…

Değerli arkadaşlarım, “Avrupa'da da bunlar oluyor. Dünyanın her yerinde olan bizde de olacak.” demek yeterli değil. Avrupa'da hayvanları eğitiyorlar, atları eğitiyorlar; tekme atmıyor o toplumdaki insanlara, yan yan kenara itiyor. Atlar tekme atmıyor. Amaç o toplumu dağıtmak, işkence etmek değil. Ama orada, dağılmış, çaresiz birisine tekme atacak, bu asırda, insan haklarından bahseden, Avrupa Birliğine gireceğini söyleyen AKP’liler de alkışlayacak… Bu, siyasetin ötesinde. Bu, bir ülke yönetimindeki vicdan meselesidir, demokrasiyi özümsemek, kavramak meselesidir. Bu, özgürlüklere yaklaşım meselesidir. Ama bu 1 Mayıs neleri göstermiştir? Bu 1 Mayıs Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin demokrasiyi kendine göre yorumlayıp kendi çıkarına kullandığını göstermiştir.

Bu 1 Mayıs, özgürlükleri, kendi ideolojisi, kendi siyasi anlayışına yakın olanlara kullandırdığı, karşı olanlara kesinlikle bu imkânı tanımadığını göstermiştir. İnsan hakları, kendinden yana olanlara ekonomik, maddi, manevi, fiziki insan haklarının korunması kendi camiasına aittir, bu görülmüştür.

Hangi özgürlük vardır Türkiye’de? En ilginç yanı, bir devlet adamı olması gereken Başbakanın, o oy aldığı insanlara, tahammül edilemeyecek hakaretleridir. Sendikacılara, sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortasında o kazanılmış haklar haksız yere alabildiğine yok edilirken, çıkmış “Sendikacılar namuslu davranmıyor, yalan söylüyorlar.” demiştir oy veren insanlara. Ertesi gün, sendikalar -elbet siyasi partiler de- medya çarşaf çarşaf yalanını yazmış; hâlâ daha insanları şaşkına uğratan -bana göre biraz da yüzsüzce- yalan söylediğini binlerce, milyonlarca insan haykırırken, gayet rahat, o da başkalarını suçlayarak vakit geçirmeye çalışmıştır. Bu mudur? Telefonlardan bıktık. Tayyip, Sayın Başbakan olduğu için bizi çok üzüyor, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğu için üzüyor. Canı sıkılan telefonu açıp “Pinokyo Başbakan” diyor. Bunu biz hak etmedik, Türkiye Cumhuriyeti hak etmedi.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Başbakan da hak etmedi.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Yalan söylemeseydi hak etmezdi.

İki: Arkadaşlarım, 1 Mayısla uyum sağlamaya çalışan “uzlaşma, uzlaşma” dediği için yanılan, her türlü olumlu yaklaşımı gösteren sendikalara “Namussuzca…” affedersiniz, “Namuslu davranmıyorlar.” dedi, “Yalan söylüyorlar.” dedi. Yalan söyledikleri herhangi bir şey yoktu. Neden herkesi namussuzlukla suçladığı dikkat gerektirir. Neden kendi söylediği yalanına, ısrarla üstüne üstüne, insanların gözüne baka baka devam edip ısrar etmesini anlamak mümkündür. Çünkü geleceği muhalefetten daha iyi görmektedir. Çünkü o demokratik haklar kullanılır ise çiftçisinden işçisine kadar, memurundan emeklisine kadar, perişan olmuş esnafına kadar tüm emeğiyle geçinenler elbet toplanacak, altı yılın sabrını, altı yılın fedakârlığını soracak. O korkudan polisi kullanmıştır. Valiye suç işletmiştir, yasalarımıza göre ve hastaneye bomba atılmış… Balık baştan kokar. Hastaneye biber gazı… Küçücük çocuk… Ne istediniz? Orada da, belinden düşmüş. Yukarıda o kadar büyük yalanlar, daha doğrusu, yanlış, saptırma, kamufle, açık seçik gerçek dışı sözler söylenirse, hele onların arkasında “Vur bunlara, korkut bunları bir daha toplanamasın, bize şikâyet gelmesin.” diye baskı yapılırsa o memurlar da elbet yalan söyler. Televizyonlar hepsini gösterdi ve burada nasıl devlet kademelerinde örgütlenmiş, orayı kuşatmış ve kuşattıkça baskılarını arttırmışsa, işine gelmeyen düşünür ve yazarları işinden attırıp hoşuna gitmeyenleri sabaha karşı içeriye aldırma alışkanlığını sürdürmüşse 1 Mayısta da aynı şeyi yapmıştır.

Bakın, bundan sonra, dikkat edin, Türkiye’de şu olaydan sonra hiçbir vatandaş huzurlu olamaz. Neden olamaz? Yani sizin, bir iktidar oldunuz diye, halkın parasıyla halkın güvenliğini sağlamak durumunda olanları benim işime gelmiyor diye diğerlerine saldırmaya hakkınız var mı? Bunlar kamu görevlisi değil mi? Tayyip Erdoğan’ın tayfası ve takımı mı?

Niye söyledim bunları? O polisi tanımak mümkün değildi. Yüzlerinde maske, ne miğferlerinde ne kollarında, polis olduğunu kanıtlayacak, iyi bir şey yapmışsa taltif edilecek, kötü bir şey yapmışsa suçunun cezası verilecek polisi bulmak mümkün değildir. Yarın öbür gün, birbirini tanımayan polis, vatandaşını tanımayan, mutlak onu hırsla, kinle yaralamaya, hatta öldürmeye dönük saldırıların içerisine başkaları girerse ne olur? Sayın Başbakan, işçileri böldü bu olayla. Gelin, benim dediğim gibi, benden yana olanlar burada miting yapsın. Son derece sağlıklı olan Sıhhiye’de bile rahat verilmedi, orada cümbüş yapıldı ve AKP’li milletvekilleri, grup başkan vekilleri orada ve 1 Mayıs bu değildi, ayrımsız herkesin bir araya gelmesiydi. Her yerde olduğu gibi, işçiyi, sendikayı da böldü, bölmek için gayret sarf etti.

Değerli arkadaşlarım, bu iş artık dikiş tutmaz. Korku dağları sarmış. O, demokrasiyi ve diğer konuları kendi çıkarına göre bu toplumda yeni huzursuzluk, yeni çatışmalar yaratacak sorumsuzluğu daha da sürecektir. Türkiye’yi dolaştı, halkı tahrik etmeye çalıştı. Söylediği neydi? Söylediği, şu kritik noktada: Üç çocuk yapın… Kabahat CHP’de. Yahu, Türkiye batıyor Allah’tan korkun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Selvi, bir dakika verdim.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Hemen bitiriyorum.

Repertuvarında hiçbir şeyi yok, kendi bir malzemesi yok, Avrupa Birliğinin komiserleriyle girmiş kol kola, onlar da papağan gibi, iş yaptıklarını sanıyorlar. “Sağır Sultan duydu.” demiş. Avrupa’da da hep bu deyim kullanılır, -atasözüyse- bu atasözü kullanılır ya. Yazık ettiniz adamlara. Onların da kapasitesi belliymiş! Türkiye’yi mi almak istiyorlar veya almayacaklar ama Türkiye’yi mi baz alıyorlar, AKP’yi ve onların yakınlarını mı oraya eş, dost, ahbap diye almak istiyorlar, anlamak mümkün değildir.

Değerli dostlarım, Türkiye’nin geleceği için, insanların mutluluğu için, şöyle veya böyle elinize imkân geçti diye bu ülkenin sahiplerini, bu ülkenin geleceğini düşünenleri totaliter bir rejime sürüklemeye hakkınız yok. Faşizan bir yaklaşımla, keyfî bir tutumla Türkiye’yi birbirine sokmaya hakkınız yok, başarılı olma şansınız da yok.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Selvi.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Şöyle bir vicdanınızla düşünün, yağmaları düşünün, polisin saldırılarını düşünün. Elinde sopalar… Sen çıkacaksın demokrasi, özgürlükten bahsedeceksin. Bu neyin denemesiydi?

BAŞKAN – Sayın Selvi… Sayın Selvi

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Elimde belgeler var, çıkarmak istemiyorum: “AKP kendi ordusunu kuruyor.” (AK Parti sıralarından “Allah Allah” sesleri, gürültüler)

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Bu memleketin ordusu belli.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Ne var? Gayet tabii…

BAŞKAN – Sayın Selvi, süreniz geçti. (AK Parti sıralarından gürültüler)

Bir dakika arkadaşlar… Bir dakika arkadaşlar…

Sayın Selvi

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Yüzde 20 barajı sizde var!

BAŞKAN – Arkadaşlar…

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Daha var da göstermiyorum.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen… Lütfen arkadaşlar…

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Daha var da göstermiyorum.

BAŞKAN – Sayın Selvi

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Yüzde 20 barajından bahset.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Şu davranış ve tutumlar bir totaliter rejime gidişi, gidiş kaygısını tüm düşünenlere…

BAŞKAN – Sayın Selvi

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – …düşündürüyor. Bu imajı verdiniz. Dünyaya da rezil ettiniz.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Parti içi demokrasiden bahset!

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Ne demokrasisi? Senin demokrasin bu! (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Selvi

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Demokrasi size daha çok uzak!

BAŞKAN – Buyurun Sayın Selvi. (AK Parti sıralarından “Süresini çok aştı.” sesleri)

Bir dakika arkadaşlar, ben yönetiyorum.

Sayın Selvi, benim müsamahamı suistimal ettiniz, üzülerek ifade edeyim. Süreniz çok geçti, buyurun lütfen.

Çok teşekkür ederim.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Başkanım, özür dilerim.

Arkadaşların müdahaleleri oldu, cevap vermek zorunda kaldım, onu ona sayarsınız.

BAŞKAN – Onları dikkate aldım efendim.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Selvi. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Sayın Selahattin Demirtaş, Diyarbakır…

Buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakan hakkında verilmiş olan gensoru üzerinde Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi en içten duygularımla, sevgiyle, saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisinin, 1 Mayıs 2008’de İstanbul’da yaşanan olaylarla ilgili olarak Sayın Başbakanın sorumlu olduğuna dair gensoru önergesini aslında içeriği itibarıyla desteklemek üzere bir konuşma yapmayı planlamaktayım. Ama müsaadenizle, temel görevi yasama faaliyeti olan ve kanun yapıcı olan bu Mecliste neredeyse her vesileyle hak ve özgürlükleri, insan haklarını tartışmak durumundayız.

Şimdi, bazı toplumlarda, örneğin, Avrupa ülkelerinde yüzyıllardır süren bir demokrasi yürüyüşü var. Buna bağlı olarak, bu uğurda emek harcamış, bedel ödemiş halklar da, toplumlar da bu bedelle, emekle yarattıkları haklara ve özgürlüklere sahip çıkarak, bunları bir kültür hâline getirmişlerdir. Bizim ülkemizde de temel hak ve özgürlüklerle ilgili, Anayasa başta olmak üzere, uluslararası sözleşmelerle, yasalarla hak ve özgürlükler şu veya bu şekilde korunmuştur. Ama değerli arkadaşlar, üzüntüyle ifade etmek istiyorum ki, ülkeyi yönetenlerden başlamak üzere, belki de Türkiye Büyük Millet Meclisinden başlamak üzere, topluma kadar, neredeyse bütün kesimlerde temel hak ve özgürlüklerin bir kültür meselesi olarak algılanması ya da algılanmaması problemi vardır Türkiye’de. Bu mesele, yasalarla ilgili ya da uygulamayla ilgili bir problem değildir.

Bakınız değerli arkadaşlar, sokağa tükürmek, belki Kabahatler Yasası gereğince yaptırıma tabi tutulan bir suçtur fakat biz, sokağa tüküren bir insanla karşılaştığımızda aklımıza ilk olarak Kabahatler Kanunu gelmez; bir kültüre, bir davranışa aykırı bir fiil gerçekleşmiştir orada, ondan rahatsızlık duyarız. Kimse, orada Kabahatler Kanunu’na zihninden atıf yaparak “Bu vatandaş burada Kabahatler Kanunu’nu ihlal etti.” diye düşünmez.

Temel hak ve özgürlükler de değerli arkadaşlar, böyledir. Bir kültür hâline gelmedikçe, herkes -yönetenlerden sokaktaki yurttaşa kadar- gönülden buna inanmadıkça ülkemizde nice nice böyle olaylı 1 Mayıslar, olaylı “nevroz”lar yaşanmaya devam edecek maalesef. “İşkenceye sıfır tolerans.” diyebilirsiniz, bu konuda iddialı, ısrarcı da olabilirsiniz ama hak ve özgürlükleri içselleştirmemiş, bunu bir kültür hâline getirmemişseniz önleyemezsiniz. Bu, bu kadar basittir değerli arkadaşlar. 1 Mayısı tartışacaksak, Taksim olaylarını tartışacaksak bu kültürel yoksunluktan ve yoksulluktan bağımsız asla tartışamayız. Yoksa, Anayasa’mızın 34’üncü maddesi, herkes için toplantı, gösteri hakkını izin almaksızın bir hak olarak düzenlemiştir; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de bunu güvence altına almıştır; Anayasa’mızın 90’ıncı maddesi de uluslararası sözleşmelere atıfta bulunarak sözleşmeyi iç hukuk hâline getirmiştir. Dolayısıyla, hiyerarşik norm açısından en üst düzeyde korunan temel hak ve özgürlüklere sahibiz. Buna rağmen neden Taksim yaşanıyor, 1 Mayıs yaşanıyor? Neden “nevroz”da bu olaylar yaşanıyor? İşte bu, kültür meselesidir değerli arkadaşlar.

Şimdi, Anayasa’nın 34’üncü maddesi bir düzeltme ihtiyacı hissediyor mu? Açık bir şekilde düzenlenmiş: İzin almaksızın, herkes, toplantı, gösteriyi düzenleme hakkına sahiptir.

Bakınız, “İzin almaksızın.” Vatandaş, devletten izin almak zorunda değildir, Anayasa madde 34; bildirim yapar sadece, sadece bildirim yapar, “Ben, şurada toplantı ve gösteri yapmak istiyorum.”  der. Devlet ne yapar? Kamudan aldığı yetkiyi kullanarak “Ben burada, işte, yine yasanın bana verdiği yetki gereğince bunu yasaklayabilirim, erteleyebilirim.” diyebilir.

Dolayısıyla değerli arkadaşlar, kavramların kullanılması dahi hak ve özgürlüklerin içselleştirilip içselleştirilmediğiyle çok doğrudan bağlantılıdır.

Bakın, Sayın Başbakan, AKP Grubunda 1 Mayısla ilgili yaptığı toplantıda “izinsiz gösteri”den söz ediyor. “İzinsiz gösteri” diye bir şey yoktur değerli arkadaşlar, yasalarımıza göre böyle bir şey yoktur. Kanuna aykırı olabilir, ama “izinsiz” yoktur. Bu hangi zihniyetin tezahürüdür? “Ben devletim, yürütmeyim, idareyim, bunun başı olarak da izin verme erkinin sahibiyim. Siz izinsiz gösteri yaparsanız devlet de üstüne düşeni yapar, görevini yapar.” diyor. Oysa izin verme yetkisi Başbakanda da değildir, İçişleri Bakanında da valide de değildir değerli arkadaşlar. Ama devletin bu gücünü, kudretini elinde bulunduran herkes, topluma karşı böyle bir üstten bakma, toplumdan daha fazla hak ve özgürlüklere sahip olma veya bunları kullanma, örgütleme, bunlara izin verme konusunda bir irade sahibi olduğunu düşündükleri için, kavramları kullanırken dahi içi dışına yansımış olur.

Dolayısıyla arkadaşlar, 1 Mayısı, eğer bu gensoru vesilesiyle bugün burada tartışacaksak, ki ne güzeldir ki Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği bir gensoru önergesidir…

SIRRI SAKIK (Muş) – Kendileri de dinlemiyor.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Devamla) – Şimdi, elbette ki 1 Mayısta yaşananların bütün siyasi sorumluluğu, Sayın Başbakan başta olmak üzere Hükûmettedir, siyasi sorumluluğunun hesabını elbette ki vermelidir, ama Taksim’deki 1 Mayısa gelmeden, değerli arkadaşlar, 1 Mayıstan kırk gün önceki “nevroz” olaylarına bakmanız gerekir. 1 Mayısı arayacaksanız “Niye orada bunlar yaşandı?” diye soracaksanız “nevroz”a bakmamız gerekir.

Gensoru Cumhuriyet Halk Partisinin, memnuniyet verici değerli arkadaşlar. Ancak işte, bu 1 Mayıstan kırk gün önce, ‘Nevroz’ bayramındaki gösterilerde polis aşırı güç kullandı, yetkisini aştı, orada 4 yurttaşımız öldü, yüzlerce yaralı var.” diyen DTP’li milletvekili arkadaşlarıma sataşan da yine maalesef ki bir Cumhuriyet Halk Partili vekil arkadaşımdı.

Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, 1 Mayısa, 1 Mayısa nasıl geldiğimize bakacaksak “nevroz”dan başlamamız gerekir. Orada yaşananlar, değerli arkadaşlar… Ki, DTP’li milletvekilleri olarak biz, bunların birçoğunun tanığıydık. Bilemiyorum, aranızda kaç kişi gaz bombasının o etkisine maruz kaldı? Umarım, maruz kalmamıştır ama denemek isteyen varsa Sayın İçişleri Bakanı temin edebilir Emniyet Genel Müdürlüğünden, deneyebilirsiniz değerli arkadaşlar! Hani, denerken dikkatli olun, yanınızda çocuklarınız, eşiniz olmasın, ama bu daha acı bir tablo yaratıyor, çünkü orada çocuklar ve kadınlar da vardı. Anlayabilmek için o işkenceyi, değerli arkadaşlarım, ille de buna maruz kalmak gerekmiyor, ille de bu haksızlıklara maruz kalmak gerekmiyor. Bizler, o hukuk dışı, o aşırı güç kullanmayı da aşan, işkenceye varan uygulamaları dile getirdiğimizde burada sessiz kalanlar, 1 Mayıstaki Taksim olaylarının sorumlusudur değerli arkadaşlar. (DTP sıralarından alkışlar)

Şimdi, hiçbir hak ve özgürlük, bir diğerinden veya diğerlerinden bağımsız ele alınıp değerlendirilemez. Toplantı, gösteri hakkı, ifade özgürlüğünden, düşünce özgürlüğünden bağımsız değerlendirilemez, örgütlenme özgürlüğünden bağımsız değerlendirilemez, din vicdan özgürlüğünden, yeri geldiğinde değerli arkadaşlar, bağımsız değerlendirilemez. Bütün hak ve özgürlüklerin anası ifade özgürlüğüdür. İnsanlar düşüncelerini değişik şekillerde, değişik araçları kullanarak dile getirirler, getirme hakkına sahiptirler. Bu hak, doğmakla kazanılır değerli arkadaşlar. Anayasa’da düzenlendiği için bu hak vatandaşın hakkı değildir, insan olmakla kazanılır. Bu nedenle temel hak ve özgürlükler insan hakkıdır ve eğer siz toplantı, gösteri yapmayı yasaklarsanız ifade özgürlüğü yasaklanmış demektir, örgütlenme özgürlüğü yasaklanmış demektir. Sadece o hak ve özgürlüğü kullananlar değil, değerli arkadaşlar, önümüzdeki günlerde, önümüzdeki yıllarda kullanmayı düşünenler açısından da bir baskı yaratılmıştır. Bütün topluma şu mesaj verilmiştir: “Ya benim gibi düşünür, benim gibi slogan atar, benim istediğim meydanda kutlarsın ya da bunlara maruz kalırsın.” Bu mesaj tüm topluma verilmiştir. Zaten insan hakları ihlallerinin en büyük özelliği budur. İşkence yaptığınız zaman, sadece işkence yapanla sınırlı kalmaz ihlalin etkisi, bütün toplum etkilenir, bütün toplum başına bir gün bunların gelebileceğini düşünerek, adım atarken daha dikkatli olur, tırnak içerisinde, iktidarı kızdırmamaya çalışır. Dolayısıyla, 1 Mayıs Taksim olayları toplumu sindirmenin, baskı altına almanın bir başka yöntemi, bir başka basamağıdır.

“Neden Taksim?” sorusu çok değerlendirildi arkadaşlar. Bunun cevabını sendikalar vermek zorunda değildir. “Neden Taksim’e izin verilmiyor?” sorusunun cevabını idare vermek zorundadır. Çünkü idare, hak ve özgürlüklerle ilgili bu kadar genel düzenleyici işlem yapma yetkisine sahip değildir. 1977’den bu yana, kesintisiz olarak, bir meydanı genel bir kararla, genel bir idari işlemle miting yapmaya, gösteri yapmaya kapatmak idarenin yetkisi değildir. Yasaya uygun olabilir, hukuka uygun değildir. Burada cevabı verilmesi gereken şey “Neden Taksim’de ısrar?” sorusu değildir. “Neden Taksim’de yasak ısrarı vardır?” sorusuna cevap verilmek zorundadır. Çünkü hak ve özgürlükler düzenlenirken, bir özgürlük en iyi nasıl kullanılır buna göre düzenleme yapılır. Özgürlük, hak kuraldır; kısıtlama, istisna olmak zorundadır. Eğer hukukun üstünlüğüne inanılıyorsa bu böyledir. Aksi durumda zaten ülkemizde olan uygulamalar hukukun üstünlüğünün geçerli olmadığını da, kanun devleti, polis devleti yeri geldiğinde bu yöntemlerin rahatlıkla kullanılabildiğini görmek mümkün, değerli arkadaşlar.

Toplantı, gösteri, sadece o meydanda toplanan insanların birbirini etkilemesi, örgütlemesi, fikirlerini birbirine aktarmasıyla ilgili bir özgürlük değildir. Aynı zamanda, o toplantı, gösteriye katılmayan, katılmayı düşünmeyen kişilere yönelik mesaj verme hakları da vardır o insanların. Bu nedenle, toplantı, gösteri hakkı kullanılırken kamuoyuna en güçlü mesajların verilebileceği meydanlar ve alanlar, bu hak ve özgürlüğün en geniş şekilde kullanılması için kamu tarafından tahsis edilmek zorundadır. Bu bir lütuf değildir değerli arkadaşlar. Bu nedenle, Kadıköy yerine, Kazlıçeşme yerine, bilmem neresi yerine, bilmem hangi şehir dışı yerine kentin meydanında sesini duyurmak toplantı, gösteri yapanların hakkıdır, özgürlüğüdür.

Şimdi, buna karşı gösterilen gerekçe provokasyon olabilirdi. Neyse ki, Allah korusun, provokasyon olmadı(!) Olsaydı ne olurdu? Allah korusun, polis müdahale ederdi, gaz bombası kullanırdı(!) Olsaydı, Allah korusun, gaz bombası hastaneye falan düşerdi(!) Neyse ki provokasyon olmadı, değerli arkadaşlar(!) Ya provokasyon olsaydı, DİSK Genel Merkezine gaz bombası falan atılsaydı; Allah korusun, olmadı(!) ÖDP Genel Merkezi basılmadı(!) Kadınlar, çocuklar sokakta dövülmedi(!) Polis zaten aşırı güç de kullanmadı(!) Neyse ki provokasyon olmadı(!) Sağ olsun, İçişleri Bakanlığımız bu konuda aldığı istihbarat gereği önlemlerini aldı(!) (DTP sıralarından alkışlar) İstanbul Valimiz de, İstanbul Emniyet Müdürümüz de bu provokasyonları önlemiş oldular(!) Sayın Emniyet Müdürü Taksim Meydanı’na çıkıp ortalığın güllük gülistanlık olduğunu görünce “İşte, ne kadar haklıymışız, bakın (!)”

Ne gerekçe gösterildi değerli arkadaşlar sonradan yapılan açıklamalarda? İşte, molotoflu gençler gelmiş, taş atan gençler gelmiş, sapan atan gençler gelmiş. Bakın, günler öncesinden, Sayın Başbakan başta olmak üzere, İçişleri Bakanı, Emniyet Müdürü, Vali, neredeyse bu gruplara, yani niyeti orada şiddet uygulamak olan, molotof atmak olan, taş atmak olan gruplara neredeyse özel davetiye  çıkardılar. “Hodri meydan.” dediler. “Biz 1 Mayısa izin vermeyeceğiz Taksim’de, gelebiliyorsanız gelin.” dediler. “Çok büyük güvenlik önlemleri alacağız, size adım attırmayacağız.” dediler. “Yapabiliyorsanız buyurun.” dediler. Yani neredeyse, o insanlar gelip orada taş atsın, bazı gruplar gelip molotof atsın diye özel bir çaba gösterildi.

Peki, izinli miting yapılsaydı Taksim’de; Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Yasası gereğince önlemler alınsa, alana gireceklerin üstü aransa, öyle girseler, o kadar taş, o kadar molotofkokteyli, o kadar sapan girebilir miydi değerli arkadaşlar? Dolayısıyla, eğer orada o olaylar yaşanmışsa, bunun sorumlusu da Validir, Emniyet Müdürüdür, Başbakandır, İçişleri Bakanıdır.

Gözden kaçan bir başka husus değerli arkadaşlar, güç kullanmadaki orantı meselesi. Sayın Anadol Türk Ceza Kanunu’ndan bazı maddelerin ihlaliyle ilgili tespitler yaptı. Bana göre, Türk Ceza Kanunu’nun işkenceyi düzenleyen maddesi orada ihlal edilmiştir. Orada aşırı güç kullanma, tıpkı “nevroz” olaylarında olduğu gibi aşırı güç kullanma söz konusu değil değerli arkadaşlar, orantısız güç kullanma söz konusu değil. Nasıl tanımlıyor bunu yasa veya güvenlik görevlilerine eğitim verilirken nasıl anlatıyor üniversite hocalarımız? Karşınızdaki grup gösteri yaparken şiddet kullanmaya başlar veya kanunsuz gösteriye dönüşür, onların ilk aşamada kullandığı şiddete orantılı dozda ilk müdahale yapılır. Eğer karşı grup bu konuda ısrarcıysa, şiddet kullanmayı tırmandırıyor, daha güçlü şiddet kullanıyor ve araçları kullanıyorsa, bununla orantılı olarak polisin, güvenlik güçlerinin müdahalesi devam eder, vesaire vesaire. Eğer bunu aşarsanız orantısız güç olur.

Şimdi, “nevroz”da yaşanan ne değerli arkadaşlar? 4 sivil yurttaş ölmüş polis mermisiyle. Mayısta yaşananlar ne? Orada DİSK Genel Merkezinde, göstericilerden, nasıl bir şiddet kullanılmış ki buna karşı kullanılan şiddet orantısız olmuş? ÖDP Genel Merkezinden ya da oraya giden 9 milletvekili arkadaşımızdan polise karşı nasıl bir şiddet kullanılmış ki polisin buna karşı kullandığı şiddet orantısız olmuş? Ortada “orantısız şiddet” diye bir durum yok değerli arkadaşlar. Özellikle bu belirttiğim noktalarda güvenlik güçleri işkence uygulaması yapmıştır sokaklarda, bunun tanımı budur.

Bir başka sığınılan nokta: Emniyet teşkilatımıza kimse laf söylemesin. Sayın Başbakanın da beyanları var burada. Şimdi, işkenceyi örtmekle mi, örtbas etmekle mi emniyet teşkilatına zarar vermiş oluyorsunuz yoksa kendini emniyet teşkilatı mensubu sanan bazı şiddete meyilli güvenlik görevlilerini ya da işkenceye meyilli güvenlik görevlilerini cezalandırdığınızda mı emniyet teşkilatını korumuş oluyorsunuz? Totaliter iktidar anlayışında en büyük savunma mekanizması budur. Eleştiri yaparsınız, güvenlik güçlerine karşı, aman kimse emniyet teşkilatımızı zan altında koymasın, kimse emniyet teşkilatımızı yıpratacak beyanlarda bulunmasın, hep birlikte görmezden gelelim, örtelim bu işleri. Sonra da gidersiniz “Ergenekon”la uğraşırsınız, “Şemdinli”yle uğraşırsızın. Örte örte, bir bakarsınız dağ gibi büyümüş “Halının altına sığmıyor artık pislik.” dersiniz bir gün.

Değerli arkadaşlar, aslında konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi, burası bir yasama organı. Yaptığımız yasaların büyük bir kısmı da, şu veya bu şekilde, doğrudan ya da dolaylı temel hak ve özgürlüklerle ilgili, ilintilidir. Dolayısıyla, ben inanıyorum ki, her yasa vesilesiyle aslında bizler hak ve özgürlüklerin ne anlama geldiğini, kimler için ne kadar yararlı, ne kadar faydalı olduğunu burada tartıştıkça bu kültür hem Meclisimizde oluşacak hem giderek topluma yayılan bir kültüre dönüşecek. Aksi takdirde, sırf burada yasa yapmakla ya da uygulamayı bürokratlara bırakmakla insan hakları sorunlarını çözmek değerli arkadaşlar mümkün değildir.

Son bir hatırlatmayla konuşmamı sonlandırmak istiyorum değerli arkadaşlar. Bakın, “nevroz”da yapılan kutlamalarda insanlar şiddet kullanmıyordu polis müdahalesi başladığında, halay çekiyorlardı. 1 Mayısta yapılan müdahalede DİSK’in önünde, ÖDP’nin önünde, Şişli’de yapılan müdahalede insanlar şiddet kullanmıyordu müdahale başladığında. Orada bir yönetim zafiyeti, basiretsizlik vardır. Müdahaleyle birlikte marjinal gruplar veya diğer grupların şiddeti sokaklara çekilmiştir. Orada bir yönetim zafiyeti var. Bunun hesabı sorumluları tarafından verilmelidir. Hükûmete, iktidara düşen bunun hesabını sormaktır; yoksa, değerli arkadaşlar, Sakarya’da altı saate…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Demirtaş, bir dakika ek süre verdim.

Buyurun lütfen.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Devamla) -…yakın bir süre yüzlerce DTP’linin –ki, aralarında milletvekili arkadaşımız da vardı- çocukların, kadınların bulunduğu bir düğün salonunu sarmış ırkçı gruplara karşı altı saat tahammül göstereceksiniz… Ki, onlar şiddet uyguluyordu o esnada, camlar kırılıyordu, küfürler atılıyordu, içeri girilmek isteniyordu, kalp krizi geçiren insanları almaya gelen ambulanslara izin verilmiyordu ama tam altı saat değerli arkadaşlar, oranın Sayın Valisi, Emniyet Müdürü, ricayla, “Haklısınız ama yapmayın. Tamam, biz hallederiz.” diyerek tam altı saat orada gece vakti toplantı ve gösteri yaptırmıştır.

Hak ve özgürlük anlayışınızı sorgulayacaksanız buralardan başlayın değerli arkadaşlar. Eğer bunlar sorgulanmayacaksa, tek başına 1 Mayısın sorgulanması, inanın ki, bu Hükûmetin aklını başına getirmeyecektir, hak ve özgürlükler problemi de bu ülkede yaşanmaya devam edecektir. Bunlara rağmen, bu eleştirilerimize, bu bakış açımıza rağmen…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Devamla) - …Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Başbakan hakkında verdiği gensoruyu destekleyeceğimizi ifade ederek hepinize saygılarımı sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Demirtaş.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 17.30

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.46

BAŞKAN : Köksal TOPTAN

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 103’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Hükûmet? Yerinde.

Şimdi, gruplar adına söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır’da.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Şandır, süreniz yirmi dakika.

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun sayın başkan vekillerinin, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında Anayasa’nın 99’uncu, İç Tüzük’ün 106’ncı maddeleri uyarınca verilen gensoru önergesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yıl “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanacağı ifade edilen 1 Mayıs etkinlikleri kapsamında İstanbul, Ankara ve bazı şehir merkezlerinde yaşananlar hiçbir şekilde hoş olmamıştır, güzel olmamıştır. 1 Mayıs günü televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler asla kabul edilemez. Etnik bölücü terör örgütü militanlarının ve bazı ideolojik sol kuruluşların kötü niyetli ve haince tahrik eylemleri ve bunları önlemek için görevlerini yapmaya çalışan emniyet güçlerinin ferdî kapsamda aşırıya kaçan ve özensiz davranışları sonuçta ülkemizi tüm dünyanın gözünde aşağılamış, milletimizi utandırmıştır. Ne yazık ki, bu yıl da, 1 Mayıs, emeğin ve emekçinin dayanışma günü, işçi bayramı, bahar bayramı olmaktan çıkarılmış, vatandaşa zulüm gününe dönüştürülmüştür. 2004 yılından bu yana her bir 1 Mayısta yaşandığı gibi, maalesef bu yıl da göz göre göre bayram olarak kutlanması gereken 1 Mayıs günü insanımıza bir eziyet, ıstırap gününe dönüştürülmüştür. 

Yaşananlar kör inadın eseridir. Bazı sendika ve sivil toplum kuruluşu yöneticilerinin feraset ve iyi niyetten yoksun yaklaşımları karşısında Hükûmetin aldığı tedbir ve ortaya koyduğu tavır, maalesef gereksiz bir güç gösterisine dönüşmüştür. Olan halkımıza ve ülkemize olmuştur. Sendikalar ve Hükûmet el birliğiyle 1 Mayısı vatandaşımıza zehir etmiştir. Birlikte ülkemize haksızlık, milletimize saygısızlık yapılmıştır, bir anlamda birlikte suç işlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, özellikle iktidar partisinin değerli üyeleri, şimdi size soruyorum: Elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün. 1 Mayısta olanlardan memnun musunuz? Türkiye’nin bu görüntülerle dünyaya tanıtılmasını onaylıyor musunuz? Eğer onaylamıyorsanız, neden bu hâle gelindiğini sizin vicdanlarınıza, takdirlerinize sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, kısacası, 1 Mayısta yaşananlar, Türkiye’ye ve Türk milletine yakışmamıştır. Sonuçta televizyon ekranlarına yansıyan görüntülerden AKP yöneticileri de dâhil olmak üzere herkes rahatsızlık duymuş ve olaylara tepki göstermiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak 1 Mayıs günü özellikle İstanbul’da yaşanan olayların sorumlusu olarak doğrudan AKP Hükûmetini görmekteyiz ve suçlamaktayız. Hükûmet gerginliğin tarafı ve bir anlamda tırmandırıcısı olmuş, muhtemeli doğru öngörememiş, olayı önleyeceğim derken bizatihi kendisi olayın bir parçası hâline gelmiştir. Kısacası, Hükûmet krizi iyi yönetememiştir.

Değerli milletvekilleri, 1 Mayıs olaylarının sorumlusu ve tarafları olarak asla işçiyi ve polisi göremeyiz, göstermemeliyiz. Türk işçisi ve Türk polisi bu olayın faili değil, gerçek mağdurlarıdır. Olaylardan sonra bazı kesimlerin polisi ve işçiyi suçlaması haksızlıktır, talihsizlik olmuştur. Özellikle iktidar  partisi sözcülerinin sendikalar üzerinden işçileri suçlaması ve iktidarı suçluyorum derken de ana muhalefet partisinin, 1 Mayısta yaşanan olaylardan dolayı emniyet güçlerini kurumsal olarak suçlar bir görüntü oluşturmasını aynı şekilde yanlış ve talihsiz bir sonuç olarak görmekteyiz ve değerlendirmekteyiz.

Evet, İstanbul Şişli’de, Kadıköy’de, Taksim çevresinde, Ankara Sıhhiye Meydanı’nda ve daha birçok meydanda 1 Mayıs günü çok çirkin görüntüler oluşmuştur. Bölücü terör örgütü militanları ve birtakım aşırı sol gruplar âdeta devlete ve millete meydan okumuşlar, bir başkaldırı provası yapmışlardır. Ellerinde eli kanlı katilin posterleriyle etrafı yakıp yıkan ve vatandaşa zarar veren militanların 1 Mayıs İşçi Bayramı ve işçilikle hiçbir ilişkileri olamaz, olmadığı da zaten bilinen bir husustur. Tedbir alınmamış olsaydı belki de bugün sonuçları itibarıyla şu görüştüğümüz anı arıyor olacaktık, başka şeyler konuşacaktık. Bugün burada başka şeyler konuşmanın örneğini, 1977 yılının 1 Mayıs Taksim kutlamalarında yaşanan vahşeti, 37 insanımızın hunharca katledilmesini unutan var mı içimizde?

Çeşitli vesilelerle ileri sürülen provokasyon planları ve bir kitlesel ayaklanma provası ihtimalleri her 1 Mayısta olagelmiştir. Maalesef işçi sendikaları yöneticileri, bu hainleri ve provokatörleri bir türlü bu gösterilerden uzak tutamamışlar ve aralarından temizleyememişlerdir. Sendika yöneticileri tarafından 1 Mayıs kutlamalarının ille de Taksim Meydanı’nda yapılması ısrarı yanlış olmuştur. Bütün ikaz ve uyarılara rağmen, bu tür kötü ihtimallere rağmen tertip komitesinin ikna olmayışı, bana göre, hiç de masum ve haklı bir davranış değildir. İşçilerin sendikal haklarını, “İnadına Taksim Meydanı’nda olacak” ısrarı kadar kararlı ve cüretli savunamayan yöneticilerin iyi niyetleri ve en azından ferasetleri sorgulanması gereken bir husustur.

Neden Taksim Meydanı? Bazı sendika yöneticilerine ve tertip komitesinde olan bazı sivil toplum kuruluşlarına soruyorum: 2007, 2006, 2005, 2004 ve 2003’te ve daha önceki yıllarda 1 Mayıs kutlamalarını Taksim Meydanı’nda mı yaptınız? Emeğin, işçinin örgütlü gücünü göstermenin bir başka yolu, bir başka meydanı yok mu? Hak aramak, dayanışmayı geliştirmek ve geçmişte yaşanan bir üzücü olayı yaşatmak için ille de yıkmayı ve çatışmayı göze almak mı gerekiyordu? Kuralı bozmak, karara karşı çıkmak, uzlaşmaya yanaşmamak bir sendikal hak mıdır, yol mudur? Sendikal mücadelenin “toplumsal sorumluluk” gibi bir hassasiyeti olması gerekmez mi? Ülkenin ve toplumun içinde bulunduğu kritik süreç veya sıkıntılı istihbarat bilgileri, bazı fedakârlıkların yapılması gibi bir zarureti getirmez mi, getirmemeli miydi? Bugün, yaklaşık 11 milyon üyesi bulunan ve 40 milyon seçmenin oyuyla var olan siyasi partiler en büyük sivil toplum örgütleri olarak, yapacakları açık hava toplantıları için, meydan mitingleri için ille de Taksim Meydanı olacak diyorlar mı?

Birtakım çevreler, demokrasiyi ve temel hak ve özgürlükleri dillerinden düşürmezken, hukuk kurallarının bağlayıcılığını, hukukun üstünlüğünü ve idarenin millet adına yapıldığını maalesef bilerek unutuyorlar. Kamu düzenin korunmasının bir bireysel temel hak ve özgürlük alanı olduğunu ve kamu düzeni olmazsa ne demokrasinin ne de özgürlüklerin olmayacağını yine maalesef bilerek unutuyorlar. Bilerek unutmak kurnazlığını yapan bu açıkgözlere buradan soruyorum: Kamu düzeninin yıkılmasının işçiye ne faydası olacaktır? İşçinin, emekçinin örgütlü gücü olarak sendikaların ve sendika yöneticilerinin, işçi haklarını ve geleceğini savunmak ve geliştirmek için demokrasinin belirlediği ve hukukun devam ettirdiği bir kamu düzeni gereksinimi yok mudur? Anarşi yaratmanın kime ne faydası olacaktır? Millet adına karar ve tedbir almak yetki ve sorumluluğunun demokrasi gereği siyasi iktidarda olduğunu kabullenmek demokrat olmanın icabı değil midir? Sendika yöneticileri ve sivil toplum kuruluşları başkanlarına son söz olarak, sizleri, topluma, hukuka, millî iradeye ve Türk işçisine saygılı olmaya davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, meselenin bir yönü, bu çirkin ve bizi rahatsız eden görüntülerin oluşmasında doğrudan dahli olan işçi sendikalarına ve bu organizasyonda bulunan sivil toplum kuruluşlarına, ama esas sözümüz siyasi iktidara olacaktır.

Değerli milletvekilleri, 1 Mayısta yaşanan çirkin olayların tabii sorumlusu AKP İktidarıdır çünkü Türkiye’yi AKP İktidarı yönetmektedir. 1 Mayıs kutlamalarının Taksim Meydanı’nda yapılmaması için sendikaların ve sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerini ikna edememişlerdir. Bunları tespit etmemiz gerekiyor. Doğru olduğunu iddia ettikleri istihbarat bilgilerini ilgililerle yeterince paylaşamamışlar, olayı sadece polisiye tedbirlerle önlemeye çalışmışlardır.

Geleceği doğru öngöremediler, muhtemel sonuçlara uygun tedbirleri zamanında ve yeterince alamadılar; kısacası, krizi iyi yönetememişlerdir. Sonuçta kendileri de rahatsızlık duydular ve “Bazı uygulama hataları oldu.” diyerek, ne yazık ki Sayın Vali’yi ve İstanbul polisini suçlamak kolaycılığına ve bana göre ucuz politikaya mecbur kalmışlardır.

Hükûmet tedbir alıyoruz diye İstanbul’un birçok ana yolunu ulaşıma kapatmış, 1 Mayıs günü şehri yaşanmaz bir hâle dönüştürmüş, özellikle göstericilerin ilan ettiği toplanma yerleri çevresindeki vatandaşlarımıza hayatı zehir etmişlerdir. Emniyet güçlerine verdikleri talimat ve görev tanımı ile polisi halkla karşı karşıya getirmiş ve her defasında olduğu gibi maalesef istenmeyen görüntüler yaşanmıştır. Alınan bütün tedbirlere karşın yine de birkaç yüz militanın provokasyonu önlenememiştir. Vatandaş tahrikçilere ve bu provokatörlere karşı yeterince korunamamıştır. Dünyanın birçok ülkesinde 1 Mayıs bayram olarak kutlanırken, maalesef bizim ülkemizde, 1 Mayısta yaşananlardan televizyon ekranlarına yansıyanlar çirkinlik örneği olarak tüm dünya televizyonlarında gösterilmiş, ülkemizin imajı zarar görmüş, milletimiz utandırılmıştır. Tüm bu söylediğim hususların sorumlusu AKP İktidarıdır çünkü Türkiye’yi Türk milleti adına AKP yönetmektedir.

Değerli milletvekilleri, geliniz, birlikte bir öz eleştiri yapalım. Ne iktidarı ne iktidar grubunu suçlamak, kastı hakaret –Sayın Elitaş’ın ısrarla söylediği- böyle bir kasıt taşımadan gelin, bir öz eleştiri yapalım: Bakınız, dünyanın her tarafında bayram olarak kutlanan ve bayram olması gereken bir günü bugün burada acı cümlelerle tenkit ediyoruz, sorguluyoruz. Şimdi, niye böyle oldu diye bir sorgulayalım. Ülkenin ve milletin gündemi 1 Mayıs mı olmalıydı? Biz toplum olarak birlikte bir etkinliği olgunluk ve coşkuyla kutlama becerisini neden gösteremiyoruz? Bir tehdit, bir provokasyon karşısında neden böyle panikliyoruz? Bir olumsuzluk ihtimali karşısında suhulet, sükûnet ve sağduyulu bir dayanışma gösteremiyor, korkuların kuşatması altında “vur” deyince gözünü neden çıkartıyoruz? Aramıza karışan kötü niyetlilere karşı neden duyarlı olamıyoruz? Neden dostlar birbirine güvenmiyor, kötüler iyilerden korkmuyor? Sorumluluğu, ahlakı, uzlaşmayı, paylaşmayı neden hayat hâline bir türlü getiremiyoruz? Halkımızın canhıraş bir gayretle oluşturduğu ve AKP’ye emanet ettiği istikrar ve iktidarı milletin huzuru ve mutluluğu için neden kullanamıyoruz, buna neden saygı göstermiyoruz? Sevgi, hoşgörü, huzur ve güven yerine neden gerginlik, ayrışma ve çatışma bizzat ülkeyi yönetenler tarafından topluma sanki bir politikaymış, bir hakmış gibi dayatılıyor?

Sayın milletvekilleri, bize ne oldu, ülkemizde neler oluyor, nereye gidiyoruz? Annesini boğazlayan evlatlar, çocuğunu öldüren anneler, torunu yaşındaki kız çocuklarına sarkıntılık yapan dedeler, zulme dönüşen iktidar gücü, sorumsuz sivil toplum! Nereye gidiyoruz? Allah aşkına, durup bunu bir düşünmemiz, sorgulamamız gerekmiyor mu? Bir toplumsal cinnetin eşiğinde miyiz? Anadolu’da bir güzel söz var: “Balık baştan kokar, tuz kokarsa çare tükenir.” diye. Gelin, açık yüreklilikle ve cesaretle bu Anadolu nitelemesini muhalefetiyle iktidarıyla milletin önünde yapmamız gerekiyor. Buna cesaret gösterin, yoksa ülkeye ve millete yazık oluyor.

Adaletle kalkınmayı sağlayacağına söz veren iktidar nerede? Sayın milletvekilleri, sayın iktidar grubu milletvekilleri, adaletle ülkeyi kalkındıracağını bu millete söz  veren iktidar 1 Mayısta neredeydi, 1 Mayısta yaşanan o çirkin olayların neresindeydi? Gelinen noktanın sorumlusu kim? Açık yüreklilikle milletin önünde, burada çıkıp bunu ifade edelim: Gelinen noktanın sorumlusu AKP İktidarıdır.

İktidarınızda bir bayram gününü bile millete zehrediyorsanız, 1 Mayıs görüntüleriyle dünyada ülkemizi rezil ediyor, milletimizi utandırıyorsanız, üç tane fırsatçıyı, tahrikçiyi önleyeceğiz derken hastane koridorlarında doktor bekleyen hastalara bile biber gazı sıkıyorsanız burada bir yanlışlık var.

OKTAY VURAL (İzmir) – Acil servis…

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Böyle bir sonuç karşısında bana göre ancak şu söylenebilir: Ülke iyi yönetilmiyor, hatta ülke maalesef yönetilmiyor.

Sayın milletvekilleri, AKP Hükûmetlerinin millet adına, milletten aldığı yetkiyle Türkiye’yi yaklaşık altı yıldan bu yana tek başına yönettiğini sizlere tekrar hatırlatıyorum. Bunu önemsiyorum. Buna siz inanmazsanız, buna siz sahip çıkmazsanız maalesef bu acı soruların cevabı ortada kalır. Mazeretiniz yok. Millet size her türlü desteği ve yetkiyi verdi. Altı yıldır iktidardasınız. Millet adına, millet için yapılması gereken ne varsa onu yapmak sorumlusu olan sizlersiniz. Şikâyete de hakkınız yok. İstediğiniz kararı alabiliyor, istediğinizi istediğiniz yere atayabiliyor, istediğiniz kanunu çıkartıyor, isterseniz -olmadı- yeniden değiştiriyor, hatta Anayasa’yı da değiştirebiliyorsunuz. Alınması gereken tedbir neyse onu almak sorumlusu olan da sizsiniz. Geçmişi suçlamaya -ki bunu çok yapıyorsunuz- geçmişte olanlarla avunmaya, geçmişle bugünü mukayese ederek övünmeye hiç mi hiç hakkınız yok. Çünkü bu millet sizi iyisini yapasınız diye iktidara taşıdı. Geçmişin yanlışını, eksiğini kendinize gerekçe göstermeye hakkınız olmasa gerek. Kaldı ki sığındığınız 2002 Türkiyesi bugün halkımız tarafından mumla aranır hâle geldi. Galiba sizler iktidar olarak Türkiye’yi yönetmenin sorumlusu olduğunuzun hâlâ farkında değilsiniz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak 1 Mayısın bir bayram coşkusuyla kutlanmasını, bin yıllık kardeşliğimize katkı vermesini temenni etmiştik. Sayın Genel Başkanımız Doktor Devlet Bahçeli 29 Nisan 2008 günü grup toplantısında “Dileğimiz kutlamaların barış ve huzur içinde gerçekleşmesi, gerilime neden olacak inat ve dayatmaların son bulmasıdır.” diye tarafları uyarmıştı. Sendika ve sivil toplum kuruluşlarına, bir çatışmaya neden olmadan, Taksim Meydanı’nda toplantı ısrarının günümüzün hassasiyeti de dikkate alınarak önümüzdeki yıllara ertelenmesini ve 1 Mayısın “Emek Günü”, “Emek Bayramı” olarak kutlanabilecek bir anlam kazandıran ılımlı ortama çekilmesinde yarar olduğunu canhıraş gayretle tüm taraflara ifade etmişti. Hükûmeti ise muhtemel kışkırtmalara karşı tedbir almaya, milyonlarca işçimizin bu günün anlamına uygun olarak bir bayram ortamında coşkuyla kutlamalarını sağlamaya davet etmişti.

Sayın milletvekilleri, hani 1 Mayıs “Emek ve Dayanışma Günü” olacaktı? Hani bunun sözünü vermiştiniz? Hâlbuki, Hükûmet  ve sendikalar “Taksim’e gireriz.” ve “Giremezsiniz.” ekseninde karşılıklı sert açıklamalar yaparak tahriklere uygun bir ortamın doğmasına yol açmışlardır. Milyonlarca çalışanımızın bu günü kutlama talebinin polemik konusu yapılması yanlış olmuştur, sonuçlarını hep beraber gördük. Tabii ki bu arada birçok yanlış olmuştur. Sayın Başbakanın, daha sonra sözünü tevil ettiği “Ayakların baş, başların ayak olduğu yerde kıyamet kopar.” sözü yanlış olmuştur. Keşke bu söz söylenmemiş olsaydı, keşke bu sözün tevili 1 Mayıstan önce yapılmış olsaydı!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şandır, bir dakika ilave ettim.

Buyurunuz efendim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, 1 Mayısta İstanbul’da ve Türkiye’nin birçok yerinde yaşanan hadiseler hepimize ders olmalıdır. Hepimiz bu olayların üzerinde samimiyetle durup düşünmemiz lazım. Niye aşamıyoruz? Her yılın 1 Mayısı bize kâbusa dönüşüyor. Burada asla uygun görmediğimiz bazı münferit aşırılıklar dışında, talimatları uygulayan emniyet güçlerimizi topyekûn suçlamak ve töhmet altında bırakmak doğru bir yaklaşım değildir, yapılmamalıdır.

Polisimiz için bazı gruplar tarafından söylenen işkence suçu işlemeyi kabul etmiyorum. İşçilerimizi suçlamak ve sendika hareketini  kötülemek de haksızlıktır. Bu noktada Hükûmet partisini de uyarıyorum. Sendika yöneticilerini de kamu düzenine karşı daha duyarlı olmaya davet ediyorum. Bu tür toplumsal olaylarda Hükûmetin daha duyarlı olmasını uyarmak maksadıyla gensorunun kabulü yönünde oy kullanacağımızı ifade ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Son bir cümle Sayın Başkanım.

BAŞKAN –  Buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Gelecek 1 Mayısların bayram olarak kutlanmasını temenni ediyor, konuşmamda ifade ettiğim hususların dikkate alınacağını da ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

Söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün’ün. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Ergün, buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekillerinin imzasıyla verilen gensoru önergesi hakkında grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, bilmem dikkatinizi çekti mi, yaklaşık bir aydır 1 Mayısın Taksim’de yapılması etrafında konuşup duruyoruz, on beş gün 1 Mayıstan önce, on beş gün 1 Mayıstan sonra. Hâlbuki Türkiye'nin ve dünyanın gerçek gündemi bu değil. Bu konuyla ilgili grup toplantılarında konuşuldu, bu konuyla ilgili basın toplantıları yapıldı, bu konuyla ilgili Parlamentoda gündem dışı konuşmalar yapıldı ve bu gündem dışı konuşmalara cevaplar verildi. Türkiye'nin ve gerçek dünyanın gündemi ne yazık ki bu değil. Muhalif siyaset koskoca bir ülkeyi bir ay boyunca böylesine bir gündemle meşgul etmek istiyorsa o zaman bu muhalif siyasetin hâli pürmelalini başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmek gerekmez mi?

Önümüzdeki yılların bütün dünya için ağır bunalım ve tehditleri içeren gelişmelerle dolu olacağı çok açıktır. Küresel ısınmanın etkileri, gıda ve enerjide yaşanan ve yaşanması muhtemel sıkıntıların büyük bölgesel ve küresel çatışmaları ve savaşları tetikleme olasılığı büyüktür. Açıkçası, dünyanın güvenliğini tehdit eden krizler kapıdadır. Siyasetin kalbi, millî iradenin yegâne tecelligâhı ve temsilcisi olan Parlamentomuz, asıl bu konulara odaklanmalı ve çözüm yolları aramalıdır. Bütün dünya ekonomik bir türbülansın içinden geçiyor ve ülkemiz de yükselen gıda, emtia ve enerji fiyatlarından aşırı derecede etkilenmektedir. İşte bu nedenle Türkiye’mizin en küçük bir iç çekişmeye ve çatışmaya tahammülü yoktur. Kıyasıya, kıran kırana bir politik rekabete değil, aklımızı ve gücümüzü birleştirmeye ihtiyacımız vardır.

Değerli arkadaşlar, biraz da bu nedenle 1 Mayısı bir ay boyunca konuşmak gerçekten can sıkıcı olmuştur. Şimdi de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına verilen bir gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmamasını konuşuyoruz. Her şeyden önce, Başbakan hakkında gensoru verilmesi ciddi bir iş olmalıdır, çünkü Meclis içi denetim yollarının son merhalesidir. Başbakan hakkında gensoru vermek aslında Başbakanın görevinin sona ermesini, Hükûmetin düşmesini talep etmektir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Aynen öyle.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Eğer böyleyse o zaman bu işin ciddiye alınmış olması lazımdı, şöyle, tek sayfa içerisinde, içi boş iddialarla bir gensoru verilmemiş olması lazımdı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Mademki bu gensoruyla Hükûmetin, İktidarın meşruiyetini sorguluyorsunuz, mademki bu gensoruyla Türkiye’yi dikta rejimine götüreceğini iddia ediyorsunuz, size başka bir yol göstereyim: Siyasi Partiler Kanunu 100’üncü maddesi çerçevesindeki hakkınızı doğrudan doğruya kendiniz de kullanabilirsiniz, hiç dolaylı yollara sapmaya gerek yok. Çünkü sizin partimiz ve Hükûmet hakkındaki iddialarınızla, bu önergede veya başka yerdeki iddialarınızla başka yerlerdeki iddialar açıkça çok üst üste gelmektedir. O yüzden bu hakkınızı kullanmanız belki çok daha doğru bir şey olurdu, daha ciddi bir şey olurdu.

Sayın milletvekilleri, aslında bu verilen gensoru önergesinde gerçekten birden fazla ironik durum var. İronik durum şudur: Temel insan hakkı olan toplantı ve gösteri hakkı engellenmiş. Peki, nasıl oldu da Türkiye'nin elli sekiz vilayetinde 1 Mayıs şenlik ve kardeşlik havasında kutlandı engellendiyse? Ve hak ve özgürlükler ne zamandan beri yasal olmayan yollardan, taşla, sopayla, molotofkokteyliyle saldırılar şeklinde ve illegal örgütlerle birlikte kullanılıyor? Ve milletvekilleri ne zamandan beri yasal olmayana öncülük ediyor arkadaşlar? (AK Parti sıralarından alkışlar) Provokasyon olacağı iddiaları inandırıcı değilmiş çünkü Sıhhiye’de de olay çıkmış. Ne olmuş Sıhhiye’de? Sıhhiye Meydanı’na girmek isteyen bir grup aranmak istememiş, kimlik göstermek istememiş, üzerindeki taşın sopanın, molotofkokteylinin ortaya çıkmasını istememiş ve polis de buna müdahale etmiş. Ne yapsaydı polis? “Gel, molotofkokteyliyle topluluğun içine gir, sopayla taşla bu topluluğun içine gir de provokasyon yap.” mı deseydi, ne yapsaydı? (AK Parti sıralarından alkışlar)

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Molotofkokteyli mi vardı DİSK’te?

NİHAT ERGÜN (Devamla) - 165 ülkede bayram havasında kutlanmış, dayanışma içinde kutlanmış, İstanbul için korku günü olmuş, öyle mi?

K. KEMAL ANADOL(İzmir) – Aynen… Aynen…

NİHAT ERGÜN (Devamla) - Şimdi sen bunu git de bir de Taksim Meydanı’nda iş yeri tahrip edilen adama sor? (AK Parti sıralarından alkışlar)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Taksim Meydanı’nda kimse yok ki!

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Taksim Meydanı’nda kimse yok, polisten başka kimse yok.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Şimdi sen Taksim Meydanı’na git de orada sizi bir alkışlayıversinler o dükkânı tahrip edilen insanlar, bir alkışlayıversinler sizi!

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Onları siz tahrip ettirdiniz. Kimse yok ki orada!

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Üstelik Türkiye’yi… 165 ülkeyle bir şeyi kıyaslayacaksanız Türkiye’yi kıyaslayın. İstanbul Türkiye’nin bir vilayetidir. Türkiye’nin geride 58 tane vilayetinde, dünyanın 165 ülkesinde olan kutlamalar gibi kutlamalar yapılmıştır. İşte bunları görmek ve Türkiye’yi bununla kıyaslamak lazımdır.

İstanbul’da büyük bir provokasyon olmadı ise Taksim’de iddialara göre 100 bin veya 500 bin kişi toplanacağı için, her türlü önlem alındığı için olmamıştır. Eğer 100 bin kişinin, 500 bin kişinin içine bir provokatör grup girmiş olsaydı, on binlerce insanın ani hareketinden, hiçbir silah patlamasa bile kaç insanın hayatını kaybedeceğini, kendi arkadaşlarının ayakları altında can verip vermeyeceğini tahmin bile edemezdiniz. İşte 1977 1 Mayısı böyle bir olay oldu, böyle bir olay.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Her meydanda olur o.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hangi kurguyla bahsediyorsunuz?

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, İstanbul’da kutlama yapmak isteyenler için Taksim Meydanı’nın 1 kilometre, 2 kilometre ötesinde Çağlayan Meydanı vardı değil mi? Orada siz toplantı yaptınız ne büyük kalabalıklarla. Sizler nevruzu Kazlıçeşme’de 100 bini aşkın, belki 100 bine yakın insanla kutladınız. Kazlıçeşme var biraz ötede. Niye orada kutlamadınız da Taksim’de ısrar ettiniz?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Israrla anlamıyorsunuz.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, özgürlük-güvenlik dengesi, özgürlüklerin kullanımıyla ilgili kuralları düzenlerken hassas bir dengedir. Eğer bir yerde “İlle burada kutlayacağız.” ısrarı varsa ve siyaset de bu ısrarı tahrik ediyorsa güvenlik kaygılarını artıran bir durum var demektir. Güvenlik kaygıları artmıştır ve güvenlik önlemleri de artmıştır. İşte bu güvenlik önlemleri sebebiyledir ki 77’de 1 Mayısta Taksim’de olan provokasyon olamamıştır. Bu nedenle Kadıköy Meydanı’nda olan provokasyon da olamamıştır, önlemler alınmıştır.

MUSTAFA ÖZYÜREK(İstanbul)– Kimse gidemedi ki.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Cop kullanıldı, cop.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, eğer polisin göstericilere müdahalesinde bir hukuksuzluk ve gensoru önergesinde iddiaları doğrulayan bir durum varsa İçişleri Bakanlığının müfettişleri elbette gereken araştırmayı ve soruşturmayı yapmalıdır ve yapacaklardır.

Bireysel olarak hukukun üstüne çıkmaya çalışan devlet görevlisi kimse mutlaka cezasını bulur ve karşılığını alır ama bundan yola çıkarak önergeyle, illegal örgütlere de müdahale önlemleri tek tip toplum yaratma anlayışı gibi absürt bir iddiaya maruz kalmış, bunlarla Hükûmetin meşruiyeti sorgulanmaya kalkışılmış, Türkiye'nin bir dikta rejimine götürüldüğü iddia edilmiştir. Çok yazık, çok!

ÖZDAL ÜÇER (Van) – O zaman neden valiler görevden alınmadı?

BAŞKAN – Lütfen laf atmayın arkadaşlar.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – İddialarınız da gösteriyor ki siz hakikaten hukuk çizgisinden iyice çıkmış, iktidar mücadelesi için her yolu mübah gören bir anlayışa saplanmışsınız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Kendini tarif ediyorsun.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Bunlara Makyavelli bile şaşar kalırdı.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Gerçekten şaşıp kalıyorsun!

NİHAT ERGÜN (Devamla) –  Sizin bu yaklaşımlarınıza Makyavelli bile şaşar kalırdı. Ne diyelim? Allah ıslah etsin, nasıl biliyorsa öyle yapsın.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Allah sizi ıslah etsin.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Allah sizi ıslah etsin. Elinde sopayla çocuğa…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Güya, grup başkan vekili arkadaşlar AK Partiyi 12 Eylül faşizmini uygulamak ve onun ürünü olmakla suçluyorlar bir basın toplantısında. 12 Eylülcülere ceket iliklemeyi bırakın da 12 Eylül bir faşizm ise gelin 12 Eylül Anayasası’nı, yasalarını, 12 Eylül ve benzeri işleri birlikte temizleyelim bu memleketten, gelin beraber yapalım ama devamlı bunlardan kaçıyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Generallerin yasağını getirip…

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu

Lütfen arkadaşlar, laf atmayın.

NİHAT ERGÜN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, önümüzde iki tane önemli örnek var, kötü örnek. Bir 77’nin 1 Mayısı, bir de 96’nın 1 Mayısı.

M. NURİ YAMAN (Muş) – Nerdeydiniz altı yıldır!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Araştıralım 77’nin 1 Mayısını. Devlet provokasyonu o. Hadi! Derin devlet orada! Derin devlet orada!

BAŞKAN – Sayın Anadol

NİHAT ERGÜN (Devamla) – 96’nın 1 Mayısıyla ilgili, 77’yle ilgili ve 96’yla ilgili çok şey söylendi. 96’yla ilgili söylenen bir iki hususa işaret etmek istiyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Derin devleti arayıp durma. Orada, 1 Mayıs 77’de!

BAŞKAN - Sayın Anadol

Rica ediyorum arkadaşlar, lütfen…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – 96’nın 1 Mayısı burada müzakere edilmiş bir gündem dışıyla. Bakın bazı çok değerli siyasetçilerimiz, milletvekili arkadaşlarımız olaya şöyle bakmışlar, 3 kişinin ölümüyle, yağmalamalarla, bir faciayla sonuçlanınca, diyor ki bir değerli milletvekilimiz: “Kadıköy Belediye Başkanı iki ay önce yürüyüş güzergâhının uygun olmadığını, Emniyet Müdürü aracılığıyla İstanbul Valiliğine bildirdik. Dar olan sokaklardan polisin alanı kontrol edemeyeceğini düşünerek mitingin Kadıköy’de yapılmasının uygun olmayacağı tavsiyesinde bulunduk. Bu uyarıya her nedense kulak asılmıyor, dinlenilmiyor. Mitingin Kadıköy’de yapılmasına izin veriliyor. Aslında hata zinciri burada başlıyor.” diyor o değerli siyasetçimiz, “Demek ki uygun olmayan bir yerde mitinge izin vermek büyük bir hatadır.”diyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Taksim başka, orası başka. Ne alakası var!

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sonra bu değerli siyasetçimiz diyor ki: “Bunu o günün emniyet teşkilatı -sözüm ona- kamuoyu bunları görsün diye gevşek davranmış, pasif davranmış polis, müdahale etmemiş ve kamuoyu bunları görsün  mantığıyla milyarlarca liralık mal ve canın kaybına seyirci kalması, Valinin deyimiyle, pasif davranması, derhâl görevden uzaklaştırılması için yeter nedendir. İdare ve güvenlik güçleri kendilerinin izin verdiği bu mitingin düzenli yapılmasını, amacından saptırılmamasını, toplantıya katılanların güvenliğini sağlamakla yükümlüdürler. Ciddi demokratik bir ülkede cana, mala kastedilirken futbol maçı izler gibi olayları seyre kalkan polise kimse aferin demez, madalya da vermez. ‘Efendi, görevini niçin yapmadın?’ diye sorarlar adama.” diyor o değerli siyasetçi arkadaşımız. (AK Parti sıralarından “Kim o?” sesleri)

AHMET YENİ (Samsun) – Kim o? Merak ettik.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – O değerli siyasetçimizin bir önemli cümlesi daha var bu olayla ilgili: “Günlerdir basında yazılıp söyleniyor, ‘Göstericiler, yürüyüşçüler başka yöntemlerle de caydırılabilirdi, geriletilebilirdi.’ deniliyor. Güvenlik güçlerinin olanakları, düzeni, becerisiyle övünülüyor. Peki, acaba gaz veya sis bombası, tazyikli su, plastik mermi ve benzeri önleyici yöntemlere niçin başvurulmadığını hiç düşünmüyorlar mı?” (AK Parti sıralarından alkışlar)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kimlere karşı yalnız, kimlere karşı?

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, o gün gaz bombası kullanmak lazım, tazyikli su kullanmak lazım, plastik mermi ve benzeri yeni yöntemleri kullanmak lazım, bugün bunların hepsi yanlış.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kimlere karşı kullanıldığı çok önemli.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – O gün “Niye kullanmıyorsunuz?” diyor, bugün “Niye kullanıyorsunuz?” diyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Ergün, kimlere karşı?

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Kim bu? Kim? (AK Parti sıralarından “Kim?” sesleri) Sayın Önder Sav, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri. (AK Parti sıralarından “Ooo!” sesleri, alkışlar)

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sizin gibi o da değişmiş Başkan!

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Şimdiki politika ne? Şimdiki politika ne? Şimdiki politika şu: “Polis bu tür olaylarda gaz bombası kullanmasın.” Ne oluyor, öksürük mü yapıyor? (AK Parti sıralarından gülüşmeler)

“Polis bu tür olaylarda tazyikli su kullanmasın.” Ne oluyor? Islatıyor mu, üşütüyor mu, ne oluyor?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kimlere karşı kullanıldığı çok önemli.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – “İllegal örgütlere karşı…”

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hah! Bravo!

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Ya DİSK var, bu illegal örgüt mü?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – DİSK illegal örgüt mü?

NİHAT ERGÜN (Devamla) – “…polis plastik mermi, cop kullanmasın.” Ne oluyor? “Acıtıyor.”

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Kardeşim, DİSK illegal örgüt mü? O senin dediğin adamlar illegaldi.

BAŞKAN – Sayın Anadol, rica ediyorum.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Peki, ne yapsın polis, ne yapsın? Düdük mü çalsın? Bu olayları düdük çalarak mı önlesin? Ne yapsın? (AK Parti sıralarından alkışlar)

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Hadi canım sen de! Hastaneye el bombası atıldı. Hastanede illegal mi vardı?

BAŞKAN – Grup Başkan Vekili arkadaşlar…

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – İllegal örgüt mü vardı hastanede? Acil serviste illegal örgüt mü vardı?

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Onun araştırmasını İçişleri Bakanlığı yapacak.

BAŞKAN – Sayın Anadol, rica ediyorum.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bir değerli politikacımızın daha konuşması var, bir değerli politikacımız: “Birtakım illegal örgütlerin uzun süreden beri 1 Mayıs eylemleri için hazırlık yaptığı kendi yayın organlarında bile yer almıştır. Eğer bunlar önceden istihbar edilememiş ise bu bir gaflettir, eğer bu bilgileri doğru olduğu hâlde gerekli önlemler alınmamışsa bu daha da rahatsız edicidir.” diyor. Demek ki istihbarat bilgilerine göre bazı önlemler almak lazımmış. Maalesef ülkemizde 1 Mayısın sancılı olduğu yakın tarihimizde de acı ve kanlı 1 Mayıslar yaşanmış olduğu hâlde gerekli önlemlerin alınmadığından şikâyet ediyor Kadıköy’de. “Alsaydınız, mademki istihbarat vardı.” diyor

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Arada fark var çok çok! İllegal örgüttü oradakiler. DİSK değil, işçi konfederasyonu değil.

AHMET YENİ (Samsun) – Dinle, dinle!

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sonra “Türkiye’de işçi konfederasyonları yasal prosedürleri yerine getirerek bugünleri kutlamak durumundadırlar.” diyor. Demek ki önemli yasal prosedürler. O siyasetçimiz o gün öyle diyor, şimdi de diyor ki:”Yasaların ne önemi var, hepimiz oraya gideriz.” diyor, herkesi tahrik ediyor. O gün yasalar önemli, şimdi önemli değil. Aynı milletvekili: “Devlet halkın can ve mal güvenliğini sağlamakla görevli kardeşim. Mademki Kadıköy’de böyle bir şey olmuştur, bu zararlar tazmin edilmelidir.” diyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Doğrudur ama devlet sopayla gezmemeli.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Evet, devlet tam da Taksim’de halkın can ve mal güvenliğini sağlamıştır.

Bu değerli siyasetçimiz kim? Benden evvel konuşan Cevdet Selvi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu siyasetçimiz de o zaman Cumhuriyet Halk Partili değil ama, o zaman DSP’li ama şimdi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan bir siyasetçi arkadaşımız.

Değerli arkadaşlar, sizin tutumunuz sadece bu olaylarla ilgili de böyle değil, ikircikli bir tutumunuz var bütün bu olaylar karşısında. 2006 Danıştay saldırısında da böyleydi. Orada da bütün olayları nasıl bizim üstümüze yıkmaya çalıştınız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Merhum Adnan Menderes’in 60 ihtilali sonrası idamıyla ilgili tutumunuz da hâlâ ikirciklidir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu coşkuyla karşılayanlar var.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)– Nereden çıktı bu ya?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, hiçbir hatip olayı saptıramaz, hakkı yoktur, yetkisi de yoktur. (AK Parti sıralarından “Dinle dinle!” sesleri, gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, bir dakikanızı rica ediyorum.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değeli arkadaşlar, aslında Deniz Gezmiş olayıyla ilgili tutum da doğru tutum olmamıştır.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hatiplerin doğru söyleme görevi vardır, gerçek dışı beyanda bulunamaz.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen, rica ediyorum.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Deniz Gezmiş idamı hak edecek bir suç işlememiş olabilir ama Deniz Gezmiş bir millî kahraman da değildir. (AK  Parti sıralarından alkışlar) Buradaki konuşmalarda neredeyse millî kahraman ilan edildi.

Hasan Cemal’i okumanızı tavsiye ederim. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – İlhan Selçuk gibi, Doğan Avcıoğlu gibi, Cemal Madanoğlu gibi kişilerin Deniz Gezmiş gibi gençleri kendi devrim ve ihtilal hayalleri için nasıl kullandıklarını çok açık bir şekilde yazmıyor mu? Ama okumuyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar) İşte, biraz da o gençlere bu yüzden, onları kullananlar yüzünden yazık olmadı mı? Sonra, onların idamına burada parmak kaldıranları siz Cumhurbaşkanı seçtiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Gazeteci İlhan Selçuk da sabaha karşı evinden alınmayı hak etmemiş olabilir, yanlış bir uygulama da yapılmış olabilir, ama gazeteci İlhan Selçuk sütten çıkmış ak kaşık mı? (CHP sıralarından “evet” sesleri, gürültüler)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Hâlâ bu yaşında darbeciliğe fikir finansmanı sağlamanın neresi ak kaşıklık? Olur mu böyle bir şey? (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Parlamentoda bulunmayan bir kişinin Parlamentoda bir milletvekili tarafından suçlanması doğru değildir. (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… Arkadaşlar, rica ediyorum.

Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sahi, bir sürü şey söylediniz, siz söyleyince biz dinleyeceğiz, biz söyleyince siz dinlemeyeceksiniz. Olmaz!

BAŞKAN – Sayın Ergün, bir dakika…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar…

BAŞKAN – Sayın Ergün, bir dakikanızı rica ediyorum.

Değerli arkadaşlarım…(CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, AK Parti sıralarından alkışlar)

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Ama olmaz! Herkes…

BAŞKAN – Hadi bitirin bakalım! Tamam arkadaşlar... Tamam…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Canım, benim söylediklerim hoşunuza gitmeyebilir. Zaten hoşunuza…

BAŞKAN – Sayın Ergün… Sayın Ergün, bir dakikanızı rica edeyim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Arkadaşlar, sevgili arkadaşlarım…

Sayın Kılıçdaroğlu, müsaade eder misiniz…

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Cevap verme hakkı olmayan insanlara saldırıyor!

BAŞKAN – Bir dakika efendim… Müsaade eder misiniz… Müsaade eder misiniz…

Şayet, Sayın Ergün’ün konuşmasında…

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sözlerinizin nereye gittiğinin farkında değilsiniz!

BAŞKAN – Rica ediyorum… Sayın Hacaloğlu, rica ediyorum.

Şimdi, tecrübeli arkadaşlarımız…

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Siyaset tarihini bilmiyorsunuz, ağzınıza geleni söylüyorsunuz, böyle milletvekilliği olmaz!

BAŞKAN – Algan Bey, rica ediyorum.

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Burada olmayan insanlara saldırıyor!

BAŞKAN – Arkadaşlar, bir sataşma iddiası varsa onu Sayın Hatibin konuşmasından sonra değerlendirmeye alırız ama Sayın Hatibin konuşmasının her cümlesinde “Burada yanlışlık var, siz yanlış söylüyorsunuz, çarpıtıyorsunuz.” diye müdahale etme hakkınız yok. Kimsenin yok, benim de yok.

O nedenle, müsaade ederseniz, sayın konuşmacı konuşmasını bitirsin, ondan sonra ben sizin taleplerinizi alırım.

Lütfen oturun şimdi. Rica ediyorum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan… 

BAŞKAN - Lütfen oturun arkadaşım.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, sizin söylediklerinize aynen katılıyorum.

BAŞKAN - Bir  dakika

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Ama, Parlamentoda olmayan ve kendisini savunamayacak konumda olan bir kimseye…

BAŞKAN - Tamam efendim, onların hepsini konuşuruz. Lütfen, efendim.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından gürültüler)

Rica ediyorum arkadaşlar… Tamam, tamam.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Herkes haddini bilmeli Parlamentoda.

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Ülkeyi parsel parsel satıp konuşamazsınız burada böyle.

BAŞKAN - Arkadaşlar, rica ediyorum.

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sat ülkeyi parsel parsel, sonra konuş…

BAŞKAN – Lütfen…

Sayın Ergün, buyurunuz efendim.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, benim sözlerim burada olmayan şahıslarla ilgili değil.

BAŞKAN – Sayın Ergün, lütfen toparlayın.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Benim sözlerim siyasi partilerin tutumuna ilişkin bir konudur. (CHP sıralarından gürültüler)

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Adam gibi konuş burada!

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Grup Başkan Vekilleri varken ne yapıyor bunlar?

BAŞKAN - Rica ediyorum… (CHP sıralarından gürültüler)

Lütfen oturun… Lütfen oturun. Rica ediyorum. Rica ediyorum arkadaşlar.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sözlerimin sonuna geliyorum.

BAŞKAN – Bir dakika…

Sayın Ergün, toparlayın lütfen.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep)  – Toparlayamazsın ki, dağıttın.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sözlerimin sonuna geliyorum.

Değerli arkadaşlar, Hükûmet hakkında, Başbakan hakkında gensoru veriyorsunuz. Bizi Türkiye’yi diktatörlüğe götürmekle suçluyorsunuz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep)  – Gensoru hakkında konuş.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Yani, birçok başka işlerle suçluyorsunuz, ama, biz de bunlara cevap veriyoruz. Çok kişi konuştu. Rica ederim. Öyle şey olmaz. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Lütfen… Sayın Koçal… Lütfen arkadaşlar…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, işiyle, emeğiyle geçinen insan ile illegal örgüt mensuplarını kimsenin birbiriyle karıştırmaya hakkı yoktur. İşçilerimiz, elli sekiz vilayette “Emek ve Dayanışma Günü” olarak 1 Mayısı huzur ve kardeşlik içinde kutlamıştır.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sen karıştırdın ya!

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Size lanet ettiler her yerde.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – AK Parti ve Hükûmetlerinin ise işçi ve emek konusunda yaptıkları çok açıktır. Başbakanımızın 29 Nisan tarihli konuşmasını okumanızı size tavsiye ederim. O konuşmadan bölümler ben de konuşmama almıştım, ancak, o kadar çok zamanımı çaldınız ki, onlara fırsat kalmadı.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çalmak size yakışır!

NİHAT ERGÜN (Devamla) –  1 Mayısa bakışımızı da o konuşmada son derece güzel bir şekilde özetlemiştik ve yaptıklarımızı, yapacaklarımızı o konuşmamızla çok veciz bir şekilde ortaya koymuştuk. İşçi kardeşlerimiz, Türkiye toplumu, beş altı yıldır AK Parti İktidarının işçiler için ne yaptığını, emekçiler için ne yaptığını çok yakından bilmektedir. Bundan sonra ne yapacağını da çok yakından bilmektedir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Emekçilere “ayak takımı” dediniz, daha ne diyeceksiniz!

NİHAT ERGÜN (Devamla) – İşte şimdi bu gensorudan sonra -çok farklı tartışmalar yapıyoruz ama- istihdam paketini konuşacağız. Yeni daha, yeni… İstihdam paketini konuşacağız.

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Sendikalı olduğu için Susurluk’ta işten atılan işçileri işe aldırın!

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Yeni, yatırımlarla ilgili, yatırım teşvikleriyle ilgili kanunları yeni konuştuk. Bütün bunların…

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Madem işçilerin yanındasınız, sendikalı olduğu için Susurluk’ta işten atılan işçileri tekrar işe aldırın!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, lütfen.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Böylesine bir yaklaşıma yasa dışı ve popülist bir karşılık verilmemeliydi. Gensoru gibi çok önemli bir denetim yolu bu kadar ucuza harcanmamalıydı.

Tekrar ediyorum: Başbakana gensoru vermek, bir hükûmet devirme girişimidir ve çok ciddi bir iştir. Tek sayfalık içi boş iddialarla hükûmet düşürmek mümkün değildir, olsa olsa sizin iddialarınız düşer. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu boş iddiaları burada yüce Parlamentonun ve yüce milletimizin vaktini çalmak için getirdiniz. Eminim bundan sonra bu konularda daha dikkatli olursunuz. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Arkadaşlar…

Sayın Ergün, bitirin lütfen.

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun böylesine boş iddiaları destekleme ve böylesine boş iddialarla Türkiye’mizin gündemini meşgul etme imkânı yoktur.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Çalmaktan başka bir şey bilmiyor musunuz?

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Son olarak, Sayın Şandır’ın söylemiş olduğu bir konuya işaret edeceğim.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Çalmak, çalmak…

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sayın Şandır diyor ki: “Bu işlerde sorumlu Hükûmettir, ikna edemedi sendikaları.” Bazılarının ikna olmaya niyeti var mıydı Sayın Şandır?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Edeceksiniz efendim!

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Görmek istemeyenden daha kör, duymak istemeyenden daha sağır, anlamak istemeyenden daha anlayışsız kim olabilir ki, kim? (AK Parti sıralarından alkışlar)

Çok kıymetli arkadaşlar, bir aydır 1 Mayısı konuştuk. Umarım bu son konuşma olur.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Daha çok konuşacağız!

NİHAT ERGÜN (Devamla) – Baştan da söyledim, Türkiye’nin 1 Mayıstan, bir ay boyunca konuşacak daha önemli işleri var ve gelin, şu hadiseden sonra o önemli işleri konuşalım ve bütün milletimize hayır getirecek işlerin peşinde olalım.

Bu Parlamentonun işi budur, bu Parlamento bunu yapmalıdır diyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ergün.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Anadol, buyurun.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkanım, ben sadece merhum Menderes’in idamından Cumhuriyet Halk Partisini sorumlu tutan anlayışla ilgili, iddiayla ilgili…

BAŞKAN – O sizi söylemedi…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sadece…

BAŞKAN -  Sizi söylemedi, hayır…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Cumhuriyet Halk Partisini söyledi, beni değil.

BAŞKAN – Hayır, hayır… Sizi söylemedi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tutanaklara bakın. Hayır…

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – “Cumhuriyet Halk Partisi sorumlu.” dedi.

BAŞKAN - Yani Cumhuriyet Halk Partisini söylemedi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne söyledi peki? Adnan Menderes’le ilgili kimi kastetti? Kimi kastetti?

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisini kastetmedi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - “Sizin bu anlayışınız…” dedi.

BAŞKAN – En azından ben öyle anladım ama…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tamam…

BAŞKAN – Zabıtları getireyim bakayım Sayın Anadol.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yanlış… Efendim, 2 dakika izin verin. Olur mu?

BAŞKAN – Ama, yani, sizi kastetmediğinden ben eminim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ağır bir itham altında kalıyoruz. Hayır… Ağır bir itham altında kalıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisini sorumlu tuttu.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisini kastet…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim…

BAŞKAN - Sayın Ergün… Sayın Ergün…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Olur mu böyle şey canım? Ona niye soruyorsunuz?

BAŞKAN - Bir dakikanızı rica edeyim. Lütfen… Sizin kastınız…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hürriyet Partisini mi kastettiniz yoksa?

BAŞKAN – Hayır… “Menderes’in asılmasından coşku duyanlar.” diye siz Cumhuriyet Halk Partisini mi kastettiniz?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Kimi kastetti? Söylesin.

NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Efendim, Cumhuriyet Halk Partisinden… (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Peki…

Sayın Selvi… (CHP sıralarından gürültüler)

Bir dakikanızı rica edeyim.

Sayın Selvi, siz, Sayın Ergün’ün okuduğu sözlerin size ait olmadığını mı söylüyorsunuz? Onun için mi söz istiyorsunuz?

M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Çarpıtılmıştır.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Tutanaklardan istenebilir Sayın Başkan.

M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Tutanakları şimdi getirin…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Tutanaklardan okudu Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun… Lütfen üç dakikayı geçmeyin. (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, benim başvurum ne oldu?

BAŞKAN - Arkadaşlar, kendisi üç dakika rica etti, ben de üç dakika verdim, yani siz niye itiraz ediyorsunuz ki?

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Sayın Anadol’un söz hakkı var.

BAŞKAN –  Buyurun Sayın Selvi.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yahu, konuşmamızdan niye korkuyorsunuz arkadaşlar? Konuşalım bakalım.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kocaeli Milletvekili M. Cevdet Selvi’nin, Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün, 1996 yılında yapmış olduğu bir konuşmayı çarpıttığı gerekçesiyle konuşması

M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Biraz önce Grup Başkan Vekili -iktidar partisinin- değerli arkadaşım öylesine elmayla armudu birbiriyle karıştırdı ki… (AK Parti sıralarından gürültüler) 1996 yılında…

BAŞKAN – Lütfen dinleyin arkadaşlar.

NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sen 96’da elmaydın, şimdi armut mu oldun? (AK Parti sıralarından gülüşmeler)

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – İşte sen!

Kadıköy’deki 1 Mayısla ondan sonraki, hele bu son 1 Mayısı mukayese etmek kadar yanlışlık olamaz. Neden, neden, neden? (AK Parti sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, o günkü İktidar ve o gün İstanbul Valisi, 1 Mayısta, bırakıp gezmeye gitti.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Marmaris’e gitti, Marmaris’e.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Marmaris’e gitti. Vali Muavini oralarda bulunmadı, Emniyet Müdürü kaçtı ve sonuç olarak, orada özellikle provokasyona zemin hazırlandı. Ama o günkü İktidar, bu konuyla ilgili, o ışıkların kırıldığı, o çimlerin çiğnendiği günde Meclis araştırması verildi ve sorumlu davrandı. Bu yanlışlar olmasın diye Vali derhâl görevinden alındı. Ayrıntılı bir biçimde Meclis araştırmasında, bu ve benzeri olaylar tekrar yaşanıp acı duyulmasın diye önlemler ortaya kondu ve Vali görevden alındı. Orada…(AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) – Şimdiki Vali görevindeydi.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen dinleyin.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Şimdiki Valiyi tabii ki Sayın Başbakan teşvik edip hâlâ savunduğu için yerinde kalıyor. O gün önlem alınmıştı.

METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) – Başarılı olmuştur!

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Bakınız, o araştırma komisyonunda, vali, sahte bir kâğıtla kendisinin belirli bir saatte İstanbul’da olduğunu söyledi. Araştırma komisyonu İstanbul’da olmadığını açık seçik ortaya koydu, görevden alındı. Ama bizim şu yapılan 1 Mayıs, hata, eksik… Eğer uzlaşma sağlansaydı en ufak bir şey olmayacaktı, dünyaya rezil olmayacaktık, Türkiye’de bir barış ve kardeşliğin açılımı olacaktı. Bu fırsatı kaçırdığı için rahatsızız. 96 yılında, o Valiye, oradaki Emniyet Müdürüne, Vali Muavini de bırakıp gittiği için ona, o günkü Hükûmet gereken yaptırımı uygulamıştır, sizin gibi daha fazla ileriye dönük teşvik etmemiştir.

Eğer merak eden varsa benim çizgimi, tutarlılığımı, Meclis tutanaklarında hazırdır. (AK Parti sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Selvi.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Hepsini beraber okuyun.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Selvi.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – 1 Mayıs 96 ile 2008’i mukayese etmek mümkün değildir.

BAŞKAN – Sayın Selvi, teşekkür ediyorum.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Eğer siz de valiyi görevden alırsanız, Emniyet Müdürüne gereken cezayı verirseniz…

BAŞKAN – Sayın Selvi… Sayın Selvi

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – … size de ancak teşekkür ederiz.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Kurallara uymamak alışkanlık hâline gelmiş.

BAŞKAN – Sayın Selvi

M. CEVDET SELVİ (Devamla) - İstismara lüzum yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Selvi

AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir dakika…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir dakikanızı rica edeyim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir dakika arkadaşlar… Bir dakika arkadaşlar…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekili hiç yeri yokken…

BAŞKAN - Bir dakika…

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, bir kelime buradan söyleyeyim…

BAŞKAN – Hayır, bir dakika… Hasip Bey, bir dakikanızı rica edeyim.

Ahmet Bey, bir dakikanızı rica edeyim.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – … hiç gereği yokken bu gensoruyla, “Deniz Gezmiş bir millî kahraman değildir.” dedi. Deniz Gezmiş bir devrimcidir, bir halk kahramanıdır. (Gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Kaplan… Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz, darbelerin astığı insanlara bu Mecliste hakaret edemezsiniz!

BAŞKAN – Sayın Kaplan, size söz vermedim ben.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özür dilemek zorundasınız!

BAŞKAN – Size söz vermedim. Buyurun, buyurun lütfen…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, buna hakkı yok.

BAŞKAN – Buyurun lütfen…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kimse ölen bir insanın arkasından hakaret edemez.

BAŞKAN – Ee canım, yani siz söylediğiniz zaman sizin hakkınız oluyor da başkası söylediği zaman niye o hak olmuyor?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama hakaret edemezsiniz!

BAŞKAN - Rica ediyorum arkadaşlar, birbirinize tahammül etmeyi bilin. Rica ediyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Anadol

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Evet…

BAŞKAN – Niçin? Tam net anlayabileceğim şekilde söyler misiniz lütfen.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Efendim, çok net söylüyorum, Grup Başkan Vekili arkadaşımın da itiraz edeceğini sanmıyorum. Cumhuriyet Halk Partisini kastederek “Siz bu tutumunuzla Adnan Menderes’in idamına da sebep oldunuz. Bu tutumunuzu… “

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Millet biliyor, millet.

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – “Tutumunuzla” demedi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne söyledi?

BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kimi söyledi?

BAŞKAN – Sayın Anadol

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Hürriyet Partisini mi kastetti? Hangi partiyi kastetti?

BAŞKAN – Sayın Anadol, ben öyle anlamadım. Ama, bir yanlış anlamaya meydan vermemek için, size iki dakika içerisinde bir açıklama yapmak için söz veriyorum; buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün, konuşmasında partisine sataşması nedeniyle konuşması

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sabrınızı suistimal etmeyeceğim Sayın Başkan.

Şimdi evvela, bu tür güncel tartışmaların, tarihin derinliklerine giderek, tarihi çarpıtmalarla sulandırılmamasını diliyorum.

Doğum tarihine baktım Sayın Nihat Ergün’ün, 1962. 1962’de, Menderes   -merhum- idam edildiğinde siz dünyaya yeni gelmiştiniz ve bir yaşındaydınız.(AK Parti sıralarından gürültüler)

Şimdi, tarih bilir ki, merhum Menderes’in oğlu Sayın Aydın Menderes bilir ki, Menderes’in idamını önlemek için o zamanki Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı İsmet İnönü kapı kapı dolaşmış, son ana kadar bu idamı…(AK Parti sıralarından gürültüler)

Cehalet… Bağırmayın…

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Cehalete bakın arkadaşlar… Tutanaklara geçsin bu gürültünüz, cehalet sesleri bunlar, cehalet. (AK Parti sıralarından gürültüler) Cehalet…

BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum… Lütfen arkadaşlar, rica ediyorum…Lütfen.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Bu tür tarihî gerçeklerden haberi olmayan bir topluluğa hitap ettiğim için üzgünüm aynı zamanda. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Siz Genel Kurula hitap ediyorsunuz Sayın Anadol.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisi, ne Adnan Menderes’in ne Deniz Gezmiş’in, hiçbir siyasi idamın yanında olmamıştır ama biz, taa 60’ların hesabını soruyor bizden, vermeye hazırız. Biz sorduğumuz vakit, lütfen “Biz gömlek değiştirdik.” mazeretine kapılıp kıvırtmayın.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Tan… (Gürültüler)

AHMET TAN (İstanbul) – Efendim, ben söz istemiyorum.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen, duyamıyorum.

AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan, ben söz istemiyorum. Eğer uygun görürseniz bir cümlenin tavzih edilmesini istiyorum. Sayın AKP Grup Başkan Vekili, Sayın İlhan Selçuk’la ilgili çok açık ve net olarak “darbe teşvikçisi” ifadesini kullandı. Ben, bu biçimde itham ettiği Başyazarın gazetesinde gazeteci olarak yirmi yıla yakın orada görev yapmış bir kişi olarak onları da burada temsil etmek durumundayım. O yüzden, Sayın Sözcünün İlhan Selçuk’la ilgili kullandığı  “darbe teşvikçisi” ifadesini tavzih etmesini, geri almasını istiyorum.

BAŞKAN – Zabıtlara geçti Sayın Tan. Teşekkür ederim.

AHMET TAN (İstanbul) – Geçti ama… (AK Parti sıralarından gürültüler)

Sayın Başkan, biraz evvel kendiniz ifade buyurdunuz, “Birbirimize tahammül etmeyi öğreneceğiz.” dediniz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tan.

AHMET TAN (İstanbul) - Türk basınının önemli ve en kıdemli yazarlarından birisinin taburcu olduğu bir günde kendisine “Geçmiş olsun” demek yerine böyle bir ifade kullanmasını doğrusu ayıp karşılıyorum.

BAŞKAN – Zabıtlara geçti Sayın Tan.

Teşekkür ederim Sayın Tan.

AHMET TAN (İstanbul) - Tavzih etmesi gerekir. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Tan, Sayın Selçuk’la ilgili “Erken saatte gözaltına alınması yanlış olabilir.” dedi, benim takip ettiğim kadarıyla.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Tan’ı duyamıyoruz, söz verseniz de duysak Sayın Başkan. Kürsüye gelse de duysak Sayın Başkan, biz anlayamıyoruz, ne söylüyor?

AHMET TAN (İstanbul) – Hayır, bu “Darbe teşvikçisi” sözü… Bu yargıya da müdahaledir.

BAŞKAN - Sizin sözleriniz zabıtlara geçti.

Teşekkür ediyorum Sayın Tan.

AHMET TAN (İstanbul) – Peki, yalnız, bunun çirkin bir bühtan olduğunu da söylemek isterim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Vural, siz de mi söz istiyorsunuz?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, önce dinleyin, sonra…

Sayın Grup Başkan Vekilimiz konuşurken… (Gürültüler)

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen dinleyin. Duyamıyorum konuşan arkadaşları. Çok rica ediyorum. (Gürültüler)

Arkadaşlar, lütfen…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, Sayın Grup Başkan Vekilimiz konuştuğu zaman bir dakika otuz altı saniye geçti “Sabrımı istismar ettiniz.” dediniz. Ama, dört buçuk dakika geçti; sizin o sabrınızın aslında istismar edilip edilmediği konusunda bir söze ihtiyaç vardı, onu kullanmadınız. Şimdi kullanırsanız zannederim telafi etmiş olursunuz.

BAŞKAN – Hayır, hayır…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Başkanın sabrı partilere göre değişiyor arkadaşlar.

BAŞKAN - Sayın Ergün konuşması gereken yirmi bir dakikadan daha az konuştu. Biraz tartışmalar sebebiyle durdu burada, ondan sonra da üç dört dakika da…

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, lütfen mazeret aramayınız.

BAŞKAN – Hayır, hayır. Yok, yok. Ben haksızlık yapmam arkadaşlar.

AHMET TAN (İstanbul) – Efendim, o yirmi bir dakikanın bir dakikasında o hakareti geri alması gerekirdi.

V.- GENSORU (Devam)

A) Ön Görüşmeler (Devam)

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2) (Devam)

BAŞKAN – Bakanlar Kurulu adına Sayın Beşir Atalay, İçişleri Bakanı.

Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi tarafından verilen gensoruya ilişkin olarak Hükûmetimizin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerimin başında hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Ama önce 9 Mayıs 2008 tarihinde Hakkâri Şemdinli Aktütün 13’üncü Jandarma Sınır Bölük Komutanlığına PKK terör örgütü mensuplarınca yapılan saldırı sonucu şehit olan 6 vatan evladımızı rahmetle anıyor, ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten, bugün 13 Mayıs ve biz hâlen 1 Mayısı konuşuyoruz. Aslında, 1 Mayısla ilgili, çok önceden de başlayarak ve sonrasında da söylenmedik hiçbir söz kalmadı. Daha geçen salı günü, ben, bizzat, bu yüce çatının altında, gündem dışı konuşmalara cevap vermek üzere söz aldım, tam yirmi beş dakika yüce Meclisimizi bilgilendirdim. Fakat, ısrarla bu konu tekrar gensoru hâline getirildi. Aslında, şöyle düşündüğümüzde -burada da ifade edildi- bir yönden de, bir Başbakan için gensoru vermek, Mecliste çok ciddi bir iştir, çok olağanüstü bir durumla ancak söz konusu olabilir. Yani, gensoruyu, bu şekilde, üzerinde her şey konuşulduktan sonra, Mecliste, ilgili bakanın, ilgili arkadaşların ve gruplar da üzerinde her türlü bilgilendirme yapıldıktan sonra tekrar gensoruya dönüştürülmesi, bir anlamda gensorunun itibarını da düşürmüştür diyebiliriz. Aslında, bu gensoru, bir yönden bakıldığında, Hükûmete, niye görevinizi iyi yaptınız yahut görevinizi yaptınız, diye veriliyor.

Değerli arkadaşlar, ben, samimiyetle şunu söylüyorum, bakın, bir İçişleri Bakanı olarak: Burada, 1977 yılının 1 Mayısı konuşuldu, 1996 yılının 1 Mayısı konuşuldu ve ben şükrediyorum, ölülerin olduğu, canlar verilen, ağır yaralıların olduğu, bütün mağazaların, iş yerlerinin tahrip edildiği bir 1 Mayısın muhatabı olarak huzurunuzda değilim. Doğrudur, arzu etmediğimiz, hepimizi üzen bazı görüntüler olsa da, bir anlamda kimsenin burnunun kanamadığı, can vermediğimiz, büyük yaralıların olmadığı 1 Mayıs üzerinde burada huzurunuzdayım, onun için de gerçekten kendimi şanslı sayıyorum ve bununla da gurur duyuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) – Bravo, Türkiye gurur duyuyor seninle(!)

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, 1 Mayıs öncesine ilişkin, sonrasına ilişkin araştırmalar da yapılıyor; bunların bir kısmı adliyeye intikal etti, bir kısmı idari soruşturmalar içinde devam ediyor. Yani bu sonuçlandırılmış da değil.

Ama şunu da konuşmamın başında iki cümleyle ifade etmek istiyorum izninizle: Zaman zaman konuşmalarda AK Parti Hükûmeti için “âdeta otoriterleşmeyi geliştiren”, “polis devleti görüntüsü veren” gibi suçlamalar da oluyor. Tabii bunu hiçbir aklı başında vatandaşımız söyleyemez. AK Parti olarak biz, Hükûmet olduğumuz günden bugüne, demokratikleşmeyi derinleştirmek, bunu âdeta kültürümüz hâline getirmek, ifade özgürlüğünü yaygınlaştırmak, toplantı ve gösteri yürüyüşünü kolaylaştırmak için nice yasal düzenlemeler yaptık ve bu alanda gerçekten çok önemli adımlar attık. AK Partiyi bunun aksi şekilde suçlamak bir insafsızlık olur diye düşünüyorum.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Dokunulmazlıklar ne oldu?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ama şunu da biliyoruz: Toplumlar kamu düzeni içinde yaşarlar. Güvenlik ve özgürlük hassas bir dengedir ve o düzeni sağlaması için bu dengeyi iyi kurmanız gerekir. Ben bu Bakanlığa geldiğim günden beri bunu ifade ediyorum. Güvenlik ve özgürlük dengesi bizim en hassas konumuzdur ve güvenlik birimlerimizde de eğitimimizde bunun üzerinde gerçekten çok duruyoruz ve bu yönde önemli mesafe alındı ve daha da alacağız.

Ama ben bugünkü konuşmamda -tabii burada siyasi boyutları olarak grup başkan vekillerimizin, değerli partilerin temsilcilerinin konuşmaları oldu- süreci şöyle kısaca bir özetlemek istiyorum müsaadenizle. Ne oldu 1 Mayıs öncesi? Biz ne yaptık Hükûmet olarak? Sendikalarımız ne yaptı? Güvenlik birimlerimiz ne yaptı? Bunların da hem yüce Meclis tarafından hem vatandaşlarımız tarafından iyi bilinmesi gerekiyor.

Bir defa, Anayasa’mızda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı temel haklardan birisidir. Biz de bunu kolaylaştırmak için bugüne kadar her çabayı gösterdik. Ama bunun kullanılması, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ve bu Kanun’un çerçevesinde düzenlenen Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik ile düzenlenmiştir değerli arkadaşlar. Bu Kanun’a ve Yönetmelik’e göre, il ve ilçelerde hangi meydan, yol ve açık yerlerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılacağı, toplanma ve dağılma yerleri, izlenecek güzergâhlar mülki makamlarca mevzuatta yazılı ilkeler çerçevesinde belirlenmekte ve önceden ilan edilmektedir.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) - Bakanlarınız sizi dinlemiyor, sohbet ediyorlar.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak isteyenler bu esaslar çerçevesinde talepte bulunmakta ve kendilerine bu alanlar tahsis edilmektedir. Yasal çerçevede yapılan bütün toplantı ve gösteri yürüyüşleri için bu prosedür yerleşmiştir, uygulanmaktadır ve hiçbir sorun yoktur ve bu yolu izleyen herkes için ülke genelinde de hiçbir sıkıntı yaşanmamaktadır.

Şunu da ifade edeyim: 2008 1 Mayıs kutlamalarıyla ilgili ülkemizin hiçbir yerinde sorun yaşanmamıştır. İstanbul bunun dışındadır. Ankara’da küçük bir olay yaşanmıştır. Onu da Grup Başkan Vekilimiz biraz önce  -özelliğini- ifade etti. Ülkemizin her köşesinde 1 Mayıs âdeta şenlikle, şölenle kutlanmıştır. Hiçbir yerde izin verilmeme, alan tahsis etmeme diye bir olay olmamıştır. İstanbul’da da izin istenseydi alan tahsis edilecekti kendilerine, güvenlik tedbiri alınacaktı.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – İzin değil Sayın Bakan, izin yok.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz, gerçekten, Hükûmet olarak, bu 1 Mayısın âdeta bayram havasında kutlanması için elimizden geleni yapmaya çalıştık bakın. Biraz önce ifade edildi, “Karşılıklı ikna edilinmedi.”, “Görüşmeler olmadı.” gibi; o ayrıntıyı biraz vermek istiyorum. Bir defa, Hükûmet olarak ne yaptık? Her şeyden, önce 1 Mayısın coşku içinde kutlanması için, 12 Eylülden bugüne kadar ilk defa AK Parti Hükûmeti bu meseleyi gündemine alıyor ve 1 Mayısı “Emek ve Dayanışma Günü” olarak ilan ediyoruz. İlk defa 1 Mayıs “emek” kavramıyla buluşmuştur bakın Türkiye’de. Daha önce de “emek” kavramı kullanılmamıştır, 1980’e kadar başka isimle, “Bahar Bayramı” olarak 1 Mayıs kutlanmıştır ve Çalışma Bakanlığımızla birlikte Türkiye’de 1 Mayısın coşku içinde ve huzur içinde kutlanması için her tedbir alınmıştır, valiliklerimize genelgeler gönderilmiştir.  Türkiye’de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, elli sekiz ilimizde seksen dokuz yasal etkinlikle kutlanmıştır. Benim elimde uzun bir liste var -bakın, 100 binin üzerinde insan katılmıştır- burada Ankara başta olmak üzere Antalya, Artvin, Balıkesir, Batman, Bitlis, bütün illerimizde birkaç bin kişinin katıldığı toplantılarla 1 Mayıs huzurla kutlanmıştır. Hiçbir yerde üzücü bir olay olmamıştır, hiçbir yerde engelleme olmamıştır, hiçbir yerde tatsız bir olay yaşanmamıştır.

Ve İstanbul… Şimdi, bakın, İstanbul’un yıllardır kullanılan miting alanları vardır: Kadıköy İskele Meydanı, Şişli Çağlayan Meydanı, Zeytinburnu Kazlıçeşme Meydanı ve Kartal Meydanı. Bütün siyasi partiler, bütün sivil toplum kuruluşları bu meydanları kullanır ve son nevruzda da DTP bu meydanı kullanmıştır, Kazlıçeşme’yi. Ve İstanbul’da 1 Mayıs, 93, 94, 97, 98, devam eden yıllar, 2004’e kadar yine bu sendikalarımız tarafından Çağlayan Meydanı’nda kutlanmıştır. 2006, 2005 ve 2007 yıllarında Kadıköy Meydanı’nda bu sendikalarımız 1 Mayısı kutlamıştır ama bu sene “İlla Taksim” diye bir inat… Yani Taksim’i biliyorsunuz; Taksim’in özelliğini biliyorsunuz, üzerinde değişik konuşmalar, değerlendirmeler yapıldı. Ta 1978 yılından beri Taksim bu toplantılar için miting alanı olarak kapatılmış, hiçbir toplantıya verilmemiş ama bütün çabalara rağmen, Taksim üzerinde… Adeta 1 Mayıs Taksim’e hapsedilmek istenmektedir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Bakan, 78’de kapatılmadı.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – 78’de yapılmıştır, 78’den sonra hiç kullanılmamıştır. Onu ifade etmek istiyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tamam, doğru.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, biz, 1 Mayıs öncesi hangi çalışmaları yürüttük? Bir defa, 1 Mayısın Taksim’de kutlanması ısrarının gündeme getirilmesi üzerine, biz üç bakan ayrı ayrı sendika başkanlarıyla görüştük. Ben bu üç konfederasyonun başkanını bizzat davet ettim, İçişleri Bakanı olarak elimizdeki verileri, istihbarat bilgilerini kendileriyle paylaştım, rica ettim “Bize düşen neyse yapalım ama gelin, bu sene 1 Mayısı farklı kutlayalım. Ben bu riski alamam, biz bu riski alamayız. Taksim’le ilgili bekleyenler var, provokatörler var, elimizde veriler var, eski yılların o acı hatıralarını canlandırmak isteyenler var, biz buna fırsat vermek istemeyiz.” dedim, ikna ekmek için elimizden geleni yaptık. Bu görüşmeler Çalışma Bakanımız tarafından da yapıldı. Hatta, iki gün önce bizzat Başbakanımız bu üç konfederasyonun başkanını kabul etti. Belki cumhuriyet tarihinde ilktir. Bir Başbakan “Bu olaylar olmasın, 1 Mayıs bahar havası içinde geçsin.” diye bizzat sendika başkanlarını davet ediyor ve ricada bulunuyor: “Gelin, İstanbul’un hangi meydanını istiyorsanız orada yapalım, biz de katılalım ama Taksim’i riske etmeyelim.” Biz bunun hepsini yaptık ve 30 Nisan günü Çalışma Bakanımızla birlikte basın toplantısı düzenledim. Hükûmetin iki bakanı çıkıyor, geniş katılımlı bir basın toplantısı yapıyor, sadece 1 Mayısla ilgili.

Değerli arkadaşlar, bu konuda değerlendirmenize bunu arz ediyorum. İki bakan diyor ki: “Yapmayın, elimizde şu bilgiler var, riskler var. Başka bir meydanda birlikte yapalım. Bu sene 1 Mayısı, bakın, ilk defa ‘Emek Günü’ koyduk ismini, gelin, bunu değerlendirelim.” Ama biliyorsunuz sonucunun ne olduğunu.

Şimdi, tabii, bütün bunları niçin ayrıntısıyla veriyorum? Yani, düşünelim ve değerlendirelim. Burada Hükûmet suçlanıyor yani “Üzerine düşeni yapmadı, 1 Mayısı iyi yönetemedi.” gibi.

Bakın, ondan sonra, tabii, İstanbul Valisi yazılı olarak da bunları kendilerine bildirdi. Onlar izin falan istemediler ama yazılı olarak kendilerine bildirildi ve ondan sonra da tedbirler aldık. Bütün bunlardan sonra tedbir almak hakkımız değil mi? Kamu yönetiminin hakkı değil mi bütün bu uyarılardan sonra?

HALUK İPEK (Ankara) – Evet.

ASIM AYKAN (Trabzon) – Görevi.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Ama, bunu tabii…

Bakın, 96’daki 1 Mayıstan sonraki konuşmalar biraz önce zabıtlardan okundu. Tabii, duruma göre, konjonktüre göre değerlendiriliyor.

Bakın, değerli arkadaşlar, eğer Hükûmet olarak biz o tedbirleri almasaydık görevimizi ihmal etmiş olurduk ve bugün farklı şeyleri konuşurduk. Biz o farklı şeyleri konuşmuyoruz bugün. Ben görevimi yaptım, emniyet görevini yaptı.

Efendim, görev yaparken, hiçbirimizin hoşlanmadığı, görmek istemediğimiz görüntüler oldu. Üzerindeyiz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Nedir o?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bir defa, o ortamda her şeyin kontrolü gerektiği gibi sağlanamayabiliyor ama görev yapanlar kamu görevlisidir, hata yapanların üzerinde gerekli değerlendirmeler yapılır, müeyyideler uygulanır ama vatandaşlarımız, büyük oranda zarar almamıştır, biz onun tesellisi içerisindeyiz.

Şimdi, tabii, burada işçi sendikalarımızla ilgili, değerli konuşmacılar sözleri içinde Başbakanımıza bir iki ifade atfettiler. Yani “namussuz” falan gibi kelimeler geçti. Bunları tabii, belki, şu anda tam şey yapamıyorum ama Başbakanımızın sendikacılarla ilgili tek ifadesi “Dürüst davranmıyorsunuz”dur, burada ifade edilen kavramlar değildir.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Ne anlama geliyor?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – İkincisi, bu “ayak-baş” meselesi. Onu zaten Başbakanlık bizzat açıkladı, kendisi açıkladı Başbakanlık bununla ne kastedildiğini.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Biz onu gayet iyi biliyoruz!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sadece, otorite boşluğu olmasın, kaos olmasın, otoritenin yürütülmesiyle ilgili, düzenin sağlanmasıyla ilgili öyle bir anlam vererek bunun söylendiği ifade edildi. Bizim burada esasen 1 Mayısla ilgili endişemizin temeli işçilerimiz olmamıştı. Değerli arkadaşlar, bakın, sendikalarımız ve işçilerimiz olmamıştır. Şu anda hakkında soruşturma yürütülen 158 kişinin çok büyük kısmı işçi falan değildir.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – İşsizlerin İşçi Bayramı’nı kutlama hakkı yok mu?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – O gün polise taş atanlar, molotofkokteyli atanlar, metali bile delip geçen bilye atanlar, sapanla bilye atanlar işçilerimiz değildir. Zaten biz de onlarla ilgili uyardık ve…

MUHARREM İNCE (Yalova) – O cop kullanan polisler kesin CHP’lidir (!)

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, burada ben, tabii vakit sınırlı, doğrusu bütün olaylarla ilgili tek tek açıklama yapmak isterim. Yani hastaneyle ilgili, DİSK binasıyla ilgili, diğerleriyle ilgili açıklama yapmak isterim. Hâlen de üzerinde çalışıyorlar, ön rapor çıktı ama biz peşini bırakmayacağız. Burada o açıklamaları yine zamanı gelince yaparım ama şimdi burada, tabii, şunu tekrar ifade etmek istiyorum: Bakın, Taksim inadı bu noktaya getirmiştir.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Niye inat olarak düşünüyorsunuz?

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – 78 yılından beri Taksim bu tür toplantılara kapalıdır.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – 79!

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – 78 son, 79’dan itibaren.

Bu kadar hükûmet gelip geçmiş. Bakın, o zaman 39’uncu Hükûmet işbaşında, bugün 60’ıncı Hükûmet. Hiçbirisi bu risklerden dolayı, Taksim’in özelliğinden dolayı, Taksim’in İstanbul’un kalbi, toplumsal hayatın merkezi olmasından dolayı Taksim’i mitinglere açmamıştır ve geçmiş hükûmetlerin değerlendirmelerini biz de yaptık. Onların değerlendirmelerinden de faydalandık arkadaşlar.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Yılbaşında sarhoşlara açmıyor musunuz? (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen…

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, hiçbir toplantıya açılmıyor. Kendiliğinden, arızi oralarda kümelenmeler olabilir. Ama, izinli, meydan tahsis edilerek hiçbir mitinge, hiçbir  toplantıya açılmıyor.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Allah’tan kork, Allah’tan!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben tabii şunu da ifade etmek istiyorum burada, polislerimizle ilgili, sürem biterken: Polisler çocuklarımızdır, polisler güvenliğimizdir. Her topluluğun içinde iyi yapanlar, doğru yapanlar, yanlış yapanlar olabilir. Ama, polis, bizim tarihiyle de iftihar ettiğimiz, giderek eğitimine büyük değer verdiğimiz, giderek gerçekten insan hakları ve özgürlükler konusunda hassasiyetleri daha da artan, artırmaya çalıştığımız bir kurumumuz. Onun için, daima kurumlarımızı koruyalım. İçinde yanlış yapanlar varsa onlara tabii gereken yapılır. Ama, burada polisimiz çok büyük bir özveriyle çalışmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakanım, bir dakika lütfen…

Bir dakika verdim, lütfen bitirin.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Polisimize de öyle haksız yere yüklenmeyelim. Polisimizi korumak da yüce Meclisin görevidir, bizim görevimizdir.

Ben şunu tekrar ifade ediyorum, tekrar konuşmamın sonunda şunu ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, İstanbul gibi mega bir kentte belirlenmiş kurallara aykırı olarak etkinlik düzenleyeceğini tüm ikazlara ve görüşmelere rağmen kamuoyuna açıklayan ve bu yönde hazırlık yapan, hatta teşebbüste bulunan kişi ve örgütlere karşı, tabii, tedbirler uygulanmıştır. Gönlümüzün çok istemediği görüntüler de olmuştur. Ama, bu müdahaleler sırasında vatandaşlarımızın zarar görmemesi için azami gayret gösterilmiştir, bundan sonra daha fazla gösterilecektir. Bu tür olaylarda daha fazla gösterilecektir. Şunu çok iddialı olarak da söylüyorum: Eğer gerekli tedbirler alınmasaydı çok daha vahim olaylar olabilirdi, biz bugün burada çok daha farklı konuları konuşuyor olabilirdik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen bitirin Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Olabilirdik diyorum çünkü biz riske etmedik. Eğer, biz tedbirleri almamış olsaydık işte asıl o zaman görevimizi ihmal etmiş olurduk. Biz göz göre göre orada olabilecek daha üzücü durumlara izin veremezdik. İşte, burada hakkında gensoru önergesi verilen, Hükûmetimizin, 60’ıncı Hükûmetin Başbakanı bu hassasiyetleri gözetmiştir de onun için bizzat Başbakan seviyesinde bu konuyla ilgilenmiştir. O, İstanbul’u iyi bilir Başbakanımız, İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanlığını yapmıştır. İstanbul’u çok da sever. Onun için, İstanbul’la ilgili bu hassasiyetle bizzat ilgilenmiştir. Bunda da abartacak, bunda da yanlış hiçbir şey yok.

BAŞKAN – Lütfen bitirin Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben, bu vesileyle, tekrar, dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. İnşallah gelecek 1 Mayısları daha güzel günlerde, daha bayram havasında birlikte kutlayalım diyorum.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Taksim’de kutlarız.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Taksim’de kutlamak dileğiyle.

İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Hepinizi saygılarla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Oktay Vural…

Sayın Vural, söyleyeceğiniz bir şey var mı?

OKTAY VURAL (İzmir) – Yok, hayır, sabrınızın…

BAŞKAN – Haa, şimdi, yoksa, müsaade ederseniz ben söyleyeyim: Biraz evvel Sayın Oktay Vural ayağa kalkarak beni protesto etti ve dedi ki: “AK Parti sözcüsüne büyük müsamaha gösterdiniz -ki göstermedim- ancak Sayın Şandır’ın sözünü ‘İyi niyetimi suistimal ediyorsunuz.’ diye kestiniz.” dedi. Şimdi zabıtları çok kısa arz ediyorum: Sayın Şandır konuşmasını sürdürürken “(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)”

Zabıt okuyorum…

“Başkan – Sayın Şandır, bir dakika ilave ettim.

Buyurunuz efendim.”

Sayın Şandır konuşmasına devam etmiş. O bir dakika bitince:

“(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

Mehmet Şandır (Devamla) – Son bir cümle Sayın Başkanım…

Başkan – Buyurun.”

Mehmet Şandır konuşmasını bitirmiş.

“Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.”

Sayın Vural, bu dediğiniz nerede var burada?

OKTAY VURAL (İzmir) – Şimdi, kullanmadığınızı ifade ediyorsanız…

BAŞKAN – Efendim?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kullanmadı, hayır…

OKTAY VURAL (İzmir) – “İstismar ettiniz”i kullanmadığınızı ifade ediyorsanız…

BAŞKAN – Sayın Vural, bakınız, siz, büyük bir partinin…

OKTAY VURAL (İzmir) – Kullandınız efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, hayır…

BAŞKAN – Bir dakika efendim… Bir dakika… Bir dakika…

OKTAY VURAL (İzmir) – Biraz önce tutanağa da itiraz ettim.

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz…

Bakın, siz, büyük bir partinin Grup Başkan Vekilisiniz. Siz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına böylesine önemli bir oturumda bir şey söylerken çok dikkatli olmak zorundasınız. (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet…

BAŞKAN – Bir dakika…

Ben, o sözü, Sayın Cevdet Selvi’ye kendi isteği üzerine üç dakika… Kendi bana dedi; “üç dakika” dedi. Üç dakika söz verdim. Üç dakikayı çok fazla aşınca, Sayın Selvi için söyledim. Siz, Sayın Şandır’la Sayın Selvi’yi karıştırdınız.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır efendim.

TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Karıştırıyor, karıştırıyor...

BAŞKAN - Kendinizi gözden geçiriniz lütfen. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Teşekkür ediyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Kimi kiminle karıştıracağımı bilecek kadar konuşma biliyorum.

BAŞKAN – Umarım…Umarım

OKTAY VURAL (İzmir) – Siz bu konuşmayı yaptınız. Sayın milletvekillerimiz de şahittir.

BAŞKAN – Yani zabıtlar yalan mı yazıldı? Yanlış mı yazıldı?

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, zabıtlarda yer almamıştır. Biraz önce de itiraz ettim.

BAŞKAN – Hadi canım siz de!

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, “Hadi canım sen de!” diyemezsiniz!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…

OKTAY VURAL (İzmir) – Dört buçuk dakika neye göre istismar etmedi, izin verdiniz?

BAŞKAN – Hayır, vermedim.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkanım, Meclisi yönetiyorsunuz, “Hadi canım sen de!” diyemezsiniz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Etmeyenler… Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

On dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.12

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.24

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 103’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince sözlü soru önergeleriyle diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/541) (S. Sayısı: 219)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sıraya alınan, İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı; Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 2 Milletvekili ile Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı; Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 2 milletvekili ile Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/570, 2/227, 2/228) (S. Sayısı: 224) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 224 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı, İç Tüzük'ün 91'inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

İlk konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın Enis Tütüncü…

                                     

(x) 224 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Başkan, bizden sonrakini alın, Enis Bey yok.

BAŞKAN – Sayın Tütüncü yok mu burada?

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Şu an yok.

BAŞKAN – Sayın Demirtaş, Sayın Kaplan burada mı?

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Evet.

BAŞKAN – Demokratik Toplam Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.

Sayın Kaplan, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, yüce Mecliste salon düzeni bir sağlansın. Bakıyorum, iktidar partisi Başbakanla beraber gitti, hiç kimse yok. Çok önemli bir istihdam yasası sundular yüce Meclise.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Önemli olduğunu sanıyorlar, aslında çok önemli değil!

HASİP KAPLAN (Devamla) - Ama bakıyorum bu istihdam yasası olarak sunulan şeye, bir taraftan işsizlik, bir taraftan sağlık, bir taraftan dört beş ayrı alanda ekleme bir araya getirilmiş bir tasarı. Bu tasarı torba tasarı olarak geliyor. Bu torba tasarı değil, bu bir çorba tasarısı ve bu çorba tasarısı içinde gerçekten istihdam adına bir şey var mı, yok mu; Demokratik Toplum Partisi Grubu adına bu konuda söz aldım ve bu konudaki görüşlerimizi açıklayacağım.

Çok ilginçtir, yasa tasarısı işsizlik sorununun bugün Avrupa Birliği ülkeleri dâhil tüm ülkelerde bir sorun olduğundan bahsediyor ve arkasından, istihdamı ve verimliliği artırmak için, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlamak için böyle bir tasarının amaçlandığı ifade ediliyor.

Ben bu tasarıyla ilgili maddelere geçmeden önce gerekçelerinde sunulan üç önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi işsizlik: Türkiye’de ne yazık ki, İŞKUR’un resmî rakamları gerçekleri yansıtmıyor ve Türkiye’de yüzde 10’u katbekat aşan bir işsizlik oranı elbette var. Ancak bu yasa tasarısı işsizliğe çözüm değil, işverene kıyak nasıl sağlarım, işverene nasıl daha çok kazandırırım, işçiden de nasıl daha fazla alırım... Fakat bütün bunların içinde en çok zoruma gideni de Özürlüler Haftası’nı kutladığımız bugünde özürlü yurttaşlarımızı dahi, ne yazık ki, bu tasarı kullanma cüretini göstermiştir. “Özürlü yurttaşlarımızın primlerini işveren yerine devlet ödesin tasarısı.” İlginçtir, bununla istihdam sağlanacak! “50’ işçiden fazlasını çalıştıran iş yerlerinde hükümlüleri çalıştırmayın.” diyor bu tasarı. Önceki yasada hükümlü çalıştırma vardı veya terör olaylarından mağdur olan ailelerin çalıştırılması vardı 50’den fazla işçi çalıştıran yerlerde. Şimdi, bu tasarı “Bunu çıkarın.” diyor. Bu nasıl istihdam, bu nasıl topluma kazandırma, anlamak mümkün değil.

Yine, bu tasarıda “İstihdam sağlanacak.” deniliyor ama bu tasarının bence en belirgin özelliği, işverene kıyağın kaymağı olan SSK primlerinin yüzde 5’ini kaldırma yasası. Peki, işverenlerin primini kaldırdığınız zaman hangi istihdamı sağlayacaksınız? İşverenlerin primini kaldırdığınız zaman sadece işverenlerin kârına kâr katmış olmuyor musunuz?

Bu yasa, aynı zamanda 18-29 yaş arası gençlerle ilgili yine işverene bir kıyak yasası daha. Diyor ki: “18-29 yaş arası gençlerin çalışması için SSK işveren primi beş yıl boyunca kademeli olarak İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ödenecektir.” Allah, Allah! İşverenlere ait bir işsizlik sigortası olmadığına göre, sadece işçilere ait bir işsizlik sigortası olduğuna göre, niye işçinin primini, fonunu işverenlere peşkeş çekiyoruz, adına da “İstihdam Yasası” diyoruz? Bu da garip bir olay.

Şimdi, bu garipliklerin üzerine ilginç bir şey daha hemen eklemek istiyorum. Evet, en önemlisi, asıl işveren ile alt işveren ilişkisi sözleşmeye bağlanırken bu tasarıda “Bu yönetmelikle düzenlenecek.” deniyor. Yasayla düzenlenmesi gereken bir konu yönetmelikle düzenlenmeye çalışılıyor. Bu da yasama Meclisini bir baypas etme biçimi.

Üzülerek ifade edeyim ki, iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda 161 sayılı ILO Sözleşmesi’nin 5’inci maddesi uyarınca “sağlıkta eğitim”, “sağlıkta önlem” diye getirilen bu tasarıya baktığımız zaman Tuzla Tersanesinde her gün ölen işçilerimizin ölüm haberleri, ekrandaki haberleri gözlerimizin önüne geliyor. Tuzla Tersanesindeki işçilerimizin güvenliğini sağlayamamış, eğitimini sağlayamamış, sosyal güvencesini sağlayamamış, sağlık güvencesini sağlayamamış bir Hükûmet bu tasarının içine bunu da katmış.

Sadece bu tasarıda ilgi çeken ve trajikomik olan en önemli noktaya geçmek istiyorum. İşsizlik Fonu’nda biriken paraların bir kısmı Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde GAP projesi kapsamında istihdam için ayrılmak isteniyor. Evet, insan baktığı zaman böylesi bir istihdamın yaratılmasını anlayabilir, geri kalmış bir bölgede istihdamın yaratılması, iş alanlarının açılması elbette ki doğru bir anlayış. Ancak, buradaki yaklaşımı gördüğümüz zaman Hükûmetin gerçek foyası ortaya çıkıyor. 60’ıncı Hükûmet  Programı’nda GAP projesine yer vermeyen bir Hükûmet  ne yapıyor? Altıncı sene iktidar dönemini devirmiş, sulama konusunda GAP projesinde 260.955 hektar yani bugüne kadar sulanabilmesi gereken alanın yüzde 14’ünü sulamış. Sulanması gereken alan ise ne kadar biliyor muyuz? 1,82 milyon hektar. Bugün, Doğu ve Güneydoğu’yu vuran kuraklık, ekinler başak tutamadan kurudu, meralarda otlar sarardı. Sadece ürün ve tohumunu alamadı ziraatçı, tarımcı, çiftçi; hayvancı da hayvancılıkla geçinen de hayvanlarını otlatacak bir mera bulamaz durumda.

Böyle iken, sadece İşsizlik Fonu’ndan ayrılacak olan 1-1,5 milyar lirayla Hükûmet Doğu ve Güneydoğu’daki hangi bölgesel dengesizliği aşacak? Bu yasayla mı, İşsizlik Fonu’na muhtaç olmuş bir anlayışla mı, 1 milyon YTL ile mi? Avrupa Birliğinin Kasım İlerleme Raporu’nda, önceki Katılım Ortaklığı Belgelerinde, hepsinde bölgeler arası dengesizlik “Tarım” başlıklı Avrupa Birliği müzakere süreci 1 numaralı başlık olmasına rağmen, AK Parti Hükûmeti, Doğu ve Güneydoğu’nun kalkınmasına ilişkin, bölgesel dengesizliğin giderilmesine ilişkin bir tek proje bugüne kadar ortaya koyamamıştır.

Konuştuğu zaman “Ben, bölgeye 8,5 katrilyon para yatırdım.” diyor. Biz, Bütçe Komisyonunda, burada, kürsüde defalarca sorduk, 8,5 katrilyon lirayı nereye harcadınız? Şu an Hükûmeti davet ediyorum: Doğu, Güneydoğu’ya 8,5 katrilyon lirayı nereye harcadınız? Lütfen, kalem kalem bunun cevabını veriniz. Ben on beş defadır soruyorum, sormaktan bıktım, usandım ama cevabını alamadım. Her seferinde de her bakan çıkıyor kürsüye, aynı şeyi söylüyor.

Eğer sizin hesabınızın içinde Hasankeyf’i sular altında bırakacak proje için tarihimizi, kültürümüzü geleceğimizi, bin yıllık, yüz bin yıllık tarihimizi sular altında bırakacak projelerde, Ilısu Projesi’ne aldığınız kredi kaynaklarını sayıyorsanız yanlış yapıyorsunuz. Yabancılara doğa, tarih, kültür, zenginlik ve ülkemizi peşkeş çeken bir anlayışın, sermayeyle iş birliğinin bu ülkeyi felakete götüreceğini herkes bilmelidir.

Neden bugün Tarkan Hasankeyf’te “Hasankeyf sular altında kalmasın.” diye gönüllü kuruluşlarla açıklamalar yapıyor? Neden Sezen Aksu web sitelerinde “Hasankeyf sular altında kalmasın.” diyor? Neden Almanya’da kredi veren kuruluşların kafasında “Evet, bu Ilısu Barajı nedeniyle bölgede sosyal güvenceler alınmamış, göç ve yerleşimlerin, yerinden edileceklerin, orada yaşayan insanların hiçbir yasal güvencesi sağlanmadığı için, şartları yerine getirilmediği için, ben kredimi sorgulayacağım.” noktasına gelmişken “1 milyon YTL ile bölgeye istihdam sağlayacağım.” demek, bölge halkıyla, 70 milyon Türkiye’yle dalga geçmektir. Bu dalga geçme anlayışını insan yaşamında, can ve mal güvenliğinde, dört bin köyün yakılıp yıkılması olayında, göç olayında, köye dönüş projelerinde, yayla yasaklarında, çöken ekonomide, Habur Kapısı’nın kapatılmasında, açlıktan, işsizlikten, yoksulluktan kıvranan bölgede İşsizlik Fonu’ndan kaydırılacak 1 milyon YTL’yle karşılamak mümkün değildir. Bu yasa tasarısıyla bunun yapıldığı söyleniyorsa hiç kimsenin kandırılamayacağını herkes bilmelidir.

Gerçekten, Doğu, Güneydoğu’da bakıyoruz, GAP projesi kapsamında hidroelektrik santral sistemi 20 milyar kilovat saat, yani ülke payının yüzde 48,5’u. Bize İşsizlik Fonu’ndan değil, bize işçilerin priminden değil, bize bölgenin toprağından suyundan kazandığınız enerjiyi, o enerjinin kazandırdığı paranın bir bölümünü yatırın, bir bölümünü oranlayın, bir bölümünü bölgenin kalkınmasına ayırın, o zaman samimiyetinizi test etmeyiz. (DTP sıralarından alkışlar) Her yerde bu böyledir, her ülkede böyledir.

Fırat’ın, Dicle’nin üzerine kuracaksınız barajlarını. Tarihimizi, Hasankeyf’imizi sular altında bırakacaksınız. Yabancı şirketlere elektrik enerjisi kısa rantlarını vereceksiniz, ondan sonra 1 milyon lirayla gelip bölge vatandaşımızın gözlerini boyamaya çalışacaksınız. Bu kadar da pişkinlik siyasette olmaz, bu kadar da samimiyetsizlik olmaz.

Bu ülkenin Keban Barajı, Karakaya Barajı, Atatürk Barajı eğer kurulduğu topraklar üzerinde elektrik veriyorsa, eğer sulanacak 1,82 milyon hektar alan varsa önce oradan pay verirsiniz bölgeye. Adil olan budur, doğru olan budur. Bu üretimin kârının belli payını bölge kalkınmasına ayırırsınız, özel kalkınma planı yaparsınız, Devlet Planlama Teşkilatı da bunu beş, on, on beş yıllık kısa orta vadelere döker ve ekonomisini bölgenin kalkındırırsınız. Hayvancılığın önünü açarsınız, yayla yasaklarını kaldırırsınız. Eğer bölgenin kalkınmasını isterseniz, yapmanız gereken çok daha önemli şeyler var.

Bugün insanlarımız canlarını yitiriyor. Bugün bölgede her gün uçaklar bombalıyor, her gün çatışma haberleri geliyor. Barış için bir şeyler yaparsınız, barış için cesaret gösterirsiniz. Barışın sağlanması, ülkenin kalkınmasına, ekonomisine katbekat fayda sağlar, katkı sağlar. Biliyor muyuz kaç uçak bombası, kaç uçuş, kaç sorti, kaç milyar dolar dağlarını bombaladı bu ülkenin kendi kendine? Bu dağların bombalamalarına harcanan parayı toplayınız, bu parayı bölgeye yatırınız, bölgenin kalkınmasını sağlarsınız, yirmi bir tane Doğu, Güneydoğu şehrine her birine ikişer fabrika da kurarsınız, üçer üniversite de kurarsınız, bu üniversiteleri de doldurursunuz, işsizliği de bitirirsiniz, üretimi de artırırsınız, Türkiye’de barışı da kardeşliği de sağlarsınız. (DTP sıralarından alkışlar) Gerçek politikalar, gerçek idealler bunlardır; gerisi, yöre halkıyla dalga geçmektir, bölge halkıyla dalga geçmektir. Eğer bunu öğrenmek istiyorsanız…

Daha dün Mardin’den geldim. Ben Mardin’de liseyi okudum. Mardin Kalesi’nden, o güzelim taş sanat evlerinden o güzelim alana, Kızıltepe Ovası’na, Nusaybin Ovası’na bakınız, Ceylanpınar Ovası’na bakınız, Adıyaman Ovası’na bakınız, Siirt’in oralara bakınız, Şırnak’a bakınız. Bu Mayıs ayında sapsarı kavrulan toprakların, bu kuraklığın, bu doğal afetin geleceğin faturasını görürsünüz, onun önlemini alırsınız, onun önlemi için çaba gösterirsiniz çünkü bu işsizlik, bu yoksulluk, bu göç dalgası yarın orayı vurmakla kalmaz. Bu hepimizin, bütün ülkenin sorunu. Bunu 1 milyonluk İşsizlik Fonu’na bağlama hak ve hukuku yoktur bu Hükûmetin. Bu konuda çok ciddi atılımların yapılması gerekiyor. Önümde rakamlar var. Evet, 2008 yılı öncesi koalisyon hükûmetleri döneminde kurulan İşsizlik ve Sigorta Fonu’nda biriken paralar var. 1999-2000’den, yani, AK Parti Hükûmetlerinden önce bu fon kurulmuş, bu fonda paralar birikmiş ve bu para bugüne kadar gelmiş. Bunun 2 milyon 500 bin civarında, 2,5 milyar liralık bir yatırım bölümünü Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında yatırımlara ayırıyorsunuz.

Kardeşim, bu göz boyama olmaz. İşverenin primini indir. Çalıştır, sigortasını devlet ödesin. Özürlünün parasını işverenin yerine devlet ödesin. Devlet öderken, bu hazine kimin parasıyla doluyor? Vatandaşın vergisiyle doluyor.

Bakın, şu rakamlara bakın: Türkiye’de bütçemizin gelir kaynağını, birinci sırada, dolaylı vergiler oluşturuyor; ÖTV, KDV. Yani, gelir vergisinin yüzde 38,1’i. Kurumlar vergisi yüzde 14,5. İşverenin ödediği vergi çalışan işçinin, emekçinin ödediği verginin dörtte 1’i. Şimdi, bu, işverene kıyak. Sermayeyle iş birliği -bu sermaye ki, yabancı şirketlerle iş birliği içinde olan sermayedir Türkiye’de, yüzde 70’i- bunlara prim indirimi, bunlara çalışan indirimi, 500 kişi çalışan koskoca fabrikalarda spor komplekslerini kaldırma kıyağı… Bu kıyak karşılığında da işçinin fonundan GAP projesine 1 milyon YTL, göz boyama, karşılaştırma. Bu, hangi adalet duygusuna… İsmi “Adalet” olan bir partinin, Hükûmetin adalet duygusu buysa, vay hâlimize, vay geleceğimize!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, ülke ekonomisini yap-işlet-devret modelleriyle, daha önce özelleştirmelerle  -ki bitti kaynak- şimdi yap - işlet – devretle, biten bu kaynakla, bu fonlara göz dikilerek değil, Türkiye’nin gerçekten bütçesini doğru yerde, doğru politikalarla, doğru zamanda harcayarak, hem Türkiye’de kalkınmayı sağlarız hem istihdamı sağlarız hem işsizliği önleriz hem de Türkiye'nin geleceğine katkı sunarız.

Böylesine göz boyayan, böylesine trajikomik, böylesine torba değil çorba yasasına verecek tek oyumuz yoktur. Güneydoğu’da GAP projesinde yaşayan insanı da hiç kimse kandıramaz. AKP de bunu bilsin, dünya da bunu bilsin. Bunu buradan ilan ediyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın Enis Tütüncü.

Sayın Tütüncü, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, kamuoyunda “istihdam paketi” olarak lanse edilen yasa tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi en iyi dileklerimle, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Evet, aylardır reklamı yapılan bu paket nihayet Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine geldi. Tasarının içeriğine girmeden önce Türkiye’deki işsizlik ve yoksulluk sorununun son durumunu objektif bir şekilde, net bir şekilde irdelemek gerekiyor.

Türkiye'nin bugün, kronikleşmiş, müzmin hâle gelmiş en önemli sorunu işsizlik ve yoksulluktur. Bu sorunun AKP İktidarları döneminde giderek büyüdüğüne ve sanki bir toplumsal işkenceye, sanki bir toplumsal zulme dönüşmekte olduğuna tanık oluyoruz.

Gerçekten, değerli milletvekilleri, kurşun yarasından da ağırdır işsizlik. Önceleri pek farkına varamazsınız ama zaman ilerledikçe sadece işsiz kalanı değil tüm aile fertlerini dayanılması çok güç acılara sokar.

Böylesine önemli bir sorunun AKP Hükûmetince hâlâ tüm boyutlarıyla, ağırlığıyla görülememiş olmasını büyük bir üzüntüyle ve aynı zamanda şaşkınlıkla izliyoruz. Bakınız, Hükûmete göre Türkiye'de işsizlik oranı yüzde 9’lar, 10’lar düzeyinde. Avrupa Birliğinin bazı ekonomilerinde de işsizlik oranları aynı düzeylerde. Bakınız bu sabah Avrupa Birliğinin istatistik bürosu Eurostat’ın İnternet’inden taze bilgiler indirdik: Fransa’da şu anda işsizlik oranı yüzde 9,7, İtalya’da işsizlik şu anda yüzde 10,4, İspanya’da işsizlik şu anda yüzde 14, Belçika’da işsizlik şu anda yüzde 9’a yakın.

Değerli milletvekilleri, bu tablodan şu sonuç da çıkarılabilir: Türkiye'de işsizlik oranı Avrupa Birliğindeki ülkelerin işsizlik oranlarında ise bizim işsizlik sorunu öyle iddia edildiği gibi can yakıcı, önemli, ağır, bunalım yaratan bir sorun değil. Hatta bu tabloya bakarak Türkiye'deki işsizlik sorununun abartıldığından dahi söz edilebilir. Acaba gerçek nedir? Devlet Planlama Teşkilatı, uzun zamandır, iş gücü piyasası tablolarına TÜİK’in o çok bildiğimiz yüzde 9’lar, yüzde 10’lar civarındaki işsizlik sayılarına eksik istihdam edilenleri de ekliyor; böylece, işsizlik ve eksik istihdam nedeniyle atıl kalan iş gücü oranına ulaşıyor; yüzde 14’ler dolayında gösteriyor, 2008 yılı başında. Devlet Planlama Teşkilatının bu yaklaşımı, gerçeği yakalamanın olumlu bir adımı olmuştur ancak yetersizdir. Gerçeği yakalamak için buna mevsimlik çalışanlarla iş aramayıp ama her an çalışmaya hazır olanları da eklemek gerekiyor. Buna göre, 2008 yılı başında fiilî işsizlik sayısı 5 milyon 600 bin kişidir yani yüzde 22,3. Buna karşılık, Hükûmetin yani TÜİK’in açıkladığı resmî işsizler nedir? 2 milyon 436 bin. Yani gerçek işsizlik oranından yüzde 55 daha az. Sayın Başbakanımızın, sayın bakanlarımızın dünyasındaki işsizlik sayısı, işsizlik oranı bu kadar. 

Şimdi buradan soruyorum Sayın Başkan, değerli milletvekilleri: İşsizlerin sayısını veya işsizlik oranını düşük göstermek Hükûmete ne sağlar, Türkiye’ye ne yarar sağlar? Belki başkalarının gözünü boyayabiliriz, belki halkımızı kandırabiliriz ama bu kandırmanın Türkiye’ye çok büyük zararı ve çok büyük bir maliyeti vardır. Nitekim, bu ağır maliyetin faturasını şimdiden ödüyoruz. Nasıl ödüyoruz? Bakınız, açık bir şekilde size sunayım, şöyle ödüyoruz: 70 milyonluk nüfustan 52 milyonu yoksulluk sınırının altında yaşamak mecburiyetinde kalıyor, böyle ödüyoruz. Bu 52 milyon yoksul kişiden 10 milyon 800 bin kişiyi ise açlık sınırları altında yaşamaya mahkûm ederek faturayı millete ödetiyoruz.

Hükûmet, sakın ola ki bu tablonun gerçeği yansıtmadığını söylemeye kalkmasın, lütfen. Bu tablonun nasıl gerçek olduğunun kanıtını size sunayım, gerçek kanıtını size sunayım: Bu kanıt, istihdam oranıdır. Türkiye’de 2008 yılı başında 15 ve daha yukarı yaşlarda sivil nüfustaki her 100 kişiden 41 kişisi istihdam edilebiliyor, istihdam oranı yüzde 41. Yani her 100 kişiden çağ nüfusunda, çalışabilecek nüfusta her 100 kişiden 41 kişi iş ve güç sahibidir Türkiye’de. Bu 41 kişiden 20 kişisi ise kaçak, yani kayıt dışı çalışıyor. Kayıt dışı çalışma ne anlama geliyor? Büyük bir olasılıkla, kayıt dışında çalışanların ücret düzeyleri asgari ücret düzeyinin altında.

Avrupa ülkelerine gelince, her 100 kişiden yaklaşık 70 kişisi iş ve güç sahibidir, çalışanlar arasında kaçak, yani kayıt dışı istihdam oranıysa son derece azdır.

Yineliyorum Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konunun özü, esası budur. İşsizlik ve yoksullukla ilgili sorunumuzun özü, esası budur, yineliyorum. Türkiye’de çalışma çağındaki her 100 kişiden 41 kişisi iş ve aş sahibi, bu 41 kişinin yarısına yakını kaçak çalıştırılıyor, bunların önemli bölümü asgari ücretin altında ücret alıyorlar; oysa, Avrupa Birliğinde aynı durumdaki 100 kişiden 70 kişisi aş ve iş sahibi, kaçak çalışan oranı son derece düşük, asgari ücretin altında çalışanlar ise devede kulak. Ayrıca, Avrupa Birliği ülkelerinde, hepimiz biliyoruz ki, asgari ücret düzeyleri Türkiye’den katbekat farklı, yüksek.

Bakınız, bu konuda da, size, bu sabah Eurostat’tan aldığımız taze bilgileri sunayım: Fransa’da asgari ücret şu anda 1.218 euro, Belçika’da 1.234 euro, İngiltere’de 1.269 euro, Hollanda’da 1.273 euro, böyle gidiyor. Bizde, şu andaki asgari ücreti euroya çevirdiğimizde, 224 euro. Açıkça görülüyor ki, Avrupa Birliği ülkelerindeki asgari ücret düzeyi Türkiye’den dört kat, beş kat fazladır, ama ne yazık ki, Türkiye’de, istihdamda olan, üretim sürecinde olan nüfusun yaklaşık yarısı kaçak çalıştırılmaktadır ve bunun da önemli bölümü asgari ücretin oldukça altında çalışmak mecburiyetindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunlara şunun için değiniyorum; sonuç olarak, işsizlik ve yoksullukla ilgili, Türkiye’de şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz -Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; lütfen, yıllardan bu yana anlatmaya çalışıyoruz, işsizlik ve yoksulluk sorununu gerçek boyutlarıyla ele alalım- şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz:

1) Türkiye’de işsizlik, yoksulluk ve açlık sorununun büyüklüğü, yaygınlığı hakkında AKP’nin tespitleri gerçeği kesinlikle yansıtmamaktadır.

2) İşsizlik, yoksulluk ve açlık Türkiye’de iç içe geçmiş, birbirini besleyerek büyüten bir sorunlar yumağıdır. Bu yumağın çekirdeğinde işsizlik, yatmaktadır. Bu nedenle, bu sorunlar yumağını, ancak ve ancak, işsizlikle kapsamlı, ciddi bir mücadeleye girişmekle çözebiliriz.

3) AKP iktidarları döneminde işsizlikle ciddi bir mücadeleye girişilmemiştir.

AKP, çalışmanın veya insan onuruna ve saygınlığına yaraşır bir yaşam düzeyine ulaşmanın herkes için anayasal bir hak olduğunu neredeyse unutturma çabasındadır. Çağdaş sosyal devlet anlayışının kendine yüklediği sorumluluğun bilincinde değil AKP, kafasına göre bir yol tutturmuş, işsizlik ve yoksulluğu siyasi ranta, yani oya dönüştürme yolunda yürüyor.

Sayın Başkan bana söyler misiniz lütfen, sayın milletvekilleri şöyle bir düşünelim: Dünyanın hangi ülkesinde bir hükûmet 8 milyon aileye kömür dağıtmasıyla, dünyanın hangi ülkesinde bir hükûmet milyonlarca aileye gıda yapmış olmasıyla övünür? Böyle bir ülkede, Türkiye’de… Böyle bir ülkede      -rica ediyorum, hep birlikte düşünelim- işsizlikle, yoksullukla ilgili resmî istatistiklerin hiçbir kıymeti harbiyesi olabilir mi? Hesaplama yönteminde değişiklik yaparak, kâğıt üstünde millî geliri 9 bin dolara çıkardınız, 10 bin dolara çıkardınız ne yazar; çıkarsanız ne yazar işsizlik ve yoksullukla ilgili sorunun çözülmesi açısından!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarı, bu hâliyle içi boş, dostlar alışverişte görsün kabilinden hazırlanmış bir tasarı niteliğindedir. Aylardır reklamı yapılan bu paketten biz Cumhuriyet Halk Partililer en azından şunları beklerdik, şunları:

Birinci olarak: Türkiye’de üretimi, istihdamı ve ihracatı artıracak bir yatırım seferberliğinin ana hatları -en azından ana hatları- bu tasarıda olmalıydı. Ana hatlarla ne murat ediyoruz? Türkiye’yi dünya pazarlarında kazananlar safına geçirecek bir yol haritasını murat ediyoruz. Bu yol haritasında geleceğin dünyasında güneşi yükselecek hangi sanayileri teşvik edebiliriz? Bu bağlamda, bu sanayiler paralelinde altyapı yatırımlarından hangilerine öncelik tanıyabiliriz? İşte, böylesi konuların en azından ipuçları verilmeliydi, ipuçları yer almalıydı bu sözüm ona istihdam paketinde.

İkinci olarak: Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de en önemli sorunlardan biri olan kayıt dışı ekonominin ve kayıt dışı istihdamın en aza indirilmesi için hangi temel ilkeleri olmazsa olmaz koşul olarak benimsemeliyiz, Türkiye benimsemelidir? Bunlar da yer almalıydı en azından, ana hatlarıyla yer almalıydı en azından bu sözüm ona istihdam paketinde.

Üçüncü olarak: Bu istihdam paketinde ne yer almalıydı: Tarım ve hayvancılık nasıl ayağa kaldırılır? Tarım ve hayvancılık çökmüş, tarımda cumhuriyet tarihinin en büyük göçü başlamış. Tarımın dışına sürülen yurttaşlarımız kentlerin varoşlarında tırnaklarıyla yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Bu göçü kontrol edilebilir bir düzeyde tutmak için, acaba, tarımda ve hayvancılıkta neler yapılabilir? İşte, istihdam paketinde, bu bağlamda da bazı politika açılımları gerekiyor idi, aksi hâlde, “istihdam paketi” dememeniz gerekirdi buna.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tarımın, işsizlik ve yoksullukla mücadelede birçok açıdan yaşamsal önemde olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle, izninizle, bu konuda biraz ayrıntıya girmeyi zorunlu görüyorum. Çünkü hem ekonomik kalkınmanın hızlandırılması hem de işsizlik ve yoksullukla mücadele için Türkiye, tarım sektörünün bütün potansiyelinden, mutlaka ve mutlaka, sonuna kadar yararlanmak zorundadır. Yıllardır, bu gerçeği AKP’ye anlatmaya çalışıyoruz.

Bakınız, 2007’de tarım üretiminde yüzde 7’nin üzerinde bir gerileme yaşandı. AKP olarak, tarımı, bir yük, bir ayak bağı gibi algıladınız; tarıma destek vermeyi çok sakıncalı bulan, tarımsal destekleri sürekli azaltan, tarıma destek olacak kuruluşların tümünü kapatan ve satan bir zihniyeti savundunuz. İşte, bu zihniyetin, bugün yaşadığımız olumsuz tabloya neden olduğunu üzülerek görüyoruz.

Çiftçinin kara gün dostu olan Toprak Mahsulleri Ofisi nerede? Kuşa çevirdiniz Toprak Mahsulleri Ofisini. Toprak Mahsulleri Ofisi ajanslarını kapattınız, depolarını, silolarını kapattınız, ofislerini kapattınız, kantarlarını kaldırdınız, memurlarını işten çıkardınız, alım istasyonlarını çalışamaz hâle getirdiniz, perişan ettiniz çiftçiyi.

Soruyorum: Et ve Balık Kurumu nerede? Süt Endüstrisi Kurumu nerede? Bu kurumların, en azından, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde açlığı, yoksulluğu, işsizliği önlemek açısından yaşatılması düşünülemez mi idi? Ha, şimdi düşünüyoruz. İnşallah, düşünürsünüz, biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak size elimizden gelen desteği veririz.

Tarımda istihdam yaratılması ve göçün kontrol altına alınması için Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hayvancılık derhâl özel önem taşıyan bir sektör hâline getirilmelidir. Çünkü hayvancılık tarımsal istihdamda süreklilik yaratır, daha az emekle daha çok gelir olanakları yaratır. Ayrıca, başta gıda olmak üzere, gıda sanayisi olmak üzere, yem, tekstil, deri, konfeksiyon, ayakkabıcılık gibi imalat sanayilerini ve bu imalat sanayilerinin alt sektörlerini ateşler.

Bu arada, Türkiye’de bir çarpıklığın görülmesi ve düzeltilmesi gerekiyor, bu da bu istihdam paketiyle ilgili. Türkiye’de tarımın ağırlıklı olarak bitkisel üretime dayanan bir üretim yapısı var, bitkisel üretime dayanıyor tarım. Gerçekten bizim tarım sektöründe, toplam üretim değeri içinde bitkisel üretimin ağırlığı yüzde 70, yüzde 75 dolayındadır; hayvansal üretimin ağırlığı ise yüzde 25-30’lar dolayındadır. Oysa Avrupa’da hayvansal üretimin payı çok fazladır. Örneğin, hayvansal üretimin payı Fransa’da yüzde 60’larda, İngiltere’de yüzde 70’lerde, Almanya’da yüzde 75’lerdedir. Bu nedenle Avrupalı, kişi başına yılda 72 kilogram et tüketiyor, bizim insanımız 24 kilogram eti ancak tüketebiliyor. Bu nedenle Avrupalı yılda 101 kilogram süt içebiliyor ama bizim insanımız ancak 18 kilogram süt içebiliyor. Türkiye'nin Avrupa’yla yarışabilmesi için hem tarımsal üretimin yapısını hayvancılık lehine değiştirmeliyiz hem de beslenme kalıplarını tahıldan hayvansal besinlere doğru kaydırmalıyız. İşsizlik ve yoksullukla mücadele için yineliyorum, Türkiye tarım ve hayvancılıktaki potansiyellerini mutlaka ve mutlaka sonuna kadar kullanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce de söyledim, bu tasarı dostlar alışverişte görsün kabilinden bir tasarıdır. Aylardır reklamını yapıyorsunuz ama paketten beklenenler ne yazık ki çıkmamıştır. En azından nelerin çıkması gerektiğini az önce, kısa da olsa, satırbaşları itibarıyla sizlerle paylaşmaya çalıştım.

Bu yasa tasarısının bir bölümüne olumlu oy kullanacağız ama bir bölümüne olumlu oy kullanmamız mümkün değil. Ama olumlu oy kullanmamıza rağmen bilelim ki Türkiye’de istihdam böyle bir paketle artmaz, artamaz, artırılamaz.

İşe alınan kadınlarda 18-29 yaş arasındaki gençlerin SSK primleri beş yıl boyunca İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak. Peki, bu durumda otuzlu yaşlarda olanları kimler işe alacak? Bu durum Anayasa’nın eşitlik ilkesine nasıl sığdırılacak? Kadınlara nerede iş bulduk da emzirme odası ve kreş sorun oldu? Özürlü çalıştırma konusu esasen yasal bir zorunluluk hâline gelmişti. Öyle değil mi? Esasen bir yasal zorunluluk hâline gelmişti. Bu konuda bir yenilik getirmiyor tasarı. Ama eski hükümlü çalıştırma yükümlülüğünü özel sektörden kaldırıyor, kamuya yüklüyor. Bu düzenlemeyi bu hâliyle doğru bulmuyoruz. İşsizlik Sigortası Fonu, halk deyimiyle, tırtıklanmaya başlanıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tütüncü, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İşsizlik sigortasından alınacak kaynaklara faiz ödemesi yok ve bu paranın geri ödemesi de yok. Bu doğru değil, değerli milletvekilleri. Geçmiş dönemlerde SSK ve BAĞ-KUR’un başına gelenler korkarız ki yakın gelecekte işsizlik sigortasının başına gelebilecektir. Bu tasarıya, az önce dediğim gibi, bir bölümüyle olumlu, bir bölümüyle olumsuz oy vereceğiz.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, insanı bu evrende yaratılmış en yüce varlık ve onun emeğini de en yüce değer olarak görüyoruz ve çalışmanın erdemi açısından Yunus Emre’nin bir dörtlüğünü size anımsatarak sözlerime son vermek istiyorum. Demiş ki Koca Yunus:

“Çalış, kazan, ye, yedir,

Bir gönül ele geçir.

Yüz Kâbe’den yeğrektir,

Bir gönül ziyareti.”

Lütfen, bize daha kapsamlı, daha içerikli, daha doyurucu bir istihdam paketi getiriniz.

Bu duygu ve düşüncelerle yine de bu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) – Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tütüncü.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Mustafa Kalaycı.

Sayın Kalaycı, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 224 sıra sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’nın geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere huzurlarınızda bulunmaktayım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yoksulluktan kurtulma ve toplumun refah düzeyini yükseltmenin yolu öncelikle, istihdam yaratan sürdürülebilir yüksek oranlı ekonomik büyümenin sağlanmasından geçmektedir. Ülkemizde her geçen yıl azalmakla ve 2007 yılında şok bir düşüş yaşanmakla birlikte ekonomimiz son beş yılda ortalama yüzde 6,9 büyümüştür. Bu denli büyüyen bir ekonominin normal şartlarda yılda yaklaşık 700 bin istihdam yaratması beklenirken istihdam artışı çok düşük düzeylerde kalmıştır. Nüfusumuzun ve dolayısıyla çalışma çağındaki iş gücü sayısının her yıl yaklaşık 1 milyon arttığı bir ortamda beş yılda istihdam artışı yıllık ortalama 240 bindir. Bu durum istihdam yaratmayan bir büyüme yaşadığımızı göstermektedir. Yüksek oranlı ekonomik büyümeye ve imalat sanayisi verimlilik artışına rağmen yeterli istihdam genişlemesi sağlanamamış; bir yandan yoksullaşma artmakta, diğer yandan da iç talebinin yeterince artırılamadığını ortaya koymaktadır. Çünkü normal şartlarda verimlilik artışının orta ve uzun vadede bir şekilde reel ücretlere yansıması, bunun da iç talebi harekete geçirmesi ve talep artışıyla talebin yapısında meydana gelecek değişmenin de büyüme etkisi yaratması gerekmektedir.

Son beş yıllık dönemde iş gücüne katılma oranı sürekli olarak düşmektedir. 2002 yılında yüzde 49,6 olan iş gücüne katılma oranı 2007 yılında yüzde 47,8’e gerilemiştir. 2003-2007 döneminde toplam iş gücü yıllık ortalama yüzde 1 artarken, iş gücüne dâhil olmayan nüfus yıllık ortalama 2,7 artmıştır. Bu durum, on beş ve daha yukarı yaştaki istihdam çağındaki nüfusun artan oranda iş gücü piyasasının dışında kaldığını göstermektedir.

İş gücü piyasalarının herkese aynı açıklıkta olmaması, bazı kesimlerin emeğini piyasaya arz etmesinde ve bazılarının da iş gücü piyasasında kalmasında diğer insanlara göre farklı biçimde zorluklar yaşamasına yol açmaktadır. Ülkemizde bu sorunları daha çok yaşayan genç işsizler, uzun süreli işsizler, kadınlar ve özürlüler, iş gücü piyasasına katılma hususunda dezavantajlı konuma gelmektedirler.

İş gücüne katılmayla eğitimlilik arasında doğrusal bir ilişki olup 2007 yılı itibarıyla okuryazar olmayanlarda iş gücüne katılma oranı yüzde 19,4; lise ve alt eğitimlilerde yüzde 46,4; lise ve meslek lisesi mezunlarında yüzde 56,7; yükseköğretimlilerde ise yüzde 78,6’dır. İş gücü piyasası dışında kalmayı tercih edenlerin yüzde 72,8’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu kadınların yüzde 63,1’i ev işleriyle meşguldür.

Kır-kent dağılımına bakıldığında, iş gücüne dâhil olmayanların çoğunluğunun kentlerde yaşadığı görülmektedir. İş gücüne dâhil olmayanlardan iş aramayan ancak çalışmaya hazır olduğunu ifade edenlerin sayısı beş yılda yaklaşık 2 kat artarak 1,8 milyonu aşmıştır. Bunların içinde yer alan iş bulma ümidi olmayanların sayısında beş yılda 10 kat artış olduğu görülmektedir. Çalışmaya hazır olduğunu ifade eden bu kesimin yüzde 60’tan fazlasını 15-29 yaş grubundaki genç ancak eğitim düzeyi düşük nüfus oluşturmaktadır. İş gücü piyasasına girme ihtimali en yüksek olan bu kesimin piyasaya girişiyle birlikte işsizlik oranı da artma eğilimi gösterecektir.

Ekonomik nedenlerle haftada kırk saatten daha az süre çalışıp mevcut işinde ya da ikinci bir işte daha fazla süreyle çalışmayı arzu edenler ile çeşitli nedenlerle mevcut işini değiştirmeyi düşünenlerin oluşturduğu eksik istihdam, atıl iş gücü olarak değerlendirilmekte olup “potansiyel işsizler” anlamına gelmektedir. Bu çerçevede açık işsizler, eksik istihdam ve iş aramayıp işbaşı yapmaya hazır olanlar birlikte değerlendirilerek türetilen işsizlik tanımına göre, 2007 yılında işsiz sayısı 5,2 milyona, işsizlik oranı da yüzde 20,3’e ulaşmaktadır. Gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında, toplam istihdam içinde, ülkemizde ücretli, yevmiyeli istihdamın payının düşük ve ücretsiz aile işçisi payının yüksek olduğu görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, AKP neredeyse üç yıldır “İstihdam paketi hazırlıyorum” diyerek kamuoyunu sürekli oyalamış ve bir beklenti içerisine sokmuştur; nihayet görüşmekte olduğumuz tasarıyı gündeme getirmiştir. Ancak tasarı, daha ilk bakışta, Hükûmetin, İşsizlik Sigortası Fonu’nda birikmiş olan işçilere ait kaynağa göz diktiğini göstermektedir. Tasarıya göre, işini kaybeden işsizlere maaş ödemek için kurulan ve bugüne kadar 32 milyar YTL’yi aşan kaynak biriken İşsizlik Sigortası Fonu işsizliğin çözümü için kaynak olacak. İstihdamın artırılması için, İşsizlik Fonu’ndan beş yıl içinde her yıl en az 1,3 milyar YTL kaynak çekilerek bazı yatırımlara aktarılacak. Yine, Özelleştirme Fonu’ndan 3,5 miyar YTL aktarılacak. Hükûmet, bütçe disiplininden tamamen uzaklaşmaktadır. Bütçe dengeleri bozulmaktadır. En önemli reformlardan olan kamu mali yönetimi ve kontrol reformu çiğnenmektedir. Yapılan işlem bütçe açığını daha da artıracaktır. İşsizlik Sigortası Fonu, piyasaya göre hazinece daha ucuz borçlanılarak kullanılmakta olup hazine kullanılacak para kadar piyasaya daha yüksek faizle borçlanacaktır. Bu tasarı tümüyle önümüzdeki seçimlere dönük bir düzenlemedir. Bazı yatırımlara işçinin parasına el konularak kaynak aktarılacaktır. Bu hükümler, bütçe ilkelerine ve Anayasa’ya açıkça aykırı görülmektedir.

Tasarıda öngörülen diğer başlıca konular: Özel sektör için yüzde 3, kamu için yüzde 4 olan özürlü çalıştırma oranı çerçevesinde çalıştırılan özürlülere ait işveren sigorta primi hissesi İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak; özel iş yerlerinde eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu kaldırılacak; terör mağduru çalıştırma zorunluluğu sadece kamu kurumlarında olacak; 500 veya daha fazla işçi çalıştırılan iş yerinde spor tesisi açılması zorunlu olmayacak; işveren kreş, emzirme odası açma yükümlülüğü ile ortak sağlık ve güvenlik birimleri kurulmasını hizmet alımı yoluyla yerine getirebilecek; on sekiz yaşından büyük yirmi dokuz yaşından küçük olanlar ile yaş şartı aranmaksızın kadınların istihdamı hâlinde, borcu bulunmamak kaydıyla işveren sigortası primi hissesi beş yıl boyunca kademeli bir şekilde İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak; yine, işveren sigorta pirim hissesi hiçbir borcu olmamak kaydıyla 5 puan düşürülerek hazinece karşılanacak.

Tasarıda bazı olumlu düzenlemeler öngörülmekte birlikte, eksik ve yetersiz olup bazı alanlarda yeni sıkıntılara yol açacaktır. Bu düzenleme sonucu yirmi sekiz yaşından büyüklerin iş bulması imkânsız hâle gelecek ve çalıştırılan erkeklerin yirmi sekiz yaşından sonra işten çıkartılması söz konusu olabilecektir.

Şehitlerimizin ve çalışamayacak derecede malul gazilerimizin eş, çocuk ve kardeşleri için zorunlu çalıştırma özel sektör iş yerlerinde kaldırılmaktadır.

Yine, topluma kazandırılması önem arz eden eski hükümlülerin de özel sektör iş yerlerinde çalıştırılma zorunluluğu kaldırılmaktadır.

Kamu istihdamındaki daralma dikkate alındığında bunların işe yerleştirilme haklarının yok edildiği görülmektedir. Özürlüler için öngörülen düzenleme bu gruplar için de getirilmelidir.

Mevcut ekonomik şartlarda işverenlerin işlerini borçla yürütebildiği dikkate alındığında prim indiriminden yararlanmada zorlanılacağı açıktır. Ayrıca, patronlara sağlanan prim indirimleri işçinin parası olan İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmaktadır. İşçilerin paraları patronlara peşkeş çekilmektedir. Bu hükümler Anayasa’ya açıkça aykırı görünmektedir.

Hükûmet, hazırladığı bu düzenlemeyle yılda 700 bin istihdam sağlamayı hesaplıyor. Temennimiz mutlaka ki sağlaması ancak görünen o ki, bu, seçim öncesi yeni bir kandırmacadan başka bir anlam taşımamaktadır.

İşsizlikle ve yoksullukla mücadelenin en önemli yolu, istihdam dostu ve aynı zamanda sürdürülebilir büyümenin tesisinden geçmektedir.  İstihdam dostu sürdürülebilir büyümeyi sağlamada da yatırım ortamının iyileştirilmesi ve müteşebbis sermayenin önündeki engellerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Yatırım ortamının iyileştirilmesi için enerji, arazi, hammadde ve iş gücünün temininde ve maliyetinde avantajlar sağlanması ve vergi indirim ve istisnalarının getirilmesi önem arz etmektedir.

AKP bu konuda birçok yanlışa imza atmıştır. Yatırımlar için çok önemli bir teşvik unsuru olan yatırım indirimi uygulamasını kaldırmış, yine yeni yatırımlar için çok önemli bir kaynak olarak kullanılan finansal kiralamanın “bazı suistimaller var” diyerek önünü tıkamıştır. Hâlbuki kötü niyetli kullanımın önlenmesi Hükûmetin görevidir. Yine Hükûmetin sanayi ve teşvik politikası da yatırımların önünü açacak nitelikte değildir. Yüksek ölçüde katma değer ve istihdam sağlayan yatırım projelerine destek verilmeli, teşvik politikası, bölgesel ve sektörel yatırımları destekleyecek hâle dönüştürülmelidir.

İşsizlikle mücadelenin temel faktörlerinden biri olan girişimcilik kapasitesinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi… Girişimcinin yatırım yapma, iş sahası açma, katma değer, üretim, ihracat, gelir, vergi yaratma hususundaki her türlü çabası desteklenmeli; iş, yatırım ve girişim odaklı yaklaşım, istihdam stratejisinin esasını oluşturmalıdır.

Değerli milletvekilleri, zamanında gerekli tedbir alınmadığından Türk ekonomisinde alarm zilleri çalmaya başlamış, yıllardır sürdürülen sanal başarıların artık sonuna gelindiği ortaya çıkmıştır. Yüksek faiz-düşük kur politikası nedeniyle ülkemiz ithal mallar cennetine dönüşmüştür. Millî sanayimiz, üreticimiz zor durumdadır. Rekabet gücü tükenme noktasına gelmiştir. Piyasalar neredeyse durmuş vaziyettedir. Şiddetli bir şekilde nakit sıkıntısı yaşanmaktadır. Esnafımızın artık dayanacak gücü kalmamıştır, birçok esnafımız iş yerini kapatmak zorunda bırakılmıştır. Gençlerimiz işsizdir, iş bulma umudunu kaybetmekte, bunalıma girmektedir. 2008 yılında yıllık yüzde 4 enflasyon hedeflenmesine karşın daha yılın ilk dört ayında enflasyon yüzde 4,8 olmuştur. Çalışanlar, emekliler, dar gelirliler enflasyona ezdirilmektedir.

Türkiye’nin büyüme hızına büyük katkısı olan inşaat sektörü darboğaza sürüklenmektedir. İmalattan inşaata sayısız sektörün olmazsa olmazı demir-çelik ürünlerinin önlenemez fiyat artışı devam etmektedir. İnşaat demirinin fiyatı bir yılda yüzde 100’ün üzerinde artmıştır.

Vatandaşın enflasyonunda patlama yaşanmaktadır. Mutfaklar tam anlamıyla yangın yerine dönmüş, undan yağa, pirinçten buğdaya, peynirden ekmeğe, bulgurdan kuru fasulyeye kadar temel gıda maddelerinde ortaya çıkan fiyat artışları vatandaşlarımızı gerçek anlamda krize sokmuştur. Buradan soruyorum: Fiyatı artınca “Pirinç yemeyin.” diyenler, bulgur fiyatları da arttığına göre, bundan sonra acaba neyi yemeyi vatandaşımıza önerecekler?

Ankara Ticaret Odasının Türkiye İstatistik Kurumu verileri baz alınarak yapılan araştırmasına göre, nüfusumuzun yüzde 15,4’ünün açlık sınırının altında, yüzde 74’ünün de yoksulluk sınırının altında gelirle geçinmeye çalıştığı belirlenmiştir. Buna göre, Türkiye’de açlık sınırının altında bulunan nüfus 10,9 milyona, yoksulluk sınırının altındaki nüfus 52,3 milyona ulaşıyor. İşte, ülkemizi, vatandaşımızı getirdiğiniz nokta bu.

Ülkemizde hem açlığın hem de yoksulluğun boyutları istatistiklerle gizlenemeyecek kadar büyüktür. Hesaplama sistemlerinde değişiklik yaparak kişi başına geliri kâğıt üzerinde 9 bin doların üzerine çıkarmak ülkemizdeki aç ve yoksul insan sayısını azaltmamaktadır. Vatandaşlarımız en temel gıda ürünlerini bile alamaz durumdadır. Vatandaşlarımızın büyük bir bölümü borçla geçimini sürdürmeye çalışmaktadır. Merkez Bankası verilerine göre, tüketici kredileri ve kredi kartları borçlarının toplam büyüklüğü bu ay başı itibarıyla 101 milyar YTL’yi, yani 101 katrilyon lirayı aşmış durumdadır. Tüketici kredi borçlarını ödemeyenlerin sayısı 2007 yılında bir önceki yıla göre yüzde 100 artmış, kara listeye giren ve yasal takibe alınan kredi kartı sayısı 1 milyonu aşmıştır. Türkiye’deki bankalar sanki bu ülkede yaşamıyor. Piyasada yaprak kımıldamıyor, esnaf iş yapamamaktan kıvranıyor, bankalar ise kâr patlaması yapıyor. Bu tabloda bir yanlışlık yok mu arkadaşlar? AKP’nin uyguladığı ekonomi politikası, çalışana, üretene değil, faizciye, rantiyeciye, tefeciye hizmet etmektedir.

Yanlış tarım politikaları sonucunda çok zor şartlar altına giren Türk çiftçisi tarlasına gübre atamayacak hâle gelmiştir. Sadece DAP gübresinin torbası iki üç ayda 35 YTL’den 65-70 YTL’ye yükselmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu 2007 büyüme rakamlarına göre tarım sektörü son kırk yılın küçülme rekorunu kırmıştır. Mazot, gübre, enerji başta olmak üzere bütün girdiler bir yılda yüzde 50 ila yüzde 100 arasında artarken ürün fiyatları büyük ölçüde aynı kalmıştır. Çiftçiler bu nedenle ciddi zarara uğramıştır. Tek umutları desteklerle bu zararın azaltılmasıydı. Ancak, geçtiğimiz ay yürürlüğe konulan kararnameyle, destekleri artırmak bir yana, doğrudan gelir desteği yüzde 30 oranında düşürülmüştür.

Çiftçilerimiz uygulanan yüksek faizlerle artan birikmiş elektrik borçlarını ödeyememektedir, bu nedenle ekinlerini sulayamamaktadır. Seçim bölgem Konya’nın yanı sıra Niğde, Aksaray, Nevşehir, Karaman, velhasıl birçok ilimizde sulama kooperatiflerinin ve çiftçilerimizin feryatları yükseliyor, “Ekinlerimiz susuzluktan yanıyor.” diyorlar, buna çözüm bekliyorlar. Yine kamyoncular eylem yapıyor, “İşimiz yok, paramız yok, borçlarımızı ödeyemiyoruz.” diyorlar, mazotta vergi indirimi istiyorlar.

Hayvancılık sektöründe de ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Yem fiyatlarında ciddi artışlar olmaktadır. Türkiye’de mısırın tonu bir yıl önce 300 YTL iken bugün 525-550 YTL oldu. Samanın tonu bir yılda 90 YTL’den 300 YTL’ye yükselmiştir. Geçen ay yürürlüğe giren kararnameyle 2008 hayvancılık desteklerinde 2007’ye göre büyük düşüş öngörülmektedir. 2007’de 1,3 milyar YTL olan hayvancılık desteklerinin, yeni uygulamayla, 2008’de 750-800 milyon YTL’ye çekilmesi hedeflenmektedir. Hayvan başına ödemeye geçilmesiyle daha önceki yıllarda üreticiye verilen süt teşvik primi, damızlık düve, buzağı, suni tohumlama, soğutma tankı gibi birçok destek kaldırılmıştır. Bu şartlarda hayvancılık, besicilik yapılması mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin güdümlü ekonomi politikası iflas etmiştir. Hükûmet, bu gerçeği saklamak için ise kapatma davasının arkasına gizlenmektedir. Uygulanan yanlış politikalar neticesinde Türkiye ekonomisinin iç ve dış dengeleri hızla bozulurken, enflasyon, işsizlik yükselmiş, ekonomik büyüme 2001 yılından bu yana en düşük seviyesine gerilemiştir. Cari işlemler açığı büyümeye devam etmekte, Hükûmet mali disiplini dilinden düşürmezken yılın ilk çeyreğinde bütçe 4,8 milyar YTL açık vermiştir. Üstelik, yaşanan tüm bu olumsuz gelişmeler bir günde ortaya çıkmış değildir. AKP Hükûmetinin vizyonsuzluğu, ataleti ve beceriksizliği neticesinde, zaman içerisinde büyüyerek, Türk milletinin önüne ödenecek yeni bir bedel olarak ortaya çıkarılmıştır.

Türkiye ekonomisinin düzlüğe çıkarılması için ülkeyi sıcak para, faiz ve borç batağından çıkartacak, ülkemizi ithalat cenneti olmaktan kurtaracak, üretim, istihdam ve ihracat odaklı, ülke menfaatlerini her şeyin üstünde görecek yeni bir programa ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak AKP Hükûmetinde ne böyle bir program hazırlayacak ne de uygulayabilecek güç ve kararlılık maalesef bulunmamakta, Hükûmet çözümü, IMF ya da yabancı başkentlerde aramaktadır.

AKP, Türk milletinin hassasiyetlerini suistimal ederek kendisine siyasi gelecek kurmaya çalışmış, kabul etmek lazım ki kısmen başarmıştır. Türkiye’de sürekli çatışma kültürünü hâkim kılmak, siyaseti boş tartışmalara hapsetmek istemiştir. Gösterişe ve gerilim politikasına dayalı bir siyasetle kendisini kutup başı yapıp, oy verenleri partiye bağlı tutma gayreti içinde olmuştur. Vatandaşın derdi hiç de umurunda değildir. Vatandaşlarımız, sıkıntı içinde hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Esnaf, çiftçi, işsiz feryat ediyor; kamyoncu, müteahhit, tekstilci, sanayici feryat ediyor. İşinize gelmediği için görmüyorsunuz, görmezlikten geliyorsunuz. Türkiye’yi nasıl karanlık bir girdaba sürüklediğinizi, ülkenin nasıl bir uçuruma sürüklendiğini unutuyor, unutturmaya çalışıyorsunuz. Sizin uyanmanız için ne dünyada yaşanan kriz yetiyor ne ekonomik göstergeler yetiyor ne de çiftçinin, esnafın, üreticinin, işsizin feryadı yetiyor. Ülke bir sosyal felakete doğru sürüklenirken, siyasi hayatınızı çatışma, kutuplaşma, gerginlik yaratma üzerine bina ettiğiniz için bütün bu feryatlara gözlerinizi, kulaklarınızı kapatmayı tercih ediyorsunuz. Gözleriniz var ama esnafın, çiftçinin, işsizin, üretenin, çalışanın, emeklinin hâlini görmüyor. Kulaklarınız var ama vatandaşın sesini, çığlığını duymuyor. Dilleriniz var ama gerçekleri söylemiyor. AKP altı yıldır neyle meşgul?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kalaycı, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MUSTAFA KALAYCI (Devamla) – Kendileriyle ilgili yolsuzluk iddialarına af getirmekle, yandaşlarına ihale vermekle, oğullarına, damatlarına iş sahası bulmakla, şirketler kurmakla, kendi milletvekillerinin eşlerini, baldızlarını, kardeşlerini üst düzey görevlere, müşavirliklere atamakla meşgul.

Altı yıldır iktidardasınız ama bu milletin dertlerine deva, sorunlarına çare bulamadınız. Artık milletimizin yakasından düşme zamanınız gelmiştir. Ne yapsanız kâr etmeyecek, mazlum, mağdur rolünü iyi oynamanız da yetmeyecek. Milletimiz her şeyi görüyor ve tüm sıkıntıları yaşıyor. Sizlere ilk seçimde hak ettiğiniz dersi verecektir. Osmanlı atamızı aşağılamayı serbest bırakan size “Osmanlı tokadı”nı indirecektir. Cenabı Allah Türk milletinin yâr ve yardımcısı olsun.

Tasarının, her şeye rağmen hayırlar getirmesini diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı.

AK Parti Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Hüseyin Tanrıverdi.

Sayın Tanrıverdi, buyurun efendim.

AK PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, işsizlik, bugün Avrupa Birliğine üye ülkeler de dâhil olmak üzere, gelişmiş ve gelişmekte olan hemen her ülkenin karşı karşıya bulunduğu önemli sorunların başında gelmektedir. Tüm dünyada yeteri kadar yeni ve yüksek gelirli iş yaratılamamaktadır. İşsizlik, bir ülkede sadece üretim ve ekonomik kalkınmayı olumsuz etkilememekte aynı zamanda sosyal problemler, sosyal dışlanma ve yoksulluğu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle istihdamı ve verimliliği artırmak ve böylelikle ekonomik ve sosyal kalkınmayı gerçekleştirmek ülkemiz dâhil tüm dünya ülkelerinin birinci hedefi hâline gelmiştir. İşsizliğin önlenmesinin en temel çözüm yolu, hiç kuşkusuz istihdam kapasitesini artıracak yatırımların çoğalması, yeni iş alanlarının yaratılması, iş piyasasının esnekleştirilmesi ve aktif istihdam politikalarının uygulanmasıdır.

Her zaman yoksul ve dar gelirli toplumsal kesimlerin daha yaşanabilir bir hayat sürdürebilmeleri için her türlü kolaylığı sağlamakta kararlı olan partimiz ve Hükûmetimiz gerekli çalışmaları başlatmış, işsizliğin azaltılması, yeni istihdam alanlarının açılması ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla bu tasarıyı gündeme getirmiştir. Bu  tasarı gündeme gelmiştir; bu tasarıya ilişkin değerli arkadaşlarımız konuştular ancak tasarıdan habersiz olduklarını konuşmalarından anladık.

Hükûmet Programı’mızda da yer alan ve ülkemizin en öncelikli sorunu olan işsizlik konusunda önemli açılımlar getiren, kamuoyunda da “İstihdam Paketi” olarak bilinen kanun tasarısı, Bakanlar Kurulunun imzasını müteakip Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiş ve 2/5/2008 tarihinde de Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülerek kabul edilmiştir. Tasarıdaki ana hedef değerli arkadaşlarım, iş gücü piyasasına ilişkin düzenlemeler ile yatırım ve istihdamın önündeki engellerin kaldırılması, işsizliğin azaltılması, kayıtlılığın artırılması, idari ve mali yüklerin azaltılması, istihdamın teşvik edilmesi, aktif iş gücü programlarına ağırlık verilmesi, kayıt dışı istihdamla etkin mücadele, iş sağlığı ve güvenliğinin yaygınlaştırılmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz dünyasında bir ülke için iş ve yatırım yapmaya elverişli ortam sağlamak hayati önem arz etmektedir. Bilinçli hareket eden tüm ülkeler fabrika kurmak ve işletmek isteyen girişimcilere her türlü kolaylığı sağlamaktadır. Bazı ülkelerde ise işçi ve işveren kesimleri hükûmetle el ele vererek girişimciye tüm hizmetleri temin etmektedir. Vergi sisteminin ve bürokrasinin büyümeyi desteklemesi, bu amaçla basitleştirilip sanayi yüklerinin en aza indirilmesi, katma değer ve istihdam yaratma fonksiyonunu en çok hızlandıran faktörlerdir.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizdeki genç nüfusun nitelikli, kalifiye olmadığı göz önüne alınırsa işsizlik bizim için en öncelikli ve en temel sorundur. Yıllardan beridir süregelen işsizliğin önlenmesi, istihdamın artırılmasına yönelik birçok makale, araştırma, inceleme, konferans, sempozyum yapılmış, raporlar, yazı dizileri yazılmış, yayımlanmıştır. Ancak buralarda dile getirilen önlem ve öneriler ne yazık ki gerek konjonktürün el vermemesi gerekse geçmiş dönem siyasetçilerinin bu uyarılara kulak asmaması sonucu hayata geçirilememiştir.

AK Parti olarak biz geçtiğimiz dönemde vergi indirimlerini el verdiği ölçüde yaptık. İşverenlerimizin yükünü azaltmak, istihdamın önünü açmak için bazı düzenlemeler gerçekleştirdik. Ama, ülkemizdeki genç nüfusun yoğunluğu, küresel ekonominin getirdiği olumsuzluklar, dünyadaki enerji ve petrol fiyatlarının istikrarsızlığı gibi nedenlerle, geliştirdiğimiz politikalar işsizliğin artmasını önlemekte başarılı olsa da azaltılmasında istediğimiz sonucu vermemiştir.

İş gücü piyasasının izlenmesinde temel veri kaynağı olan Türkiye İstatistik Kurumunun açıkladığı son istatistiklere göre, ülkemizde toplam kayıtlı işsiz sayısı 2 milyon 567 bin kişi; işsizlik oranı ise yüzde 9,9’dur. İşsizliğin daha çok kentlerde ve genç yaş grubunda, yani, 15-24 yaşları arasında yoğunlaştığı görülmektedir.  Genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 21 seviyesine çıkmaktadır. Bu veriler, ülkemizde istihdamın ve iş gücü piyasasının genel sorunlarına olduğu gibi, çözüm önerilerinin ve yapılacak çalışmaların hangi noktalara yöneleceğine de ışık tutmaktadır.

İş gücü piyasası temel göstergelerine bakacak olursak, ülkemizde iş gücüne katılma oranı yüzde 47,8; istihdam oranı yüzde 43,1; işsizlik oranı yüzde 9,9; kayıt dışı çalışanların oranı yüzde 46,9 olmuştur.

Kısaca belirtmek gerekirse, ülkemizde işsizlik, nüfus artışı, çalışma çağındaki nüfusun ve her yıl bu nüfusa eklenen yüz binlerce gencimizin istihdamının güçlüğü, istihdam yaratıcı iç ve dış kaynaklı yatırımların azalması, küresel ekonominin getirdiği sorunlar, geçiş ekonomisi olmaktan kaynaklanan sorunlar ve iş gücünün niteliğinin görece düşük olması gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır.

Her yıl, çalışabilir nüfus 1 milyon kişi  civarında artmakta ve 600 bin gencimiz iş gücü piyasasına katılmakta ve iş aramaktadır. Takdir edersiniz ki genç nüfusun bu kadar yoğun olarak iş gücüne katıldığı başka bir ülke yoktur. Buna rağmen Türkiye'de iş gücü piyasası rakamlarına bakıldığında işsizliğin istenilen ölçüde olmasa da önemli bir biçimde absorbe edildiği görülmektedir.

Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun Küresel İstihdam Eğilimleri Raporu’na göre değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz yılda da küresel düzeyde toplam işsiz sayısı artmıştır. Resmî tahminlere göre dünya genelinde işsizlik oranı yüzde 6, toplam işsiz sayısı yaklaşık 190 milyon kişidir. Rapora göre, kredi piyasasındaki çalkalanmalara ve yükselen petrol fiyatlarına bağlı ekonomik sarsıntılar nedeniyle 2008 yılında işsiz sayısında 5 milyon kişilik bir artış daha olacağı tahmin edilmektedir. Bu sayıya düzenli ve yeterli çalışmayanları da eklersek dünya genelinde 500 milyon civarında insan ya hiç çalışmamakta ya da eksik çalışmaktadır.

Dünyada çeşitli ülkelerdeki işsizlik oranlarına bakacak olursak değerli arkadaşlarım: Almanya’da yüzde 8,1; Kanada’da yüzde 6,3; Macaristan’da 7,5; Romanya’da 7,3; Portekiz’de 7,7; Fransa’da yüzde 9,1; İtalya’da 6,8; Polonya’da yüzde 13,9; Hırvatistan’da yüzde 17; Yunanistan’da yüzde 8,9’dur.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu yasa tasarısıyla 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer alan yeni tanımlamalardan biri de asıl işveren-alt işveren ilişkisidir. Uygulamada asıl işveren-alt işveren ilişkisinin amacına aykırı olarak kullanılmasını önlemek için alt işverenlik sözleşmesinin yazılı yapılması zorunluluğu getirilmiş ve bölge müdürlüklerine alt işverenliğin tescilinden sonra inceleme yetkisi verilmiştir. Ayrıca, ağır ve tehlikeli işlerde işverene ve alt işverene iş sağlığı ve güvenliği ile mesleki eğitim almış işçileri çalıştırmak yükümlülüğü getirilmiştir. Ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin kurulmasına yönelik talepler ve iş sanğlığı ve güvenliği hizmeti vermek isteyen kişi ve kuruluşların niteliklerinin daha kapsamlı olarak belirlenmesi ihtiyacı, iş sağlığı ve güvenliği profesyonellerinin iş yerlerinde üstlenecekleri önemli görevlerin ifasında eğitim ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak bu alanın da kamu tarafından ayrıntılı olarak düzenlenmesi amaçlanmıştır.

Çok sayıda kurum tarafından, benzer gerekçelerle, iş yerlerinin kurulması aşamasında istenen ve bu nedenle mükerrerliğe yol açan iş yeri kurma izni kaldırılarak iş yerinin kuruluşu aşamasında yaşanan sorunlar giderilmiştir. 50 veya daha fazla işçi çalıştıran iş yerlerinde eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu kaldırılmıştır. Terör mağduru çalıştırma yükümlülüğü, değerli arkadaşlarım, sadece kamuya bırakılmıştır. Özürlülere ait SSK işveren priminin hazinece karşılanması öngörülmüştür. İşsizlik Sigortası Kanunu’nun amacı, İŞKUR’a kayıtlı tüm işsizlere yönelik aktif istihdam faaliyetlerinin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmasına imkân sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. İşverenler üzerindeki mali yüklerin hafifletilmesi ve dolayısıyla istihdamın artırılması amacıyla SSK işveren hissesine isabet eden 5 puanlık prim tutarının hazine tarafından karşılanması öngörülmüştür. Bu uygulama herkes tarafından cesaretli bir adım olarak değerlendirilmekte ve takdir edilmektedir.

İl istihdam kurullarının üyeleri ve görevleri yeniden belirlenmiş ve bu kurullara yerel bazda iş gücü piyasası araştırmaları yapmalarına imkân tanınmak suretiyle daha etkin bir hâle getirilmiştir.

İŞKUR’a kayıtlı işsizlerden aktif iş gücü programları çerçevesinde sunulan hizmetlerden yararlanabilmesi amacıyla İşsizlik Sigortası Fonu’undan kaynak kullanılmasına imkân sağlanmıştır.

Ayrıca, gençlerin ve kadınların istihdamını artırmak amacıyla, değerli arkadaşlarım, mevcut istihdama ilave olarak işe alınan kadınlar ile 18-29 yaş arası gençlere ait SSK işveren priminin beş yıl boyunca kademeli olarak İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması öngörülmüştür.

Diğer taraftan, kreş ve emzirme odası açma yükümlülüğünün işverenler tarafından hizmet alımı ile yerine getirilebilmesi hedeflenmiştir. 500 veya daha fazla işçi çalıştırılan iş yerlerinde işverenler tarafından spor tesisi kurma yükümlülüğü kaldırılmıştır. Yani tasarıyla, değerli arkadaşlarım, zorunlu istihdam yüklerinin hafifletilmesi, nitelikli iş gücü ihtiyacının karşılanması, istihdamın teşvik edilmesi, iş gücü maliyetlerinin düşürülmesi, kayıt dışı istihdamın azaltılması hedeflenmiştir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; toplumumuzun en dinamik kesimi olan çalışma hayatını yakından ilgilendiren birçok yasal düzenleme Hükûmetimiz döneminde yapılmış, yönetmelikler yenilenmiş, iş ve çalışma mevzuatımız dünyadaki teknolojik gelişme ve AB standartlarını yakalayarak yeni ve çağdaş bir görünüme kavuşmuştur. Bu yasal düzenlemelerden bir tanesi olan bu kanun tasarısı, geçmişte yapılan uygulamaların tersine, yeni sorunlar, yeni anlaşmazlıklar ve yeni imtiyazlar getirmek yerine, büyük bir yarayı daha saracaktır.

Geçici işçi istihdamı, süreklilik arz etmeyen, yılın belirli dönemlerini kapsayan, genellikle mevsimlik ve arızi işler için öngörülmüş bir istihdam şekli olarak literatürümüze girmişti. Ancak toplumsal bir yaraya dönüşen ve işçilerin üzerine kâbus gibi çöken geçici işçilik sorunu da yine AK Parti İktidarı tarafından, 219 bin çalışana, hiçbir ayırım gözetilmeden, yani işe ne zaman girip girmediğine bakılmadan kadroları verilerek çözülmüştür.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde istikrarın sağlandığı ve tam bir güven ortamının oluştuğu, ekonomik, mali göstergelerin düzeldiği dönemde Türkiye’nin tekrar siyasi istikrarsızlığa sürüklenmek istenmesi üzücüdür. Çünkü istihdamın gelişmesi, artması ve yatırımın istenilen seviyelerde gerçekleşebilmesinin en temel zemini güven ve istikrarın kalıcı olmasına bağlıdır.

Dünyadaki global ekonomik sarsıntılara rağmen, Türkiye bu küresel çaptaki olumsuzluklardan en az şekilde etkilenmiştir. AK Parti ve AK Parti Hükûmetleri, bütün olumsuzluklara, küresel çaptaki ve yerel sarsıntılara rağmen, bunları, dar ve sabit gelirli insanlarımıza, çalışanlarımıza yansıtmamak için büyük çaba sarf etti ve etmekten de geri durmayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitirirken, partimizin ve Hükûmetimizin öncelikli olarak ele aldığı konulardan biri olan işsizliğin çözümüne yönelik olarak hazırlanan istihdam paketinin işsiziyle, çalışanıyla, işvereniyle tüm çalışma hayatımıza ve ülkemize hayırlı olmasını diler, hepinize tekrar saygılarımı sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanrıverdi.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şahsı adına konuşacak olan bir arkadaşımızın konuşması için yeterli süre yoktur. Bunu da dikkate alarak, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Mayıs 2008 Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 20.51

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.