DÖNEM: 23 CİLT: 20 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 103’üncü
Birleşim 13 Mayıs 2008 Salı İ Ç İ N D E K İ L
E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Hükûmetin uyguladığı
tarım politikalarına ve fındık üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
2.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, cevaplanmayan soru önergelerine ilişkin gündem
dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı 3.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, sanayi üretiminin
artırılmasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in
cevabı IV.-
ÖNERİLER A) Danışma Kurulu Önerileri 1.- (11/2) esas
numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmelerin Genel Kurulun 13/5/2008 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına; gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden
düzenlenmesine; Genel Kurulun 13/5/2008 Salı ve 14/5/2008 Çarşamba günkü
birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek
kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Sayıştay üyelikleri için yapılacak
seçimlerin, Genel Kurulun 20/5/2008 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; 220 ve
224 sıra sayılı Kanun Tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanun olarak görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi V.-
GENSORU A) Ön Görüşmeler 1.- Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını
engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik
güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı
tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi
(11/2) VI.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- Kocaeli
Milletvekili M. Cevdet Selvi’nin, Kocaeli
Milletvekili Nihat Ergün’ün, 1996 yılında yapmış olduğu bir konuşmayı
çarpıttığı gerekçesiyle konuşması 2.- İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol’un, Kocaeli Milletvekili
Nihat Ergün’ün, konuşmasında partisine sataşması nedeniyle konuşması VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türkiye Radyo
ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/541) (S. Sayısı: 219) 2.- İş Kanunu ve
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı; Trabzon
Milletvekili Cevdet Erdöl ve 2 milletvekili ile
Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/570, 2/227, 2/228) (S. Sayısı: 224) VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, TRT Hatay Radyosunun kapatılmasına, - Sivas
Milletvekili Malik Ecder Özdemir’in, TRT’deki
atamalara ve bazı programlara, İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/2513, 2572) 2.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Ufuk Uras’ın, F tipi hapishanelerde mahkûmların sohbet etmesine imkân
sağlayan genelgenin uygulanmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/2663) 3.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, bir gazetecinin gözaltına alınmasına ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/2677) 4.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, bir tiyatro oyunu ile ilgili bazı iddialara ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
cevabı (7/2687) 5.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Gümüşhane, Bayburt, Kastamonu, Bolu, Erzurum,
Bitlis, Kırşehir, Düzce, Yozgat, Karaman, Kilis, Karabük ve Çankırı’daki
yatırımlara ilişkin soruları ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın
cevabı (7/2737, 2738, 2741, 2742, 2743, 2866, 2951, 2952, 2953, 2954, 2955,
2956, 2957) 6.- Uşak
Milletvekili Osman Coşkunoğlu’nun, II. Ulusal Sağlık
Kurultayına sağlanan desteğe ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın cevabı (7/2790) 7.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, gazilerin hayat
şartlarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma
Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/2811) 8.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, medya, spor ve gösteri alanlarındaki kayıt dışı
istihdama ve sendikalaşmaya ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı (7/2864) 9.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, A Millî Futbol
Takımının forma renklerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/2865) 10.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, kayıt dışı istihdama
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı
(7/2898) 11.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, İşsizlik Sigortası
Fonu’na ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/2899) 12.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Kaz Dağları ve çevresinin korunmasına ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
cevabı (7/2926) 13.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, turizm yatırımı amacıyla tahsis edilen kamu
arazilerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2927) 14.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, Türkiye İş Kurumuna ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/2993) 15.- Adana
Milletvekili Muharrem Varlı’nın, emekli olamayan
belediye başkanlarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik’in cevabı (7/2994) 16.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, SPK Başkanı
hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/3018) 17.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, Piraziz ve Bulancak ilçelerine spor tesisleri
yapılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun
cevabı (7/3083) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.05’te açılarak dört oturum yaptı. Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, artan gıda fiyatları
ve yoksulluğa ilişkin gündem dışı konuşmasına, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu cevap verdi. Denizli
Milletvekili Mithat Ekici, Denizli Devlet Hastanesinde bir hastaya
bakılmamasına, Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk, Deniz Gezmiş ve
arkadaşlarının ölüm yıl dönümleri ile Türkiye’de demokrasi ve hukukun gelişim
sürecine, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Denizli
Milletvekili Emin Haluk Ayhan, daha önce yaptığı bir konuşmanın yanlış
anlaşıldığı iddiasıyla açıklamada bulundu. Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un (3/114) (S. Sayısı: 151), Kocaeli
Milletvekilleri Nihat Ergün ve Osman Pepe’nin (3/115) (S. Sayısı: 152), Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları, Genel
Kurulun bilgisine sunuldu. Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 21 milletvekilinin, ülkemizde yaşayan Ahıska Türklerinin sorunları ile anavatana dönmek
isteyenlerin karşılaştıkları problemlerin (10/182), Van Milletvekili Özdal Üçer ve 19 milletvekilinin, Van ilinde tarım ve
hayvancılıkta yaşanan sorunların (10/183), Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde
Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve
Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
(1/480) (S. Sayısı: 94) görüşmeleri tamamlanarak maddeleri kabul edildi. Adı geçen
tasarının çerçeve 3’üncü maddesinin, İç Tüzük’ün 89’uncu maddesi gereğince
yeniden görüşülmesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanının isteminin, Danışma
Kurulunun görüşü alındıktan sonra, Genel Kurulca kabulü üzerine, yeniden
görüşülmesini müteakip kabul edildiği açıklandı. Adı geçen
tasarının, görüşmeleri bu suretle tamamlanarak kabul edilip kanunlaştığı
açıklandı. 2’nci sırasında
bulunan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı’nın (1/541) (S. Sayısı: 219) görüşmelerine başlanılarak tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlandı, maddelerine geçilmesi kabul edildi. Ankara
Milletvekili Hakkı Suha Okay,
Samsun Milletvekili Suat Kılıç’ın, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Ankara Milletvekili
Hakkı Suha Okay’ın, Konuşmalarında
partilerine sataştıkları iddiasıyla birer konuşma yaptılar. Birleşime verilen
aradan sonra ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
13 Mayıs 2008 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 22.27’de son
verildi.
No.: 144 II.- GELEN KÂĞITLAR 12 Mayıs 2008 Pazartesi Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun 1.- 1.5.2008 Tarihli ve 5760 Sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest
Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/583)
(Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.5.2008) Tasarılar 1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Yemen Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında
İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı (1/578) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.4.2008) 2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında
İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/579) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.5.2008) 3.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Yemen Cumhuriyeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/580) (Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
1.5.2008) 4.- Türk-Arap
İşbirliği Forumu Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/581) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
1.5.2008) 5.- Çoğaltılmış
Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu Tasarısı (1/582) (Adalet ile Milli
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
1.5.2008) Teklif 1.- Cumhuriyet
Halk Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un;
Çiftçilerin T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan
Tarımsal Kredi Borçlarının Ertelenmesine Dair Kanun Teklifi (2/237) (Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25.4.2008) Tezkereler 1.- Bartın
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/420) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 8.5.2008) 2.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/421) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008) 3.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/422) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
8.5.2008) Sözlü Soru Önergeleri 1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, bir holdingin kredi kullanımına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/673) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 2.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, sulama birliklerinin
elektrik borçlarına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/674)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 3.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, arı yetiştiricilerinin
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/675) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 4.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, elma üreticilerinin
kayıt usulüne ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/676) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 5.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, süt inekçiliğinin
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/677) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 6.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, muz fiyatlarındaki
artışa ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü
soru önergesi (6/678) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 7.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Serik İlçesinde orman
alanında taş ocağı kurulacağı iddiasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanından sözlü soru önergesi (6/679) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 8.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Sabah-ATV ihale
bedelinin finansmanına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) sözlü soru önergesi (6/680) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/4/2008) 9.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, Ermenistan’da resmi
törende Türk Bayrağına yapılan saldırıya ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/681) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 10.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, okulların güvenliğine
ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/682) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/4/2008) 11.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, bir ders kitabında Ağrı
Dağının farklı bir adla yer aldığı iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/683) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 12.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, tekstil ve hazır giyim
sektöründeki sıkıntılara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru
önergesi (6/684) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 13.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, İşsizlik Sigortası Fonunun
kullanımına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi
(6/685) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 14.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir gruba iki kamu
bankasından verilen krediye ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Nazım Ekren) sözlü soru önergesi (6/686) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/4/2008) 15.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan İlinin içme suyu
sorunlarına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/687) (Başkanlığa
geliş tarihi: 28/4/2008) 16.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
kayısı üreticilerinin zararının tarım sigortasından karşılanmamasına ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/688) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 17.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz’ün, hidrojen enerjisine ve
bor teknolojilerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru
önergesi (6/689) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 18.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, Ermenistan’da
düzenlenen törende Türk Bayrağına yapılan saldırıya ilişkin Dışişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/690) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 19.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış’ın, Kuzey Irak yönetimiyle
ilişkiler konusundaki iddialara ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/691) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, çiftçilerin elektrik borçlarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3289) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 2.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Vakıflar Kanunu uyarınca taşınmaz edinimine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3290) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 3.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, Zonguldak İl Özel
İdaresinin bir birimine personel alımına ve unvan değişikliklerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3291) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 4.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Sabah-ATV ihale
bedelinin finansmanına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3292)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 5.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, kiraz üreticilerinin sorunlarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3293) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 6.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Başbakanlığa ait uçak
ve helikopterlerin kullanımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/3294) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 7.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Sabah-ATV ihalesinin finansmanına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3295) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 8.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, mayın ve bomba tuzaklarında şehit ve malul olan
güvenlik görevlilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3296)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 9.- Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un, 23 Nisan kutlamalarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/3297) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 10.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, bazı F tipi
cezaevlerinde yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3298) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/4/2008) 11.- Kocaeli
Milletvekili Muzaffer Baştopçu’nun, zamanaşımına
uğrayan bazı davalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3299)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 12. -Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Çağlayan Göleti
projesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3300)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 13.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, orkinos balığı çiftliklerine ilişkin Çevre ve
Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3301) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 14.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, balık çiftliği üretim alanlarına ilişkin Çevre ve
Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3302) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 15.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, Ankara Radyosundaki
yöneticilere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi
(7/3303) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 16.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, TRT’de yayınlanan
bir programa ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi
(7/3304) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 17.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, bir belgeselin
TRT’de yayınlanmasına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru
önergesi (7/3305) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 18.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdal’ın, Siirt’te görev yapan bir
subay hakkındaki iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3306) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/4/2008) 19.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bazı belediye
başkanlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3307)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 20.- Van
Milletvekili Özdal Üçer’in, teknik hizmetler sınıfına
alınmayan arkeologlara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3308) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 21.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’te inanç
turizminin geliştirilmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3309) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 22.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, sokakta yaşayan ve eğitim alamayan çocuklara
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3310) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/4/2008) 23.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, bazı okullarda dini
içerikli film seyrettirildiği iddialarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3311) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 24.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Gümüşhane İl Milli Eğitim Müdürlüğüne yapılan
görevlendirmeye ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3312)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 25.- İstanbul
Milletvekili Hüseyin Mert’in, Anadolu liselerine öğretmen atamalarına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3313) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/4/2008) 26.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Anamur’un bir
köyünde hayvancılık desteği uygulamasından doğan mağduriyete ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3314)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 27.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, çiftçilerin kredi
kullanımındaki tapu ipoteğine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/3315) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 28.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, kiraz üreticilerinin desteklenmesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3316) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 29.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, hayvancılıktaki bazı sorunlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3317)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 30.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, üst düzey yönetici
atamalarına, bina tadilatına ve bazı taşınmazlara ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3318) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 31.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, bölünmüş yol çalışmalarına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/3319) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 32.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Karadeniz
Bölgesindeki kanser vakalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/3320) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 33.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, Katar’a yapılan resmi ziyaretlere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3321) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 34.- Amasya
Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın, Gümüşhacıköy İlçesindeki yolsuzluk iddialarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3322) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 35.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, çevreyle ilgili bir konuda idari yargıya
başvuran bir öğretmenin görev yerinin değiştirilmesine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/3323) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 36.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, Mersin Limanında bekletilen atık dolu konteynırlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3324) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 37.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bazı ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/3325) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 38.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, Devlet kurumlarınca bastırılan tanıtım ve
davetiye kartlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3326)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 39.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, sosyal yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/3327) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 40.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Sabah-ATV ihalesini alan şirkete ve sağladığı
krediye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3328) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/4/2008) 41.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Cumhurbaşkanının şehit ailelerine yaptığı
bağışlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3329) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/4/2008) 42.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir arazi ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/3330) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 43.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Seyhan Belediyesine
yapılan ödeme ve kesintilere ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı
soru önergesi (7/3331) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 44.- Ankara Milletvekili
Tekin Bingöl’ün, Bingöl’de deprem sonrası verilen kredilerin geri ödemelerinde
yaşanan zorluklara ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3332) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 45.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, yabancılara satılan
gayrimenkullere ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3333) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 46.- Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın, yabancılara satılan
arazilere ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3334)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 47.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, mevsimlik işçilerin
sosyal güvenliklerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3335) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 48.- Giresun
Milletvekili Eşref Karaibrahim’in, BAĞ-KUR’dan emekli olmak isteyenlerin yaşadığı bazı sorunlara
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3336)
(Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 49.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, GAP’ın finansmanında İşsizlik Fonunun
kullanılacağı iddiasına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım
Ekren) yazılı soru önergesi (7/3337) (Başkanlığa
geliş tarihi: 28/4/2008) 50.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, bir ihale bedelinin
finansmanına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/3338) (Başkanlığa geliş
tarihi: 28/4/2008) 51.- İzmir
Milletvekili Abdürrezzak Erten’in,
TRT yöneticilerine ve yeni alınan personele ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet
Aydın) yazılı soru önergesi (7/3339) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 52.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, TRT’deki
personel istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru
önergesi (7/3340) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 53.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, TRT programlarına ve personeline ilişkin
Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/3341) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/4/2008) 54.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, kaçak ve kayıp elektrik kullanımına ilişkin
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3342) (Başkanlığa
geliş tarihi: 28/4/2008) 55.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’teki bir termik
santralin çevreye etkilerine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3343) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 56.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’te işletilen bir
maden ocağına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3344) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 57.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, Atatürk Hava Limanı yoluna ve bir arazinin
kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3345)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/4/2008) 58.- Giresun
Milletvekili Eşref Karaibrahim’in, belediyelerin lale
dikimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3346) (Başkanlığa
geliş tarihi: 28/4/2008) 59.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, 1 Mayıs 1977 Taksim
olaylarının aydınlatılmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3347) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 60.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, alkometre ve hız ölçüm aletlerinin kalibrasyon belgelerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/3348) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 61.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Silivri’deki bir
okul arsasının plan değişikliğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3349) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 62.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Samsun Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3350) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 63.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Konya Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3351) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 64.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Sakarya Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3352) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 65.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Kayseri Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3353) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 66.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3354) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 67.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3355) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 68.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Ankara Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3356) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 69.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Antalya Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3357) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 70.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Bursa Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3358) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 71.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Gaziantep Büyükşehir
Belediyesinin yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3359) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 72.- Adana Milletvekili
Hulusi Güvel’in, Erzurum Büyükşehir Belediyesinin
yönetim ve danışman kadrolarında çalışan kişilere ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3360) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 73.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, bazı büyükşehir
belediyelerinin lale dikimine ve Antalya Büyükşehir Belediyesinin ithal palmiye
ağacı alımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3361)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 74.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, belediyelerin verdiği
burslara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3362) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/4/2008) 75.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik’in, Siirt’teki kültür
varlıklarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3363)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 76.- İstanbul
Milletvekili Hüseyin Mert’in, Çin’de Hereke
halılarının taklidinin yapılıp aynı isimle satıldığı iddiasına ilişkin Kültür
ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3364) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 77.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, Burdur’daki kazı çalışmalarına ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3365) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 78.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür
Yardımcısına yapılan ek ödemelere ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı
soru önergesi (7/3366) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 79.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Düzce’nin doğal ve turistik zenginliklerinin
tanıtımına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3367)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 80.- İstanbul
Milletvekili Hüseyin Mert’in, vekaleten ve geçici görevlendirilen idarecilere
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3368) (Başkanlığa geliş
tarihi: 28/4/2008) 81.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Düzce’nin eğitim kurumlarının yeniden
düzenlenmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3369)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 82.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, sınav ve kılavuz
ücretlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3370)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 83.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, Seyitgazi
İlçesinde öğrenci taşımacılığı yapan esnafın hak edişlerinin ödenmesine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3371) (Başkanlığa geliş tarihi:
29/4/2008) 84.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir lise müdürünün görevden alınmasına ve
yerine yapılan atamaya ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3372) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 85.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, eğitim kurumlarına yönetici atamalarında yargı
kararlarının uygulanmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3373) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 86.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, eczanelerin
alacaklarının geç ödenmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3374) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/4/2008) 87.- Adana Milletvekili
Yılmaz Tankut’un, aile hekimliği uygulamalarında
yaşanan sorunlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3375)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 88.- Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük’ün, tarım ürünleri
fiyatlarındaki artışa ve hayvancılığın desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3376)
(Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 89.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Düzce’de tarım ve hayvancılığın desteklenmesine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3377) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 90.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, Tarım Sigortaları
Kanunu uygulamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/3378) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 91.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, tahıl ürünlerinin
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3379) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 92.- İstanbul
Milletvekili Hasana Macit’in, Bursa ve Balıkesir’de mera kapsamından çıkartılan
alanlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/3380) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 93.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, kamyonlarda yolcu
taşınmasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3381)
(Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 94.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, Ankara-İstanbul hızlı tren projesi konusunda
sunulan bir bildiriye ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/3382) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 95.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın,
Bartın-Amasra ayrımı Arıt-Aydınlar yoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3383) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/4/2008) 96.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan’ın, karayolu taşımacılığında tonaj kontrolüne ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3384) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) 97.- Van Milletvekili
Fatma Kurtulan’ın, Van Gölündeki kirliliğe ilişkin
Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3385) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25/4/2008) 98.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, bazı olaylardan mağdur
olan SHÇEK korumasındaki çocuk ve gençlere ilişkin Devlet Bakanından (Nimet
Çubukçu) yazılı soru önergesi (7/3386) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/4/2008) 99.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, KOSGEB’in
KOBİ’lere kullandırdığı desteğe ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı
soru önergesi (7/3387) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/4/2008) Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri 1.- Kocaeli
Milletvekili Cevdet Selvi’nin, müteahhitlerin
ve işletmelerin kamudan alacaklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2659) 2.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, erişimi engellenen
internet sitelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2661) 3.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, gazilere ödenen şeref
aylığına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2665) 4.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Özyürek’in, İstanbul Sağlık
İşleri İl Müdürlüğü personelinin kurduğu derneğin özel sağlık kuruluşlarından
bağış topladığı iddiasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2666) 5.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, Adana Büyükşehir Belediyesinin ithal ettiği palmiye
ağaçlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2674) 6.- İstanbul
Milletvekili Hasan Macit’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait bir firmanın
ihalelerine ve faaliyetleriyle ilgili bazı iddialara ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2675) 7.- Ankara
Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’in, bir soruşturmaya Ergenekon adının
verilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2676) 8.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, İstanbul İl Milli Eğitim
Müdürünün oğlunun okullara güvenlik kamerası takan bir şirketin ortağı olduğu
iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2678) 9.- Aydın
Milletvekili Mehmet Fatih Atay’ın, Bolu’da yapılan bir konferansa ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2679) 10.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Bolu İl Milli Eğitim Müdürlüğü yöneticilerinin bir
konferansa katılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2680) 11.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, İstanbul Büyükşehir
Belediyesinin ihale verdiği firmaların çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2692) No.: 145 13 Mayıs 2008 Salı Teklifler 1.- Sivas
Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun; Hakimler ve Savcılar Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi (2/238) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.5.2008) 2.- Milliyetçi
Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Hakimler ve Savcılar
Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/239) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008) Tezkereler 1.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/423) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008) 2.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/424) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008) 3.- Adana
Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/425) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.5.2008) 13 Mayıs 2008 Salı BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.00 BAŞKAN : Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 103’üncü Birleşimini açıyorum. Çoğunluğumuz
vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Konuşma süreleri
beşer dakikadır. Hükûmet bu konuşmalara cevap
verebilir. Gündem dışı ilk
söz, fındık üreticilerinin alacaklarının iki yıldır ödenmemesi hakkında söz
isteyen Giresun Milletvekili Murat Özkan’da. Sayın Özkan,
buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar) III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları 1.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Hükûmetin uyguladığı tarım politikalarına ve fındık
üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması MURAT ÖZKAN
(Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; fındık üreticilerinin sorunları
hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla,
sevgiyle selamlarım. Sözlerime
başlamadan önce, Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşanan deprem felaketi nedeniyle Çin
halkının acılarını paylaştığımı… Ayrıca Engelliler Haftası nedeniyle tüm
engelli vatandaşlarımızın daha iyi bir yaşam ve daha iyi bir ortama kavuşmaları
için, sosyal devletin gereği olan, devletin üzerine düşen sorumluluğu da yerine
getirmesini temenni ederek başlamak istiyorum. Sayın milletvekilleri,
dünya ülkeleri içerisinde tarımsal açıdan kendi kendine yetebilen yedi ülkeden
biri olan Türkiye Cumhuriyeti, AKP Hükûmetinin
uyguladığı politikalar nedeniyle bu özelliğini kaybetmiştir. Halkımızın temel
besin kaynağı olan buğday dahi bu dönemde ithal edilir hâle gelmiştir.
Yıllardır temel ihraç ürünümüz olan fındık ise toplumun sırtına yüklenen bir
kambur gibi gösterilmiş, fiyatı gitgide düşürülerek üretici maliyetini
karşılayamaz hâle gelmiştir. FİSKOBİRLİK
üreticiden aldığı fındığın bedelini hâlâ ödememiştir. Üreticinin 80 milyon YTL
alacağının yasal faizleriyle birlikte behemehâl ödenmesi gerekmektedir. Son dönemde
Türkiye’de uygulanan tarım politikalarını ülkeyi dışa bağımlı hâle getirme
çabalarının bir sonucu olarak değerlendirmek gerekir. Uygun ithal koşulları,
üretmeme karşılığı verilen destekler bu tezimizin en önemli dayanağıdır. BAŞKAN – Sayın
Özkan, bir dakikanızı rica edeyim. Değerli
arkadaşlarım, salondan uğultu geliyor. Siz de izleyemiyorsunuz, biz de
izleyemiyoruz, hatip de konsantre olamıyor. Lütfen
dinleyelim arkadaşımızı. Buyurun Sayın
Özkan. MURAT ÖZKAN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Bu politikalar
sonucunda, dünyada yaşanan gıda krizi ülkemizi de hemen etkisi altına almıştır.
Fiyat artışlarından dolayı yaşanan gıda krizinin bu politikaların sürmesi
nedeniyle daha da uzun süre devam edeceği bilinen bir gerçektir. Bunun yanında,
ülkemizde yakın zamanda fındıkta da önemli bir kriz beklenmektedir. Sayın
milletvekilleri, bu kriz, fiyat artışlarından değil, fındık fiyatının düşük
olmasından dolayı yaşanacaktır. Karadeniz
Bölgesi’nde birçok yurttaşımızın tek geçim kaynağı olan fındık en kötü
zamanlarda bile 1 milyar dolarlık ihracat geliri sağlayan bir üründür.
Dolayısıyla, fındıkta yaşanacak krizin sadece Karadenizliyi değil ülke
ekonomisini de olumsuz etkileyeceği açıktır. Türkiye dünya
fındık üretiminin yüzde 80’ine yakınını sağlamasına rağmen fiyatları birkaç
alıcı belirlemektedir. Piyasanın çok az sayıda alıcı ve satıcı tarafından
kontrol edilmesi, borsa sisteminin çalışmaması fındıkta spekülatif
hareketleri kolaylaştırmıştır. Hükûmetin yanlış
politikaları da bu spekülatörlerin ekmeğine yağ
sürmekte, özellikle arz fazlasının olduğu yıllarda fiyatları istedikleri gibi
oynatmaktadırlar. Bu spekülatörler 2008 yılı fındığını şimdiden 3 yeni Türk
lirası 12 kuruşa Avrupalı alıcılara alivre satış
yapmış durumdalar. 3 lira 12 kuruşa söz verilen fındığın pazarda alacağı fiyat
en fazla 2 lira 80 kuruş olacaktır. Sayın
milletvekilleri, yeni sezona dört ay kala alivreciler 2008
fındığının söz verdikleri fiyattan satılması için yoğun çaba gösteriyorlar. Hükûmetin iki yıldır fındık alımı için görevlendirdiği
Toprak Mahsulleri Ofisinin elinde bulunan 320 bin tonu aşkın fındığın
satılacağı haberi ve 2008 yılı rekoltesinin yüksek
olacağına dair yapılan açıklamalar spekülatörlerin işini kolaylaştırmakta ve
kendi çıkarları yönünde politikaları rahatlıkla tespit etmektedirler. Sayın
milletvekilleri, devlet, fındık alımında arz fazlası olduğu yıllarda piyasa
fiyatını istenen düzeyde yükseltmek için fazla ürünü alır, bu ürünü rekoltenin düşük olduğu zamanlarda satarak zararını
gidermeye çalışır. Rekoltenin yüksek beklendiği yıllarda ise fındığı satmaz.
Daha önceki FİSKOBİRLİK seçimlerinde istediği liste kazanamayan Başbakan fındık
alımlarında Toprak Mahsulleri Ofisini görevlendirmiştir. Başbakanın bu tercihi
sonucunda devlet hazinesine ödettiği görev zararı, fındık alımına ödenen ve
stok maliyetleri ve alış maliyetleriyle birlikte 2 milyar YTL’yi bulmuştur.
Oysa FİSKOBİRLİK’le kavga etmeyip bu problemi 150 milyon YTL’lik bir kredi
kullanmak suretiyle çözmesi mümkündü. İki yılda Hazineye ödetilen görev zararı
tarihî bir rakamdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Özkan, bir dakika verdim, bitirin lütfen. MURAT ÖZKAN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkanım. 19’uncu yüzyıldan
beri fındık ihraç eden Türkiye böyle bir görev zararıyla maalesef
karşılaşmamıştı. Sayın
milletvekilleri, gördüğünüz gibi keskin sirke sadece küpüne zarar vermiyor,
ülkeye de ciddi zararlar veriyor. Sayın Bakana ve Hükûmete
sesleniyorum: 2008 yılında fındığı kimin alacağı ve fiyat politikasının ne
olacağını lütfen ilan ediniz. Gıda fiyatlarının yükseldiği bu dönemde fındık
fiyatlarının artması gerekirken ürünün pazara inmesine dört ay kala, önceden
satış yapan spekülatörlerin fiyatları düşürmek adına
kurguladıkları oyunu bozmak Hükûmetin en önemli
görevidir. Aksi takdirde, spekülatörlerin ekmeğine yağ
sürersiniz, fındık üreticisine de krizden öte felaket yaşatırsınız. Sözlerime son
verirken hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Özkan. Gündem dışı
ikinci söz, cevaplandırılmayan soru önergeleri hakkında söz isteyen İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’e aittir. Sayın Ersin,
buyurun lütfen. (CHP sıralarından alkışlar) 2.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, cevaplanmayan soru
önergelerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı AHMET ERSİN
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. Milletvekillerinin
Anayasa’dan ve İç Tüzük’ten kaynaklanan soru önergeleriyle denetleme haklarının
kısıtlanmasıyla ilgili gündem dışı söz aldım. Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, Anayasa’nın 98’inci maddesi ve İç Tüzük’ün 96, 97, 98, 99 ve
100’üncü maddeleri, milletvekillerinin birey olarak sözlü ve yazılı soru
önergeleriyle bilgi edinme, hükûmetin icraatları
hakkında bilgi edinme ve denetleme haklarını düzenliyor ve milletvekillerinin
birey olarak denetim haklarını kullanabildikleri en önemli araç, sözlü ve
yazılı soru önergeleri. Ancak, bu sözlü ve yazılı soru önergelerinin
cevaplandırılmasıyla ilgili yani milletvekillerinin bu aracı kullanarak denetim
yapma haklarıyla, yetkileriyle ilgili ciddi sorunlar var. Yani eğer bir iktidar,
milletvekillerinin bu haklarını kullanabilmelerinin önünde ciddi bir engel
olarak duruyorsa, verilen soru önergelerini yanıtlamıyorsa ya da eksik
yanıtlıyorsa, hatta sorunların üzerini örtecek biçimde yanlış bilgiler
veriyorsa orada ciddi bir sorun var demektir. Üzülerek
belirtmek gerekir ki, AKP’nin bu konudaki karnesi son derecede zayıftır değerli
arkadaşlarım. Milletvekillerinin Anayasa ve İç Tüzük’ten kaynaklanan hak ve
yetkilerine saygılı olduğu ve dolayısıyla da Meclise hak ettiği saygıyı
gösterdiği söylenemez. Milletvekillerinin birey olarak sahip oldukları en
önemli denetleme araçlarından biri olan soru önergeleri, Sayın Başbakan ve
bakanlar tarafından, İç Tüzük’te belirtilen sürede cevaplandırılmamakta hatta
hiç cevap verilmemektedir. Nitekim 23’üncü
Dönemde 9 Mayıs 2008 tarihi itibarıyla 3.421 yazılı soru önergesinden 1.225’i
cevaplandırılmamıştır. Geçtiğimiz 9 Mayıs tarihi itibarıyla söylüyorum: 3.421
yazılı soru önergesinden 1.225’i cevaplandırılmamıştır. Keza yine AKP Hükûmetlerinin iş başında olduğu 22’nci Dönemde ise bütün
dönem boyunca 22.994 yazılı soru önergesinden 7.585’i cevaplandırılmamış ve
2.590 sözlü soru önergesinden de 1.177’si cevaplandırılmayarak kadük olmuştur. Değerli arkadaşlarım, bu durum AKP Hükûmetlerinin maalesef Meclise bakışını ve Meclisi
önemsemediğini, denetimden kaçtığını göstermektedir. Değerli
dostlarım, özellikle yolsuzluklar, partizanlık ve kayırmacılığın yoğun olduğu
bu dönemde bu konulara ilişkin soru önergeleri ya hiç cevaplandırılmamakta ya
da ilgisiz cevaplar verilmektedir. Bununla ilgili birçok örnek var elimde,
bunları bir başka gün değerlendireceğim. Ama uzun süreden beri takip ettiğim
bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, Sayın Abdullah Gül’ün ve eşi hanımefendinin dışişleri konutunda
yaptırdıkları tadilat ve yenilemelerin maliyetini altı buçuk aydan beri
verdiğim dört soru önergesine rağmen öğrenmek mümkün olmamıştır. Bilindiği
gibi, Sayın Gül Dışişleri Bakanı olduktan sonra eşi hanımefendiyle birlikte
dışişleri konutu ve eklentilerinde kapsamlı bir tadilat yaptılar, yeni eşyalar
aldılar. Bunların maliyetleri, yapılan harcamalar ve yenisiyle değiştirilen
eşyalarla ilgili bana gelen bazı bilgiler ve iddialar var. Bunların soru
önergelerimde de sözünü ettim ama sonuç alamıyorum. Bu iddialar ve bilgilerden bazıları şöyle: Tadilat ve eşya
alımlarıyla ilgili yapılan toplam harcamaların 18 milyon YTL olduğu, bunun üçte
2’sine yakın bölümünün Kayseri’deki kişilere ve şirketlere ödendiği ve 900 bin
YTL’lik harcamanın belgesinin olmadığı ve yenisiyle değiştirilen mobilya,
mutfak eşyaları ve diğer malzemelerin Deniz Feneri Derneğine bağışlandığına
ilişkin iddialar var. Bunların doğru
olup olmadığını tespit etmek ve bir karşılaştırma yapmak için aynı konuyu ve
aynı soruları içeren 7 Kasım 2007, 29 Kasım 2007 ve 18 Ocak 2008 tarihlerinde
üç adet yazılı soru önergesi verdim. Verilen cevapların hiçbirisi önergelerimin
karşılığı olmamıştır. Sorularımı cevaplamak yerine Dışişleri Bakanlığı
konutunun önemi anlatılmıştır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Ersin, bir dakika ek süre veriyorum, bitirin lütfen. AHMET ERSİN
(Devamla) – Son olarak, 13 Mart 2008 tarihinde aynı konuyu ve aynı soruları
içeren verdiğim soru önergesi aradan iki ay geçmesine rağmen bugüne kadar
cevaplandırılmamıştır. Değerli
milletvekilleri, eğer özellikle yolsuzluk ve partizanlık ve kayırmacılığın konu
alındığı soru önergeleri ısrarla cevaplandırılmıyor veya ısrarla ilgisiz cevap
veriliyorsa, işin içinde bir kaşkariko olduğu izlenimi doğar. Yazılı ve sözlü
soru önergelerinin cevaplandırılmaması, hem milletvekillerinin anayasal
haklarının kısıtlanmasının ve hatta yok edilmesinin ve hem de İktidarın
denetimden kaçtığının işaretidir. Dolayısıyla Sayın Başbakanın ve bakanların
Meclise saygılı olmaları gerekir. Milletvekilleri oy makinesi ve Meclis de hükûmet uygulamalarının tasdik yeri değildir. Değerli
arkadaşlarım, beni dinlediğiniz için hepinize saygılar sunuyorum ve bu sorun
aslında hepimizin sorunuydu ama sizleri pek fazla ilgilendirmediğini sanıyorum. Çok teşekkür
ederim beni dinlediğiniz için. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Ersin. Gündem dışı
konuşmaya Hükûmet adına Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek… Buyurun Sayın
Çiçek. (AK Parti sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Ersin’in
gündeme getirdiği konuyla ilgili olarak bazı hususlarda yüce heyetinize bilgi
vermek üzere bulunuyorum. Hiç şüphesiz
Meclisin en önemli iki görevi var: Bunlardan bir tanesi yasa yapmak, ikincisi
de denetim yapmaktır. Dolayısıyla bu Meclis bugüne kadar bu iki görevi de
Anayasa ve İç Tüzük çerçevesinde yerine getirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla,
hiçbir cumhuriyet hükûmeti düşünülemez ki, bu yüce
çatıyı ve bu müesseseyi önemsememiş olsun. Hepimizin önemsediği, cumhuriyetin
en temel kurumudur ve rejimin ve demokrasinin de kalbidir. Dolayısıyla, ne
bizim Hükûmetimiz ne de bizden evvelki bir hükûmetin bu kuruma saygısızlık etmesi, sorulan sorulara
cevap vermemesi diye bir husus düşünülemez. Biz de bu
sorumluluk duygusu içerisinde Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük’ün 96 ve müteakip
maddelerinde belirtilen denetim yollarından hangisi gündeme geliyorsa bununla
ilgili devletin bilgisini, yaptığımız işlerle ilgili konuları sizlere aktarmaya
çalıştık ve çalışıyoruz. Bu konuda haksızlık yapılıyor. Nitekim,
biraz sonra da bir başka denetim yolu olan gensoru müessesini işletiyoruz.
Burada konuyla ilgili ne varsa, herkes gelecek, burada düşüncelerini
söyleyecek, kamuoyu da buradan bilgi sahibi olacaktır. Ancak, bizim Hükûmetimizin öncekilerden bir farkı var. 18 Kasım 2002’de
58’inci AK Parti Hükûmetini kurduğumuz zaman ilk
çıkardığımız yasalardan bir tanesi Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’dur. Biz sadece Meclise bilgi vermek değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının
hepsinin devlet faaliyetleri konusunda bilgi sahibi olmasını teminen bilgi edinmeyi bir hak olarak telakki ettik, bilgi
verecek kişilerin de bir lütufta, bir ihsanda değil, Anayasa’dan ve yasalardan
doğan bir görevi yerine getirmek mecburiyetinde olduğu noktasından hareketle
tüm vatandaşlarımızın hangi konuları istiyorsa -istisnalar dışında- bilgi
edinmesine imkân sağlayacak düzenlemeleri getirdik. Bununla ilgili üst
kurul kuruldu. Ola ki bürokraside bazı yanlışlıklar olabilir, yanlış anlamalar
olabilir, vatandaşın bu konudaki soruları cevapsız kalmasın diye itiraz hakkını
da getirdik ve inanıyorum ki, bu Yasa yürürlüğe girdiğinden bu tarafa neredeyse
milyonlara varan insanlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları devlet
faaliyetleriyle ilgili soru soruyorlar, ilgili kurumlardan da bilgi alıyorlar. Şimdi, tabiatıyla
bilgi edinmek yazılı ve sözlü soru şeklinde burada gündeme geldiği için bu
soruların da İç Tüzük’teki çerçeve içerisinde sorulması lazım, o sınırlar
dâhilinde olması lazım. Ben daha evvel
bazı sözlü sorulara verdiğim cevapta, bize, Hükûmete
sorulan bazı soruların İç Tüzük hükümlerine uymadığını ifade etmeye çalıştım,
bu konuda ısrar ediyorum. Mesela ne gibi? “Kişilik ve özel yaşama ilişkin
sorular sorulamaz.” diyor İç Tüzük’ün 96’ncı maddesinde. Gelen soruların bir
kısmı doğrudan doğruya kişilik haklarıyla ilgilidir, özel hayatla ilgilidir. Bu
sorular cevaplandırılamaz. İkincisi: Başka
kaynaktan kolayca öğrenilmesi mümkün olan sorular da sorulamaz çünkü bu bir
israftır, zaman israfıdır. “Filanca köyün, filanca ilin, filanca ilçesinin
falanca köyünün yolu ne zaman yapılacak?” Başbakandan soru önergesi. Şimdi, bu
bilgi Başbakandan başka yerden sorulamaz mı? Pekâlâ o
ilin valisinden sorulabilir, kaymakamından sorulabilir, ilgili müdüründen de
sorulabilir. Bu bilgiyi öğrenme imkânı varken… ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Milletvekiline ne soracağını öğretmeyin! DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - …üstelik,
bakın sadece buna ilaveten, sadece vatandaş olarak bile Bilgi Edinme Hakkı
Yasası gelmişken, bunun gereğini yapmayanlarla ilgili de cezai hükümler söz
konusu olduğu hâlde, İç Tüzük’ün 97’nci maddesine aykırı olarak da sözlü
sorular ya da yazılı sorular gündeme gelebilmektedir. Bunların da önemli bir
kısmı İç Tüzük’ün bu hükmüne aykırıdır. Üçüncüsü: Gelen
soruların önemli bir kısmı kişisel kanaat öğrenmeye yönelik sorulardır.
“Falanca konuda ne düşünüyorsunuz?” Şimdi, bu bir denetim mekanizması değil ki, kişi o
konuyu zaten söylüyorsa… Siyaset adamıyız, birçok yerde hepimiz konuşuyoruz,
burada gündeme getiriyoruz. Dolayısıyla... ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Sayın Bakan, ders vermeyin! BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar, lütfen… DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - …bunlar İç Tüzük hükümlerine aykırı
olarak sorulan sorular olmasına rağmen, biz Meclise olan saygımızdan, soruyu
soran değerli milletvekilimizin kendisine, şahsına saygımızdan bunlara da cevap
vermeye çalışıyoruz. Şimdi, biz cevap
veriyoruz da eğer soruyu soran kafasında bir şey tutuyor illa da ona uygun
cevap istiyorsa o ayrı bir şeydir. Biz kimsenin kafasından ne geçtiğini
bilemeyiz, bu soruyu ne maksatla sorduğunu bilemeyiz. Metinde ne varsa onu
cevaplamaya çalışıyoruz. Kaldı ki burada biraz evvel dile getirilen hususların
önemli bir kısmı uygulamayla da örtüşmüyor. Şimdi birkaç rakam vereceğim, ondan
sonra siz kendi vicdanınızda bu değerlendirmeyi yaparsınız. ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Sayın Bakan… BAŞKAN – Lütfen dinler misiniz. DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bakınız, 18’inci Dönem, üç yıl on
ay süren bir yasama faaliyeti içerisinde 2.202 yazılı soru sorulmuş, 18’inci
Dönemde -üç yıl on ay- yaklaşık dört yıllık süre içerisinde sorulan yazılı soru
sayısı 2.202, cevaplandırılan 1.356’dır. Şimdi geliyoruz
bugüne, 23’üncü Döneme. Şurada dokuz ay olmuş. H. TAYFUN İÇLİ
(Eskişehir) – Sözlü soru? DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Hepsini cevaplayacağım müsaade
ederseniz. Dokuz aylık
dönemde 3.241 soru sorulmuş, 1.544 tanesi cevaplandırılmış. Sayın Ersin ise
bize, 23’üncü Dönem olarak, 18/10/2007’de,
23/10/2007’de, 5/11/2007’de, 19/11/2007’de, 21/11/2007’de, 27/11/2007,
3/12/2007, 10/12/2007’de 8, 2008’de ise 17/4/2008’de 2 tane, 1/5/2008’de de 1
tane olmak üzere 11 tane soru sormuş, 11’inin de cevabı verilmiş. AHMET ERSİN
(İzmir) – Hayır, hayır! DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Verilmiş, verilmiş, evet. AHMET ERSİN
(İzmir) – Hayır! DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bunları tekrar konuşuruz. AHMET ERSİN
(İzmir) – Yanılıyorsunuz Sayın Bakan! DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – İkincisi: Sözlü soru olarak 18’inci
Dönem -üç yıl on ay- 1.255 soru sorulmuş, 98’i cevaplandırılmış. AHMET ERSİN
(İzmir) – Yanılıyorsunuz! DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – 19’uncu Dönemde -dört yıl iki ay
Parlamento çalışması var- 1.824, dört yıl iki aylık dönem içerisinde verilen
cevap 276. 20’nci Dönemde
1.261 soru. Üç yıl üç ay süren bir yasama dönemi, sorulan soru sayısı 1.261. Vakit kaybetmek
istemiyorum… Dokuz aylık
dönemde 698 sözlü soru sorulmuş, bunun 329’u da cevaplandırılmıştır. Dolayısıyla,
bizim veremeyecek bir hesabımız yok. Söyleyecek sözümüz varsa gelir sizlerle
burada paylaşırız, devletin bilgisini de Anayasa ve İç Tüzük çerçevesinde,
tabiatıyla, en evvel size veririz, size vermeliyiz, bu noktada kimsenin bir
tereddüdü olmasın. Biz, bu müesseseyi hep beraber önemsiyoruz, önemsemeliyiz,
en evvel de bilgi verilecek makam ve kurum olarak da burayı görüyoruz, Hükûmet olarak bu düşünceyle hareket ediyoruz. Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çiçek. Gündem dışı… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, efendim, şimdi, Sayın Bakan… BAŞKAN – Sayın
Genç, bir dakika, lütfen. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Başkanım, bir şeyi arz edebilir miyim? BAŞKAN – Hayır,
bir dakika, gündem dışı konuşmaları bitirelim. Bir dakika lütfen. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, şu konuşmaya karşı söylüyorum. BAŞKAN – Sayın
Genç, böyle bir usul olur mu? KAMER GENÇ
(Tunceli) – Şimdi, Hükûmet konuşma yaptı… BAŞKAN – Sayın
Bakan Sayın Ersin’in gündem dışı konuşmasına cevap verdi, bu madde bitti. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Efendim, cevap vermiyor, sizin yetkinizi aşıyor. BAŞKAN – Şimdi,
gündem dışı üçüncü söz, sanayi üretiminin artırılması hakkında söz isteyen,
Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi’ye aittir. AHMET ERSİN
(İzmir) – Sayın Bakanın benimle ilgili söyledikleri doğru değil! BAŞKAN – Doğru
değil… Kendine göre doğruyu söyledi, Sayın Ersin. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Meclis Başkanı görevini yapmıyor diyor! BAŞKAN – Yapıyor,
yapıyor! Yapmaz mı Meclis Başkanı görevini. ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Böyle bir yanıt anlayışı olabilir mi? İstediğini yanıtla,
istediğini yanıtlama, üçte 1’ini yanıtla! BAŞKAN – Sayın Erçelebi, buyurun efendim. 3.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin,
sanayi üretiminin artırılmasına ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı
Mehmet Şimşek’in cevabı HASAN ERÇELEBİ
(Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi Demokratik
Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Ülkemiz son altı
yılda iyi yönetilemiyor. Tarımımız yok edildi, şimdi de sanayimizden, ulusal
sanayimizden, “Anadolu Kaplanları”ndan, “Anadolu Aslanları”ndan haberler iyi
gelmiyor. Bursa’da, büyük
bir tekstil fabrikası 780 işçisine dört ay önce ücretsiz izin vermiş. Burada
çalışan işçi Kemal Atasoy, kredi kartındaki borcunu
ödeyemediği için intihar etmiş. Denizli’de,
tekstilin amiral gemisi olan bir fabrikamıza ortağı olan banka el koymuş. Oysa, Denizli, 2007’de 2,5 milyar dolar ihracat yapmıştı.
Demire yapılan son aşırı zamlardan sonra sanayi üretemez hâle geldi, işçiler
ortada kaldı. Makroekonomiye
bakınca, ithalat ihracatı neredeyse ikiye katladı. Cari açık rekor kırdı.
Enflasyon hedefleri altüst oldu. Büyüme yüzde 3,5 düzeyine düştü. Oysa, Türkiye'nin sorunlarını çözebilmesi, istihdam sağlayıp
refah yaratabilmesi için yüzde 7’nin üzerinde büyümesi gerekiyor. Son dört ayda
16 bin şirket kapandı. Her kesimden şikâyetler yükseliyor. Bütün KOBİ’ler arsa
fiyatına İngiltere’deki fonlar eliyle yok fiyatına alınıp borsadaki değeri
biraz yükseltilip satılıyor. Bunun sonucunda şirketler sahipsizleşiyor ve aynı
zamanda yabancılaşıyor. Özelleştirme adı altında tüm şirketler
yabancılaştırılıyor. Sonra da üretimden uzaklaştırılıyorlar. Otomotiv ve
dayanıklı tüketim malları dışında, ayakta kalabilen, kâr eden kuruluş hemen hemen kalmadı. Hatta bunların yan sanayisi bile bitti, çünkü, parçalar Çin’den geliyor. Büyümeyi
engelleyen en önemli hususlardan birisi, YTL faiz oranlarıdır. Yani, faizler
yatırım yapmak için çok fazladır. Bundan, özellikle KOBİ’ler olumsuz
etkilenmektedirler. Düşük kur-yüksek faiz tam anlamıyla bir tuzaktır, ne
kurumuz doğru ne de faizimiz. Uygulanan para, kur politikası, üretimi, ihracatı
cezalandırmaktan, ithalatı özendirmekten başka hiçbir işe yaramıyor. Hükûmet, her olumsuzluğu
küresel ısınmaya, petrol fiyatlarına, dünyadaki ekonomik dalgalanmaya ya da
Merkez Bankasına bağlıyor; hiç kendine pay çıkarmıyor. Ulusal sanayimizin
avucumuzun içinden kayıp gitmesine, birer birer yok
olmasına, el değiştirmesine seyirci kalıyor. Biz ne yapabiliriz diye hiç
düşünmüyor. Suni gündemle ülkeyi geriyor. Oysa,
ülkenin gerilmeye değil gelişmeye ihtiyacı var. Olup biten bütün
olumsuzluklardan AKP Hükûmeti sorumludur. Bir türlü
gerçek gündem olan ekonomiye seçimlerden bu yana gelemedi hâlâ. Enerji hâlâ
sanayide en önemli girdidir. Bir ay önce yapılan sanayi kullanımındaki yüzde
15’lik elektrik zamları yetmiyormuş gibi şimdi de haziranda yeni bir elektrik
zammının hazırlığı yapılıyor. Bu, Türk sanayisini üretimsizliğe iter. Biz
vatandaş olarak, bulunduğumuz mekânlarda birkaç ampulü söndürebiliriz, buna
aklımız ve gücümüz yeter ancak sanayide elektrik tasarrufu olmaz. Böyle bir şey
düşünülürse bu, üretimin azalması demektir. Bu, sanayinin şalterinin
indirilmesi demektir. Sakın ha, sanayide kullanılan elektriğe zam yapmayınız.
Enerji sektörüne yatırım yapınız. Ulusal sanayinin
ayakta kalması için acele ve radikal teşvikler gereklidir. Bu teşvikler sektörel olmalıdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Erçelebi, bir dakika ek süre veriyorum, lütfen bitirin. HASAN ERÇELEBİ
(Devamla) – Peki Başkanım, çok teşekkür ederim. Bu sektörlerin
başında, katma değeri fazla olan, milyonlarca insanımızın ekmek yediği tekstil
ve konfeksiyon sanayisi gelmektedir. Hükûmet tekstili gözden çıkarmamalıdır. Teşvikler
yapılırken asgari ücret asla bölgesel olmamalıdır. Hükûmetin
beceriksizliğinin faturası çalışanlara, işçilere çıkarılmamalıdır. İşverenin
üzerindeki prim yükü mutlaka azaltılmalıdır. Doğu ve Güneydoğu’ya özel sektör
gitmiyorsa mutlaka devlet yatırımlarla gitmelidir. Doğu ve Güneydoğu halkı
yoksulluk, kadercilik ve terör kıskacından mutlaka kurtarılmalıdır. Sanayide
üretim ve verimliliği artırmak için, gerekli nitelikli elemanı yetiştirecek
mesleki teknik ortaöğretime ve yükseköğretime önem verilmelidir. Mesleki teknik
eğitim sanayi kuruluş ve kurumlarıyla beraber planlanmalı ve programlanmalıdır.
Sanayi envanteri mutlaka çıkarılmalıdır. İstihdam
dostu, alın terini öne çıkaran yatırım politikaları geliştirilmelidir. Hepinize saygılar
sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Erçelebi. Gündem dışı
konuşmaya Devlet Bakanı Sayın Mehmet Şimşek cevap verecektir. Buyurunuz
efendim. (AKP sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın Erçelebi, tabii, Türkiye için öylesine kötümser bir resim
çizdi ki, son beş altı yıldır -doğrusu- olup bitenleri herhâlde takip etmekte
zorlanılıyor. Şimdi, arkadaşlar
önce tarımdan başladılar. Tarımda ihracat 4,1 milyar dolardan neredeyse 10
milyar dolara çıkmış. Tarım sektörünün gayrisafi millî hasılası,
çok büyük bir kuraklığa rağmen, geçen sene, 23 milyar dolardan 50,6 milyar
dolara çıkmış. Yine, tarımsal sektörde fert başına hasıla
neredeyse bin dolardan 2.500 dolara çıkmış. Şimdi,
enflasyonda son otuz beş - kırk yılın hâlâ en düşük düzeyindeyiz. Hedefin
ötesindeyiz ve enflasyondaki değişimin yüzde 65’i enerji ve gıdadan
kaynaklanıyor. Yani, burada, Merkez Bankasında, iktidarda kim olursa olsun bu
türden dışsal şoklara karşı pek fazla da yapılacak bir şey yok. Yine, cari açık
konusunu gündeme getirdiler. Sadece ve sadece petrole ve doğal gaza verilen,
daha doğrusu ithal faturası 37-38 milyar dolar civarındadır, cari açık da 40
milyar dolar civarındadır. Dolayısıyla, yani, resmi daha iyi bir şekilde ortaya
koymakta fayda vardır. Faiz oranlarından
bahsettiler. Faiz oranları bugün yüzde 20, reel faiz oranları da aşağı yukarı
yüzde 10 civarında. Peki, bundan beş yıl önce ne düzeydeydi, merak ediyorlar mı
acaba? Yüzde 30 civarında bir reel faiz vardı, yüzde 60-70 civarında da nominal faiz vardı. Son beş altı yıldır ihracat artış hızı
yüzde 15’in üzerinde, hem de reel olarak. Biz aslında
birçok adım attık bu sorunların çözümü için. Bakın, biz son birkaç aydır neler
yaptık? Her şeyden önce enerji piyasası reformuyla başladık. Enerjide,
özellikle Türkiye'nin kaynaklarını daha iyi kullanacak ve Türkiye’yi dışa
bağımlılıktan kurtaracak bir sürü adım attık. Elimizdeki aşağı yukarı bütün
hidroelektrik santral projelerini özel sektöre devrettik. Neden? Çünkü, özel sektör çok daha hızlı bir şekilde bu projeleri
bitiriyor. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Daha da pahalı satıyor! DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Başka ne yaptık? Yine rüzgâr enerjisini, aşağı yukarı
Türkiye’de olmayan bir şeyi, biz şu anda çok hızlı bir şekilde Türkiye’ye
kazandırmaya çalışıyoruz ve ilk rüzgâr enerjisi üretim hatları da devreye
girmiş durumdadır. Nükleer enerji
için yüce Meclisimiz bir yasayı kabul etti ve eylül ayında biz oturup ilk
ihaleyi yapacağız. Yani dolayısıyla biz Türkiye’deki enerji kaynaklarını ne
yapıyoruz? Çeşitlendiriyoruz, çünkü rekabet gücü açısından bu çok önemlidir. Enerjide tabii ki fiyatların da rasyonel olarak belirlenmesi
lazım. Takdir edersiniz ki petrol ve doğal gaz
fiyatları son beş altı yıldır 4-5 kat arttı. Tabii ki geçmişin getirdiği
özellikle doğal gaz çevrim santralleriyle üretilen elektrik üretimini de
dikkate alırsanız bu son yaptığımız fiyat düzenlemesi çok da abartılacak bir
şey değildir. Çok merak ediyorsanız Eurostat’ın web
sitesine girin ve Türkiye’deki elektrik fiyatlarını, sanayideki, meskendeki
elektrik fiyatlarını Avrupa ülkeleriyle karşılaştırın. Birçok Avrupa ülkesinin
bazen yarısı, bazen üçte 1’idir. Dolayısıyla, o rakamlara bakmanızda fayda
görüyorum. Yani, Eurostat’ın web sitesi de orada. Ben
bu konuşmayı bilmediğim için rakamları yanımda değil, ama gidin bakın. Yine enerjide,
özellikle sektörde serbestleşme ve rekabeti artırmak için özelleştirme de
yapıyoruz. Çünkü doğru olan da budur. Teşvik
sisteminden bahsettiler. Teşvik sistemini zaten biz gözden geçiriyoruz. Mevcut
teşvik sistemi birçok yerde epey başarılı olmuş -Düzce’de, Kahramanmaraş’ta,
Afyon’da ve benzeri birçok ilimizde- ama biz teşvik sisteminde daha esnek bir
yapıya geçeceğiz. Bunu da zaten açıkladık. Ne yapacağız? Hem bölgesel bazda hem sektörel bazda hem de
proje bazında teşvik sistemini geliştireceğiz. İlk defa, Türkiye'de, sanayi envanterini yapıyoruz. Dolayısıyla, bunları zaten takip
ediyorlarsa bizim bunları yaptığımız ortada. Sanayide
verimlilikten bahsettiler. Son beş altı yıldır Türkiye'deki sanayi, yani imalat
sanayisindeki kısmi verimlilik yüzde 40 civarında artmış. Cumhuriyet tarihinde
öyle bir dönem yok. İlk defa Türkiye ekonomisi altı yıl üst üste büyümüştür
arkadaşlar, ilk defa ve yüzde 6,7’lik bir büyüme söz konusu. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Hormonlu! Hormonlu! DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Hormonlu büyüme yok. Cumhuriyet
tarihinde böylesine uzun bir süre için bu kadar yüksek düzeyde bir büyüme
dönemi yoktur. Bu dönemi başka türlü tarif etmek için, bilemiyorum… Yine, eğitim
reformunda çok önemli adımlar atıldı. İstihdam paketi bu
hafta Meclisimizde. Ne getiriyor? Sanayide rekabet gücünü artırmayı
öngörüyor. Nedir peki? Biz diyoruz ki: Sanayicinin üstündeki, işverenin
üzerindeki hem idari yükleri hem mali yükleri aşağı çekeceğiz. Başka ne
yapacağız? Sektörlerde kalifiye eleman açığını gidereceğiz. Buyurun, yakında
gelecek. Sosyal güvenlik
reformunu yaptık. Uzun dönemde istikrarın sürdürülmesi için eğitime,
araştırma-geliştirmeye, altyapıya daha fazla imkân olması için mutlaka
Türkiye'nin bu reformu yapması gerekiyordu, yaptık. Yine,
araştırma-geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi konusunda biz bir kanun
geçirdik, yakında da uygulamaya fiilen girmiş olacak. Ne getiriyor bu?
Türkiye'de ARGE yapanlara, belli ölçekte ARGE yapanlara yüzde 90’a kadar bütün
vergilerde muafiyet getiriyor. Niye getiriyoruz biz bunu? Dünyadaki en iyi
uygulamalar öyle de onun için. Eğer biz, katma değeri yüksek ürünlere, kâr marjı yüksek ürünlere geçeceksek, tabii ki bizim onun
altyapısını hazırlamamız lazım. Sanayi üretimini
artırmak için tabii ki mikro ve makro düzeyde yapılacak daha birçok reform var
ama birçok reformda da çok önemli mesafeler katedildi.
Bakın, yapacaklarımızdan bahsetmiyorum, yaptıklarımıza bakarsanız, enerji piyasası
reformundan iş gücü piyasası reformuna kadar, sosyal güvenlik reformundan
araştırma-geliştirme reformuna kadar, yap-işlet-devret modelinin
genişletilmesine kadar birçok konuda adım atılmıştır. Tabii ki bazı
sektörlerde, bazı iş kollarında birtakım sıkıntılar var. Bu
sıkıntıların bazı boyutları tabii ki dünya ekonomik dinamiklerindeki
gelişmelerle ilişkili, bir kısmı da buradaki gelişmelerle ilişkili. Biz,
sanayicimizin, katma değeri yüksek, marka değeri olan ürünlere geçmesini tabii
ki teşvik ediyoruz ve bunun için de ARGE Yasası’nı getirdik. Tabii ki siz,
hâlâ, yani Bengladeş’te Bengladeş’in
ürettiği ürünlerle rekabet etmeye kalkarsanız edemezseniz çünkü biz ücretler
üzerinde rekabet edemeyiz, zaten etmek de istemiyoruz. Biz, Avrupa Birliği
sürecini yaşayan ve Avrupa Birliği ile farkı sürekli kapatmaya çalışan bir
ülkeyiz. Dolayısıyla bizde reel ücretler de orta, uzun dönemde artacaktır. Bizim böyle “yüksek
faiz, düşük kur” politikamız da söz konusu değildir. Kuru piyasa belirliyor ve
yeni olan bir olay da değil, 2001’den beri de budur, Türkiye için de doğrusu
olan budur. Faiz de tabii ki
enflasyonla mücadele için Merkez Bankası tarafından belirlenmektedir. Başka
türlü de… Zaten, her iki değişkeni, hem uluslararası para fon akışlarını
serbest bırakacaksınız hem aynı zamanda faizi, kuru kontrol etmeye
çalışacaksınız; bunlar demode görüşler, yok öyle bir şey. Yani “imkânsız üçlü”
diye bir konsept var ekonomide. Gidin bakın, dünyada
hangi ülke, aynı anda, yani sermaye giriş çıkışlarınız serbest olacak, siz
kalkacaksınız aynı anda hem faizi hem kuru kontrol edeceksiniz! 90’lı yıllarda
bu denendi ama takdir edersiniz ki, son derece başarısız bir deneyimdi. Onun
için biz Türkiye’de doğru olanları yapmaya devam ediyoruz. Enflasyonu düşürme
kararlılığı devam ediyor. Petrol ve gıda şoku sonsuza kadar sürmez. Orta
dönemde enflasyon tekrar aşağı doğru inecektir. Yine, cari açıkla
ilişkili olarak, bizim özellikle enerji piyasası reformu, ülkenin rekabet
gücünü artırmak için iş gücü piyasası reformu, ARGE reformu, bütün bunlar orta
ve uzun dönemde cari açığı çok ciddi bir şekilde aşağı çekecek gelişmelerdir. Şunu da takdir
etmeniz lazım: Bugün Türkiye eğer 120 doların üzerinde bir petrolle yoluna
devam ediyorsa bu büyük bir başarıdır. Türkiye nüfusunun yüzde 26’sı on dört
yaşın altındadır. Nüfusun üçte 2’si otuz-otuz beşin altındadır. Tasarruf
oranları düşüktür. Bu yeni bir olay değildir ve maalesef, geçmişte sosyal
güvenlik sistemi iflas noktasına götürülecek kadar kötüleştirilmiştir. Bunun da
sorumlusu biz değiliz. Tam aksine, Türkiye’nin kırk elli yıllık perspektifle
altyapısını nasıl düzeltiriz, sosyal güvenlik sistemi gibi çok önemli
reformları popülist olmasa da nasıl yaparız, onunla
uğraşıyoruz. Bakın, 1950’li
yıllarda emeklilik yaşı elli beş. 1970’li yıllarda, bakıyorsunuz, 24 aktif
çalışan 1 emekliyi destekliyor. Geldiğimiz nokta: Sistem iflas etmiş. Bunda
bizim sorumluluğumuz yok. Tam aksine, bunu düzeltiyoruz. Bugün OECD’de 30 tane
ülke var. O 30 ülkenin 4 tanesinde 2007 yılı itibarıyla emeklilik yaşı 65-67;
21’inde 65; 4’ünde 60-65. Sadece Türkiye’de 44-48. Bu sistemi bu hâle
getirenler baksınlar. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır Sayın Bakan, istirham ederim, yasa 99’da çıktı,
yapmayın yani. BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu… DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Arkadaşlar, bu sene itibarıyla erkekler kırk sekiz
yaşında emekli olabiliyorlar. ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Haftada çalışma saatleri kaç saat, bir de onu söyle bana. BAŞKAN – Sayın Mengü… DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Çalışma saati ülkeden ülkeye değişiyor. BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Ben İngiltere’deyken on altı saat, on sekiz saat
çalıştığım günler oldu, çok rahat bir şekilde. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sizden iyi kim bilecek! Sizden iyi kim bilir! DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Türkiye’de çok güzel şeyler oluyor. Türkiye’de, çok
ciddi bir ekonomik, sosyal ve siyasal bir transformasyon
var ve bununla övünmeniz lazım. Bununla övünmeniz lazım. NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Hay hay efendim! DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Cumhuriyet tarihindeki en güzel dönemi yaşamış
Türkiye. Büyümede böyledir, enflasyonda böyledir ve reformlarda da böyledir.
İstihdam da yaratmışız. Bakın, biz iktidara geldiğimiz zaman, aile içi ücretsiz
işçiler, yani yevmiye almayan işçiler toplam işçilerin yüzde 21’ini
oluşturuyordu, şu anda yüzde 14’üne düşmüş durumda. (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Sevgili
arkadaşlarım… DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Yani, iş gücü piyasasında da kalite artmıştır. BAŞKAN – Sayın
Bakan… Sayın Bakan, bir dakika… Değerli
arkadaşlarım, İç Tüzük’ümüz, beş dakikalık bir gündem dışı konuşmaya, hükûmet adına yirmi dakikalık, bana göre de fevkalade uzun
bir cevap hakkı süresi verdi. Arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde bu İç
Tüzük hükmünün değiştirilmesi lazım geldiğini ben de dile getirdim, ama bu İç
Tüzük değişene kadar hükûmet… GÜROL ERGİN
(Muğla) – Cevap hakkı palavra hakkı değil ki! BAŞKAN – Hocam…
Şimdi, yani bir hocam konuşuyor bir hocam itiraz ediyorsa, olmuyor. Lütfen,
Sayın Bakanı dinleyelim, söylediklerini beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama o, İç
Tüzük’ün kendisine vermiş olduğu hakkı kullanarak yirmi dakikayı doldurmak
istiyor. Buyurun Sayın
Bakan. MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Sayın Bakanın konuşmasında soruya cevabın ne alakası var? BAŞKAN - Lütfen
arkadaşlar… DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Evet, Türkiye’deki başarıları söylemekle kimseyi daha
fazla sıkmak istemiyorum, ama, Türkiye çok başarılı
bir dönem geçirmiştir ve yapacağımız bu reformlarla Türkiye’nin geleceği de çok
parlaktır. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sen bu konuşmayı halkın önünde yap, bak ne diyecekler sana! DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Şimşek. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Danışma Kurulunun
bir önerisi var, okutup oylarınıza sunacağım. IV.- ÖNERİLER A) Danışma Kurulu Önerileri 1.- (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 13/5/2008
Salı günkü birleşiminde yapılmasına; gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 13/5/2008 Salı ve 14/5/2008
Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının
görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Sayıştay üyelikleri
için yapılacak seçimlerin, Genel Kurulun 20/5/2008 Salı günkü birleşiminde
yapılmasına; 220 ve 224 sıra sayılı Kanun Tasarılarının İç Tüzük’ün 91’inci
maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi Danışma Kurulu
Önerisi No:34 Tarihi:
13.5.2008 8.5.2008
tarihinde dağıtılan ve Genel Kurulun aynı tarihli 101 inci Birleşiminde okunan
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki (11/2) esas numaralı gensoru
önergesinin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer alması,
Anayasa’nın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmelerin Genel Kurulun 13.5.2008 Salı günkü Birleşiminde yapılması,
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmının 70, 59 ve 66 ncı sıralarında yer alan 224, 133
ve 220 sıra sayılı kanun tasarılarının bu kısmın 2, 3 ve 4 üncü sıralarına
alınması ve diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesi, Genel Kurulun 13.5.2008 Salı ve 14.5.2008 Çarşamba günkü
Birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmında yer alan işlerin görüşülmesi, Genel Kurulun 13.5.2008 Salı günkü
Birleşiminde 15:00 – 21:00; 14.5.2008 Çarşamba ve
15.5.2008 Perşembe günkü Birleşimlerinde ise 13:00 – 21:00 saatleri arasında
çalışmalarını sürdürmesi, Sayıştay üyelikleri için yapılacak seçimlerin, Genel
Kurulun 20.5.2008 Salı günkü Birleşiminde yapılması, 220 sıra sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısı ve 224 sıra sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının İç Tüzüğün 91 inci maddesine göre temel
kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetveldeki şekliyle olmasının
Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca önerilmiştir.
220 SIRA SAYILI AMME ALACAKLARININ
TAHSİL USULÜ HAKKINDA KANUNDA VE BAZI KANUNLARDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI (1/514) BÖLÜMLER BÖLÜM
MADDELERİ BÖLÜMDEKİ MADDE SAYISI 1 İNCİ BÖLÜM 1
ila 13 üncü maddeler 30 MADDE 8- (a ve b bentleri 1 madde; Geçici Madde 72, 73 ve 74 1’er
madde olmak üzere toplam 4 madde) MADDE 9- (a, b, c, ç ve d bentleri olmak üzere toplam 5 madde) MADDE 11- (a, b, c ve ç bentleri 1’er; d, e ve f bentleri 1 madde
olmak üzere toplam 5 madde) MADDE 12- (a ve b bentleri 1; c, ç ve e bentleri 1’er ve Geçici
Madde 25 ve 26 olmak üzere toplam 6 madde) MADDE 13- (1 ve 2 nolu fıkralar olmak
üzere toplam 2 madde) 2 NCİ BÖLÜM 14
ila 26 ncı maddeler 30 MADDE 18 (a bendi ile Ek Madde 15 olmak üzere toplam 2 madde) MADDE 19- (a, b, c, ç, d, e ve f bentleri olmak üzere toplam 7
madde) MADDE 20- (Çerçeve 20 ve Geçici Madde 2 olmak üzere toplam 2
madde) MADDE 21- (Geçici Madde 26 ve 27 olmak üzere toplam 2 madde) MADDE 23- (a, b ve c bentleri olmak üzere toplam 3 madde) MADDE 24- (a ve b bentler 1 madde; Geçici
Madde 3 olmak üzere toplam 2 madde GEÇİCİ MADDE 1, 2, 3, 4 ve 5 olmak üzere toplam 5 madde) TOPLAM MADDE SAYISI 60 224 SIRA SAYILI İŞ KANUNU VE BAZI
KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI
(1/570) BÖLÜMLER BÖLÜM MADDELERİ BÖLÜMDEKİ MADDE SAYISI 1 İNCİ BÖLÜM 1 ila 20 20 2 NCİ BÖLÜM 21
ila 35 15 TOPLAM MADDE SAYISI 35 BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisinin lehinde ve aleyhinde ikişer
sayın üyeye söz vereceğim. Lehinde, Sayın Hasan Erçelebi, Denizli
Milletvekili… HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Vazgeçiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Peki. Aleyhte, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç, buyurun efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Geçen hafta Hakkâri sınırında karakolumuza vaki saldırı sonucunda
hayatını kaybeden Mehmetçiklerin ailelerine başsağlığı diliyorum, kendilerine
rahmet diliyorum. Değerli milletvekilleri, gerçekten çok büyük ıstırap ve acı
çekiyoruz. Bu memleketin insanları niye birbirini öldürüyor? Ne için birbirini
öldürüyor? İnsanların dünyadaki olaylardan ders almaları
lazım. Bir Amerika’nın Irak’ta, Irak’ı işgal nedeniyle uyguladığı insanlık dışı
eylemleri insanların göz önünde tutması lazım. Belli bir yabancı güce
dayanarak veya yabancı bir gücün gücüne dayanarak kendi memleketinde birtakım
sıkıntılar yaratmak bence çok isabetli bir davranış biçimi değildir. Yani, eğer
Amerika, Irak’ta, orayı işgal ederken uyguladığı muamele neyse Türkiye’nin
herhangi bir bölgesine geldiği zaman da yine uygulayacağı işlemler budur.
Türkiye’de silahlı eylemler için bir neden yoktur. Değerli milletvekilleri, Türkiye’de demokraside eksiklik olabilir,
ancak silahlı eylemin olduğu hiçbir yerde demokrasi uygulanmaz. Onun için ben
herkese çağrıda bulunuyorum: Şu Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütünlüğünü
korumak hepimizin namus ve şeref borcudur. Burada insanlarımızı birbirine
düşürmenin de bir anlamı yoktur. Bu emperyalist güçlerin bütün hedefleri
Türkiye’yi parçalamaktır, Türkiye’yi bölmektir ve dolayısıyla Türkiye’nin maddi
gücünü zayıflatmaktır. Bunu herkesin iyi kavraması lazım. Çünkü
bugün silah alıp da dağa çıkan o gençlere özellikle şunu hatırlatmak istiyorum:
Silah alıp da dağa çıktığınız takdirde ne kendinize ne ailenize ne de bölgenize
bir hizmet edeceğinize inanmayın. Biz bu memlekette… (AK Parti sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlar, ben bunu alkışlanmak için söylemiyorum. Bu
benim vicdani bir borcumdur, bunu söylüyorum. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – İçlerinden geldiği için alkışlıyorlar. KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır, neyse, yani şey ediyorum. MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Doğruyu söylüyorsun. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Ara sıra doğru konuşuyorsun. KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır, ben her zaman doğru yapıyorum da siz
anlamıyorsunuz. Neyse… Şimdi, gerçekten, çok büyük bir vicdan azabını çekiyorum. Yani, bu
memlekette insanlar, yirmi yaşındaki, yirmi iki yaşındaki çocuğunu bu
memleketin savunması için gönderiyorlar. Bunların öldürülmesi için hangi
vicdana sığınıyorlar bu insanlarımız? Çünkü hepimiz kardeşiz. Dolayısıyla, bu
memlekette artık bu gibi olayların sona ermesi için herkesin kendisine
düşen görevi yapması lazım. Aksi takdirde, emperyalist güçlerin oyuncağı
oluyoruz ve ne kendimize ne memleketimize bir faydamız yok. Türkiye Cumhuriyeti
devletinin birlik ve bütünlüğü korunduğu zaman, dağlarında silahlı eylemler
olmadığı zaman, ben inanıyorum ki Türkiye’yi yöneten insanlar da Türkiye’yi
dürüst yönetmek zorunda kalacaklardır. Burada artık soygun da olmayacak,
birtakım… Çünkü, artık, dikkatler oralara gitmeyecek
ve dürüst bir yönetimin bu ülkede uygulanması için herkes kendine düşen görevi
yapacaktır. Şimdi, değerli milletvekilleri, biraz önce sorularla ilgili,
Başbakan Yardımcısı çıktı, burada birtakım konuşmalar yaptı. Şimdi, Meclis
Başkanının, bana göre, kendisine cevap vermesi lazım. Yani, sorulmayacak
sorular İç Tüzük’te belirtilmiş. Bunları da -sorulmayacak soruları- eğer Meclis
Başkanı o ön incelemeden geçirmişse demek ki bunlar sorulacak sorulardır. Ayrıca, maalesef, Hükûmet, bizim
sorduğumuz sorulara cevap vermiyor. Çok ciddi ciddi
sorular soruyoruz. Mesela, bir Kütahya Şeker Fabrikası’yla ilgili 3 defa soru
önergesi verdim. Yani, Kütahya Şeker Fabrikası’nı alan AKP’li
bir milletvekili. Ama bir sene sonra gidiyorlar, Kütahya Şeker
Fabrikası’na ait olmayan 112 dönümlük bir araziyi, Türkiye Şeker Fabrikası’na
ait olan bir araziyi, tapuda tapu memuru bir çizik çiziyor, Kütahya Şeker
Fabrikası’na getiriyor. Böyle bir şey olur mu? Bunu söylüyoruz. Bunun gibi daha
yüzlerce mesele var. Şimdi, sorunun sorulmasının amacı, “Bu memlekette siyasi iktidarın
yaptığı suistimaller var mıdır yok mudur?” Siyasi
iktidar çıkıp da burada bunlara doğru cevap vermek zorundadır. Hep demagoji yapıyorlar, olayları hep başka taraflara
çekiyorlar. Bu olmaz sayın milletvekilleri! Bakın, bu memleket, ancak dürüst bir yönetimle sağlıklı bir
ekonomiye kavuşabilir, sağlıklı bir yönetime kavuşabilir. Şimdi, siz,
çıkıyorsunuz kürsülerde yalan yanlış bilgiler veriyorsunuz. Yani, bunu her
vesileyle söyledik. Şimdi, mesela bu 750 milyon dolar nasıl verilmiş? Hangi
teminat karşılığında verilmiş? Katar’dan, o 350 milyon dolar alınırken kimlere
ne avantajlar verilmiş? Türkiye'nin hangi malları bunun karşılığında verilmiş? Bunların açıklanması lazım. Yani, bakın, sayın milletvekilleri, 2002 seçimlerinden önce,
2000’de, biliyorsunuz o Anayasa kitapçığı atıldığı zaman, o gün Merkez
Bankasından birileri 5 milyar 200 milyon dolar çektiler ve ben bunu defalarca
dile getirdim, o 5 milyar 200 milyon dolara cevap verilmediği için o günkü
iktidarların maalesef hepsi baraj altında kaldı. Ben bu 750 milyon dolar
konusunda da sizin baraj altında kalacağınıza inanıyorum. Çünkü,
o kadar vahim, o kadar büyük bir suistimal ki… Yani,
düşünebiliyor musunuz, devlet bankalarından, gideceksiniz 750 milyon dolar para
çekeceksiniz, kendi akrabalarınız için! Hangi güç size bu yetkiyi veriyor?
Dolayısıyla, bu, böyle olmaz değerli milletvekilleri. Sonra, işte, gazetelerde yazıyor, AKP’li hanım milletvekillerinin
eşleri en güzel mevkilere gelmiş. Ya, şimdi, bakın, sayın milletvekilleri, bu,
dürüst yönetim ilkesiyle bağdaşmayan bir şey. Yani, şimdi, memlekette
Başbakanlığı siz yapacaksınız, en büyük makamlara siz geleceksiniz,
milletvekilliğine siz geleceksiniz, en büyük makamları siz kendinize alacaksınız;
peki, bu vatandaş toprak mı yiyecek, ne yiyecek bu vatandaş, onu söyleyin.
Müsaade edin de bu ihaleleri biraz da fakir fukara alsın, ihtiyacı olanlar
alsın, bazı makamları da layık olan insanlar alsın. Böyle olunca, bunu hep
kendine “Rabbena hep bana” derseniz bu iş olmaz. Şimdi, tabii, gensoru üzerinde konuşma imkânımız da olmadığı için,
gensoruyla ilgili bir konuyla ilgili düşüncelerimi de belirtmek istiyorum. Bakın, sayın milletvekilleri, şimdi, Türkiye’de aslında, maalesef,
ne iktidar iktidarlığını biliyor ne de çok defa vatandaş vatandaşlığını
biliyor. Ben, mesela sendikaların Hükûmetin aldığı
karara “Orada ben miting yaptırmam” demesine rağmen “Taksim’de miting yaparım”
düşüncesini hatalı buluyorum. Çünkü, Türkiye de bir
hukuk devleti, yani herkes… Bakın, ben bu işleri bilen birisiyim. Türkiye bir
hukuk devletidir. Arkadaş, sen Taksim Meydanı’nda miting yapmayı engelleyen Hükûmetin işlemine karşı git idare mahkemesinde dava aç ve
ona göre eğer idare mahkemesi karar verirse sen gider orada şey edersin. Ama, idare mahkemesinde karar vermeden devletin valisinin
verdiği bir kararı siz güç kullanarak oraya çıkmaya kalkarsanız o zaman
sıkıntıyı siz çekersiniz. Yani, kanunlara, hukuka herkesin,
her vatandaşın riayet etmesi lazım. Burada sendikaların hatası var. Ama, Hükûmetin hatası onlardan
daha büyük. Şimdi, Hükûmet, basiretli bir Hükûmet olsaydı gidip de DİSK’in kapısında işçileri o
tazyikli suya tutmazdı. Taksim Meydanı’na, o meydana girişe belirli bir
barikatlar kurardı, vatandaşlar oraya girmezdi ve o kadar vahşice o
vatandaşlara karşı bir işlem yapılmazdı. Ben polisimizin o kadar kötü
davranacağına inanmıyorum. Korkuyorum ki, bazı militanlar polisin içine
karıştırıldı. Yani, Talibanlar malibanlar inşallah
karıştırılmamıştır. Çünkü, yani ben Türk polisinin
kendi vatandaşına karşı böyle bir, gerçekten ağır, saldırgan, karşısındaki
insana saldıran bir psikolojiyle hareket edeceğini zannetmiyorum. Polis tabii
ki iktidar kendisine ne görev verirse onu yapmak zorundadır. Onun için, bence
bu gensorunun baş sorumlusu Başbakandır ve İçişleri Bakanıdır. Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin manzarasını… Yani, o
görüntüler Türkiye’yi o kadar çağ dışı, o kadar büyük bir işkence yapan bir
ülke hâline soktu ki… Yani, şimdi, ne yaparsak hoş görülür diyorsunuz. Ben
şimdi bu AKP’lilerden soruyorum: Acaba, hangi ağır suç sizin bakanlarınızın,
Başbakanınızın istifasını gerektiriyor? Bunu bir söyleyin ya. Mesela, şimdi,
750 milyon krediyi alıyor bankadan, kendi damadının şirketine veriyor; oh ne
kadar güzel! Hiç kimse aldırmıyor. Şimdi, polisi vatandaşın üzerine saldırıyor,
en temel hakkı olan, hakkı kullanmaya çalışan emekçinin üzerine salıyor ve o
kadar büyük… Hastaneye gaz bombası atılıyor; burada kimse suçlu değil!.. Kim burada suçlu? Yani, burada siyasi sorumluluk var
değerli milletvekilleri. Siyasi sorumluluğu, artık, siz o kadar bu konularda
pişkin davranıyorsunuz ki, yahu, hiçbir şeyi üzerinize almıyorsunuz ama o kadar
çok ayıplarınız var ki, yani Ankara alanını kaplayan bir yorgan yapılsa,
vallahi sizin ayıplarınızı örtemez. Yani bu kadar çok büyük ayıplarınız var. Şimdi, bu kadar büyük ayıplara rağmen, siz hâlâ, hiçbir şey
olmamış gibi, bu memlekette eğer hakikaten görevinize devam ederseniz, bu işin
sonu hiçbir zaman selamet değildir. Türkiye çok ciddi sıkıntılar içindedir. Sokağa çıktığımızda herkes hayatından endişeli. Türkiye
Cumhuriyeti devletinin sağlıklı yönetilmediği, bugünkü iktidarın bu devlete
bakış açısının çok da hayırlı olmadığı, bir devletin… Yani, sizin eski Meclis
Başkanınız çıkıyor diyor ki, Bülent Arınç: “Osmanlı
yumruğunu” diyor “vururuz” diyor. Yahu, sen bir defa... “Osmanlı” diye bir
millet yok ya. Niye yani? Türk yumruğu niye demiyorsun da, Osmanlı yumruğu…
Demek ki, siz daha Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşlığını
benimsememişsiniz, gözünüz Osmanlılıkta. Bunlar hepsi, zaten kendi konuşmalarınızla
ortaya koyduğunuz durumdur. Şimdi, değerli milletvekilleri, bu memleket bizim. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Genç, bir dakika ek süre verdim, lütfen bitirin. KAMER GENÇ (Devamla) – Bu memlekette herkesin artık
şapkasını önüne koyup düşünmesi lazım. Türkiye çok ciddi ekonomik sıkıntı
içinde. Bakın işte. Bakmayın, sizin bakanlar
çıkıyor burada demagoji yapıyor, “Efendim Türkiye çok
iyi durumda.” Yahu, bu memlekette işsizlik o kadar alabildiğine ilerlemiş ki.
Şimdi siz, paketlerle, birtakım insanları, günlerini gün etmeye çalışıyorsunuz.
Yarına bu paketleri verecek para da bulamazsınız. Evet, devletin büyük
kaynaklarını kendi yandaşlarınıza çok ucuz fiyatlarla verdiniz. Yani, keşke bize burada ispat hakkını getirseniz. Size bir
şey tavsiye ediyorum: Gelin, bir suistimalleri
araştırma komisyonu kuralım, ben de o komisyonun içine gireyim. Bak, ben
maliyeciyim, bakın ben size neler çıkarırım; bakın, ne suistimaller
çıkarırım ama siz diyorsunuz ki, biz örtbas ediyoruz. Siz, geçen gün, Grup Başkan Vekiliniz dedi ki: “Biz, efendim, 2002
seçimlerine girdik.” Bir araştırma komisyonu kurdunuz. Peki, araştırma
komisyonu kurdunuz da ne yaptınız? En büyük suçları zaman aşımına uğrattınız.
Doğru dürüst bir çalışma yapmadınız ki. En büyük hırsızların suçlarını
affettiniz. İşte gelin, gidelim, araştıralım bunları. Saygılar sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç. Değerli arkadaşlarım, Danışma Kurulu önerisi lehinde Sayın Mustafa
Elitaş, Kayseri Milletvekili. Buyurunuz efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum. Danışma Kurulu, nasıl çalışacağı,
nasıl düzenleneceği ve nasıl oluşacağı İç Tüzük’ümüzün 19’uncu maddesinde
belirlenmiş. Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasi parti
gruplarının grup başkanları, grup başkan vekilleri veya onların göstereceği bir
milletvekili vasıtasıyla Meclis Başkanlığı tarafından toplantıya çağrılan
kurul. Bu kurulun ittifak hâlinde, mutabık bir şekilde karar alması sonucunda
Türkiye Büyük Millet Meclisinin o gün ve sonraki günlerde nasıl çalışacağıyla
ilgili karar veriliyor. Arkasından Danışma Kurulunun hangi konularda yetkili
olduğuyla ilgili baktığımızda “Genel Kurul Çalışmaları” diye İç Tüzük’ümüzün
49’uncu maddesinin “Gündem” başlıklı kısmıyla 50’nci maddesindeki “Özel gündem”
diye ifade ettiğimiz kısımlardan Danışma Kurulunun görüşleri Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna bildiriliyor. Esasen, Danışma Kurulu Parlamentoda grubu bulunan siyasi
partilerin ittifak hâlinde aldıkları bir karar olduğu doğrultuda Genel Kurulun
bunu görüşmesiz oylaması gerekiyor. Fakat uzun yıllardır uygulanan gelenek
çerçevesinde, bir manada Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının
içtihat hâline getirdiği yönündeki değerlendirme, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde yapılan Danışma Kurulu önergelerinin, Danışma Kurulu görüşlerinin…
Önergede değil aslında 19’uncu maddede “Danışma Kurulunun aldığı karar Türkiye
Büyük Millet Meclisine bildirilir.” diyor ve bu bildirime, başka maddelere
yapılan atıflar çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Danışma
Kurulunun getirdiği her şey diğer önergelerle eş değer hâle getirilip, bu
konuda lehte ve aleyhte konuşma imkânı veriliyor. Hâlbuki
19’uncu maddeyi iyi bir şekilde, daha da Türkiye Büyük Millet Meclisinin
verimli bir şekilde çalışmasını arzu eden İç Tüzük yapıcı, kanun koyucunun
düşüncesini dikkate aldığımızda, 19’uncu madde Danışma Kurulunun uzlaşamaması
hâlinde siyasi parti gruplarının veya diğer milletvekillerinin, grubu olmayan
temsilci milletvekillerinin, bir siyasi partinin grubu önerisi hakkında lehinde
veya aleyhinde görüş verme imkânı ortaya çıkıyor. Danışma Kurulunda herhangi bir siyasi parti grubu… Şu anda,
Parlamentoda dört tane siyasi partimiz var. Dört siyasi parti
grubundan bir tanesi toplantıya katılmazsa veya o toplantıdaki konuşulan
mevzulara katılmadığı sürece, oy birliği sağlanamadığı sürece Danışma Kurulu
toplanamamış, karar verememiş sayılıyor fakat benim kanaatimce, 19’uncu madde,
49 ve 50’nci maddeler, Başkanlık Divanı tarafından yeniden görüşülüp
yorumlandığı takdirde, öyle inanıyorum ki, bu konuda yeni bir içtihat düzenleme
imkânı verecek ve Parlamentonun ittifak hâlinde karar aldığı konularda, ümit
ediyorum, daha hızlı bir şekilde çalışması, İç Tüzük yapıcılar, kanun
koyucuların niyetlerine daha uygun bir düzenleme olacaktır diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, biraz sonra görüşmeye başlayacağımız
istihdam paketi, gerçekten Türkiye için çok önemli düzenlemeler getiriyor.
Bugüne kadar hem işçi çalıştırmak gerçekten çok zordu, istihdam edenler
tarafından baktığımızda sıkıntıları beraberinde getiriyordu hem de istihdam
edilenler, çalışanlar yönünden çeşitli problemleri de beraberinde getiriyordu.
Bir tarafta işverenlerle çalışmak isteyenlerin İş Kanunlarından ortaya çıkan
sakıncaları dolayısıyla çalışan çalıştığından zevk almıyor, çalıştıran da
çalıştırdığı kişinin kendi ekonomik konjonktürel
durumları içerisinde ortaya çıkan problemler göz önüne aldığında onlarla
sıkıntılar ortaya çıktığını düşünüyordu. Bununla ilgili önemli düzenlemeler
yapılacak biraz sonraki yapacağımız görüşmelerde. Yine 2’nci sırada yer alan, taarruz uçaklarının Türkiye’de
yapılmasına ilişkin kanun tasarısı, bir ana madde, yürürlük ve yürütmeyle
beraber 3 madde. İş Kanunu toplam 35 madde, iki bölüm hâlinde konuşulacak. Daha
sonra, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı toplam 57 madde; bu da iki bölüm
hâlinde konuşulacak. Bu görüşeceğimiz yasalar, ümit ediyorum, ülkemiz için çok
önemli konulara temas edecektir diye düşünüyorum. Muhakkak ki muhalefet
milletvekili arkadaşlarımızın yapacağı konuşmalarla, katkılarla da bu yasaların
vatandaşlarımız tarafından, ilgililer tarafından daha iyi anlaşılmasına imkân
verecektir diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, bugün 103’üncü Birleşimimizi yapıyoruz.
Yanlış hatırlamıyorsam, ikinci yasama yılında 94’üncü veya 95’inci
birleşimimizi yapıyoruz. Bu çerçevede siyasi parti grupları, grup başkan
vekilleri kendi aralarında yaptıkları toplantılar çerçevesinde, büyük bir
çoğunluğunu, yüzde 60, yüzde 70’e yakın bir bölümünü Danışma Kurulu önerisi
hâlinde getirip değerli milletvekillerimizin bilgilerine sundular ve o
çerçevede Türk milletinin ihtiyacı olan yasaları düzenlemek için elimizden
gelen gayreti gösterdik. Bugün de Danışma Kurulu, Parlamentoda temsil edilen bütün siyasi
parti grup başkan vekillerinin ve Meclis Başkanlığımızın başkanlığında toplanan
Danışma Kurulu, bugün de ittifakla bir karar alarak, biraz önce okutulan önerge
doğrultusunda bu haftanın çalışma programını inşallah sizlerin de oylarıyla
devam ettireceğiz. Bugün çalışma saatimiz 15.00-21.00, yarın 13.00-21.00,
perşembe günü 13.00-21.00 şeklinde devam edecek, bu haftayı da tamamlamış
olacağız. Değerli arkadaşlar, buraya çıkıldığı takdirde, bu kürsü milletin
kürsüsü. Yasalar komisyonlarda enine boyuna inceleniyor, bürokratlar, konuyla
ilgili uzman milletvekilleri tarafından didik didik
edilip milletin refahına, milletin menfaatine olacak şekilde yapılmaya
çalışılıyor. Hatta bazı yasalar, daha da önem atfedildiğinden dolayı, bir alt
komisyonda daha dar çerçevede ve daha özgün bir şekilde araştırılarak
getiriliyor. Bu meyanda muhalefetin tabii ki her yasaya katılmasını, her yasaya
destek vermesini beklemek mümkün değil. Çünkü, onların
görüşleri farklı bir şekilde olabilir veya iktidarın aldığı sorumluluğu kendi
üzerinde taşımama gayreti içerisinde, o sorumluluğu paylaşmama amacıyla burada
o yasayla ilgili çekincelerini dile getirebilirler. İşte bu kürsü, Türk
milletinin menfaatine olduğu düşünülen -iktidar partisi grubu tarafından-
milletvekillerinin getirdiği kanun tekliflerini veya iktidarın getirdiği kanun
tasarılarını, millete ne getiriyor ne götürüyor diye, milletle ve
milletvekilleriyle, milletin temsilcileri olan bizlerle paylaşabilmek için kullanılması
gereken bir kürsü. Burada muhalefet, yapılan yasanın eksiğini şöyle olursa daha iyi
olur diye ifade ederek iktidara en azından yol açıcı tarzda konuşma yapacak,
muhalefet de yaptığı yasayla ilgili… (CHP sıralarından gürültüler) ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Hiçbirini dikkate almıyorsunuzki! ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Dikkate aldığınız bir tane şey söyler
misiniz? BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Size bir tane örnek vereyim: Grup
Başkan Vekiliniz Hakkı Suha Bey’in de imzası olan bir
şey vardı. Geçen hafta… (CHP sıralarından gürültüler) ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Bir tane örnek! MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bakın, bir tane örnek diyorsunuz, on
tane örnek derseniz on tane de örnek veririm, bir tane diye sordunuz. Ne
sorduğunuza iyi dikkat edin! Hakkı Suha Bey’in ve bütün grup başkan
vekillerinin imzaladığı bir örnek vardı. ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Öneri filan aldığınız yok. BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın arkadaşlar. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Tekriri müzakere kararı aldık. Sayın
Akif Hamzaçebi’nin verdiği bir önergeyle, farklı bir
şekilde değerlendirildiğinden dolayı bütün siyasi partilerin grup başkan
vekilleriyle yaptığımız imza çerçevesinde düzelttik. Bir tane örnek yeter mi?
Tarih istiyorsanız daha da vereyim…(AK Parti sıralarından alkışlar) MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yanlış yaptık. BAŞKAN – Lütfen, Genel Kurula hitap edin Sayın Elitaş. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – “Yanlış yaptık.” diye oradan bir
arkadaşımız söylüyor ama Hamzaçebi’nin yaptığı doğru
bir önerge idi Sayın Özyürek. Onun yaptığını biz
doğru önerge olarak gördük, onun düzeltmesini yaptık. ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Yüzlerce örneği var bizde ama kabul
etmiyorsunuz. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, muhalefetin
de iktidara tahammül etmek mecburiyeti vardır. İktidarın nasıl ki muhalefetin
söylediklerine… ABDULLAH ÖZER (Bursa) – İktidar da muhalefete tahammül göstermek
zorunda. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Değerli grup başkan vekilleri buraya
çıkıp diyorlar ki… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Elitaş, buyurun. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – “İktidar olarak tahammül göstermek
zorundasınız.” diyorlar. Doğru, ama şuradan dikkat ediyorum: İktidar partisi
milletvekilleri kırıcı olmamak için elinden gelen gayretleri gösteriyorlar,
fakat şöyle biraz zülfüyâra dokunduğumuz zaman birden bire zıplıyorlar. Değerli arkadaşlar, adil olalım, adaletli davranalım. Bizim burada
yapmamız gereken… Bakın çok önemli bir şey söylüyorum… ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Söylediklerinizin hiç birisi önemli değil,
biz her birini biliyoruz. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Biraz sonra konuşacağımız istihdam
paketi bu vatandaşlarımıza, çalışan ve çalıştıranlara ne gibi fayda sağlayacak,
sizin görüşünüzle de ne gibi eksiklikler var, onları ifade etmeye çalışalım,
onları düzeltmeye çalışalım, onları anlatmaya çalışalım. (CHP sıralarından
gürültüler) ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Hep sizin söyledikleriniz doğru
değil mi! BAŞKAN – Lütfen, rica ediyorum arkadaşlar. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu kürsüyü kullananlar, açıkçası
birilerini çok ağır şekilde itham ediyorlar. Kimine “ayıplı” diyorlar,
“Ayıplarınızı eğer örtersek şunlar bunlar yetmez, Ankara’nın üzerine yorgan
hâline getirsek, örtmez.” diye ifade ediyorlar. Ama,
şunu açık ve net söylüyorum: Şuradaki 340 milletvekilinin elhamdülillah bizim
bildiğimiz hiçbir ayıbı yok, ama senin Türkiye medyalarına düşmüş, başkalarının
namusu ve şerefiyle oynama ayıbı sana herhâlde yeter diyorum. Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Elitaş, teşekkür
ediyorum. Danışma Kurulu önerisinin aleyhinde Eskişehir Milletvekili Sayın
Tayfun İçli. Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla
selamlıyorum. Yine bir salı günü, yine bir Danışma Kurulu önerisi, yine ben
karşınızdayım. Değerli arkadaşlarım, Sayın Ahmet Ersin arkadaşım, gündem dışı
konuşmalarda, Hükûmetin sorulara yanıt vermediğini, Hükûmetin Anayasa gereği olan denetleme hakkından kaçtığını
ifade etmişti. Sayın Bakan, Sayın Çiçek, konuşmasında, Anayasa gereği olarak
diğer denetleme konularının Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşüldüğünü ifade
ederek birtakım açıklamalar yaptı. Doğrusu Sayın Bakanın açıklamalarını
yadırgadım. Çünkü diğer denetleme konuları, gensoru gibi diğer konular Anayasa’mızda ve İç
Tüzük’te mutlaka ele alınması gereken ve hangi sürede ele alınması gerektiği
yazılı olan konulardır, ama sözlü sorular 22 Temmuzdan bu yana kesinlikle Hükûmet tarafından yanıtlanmıyor. Her salı günü sözlü
sorular konusundaki denetleme ya Danışma Kurulu önerisiyle ya da AKP Grubu
önerisiyle ortadan kaldırılıyor. Bir kere bunu çok net olarak
ifade etmek lazım. Anayasa gereği olarak yapılması gereken Hükûmetin görevi hiçbir şekilde bertaraf edilemez. Sayın
Bakan, Sayın Çiçek konuşmasında hep yazılı sorularla ilgili rakamlar verdi, ama
özellikle 22’nci Dönem ve 23’üncü Dönemde sayın milletvekillerinin verdiği
sözlü sorularla ilgili rakamları vermekten imtina etti. Bu konuyu geçiyorum,
birinci konu buydu. Değerli arkadaşlarım, bundan önceki Danışma Kurulu önerilerinde
muhalefet partilerinin, AKP ile mutabık kalarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışma usullerini belirlemesini eleştirmiş ve zalimin elini sıkan zulmüne
ortak olur demiştim. Bu benim görüşüme çok değerli grup başkan vekilleri,
muhalefet grup başkan vekilleri tabii üzüldüler. Ama,
değerli arkadaşlar, bugün yine önümüze getirilen Danışma Kurulu önerisinde
ülkenin yararıyla ilgili, Türkiye’nin gündemiyle ilgili konuların
bulunmadığını, yine AKP’nin bir dayatma şeklinde Türkiye’nin gündemine getirmek
istedikleri konuları görüyorum. Türkiye’nin gündemi nedir? Türkiye’nin gündemi, değerli
arkadaşlarım, açlık ve yoksulluktur. Türkiye ciddi bir ekonomik krizle karşı
karşıyadır, hatta yaşamaktadır. Biraz evvel Sayın Bakan Şimşek, bazı
arkadaşların söz atması üzerine “Ben İngiltere’deyken…” diye birtakım rakamlar
vererek konuşmasını sürdürdü. İngiliz vatandaşı olan hazine bakanımızın hâlâ
aklının İngiltere’de olması doğrusu beni burada üzdü. Verdiği rakamlar doğru
rakamlar değil. Tabii bu arada Sayın Bakanın Kraliçesi, Sayın İngiltere
Kraliçesi ülkemizde. Bu vesileyle hoş geldiniz diyorum Sayın İngiltere
Kraliçesine ama, hazineden sorumlu, ekonomiden sorumlu
Sayın Bakanın biraz evvel yapmış olduğu konuşmayı yadırgadığım gibi, vermiş
bulunduğu rakamların da ne kadar gerçeği yansıtmadığını bu arada ifade etmek
istiyorum ve Türkiye’nin gerçek gündeminin ne olması gerektiğini bu vesileyle
size bildirmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanın dediği gibi enflasyon
düşmüyor. Ankara Ticaret Odasının verilerine göre gerçek enflasyon yüzde 50,
49,3. Bakın, kırmızı mercimek yüzde 261 artmış, kereviz yüzde 257 artmış, limon
yüzde 180 artmış, dolmalık biber yüzde 147 artmış, pirinç yüzde 141 artmış,
makarna yüzde 135 artmış. Sayıyorum, bunlar hep yüzde 100’lerin üzerinde. Peki,
artmayan ne, eksi olan ne? Epilasyon cihazı, eksi. Epilasyon
cihazı ile pirinci ortalama yapmışlar, ondan sonra da enflasyon rakamı yüzde
10’un altında diye Türk halkına yutturmaya çalışıyorlar. Bilemem, cinsel
tercihleri farklı olan insanlar şüphesiz vardır, onlara saygı gösteririm, ama
Türkiye’de kimlerin epilasyon cihazı kullandığını herkes çok iyi biliyor. Çocuk bezi, eksi enflasyonda. Bu enflasyon rakamlarının
içine çocuk bezini katmışlar ve Türk halkına “enflasyon düşüyor” diye
yutturmaya kalkıyorlar, aynı zamanda İngiliz vatandaşı olan hazineden sorumlu
Bakanımız. Bakın, sadece o değil, ilaçlarda yüzde 80 artış var, mazot yüzde 130
artmış, elektrik yüzde 27 artmış. Bunlar gerçek veriler. Şimdi, Türkiye’nin
gerçek gündemi buyken elinde rakam olmadan bir bakanın farklı konuşmasını
yadırgıyorum. Yine gazetede bir haber: “Canlı hayvan ithalatında yüzde
672’lik bir artış.” Hayvancılık
yapamayan, hayvancılığı, tarımı bitmiş bir ülkenin canlı hayvan ithalatındaki
rakamı size söylüyorum. Yine hububatla ilgili, Türkiye’deki ithalat artışı
yüzde 169; yüzde 170 hububat ithalatında artış var, geçiyorum. Yine bir gazete
haberi: “Pazarcı satamıyor, vatandaş alamıyor.” En ucuz gıda maddesinin
bulunduğu pazarlarda pazarcı esnaf kan ağlıyor, ürün satamıyor vatandaş
alamadığı için. Sayın Bakan bundan habersiz, İngiltere’deki olayları takip
ediyor. BAŞKAN – Sayın İçli, Danışma Kurulu önerisine ne zaman
geleceksiniz? H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Geliyorum. Türkiye’nin gerçek gündeminin bu olduğunu, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bu konuları konuşması gerektiğini, yoksa Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Türkiye’nin gündemi olmayan konuları görüşmesinin ülke yararına
olmadığını ifade etmek istiyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN – Buyurun. H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Geliyorum. 2002’den rakam verdi ülke buralara geliyor diye. Bakın, 1923 ile
2002 tarihleri arasında, yetmiş dokuz yılda, Türkiye’nin cari işlemler açığı 50
milyar dolar, 2002 ile 2007 arasında, AKP İktidarında, beş yılda 118 milyar
dolar cari işlemler açığı. Bunu kim veriyor biliyor musunuz? Sayın Bakanın,
Hazine, TÜİK ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının verileri: İç borç 2002 ile
2007 arasında yüzde 70 artmış; 2002’ye kadar 149 milyar dolar olan iç borç,
2007 yılında 255 milyar dolar olmuş. Bakın, dış borç yüzde 83 artmış ve 2007
yılında Türkiye'nin üçüncü çeyrekteki dış borcu 238 milyar olmuş. Bakın, toplam
borç 2002 yılında 221 milyarmış, 2007’de toplam borç 500 milyar dolar; 300
milyar dolar artmış! Ve bir şey daha söyleyeceğim: Eskiden kamu borcu varmış,
özel sektör borcu varmış ama özel sektör borcu ne olmuş biliyor musunuz? Özel
sektör borçlandırılmış, yüzde 235 özel sektör borcu var ama başka ilginç bir
olay var, vatandaş borçlandırılmış kredi kartıyla. Kredi kartı 2002’den bu yana
yüzde 542 kredi kart borçlarından dolayı artmış. Devlet borçlu değil, kamu borçlu
değil ama sokaktaki Ayşe, Fatma, Mehmet borçlu ve Mehmet borçlu için… 2002-2007
seçimlerinde “Aman siyasi istikrar bozulursa ekonomik istikrar bozulur.”
korkusuyla, vatandaş, o korkuyla, Türkiye'nin gerçek gündemi, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gerçek gündeminde olduğu gibi pusulayı saptırmış. Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin gerçek gündemi şüphesiz düşünce
özgürlüğü ile ilgili, 301’le ilgili Türk Ceza Yasası’ndaki değişiklik olabilir,
çünkü getirildi. Ama son dönemlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilen
yasalara baktığınız zaman, Sayın Maliye Bakanının “Babalar gibi satarım.”
dediği gibi hep kaynaklarımızın satılmasıyla ilgili yasalar geliyor.
Ormanlarımız satılıyor, işte turizmle ilgili ormanlarda birtakım yatırımlar
yapılması gündeme geliyor. Vatandaşın yıllardır vergileri ile oluşturulan
birçok kamu tesisleri yüzde 80, yüzde 90 yap-işlet-devret adı altında bir
şekilde kamunun elinden çıkıyor. Türkiye'nin yüz akı olan kuruluşlar, Erdemir gibi birçok kâr eden kuruluş yine babalar gibi
satılıyor. Yine bu önümüze gelecek olayda, 2002 yılında işsizlik sigortası
çıkartmıştık, çalışanların hakkını korumak için yasa çıkartmıştık. Oradaki
fonun işçiler tarafından değil de birileri tarafından başka amaçlarla -devletin
amacı olabilir- kullanılmasına ilişkin düzenlemeler Türkiye Büyük Millet Meclisine
getiriliyor. Değerli arkadaşlarım, vatandaş kan ağlarken, çarşı yanarken,
mutfak yanarken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine kadrolaşmayla ilgili
TRT Yasası’nı getiriyorsunuz. ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Ekonomiden
sınıfta kaldın! H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Hiç… Hiç… Bunlar, Sayın Bakanın
rakamları; bunlar, üfürük rakamlar değil. Sayın Milletvekili, üfürük rakamlar
değil, bunlar gerçek rakamlar; sizin saklamak istediğiniz, Türkiye'nin
gündeminden kaçırmak istediğiniz rakamlar. İsterdim ki Sayın Bakan burada olsaydı.
İsterdim ki burada olsaydı ama Sayın Bakan, öyle, elimde, yanımda rakamlarım
yok, bilemiyorum değil, bunlar gerçek rakamlar, onun için, buradaki haberler
gazete haberleri, üfürük değil. Bunlar Hazinenin, Merkez Bankasının rakamları,
İstanbul Ticaret Odasının yaptığı araştırmalar, Ankara Ticaret Odasının
yaptırdığı araştırmalar. Siz sokakta gezmiyorsunuz, siz sırçalık… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AHMET YENİ (Samsun) – Yazar kasalar atılıyordu sizin döneminizde. BAŞKAN – Bir dakika verdim, bitirin lütfen. ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Biraz da Derviş’ten bahset. H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – Evet, ona geliyorum, Derviş’ten
bahsediyorum. Şimdi, belirli yerlerde gözyaşları içerisinde başınıza
geleceklerle ilgili birtakım düşünceler ifade ediyorsunuz. Bakın, 2002 yılında
o havuzun kara deliklerini kapatmakla ilgili çok önemli yasalar yaptık. Şimdi,
diyorsunuz ki topu taca atmak için: “Dünyada kriz var.” Beyler, 1999-2001
yılında Uzak Doğu krizi vardı, Amerika’da da kriz vardı, Rusya krizi vardı ve
Rusya moratoryum ilan etmişti unutmayın ve o
tarihlerde, o sıkıntılarda bu yüce Meclis birçok önemli yasa çıkarttı ve
bedelini de ödedi halk acı çektiği için, bedelini de ödemek zorundaydı. Bizler
bunu bilerek çok önemli yasalar çıkarttık ama 2002’de size altyapısı
tamamlanmış, kara delikleri kapatılmış bir ekonomi teslim ettik ama biraz
evvel… [AK Parti sıralarından alkışlar (!)] Size 2002 yılında verilen rakamları veriyorum bakın, 200 milyar
dolar olan borcu 500 milyar dolara çıkartmışsınız. Bir şey daha unuttum: Bu
özelleştirmelerden dolayı… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AHMET YENİ (Samsun) – Yirmi iki bankayı batırarak, bankaları
batırarak! H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – …bankaları satımdan dolayı aldığınız 40
milyar doları da bundan düşmek suretiyle… AHMET YENİ (Samsun) – Kaç banka batırdınız? H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) – …mahsup etmek suretiyle 300 milyar
dolara çıkardınız. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İçli. Sayın milletvekilleri, müzakerelerini tamamladığımız Danışma
Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Öneri kabul
edilmiştir. Alınan karar gereğince, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmına geçiyoruz. Bu kısımda yer alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Grup Başkan Vekilleri, Ankara Milletvekili Hakkı Suha
Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu
ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol'un, 1 Mayıs
kutlamalarının Taksim'de yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü
hakkını ihlal ettiği, güvenlik güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik
ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin
ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında
Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddeleri
uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin (11/2) esas numaralı Gensoru
Önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz. V.- GENSORU A) Ön
Görüşmeler 1.- Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını
engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik
güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı
tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi
(11/2) BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde. Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 8/5/2008 tarihli 101’inci Birleşiminde okunduğu için tekrar
okutmuyorum. Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre bu
görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer
milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz
verilecektir. Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır. Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge
sahipleri adına Sayın Kemal Anadol. Gruplar adına: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Cevdet Selvi, Kocaeli; DTP Grubu adına Sayın Selahattin Demirtaş, Diyarbakır. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – MHP Grubu adına Mehmet Şandır. BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Şandır. Sayın Anadol, buyurunuz efendim. (CHP
sıralarından alkışlar) K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yüce Meclisin saygıdeğer
üyeleri; Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında Cumhuriyet Halk
Partisinin verdiği gensoru önergesini izah etmek için huzurunuzdayım. Hepinize
saygılar sunuyorum. Değerli arkadaşlar, 1 Mayıs dünyanın tüm ülkelerinde işçinin ve
emeğiyle geçinen tüm çalışanların bayramı olarak uzun yıllardır kutlanmaktadır.
Türkiye’de de tüm baskılara karşın 1906’dan bu yana 1 Mayıs bayram olarak
kutlanmış, 1935’te Bahar Bayramı olarak kabul edilmiş, 12 Eylül darbesinden
sonra ise tümüyle yasaklanmıştır. Bu yasak 2008’de Taksim’de de devam etti. Lübnan’dan Paris’e,
Moskova’dan New York’a kadar yüz altmış beş ülkede 1 Mayıs coşkuyla, şenlik havası
içinde kutlanırken, Türkiye’de demokrasiye, insan haklarına, emekçilere
indirilen darbe, gözyaşı ve kan oldu. AKP’nin demokrasi ve özgürlük anlayışı
tüm gerçeğiyle ortaya çıktı, maskesi düştü. Ortaya elinde sopa, biber gazı ve
gaz bombasıyla ceberut bir devlet çıktı. İşçiler ve sendikalar 1 Mayısı Taksim Meydanı’nda kutlamak
istiyorlardı. Neden? Çünkü 1 Mayıs 77’de Taksim alanında büyük bir provokasyon olmuştu ve 37 yurttaşımız yaşamını yitirmişti.
İşçiler ve sendikalar 1 Mayısta onları anmak için Taksim’de bu bayramı kutlamak
istiyorlardı, ısrarları bundandı. Bu provokasyonda
işçilerin günahı yoktu. Bu nedenle sendikaların bu insani yaklaşımına AKP duyarsızlık
gösterdi, Başbakan anlamsız biçimde, ısrarla karşı çıktı. Oysa sağda solda
derin devlet arayacağınıza, 1 Mayıs 1977’ye eğilin, derin devlet orada. Uğur
Mumcu’nun 1 Mayıs 1977’den hemen sonra yazdığı önemli birkaç yazı hâlâ yanıt
bulamadı. Uğur Mumcu’nun sorduğu sorulara hâlâ yanıt verilemedi. Altı aydır,
dokuz aydır, bir senedir iddianamesi hazırlanamayan hayalî derin devletle
uğraşacağınıza 1 Mayıs 1977’nin üstüne eğilseydiniz derin devleti orada
bulurdunuz. Ama işinize
gelmiyor, ne çare! ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Siz
neredeydiniz? K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Kim neredeydi? BAŞKAN – Lütfen… K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Başbakan, 1 Mayısın Taksim’de
kutlanmasına şiddetle karşı çıktı. Neymiş efendim? İhbar almış, provokasyon olurmuş. Şimdi soruyorum: Önümüzde 19 Mayıs Atatürk’ü
Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı var. Bütün Türkiye’de, sahalarda, stadyumlarda gençler
gösteri yaparak bu bayramı kutlayacaklar. İhbar alırsa Sayın Başbakan, provokasyon olacak diye 19 Mayıs törenlerini yasaklayacak
mı? (AK Parti sıralarından gürültüler) AHMET YENİ (Samsun) – Ne alakası var? K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Ne alakası mı var? Provokasyon ihbarı
alıyor, yasaklıyor. Ne farkı var arkadaşlar? VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – İzin verilen alanda yapsaydı onlar
da, Kazlıçeşme’de yapsaydı! BAŞKAN – Lütfen… K. KEMAL ANADOL (Devamla) – İhbar alsanız Cumhuriyet Bayramı’nı
yasaklayacak mısınız? (AK Parti sıralarından gürültüler) Peki sen nesin? Sen
Başbakan değil misin? Sen hükûmet değil misin?
Önlemini al, provokasyona engel ol. VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – “Yasak yere izin ver!” K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Provokasyona engel ol. Devlet adamı
olmanın, hükûmet olmanın ciddiyeti
burada. AHMET YENİ (Samsun) – Hiç müdafaa etmeyin, hiç! BAŞKAN – Lütfen, laf atmayın arkadaşlar. K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Taksim’de yılbaşı kutlamaları serbest.
Yabancı turistlere cinsel taciz de serbest. VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Yok canım! K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Bütün dünyaya yayılan televizyon
ekranlarındaki görüntülerden millet olarak utanç duyuyoruz, yüzümüz kızarıyor. VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Onlar kovuşturulmadı mı? K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Televizyonlarda var, utanmıyor
musunuz? BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum, lütfen… VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Onlar kovuşturulmadı mı?
Kovuşturulmadı mı? BAŞKAN – Lütfen laf atmayın. Rica ediyorum… K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Taksim, magandalara açık, işçilere
yasak. Taksim, magandalara açık, işçilere kapalı. (CHP
sıralarından alkışlar) VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Onlar da mı maganda olmak istiyor? K. KEMAL ANADOL (Devamla) – 1 Mayıs 2008’de Taksim’e işçileri
değil, hiç kimseyi sokmadınız. Bunun için de emrinizdeki vali ve emniyet
müdürünü maşa olarak kullandınız. Yasaları paspas gibi çiğnediniz. Cenevre
Konvansiyonu’nu bile ihlal ettiniz. İstanbul’un kara ve deniz ulaşımını
yasakladınız. İstanbul’u İstanbullulara zehir ettiniz. İstanbul’u 1 Mayısta
korku kentine çevirdiniz. SAFFET KAYA (Ardahan) – Vah vah (!) BAŞKAN – Sayın Kaya, lütfen… K. KEMAL ANADOL (Devamla) –
İstanbul’u 1 Mayısta hayalet kent hâline getirdiniz. Mitingle alakası
olmayan, miting kenarında, aynı alanda yemek yiyen müşterileri tokatladınız.
Hastanenin acil servisine biber gazı attınız. Kucağında çocuk “Burası hastane.”
diye bağıran yurttaşların feryadından utanmadınız, onlardan özür dilemediniz.
Taksim’den çok uzaktaki DİSK Genel Merkezine insanları zorla, copla soktunuz.
Sonra da içeriye gaz bombası attınız. Daha sonra da Mecliste “DİSK Genel
Merkezine bomba atılmadı.” diye yalan söylediniz bu kürsüden. Bomba atıldığında
içeride 9 parlamenter vardı. Biri kalp hastasıydı, hayati tehlike geçirdi. (AK
Parti sıralarından “Ne işi vardı?” sesleri) Ne işi mi var? Hep borsalarda, ihalelerde Star, ATV dalaveresi mi
çevirecek parlamenter? (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Şimdi, arkadaşlar, oturduğunuz yerden laf atmayın. K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Laf atan cevabını alır Sayın Başkan.
Benim süremi kısmayın lütfen. BAŞKAN – Sayın Anadol yanlış söylüyorsa
biraz sonra Sayın Bakan cevap verir. Siz niye oradan laf atıyorsunuz? Buyurun Sayın Anadol. K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Aynı şey Özgürlük ve Demokrasi Partisi
İstanbul İl Merkezinde oldu. İnsanları zorla içeriye soktunuz, sonra biber gazı
attınız. İçeride kalp hastası, yaşlı insanlar vardı. Bunlar her an ölebilirdi.
Dua edin, bir kişi hayatını kaybetmedi, bir yurttaşımız, bir Türkiye
Cumhuriyeti yurttaşı. Bakınız, Türk Ceza Kanunu Madde 86 ne diyor: “Kasten başkasının
vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden
olan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır… Suçun
kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi hâlinde iki yıldan beş
yıla kadar hapis cezası hükmolunur.” Bu suç işlendi 1 Mayıs 2008’de. Orantısız güç kullanımıyla ilgili Türk Ceza Kanunu’nun
256’ncı maddesi çok açık. Kasten yaralama
suçuna ne ceza verilecekse orantısız güç kullanana da aynı ceza hükmoluyor. İşkence ve eziyeti yasaklayan 94 ve 96’ncı maddelerdeki suçu
işlediniz. Hangi maddeyi sayayım? Türk Ceza Kanunu’nu paspas ettiniz. Şimdi sormak lazım, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, sen sıkıyönetim
komutanı mısın yoksa demokratik bir ülkenin başbakanı mısın? Bir karar ver.
(CHP sıralarından alkışlar) VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Asayişi sıkıyönetime bırakmayız. K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Elhak Genel
Başkanınız birinci rolü çok iyi oynadı ve kendi kendini deşifre etti. 1 Mayısta
bu kadar kan ve gözyaşından sonra dedi ki: “Devlet görevini yaptı.” Deşifre
etti kendi kendini. Bu ne demek biliyor musunuz? Recep Tayyip Erdoğan’ın
aklındaki, hayalindeki, idealindeki devlet, 1 Mayıs 2008’deki İstanbul’daki
devlettir, ceberut devlettir. (CHP sıralarından alkışlar) ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – O size yakışır,
CHP zihniyetine yakışır. K. KEMAL ANADOL (Devamla) – CHP zihniyetinin yanına bile
yanaşamazsınız. (AK Parti sıralarından “Uzak olsun, uzak olsun.” sesleri.) BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın arkadaşlar. Rica ediyorum. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Biz ondan uzağız zaten. BAŞKAN – Rica ediyorum… Sayın Bakanlar… K.KEMAL ANADOL (Devamla) – 78’e gelelim, 78’e gelelim… Sayın Başbakanınız ya gerçekleri bilmiyor… AHMET YENİ (Samsun) – Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı. K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Sayın Başbakan ya gerçekleri bilmiyor
veya gerçekleri çarpıtıyor. Diyor ki, AKP, sizin grubunuzda: “1977 sonrasında
Sayın Ecevit’in iktidar olduğu, Baykal’ın da Enerji Bakanı olduğu iktidar döneminde,
Taksim, meydan mitinglerinin yasaklandığı meydan hâline gelmiştir.” Neresini
düzelteyim? Hâlâ laf atıyorsunuz bana. Ondan öğrendiğiniz yanlış bilgileri bana
satmaya çalışıyorsunuz. Cumhuriyet Halk Partisi 1 Mayıs 1978’in olduğu dönem iktidara geldi,
kanlı 1 Mayıstan bir sene sonra. İçinde benim de bulunduğum Cumhuriyet Halk
Partili milletvekillerinin, hatta şu anda hasbelkader sizde bakanlık yapan o
zamanki Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilinin, yirmi sekiz milletvekilinin
katılımıyla, olaysız, şenlik içinde 1 Mayıs 1978 Cumhuriyet Halk Partisi
iktidarında kutlandı. (CHP sıralarından alkışlar) Ve şundan emin olun:
Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında 1 Mayıs, Taksim alanında, yine olaysız,
kavgasız, gürültüsüz, şenlik içinde kutlanacak. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sıkıyönetimle mi? Asayişi
sıkıyönetimle mi sağlayacaksınız? K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Şimdi arkadaşlar, 1979’da sıkıyönetim
vardı, sıkıyönetim vardı 1979’da. VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Kim ilan etti? K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Nasıl? AGÂH KAFKAS (Çorum) – Sıkıyönetimi ilan eden kimdi? K.KEMAL ANADOL (Devamla) – O zaman… BAŞKAN – Rica ediyorum. Sayın Anadol, karşılıklı konuşmayın,
lütfen, siz Genel Kurula hitap ediniz. K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Şimdi arkadaşlar, bakın, bu önergenin
asıl amacı şu… BAŞKAN – Lütfen dinleyin arkadaşlar. K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Bir ülkenin yurttaşı önce kendi
polisine, güvenlik güçlerine inanacaktır. “Onlar bizim evlatlarımız.” Sayın
Tayyip Erdoğan öyle söylüyor; doğrudur, evlatlarımız. Onun için canımızı,
ırzımızı, namusumuzu, o polisimize, güvenlik gücüne emanet ediyoruz. AHMET YENİ (Samsun) – Doğru. K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Bir olay çıktığı vakit, Fransa’dan
polis ithal edecek değiliz… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Anadol, bir dakika
verdim. K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Yunanistan’dan polis ithal edecek
değiliz. Ama şu manzarayı gören Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı,
şu vandalizme tanık olan Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşı, terörle falan alakası olmayan, İşçi Bayramı’nda bayramını kutlamak
isteyen şu işçinin hâli; şu biber gazı atılan, kucağındaki çocuğun canını
kurtarmak için hastaneden kaçan anneyi gören hangi Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı
gönül rahatlığıyla bir karakola gidip müracaat edebilir arkadaşlar? VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Hepsi, hepsi! K.KEMAL ANADOL (Devamla) – Siz güvenlik güçlerine karşı halkın
güvenini sarstınız. En büyük suçunuz budur, en büyük suçunuz budur, hukuk
devletine en büyük zararınız budur. Ondan sonra da bütün bu manzaralara karşı
özür dilemek bir tarafa -Genel Başkanımız defalarca çağrıda bulundu “Özür
dilesin Başbakan.” diye- “Devlet görevini yaptı.” diyebiliyorsunuz. Devlet
görevini yapmadı, saydım, Ceza Kanunu’nu açıkça çiğnedi, Ceza Kanunu’nun dört
beş maddesini ihlal etti. Şimdi, Başbakana düşen istifa etmektir. İçişleri Bakanına düşen
istifa etmektir. (AK Parti sıralarından gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Son cümlemi söyleyeyim. Siz burada gülebilirsiniz, alay edebilirsiniz ama 1 Mayıs 1977’den
sonra tarihe geçen 1 Mayıs 2008’in sahibi olacaksınız. Hayırlı olsun size! (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Anadol.
Değerli arkadaşlarım, şimdi gruplar adına görüşmelere başlıyoruz. İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili
Sayın Cevdet Selvi’de. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Selvi, buyurun. CHP GRUBU ADINA M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; İstanbul’da 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de
yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri özgürlüğünü ihlal eden,
açıklamalarıyla güvenlik güçlerini orantısız kuvvet kullanmasına teşvik eden ve
bu tutumu ile toplumsal barışı tehlikeye atarak çatışmalı bir süreç başlatan
Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasıyla ilgili önerge üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım. Değerli arkadaşlarım, herkesin bildiği gibi, 1 Mayıs, bundan yüz
on sekiz yıl önce, bir asrı aşkın süre önce, Amerika’da sekiz saatlik iş gününü
sağlayabilmek için verilen birlikte bir hak mücadelesi sonucunda ortaya
çıkmıştır. 1889 yılında da Paris’te, bir işçi temsilcisinin
önerisiyle, bütün dünyada bu, emek, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanır
hâle gelmiştir ve o mücadelede 7 işçi ölmüştür, öldürülmüştür ve o yıldan bu
yana, hangi sistem ve rejim ve dünya coğrafyasının neresinde olursa olsun tüm
ülkeler bunu kutlama ihtiyacını hissetmiştir; o karanlık günleri, o acı
günleri, o çatışma ve kavgayı azaltmak, toplumu daha da bir arada tutmak
gayretini göstermişlerdir. Pek çok ülkede de 1 Mayıs, tüm o insanların,
o topluluğun hepsinin memnuniyetle karşıladığı dayanışma, birlik günü ve
bayramı olarak kutlanır. İşte, Türkiye’de, her türlü söze, her zaman demokrasiden,
özgürlükten, insan haklarından ve özellikle uzlaşmadan bahsedilmesine rağmen,
başka ülkelerin mutluluk içinde, hoşgörü içinde birliği sağlayacak şekilde
kutladığı 1 Mayıslar ve özellikle hiç bugüne uymamış 2008 1 Mayısı, acı,
huzursuzluk, kuşku günü olarak ortaya çıkmıştır. Aslında, 1977 yılında 1 Mayısta, 500 bini aşkın emekçi, sivil toplum
örgütü, sendikalar katılmış. Orada hiçbir emekçinin, toplanan işçilerin ve
örgütlerinin ve kuruluşlarının bir tek sürtüşmesi ve çatışması olmamıştır.
Orada, tüm dünyada olduğu gibi, o günü birlik beraberlik, bir bayram havası,
emeğin önemini ortaya koyabilmek… Elbette, sorunlarını demokratik çerçeve
içerisinde anlatma gayretine çalışan insanların üzerine ateş edilerek,
panzerler önünü keserek, beyaz bir Renault arabadan ateş edip etrafından
dolaşarak öldürülmüştür. O, kanlı, Türkiye tarihinde, işçi sınıfı tarihinde
utanç verici kara bir leke olarak hâlâ durmaktadır. İşte bu
olumsuzluğu giderebilmek için, nasıl 7 işçi Amerika’da öldüğü zaman o meydan ve
o 1 Mayıs önem taşımışsa, hiç suçu olmayan, namusluca çalışıp insan gibi
yaşamak, ülkesine, milletine sahip çıkmaktan başka değişik görüş ve düşüncesi
olmayan ve haksız yere öldürülen insanların öldürüldüğü alanda bir çiçek atmak,
okuyan duasını okumak, onu anmak hakkının neden verilmediğini anlamak mümkün
değil. Gösteri ve toplantı temel insan hakları çerçevesi içerisindedir ve
ne yazık ki o 2008 1 Mayısının umut veren bir kısmı vardır çünkü 1 Mayıstan
önce AKP’li bir milletvekili arkadaşımız 1 Mayısın tatil olması için kanun
teklifi vermiştir, bizim partimizde de arkadaşlarımız kanun teklifi vermiştir. “Bunlar
birleşsin, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu bayram kutlansın, o 1 Mayıs
sendromu, o, ülkedeki huzursuzluk yaratan olay
kalksın.” denmiştir ve ne yazık ki işçiler, sendikaları ve konfederasyonu
umutlanmışlardır. Çünkü altı yıldan beri “uzlaşma, demokrasi, özgürlük”
sözlerini ağzından bırakmayan Başbakan buna, hiç olmazsa, altı yıldır işçi
sınıfının, emekçilerin yararına ve çıkarına hiçbir şey yapmadığı, özgürlükleri
ve haklarını kullandırmadığını bildikleri için, şu altı yıl sonra, belki böyle bir
jest yapar umuduna sahip olmuşlardır. “Neden Taksim?” dendiğinde… Elbette Taksim’in özelliği vardır.
Bunu kavrayamamak ya cehaleti ya art niyeti ortaya çıkarır. Elbette, 1 Mayıs
Taksim’de önemlidir ve bu umutla bekleyen işçilere, Bakanlar Kurulu toplanmış
-dağ fare doğurmuştur- bilinen, yüz asrı geçmiş olayı tekrar söylemiştir. Ama
ne yazık ki akla, zekâya hakaret niteliği taşıyan gerekçelerle önlenmeye
kalkılmıştır. “2 katrilyona mal olur.” demiştir. Bunun doğru olmadığı ertesi
gün söylenmiştir. “Efendim, çalışmaya ihtiyacımız var.” denmiştir ve provokasyon baskısıyla halk ve işçiler korkutulmaya
çalışılmıştır. Değerli arkadaşlarım, işçi sağlığı, iş güvenliği, iş kazaları
nedeniyle ve meslek hastalıkları nedeniyle yılda 20 katrilyon kaybeden, o
canından olan işçileri, ekonomiye bu yönden, 20 katrilyon zarar verirken
dikkate almayan Başbakan, 2 katrilyonun -israf içinde yaşayan AKP ve Başbakan-
hesabını sormaya kalkmıştır. “Çalışmak lazım.” demiştir. Son ILO raporunda,
Türkiye’de haftalık çalışma süresi elli iki buçuk saat olarak en fazla çalışan
ülkelerin ön sırasındadır. Bunun bir mantığı yoktur. “Provokasyon olacak…”
İnanmak mümkün değildir. Valiye, Emniyet Müdürüne açıkça baskı yaparak o provokasyonun arkasına sığınıp korkusundan oraya işçileri,
haklarını gasbettiği emekçileri toplamaktan korktuğu
için o baskıyı sürdürmüştür ve bu 1 Mayıs Türkiye için son derece önemli
olmuştur. Yıllardan beri her olanağı elinde bulunduran, Meclis çoğunluğuna
sahip olan bir iktidarın kendine oy verenlere hakaret etmesine, aç bırakmasına
rağmen, hâlâ umutla “Belki olumlu bir noktaya ulaşır.” diye sabırla
beklemelerine rağmen, ne yazık ki o sonuç alınamamıştır. Bu 1 Mayısın
Türkiye’deki gerginliği giderebilmesi için tüm sendikalar, oraya katılmak
isteyen konfederasyon ve sendikalar tarafından her türlü uzlaşma arayışına
girilmiştir. Cumhurbaşkanıyla dahi konuşanlar olmuştur, olumlu karşıladığını söylemişlerdir.
Sayın Başbakanla görüşmüşlerdir. Çalışma Bakanıyla, yok… İçişleri Bakanını
bulmak mümkün değildi. Başbakanla da görüştüklerini söylemişlerdir. Ama “bir
saatliğine” denmesine rağmen, “Provokasyon olacak, İstanbul halkına eziyet
olur, burada İstanbullular perişan olur.” demişlerdir. Mantığı olmadı, fakat
haklı çıkmışlardır. Çünkü provokasyon olmuştur. Bu provokasyonu Tayyip Erdoğan kendi korkusu nedeniyle
gerçekleştirmiştir. Nasıl gerçekleştirmiştir? Kamu görevi yapan, yurttaşının
güvenliğini sağlayan insanları tahrik etmiş, İstanbul’u felç etmiş, bütün
araçlar durdurulmuş. Sözde, orada 1 Mayıs olsaydı bunun gibi, bunun kadar ağır
olması mümkün değildi. İki: Bir Başbakan “Provokasyon olacak.” diye kamuoyuna emniyet
yetkilileriyle, bakanlarıyla açık seçik söylüyorsa bunun bir zafiyet olduğunu,
bunun bir provokasyonu önleyemeyecek emniyet güçlerine
sahip olunduğunu anlamaması mı gerekir? Provokasyon varsa, istihbar edilmişse
önlemleri de elbet alınmalıdır, alınacaktır ve Türk polisi, öyle ufak tefek provokasyona pabuç bırakmaz ama başında onu yönetecek
yetkili, halkı ve polisi şartlandıracak, devlet sorumluluğu olan bir başbakanı
olması lazım. Her olayda gerginlik, her olayda bir yarış, devletin güçleriyle
sendikaları… Kendini taraf olarak görüp sendikaları mahkûm etmeye, baskı altına
almaya kalkmıştır, bütün iyi niyetli olmalarına rağmen. Uzlaşma istedikleri ve
bu 1 Mayısların Türkiye’de de diğer ülkeler gibi hoşgörüyle, acının kapandığı
bir noktaya gelmesi için “bir saatlik” demişlerdir. “Üç koldan değil, tek
koldan gidelim. Provokatif birtakım hareketler varsa
bizim de sorumluluğumuz var, bunu önleriz. Tek pankartla gidelim.” “Hayır çünkü orada bir güç gösterisi yapılacaktır.” Fakat en
önemli nokta şudur: Bunlar yaşanmış geçilmiştir. İyi ki milletvekillerimiz
ordaymış. Her ne kadar Valiyi arasalar da bulamamışlar. Çünkü görüşme ihtiyacı
kalmamıştır. Yakaladığını dövecek, gazeteciyse kolunu kıracak, kenarda oturmuş
bir kızsa tekme atıp geçecek ve orada... Hepinizin dikkatini çekmek istiyorum,
bu güvenlik güçleri bize, bu Türkiye'ye lazım. Güvenlik güçlerinin de -Sayın
Başbakan gibi- toplumda güvensiz bir noktaya düştüğü zaman bu insanlar kime
güvenecek? Ne hakkı var, toplumdan kaçmış, kenarda oturan birisine… Değerli arkadaşlarım, “Avrupa'da da bunlar oluyor. Dünyanın her
yerinde olan bizde de olacak.” demek yeterli değil. Avrupa'da hayvanları
eğitiyorlar, atları eğitiyorlar; tekme atmıyor o toplumdaki insanlara, yan yan kenara itiyor. Atlar tekme atmıyor. Amaç o toplumu
dağıtmak, işkence etmek değil. Ama orada, dağılmış, çaresiz birisine tekme
atacak, bu asırda, insan haklarından bahseden, Avrupa Birliğine gireceğini
söyleyen AKP’liler de alkışlayacak… Bu, siyasetin ötesinde. Bu,
bir ülke yönetimindeki vicdan meselesidir, demokrasiyi özümsemek, kavramak
meselesidir. Bu, özgürlüklere yaklaşım meselesidir. Ama bu 1 Mayıs neleri
göstermiştir? Bu 1 Mayıs Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin demokrasiyi kendine göre
yorumlayıp kendi çıkarına kullandığını göstermiştir. Bu 1 Mayıs, özgürlükleri, kendi ideolojisi, kendi siyasi
anlayışına yakın olanlara kullandırdığı, karşı olanlara kesinlikle bu imkânı
tanımadığını göstermiştir. İnsan hakları, kendinden yana olanlara ekonomik,
maddi, manevi, fiziki insan haklarının korunması kendi camiasına aittir, bu
görülmüştür. Hangi özgürlük vardır Türkiye’de? En ilginç yanı, bir devlet adamı
olması gereken Başbakanın, o oy aldığı insanlara, tahammül edilemeyecek
hakaretleridir. Sendikacılara, sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortasında o
kazanılmış haklar haksız yere alabildiğine yok edilirken, çıkmış “Sendikacılar
namuslu davranmıyor, yalan söylüyorlar.” demiştir oy veren insanlara. Ertesi
gün, sendikalar -elbet siyasi partiler de- medya çarşaf çarşaf
yalanını yazmış; hâlâ daha insanları şaşkına uğratan -bana göre biraz da
yüzsüzce- yalan söylediğini binlerce, milyonlarca insan haykırırken, gayet
rahat, o da başkalarını suçlayarak vakit geçirmeye çalışmıştır. Bu mudur?
Telefonlardan bıktık. Tayyip, Sayın Başbakan olduğu için bizi çok üzüyor,
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğu için üzüyor. Canı sıkılan telefonu açıp “Pinokyo Başbakan” diyor. Bunu biz hak etmedik, Türkiye
Cumhuriyeti hak etmedi. VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Başbakan da hak etmedi. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Yalan söylemeseydi hak etmezdi. İki: Arkadaşlarım, 1 Mayısla uyum sağlamaya çalışan “uzlaşma,
uzlaşma” dediği için yanılan, her türlü olumlu yaklaşımı gösteren sendikalara
“Namussuzca…” affedersiniz, “Namuslu davranmıyorlar.” dedi, “Yalan
söylüyorlar.” dedi. Yalan söyledikleri herhangi bir şey yoktu. Neden herkesi
namussuzlukla suçladığı dikkat gerektirir. Neden kendi söylediği yalanına,
ısrarla üstüne üstüne, insanların gözüne baka baka devam edip ısrar etmesini anlamak mümkündür. Çünkü
geleceği muhalefetten daha iyi görmektedir. Çünkü o demokratik haklar
kullanılır ise çiftçisinden işçisine kadar, memurundan emeklisine kadar,
perişan olmuş esnafına kadar tüm emeğiyle geçinenler elbet toplanacak, altı
yılın sabrını, altı yılın fedakârlığını soracak. O korkudan polisi
kullanmıştır. Valiye suç işletmiştir, yasalarımıza göre ve hastaneye bomba
atılmış… Balık baştan kokar. Hastaneye biber gazı… Küçücük çocuk… Ne istediniz?
Orada da, belinden düşmüş. Yukarıda o kadar büyük yalanlar, daha doğrusu,
yanlış, saptırma, kamufle, açık seçik gerçek dışı
sözler söylenirse, hele onların arkasında “Vur bunlara, korkut bunları bir daha
toplanamasın, bize şikâyet gelmesin.” diye baskı yapılırsa o memurlar da elbet
yalan söyler. Televizyonlar hepsini gösterdi ve burada nasıl devlet
kademelerinde örgütlenmiş, orayı kuşatmış ve kuşattıkça baskılarını
arttırmışsa, işine gelmeyen düşünür ve yazarları işinden attırıp hoşuna
gitmeyenleri sabaha karşı içeriye aldırma alışkanlığını sürdürmüşse 1 Mayısta
da aynı şeyi yapmıştır. Bakın, bundan sonra, dikkat edin, Türkiye’de şu olaydan sonra
hiçbir vatandaş huzurlu olamaz. Neden olamaz? Yani sizin, bir iktidar oldunuz
diye, halkın parasıyla halkın güvenliğini sağlamak durumunda olanları benim
işime gelmiyor diye diğerlerine saldırmaya hakkınız var mı? Bunlar kamu
görevlisi değil mi? Tayyip Erdoğan’ın tayfası ve takımı mı? Niye söyledim bunları? O polisi tanımak mümkün değildi. Yüzlerinde
maske, ne miğferlerinde ne kollarında, polis olduğunu kanıtlayacak, iyi bir şey
yapmışsa taltif edilecek, kötü bir şey yapmışsa suçunun cezası verilecek polisi
bulmak mümkün değildir. Yarın öbür gün, birbirini tanımayan polis, vatandaşını
tanımayan, mutlak onu hırsla, kinle yaralamaya, hatta öldürmeye dönük
saldırıların içerisine başkaları girerse ne olur? Sayın Başbakan, işçileri
böldü bu olayla. Gelin, benim dediğim gibi, benden yana olanlar burada miting
yapsın. Son derece sağlıklı olan Sıhhiye’de bile rahat verilmedi, orada cümbüş
yapıldı ve AKP’li milletvekilleri, grup başkan vekilleri orada ve 1 Mayıs bu
değildi, ayrımsız herkesin bir araya gelmesiydi. Her yerde olduğu gibi, işçiyi,
sendikayı da böldü, bölmek için gayret sarf etti. Değerli arkadaşlarım, bu iş artık dikiş tutmaz. Korku dağları
sarmış. O, demokrasiyi ve diğer konuları kendi çıkarına göre bu toplumda yeni
huzursuzluk, yeni çatışmalar yaratacak sorumsuzluğu daha da sürecektir.
Türkiye’yi dolaştı, halkı tahrik etmeye çalıştı. Söylediği neydi? Söylediği, şu
kritik noktada: Üç çocuk yapın… Kabahat CHP’de. Yahu, Türkiye batıyor Allah’tan
korkun. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Selvi, bir dakika verdim. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Hemen bitiriyorum. Repertuvarında hiçbir şeyi yok,
kendi bir malzemesi yok, Avrupa Birliğinin komiserleriyle girmiş kol kola,
onlar da papağan gibi, iş yaptıklarını sanıyorlar. “Sağır Sultan duydu.” demiş.
Avrupa’da da hep bu deyim kullanılır, -atasözüyse- bu atasözü kullanılır ya.
Yazık ettiniz adamlara. Onların da kapasitesi belliymiş! Türkiye’yi mi almak
istiyorlar veya almayacaklar ama Türkiye’yi mi baz
alıyorlar, AKP’yi ve onların yakınlarını mı oraya eş, dost, ahbap diye almak
istiyorlar, anlamak mümkün değildir. Değerli dostlarım, Türkiye’nin geleceği için, insanların mutluluğu
için, şöyle veya böyle elinize imkân geçti diye bu ülkenin sahiplerini, bu
ülkenin geleceğini düşünenleri totaliter bir rejime sürüklemeye hakkınız yok.
Faşizan bir yaklaşımla, keyfî bir tutumla Türkiye’yi birbirine sokmaya hakkınız
yok, başarılı olma şansınız da yok. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Selvi. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Şöyle bir vicdanınızla düşünün,
yağmaları düşünün, polisin saldırılarını düşünün. Elinde sopalar… Sen çıkacaksın
demokrasi, özgürlükten bahsedeceksin. Bu neyin denemesiydi? BAŞKAN – Sayın Selvi… Sayın Selvi… M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Elimde belgeler var, çıkarmak
istemiyorum: “AKP kendi ordusunu kuruyor.” (AK Parti sıralarından “Allah Allah” sesleri, gürültüler) ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Bu memleketin
ordusu belli. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Ne var? Gayet tabii… BAŞKAN – Sayın Selvi, süreniz geçti. (AK
Parti sıralarından gürültüler) Bir dakika arkadaşlar… Bir dakika arkadaşlar… Sayın Selvi… ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Yüzde 20 barajı
sizde var! BAŞKAN – Arkadaşlar… M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Daha var da göstermiyorum. BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen… Lütfen arkadaşlar… M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Daha var da göstermiyorum. BAŞKAN – Sayın Selvi… ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Yüzde 20
barajından bahset. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Şu davranış ve tutumlar bir totaliter
rejime gidişi, gidiş kaygısını tüm düşünenlere… BAŞKAN – Sayın Selvi… M. CEVDET SELVİ (Devamla) – …düşündürüyor. Bu imajı verdiniz.
Dünyaya da rezil ettiniz. ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Parti içi
demokrasiden bahset! M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Ne demokrasisi? Senin demokrasin bu!
(AK Parti sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Selvi… M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Demokrasi size daha çok uzak! BAŞKAN – Buyurun Sayın Selvi. (AK Parti
sıralarından “Süresini çok aştı.” sesleri) Bir dakika arkadaşlar, ben yönetiyorum. Sayın Selvi, benim müsamahamı suistimal ettiniz, üzülerek ifade edeyim. Süreniz çok
geçti, buyurun lütfen. Çok teşekkür ederim. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Başkanım, özür dilerim. Arkadaşların müdahaleleri oldu, cevap vermek zorunda kaldım, onu
ona sayarsınız. BAŞKAN – Onları dikkate aldım efendim. Çok teşekkür ediyorum Sayın Selvi. (CHP
sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu
adına Sayın Selahattin Demirtaş, Diyarbakır… Buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Teşekkürler
Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakan hakkında
verilmiş olan gensoru üzerinde Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini
sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi en içten
duygularımla, sevgiyle, saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum. Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisinin, 1 Mayıs 2008’de
İstanbul’da yaşanan olaylarla ilgili olarak Sayın Başbakanın sorumlu olduğuna
dair gensoru önergesini aslında içeriği itibarıyla desteklemek üzere bir
konuşma yapmayı planlamaktayım. Ama müsaadenizle, temel görevi yasama faaliyeti
olan ve kanun yapıcı olan bu Mecliste neredeyse her vesileyle hak ve
özgürlükleri, insan haklarını tartışmak durumundayız. Şimdi, bazı toplumlarda, örneğin, Avrupa ülkelerinde yüzyıllardır
süren bir demokrasi yürüyüşü var. Buna bağlı olarak, bu uğurda emek harcamış,
bedel ödemiş halklar da, toplumlar da bu bedelle, emekle yarattıkları haklara
ve özgürlüklere sahip çıkarak, bunları bir kültür hâline getirmişlerdir. Bizim
ülkemizde de temel hak ve özgürlüklerle ilgili, Anayasa başta olmak üzere,
uluslararası sözleşmelerle, yasalarla hak ve özgürlükler şu veya bu şekilde
korunmuştur. Ama değerli arkadaşlar, üzüntüyle ifade etmek istiyorum ki, ülkeyi
yönetenlerden başlamak üzere, belki de Türkiye Büyük Millet Meclisinden başlamak
üzere, topluma kadar, neredeyse bütün kesimlerde temel hak ve özgürlüklerin bir
kültür meselesi olarak algılanması ya da algılanmaması problemi vardır
Türkiye’de. Bu mesele, yasalarla ilgili ya da uygulamayla ilgili bir problem
değildir. Bakınız değerli arkadaşlar, sokağa tükürmek, belki Kabahatler
Yasası gereğince yaptırıma tabi tutulan bir suçtur fakat biz, sokağa tüküren
bir insanla karşılaştığımızda aklımıza ilk olarak Kabahatler Kanunu gelmez; bir
kültüre, bir davranışa aykırı bir fiil gerçekleşmiştir orada, ondan rahatsızlık
duyarız. Kimse, orada Kabahatler Kanunu’na zihninden atıf yaparak “Bu vatandaş
burada Kabahatler Kanunu’nu ihlal etti.” diye düşünmez. Temel hak ve özgürlükler de değerli arkadaşlar, böyledir. Bir
kültür hâline gelmedikçe, herkes -yönetenlerden sokaktaki yurttaşa kadar-
gönülden buna inanmadıkça ülkemizde nice nice böyle
olaylı 1 Mayıslar, olaylı “nevroz”lar yaşanmaya devam edecek maalesef.
“İşkenceye sıfır tolerans.” diyebilirsiniz, bu konuda iddialı, ısrarcı da
olabilirsiniz ama hak ve özgürlükleri içselleştirmemiş, bunu bir kültür hâline
getirmemişseniz önleyemezsiniz. Bu, bu kadar basittir değerli arkadaşlar. 1
Mayısı tartışacaksak, Taksim olaylarını tartışacaksak bu kültürel yoksunluktan
ve yoksulluktan bağımsız asla tartışamayız. Yoksa,
Anayasa’mızın 34’üncü maddesi, herkes için toplantı, gösteri hakkını izin
almaksızın bir hak olarak düzenlemiştir; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de
bunu güvence altına almıştır; Anayasa’mızın 90’ıncı maddesi de uluslararası
sözleşmelere atıfta bulunarak sözleşmeyi iç hukuk hâline getirmiştir.
Dolayısıyla, hiyerarşik norm açısından en üst düzeyde korunan temel hak ve
özgürlüklere sahibiz. Buna rağmen neden Taksim yaşanıyor, 1 Mayıs yaşanıyor?
Neden “nevroz”da bu olaylar yaşanıyor? İşte bu, kültür meselesidir değerli
arkadaşlar. Şimdi, Anayasa’nın 34’üncü maddesi bir düzeltme ihtiyacı
hissediyor mu? Açık bir şekilde düzenlenmiş: İzin almaksızın, herkes, toplantı,
gösteriyi düzenleme hakkına sahiptir. Bakınız, “İzin almaksızın.” Vatandaş, devletten izin almak zorunda
değildir, Anayasa madde 34; bildirim yapar sadece, sadece bildirim yapar, “Ben,
şurada toplantı ve gösteri yapmak istiyorum.”
der. Devlet ne yapar? Kamudan aldığı yetkiyi kullanarak “Ben burada,
işte, yine yasanın bana verdiği yetki gereğince bunu yasaklayabilirim,
erteleyebilirim.” diyebilir. Dolayısıyla değerli arkadaşlar, kavramların kullanılması dahi hak
ve özgürlüklerin içselleştirilip içselleştirilmediğiyle çok doğrudan
bağlantılıdır. Bakın, Sayın Başbakan, AKP Grubunda 1 Mayısla ilgili yaptığı
toplantıda “izinsiz gösteri”den söz ediyor. “İzinsiz gösteri” diye bir şey
yoktur değerli arkadaşlar, yasalarımıza göre böyle bir şey yoktur. Kanuna
aykırı olabilir, ama “izinsiz” yoktur. Bu hangi zihniyetin tezahürüdür? “Ben
devletim, yürütmeyim, idareyim, bunun başı olarak da izin verme erkinin
sahibiyim. Siz izinsiz gösteri yaparsanız devlet de üstüne düşeni yapar,
görevini yapar.” diyor. Oysa izin verme yetkisi Başbakanda da değildir,
İçişleri Bakanında da valide de değildir değerli arkadaşlar. Ama devletin bu
gücünü, kudretini elinde bulunduran herkes, topluma karşı böyle bir üstten
bakma, toplumdan daha fazla hak ve özgürlüklere sahip olma veya bunları
kullanma, örgütleme, bunlara izin verme konusunda bir irade sahibi olduğunu düşündükleri
için, kavramları kullanırken dahi içi dışına yansımış olur. Dolayısıyla arkadaşlar, 1 Mayısı, eğer bu gensoru vesilesiyle
bugün burada tartışacaksak, ki ne güzeldir ki
Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği bir gensoru önergesidir… SIRRI SAKIK (Muş) – Kendileri de dinlemiyor. SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Devamla) – Şimdi, elbette ki 1 Mayısta
yaşananların bütün siyasi sorumluluğu, Sayın Başbakan başta olmak üzere Hükûmettedir, siyasi sorumluluğunun hesabını elbette ki
vermelidir, ama Taksim’deki 1 Mayısa gelmeden, değerli arkadaşlar, 1 Mayıstan
kırk gün önceki “nevroz” olaylarına bakmanız gerekir. 1 Mayısı arayacaksanız
“Niye orada bunlar yaşandı?” diye soracaksanız “nevroz”a bakmamız gerekir. Gensoru Cumhuriyet Halk Partisinin, memnuniyet verici değerli arkadaşlar.
Ancak işte, bu 1 Mayıstan kırk gün önce, ‘Nevroz’ bayramındaki gösterilerde
polis aşırı güç kullandı, yetkisini aştı, orada 4 yurttaşımız öldü, yüzlerce
yaralı var.” diyen DTP’li milletvekili arkadaşlarıma
sataşan da yine maalesef ki bir Cumhuriyet Halk Partili vekil arkadaşımdı. Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, 1 Mayısa, 1 Mayısa nasıl
geldiğimize bakacaksak “nevroz”dan başlamamız gerekir. Orada yaşananlar,
değerli arkadaşlar… Ki, DTP’li milletvekilleri olarak
biz, bunların birçoğunun tanığıydık. Bilemiyorum, aranızda kaç kişi gaz
bombasının o etkisine maruz kaldı? Umarım, maruz kalmamıştır ama denemek
isteyen varsa Sayın İçişleri Bakanı temin edebilir Emniyet Genel Müdürlüğünden,
deneyebilirsiniz değerli arkadaşlar! Hani, denerken dikkatli olun, yanınızda
çocuklarınız, eşiniz olmasın, ama bu daha acı bir tablo yaratıyor, çünkü orada
çocuklar ve kadınlar da vardı. Anlayabilmek için o işkenceyi, değerli
arkadaşlarım, ille de buna maruz kalmak gerekmiyor, ille de bu haksızlıklara
maruz kalmak gerekmiyor. Bizler, o hukuk dışı, o aşırı güç kullanmayı da aşan,
işkenceye varan uygulamaları dile getirdiğimizde burada sessiz kalanlar, 1
Mayıstaki Taksim olaylarının sorumlusudur değerli arkadaşlar. (DTP sıralarından
alkışlar) Şimdi, hiçbir hak ve özgürlük, bir diğerinden veya diğerlerinden
bağımsız ele alınıp değerlendirilemez. Toplantı, gösteri hakkı, ifade
özgürlüğünden, düşünce özgürlüğünden bağımsız değerlendirilemez, örgütlenme
özgürlüğünden bağımsız değerlendirilemez, din vicdan özgürlüğünden, yeri geldiğinde
değerli arkadaşlar, bağımsız değerlendirilemez. Bütün hak ve özgürlüklerin
anası ifade özgürlüğüdür. İnsanlar düşüncelerini değişik şekillerde, değişik
araçları kullanarak dile getirirler, getirme hakkına sahiptirler. Bu hak,
doğmakla kazanılır değerli arkadaşlar. Anayasa’da düzenlendiği için bu hak
vatandaşın hakkı değildir, insan olmakla kazanılır. Bu nedenle temel hak ve
özgürlükler insan hakkıdır ve eğer siz toplantı, gösteri yapmayı yasaklarsanız
ifade özgürlüğü yasaklanmış demektir, örgütlenme özgürlüğü yasaklanmış
demektir. Sadece o hak ve özgürlüğü kullananlar değil, değerli arkadaşlar,
önümüzdeki günlerde, önümüzdeki yıllarda kullanmayı düşünenler açısından da bir
baskı yaratılmıştır. Bütün topluma şu mesaj verilmiştir: “Ya benim gibi düşünür,
benim gibi slogan atar, benim istediğim meydanda kutlarsın ya da bunlara maruz
kalırsın.” Bu mesaj tüm topluma verilmiştir. Zaten insan hakları ihlallerinin
en büyük özelliği budur. İşkence yaptığınız zaman, sadece işkence yapanla
sınırlı kalmaz ihlalin etkisi, bütün toplum etkilenir, bütün toplum başına bir
gün bunların gelebileceğini düşünerek, adım atarken daha dikkatli olur, tırnak
içerisinde, iktidarı kızdırmamaya çalışır. Dolayısıyla, 1 Mayıs Taksim olayları
toplumu sindirmenin, baskı altına almanın bir başka yöntemi, bir başka
basamağıdır. “Neden Taksim?” sorusu çok değerlendirildi arkadaşlar. Bunun
cevabını sendikalar vermek zorunda değildir. “Neden Taksim’e izin verilmiyor?”
sorusunun cevabını idare vermek zorundadır. Çünkü idare, hak ve özgürlüklerle
ilgili bu kadar genel düzenleyici işlem yapma yetkisine sahip değildir.
1977’den bu yana, kesintisiz olarak, bir meydanı genel bir kararla, genel bir
idari işlemle miting yapmaya, gösteri yapmaya kapatmak idarenin yetkisi
değildir. Yasaya uygun olabilir, hukuka uygun değildir. Burada cevabı verilmesi
gereken şey “Neden Taksim’de ısrar?” sorusu değildir. “Neden Taksim’de yasak
ısrarı vardır?” sorusuna cevap verilmek zorundadır. Çünkü hak ve özgürlükler
düzenlenirken, bir özgürlük en iyi nasıl kullanılır buna göre düzenleme
yapılır. Özgürlük, hak kuraldır; kısıtlama, istisna olmak zorundadır. Eğer
hukukun üstünlüğüne inanılıyorsa bu böyledir. Aksi durumda zaten ülkemizde olan
uygulamalar hukukun üstünlüğünün geçerli olmadığını da, kanun devleti, polis
devleti yeri geldiğinde bu yöntemlerin rahatlıkla kullanılabildiğini görmek
mümkün, değerli arkadaşlar. Toplantı, gösteri, sadece o meydanda toplanan insanların birbirini
etkilemesi, örgütlemesi, fikirlerini birbirine aktarmasıyla ilgili bir özgürlük
değildir. Aynı zamanda, o toplantı, gösteriye katılmayan, katılmayı düşünmeyen
kişilere yönelik mesaj verme hakları da vardır o insanların. Bu nedenle,
toplantı, gösteri hakkı kullanılırken kamuoyuna en güçlü mesajların
verilebileceği meydanlar ve alanlar, bu hak ve özgürlüğün en geniş şekilde
kullanılması için kamu tarafından tahsis edilmek zorundadır. Bu bir lütuf
değildir değerli arkadaşlar. Bu nedenle, Kadıköy yerine, Kazlıçeşme
yerine, bilmem neresi yerine, bilmem hangi şehir dışı yerine kentin meydanında
sesini duyurmak toplantı, gösteri yapanların hakkıdır, özgürlüğüdür. Şimdi, buna karşı gösterilen gerekçe provokasyon
olabilirdi. Neyse ki, Allah korusun, provokasyon
olmadı(!) Olsaydı ne olurdu? Allah korusun, polis müdahale ederdi, gaz bombası
kullanırdı(!) Olsaydı, Allah korusun, gaz bombası hastaneye falan düşerdi(!)
Neyse ki provokasyon olmadı, değerli arkadaşlar(!) Ya provokasyon olsaydı, DİSK Genel Merkezine gaz bombası falan
atılsaydı; Allah korusun, olmadı(!) ÖDP Genel Merkezi basılmadı(!) Kadınlar,
çocuklar sokakta dövülmedi(!) Polis zaten aşırı güç de kullanmadı(!) Neyse ki provokasyon olmadı(!) Sağ olsun, İçişleri Bakanlığımız bu
konuda aldığı istihbarat gereği önlemlerini aldı(!) (DTP sıralarından alkışlar)
İstanbul Valimiz de, İstanbul Emniyet Müdürümüz de bu provokasyonları
önlemiş oldular(!) Sayın Emniyet Müdürü Taksim Meydanı’na çıkıp ortalığın
güllük gülistanlık olduğunu görünce “İşte, ne kadar haklıymışız, bakın (!)” Ne gerekçe gösterildi değerli arkadaşlar sonradan yapılan
açıklamalarda? İşte, molotoflu gençler gelmiş, taş
atan gençler gelmiş, sapan atan gençler gelmiş. Bakın, günler öncesinden, Sayın
Başbakan başta olmak üzere, İçişleri Bakanı, Emniyet Müdürü, Vali, neredeyse bu
gruplara, yani niyeti orada şiddet uygulamak olan, molotof
atmak olan, taş atmak olan gruplara neredeyse özel davetiye çıkardılar. “Hodri meydan.” dediler.
“Biz 1 Mayısa izin vermeyeceğiz Taksim’de, gelebiliyorsanız gelin.” dediler.
“Çok büyük güvenlik önlemleri alacağız, size adım attırmayacağız.” dediler.
“Yapabiliyorsanız buyurun.” dediler. Yani neredeyse, o insanlar gelip orada taş
atsın, bazı gruplar gelip molotof atsın diye özel bir
çaba gösterildi. Peki, izinli miting yapılsaydı Taksim’de; Toplantı Gösteri
Yürüyüşleri Yasası gereğince önlemler alınsa, alana gireceklerin üstü aransa,
öyle girseler, o kadar taş, o kadar molotofkokteyli, o kadar sapan girebilir
miydi değerli arkadaşlar? Dolayısıyla, eğer orada o olaylar yaşanmışsa, bunun sorumlusu
da Validir, Emniyet Müdürüdür, Başbakandır, İçişleri Bakanıdır. Gözden kaçan bir başka husus değerli arkadaşlar, güç kullanmadaki
orantı meselesi. Sayın Anadol Türk Ceza Kanunu’ndan
bazı maddelerin ihlaliyle ilgili tespitler yaptı. Bana göre, Türk Ceza
Kanunu’nun işkenceyi düzenleyen maddesi orada ihlal edilmiştir. Orada aşırı güç
kullanma, tıpkı “nevroz” olaylarında olduğu gibi aşırı güç kullanma söz konusu
değil değerli arkadaşlar, orantısız güç kullanma söz konusu değil. Nasıl
tanımlıyor bunu yasa veya güvenlik görevlilerine eğitim verilirken nasıl
anlatıyor üniversite hocalarımız? Karşınızdaki grup gösteri yaparken şiddet
kullanmaya başlar veya kanunsuz gösteriye dönüşür, onların ilk aşamada
kullandığı şiddete orantılı dozda ilk müdahale yapılır. Eğer karşı grup bu
konuda ısrarcıysa, şiddet kullanmayı tırmandırıyor, daha güçlü şiddet
kullanıyor ve araçları kullanıyorsa, bununla orantılı olarak polisin, güvenlik
güçlerinin müdahalesi devam eder, vesaire vesaire.
Eğer bunu aşarsanız orantısız güç olur. Şimdi, “nevroz”da yaşanan ne değerli arkadaşlar? 4 sivil yurttaş
ölmüş polis mermisiyle. Mayısta yaşananlar ne? Orada DİSK Genel Merkezinde,
göstericilerden, nasıl bir şiddet kullanılmış ki buna karşı kullanılan şiddet
orantısız olmuş? ÖDP Genel Merkezinden ya da oraya giden 9 milletvekili
arkadaşımızdan polise karşı nasıl bir şiddet kullanılmış ki polisin buna karşı
kullandığı şiddet orantısız olmuş? Ortada “orantısız şiddet” diye bir durum yok
değerli arkadaşlar. Özellikle bu belirttiğim noktalarda güvenlik güçleri
işkence uygulaması yapmıştır sokaklarda, bunun tanımı budur. Bir başka sığınılan nokta: Emniyet teşkilatımıza kimse laf
söylemesin. Sayın Başbakanın da beyanları var burada. Şimdi, işkenceyi örtmekle
mi, örtbas etmekle mi emniyet teşkilatına zarar vermiş oluyorsunuz yoksa
kendini emniyet teşkilatı mensubu sanan bazı şiddete meyilli güvenlik
görevlilerini ya da işkenceye meyilli güvenlik görevlilerini
cezalandırdığınızda mı emniyet teşkilatını korumuş oluyorsunuz? Totaliter
iktidar anlayışında en büyük savunma mekanizması budur. Eleştiri yaparsınız,
güvenlik güçlerine karşı, aman kimse emniyet teşkilatımızı zan altında
koymasın, kimse emniyet teşkilatımızı yıpratacak beyanlarda bulunmasın, hep
birlikte görmezden gelelim, örtelim bu işleri. Sonra da gidersiniz
“Ergenekon”la uğraşırsınız, “Şemdinli”yle uğraşırsızın. Örte örte, bir bakarsınız dağ gibi büyümüş “Halının altına
sığmıyor artık pislik.” dersiniz bir gün. Değerli arkadaşlar, aslında konuşmamın başında da ifade ettiğim
gibi, burası bir yasama organı. Yaptığımız yasaların büyük bir kısmı da, şu
veya bu şekilde, doğrudan ya da dolaylı temel hak ve özgürlüklerle ilgili,
ilintilidir. Dolayısıyla, ben inanıyorum ki, her yasa vesilesiyle aslında
bizler hak ve özgürlüklerin ne anlama geldiğini, kimler için ne kadar yararlı,
ne kadar faydalı olduğunu burada tartıştıkça bu kültür hem Meclisimizde
oluşacak hem giderek topluma yayılan bir kültüre dönüşecek. Aksi takdirde, sırf
burada yasa yapmakla ya da uygulamayı bürokratlara bırakmakla insan hakları
sorunlarını çözmek değerli arkadaşlar mümkün değildir. Son bir hatırlatmayla konuşmamı sonlandırmak istiyorum değerli
arkadaşlar. Bakın, “nevroz”da yapılan kutlamalarda insanlar şiddet
kullanmıyordu polis müdahalesi başladığında, halay çekiyorlardı. 1 Mayısta
yapılan müdahalede DİSK’in önünde, ÖDP’nin önünde,
Şişli’de yapılan müdahalede insanlar şiddet kullanmıyordu müdahale
başladığında. Orada bir yönetim zafiyeti, basiretsizlik vardır. Müdahaleyle
birlikte marjinal gruplar veya diğer grupların şiddeti
sokaklara çekilmiştir. Orada bir yönetim zafiyeti var. Bunun hesabı sorumluları
tarafından verilmelidir. Hükûmete, iktidara düşen
bunun hesabını sormaktır; yoksa, değerli arkadaşlar,
Sakarya’da altı saate… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Demirtaş, bir dakika ek
süre verdim. Buyurun lütfen. SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Devamla) -…yakın bir süre yüzlerce DTP’linin –ki, aralarında milletvekili arkadaşımız da
vardı- çocukların, kadınların bulunduğu bir düğün salonunu sarmış ırkçı
gruplara karşı altı saat tahammül göstereceksiniz… Ki, onlar şiddet uyguluyordu
o esnada, camlar kırılıyordu, küfürler atılıyordu, içeri girilmek isteniyordu,
kalp krizi geçiren insanları almaya gelen ambulanslara izin verilmiyordu ama
tam altı saat değerli arkadaşlar, oranın Sayın Valisi, Emniyet Müdürü, ricayla,
“Haklısınız ama yapmayın. Tamam, biz hallederiz.” diyerek tam altı saat orada
gece vakti toplantı ve gösteri yaptırmıştır. Hak ve özgürlük anlayışınızı sorgulayacaksanız buralardan başlayın
değerli arkadaşlar. Eğer bunlar sorgulanmayacaksa, tek başına 1 Mayısın sorgulanması,
inanın ki, bu Hükûmetin aklını başına
getirmeyecektir, hak ve özgürlükler problemi de bu ülkede yaşanmaya devam
edecektir. Bunlara rağmen, bu eleştirilerimize, bu bakış açımıza rağmen… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Devamla) - …Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın
Başbakan hakkında verdiği gensoruyu destekleyeceğimizi ifade ederek hepinize
saygılarımı sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Demirtaş. Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 17.30 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.46 BAŞKAN : Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
103’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususundaki
görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz. Hükûmet? Yerinde. Şimdi, gruplar adına söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır’da. Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Şandır, süreniz yirmi dakika. MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun sayın başkan vekillerinin, 1
Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını engelleyerek toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik güçlerini orantısız güç kullanmaya
teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı tehlikeye atarak şiddet
görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan hakkında Anayasa’nın 99’uncu, İç Tüzük’ün 106’ncı maddeleri uyarınca
verilen gensoru önergesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
aldım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yıl “Emek ve Dayanışma
Günü” olarak kutlanacağı ifade edilen 1 Mayıs etkinlikleri kapsamında İstanbul,
Ankara ve bazı şehir merkezlerinde yaşananlar hiçbir şekilde hoş olmamıştır,
güzel olmamıştır. 1 Mayıs günü televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler asla
kabul edilemez. Etnik bölücü terör örgütü militanlarının ve bazı ideolojik sol
kuruluşların kötü niyetli ve haince tahrik eylemleri ve bunları önlemek için
görevlerini yapmaya çalışan emniyet güçlerinin ferdî kapsamda aşırıya kaçan ve
özensiz davranışları sonuçta ülkemizi tüm dünyanın gözünde aşağılamış,
milletimizi utandırmıştır. Ne yazık ki, bu yıl da, 1 Mayıs, emeğin ve emekçinin
dayanışma günü, işçi bayramı, bahar bayramı olmaktan çıkarılmış, vatandaşa
zulüm gününe dönüştürülmüştür. 2004 yılından bu yana her bir 1 Mayısta
yaşandığı gibi, maalesef bu yıl da göz göre göre
bayram olarak kutlanması gereken 1 Mayıs günü insanımıza bir eziyet, ıstırap
gününe dönüştürülmüştür. Yaşananlar kör inadın eseridir. Bazı sendika ve sivil toplum
kuruluşu yöneticilerinin feraset ve iyi niyetten yoksun yaklaşımları karşısında
Hükûmetin aldığı tedbir ve ortaya koyduğu tavır,
maalesef gereksiz bir güç gösterisine dönüşmüştür. Olan halkımıza ve ülkemize
olmuştur. Sendikalar ve Hükûmet el birliğiyle 1
Mayısı vatandaşımıza zehir etmiştir. Birlikte ülkemize haksızlık, milletimize
saygısızlık yapılmıştır, bir anlamda birlikte suç işlenmiştir. Değerli milletvekilleri, özellikle iktidar partisinin değerli
üyeleri, şimdi size soruyorum: Elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün. 1 Mayısta
olanlardan memnun musunuz? Türkiye’nin bu görüntülerle dünyaya tanıtılmasını
onaylıyor musunuz? Eğer onaylamıyorsanız, neden bu hâle gelindiğini sizin
vicdanlarınıza, takdirlerinize sunuyorum. Değerli milletvekilleri, kısacası, 1 Mayısta yaşananlar,
Türkiye’ye ve Türk milletine yakışmamıştır. Sonuçta televizyon ekranlarına
yansıyan görüntülerden AKP yöneticileri de dâhil olmak üzere herkes rahatsızlık
duymuş ve olaylara tepki göstermiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak 1
Mayıs günü özellikle İstanbul’da yaşanan olayların sorumlusu olarak doğrudan
AKP Hükûmetini görmekteyiz ve suçlamaktayız. Hükûmet gerginliğin tarafı ve bir anlamda tırmandırıcısı
olmuş, muhtemeli doğru öngörememiş, olayı önleyeceğim derken bizatihi kendisi
olayın bir parçası hâline gelmiştir. Kısacası, Hükûmet
krizi iyi yönetememiştir. Değerli milletvekilleri, 1 Mayıs olaylarının sorumlusu ve
tarafları olarak asla işçiyi ve polisi göremeyiz, göstermemeliyiz. Türk işçisi
ve Türk polisi bu olayın faili değil, gerçek mağdurlarıdır. Olaylardan sonra
bazı kesimlerin polisi ve işçiyi suçlaması haksızlıktır, talihsizlik olmuştur.
Özellikle iktidar
partisi sözcülerinin sendikalar üzerinden işçileri suçlaması ve
iktidarı suçluyorum derken de ana muhalefet partisinin, 1 Mayısta yaşanan
olaylardan dolayı emniyet güçlerini kurumsal olarak suçlar bir görüntü
oluşturmasını aynı şekilde yanlış ve talihsiz bir sonuç olarak görmekteyiz ve
değerlendirmekteyiz. Evet, İstanbul Şişli’de, Kadıköy’de, Taksim çevresinde, Ankara
Sıhhiye Meydanı’nda ve daha birçok meydanda 1 Mayıs günü çok çirkin görüntüler
oluşmuştur. Bölücü terör örgütü militanları ve birtakım aşırı sol gruplar âdeta
devlete ve millete meydan okumuşlar, bir başkaldırı provası yapmışlardır.
Ellerinde eli kanlı katilin posterleriyle etrafı yakıp yıkan ve vatandaşa zarar
veren militanların 1 Mayıs İşçi Bayramı ve işçilikle hiçbir ilişkileri olamaz,
olmadığı da zaten bilinen bir husustur. Tedbir alınmamış olsaydı belki de bugün
sonuçları itibarıyla şu görüştüğümüz anı arıyor olacaktık, başka şeyler
konuşacaktık. Bugün burada başka şeyler konuşmanın örneğini, 1977 yılının 1
Mayıs Taksim kutlamalarında yaşanan vahşeti, 37 insanımızın hunharca
katledilmesini unutan var mı içimizde? Çeşitli vesilelerle ileri sürülen provokasyon
planları ve bir kitlesel ayaklanma provası ihtimalleri her 1 Mayısta
olagelmiştir. Maalesef işçi sendikaları yöneticileri, bu hainleri ve provokatörleri bir türlü bu gösterilerden uzak tutamamışlar
ve aralarından temizleyememişlerdir. Sendika yöneticileri tarafından 1 Mayıs
kutlamalarının ille de Taksim Meydanı’nda yapılması ısrarı yanlış olmuştur.
Bütün ikaz ve uyarılara rağmen, bu tür kötü ihtimallere rağmen tertip
komitesinin ikna olmayışı, bana göre, hiç de masum ve haklı bir davranış
değildir. İşçilerin sendikal haklarını, “İnadına Taksim Meydanı’nda olacak”
ısrarı kadar kararlı ve cüretli savunamayan yöneticilerin iyi niyetleri ve en
azından ferasetleri sorgulanması gereken bir husustur. Neden Taksim Meydanı? Bazı sendika yöneticilerine ve tertip
komitesinde olan bazı sivil toplum kuruluşlarına soruyorum: 2007, 2006, 2005,
2004 ve 2003’te ve daha önceki yıllarda 1 Mayıs kutlamalarını Taksim
Meydanı’nda mı yaptınız? Emeğin, işçinin örgütlü gücünü göstermenin bir başka
yolu, bir başka meydanı yok mu? Hak aramak, dayanışmayı geliştirmek ve geçmişte
yaşanan bir üzücü olayı yaşatmak için ille de yıkmayı ve çatışmayı göze almak
mı gerekiyordu? Kuralı bozmak, karara karşı çıkmak, uzlaşmaya yanaşmamak bir
sendikal hak mıdır, yol mudur? Sendikal mücadelenin “toplumsal sorumluluk” gibi
bir hassasiyeti olması gerekmez mi? Ülkenin ve toplumun içinde bulunduğu kritik
süreç veya sıkıntılı istihbarat bilgileri, bazı fedakârlıkların yapılması gibi
bir zarureti getirmez mi, getirmemeli miydi? Bugün, yaklaşık 11 milyon üyesi
bulunan ve 40 milyon seçmenin oyuyla var olan siyasi partiler en büyük sivil
toplum örgütleri olarak, yapacakları açık hava toplantıları için, meydan
mitingleri için ille de Taksim Meydanı olacak diyorlar mı? Birtakım çevreler, demokrasiyi ve temel hak ve özgürlükleri
dillerinden düşürmezken, hukuk kurallarının bağlayıcılığını, hukukun
üstünlüğünü ve idarenin millet adına yapıldığını maalesef bilerek unutuyorlar.
Kamu düzenin korunmasının bir bireysel temel hak ve özgürlük alanı olduğunu ve
kamu düzeni olmazsa ne demokrasinin ne de özgürlüklerin olmayacağını yine
maalesef bilerek unutuyorlar. Bilerek unutmak kurnazlığını yapan bu açıkgözlere
buradan soruyorum: Kamu düzeninin yıkılmasının işçiye ne faydası olacaktır?
İşçinin, emekçinin örgütlü gücü olarak sendikaların ve sendika yöneticilerinin,
işçi haklarını ve geleceğini savunmak ve geliştirmek için demokrasinin
belirlediği ve hukukun devam ettirdiği bir kamu düzeni gereksinimi yok mudur?
Anarşi yaratmanın kime ne faydası olacaktır? Millet adına karar ve tedbir almak
yetki ve sorumluluğunun demokrasi gereği siyasi iktidarda olduğunu kabullenmek
demokrat olmanın icabı değil midir? Sendika yöneticileri ve sivil toplum
kuruluşları başkanlarına son söz olarak, sizleri, topluma, hukuka, millî
iradeye ve Türk işçisine saygılı olmaya davet ediyorum. Değerli milletvekilleri, meselenin bir yönü, bu çirkin ve bizi
rahatsız eden görüntülerin oluşmasında doğrudan dahli
olan işçi sendikalarına ve bu organizasyonda bulunan sivil toplum
kuruluşlarına, ama esas sözümüz siyasi iktidara olacaktır. Değerli milletvekilleri, 1 Mayısta yaşanan çirkin olayların tabii
sorumlusu AKP İktidarıdır çünkü Türkiye’yi AKP İktidarı yönetmektedir. 1 Mayıs
kutlamalarının Taksim Meydanı’nda yapılmaması için sendikaların ve sivil toplum
kuruluşlarının yöneticilerini ikna edememişlerdir. Bunları tespit etmemiz
gerekiyor. Doğru olduğunu iddia ettikleri istihbarat bilgilerini ilgililerle
yeterince paylaşamamışlar, olayı sadece polisiye tedbirlerle önlemeye
çalışmışlardır. Geleceği doğru öngöremediler, muhtemel sonuçlara uygun tedbirleri
zamanında ve yeterince alamadılar; kısacası, krizi iyi yönetememişlerdir.
Sonuçta kendileri de rahatsızlık duydular ve “Bazı uygulama hataları oldu.”
diyerek, ne yazık ki Sayın Vali’yi ve İstanbul polisini suçlamak kolaycılığına
ve bana göre ucuz politikaya mecbur kalmışlardır. Hükûmet tedbir alıyoruz
diye İstanbul’un birçok ana yolunu ulaşıma kapatmış, 1 Mayıs günü şehri
yaşanmaz bir hâle dönüştürmüş, özellikle göstericilerin ilan ettiği toplanma
yerleri çevresindeki vatandaşlarımıza hayatı zehir etmişlerdir. Emniyet
güçlerine verdikleri talimat ve görev tanımı ile polisi halkla karşı karşıya
getirmiş ve her defasında olduğu gibi maalesef istenmeyen görüntüler
yaşanmıştır. Alınan bütün tedbirlere karşın yine de birkaç yüz militanın provokasyonu önlenememiştir. Vatandaş tahrikçilere ve bu provokatörlere karşı yeterince korunamamıştır. Dünyanın
birçok ülkesinde 1 Mayıs bayram olarak kutlanırken, maalesef bizim ülkemizde, 1
Mayısta yaşananlardan televizyon ekranlarına yansıyanlar çirkinlik örneği
olarak tüm dünya televizyonlarında gösterilmiş, ülkemizin imajı zarar görmüş,
milletimiz utandırılmıştır. Tüm bu söylediğim hususların sorumlusu AKP
İktidarıdır çünkü Türkiye’yi Türk milleti adına AKP yönetmektedir. Değerli milletvekilleri, geliniz, birlikte bir öz eleştiri
yapalım. Ne iktidarı ne iktidar grubunu suçlamak, kastı hakaret –Sayın Elitaş’ın ısrarla söylediği- böyle bir kasıt taşımadan
gelin, bir öz eleştiri yapalım: Bakınız, dünyanın her tarafında bayram olarak
kutlanan ve bayram olması gereken bir günü bugün burada acı cümlelerle tenkit
ediyoruz, sorguluyoruz. Şimdi, niye böyle oldu diye bir sorgulayalım. Ülkenin
ve milletin gündemi 1 Mayıs mı olmalıydı? Biz toplum olarak birlikte bir
etkinliği olgunluk ve coşkuyla kutlama becerisini neden gösteremiyoruz? Bir
tehdit, bir provokasyon karşısında neden böyle
panikliyoruz? Bir olumsuzluk ihtimali karşısında suhulet, sükûnet ve sağduyulu
bir dayanışma gösteremiyor, korkuların kuşatması altında “vur” deyince gözünü
neden çıkartıyoruz? Aramıza karışan kötü niyetlilere karşı neden duyarlı
olamıyoruz? Neden dostlar birbirine güvenmiyor, kötüler iyilerden korkmuyor?
Sorumluluğu, ahlakı, uzlaşmayı, paylaşmayı neden hayat hâline bir türlü
getiremiyoruz? Halkımızın canhıraş bir gayretle oluşturduğu ve AKP’ye emanet ettiği
istikrar ve iktidarı milletin huzuru ve mutluluğu için neden kullanamıyoruz,
buna neden saygı göstermiyoruz? Sevgi, hoşgörü, huzur ve güven yerine neden
gerginlik, ayrışma ve çatışma bizzat ülkeyi yönetenler tarafından topluma sanki
bir politikaymış, bir hakmış gibi dayatılıyor? Sayın milletvekilleri, bize ne oldu, ülkemizde neler oluyor,
nereye gidiyoruz? Annesini boğazlayan evlatlar, çocuğunu öldüren anneler,
torunu yaşındaki kız çocuklarına sarkıntılık yapan dedeler, zulme dönüşen
iktidar gücü, sorumsuz sivil toplum! Nereye gidiyoruz? Allah aşkına, durup bunu
bir düşünmemiz, sorgulamamız gerekmiyor mu? Bir toplumsal cinnetin eşiğinde
miyiz? Anadolu’da bir güzel söz var: “Balık baştan kokar, tuz kokarsa çare
tükenir.” diye. Gelin, açık yüreklilikle ve cesaretle bu Anadolu nitelemesini
muhalefetiyle iktidarıyla milletin önünde yapmamız gerekiyor. Buna cesaret
gösterin, yoksa ülkeye ve millete yazık oluyor. Adaletle kalkınmayı sağlayacağına söz veren iktidar nerede? Sayın
milletvekilleri, sayın iktidar grubu milletvekilleri, adaletle ülkeyi
kalkındıracağını bu millete söz veren iktidar 1 Mayısta neredeydi, 1
Mayısta yaşanan o çirkin olayların neresindeydi? Gelinen noktanın sorumlusu
kim? Açık yüreklilikle milletin önünde, burada çıkıp bunu ifade edelim: Gelinen
noktanın sorumlusu AKP İktidarıdır. İktidarınızda bir bayram gününü bile millete zehrediyorsanız, 1
Mayıs görüntüleriyle dünyada ülkemizi rezil ediyor, milletimizi
utandırıyorsanız, üç tane fırsatçıyı, tahrikçiyi önleyeceğiz derken hastane
koridorlarında doktor bekleyen hastalara bile biber gazı sıkıyorsanız burada
bir yanlışlık var. OKTAY VURAL (İzmir) – Acil servis… MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Böyle bir sonuç karşısında bana göre
ancak şu söylenebilir: Ülke iyi yönetilmiyor, hatta ülke maalesef yönetilmiyor. Sayın milletvekilleri, AKP Hükûmetlerinin
millet adına, milletten aldığı yetkiyle Türkiye’yi yaklaşık altı yıldan bu yana
tek başına yönettiğini sizlere tekrar hatırlatıyorum. Bunu önemsiyorum. Buna
siz inanmazsanız, buna siz sahip çıkmazsanız maalesef bu acı soruların cevabı
ortada kalır. Mazeretiniz yok. Millet size her türlü desteği ve yetkiyi verdi.
Altı yıldır iktidardasınız. Millet adına, millet için yapılması gereken ne
varsa onu yapmak sorumlusu olan sizlersiniz. Şikâyete de hakkınız yok.
İstediğiniz kararı alabiliyor, istediğinizi istediğiniz yere atayabiliyor,
istediğiniz kanunu çıkartıyor, isterseniz -olmadı- yeniden değiştiriyor, hatta
Anayasa’yı da değiştirebiliyorsunuz. Alınması gereken tedbir neyse onu almak
sorumlusu olan da sizsiniz. Geçmişi suçlamaya -ki bunu çok yapıyorsunuz-
geçmişte olanlarla avunmaya, geçmişle bugünü mukayese ederek övünmeye hiç mi
hiç hakkınız yok. Çünkü bu millet sizi iyisini yapasınız diye iktidara taşıdı.
Geçmişin yanlışını, eksiğini kendinize gerekçe göstermeye hakkınız olmasa
gerek. Kaldı ki sığındığınız 2002 Türkiyesi bugün
halkımız tarafından mumla aranır hâle geldi. Galiba sizler iktidar olarak
Türkiye’yi yönetmenin sorumlusu olduğunuzun hâlâ farkında değilsiniz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz Milliyetçi Hareket
Partisi olarak 1 Mayısın bir bayram coşkusuyla kutlanmasını, bin yıllık
kardeşliğimize katkı vermesini temenni etmiştik. Sayın Genel Başkanımız Doktor
Devlet Bahçeli 29 Nisan 2008 günü grup toplantısında “Dileğimiz kutlamaların
barış ve huzur içinde gerçekleşmesi, gerilime neden olacak inat ve dayatmaların
son bulmasıdır.” diye tarafları uyarmıştı. Sendika ve sivil toplum
kuruluşlarına, bir çatışmaya neden olmadan, Taksim Meydanı’nda toplantı
ısrarının günümüzün hassasiyeti de dikkate alınarak önümüzdeki yıllara
ertelenmesini ve 1 Mayısın “Emek Günü”, “Emek Bayramı” olarak kutlanabilecek
bir anlam kazandıran ılımlı ortama çekilmesinde yarar olduğunu canhıraş
gayretle tüm taraflara ifade etmişti. Hükûmeti ise
muhtemel kışkırtmalara karşı tedbir almaya, milyonlarca işçimizin bu günün
anlamına uygun olarak bir bayram ortamında coşkuyla kutlamalarını sağlamaya
davet etmişti. Sayın milletvekilleri, hani 1 Mayıs “Emek ve Dayanışma Günü”
olacaktı? Hani bunun sözünü vermiştiniz? Hâlbuki, Hükûmet ve sendikalar “Taksim’e gireriz.” ve
“Giremezsiniz.” ekseninde karşılıklı sert açıklamalar yaparak tahriklere uygun
bir ortamın doğmasına yol açmışlardır. Milyonlarca çalışanımızın bu günü
kutlama talebinin polemik konusu yapılması yanlış
olmuştur, sonuçlarını hep beraber gördük. Tabii ki bu arada birçok yanlış
olmuştur. Sayın Başbakanın, daha sonra sözünü tevil ettiği “Ayakların baş,
başların ayak olduğu yerde kıyamet kopar.” sözü yanlış olmuştur. Keşke bu söz
söylenmemiş olsaydı, keşke bu sözün tevili 1 Mayıstan önce yapılmış olsaydı! (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Şandır, bir dakika ilave ettim. Buyurunuz efendim. MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, 1 Mayısta
İstanbul’da ve Türkiye’nin birçok yerinde yaşanan hadiseler hepimize ders
olmalıdır. Hepimiz bu olayların üzerinde samimiyetle durup düşünmemiz lazım.
Niye aşamıyoruz? Her yılın 1 Mayısı bize kâbusa dönüşüyor. Burada asla uygun
görmediğimiz bazı münferit aşırılıklar dışında, talimatları uygulayan emniyet
güçlerimizi topyekûn suçlamak ve töhmet altında bırakmak doğru bir yaklaşım
değildir, yapılmamalıdır. Polisimiz için bazı gruplar tarafından söylenen işkence suçu
işlemeyi kabul etmiyorum. İşçilerimizi suçlamak ve sendika hareketini kötülemek de haksızlıktır. Bu noktada Hükûmet partisini de uyarıyorum. Sendika yöneticilerini de
kamu düzenine karşı daha duyarlı olmaya davet ediyorum. Bu tür toplumsal
olaylarda Hükûmetin daha duyarlı olmasını uyarmak
maksadıyla gensorunun kabulü yönünde oy kullanacağımızı ifade ediyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır. MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Son bir cümle Sayın Başkanım. BAŞKAN – Buyurun. MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Gelecek 1 Mayısların bayram olarak
kutlanmasını temenni ediyor, konuşmamda ifade ettiğim hususların dikkate
alınacağını da ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır. Söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kocaeli
Milletvekili Sayın Nihat Ergün’ün. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Ergün, buyurun. AK PARTİ GRUBU ADINA NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekillerinin imzasıyla
verilen gensoru önergesi hakkında grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere söz
aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri, bilmem dikkatinizi çekti mi, yaklaşık bir
aydır 1 Mayısın Taksim’de yapılması etrafında konuşup duruyoruz, on beş gün 1
Mayıstan önce, on beş gün 1 Mayıstan sonra. Hâlbuki Türkiye'nin ve dünyanın
gerçek gündemi bu değil. Bu konuyla ilgili grup toplantılarında konuşuldu, bu
konuyla ilgili basın toplantıları yapıldı, bu konuyla ilgili Parlamentoda
gündem dışı konuşmalar yapıldı ve bu gündem dışı konuşmalara cevaplar verildi.
Türkiye'nin ve gerçek dünyanın gündemi ne yazık ki bu değil. Muhalif siyaset
koskoca bir ülkeyi bir ay boyunca böylesine bir gündemle meşgul etmek istiyorsa
o zaman bu muhalif siyasetin hâli pürmelalini başımızı
iki elimizin arasına alıp düşünmek gerekmez mi? Önümüzdeki yılların bütün dünya için ağır bunalım ve tehditleri
içeren gelişmelerle dolu olacağı çok açıktır. Küresel ısınmanın etkileri, gıda
ve enerjide yaşanan ve yaşanması muhtemel sıkıntıların büyük bölgesel ve
küresel çatışmaları ve savaşları tetikleme olasılığı büyüktür. Açıkçası,
dünyanın güvenliğini tehdit eden krizler kapıdadır. Siyasetin kalbi, millî iradenin
yegâne tecelligâhı ve temsilcisi olan Parlamentomuz,
asıl bu konulara odaklanmalı ve çözüm yolları aramalıdır. Bütün dünya ekonomik
bir türbülansın içinden geçiyor ve ülkemiz de yükselen
gıda, emtia ve enerji fiyatlarından aşırı derecede etkilenmektedir. İşte bu
nedenle Türkiye’mizin en küçük bir iç çekişmeye ve çatışmaya tahammülü yoktur.
Kıyasıya, kıran kırana bir politik rekabete değil, aklımızı ve gücümüzü
birleştirmeye ihtiyacımız vardır. Değerli arkadaşlar, biraz da bu nedenle 1 Mayısı bir ay boyunca
konuşmak gerçekten can sıkıcı olmuştur. Şimdi de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına verilen bir gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmamasını konuşuyoruz.
Her şeyden önce, Başbakan hakkında gensoru verilmesi ciddi bir iş olmalıdır,
çünkü Meclis içi denetim yollarının son merhalesidir. Başbakan hakkında gensoru
vermek aslında Başbakanın görevinin sona ermesini, Hükûmetin
düşmesini talep etmektir. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Aynen öyle. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Eğer böyleyse o zaman bu işin ciddiye
alınmış olması lazımdı, şöyle, tek sayfa içerisinde, içi boş iddialarla bir
gensoru verilmemiş olması lazımdı. (AK Parti sıralarından alkışlar) Mademki bu gensoruyla Hükûmetin,
İktidarın meşruiyetini sorguluyorsunuz, mademki bu gensoruyla Türkiye’yi dikta
rejimine götüreceğini iddia ediyorsunuz, size başka bir yol göstereyim: Siyasi
Partiler Kanunu 100’üncü maddesi çerçevesindeki hakkınızı doğrudan doğruya
kendiniz de kullanabilirsiniz, hiç dolaylı yollara sapmaya gerek yok. Çünkü
sizin partimiz ve Hükûmet hakkındaki iddialarınızla,
bu önergede veya başka yerdeki iddialarınızla başka yerlerdeki iddialar açıkça
çok üst üste gelmektedir. O yüzden bu hakkınızı kullanmanız belki çok daha
doğru bir şey olurdu, daha ciddi bir şey olurdu. Sayın milletvekilleri, aslında bu verilen gensoru önergesinde
gerçekten birden fazla ironik durum var. İronik durum şudur: Temel insan hakkı olan toplantı ve
gösteri hakkı engellenmiş. Peki, nasıl oldu da Türkiye'nin elli sekiz
vilayetinde 1 Mayıs şenlik ve kardeşlik havasında kutlandı engellendiyse? Ve
hak ve özgürlükler ne zamandan beri yasal olmayan yollardan, taşla, sopayla,
molotofkokteyliyle saldırılar şeklinde ve illegal örgütlerle birlikte
kullanılıyor? Ve milletvekilleri ne zamandan beri yasal olmayana öncülük ediyor
arkadaşlar? (AK Parti sıralarından alkışlar) Provokasyon olacağı iddiaları
inandırıcı değilmiş çünkü Sıhhiye’de de olay çıkmış. Ne olmuş Sıhhiye’de?
Sıhhiye Meydanı’na girmek isteyen bir grup aranmak istememiş, kimlik göstermek
istememiş, üzerindeki taşın sopanın, molotofkokteylinin ortaya çıkmasını
istememiş ve polis de buna müdahale etmiş. Ne yapsaydı polis? “Gel,
molotofkokteyliyle topluluğun içine gir, sopayla taşla bu topluluğun içine gir
de provokasyon yap.” mı deseydi, ne yapsaydı? (AK
Parti sıralarından alkışlar) K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Molotofkokteyli mi vardı DİSK’te? NİHAT ERGÜN (Devamla) - 165 ülkede bayram havasında kutlanmış,
dayanışma içinde kutlanmış, İstanbul için korku günü olmuş, öyle mi? K. KEMAL ANADOL(İzmir) – Aynen… Aynen… NİHAT ERGÜN (Devamla) - Şimdi sen bunu git de bir de Taksim
Meydanı’nda iş yeri tahrip edilen adama sor? (AK Parti sıralarından alkışlar) KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Taksim Meydanı’nda kimse yok ki! K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Taksim Meydanı’nda kimse yok, polisten
başka kimse yok. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Şimdi sen Taksim Meydanı’na git de orada
sizi bir alkışlayıversinler o dükkânı tahrip edilen insanlar, bir
alkışlayıversinler sizi! K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Onları siz tahrip ettirdiniz. Kimse yok
ki orada! BAŞKAN – Lütfen… Lütfen… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Üstelik Türkiye’yi… 165 ülkeyle bir şeyi
kıyaslayacaksanız Türkiye’yi kıyaslayın. İstanbul Türkiye’nin bir vilayetidir.
Türkiye’nin geride 58 tane vilayetinde, dünyanın 165 ülkesinde olan kutlamalar
gibi kutlamalar yapılmıştır. İşte bunları görmek ve Türkiye’yi bununla
kıyaslamak lazımdır. İstanbul’da büyük bir provokasyon olmadı
ise Taksim’de iddialara göre 100 bin veya 500 bin kişi toplanacağı için, her
türlü önlem alındığı için olmamıştır. Eğer 100 bin kişinin, 500 bin kişinin
içine bir provokatör grup girmiş olsaydı, on binlerce
insanın ani hareketinden, hiçbir silah patlamasa bile kaç insanın hayatını
kaybedeceğini, kendi arkadaşlarının ayakları altında can verip vermeyeceğini
tahmin bile edemezdiniz. İşte 1977 1 Mayısı böyle bir olay oldu, böyle bir
olay. MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Her meydanda olur o. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hangi kurguyla bahsediyorsunuz? NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, İstanbul’da kutlama
yapmak isteyenler için Taksim Meydanı’nın K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Israrla anlamıyorsunuz. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, özgürlük-güvenlik
dengesi, özgürlüklerin kullanımıyla ilgili kuralları düzenlerken hassas bir
dengedir. Eğer bir yerde “İlle burada kutlayacağız.” ısrarı varsa ve siyaset de
bu ısrarı tahrik ediyorsa güvenlik kaygılarını artıran bir durum var demektir.
Güvenlik kaygıları artmıştır ve güvenlik önlemleri de artmıştır. İşte bu
güvenlik önlemleri sebebiyledir ki 77’de 1 Mayısta Taksim’de olan provokasyon olamamıştır. Bu nedenle Kadıköy Meydanı’nda olan
provokasyon da olamamıştır, önlemler alınmıştır. MUSTAFA ÖZYÜREK(İstanbul)– Kimse gidemedi ki. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Cop kullanıldı, cop. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, eğer polisin
göstericilere müdahalesinde bir hukuksuzluk ve gensoru önergesinde iddiaları
doğrulayan bir durum varsa İçişleri Bakanlığının müfettişleri elbette gereken
araştırmayı ve soruşturmayı yapmalıdır ve yapacaklardır. Bireysel olarak hukukun üstüne çıkmaya çalışan devlet görevlisi
kimse mutlaka cezasını bulur ve karşılığını alır ama bundan yola çıkarak
önergeyle, illegal örgütlere de müdahale önlemleri tek tip toplum yaratma
anlayışı gibi absürt bir iddiaya maruz kalmış,
bunlarla Hükûmetin meşruiyeti sorgulanmaya
kalkışılmış, Türkiye'nin bir dikta rejimine götürüldüğü iddia edilmiştir. Çok
yazık, çok! ÖZDAL ÜÇER (Van) – O zaman neden valiler görevden alınmadı? BAŞKAN – Lütfen laf atmayın arkadaşlar. NİHAT ERGÜN (Devamla) – İddialarınız da gösteriyor ki siz
hakikaten hukuk çizgisinden iyice çıkmış, iktidar mücadelesi için her yolu mübah gören bir anlayışa saplanmışsınız. (AK Parti
sıralarından alkışlar) K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Kendini tarif ediyorsun. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Bunlara Makyavelli bile şaşar kalırdı. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Gerçekten şaşıp kalıyorsun! NİHAT ERGÜN (Devamla) –
Sizin bu yaklaşımlarınıza Makyavelli bile şaşar kalırdı. Ne diyelim?
Allah ıslah etsin, nasıl biliyorsa öyle yapsın. ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Allah sizi ıslah etsin. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Allah sizi ıslah etsin. Elinde
sopayla çocuğa… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Güya, grup başkan vekili arkadaşlar AK
Partiyi 12 Eylül faşizmini uygulamak ve onun ürünü olmakla suçluyorlar bir
basın toplantısında. 12 Eylülcülere ceket iliklemeyi bırakın da 12 Eylül bir
faşizm ise gelin 12 Eylül Anayasası’nı, yasalarını, 12 Eylül ve benzeri işleri
birlikte temizleyelim bu memleketten, gelin beraber yapalım ama devamlı
bunlardan kaçıyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar) KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Generallerin yasağını getirip… BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu… Lütfen arkadaşlar, laf atmayın. NİHAT ERGÜN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, önümüzde iki tane
önemli örnek var, kötü örnek. Bir 77’nin 1 Mayısı, bir de 96’nın 1 Mayısı. M. NURİ YAMAN (Muş) – Nerdeydiniz altı yıldır! K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Araştıralım 77’nin 1 Mayısını. Devlet provokasyonu o. Hadi! Derin devlet orada! Derin devlet
orada! BAŞKAN – Sayın Anadol… NİHAT ERGÜN (Devamla) – 96’nın 1 Mayısıyla ilgili, 77’yle ilgili
ve 96’yla ilgili çok şey söylendi. 96’yla ilgili söylenen bir iki hususa işaret
etmek istiyorum. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Derin devleti arayıp durma. Orada, 1
Mayıs 77’de! BAŞKAN - Sayın Anadol… Rica ediyorum arkadaşlar, lütfen… NİHAT ERGÜN (Devamla) – 96’nın 1 Mayısı burada müzakere edilmiş
bir gündem dışıyla. Bakın bazı çok değerli siyasetçilerimiz, milletvekili
arkadaşlarımız olaya şöyle bakmışlar, 3 kişinin ölümüyle, yağmalamalarla, bir
faciayla sonuçlanınca, diyor ki bir değerli milletvekilimiz: “Kadıköy Belediye
Başkanı iki ay önce yürüyüş güzergâhının uygun olmadığını, Emniyet Müdürü
aracılığıyla İstanbul Valiliğine bildirdik. Dar olan sokaklardan polisin alanı
kontrol edemeyeceğini düşünerek mitingin Kadıköy’de yapılmasının uygun
olmayacağı tavsiyesinde bulunduk. Bu uyarıya her nedense kulak asılmıyor,
dinlenilmiyor. Mitingin Kadıköy’de yapılmasına izin veriliyor. Aslında hata
zinciri burada başlıyor.” diyor o değerli siyasetçimiz, “Demek ki uygun olmayan
bir yerde mitinge izin vermek büyük bir hatadır.”diyor. K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Taksim başka, orası başka. Ne alakası
var! NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sonra bu değerli siyasetçimiz diyor ki:
“Bunu o günün emniyet teşkilatı -sözüm ona- kamuoyu bunları görsün diye gevşek
davranmış, pasif davranmış polis, müdahale etmemiş ve kamuoyu bunları görsün mantığıyla
milyarlarca liralık mal ve canın kaybına seyirci kalması, Valinin deyimiyle,
pasif davranması, derhâl görevden uzaklaştırılması için yeter nedendir. İdare
ve güvenlik güçleri kendilerinin izin verdiği bu mitingin düzenli yapılmasını,
amacından saptırılmamasını, toplantıya katılanların güvenliğini sağlamakla
yükümlüdürler. Ciddi demokratik bir ülkede cana, mala kastedilirken futbol maçı
izler gibi olayları seyre kalkan polise kimse aferin demez, madalya da vermez.
‘Efendi, görevini niçin yapmadın?’ diye sorarlar adama.” diyor o değerli
siyasetçi arkadaşımız. (AK Parti sıralarından “Kim o?” sesleri) AHMET YENİ (Samsun) – Kim o? Merak ettik. NİHAT ERGÜN (Devamla) – O değerli siyasetçimizin bir önemli
cümlesi daha var bu olayla ilgili: “Günlerdir basında yazılıp söyleniyor,
‘Göstericiler, yürüyüşçüler başka yöntemlerle de caydırılabilirdi,
geriletilebilirdi.’ deniliyor. Güvenlik güçlerinin olanakları, düzeni,
becerisiyle övünülüyor. Peki, acaba gaz veya sis bombası, tazyikli su, plastik
mermi ve benzeri önleyici yöntemlere niçin başvurulmadığını hiç düşünmüyorlar
mı?” (AK Parti sıralarından alkışlar) KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kimlere karşı yalnız, kimlere
karşı? NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, o gün gaz bombası
kullanmak lazım, tazyikli su kullanmak lazım, plastik mermi ve benzeri yeni
yöntemleri kullanmak lazım, bugün bunların hepsi yanlış. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kimlere karşı kullanıldığı çok
önemli. NİHAT ERGÜN (Devamla) – O gün “Niye kullanmıyorsunuz?” diyor,
bugün “Niye kullanıyorsunuz?” diyor. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Ergün, kimlere karşı? NİHAT ERGÜN (Devamla) – Kim bu? Kim? (AK Parti sıralarından “Kim?”
sesleri) Sayın Önder Sav, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri. (AK Parti
sıralarından “Ooo!” sesleri, alkışlar) HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sizin gibi o da değişmiş Başkan! NİHAT ERGÜN (Devamla) – Şimdiki politika ne? Şimdiki politika ne?
Şimdiki politika şu: “Polis bu tür olaylarda gaz bombası kullanmasın.” Ne
oluyor, öksürük mü yapıyor? (AK Parti sıralarından gülüşmeler) “Polis bu tür olaylarda tazyikli su kullanmasın.” Ne oluyor?
Islatıyor mu, üşütüyor mu, ne oluyor? KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kimlere karşı kullanıldığı çok
önemli. NİHAT ERGÜN (Devamla) – “İllegal örgütlere karşı…” KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hah! Bravo! K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Ya DİSK var, bu illegal örgüt mü? KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – DİSK illegal örgüt mü? NİHAT ERGÜN (Devamla) – “…polis plastik mermi, cop kullanmasın.”
Ne oluyor? “Acıtıyor.” K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Kardeşim, DİSK illegal örgüt mü? O senin
dediğin adamlar illegaldi. BAŞKAN – Sayın Anadol, rica ediyorum. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Peki, ne yapsın polis, ne yapsın? Düdük mü
çalsın? Bu olayları düdük çalarak mı önlesin? Ne yapsın? (AK Parti sıralarından
alkışlar) K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Hadi canım sen de! Hastaneye el bombası
atıldı. Hastanede illegal mi vardı? BAŞKAN – Grup Başkan Vekili arkadaşlar… K. KEMAL ANADOL (Devamla) – İllegal örgüt mü vardı hastanede? Acil
serviste illegal örgüt mü vardı? NİHAT ERGÜN (Devamla) – Onun araştırmasını İçişleri Bakanlığı
yapacak. BAŞKAN – Sayın Anadol, rica ediyorum. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bir değerli
politikacımızın daha konuşması var, bir değerli politikacımız: “Birtakım
illegal örgütlerin uzun süreden beri 1 Mayıs eylemleri için hazırlık yaptığı
kendi yayın organlarında bile yer almıştır. Eğer bunlar önceden istihbar
edilememiş ise bu bir gaflettir, eğer bu bilgileri doğru olduğu hâlde gerekli
önlemler alınmamışsa bu daha da rahatsız edicidir.” diyor. Demek ki istihbarat
bilgilerine göre bazı önlemler almak lazımmış. Maalesef ülkemizde 1 Mayısın
sancılı olduğu yakın tarihimizde de acı ve kanlı 1 Mayıslar yaşanmış olduğu
hâlde gerekli önlemlerin alınmadığından şikâyet ediyor Kadıköy’de. “Alsaydınız,
mademki istihbarat vardı.” diyor K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Arada fark var çok çok!
İllegal örgüttü oradakiler. DİSK değil, işçi konfederasyonu değil. AHMET YENİ (Samsun) – Dinle, dinle! NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sonra “Türkiye’de işçi konfederasyonları
yasal prosedürleri yerine getirerek bugünleri kutlamak
durumundadırlar.” diyor. Demek ki önemli yasal prosedürler.
O siyasetçimiz o gün öyle diyor, şimdi de diyor ki:”Yasaların ne önemi var,
hepimiz oraya gideriz.” diyor, herkesi tahrik ediyor. O gün yasalar önemli,
şimdi önemli değil. Aynı milletvekili: “Devlet halkın can ve mal güvenliğini
sağlamakla görevli kardeşim. Mademki Kadıköy’de böyle bir şey olmuştur, bu
zararlar tazmin edilmelidir.” diyor. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Doğrudur ama devlet sopayla
gezmemeli. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Evet, devlet tam da Taksim’de halkın can
ve mal güvenliğini sağlamıştır. Bu değerli siyasetçimiz kim? Benden evvel konuşan Cevdet Selvi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu siyasetçimiz de
o zaman Cumhuriyet Halk Partili değil ama, o zaman
DSP’li ama şimdi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan bir
siyasetçi arkadaşımız. Değerli arkadaşlar, sizin tutumunuz sadece bu olaylarla ilgili de
böyle değil, ikircikli bir tutumunuz var bütün bu olaylar karşısında. 2006
Danıştay saldırısında da böyleydi. Orada da bütün olayları nasıl bizim üstümüze
yıkmaya çalıştınız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Merhum Adnan Menderes’in
60 ihtilali sonrası idamıyla ilgili tutumunuz da hâlâ
ikirciklidir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu coşkuyla karşılayanlar var.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)– Nereden çıktı bu ya? KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, hiçbir hatip olayı
saptıramaz, hakkı yoktur, yetkisi de yoktur. (AK Parti sıralarından “Dinle dinle!” sesleri, gürültüler) BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, bir
dakikanızı rica ediyorum. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değeli arkadaşlar, aslında Deniz Gezmiş
olayıyla ilgili tutum da doğru tutum olmamıştır. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hatiplerin doğru söyleme görevi
vardır, gerçek dışı beyanda bulunamaz. BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen,
rica ediyorum. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Deniz Gezmiş idamı hak edecek bir suç
işlememiş olabilir ama Deniz Gezmiş bir millî kahraman da değildir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Buradaki konuşmalarda neredeyse millî kahraman ilan edildi. Hasan Cemal’i okumanızı tavsiye ederim. (CHP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… NİHAT ERGÜN (Devamla) – İlhan Selçuk gibi, Doğan Avcıoğlu gibi, Cemal Madanoğlu
gibi kişilerin Deniz Gezmiş gibi gençleri kendi devrim ve ihtilal hayalleri
için nasıl kullandıklarını çok açık bir şekilde yazmıyor mu? Ama okumuyorsunuz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) İşte, biraz da o gençlere bu yüzden, onları
kullananlar yüzünden yazık olmadı mı? Sonra, onların idamına burada parmak
kaldıranları siz Cumhurbaşkanı seçtiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Gazeteci İlhan Selçuk da sabaha karşı evinden alınmayı hak etmemiş
olabilir, yanlış bir uygulama da yapılmış olabilir, ama gazeteci İlhan Selçuk
sütten çıkmış ak kaşık mı? (CHP sıralarından “evet” sesleri, gürültüler) KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Hâlâ bu yaşında darbeciliğe fikir
finansmanı sağlamanın neresi ak kaşıklık? Olur mu
böyle bir şey? (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Parlamentoda
bulunmayan bir kişinin Parlamentoda bir milletvekili tarafından suçlanması
doğru değildir. (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… Arkadaşlar, rica ediyorum. Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sahi, bir sürü şey söylediniz, siz
söyleyince biz dinleyeceğiz, biz söyleyince siz dinlemeyeceksiniz. Olmaz! BAŞKAN – Sayın Ergün, bir dakika… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar… BAŞKAN – Sayın Ergün, bir dakikanızı rica ediyorum. Değerli arkadaşlarım…(CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar,
AK Parti sıralarından alkışlar) NİHAT ERGÜN (Devamla) – Ama olmaz! Herkes… BAŞKAN – Hadi bitirin bakalım! Tamam arkadaşlar... Tamam… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Canım, benim söylediklerim hoşunuza
gitmeyebilir. Zaten hoşunuza… BAŞKAN – Sayın Ergün… Sayın Ergün, bir dakikanızı rica edeyim. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Arkadaşlar, sevgili arkadaşlarım… Sayın Kılıçdaroğlu, müsaade eder
misiniz… ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Cevap verme hakkı olmayan insanlara saldırıyor!
BAŞKAN – Bir dakika efendim… Müsaade eder
misiniz… Müsaade eder misiniz… Şayet, Sayın Ergün’ün konuşmasında… ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sözlerinizin nereye gittiğinin
farkında değilsiniz! BAŞKAN – Rica ediyorum… Sayın Hacaloğlu,
rica ediyorum. Şimdi, tecrübeli arkadaşlarımız… ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Siyaset tarihini bilmiyorsunuz,
ağzınıza geleni söylüyorsunuz, böyle milletvekilliği olmaz! BAŞKAN – Algan Bey, rica ediyorum. ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Burada olmayan insanlara saldırıyor! BAŞKAN – Arkadaşlar, bir sataşma iddiası varsa onu Sayın Hatibin
konuşmasından sonra değerlendirmeye alırız ama Sayın Hatibin konuşmasının her
cümlesinde “Burada yanlışlık var, siz yanlış söylüyorsunuz, çarpıtıyorsunuz.”
diye müdahale etme hakkınız yok. Kimsenin yok, benim de yok. O nedenle, müsaade ederseniz, sayın konuşmacı konuşmasını
bitirsin, ondan sonra ben sizin taleplerinizi alırım. Lütfen oturun şimdi. Rica ediyorum. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan… BAŞKAN - Lütfen oturun arkadaşım. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, sizin
söylediklerinize aynen katılıyorum. BAŞKAN - Bir
dakika… KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Ama,
Parlamentoda olmayan ve kendisini savunamayacak konumda olan bir kimseye… BAŞKAN - Tamam efendim, onların hepsini konuşuruz. Lütfen,
efendim. Buyurun efendim. (CHP sıralarından gürültüler) Rica ediyorum arkadaşlar… Tamam, tamam. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Herkes haddini bilmeli
Parlamentoda. AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Ülkeyi parsel parsel
satıp konuşamazsınız burada böyle. BAŞKAN - Arkadaşlar, rica ediyorum. AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sat ülkeyi parsel parsel,
sonra konuş… BAŞKAN – Lütfen… Sayın Ergün, buyurunuz efendim. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, benim sözlerim burada
olmayan şahıslarla ilgili değil. BAŞKAN – Sayın Ergün, lütfen toparlayın. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Benim sözlerim siyasi partilerin tutumuna
ilişkin bir konudur. (CHP sıralarından gürültüler) AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Adam gibi konuş burada! MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, Grup Başkan Vekilleri
varken ne yapıyor bunlar? BAŞKAN - Rica ediyorum… (CHP sıralarından gürültüler) Lütfen oturun… Lütfen oturun. Rica ediyorum. Rica ediyorum
arkadaşlar. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sözlerimin sonuna geliyorum. BAŞKAN – Bir dakika… Sayın Ergün, toparlayın lütfen. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Toparlayamazsın ki, dağıttın. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sözlerimin sonuna geliyorum. Değerli arkadaşlar, Hükûmet hakkında,
Başbakan hakkında gensoru veriyorsunuz. Bizi Türkiye’yi diktatörlüğe götürmekle
suçluyorsunuz. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Gensoru hakkında konuş. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Yani, birçok başka işlerle suçluyorsunuz, ama, biz de bunlara cevap veriyoruz. Çok kişi konuştu. Rica
ederim. Öyle şey olmaz. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler) ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Lütfen… Sayın Koçal… Lütfen
arkadaşlar… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, işiyle, emeğiyle
geçinen insan ile illegal örgüt mensuplarını kimsenin birbiriyle karıştırmaya
hakkı yoktur. İşçilerimiz, elli sekiz vilayette “Emek ve Dayanışma Günü” olarak
1 Mayısı huzur ve kardeşlik içinde kutlamıştır. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sen karıştırdın ya! ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Size lanet ettiler her yerde. NİHAT ERGÜN (Devamla) – AK Parti ve Hükûmetlerinin
ise işçi ve emek konusunda yaptıkları çok açıktır. Başbakanımızın 29 Nisan
tarihli konuşmasını okumanızı size tavsiye ederim. O konuşmadan bölümler ben de
konuşmama almıştım, ancak, o kadar çok zamanımı çaldınız ki, onlara fırsat
kalmadı. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Çalmak size yakışır! NİHAT ERGÜN (Devamla) – 1
Mayısa bakışımızı da o konuşmada son derece güzel bir şekilde özetlemiştik ve
yaptıklarımızı, yapacaklarımızı o konuşmamızla çok veciz bir şekilde ortaya
koymuştuk. İşçi kardeşlerimiz, Türkiye toplumu, beş altı yıldır AK Parti
İktidarının işçiler için ne yaptığını, emekçiler için ne yaptığını çok yakından
bilmektedir. Bundan sonra ne yapacağını da çok yakından bilmektedir. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Emekçilere “ayak takımı” dediniz,
daha ne diyeceksiniz! NİHAT ERGÜN (Devamla) – İşte şimdi bu gensorudan sonra -çok farklı
tartışmalar yapıyoruz ama- istihdam paketini konuşacağız. Yeni daha, yeni…
İstihdam paketini konuşacağız. ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Sendikalı olduğu için Susurluk’ta işten
atılan işçileri işe aldırın! NİHAT ERGÜN (Devamla) – Yeni, yatırımlarla ilgili, yatırım
teşvikleriyle ilgili kanunları yeni konuştuk. Bütün bunların… ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Madem işçilerin yanındasınız, sendikalı
olduğu için Susurluk’ta işten atılan işçileri tekrar işe aldırın! BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, lütfen. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Böylesine bir yaklaşıma yasa dışı ve popülist bir karşılık verilmemeliydi. Gensoru gibi çok
önemli bir denetim yolu bu kadar ucuza harcanmamalıydı. Tekrar ediyorum: Başbakana gensoru vermek, bir hükûmet
devirme girişimidir ve çok ciddi bir iştir. Tek sayfalık içi boş iddialarla hükûmet düşürmek mümkün değildir, olsa olsa
sizin iddialarınız düşer. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu boş iddiaları
burada yüce Parlamentonun ve yüce milletimizin vaktini çalmak için getirdiniz.
Eminim bundan sonra bu konularda daha dikkatli olursunuz. (CHP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Arkadaşlar… Sayın Ergün, bitirin lütfen. NİHAT ERGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun böylesine boş iddiaları destekleme ve böylesine boş iddialarla
Türkiye’mizin gündemini meşgul etme imkânı yoktur. MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Çalmaktan başka bir şey bilmiyor
musunuz? NİHAT ERGÜN (Devamla) – Son olarak, Sayın Şandır’ın
söylemiş olduğu bir konuya işaret edeceğim. MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Çalmak, çalmak… NİHAT ERGÜN (Devamla) – Sayın Şandır diyor ki: “Bu işlerde sorumlu
Hükûmettir, ikna edemedi sendikaları.” Bazılarının
ikna olmaya niyeti var mıydı Sayın Şandır? MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Edeceksiniz efendim! NİHAT ERGÜN (Devamla) – Görmek istemeyenden daha kör, duymak
istemeyenden daha sağır, anlamak istemeyenden daha anlayışsız kim olabilir ki,
kim? (AK Parti sıralarından alkışlar) Çok kıymetli arkadaşlar, bir aydır 1 Mayısı konuştuk. Umarım bu
son konuşma olur. ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Daha çok konuşacağız! NİHAT ERGÜN (Devamla) – Baştan da söyledim, Türkiye’nin 1
Mayıstan, bir ay boyunca konuşacak daha önemli işleri var ve gelin, şu
hadiseden sonra o önemli işleri konuşalım ve bütün milletimize hayır getirecek
işlerin peşinde olalım. Bu Parlamentonun işi budur, bu Parlamento bunu yapmalıdır diyor,
hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ergün. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Sayın Anadol, buyurun. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkanım, ben sadece merhum
Menderes’in idamından Cumhuriyet Halk Partisini sorumlu tutan anlayışla ilgili,
iddiayla ilgili… BAŞKAN – O sizi söylemedi… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sadece… BAŞKAN - Sizi söylemedi,
hayır… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Cumhuriyet Halk Partisini söyledi, beni
değil. BAŞKAN – Hayır, hayır… Sizi söylemedi. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tutanaklara bakın. Hayır… MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – “Cumhuriyet Halk Partisi sorumlu.”
dedi. BAŞKAN - Yani Cumhuriyet Halk Partisini söylemedi. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne söyledi peki? Adnan Menderes’le
ilgili kimi kastetti? Kimi kastetti? BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisini kastetmedi. K. KEMAL ANADOL (İzmir) - “Sizin bu anlayışınız…” dedi. BAŞKAN – En azından ben öyle anladım ama… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tamam… BAŞKAN – Zabıtları getireyim bakayım Sayın Anadol. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yanlış… Efendim, 2 dakika izin verin.
Olur mu? BAŞKAN – Ama, yani, sizi kastetmediğinden
ben eminim. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ağır bir itham altında kalıyoruz. Hayır…
Ağır bir itham altında kalıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisini sorumlu tuttu. BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisini kastet… KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim… BAŞKAN - Sayın Ergün… Sayın Ergün… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Olur mu böyle şey canım? Ona niye
soruyorsunuz? BAŞKAN - Bir dakikanızı rica edeyim. Lütfen… Sizin kastınız… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hürriyet Partisini mi kastettiniz yoksa? BAŞKAN – Hayır… “Menderes’in asılmasından coşku duyanlar.” diye
siz Cumhuriyet Halk Partisini mi kastettiniz? K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Kimi kastetti? Söylesin. NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Efendim, Cumhuriyet Halk Partisinden… (CHP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Peki… Sayın Selvi… (CHP sıralarından
gürültüler) Bir dakikanızı rica edeyim. Sayın Selvi, siz, Sayın Ergün’ün okuduğu
sözlerin size ait olmadığını mı söylüyorsunuz? Onun için mi söz istiyorsunuz? M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Çarpıtılmıştır. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Tutanaklardan istenebilir Sayın Başkan. M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Tutanakları şimdi getirin… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Tutanaklardan okudu Sayın Başkanım. BAŞKAN – Buyurun… Lütfen üç dakikayı geçmeyin. (CHP sıralarından
gürültüler) K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, benim başvurum ne oldu? BAŞKAN - Arkadaşlar, kendisi üç dakika rica etti, ben de üç dakika
verdim, yani siz niye itiraz ediyorsunuz ki? MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Sayın Anadol’un
söz hakkı var. BAŞKAN – Buyurun Sayın Selvi. ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yahu, konuşmamızdan niye korkuyorsunuz
arkadaşlar? Konuşalım bakalım. VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1.- Kocaeli Milletvekili M. Cevdet
Selvi’nin, Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün, 1996
yılında yapmış olduğu bir konuşmayı çarpıttığı gerekçesiyle konuşması M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim. Biraz önce Grup Başkan Vekili -iktidar partisinin- değerli
arkadaşım öylesine elmayla armudu birbiriyle karıştırdı ki… (AK Parti
sıralarından gürültüler) 1996 yılında… BAŞKAN – Lütfen dinleyin arkadaşlar. NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sen 96’da elmaydın, şimdi armut mu oldun?
(AK Parti sıralarından gülüşmeler) M. CEVDET SELVİ (Devamla) – İşte sen! Kadıköy’deki 1 Mayısla ondan sonraki, hele bu son 1 Mayısı
mukayese etmek kadar yanlışlık olamaz. Neden, neden, neden? (AK Parti
sıralarından gürültüler) Değerli arkadaşlarım, o günkü İktidar ve o gün İstanbul Valisi, 1
Mayısta, bırakıp gezmeye gitti. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Marmaris’e gitti, Marmaris’e. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Marmaris’e gitti. Vali Muavini
oralarda bulunmadı, Emniyet Müdürü kaçtı ve sonuç olarak, orada özellikle provokasyona zemin hazırlandı. Ama o günkü İktidar, bu
konuyla ilgili, o ışıkların kırıldığı, o çimlerin çiğnendiği günde Meclis
araştırması verildi ve sorumlu davrandı. Bu yanlışlar olmasın diye Vali derhâl
görevinden alındı. Ayrıntılı bir biçimde Meclis araştırmasında, bu ve benzeri
olaylar tekrar yaşanıp acı duyulmasın diye önlemler ortaya kondu ve Vali
görevden alındı. Orada…(AK Parti sıralarından gürültüler) AHMET YENİ (Samsun) – Şimdiki Vali görevindeydi. BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen dinleyin. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Şimdiki Valiyi tabii ki Sayın Başbakan
teşvik edip hâlâ savunduğu için yerinde kalıyor. O gün önlem alınmıştı. METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) – Başarılı olmuştur! BAŞKAN – Lütfen… Lütfen… M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Bakınız, o araştırma komisyonunda,
vali, sahte bir kâğıtla kendisinin belirli bir saatte İstanbul’da olduğunu
söyledi. Araştırma komisyonu İstanbul’da olmadığını açık seçik ortaya koydu,
görevden alındı. Ama bizim şu yapılan 1 Mayıs, hata, eksik… Eğer uzlaşma
sağlansaydı en ufak bir şey olmayacaktı, dünyaya rezil olmayacaktık, Türkiye’de
bir barış ve kardeşliğin açılımı olacaktı. Bu fırsatı kaçırdığı için
rahatsızız. 96 yılında, o Valiye, oradaki Emniyet Müdürüne, Vali Muavini de
bırakıp gittiği için ona, o günkü Hükûmet gereken
yaptırımı uygulamıştır, sizin gibi daha fazla ileriye dönük teşvik etmemiştir. Eğer merak eden varsa benim çizgimi, tutarlılığımı, Meclis
tutanaklarında hazırdır. (AK Parti sıralarından gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Selvi. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Hepsini beraber okuyun. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Selvi. M. CEVDET SELVİ (Devamla) – 1 Mayıs 96 ile 2008’i mukayese etmek
mümkün değildir. BAŞKAN – Sayın Selvi, teşekkür ediyorum.
M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Eğer siz de valiyi görevden alırsanız,
Emniyet Müdürüne gereken cezayı verirseniz… BAŞKAN – Sayın Selvi… Sayın Selvi… M. CEVDET SELVİ (Devamla) – … size de
ancak teşekkür ederiz. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Kurallara uymamak alışkanlık hâline
gelmiş. BAŞKAN – Sayın Selvi… M. CEVDET SELVİ (Devamla) - İstismara lüzum yoktur. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Selvi… AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Bir dakika… HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Bir dakikanızı rica edeyim. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Bir dakika arkadaşlar… Bir dakika arkadaşlar… HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, Sayın Grup Başkan Vekili hiç
yeri yokken… BAŞKAN - Bir dakika… HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, bir kelime buradan söyleyeyim… BAŞKAN – Hayır, bir dakika… Hasip Bey,
bir dakikanızı rica edeyim. Ahmet Bey, bir dakikanızı rica edeyim. HASİP KAPLAN (Şırnak) – … hiç gereği
yokken bu gensoruyla, “Deniz Gezmiş bir millî kahraman değildir.” dedi. Deniz
Gezmiş bir devrimcidir, bir halk kahramanıdır. (Gürültüler) BAŞKAN – Sayın Kaplan… Sayın Kaplan… HASİP KAPLAN (Şırnak) – Siz, darbelerin astığı insanlara bu
Mecliste hakaret edemezsiniz! BAŞKAN – Sayın Kaplan, size söz vermedim ben. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Özür dilemek zorundasınız! BAŞKAN – Size söz vermedim. Buyurun, buyurun lütfen… HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, buna hakkı yok. BAŞKAN – Buyurun lütfen… HASİP KAPLAN (Şırnak) – Kimse ölen bir insanın arkasından hakaret
edemez. BAŞKAN – Ee canım, yani siz söylediğiniz
zaman sizin hakkınız oluyor da başkası söylediği zaman niye o hak olmuyor? HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama hakaret edemezsiniz! BAŞKAN - Rica ediyorum arkadaşlar, birbirinize tahammül etmeyi
bilin. Rica ediyorum. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Sayın Anadol… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Evet… BAŞKAN – Niçin? Tam net anlayabileceğim şekilde söyler misiniz
lütfen. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Efendim, çok net söylüyorum, Grup Başkan
Vekili arkadaşımın da itiraz edeceğini sanmıyorum. Cumhuriyet Halk Partisini
kastederek “Siz bu tutumunuzla Adnan Menderes’in idamına da sebep oldunuz. Bu
tutumunuzu… “ KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Millet biliyor, millet. ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – “Tutumunuzla” demedi. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne söyledi? BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum… K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kimi söyledi? BAŞKAN – Sayın Anadol… K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Hürriyet Partisini mi kastetti? Hangi
partiyi kastetti? BAŞKAN – Sayın Anadol, ben öyle
anlamadım. Ama, bir yanlış anlamaya meydan vermemek
için, size iki dakika içerisinde bir açıklama yapmak için söz veriyorum;
buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar) 2.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün,
konuşmasında partisine sataşması nedeniyle konuşması K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sabrınızı suistimal
etmeyeceğim Sayın Başkan. Şimdi evvela, bu tür güncel tartışmaların, tarihin derinliklerine
giderek, tarihi çarpıtmalarla sulandırılmamasını diliyorum. Doğum tarihine baktım Sayın Nihat Ergün’ün, 1962. 1962’de,
Menderes -merhum- idam edildiğinde siz
dünyaya yeni gelmiştiniz ve bir yaşındaydınız.(AK Parti sıralarından
gürültüler) Şimdi, tarih bilir ki, merhum Menderes’in oğlu Sayın Aydın
Menderes bilir ki, Menderes’in idamını önlemek için o zamanki Cumhuriyet Halk
Partisinin Genel Başkanı İsmet İnönü kapı kapı
dolaşmış, son ana kadar bu idamı…(AK Parti sıralarından gürültüler) Cehalet… Bağırmayın… BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Cehalete bakın arkadaşlar… Tutanaklara
geçsin bu gürültünüz, cehalet sesleri bunlar, cehalet. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Cehalet… BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum… Lütfen arkadaşlar, rica ediyorum…Lütfen. K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Bu tür tarihî gerçeklerden haberi
olmayan bir topluluğa hitap ettiğim için üzgünüm aynı zamanda. (CHP
sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler) AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Siz Genel Kurula hitap ediyorsunuz Sayın Anadol. K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Cumhuriyet Halk Partisi, ne Adnan
Menderes’in ne Deniz Gezmiş’in, hiçbir siyasi idamın
yanında olmamıştır ama biz, taa 60’ların hesabını
soruyor bizden, vermeye hazırız. Biz sorduğumuz vakit, lütfen “Biz gömlek
değiştirdik.” mazeretine kapılıp kıvırtmayın. Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Teşekkür ederim. AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Sayın Tan… (Gürültüler) AHMET TAN (İstanbul) – Efendim, ben söz istemiyorum. BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen, duyamıyorum. AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan, ben söz istemiyorum. Eğer
uygun görürseniz bir cümlenin tavzih edilmesini istiyorum. Sayın AKP Grup
Başkan Vekili, Sayın İlhan Selçuk’la ilgili çok açık ve net olarak “darbe
teşvikçisi” ifadesini kullandı. Ben, bu biçimde itham ettiği Başyazarın
gazetesinde gazeteci olarak yirmi yıla yakın orada görev yapmış bir kişi olarak
onları da burada temsil etmek durumundayım. O yüzden, Sayın Sözcünün İlhan
Selçuk’la ilgili kullandığı “darbe
teşvikçisi” ifadesini tavzih etmesini, geri almasını istiyorum. BAŞKAN – Zabıtlara geçti Sayın Tan. Teşekkür ederim. AHMET TAN (İstanbul) – Geçti ama… (AK Parti sıralarından
gürültüler) Sayın Başkan, biraz evvel kendiniz ifade buyurdunuz, “Birbirimize
tahammül etmeyi öğreneceğiz.” dediniz. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tan. AHMET TAN (İstanbul) - Türk basınının önemli ve en kıdemli
yazarlarından birisinin taburcu olduğu bir günde kendisine “Geçmiş olsun” demek
yerine böyle bir ifade kullanmasını doğrusu ayıp karşılıyorum. BAŞKAN – Zabıtlara geçti Sayın Tan. Teşekkür ederim Sayın Tan. AHMET TAN (İstanbul) - Tavzih etmesi gerekir. (AK Parti
sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Tan, Sayın Selçuk’la ilgili “Erken saatte gözaltına
alınması yanlış olabilir.” dedi, benim takip ettiğim kadarıyla. MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Tan’ı duyamıyoruz, söz verseniz
de duysak Sayın Başkan. Kürsüye gelse de duysak Sayın Başkan, biz
anlayamıyoruz, ne söylüyor? AHMET TAN (İstanbul) – Hayır, bu “Darbe teşvikçisi” sözü… Bu
yargıya da müdahaledir. BAŞKAN - Sizin sözleriniz zabıtlara geçti. Teşekkür ediyorum Sayın Tan. AHMET TAN (İstanbul) – Peki, yalnız, bunun çirkin bir bühtan
olduğunu da söylemek isterim. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım… BAŞKAN – Sayın Vural, siz de mi söz istiyorsunuz? OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, önce dinleyin, sonra… Sayın Grup Başkan Vekilimiz konuşurken… (Gürültüler) BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen dinleyin. Duyamıyorum konuşan
arkadaşları. Çok rica ediyorum. (Gürültüler) Arkadaşlar, lütfen… OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, Sayın Grup Başkan Vekilimiz
konuştuğu zaman bir dakika otuz altı saniye geçti “Sabrımı istismar ettiniz.”
dediniz. Ama, dört buçuk dakika geçti; sizin o
sabrınızın aslında istismar edilip edilmediği konusunda bir söze ihtiyaç vardı,
onu kullanmadınız. Şimdi kullanırsanız zannederim telafi etmiş olursunuz. BAŞKAN – Hayır, hayır… MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Başkanın sabrı partilere göre
değişiyor arkadaşlar. BAŞKAN - Sayın Ergün konuşması gereken yirmi bir dakikadan daha az
konuştu. Biraz tartışmalar sebebiyle durdu burada, ondan sonra da üç dört
dakika da… OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, lütfen mazeret aramayınız. BAŞKAN – Hayır, hayır. Yok, yok. Ben haksızlık yapmam arkadaşlar. AHMET TAN (İstanbul) – Efendim, o yirmi bir dakikanın bir
dakikasında o hakareti geri alması gerekirdi. V.- GENSORU (Devam) A) Ön
Görüşmeler
(Devam) 1.- Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını
engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal ettiği, güvenlik
güçlerini orantısız güç kullanmaya teşvik ettiği, bu tutumuyla toplumsal barışı
tehlikeye atarak şiddet görüntülerinin ortaya çıkmasına neden olduğu iddiasıyla
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi
(11/2) (Devam) BAŞKAN – Bakanlar Kurulu adına Sayın Beşir Atalay, İçişleri
Bakanı. Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi tarafından verilen gensoruya ilişkin
olarak Hükûmetimizin görüşlerini açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum. Sözlerimin başında hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Ama önce 9 Mayıs 2008 tarihinde Hakkâri Şemdinli Aktütün 13’üncü Jandarma Sınır Bölük Komutanlığına PKK
terör örgütü mensuplarınca yapılan saldırı sonucu şehit olan 6 vatan evladımızı
rahmetle anıyor, ailelerine ve halkımıza başsağlığı diliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten, bugün 13 Mayıs
ve biz hâlen 1 Mayısı konuşuyoruz. Aslında, 1 Mayısla ilgili, çok önceden de
başlayarak ve sonrasında da söylenmedik hiçbir söz kalmadı. Daha geçen salı
günü, ben, bizzat, bu yüce çatının altında, gündem dışı konuşmalara cevap
vermek üzere söz aldım, tam yirmi beş dakika yüce Meclisimizi bilgilendirdim. Fakat, ısrarla bu konu tekrar gensoru hâline getirildi.
Aslında, şöyle düşündüğümüzde -burada da ifade edildi- bir yönden de, bir
Başbakan için gensoru vermek, Mecliste çok ciddi bir iştir, çok olağanüstü bir
durumla ancak söz konusu olabilir. Yani, gensoruyu, bu şekilde, üzerinde her
şey konuşulduktan sonra, Mecliste, ilgili bakanın, ilgili arkadaşların ve
gruplar da üzerinde her türlü bilgilendirme yapıldıktan sonra tekrar gensoruya
dönüştürülmesi, bir anlamda gensorunun itibarını da düşürmüştür diyebiliriz.
Aslında, bu gensoru, bir yönden bakıldığında, Hükûmete,
niye görevinizi iyi yaptınız yahut görevinizi yaptınız, diye veriliyor. Değerli arkadaşlar, ben, samimiyetle şunu söylüyorum, bakın, bir
İçişleri Bakanı olarak: Burada, 1977 yılının 1 Mayısı konuşuldu, 1996 yılının 1
Mayısı konuşuldu ve ben şükrediyorum, ölülerin olduğu, canlar verilen, ağır
yaralıların olduğu, bütün mağazaların, iş yerlerinin tahrip edildiği bir 1
Mayısın muhatabı olarak huzurunuzda değilim. Doğrudur, arzu etmediğimiz,
hepimizi üzen bazı görüntüler olsa da, bir anlamda kimsenin burnunun
kanamadığı, can vermediğimiz, büyük yaralıların olmadığı 1 Mayıs üzerinde
burada huzurunuzdayım, onun için de gerçekten kendimi şanslı sayıyorum ve
bununla da gurur duyuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) MUHARREM İNCE (Yalova) – Bravo, Türkiye gurur duyuyor seninle(!) İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aslında, 1 Mayıs öncesine ilişkin, sonrasına ilişkin
araştırmalar da yapılıyor; bunların bir kısmı adliyeye intikal etti, bir kısmı
idari soruşturmalar içinde devam ediyor. Yani bu sonuçlandırılmış da değil. Ama şunu da konuşmamın başında iki cümleyle ifade etmek istiyorum
izninizle: Zaman zaman konuşmalarda AK Parti Hükûmeti için “âdeta otoriterleşmeyi geliştiren”, “polis
devleti görüntüsü veren” gibi suçlamalar da oluyor. Tabii bunu hiçbir aklı
başında vatandaşımız söyleyemez. AK Parti olarak biz, Hükûmet
olduğumuz günden bugüne, demokratikleşmeyi derinleştirmek, bunu âdeta
kültürümüz hâline getirmek, ifade özgürlüğünü yaygınlaştırmak, toplantı ve
gösteri yürüyüşünü kolaylaştırmak için nice yasal düzenlemeler yaptık ve bu
alanda gerçekten çok önemli adımlar attık. AK Partiyi bunun aksi şekilde
suçlamak bir insafsızlık olur diye düşünüyorum. ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Dokunulmazlıklar ne oldu? İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ama şunu da biliyoruz:
Toplumlar kamu düzeni içinde yaşarlar. Güvenlik ve özgürlük hassas bir dengedir
ve o düzeni sağlaması için bu dengeyi iyi kurmanız gerekir. Ben bu Bakanlığa
geldiğim günden beri bunu ifade ediyorum. Güvenlik ve özgürlük dengesi bizim en
hassas konumuzdur ve güvenlik birimlerimizde de eğitimimizde bunun üzerinde
gerçekten çok duruyoruz ve bu yönde önemli mesafe alındı ve daha da alacağız. Ama ben bugünkü konuşmamda -tabii burada siyasi boyutları olarak
grup başkan vekillerimizin, değerli partilerin temsilcilerinin konuşmaları
oldu- süreci şöyle kısaca bir özetlemek istiyorum müsaadenizle. Ne oldu 1 Mayıs
öncesi? Biz ne yaptık Hükûmet olarak? Sendikalarımız
ne yaptı? Güvenlik birimlerimiz ne yaptı? Bunların da hem yüce Meclis
tarafından hem vatandaşlarımız tarafından iyi bilinmesi gerekiyor. Bir defa, Anayasa’mızda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkı temel haklardan birisidir. Biz de bunu kolaylaştırmak için bugüne kadar
her çabayı gösterdik. Ama bunun kullanılması, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu ve bu Kanun’un çerçevesinde düzenlenen Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik ile düzenlenmiştir değerli
arkadaşlar. Bu Kanun’a ve Yönetmelik’e göre, il ve
ilçelerde hangi meydan, yol ve açık yerlerde toplantı ve gösteri yürüyüşü
yapılacağı, toplanma ve dağılma yerleri, izlenecek güzergâhlar mülki makamlarca
mevzuatta yazılı ilkeler çerçevesinde belirlenmekte ve önceden ilan
edilmektedir. ALİ KOÇAL (Zonguldak) - Bakanlarınız sizi dinlemiyor, sohbet
ediyorlar. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Toplantı ve gösteri
yürüyüşü yapmak isteyenler bu esaslar çerçevesinde talepte bulunmakta ve
kendilerine bu alanlar tahsis edilmektedir. Yasal çerçevede yapılan bütün
toplantı ve gösteri yürüyüşleri için bu prosedür
yerleşmiştir, uygulanmaktadır ve hiçbir sorun yoktur ve bu yolu izleyen herkes
için ülke genelinde de hiçbir sıkıntı yaşanmamaktadır. Şunu da ifade edeyim: 2008 1 Mayıs kutlamalarıyla ilgili ülkemizin
hiçbir yerinde sorun yaşanmamıştır. İstanbul bunun dışındadır. Ankara’da küçük
bir olay yaşanmıştır. Onu da Grup Başkan Vekilimiz biraz önce -özelliğini- ifade etti. Ülkemizin her
köşesinde 1 Mayıs âdeta şenlikle, şölenle kutlanmıştır. Hiçbir yerde izin
verilmeme, alan tahsis etmeme diye bir olay olmamıştır. İstanbul’da da izin
istenseydi alan tahsis edilecekti kendilerine, güvenlik tedbiri alınacaktı. SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – İzin değil Sayın Bakan, izin
yok. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Biz, gerçekten, Hükûmet olarak, bu 1 Mayısın âdeta bayram havasında
kutlanması için elimizden geleni yapmaya çalıştık bakın. Biraz önce ifade
edildi, “Karşılıklı ikna edilinmedi.”, “Görüşmeler
olmadı.” gibi; o ayrıntıyı biraz vermek istiyorum. Bir defa, Hükûmet olarak ne yaptık? Her şeyden, önce 1 Mayısın coşku
içinde kutlanması için, 12 Eylülden bugüne kadar ilk defa AK Parti Hükûmeti bu meseleyi gündemine alıyor ve 1 Mayısı “Emek ve Dayanışma
Günü” olarak ilan ediyoruz. İlk defa 1 Mayıs “emek” kavramıyla buluşmuştur
bakın Türkiye’de. Daha önce de “emek” kavramı kullanılmamıştır, 1980’e kadar
başka isimle, “Bahar Bayramı” olarak 1 Mayıs kutlanmıştır ve Çalışma
Bakanlığımızla birlikte Türkiye’de 1 Mayısın coşku içinde ve huzur içinde
kutlanması için her tedbir alınmıştır, valiliklerimize genelgeler
gönderilmiştir. Türkiye’de 1 Mayıs Emek
ve Dayanışma Günü, elli sekiz ilimizde seksen dokuz yasal etkinlikle
kutlanmıştır. Benim elimde uzun bir liste var -bakın, 100 binin üzerinde insan
katılmıştır- burada Ankara başta olmak üzere Antalya, Artvin, Balıkesir,
Batman, Bitlis, bütün illerimizde birkaç bin kişinin katıldığı toplantılarla 1
Mayıs huzurla kutlanmıştır. Hiçbir yerde üzücü bir olay olmamıştır, hiçbir
yerde engelleme olmamıştır, hiçbir yerde tatsız bir olay yaşanmamıştır. Ve İstanbul… Şimdi, bakın, İstanbul’un yıllardır kullanılan miting
alanları vardır: Kadıköy İskele Meydanı, Şişli Çağlayan Meydanı, Zeytinburnu Kazlıçeşme Meydanı ve Kartal Meydanı. Bütün siyasi
partiler, bütün sivil toplum kuruluşları bu meydanları kullanır ve son nevruzda
da DTP bu meydanı kullanmıştır, Kazlıçeşme’yi. Ve
İstanbul’da 1 Mayıs, 93, 94, 97, 98, devam eden yıllar, 2004’e kadar yine bu
sendikalarımız tarafından Çağlayan Meydanı’nda kutlanmıştır. 2006, 2005 ve 2007
yıllarında Kadıköy Meydanı’nda bu sendikalarımız 1 Mayısı kutlamıştır ama bu
sene “İlla Taksim” diye bir inat… Yani Taksim’i biliyorsunuz; Taksim’in
özelliğini biliyorsunuz, üzerinde değişik konuşmalar, değerlendirmeler yapıldı.
Ta 1978 yılından beri Taksim bu toplantılar için miting alanı olarak
kapatılmış, hiçbir toplantıya verilmemiş ama bütün çabalara rağmen, Taksim
üzerinde… Adeta 1 Mayıs Taksim’e hapsedilmek istenmektedir. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Bakan, 78’de kapatılmadı. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – 78’de yapılmıştır, 78’den
sonra hiç kullanılmamıştır. Onu ifade etmek istiyorum. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tamam, doğru. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, biz, 1 Mayıs
öncesi hangi çalışmaları yürüttük? Bir defa, 1 Mayısın Taksim’de kutlanması
ısrarının gündeme getirilmesi üzerine, biz üç bakan ayrı ayrı
sendika başkanlarıyla görüştük. Ben bu üç konfederasyonun başkanını bizzat
davet ettim, İçişleri Bakanı olarak elimizdeki verileri, istihbarat bilgilerini
kendileriyle paylaştım, rica ettim “Bize düşen neyse yapalım ama gelin, bu sene
1 Mayısı farklı kutlayalım. Ben bu riski alamam, biz bu riski alamayız.
Taksim’le ilgili bekleyenler var, provokatörler var,
elimizde veriler var, eski yılların o acı hatıralarını canlandırmak isteyenler
var, biz buna fırsat vermek istemeyiz.” dedim, ikna ekmek için elimizden geleni
yaptık. Bu görüşmeler Çalışma Bakanımız tarafından da yapıldı. Hatta, iki gün önce bizzat Başbakanımız bu üç
konfederasyonun başkanını kabul etti. Belki cumhuriyet tarihinde ilktir. Bir
Başbakan “Bu olaylar olmasın, 1 Mayıs bahar havası içinde geçsin.” diye bizzat
sendika başkanlarını davet ediyor ve ricada bulunuyor: “Gelin, İstanbul’un
hangi meydanını istiyorsanız orada yapalım, biz de katılalım ama Taksim’i riske
etmeyelim.” Biz bunun hepsini yaptık ve 30 Nisan günü Çalışma Bakanımızla
birlikte basın toplantısı düzenledim. Hükûmetin iki
bakanı çıkıyor, geniş katılımlı bir basın toplantısı yapıyor, sadece 1 Mayısla
ilgili. Değerli arkadaşlar, bu konuda değerlendirmenize bunu arz ediyorum.
İki bakan diyor ki: “Yapmayın, elimizde şu bilgiler var, riskler var. Başka bir
meydanda birlikte yapalım. Bu sene 1 Mayısı, bakın, ilk defa ‘Emek Günü’ koyduk
ismini, gelin, bunu değerlendirelim.” Ama biliyorsunuz sonucunun ne olduğunu. Şimdi, tabii, bütün bunları niçin ayrıntısıyla veriyorum? Yani,
düşünelim ve değerlendirelim. Burada Hükûmet
suçlanıyor yani “Üzerine düşeni yapmadı, 1 Mayısı iyi yönetemedi.” gibi. Bakın, ondan sonra, tabii, İstanbul Valisi yazılı olarak da
bunları kendilerine bildirdi. Onlar izin falan istemediler ama yazılı olarak
kendilerine bildirildi ve ondan sonra da tedbirler aldık. Bütün bunlardan sonra
tedbir almak hakkımız değil mi? Kamu yönetiminin hakkı değil mi bütün bu
uyarılardan sonra? HALUK İPEK (Ankara) – Evet. ASIM AYKAN (Trabzon) – Görevi. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Ama,
bunu tabii… Bakın, 96’daki 1 Mayıstan sonraki konuşmalar biraz önce
zabıtlardan okundu. Tabii, duruma göre, konjonktüre
göre değerlendiriliyor. Bakın, değerli arkadaşlar, eğer Hükûmet
olarak biz o tedbirleri almasaydık görevimizi ihmal etmiş olurduk ve bugün
farklı şeyleri konuşurduk. Biz o farklı şeyleri konuşmuyoruz bugün. Ben
görevimi yaptım, emniyet görevini yaptı. Efendim, görev yaparken, hiçbirimizin hoşlanmadığı, görmek
istemediğimiz görüntüler oldu. Üzerindeyiz. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Nedir o? İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Bir defa, o ortamda her
şeyin kontrolü gerektiği gibi sağlanamayabiliyor ama görev yapanlar kamu
görevlisidir, hata yapanların üzerinde gerekli değerlendirmeler yapılır,
müeyyideler uygulanır ama vatandaşlarımız, büyük oranda zarar almamıştır, biz
onun tesellisi içerisindeyiz. Şimdi, tabii, burada işçi sendikalarımızla ilgili, değerli
konuşmacılar sözleri içinde Başbakanımıza bir iki ifade atfettiler. Yani
“namussuz” falan gibi kelimeler geçti. Bunları tabii, belki, şu anda tam şey
yapamıyorum ama Başbakanımızın sendikacılarla ilgili tek ifadesi “Dürüst davranmıyorsunuz”dur, burada ifade edilen kavramlar
değildir. ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Ne anlama geliyor? İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – İkincisi, bu
“ayak-baş” meselesi. Onu zaten
Başbakanlık bizzat açıkladı, kendisi açıkladı Başbakanlık bununla ne kastedildiğini.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Biz onu gayet iyi biliyoruz! İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sadece, otorite boşluğu
olmasın, kaos olmasın, otoritenin yürütülmesiyle
ilgili, düzenin sağlanmasıyla ilgili öyle bir anlam vererek bunun söylendiği
ifade edildi. Bizim burada esasen 1 Mayısla ilgili endişemizin temeli
işçilerimiz olmamıştı. Değerli arkadaşlar, bakın, sendikalarımız ve işçilerimiz
olmamıştır. Şu anda hakkında soruşturma yürütülen 158 kişinin çok büyük kısmı
işçi falan değildir. ÖZDAL ÜÇER (Van) – İşsizlerin İşçi Bayramı’nı kutlama hakkı yok
mu? İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – O gün polise taş atanlar,
molotofkokteyli atanlar, metali bile delip geçen bilye atanlar, sapanla bilye
atanlar işçilerimiz değildir. Zaten biz de onlarla ilgili uyardık ve… MUHARREM İNCE (Yalova) – O cop kullanan polisler kesin CHP’lidir
(!) İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, burada ben, tabii
vakit sınırlı, doğrusu bütün olaylarla ilgili tek tek
açıklama yapmak isterim. Yani hastaneyle ilgili, DİSK binasıyla ilgili,
diğerleriyle ilgili açıklama yapmak isterim. Hâlen de üzerinde çalışıyorlar, ön
rapor çıktı ama biz peşini bırakmayacağız. Burada o açıklamaları yine zamanı
gelince yaparım ama şimdi burada, tabii, şunu tekrar ifade etmek istiyorum:
Bakın, Taksim inadı bu noktaya getirmiştir. ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Niye inat olarak düşünüyorsunuz? İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – 78 yılından beri Taksim
bu tür toplantılara kapalıdır. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – 79! İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – 78 son, 79’dan itibaren. Bu kadar hükûmet gelip geçmiş. Bakın, o
zaman 39’uncu Hükûmet işbaşında, bugün 60’ıncı Hükûmet. Hiçbirisi bu risklerden dolayı, Taksim’in
özelliğinden dolayı, Taksim’in İstanbul’un kalbi, toplumsal hayatın merkezi
olmasından dolayı Taksim’i mitinglere açmamıştır ve geçmiş hükûmetlerin
değerlendirmelerini biz de yaptık. Onların değerlendirmelerinden de faydalandık
arkadaşlar. MUHARREM İNCE (Yalova) – Yılbaşında sarhoşlara açmıyor musunuz?
(AK Parti sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın İnce, lütfen… İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, hiçbir toplantıya
açılmıyor. Kendiliğinden, arızi oralarda kümelenmeler olabilir. Ama, izinli,
meydan tahsis edilerek hiçbir mitinge, hiçbir toplantıya açılmıyor. MUHARREM İNCE (Yalova) – Allah’tan kork, Allah’tan! BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben tabii şunu da ifade
etmek istiyorum burada, polislerimizle ilgili, sürem biterken: Polisler
çocuklarımızdır, polisler güvenliğimizdir. Her topluluğun içinde iyi yapanlar,
doğru yapanlar, yanlış yapanlar olabilir. Ama, polis,
bizim tarihiyle de iftihar ettiğimiz, giderek eğitimine büyük değer verdiğimiz,
giderek gerçekten insan hakları ve özgürlükler konusunda hassasiyetleri daha da
artan, artırmaya çalıştığımız bir kurumumuz. Onun için, daima kurumlarımızı
koruyalım. İçinde yanlış yapanlar varsa onlara tabii gereken yapılır. Ama, burada polisimiz çok büyük bir özveriyle çalışmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakanım, bir dakika lütfen… Bir dakika verdim, lütfen bitirin. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Polisimize de öyle haksız
yere yüklenmeyelim. Polisimizi korumak da yüce Meclisin görevidir, bizim
görevimizdir. Ben şunu tekrar ifade ediyorum, tekrar konuşmamın sonunda şunu
ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, İstanbul gibi mega
bir kentte belirlenmiş kurallara aykırı olarak etkinlik düzenleyeceğini tüm
ikazlara ve görüşmelere rağmen kamuoyuna açıklayan ve bu yönde hazırlık yapan,
hatta teşebbüste bulunan kişi ve örgütlere karşı, tabii, tedbirler uygulanmıştır.
Gönlümüzün çok istemediği görüntüler de olmuştur. Ama,
bu müdahaleler sırasında vatandaşlarımızın zarar görmemesi için azami gayret
gösterilmiştir, bundan sonra daha fazla gösterilecektir. Bu tür olaylarda daha
fazla gösterilecektir. Şunu çok iddialı olarak da söylüyorum: Eğer gerekli
tedbirler alınmasaydı çok daha vahim olaylar olabilirdi, biz bugün burada çok
daha farklı konuları konuşuyor olabilirdik. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen bitirin Sayın Bakan. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Olabilirdik diyorum çünkü
biz riske etmedik. Eğer, biz tedbirleri almamış olsaydık işte asıl o zaman
görevimizi ihmal etmiş olurduk. Biz göz göre göre
orada olabilecek daha üzücü durumlara izin veremezdik. İşte, burada hakkında
gensoru önergesi verilen, Hükûmetimizin, 60’ıncı Hükûmetin Başbakanı bu hassasiyetleri gözetmiştir de onun
için bizzat Başbakan seviyesinde bu konuyla ilgilenmiştir. O, İstanbul’u iyi
bilir Başbakanımız, İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanlığını yapmıştır.
İstanbul’u çok da sever. Onun için, İstanbul’la ilgili bu hassasiyetle bizzat
ilgilenmiştir. Bunda da abartacak, bunda da yanlış hiçbir şey yok. BAŞKAN – Lütfen bitirin Sayın Bakan. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ben, bu vesileyle,
tekrar, dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. İnşallah gelecek 1
Mayısları daha güzel günlerde, daha bayram havasında birlikte kutlayalım
diyorum. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Taksim’de kutlarız. MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Taksim’de kutlamak dileğiyle. İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Hepinizi saygılarla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Sayın Oktay Vural… Sayın Vural, söyleyeceğiniz bir şey var mı? OKTAY VURAL (İzmir) – Yok, hayır, sabrınızın… BAŞKAN – Haa, şimdi, yoksa,
müsaade ederseniz ben söyleyeyim: Biraz evvel Sayın Oktay Vural ayağa kalkarak
beni protesto etti ve dedi ki: “AK Parti sözcüsüne büyük müsamaha gösterdiniz
-ki göstermedim- ancak Sayın Şandır’ın sözünü ‘İyi
niyetimi suistimal ediyorsunuz.’ diye kestiniz.”
dedi. Şimdi zabıtları çok kısa arz ediyorum: Sayın Şandır konuşmasını
sürdürürken “(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)” Zabıt okuyorum… “Başkan – Sayın Şandır, bir dakika ilave ettim. Buyurunuz efendim.” Sayın Şandır konuşmasına devam etmiş. O bir dakika bitince: “(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) Mehmet Şandır (Devamla) – Son bir cümle Sayın Başkanım… Başkan – Buyurun.” Mehmet Şandır konuşmasını bitirmiş. “Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.” Sayın Vural, bu dediğiniz nerede var burada? OKTAY VURAL (İzmir) – Şimdi, kullanmadığınızı ifade ediyorsanız… BAŞKAN – Efendim? MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Kullanmadı, hayır… OKTAY VURAL (İzmir) – “İstismar ettiniz”i
kullanmadığınızı ifade ediyorsanız… BAŞKAN – Sayın Vural, bakınız, siz, büyük bir partinin… OKTAY VURAL (İzmir) – Kullandınız efendim. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hayır, hayır… BAŞKAN – Bir dakika efendim… Bir dakika… Bir dakika… OKTAY VURAL (İzmir) – Biraz önce tutanağa da itiraz ettim. BAŞKAN – Müsaade eder misiniz… Bakın, siz, büyük bir partinin Grup Başkan Vekilisiniz. Siz,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına böylesine önemli bir oturumda bir şey
söylerken çok dikkatli olmak zorundasınız. (AK Parti sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar) OKTAY VURAL (İzmir) – Evet… BAŞKAN – Bir dakika… Ben, o sözü, Sayın Cevdet Selvi’ye kendi
isteği üzerine üç dakika… Kendi bana dedi; “üç dakika” dedi. Üç dakika söz
verdim. Üç dakikayı çok fazla aşınca, Sayın Selvi
için söyledim. Siz, Sayın Şandır’ OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır efendim. TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Karıştırıyor,
karıştırıyor... BAŞKAN - Kendinizi gözden geçiriniz lütfen. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Teşekkür ediyorum. OKTAY VURAL (İzmir) – Kimi kiminle karıştıracağımı bilecek kadar
konuşma biliyorum. BAŞKAN – Umarım…Umarım… OKTAY VURAL (İzmir) – Siz bu konuşmayı yaptınız. Sayın
milletvekillerimiz de şahittir. BAŞKAN – Yani zabıtlar yalan mı yazıldı? Yanlış mı yazıldı? OKTAY VURAL (İzmir) – Evet, zabıtlarda yer almamıştır. Biraz önce
de itiraz ettim. BAŞKAN – Hadi canım siz de! OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, “Hadi canım sen de!”
diyemezsiniz! BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri… OKTAY VURAL (İzmir) – Dört buçuk dakika neye göre istismar etmedi,
izin verdiniz? BAŞKAN – Hayır, vermedim. OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkanım, Meclisi yönetiyorsunuz,
“Hadi canım sen de!” diyemezsiniz. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Recep Tayyip
Erdoğan hakkındaki (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu
oylarınıza sunacağım. Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Etmeyenler…
Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) On dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 19.12 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 19.24 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Fatma SALMAN KOTAN
(Ağrı), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
103’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Alınan karar gereğince sözlü soru önergeleriyle diğer denetim
konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer alan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türkiye Radyo ve Televizyon
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/541) (S. Sayısı: 219) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 2’nci sıraya alınan, İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı; Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 2 Milletvekili ile Şanlıurfa Milletvekili Ramazan
Başak’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız. 2.- İş Kanunu ve
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı; Trabzon
Milletvekili Cevdet Erdöl ve 2 milletvekili ile
Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/570, 2/227, 2/228) (S. Sayısı: 224) (x) BAŞKAN – Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. Komisyon raporu 224 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı, İç
Tüzük'ün 91'inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır. İlk konuşmacı Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ
Milletvekili Sayın Enis Tütüncü… (x) 224 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Başkan, bizden sonrakini alın,
Enis Bey yok. BAŞKAN – Sayın Tütüncü yok mu burada? HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Şu an yok. BAŞKAN – Sayın Demirtaş, Sayın Kaplan
burada mı? SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Evet. BAŞKAN – Demokratik Toplam Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili
Sayın Hasip Kaplan. Sayın Kaplan, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, yüce
Mecliste salon düzeni bir sağlansın. Bakıyorum, iktidar partisi Başbakanla
beraber gitti, hiç kimse yok. Çok önemli bir istihdam yasası sundular yüce
Meclise. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Önemli olduğunu sanıyorlar,
aslında çok önemli değil! HASİP KAPLAN (Devamla) - Ama bakıyorum bu istihdam yasası olarak
sunulan şeye, bir taraftan işsizlik, bir taraftan sağlık, bir taraftan dört beş
ayrı alanda ekleme bir araya getirilmiş bir tasarı. Bu tasarı torba tasarı
olarak geliyor. Bu torba tasarı değil, bu bir çorba tasarısı ve bu çorba
tasarısı içinde gerçekten istihdam adına bir şey var mı, yok mu; Demokratik
Toplum Partisi Grubu adına bu konuda söz aldım ve bu konudaki görüşlerimizi
açıklayacağım. Çok ilginçtir, yasa tasarısı işsizlik sorununun bugün Avrupa
Birliği ülkeleri dâhil tüm ülkelerde bir sorun olduğundan bahsediyor ve
arkasından, istihdamı ve verimliliği artırmak için, ekonomik ve sosyal
kalkınmayı sağlamak için böyle bir tasarının amaçlandığı ifade ediliyor. Ben bu tasarıyla ilgili maddelere geçmeden önce gerekçelerinde
sunulan üç önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi işsizlik:
Türkiye’de ne yazık ki, İŞKUR’un resmî rakamları
gerçekleri yansıtmıyor ve Türkiye’de yüzde 10’u katbekat aşan bir işsizlik
oranı elbette var. Ancak bu yasa tasarısı işsizliğe çözüm değil, işverene kıyak nasıl sağlarım, işverene nasıl daha çok kazandırırım,
işçiden de nasıl daha fazla alırım... Fakat bütün bunların içinde en çok zoruma
gideni de Özürlüler Haftası’nı kutladığımız bugünde özürlü yurttaşlarımızı
dahi, ne yazık ki, bu tasarı kullanma cüretini göstermiştir. “Özürlü
yurttaşlarımızın primlerini işveren yerine devlet ödesin tasarısı.” İlginçtir,
bununla istihdam sağlanacak! “ Yine, bu tasarıda “İstihdam sağlanacak.” deniliyor ama bu
tasarının bence en belirgin özelliği, işverene kıyağın
kaymağı olan SSK primlerinin yüzde 5’ini kaldırma yasası. Peki, işverenlerin
primini kaldırdığınız zaman hangi istihdamı sağlayacaksınız? İşverenlerin
primini kaldırdığınız zaman sadece işverenlerin kârına kâr katmış olmuyor
musunuz? Bu yasa, aynı zamanda 18-29 yaş arası gençlerle ilgili yine
işverene bir kıyak yasası daha. Diyor ki: “18-29 yaş
arası gençlerin çalışması için SSK işveren primi beş yıl boyunca kademeli
olarak İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ödenecektir.” Allah, Allah! İşverenlere ait
bir işsizlik sigortası olmadığına göre, sadece işçilere ait bir işsizlik
sigortası olduğuna göre, niye işçinin primini, fonunu işverenlere peşkeş
çekiyoruz, adına da “İstihdam Yasası” diyoruz? Bu da garip
bir olay. Şimdi, bu garipliklerin üzerine ilginç bir şey daha hemen eklemek
istiyorum. Evet, en önemlisi, asıl işveren ile alt işveren ilişkisi sözleşmeye
bağlanırken bu tasarıda “Bu yönetmelikle düzenlenecek.” deniyor. Yasayla
düzenlenmesi gereken bir konu yönetmelikle düzenlenmeye çalışılıyor. Bu da
yasama Meclisini bir baypas etme biçimi. Üzülerek ifade edeyim ki, iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda 161
sayılı ILO Sözleşmesi’nin 5’inci maddesi uyarınca “sağlıkta eğitim”, “sağlıkta
önlem” diye getirilen bu tasarıya baktığımız zaman Tuzla Tersanesinde her gün
ölen işçilerimizin ölüm haberleri, ekrandaki haberleri gözlerimizin önüne
geliyor. Tuzla Tersanesindeki işçilerimizin güvenliğini sağlayamamış, eğitimini
sağlayamamış, sosyal güvencesini sağlayamamış, sağlık güvencesini sağlayamamış
bir Hükûmet bu tasarının içine bunu da katmış. Sadece bu tasarıda ilgi çeken ve trajikomik olan en önemli noktaya
geçmek istiyorum. İşsizlik Fonu’nda biriken paraların bir kısmı Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde GAP projesi kapsamında istihdam için ayrılmak isteniyor.
Evet, insan baktığı zaman böylesi bir istihdamın yaratılmasını anlayabilir,
geri kalmış bir bölgede istihdamın yaratılması, iş alanlarının açılması elbette
ki doğru bir anlayış. Ancak, buradaki yaklaşımı gördüğümüz zaman Hükûmetin gerçek foyası ortaya çıkıyor. 60’ıncı Hükûmet Programı’nda GAP projesine yer
vermeyen bir Hükûmet
ne yapıyor? Altıncı sene iktidar dönemini devirmiş, sulama konusunda GAP
projesinde Böyle iken, sadece İşsizlik Fonu’ndan ayrılacak olan 1-1,5 milyar
lirayla Hükûmet Doğu ve Güneydoğu’daki hangi bölgesel
dengesizliği aşacak? Bu yasayla mı, İşsizlik Fonu’na muhtaç
olmuş bir anlayışla mı, 1 milyon YTL ile mi? Avrupa Birliğinin Kasım İlerleme
Raporu’nda, önceki Katılım Ortaklığı Belgelerinde, hepsinde bölgeler arası
dengesizlik “Tarım” başlıklı Avrupa Birliği müzakere süreci 1 numaralı başlık
olmasına rağmen, AK Parti Hükûmeti, Doğu ve
Güneydoğu’nun kalkınmasına ilişkin, bölgesel dengesizliğin giderilmesine
ilişkin bir tek proje bugüne kadar ortaya koyamamıştır. Konuştuğu zaman “Ben, bölgeye 8,5 katrilyon para yatırdım.” diyor.
Biz, Bütçe Komisyonunda, burada, kürsüde defalarca sorduk, 8,5 katrilyon lirayı
nereye harcadınız? Şu an Hükûmeti davet ediyorum:
Doğu, Güneydoğu’ya 8,5 katrilyon lirayı nereye harcadınız? Lütfen, kalem kalem bunun cevabını veriniz. Ben on beş defadır soruyorum,
sormaktan bıktım, usandım ama cevabını alamadım. Her seferinde de her bakan
çıkıyor kürsüye, aynı şeyi söylüyor. Eğer sizin hesabınızın içinde Hasankeyf’i sular altında bırakacak
proje için tarihimizi, kültürümüzü geleceğimizi, bin yıllık, yüz bin yıllık
tarihimizi sular altında bırakacak projelerde, Ilısu
Projesi’ne aldığınız kredi kaynaklarını sayıyorsanız yanlış yapıyorsunuz.
Yabancılara doğa, tarih, kültür, zenginlik ve ülkemizi peşkeş çeken bir
anlayışın, sermayeyle iş birliğinin bu ülkeyi felakete götüreceğini herkes
bilmelidir. Neden bugün Tarkan Hasankeyf’te “Hasankeyf sular altında
kalmasın.” diye gönüllü kuruluşlarla açıklamalar yapıyor? Neden Sezen Aksu web
sitelerinde “Hasankeyf sular altında kalmasın.” diyor? Neden
Almanya’da kredi veren kuruluşların kafasında “Evet, bu Ilısu
Barajı nedeniyle bölgede sosyal güvenceler alınmamış, göç ve yerleşimlerin,
yerinden edileceklerin, orada yaşayan insanların hiçbir yasal güvencesi
sağlanmadığı için, şartları yerine getirilmediği için, ben kredimi
sorgulayacağım.” noktasına gelmişken “1 milyon YTL ile bölgeye istihdam
sağlayacağım.” demek, bölge halkıyla, 70 milyon Türkiye’yle dalga geçmektir. Bu
dalga geçme anlayışını insan yaşamında, can ve mal güvenliğinde, dört bin köyün
yakılıp yıkılması olayında, göç olayında, köye dönüş projelerinde, yayla
yasaklarında, çöken ekonomide, Habur Kapısı’nın
kapatılmasında, açlıktan, işsizlikten, yoksulluktan kıvranan bölgede İşsizlik
Fonu’ndan kaydırılacak 1 milyon YTL’yle karşılamak mümkün değildir. Bu yasa
tasarısıyla bunun yapıldığı söyleniyorsa hiç kimsenin kandırılamayacağını
herkes bilmelidir. Gerçekten, Doğu, Güneydoğu’da bakıyoruz, GAP projesi
kapsamında hidroelektrik santral sistemi 20 milyar kilovat saat, yani ülke
payının yüzde 48,5’u. Bize İşsizlik Fonu’ndan değil, bize işçilerin priminden
değil, bize bölgenin toprağından suyundan kazandığınız enerjiyi, o enerjinin kazandırdığı
paranın bir bölümünü yatırın, bir bölümünü oranlayın, bir bölümünü bölgenin
kalkınmasına ayırın, o zaman samimiyetinizi test etmeyiz. (DTP sıralarından alkışlar) Her yerde bu böyledir, her ülkede
böyledir. Fırat’ın, Dicle’nin üzerine kuracaksınız barajlarını. Tarihimizi,
Hasankeyf’imizi sular altında bırakacaksınız. Yabancı şirketlere elektrik
enerjisi kısa rantlarını vereceksiniz, ondan sonra 1
milyon lirayla gelip bölge vatandaşımızın gözlerini boyamaya çalışacaksınız. Bu
kadar da pişkinlik siyasette olmaz, bu kadar da samimiyetsizlik olmaz. Bu ülkenin Keban Barajı, Karakaya
Barajı, Atatürk Barajı eğer kurulduğu topraklar üzerinde elektrik veriyorsa,
eğer sulanacak 1,82 milyon hektar alan varsa önce oradan pay verirsiniz
bölgeye. Adil olan budur, doğru olan budur. Bu üretimin kârının belli payını
bölge kalkınmasına ayırırsınız, özel kalkınma planı yaparsınız, Devlet Planlama
Teşkilatı da bunu beş, on, on beş yıllık kısa orta vadelere döker ve
ekonomisini bölgenin kalkındırırsınız. Hayvancılığın önünü açarsınız, yayla
yasaklarını kaldırırsınız. Eğer bölgenin kalkınmasını isterseniz, yapmanız
gereken çok daha önemli şeyler var. Bugün insanlarımız canlarını yitiriyor. Bugün bölgede her gün
uçaklar bombalıyor, her gün çatışma haberleri geliyor. Barış için bir şeyler
yaparsınız, barış için cesaret gösterirsiniz. Barışın sağlanması, ülkenin
kalkınmasına, ekonomisine katbekat fayda sağlar, katkı sağlar. Biliyor muyuz
kaç uçak bombası, kaç uçuş, kaç sorti, kaç milyar
dolar dağlarını bombaladı bu ülkenin kendi kendine? Bu dağların bombalamalarına
harcanan parayı toplayınız, bu parayı bölgeye yatırınız, bölgenin kalkınmasını
sağlarsınız, yirmi bir tane Doğu, Güneydoğu şehrine her birine ikişer fabrika
da kurarsınız, üçer üniversite de kurarsınız, bu üniversiteleri de
doldurursunuz, işsizliği de bitirirsiniz, üretimi de artırırsınız, Türkiye’de
barışı da kardeşliği de sağlarsınız. (DTP sıralarından alkışlar) Gerçek
politikalar, gerçek idealler bunlardır; gerisi, yöre halkıyla dalga geçmektir,
bölge halkıyla dalga geçmektir. Eğer bunu öğrenmek istiyorsanız… Daha dün Mardin’den geldim. Ben Mardin’de liseyi okudum. Mardin
Kalesi’nden, o güzelim taş sanat evlerinden o güzelim alana, Kızıltepe
Ovası’na, Nusaybin Ovası’na bakınız, Ceylanpınar Ovası’na bakınız, Adıyaman
Ovası’na bakınız, Siirt’in oralara bakınız, Şırnak’a bakınız. Bu Mayıs ayında
sapsarı kavrulan toprakların, bu kuraklığın, bu doğal afetin geleceğin
faturasını görürsünüz, onun önlemini alırsınız, onun önlemi için çaba
gösterirsiniz çünkü bu işsizlik, bu yoksulluk, bu göç dalgası yarın orayı
vurmakla kalmaz. Bu hepimizin, bütün ülkenin sorunu. Bunu
1 milyonluk İşsizlik Fonu’na bağlama hak ve hukuku yoktur bu Hükûmetin. Bu konuda çok ciddi atılımların yapılması
gerekiyor. Önümde rakamlar var. Evet, 2008 yılı öncesi koalisyon hükûmetleri döneminde kurulan İşsizlik ve Sigorta Fonu’nda
biriken paralar var. 1999-2000’den, yani, AK Parti Hükûmetlerinden
önce bu fon kurulmuş, bu fonda paralar birikmiş ve bu para bugüne kadar gelmiş.
Bunun 2 milyon 500 bin civarında, 2,5 milyar liralık bir yatırım bölümünü
Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında yatırımlara ayırıyorsunuz. Kardeşim, bu göz boyama olmaz. İşverenin primini indir. Çalıştır,
sigortasını devlet ödesin. Özürlünün parasını işverenin yerine devlet ödesin. Devlet
öderken, bu hazine kimin parasıyla doluyor? Vatandaşın vergisiyle doluyor. Bakın, şu rakamlara bakın: Türkiye’de bütçemizin gelir kaynağını,
birinci sırada, dolaylı vergiler oluşturuyor; ÖTV, KDV. Yani, gelir vergisinin
yüzde 38,1’i. Kurumlar vergisi yüzde 14,5. İşverenin ödediği vergi çalışan
işçinin, emekçinin ödediği verginin dörtte 1’i. Şimdi, bu, işverene kıyak. Sermayeyle iş birliği -bu sermaye ki, yabancı
şirketlerle iş birliği içinde olan sermayedir Türkiye’de, yüzde 70’i- bunlara
prim indirimi, bunlara çalışan indirimi, 500 kişi çalışan koskoca fabrikalarda
spor komplekslerini kaldırma kıyağı… Bu kıyak karşılığında da işçinin fonundan GAP projesine 1
milyon YTL, göz boyama, karşılaştırma. Bu, hangi adalet duygusuna… İsmi
“Adalet” olan bir partinin, Hükûmetin adalet duygusu
buysa, vay hâlimize, vay geleceğimize! (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun efendim. HASİP KAPLAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz, ülke ekonomisini yap-işlet-devret modelleriyle, daha önce
özelleştirmelerle -ki bitti kaynak-
şimdi yap - işlet – devretle, biten bu kaynakla, bu
fonlara göz dikilerek değil, Türkiye’nin gerçekten bütçesini doğru yerde, doğru
politikalarla, doğru zamanda harcayarak, hem Türkiye’de kalkınmayı sağlarız hem
istihdamı sağlarız hem işsizliği önleriz hem de Türkiye'nin geleceğine katkı
sunarız. Böylesine göz boyayan, böylesine trajikomik, böylesine torba değil
çorba yasasına verecek tek oyumuz yoktur. Güneydoğu’da GAP projesinde yaşayan
insanı da hiç kimse kandıramaz. AKP de bunu bilsin, dünya da bunu bilsin. Bunu
buradan ilan ediyoruz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Sayın
Enis Tütüncü. Sayın Tütüncü, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan. Değerli milletvekilleri, kamuoyunda “istihdam paketi” olarak lanse
edilen yasa tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi en iyi dileklerimle, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Evet, aylardır reklamı yapılan bu paket nihayet Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündemine geldi. Tasarının içeriğine girmeden önce
Türkiye’deki işsizlik ve yoksulluk sorununun son durumunu objektif bir şekilde,
net bir şekilde irdelemek gerekiyor. Türkiye'nin bugün, kronikleşmiş, müzmin hâle gelmiş en önemli
sorunu işsizlik ve yoksulluktur. Bu sorunun AKP İktidarları döneminde giderek
büyüdüğüne ve sanki bir toplumsal işkenceye, sanki bir toplumsal zulme
dönüşmekte olduğuna tanık oluyoruz. Gerçekten, değerli milletvekilleri, kurşun yarasından da ağırdır
işsizlik. Önceleri pek farkına varamazsınız ama zaman ilerledikçe sadece işsiz
kalanı değil tüm aile fertlerini dayanılması çok güç acılara sokar. Böylesine önemli bir sorunun AKP Hükûmetince
hâlâ tüm boyutlarıyla, ağırlığıyla görülememiş olmasını büyük bir üzüntüyle ve
aynı zamanda şaşkınlıkla izliyoruz. Bakınız, Hükûmete
göre Türkiye'de işsizlik oranı yüzde 9’lar, 10’lar düzeyinde. Avrupa Birliğinin
bazı ekonomilerinde de işsizlik oranları aynı düzeylerde. Bakınız bu sabah
Avrupa Birliğinin istatistik bürosu Eurostat’ın
İnternet’inden taze bilgiler indirdik: Fransa’da şu anda işsizlik oranı yüzde
9,7, İtalya’da işsizlik şu anda yüzde 10,4, İspanya’da işsizlik şu anda yüzde
14, Belçika’da işsizlik şu anda yüzde 9’a yakın. Değerli milletvekilleri, bu tablodan şu sonuç da çıkarılabilir:
Türkiye'de işsizlik oranı Avrupa Birliğindeki ülkelerin işsizlik oranlarında
ise bizim işsizlik sorunu öyle iddia edildiği gibi can yakıcı, önemli, ağır,
bunalım yaratan bir sorun değil. Hatta bu tabloya bakarak Türkiye'deki işsizlik
sorununun abartıldığından dahi söz edilebilir. Acaba gerçek nedir? Devlet
Planlama Teşkilatı, uzun zamandır, iş gücü piyasası tablolarına TÜİK’in o çok bildiğimiz yüzde 9’lar, yüzde 10’lar
civarındaki işsizlik sayılarına eksik istihdam edilenleri de ekliyor; böylece,
işsizlik ve eksik istihdam nedeniyle atıl kalan iş gücü oranına ulaşıyor; yüzde
14’ler dolayında gösteriyor, 2008 yılı başında. Devlet Planlama Teşkilatının bu
yaklaşımı, gerçeği yakalamanın olumlu bir adımı olmuştur ancak yetersizdir.
Gerçeği yakalamak için buna mevsimlik çalışanlarla iş aramayıp ama her an
çalışmaya hazır olanları da eklemek gerekiyor. Buna göre, 2008 yılı başında
fiilî işsizlik sayısı 5 milyon 600 bin kişidir yani yüzde 22,3. Buna karşılık, Hükûmetin yani TÜİK’in açıkladığı
resmî işsizler nedir? 2 milyon 436 bin. Yani gerçek işsizlik oranından yüzde 55
daha az. Sayın Başbakanımızın, sayın bakanlarımızın dünyasındaki işsizlik
sayısı, işsizlik oranı bu kadar. Şimdi buradan soruyorum Sayın Başkan, değerli milletvekilleri:
İşsizlerin sayısını veya işsizlik oranını düşük göstermek Hükûmete
ne sağlar, Türkiye’ye ne yarar sağlar? Belki başkalarının gözünü boyayabiliriz,
belki halkımızı kandırabiliriz ama bu kandırmanın Türkiye’ye çok büyük zararı
ve çok büyük bir maliyeti vardır. Nitekim, bu ağır
maliyetin faturasını şimdiden ödüyoruz. Nasıl ödüyoruz? Bakınız, açık bir
şekilde size sunayım, şöyle ödüyoruz: 70 milyonluk nüfustan 52 milyonu
yoksulluk sınırının altında yaşamak mecburiyetinde kalıyor, böyle ödüyoruz. Bu
52 milyon yoksul kişiden 10 milyon 800 bin kişiyi ise açlık sınırları altında
yaşamaya mahkûm ederek faturayı millete ödetiyoruz. Hükûmet, sakın ola ki bu
tablonun gerçeği yansıtmadığını söylemeye kalkmasın, lütfen. Bu tablonun nasıl
gerçek olduğunun kanıtını size sunayım, gerçek kanıtını size sunayım: Bu kanıt,
istihdam oranıdır. Türkiye’de 2008 yılı başında 15 ve daha yukarı yaşlarda
sivil nüfustaki her 100 kişiden 41 kişisi istihdam edilebiliyor, istihdam oranı
yüzde 41. Yani her 100 kişiden çağ nüfusunda, çalışabilecek nüfusta her 100
kişiden 41 kişi iş ve güç sahibidir Türkiye’de. Bu 41 kişiden 20 kişisi ise
kaçak, yani kayıt dışı çalışıyor. Kayıt dışı çalışma ne anlama geliyor? Büyük
bir olasılıkla, kayıt dışında çalışanların ücret düzeyleri asgari ücret
düzeyinin altında. Avrupa ülkelerine gelince, her 100 kişiden yaklaşık 70 kişisi iş
ve güç sahibidir, çalışanlar arasında kaçak, yani kayıt dışı istihdam oranıysa
son derece azdır. Yineliyorum Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konunun özü,
esası budur. İşsizlik ve yoksullukla ilgili sorunumuzun özü, esası budur,
yineliyorum. Türkiye’de çalışma çağındaki her 100 kişiden 41 kişisi iş ve aş
sahibi, bu 41 kişinin yarısına yakını kaçak çalıştırılıyor, bunların önemli
bölümü asgari ücretin altında ücret alıyorlar; oysa,
Avrupa Birliğinde aynı durumdaki 100 kişiden 70 kişisi aş ve iş sahibi, kaçak
çalışan oranı son derece düşük, asgari ücretin altında çalışanlar ise devede
kulak. Ayrıca, Avrupa Birliği ülkelerinde, hepimiz biliyoruz ki, asgari ücret
düzeyleri Türkiye’den katbekat farklı, yüksek. Bakınız, bu konuda da, size, bu sabah Eurostat’tan
aldığımız taze bilgileri sunayım: Fransa’da asgari ücret şu anda 1.218 euro, Belçika’da 1.234 euro,
İngiltere’de 1.269 euro, Hollanda’da 1.273 euro, böyle gidiyor. Bizde, şu andaki asgari ücreti euroya çevirdiğimizde, 224 euro.
Açıkça görülüyor ki, Avrupa Birliği ülkelerindeki asgari ücret düzeyi
Türkiye’den dört kat, beş kat fazladır, ama ne yazık ki, Türkiye’de, istihdamda
olan, üretim sürecinde olan nüfusun yaklaşık yarısı kaçak çalıştırılmaktadır ve
bunun da önemli bölümü asgari ücretin oldukça altında çalışmak
mecburiyetindedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunlara şunun için
değiniyorum; sonuç olarak, işsizlik ve yoksullukla ilgili, Türkiye’de şöyle bir
manzarayla karşılaşıyoruz -Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; lütfen,
yıllardan bu yana anlatmaya çalışıyoruz, işsizlik ve yoksulluk sorununu gerçek
boyutlarıyla ele alalım- şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz: 1) Türkiye’de işsizlik, yoksulluk ve açlık sorununun büyüklüğü,
yaygınlığı hakkında AKP’nin tespitleri gerçeği kesinlikle yansıtmamaktadır. 2) İşsizlik, yoksulluk ve açlık Türkiye’de iç içe geçmiş,
birbirini besleyerek büyüten bir sorunlar yumağıdır. Bu yumağın çekirdeğinde
işsizlik, yatmaktadır. Bu nedenle, bu sorunlar yumağını, ancak ve ancak,
işsizlikle kapsamlı, ciddi bir mücadeleye girişmekle çözebiliriz. 3) AKP iktidarları döneminde işsizlikle ciddi bir mücadeleye
girişilmemiştir. AKP, çalışmanın veya insan onuruna ve saygınlığına yaraşır bir
yaşam düzeyine ulaşmanın herkes için anayasal bir hak olduğunu neredeyse
unutturma çabasındadır. Çağdaş sosyal devlet anlayışının kendine yüklediği
sorumluluğun bilincinde değil AKP, kafasına göre bir yol tutturmuş, işsizlik ve
yoksulluğu siyasi ranta, yani oya dönüştürme yolunda
yürüyor. Sayın Başkan bana söyler misiniz lütfen, sayın milletvekilleri
şöyle bir düşünelim: Dünyanın hangi ülkesinde bir hükûmet
8 milyon aileye kömür dağıtmasıyla, dünyanın hangi ülkesinde bir hükûmet milyonlarca aileye gıda yapmış olmasıyla övünür?
Böyle bir ülkede, Türkiye’de… Böyle bir ülkede -rica ediyorum, hep birlikte düşünelim- işsizlikle,
yoksullukla ilgili resmî istatistiklerin hiçbir kıymeti harbiyesi
olabilir mi? Hesaplama yönteminde değişiklik yaparak, kâğıt üstünde millî
geliri 9 bin dolara çıkardınız, 10 bin dolara çıkardınız ne yazar; çıkarsanız
ne yazar işsizlik ve yoksullukla ilgili sorunun çözülmesi açısından! Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarı, bu hâliyle içi boş,
dostlar alışverişte görsün kabilinden hazırlanmış bir tasarı niteliğindedir.
Aylardır reklamı yapılan bu paketten biz Cumhuriyet Halk Partililer en azından
şunları beklerdik, şunları: Birinci olarak: Türkiye’de üretimi, istihdamı ve ihracatı
artıracak bir yatırım seferberliğinin ana hatları -en azından ana hatları- bu
tasarıda olmalıydı. Ana hatlarla ne murat ediyoruz? Türkiye’yi dünya
pazarlarında kazananlar safına geçirecek bir yol haritasını murat ediyoruz. Bu
yol haritasında geleceğin dünyasında güneşi yükselecek hangi sanayileri teşvik
edebiliriz? Bu bağlamda, bu sanayiler paralelinde altyapı yatırımlarından
hangilerine öncelik tanıyabiliriz? İşte, böylesi konuların en azından ipuçları
verilmeliydi, ipuçları yer almalıydı bu sözüm ona istihdam paketinde. İkinci olarak: Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de
en önemli sorunlardan biri olan kayıt dışı ekonominin ve kayıt dışı istihdamın
en aza indirilmesi için hangi temel ilkeleri olmazsa olmaz koşul olarak
benimsemeliyiz, Türkiye benimsemelidir? Bunlar da yer almalıydı en azından, ana
hatlarıyla yer almalıydı en azından bu sözüm ona istihdam paketinde. Üçüncü olarak: Bu istihdam paketinde ne yer almalıydı: Tarım ve
hayvancılık nasıl ayağa kaldırılır? Tarım ve hayvancılık çökmüş, tarımda
cumhuriyet tarihinin en büyük göçü başlamış. Tarımın dışına sürülen
yurttaşlarımız kentlerin varoşlarında tırnaklarıyla yaşama tutunmaya
çalışıyorlar. Bu göçü kontrol edilebilir bir düzeyde tutmak için, acaba,
tarımda ve hayvancılıkta neler yapılabilir? İşte, istihdam paketinde, bu
bağlamda da bazı politika açılımları gerekiyor idi, aksi hâlde, “istihdam
paketi” dememeniz gerekirdi buna. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, tarımın, işsizlik ve yoksullukla mücadelede birçok açıdan yaşamsal
önemde olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle, izninizle, bu konuda biraz ayrıntıya
girmeyi zorunlu görüyorum. Çünkü hem ekonomik kalkınmanın hızlandırılması hem
de işsizlik ve yoksullukla mücadele için Türkiye, tarım sektörünün bütün
potansiyelinden, mutlaka ve mutlaka, sonuna kadar yararlanmak zorundadır.
Yıllardır, bu gerçeği AKP’ye anlatmaya çalışıyoruz. Bakınız, 2007’de tarım üretiminde yüzde 7’nin üzerinde bir
gerileme yaşandı. AKP olarak, tarımı, bir yük, bir ayak bağı gibi algıladınız;
tarıma destek vermeyi çok sakıncalı bulan, tarımsal destekleri sürekli azaltan,
tarıma destek olacak kuruluşların tümünü kapatan ve satan bir zihniyeti savundunuz.
İşte, bu zihniyetin, bugün yaşadığımız olumsuz tabloya neden olduğunu üzülerek görüyoruz.
Çiftçinin kara gün dostu olan Toprak Mahsulleri Ofisi nerede? Kuşa
çevirdiniz Toprak Mahsulleri Ofisini. Toprak Mahsulleri Ofisi ajanslarını
kapattınız, depolarını, silolarını kapattınız, ofislerini kapattınız,
kantarlarını kaldırdınız, memurlarını işten çıkardınız, alım istasyonlarını
çalışamaz hâle getirdiniz, perişan ettiniz çiftçiyi. Soruyorum: Et ve Balık Kurumu nerede? Süt Endüstrisi Kurumu
nerede? Bu kurumların, en azından, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde
açlığı, yoksulluğu, işsizliği önlemek açısından yaşatılması düşünülemez mi idi?
Ha, şimdi düşünüyoruz. İnşallah, düşünürsünüz, biz de Cumhuriyet Halk Partisi
olarak size elimizden gelen desteği veririz. Tarımda istihdam yaratılması ve göçün kontrol altına alınması için
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hayvancılık derhâl özel önem taşıyan bir
sektör hâline getirilmelidir. Çünkü hayvancılık tarımsal istihdamda süreklilik
yaratır, daha az emekle daha çok gelir olanakları yaratır. Ayrıca, başta gıda
olmak üzere, gıda sanayisi olmak üzere, yem, tekstil, deri, konfeksiyon,
ayakkabıcılık gibi imalat sanayilerini ve bu imalat sanayilerinin alt
sektörlerini ateşler. Bu arada, Türkiye’de bir çarpıklığın görülmesi ve düzeltilmesi
gerekiyor, bu da bu istihdam paketiyle ilgili. Türkiye’de tarımın ağırlıklı
olarak bitkisel üretime dayanan bir üretim yapısı var, bitkisel üretime
dayanıyor tarım. Gerçekten bizim tarım sektöründe, toplam üretim değeri içinde
bitkisel üretimin ağırlığı yüzde 70, yüzde 75 dolayındadır; hayvansal üretimin
ağırlığı ise yüzde 25-30’lar dolayındadır. Oysa Avrupa’da hayvansal üretimin
payı çok fazladır. Örneğin, hayvansal üretimin payı Fransa’da yüzde 60’larda,
İngiltere’de yüzde 70’lerde, Almanya’da yüzde 75’lerdedir. Bu nedenle Avrupalı,
kişi başına yılda Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce de söyledim, bu
tasarı dostlar alışverişte görsün kabilinden bir tasarıdır. Aylardır reklamını
yapıyorsunuz ama paketten beklenenler ne yazık ki çıkmamıştır. En azından
nelerin çıkması gerektiğini az önce, kısa da olsa, satırbaşları itibarıyla
sizlerle paylaşmaya çalıştım. Bu yasa tasarısının bir bölümüne olumlu oy kullanacağız ama bir
bölümüne olumlu oy kullanmamız mümkün değil. Ama olumlu oy kullanmamıza rağmen
bilelim ki Türkiye’de istihdam böyle bir paketle artmaz, artamaz, artırılamaz. İşe alınan kadınlarda 18-29 yaş arasındaki gençlerin SSK primleri
beş yıl boyunca İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak. Peki, bu durumda
otuzlu yaşlarda olanları kimler işe alacak? Bu durum Anayasa’nın eşitlik
ilkesine nasıl sığdırılacak? Kadınlara nerede iş bulduk da emzirme odası ve
kreş sorun oldu? Özürlü çalıştırma konusu esasen yasal bir zorunluluk hâline
gelmişti. Öyle değil mi? Esasen bir yasal zorunluluk hâline gelmişti. Bu konuda
bir yenilik getirmiyor tasarı. Ama eski hükümlü çalıştırma yükümlülüğünü özel
sektörden kaldırıyor, kamuya yüklüyor. Bu düzenlemeyi bu hâliyle doğru
bulmuyoruz. İşsizlik Sigortası Fonu, halk deyimiyle, tırtıklanmaya
başlanıyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Tütüncü, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. İşsizlik sigortasından alınacak kaynaklara faiz ödemesi yok ve bu
paranın geri ödemesi de yok. Bu doğru değil, değerli milletvekilleri. Geçmiş
dönemlerde SSK ve BAĞ-KUR’un başına gelenler korkarız
ki yakın gelecekte işsizlik sigortasının başına gelebilecektir. Bu tasarıya, az
önce dediğim gibi, bir bölümüyle olumlu, bir bölümüyle olumsuz oy vereceğiz. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, insanı bu evrende yaratılmış
en yüce varlık ve onun emeğini de en yüce değer olarak görüyoruz ve çalışmanın
erdemi açısından Yunus Emre’nin bir dörtlüğünü size anımsatarak sözlerime son
vermek istiyorum. Demiş ki Koca Yunus: “Çalış, kazan, ye, yedir, Bir gönül ele geçir. Yüz Kâbe’den yeğrektir, Bir gönül ziyareti.” Lütfen, bize daha kapsamlı, daha içerikli, daha doyurucu bir
istihdam paketi getiriniz. Bu duygu ve düşüncelerle yine de bu… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) – Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tütüncü. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın
Mustafa Kalaycı. Sayın Kalaycı, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 224 sıra sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’nın geneli üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere huzurlarınızda bulunmaktayım.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, yoksulluktan kurtulma ve toplumun refah
düzeyini yükseltmenin yolu öncelikle, istihdam yaratan sürdürülebilir yüksek
oranlı ekonomik büyümenin sağlanmasından geçmektedir. Ülkemizde her geçen yıl
azalmakla ve 2007 yılında şok bir düşüş yaşanmakla birlikte ekonomimiz son beş
yılda ortalama yüzde 6,9 büyümüştür. Bu denli büyüyen bir ekonominin normal
şartlarda yılda yaklaşık 700 bin istihdam yaratması beklenirken istihdam artışı
çok düşük düzeylerde kalmıştır. Nüfusumuzun ve dolayısıyla çalışma çağındaki iş
gücü sayısının her yıl yaklaşık 1 milyon arttığı bir ortamda beş yılda istihdam
artışı yıllık ortalama 240 bindir. Bu durum istihdam yaratmayan bir büyüme
yaşadığımızı göstermektedir. Yüksek oranlı ekonomik büyümeye ve imalat sanayisi
verimlilik artışına rağmen yeterli istihdam genişlemesi sağlanamamış; bir
yandan yoksullaşma artmakta, diğer yandan da iç talebinin yeterince
artırılamadığını ortaya koymaktadır. Çünkü normal şartlarda verimlilik
artışının orta ve uzun vadede bir şekilde reel ücretlere yansıması, bunun da iç
talebi harekete geçirmesi ve talep artışıyla talebin yapısında meydana gelecek
değişmenin de büyüme etkisi yaratması gerekmektedir. Son beş yıllık dönemde iş gücüne katılma oranı sürekli olarak
düşmektedir. 2002 yılında yüzde 49,6 olan iş gücüne katılma oranı 2007 yılında
yüzde 47,8’e gerilemiştir. 2003-2007 döneminde toplam iş gücü yıllık ortalama
yüzde 1 artarken, iş gücüne dâhil olmayan nüfus yıllık ortalama 2,7 artmıştır.
Bu durum, on beş ve daha yukarı yaştaki istihdam çağındaki nüfusun artan oranda
iş gücü piyasasının dışında kaldığını göstermektedir. İş gücü piyasalarının herkese aynı açıklıkta olmaması, bazı
kesimlerin emeğini piyasaya arz etmesinde ve bazılarının da iş gücü piyasasında
kalmasında diğer insanlara göre farklı biçimde zorluklar yaşamasına yol
açmaktadır. Ülkemizde bu sorunları daha çok yaşayan genç işsizler, uzun süreli
işsizler, kadınlar ve özürlüler, iş gücü piyasasına katılma hususunda
dezavantajlı konuma gelmektedirler. İş gücüne katılmayla eğitimlilik arasında doğrusal bir ilişki olup
2007 yılı itibarıyla okuryazar olmayanlarda iş gücüne katılma oranı yüzde 19,4;
lise ve alt eğitimlilerde yüzde 46,4; lise ve meslek lisesi mezunlarında yüzde
56,7; yükseköğretimlilerde ise yüzde 78,6’dır. İş gücü piyasası dışında kalmayı
tercih edenlerin yüzde 72,8’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu kadınların yüzde
63,1’i ev işleriyle meşguldür. Kır-kent dağılımına bakıldığında, iş gücüne dâhil olmayanların
çoğunluğunun kentlerde yaşadığı görülmektedir. İş gücüne dâhil olmayanlardan iş
aramayan ancak çalışmaya hazır olduğunu ifade edenlerin sayısı beş yılda
yaklaşık 2 kat artarak 1,8 milyonu aşmıştır. Bunların içinde yer alan iş bulma
ümidi olmayanların sayısında beş yılda 10 kat artış olduğu görülmektedir.
Çalışmaya hazır olduğunu ifade eden bu kesimin yüzde 60’tan fazlasını 15-29 yaş
grubundaki genç ancak eğitim düzeyi düşük nüfus oluşturmaktadır. İş gücü
piyasasına girme ihtimali en yüksek olan bu kesimin piyasaya girişiyle birlikte
işsizlik oranı da artma eğilimi gösterecektir. Ekonomik nedenlerle haftada kırk saatten daha az süre çalışıp
mevcut işinde ya da ikinci bir işte daha fazla süreyle çalışmayı arzu edenler
ile çeşitli nedenlerle mevcut işini değiştirmeyi düşünenlerin oluşturduğu eksik
istihdam, atıl iş gücü olarak değerlendirilmekte olup “potansiyel işsizler”
anlamına gelmektedir. Bu çerçevede açık işsizler, eksik istihdam ve iş aramayıp
işbaşı yapmaya hazır olanlar birlikte değerlendirilerek türetilen işsizlik
tanımına göre, 2007 yılında işsiz sayısı 5,2 milyona, işsizlik oranı da yüzde
20,3’e ulaşmaktadır. Gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında, toplam istihdam
içinde, ülkemizde ücretli, yevmiyeli istihdamın
payının düşük ve ücretsiz aile işçisi payının yüksek olduğu görülmektedir. Değerli milletvekilleri, AKP neredeyse üç yıldır “İstihdam paketi
hazırlıyorum” diyerek kamuoyunu sürekli oyalamış ve bir beklenti içerisine
sokmuştur; nihayet görüşmekte olduğumuz tasarıyı gündeme getirmiştir. Ancak
tasarı, daha ilk bakışta, Hükûmetin, İşsizlik
Sigortası Fonu’nda birikmiş olan işçilere ait kaynağa göz diktiğini
göstermektedir. Tasarıya göre, işini kaybeden işsizlere maaş ödemek için
kurulan ve bugüne kadar 32 milyar YTL’yi aşan kaynak biriken İşsizlik Sigortası
Fonu işsizliğin çözümü için kaynak olacak. İstihdamın artırılması için,
İşsizlik Fonu’ndan beş yıl içinde her yıl en az 1,3 milyar YTL kaynak çekilerek
bazı yatırımlara aktarılacak. Yine, Özelleştirme Fonu’ndan 3,5 miyar YTL
aktarılacak. Hükûmet, bütçe disiplininden tamamen
uzaklaşmaktadır. Bütçe dengeleri bozulmaktadır. En önemli reformlardan olan
kamu mali yönetimi ve kontrol reformu çiğnenmektedir. Yapılan işlem bütçe
açığını daha da artıracaktır. İşsizlik Sigortası Fonu, piyasaya göre hazinece
daha ucuz borçlanılarak kullanılmakta olup hazine kullanılacak para kadar
piyasaya daha yüksek faizle borçlanacaktır. Bu tasarı tümüyle önümüzdeki
seçimlere dönük bir düzenlemedir. Bazı yatırımlara işçinin parasına el
konularak kaynak aktarılacaktır. Bu hükümler, bütçe ilkelerine ve Anayasa’ya
açıkça aykırı görülmektedir. Tasarıda öngörülen diğer başlıca konular: Özel sektör için
yüzde 3, kamu için yüzde 4 olan özürlü çalıştırma oranı çerçevesinde çalıştırılan
özürlülere ait işveren sigorta primi hissesi İşsizlik Sigortası Fonu’ndan
karşılanacak; özel iş yerlerinde eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu
kaldırılacak; terör mağduru çalıştırma zorunluluğu sadece kamu kurumlarında
olacak; 500 veya daha fazla işçi çalıştırılan iş yerinde spor tesisi açılması
zorunlu olmayacak; işveren kreş, emzirme odası açma yükümlülüğü ile ortak
sağlık ve güvenlik birimleri kurulmasını hizmet alımı yoluyla yerine
getirebilecek; on sekiz yaşından büyük yirmi dokuz yaşından küçük olanlar ile
yaş şartı aranmaksızın kadınların istihdamı hâlinde, borcu bulunmamak kaydıyla
işveren sigortası primi hissesi beş yıl boyunca kademeli bir şekilde İşsizlik
Sigortası Fonu’ndan karşılanacak; yine, işveren sigorta pirim hissesi hiçbir borcu
olmamak kaydıyla 5 puan düşürülerek hazinece karşılanacak. Tasarıda bazı olumlu düzenlemeler öngörülmekte birlikte, eksik ve
yetersiz olup bazı alanlarda yeni sıkıntılara yol açacaktır. Bu düzenleme
sonucu yirmi sekiz yaşından büyüklerin iş bulması imkânsız hâle gelecek ve
çalıştırılan erkeklerin yirmi sekiz yaşından sonra işten çıkartılması söz
konusu olabilecektir. Şehitlerimizin ve çalışamayacak derecede malul gazilerimizin eş,
çocuk ve kardeşleri için zorunlu çalıştırma özel sektör iş yerlerinde kaldırılmaktadır.
Yine, topluma kazandırılması önem arz eden eski hükümlülerin de
özel sektör iş yerlerinde çalıştırılma zorunluluğu kaldırılmaktadır. Kamu istihdamındaki daralma dikkate alındığında bunların işe
yerleştirilme haklarının yok edildiği görülmektedir. Özürlüler için öngörülen
düzenleme bu gruplar için de getirilmelidir. Mevcut ekonomik şartlarda işverenlerin işlerini borçla
yürütebildiği dikkate alındığında prim indiriminden yararlanmada zorlanılacağı
açıktır. Ayrıca, patronlara sağlanan prim indirimleri işçinin parası olan
İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmaktadır. İşçilerin paraları patronlara
peşkeş çekilmektedir. Bu hükümler Anayasa’ya açıkça aykırı görünmektedir. Hükûmet, hazırladığı bu
düzenlemeyle yılda 700 bin istihdam sağlamayı hesaplıyor. Temennimiz mutlaka ki
sağlaması ancak görünen o ki, bu, seçim öncesi yeni bir kandırmacadan
başka bir anlam taşımamaktadır. İşsizlikle ve yoksullukla mücadelenin en önemli yolu, istihdam
dostu ve aynı zamanda sürdürülebilir büyümenin tesisinden geçmektedir. İstihdam dostu sürdürülebilir büyümeyi
sağlamada da yatırım ortamının iyileştirilmesi ve müteşebbis sermayenin
önündeki engellerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Yatırım ortamının
iyileştirilmesi için enerji, arazi, hammadde ve iş gücünün temininde ve
maliyetinde avantajlar sağlanması ve vergi indirim ve istisnalarının
getirilmesi önem arz etmektedir. AKP bu konuda birçok yanlışa imza atmıştır. Yatırımlar için çok
önemli bir teşvik unsuru olan yatırım indirimi uygulamasını kaldırmış, yine
yeni yatırımlar için çok önemli bir kaynak olarak kullanılan finansal
kiralamanın “bazı suistimaller var” diyerek önünü
tıkamıştır. Hâlbuki kötü niyetli kullanımın önlenmesi Hükûmetin
görevidir. Yine Hükûmetin sanayi ve teşvik politikası
da yatırımların önünü açacak nitelikte değildir. Yüksek ölçüde katma değer ve
istihdam sağlayan yatırım projelerine destek verilmeli, teşvik politikası,
bölgesel ve sektörel yatırımları destekleyecek hâle
dönüştürülmelidir. İşsizlikle mücadelenin temel faktörlerinden biri olan girişimcilik
kapasitesinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi… Girişimcinin yatırım yapma, iş
sahası açma, katma değer, üretim, ihracat, gelir, vergi yaratma hususundaki her
türlü çabası desteklenmeli; iş, yatırım ve girişim odaklı yaklaşım, istihdam
stratejisinin esasını oluşturmalıdır. Değerli milletvekilleri, zamanında gerekli tedbir alınmadığından
Türk ekonomisinde alarm zilleri çalmaya başlamış, yıllardır sürdürülen sanal
başarıların artık sonuna gelindiği ortaya çıkmıştır. Yüksek faiz-düşük kur
politikası nedeniyle ülkemiz ithal mallar cennetine dönüşmüştür. Millî
sanayimiz, üreticimiz zor durumdadır. Rekabet gücü tükenme noktasına gelmiştir.
Piyasalar neredeyse durmuş vaziyettedir. Şiddetli bir şekilde nakit sıkıntısı
yaşanmaktadır. Esnafımızın artık dayanacak gücü kalmamıştır, birçok esnafımız
iş yerini kapatmak zorunda bırakılmıştır. Gençlerimiz işsizdir, iş bulma
umudunu kaybetmekte, bunalıma girmektedir. 2008 yılında yıllık yüzde 4
enflasyon hedeflenmesine karşın daha yılın ilk dört ayında enflasyon yüzde 4,8
olmuştur. Çalışanlar, emekliler, dar gelirliler enflasyona ezdirilmektedir. Türkiye’nin büyüme hızına büyük katkısı olan inşaat sektörü
darboğaza sürüklenmektedir. İmalattan inşaata sayısız sektörün olmazsa olmazı
demir-çelik ürünlerinin önlenemez fiyat artışı devam etmektedir. İnşaat
demirinin fiyatı bir yılda yüzde 100’ün üzerinde artmıştır. Vatandaşın enflasyonunda patlama yaşanmaktadır. Mutfaklar tam
anlamıyla yangın yerine dönmüş, undan yağa, pirinçten buğdaya, peynirden
ekmeğe, bulgurdan kuru fasulyeye kadar temel gıda maddelerinde ortaya çıkan
fiyat artışları vatandaşlarımızı gerçek anlamda krize sokmuştur. Buradan
soruyorum: Fiyatı artınca “Pirinç yemeyin.” diyenler, bulgur fiyatları da
arttığına göre, bundan sonra acaba neyi yemeyi vatandaşımıza önerecekler? Ankara Ticaret Odasının Türkiye İstatistik Kurumu verileri baz alınarak yapılan araştırmasına göre, nüfusumuzun yüzde
15,4’ünün açlık sınırının altında, yüzde 74’ünün de yoksulluk sınırının altında
gelirle geçinmeye çalıştığı belirlenmiştir. Buna göre, Türkiye’de açlık
sınırının altında bulunan nüfus 10,9 milyona, yoksulluk sınırının altındaki
nüfus 52,3 milyona ulaşıyor. İşte, ülkemizi, vatandaşımızı getirdiğiniz nokta
bu. Ülkemizde hem açlığın hem de yoksulluğun boyutları istatistiklerle
gizlenemeyecek kadar büyüktür. Hesaplama sistemlerinde değişiklik yaparak kişi
başına geliri kâğıt üzerinde 9 bin doların üzerine çıkarmak ülkemizdeki aç ve
yoksul insan sayısını azaltmamaktadır. Vatandaşlarımız en temel gıda ürünlerini
bile alamaz durumdadır. Vatandaşlarımızın büyük bir bölümü borçla geçimini
sürdürmeye çalışmaktadır. Merkez Bankası verilerine göre, tüketici kredileri ve
kredi kartları borçlarının toplam büyüklüğü bu ay başı
itibarıyla 101 milyar YTL’yi, yani 101 katrilyon lirayı aşmış durumdadır.
Tüketici kredi borçlarını ödemeyenlerin sayısı 2007 yılında bir önceki yıla
göre yüzde 100 artmış, kara listeye giren ve yasal takibe alınan kredi kartı
sayısı 1 milyonu aşmıştır. Türkiye’deki bankalar sanki bu ülkede yaşamıyor.
Piyasada yaprak kımıldamıyor, esnaf iş yapamamaktan kıvranıyor, bankalar ise
kâr patlaması yapıyor. Bu tabloda bir yanlışlık yok mu arkadaşlar? AKP’nin
uyguladığı ekonomi politikası, çalışana, üretene değil, faizciye, rantiyeciye, tefeciye hizmet etmektedir. Yanlış tarım politikaları sonucunda çok zor şartlar altına giren
Türk çiftçisi tarlasına gübre atamayacak hâle gelmiştir. Sadece DAP gübresinin
torbası iki üç ayda 35 YTL’den 65-70 YTL’ye yükselmiştir. Türkiye İstatistik
Kurumu 2007 büyüme rakamlarına göre tarım sektörü son kırk yılın küçülme
rekorunu kırmıştır. Mazot, gübre, enerji başta olmak üzere bütün girdiler bir
yılda yüzde 50 ila yüzde 100 arasında artarken ürün fiyatları büyük ölçüde aynı
kalmıştır. Çiftçiler bu nedenle ciddi zarara uğramıştır. Tek umutları
desteklerle bu zararın azaltılmasıydı. Ancak, geçtiğimiz ay yürürlüğe konulan
kararnameyle, destekleri artırmak bir yana, doğrudan gelir desteği yüzde 30
oranında düşürülmüştür. Çiftçilerimiz uygulanan yüksek faizlerle artan birikmiş elektrik
borçlarını ödeyememektedir, bu nedenle ekinlerini sulayamamaktadır. Seçim
bölgem Konya’nın yanı sıra Niğde, Aksaray, Nevşehir, Karaman, velhasıl birçok
ilimizde sulama kooperatiflerinin ve çiftçilerimizin feryatları yükseliyor,
“Ekinlerimiz susuzluktan yanıyor.” diyorlar, buna çözüm bekliyorlar. Yine
kamyoncular eylem yapıyor, “İşimiz yok, paramız yok, borçlarımızı
ödeyemiyoruz.” diyorlar, mazotta vergi indirimi istiyorlar. Hayvancılık sektöründe de ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Yem
fiyatlarında ciddi artışlar olmaktadır. Türkiye’de mısırın tonu bir yıl önce
300 YTL iken bugün 525-550 YTL oldu. Samanın tonu bir yılda 90 YTL’den 300
YTL’ye yükselmiştir. Geçen ay yürürlüğe giren kararnameyle 2008 hayvancılık
desteklerinde 2007’ye göre büyük düşüş öngörülmektedir. 2007’de 1,3 milyar YTL
olan hayvancılık desteklerinin, yeni uygulamayla, 2008’de 750-800 milyon YTL’ye
çekilmesi hedeflenmektedir. Hayvan başına ödemeye geçilmesiyle daha önceki
yıllarda üreticiye verilen süt teşvik primi, damızlık düve, buzağı, suni
tohumlama, soğutma tankı gibi birçok destek kaldırılmıştır. Bu şartlarda
hayvancılık, besicilik yapılması mümkün değildir. Değerli milletvekilleri, AKP’nin güdümlü ekonomi politikası iflas
etmiştir. Hükûmet, bu gerçeği saklamak için ise
kapatma davasının arkasına gizlenmektedir. Uygulanan yanlış politikalar
neticesinde Türkiye ekonomisinin iç ve dış dengeleri hızla bozulurken,
enflasyon, işsizlik yükselmiş, ekonomik büyüme 2001 yılından bu yana en düşük
seviyesine gerilemiştir. Cari işlemler açığı büyümeye devam etmekte, Hükûmet mali disiplini dilinden düşürmezken yılın ilk
çeyreğinde bütçe 4,8 milyar YTL açık vermiştir. Üstelik,
yaşanan tüm bu olumsuz gelişmeler bir günde ortaya çıkmış değildir. AKP Hükûmetinin vizyonsuzluğu, ataleti
ve beceriksizliği neticesinde, zaman içerisinde büyüyerek, Türk milletinin
önüne ödenecek yeni bir bedel olarak ortaya çıkarılmıştır. Türkiye ekonomisinin düzlüğe çıkarılması için ülkeyi sıcak para,
faiz ve borç batağından çıkartacak, ülkemizi ithalat cenneti olmaktan
kurtaracak, üretim, istihdam ve ihracat odaklı, ülke menfaatlerini her şeyin
üstünde görecek yeni bir programa ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak AKP Hükûmetinde ne böyle bir program hazırlayacak ne de
uygulayabilecek güç ve kararlılık maalesef bulunmamakta, Hükûmet
çözümü, IMF ya da yabancı başkentlerde aramaktadır. AKP, Türk milletinin hassasiyetlerini suistimal
ederek kendisine siyasi gelecek kurmaya çalışmış, kabul etmek lazım ki kısmen
başarmıştır. Türkiye’de sürekli çatışma kültürünü hâkim kılmak, siyaseti boş
tartışmalara hapsetmek istemiştir. Gösterişe ve gerilim politikasına dayalı bir
siyasetle kendisini kutup başı yapıp, oy verenleri partiye bağlı tutma gayreti
içinde olmuştur. Vatandaşın derdi hiç de umurunda değildir. Vatandaşlarımız,
sıkıntı içinde hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Esnaf, çiftçi, işsiz feryat
ediyor; kamyoncu, müteahhit, tekstilci, sanayici
feryat ediyor. İşinize gelmediği için görmüyorsunuz, görmezlikten geliyorsunuz.
Türkiye’yi nasıl karanlık bir girdaba sürüklediğinizi, ülkenin nasıl bir
uçuruma sürüklendiğini unutuyor, unutturmaya çalışıyorsunuz. Sizin uyanmanız
için ne dünyada yaşanan kriz yetiyor ne ekonomik göstergeler yetiyor ne de
çiftçinin, esnafın, üreticinin, işsizin feryadı yetiyor. Ülke bir sosyal
felakete doğru sürüklenirken, siyasi hayatınızı çatışma, kutuplaşma, gerginlik
yaratma üzerine bina ettiğiniz için bütün bu feryatlara gözlerinizi,
kulaklarınızı kapatmayı tercih ediyorsunuz. Gözleriniz var ama esnafın,
çiftçinin, işsizin, üretenin, çalışanın, emeklinin hâlini görmüyor.
Kulaklarınız var ama vatandaşın sesini, çığlığını duymuyor. Dilleriniz var ama
gerçekleri söylemiyor. AKP altı yıldır neyle meşgul? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kalaycı, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. MUSTAFA KALAYCI (Devamla) – Kendileriyle ilgili yolsuzluk
iddialarına af getirmekle, yandaşlarına ihale vermekle, oğullarına, damatlarına
iş sahası bulmakla, şirketler kurmakla, kendi milletvekillerinin eşlerini,
baldızlarını, kardeşlerini üst düzey görevlere, müşavirliklere atamakla meşgul.
Altı yıldır iktidardasınız ama bu milletin dertlerine deva,
sorunlarına çare bulamadınız. Artık milletimizin yakasından düşme zamanınız
gelmiştir. Ne yapsanız kâr etmeyecek, mazlum, mağdur rolünü iyi oynamanız da
yetmeyecek. Milletimiz her şeyi görüyor ve tüm sıkıntıları yaşıyor. Sizlere ilk
seçimde hak ettiğiniz dersi verecektir. Osmanlı atamızı aşağılamayı serbest
bırakan size “Osmanlı tokadı”nı indirecektir. Cenabı
Allah Türk milletinin yâr ve yardımcısı olsun. Tasarının, her şeye rağmen hayırlar getirmesini diliyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kalaycı. AK Parti Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Hüseyin Tanrıverdi. Sayın Tanrıverdi, buyurun efendim. AK PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde grubumuz adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekili arkadaşlarım, işsizlik, bugün Avrupa
Birliğine üye ülkeler de dâhil olmak üzere, gelişmiş ve gelişmekte olan hemen
her ülkenin karşı karşıya bulunduğu önemli sorunların başında gelmektedir. Tüm
dünyada yeteri kadar yeni ve yüksek gelirli iş yaratılamamaktadır. İşsizlik,
bir ülkede sadece üretim ve ekonomik kalkınmayı olumsuz etkilememekte aynı
zamanda sosyal problemler, sosyal dışlanma ve yoksulluğu da beraberinde
getirmektedir. Bu nedenle istihdamı ve verimliliği artırmak ve böylelikle
ekonomik ve sosyal kalkınmayı gerçekleştirmek ülkemiz dâhil tüm dünya
ülkelerinin birinci hedefi hâline gelmiştir. İşsizliğin önlenmesinin en temel
çözüm yolu, hiç kuşkusuz istihdam kapasitesini artıracak yatırımların
çoğalması, yeni iş alanlarının yaratılması, iş piyasasının esnekleştirilmesi ve
aktif istihdam politikalarının uygulanmasıdır. Her zaman yoksul ve dar gelirli toplumsal kesimlerin daha
yaşanabilir bir hayat sürdürebilmeleri için her türlü kolaylığı sağlamakta
kararlı olan partimiz ve Hükûmetimiz gerekli
çalışmaları başlatmış, işsizliğin azaltılması, yeni istihdam alanlarının
açılması ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla bu tasarıyı gündeme
getirmiştir. Bu tasarı
gündeme gelmiştir; bu tasarıya ilişkin değerli arkadaşlarımız konuştular ancak
tasarıdan habersiz olduklarını konuşmalarından anladık. Hükûmet Programı’mızda da yer alan ve ülkemizin en öncelikli sorunu
olan işsizlik konusunda önemli açılımlar getiren, kamuoyunda da “İstihdam
Paketi” olarak bilinen kanun tasarısı, Bakanlar Kurulunun imzasını müteakip
Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiş ve 2/5/2008
tarihinde de Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülerek
kabul edilmiştir. Tasarıdaki ana hedef değerli arkadaşlarım, iş gücü piyasasına
ilişkin düzenlemeler ile yatırım ve istihdamın önündeki engellerin
kaldırılması, işsizliğin azaltılması, kayıtlılığın artırılması, idari ve mali
yüklerin azaltılması, istihdamın teşvik edilmesi, aktif iş gücü programlarına
ağırlık verilmesi, kayıt dışı istihdamla etkin mücadele, iş sağlığı ve
güvenliğinin yaygınlaştırılmasıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz dünyasında bir ülke
için iş ve yatırım yapmaya elverişli ortam sağlamak hayati önem arz etmektedir.
Bilinçli hareket eden tüm ülkeler fabrika kurmak ve işletmek isteyen
girişimcilere her türlü kolaylığı sağlamaktadır. Bazı ülkelerde ise işçi ve
işveren kesimleri hükûmetle el ele vererek
girişimciye tüm hizmetleri temin etmektedir. Vergi sisteminin ve bürokrasinin
büyümeyi desteklemesi, bu amaçla basitleştirilip sanayi yüklerinin en aza
indirilmesi, katma değer ve istihdam yaratma fonksiyonunu en çok hızlandıran
faktörlerdir. Değerli arkadaşlarım, ülkemizdeki genç nüfusun nitelikli, kalifiye
olmadığı göz önüne alınırsa işsizlik bizim için en öncelikli ve en temel
sorundur. Yıllardan beridir süregelen işsizliğin önlenmesi, istihdamın
artırılmasına yönelik birçok makale, araştırma, inceleme, konferans, sempozyum yapılmış, raporlar, yazı dizileri yazılmış,
yayımlanmıştır. Ancak buralarda dile getirilen önlem ve öneriler ne yazık ki
gerek konjonktürün el vermemesi gerekse geçmiş dönem
siyasetçilerinin bu uyarılara kulak asmaması sonucu hayata geçirilememiştir. AK Parti olarak biz geçtiğimiz dönemde vergi indirimlerini el
verdiği ölçüde yaptık. İşverenlerimizin yükünü azaltmak, istihdamın önünü açmak
için bazı düzenlemeler gerçekleştirdik. Ama,
ülkemizdeki genç nüfusun yoğunluğu, küresel ekonominin getirdiği olumsuzluklar,
dünyadaki enerji ve petrol fiyatlarının istikrarsızlığı gibi nedenlerle,
geliştirdiğimiz politikalar işsizliğin artmasını önlemekte başarılı olsa da
azaltılmasında istediğimiz sonucu vermemiştir. İş gücü piyasasının izlenmesinde temel veri kaynağı olan Türkiye
İstatistik Kurumunun açıkladığı son istatistiklere göre, ülkemizde toplam
kayıtlı işsiz sayısı 2 milyon 567 bin kişi; işsizlik oranı ise yüzde 9,9’dur.
İşsizliğin daha çok kentlerde ve genç yaş grubunda, yani, 15-24 yaşları
arasında yoğunlaştığı görülmektedir.
Genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 21 seviyesine çıkmaktadır. Bu veriler,
ülkemizde istihdamın ve iş gücü piyasasının genel sorunlarına olduğu gibi,
çözüm önerilerinin ve yapılacak çalışmaların hangi noktalara yöneleceğine de
ışık tutmaktadır. İş gücü piyasası temel göstergelerine bakacak olursak, ülkemizde
iş gücüne katılma oranı yüzde 47,8; istihdam oranı yüzde 43,1; işsizlik oranı
yüzde 9,9; kayıt dışı çalışanların oranı yüzde 46,9 olmuştur. Kısaca belirtmek gerekirse, ülkemizde işsizlik, nüfus artışı,
çalışma çağındaki nüfusun ve her yıl bu nüfusa eklenen yüz binlerce gencimizin
istihdamının güçlüğü, istihdam yaratıcı iç ve dış kaynaklı yatırımların
azalması, küresel ekonominin getirdiği sorunlar, geçiş ekonomisi olmaktan
kaynaklanan sorunlar ve iş gücünün niteliğinin görece düşük olması gibi
nedenlerden kaynaklanmaktadır. Her yıl, çalışabilir nüfus 1 milyon kişi civarında artmakta ve 600 bin gencimiz
iş gücü piyasasına katılmakta ve iş aramaktadır. Takdir edersiniz ki genç
nüfusun bu kadar yoğun olarak iş gücüne katıldığı başka bir ülke yoktur. Buna
rağmen Türkiye'de iş gücü piyasası rakamlarına bakıldığında işsizliğin
istenilen ölçüde olmasa da önemli bir biçimde absorbe
edildiği görülmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun
Küresel İstihdam Eğilimleri Raporu’na göre değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz
yılda da küresel düzeyde toplam işsiz sayısı artmıştır. Resmî tahminlere göre
dünya genelinde işsizlik oranı yüzde 6, toplam işsiz sayısı yaklaşık 190 milyon
kişidir. Rapora göre, kredi piyasasındaki çalkalanmalara ve yükselen petrol
fiyatlarına bağlı ekonomik sarsıntılar nedeniyle 2008 yılında işsiz sayısında 5
milyon kişilik bir artış daha olacağı tahmin edilmektedir. Bu sayıya düzenli ve
yeterli çalışmayanları da eklersek dünya genelinde 500 milyon civarında insan
ya hiç çalışmamakta ya da eksik çalışmaktadır. Dünyada çeşitli ülkelerdeki işsizlik oranlarına bakacak olursak
değerli arkadaşlarım: Almanya’da yüzde 8,1; Kanada’da yüzde 6,3; Macaristan’da
7,5; Romanya’da 7,3; Portekiz’de 7,7; Fransa’da yüzde 9,1; İtalya’da 6,8;
Polonya’da yüzde 13,9; Hırvatistan’da yüzde 17; Yunanistan’da yüzde 8,9’dur. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu yasa tasarısıyla 4857
sayılı İş Kanunu’nda yer alan yeni tanımlamalardan biri de asıl işveren-alt
işveren ilişkisidir. Uygulamada asıl işveren-alt işveren ilişkisinin amacına
aykırı olarak kullanılmasını önlemek için alt işverenlik sözleşmesinin yazılı
yapılması zorunluluğu getirilmiş ve bölge müdürlüklerine alt işverenliğin
tescilinden sonra inceleme yetkisi verilmiştir. Ayrıca, ağır ve tehlikeli
işlerde işverene ve alt işverene iş sağlığı ve güvenliği ile mesleki eğitim
almış işçileri çalıştırmak yükümlülüğü getirilmiştir. Ortak
sağlık ve güvenlik birimlerinin kurulmasına yönelik talepler ve iş sanğlığı ve güvenliği hizmeti vermek isteyen kişi ve
kuruluşların niteliklerinin daha kapsamlı olarak belirlenmesi ihtiyacı, iş
sağlığı ve güvenliği profesyonellerinin iş yerlerinde üstlenecekleri önemli
görevlerin ifasında eğitim ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak bu alanın
da kamu tarafından ayrıntılı olarak düzenlenmesi amaçlanmıştır. Çok sayıda kurum tarafından, benzer gerekçelerle, iş yerlerinin
kurulması aşamasında istenen ve bu nedenle mükerrerliğe yol açan iş yeri kurma
izni kaldırılarak iş yerinin kuruluşu aşamasında yaşanan sorunlar
giderilmiştir. 50 veya daha fazla işçi çalıştıran iş yerlerinde eski hükümlü çalıştırma
zorunluluğu kaldırılmıştır. Terör mağduru çalıştırma yükümlülüğü, değerli
arkadaşlarım, sadece kamuya bırakılmıştır. Özürlülere ait SSK işveren priminin
hazinece karşılanması öngörülmüştür. İşsizlik Sigortası Kanunu’nun amacı, İŞKUR’a kayıtlı tüm işsizlere yönelik aktif istihdam
faaliyetlerinin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmasına imkân sağlayacak
şekilde yeniden düzenlenmiştir. İşverenler üzerindeki mali yüklerin
hafifletilmesi ve dolayısıyla istihdamın artırılması amacıyla SSK işveren hissesine
isabet eden 5 puanlık prim tutarının hazine tarafından karşılanması
öngörülmüştür. Bu uygulama herkes tarafından cesaretli bir adım olarak
değerlendirilmekte ve takdir edilmektedir. İl istihdam kurullarının üyeleri ve görevleri yeniden belirlenmiş
ve bu kurullara yerel bazda iş gücü piyasası
araştırmaları yapmalarına imkân tanınmak suretiyle daha etkin bir hâle
getirilmiştir. İŞKUR’a kayıtlı
işsizlerden aktif iş gücü programları çerçevesinde sunulan hizmetlerden
yararlanabilmesi amacıyla İşsizlik Sigortası Fonu’undan
kaynak kullanılmasına imkân sağlanmıştır. Ayrıca, gençlerin ve kadınların istihdamını artırmak amacıyla,
değerli arkadaşlarım, mevcut istihdama ilave olarak işe alınan kadınlar ile
18-29 yaş arası gençlere ait SSK işveren priminin beş yıl boyunca kademeli
olarak İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması öngörülmüştür. Diğer taraftan, kreş ve emzirme odası açma yükümlülüğünün
işverenler tarafından hizmet alımı ile yerine getirilebilmesi hedeflenmiştir.
500 veya daha fazla işçi çalıştırılan iş yerlerinde işverenler tarafından spor
tesisi kurma yükümlülüğü kaldırılmıştır. Yani tasarıyla, değerli arkadaşlarım,
zorunlu istihdam yüklerinin hafifletilmesi, nitelikli iş gücü ihtiyacının
karşılanması, istihdamın teşvik edilmesi, iş gücü maliyetlerinin düşürülmesi,
kayıt dışı istihdamın azaltılması hedeflenmiştir. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; toplumumuzun en dinamik kesimi
olan çalışma hayatını yakından ilgilendiren birçok yasal düzenleme Hükûmetimiz döneminde yapılmış, yönetmelikler yenilenmiş,
iş ve çalışma mevzuatımız dünyadaki teknolojik gelişme ve AB standartlarını
yakalayarak yeni ve çağdaş bir görünüme kavuşmuştur. Bu yasal düzenlemelerden
bir tanesi olan bu kanun tasarısı, geçmişte yapılan uygulamaların tersine, yeni
sorunlar, yeni anlaşmazlıklar ve yeni imtiyazlar getirmek yerine, büyük bir
yarayı daha saracaktır. Geçici işçi istihdamı, süreklilik arz etmeyen, yılın belirli
dönemlerini kapsayan, genellikle mevsimlik ve arızi işler için öngörülmüş bir
istihdam şekli olarak literatürümüze girmişti. Ancak
toplumsal bir yaraya dönüşen ve işçilerin üzerine kâbus gibi çöken geçici
işçilik sorunu da yine AK Parti İktidarı tarafından, 219 bin çalışana, hiçbir
ayırım gözetilmeden, yani işe ne zaman girip girmediğine bakılmadan kadroları
verilerek çözülmüştür. Değerli arkadaşlarım, ülkemizde istikrarın sağlandığı ve tam bir
güven ortamının oluştuğu, ekonomik, mali göstergelerin düzeldiği dönemde
Türkiye’nin tekrar siyasi istikrarsızlığa sürüklenmek istenmesi üzücüdür. Çünkü
istihdamın gelişmesi, artması ve yatırımın istenilen seviyelerde
gerçekleşebilmesinin en temel zemini güven ve istikrarın kalıcı olmasına
bağlıdır. Dünyadaki global ekonomik sarsıntılara
rağmen, Türkiye bu küresel çaptaki olumsuzluklardan en az şekilde
etkilenmiştir. AK Parti ve AK Parti Hükûmetleri,
bütün olumsuzluklara, küresel çaptaki ve yerel sarsıntılara rağmen, bunları,
dar ve sabit gelirli insanlarımıza, çalışanlarımıza yansıtmamak için büyük çaba
sarf etti ve etmekten de geri durmayacaktır. Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitirirken, partimizin ve Hükûmetimizin öncelikli olarak ele aldığı konulardan biri
olan işsizliğin çözümüne yönelik olarak hazırlanan istihdam paketinin
işsiziyle, çalışanıyla, işvereniyle tüm çalışma hayatımıza ve ülkemize hayırlı
olmasını diler, hepinize tekrar saygılarımı sunarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanrıverdi. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şahsı adına konuşacak olan
bir arkadaşımızın konuşması için yeterli süre yoktur. Bunu da dikkate alarak, alınan
karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Mayıs
2008 Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 20.51 |
|