DÖNEM: 23 CİLT: 20 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 100’üncü
Birleşim 7 Mayıs 2008 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L
E R I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ II.- GELEN KÂĞITLAR III.- YOKLAMA IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Adıyaman
Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Vakıflar Haftası’na ilişkin gündem dışı
konuşması 2.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
kayısı üreticilerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündem
dışı konuşması 3.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Ahıska Türklerinin Ahıska bölgesine yerleştirilmesinde karşılaştıkları
sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı V.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A)
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- Trabzon
Milletvekili Asım Aykan’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/110) (S. Sayısı: 147) 2.- Bilecik
Milletvekili Yaşar Tüzün’ün yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/111) (S. Sayısı: 148) B)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- Turizmi
Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve
Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonu Raporları (1/551) (S. Sayısı: 217) 2.- Bazı Yatırım
ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun
ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/480) (S. Sayısı: 94) VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
ÖNERGELER 1.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın (6/533) ve (6/535) esas numaralı sözlü sorularını
geri aldığına ilişkin önergesi (4/46) VII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Uşak Eşme Kışladağ
altın madeni işletmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2516) 2.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
TOKİ’nin bir projesindeki konutların teslimine
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (7/2877) 3.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, TOKİ’nin bir arazi
satışına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Cemil Çiçek’in cevabı (7/2880) 4.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Özyürek’in, TOKİ’nin
iştirakine arazi satışında ödediği komisyona ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2882) 5.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, TOKİ’nin arazi satışına
ödediği bir komisyona ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2883) 6.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, TOKİ’nin iştirakine
arazi satışına komisyon ödemesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2884) 7.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, TRT’nin İstanbul
Tepebaşındaki binasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı
(7/2908) 8.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/2970) 9.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına
ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı
(7/2979) 10.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, TOKİ’nin
satışlarına aracılık eden firmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2980) 11.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, TOKİ’nin kendi
iştiraklerine komisyonsuz arsa satması ile ilgili yönetmelik değişikliğine
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (7/2988) 12.- Edirne
Milletvekili Rasim Çakır’ın, Uzunköprü ilçesindeki orman vasfını yitiren
arazilerin kullanım hakkına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2995) 13.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, Anamur’daki katı atık depolamasına ilişkin sorusu
ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3043) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.03’te açılarak üç oturum yaptı. Muş Milletvekili
Sırrı Sakık’ın, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm
yıl dönümüne ve 1 Mayısta İstanbul’da meydana gelen olaylara, Manisa
Milletvekili Şahin Mengü’nün, 1 Mayısta İstanbul’da
meydana gelen olaylara, İlişkin gündem
dışı konuşmalarına, İçişleri Bakanı Beşir Atalay cevap verdi. Burdur
Milletvekili Mehmet Alp, Burdur’un düşman işgalinden kurtuluşunun 88’inci yıl
dönümüne, ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı. Denizli
Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın (3/10) (S.Sayısı: 145), Afyonkarahisar Milletvekili
Ahmet Koca’nın (3/109) (S.Sayısı: 146), Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları Genel
Kurulun bilgisine sunuldu. İzlanda
Parlamentosu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında parlamentolararası
dostluk grubu kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi. Mersin
Milletvekili Akif Akkuş’un, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ve Kamu
Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelere Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin
(2/74) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi. Zeytin,
zeytinyağı ve bitkisel yağ üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/27, 34, 37, 40, 102) esas
numaralı Meclis Araştırma Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe Manisa Milletvekili İsmail Bilen seçildi. Birleştirilerek görüşülmesi kabul edilen (10/3), (10/8), (10/12),
(10/28), (10/31), (10/33), (10/38), (10/42), (10/47), (10/56), (10/59),
(10/62,) (10/64), (10/65), (10/68), (10/71), (10/84), (10/87), (10/89),
(10/98), (10/101), (10/119), (10/145), (10/146) esas numaralı Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergelerin, ön görüşmeleri tamamlanarak, kabul
edildiği açıklandı. Kurulacak
komisyonun: 21 üyeden
teşekkül etmesi, Çalışma
süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak
üzere üç ay olması, Gerektiğinde
Ankara dışında da çalışması, Kabul edildi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan, Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın (1/551) (S.Sayısı: 217) görüşmelerine devam edilerek 3’üncü
maddesine kadar kabul edildi, 3’üncü maddesi üzerinde bir süre görüşüldü. Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan, Afyonkarahisar
Milletvekili Sait Açba’nın, sözlerini yanlış
aksettirdiği iddiasıyla bir açıklamada bulundu. 7 Mayıs 2008
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
19.00’da son verildi.
No.: 141 II.- GELEN KÂĞITLAR 7 Mayıs 2008 Çarşamba Tasarı 1.- Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/577) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.4.2008) Raporlar 1.- Hatay
Milletvekili Sadullah Ergin’in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/112) (S.Sayısı:
149) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME) 2.- Kütahya
Milletvekili Hüsnü Ordu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/113) (S.Sayısı: 150) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008)
(GÜNDEME) 3.- Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/114) (S.Sayısı: 151) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008)
(GÜNDEME) 4.- Kocaeli
Milletvekilleri Nihat Ergün ve Osman Pepe’nin Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları (3/115) (S.Sayısı: 152) (Dağıtma
tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME) 5.- Gaziantep
Milletvekili Mehmet Sarı’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/116) (S.Sayısı: 153) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008)
(GÜNDEME) 6.- Kütahya
Milletvekili Soner Aksoy’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/117) (S.Sayısı: 154) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008)
(GÜNDEME) 7.- Karabük
Milletvekili Mehmet Ceylan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/119) (S.Sayısı: 156) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008)
(GÜNDEME) 8.- Zonguldak
Milletvekili Polat Türkmen’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/120) (S.Sayısı: 157) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008)
(GÜNDEME) 9.- Trabzon
Milletvekili Asım Aykan’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/121) (S.Sayısı: 158) (Dağıtma
tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME) 10.- Mersin
Milletvekili Ali Er’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/122) (S.Sayısı: 159) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008)
(GÜNDEME) 11.- İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısı; Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve
2 Milletvekili ile Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak’ın Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/570, 2/227, 2/228) (S.Sayısı: 224) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME) 7 Mayıs 2008 Çarşamba BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 13.03 BAŞKAN : Başkan Vekili Eyyüp
Cenap GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun) BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter
sayımız vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, Vakıflar Haftası münasebetiyle söz isteyen Adıyaman Milletvekili Mehmet
Erdoğan’a aittir. Buyurun Sayın
Erdoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar) IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Vakıflar
Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Haftası
münasebetiyle gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, bizim inancımızın bir ismi aynı zamanda vakıf medeniyetidir.
Vakıflar Haftası etkinliklerinden farklı olarak vakıf medeniyeti çok şey ifade
eder. Tarihimizi, kültürümüzü, inancımızı önümüze koyduğumuzda bunun ne kadar
doğru olduğunu hepimiz görürüz. Bu, sadece Anadolu toprakları için değil, Orta
Doğu’dan Balkanlara, Kuzey Afrika’ya varıncaya kadar İslam inancının öncelikle
ortaya koyduğu çok hayırlı bir hizmettir. İlk örneğini
Hazreti Peygamberden aldığını bildiğimiz vakıf kurumu yüz yıllar içerisinde
gelişmiştir. İnsanlara Allah rızası için yararlı olabilme düşüncesi bugün bile
heybetini, ihtişamını korumaktadır. Sadece böyle bir düşünce, insanlara
yardımcı olmak, insanlara hizmet etmek, hatta eğer insanlara hizmette doyum
noktasına ulaşmışsanız bütün canlıları içine alacak hayırlı hizmetleri “vakıf”
adı altında yapmak, gerçekten inancımız, tarihimiz, milletimiz adına gurur
vericidir. Vakıf, bir
medeniyetin adıdır. Bu medeniyet, Yaradan, insan ve hizmet gibi üç kelime
üzerinde vücut bulmuş ve âdeta doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm dünyayı
etkilemiştir. Farklılıkları olsa da dünya üzerindeki tüm kültürlerin,
akımların, medeniyetlerin bir vakfetme erdeminden bahsettiğini söyleyebiliriz.
Bu hâliyle vakıf, evrensel, global, uluslararası bir
değerdir, aynı zamanda hem gelenekseldir hem çağdaştır. Ecdadımızın, vakıf
medeniyetinin zirveye çıkmasında ve onun kalıcı eserler ile nesilden nesile ulaşmasında öncü rol oynadığını da vurgulamak
gerekir. Değerli
milletvekilleri, vakıflar söz konusu olunca üzerimize önemli bir sorumluluk
düşmektedir. Bu sorumluluk, insanlığın ortak değerleri olan, aynı zamanda İslam
medeniyetinin insan ve hayat merkezli uygulamalarını ortaya koyan vakıf
eserlerine sahip çıkmak, onları sonraki nesillere aktarmak, vakıf ruhunu
yeniden ve çağın refleksine uygun olarak insanlığa anlatmak, kavratmak ve
yeniden inşa etmektir. Eğer bir vakıf medeniyetinden söz ediyor ve bunun sahibi
olduğumuzu da iddia ediyorsak bu sahiplik ve iddia, işte bize bu ödevi
vermektedir çünkü insanlık ancak paylaşmak, fedakârlık, yardım, gözetmek, el
ele vermek, canlıya ve çevreye hizmetle ayakta durur. Değerli
milletvekilleri, çok zengin bir tarihin ve medeniyetin içinden geliyoruz. Biz,
çektikleri zaman çıkan dağ başındaki otlardan değiliz, köklerimiz çok derinde.
Büyük bir medeniyet ve devlet içerisinde geleneği olan, gücü olan bir ecdadın
evlatlarıyız, torunlarıyız. Asırlarca tarihin şerefi olmuş, tarihe şan vermiş
büyük bir medeniyetin içinden geliyoruz. İftihar etmeliyiz ki gerçekten dünyada
tarihiyle, kültürüyle, inancıyla, diliyle en büyük, en güzel, en ileri bir
medeniyete sahibiz. İşte bunları yaşatmak, bunları nesiller sonrasına aktarmak,
geleceğe teslim etmek, bu mirasa iyi sahip olmak mecburiyetindeyiz. Böyle güzel
bir zenginliğin içerisinde yüzlerimizin gülmesi, o günleri hatırlayarak
geleceğimizi hazırlamamız gerekir. Sadakat aşlarını bizlere miras bırakan,
kuşlar için bile vakıf eserleri kurmayı bizlere miras bırakan ecdadımızın
izinde yürümek, ancak pozitif bir tutum takınmakla mümkün olabilir. Değerli
arkadaşlar, geçmişinden kopanların geleceğe götürecekleri hiçbir şey yok. Ne harabi ne harabatiyiz, kökü mazide olan atiyiz. Biz
aslımızdan utanmıyoruz, aslımızla iftihar ediyoruz, şeref duyuyoruz.
Tarihimizin, kültürümüzün kazanımlarını muhafaza etmek, güçlendirmek, bütün
dünyaya, kendi kuşaklarımızı bırakın, bütün insanlığa takdim etmek, onu canlı
varlıklar hâline getirmek mecburiyetindeyiz. İstiyorum ki bu
hafta, vakıf medeniyetini bize tekrar hatırlatsın; çocuklarımıza, geleceğimize,
bugünümüze sorumluluğumuzu artırsın. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Erdoğan. MEHMET ERDOĞAN
(Devamla) – Bizi ayakta tutan, bize hayat veren ecdadımızın, aziz milletimizin
bugüne kadar çok hayırlı bir hizmet olarak getirdiği vakıf medeniyetidir. Ona
sahip çıkanlara ne mutlu. Başta sayın
bakanlarımız olmak üzere, vakıf mirasımızın korunması ve yaşatılması, vakıf
eserlerinin restorasyonu, vakıf anlayışının
geliştirilmesi ve geleceğimizin teminatı olan yeni nesillere bu anlayışın
kazandırılması için büyük bir gayret içinde çalışmalarını sürdürmekte olan
Vakıflar Genel Müdürlüğümüz ve tüm çalışanlarına teşekkür ediyorum. Bu duygu ve
düşüncelerle yarınların, vakıflarımızın büyük hizmetler yapabileceği, tarihî
derinliğine ve ruhuna uygun zeminlere kavuşacağı günler olacağına inanıyor,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Erdoğan. Gündem dışı
ikinci söz, Kayısı üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen, Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na
aittir. Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar) 2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu’nun, kayısı üreticilerinin sorunları ile
alınması gereken önlemlere ilişkin gündem dışı konuşması FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinize saygılar sunuyorum. Değerli
milletvekillerim, tabii, bu ülke bizim, bu ülkenin değişik yörelerinde değişik
ürünler yetişiyor. Tabii, bu ülkede eğer üretiyorsan ve ülkenin kendi öz
kaynakları üretiyorsa, o ülkenin halkı, o ülkenin insanı her zaman ekmeğini
yiyebiliyorsa mutlu ve huzurlu olur. Tabii, bizim en büyük ekmeğimiz kayısı.
Malatya olarak yaklaşık 50 bin aile direkt kayısıdan ekmek yiyor. 50 bin
üretici… Tabii, Türkiye’deki mevsimsel değişiklikler değişik dönemlerde farklı
sorunlar yaratıyor. Örneğin, geçtiğimiz üç yılda önemli don olayları geçirdik
ve rekoltemiz önemli oranda düşmüştü. Tabii,
çiftçimiz, gübredir, mazottur, bu borçları ödeyemez duruma düştü. Tabii, bu yıl
da yine aynı sorunlarla karşı karşıyayız. Değerli
milletvekilleri, biliyorsunuz, geçen dönem bir Tarım Sigortaları Yasası
çıkardık. Tarım Sigortaları Yasası’na… En çok, en fazla tarım sigortası
yaptıran il Malatya’dır. Çünkü, biz damdan düştük,
yani zarar gördük, kayısı üreticimiz sırf zarar görmesin diye… Türkiye’de
uygulanan tarım sigortaları poliçelerine bakın, en fazla üretilen yer
Malatya’dır. Fakat, tabii, sigorta kapsamının içeriği
bazen çiftçimizin zararını karşılamıyor. Örneğin, bu yıl da, yine, bugün 7
Mayıs olmasına rağmen, Hekimhan ilçemizin tüm üst kesimleri don olayıyla karşı
karşıya kalmış ve tüm kayısılar bu gece dökülmüştür. Geçtiğimiz mart ve nisan
aylarında yaşanan olaylardan sonra rekolte çok düşmüş
ve ismi belirlenmeyen bir nedenle çiçekten sonra tüm kayısılar ağaçtan düşmüş
ve bir şekilde meyveler hep yere inmiştir. Fakat -sigorta kapsamında bunlar- sigorta,
meteorolojiden “Don olayı yok.” diye… Bir şekilde “Kapsama girmez.” diyor, ama
çiftçimiz çok zor durumda. Yani bunun ismi konulamıyor. Niçin bu kayısılar
döküldü? Nedir? Bunu yaratan neden ne? Bunun mutlak belirlenmesi lazım. Önemli
olan, çiftçinin mağduriyetinin giderilmesidir. Yani sigorta klozu…
Yani rekoltede eksiklik olursa, bir şekilde bu don,
sel, doğal afetle olursa, mutlak bunların giderilmesi lazım. Bu amaçla tarımsal
sigorta getirilmiştir çiftçinin mağduriyetinin önlenmesi için. Ama bir şekilde
tabii, sigorta şirketleri ve TARSİM “Bu bizim klozumuza
girmez.” diyor, yani “Sigorta kapsamına dâhil değil.” diyor. Peki, köylü ne
yapacak? İşte, gübre borcu var, mazot borcu var, geçen dönemden kalan borçları
var… Değerli
milletvekilleri, tabii, eğer sigorta kapsamına girmiyorsa bizim 2090 sayılı bir
Tabii Afet Yasamız var. Burada belirli şeyler... Yani tabii
afetin tarifi belli. Yani bir şekilde kayısıda yaşanan bu olayı mutlaka
Tarım Bakanlığı iyi irdelemeli, neden oluşmuştur, bunun nedenini bulmalı. Eğer
sigorta kapsamı içine girmiyorsa Tarım Bakanlığının mutlaka bunu bir şekilde
irdelemesi lazım. Ben bunu buradan bir kez daha sizlere sunmak istiyorum. Tabii,
Türkiye’deki iklimsel özelliklere, kuraklık… Örneğin Malatya’da bu sene çok
önemli derecede kuraklık vardır. Yani şu saatten sonra saatlerce yağmur da
yağsa, örneğin bazı bölgelerimizde arpa, buğday ve diğer ürünlerimize, örneğin
mercimek, bunlara artık bu saatten sonra gelen yağmurun faydası yok. Ama bu
sene önemli bir kuraklık geçiriyoruz ve örneğin Yazıhan, Arguvan, bu tür
bölgelerde artık kuraklık son derece üreticimizi zor durumda bırakmıştır. Çünkü gübre ve mazot, tarımsal girdinin en önemli girdisi ve çok
yüksek ve pahalı. Bu nedenle bir kez daha ben Tarım Bakanlığının,
Malatya’da yaşanan ismi konulmayan, don değil bunu söylüyorum, ama neden
oluştuğunu bilmediğimiz bu soruna el atması lazım. Gerekiyorsa, 2090 sayılı
Yasa’yla, üreticilerimize -en azından gerek kredi borçları gerek mazot ve gübre
borçları- bir şekilde yardımcı olunması gerekiyor. Tabii, bir başka
sorun var: Değerli
milletvekilleri, yurdumuzun değişik yörelerinden, değişik bölgelerinden tarımsal
işçilerimiz ürün devşiren bölgelere geliyor. Örneğin, Malatya’ya kayısı hasadı
için Adıyaman’dan, Urfa’dan, özellikle güneydoğu bölgelerimizden kayısı
mevsiminde bir sürü işçilerimiz geliyor. Geçen yıllarda bunlar traktörle,
kamyonla geliyorlardı arkadaşlar. İşçi başları var, oradan getiriyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Aslanoğlu. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum efendim. Bir şekilde,
geçen yıl, örneğin Malatya’da bir iki kez önemli kazalar oldu. İnsanlarımız
ölüyor. Bunlar, bu işçiler bizim işçilerimiz, Malatya’ya geliyorlar, ekmekleri
için geliyorlar. Ben, bir kez daha Tarım Bakanlığını özellikle bu mevsimlik
işçilerin taşınması konusunda, önümüzdeki bu hasat mevsiminde önemli kazaların
olmaması açısından, bunun, mutlaka, bir şekilde… Bunların traktör sırtında
değil, bir şekilde, belli bir şekilde taşınması yönünde bir uygulama birliği
getirilmesi lazım. Bunlar bizim işçilerimiz, ekmekleri için geliyorlar. Fakat
ucuz olsun diye traktör sırtında gelen bu insanlar her an kazayla karşı karşıya
kalıyor. Onun için, bu… Örneğin, fındık işçileri de aynı şekilde fındığa
gidiyorlar. Bunların taşınmaları konusunda, ben, Tarım Bakanlığının… Çünkü
hepsi güneydoğudan geliyor ve traktörle gidiyor. Ben biliyorum, örneğin,
Giresun’a gitmek için kamyon sırtında gidiyorlar. Malatya’ya gelmek için kamyon
sırtında geliyorlar. Bu işçilerimizin taşınması konusunda Tarım Bakanlığını bir
kez daha uyarıyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Aslanoğlu. Gündem dışı
üçüncü söz, Ahıska Türklerinin Ahıska
bölgesine yerleştirilmesinde karşılaştıkları sorunlar hakkında söz isteyen
Tokat Milletvekili Reşat Doğru’ya aittir. Buyurun Sayın
Doğru. (MHP sıralarından alkışlar) 3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Ahıska
Türklerinin Ahıska bölgesine yerleştirilmesinde
karşılaştıkları sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı
Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun
cevabı REŞAT DOĞRU
(Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ahıskalı
Türk kardeşlerimizin sorunları hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum.
Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. Ahıska Türkleri,
bilindiği gibi, 1500’lü yıllarda bugünkü Gürcistan’ın Mesket bölgesine
Anadolu’dan göç etmiş kardeşlerimizdir. 1917 yılında Rusya’da yaşanan ihtilal
sonrası oluşan zihniyet, Rusya’daki Türk kardeşlerimizin üzerinde olumsuz
baskılar oluşturmuştur. Bu baskı süreci İkinci Dünya Savaşı sırasında doruğa
ulaşmıştır. Ancak 14 Kasım 1944 yılında, Mesket’te yaşayan Ahıskalı
kardeşlerimiz, bir sabah uyandıklarında, Rus askerlerinin süngü tehditleri
altında, insan onuruna yakışmayacak şekilde ve şartlarda tren vagonlarına zorla
bindirilerek memleketlerinden uzaklaştırılmışlardır. Bu sürgün sırasında,
soykırımı aratmayacak şekilde, sadece yolculuk esnasında 17 bin civarında Ahıskalı Türk kardeşimizin öldüğü bilinmektedir. Ahıskalı kardeşlerimiz
altmış dört yıldır Rusya’da, Ukrayna’da, Kazakistan’da, Özbekistan’da,
Kırgızistan’da, Türkiye’de ve son olarak da Amerika Birleşik Devletleri’nde
yaşamaktadırlar. Ancak Ahıskalı Türklerin,
Kazakistan’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’de olduğu gibi bazı bölgeler birtakım
haklar tanıdığı hâlde, özellikle Rusya’nın Krasnodar
bölgesinde çok büyük sıkıntılarla karşılaşmış olduğu da görülmektedir. Hatta Krasnodar bölgesindeki Ahıskalı
kardeşlerimize çok büyük baskılar neticesinde oradan göç etme mecburiyeti
getirilmiş, onların da yaklaşık olarak 5 binin üzerindeki Ahıskalı
kardeşimiz Amerika Birleşik Devletleri’ne kabul edilmiştir. Amerika Birleşik
Devletleri’ne kabul edilmiş, ama onları belirli bir bölgeye yerleştirmemişler
ve dağınık bir şekilde de bunların yerleşmiş olduğunu görmekteyiz. Ahıskalı kardeşlerimizin,
tabii, ülkemize de gelmeleri noktasında da çeşitli çalışmalar yapılmış, bu
hususla ilgili olarak da 3835 sayılı Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisinden
çıkartılmıştır. Bu Kanun’la beraber başta Iğdır olmak üzere İstanbul, Bursa ve
çeşitli yerlere bu kardeşlerimizin yerleşmiş olduğunu görüyoruz. Ancak, tabii,
bu kardeşlerimizin yerleşmesiyle beraber de bazı sorunlar beraberinde gelmiş,
onların akrabaları olan kardeşlerimiz de bunların arkasından bu bölgelere gelmiş
olmaktadır. Bunların gelmesiyle beraber -Vatandaşlık Kanunu gibi- çok ciddi bir
sıkıntı meydana gelmiş ve bunların büyük bir kısmı şu anda Vatandaşlık
Kanunu’nu beklemektedirler ve de beraberinde de Türkiye Cumhuriyeti nüfus
cüzdanını bekliyorlar. Bunlara bu konuda destek olmak mecburiyetindeyiz. Ayrıca, son
zamanlarda -daha önceki aşamalarda hiçbir zaman gündeme gelmemiş ama- yaklaşık
olarak bir yıldan beri Yabancılar Dairesi bu insanların her birisinden 600 YTL
harç ve ceza parası alıyor. Bakınız, şu anda Ahıskalı Türkler özellikle geçinme zorluğu içerisindeyken
ve geçinme noktasında da büyük problemleri varken bir de siz 600 YTL civarında
parayı harç olarak bunlara koyarsanız, bunlara zulüm yapmış oluruz değerli
milletvekilleri. O mealde, Sayın
Bakandan –tabii burada cevap verecektir- bu konuda da bir girişimde bulunmasını
özellikle beklemekte olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Tabii, Ahıskalı Türkler dünyanın her tarafında yerleşirken
özellikle kendi bölgelerine geçme noktasında da yani Ahıska’ya
yerleşme noktasında da çok önemli çalışmalar içerisinde olmuşlar, vatan
cemiyetleri kurmuşlar, çeşitli dernekler kurmuşlar ve hep vatan özlemiyle
“Acaba, biz Ahıska’ya ne zaman döneceğiz?” şeklinde
düşünceler içerisinde olmuşlardır. Tabii, özellikle
Gürcistan, Avrupa Konseyine üyelik aşamasında Avrupa Konseyi yetkililerine, Ahıska Türklerinin geriye dönüşüyle ilgili bir çalışma
yapacağını ve bu konuda da onlara destek olacağını ifade etmişti. Yıllarca
beklendi ama o beklentiye cevap, en sonunda 2007 yılında gelmiş oldu. Yani 1/1/2008’le 1/1/2009 tarihleri arasında –o Avrupa Konseyine
verilen söz doğrultusunda kanun çıkarıldı- Gürcistan devleti, şu anda, Ahıska Türklerinin tekrar Ahıska
bölgesine dönmeleri noktasında, Gürcistan’a dönmeleri noktasında izin vermiş
durumdadır. İşte, değerli
milletvekilleri, çıkartılan bu kanunun iyi takip edilmesi gerekiyor. Yani Ahıska Türklerinin dönüşüyle ilgili, Türkiye Cumhuriyeti
devleti olarak, biz, çok ciddi çalışmalar yapmak mecburiyetindeyiz. Yani oraya
dönüşü bir noktada teşvik etmek, basın yoluyla, yayın yoluyla destek olmak
mecburiyetimiz vardır. Yoksa, şu an itibarıyla oraya
geriye dönüşte de çok büyük sıkıntılarla karşılaşılabileceği bir gerçektir.
Diyorlar ki -şu andaki kanun, çıkartılan kanunla- Gürcistanlılar: “Oraya
dönmesi gereken insanlar müracaat ettikleri zaman onlardan biz geçmişe dönük
olarak çeşitli belgeleri isteriz.” Değerli
milletvekilleri, yaklaşık olarak iki dönem geçmiş. Siz, iki dönem geçmiş bir
ortamda nereden bulacaksınız evrakları da oraya geriye dönüşle ilgili o
evrakları vermiş olacaksınız. Bu noktalarda da çok ciddi sıkıntılar vardır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Doğru, devam edin. REŞAT DOĞRU
(Devamla) – İşte, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak, hükûmetleri
olarak, bu geriye dönüşle ilgili cazip bir ortamı bizim hazırlamamız gerekiyor.
Bakınız, daha
önceki dönemlerde Kırım’a Türkler dönerken Ukrayna Hükûmeti
bazı noktalarda destek olmuş ve beraberinde de Türkiye Cumhuriyeti devleti
olarak, TİKA marifetiyle yaklaşık olarak beş binin üzerinde ev alınarak o Kırım
Türklerine verilmiştir. Aynı uygulamayı biz Ahıska
bölgesinde de yapabiliriz. Yani orada ev alınması, arazi alınması, iş
edinilmesi noktasında Ahıska Türkü’ne o yardımlar
yapıldığı zaman geriye dönüşü o zaman teşvik etmiş olursunuz. Yoksa, şu an itibarıyla o bölgeye geri dönüşte çok büyük
sıkıntılarla karşı karşıya kalırız. Bakınız,
Gürcistan’a da tabii bazı noktalarda görevler düşmektedir. Gürcistan’a daha
önceki dönemlerde Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milleti yardımcı
olmuştur. Özellikle Rus katliamından kaçan Gürcüler Türk milletinin açmış
olduğu kucak neticesinde de çeşitli yerlere yerleştirilmiş ve onlara sahip
çıkılmıştır. Bu mealde, Gürcistan’dan da Ahıska
Türklerinin geriye dönüşünde birtakım şeyler istenebilir. Ayrıca, beraberinde,
tabii, Sovyet Rusya rejiminden de bu noktada beklentilerimiz olabilir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Doğru. REŞAT DOĞRU
(Devamla) – Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Gündem
dışı konuşmaya, Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu cevap verecektir. Buyurun Sayın Yazıcıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI
MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tokat
Milletvekili Sayın Reşat Doğru’nun Ahıska Türklerinin
Ahıska bölgesine yerleştirilmesine ilişkin karşılaşılan
sorunlarla ilgili gündem dışı konuşması üzerine konuyla ilgili yapılmakta
olanlar hakkında kısaca bilgi sunmak için huzurlarınızdayım. Bu vesileyle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, bilindiği gibi Ahıska Türkleri 1944
yılında yaşadıkları Gürcistan’a bağlı Ahıska
bölgesinden sürgün edilerek eski Sovyetler Birliğine bağlı çeşitli ülkelerde
ikamete mecbur bırakılmışlardır. Sürgün edildikleri topraklara geri dönme
talebi Ahıskalı soydaşlarımız tarafından her dönemde
dile getirilmiş, ancak bu talep bir türlü hayata geçirilememiştir. Gürcistan
1999 yılında Avrupa Konseyine üye olurken, Ahıska
Türklerinin geri dönüşlerini sağlamayı taahhüt etmiş ve taahhüdün yerine
getirilmesi için, ülkemiz, hem Avrupa Konseyi hem de AGİT çerçevesinde konuyla
ilgili çalışmaları yakından ve dikkatle takip etmiştir. Avrupa Komisyonu
başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlar ve ülkemizin çabaları sonucu 11
Temmuz 2007 günü Gürcistan Parlamentosu, Ahıska
Türklerinin Ahıska topraklarına geri dönüşünü kabul
eden bir yasayı kabul etmiştir. On iki maddeden oluşan bu Kanun, geri dönmek
isteyen kişilerin hangi prosedürleri takip etmesi
gerektiğini, başvuru sonucunda hangi haklardan yararlanacağını açıklamaktadır.
Dönüş Yasası, içerisinde bazı olumsuzlukları içermekle beraber, altmış üç yıl
boyunca ata topraklarına dönüş umuduyla bekleyen insanların sorunlarının çözümü
için ciddi bir adım olarak kabul edilmektedir. Bu yönüyle, Yasa’nın olumsuzluk
içeren yönleri dikkate alınmakla beraber, Ahıska
Türklerinin bu Yasa’dan istifade etmeleri ve geri dönüş için müracaat
etmelerinin sağlanması için çalışmalar başlatılmıştır. Yasa’da yer alan
ve itirazlara konu olan olumsuzluklar, genel olarak, geri dönüş başvurusu yapan
kişilerden sürgün edildiğine dair belge istenmesi -tabii ki böyle bir belgenin alınması son
derece zordur- geri dönen kişilerin dönüşlerinden sonra uygulanması düşünülen prosedürlerin karışıklığı, geri dönenlerin dönüşü izleyen
altı ay içerisinde geldiği ülkenin vatandaşlığını bırakarak Gürcistan vatandaşı
olmak için bir yıl gibi bir süre beklemek zorunda bırakılması, geri dönüşün
Gürcistan’ın hangi bölgesine ve hangi şartlarda olacağının Kanun metninde açık
olarak ifade edilmemiş olması, geri dönüş başvurularının, Gürcüce ve İngilizce
gibi, Ahıskalıların çoğunluğunun bilmediği dillerde
yaptırılması şeklinde özetlenebilir. Kanun metninde
buna benzer başka sıkıntılar da vardır. Sözgelimi, bahsedilen evrakların
Gürcüce tercüme edildikten ve resmen notere tasdik ettirdikten sonra
sunulmasının istenmesi gibi bir kısım sıkıntılar söz konusudur. Ancak
unutulmamalıdır ki bahse konu olan Yasa’nın çıkartılması uzun yıllar süren
çalışmalar neticesinde olmuş ve ülkemiz, Avrupa Konseyinin de desteklediği bu
sürecin içerisinde aktif bir görev üstlenmiştir. Geri dönüşü âdeta imkânsız
hâle getiren daha önceki yasa tasarılarıyla kıyaslandığında, şu an üzerinde
konuşulan Yasa’nın, bütün ifade edilen eksikliklerine rağmen, bir fırsat olarak
değerlendirilmesi gerekmektedir. Başka bir ülkenin parlamentosu tarafından
kabul edilen bir yasanın yürürlüğe girdikten sonra değiştirilmesini beklemenin
gerçekçi bir tutum olmayacağı da açıktır. Bildiğiniz gibi,
komşumuz Gürcistan son dönemlerde hassas bir süreçten geçmekte ve çok önemli
gelişmelere sahne olmaktadır. Yasa’daki eksikler tartışılırken bu gerçeklerin
de göz önüne alınması gerektiği ortadadır. Ayrıca, bu eksikliklerin uygulama
aşamasında yapılacak çalışmalarla düzeltilmesinin mümkün olabileceği de
unutulmamalıdır. Bu konudaki temaslar ve çalışmalar, bildiğiniz gibi, yürütülmektedir.
Bugün için
yapılması gereken, Ahıska Türklerinin, Stalin
döneminde yurtlarından sürgün edilen halklar arasında vatansız yaşamaya devam
eden tek etnik grup olduğunu hatırda tutarak, geri dönmek isteyen Ahıskalılar için bu durumu bir fırsat olarak değerlendirmektir.
Türkiye, Ahıskalılara verilen bu fırsatın
değerlendirilmesi için, Gürcistan makamları, Avrupa Konseyi, AGİT, Birleşmiş
Milletler gibi konuyla ilgili aktörlerin tamamıyla koordinasyon içerisinde
hareket ederek bunu yapmaya çalışmaktadır. Bu amaçla,
konuyla alakalı devlet kurumlarının katılımıyla, Ahıska
Türklerinin ana yurtlarına dönüş süreciyle ilgili, geçen yılın Kasım ayı
içerisinde bir koordinasyon kurulu oluşturulmuştur. Aylık periyotlarla
bir araya gelen Koordinasyon Kurulu geri dönüş sürecindeki gelişmeleri
değerlendirmekte ve ülkemizin bu sürece yapabileceği katkılar
değerlendirilmektedir. Bilindiği üzere,
Türkiye çeşitli vesilelerle, Ahıska Türklerinin göçü
sürecinde üzerine düşen katkıyı sağlamaya hazır olduğunu ifade etmiştir. Bu katkının nasıl
olacağı ve hangi alanları kapsayacağı, ayrıca yapılacak çalışmaların planlaması
da yine bahse konu Kurul tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda, Ahıska Türklerinin yurt dışında ve ülkemizde yaşayan
temsilcileriyle konu istişare edilmekte ve planlama aşamasında en isabetli
kararların verilmesi için kapsamlı bir çalışma yürütülmektedir. Önümüzdeki
günlerde bir sivil toplum kuruluşunun daveti üzerine, dünyanın çeşitli
bölgelerinden Ahıskalı temsilcilerin Türkiye’ye
gelerek istişarede bulunması beklenmektedir. Burada şunu belirtmeliyim ki,
konuyla ilgili iyi niyetli ve profesyonel çalışan bütün ilgililer muhatap
olarak kabul edilmekte ve kendileriyle sorunun çözümüne yönelik istişarelerde
bulunulmaktadır. Konuyla ilgili
çalışmalar iki aşamalı olarak yürütülmektedir. Birinci aşamayı Ahıska Türklerinin kanunun sağladığı haklardan yararlanmak
üzere başvurmalarını teşvik edici faaliyetler oluşturmaktadır. Bu çerçevede Ahıska Türklerinin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde
kanunla ilgili bilgilendirme faaliyetlerinin yapılması ve halkın belirlenen
süre içerisinde başvuru yapmasını sağlamak üzere yürütülen faaliyetler
desteklenmektedir. Sayın Doğru da buna işaret etmiştir. Bu bağlamda daha iyi
sonuç almak için Ahıskalıların yaşadıkları bölgelerde
bilgilendirme ofislerinin oluşturulması ve bu ofisler aracılığıyla gerekli
çalışmaların yapılması gibi projeler gündemimizde bulunmaktadır. Değerli
milletvekilleri, ikinci aşama ise göç süreci başladıktan sonra ortaya çıkması
muhtemel durumun değerlendirilmesiyle ilgili çalışmalardan oluşmaktadır. Burada
üzerinde en çok durulması gereken husus, Ahıska
Türklerinin Gürcistan’a geri dönmeleri durumunda yaşayacakları sorunların ve
karşılaşabilecekleri sorunların çözümüdür. Özellikle konut, istihdam ve entegrasyon alanındaki sorunlar, çözülmesi gereken en önemli
meseleler olarak karşımızda durmaktadır. Soydaşlarımızın göç ettikten sonra
karşılaşacakları bu türden problemlerin çözümü için alınması gereken tüm
tedbirler değerlendirilmekte ve gerekli planlamalar şimdiden yapılmaktadır. Sayın
milletvekilleri, Gürcistan’a göç edecek Ahıska
Türklerinin bölgede sürdürülebilir bir ekonomik yaşam elde etmeleri, kalkınma
ve refah düzeylerinin yükseltilmesi için gerekli çalışmalar ve planlamalar
yapılmaktadır. Bilindiği üzere, günümüzde Ahıska
bölgesi Gürcistan’ın en geri kalmış bölgesidir. Göç edecek insanların burada
tutunabilmeleri için bölgesel kalkınma projelerinin uygulanması gündeme
gelmektedir. Göç eden soydaşlarımızın ekonomik entegrasyonunu
gerçekleştirmek amacıyla, bölgenin koşulları göz önüne alınarak hayvancılık,
tarım ve diğer meslek alanlarında yürütülebilecek projeler için ön çalışmalar
başlamış bulunmaktadır. Ülkemizin kalkınma projeleri alanındaki tecrübelerinin
bu aşamada katkı sağlayabileceği gözlerden uzak tutulmamalıdır. Hepinizin bildiği
gibi, Türkiye, Ahıska Türklerini yaşadıkları bütün
ülkelerde desteklemiştir ve desteklemeye de devam etmektedir. Ahıska Türkleri bugün Rusya’dan Orta Asya’ya, Ukrayna’dan
Türkiye’ye kadar çok dağınık bir coğrafyada yaşamaktadırlar. Bu da, bu
insanlara verilen hizmetteki zorluğun bir göstergesidir. Geçtiğimiz yıllarda
Amerika Birleşik Devletleri’nin Ahıska Türklerini
ülkesine kabul etmesiyle birlikte, Ahıskalıların
yaşadığı bölgelere yeni bir ülke daha eklenmiş oldu. Bu göçün yankıları hâlâ
devam etmektedir. Türkiye, ABD’ye göç eden bu soydaşlarımıza da sahip çıkmış,
Amerika’da faaliyet gösteren resmî ve sivil organizasyonlarıyla bu insanların
yeni yaşam şartlarına entegre olmaları için gerekli
çalışmaları yapmaktadır. Ayrıca, yüce Meclisimizin 1992 yılında kabul ettiği
3835 sayılı Yasa’yla Ahıska Türklerinin Türkiye’ye
göçü ve Türkiye’de vatandaşlık elde etme hakkına sahip olduğu da
unutulmamalıdır. Bu yasadan yararlanan on binlerce Ahıska
Türkü Türkiye’ye yerleşmiş ve Türk vatandaşı olma hakkına sahip olmuşlardır.
Anlaşılacağı üzere ülkemiz bu soydaşlarımızın yaşadıkları bütün bölgelerde
karşılaştıkları problemleri çözmeye çalışmakta ve bu insanlara sahip çıkmayı
bir borç olarak kabul etmektedir. Değerli
milletvekilleri, başta da ifade ettiğim gibi, Ahıska
Türklerinin Gürcistan’a geri dönüşü arzulayanların dönüşü de Türkiye tarafından
desteklenmekte ve ülkemiz ilgili kurum ve kuruluşlarıyla sürecin sağlıklı bir
şekilde işlemesi için gerekli tüm faaliyetler eş güdüm içerisinde
yürütülmektedir. 1944 yılından beri vatansız olarak çeşitli ülkelerde sürgün
hayatı yaşayan bu insanların vatan hasretlerinin sona ermesi ve acılarının
bitmesi hepimizin en büyük arzusudur. Sayın
milletvekilleri, Tokat Milletvekilimiz Sayın Reşat Doğru’ya konuyu gündeme
getirdiği ve bana da bu son gelişmeleri yüce Meclisinize ifade etme fırsatı
verdiği için teşekkür ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakanım. Sayın milletvekilleri,
gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin
yasama dokunulmazlıkları hakkında iki adet raporu vardır. Raporların
muhalefet şerhleri aynı olduğundan, ortak muhalefet şerhi son raporun ardından
okunacaktır. Şimdi, raporları
sırasıyla okutup bilgilerinize sunacağım. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/110) (S.
Sayısı: 147)(x) 2.- Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/111) (S.
Sayısı: 148) (x) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görevi kötüye
kullanmak suçunu işlediği iddia olunan Trabzon Milletvekili Asım Aykan hakkında düzenlenen Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılmasına Dair Başbakanlık Tezkeresi ve eki dosya hakkında Hazırlık
Komisyonu Raporu, Karma Komisyonumuzun 19 Mart 2008 tarihli toplantısında
görüşülmüştür. Karma
Komisyonumuz, isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Trabzon
Milletvekili Asım Aykan hakkındaki kovuşturmanın
Milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir. Raporumuz, Genel
Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur. Burhan
Kuzu İstanbul Komisyon
Başkanı ve üyeler Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görevi kötüye
kullanmak suçunu işlediği iddia olunan Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün hakkında düzenlenen Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılmasına Dair Başbakanlık Tezkeresi ve eki dosya hakkında Hazırlık
Komisyonu Raporu, Karma Komisyonumuzun 19 Mart 2008 tarihli toplantısında
görüşülmüştür. Bilecik
Milletvekili Yaşar Tüzün Komisyonumuza yazılı olarak
dokunulmazlığının kaldırılması talebini iletmiştir. Karma
Komisyonumuz, isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Bilecik
Milletvekili Yaşar Tüzün hakkındaki kovuşturmanın
Milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir. Raporumuz, Genel
Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur. Burhan
Kuzu İstanbul Komisyon
Başkanı ve üyeler
(x) 147, 148 S. Sayılı Basmayazılar tutanağa eklidir. Muhalefet Şerhi Karma
Komisyon’un, kovuşturmanın dönem sonuna ertelenmesine dair kararına aşağıda
yazılı gerekçelerle muhalefet ediyoruz; (1)
Dokunulmazlıklar konusunda, 22. Yasama Dönemindeki temel sorun; mevcut
Anayasanın 76. maddesiyle TBMM İçtüzüğünün 131 ve devamı maddelerinin,
düzenleniş amacına aykırı olarak ve çoğunluk diktasına dayalı bir anlayışla
uygulanmasından kaynaklanmaktadır. Aynı anlayış ve
uygulamanın 23. Yasama Döneminde de devam edeceği görülmektedir. Bilindiği gibi,
TBMM İçtüzüğünün 131 ve müt. maddelerindeki
hükümlere göre; Karma Komisyon,
olayın ve suçlamanın niteliğine göre; ya dokunulmazlığın kaldırılmasına ya da
kovuşturmanın dönem sonuna ertelenmesine karar verecektir. Elbette bu
değerlendirmeyi yaparken, önüne gelen dosya kapsamını da göz önünde
bulunduracaktır. Dosyanın geldiği safahat, suçlamanın niteliği gibi hususları
genel olarak göz önüne alıp, keza Anayasanın 76. maddesinde düzenlenmiş olan
“Milletvekili seçilme engeli” teşkil eden bir suçlamanın söz konusu olup
olmadığını da değerlendirerek; buna göre karar verecek ve rapor
hazırlayacaktır. Bunu yaparken,
bir yargıç gibi davranmamak gerektiği açıktır. Delillerin tartışmasından özenle
kaçınmak gerekmektedir. Bu âdil ve
objektif yaklaşım içinde hazırlanacak olan raporun, 2 ayrı sonucu olacaktır. Karma Komisyon
ise, hiçbir objektif ölçü arayışına girmeden, Hükümet kaynaklı talep ve
talimatlar doğrultusunda karar vermiştir. (2) 22. Yasama
Döneminde, kişisel kaygı ve siyasi hesaplarla Meclis iradesine tahakküm eden
siyasi iktidarın, aynı anlayış ve uygulamayı bu dönemde de devam ettirmek
istediğini, demokrasi adına endişeyle gözlemliyoruz. Bu endişe sebebiyledir ki,
her zeminde demokrasi ve hukuk adına, AKP Grubunu uyarmak gereğini duyuyoruz. Hükümet kaynaklı
olarak sürdürülen bu hukuk tanımaz uygulamalar sebebiyle; Anayasa ve İçtüzük
açık bir şekilde ihlâl edilmektedir. Hukuka aykırı
olan, çoğunluk diktasına dayalı olan bu yanlış uygulamalar sebebiyledir ki;
kişiler yargılanamamakta, bu durum gelişen süreçte tıkanmalara yol açmaktadır. Bu yanlış
uygulamalar ve dayatmalar sebebiyle; kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi mümkün
olamamakta ve adli denetim süreci ihlâl edilmektedir. Dokunulmazlık
kurumu ve keza soruşturma izni kavramları, Siyasi İktidar tarafından hukuk
tanımaz bir anlayışla yozlaştırıldığı ve kötüye kullanıldığı içindir ki; TBMM
belli bir süreçten sonra bazı bürokratlar ve kanun kaçakları (58 ve 59.
Hükümetler Dönemindeki Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı gibi) için bir sığınma
mercii haline getirilebilmiştir. Anılan kişi
hakkında, yargı kararlarını uygulamamaktan dolayı Yargıtay 4. Ceza Dairesine
intikal eden 20’ye yakın dosya mevcuttur. Bu dosya sayısının daha da artacağı
anlaşılmaktadır. Keza, AKP Mersin
Milletvekili Ali Er hakkındaki dosya da üzerinde önemle durulması gereken bir
dosyadır. Anılan Milletvekili hakkında, oğlunun yol açtığı ve ölümle sonuçlanan
trafik kazasıyla ilgili olayda, sanık konumuna girerek olayı üstlendiği iddia
edilmektedir. Bu çok ağır bir iddiadır. Bir Milletvekilinin böylesine nitelikli
bir iddiayla görevini sürdürmesi ve zan altında kalması, Milletvekilliği sıfatı
ve TBMM’nin saygınlığıyla bağdaşmaz. Ancak Hükümet kaynaklı talep ve talimatlar
sebebiyledir ki, çoğunluk diktası uygulaması sonucunda, adı geçen Milletvekili
de “âdil yargılanma hakkını” kullanamamaktadır. Öte yandan;
haklarında zimmet, dolandırıcılık, çete kurmak, kamu taşıma biletlerinde
kalpazanlık yapmak gibi suçlamalar bulunan Milletvekilleriyle ilgili
yargılamaların yapılamaması; kamuoyunun denetim yapması ve bilgi alması
süreçlerini olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Türkiye’nin “karanlık suç
ilişkileri” dönemini teşkil eden Susurluk ve bağlantılı dosyaların yargılaması
bu yüzden uzun yıllar yapılamamıştır. Faili meçhul cinayetlerin yoğun olarak
işlendiği bir dönemi kapsayan bu olayların gerçek boyutlarının ortaya
çıkarılmamış olması sebebiyledir ki; aradan geçen 8-10
yıldan sonra benzer nitelikte olan Hrant Dink, Malatya cinayetleri, Rahip cinayetleri ve eylemleri
karşımıza çıkmıştır. Ergenekon ismiyle adlandırılan, ancak hazırlık tahkikatı
aşamasından itibaren Hükümet sözcüsü medya yapılanmasına Emniyet tarafından
servislerin yapıldığı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Acz ifade eden ve
ibret verici olan bir diğer gelişme ise; henüz iddianamesi dahi
düzenlenmemiş olan bir soruşturma; Başbakan ve Kültür Bakanı tarafından, AKP
aleyhine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan davayla irtibatlandırılabilmiştir. Böyle bir tablo
ve sunuş, demokrasiler için utanç verici olmanın ötesinde, demokrasinin
geleceği bakımından da endişe vericidir. (3) Hükümet,
dokunulmazlıklar konusunda sıkışmış durumdadır. 22. Yasama Döneminde yarattığı
hukuk dışı uygulamalar Hükümet’i esir almıştır. Bu esaret, 23. Yasama Döneminde
yeni hukuksuzlukları beraberinde getirmektedir. Hükümet, 23.
Yasama Döneminde PKK terörü sebebiyle gelişen toplumsal ve siyasi süreci, popülist bir anlayışla istismar etme girişimi içindedir. Çoğunluk
diktasına dayalı hukuk tanımaz uygulamalar 23. Yasama Döneminde, Meclis
bünyesinde giderek tırmanmaktadır. Gelinen süreçte,
kamuoyunda doğmuş olan tepki sebebiyle; AKP Hükümeti, kendi suçluluğunu ve
sorumluluğunu bertaraf edebilmek amacıyla, bilgi kirliliği ve karartma
yaratarak; DTP’li Milletvekillerinin şahsında,
dokunulmazlıkların kaldırılması uygulamasını gerçekleştirmek suretiyle, kürsü
sorumsuzluğuna müdahalenin yolunu açmaktadır. Böyle bir
süreçte, Hükümet’in bazı kavramları istismar ederek bir oldu -bitti, bir
emrivaki yaratmak istediği görülmektedir. Bu girişimlere,
demokrasi ve hukuk adına engel olunması gerekmektedir. Böyle bir girişim
kaçınılmaz olarak, kürsü sorumsuzluğunun ihlâli sonucunu doğuracaktır. Faşizan
yapılanmayı ve Parti Devleti yapılanmasını kurumsallaştırma yolunda ciddi bir
mesafe sağlayan siyasi iktidar; bu yolla, yasama sorumsuzluğunun da ihlâli
sürecini başlatacaktır. Anayasa’nın 83/2
ve 14. maddesiyle bağlantılı olan suçlamalar yönünden, TBMM Başkanlığına
intikal eden dosyaların akıbeti hakkında karar verme yetkisi TBMM-Karma
Komisyonuna aittir. Bu süreçte artık geçerli olan irade, Komisyonun iradesidir.
Komisyon, dosya kapsamı ve yukarıda sözü edilen maddeler çerçevesinde
değerlendirmesini yapacaktır. TBMM Başkanlığına
intikal eden bazı dosyaların, Karma Komisyonda görüşülmesine fırsat verilmeden,
Hazırlık Komisyonu veya TBMM Başkanlığı aşamasında, Mahkemelerine veya
Savcılıklara iade edilmesini; Karma Komisyon ve Meclisin iradesine müdahale
olarak gördüğümüzü önemle ifade ediyoruz. (4) Açıklanan
sebeplerle; AKP Grubunun,
çoğunluk diktasına dayalı olarak, keyfi ve sorumsuz bir şekilde tesis ettiği
bir Komisyon iradesi söz konusudur. Demokrasi ve kurallarla böylesine sorumsuz
bir şekilde oynanması kaçınılmaz olarak adalet kavramını zedelemektedir. Bu anlatımlarımız
çerçevesinde, dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda “ilkeli ve tutarlı”
davranılmasının önemini bir kez daha vurguluyoruz. Hukuk, kurallarla
çalışır ve işler. Toptan veya götürü usulün, hukukta yeri yoktur. Dokunulmazlıklar
konusundaki temel ve objektif ölçü ise, Anayasanın 76 ncı
maddesidir. Bu madde
kapsamında kalan suçlar yönünden ayrım yapılmadan, yargılama sürecinin devam
etmesi gerekir. Çünkü bu suçlar sübut bulduğu takdirde, nitelikleri itibariyle
Milletvekilliği göreviyle bağdaşmamaktadır. Sübut halinde sürdürülmesi mümkün
olmayan Milletvekilliği görevinin devam etmesinin hiçbir hukuki açıklaması ve
tutarlılığı söz konusu olamaz. Böyle bir durum,
Anayasa ve İçtüzüğün ilgili hükümlerinin ihlali anlamına gelir. 76 ncı madde ölçütünün dışında kalan suçlar yönünden ise;
dosyası bulunan Milletvekilinin talep ve savunması da değerlendirilerek, dosya
safahatına ve içeriğine göre karar verilmelidir. Bu aşamada, diğer
kamu görevlilerinin de dokunulmazlıklarının bulunduğu yolundaki AKP görüşlerini
değerlendirmekte yarar görüyoruz. Önemle ifade ediyoruz; diğer kamu görevlileri
hakkında dokunulmazlık söz konusu değildir. Kamu görevlileri hakkında “soruşturma izni” kavramı söz
konusudur. Soruşturma izni ilgili amir tarafından verilmediği takdirde, idari
yargı prosedürü içinde, adli kovuşturma ve yargılama
süreci başlayabilmekte, daha doğrusu yargı denetimi süreci işlemektedir. Bu
sebeple, kamu görevlilerinin dokunulmazlığı değil, belli usul dairesinde
yargılanması söz konusudur. Nitekim, yakın tarihte
rektörler, kuvvet komutanları görevde iken yargılanmışlar, tutuklu kalmışlar,
beraat etmişler veya mahkum olmuşlardır. Salt bu süreç dahi; AKP sözcülerinin
söylemlerinin gerçeklerle ve mevzuatımızla ilgisi olmadığını göstermeye
yeterlidir. Öte yandan; kamu görevlileriyle ilgili olarak bu adli sürecin
dışında; görev yeri değişikliği, disiplin uygulamaları ve tazmin sorumluluğunun
varlığı da ayrı bir gerçektir. Bir kez daha
ifade ediyoruz; soruşturma izni kavramı, görevin mahiyeti gereği uygulanan bir
hukuksal durumdur. En nihayet,
soruşturma izni düzenlemesinden Hükümet rahatsız ise veya gerçekten
düzeltilmesine gerek görüyor ise yahut daha seri hale getirmek istiyorsa; bu
yöndeki yasal değişiklikleri her zaman değerlendirmeye açık olduğumuzu hep
ifade ettik. Ancak burada da, Hükümetin gayri ciddi ve tutarlı olmayan tavrı
hemen ortaya çıkmıştır. Çünkü; Hükümet, soruşturma
izni kavramını ve yetkisini kendi tekelinde tutarak; siyasi ve kişisel
yaklaşımına göre, soruşturma iznini kaldırmakta ya da reddetmektedir. Soruşturma
izninin kısıtlanması veya kaldırılması yönünde 22. Yasama Döneminde başta Bursa
Milletvekili Sn. Ertuğrul Yalçınbayır tarafından
sunulan kanun tekliflerinin, AKP’nin oylarıyla reddedildiğini de önemle ifade ediyor
ve vurguluyoruz. Görüldüğü gibi;
Hükümet, demokrasi arayışı içinde olmayıp, dayatmacı bir anlayışla, kişisel
çıkar ilişkileri ve siyasi kaygılarla; dokunulmazlıkların kaldırılması sürecini
toptan bir anlayışla engellemektedir. Böyle bir anlayış
ve uygulamanın, hukukta ve anayasada yeri yoktur. Tüm bu
sebeplerle; Hükümet kaynaklı talep ve talimatlar doğrultusunda, kişisel
çıkarlar ve siyasi kaygılarla, TBMM Karma Komisyonu’nun AKP’li üyelerinin
çoğunluk diktası yoluyla tesis ettikleri erteleme kararına muhalefet ettiğimizi
beyan ediyoruz.
Muhalefet Şerhi 3/111 no ile
işlem gören Bilecik Milletvekili Sn. Yaşar Tüzün’ün
dokunulmazlığının kaldırılması isteğinin dönem sonuna kadar ertelenmesine dair
çoğunluk kararına muhalefet şerhimiz aşağıda arz edilmiştir. Milletvekili
dokunulmazlığı birçok modern ülkede bulunduğu gibi ülkemizde de anayasal bir
hukuki müessese olarak yer almaktadır. Milletvekillerinin görevlerinin niteliği
gereği birçok haksız ve uydurma isnatla karşılaşmaları muhtemeldir. Nitekim bu
nedenle birçok suç tipi bakımından diğer kamu görevlileri de benzer korumalara
sahiptir. Ancak
dokunulmazlıkla amaçlanan esas gaye milletvekillerinin meclis kürsüsündeki
konuşmaları sebebiyle sınırsız yargılanmazlık güvencesine sahip olmaları
yanında esas itibariyle iftira niteliğinde olacak ithamlardan korunmalarını
temin etmektir. Bugün ise komisyon önüne gelen dosyalardan anlaşıldığı üzere
sayın Başbakanımız hakkında zimmet, evrakta sahtecilik, cürüm işlemek için
teşekkül oluşturmak, bazı bakanlarımız hakkında vergi usul kanununa muhalefet
ve yine partilerinde önemli görevlerinde bulunan bazı milletvekilleri hakkında
sahtecilik, halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek
açıkça tahrik etmek, ihaleye fesat karıştırmak, kamu kurumlarını dolandırmak,
suçu ve suçluyu övmek gibi ağır toplumca yoğun antipati
duyulan mahkûmiyetleri halinde bırakınız bakan olmayı milletvekili olmayı kamu
görevi bile yapamayacak olan insanların dokunulmazlık zırhına bürünerek bu
müessesenin istismarına neden oldukları anlaşılmaktadır. Bu durum kamu
vicdanında, demokratik sisteme, siyaset kurumuna, meclisin üstünlüğüne gölge
düşürmekte, derin yaralar açmaktadır. Çağdaş
demokrasilerde bırakınız mahkûm olmayı bu tür isnatlarla karşılaşan
siyasetçiler ve kamu görevlilerinin görevden ayrılmaları neredeyse yazısız bir
kural haline gelmiştir. Dokunulmazlıkların
kaldırılma isteğine AKP’li üyeler yargının siyasallaştığı hâkim savcıların
bağımsızlığını kaybettiği kamu görevlilerinin de dokunulamazlığının bulunduğu,
milletvekillerinin itibarının bu şekilde korunduğu gerekçeleri ile karşı
çıkmaktadırlar. Bu gerekçelerin hiç birisi gerçekçi bulunmamaktadır. Her kurum
içerisinde hatalar yapıldığı gibi kasıtlı yanlışlar da yapılabilmektedir. İşine
geldiğinde hukuka saygı talep eden yargı kararlarını kendisine referans gösteren
iktidar hatta zaman zaman ana muhalefetin bu tavrı bu
ülkeye yapılacak en büyük kötülüklerden biridir. Bu tavrın devamı halinde
hakkındaki yargı kararını beğenmeyen bütün vatandaşlarımıza “yargı
siyasallaşmıştır ben bu kararı tanımıyorum” deme imkânı getirecektir ki bu
durum kaosa yol açacaktır. AKP’nin diğer
kamu görevlilerinin de dokunulmazlığı bulunduğu gerekçesi samimiyetten uzaktır.
Bahsedilen kamu görevlilerinin dokunulmazlığını AKP kaldırmak istemiştir de
engel olan mı olmuştur. Milliyetçi
Hareket Partisi olarak yukarıda belirtilen suçlardan yargılanan
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının devamı ile meclisin itibarının
korunacağını düşünmüyoruz. Tam tersine bir kurum varsa içindeki sıfatını
istismar edenleri ayıklayarak itibar kazanacağına inanmaktayız. Bu sayede
haklarında uydurma isnatlardan milletvekillerinin aklanmalarının önü açılmış
olacaktır. Bütün bu
nedenlerle MHP olarak dokunulmazlığın anayasamızda kürsü dokunulmazlığı
şeklinde yeniden düzenlenmesinin yerinde olacağına mevcut hal itibariyle de
haklarında fezleke olan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak
adaletin tecellisine tevdilerine karar verilmesi gerektiği inancıyla muhalefet
şerhimizi arz ediyoruz.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Sözlü soru
önergelerinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum: VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) ÖNERGELER 1.- Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın (6/533) ve (6/535)
esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/46) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin sözlü
sorular kısmının 182 ve 184’üncü sıralarında yer alan (6/533) ve (6/535) esas
numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum. Gereğini
saygılarımla arz ederim. Rıdvan
Yalçın Ordu BAŞKAN – Sözlü
soru önergeleri geri verilmiştir. Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer
alan, Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) B) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporları(1/551) (S.
Sayısı:217) (x) BAŞKAN –
Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Geçen birleşimde
3’üncü madde üzerinde gruplar adına yapılan ko-nuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, şahıslar
adına ilk söz, Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül’e ait. Buyurun Sayın
Gönül. (AK Parti sıralarından alkışlar) AZİZE SİBEL GÖNÜL
(Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlamadan önce yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, turizm hiç şüphesiz önemli bir sektör, aynı zamanda ekonomik ve
kültürel katkılarıyla ülkeler açısından başlı başına bir değerdir. Türkiye’de
turizm sektörünün özellikle 1980 yılından sonra büyük bir gelişme gösterdiği,
ülkenin ekonomik sıkıntılar yaşadığı dönemlerde büyük bir döviz girdisi
sağlayarak dış açıkların giderilmesinde, istihdamın artırılmasında, ödemeler bilançosunun iyileştirilmesinde önemli bir paya sahip olduğu
bilinen bir gerçektir. Turizmin Türkiye ekonomisi içinde önemli bir sektörel payının bulunduğu ve finansal, ekonomik
etkilerinin yanı sıra sosyal, politik, kültürel anlamda da ülkesel fayda
açısından önem taşıdığı, turizmin bu yönde özellikleri göz önüne alındığında
orman arazilerinin turizm yatırımlarına tahsisinde kamu yararı bulunduğu
açıktır. Bugün Türkiye’de
turizm potansiyeli, yani ülkemizi ziyaret eden turist sayısı 24 milyon iken biz
bunu cumhuriyetimizin 100’üncü yılında 50 milyon turist olarak hedefliyoruz. Bu
hedefi tutturmak için turizmin çeşitlendirilmesi ve on iki aya yayılması da bir
gerekliliktir. Takdir edersiniz ki bir ormanda yürümenin, bir deniz kenarında
dolaşmanın, oturmanın keyfine doyum olmaz ancak bu, çevrenin korunmasıyla
mümkündür. Yani, turizmle çevre arasında doğrudan bir bağlantı vardır.
Dolayısıyla, çevre politikalarımız turizm politikalarıyla yakından ilgilidir.
İşte bu nokta göz ardı edilmeden, turizmi de çevreyi de öldürmeden bu yasa
tasarısı hazırlanmıştır. Dolayısıyla, ormanları hem koruma hem de kullanma
ilkesi içerisinde turizme açmak hedeflenmiştir. Eğer hazine mülkiyetinde
yeterli alan bulunmazsa orman mülkiyetinde bulunan yerlerin tahsis edilmesi
yönünde düzenleme yapılarak ormanlar açısından da bir sınırlama getirilmiştir.
Buna ek olarak il idare sınırları göz önüne alınarak il genelindeki toplam
orman varlığının verilen önerge doğrultusunda binde 5’ini geçemeyeceği şeklinde
orman arazisinin turizme tahsisi söz konusu olacak. İnşaat için yani yapılaşma
olarak da emsal yüzde 30 belirlenmişti. Burada TAKS yüzde 30’la karıştırmamak
gerekiyor. Yani, yapılan tüm inşaatla ilgili imalatın arsanın yüzde 30’unu
geçmeyeceği şeklinde bilinmesinde fayda var. Değerli arkadaşlar, görüştüğümüz 3’üncü madde ile ilgili olarak da
turizmciler açısından bir düzenleme yapılmış, serbest piyasa koşullarının
gerektirdiği fiyat esnekliği ve serbestliğini sağlamak için her yıl fiyatların
Bakanlıkça onaylanmasının getirdiği, yoğunluk ve uygulamadaki aksaklıklar
dikkate alınarak fiyatların kimlerce onaylanacağı, takvimi, uygulama ve
teşhirinin nasıl olacağına ilişkin genel ilkelerin Bakanlıkça belirlenmesi
amaçlanmıştır. (x)
217 S. Sayılı Basmayazı 1/5/2008
tarihli 98 inci Birleşim Tutanağına eklidir. Sayın
milletvekilleri, bu tasarıyla turizmin çıtasının yükselmesini ve milletimize
hayırlı olmasını diliyor, emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür ederek hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Gönül. Şahısları adına
ikinci söz, Mersin Milletvekili Akif Akkuş’a aittir. Buyurun Sayın
Akkuş. (MHP sıralarından alkışlar) AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı Turizmi
Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın çerçeve 3’üncü
maddesiyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum. Değerli
milletvekilleri, günümüz turizminin tarihi oldukça eski olmasına karşılık,
bugünkü turizm faaliyetleri toplumun ve ülkelerin hayatında büyük bir ekonomik
etkinlik hâline gelmiştir. Aynı zamanda, turizm olgusu, başlangıçta olduğu
gibi, yakın veya uzak mesafelere seyahat olmayıp oldukça çeşitlenmiştir. Şöyle
bir anekdot olarak baktığımızda, dünya âdeta küçüldü
diyoruz. Marco Polo’yu düşünün, İlk Çağ’ın veya Orta
Çağ’ın gezginlerinden yahut da ilk seyyahlardan birisi olarak bakıyoruz. Marco Polo, İtalya’dan Çin’e kadar gitmiş, gelmiş ve
giderken on dört yaşında çıktığı yolculuğu otuz iki yaşında bitirmiş. Ancak,
bugün, Ankara’da sabah kahvaltısını yapıp, öğlen yemeğini Londra’da, akşam
yemeğini de New York’ta yiyebiliriz. Yani, artık, dünyanın küçülmesini bu
şekilde belirtmek istiyorum. Bugün büyük bir
ekonomik etkinlik olan turizm, önceleri, deniz, kum ve güneşle sınırlı idi.
Ancak, yeni turizm trendlerine baktığımız zaman, deniz, kum ve güneş yanında,
tarih, ekoloji, kültür, yayla, orman, rafting,
trekking gibi faaliyetler ile iç içe bir anlayış sergilemektedir. Yukarıda
saydığımız bütün bu özellikler ve güzellikler ülkemizde bolca bulunmaktadır.
Mesela Antalya’yı düşünün: Öğleye doğru Saklıkent’e çıkmışsınız, kayak
yapmışsınız, akşama doğru geri iniyorsunuz Antalya’ya ve turunç çiçeği kokuları
arasında kaldırımlarda yürüyorsunuz. Yani, insanı fevkalade hoşnut edecek,
memnun edecek tabii güzellik ve değerlere sahip olduğumuzu belirtmek istiyorum. Bunun bir sonucu
olarak da bugün turizm belgeli yüzlerce beş yıldızlı otel ve konaklama yeri,
yaklaşık 550 bin yatak kapasitesi bulunmaktadır. 2007 yılında Türkiye’ye gelen
turist sayısı 23 milyon 341 bin, turizm gelirleri ise 18,5 milyar doların
üstündedir. Yani, büyük bir ekonomik potansiyelin olduğunu görmekteyiz. Turizmin
çeşitlenmesi, konaklama yerlerinde turist sayısının artmasıyla gelirinin
orantılı olmadığı dikkat çekmektedir. Çünkü, İtalya ve
İspanya gibi ülkelere baktığımız zaman buralara gelen yıllık turist sayısı 40
milyon civarında, ancak gelirleri 50 milyar doların üzerinde. Bu, bu ülkelerin
ekonomik büyüklüğünün önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Fiziki imkânların
artmasına bağlı olarak turist başına gelirin de artırılması gerekmektedir.
Bugün, Türkiye’de çektiğimiz sıkıntıların başında bunlar gelmektedir. Yani,
turistin daha uzun süre ülkemizde kalması ve ülkemiz imkânlarını paylaşırken
harcama yapmasının sağlanması gerekmektedir. Ancak burada
profesyonel turistlerden de bahsetmek istiyorum. Bugün dünya üzerinde sayıları
11 bini geçen –tabii, Türkiye’nin turistik bölgelerinde dolaşan- profesyonel
turistler var. Yani, bunlar para harcamadan kalan, ufak tefek işler
karşılığında bu turizm imkânlarından istifade eden kişiler, bunlara da dikkat
etmemiz gerekiyor. Bugün ülkemizin
Akdeniz sahilleri kısmen betonlaşmadan kurtulmuş durumda. Yani, -burada,
yukarıda belirtecektim, ancak vakit kalmadığı için belirtemiyorum- biz bu
turizm olgusu içerisinde sahillerimizi de beton yığınları hâline getirdik
maalesef. Akdeniz bundan biraz kurtulmuş durumda. Alanya-Silifke
arasında kalan Akdeniz sahilleri bu konuda bakir güzelliklerini korumaktadır.
Ancak parayı kutsayan ve doğa tahripkârı olanlar buraya da el atmış
bulunmaktadırlar. Bunlara dikkat etmemiz gerekiyor bu yüzden. Geçtiğimiz
günlerde, Ege kıyılarından kaldırılan balık çiftliklerinin Mersin sahillerine
taşınacağı gündeme gelmişti. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Akkuş. AKİF AKKUŞ
(Devamla) – Balık çiftlikleri bir ihtiyacı gidermekle beraber kıyıları
kirletmesi bakımından arzu edilmeyen etkinliklerdendir. Bu cümleden olmak
üzere, Gazipaşa-Silifke arasında farklı bir turizm anlayışı ile alternatif
projeler geliştirilmelidir diyoruz ve mesela, Mersin ile Anamur arası Değerli
milletvekilleri, yasanın çerçeve 3’üncü maddesi, 2634 sayılı Kanun’un 10’uncu
maddesine bir düzenleme getirmektedir. Buna göre, konaklama ve beslenme
tarifelerinin dünya standartları da göz önüne alınarak düzenlenmesi gerekiyor.
Ancak, vatandaşlarımızın ülkemizin sunduğu güzelliklerden istifadesi ülkesini
daha fazla sevmesine ve ona sahip çıkmasına sebep olacağındany
yabancı turistlere uygulanan tariflerin Türklere de uygulanmasını istiyor, yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Akkuş. Madde üzerinde
soru-cevap işlemine başlıyoruz. İlk soru, Sayın Uslu’nun. Buyurun Efendim. CEMALEDDİN USLU
(Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, Saros Körfezi’yle ilgili bir sual yöneltmek istiyorum
şahsınıza. Biliyorsunuz, Saros Körfezi, 2006 yılında
kültür ve turizm gelişim bölgesi olarak ilan edildi ancak bugüne kadar bir gelişme
yok. Sizce, nasıl bir gelişme olacak? Bunu öğrenmek istiyorum. Bir de Saros Körfezi’nde 144 çeşit balık, 78 tür deniz bitkisi
yetişmekte. Rüzgâr sörfü ve su altı balıkçılığı yönüyle çok önde olan bir yer.
Dolayısıyla, bilinçsiz avlanma, Saros Körfezi’ni de
korkarım bir gün bitirecek. Bu anlamda Saros
Körfezi’ni olta balıkçılığına ve amatör balıkçılığına tahsis edip dünyanın bir
cazibe merkezi olarak yaratılmasında bir katkımız olabilir mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uslu. Sayın Özdemir,
buyurun efendim. HASAN ÖZDEMİR
(Gaziantep) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma aracılığınızla soruyorum: Kültür
turizminin dünyanın yükselen bir değeri olduğu malumunuzdur. Gittikleri
ülkelerde en fazla döviz bırakan kültür turizmidir. Kültür turizmi için enler
çok önemlidir. Gaziantep’te dünyanın en büyük mozaik müzesi yapılabilir,
dünyanın en büyük arkeoloji müzesi yapılabilir. Gaziantep’te dünyada başka bir
benzeri bulunmayan Yesemek Açık Hava Müzesi bulunduğu
bilinmektedir. Zeugma, başlı başına bir olgu odağıdır. Antik Dülük kenti, dünyanın en eski yerleşim merkezidir ve Rum
Kale, inanç turizmi için çok önemlidir ve yine Gaziantep Kalesi, Gaziantep
evlerinin durumları tarafınızdan bilinmektedir. Bunlarla ilgili ödenekler
konusunda büyük sıkıntılar vardır ve bunları düzeltmek için çalışmalarınız
nasıldır? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Özdemir. Sayın Genç,
buyurun. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakandan
şunları öğrenmek istiyorum: Sayın Bakan, AKP İktidarı zamanında kaç firmaya,
nerede, hangi usullerle turizm alanları tahsis edilmiştir? Ne kadar hasılat elde edilmiştir? Bu paralar nerede kullanılmıştır? Bilindiği üzere,
daha önce AKP İktidarı zamanında “Hasan değil basan alır.” diye bir söylem
vardı. Şimdi, anlaşılan, basan değil de Hasan alacak! Çünkü 2’nci maddedeki
getirilen, işte, bu suretle yapılan tahsislerde 2886 sayılı Kanun’la, 6831
sayılı Kanun’daki usuller ortadan kaldırıldığına göre kim Hasan’sa o Hasanlara
bu tahsisler yapılacaktır. Tabii, uygulamada da bunu göreceğiz. Aslında AKP
İktidarı zamanında hep böyle, Devlet İhale Kanunu’nda veyahut da çeşitli
kanunlarda, devlet, kamu mallarının daha objektif ilkelerle ve birtakım
insanlar kayırılmadan satılmasına ilişkin olarak getirilen usuller ortadan
kaldırılıyor, tabii, siyasi iktidarların tercihine bırakılıyor. İşte, bunun en
başta 2’nci maddesi… Ayrıca da bu,
Milas Güllük Körfezi’nde deniz doldurularak yapılan bir tesis vardı. Bunun
akıbeti ne oldu? Ne kadar deniz dolduruldu? Dolduran firmaya o kumları oradan
kaldırmak için ve orada doğa yapısını korumak için yeterli ceza kesildi mi?
Eski hâline getirilmesi için herhangi bir tedbir alındı mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Tankut, buyurun. YILMAZ TANKUT
(Adana) – Sayın Başkanım teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım, bu
yasa tasarısının kanunlaşması hâlinde Kültür ve Turizm Bakanlığının tasarrufuna
geçmesi hedeflenen taşınmazların miktarı ve kıymeti bugünkü değeri itibarıyla
nedir? Bu konuda Bakanlık olarak herhangi bir tespitiniz var mıdır? Yine aynı
çerçevede, yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişilere tahsisi öngörülen
taşınmazların bugünkü değer ile kıymeti ve miktarı nedir? Son olarak, kanun
çerçevesinde Bakanlığınızın tasarrufuna geçerek yerli ve yabancı gerçek ve
tüzel kişilere tahsis edebileceğiniz taşınmazların ülkemizdeki coğrafi
dağılımlarının bölge olarak bir tespiti Bakanlığınız tarafından yapılmış mıdır?
Yapılmış ise yoğunluk sırasına göre bu bölgelerimizin
isimlerini söyleyebilir misiniz. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Tankut. Sayın Bakanım,
buyurun. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım. Bu madde üzerinde
grup adına ve kişisel söz alan ve soru soran arkadaşlarıma değerli katkıları
için de ayrıca teşekkür ederim. Sayın Özdemir’in
söylediği gibi kültür turizmini geliştirmek, turizmden daha fazla gelir elde
etmenin ve aynı zamanda da ülkemizin kültürel değerlerini korumanın en geçerli
yollarından birisidir. Biz de turizmi çeşitlendirmeye çalışırken özellikle
kültür turizmi çerçevesinden, kültür turizmini geliştirme bakış açısından yola
çıkmaya çalışıyoruz. Bunun için elbette tarihsel kent mekânlarının çeşitli
dönemlerin mimari özelliklerinin ortaya çıkarılması, arkeolojik alanlara sahip
çıkılması… UNESCO’nun “dünya
kültür mirası” listesine almış olduğu ülkemizde dokuz yer var. Bunlara özenle sahip
çıkılırken, aday listede bulunan on sekiz yerin kesin listeye girmesi için
çalışılması ve bu arada yeni aday alanların üretilmesi, geliştirilmesi ortak
çabalarımızdır, eskiden bu yana Bakanlığımızın sürdürdüğü ortak çabalardır. Mozaik Müzesi ve
Gaziantep’in öteki değerleri konusunda Sayın Özdemir’in söylediklerini yakından
biliyorum. Ben de bu akşam bu görüşmeler bittikten sonra Allah izin verirse
Gaziantep’e gideceğim. Gaziantep ve yakın çevresinde bir başka yurt dışı destinasyonun ortak projelendirilmesi konusunda bir
çalışmaya katılacağım. Yine yarın sabah
Gaziantep’te mevcut mozaiklerin en az üç katının sergilenebileceği büyük çaplı
gerçekten bir büyük müzenin de temel atma törenini belki arkadaşlarımızla
birlikte gerçekleştireceğiz ve bunun bir yıl içinde bitirilmesi temel
amaçlarımızdan birisidir. Geçen hafta içinde de kültür turizmi alanında büyük motivasyon sağlayacak olan benzer bir çalışmayı Kırşehir
Kaman’da yaptık. Orada da Japonlarla birlikte bir müzenin temeli atıldı. Yine,
arkadaşlarımızın söylediği gibi, tabii bu işler sadece niyetle olmuyor, gayret
de yetmiyor, maddi imkân da gerekiyor. Yeni üreteceğimiz kaynakları veya
üretilmiş kaynakları mümkün olduğu kadar, bu alanda dikkatlice kullanmaya
çalışıyoruz. Eski mimari
özellik taşıyan cumhuriyet öncesi, modernleşme öncesi, daha doğrusu, mimari özellikler taşıyan,
alanların restorasyonu konusunda Bakanlığımızın sınırlı bir fonu var.
Restorasyon için belli bir miktarda çeşitli illerde, tarihî kent merkezlerinde
yardımcı olmaya çalışıyoruz. Daha alt sayıda da ancak uygulama için destek
verebiliyoruz. İleride imkânlar geliştiğinde bunları artırmak temel
hedeflerimizden, çabalarımızdan birisi. Saros Körfezi’yle
ilgili bir soru sordu arkadaşımız. Saros Körfezi,
gerçekten bu tür özellikler taşıyan, balıkçılık açısından özel bir uygulama
alanı olabilecek olan bir bölge, zengin bir çeşitlilik var. Bu alanda neler
yapılabileceği konusunda biz, kurumlardan gereken değerlendirmeleri toparladık.
Tabii, Türkiye'nin bulunduğu coğrafya açısından baktığımız zaman başka bazı
dikkatleri de göstermemiz, savunma açısından da gereken özeni ve dikkati
göstermemiz gerekiyor. Bu çerçevede bir kurumsal mutabakat içinde bu bölgede
bir gelişme merkezi yaratmaya çalışacağız. Arkadaşlarımız,
tesisler, tesislerin kimlere verildiği konularında, yabancılara ne kadar
alanının verildiği konusunda… Benim, bu, bildiğim kadarıyla, şu andaki yeniden
canlanacak olan tahsisler arasında herhangi bir yabancıya yapılmış tahsis yok.
Şu andaki, bu kanunla birlikte devreye girecek olan tahsisler arasında
yabancıya verilmiş bir tahsis olmadığı gibi bu kanunla da yabancı sermayeye
özel bir kolaylık getirmiyoruz. Dün söyledim, bu ilgili maddede “yerli ve
yabancı yatırımcı” sözcüğünün geçtiği maddede yaptığımız sadece bir redaksiyon düzeltmesidir,
“mallar” deyimi “taşınmazlar” olarak düzeltilmektedir. Biz o alanda yeni bir
kolaylık ya da yeni bir imkân ya da yeni bir kapı açmıyoruz ve aralamıyoruz. Bu
konudaki teknik
bilgilere yazılı cevap veririm. Milas’la ilgili
basında dün bir yanılsama oldu. Orada bir turizm tahsisi, daha önceki yıllarda
almış bulunan bir firma, projesi olmadan, kendi avan
projelerine göre denizi doldurmaya kalktı. Bunun doğru olmadığını söyledik,
ilgili bütün kurumlar artan miktarlarda ceza uygulaması yaptılar. Bize, Millî Emlak
aracılığıyla plan yapılması konusunda bir soru yöneltilmiş. Biz plan
yapılabileceğini, Kıyı Kanunu’na ve turizm teşvik bölgesi olduğu için bu alanda
bir plan yapılmasına engel olmadığını söyledik ama plan geldikten sonra, bizim
ve öteki başka kurumların bu konuda bir izin süreci başlayacak. Verilmiş hiçbir
izin olmadığı gibi, Bakanlık olarak bizim görüşümüz de, şu anda bir izin
olmadan, uygulama izni olmadan orada bir deniz dolgusu yapıldığı için, eski hâle
getirmek konusunda ilgili bütün birimlerin gereken dikkati ve gayreti
göstermesi noktasındadır. Benim bu görüşüm
bugün ulusal basında da açıkça yer aldı. Bunun dışında zaman zaman saptırma haberler oluyor. Arkadaşlarımızın bunlara
itibar etmemesini çok rica ediyorum. Teşekkür ederim
Sayın Başkanım. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde önerge yok. 3’üncü maddeyi… K.KEMAL ANADOL
(İzmir) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN –
…oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… AHMET ERSİN
(İzmir) – Böyle beklersek… K.KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yani böyle olmaz ki! Geliyor işte! AHMET ERSİN
(İzmir) – Odalarından geliyorlar. BAŞKAN – Kabul
etmeyenler… Karar yeter
sayısı yoktur, on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 14.14 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.28 BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap
GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. 217 sıra sayılı
Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet buradalar. 3’üncü maddenin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, maddeyi
tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım. Maddeyi kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir. Karar yeter sayısı vardır. 4’üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 4- 2634
sayılı Kanunun 30 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 30-
Belgeli yatırım ve işletmeleri, bu yatırım ve işletmelerin belgeye esas olan
niteliklerini, bu niteliklerini koruyup korumadıklarını denetleme ve
işletmeleri sınıflandırma yetkisi Bakanlığa aittir. Bakanlık gerekli
görmesi halinde, denetim ve sınıflandırmaya esas oluşturacak tespitler ile
yetkisinde olan eğitim ve rehberlik konularındaki hizmetleri yetkili kılınacak
uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum kuruluşlarına da yaptırabilir.
Bu konuda uygulanacak esaslar yönetmelikle düzenlenir. Bakanlık, gerekli
gördüğü hallerde, ilan edeceği pilot bölgelerdeki turizm işletmesi belgesi
olmayan konaklama tesislerinden verilen süre içerisinde turizm işletmesi
belgeli tesis şartlarına uymasını talep eder. Verilen süre içerisinde bu
şartları yerine getiren konaklama tesisleri belgelendirilir, bu şartları yerine
getirmeyen konaklama tesislerinin faaliyetlerine son verilir.” BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar adına söz talebi vardır. İlk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Hüsnü Çöllü’ye aittir. Buyurun Sayın
Çöllü. CHP GRUBU ADINA
HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik
Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde grubum adına söz aldım. Sizleri saygıyla
selamlıyorum. Daha önceki
arkadaşlarım da dikkatlerinize sundular, üzerinde durdular. Bu tasarının
ormanlarda yeni yeni tahribatlara yol açacağının altı
net bir şekilde çizildi. Bu tasarıyla, bir anlamda, Anayasa Mahkemesi kararı
dikkate alınmamakta ve bu kararın arkasından dolanılmaktadır. Bu sonucu iyi
görmek gerekmektedir. Turizmle yakından ilgilenen bir Antalya milletvekili
olarak bu korkumun en önemli mesnedi, özellikle Antalya bölgesi Belek
ormanlarında yaşanan orman kaybından geldiğini özellikle belirtmek istiyorum. Sayın vekiller,
evet, Belek’te golf turizminin geliştiğini, ödüller alındığını duyuyor, bir
Antalyalı olarak biliyor ve memnuniyetle karşılıyoruz. Ama bizi üzen, hatta
kahreden bu Belek ormanlarının geldiği durumdur. Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu’nun verdiği yanıtı sizlerle
özellikle paylaşmak istiyorum. Sayın Bakan diyor ki: “17 milyon 600 bin
metrekare büyüklüğündeki Belek ormanlarının 16 milyon 372 bin metrekarelik
bölümü Kültür ve Turizm Bakanlığına verilmiştir. 350 bin metrekarelik alanda da
Bakanlığımızca bir tesise izin verilmiştir.” Belek
ormanlarının yüzde 93’ü yani neredeyse tamamı turizme tahsis edilmiş
durumdadır. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Şimdi, orman alanında yapılacak
ağaç kesiminin mevcut orman yerleri sayısının kapasitesinin yüzde 1’ini
geçmeyeceği ifade edilmektedir. Böyle demenin bir anlamı olduğunu ben hiç
sanmıyorum. Siz, bir bölgedeki orman varlığının neredeyse tamamını yok
edeceksiniz, bir yandan da “Bakın, şu dağın arkasında da orman sayılan yerler
var.” mı diyeceksiniz? Böyle bir yaklaşım olmaz. Ayrıca, ormanlar sadece orman
değildir. Ormanın bütün canlıları ağaçlar değildir. Ormanın bütün canlıları
bitki örtüsüyle bir bütündür. Ben bu kadar ağaç kestim, şuraya bu kadarını
dikeceğim demekle orman olmamaktadır, ekosistem buna izin vermemektedir.
Anlayacağınız, sonradan dikilen ağaçların hiçbir zaman orman vasfını
kazanmadığını hepimiz çok net biliyoruz. Yapılan hatıra ormanları da bunun çok
iyi bir göstergesidir. “Biz eski
uygulamalara izin vermeyeceğiz, bunların önüne geçeceğiz.” demekle de bu
olmamaktadır. Bu tasarıda benzer uygulamaları önleyecek hiçbir hüküm yoktur. Bu
nedenle, küresel ısınmayla ilgili felaket senaryolarının yazıldığı bir dönemde
orman alanlarını azaltacak hiçbir uygulamaya izin verilmemesi gerekmektedir.
Çünkü yaşanacak bir dünya kalmadığında hiçbir ekonomik göstergenin anlamı
yoktur. Sayın
milletvekilleri, tasarının 6’ncı maddesi ile Turizmi Teşvik Kanunu’nun denetim
esaslarını düzenleyen 30’uncu maddesi değiştirilmektedir. Gerekçesinde de
denetimle ilgili olarak konusunda uzman kişiler ve örgütlerin bunun içine
katılması öngörülüyor. Amaç turizm örgütlerine uzmanları bu işin içine sokmak
ise, Kanun işbirliğine engel değil. Bakanlık gerekli görürse, uzman gerçek veya
tüzel kişilere yaptırılabilir. Böyle bir değişikliğe niçin gidiliyor? Demek ki
burada başka beklentiler ve başka niyetler var diye düşünmeden edemiyorum.
Bunun açık ve net şekilde neden yazılmadığını açıkçası anlamakta güçlük
çekiyorum. Değerli
arkadaşlar, bu maddede bir yetki devri var. Bakanlık diyor ki: “Denetim
konusuyla birlikte benim yetkimde olan eğitim ve rehberlik konularındaki
hizmetleri de yetkilendireceğim kişiler ya da sivil toplum örgütlerine
yaptırabilirim.” Turizm sektörünün
en önemli bir alanı da rehberlik hizmetleridir. Şimdi rehberler üniversitelerde
ve bakanlığın açtığı kurslarda yetiştiriliyor. Bu maddeyle, bakanlık bu eğitim
konusunda uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum örgütlerini de
yetkilendirecek. Eğer rehberlerle ilgili bir şey yapmak isteniliyorsa bu
arkadaşlarımızın ilk talebi rehberliğin meslek olarak tanınması ve
örgütlenmesini sağlayacak bir rehberlik kanununun çıkmasıdır. Bu konuda
bakanlığınızın görüşünü bilmiyorum ancak bu talep ortada dururken bu alanı daha
da sıkıntıya sokacak bir düzenlemeye gidilmesini de doğru bulmuyorum. Ayrıca, bu alanda
bir dernek yapılanması var. Bir de kanunla kurulmuş olan esnaf odalarının
bünyesinde oluşturulmuş rehberlik odaları var. Antalya’da, öğrendiğim kadarıyla
bir rehberler odası var, iki tane de ayrı bir dernek bulunmakta. Ancak odalara
bu kanun tasarısında yer verilmiyor. Bunun nedeni nedir? Uzman gerçek veya
tüzel kişiler ile sivil toplum örgütleri yani dernekler bu alanda
yetkilendiriliyor. Ama bir meslek odası olan ve kanunla kurulmuş olan esnaf
odaları çatısı altındaki rehberlik odaları bu kapsama alınmayacak. Tasarının bu
hâline tamamen karşıyız ama bu hâliyle yasalaşması isteniyorsa da en azından bu
eksikliğin giderilmesi, Bakanlığın meslek odası niteliğindeki odaları da
muhatap olarak kabul etmesi gerektiğini düşünüyorum. Değerli
arkadaşlar, bu mesleğin kanunla tanımlanmasını, niteliklerinin belirlenmesini,
örgütlenme yapısının oluşturulmasını isterken burada “Özel kurslar açılsın,
rehberler bu kısa süreli kurslarda yetiştirilsin.” şeklindeki bir sistem neden
tercih ediliyor? Bizim hedefimiz, turizmde kaliteyi her anlamda artırmak
olmalıdır. Bu sektörün tüm unsurlarının hedefi bu olmalıdır. Rehberler için de
öyle. Bir yandan üniversitelerde bu alandaki eğitim süresinin uzatılmasını
isteyeceksiniz, bir yandan da kısa süreli kurslarla yetiştirilenlere de aynı
rehberlik belgesini vereceksiniz. Bir yandan “Niteliği artıralım, kaliteli
personelle kaliteli hizmet verelim.” diyeceksiniz, bir yandan da özel kursların
yolunu açacaksınız. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum, çok kötü örnekler
yaşandığı için örnek vermek istedim. Bir dönemde sürücü belgesi yani ehliyet
için kurslar yetkilendirilmişti, ortalık sürücü kursundan geçilmiyordu. Bir
sürü kurstan, hiç eğitim almadan, eğitim verilmiş gibi belgeler düzenlendi. Bunun
örneklerini çok gördük. Bu konunun üzerinde daha dikkatle durulması gerektiğini
düşünüyorum. Turizmde kaliteyi artırmak istiyorsak bu sektörün tüm
kademelerinde, nitelikli, iyi yetişmiş insanlarla bu hizmeti vermeliyiz,
verebilmeliyiz; hedefimiz de bu olmalıdır. Eğer Bakanlık “Biz işi yeterince
yapamıyoruz.” diyorsa Sayın Bakan buna ilişkin, kadro ve ödenek ihtiyacına
ilişkin bir tasarıyı getirsin, ona destek verelim. Sınırları iyi çizilmemiş,
hedeflerimizle örtüşmeyen bir tasarıya destek vermemiz söz konusu değildir. Değerli
arkadaşlar, şimdi, bu 4’üncü maddenin bir de üçüncü bölümü var. Bakanlık,
seçeceği pilot bölgelerde turizm işletme belgesi olmayan konaklama tesislerine
belge alması için süre tanıyacak. Gerekli düzenlemeleri yapanlara belge
verecek, yapmayanların ise faaliyetlerine son verecek. Böyle bir düzenlemeye
neden ihtiyaç duyulduğu da belli değil. Gerekçeye bakıyorsunuz, orada yine bir
bilgi yok. Komisyondaki görüşme tutanaklarına baktım, orada da bir açıklık yok.
Bu düzenlemeyle amaç nedir hâlâ anlayabilmiş değilim. Sektörden arkadaşlara
sordum bu konuyu, onlar dediler ki: “Belediyelerin verdiği ruhsatlarla çalışan
bu tesisler nerede, sayısı kaç, nitelikleri ne belli değil. Denetim konusunda
bir başıboşluk var. Bunların belge alması sağlanırsa elimizdeki her tesis açık
olarak ortaya çıkar. Denetimler de rahatlıkla yapılabilir.” Bunların belge
alması için ne gerekiyor? Temelde, gıda ve yangın güvenliğiyle ilgili
önlemlerin alınması gerekiyor. Gıda ve yangınla ilgili önlem alınması tabii ki
doğru bir adımdır, her tesisin bu standartları taşıması gereklidir. Buna asla
itirazımız olamaz ancak bu hükmün sınırlarının da iyi çizilmiş olmadığını
düşünüyorum. İdareye geniş bir yetki alanı veriliyor. Bölgeyi Bakanlık seçecek,
gerekli süreyi Bakanlık belirleyecek, sonra bu tesisleri kapatacak. Bu işletme
sahipleri ne olacak? Ayrıca, bir bölgede siz bir uygulama yapacaksınız, aynı
uygulamayı yakındaki başka bir bölgede yapmazsanız bu eşitlik ilkesine uygun
düşmez. Antalya’nın bir bölgesine “Burası pilot bölgedir, herkes turizm işletme
belgesi alacak.” diyeceksiniz, almayanları kapatacaksınız, bitişiğindeki başka
bölgede “Böyle bir uygulamaya gerek yok, siz bu şekilde çalışmaya devam
edebilirsiniz.” diyeceksiniz. O zaman, biz bunu vatandaşlara nasıl izah
edeceğiz? Bir tesis sahibinin gücü yok, bu belgeyi alamadı. Ne olacak? Çalışma
imkânları da kalmadı, bu tesisi çok ucuz bir bedelle elden çıkarmak zorunda
kalacak. Parası olan da gelip bu tesisi biraz yatırım yaparak hizmete açacak.
Sonuçta, tesis el değiştirecek. Buna şöyle denilebilir: “Turizm faaliyetini
yapacak kişiler bu standartları taşısın.” denebilir. Buna itirazımız yok ama
bunu yaparken adil olacaksınız, eşit davranacaksınız. Birine “Sen devam et,
çalış.” diğerine “Sen bu işi yapamazsın.” denmemelidir. Bu noktaya
dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Değerli
arkadaşlar, Komisyonda da CHP’li milletvekili arkadaşlarım çok doğru
tespitlerle bu tasarıya ve maddeye muhalefet şerhi yazmışlar. Gerekçelerini
aynen paylaşıyorum. Sınırları iyi çizilmemiş, gerekçeleri net olmayan ve
eşitlik ilkesine de aykırı olduğunu düşündüğüm bu maddenin tasarıdan
çıkarılmasının yararlı olacağını düşünüyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Çöllü. HÜSNÜ ÇÖLLÜ
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Çünkü şu andaki
yasa maddesi, turizm örgütleriyle iş birliği yapılması gerekçesine olanak
tanıyor. Ama siz sadece bunu değil, daha önce de açıkladığım gibi, bazı yeni
düzenlemelerin de önünü açıyorsunuz. Bu nedenle de bu
maddeye “evet” dememiz söz konusu değildir diyor, bu vesileyle Genel Kurula
saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çöllü. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Behiç
Çelik. Buyurun Sayın
Çelik. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 217 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde konuşma yapmak üzere grubum
adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. 2008 turizm
sezonunun Mersin ilinde açılmasından dolayı Sayın Bakana huzurlarınızda
teşekkür etmek istiyorum. Dileğim ve ümidim odur ki Türkiye'nin en güzel turizm
illerinden biri olan Mersin’in, tıpkı Antalya gibi, yakın ve orta vadede turizm
anlamında önemini daha da kazanmasını ve bu konuda Hükûmetin
üzerine düşen görevi bihakkın yapmasını yürekten diliyorum. Tasarının 4’üncü
maddesi ile 2634 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesi değiştirilmektedir. Buna göre 2634 sayılı Kanun’da, belgeli yatırım ve işletmeleri, bu
yatırım ve işletmelerin belgeye esas olan niteliklerini, bu niteliklerini
koruyup korumadıklarını denetleme ve işletmeleri sınıflandırma yetkisi
Bakanlığa ait iken yeni getirilen tasarı ile Bakanlık gerekli görmesi hâlinde
denetim ve sınıflandırmaya esas oluşturacak tespitler ile yetkisinde olan diğer
kültür ve turizm hizmetlerinden Bakanlıkça uygun görülenleri yetkili kılınacak
uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum kuruluşlarına da
yaptırabileceği belirtilmektedir. Sayın
milletvekilleri, 1982 Anayasası’nın 128’inci maddesi “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri
ve diğer kamu tüzel kişiliklerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle
yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler,
memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.”
hükmünü amirdir. Bu Yasa’nın 30’uncu maddesinin önerilen şeklinde, Bakanlığın
gerekli gördüğü hâllerde denetim ve sınıflandırmaya esas oluşturacak tespitler
ile yetkisinde olan eğitim ve rehberlik konularındaki hizmetleri, yetkili
kılınacak uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum kuruluşlarına
yaptırabileceğine işaret edilmektedir. Böyle bir düzenleme yapılmaktadır. Bu
düzenleme, Anayasa hükmüne karşılık getirilmek istenilen bu düzenleme, tabii
ki, doğal olarak biraz önce yukarıda ifade ettiğim Anayasa hükmüne aykırılık
içermektedir. Ayrıca, denetim
yetkisinin devri istenilen sivil toplum örgütleri kimlerdir? Devletin denetim
yetkilerinin devri hangi gerekçeye dayanmaktadır? Sivil toplum örgütleri ne
zamandan beri kamu erkini kullanabilir olmuşlardır? Kamu erki kullanan bir
sivil toplum örgütü olabilir mi? Sivil toplum örgütünden kasıt meslek örgütü
ise kastedilen meslek örgütü hangi kanunla ne zaman ve ne şekilde kurulmuştur?
Bakanlık, sektörel denetimi yapmamakta mıdır? Turizm
yatırım ve işletmelerinin denetiminin söz konusu sivil toplum örgütlerine
devriyle oluşacak gayrikanuni, gayriahlaki rant
hesaplanmış mıdır? Bakanlığın uyguladığı 2634 sayılı Yasa’nın getirdiği istisna
hükümler kapsamında sektörel standartların
belirlenmesi Bakanlık uhdesinde olmakla birlikte, başka kişi veya kurumlara
yetki devri hâlinde gerek ulusal hukuk gerekse uluslararası sözleşmeler
kapsamında bu görev Türk Standartları Enstitüsünün değil midir? Bakanlıkta
istihdam edilen müfettiş ve kontrolörlerin bu görevi ifada nitelik ve nicelik
sorunu mu vardır? Varsa bu elemanların nitelikleri ve özlük haklarına ilişkin
iyileştirme önerileriniz niçin yok, niçin kanun teklifinde bulunulmamaktadır?
Devletin denetim fonksiyonunu kısırlaştırmak iktidarın teamülü hâline gelmiş
olup bu alanda çok ciddi çalışmaları olduğunu bildiğimiz ve Türk turizminin
bugünkü düzeye gelmesine büyük katkıları olan Kültür ve Turizm Bakanlığının
asli fonksiyonlarından olan denetimi yok etmekle ne tür bir yarar umulmaktadır?
Birçok ülkede
örnek model alınan ve iyi işleyen bir sistemi değiştirmenin hiçbir gereği
yoktur. Bunu yapmak yerine turizm sektörünün meslek örgütlenmesine ve meslek
standartlarının oluşmasına gayret etmek sektörde çalışan milyonlarca insanı
etkileyen bir çalışma olacakken, bunun sektörün sadece yüzde 20’sini temsil
eden Dernekler Kanunu’na tabi üç beş derneği memnun etme gayreti olduğunu
düşünmekteyim. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanunu, yürürlüğe girdiği 1983 yılından
bu yana, kötü idarelerin elinde “turizmi geliştirme” adıyla yapılan orman
katliamlarının da maalesef sorumlusu olmuştur. Şimdi de “tahsis yasası” olarak
adlandırabileceğimiz bu tasarı ile bu katliama büyük bir hız kazandırılacaktır.
Kanun’un 8’inci
maddesi, malum olduğu üzere, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti ve bu
8’inci madde doğrudan ve açıkça ormanları hedef alan bir maddedir. Dolayısıyla,
sadece Antalya-Sorgun ormanının dâhi ne ölçüde tahrip edildiği bu madde kapsamında
mütalaa edilmelidir. Değerli
milletvekilleri, orman alanlarımız sadece ağaçlar topluluğu ya da kaynak
yaratılacak alanlar olarak görülmemeli; doğal kaynak değil, doğal varlıklar
olarak algılanmalıdır. Ormanlarımız, su havzalarının ve su rejiminin temelini
oluşturan, içinde dokuz bin canlı türü ve hayvan türünü barındıran flora, fauna yaşam alanıdır. Ormanlarımız, iklimin yumuşaması,
oksijen üretmesi ve hava kirliliğini önlemesi yanında erozyon, çığ, sel,
çölleşme, susuzluk gibi çevre sorunlarına da çözüm üretmesi yönünde, özetle
yaşamın her alanında olmazsa olmaz olan doğal zenginliklerimiz ve
varlıklarımızdır. Ancak orman alanlarını bir rant
kaynağı olarak gören siyasal iktidarın hazırladığı yeni tasarıyla, kıyılardan
sonra ormanların da beton yığını hâline gelmesi amaçlanıyor. Orman arazilerinin önce Turizm Bakanlığına devri, ardından
Bakanlığın, bu arazileri yerli ve yabancı uyruklu gerçek veya tüzel kişilere
tahsis edebilmesinin önü bir kez daha açılıyor ve yasada söz konusu edilen
değişikliğin “sermayenin serbest dolaşımı” adı altında, IMF niyet mektubunda,
2002-2004 hedefleri kapsamında ve AB müktesebatına uyum çerçevesinde, Bakanlar
Kurulu kararına uygun olarak, tıpkı 2003 yılında yapılan düzenleme gibi,
önceden yapıldığı görülmektedir. Burada, Anayasa
Mahkemesinin iptal kararını ve iptal gerekçelerini de dikkatinize sunmak
istiyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; orman sayılan yerlerden Bakanlığa sağlık, termal, kış,
eko, kıyı, golf ve deniz turizmi vasfıyla tahsis edilecek yerlerin orman
alanlarının her yerinden seçilebileceği ve böylece ormanların geniş kapsamlı
olarak yerli ve yabancı sermayenin kullanımına açılacağı ortadadır. Üstün kamu
yararı ilkesi gözetileceği iddia edilen yerlere inşaat, golf sahaları ve lüks
otellerin üstün kamu yararı ilkesine değil, sermayeye hizmet ettiği gözden
kaçırılmaktadır. Ormanların
belirli bir zümreye ait bir kullanım alanı gibi görülmesi kabul edilemez. Tüm
yurttaşların yararlanabileceği orman alanlarının, golf sahalarına, lüks
otellere, yat turizmine, ralli alanlarına dönüştürülmesi çevre ve insan
haklarına da aykırıdır. Sağlıklı ve doğal bir ortamda yaşam hakkının ihlal
edilmesinin önünü açacak, meşruluğu tartışmalı böyle bir yasa tasarısı geri
çekilmelidir. Saygıdeğer
milletvekilleri, ormanlar, nitelikleri ve işlevleri dolayısıyla toplumun ve
insanlığın ortak değerleridir ve asla özelleştirmeye konu edilmemelidir. Orman
alanlarına yönelik örtülü bir affı içerecek, suç işleyenleri ödüllendirip
özendirecek ve ekolojik yıkımlara yol açabilecek
nitelikteki anayasal ve yasal düzenlemeler gündemden çıkarılmalıdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Çelik. BEHİÇ ÇELİK
(Devamla) – Teşekkür ederim. İptal edilen yasa
maddesinde bile yer almayan kıyılar, yaylalar ve jeotermal kaynaklara sahip
alanların yeni tasarıyla yapılaşmaya ve yerli ve yabancı sermayeye tahsisinin
önünün açılması kabul edilemez. Daha güzel bir yaşam, daha güzel ve sağlıklı
bir çevre ve Türkiye için her koşulda ormanlarımıza, sahillerimize ve
devletimize sahip çıkmak durumundayız. Bu yasadan
vazgeçmek bir erdemdir diyorum. Dolayısıyla, bu yasanın üstün kamu yararı
ilkesi gözetilerek yeniden düzenlenmesi taraftarıyız. Bu duygularla
tekrar yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çelik Şahısları adına
ilk söz Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’ya aittir. Buyurun Sayın
Nalcı. (MHP sıralarından alkışlar) KEMALETTİN NALCI
(Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın
milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin 7/5/2007 tarihli
iptal kararı gerekçesi de göz önünde bulundurularak, uluslararası turizm
rekabetinin gerektirdiği açılımlara ve ulusal turizmin gelişmesini sağlama,
Avrupa Birliğine uyum süreci içinde yapılan yeni yasal düzenlemelerle uyumun
temini ve uygulamada karşılaşılan güçlüklerin giderilmesi amaçlanması
gerekirken, maalesef, teklif ile ormanlarda onarılamayacak sonuçların doğacağı
ve Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçelerinin karşılanmadığı açıktır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Anayasa’nın 169’uncu maddesinde, devlete, ormanların
korunması ve bu sahaların geliştirilmesi için gereken tedbiri alma ve kanun
koyma görevi verilmiştir. Anayasa
Mahkemesinin söz konusu 7/5/2007 tarihli kararının
gerekçesinde, turizmin teşvik edilmesinde kamu yararı bulunduğu ve zorunlu
olduğu ölçüde, devlet, orman alanlarının turizme tahsisini yadsımamakla
birlikte, Anayasa’nın 169’uncu maddesinde, ormanların devletçe korunmasına
verilen özel önem ve uzun dönemdeki yaşamsal kamu yararı karşısında ormanların
orman olarak korunmasında üstün kamu yararı bulunduğunu, ormanların turizm
amaçlı yatırımlara tahsisinin ancak üstün kamu yararı bulunması ve zorunluluklar
hâlinde mümkün olabileceği, aksi takdirde üstün kamu yararını içermeyen,
ormanların hangi hâllerde turizm yatırımına tahsis edileceğine ilişkin hiçbir
belirleme yapılmayan bir düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olacağı belirtilmiştir.
Diğer taraftan,
Anayasa Mahkemesi kararında, Anayasa’nın 169’uncu maddesinde, ormanların ülke
yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunmaları ve geliştirilmesi
konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı
düzenlemenin, ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden
kaynaklandığı kuşkusuzdur. Maddenin birinci fıkrasında, devletin, ormanların korunması ve
sahalarının geliştirilmesi için gerekli kanunları koyacağı ve tedbirleri
alacağı, bütün ormanların gözetiminin devlete ait olduğu, ikinci fıkrasında
devlet ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağı, devlet ormanlarının kanuna
göre devletçe yönetileceği ve işletileceği, bu ormanların zaman aşımı ile mülk
edinilemeyeceği ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamayacağı, üçüncü
fıkrasında da ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme izin
verilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 7’nci
maddesinde ise “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir. Değerli milletvekilleri, başka bir anlatımla, kamu yararının
bulunması ve zorunluluk hâllerinde devlet ormanları üzerinde ancak irtifak
hakkı tesisine olanak tanınabileceği; öte yandan, Anayasa’nın 169’uncu
maddesiyle ormanların özel olarak korunduğu gözetilerek bu maddede geçen “kamu
yararı” kavramının hangi durumları kapsadığının yasayla belirlenmesi gerekirken
bu yola gidilmeyerek söz konusu kavramın kapsam ve içeriğinin tespitinin
idareye bırakılması, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 7’nci
ve 169’uncu maddelerine aykırıdır. Sayın
milletvekilleri, ormanlarımız, koylarımız betonlaşacak, doğal güzelliklerimiz
yabancılara satılacak, tüm gelirlerimiz yabancı yatırımcının eline geçecek ve
üstüne üstlük biz de bu gelirlerden hiçbir pay alamayacağız. Kanun tasarısı
ile Ege ve Akdeniz Bölgesi’nde bulunan koyların, mavi yolculukların önemli
noktalarının, orman içi yürüyüş bölgelerinin en güzel köşelerinde betonlaşma
girişimlerinin önü açılmaktadır. Tasarı, her türlü turizm girişimcisinin
isteğine uygun, geniş hâliyle, istenilen her orman alanını tesisleşmeye açma
hakkını vermektedir. Mavi yolculuğun en güzel limanlarından birisi olan
Marmaris Kumlubük’te, Turgut köyünde, Selimiye’de bir
anda o güzelliğin ortasına… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Nalcı. KEMALETTİN NALCI
(Devamla) - …dev bir tesis yerleştirilebilecek, o tablonun en güzel rengi olan
yeşilin yerini beton rengi alacaktır. Sayın
milletvekilleri, doğal örtünün yok edilmesi gibi geri dönülmez bir adımı telafi
için ise yerine 3 katı veya 5 katı ağaç dikilmesi gibi bir madde eklenmiş olup
yüz yıldan bugüne gelen çam ağaçlarının yerine, benzer yasalar nedeniyle,
geleceğinden emin olamayacağımız küçük fidanlar dikilmesi öngörülmüştür. Tüm dünya çok iyi
bilmektedir ki Ege ve Akdeniz bölgelerinin birçok yeri doğal güzellikleriyle,
örneğin Datça ve Bozburun yarımadaları çam
ağaçlarıyla, mavi yolculuk koylarıyla bugüne gelmiştir. Gelecekte bu cennet
köşelerde ortaya çıkacak beton yığınları turizm kalitemizi bu bakımdan
aşağılara çekecektir. Koylarımızın bakir güzelliğinin bozulmaması gerektiğini
tüm dünyanın turizm uzmanları, bilim adamları, bölgemize gelerek hayran kalan
ziyaretçiler dile getirirken, bugüne kadar ormanların içine tesis yapılmasının
yarar sağlayacağı yönünde ise hiçbir ciddi görüş dile getirilmemiştir. Bu duygu ve
düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Nalcı. Şahısları adına
ikinci söz Muğla Milletvekili Sayın Mehmet Nil Hıdır’a
aittir. Buyurun Sayın
Hıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar) MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; 217 sıra sayılı
Tasarı, Turizmi Teşvik Kanunu’nun 4’üncü maddesinde yapılan değişiklikle ilgili
söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
neden bu teşvik yasasına ihtiyaç duyulduğunu sizlere rakamlarla izah etmek
istiyorum. Özellikle kendi bölgemde yüzde 68’i orman, yüzde 23’ü özel çevre
koruma alanları olan, değil hazine arazileri tarımsal alanların bile korunarak
kullanılmasında zorluk çekilen bir bölgede yaşamaktayız. Artan turizm
potansiyeli için yer bulma zorunluluğu günden güne artmaktadır. Her yıl artan
turizm potansiyeli 2008 yılında da beklenen, tahmin edilen patlamayı ve artışı
göstermiştir. 2008 yılı Mart
ayının turizm girişini analiz ettiğimizde bir önceki yıla göre yüzde 18,67’lik
bir artış gösterdiğini, bunun yüzde 23’ünün OECD ülkelerine, yüzde 11,5’inin
Doğu Avrupa ülkelerine ait olduğunu görmekteyiz. Mart ayında, Antalya dışında
kalan diğer illerimizde hazırlık dönemi olmasına rağmen, bu artış
gerçekleşmiştir. 2008 yılı Mart
ayında 1 milyon 305 bin 297 rakamıyla yani yüzde 18’lik artışla Almanya birinci
sırada, İran ikinci sırada, Bulgaristan üçüncü sırada ve devamında Rusya,
İngiltere diğer sıralamalarda dikkatimizi çekmektedir. Mart ayının
özelliği, günübirlik turizmde olmasına rağmen, İstanbul yüzde 42 artışla,
Antalya yüzde 22, Edirne yüzde 10,5, Artvin yüzde 3,8 ve Ağrı yüzde 3,57
artışla sınırdaki günübirlik ziyaretlere dikkatimizi çekmektedir. Mart ayı
içerisinde ilginç artış gösteren diğer ülkeler de: Yüzde 700 artışla Okyanusya
ülkeleri, yüzde 64’le Şili, yüzde 58’le Endonezya, yüzde 56 ile Suriye
dikkatimizi çekmektedir. Bunlar da turizm faaliyetlerine ilaveten, ülkemizin
artan diğer ekonomik başarılarının getirdiği prestijden
kaynaklanmaktadır. Seyahat
şekillerinin tercihinde öncelikle hava yolunun yüzde 13 arttığını, kara yolunun
yüzde 13 artış gösterdiğini, demir yolunun yüzde 4 artış gösterdiğini
söyleyebiliriz. Bunda da yine Türk Hava Yollarımızın kazanmış olduğu prestij ve büyümenin önemi büyüktür. Turizmde “patlama
noktası” olarak kabul edilen 2006 yılına göre bu yılın giriş sayılarını
mukayese ettiğimizde İspanya’da yüzde 58, İzlanda’da yüzde 110, Norveç’te yüzde
46, Umman’da yüzde 7,125, Tacikistan’da yüzde 163, Özbekistan’da yüzde 105 gibi
ilginç artışların olduğu gözlenmektedir. Bu artışlar, Türkiye'nin yükselen
trendine, prestijine, huzur ve güven ortamına bağlı
olarak dünya ülkelerinin ilgi odağı hâline geldiğinin en önemli
göstergelerinden birisidir. Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Turizm Bakanlığımızın elde ettiği bu
başarılar elbette tesadüfi değildir. 2007 sonu 2008
başı itibarıyla Hollanda Utrecht Fuarı’na, İspanya
Madrid, İtalya Milano, Almanya Berlin, Moskova MITT, Dubai ve Londra turizm
fuarlarına katılınmış ve en üst düzeyde ülkemiz sergilenmiştir. Bunlara ilaveten,
2008 yılında, kamu-özel sektör iş birliğiyle yüz bir fuara, yurt dışı
temsilciliklerimiz aracılığıyla da toplam yüz elli ihtisas fuarına iştirak
edilmiştir, edilmeye devam edilecektir. Bu fuarlar aracılığıyla sadece turistik
seyahat amaçlı turizm değil mas turizmi, boat show ve yat turizmi, ticari ve inşaat sektörüne yönelik
turizm faaliyetleri, sanayi ürünlerine yönelik turizm fuarlarıyla da ülkemizin
potansiyeli ve güzellikleri tanıtılmıştır. Minsk, Bişkek, Cenova, Kahire, Çin, Kore, Montreux,
Paris, Amerika Seattle, Malta, Sidney, İrlanda, Las Vegas ilginç fuar alanlarımız
arasında yer almaktadır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Hıdır, devam edin. MEHMET NİL HIDIR
(Devamla) – Ben, bu vesileyle, ülkemizin tanıtımında gece-gündüz demeden diğer
rakip ülkelerle âdeta turizm tanıtım savaşı veren başta Sayın Başbakanımıza,
Turizm Bakanımıza, müsteşar ve genel müdürlerimize, tüm bürokratlarımıza ve
komisyon üyesi arkadaşlarıma teşekkürü borç biliyorum. Bu yasayla oluşturulacak
yeni yatak kapasiteleri ve marinalarla, Türkiye’mizin dünya ülkeleri arasında
hak ettiği turizm potansiyeline kavuşacağına inanıyorum. Çocuklarımızın
aydınlık geleceği için umut dolu yarınlar dileğiyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Hıdır. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde soru-cevap işlemine başlayacağız. Süremiz on
dakikadır. Yalnız, çok soru sormak isteyen arkadaşımız olduğundan herkese birer
dakika vereceğim. Sayın Sipahi,
buyurun efendim. KAMİL ERDAL
SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakana şu
soruyu yöneltmek istiyorum: 2023’ü hedefleyen bir turizm stratejimiz var. Bu
stratejinin 2007-2023 arasındaki ana maddelerinden bir tanesi de on bir tane kruvaziyer liman projesi. Bunlardan bir
tanesi Çeşme. Çeşme kruvaziyer limanı
konusunda bir fizibilite çalışması veya proje mevcut mudur Sayın Bakan? BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Sipahi. Buyurun Sayın
Uslu. CEMALEDDİN USLU (Edirne)
– Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
kısa bir sualim olacak. Bakanlığınızca iç turizmin izlenmesine yönelik olarak
ne gibi ölçümler yapılmaktadır? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uslu. Sayın Akkuş… AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Bir: Sayın Bakanım, Turizm Tanıtma Fonu’na ne kadar kaynak
ayrılmıştır? Bu Fonu kim yönetmektedir ve kontrolü kim tarafından
yapılmaktadır? İki: Mersin
ilinde kongre turizminin gelişmesi için ne tür bir örgütlenme bulunmaktadır? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Akkuş. Sayın Ersin,
buyurun efendim. AHMET ERSİN
(İzmir) – Teşekkür ederim. Sayın Bakan,
İzmir Özdere Ahmetbeyli köyü birinci derecede
arkeolojik sit alanı, büyük bölümü. Şimdi burada Claros ve Nation antik kazıları
da sürüyor ve bu köy civarında, bu köyün sınırları içinde, orman içinde ve
yerleşim alanlarına çok yakın olan bir bölümde -orman içinde- 94 hektarlık bir
alanda taşocağı kırma eleme tesisi ve beton santrali kurulması çalışmaları var
ve bununla ilgili ÇED olumlu kararı alınmış, Enerji Bakanlığı da on yıl süreli
işletme ruhsatı vermiş durumda. Bu gelişmelerden haberiniz var mı? Çünkü, siz de mutlaka iyi biliyorsunuzdur, bu bölge iç ve
dış turizmin çok yoğun olduğu bir bölge. Bir de arkeolojik olma özelliği
nedeniyle bu gelişmelerin bölgeyi olumsuz etkileyeceğini düşünüyorum. Saygılar
sunuyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Ersin. Sayın Varlı,
buyurun. MUHARREM VARLI
(Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
turizm sektöründe planlama, yatırım, geliştirme ve yönlendirme yapan firmaların
belgelendirilmesi
çalışması yapılmakta mıdır? Samandağı kruvaziyer limanı fizibilite ve uygulama projesi yapılmakta
mıdır? Yapılmaktaysa hangi aşamadadır? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Varlı. Sayın Yıldız, buyurun
efendim. HÜSEYİN YILDIZ
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
Antalya kruvaziyer limanı fizibilite çalışması
yapılmakta mıdır? Yapılmaktaysa ne zaman başlanmıştır, ne zaman bitirilecektir? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Yıldız. Sayın Taner,
buyurun efendim. RECEP TANER
(Aydın) – Sayın Bakanım, Aydın’da Didim Apollon’dan
başlayıp Afrodisyas’a, oradan da Pamukkale’ye
bağlanacak olan turizm yolu 59’uncu Hükûmet döneminde
Turizm Bakanlığınca başlatıldı, ama şu anda durmuş durumda. Turizm açısından
büyük önemi olan bu yol programınızda var mıdır, devam etmekte midir? İki: Yine
Aydın’da, Ortaklar’da bulunan Magnesia
kazıları şu anda durmuş durumda. Bunları devam ettirmeyi düşünüyor musunuz? Üç: Akdeniz
foklarının en önemli yaşam alanı olan Menderes Deltası’na ve millî park
civarına Muğla’dan gelecek olan balık çiftlikleri konusunda ne düşünmektesiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Taner. Sayın Tankut, buyurun efendim. YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, bu
yasa tasarısı çerçevesinde bazı orman arazilerinin turizme kazandırılmasıyla
ilgili düzenlemeler yapılacaktır. Bu düzenlemeleri yaparken orman alanlarımızla
ilgili olarak düzenleyici bir etki analizi Bakanlığınız tarafından yapılmış
mıdır? Orman sahalarının
turizme açılmasıyla sağlanacak fayda ile orman varlığımızın tahribatına yol
açacak tahsisler arasında bir fayda-ziyan analizi yapılmış mıdır? Bir daha gelmemek
üzere tahsisi yapılan orman arazilerimizin çevreye, doğaya ve millî orman varlığımıza
vereceği ziyanları nasıl telafi etmeyi düşünüyorsunuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Tankut. Sayın Nalcı,
buyurun efendim. KEMALETTİN NALCI
(Tekirdağ) – Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
Çanakkale bölgesine kruvaziyer limanı yapmayı
düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, bununla ilgili fizibilite çalışmaları
başladı mı? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Nalcı. Sayın Özkan,
buyurun efendim. RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Sayın Bakan, Burdur Hacılar köyü, Hacılar Höyüğü tarihe ev
sahipliği yapmaktadır. Burada neolitik devre ait eserler vardır. Ancak bu Höyük
yer altındadır, turizmden pay alınamamaktadır.
Yıllardır bu söylem geliştirilir “Hacılar Antik Kenti turizme sunulacak.” diye.
Neolitik devre ait olan bu Hacılar Höyüğü’nü turizme açmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Özkan. Sayın Bakanım,
sorular tamamlandı, cevap verebilirsiniz. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım soru
soran arkadaşlarıma. Bir hayli soru
oldu. Önce “Bu orman alanlarının tahsisiyle ilgili bir analiz çalışması yapıldı
mı?” dedi Değerli Arkadaşım. Elbette biz böyle bir değerlendirme yaptıktan
sonra böyle bir yasal düzenleme yaptık. Arkadaşlarımız belki, hep söylüyorum, ayrıntılı
biçimde -komisyonlarda çalışan arkadaşlarımız gördüler ama- Genel Kurulda
metinleri kıyaslama imkânı bulamadılar. Biz, ilk hâlde, kesilen ağacın belli
bir miktarının, bulunduğu alana veya orman idaresinin göstereceği alana
dikilmesini öngörüyorduk. Şu anda çok daha çevreci bir düzenlemeye geldik ve
ben bundan doğrusu mutluyum. Şimdi yaptığımız düzenlemede, orman içinden
herhangi bir bölümü, orman sayılan, şu anda üzerinde ağaç olmasa bile orman
sayılan herhangi bir araziyi turizm tahsisine konu yaptığımız takdirde, burada
kurulacak olan tesis hiç ağaç kesmese bile, onun 3 misli ve üç yıl için bakım
bedeli peşin olarak yatırılması öngörülüyor. Yani orman varlığını bu yasayla,
bu yasal düzenlemeyle azaltmak değil, yaptığımız tahsisten sonra çok az sayıda
ağaç kesilse veya hiç ağaç kesilmese bile, mademki orman içinden bir tahsis
yapmışız, onun misliyle fazlasının ağaçlandırılması ve bakımı yükümlülüğü
getiriliyor. Bu da, yasayı düzenlerken hep birlikte ormanı
korumak, doğayı korumak, yeşili korumak konusunda bir hassasiyeti özenle
taşıdığımızın işaretlerinden birisi. Arkadaşlarımız
kendi seçim yöreleriyle ilgili haklı olarak sorular sordular, onlara teknik
olarak ve ayrıntılı bilgi vermek isterim daha sonra. Bu maddeyle ilgili, şimdi
üzerinde konuştuğumuz maddeyle ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum bu
çerçevede. Burada, biz,
değerli arkadaşlarım, turizm alanında özü itibarıyla özel sektörle birlikte
çalışıyoruz ve çok ciddi biçimde, evet, biz özendirme gayretleri… Bu Yasa’nın,
düzenlemeye çalıştığımız Yasa’nın adı zaten “Turizmi Teşvik Yasası.” Burada biz
bir özendirme çalışması yapıyoruz ama esas itibarıyla özel sektör yatırım
yapıyor. Burada biz,
sınıflandırma faaliyetini de bu yasanın 1’inci maddesinde düzenledik.
Sınıflandırma çalışmalarında özel sektörle iş birliği yapıyoruz. Maddede özel
sektörü katmadan da sınıflandırma çalışabileceğimiz yolundaki düzenleme,
komisyonlarda, özel sektörü katmayı öncelikli hâle getiren biçimde düzeltildi. Burada denetim -ve tasrih ettik, her türlü faaliyet değil-
rehberlik ve eğitim faaliyetlerinde de yine uzman gerçek ve tüzel kişilerle ve
yine alanında uzman sivil toplum kuruluşlarıyla, yani rehberlik alanında
çalışan, turizm yatırımı alanında çalışan, seyahat acenteleri alanında çalışan
ve otelcilik alanında çalışan kurum ve kuruluşlarla, denetim faaliyetlerinde iş
birliği yapmak istiyoruz. Bu, bütün dünyada yapılan bir çalışma. Bazı
arkadaşlarımız hizmetlerden, denetim hizmetinden, sınıflandırma hizmetinden,
tespitlerden, rehberlik ve eğitim hizmetinden Bakanlığın vazgeçmesi gibi
nitelendirmeler yaptılar. Kesinlikle doğru değil. Burada bir iş birliğini
geliştirmek; mademki çok ciddi biçimde özel sektörün gayret gösterdiği bir
alanda çalışıyoruz ve sınıflandırma işlemlerinde baştan itibaren, on beş yıldan
bu yana iş birliği içindeyiz, şimdi başka alanlarda da bu iş birliğimizi
geliştirelim diye düşünüyoruz. Konuşmacı arkadaşlarımızdan birisi söyledi;
rehberlik alanında bir yasal düzenleme ihtiyacı var ve biz bunu kabul ediyoruz.
Bu konuda bir çalışmayı, bu yasama dönemine belki yetişmeyecek ama gelecek
döneme getireceğiz. Esas amacımız zaten, turizm sektörünün bütün bileşenlerini
bir hukuk çatısı altında bir araya getirmek ve bu kadar önemli bir alanda
çalışanları hukuki bir çerçeve içinde buluşturmaya çalışmaktır. Birincisi bu, maddenin ilk bölümünde. İkinci bölümünde
de, yine bence çok önemli bir ihtiyaca cevap vermeye çalışıyoruz. “Bakanlık,
gerekli gördüğü hallerde ilan edeceği pilot bölgelerdeki turizm işletmesi
belgesi olmayan konaklama tesislerinden verilen süre içerisinde turizm
işletmesi belgeli tesis şartlarına uymasını talep eder.” diyor. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, İstanbul’un bir yöresi, Tarihî Yarımada; Antalya’nın bir yöresi,
Kaleiçi veya Belek; İzmir’in bir yöresi, Çeşme; Muğla’nın bir yöresi, Bodrum;
İç Anadolu’da Kapadokya, Göreme; bunlar Türkiye turizminde artık marka niteliği
taşımış olan, Türkiye’den bile öncelikle ismini dünyaya duyurmaya başlamış olan
yerlerimiz, ki böyle bir ihtiyacımız var. Başka
ülkelerde de kendi ülke adından, coğrafya adından önce gelen soyut olarak
bilinen dünya turizm markası beldeler var, bölgeler var. Şimdi, biz bu
alanlarda özel yöntemler geliştirmek ve bu alanlarda kaliteyi yüksekte tutmak
amacını güdüyoruz. Bir yörede bir turizm tesisimiz var Turizm Bakanlığından
belgeli, birkaç tane var, ama içinde belediye belgeli konaklama tesisi,
yeme-içme tesisi var ve kalite fevkalade, maalesef, yerel ölçekler içinde
değerlendirildiği için fevkalade aşağılarda bir yerlerde. Sizin turizminizi
pazarlayanlar orada, o kalitesi düşük olan yerde daha yüksek bir kâr marjıyla çalışma imkânı bulabildikleri için yörenin adını
kullanarak orada kaliteyi ön planda tutmayan tesisleri de devreye
sokabiliyorlar. Şimdi pilot uygulama yapmak istiyoruz. Aslında amacımız,
Türkiye’de bir vadede -açıkça söylüyorum- belediye belgeli-Bakanlık belgeli
ikiliğini ortadan kaldırmaktır, esas amacımız budur, ama bunu bütün Türkiye’de
birdenbire yapmak mümkün değil. Biliyorsunuz pilot uygulamalar sağlık alanında… BAŞKAN – Sayın
Bakanım, süreyi aştık. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Bitirdim. … başka alanlarda da pilot uygulama oluyor ama turizm alanında
böyle bir ihtiyaç, ciddi bir ihtiyaç var ve çok özenle Türkiye’de bu marka
hâline gelmiş olan özel yöreleri önde tutmaya çalışarak bir pilot uygulama
yapacağız ve bu kalite konusundaki ikiliği, kalite konusunda bir düşüş tehlikesini
ortadan kaldırmaya çalışacağız. Arkadaşlarımın
teknik sorularına ayrıca ayrıntılı yazılı bilgi vereceğim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Buyurun Sayın
Vural. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Başkanım, sayın milletvekillerim çok somut sorular sordu ama
Sayın Bakan sadece maddenin izahına çalıştı. Eğer o konuyla ilgili bir izahat
gerekiyorsa madde sırasında yapılsa daha iyi olurdu, sorularla açıklığa
kavuşturması daha uygun olurdu. Çünkü kruvaziyerle
ilgili zaten kanunda olan bir konu, arkadaşlarımız onları yönelttiler. Maddeyle
ilgili açıklamalarını Sayın Bakan kürsüde yaparsa, zamanını onun için
kullanırsa daha faydalı olur. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Bakan duydular herhâlde. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim. Sadece zamanı verimli
kullanmaya çalışıyorum. BAŞKAN – Peki
Sayın Bakanım. 4’üncü madde
üzerinde önerge yok. K.KEMAL ANADOL
(İzmir) – Karar yeter sayısı… BAŞKAN – 4’üncü
maddeyi oylayacağım, karar yeter sayısı arayacağım. Maddeyi kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir
böylece. 5’inci maddeyi
okutuyorum: MADDE 5 - 2634
sayılı Kanunun 34 üncü maddesinin (a) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. BAŞKAN – Gruplar
adına söz isteyen vardır. Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner. Buyurun Sayın Coşkuner. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
MEVLÜT COŞKUNER (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan tasarının 5’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Konuşmama
geçmeden önce… Saat birde Şaşmaz’dan geliyoruz, 6-7
bin kamyoncu ve şoför orada üç gündür perişan bir durumda. Yetkililerin buna
ilgi göstermesini diliyorum. Ayrıca, Sayın
Bakanıma da bir çift sözüm olması gerekiyor. Isparta’da Halil Hamit Paşa
Kütüphanesi var, tarihî bir kütüphanedir. Ben, Sayın Bakanıma, bu kütüphanenin
kapatıldığını onarım için, ama iki yıl süreceğini ve bunun için de başka bir bölgenin
merkezinde kütüphanenin açılmasını istedim. Ama maalesef, kütüphane çok kenar
bir mahalleye taşınarak paketler hâlinde kitaplar orada durmaktadır. Ben,
kitaplara zincir vuran Bakanın, turizm anvanterinin
olduğunu veyahut da planlamasının olduğunu zannetmiyorum. Bunu da şöyle bir
hikâyeyle belirlemeye çalışıyorum: Nasreddin Hoca bir
gün merkebe biner, yolda giderken düşer ve düştükten sonra “Ah gidi gençlik
ah!” der. Şöyle etrafına bir bakar, etrafta kimse olmayınca “Ben senin
gençliğini de bilirim. Gençliğinde sen bir şey değildin.” der. Ben Sayın Bakanı
tanırım, tribünlere oynar. O nedenle bizim konuşmalarımızın da dikkate
alınacağını zannetmiyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Ege, Akdeniz ve İç Anadolu’nun kesiştiği Göller
Bölgesi’nde bulunan Isparta, Eğirdir, Kovada ve Gölcük Gölleri, Kovada ve
Kızıldağ Millî Parkları ile zaten doğal zenginlikler içinde bir turizm
cennetidir. İrili ufaklı çok sayıda göl bir arada bulunmaktadır, “Isparta
Göller Bölgesi” denir buraya. Barındırdığı doğal hayatın yanı sıra doğa turizmi
yönünden birçok zenginliği kapsaması, bölgenin öncelikli geliştirilmesi
açısından önemini vurgular. Kış sporları
konusunda Isparta’da var olanın ortaya çıkarılması, kayak merkezinin yer aldığı
Davraz Dağı’nda yapılacak sportif faaliyetlerden önce
ekolojik analizin yapılması gerekmektedir. Davraz’ın peyzaj değerlerinin belirlenerek öne çıkarılması,
yerel halk için geçim kaynaklarının ortaya konulması gereklidir. Ormanlık
alanların ve su kaynaklarının bol olduğu bu alanlar kıyı, yayla ve kış turizmi
açısından önemli bir yer teşkil etmektedir. Bölgede var olan zenginliklerin bir
an önce harekete geçirilmesi, turizmin geliştirilmesine ve orada yaşayan halkın
geçim kaynağına katkı sağlayacaktır. Çünkü turizmde dünyaya açılan pencerede en
önde Antalya gelir. Antalya’nın hemen kenarında olan Isparta oradaki turizmi
çeşitlendirmekte büyük bir kaynaktır. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; eşsiz doğa yapısının ve uygarlıkların beşiği olan
ülkemiz, her bölgesiyle ayrı ayrı güzellikleri barındırmaktadır.
Isparta’da olan
zenginlikler sınırlı da değildir, mağaralardan dağlara, yaylalardan göllere
uzanan ve hemen hemen tüm ilçelerin doğal
güzelliklerinin yanı sıra kültür ve inanç turizminin de geliştirilebileceği,
birçok iç ve dış turisti çekebileceği mirası taşımaktadır. İnanç turizminin
merkezi Yalvaç, Anadolu’nun kültür zenginliğini tüm ihtişamıyla yansıtmaktadır.
Isparta’nın turizm kapısı Eğirdir’dir. Alternatif
turizm cennetidir. Dağcılık, trekking, rüzgâr sörfü, yamaç paraşütü, kampçılık
turizm çeşitlerinden birkaçıdır. Zengin bir
kültürel mirasa sahip olan Isparta, kültür turizmi açısından da güçlü bir
potansiyele sahiptir. Alan düzenlemeleri, kazı, restorasyon
ve benzeri çalışmalarla turizme kazandırılması, ülkemiz açısından çok önemlidir.
Her konuda olduğu gibi, ülkemizin sahip olduğu değerler üzerinde emek harcamaz
isek çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğine yazık ederiz. Onun için, en kısa
zamanda turizmi geliştirmenin altyapısını hazırlamalıyız. İklim, doğal
ortam ve bozulmamış çehresiyle bir üniversite kenti ve dört mevsim turizm
imkânı olan genç ve dinamik nüfuslu, Ege ve Akdeniz’e geçiş bağlantı noktasında
olan Isparta’nın ulaşım ve altyapısının güçlendirilmesine, tanıtımının
yapılmasına ihtiyaç vardır. Isparta’nın çevre düzeni oluşturulmalı, kültür envanteri çıkarılmalı. Bugün Isparta’daki mağaraların çoğu
turizme uygun değildir. Bu mağaralar turizme uygun hâle getirilmeli, yayla
turizmi için incelemeler yapılmalıdır. Geleneksel
Isparta evleri bugün zar zor ayakta duruyor. Bu evlerin değerlendirilmesi,
güller diyarı Isparta’da gül parkının yapılması, Davraz’daki
altyapı eksiklerinin tamamlanması, türbelerin bakımlarının yapılması kültür ve
turizm mirasımızın geleceği açısından acil ele alınması gerekmektedir. Bugün Isparta’da
bekleyen yol ıslahları vardır. Bugün Isparta’da bekleyen kilise restorasyonları vardır. Bugün, Isparta Müzesi turizme uygun
değildir. Aksu ilçesinin Zindan Mağarası’nın yolu ıslah edilmemiştir. Mağara
etrafının çevre düzenlemesi yapılmalıdır. Aksu tarihî eserlerle doludur. Ancak,
bakım ve onarımları yapılmamıştır. Dedegöl dağlarında
dağ evleri yoktur. Atabey’de Ertokuş
Medresesi’nin ve Feyzullah Camisi’nin çevre düzenlemesi yoktur. İslamköy’de demokrasi müzesi açılmayı beklemektedir. Eğirdir Akpınar
köyü bakanlık tahsisli yerin imar planlarının tamamlanması, Eğirdir
Kervansarayı, Prostanna antik kenti, kemer üzerindeki
minaresiyle dünyada tek olduğu iddia edilen Hızırbey
Camisi, Ağa Camisi, Yılanlıoğlu Camisi, Ada Camisi,
Sinan Paşa Camisi, Baba Sultan Türbesi, Dündar Bey Medresesi ve Aya Stefanos Kilisesi onarımlarının tamamlanması gerekmektedir.
Her mevsim ve
günün her saatinde renk değiştiren Eğirdir Gölü’nün
plajı altyapı eksiklerinin tamamlanmasını beklemektedir. Kovada Gölü-Eğirdir Gölü
arası bisiklet yarışmalarına uygundur. Ancak, burada da yol yoktur. Gelendost ilçesi,
ilk çağlardan beri Pisidya Ülkesi adı verilen en eski
kültür merkezlerinden birisidir. Gelendost’ta bulunan Ertokuş Kervansarayı’nın restorasyonunun yapılması gerekmektedir. Afşar köyünde sivil
mimari evlerin restorasyonu yapılmalı ve pansiyon
açmak için burada gayret edilmeli, Mahmatlar
çeşmesinde kurulan pazarın çevre düzenlemesi yapılmalı. Gönen hamamının restorasyonu yapılmalı, Yunus Emre Türbesi’ne giden yol ıslah
edilmelidir. Konana antik kenti vardır Gönen’de, ancak korunması yoktur. Keçiborlu
Senir’de su sarnıçları onarımlarının yapılması beklenmektedir. Senirkent Uluğbey Velibaba Türbesi’nin
çevre düzenlemesi yapılması gerekir. Sütçüler Yazılı
Kanyon’da ve Çandır’da ulaşım yetersizliği vardır,
tamamlanmalıdır. Bu yıl Saint Paul
Yılı ilan edilmiştir. Bu süreçten maksimum fayda sağlanmalı, Sütçüler Saint
Paul yolu üzerinde bulunan -ki, bu yürüyüş yolunun Isparta sınırları içerisinde
300 kilometresi bulunmaktadır- köylerde ev pansiyonculuğunun geliştirilmesi en
kısa zamanda yapılmalı ve ağaç köprülerin, tarihî köprülerin ve kanyon
içerisindeki değerli verilerin düzeltilmesi lazımdır. Sütçüler Adada
antik kentinde yol, içme suyu, tuvalet ve karşılama merkezleri yoktur. Sığırlık
1 ve 2 Kalelerinin onarımları tamamlanmalıdır. Şarkikaraağaç Kızıldağ Millî
Parkı’nda sağlık turizmi için altyapı eksiklikleri tamamlanmalı, Beyşehir Gölü
arası yolu ıslah edilmelidir. Uluborlu eski
çeşmelerinin, medrese ve hamam ile kalenin su kemerlerinin onarımları
tamamlanmalıdır. Yalvaç’ta Pisidya antik kentte bulunan
tarihî mekânlara, İmparator Augustus’un adına yapılan
ihtişamlı Augustus Tapınağı ve inanç turizminin en
önemli değerlerinden olan Saint Paul Kilisesi’nin Hoyran
Gölü içerisinde bulunan benzersiz Limenia Adası’na,
Kaya Mezarlarına, Meryem Ana’ya ait manastıra gerekli onarımlar yapılmalı, Ay
Tanrısı Men adına inşa edilen Men Mabedi yolu ıslah edilmelidir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Coşkuner. MEVLÜT COŞKUNER
(Devamla) – 14’üncü yüzyıl eseri olduğu tahmin edilen Devlethan
Camisi tamir edilmeli, Eski Hamam, Akar-Donar, Ayı İni, Değirmen Önü Mağaraları
tamamen bozuk şekilde durmaktadır, düzeltilmelidir. Değerli
milletvekilleri, Isparta bir turizm cennetidir, eksikliklerinin giderilmesi
beklenmektedir. Gösterilen ilginin karşılığını da, doğal güzellikleri, inanç
turizmi ve el sanatlarının yaygınlaşması ile ülkemize katbekat ödeyecek
potansiyeli vardır. Göller ve güller
diyarı Isparta’nın söyleyecek çok sözleri vardır, ama vaktimiz yetmediği için
burada kesmek durumunda kalacağız. Tüm arkadaşlarımı
o güzellikleri gezip görmeye, doyulmaz ovmaç çorbasını içmeye, fırın kebabını,
keşkeğini ve derdimi alan tatlısını yemeye davet ediyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Coşkuner. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili
Hüseyin Yıldız. Sayın Yıldız,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 217 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi ile ilgili Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle hepinizi şahsım ve
grubum adına saygılarımla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin bazı maddelerini iptal ettiği 2634 sayılı
Turizmi Teşvik Kanunu’nu çıkaracaksınız. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak,
grubumuzla bu Yasa’nın Anayasa’ya aykırılık taşımaması için turizm sektörünün
ve Türk milletinin üstün yararı doğrultusunda katkı vermeye çalışıyoruz, ancak
maalesef önerilerimize katılmıyorsunuz. Bu vesile ile turizm sezonunun
başlaması nedeniyle tüm turizm sektörüne bol kazançlı ve sorunsuz bir sezon
diliyorum. Türk turizminin
başkenti milletvekiliyim. Türk turizminin başlangıç noktası ve hâlen en fazla
yatak kapasitesine sahip ve turizmin her biriminde çalışmış, Alanyalı bir
milletvekiliyim. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Sayın Bakanım, sizden önceki Sayın Bakanımız, herkesin
bildiği gibi, her turizm sezonunun başında bir pot kırar, turizmde sıkıntılar
yaşanırdı. Allah’a şükür ki bugünkü Bakanımız böyle bir şey yapmamakta, bundan
dolayı da kendisine teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
sizden önceki bakanlar ülkemize gelen turist sayısını ve elde edilen döviz
miktarını söyleyerek ne kadar başarılı olduklarını her fırsatta dile
getirmekte, bir önceki sezonla, bir önceki hükûmetle
karşılaştırmalar yapagelmekteydiler. Umarım siz de
sadece rakamlar vererek değil, turizm sektörünün sorunlarını da çözerek
başarılarınızı anlatırsınız. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; turist sayısını ve gelirini artırmak için elbette yeni
tesislere de teşviklere de ihtiyaç vardır ancak var olan, yatırımları yapılmış,
tamamlanmış, faaliyette bulunan tesislerimizin sezonlarını uzatacak tedbir ve
teşviklerin alınması daha kolay ve sonucu daha hızlı alınabilecek teşvikler
olabilecektir. Turistik tesislerimizin teşviki turizm çeşitlemeleri için
yapılmalıdır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; var olan turizm tesislerimiz ve turizmle ilgili tüm
sektörler sorunlar yumağıyla uğraşagelmektedirler.
Turizm Bakanlığımız ise ya sorunları tam bilmemekte ya da ilgililer sorunları
size tam iletmemektedirler ya da biliyor, çözmüyor veya çözemiyorsanız daha bir
yanlış içerisindeyiz. Diliyorum ki Sayın Bakanlığımız birinci noktadadır. Değerli
milletvekilleri, çok geç olmadan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlık
turizmin sorunlarına mutlaka el atmalıdır çünkü ülkemizin cari açığının
kapatılmasında turizm gelirlerinin ne kadar önemli olduğunu sayın bakanlar
sayılar vererek ifade etmektedirler. Turizm sektöründe sorunlar tam, doğru ve
gerçekçi olarak tespit edilememektedir. Turizm sorunlarının tespitinde
uygulanan yöntemler gerçek sorunların ifade edilmesini engellemektedir. Sayın
Bakanın turizm bölgelerini ziyaretinde, o bölgenin milletvekilleri, o bölgenin
siyasetçileri, o bölgenin bürokratlarıyla beraber yapılan ziyaretlerde ve
panellerde, turizm sorunlarının konuşulduğu toplantılarda turizmcilerin
sorunlarının tümünü Sayın Bakanlığa, Sayın Bakana ve bürokratlara tam olarak
anlatmadığını bilen birisiyim çünkü turizm yöresinde yaşıyorum, maalesef
gerçeğimiz budur. Sayın Bakanımıza bu sorunları gerçekçi bir şekilde anlayabilecek
metotları mutlaka uygulaması gerektiğini anlatmak istiyorum. Sektör
ilgililerinin ve tüm ilgili bürokratların, medyanın önünde, sektör
çalışanlarının, sektörle ilgililerin sorunları anlatmadığını, anlatamadığını…
Sayın Bakanın, tabiri caizse, tebdili kıyafet ederek sektör ilgilileriyle bire
bir mutlaka görüşüp gerçek sorunlarını öğrenmesi gerekmektedir. Bu sorunları
öğrendiği takdirde, Sayın Bakanlığımızın parasız çözebileceği ve sektörün
uğraştığı pek çok sorun vardır, küçük rakamlarla da çözülebilecek sektör
sorunları vardır. Biz, umuyor ve diliyoruz ki Bakanlığımız bunu göz önüne alır
ve ilgili çalışmaları bu şekliyle yaparlar. Değerli
milletvekilleri, turizm sektörümüzün en önemli sorunlarının başında güvenlik
gelmektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu güvenlik sorunlarıyla ilgili, turizm
bunu çok daha fazla yaşayabilmektedir, yaşamaktadır. Yine, en önemli
sorunlarımızdan birisi yoldur. Hâlâ, toz toprak içerisinde yollarda
turistlerimiz gezebilmektedir. Bütün turizm bölgelerimizde su sorunu vardır.
Özellikle Antalya bölgesinde elektrik çok büyük bir problemdir. Elektrik sorunu
sürekli turizmcileri rahatsız etmektedir. Günün herhangi bir saatinde kesilen
elektriğin turistler tarafından nasıl karşılandığını, orada yaşayanların ya da
bu sektörde çalışanların bildiğini ifade etmek istiyorum. Bölgemizin, özellikle
Antalya’nın ve turizm bölgelerinin elektrik sorununun mutlaka çözülmesi
gerektiğini Sayın Bakana arz etmek istiyorum. Yine, en önemli sorunlarımızdan
birisi kanalizasyon ve arıtmadır. Değerli milletvekilleri,
turizm bölgelerimizde, maalesef, kanalizasyon ve arıtma, turizmimizi baltalayan
en önemli nedenlerden bir tanesidir. Bunun detayını Türkiye Büyük Millet
Meclisinde ifade etmek istemiyorum, elbette, ülkemizin rakipleri var turizm
sektöründe. Eğer, Sayın Bakanım lütfederlerse, davet ederlerse, kendilerine,
özellikle Antalya bölgesinde yaşamış olduğumuz bu arıtma ve kanalizasyonla
ilgili bilgileri aktarmak isterim. Değerli
milletvekilleri, yine, turizm sektöründe, eğitimli ve sertifikalı eleman sorunu
vardır. Ülkemizde, yüzde 80 civarında, turizm sektöründe çalışanların
sertifikasız ve eğitimsiz olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Tabii ki, turizm
sektöründeki alanın çok kısıtlı olması, zamanlama açısından, çalışacak
insanların bu alana gelmesinde büyük engeller ortaya çıkarmaktadır. Ülkemizde
var olan, turizmle ilgili okulların toplam yıllık mezun sayısı 8 bin
civarındadır. Ancak, her yıl turizm tesislerine katılan tesislerde çalışmak
üzere 15 bin civarında eğitimli, kalifiye elemana ihtiyaç vardır. Bu noktada da
yine turizm meslek yüksekokulları ya da liselerinin sayısının artırılarak
kalifiye elemanın, eğitimli elemanın turizm sektörüne kazandırılması
gerektiğini ifade ediyorum. Yine, atık
suların deşarjında yağ tutucuların bulunmaması nedeniyle özellikle
sahillerimizin kumlarının geriye gelmediğini ve kıyılarımızda, sahillerimizde
ciddi bir taşlaşma olduğunu ifade etmek istiyorum. Denetimlerde bu yağ
tutucuların mutlaka temin edilmesi ve bu noktada önlem alınması gerektiği
kanaatindeyim. Değerli
milletvekilleri, mevcut olan turistik tesislerimizle daha çok gelir elde
edebilmek için gelir seviyesi yüksek turistlerin tercih ettiği bir ülke ve
turizm bölgesi yaratmamız gerekmektedir. Dolayısıyla bunun için de herkesin
bildiği, hepimizin yaşadığı sorunları mutlaka çözmemiz gerekmektedir.
Turizmimizdeki arz-talep dengelerinin yine bilimsel bir şekilde takip edilmesi
ve süreklilik arz etmesi, uygun politika ve stratejilerin geliştirilmesi
fiyatlardaki düşüşü önleyecek ve sektörün kârlılığını artıracaktır. Sayın Bakanım,
Manavgat Ticaret Odası, şahsıma göndermiş olduğu yazıda, Manavgat’ta bulunan
dört yüz civarındaki turistik tesisin yine sahillerde şezlonglar için
kullanmakta olduğu ve ecri misillerini ödediği alanlar dolayısıyla mahkemeye
verildiği ve açılan davalardan dolayı turizm yatırımcılarının iki yıla kadar
tecilsiz hapis cezası almaya başladıklarını ifade ediyor. Diliyorum ki, bununla
ilgili bir çözüm yolu bulursunuz. Ülkemize turizmle ciddi katkıda bulunan
Manavgat turizmcilerinin bu sorunlarını da mutlaka çözeceğinizi ümit ediyorum. Değerli Bakanım,
az önce ifade etmeye çalıştığım turizm sorunlarının yerinde tespit edilmesi
noktasında… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun.
HÜSEYİN YILDIZ
(Devamla) – …şahsınızın, yerinde hem turizm işletmeleriyle hem de turizmle
ilgili diğer sektörlerdeki yaşanan sorunları yalnız başınıza, bire bir, muhatabıyla
araştırarak, öğrenerek sorunları çözme noktasında olmanızı diliyorum. Çünkü hem
ticaret sektöründe hem de otel işletmeciliği sektöründe ve eğlence sektöründe
ciddi problemler vardır. Bizlerin yapabileceği küçük yasa değişiklikleriyle o
vatandaşlarımızın, ülkemize ciddi döviz kazandıran turizm işletmecilerimizin sorunlarının
çözüleceği kanaatindeyim. Çünkü şahıs olarak da kendim turizmin her alanında
çalıştım, sorunların neler olduğunu da biliyoruz. Ancak, maalesef yasa
noktasında sıkıntıları var turizm sektöründeki vatandaşlarımızın. Umuyor ve
diliyorum ki bu noktada hassas olursunuz ve ülkemize ciddi döviz kazandıran
turizm sektörüne destekleriniz artar. Hepinize teşekkür
ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Yıldız. Şahısları adına ilk söz Uşak Milletvekili Nuri Uslu’ya
ait. Buyurun Sayın
Uslu. (AK Parti sıralarından alkışlar) NURİ USLU (Uşak)
– Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Turizmi Teşvik
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış
bulunuyorum. Şimdi bir şeyi
itiraf etmek istiyorum: Bu kanunun ta başından beri dikkatle dinliyorum.
Özellikle muhalefet partisinden olan sözcü arkadaşlarımızın konuşmalarından
şöyle bir şey çıkardım: Şimdi, hiç kimse turizme karşı değil, herkes turizmin
gelişmesini, turizmin yaygınlaşmasını istiyor. Turizm şu kadar istihdam
sağlıyor, turizm için, şu kadar işte ekonomimizde gelir getiriyor, artırmalıyız
diyoruz, turist sayısını artırmalıyız diyoruz. Peki, beyler,
nasıl yapacağız bunu? AHMET ORHAN
(Manisa) – Hükûmet bulacak onu! NURİ USLU
(Devamla) – Ormanları kapatacaksınız, kıyıları kapatacaksınız, çevre ve orman
değeri olan güzellikleri kapatacaksınız. Dünyanın taa
öbür tarafından kalkıp gelen turistler, Konya’nın bozkırlarına mı gidecek,
Muğla’nın, Marmaris’in güzelliklerine mi gidecek? Ben, bunu soruyorum size.
Bunu kafanızda bir kere çözmeniz gerekiyor. RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – İnsanlar çöllere de gidiyor! OKTAY VURAL
(İzmir) – Ormanı nereden ithal edeceğiz? NURİ USLU
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, şimdi, Turizmi Teşvik Kanunu’nda yapılan
bu değişiklik… OKTAY VURAL
(İzmir) – Kumara da izin verin o zaman! NURİ USLU
(Devamla) - Bakınız, Anayasa Mahkemesi, özellikle burada, ormanlarla ilgili
olan bölümde “Ormanlarda üstün kamu yararı vardır, Anayasa’nın 169’uncu
maddesine göre de ormanlar korunmalıdır...” Buna hiç kimsenin itirazı yok ancak
ormanlar da bu milletin bir değeridir. Ormanlarımızı, kıyılarımızı, bu doğa ve
çevre yönüyle değerli olan yerlerimizi değerlendirmeyelim mi, bunların
karşısına geçip seyir mi edelim? Koruma-kullanma dengesi içerisinde buraları
turizme açmamızda ne zarar var Allah aşkına? Dünyanın her tarafında böyle değil
mi, İspanya’da, Portekiz’de, Fransa’da, Yunanistan’da böyle değil mi? Buraları
hiç gidip görmüyor musunuz siz? Şimdi, Anayasa
Mahkemesi, şu yönden bunu iptal ediyor, özellikle Milliyetçi Hareket
Partisindeki arkadaşlarımıza seslenmek istiyorum. OKTAY VURAL
(İzmir) – Genel Kurula hitap edin, Genel Kurula! NURİ USLU
(Devamla) – Bakın, buradaki iptal gerekçesi şu, diyor ki: “Orman alanlarını
turizme tahsis ederken Anayasa’nın 169’uncu maddesini dikkate alarak biraz
burada sınırlama getirmen gerekiyor, kriterler koyman
gerekiyor.” Doğru, gerçekten kriterler ve
sınırlandırmalar yoktu. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Sizdeki karar farklı mı? NURİ USLU
(Devamla) – Şimdi, bakın, bu kanunla işte o sınırlandırmalar ve kriterler geliyor. Nedir bunlar? Bir kere, orman
alanlarından turizme tahsis yapılabilmesi için kamu yararının var olması… Ve
zorunlu kıldığı hâllerde ancak ormandan tahsis yapabiliriz. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Başka karar mı var sizde? NURİ USLU
(Devamla) – Zorunluluk ve kaçınılmazlık hâllerinde ormandan tahsis yapabiliriz.
Olayları saptırmayın. Turizm tesisinin
bulunacağı alanın fiziki ve doğal durumu nedeniyle başka yer ve yerlerde yapılamaması
durumunda ancak ormandan tahsis yapabiliriz. Mesela jeotermal kaynakların
olduğu yeri turizme açmak istiyorsanız, jeotermal kaynağı kaldırıp oradan başka
yere mi götüreceksiniz? Tabii ki jeotermal kaynağın kenarında bunu açacaksınız.
Uygun ve yeterli
miktarda hazine mülkiyetinde arazi yok ise ancak ormandan tahsis
yapabilirsiniz, bakın bu çok önemli. OKTAY VURAL
(İzmir) – Kim dedi sana? NURİ USLU
(Devamla) – İl genelinde orman alanının ancak yüzde 1’ini geçebilecek kadar
ormandan tahsis yapabilirsiniz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Değişti, değişti. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Değişti o. NURİ USLU
(Devamla) – Turizme tahsis edilen alanlarda, bakınız, inşaat emsal değeri yüzde
30’a çekilmektedir. Ayrıca en
önemlisi ve özellikle, biz, Cumhuriyet Halk Partisindeki arkadaşlarımız ve
Milliyetçi Hareket Partisindeki, Tarım Orman Komisyonundaki arkadaşlarımızla
özellikle önerge verdik, dedik ki: “Turizme tahsis ettiğiniz alanın 3 katı
kadar alanda…” RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – 5 katı… NURİ USLU
(Devamla) – “…5 katı kadar alanda ve beş yıllık bakım miktarının da parasını
alınız.” dedik ve bu, bizim Komisyonumuzda kabul oldu. RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – 3’e düştü. NURİ USLU
(Devamla) – Ancak esas komisyonda, Bayındırlık Komisyonunda bunu 3’e
düşürmüşler. Çok da yanlış değildir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Uslu, devam edin. NURİ USLU
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bakınız, bir
fidanı -ben bir orman mühendisiyim- eğer üç yıl kontrol eder, bakım yaparsanız
ve bu turizme tahsis edilen alanın 3 katı kadar alanı da ağaçlandırmaya
ayırırsanız, zaten böylece “Ormanlar azaltılıyor.” fikrinin tam tersi, tahsis
edilen alandan üç katı kadar daha fazla alan ormana kazandırılıyor demektir. Bakın bu
tasarıyla hangi turizme izin veriliyor, bir de onları saymak gerekiyor: Sağlık
turizmine yönelik olan fizik tedavi tesisleri ve rehabilitasyon
merkezleri için, termal turizme yönelik termal kaynakların olduğu yerlerde, kış
turizmine uygun olan alan ve yerlerde, ekoturizme uygun
olan alan ve yerlerde, doğal, biyolojik ve ekolojik, tarihî, kültürel
değerlerin olduğu yerlerde ve kıyıdan başka yerde yapılması mümkün olmayan yat
ve kruvaziyer turizmi için ayrılan yerlerde
verilmektedir. Ayrıca, orman
alanlarından turizm için yapılan tahsislerin iptal edildiğinde Mayıs 2007’de… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uslu. NURİ USLU
(Devamla) – Teşekkür eder, saygılar sunarım. BAŞKAN –
Şahısları adına ikinci söz Edirne Milletvekili Cemaleddin
Uslu’ya aittir. Buyurun Sayın
Uslu. (MHP sıralarından alkışlar) CEMALEDDİN USLU
(Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın
milletvekilleri, görüşülmekte olan kanun tasarısının ilgili maddesi üzerine
şahsım adına söz aldım. Sizleri saygılarımla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, benim ailem Bulgaristan’ın Kırcaali
bölgesinden Keşan’ın Yayla köyüne, kuşbakışı Yine Edirne’yi,
tarihini bilenler bilir mutlaka. Edirne’de şu an güreşlerin yapıldığı, tarihî
Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı yerde eskiden padişahların av köşkü olan,
avlak yeri sayılan, bugünkü yöresel adıyla da “Tavuk Ormanı” denilen ciddi
büyüklükte bir orman var. Yine Edirne’den Havsa’ya
kadar yaklaşık 20-25 kilometrelik bir mesafedir. O günkü şartlarda Edirne’den Havsa’ya kadar tamamen ormanlık bir sahadan gidildiği ifade
edilir. Doğrusunu
söylemek gerekirse ormanlarımızı pek fazla sevmiyoruz. Bugünkü duruma
baktığımızda yakılan, yok olan, ortadan kaybolan orman miktarımızı
düşündüğümüzde gerçekten ormanları korumamız gerektiğini ifade etmemiz lazım. Tabii, bu yasa
mutlaka ormanları da koruyacak, turizmi de koruyacak çünkü turizm de ülkemiz
için çok önemli ama ortak bir yer bulmamız lazım ki hem turizm yönüyle
gelirimiz artsın hem de ormanlarımız zenginleşsin. Değerli
milletvekilleri, ben 3’üncü maddeyle ilgili Sayın Bakanıma bir sual
yöneltmiştim, bu Saros Körfezi’nin turizm değeriyle
ilgili. Doğrusu kendisine teşekkür ediyorum. Saros
Körfezi’nin gerçekten ele alınması gerekiyor ve Sayın Bakan da bunu ifade etti.
Ben, izninizle
hem Saros Körfezi’nin biraz önemini ifade etmek hem
de gerçekten Sayın Bakanlığın, değerli bürokratların da buna da ilgilerini
biraz daha artırmak istiyorum. Saros Körfezi
İstanbul’a göre, baktığınızda Saros Körfezi 2006
yılında kültür ve turizm gelişim bölgesi olarak ilan edildi ama o günden bugüne
herhangi bir çalışma henüz daha yapılamadı. Dolayısıyla
buraya bir el atılması lazım. Saros Körfezi’nin bir
bölümü Enez’in sınırları içerisinde bir bölümü de Keşan ilçesinin sınırları
içerisinde, mücavir alanı içerisinde yer almaktadır. Doğrusu buraya yaz
aylarında 200-250 bin nüfus gelmekte ve gerek Keşan’ın gerek Enez’in o az
şartlarında, az imkânlarıyla orada kalan insanlara hizmet üretilmeye çalışılmaktadır.
Dolayısıyla şu anlamda ifade ediyorum: Turizm bölgesi olarak ilan edilmesi
sebebiyle buranın öneminin biraz daha artırılması ve buraya birtakım
yatırımların yönlendirilmesi lazım. Bölgede Devlet Su
İşlerinin ve Köy Hizmetlerinin iki adet turizm anlamıyla tesisi vardı, kamp
şeklinde. Oraları da, ikisi de maalesef biri elden çıkarıldı, birisi de
bakımsızlıktan bugün harap hâlde. Dolayısıyla
turizm diyorsak, turizm olarak buranın biraz daha geliştirilmesi lazım çünkü Saros Körfezi gerçekten çok önemli bir yer. 144 çeşit balık
yetiştiriliyor Saros Körfezi’nde, 78 tür deniz
bitkisi, 34 tür sünger yetişiyor. Dolayısıyla, buranın bu
özelliklerinin yaşatılması lazım. Ama bilinçsiz avcılık -özellikle
balıkçılık yönüyle- korkarım burayı bir gün bitirecek. Yine burada su
altı sporculuğu, rüzgâr sörfü yapılıyor. Ve kendi kendini
yenileyen üç denizden bir tanesi Saroz Körfezi. Bu anlamda çok dikkat edilmesi
lazım. Ben Sayın Bakanıma sual olarak da bunu yönelttim. Bakış açısı
itibarıyla tekrar teşekkür ediyorum gerçekten. Burası acaba bir dünya cazibe
merkezi olarak geliştirilebilir mi? Yani burası ticari ölçekte, büyük ölçekte
balıkçılığa, avcılığa yasaklanarak sadece olta balıkçılığı ve amatör balıkçılık
olarak geliştirilebilirse, inanın bir cazibe merkezi olarak çok dikkat
çekecektir ve belki de dünyanın dört bir tarafından insanlar buraya gelecektir.
Bu, spor yönüyle de mutlaka buradaki ticari imkânlar da gelişecektir. O anlamda
belki de Saros’un Türkiye’de ama dünya üzerinde de
bir önemli merkez olmasını da sağlamış olacağız. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Uslu. CEMALEDDİN USLU
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu süre içerisinde Saros
Körfezi’nin önemini size biraz aktarmaya çalıştım. Çünkü Saros,
dediğim gibi, Edirne için çok önemli bir yer. Çünkü Edirne’nin yüzde 40 tarım
nüfusu, tarımla geçinen insan nüfusu, diğer sektörleri de buna kattığımızda
yaklaşık yüzde 60’ı, yüzde 70’i tarımla geçiniyor. Edirne merkezinde belki
kültür ve turizm, tarih ve kültür şehri olan Edirne’nin de özelliğini ortaya
koymamız mümkün. Ama bunun yanında, dediğim gibi, Saros
Körfezi’nin de bu özelliğini bir kez daha bilgilerinize sunuyorum. Hepinize teşekkür
ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uslu. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde soru-cevap işlemine başlıyoruz. Sayın Sipahi,
buyurun. KAMİL ERDAL
SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan,
biraz önceki, Çeşme Kruvaziye Liman Projesi’yle
ilgili sorumu yineliyorum. Bir konu daha
belirtmek istiyorum. Malumunuz, Bakırçay üzerine bir
Yortanlı Barajı inşaatı yapıldı. “Allianoi kenti”
diye bir kent üzerine bu baraj inşaatıyla ilgili sorunlar çıktı. Geçenlerde,
Sayın Çevre ve Orman Bakanımız o bölgede yaptığı açıklamada “Tetkik ettik,
tarihte Allianoi diye bir kent yoktu.” dedi. Yani bu Allianoi kenti-Yortanlı Barajı arasındaki ikilemin sonucu
ne olacak? Bölge halkı da merakla bekliyor, gerçekten büyük bir su problemi var
bölgede malumunuz. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Sipahi. Sayın Özçelik… OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Teşekkür ederim. Sayın Bakanım,
Siirt ilimiz Türkiye'nin ihmal edilmiş kentlerinden biri. Kentimizde sanayi
yatırımı hiç yok, çok güçlü hayvancılık potansiyeli de yayla yasağı nedeniyle
bitme noktasında, Siirt de fert başına düşen millî gelir açısından ve işsizlik
açısından en geri kalmış Afrika ülkeleri düzeyinde. Yalnız, kentimiz,
cami ve türbeleriyle çok yüksek bir inanç turizmi potansiyeli taşımaktadır, ne
yazık ki bu alanda da devletin herhangi bir yatırımı yok. Bakanlığınız
döneminde Veysel Karani Hazretleri Türbesi’nin
bulunduğu ziyaret beldesi ve Tillo diye bilinen
Aydınlar ilçesi, her yıl on binlerce yerli, yabancı ziyaretçilerin uğrak
yeridir, ancak her iki beldemizde de ziyaretçilerin konaklayabilecekleri bir
mekân bile yok. Siirt kentimizde
turizm yatırımlarını ve turizmi teşvik edici önlemler almayı düşünüyor musunuz?
Daha doğrusu istiyoruz. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Özçelik. Sayın Bulut,
buyurun. AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Bakanım, Balıkesir ili merkezinde yapımına çok önce
başlanmış, aynı şekilde Bandırma ilçesinde yapımına çok önceden başlanmış hâlâ
inşaatı durmuş vaziyette bulunan kütüphane binaları vardır. Bandırma’da,
çevresinde koruma tedbirinin de alınmadığı kuyuların bulunduğu, çivili
tahtaların bulunduğu, çocukların oynadığı bir ortamda bu inşaatların bir an önce
bitirilmesi konusunda gereken tedbirin alınmasını düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Doğru,
buyurun. REŞAT DOĞRU
(Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Tokat ili
Sulusaray ilçesi tarihî eser kalıntıları üzerine yerleştirilmiş bulunan bir
ilçedir. Tarihî eserlerden dolayı sit alanı olarak da geçmektedir, insanlar
burada evlerine tamir yapamıyorlar, dükkânlarını tamir yapamıyorlar. Buralarla
ilgili bir çalışma var mıdır veyahut da ne zaman çalışma yapılacaktır? Ayrıca, Erbaa-Horoztepe mevkisinde de aynı şekilde bir görüntü arz
ediliyor. Bu noktalarda da Horoztepe mevkisi de
kapalı bir durumdadır. Burası ne zaman hizmete açılacaktır? Bu noktada bilgi
almak istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Doğru. Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
Türkiye'nin en uzun sahillerinden birisine sahip olan Adana’nın Karataş ilçesi,
güneşi, kumu, denizi ve diğer turizm alanlarıyla turizm açısından en önemli
yatırım bölgelerimizden bir tanesidir. Özellikle yerli turistler yazın çok
yoğun ilgi göstermekte ve nüfusu da yüz binleri aşmaktadır. Bundan dolayı, Karataş ilçemiz, ne yazık ki,
âdeta işlenmemiş bir inci hüviyetindedir. Çünkü, Karataş’ın duble
yol yapımının bitirilmesi için ek ödenek gerekmektedir. Yine, Karataş’ın
merkezinde açılan kanalizasyon sisteminin ıslahı için de ödenek gerekmektedir. Yine, kentin batı
yakasında ise yüzlerce dönüm sahil kısmı ve çevresi caretta
caretta’ların yumurta bıraktığı gerekçesiyle, haklı
olarak, doğal koruma alanı olarak ilan edilmiştir ve yine aynı bölge de sit
alanı olarak ilan edilen yasaklı bir bölge konumundadır. Doğu sahillerinin
bir kısmı ise askerî çıkarma bölgesi olmasından dolayı halkın kullanımına ve
yatırımına kapalıdır. Yerli ve yabancı
yatırımcı için cezbedici özelliklere sahip olan
Karataş ilçemiz, az önce özetlediğim bu nedenlerden dolayı, gereken turistik
yatırımları ne yazık ki alamamaktadır. Bu durum bölgenin bakir ve atıl
kalmasına, sosyal, kültürel ve ekonomik yönden de geri kalmasına sebep
olmaktadır. Bu çerçevede
sormak istiyorum: 1) Karataş’ın az
önce ifade etmeye çalıştığım özelliklerinden ve geleceğe dönük cazip yatırım
imkânlarından haberiniz var mıdır? 2) Haberiniz var
ise, yıllardan beri bizzat yaşanan bunca sorunu çözmek için neler yapmayı, ne
gibi çözümler üretmeyi düşünüyorsunuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –Teşekkür
ederim. Sayın Nalcı,
buyurun. KEMALETTİN NALCI
(Tekirdağ) – Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Bakanıma,
Tekirdağ’la ilgili bir soru yöneltmek istiyorum. Tekirdağ,
bilindiği gibi, İstanbul gibi büyük bir metropolün
hemen yakınında hem turizme hem sanayiye cevap veren bir yerleşim yeridir. Fakat, iç turizme yönelik bir turizm olduğu için, daha
doğrusu yazlık turizmine yönelik, buralarda, Tekirdağ bölgesinde turizmi teşvik
edecek çalışmalar var mı? Varsa ne zaman bu işlemlere başlanacak? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Nalcı. Sayın Bakanım,
soru sorma işlemi tamam, cevap verebilirsiniz. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; önce,
arkadaşlarımızın turizmi çeşitlendirme konusunda, her birisi kendi yöresindeki
potansiyeli öne çıkarma konusunda bir gayret sergilediğini görüyorum, bundan
mutluluğumu ifade etmek istiyorum. Bizim de esas amacımız zaten, Türkiye’de bu
deniz, kum, güneş üçgeninin dışında çok büyük bir potansiyelin olduğunun kendi
insanımıza ve dünyaya duyurulmaya çalışılmasıdır. Sayın Tankut “Bunlardan haberiniz var mı?” dedi. Aşağı yukarı
saydığınız her şeyden haberim var fakat bir eksiğimiz var: Yeterince bunları
karşılayacak ve kısa vadede çözümleyecek paramız yok, onu üretmeye çalışıyoruz.
Yani bu potansiyeli geliştirmeye, yeni alanlar geliştirmeye, yeni konaklama
tesisleri açmaya, Türkiye’ye daha çok insan ve daha yüksek gelirli insan
getirmeye ve böylece elde ettiğimiz geliri tekrar bu alana dönüştürmeye
çalışıyoruz. Arkadaşlarımız
konuşmalarında söylediler. Türkiye’ye gelen sayısına oranlı biçimde -baştan
itibaren bu yakınma var, ben de paylaşıyorum- yüksek gelir elde etmiyoruz.
Çünkü en ucuz turizm, deniz, kum, güneş turizmi. Bu saydığınız alanlara
girdiğimiz zaman, yani kruvaziyer turizmi Çeşme’de.
Çeşme, deniz turizminden yararlanmaya başladı ama kruvaziyer
limanı diyeceğimiz bir liman yok. İzmir’de yok, Çeşme’de yok. Bu, planlarımızdan, arayışlarımızdan birisi. İstanbul aynı
sıkıntıyı yaşıyor, Çanakkale aynı sıkıntıyı yaşıyor. Bizim 2023 strateji
belgemizde ve 2007-2013 eylem planımızda çeşitli yat limanları ve kruvaziyer limanları öngörüyoruz. Çünkü bu alanlarda gelen
turistler tıpkı termalde gelenler gibi, tıpkı golfe
gelenler gibi, tıpkı kayağa gelenler gibi deniz kıyısına gelenlerden daha
yüksek gelir bırakıyorlar. Yani biz, ülkemizin değerlerinin, ülkemizin
imkânlarının daha yüksek gelir grupları tarafından tanınması -pazarlamak
tabirinden sakınmaya çalışıyorum- bilinmesi, faydalanması ve böylece
Türkiye’nin de yüksek gelir elde etmesi niyet ve gayretindeyiz. Sayın Özçelik arkadaşım Siirt ile ilgili söyledi. Ben, Doğu’nun
ve Güneydoğu’nun, değerli arkadaşlarım, ciddi bir turizm potansiyeli olduğuna
gerçekten çok inanıyorum. İlk gittiğim, göreve başlar başlamaz yirmi dört saat
içinde gittiğim ilk Tarihî Kentler Birliği Toplantısı Urfa’da yapılıyordu -ben
henüz görevi devralmamın üzerinden yirmi dört saati doldurmamıştım- o vesileyle
o konuyu konuşmaya başladık ve o gün bugün ilgim sürüyor. Mardin’in,
Urfa’nın, Zeugma’nın, Gaziantep’in -demin arkadaşlarım söylediler- yukarıya
giderek Van’ın, Siirt’in, Bitlis’in, Hakkâri’nin, Berçelan
Yaylası’nın, bütün bu alanların gerçekten bu coğrafyaya barış gelmesi şartı
altında, bu coğrafyada güvenliğin sağlanması, bu coğrafyada birbiriyle
dayanışma içinde, birbiriyle kardeşlik içinde yaşayabilecek insanların o ortamı
hissetmeleri şartı altında iç turizmin de dış turizmin de büyük bir potansiyel
olarak, bir kalkınma potansiyeli olarak var olduğuna inanıyorum. Bu
temel şartımızdır. Çünkü kolay ulaşım istiyor turist, güvenli dolaşım istiyor. Kolay ulaşım, doğrudan ulaşım ve güvenli dolaşım olmadığı zaman siz
hangi türbeyi, hangi ören yerini, hangi dağ başını, hangi güzellikte donatmaya
çalışırsanız çalışın, o geri dönüşü, ekonomik olarak geri dönüşü biraz uzun
vadeli bir yatırıma giriyor ki turizm sektöründe yatırımı biz yapmıyoruz esas
itibarıyla, biz yol gösteriyoruz, biz kolaylık sağlıyoruz ve özel sektör
yapıyor. Şimdi, bu sayılan
yörelerde bir konaklama tesisimiz yok, dedi arkadaşım. Konaklama tesisini artık
devlet yapmıyor. Devlet, konaklama tesisi yapılacak kolaylıklar sağlamaya
çalışıyor, oraya özel sektör yapıyor. Özel sektör de güven arıyor ve geriye
dönüşü biraz hızlı olan alanlar arıyor. Bunlar hepinizin bildiği noktalar ama
tekrar dikkatinize paylaşmak istiyorum. Balıkesir’le
ilgili, müzede bir çalışmamız var. Ben Balıkesir Müzesi’nin önemini biliyorum.
Balıkesir’in Kuvayımilliye tarihindeki önemini çok
iyi biliyorum ama biraz eksik ve biraz ağır gidiyor, bunları biliyorum.
Balıkesir Kütüphanesi’yle ilgili iyi şeyler duydum yakında, bilgilerimi kontrol
edeceğim çünkü sizin söylediğinizle farklı. Genel olarak
inşaatlarla ilgili şöyle bir sorunumuz var: Türkiye’de gerek kütüphane gerek
kültür merkezi… Arkadaşlarım, geçmiş yıllarda maalesef biraz plansız bir hizmet
dağıtımı olmuş. Yani ihtiyacı olmayan… Ben, şimdi, geçen haftalarda gittiğim
bir ilde 1.500’ün altına nüfusu düşmüş bulunan bir ilçede kültür merkezi
bitmiş, o kültür merkezinin oradaki o hâlini kullanma potansiyeli, taşıma
potansiyeli yok. Hükûmet binasını ve belediyeyi
planlıyoruz şimdi, onun içine ikisi birlikte girer mi, sığar mı diye. Ama öbür
tarafta, yanı başında il merkezinin de kültür merkezi yok. Şimdi, bir öncelik
sıralaması yapıyoruz arkadaşlarımızla -ki, her türlü yatırımla ilgili- en bitme
noktasına yaklaşmış olanlar ve en acil ihtiyaçtan aşağıya kaynakları sırayla ve
dikkatlice kullanmaya çalışıyoruz. Öteki birkaç
soruya… Galiba, aşağı yukarı yetti. Çok teşekkür
ederim, sağ olun. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakanım. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde önerge yok. 5’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir. 6’ncı maddeyi
okutuyorum: MADDE 6- 2634
sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 9- 24/11/2007 tarihinden önce, ön izin ve kesin tahsis
aşamasındaki orman sayılan yerlere ilişkin verilen izinlerden ilgilisinin otuz
gün içerisinde talepte bulunması halinde bu Kanun hükümlerine uygunluğu tespit
edilen tahsislere kaldığı yerden devam edilir. Birinci fıkrada
belirtilen tarihten önce Çevre ve Orman Bakanlığınca 6831 sayılı Orman Kanunu
hükümlerine göre verilen ön izinlere ait dosyalar bu madde kapsamında
değerlendirilmek üzere Bakanlığa devredilir.” BAŞKAN – Madde
üzerinde, grupları adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin
Milletvekili Vahap Seçer. Buyurun Sayın
Seçer. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi
hakkında, grubum Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay,
2008 turizm sezonunu Mersin’de açtı. Demek ki Mersin turizmde önemli bir
bölgemiz ve Sayın Bakan da bölgemizi önemsiyor. Ben, bu konuda, ilk
milletvekili olduğumda, ilk sözü, gündem dışı sözü bu konuyla ilgili almıştım,
inanç turizmiyle ilgili almıştım. Bölgemle ilgili birtakım görüş ve
düşüncelerimi buradan paylaşmıştım. Üzerinden yedi ay geçti bu bilgi
aktarımımın, görüşlerimi aktarmamın. Ama bakıyorum, özellikle bölgemde “2008
Saint Paul Yılı” ilan edilmişti, onu o konuşmamda aktarmıştım. Üzerinden yedi
ay geçti ama açıkçası istediğimiz, arzu ettiğimiz bir çalışma
gerçekleştirilemedi. Mersin ili,
hepinizin de bildiği gibi, turizme çok uygun coğrafi, tarihsel, kültürel, doğal
özelliklere sahip bir bölgemiz. Bunu burada sürekli tekrar etmenin bir anlamı
yok. Bunu Sayın Bakan da biliyor. Dolayısıyla 2008 yılındaki bu etkinliklerin,
haziran ayında başlayacak olan inanç turizmine yönelik etkinliklerin daha iyi
geçmesi, gelen konuklarımızın daha iyi ortamlarda ağırlanması, ülkemize turizm
geliri anlamında daha çok katkı yapması için oraya ivedilikle yatırımlar
yapılması gerekiyordu. Buradan, kürsüden Sayın Bakandan rica etmiştim ama
üzülerek söylüyorum, o günden bugüne istenilen aşamaya gelememiş durumdayız.
Diliyorum… Bu saatten sonra zaman daralmasına rağmen yine buradan Sayın Bakanı
uyarıyorum: Bu konuda lütfen ilgili olun, bu konuda hassas olun ve bölgeme
gerekli yatırımların yapılması konusunda talimatlar veriniz diye buradan
uyarıyorum. Değerli arkadaşlarım,
tabii ki bir yandan turizmin öneminden bahsederken, bir yandan turizmin
gelişmesine, kalkınmasına yönelik burada yasalar yaparken güzide turizm
bölgelerini de birtakım aldığımız yanlış kararlarla, yanlış uygulamalarla
turizm yapılamaz hâle getiriyoruz. Yine Mersin ilinden örnekler vereceğim.
Sayın Bakanın bu konuda bilgisi var. Mersin’de meslek odaları, sivil toplum
örgütleri bu konu için Sayın Bakanı ziyaret ettiler. Orada bir balık
çiftlikleri sorunu var. Orada on üç adet balık çiftlikleri kurulmasına yönelik
tahsisler yapıldı ve o güzelim sahilde, güzelim turizm kenti Mersin
sahillerinde bu balık çiftliklerinin ileride ciddi tahribatlara yol açacağını,
çevre kirliliği anlamında önemli tahribatlara yol açacağını ben düşünüyorum. Bu
konuda kendisinin tekrar buradan ilgisini rica ediyorum. Yine Mersin
ilinde nükleer santral konusu var. Tabii ki bu projeyi ortadan kaldırmaya veya
feshetmeye gücü yeter mi yetmez mi bilemiyorum ama bunu da turizmi baltalayacak
bir çalışma olarak ben değerlendiriyorum. Ayrıca, Tarsus’ta
kurulacak olan kimyasal katı atık bertaraf tesislerini de yine ileriki
dönemlerde turizm kenti Mersin ilinin turizmine balta vuracak birtakım projeler
olarak ben burada addediyorum. Değerli
arkadaşlarım, kanun tasarısının 6’ncı maddesiyle 2634 sayılı Turizmi Teşvik
Kanunu’na geçici madde ekliyoruz. Eklenen geçici maddeyle,
Anayasa Mahkemesinin aldığı iptal kararından sonra Resmî Gazete’de gerekçesini
yayınladığı tarih olan 24 Kasım 2007 tarihinden önce turizm tahsisi almış, ön
izin almış, Turizm Bakanlığından aldığım bilgiye göre toplam elli sekiz adet
tahsisin bu yasa maddesiyle yatırıma devam etmesinin yolu açılıyor, tabii ki bu
yasa hükümlerine uyması şartıyla, kaydıyla. Değerli arkadaşlarım,
bu yasa değişikliğini tekrar yüce Meclise getirme amacımız… Daha önce Anayasa
Mahkemesinin 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8’inci maddesinin bazı
bölümlerinde iptal kararından sonra böyle bir yasa değişikliğine ihtiyaç hasıl olduğu ortaya çıktı ve bu yasa değişikliği tasarısı
ilk olarak mensubu bulunduğum Tarım, Orman Komisyonuna geldi. Açıkçası, ben
orada görüşlerimi açıklarken bu yasa tasarısına karşı olmadığımı dile getirdim,
burada da dürüstçe ifade etmek istiyorum, çünkü ben de turizmi önemsiyorum.
Niçin önemsiyorum turizmi? Türkiye'de ciddi bir istihdam sıkıntısı yaşanıyor.
İşsizlik oranı resmî rakamlara göre yüzde 10 ama gerçekte, baktığınız zaman bu
rakamlar yüzde 20 civarlarına kadar yükseliyor. Hâl böyle olunca Türkiye'nin
yatırım yapması gerekiyor, Türkiye'nin istihdam alanları açması gerekiyor. Bunu
nasıl yapacağız? Sanayi devrimini ıskalamışız, bilişim
devrimini ıskalamışız. Elbette ki mevcut Türkiye koşullarında imkânımız olan,
coğrafi anlamda büyük imkânlar sağlayan, tarihî anlamda büyük imkânlar
sağlayan, kültürel anlamda büyük imkânlar sağlayan turizm konusunda
yatırımların bugün için hem hızı anlamında hem ivedilikle yapılabilecek en
kolay yatırımlar olması anlamında desteklediğim bir yatırım türü. Tabii ki
burada asıl sorun… Sayın Uslu az önce söyledi: “Muhalefet milletvekilleri,
aslında, çıkıyorlar kürsüye ‘Biz turizm yatırımlarına karşı değiliz.’ diyorlar
ama dönüyorlar muhalefet ediyorlar, muhalefet olduklarını iddia ediyorlar.” Ben
burada Sayın Uslu’yu rahatlatma anlamında… Evet, biz
Türkiye'de yatırımlara karşı değiliz, turizm yatırımına karşı değiliz ama
Türkiye'nin bu konuda şeceresi bozuk, siyasetçilerin, yürütmenin, Bakanlığın
şeceresi bozuk. Nedir? Doğal katliamlara göz yumduk, yandaşlarımıza birtakım
tahsisleri peşkeş çektik, yani tüyü bitmemiş yetimin hakkını götürdük ona buna
yedirdik. Burada sıkıntılar var. Bizim endişemiz, bizim korkumuz, yine böyle
bir anlayışın süregitmesi. Hepimizin ortak sıkıntısı nedir? Tüm siyasetçilerin,
gerçekten halkını düşünen, dürüst davranan bütün siyasetçilerin ortak şikâyeti
nedir Türkiye'de? Türkiye'de olan yolsuzluklardır. Hani “hortumlar” diyoruz ya,
2 inçlik hortumları kesiyoruz, 5 inçlik hortumlar bağlıyoruz. Sıkıntı burada.
Bunları ortadan kaldırmanın yollarını arıyoruz. Tabii, bunlar iyi dileklerle de
olmuyor, yasalarla yapılması gerekiyor, yasalarda açık kapıların bırakılmaması
gerekiyor. Anayasa Mahkemesi bunu niye bozdu? Diyor ki: Sen çerçeveyi
çizememişsin. Hangi alanları, hangi şartlarda turizme tahsis edeceksin, bunu ortaya
çıkar, bunu ana hatlarıyla belirle. Sen, yasamanın yetkisini yürütmeye
veremezsin. İki dudağının arasında Sayın Bakanın, onun asaletine bağlı, onun
basiretine bağlı. Kimlere, hangi şartlarda, nasıl tahsis verecek? Elbette ki, tabii
ki mevcut Bakanımıza karşı yöneltilmiş bir suçlama değil, ben bu
değerlendirmeleri genel anlamda yapıyorum. Onun için, elbette, Sayın Uslu,
yatırımlara karşı değiliz ama ülkemizde gerçekleştirilen bu anlamdaki talanlara
karşıyız, soygunlara karşıyız, istismara kesinlikle ve kesinlikle karşıyız.
Bakın, birkaç örnek vermek istiyorum. Son günlerde Pina
Yarımadası’nda izinsiz dolgu yapıldı iskele yapma amacıyla. Sayın Bakanımın da
bilgisi vardır bu konuda. Bakıyorsunuz, basından takip ediyoruz, ufak tefek cezalarla
bu geçiştiriliyor ve ilginç olan, bu firmaya turizm katkı ödülü veriliyor.
Sizin de bilginiz var, sizi de hayrete düşürdü bu haber. Biz bunları
anlayamıyoruz. Sultanahmet’te Four Seasons Oteli, onu da
biliyorsunuz, tarihi eser üzerine ek inşaat yapılıyor. Türk Mühendis ve Mimar
Odaları Birliği bu konuda dava açıyor, nazım imar planı değişikliğiyle ilgili
dava açıyor, Danıştay 6. Dairesi bunu durduruyor, yürütmeyi durduruyor ama
bakıyorsunuz, inşaat devam ediyor. Sayın Bakanın açıklaması: “Bilgim var.
Büyükşehir Belediye Başkanına ve Eminönü Belediye Başkanına talimat verdim, bu
konuyla ilgilenecekler.” diyor. Şimdi, burada, kurumlar arasında bir iletişim
bozukluğu var, bir uyum bozukluğu var. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Seçer, devam edin. VAHAP SEÇER
(Devamla) – Yani bir tarafta, af buyurun, değerli yöneticilerimiz, değerli
idarecilerimiz, değerli bakanlarımız var ama diğer tarafta bu işi suiistimal
eden, bu işi görmemezlikten gelen, bazı nedenlerden görmemezlikten gelen
kurumlarımız da var, belediyelerimiz de var. Bu kurumlar arasındaki uyumu da,
iletişimi de iyi sağlamamız gerekiyor. Yani basın olmasa Türkiye’deki doğal,
tarihi, turizm anlamındaki katliamları, suistimalleri
duymayacağız, görmeyeceğiz. Onun için Sayın Bakandan yine rica ediyorum -yeni
işbaşına gelmiş bir Bakandır- bundan sonraki çalışmalarınızda, lütfen, bu
konuya önem verin, bu konuyu dikkate alın. Bir komisyon kurun, bir tim kurun ve
gerçekten ülkemizin doğal zenginliklerini, tarihî güzelliklerini para uğruna, rant uğruna katleden bu insanların tepesine sizler çökün
lütfen. Değerli
arkadaşlarım, bu yasa tasarısı belli ki yüce Genel Kuruldan geçecek. Diliyorum
Anayasa Mahkemesi bunu bozmaz, yasalara uygun bulur ve ülkemizin turizminin
geleceği anlamında büyük katkılar sunar. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Seçer. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu.
Buyurun Sayın Tanrıkulu. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, madde, esasen, tüm tasarının içinde Anayasa Mahkemesinin iptal
gerekçesini tek karşılayan madde olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki: “24
Kasım 2007 tarihinden önce, ön izin ve kesin tahsis aşamasındaki orman sayılan
yerlere ilişkin verilen izinlerden ilgilisinin otuz gün içerisinde talepte
bulunması hâlinde bu Kanun hükümlerine uygunluğu tespit edilen tahsislere
kaldığı yerden devam edilir.” denmektedir. Değerli
milletvekilleri, bu madde kapsamına giren 66 adet parsel bulunmaktadır ve
tasarı kanunlaşıp yürürlük kazanırsa 66 adet parselden 11 adedi kış ve termal
turizmi alanında kalması nedeniyle tahsis işlemi kaldığı yerden devam
edecektir. Geriye kalan 55 adet parsel veya yatırım Bakanlığımız tarafından
tekrar incelenecek ve bir karara bağlanacaktır. Komisyon
çalışmalarında Sayın Bakanın vermiş olduğu bilgiye göre, bu parseller hakkında
etraflarındaki alan büyüklüğü, altyapı yeterliliği ve arazinin topoğrafik yapısı gibi kriterler
çerçevesinde uygun hazine arazisi olup olmadığına ilişkin mülkiyet
araştırmaları da yapılacaktır. Tabii, bizlerin dileği ve beklentisi, bu kriterlerin tamamının ciddi bir biçimde
gerçekleştirilmesidir. Bu altmış altı parsel dışında, Çevre ve Orman Bakanlığı
tarafından ön izin verilen ve yine bu tasarıdan etkilenecek olan turizm
nitelikli on iki parsel daha bulunmaktaydı. Bu parsellerin de durumu yine
komisyonda görüşülerek mağduriyetlerin giderilmesi bakımından verilen önerge
doğrultusunda bu tasarının kapsamına alınmıştır. Şimdi değerli
milletvekilleri, geçtiğimiz yıllar içerisinde gerçekleştirilen bütün turizm
şûralarında da dile getirildiği gibi küreselleşme, turizm sektöründe yeni
tanım, kural ve uygulamalara da neden olmaktadır. Turizmi değiştiren ve
etkileyen bu yoğun etkilere baktığımız zaman, artık turist tipi değişmekte,
talep çeşitlenmekte, tarih, sanat, doğa gibi birtakım özel alanlara yaşlılar
veya engelliler gibi özel ihtiyaçlı gruplara da kapsam genişletilmektedir.
Turizmin işleyişinde artık bir ortak mevzuat birliğine gidilmektedir. Ticari
yapılanmada çok ulusluluk hâkim olmakta, yerel, bölgesel ve uluslararası iş
birlikleri de her geçen gün artmaktadır. Birlik içinde, uluslararası entegrasyon içinde çeşitlilik de hâkim olmakta ve ülkeler
turizm açısından birbirlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Etkin turizm
işletmeciliğinde alt yapı, teknoloji ve insan gücü eş güdümünün gerekliliği de
artık anlaşılmıştır. “Turizm etiği”
diye bir kavram vardır ve bu kavram, sadece ulusal değil, uluslararası
değerlerle de bağlantılı hâle getirilmiştir. İşte, bütün bu kriterler çerçevesinde ülkemizdeki duruma çok yakından bir
bakarsak, ülkemiz, turizm gelirlerinden yeterli pay alamamaktadır. Bunun için,
hem uluslararası oluşumlara hem yan organizasyonlara daha aktif olarak
katılımın sağlanması gerekmektedir. Biraz önce belirttiğim değişen turist profiline uygun olarak turizmin geliştirilip
çeşitlendirilmesi ve bütün yıla yayılması gerekmektedir. Dünya Turizm Örgütü ve
diğer uluslararası turizm kuruluşları ile hem iş birliğinin geliştirilmesi hem
de gelişen turizm politikalarının gündeme taşınması ve ülkemiz mevzuatı içinde
de değerlendirilmesi gerekmektedir. Biz etrafımıza baktığımız zaman, maalesef
bölgesel ve komşularımızla yeterince iş birliğine gidemiyoruz. Bunun
sağlanabilmesi için Bakanlık, bölgesel kalkınma ve dayanışma içinde komşu
ülkelerle iş birliğini de artırmalıdır. Yerel zenginliklerin ve kaynakların
ortaya çıkarılmasında -hep söylediğimiz ve teşvik ettiğimiz- vakıf, dernek,
birliklerin daha çok katılımının sağlanması gerekmektedir. İşte bu uygulanacak
politikalar, bir yandan çevre, bir yandan kültür ve turizm sektörüyle iş
birliği içinde olmalı ve bütün bunların ortaklaşa çalışmasıyla da hayata
geçirilmelidir. Değerli
milletvekilleri, turizm, toplumsal kalkınmanın itici gücüdür ve hem istihdam
yaratma kapasitesinde hem de etkin olarak kullanılması yönünde baktığımız
zaman, özellikle kadın ve genç işsizliğin önlenmesinde bu sektörün gelişme
potansiyelinden yeterince faydalanamıyoruz. Bunun üzerinde de dikkatlice durup
çalışmamız gerekmektedir. Bir diğer konu,
ülke çapından yerele nasıl politikalarımızı ve icraatımızı indirgememiz
gerektiği. Yerelde yaşayan insanlarımızın mutlaka ama mutlaka
turizm yönetimine katkısı sağlanmak zorunda. Planlama ve uygulama
aşamasındaki katılım ile gelir artırıcı tedbirlerin de alınmasında o zaman
etkinlik sağlanabilir. Turizm artık
teknolojiyle yapılıyor. Teknolojik girdiler yoğun bir şekilde kullanılıyor ve
insan kaynağı ile teknolojinin bir arada koordinasyonuna da ihtiyaç bulunuyor.
Özellikle bu sektörde çalışan insanlarımızın hem mevzuatta ve hem de yeni
teknolojiler kullanımı konusunda sürekli eğitilmesi gerekiyor. Değerli
milletvekilleri, tabii ki her sektörde olduğu gibi turizm alanında da bu biraz
önce söylediğim yeni teknoloji diye adlandırabileceğimiz gelişmeleri dikkatlice
gözlemlemeliyiz. Başarıyı da tabii ki elde edebilmemiz için bu teknolojilerin
takibinde ve kullanımında etkin olarak bulunmalıyız. Konaklama tesislerinin pazarlaması,
örneğin, bu iş için en çok kullanılabilecek bir alan. Ülkemizde de
henüz daha, yaygın şekilde kullanılmayan ve genel olarak bütün sistemlerin daha
aktif tanıtımında ve satışında kullanılabilen küresel dağıtım sistemi dediğimiz
sistem ülkemizde de yaygın bir şekilde kullanılabilinir diye düşünüyoruz. Tabii
bu amaçla işletmeler bir araya getirilebilinir, kullanım konusunda teşvik
verilebilinir ve bu alana da yayılınması
sağlanabilir. Hem yerel hem ülke çapında -tabii ki uluslararasını da katarsak işin
içine- görsel ve işitsel medyanın da bizim tanıtımımızda kullanılmasında ve
geliştirilmesinde fayda vardır diye düşünüyoruz. Değerli
milletvekilleri, bu yönüyle baktığımız zaman, Türkiye’nin hem doğal kaynakları,
tarihî dokusu, kültür ve tabiat varlıklarıyla önemli bir turizm potansiyeline
sahibiz. Bu potansiyelimizin daha çok ortaya çıkarılması ve
değerlendirilmesi ve daha yüksek gelirli ve verimli bir sektör hâline
getirilmesi mümkün. İşte yukarıda
biraz önce belirtmeye çalıştığım bu politikaları yapabilmemiz için projeli
yaklaşım esasına dönmemiz gerekmekte. Her sorun, belli bir proje büyüklüğünde,
kamu ve özel sektör ile sivil toplum örgütlerine açık, katılımcı ve yarışmacı
bir yapı içerisinde ele alınabilinir. Arkeolojik ve doğal sit, rekreasyon alanları, seçkin peyzaj merkezlerinin korunması,
geliştirilmesi gibi alanlarda bilişim ve geometrik teknolojilerden
yararlanabiliriz. Şimdi geliyoruz
en önemli konuya. Bu projeleri yapacağız ama finansman ihtiyacımızı nasıl temin
edeceğiz? Tabii ki Bakanlığımızın ve sektörün kaynaklarının yanı sıra Birleşmiş
Milletler, Dünya Çevre Örgütü, Avrupa Birliği veya Dünya Turizm Örgütü gibi
benzeri kuruluşlar ve fonlardan da faydalanmak mümkün. Bunları yaparken
orijinal proje olması bakımından -akla ilk gelebilecekler- kültür ve tabiat
varlıklarının özgün ortamlarda sergilenmesine yönelik “tematik sergiler”
dediğimiz sergileri hemen ilk akla gelip uygulayabileceğimiz projeler olarak
söyleyebiliriz. Yine, bazı sanat
ve kültür varlıklarımızın hem sanal ortamda hem gerçek ortamda
canlandırılmasını -ki bu, animasyon ve simülasyon diye
tabir ediliyor- daha yaygın hâle getirmemiz mümkün. Değerli
milletvekilleri, İnternet de artık bu çağda çok sık kullanılıyor ve İnternet’in
hızlı ve kolayca erişimini sağlayacak, kurumsal, dikey turizm portallarını da devreye sokmamız mümkün. Bunların bir kısmı
hâlihazırda bazı üniversitelerimizde kullanılabiliniyor. Biz de eğer bu
üniversitelere biraz daha destek ve teşvik verirsek bütün sektöre yaymamız
mümkün olabilecek. Sayın
milletvekilleri, görüleceği üzere turizmin gelişmesi, uluslararası pastadan
daha fazla pay alınabilmesi için önümüzde daha yapılacak çok ama çok işler var.
Gerek benim burada… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Tanrıkulu. AHMET KENAN
TANRIKULU (Devamla) - …bir kısmını dile getirdiğim, bir kısmını da sektörün
sürekli her ortamda belirttiği bütün sorunlara yapıcı bir şekilde çözüm bulmak
zorundayız. Bizler ne kadar çok çözüm üretirsek ve bunu hayata geçirebilirsek
inanıyorum ki hep bir adım önde olabileceğiz. Esasen, bütün turizmcilerimizin
isteği ve yaklaşımı da budur. Ülkemizin turizmin her çeşidinde büyük bir
potansiyeli vardır ve bu potansiyele sahip olamayan diğer ülkeler sahip olmak
için çok ciddi uğraşlar da vermektedirler. Bizler de bunun için, mevcut
potansiyeli ortaya çıkartmak için eli kolu bağlı durmamamız gerekir diye
düşünüyorum. Biz, turizmi
uluslararası alanda daha ileri seviyelere taşıyacak her türlü çalışmaya, bundan
sonra gelebilecek olan bütün çalışmalara doğru ve yerinde olmak şartıyla sonuna
kadar katkı sunmaya hazırız değerli milletvekilleri. Bu duygu ve
düşüncelerle tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler
Sayın Tanrıkulu. Şahısları adına
ilk söz Tokat Milletvekili Osman Demir’e aittir. Buyurun Sayın
Demir. (AK Parti sıralarından alkışlar) OSMAN DEMİR
(Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz aldım. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, tarihî tecrübeler, dış dünyaya kapalı ülkelerin geri
kaldıklarını, dış dünyaya açık ülkelerin ise geliştiklerini göstermiştir. Dış
dünyaya açıklık ve kapalılığın bir göstergesi de turizm hareketleridir. Turizm
hareketleri, bildiğiniz gibi, sadece bir insan giriş-çıkışı değildir, bir
ekonomik kaynak giriş-çıkışıdır, aynı zamanda kültür ve çeşitlilik
giriş-çıkışıdır. Bu anlamda baktığımızda, Türkiye'nin 2006 yılı turizm
gelirlerinin gayrisafi millî hasılaya oranı önceki
seri millî gelire göre yüzde 4,2, yeni seri millî gelire göre yüzde 3,2’dir. Turizm
gelirlerimizi ihracata oranladığımızda yaklaşık yüzde 34’tür. Yani ihracat
gelirlerimizin yüzde 34’ü kadar turizm gelirimiz vardır. Turizm
gelirlerimizi ithalata oranladığımızda bunun payı da yüzde 12,1’dir. Bu da şu
anlama gelmektedir: İthal ettiğimiz malların parasal değer olarak yüzde
12,1’ini turizm gelirleriyle finanse ediyoruz demektir. Bilindiği gibi,
ödemeler bilançosunun çok önemli iki kalemi vardır:
Birisi cari işlemler dengesi, diğeri de finansman dengesidir. Türkiye’de,
maalesef, uzun yıllardır cari işlemler dengesi açık vermektedir. Bu açık
finansman dengesindeki fazlayla kapatılmaktadır. Cari işlemler dengesindeki
açığın en önemli sebebi dış ticaretten kaynaklanan açıktır. Bu açık, cari
işlemler dengesi bütün olarak ele alındığında düşmektedir. Bu düşüşün en önemli
sebebi de hizmet dengesindeki fazladır. Bu hizmet dengesindeki fazla, turizm
gelirlerinden kaynaklanmaktadır. 2006 yılında
Türkiye'nin turizm geliri 16,9 milyar dolardır, turizm giderimiz ise 2,7 milyar
dolardır. Bunları karşılaştırdığımızda, turizm hizmetlerinden 14,2 milyar dolar
gelir fazlamız vardır. Bu, sevindirici bir faktördür. Türkiye'nin yükselmekte
olan bir ekonomiye sahip olduğunu dikkate alırsak -yükselen ekonomiler
içerisinde yer alıyoruz bilindiği gibi- dövize ihtiyacımızın ne kadar önemli
olduğunu çok iyi anlarız. Şimdi, dünyadaki
yerimiz nedir, bir de ona bakalım: Dünya Turizm Organizasyonunun 2006 yılı
raporuna göre uluslararasında hareket eden turist sayısı 846 milyondur.
Türkiye’ye gelen yabancı sayısı ise 19,8 milyondur. Türkiye'nin dünyadaki payı
yüzde 2,3’tür. Fransa’ya baktığımızda bu oran yüzde 9,3’tür. Parasal değer
olarak bir karşılaştırma yapacak olursak: Yine 2006 yılında dünyanın toplam turizm
geliri 733 milyar dolardır, Türkiye'nin payı ise 16,9 milyar dolardır. Yüzdeye
vurduğumuzda bu da yüzde 2,3’e karşılık gelmektedir. Fransa’nın payı yüzde
11,7’dir, Türkiye'nin payı yüzde 2,3, Fransa’nınki 11,7. Fransa, Türkiye’den
daha fazla cazibesi olan, daha fazla coğrafi güzelliği olan, daha fazla tarihî
birikimi olan bir yer olarak söylenebilir mi Türkiye’mizle
karşılaştırdığımızda? Hayır, söylenemez. O zaman, yapmamız gerekenler var, bu
alanda yapılması gerekenler var demektir. İşte, bu açığı kapatmak amacıyla
Turizmi Teşvik Kanunu’nda bir değişiklik yapılmaktadır. Amacımız, kesinlikle
orman arazilerimizi talan etmek değildir, turizmden gelir sağlayacağız diye
doğal kaynaklarımızı talan etmek, har vurup harman savurmak değildir. Hiçbir
milletvekili, aklının ucundan bile bunu geçirmez. Nitekim,
bu kanun tasarısı, bilindiği gibi, önce Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonunda, daha sonra… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Demir. OSMAN DEMİR
(Devamla) – …Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda görüşülmüştür,
buralarda ciddi katkılar sağlanmıştır. Şimdi, sadece katkılar sağlanmakla
kalmamış, ormanlarımızı koruyucu, hatta geliştirici önlemler alınmıştır.
Bunlara bir bakalım: Üç tane koruyucu ciddi önlemimiz vardır, bunlardan biri:
Nerede bir turizm yatırımı yapılacaksa ve bu turizm yatırımının yapılacağı yer
orman arazisinden alınacaksa, bu, o ilin orman arazileri toplamının -bu
verilecek alan, tahsis edilecek alan- yüzde yarımını geçemez, daha azı tabii ki
olabilir. Birinci koruyucu önlem budur. İkinci koruyucu
önlem: Tahsis edilen alanın ancak yüzde 30’una inşaat verilebilmektedir. Bin
metrekare bir alan veriliyorsa, 300 metrekaresine tek katlı inşaat yapılacaksa
inşaat yapılabilmektedir, iki katlı inşaat yapılacaksa 150 metrekaresine inşaat
yapılabilmektedir, üç katlı olacaksa 100 metrekaresine inşaat yapılabilecektir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Demir. OSMAN DEMİR
(Devamla) – Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Şahısları adına ikinci söz, Balıkesir Milletvekili Ahmet
Duran Bulut’a ait. Buyurun Sayın
Bulut. (MHP sıralarından alkışlar) AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın 6’ncı maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye Balıkesir’in
Havran ilçesinde taş ocağı kurmuş vatandaş. Her taraf bembeyaz, zeytin
ağaçları, evlerin çatıları… İnsanlar çamaşırlarını asarlar, ertesi gün plaka
hâline gelmiş çamaşırlar. Akciğer kanserinin had safhada olduğu, insanların
tedirgin olduğu, rahatsız olduğu… Konuyu gündeme getirdiğimiz hâlde, zeytin
ağaçlarının içerisinde, Zeytin Kanunu’na rağmen bunlara ruhsat veren yetkililer
kim? Bunlara müdahale etmeyen kaymakam, vali ne yapıyor? Cumhuriyet savcıları
bu konuda ne diyor? Zeytin ağaçları
arasında altın arama izni veriliyor. Zeytin ağaçları, 3 bin ağaç kesiliyor,
alan olduğu gibi tahrip ediliyor. Ne için? Çıkan altının
yüzde 2’si devlete, yüzde 98’i şirkete. Böyle bir yasa olur mu değerli
vekiller? Yer altı kaynağımız, zenginliğimiz, evet
altınımız değerlensin, 5 milyar dolar biz Almanya’ya her sene para ödemeyelim.
Ama çıkan altın bu milletin olsun. Kim bu şirketler? Yağmalanıyoruz. Önüne
gelene ülkede şimdi ruhsatlar veriliyor, altın aramalarla, diğer maden
aramalarla ilgili. Turizm merkezlerini perişan ediyorlar. Balıkesir bu anlamda
çok rahatsız bir il. Şimdi, Gönen, bildiğiniz gibi, kaplıca cenneti olan
bir yer. Birçoğumuz, yaşlılarımız, gençlerimiz oraya giderek bu kaplıcalardan
faydalanmıştır. Binlerce insanımız oraya gelmekte, bu sağlık turizminden
faydalanmaya çalışmakta. Yine bir kurul, bir bakanlık, çimento fabrikası için
oraya ruhsat vermiş. Şimdi, çimento fabrikasının tozu, dumanı Gönen’e yağacak.
Sayın Bakanım, bu konularda bakanlıklar arası bir komisyon kurulsun. Bir
bakanlık kendi çıkarına, kendi konusuna uygun konularda yetki verebilir, ama
diğer bakanlığın alanına girdiğinde, diğer konuda o bölgeye zarar vereceğini
düşünerek bu komisyonlar marifetiyle bunlara onay verilmeli. Bayındırlık
Bakanlığı onay veriyor, mahkemeye şikâyet ediliyor, mahkeme iptal ediyor, Çevre
Bakanlığından gidip onay alıyor. Çevre Bakanlığının onayı tekrar mahkemeye
veriliyor, aylarca sürüyor. Ama tesis orada yağmalamaya, orayı batırmaya devam
ediyor. O iptal oluyor, ondan sonra belediye buna ruhsat veriyor. Yani, böyle,
birinin yaptığını biri bozan ama bir türlü, sahipsiz… Bize emanet edilmiş,
gelecek nesillere sağlam teslim etmek zorunda ve sorumluluğunda olduğumuz bu
doğayı koruma noktasında üzerimize düşen görevi yapmıyoruz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Bulut. AHMET DURAN BULUT
(Devamla) – Yine Balıkesir bir turizm… Sadece Balıkesir değil, ülkemizin hemen hemen her yerinde turizm ülkemizin dışarıya açılan
penceresi. Arkaik Çağ’dan kalma tarihî zenginliklerimizi, kültürel, folklorik
zenginliklerimizi, Türkiye’ye gelen herkesin şaşırdığı, heyecanlandığı bu
kaynakları dünyaya tanıtma noktasında Körfez Havaalanı’nın mutlaka ulaşıma
açılması gerekiyor benim ilimde. Benim ilimde, Ayvacık-Küçükkuyu
yolunun bir an önce yapılması, İstanbul-Edremit hattının süresinin kısaltılması
gerekiyor. Çanakkale asma köprüsünün mutlaka hayata geçirilmesi, Avrupa’nın
İzmir’e, Ege’ye ulaşımının, Türkiye’ye ulaşımının kolaylaştırılması gerekiyor.
Ormanların turizm amaçlı, ormanların maden amaçlı, ormanların şu bu amaçlı
tahsisine hepimiz karşı çıkmak durumundayız. Ormanlar bizim
değil, ormanlar bu milletin. Milletin temsilcileri olarak mutlaka bunlara sahip
çıkmamız gerektiğini belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bulut. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde soru işlemine başlayacağız. Yalnız çok fazla
soru sormak isteyen arkadaşımız olduğu için arkadaşlarımıza birer dakika süre
vereceğim. Buyurun Sayın Ertemür. ALİ RIZA ERTEMÜR
(Denizli) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istediğim iki
sorum var. Sayın Bakanım,
biliyorsunuz, Pamukkale dünya kültür mirası olarak insanlığın hizmetine sunulmuştur.
Ama, ne yazık ki, bugün Pamukkale ciddi anlamda
sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Özellikle girişindeki Kocaçukur
tabir edilen bir proje vardı özel idare tarafından ve Bakanlığınız tarafından
yapılan ve ne yazık ki trilyonlar harcanan bu proje, bugün buranın bataklık ve
mezbelelik bir hâl aldığını gördük. Çok ciddi paralar harcanarak bu proje
yapılmak istenmekteydi, ama ne yazık ki yarım kaldı. Biliyorsunuz, bu proje
kamuoyunda da valimizi görevden aldırmıştı bu projeyle ilgili ve aynı zamanda
da Karahayıt beldemizde uzun zamandan beri söz edilen
termal kaplıca sağlık projesi… BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Ertemür. Sayın Doğru… Yok. Sayın Torlak… D. ALİ TORLAK
(İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’un bu döneminde gelecek turistin sadece
kara yolu ve hava yoluyla geleceği düşüncesi hâkim. Ancak, bu dönemde yat, gemi
ve muhtelif deniz araçlarıyla gelecek bir büyük potansiyel de olacağı göz ardı
edilmemelidir. Gelecek tüm deniz araçlarının bağlama yeri, çekek yeri ve
marinaların yeterli olmayacağı da kesindir. Bu sebeple, İstanbul’da bağlama
yerleri, çekek yerleri ve marinalarla ilgili sayıların yükseltilmesi için
Bakanlığınız ve Ulaştırma Bakanlığı arasında ivedi olarak bir planlamanız var
mıdır? Varsa bu bölgeler nerelerdir? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Öztürk… ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) – Sayın Bakanım, İstanbul’daki Four Seasons Oteli, idare mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararı
vermesine rağmen devam edilecek mi? Birinci sorum bu. İkinci sorum: Bu,
Silifke-Aydıncık bölgesindeki balık çiftliklerinin turizmi engellediğini
düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz? BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Öztürk. Sayın Çöllü... HÜSNÜ ÇÖLLÜ
(Antalya) – Kaş-İnceboğaz’daki 44-45 parsellerde
bulunan 180 dönümlük alanın sit kararının kaldırılmasıyla ilgili bir başvuru
yapıldığı duyumunu aldık. Böyle bir başvuru var mıdır? Varsa, başvuruyu yapan
kimdir? Bu alanda kimler ne yapmak istemektedir? Bir proje var mıdır? Hangi
gerekçeyle bu talep gündeme gelmiştir? Ne karar verilmiştir? İkinci sorum:
Antalya’da geçen turizm döneminde elektrik kesintileri nedeniyle ciddi sorunlar
yaşanmıştı. Turizmi olumsuz etkileyen böyle kesintilerin yaşanmaması için bu
sene ne gibi çalışmalar yapılmıştır? Üçüncüsü de,
Bodrum’da dalış turizmine hizmet veren çok önemli bir turizmin ayağı söz
konusudur. Dalış turizminde olmazsa olmazı basınç odalarıdır. Bodrumdaki basınç
odasına hizmet veren sağlık birimleri, doktorlar başka yerlere atanmış, yerine
yeni doktorlar getirilmemiştir. Bu konuda bir girişim yapıp, kaybolan,
performans kaybeden Bodrum dalış turizmine katkı sağlamayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Emek… ATİLA EMEK
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan, seçim bölgem Antalya’da hafta sonu turizm
işletmecileriyle yaptığım görüşmelerde Manavgat’tan başlayarak Antalya, Kemer,
bütün bölgelerde, ecri misil ödenen şezlong ve şemsiye konulan yerlerle ilgili
olarak cezai kovuşturmalar başladığı, on iki tane davanın sonuçlanıp mahkûm
olduğu, sektör temsilcilerinin çok kaygı içinde, diğer seri davaların gelmekte
olduğu durumunu gördüm, paylaştık. Bu konuda
Bakanlık olarak ne düşünüyorsunuz, nasıl bir çözüm önerisi yapacaksınız? Teşekkür ederim BAŞKAN – Sayın
Varlı... MUHARREM VARLI (Adana)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
Adana ili Kozan ilçesine bağlı Dilekkaya köyü
Anavarza Kalesi’nin sit alanı içerisinde bulunmaktadır. Bu köylüler, sit alanı
ilan edildiği için, kendi avlularına, kendi evlerine dahi bir şey yapmakta sıkıntı
yaşamaktadırlar. Bu köylülerimizin mağduriyetini gidermek için bir iyileştirme
yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
Buldan, buyurun. PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde güvenlik gerekçesiyle yakılan
ormanlarımızın, yine maden arama gerekçesiyle tahrip edilen ormanlarımızın
olduğunu biliyoruz. Gerekçesi ne olursa olsun ormanlarımızın yakılmasına
karşıyız. Ormanların korunması konusunda her türlü tedbirin alınması
gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle, güvenlik gerekçesiyle ve maden arama
gerekçesiyle kesilen ve tahrip edilen ormanlarımızın yerine, yani boş kalan o
alanlar yerine… O alanları nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
Uslu, buyurun. CEMALEDDİN USLU
(Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
kısa bir sorum var yine. Hazinenin mülkiyetinde olup da çeşitli turizm
faaliyetleriyle değerlendirilebilecek yerlerin bir tasnifi yapılmış mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uslu. Sayın Bulut,
buyurun efendim. AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Bakanım, turistik tesislerin önlerinde demirden iskele
yapılması yasaktır. Dolayısıyla, deniz kenarında, tesislerin önünde demir
iskele yapmış olanlar büyük cezalar ödeyerek bu iskeleleri kestirmekte,
kaldırmaktadırlar. Bu konuda ancak ahşap iskeleye izin verilmektedir. Ahşap
iskele göllerde ancak dayanabilir. Denizde ahşap iskele olmaz. Bu konuda karar
veren kurum -zannediyorum- yetkilileri göl kenarında yetişmiş insanlardan
oluşacak ki, denizin deliliğine, dalgasına ona dayanacak iskele çeşidi
konusunda yeterli bilgiye sahip değiller. Sayın Bakanım, sahillerimizde
turizmin canlanması için, turistlere iyi hizmet verilmesi için demir konstrüksiyonlu, izinli iskeleler yapılması konusunda
Bayındırlık Bakanlığı ile bir diyaloğa geçilirse, bu
düzenleme yapılırsa iyi olur diye düşünüyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Özdemir,
buyurun efendim. HASAN ÖZDEMİR
(Gaziantep) – Sayın Bakanım, 1980’li yıllardan itibaren ülkemizde turizm
sektörü verilen teşvikler sayesinde gelişmiştir. Bu teşviklerin büyük bölümünün
sahil kent kesimine verildiği malumlarıdır. Bölgede kültür turizminin
geliştirilmesi için turizm yatırımları ve kültür yatırımları için teşvik yasası
çıkarılmalıdır. Bu, yalnızca ilimizde değil, bölgemizde işsizlik sorununu da
ortadan kaldıracak ve sosyal sorunlara çare olacaktır. Gaziantep ve Hatay,
Şanlıurfa, Adıyaman, Mardin, Antalya, Antakya illerinde sağlanacak
koordinasyon… Bölgenin kalkınması turizmle olabilir. Bu bölgenin en önemli
sorunu da işsizliktir. Bu bölgeye teşvik vermeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler. Son soru, Sayın
Hıdır, buyurun efendim. MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – Sayın Bakanım, özellikle Bodrum Devlet Hastanesinde basınç odasının
bulunduğunu söylemek isterim kendi bölgem olması sebebiyle ancak oradan
herhangi bir şekilde deniz altı su hastalıkları, vurgun uzmanı doktor doğuya
tayin edilmemiştir. Bu, sadece vurgun yiyen bir hastanın ortaya attığı asparagas haberden ibarettir. Bunu biliyor muydunuz? Arz ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Bakanım,
cevap hakkı sizde. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim. Bir dakika kırk
iki saniyede mi cevap vereceğim? BAŞKAN – Hayır
efendim, çok sual olduğu için süre tanıyacağım size. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Peki, çok teşekkür ederim. Pamukkale’de
ciddi çalışmalar yaptık bu geçen dönemde. İlk arkadaşımdan başlayarak
söylüyorum. Özel idareyle Bakanlık arasında yeni bir anlaşma yaptık ve Denizli
kamuoyuna da yansıdı, umarım siz de görmüş ve duymuşsunuzdur. Ciddi bir gelir
kaynağı üretmeye çalıştık. Pamukkale, UNESCO dünya mirası listesinde en başta gelen yerlerden
birisi. Çevreyi bütünüyle koruma altına aldık.
Bir tel çit yapıldı. Kocaçukur’da, Karahayıt’ta, bütün öteki alanlarda iyileştirme
çalışmalarını ben yakından takip ediyorum. Bu… ALİ RIZA ERTEMÜR
(Denizli) – Kurbağalar yüzüyor şimdi. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Kurbağa yüzüyor ama,
şimdi, mesela -ben o tabirleri kullanmak istemiyorum- çevreden eskiden giren
birtakım daha büyükbaş yaratıklar girmiyor. Bu yıl içinde, bu yaz içinde
iyileştirmeler olduğunu hep beraber göreceğiz. Şunu bu vesileyle
söylemek istiyorum: Dünya Mirasları Listesinde dokuz yerimiz var, on sekiz de
aday yerimiz var. Hem bu aday yerlerin sayısını çoğaltmak hem miras listesine
daha çok yeri dâhil etmek amacında olduğumuzu söylemiştim. Şimdi, Maliye
Bakanlığıyla temas hâlinde, eğer arkadaşlarımız da, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri de yardım ederse, bu konuyla ilgili, sadece bu konuyla ilgili
bir özel fon yaratmaya, bir özel kaynak yaratmaya çalışacağız. Maalesef, bu
büyük arazili ören yerlerimiz -Hattuşaş buna benzer, Nemrut buna benzer- çevre
koruması son derece zayıf, her türlü yaratığın girebileceği, çıkabileceği,
ziyaretçi trafiğinin bile düzenlenmediği alanlardı bunlar. Çok ciddi önlem
almamız gerekiyor. Pamukkale bunların başında geliyor. Meraklanmayın, beraberce
iyileşmeyi göreceğiz. 2010’la ilgili,
Sayın Torlak arkadaşım, İstanbul’da… Çok katılıyorum. Tabii, İstanbul bu yıl
6,5 milyon civarında ziyaretçi aldı. 2010’da 10 milyona çıkması gibi bir
projemiz var ama ben bunun yetersiz olduğunu her vesileyle söylüyorum. Yani,
İstanbul gibi bir tarih ve doğa özelliği taşıyan kentin taşıyacağı rakam 6,5 da
değildir, bence 10 da değildir, çok daha yukarısıdır. Bunu Roma’ya bakarak
söylüyorum, Paris’e bakarak söylüyorum, Prag’a bakarak söylüyorum, çok daha fazlasıdır
ve bununla ilgili hava ulaşımı imkânlarını çoğaltmanın yanı sıra, tabii deniz
ulaşımı imkânlarını… İstanbul’a, çünkü kara ulaşımı nihayet sınırlıdır. Yani
İstanbul gibi bir coğrafyaya gelebilecek yeni yollardan çok yeni deniz yolları,
belki yeni hava yolları imkânı çoğaltmak gerekiyor. Bizim İstanbul’la ilgili,
Galata Kruvaziyer Limanı, İstanbul Haydarpaşa Kruvaziyer Limanı, İstanbul Ataköy Kruvaziyer
Limanı, Zeytinburnu Kruvaziyer Limanı ve çok daha
farklı yat limanı projelerimiz var ve bunlar üzerinde çalışıyoruz. Çok önemli
bir uyarıdır. Teşekkür ederim. Four Seasons’la ilgili bir arkadaşım sordu. Değerli
arkadaşlarım, gerek Four Seasons’la
gerek bütün öteki alanlarla gerek başka işleyişlerimizle… Biz yasalara, bu
yargı kararlarına fevkalade saygılıyız. Ben bu yargı kararı çıkar çıkmaz
arkadaşlarımı uyardım, yargı kararının gerekleri yerine getirilecek. Bunu orada
çalışan firma temsilcilerine de söyledim, ilgili yerel yönetim birimlerine de
söyledim. Bizden yargı kararını savsaklama gibi bir davranışa göz yummayı kimse
beklemesin. Ama şunu da söyleyeyim: Bir yargı kararı var. Bu konu artık yargıya
intikal etmiş. Yargının gösterdiği çerçevede yürüyeceğiz. Ben daha önce bu
konudaki görüşümü açıklıkla söyledim. Orada 17 dönüm arazinin üzerinde 15 dönüm
bir arkeolojik park üretiliyor. Bunu Türkiye’nin arkeoloji konusundaki önemli
bilim insanları önemsediler, 2010’da dünyaya sunabileceğimiz yeni bir alan
olduğunu söylediler. Ama sekiz ayak üzerinde de bir eklenti otel yükseliyor.
Sekiz ayak üzerinde eklenti otel yapılabilir. O yoğunlukta olur mu ve o
yükseklikte olur mu? Bugün benim önüme gelse ben o yoğunluğa ve o yüksekliğe
izin vermem. Ama başlamış, on yıldan beri gelen bir süreç var ve hukuk devleti
içinde, biz, artık, şimdi, taraflar arasında yargının vereceği kararı uygulama
noktasındayız. Balık çiftlikleri
konusunda daha önce Vahap Bey arkadaşım da söyledi,
Mersin’de… Türkiye’de, tabii, biz, bu koruma-kullanma dengesini bir yandan
ormanlarda bir yandan da işte üretim-verimlilik dengesini, oradan “üstün kamu
yararı” kavramına bir yol çizerek beraberce değerlendirmek ve üretmek
zorundayız. Şimdi, balık
çiftlikleri konusunda bir üretim, oradan işte iç piyasada ve dış piyasada bir
tüketim hassasiyeti talebi var, bir yandan da bizim, özellikle turizm
alanlarını, kıyılarımızı, turizmde geliştirmeyi amaçladığımız bölgelerimizi
-ki, Ege, Mersin bu açıdan özellik taşıyor- koruma hassasiyetimiz var. Ben bu
konudaki dikkatimi, duyarlılığımı Turizm Haftası açılışında hem yüksek sesle
Mersin’de söyledim hem araziyi yukarıdan gözlemeye çalıştım. Mersin’de baştan
sekiz yer planlanmıştı. Dört tanesi baştan karşı koyuşumuzla gündemden
düşürüldü. Dört yere indirgenmişti. Dört yerin üçüne itiraz ettik. Bir tanesi
de sınırları yeniden düzenlenmek kaydıyla olabilir gözüküyor şu anda bize.
Bizim Bakanlığımızın görüşü budur. Bu çerçevede dikkatimizi ve takibimizi
sürdüreceğiz. BAŞKAN – Sayın
Bakanım, yeterli süreyi verdim galiba. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Öyle mi? Arkadaşlarımızın soruları kaldı,
benim yüzümden değil. Yani teker teker sorulara yanıt
vermeye çalıştım ama. ATİLA EMEK
(Antalya) – Antalya önemli Sayın Bakan, Antalya’nın durumu son derece önemli.
Sektör sıkıntıda. Lütfederseniz cevabını bekliyoruz. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Ha Anatalya’da,
onu hemen söyleyeyim: Kaş’taki meseleyi inceleyeceğim, bilmiyorum. Antalya’da,
-bunu bir arkadaşım daha kürsüye getirdi- Adalet Bakanlığıyla temas içindeyiz.
Şimdi, son Ceza Yasası düzenlemesinde bu tür işler kabahatten cezaya dönüştüğü
için, maalesef mahkemeler oldukça ağır cezalar uyguluyorlar. Bu bilgileri
tamamen aldım. Adalet Bakanlığımızla sanıyorum bir maddeden ibaret bir
düzenleme getireceğiz yakında. Daha doğrusu, Adalet Bakanlığı getirecek, biz
yakından takip edeceğiz ve bu mağduriyetin ortadan kalkmasını sağlayacağız.
Konuyu biliyorum. HÜSNÜ ÇÖLLÜ
(Antalya) – Enerji kısıtlamalarıyla ilgili?.. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Enerji kısıtlamalarıyla ilgili konu Sayın
Başbakanın yakın takibinde, bizim dışımızda ve Enerji Bakanımız bu yaz böyle
bir sorun yaşanmaması için her türlü tedbiri aldıklarını söyledi. Bu bilgiyi
sizinle paylaşıyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Bakan. Madde üzerinde
bir önerge vardır, okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan
217 sıra sayılı Kanun
Tasarısına çerçeve 6’ncı maddesiyle eklenen geçici madde 9’daki “otuz gün”
şeklindeki ibarenin “doksan gün” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
BAŞKAN - Komisyon
katılıyor mu? BAYINDIRLIK,
İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükûmet katılıyor
mu? KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Efendim “otuz gün” burada karar verme süresi
değil, talepte bulunma süresi. savsaklama olmaması
için bu sürenin uzatılmasını doğru bulmuyor ve önergeye katılmıyoruz. Teşekkür ederim. OKTAY VURAL
(İzmir) – Gerekçe okunsun. BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Söz konusu süre,
Kanunla varılmak istenen amaç göz önüne alındığında yetersiz kalmaktadır. BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir. 6’ncı maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul
edilmiştir. 7’nci maddeyi
okutuyorum: MADDE 7- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan. Buyurun Sayın
Özkan. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının
7’nci maddesinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Bu yasa tasarısı
hazırlanırken ne yazık ki yerel yönetimlerden, turizm bölgelerinde yaşayan
halktan, sivil toplum örgütlerinden görüş alınmamıştır. Her yasada bunu
yapıyoruz. Yine, Ulaştırma Bakanlığının bir tasarısında, taşımacılarla ilgili,
kara taşımacılığıyla ilgili yasada da şoförlerden bir destek almadık. Bugün
Ankara’da Şaşmaz’da yaklaşık 5-6 bin şoför esnafımız
kontak anahtarlarını ellerine almışlar aynen şunu yapıyorlar: Kontak
anahtarlarını bizlere gösteriyor 5-6 bin insan. “Bu kontak anahtarlarını
akşamleyin televizyonlarda görmeyeceksiniz ama dalda kalan bir kediyi haftalar
boyunca izleyeceksiniz.” dedi o 7 bin şoför esnafı. Ruhsatlarını bize teslim
ettiler. Sayın Grup Başkan Vekilimiz Hakkı Suha Okay, Sayın Mevlüt Coşkuner, Sayın Atila Emek, Sayın
Sacid Yıldız, Sayın Nesrin Baytok
ve bendeniz o şoförlerimizin feryadını dinledik. “10 numara yağ yakıyoruz, 10
numara yağ.” diyor şoför esnafı. “Aracımıza mazot alamıyoruz. Eskiden derdik:
‘Nazar etme ne olur, çalış senin de olur.’ Çalışamıyoruz, nazara geldik. ’Yol
Ford’un, kuzu kurdun’ diyorduk; söylemiyoruz, Ford da sizin olsun yol da sizin
olsun. Çalışmak istiyoruz, çalışamıyoruz, iş bulamıyoruz. Ton başına kilometre,
taksimetre gibi bir fiyat oluştursun Sayın Bakanlık, biz çalışmaya hazırız.” Hepsinin -gidin
görün o 5-6 bin şoför esnafını- gerçekten saçları sakallarına karışmış, bir
haftadır aç susuz Şaşmaz’da kamyonlarıyla beraber
bekliyorlar. Meclisten gelecek bir söze... Sivil toplum
örgütü. Bizden bekledikleri sadece bu tonaj. “K1, K2 belgelerinden
vazgeçtik. Onları aldık, bir işe yaramıyor. Biz onlara kazık 1, kazık 2 dedik,
kömür 1, kömür 2 dedik ama bu sesimiz Mecliste duyulmuyor.” Onların sesini siz
Meclisteki değerli milletvekilleriyle paylaşmak istiyorum. Gerçekten aranızdan
bir heyet oluşturun, gidin. O insanların etrafını polis çevirmiş. Burdur’dan,
Uşak’tan, Yozgat’tan, Sivas’tan, Hakkâri’den, Diyarbakır’dan, Yalova’dan,
Türkiye’mizin bütün coğrafyasından 6-7 bin şoför esnafı orada sorunlarına cevap
bekliyor. “Açmazdayız.” diyorlar. Yine onlar “Ömür biter yol bitmez diyorduk,
ömrümüz de bitti, yolumuz da bitti, çalışma ortamı kalmadı; ne olur bizim
sesimize kulak verin.” diye feryat ediyorlar. Meclisin değerli
milletvekillerinden o şoför esnafının sesine kulak vermelerini istiyorum. Bana telefonlar
geliyor. Geçenlerde, Antalya’nın Küçükköy beldesinden
Murat Çağlayan diye bir vatandaşımız aradı “Aracıma 11 milyar ceza kesildi. Ben
vergiyi ödeyemedim, mazot parası yok cebimde, bir 5 milyar küsur kesildi,
arkasından bir 5 milyar küsur kesildi, 11 milyar.” diyor. Burdur’da Hacılar’dan K1 belgesini alamayan bir vatandaşımıza -bir
gün sonra K1 belgesini alıyor- 5 milyar 775 milyon lira ceza kesiliyor.
Milletvekili olarak bir radar cezası dahi vermek bizlerin gücüne gidiyor. 160
milyon lira, 200 milyon lira -yerine göre, hızına göre- hepimizin gücüne
gidiyor bu cezalar. O insanın, kamyonuna mazot bulamayan insanın, çocuklarının
nafakası için gece gündüz isimsiz kahraman olarak çalışan o şoför kardeşimizin,
o isimsiz kahramanların, hız kesenlerin bu feryadına lütfen kulak verin.
Gerçekten çok açmazdalar. “Gece gündüz çalışıyoruz, evimize ekmek
götüremiyoruz; bu cezalar nedir?” diyorlar. “Jandarmadan kaçıyoruz, devletin
jandarmasından kaçıyoruz, polisinden kaçıyoruz, yollarımızı değiştiriyoruz.” diyorlar.
Gelin, Antalya coğrafyasından Isparta Dinar yol kavşağına, bütün kamyonların
Dinar kavşağından Çay’a döndüğünü görürsünüz. Burdur’a gelin, yine Antalya
kavşağından gelen insanlarımızın şehir içine girişlerini görürsünüz. Nedir?
Çünkü kavşak noktalarında polis bekliyor, maliye bekliyor, jandarma bekliyor.
“Ceza vermekten usandık” diyor. Yetmiş beş yaşında Susuz Köyü’nde bir şoförümüz
“Dilim varmıyor söylemeye, 200 milyon lirayla Ankara’ya varıyorum, ruhsatın
arasında parayla, küçük küçük paralarla ilime
dönüyorum, bu benim gücüme gidiyor. Yetmiş beş yaşında ben direksiyon
sallıyorum, ama ne olursunuz bu feryadımızı dile getirin.” diyor. Turizm
yasasında bunları dile getiriyorum. Bu da bir iç turizm. Bu insanlar isimsiz
kahramanlar. Çalışmak istiyorlar ama alın terleri gerçekten o direksiyonun
simidinde kalıyor. Lütfen ona hep beraber kulak verelim, onların feryadını
gidelim Şaşmaz’da bir dinleyelim. Tasarıda, orman
sayılan yerlerin işletmeye açılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisi
ile Muğla, Antalya, Aydın bölgelerimizde bulunan koylarda, mavi yolculukların
önemli noktalarında, orman içi yürüyüş bölgelerinin en güzel köşelerinde
betonlaşma girişimlerinin arka arkaya geleceği açıktır değerli arkadaşlarım.
Tasarı, sağlık, termal, golf, kış, deniz, spor ve benzeri her türlü turizm
girişimcisinin isteğine uygun, geniş hâliyle istenilen her orman alanını
tesisleşmeye açma hakkını vermektedir. Mavi yolculuğun en güzel limanlarına ve
koylarına, yani o güzelliğin ortasına dev bir tesis yerleştirilebilecek, o
tablonun en güzel rengi olan yeşil ağaçlar o tesisler için yok edilecek. Doğal
örtünün yok edilmesi gibi geri dönülmez bir adımı telafi için, tasarıya “3 katı
kadar alanın ağaçlandırma bedeli ve ağaçlandırılan bu alanın üç yıllık bakım
bedeli” gibi bir ibarenin eklenmesine karşı söylenecek söz bulamıyoruz.
Önergemizde “Canı camız kaymağı isteyen cebinde dombayı taşır.” sözünü
hatırlatarak bunu beş yıla çıkaralım dedik, ama ne yazık ki AKP’nin oylarıyla
önergemiz kabul edilmedi. Zararın neresinden dönersen kâr anlayışıyla
yaklaştık, ama bu zarar… “Yaş kesen baş keser, yapmayalım.” dedik, ama bu
önergemiz ne yazık ki Komisyonda reddedildi. Yüz yıldan bugüne
gelen çam ağaçlarımızın yerine, benzer yasalar nedeniyle geleceğinden emin
olamayacağımız küçük fidanlar dikilmesinin öngörülmesi de bu hazin tabloyu
tamamlamaktadır. Bu anlamda, bu tasarı ile yüz yıllık ağaçların kesilmesine
neden olanlar bunun hesabını ve vicdani muhasebesini önce kendi çocuklarına ve
torunlarına karşı vereceklerdir. Tüm dünya çok iyi bilmelidir ki Marmaris,
Datça, Fethiye, Göcek, Gökova, Bodrum, Ortaca,
Dalaman, Alanya, Antalya, Manavgat, Sarıgerme, Demre
çam ağaçlarıyla, mavi yolculuk koylarıyla bugüne gelmiştir. Gelecekte bu cennet
köşelerde ortaya çıkacak beton yığınları turizm kalitemizi bu bakımdan aşağıya
çekecektir. Tasarının yasalaşması durumunda orman alanlarındaki tahsislere
yönelik sınırlayıcı yapı son derece kolaylaşacak ve tabiri caizse ormanlara
gözünü diken yerli ve yabancı yatırımcılar sıraya girecektir. Bu durum belki
bugün devletimizin kasasına sıcak para girişini sağlayacak ancak bölgemizin ve
ülkemizin doğal değerlerini büyük bir hızla kaybetmesine neden olacaktır.
Böylesine önemli alanlar yalnızca üç bakanlığın kararıyla ve Kamu İhale
Yasası’yla, Orman Yasası dışında tutularak tesisleşmeye açılmak istenmektedir
ancak yıllardır yaşamını buralarda sürdüren bölge köylüleri için kümese, eve,
koyun damına hiçbir şekilde yapılaşma izni verilmemiştir. Konu bu yönüyle de
eşitlik ilkelerine aykırı görülmekte olup gelecekte herkes için bu iznin
verilmesi gibi bir durum ortaya çıkarma ihtimalini de akla getirmek zorundayız.
Alternatif turizm
projelerine ve turizm çeşitliliğine ihtiyaç duyulması anlaşılabilir olmasına
rağmen, özellikle Antalya bölgesinde 700 bin yatak kapasitesine ulaşmış
binlerce tesisin yabancı turiste neredeyse bedava sunulur hâlde bulunuyor
olması unutulmamalıdır. Bugün Türkiye genelinde tesis anlamında arz-talep
dengesinde çok net bir arz fazlası mevcuttur. Eğer turizm
teşvik edilmek isteniyorsa öncelikle mevcut tesislerin kalitesinin artırılması
için teşvik uygulamaları, küçük işletmelerin butik tarza dönüşümünün gerçekleştirilmesi
gerekmektedir. Çok yerlerde
turizm beldelerimize göz dikildi. Antalya sınırlarındaki Neopolis
antik kenti, alageyik üretme çiftlikleri ve kentin tek kış turizm merkezi olan
Saklıkent’in hemen yanı başında Doyuran beldesinde dokuz taş
ocağı için ruhsat verilmesi buna örnek gösterilebilir. Doyuran halkı, Antalya
ayağa kalktı, milletvekillerimiz Sayın Atila Emek, o
dönemdeki Tuncay Ercenk, Nail Kamacı, Feridun Baloğlu o bölgede o insanların feryadına ses verdi, kulak
verdi, gördü. Her ne kadar Sayın Başbakan “Görmüyorlar, duymuyorlar,
konuşmuyorlar” dese de, gittiler o bölgedeki halkla gören göz oldu, duyan kulak
oldu, konuşan dil oldu ama ne yazık ki bu görmelerimizi, bu duymalarımızı… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Devamla) – …bu konuşmalarımızı Hükûmet
yetkilileri ne yazık ki görmedi çünkü biz görüyoruz değerli arkadaşlarım. Biz
çiftçinin, köylünün, esnafın, turizm beldelerinin gezeniyiz. Turizmi sadece
Antalya coğrafyası, Muğla coğrafyası, İzmir coğrafyası olarak değerlendirmemiz
de çok yanlış. Türkiye bir mozaik, tarihe ev sahipliği yapıyor, Selçukluya,
Lidya’ya, Frigya’ya, Fenikelilere ev sahipliği
yapıyor Türkiye'miz. Gidin Kars’ta Ani Harabeleri, Edirne’ye gidin Selçuklular,
o güzelim sanat eserleri, İstanbul’umuz, Burdur’umuz, Kybra’mız,
Burdur antik kentimiz, Burdur Müzemiz, Susuz Kervansarayı’mız.
Burdur’un öyle güzellikleri var ki bunu Antalya turizmiyle hâlâ buluşturamadık.
Bunları araştırmamız gerekiyor. O tur operatörleri… Sayın Bakanımız gitmiş…
Çektikleri zaman, Antalya’dan çıkıyor Muğla’ya veyahut da Pamukkale’ye ama bu
tur operatörlerini organize edip, o Sagalassos’umuzu,
dünyanın en büyük tiyatrosuna sahip Sagalassos’umuzu
bir görmelerini ben buradan yürekten istiyorum. Gerçekten dünyada eşi benzeri
yok, Efes’in 3 misli bir Sagalassos’umuz var. O şoförlerin
feryadına hep beraber bir kulak verelim değerli arkadaşlarım. Bu duygularla
tümünüze saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Özkan. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Münir Kutluata. Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Turizmi Teşvik
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 7’nci maddesi ile ilgili
olarak Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış
bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. Bu yürürlük
maddesinde söz almak niyetinde değildim ancak iktidar mensubu bir iki
arkadaşımın ifadesinden sonra söz alma mecburiyeti hissettim. Bir arkadaşımız
Milliyetçi Hareket Partisi sıralarına dönerek “Turizmden yana diyorsunuz ama
muhalefet ediyorsunuz.” dedi. Bu, turizmden yana olmak ne demek, onun üzerinde
biraz durmak istiyorum. Bir başka
arkadaşımız, turizm gelirlerinin, ihracat gelirlerinin yüzde 34’üne tekabül
ettiğini, ihracatın yüzde 34’ü kadar da turizm geliri elde edildiğini söyledi.
Bunu, tahmin ediyorum, bir övünç vesilesi olarak ifade etti. Esasen, bu tür
oranlamalar ve ifadeler, ihracatımızın durumunu ele verir, Türk sanayisinin
durumunu ele verir, bunlar övünülecek şeyler değildir, demek ki ihracatımız
yetersizdir. Bu arkadaşımızın, ayrıca, turizm gelirlerinin, ithalattaki farkın
ne kadarını karşılamaya gittiğini ve geriye 50 milyar dolarlık bir cari açık
tortusunun kaldığını bilmesini istiyorum. Dolayısıyla, Türkiye’nin ekonomik
yetersizliklerine turizmi çaredir diye göstermek, başından beri başvurulan bir
yoldur, hiç de sağlıklı bir yol değildir. Onun için, ben, turizm konusunda,
turizme destek olmak, turizmden yana olmak ne demek, onun üzerinde durmak
istiyorum. Efendim,
hepinizin bildiği gibi, turizm bir üst tüketim türüdür. Belirli harcamalardan
ve ihtiyaçların giderilmesinden sonra insanların başvurabildiği bir tüketim
türüdür. O hâlde, bir yönetim, turizm deyince önce kendi insanlarının, kendi
yurttaşlarının turizme katılıp katılamadığıyla yakından ilgili olmak
mecburiyetindedir. Eğer böyle bir hesap varsa, o ülkede turizm doğal seyri
içerisinde gelişir, yabancıya has yatırımlar, yabancıya yönelik yatırımlar,
yabancıya yönelik hazırlıklar olmaz. Almanya, Türkiye’den gelen Türkleri iyi
ağırlamak için, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan hatta,
Amerika, hiçbir tanesi, dışarıdan gelen turistleri iyi ağırlamak için özel
harcamalar yapmıyorlar, gayretler içinde değiller çünkü genel gelişmişlik
seviyeleri bu turizme hizmet verecek durumdadır. Dolayısıyla, fakir ülkelerin,
turizmden gelir elde edeceğim diye, turizmin ruhunu kavramadan, birtakım
devamlı tedbirler alıyor olması, sonuçta o ülkeye yarar sağlamıyor. Turist
gelsin diye yol yatırımı yapacaksanız, bu, turizmin bir maliyetidir. Turist
gelecek diye elektrik götürmek zorunda iseniz, elektriğinizi götürememişseniz,
bu, turizmden gelir elde etmek demek değil, bir maliyettir. Bunun için
havaalanı, bunun için eğitim, bunun için personel… Bunların hepsi maliyettir. O
hâlde genel olarak ülkenin gelişmişlik seviyesiyle ilgili değerlendirmeleri
sağlıklı yapmak lazım. Bir ülkenin dünyadaki siyasi varlığı ve etkinliği,
iktisadi varlığı ve etkinliği yetersiz ise o ülkeye gelen turistlerin ancak
Türkiye’nin yaptığı gibi ucuz dinlenme turizmi vesaire alanlarda, bu gibi
alanlarda özel avantajlar sağlamasıyla ilgilidir. Hepimiz biliyoruz ki,
Türkiye’nin teşviklerle sağladığı bu büyük, ciddi yatırımlar, gelen turistler
açısından fevkalade ucuz birtakım arz anlamına gelmektedir. Yani, bir başka
ifadeyle, ağırladığımız turistlerin çoğu kendi ülkelerinde bu tür otellerin
kapısından geçecek durumda değildir. O hâlde turizm politikalarımızı gözden
geçirmek gibi bir mecburiyetimiz var. Bu fakir millete
turizm çok yüksek maliyetlerle sunulmuştur. Önce, kamu kampları denilmiş,
yatırımlar yapılmış, iç turizmin gelişmesine hiçbir katkı sağlamamış, geliri
olan insanlarımızı oralara yönlendirmişiz. Sonra, yazlık konutlar demişiz,
sahillerimizi yağma etmişiz, yine turizme deva olmamış. Sonra, turistler için
yıldızlı oteller demişiz, bu yatırımları da yapmışız. Böyle üçlü bir yatırımla
Türkiye’ye bu işin bir maliyeti vardır. Onun için, şimdi
çıkarmakta olduğumuz, görüşmekte olduğumuz bu tasarı daha önceki Yasa’nın -Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilen- Türkiye’de ormanlarla ilgili hususunu
düzenleme amacı taşıyor. Ama, ormanların tahsisine
gelinceye kadar bu belki bir gereklilik olabilir, burada eğer millî
hassasiyetler muhafaza edilebilecekse gerekiyor olabilir, ama buna gelinceye
kadar turizmle ilgili yapacağımız çok işler vardır. Turizm
Bakanlığımızın derdi, sıkıntısı, yabancı turistlerin iyi ağırlanarak sadece
turizm geliri nasıl elde edilir olmamalıdır. Alman Hükûmetinin
turizmle ilgili sıkıntısı, Alman vatandaşlarının dünyada iyi turizme katılabilmesidir.
Türkiye’de bir Alman turistin ayağına taş takılsa, bu, Almanya’yı turizm
gelirinden çok fazla ilgilendirmektedir. O hâlde, Türk vatandaşlarının hemen hemen adını bildiği hiçbir ülkeye vizesiz gidemiyor olması
hem Turizm Bakanlığımızın takip etmesi gereken bir konu olmalı hem Dışişleri
Bakanlığımızın bir ihmali olarak değerlendirilmelidir. Onun için turizmi kendi
ülkesine, kendi insanına layık görmeyen hiçbir ülkenin turizmde sağlıklı mesafe
aldığı görülmemiştir. Daima turizm bu ülkelerin üzerine bir maliyet olarak
yüklenir. O yüzden, Bakanlığımızın diğer taraftan iç turizm dediğimiz konuyla
ayrıca yakından ilgilenmesinde büyük yarar var diye düşünüyorum. Çünkü, kendi insanlarımızın seyahat etme, dinlenme şansı
maalesef bu üçlü maliyet sistemi içerisinde pek geliştirilememiştir. Dikkat
ederseniz, her iki üç günlük tatil boşluğunda, bayram aralığında Türkiye bir
uçtan bir uca seyahate kalkışır. 1.500 kilometrelik mesafeleri insanlarımız
sırf bir ziyaret maksadıyla, ziyareti bahane ederek seyahat yaparlar. Bu ne
demektir? Bu, insanlarımızın içeride seyahat etmesi için gerekli altyapının
oluşamadığı, herkesin aile ziyaretleriyle, kayınvalide ziyaretleriyle turizm
ihtiyacını gidermeye çalıştığı anlamına gelmektedir. Burada konu iç
turizme gelmişken, Bakanlığın, dış turizme verdiği desteklerin çok azıyla Türkiye’de iç
turizmi geliştirebileceğini biliyoruz. Bu konuda tedbir almasında büyük yarar
olduğunu ifade etmek istiyorum. Konu buraya gelmişken -bütün
illerimizle ilgili aynı şeydir ama- kendi bölgemle bir örnek vermek istiyorum:
Daha önce Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Bakanın dikkatine sunduğumuz bir
hususu, Genel Kurul önünde de, milletimizin önünde de tekrar etmek istiyorum:
Karadeniz’in tamamı hemen hemen dağlık olduğu için
Sakarya’da, Akçakoca sınırından Kandıra sınırına kadar yani Sakarya’daki
Kocaali, Karasu ve Kaynarca ilçelerini içine alan çok geniş, genişliği
itibarıyla çok geniş, uzunluğu itibarıyla da 40-50 kilometreye yakın muazzam
bir sahil şeridi vardır. Bu bölge Marmara iklimine sahiptir ancak
Karadeniz tabiatına sahiptir. Dolayısıyla, Ankara, İstanbul gibi ve Bursa’ya
varıncaya kadar, Eskişehir’e varıncaya
kadar Türkiye nüfusunun yüzde 30’una yakın bir kısmını kendisine hinterlant
olarak alabilecek bu bölgede hiç değilse iç turizm örneği olarak bazı
gelişmelerin önü açılmalı ve turizmi teşvik bölgesine bu bölgemiz mutlaka
katılmalıdır. Biz bunu
beklerken bu bölgeye kömüre dayalı santrallerin yapılma hazırlıkları olduğunu
duyuyor ve görüyoruz. Bunun Türkiye çapında güzel bir örnek olacağını da
düşünüyoruz çünkü iç turizm olmadan, kendi insanlarınız seyahat etmeden, kendi
insanlarınızı ağırlamaya yönelik yatırımları sağlamadan dış turizmle ilgili,
dinlenme turizmi dışındaki altyapıyı oluşturamıyorsunuz. Dinlenme turizmi
sahillerde birtakım yıldızlı otellerde turistleri ağırlamakla halloluyor ama
geliri fevkalade düşük bir turizm türüdür. Ama ilgi turizmi dediğimiz, kültür
turizmi de içinde olmak üzere insanların bazı ülkeleri, bir ülkeyi ve o
ülkedeki insanların yaşayışını, kültürünü merakından kaynaklanan turizm türünde
kendi insanınızın turizme katılmış olması ve o turizmle ilgili yapının oluşmuş
olması fevkalade büyük bir hazırlık demektir. Bu bakımdan, turizmi teşvik
bölgelerini gözden geçirirken doğrudan doğruya, ne kadar… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Kutluata. MÜNİR KUTLUATA
(Devamla) - …hangi oranda yabancı turiste hizmet verir anlayışından ziyade
turizmi bir bütün olarak almak ve iç ve dış turizme birden hizmetini esas almak
gerekiyor. İç turizme yapılan yatırımların Türkiye’de hem turizmin çeşitlenmesi
hem turizm gelirlerinin artması, pahalı turizme doğru kayma bakımından da
mükemmel bir altyapı oluşturacağını bilmeliyiz. Buna göre hareket etmek gerekir
diye düşünüyorum. Bu düşüncelerle, Türkiye’de turizm yaklaşımımızın sadece döviz
getiren bir saha olmadığını, döviz getirme işinin turizm şirketlerimizin eliyle
yürütülmesi gerektiği ve onların desteklenmesi icap ettiğini bilmemiz, o
anlamda adımlar atmamız, kamu olarak, devlet olarak, hükûmet
olarak, kamu yönetimi olarak turizmi Türk milletine, Türk halkına layık bir
tüketim alanı olarak görüp, düzenlemelerimizi buna göre yapmalıyız. Böyle yaparsak daha iyi sonuç alacağız kanaatindeyim. Bu duygu ve
düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kutluata. Şahısları adına
ilk söz, Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu’na aittir. Buyurun Sayın
Türkmenoğlu… Sayın Türkmenoğlu yok herhâlde. İkinci söz, Uşak
Milletvekili Sayın Nuri Uslu’ya aittir. Buyurun Sayın
Uslu. (AK Parti sıralarından alkışlar) NURİ USLU (Uşak)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili
olarak tekrar söz almış bulunuyorum. Değerli
milletvekilleri, tabii, söz konusu ormanlar olduğu zaman muhalefetiyle
iktidarıyla bütün milletvekili arkadaşlarımız bu konuda hassasiyet
göstermektedir. Doğrudur, gerçekten ormanlar bir ülkenin geleceği için son
derece önemlidir. Hatta ormanlar insanlığın ortak geleceğinde de çok önemlidir.
Onun için, var olan ormanlarımızı, mevcut ormanlarımızı mutlaka korumalıyız,
geliştirmeliyiz ve yaygınlaştırmalıyız. Küresel ısınmanın
son derece önemli olduğu günümüzde, etkilerinin bir bir
görülmeye başladığı dünyamızda ormanlarımızın değeri bir o kadar daha
artmıştır. Şimdi biz
özellikle orman teşkilatı olarak, bizim orman teşkilatımız ormanlarımıza,
milletimiz de aynı şekilde ormanlarımıza atalarımızın bir mirası değil,
atalarımızın emaneti olarak bakmaktadır. Emanetin ne anlama geldiğini Türk
milleti çok ama çok iyi bilmektedir. Yalnız bizim
ülkemizde yanlış gelen bazı şeyler vardır; özellikle ormancılıkla, ormanla
ilgili olarak da şöyledir: Birincisi, orman politikası kesinlikle insanı göz
ardı ederek sadece ve sadece ormanların üzerine kurulmuştur. İkincisi, dünyanın
hiçbir yerinde olmayan ama bizim ülkemizde uygulanan, ormanın biyolojik tanımı
yoktur, ormanın hukuki tanımı vardır. İş böyle olunca, bazen orman olmayan
yerlere de biz hukuk tanımı içerisinde orman demekteyiz. İşte, bu tür
maden alanları, turizm alanları veya buna benzer faaliyetler için orman
alanlarından yapılan tahsislerde, bazen hiç orman olmadığı hâlde biz orayı
kiralayan kişilerden ağaçlandırma bedeli, kira bedeli alırız. Bir madenci
arkadaşımızın bana şöyle söylediğini hatırlıyorum: “Siz orman teşkilatı olarak
hiç orman olmayan, geçmişte de olmayan kayalıklardan bile ağaçlandırma bedeli
aldınız, ormandan kiralama bedeli aldınız.” dediğini hatırlıyorum. Kısacası
ormanlarımız gerçekten çok önemli, mutlaka korumalıyız. Ama bu tarafta
insanımız aş, iş, ekmek beklemektedir. Yenilenebilir olan orman kaynaklarımızı
koruma, kullanma dengesi içerisinde mutlaka milletimizin istifadesine
sunmalıyız. Şimdi, bakın,
sanki bazıları ormanların dostu, bazıları da ormanların düşmanı. Ormanlar yok
olsun, azalsın, böyle bir mantığı anlamak mümkün değil. Şunu samimiyetimle
söyleyebilirim ki: Herkesin ama herkesin ormanlarımızı korumada, ormanlarımızın
çoğaltılmasında hemfikir olduğuna ben inanıyorum. Şimdi, bakınız,
2006 yılına kadar, ta 1990’lı yıllarda yazılmış olan Ağaçlandırma Seferberlik
Kanunu diye bir kanun vardı. Bu Kanun’da tüm kurum ve kuruluşlara görev
verilmişti, ağaçlandırma ve rehabilitasyon yapmak
üzere, erozyonla kontrol yapmak üzere ancak 1990 yıllarından 2006 yılına gelene
kadar bu görevi hiçbir kurum yapmamıştır. 2006 yılında Sayın Çevre ve Orman
Bakanımızın da teşvikiyle, Sayın Başbakanımızın teşvikiyle Ağaçlandırma
Seferberlik Kanunu tekrar aktif hâle getirilmiş, 2006 ve 2007 yılından itibaren
başlamak suretiyle tüm kurum ve kuruluşlara ağaçlandırma, erozyonla kontrol
yapma ve rehabilitasyon yapma görevi getirilmiştir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Yoldan geçerken tabelaları okumuyor musunuz? BAŞKAN – Buyurun
Sayın Uslu. NURİ USLU
(Devamla) – Ayrıca, burada bazı söz alan arkadaşlarımızın yanlış bilgilerini de
doğrultmak üzere de şunu söylemek istiyorum: Bir kere orman yangınları…
Biliyorsunuz, ülkemiz Akdeniz çanağında bir ülkedir, orman yangınlarından
kaçınmamız mümkün değildir çünkü sıcaklık ve yanındaki ağaç türü de kızılçam
ağacı olursa burada orman yangını olma ihtimali yüksektir. Ama orman teşkilatı,
orman yangınlarıyla çok ciddi bir şekilde mücadele etmektedir ve en önemlisi de
bu orman yangınlarından sonra yanan alanlar derhâl ağaçlandırılır. Bazı
arkadaşlarımız bunun ağaçlandırılmadığını zannediyor ama yılı içerisinde derhâl
ağaçlandırılır. Bu bir Anayasa kuralıdır. Aynı zamanda,
madenler için yapılan tahsislerde, maden üretimi bittikten sonra rehabilite edilir ve ağaçlandırılarak tekrar iade edilir. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uslu, teşekkür ederim. NURİ USLU
(Devamla) – Ben sözlerimi toparlıyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Madde
üzerinde soru-cevap işlemine başlıyoruz. İlk soru, Sayın Ertemür, buyurun efendim. ALİ RIZA ERTEMÜR
(Denizli) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
Denizli ilimiz, ne yazık ki, bugüne kadar çıkan hiçbir teşvik yasasından
yararlanamamıştır. Özellikle tekstil teşvikinden yararlanamamıştır, tarımsal
teşvikten yararlanamamıştır ve son olarak da KOBİ’lere
kullandırılacak faizsiz kredi teşvikinden de yararlanamamıştır. Acaba bu
Turizmi Teşvik Yasası’ndan nasıl faydalanacaktır Denizli ilimiz diye sormak
isterim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler
Sayın Ertemür. Sayın Nalcı,
buyurun. KEMALETTİN NALCI
(Tekirdağ) – Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
Tekirdağ -demin de sormuştum- turizmde yeterli yatırımı ve teşviki bulamıyor.
Hatta yok denecek kadar az. İstanbul gibi büyük bir metropolün yanında bulunan
Tekirdağ’la ilgili turizmi geliştirmeye yönelik bir çalışmanız var mı? Varsa, bunları
duymak istiyoruz. İkinci sorum da:
Turizmle birlikte bazı problemler gündeme gelmekte. Bu, geçen sene Antalya’da
yaşandı. Enerjiyi verebilmek için çevre illerde ikişer saat ile dörder saat
arasında kesintiler yapıldı ve su problemini de birlikte getiriyor. Bu
teşvikler yapılırken acaba bunlarla ilgili yatırımlar da dikkate alınıyor mu?
Alınıyorsa, bunlar nelerdir? Teşekkürler. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Nalcı. Sayın Yunusoğlu, buyurun. SÜLEYMAN LATİF
YUNUSOĞLU (Trabzon) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
Doğu Karadeniz Bölgemizde, Artvin, Rize, Trabzon, Giresun ve Ordu gibi sahile
kıyısı olan şehirlerimizin yanında, iç kesimlerde bulunan Bayburt, Gümüşhane,
Tokat, Amasya gibi ortak yaylaları olan ve yayla turizminin önemli bir
potansiyel teşkil ettiğini biliyoruz. Bunun yanında, Trabzon ilimiz, tarih,
kültür, ilim ve spor kentidir eski çağlardan beri. Dolayısıyla, bu bölgemizin
bu özelliklerini değerlendirmek suretiyle burada yatırım programlarınız var
mıdır? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Yunusoğlu. Sayın Çöllü. HÜSNÜ ÇÖLLÜ
(Antalya) – Sayın Bakanım, Akdeniz çanağında yaklaşık 400-500 bin yatın
dolaştığı bilinmektedir, Türkiye'nin yat bağlama kapasitesinin ise 19 bin
civarında olduğu rakamlarla mevcuttur. Malumunuz, marina yatırımları aşamasında
izlenen yol ve izin süresi iki üç yıla yayılmaktadır neredeyse. Bu sürenin
kısaltılması için, daha önce sektör tarafınca “Yuvarlak Masa” adı altında
verilen bir model önerilmişti ve Sayın Müsteşarımız da bunu başarıyla takip
edip, destek vermişti, ama bu dönemde bu konuyla ilgili bir çalışma var mı?
Marina yatırımlarının hızlandırılması destekleniyor mu? Bir diğer sorum
da, Sayın Müsteşarımızın da yakından bildiği Manavgat çekek yeri, marinası ve
yat yapım yeriyle ilgili bir çalışma ne durumdadır? O konuda son gelişmeyi
öğrenmek istiyorum. Her ne kadar Denizcilik Müsteşarlığı takip etse de sizin
desteğiniz ve baskınız önemli. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çöllü. Sayın Bakanım,
sorular tamam. Buyurun. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Yine Denizli’den
başlayacağız. Denizli’yi gerçekten turizm açısından biz çok gelişebilir
bölgelerden birisi sayıyoruz. Yani Türkiye'de turizmin çeşitlendirilmesi
açısından ören yerleri var, kültür turizmi açısından son derece önemli; termal
kaynakları var, sağlık turizmi açısından son derece önemli ve bu alanda,
örneğin Sarayköy çevresinde zaten çok önemli ve Türkiye dışına ismi taşmaya
başlayan yatırımlar var. Biliyorsunuz,
artık eskiden olduğu gibi doğrudan doğruya devlet konaklama tesisi yapmıyor;
devlet tahsis yapıyor, tahsiste kolaylık sağlamaya çalışıyor, çeşitli özendirme
önlemleri alıyor ve katkı payı alıyor. O katkı payları, geçmiş yıllarda
tahsisin yapıldığı alanda altyapıdan farklı biçimlerde kullanılmış, yani başka
yerler için de kullanılmış, buna dikkat etmeye çalışacağız bu dönemde. Nereden
katkı payı daha çok elde edilmişse, oranın altyapı sorununun öncelikle bitmiş
olması bir kere doğal bir görev, doğal bir borç o katkıları aldığımız yere
göre. Bunu sadece Denizli için söylemiyorum, öteki yerler için de söylüyorum,
Antalya enerji bağlamında da söylüyorum. Bunlara biraz daha özen göstermeye
çalışacağız. Denizli’yle
ilgili ben çok umutluyum. Denizli, Afyon, Türkiye’de sağlık turizmi, termal
turizmi, Frig Vadisi bağlantısı çerçevesinde
bakarsak, kültür turizmi açısından son derece önemli ve gelişecek alanlar.
Herkes Türkiye’de Efes’i biliyor artık, Türkiye’de değil dünyada. Efes,
coğrafyadan bağımsız bir marka yöre hâline geldi. Denizli sınırları içinde Afrodisyas var, aynı çapta önemlidir. Antalya’da, bugün
ancak meraklılarının bildiği Perge var, Efes kadar önemlidir. Bunları da
önümüzdeki süreçte insanımızın bilgisine ve dünyanın tanımasına sunmaya
çalışacağız. Tekirdağ’a ben
birkaç gün önce gittim, hızlı bir gezi yaptım. Çorlu’da bir kültür ve gençlik
merkezi temeli attık, yakın bir gelecekte, çok uzun olmayan bir gelecekte
bitirebileceğimizi umuyorum Tekirdağ, tabii,
özellikle Çorlu-Çerkezköy çerçevesinden baktığımız zaman, İstanbul yakın yeni
bir sanayi kenti olarak gelişiyor ve tabii, yeni bir sanayi kenti olarak
gelişen yöreyi kendi kaderine bırakırsanız, gecekondulaşmaya terk etmiş
olursunuz. Böyle olmasın istiyoruz. Yani, sanayi de planlansın bir yandan, sanayi
olan yörede aynı zamanda kültür merkezleri, spor merkezleri olsun ve hiç
olmazsa oraya göçüp gelen insanlar sosyal yaşama entegre
olsunlar istiyoruz. Çorlu’daki kültür merkezi bu amaçla başlattığımız
girişimlerden birisi. Tekirdağ
merkezde, yıllar önce, 90’lı yılların başında başlamış, perde betonuyla kocaman
bir çukur hâlinde duran bir kültür merkezi var; onun tamamlanması konusunda
yeni projeler üretmeye çalışıyoruz. Demin de söyledim, önceki soruda, bu maddi
kaynaklarla bütün başlamış olan kültür merkezlerini, ne yazık ki, bitirmek
mümkün değil, ama, bir… KEMALETTİN NALCI
(Tekirdağ) – Turizmle ilgili… KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – İşte, bu kültürle ilgili bir gelişme olmadan
turizmle ilgili durduk yerde gelişme olmuyor, bunları birlikte düşünmeye
çalışıyoruz. Trakya’da, tabii,
turizmin gelişmesi için İstanbul’un biraz daha çekim merkezi hâline gelmesi,
İstanbul-Edirne ekseninde, İstanbul-Çanakkale ekseninde yeni ulaşım
açılımlarının yapılabilmesi ve böylece İstanbul’a gelenlerin çevreyi de
görebilecekleri, çevrede görebilecekleri cazibe merkezleri yaratılması
gerekiyor. Yani “Şu alanda derhâl turizmde çok çekici bir merkez hâline
getiririz Tekirdağ’ı” dersem biraz iddialı ve biraz abartılı söz olur. Ben,
yapabileceklerimiz konusunda söz vermeyi söz vermemeye tercih ediyorum, o
gerçekçilikte söylemeye çalışıyorum. Doğu Karadeniz
ile ilgili var çalışmalarımız, bu strateji belgesinde de var. Yayla turizmi,
Türkiye’de turizmin, özellikle iç turizmin tabii -gerçekçi bakmak lazım- çekim
merkezlerinden birisi hâline getirilebilir. Bizim bir yandan, ülkeye dışarıdan
turist gelsin diye uğraşırken, bir yandan, Türkiye’de iç turizmi de geliştirmek
ve bizim insanımızın da Türkiye’nin doğasını, tarihini tanımasına yardımcı
olmak, fırsat vermek gibi bir amacımız var. Bu çerçevede başlamış çalışmalar
var. Bunları, sadece Bayburt, Gümüşhane değil, Samsun’un güneyinden başlayıp,
belki Artvin’e çıkacak olan bir güzergâhta böyle bir çalışmamız var; bunu
sürdüreceğiz. Yat limanları
konusunda Sayın Çöllü sordu, gerçekten Türkiye’nin eksiği var. Balıkçı
barınaklarını yat limanlarına en azından dönüştürmek konusunda bir gayretimiz
var. Ayrıca, yeni yat limanları yapmak konusunda bir çalışmamız var.
İstanbul’dan başlayarak ayrıca, kruvaziyer turizmi de
geliştirme konusunda çalışmalarımız var. Somut olarak
sorduğunuz bir konuyu somut olarak yanıtlamak istiyorum. Manavgat’taki çekek
yeri bu yasayı bekliyor. Kısmen ormanla ilintili olduğu için, bu yasa çıkar ve
kesinleşirse, Manavgat’taki çekek yerinin bir limana dönüştürülmesi, yat
limanına dönüştürülmesi mümkün olacak. Tekrar teşekkür
ederim Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakanım. 7’nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… III.- YOKLAMA (MHP sıralarından
bir grup milletvekili ayağa kalktı) OKTAY VURAL
(İzmir) – Toplantı yeter sayısının aranılmasını istiyoruz. BAŞKAN – Efendim… NİHAT ERGÜN
(Kocaeli) – Sayın Başkan, oylamaya geçtiniz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Geçmedi efendim. BAŞKAN – Sayın Oktay
Vural, Sayın Nalcı, Sayın Çirkin, Sayın Varlı, Sayın Tankut,
Sayın Paksoy, Sayın Özdemir, Sayın Sipahi, Sayın
Uslu, Sayın Enöz, Sayın Kalaycı, Sayın Torlak, Sayın
Asil, Sayın Işık, Sayın Akkuş, Sayın Yunusoğlu, Sayın
Taner, Sayın Doğru, Sayın Ergun, Sayın Ayhan. Sayın
milletvekilleri, yoklama yapacağız. Yoklama için üç
dakika süre veriyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayımız vardır. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) B) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam) 1.- Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporları(1/551) (S. Sayısı:
217) (Devam) BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir. 8’inci maddeyi
okutuyorum: MADDE 8- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Madde
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk. Sayın Öztürk, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan yasa tasarısıyla ilgili, 8’inci maddede, Cumhuriyet Halk Partisi adına söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Turizm, hep
“bacasız sanayi” denilir. Özellikle, sanayinin gelişmediği, geri kalmış
ülkelerde turizm potansiyeli var ise o turizm potansiyelini ayaklandırmak,
harekete geçirmek ve onu bir döviz girdisi hâline çevirebilmek herkesin temel
görevidir diye düşünüyoruz. Benim bölgem
Mersin’de, bu dönem, Sayın Bakanımız geldiler, turizm sezonunu Mersin’de
açtılar. Dolayısıyla “turizm” denilince akla sadece Bodrum, Marmaris, Antalya,
Alanya değil, artık, Mersin’in de “turizm” denilince akla gelebileceği hususu
dikkate çekilmiş oldu. O nedenle de kendilerine teşekkür ediyorum. Değerli
arkadaşlarım Mersin’in temel sorunu işsizliktir. İşsizlik, Türkiye
ortalamasının Mersin’de 2 katıdır. Burada devletin işsizliği çözmesi artık
hayal olmaktan çıkmıştır. İşsizlik sorununun çözümünde, özellikle Mersin’de
özel sektöre önemli görevler düşmektedir. Mersin, bu konuda yapılacak
yatırımları tespit etmiş, dört temel sektörde 21’inci yüzyıla taşıyacağını
tespit etmiştir. Bunlar: Turizm, tarımsal üretim, tarıma dayalı ticaret ve
bunların uzantısı olarak lojistik hizmetlerin geliştirilmesi ve kayda
alınmasıdır. Turizm, Mersin
için hayati ve öncelikli bir önem taşımaktadır. Öncellikli olmasının nedeni
turizm açısından yeterli doğal bir potansiyele olmasıdır. Zira,
turizm diğer sektörlerden farklı olarak emek yoğun bir sektördür ve ayrıca
turizmde ara malı ithalatı yoktur. Elde edilen dövizler doğrudan gelir olarak
kaydedilmektedir, dışarıya döviz çıktısı söz konusu değildir. O nedenle turizm
önemli ve turizm bizim bölgemiz için o nedenle daha çok önemlidir. Turizm alanı
olarak işaretlenen yerlerin mülkiyet durumları araştırılarak bir an önce
çözülmeli, kamu mülkiyetinin fazla olduğu yerler de turizm merkez alanı ilan
edilmelidir. Turizm amaçlı işaretlenen yerlerde de kirletici tesislerin kurulmasına
izin verilmemelidir. Çünkü ya turizm ya sanayi. Şimdi,
bunların ikisi birbiriyle çatışan kavramlardır. Eğer bir bölgede turizmi
geliştirme amaçlanmışsa, hedeflenmişse, oradaki yatırımlar turizme yönelecekse
o zaman turizmi engelleyecek olan yatırımların da bulunmaması gerekiyor. Bizim bölgemizde
özellikle inanç turizmi potansiyeli vardır. Turizm sektörünün en büyük
potansiyellerinden birisi inanç turizmi geliştirilmelidir. Tarsus’ta Saint Paul
Kilisesi ve Paulus Kuyusu, Hazreti Danyal Mezarı, Yedi Uyurlar gibi kültürel değerler vardır.
Bunlar, bu üç dinin mensubunun buluştuğu, kesiştiği yerlerdir. Yine Hristiyanlık inancının beş azizesinden birisi olan Azize
Ayatekla Kilisesi Silifke’de bulunmaktadır. Kilisede Azize Ayatekla’nın mezarı
ve yaşam alanı vardır, burayı önemli kılmaktadır. İnanç turizminin gelişmesi
için Ortodoks inancına sahip ülkelerden başta Rusya ve Balkan ülkelerinden
yoğun talepler bulunmaktadır. Bu taleplerin fiilî hayata geçmesi için buranın
düzenlenmesi gerekmektedir. Mersin ve bölgesi,
inanç turizmi açısından çok öncü bir rol üstlenmektedir bölgede. Yine Doğu
Akdeniz’in önemli bir merkezi olan Saint Pierre
Kilisesi, kuzeyde iki buçuk saat mesafede olan Kapadokya kiliseleri, inanç
merkezleri birleştirilerek entegre bir şekilde inanç
turizminin Mersin merkezli geliştirilmesi önemli bir sektör işlevini yerine
getirecektir. Yaklaşık 2,5
milyar Hristiyan için önemli olan hac merkezi olan
bölgemiz, inanç turizmi açısından hazır bir potansiyel bulundurmaktadır. Bunun
aktif hâle getirilmesi için Silifke’de bulunan Ayatekla Kilisesi’nde ibadet
edilebilmesi için restore edilmesi, yine Saint Paul Kilisesi’nin ibadete
açılması gerekmektedir. Bu hâliyle bekçi nezaretinde sabah sekiz, akşam beş
mesaisiyle turistlerin gelmesini beklemek mümkün değildir. İbadet merkezinin
dışında gezmek fazla bir şey kazandırmamaktadır. İnancın yaşanması gerekiyor.
Bu merkezde inanç yaşandığı takdirde, sürekliliği ve potansiyeli yüksek
olacaktır. Rusya’daki
Sinerji Vakfı, devlet destekli bir vakıftır. Bu vakıf, Mersin bölgesiyle
yakından ilgilenmekte, kendi iddiasıyla ve tespitleriyle beş yıl içerisinde
yaklaşık 5 milyon kişiyi inanç turizmi merkezi olarak bu bölgeye
yönlendirebileceğini söylemektedir. Türkiye toplamında 20 milyona varmayan
turizm hareketinde bu rakamın çok ciddi olduğu gözlerden kaçmamalıdır. Yine Mersin
bölgesi, kongre turizmi açısından önemli bölgelerden birisidir. Bakanlığın
tespit ettiği yedi kongre merkezinden birisi Mersin’dir. Ancak bunun gelişmesi
için, Mersin merkezde daha önce Akdeniz Kültürleri Araştırma Merkezi olarak
ilan edilen “Nuh’un Gemisi” olarak bilinen üniversite sahası içinde 100 dönüm
kendi arazisiyle atıl bulunmaktadır. Mersin merkezde 100 dönem arazi ciddi bir
varlıktır. Bu varlığın ele alınıp projesinin revize edilerek modern bir kongre
turizm merkezi yaratılması Mersin’in geleceği açısından önemlidir. Zira, kongre turizminin kişi başına bıraktığı para miktarı
tatil amaçlı turizm miktarının 3-4 katı daha yüksektedir. Silifke-Erdemli-Mersin
arasındaki kara yolu hemen hemen denize sıfırdır.
Dolayısıyla, bu arazilerin parçalanmasına neden olmaktadır. Bu Erdemli-Silifke
arasındaki kara yolu en az Yine Kapızlı’da birtakım kamu tesisleri olmasına rağmen bunlar
atıl vaziyette bulunmakta. Buradaki kamu tesisleri, hatta yasa dışılıkları bile
söz konusu, tartışmalar bulunmaktadır haklarında. Bu nedenle Kapızlı bölgesinde ciddi bir potansiyel harekete geçirilmelidir.
Kumkuyu-Akyar-Narlıkuyu bölgesi, Taşucu-Boğsak bölgesi, yine batısında yer alan altı adet
turizm geliştirme bölgesi ilan edilmiş bu arazilerde plan çalışmaları
başlatılmamış, tahsis daha henüz yapılmamıştır. Sayın Bakanımız bu bölgede
incelemelerde bulundu. Bu bölgeler hâlen atıl vaziyette bekletilmektedir. Yine,
Anamur-Bozyazı-Aydıncık bölgesi kendi içinde apayrı bir havza olarak turizm
bakımından değerlendirilmeli, Tekmen-Tekeli bölgesinde yine sahile sıfır giden
kara yolunun dağın eteklerine çekilmek suretiyle bu bölgenin de turizme
kazandırılması gerekmektedir. Mersin’de sivil
toplum kuruluşlarının yaptığı çalışmaya göre Anamur-Bozyazı-Aydıncık hatta
Gülnar sahilleri birleştirildiği zaman 150 bin yatak sayısına ulaşılan ciddi
bir kapasite yaratmak mümkündür. Sanayinin girmediği, tahrip edilmeyen bu
alanın turizme kazandırılması bölgeyi ihya edeceği gibi Türkiye ekonomisine de
çok ciddi katkılarda bulunacaktır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu turizmin özellikle Mersin’in batısındaki bakir
alanlarda ayaklandırılabilmesi için, turizmin orada canlandırılması için ve
atıl vaziyette bulunan turizm potansiyelinin ekonomiye katkısının
sağlanabilmesi için turizmi engelleyen, turizmi köstekleyen yatırımlardan
vazgeçilmesi lazımdır. Mersin ve Anamur’a kadar olan bölge bakir bir bölge
olmasına rağmen, burada turizm çok ciddi potansiyel taşımasına rağmen, iddialar
da burada turizmin geliştirileceği yönünde olmasına rağmen, iktidar partisinin
de iddiaları bu yönde olmasına rağmen burada turizmi engelleyen yatırımlar
yapılmaktadır. Örneğin, nükleer santral için yer seçimi, bu yerlerin en güzel
yeri olan Akkuyu’da girişimlere başlanmıştır, yine
balık çiftlikleri buraya getirilmeye çalışılmaktadır. Nükleer santralin
zararlı veya faydalı olduğu hususlarının tartışmasını bir kenara bırakırsak,
“nükleer” kelimesini duyan hiçbir turizmcinin o bölgeye yatırım yapmayacağı
bilinen bir gerçektir. Bu yetmezmiş gibi, Bodrum’daki, Milas’taki balık
çiftliklerinin, oradaki denizi kirlettikleri nedeniyle, bizim bölgeye
getirilmiş olmasını da ben, doğrusu, turizme yaraşan bir davranış biçimi
olmadığını düşünüyorum. O nedenle, eğer, gerçekten Mersin ve ilçelerinin,
özellikle Mersin’in batısındaki bölgenin deniz turizmine, yaz turizmine
kazandırılması isteniliyor ise, turizmi baltalayacak, turizmi sakatlayacak tüm
girişimlerden vazgeçilmelidir, nükleer santral girişimi durdurulmalıdır, balık
çiftliklerine izin verilmemelidir. Şimdi,
memnuniyetle duyduğum kadarıyla, Sayın Bakan, diğerlerinden vazgeçildiğini, üç
balık çiftliğine de izin verilmediğini, bir balık çiftliğinin kaldığını
söylüyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Öztürk. ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Devamla) – Biz, orada oturan -hangi siyasi görüşten olursak olalım, ister
AKP’li, ister CHP’li, ister MHP’li, ister DTP’li
olalım- o bölgenin insanları olarak, bölgemizde nükleer santral istemiyoruz,
bölgemizde balık çiftlikleri istemiyoruz. Biz, kumumuza, havamıza, kurdumuza,
çıyanımıza, yılanımıza, ormanımıza ve ağaçlarımıza sahip çıkmak istiyoruz; biz,
sağlığımıza sahip çıkmak istiyoruz, yaşamımıza sahip çıkmak istiyoruz. O
nedenle bölgemizde nükleer santral kurulmasına da karşıyız, balık çiftliklerine
de karşıyız. Bu anlamda hepimiz birleşerek yasal yollarla yapılması gereken ne
varsa onu yapacağız. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Öztürk. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Oktay
Vural. Sayın Vural,
buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Çok değerli
milletvekili arkadaşlarım, bu son madde çerçevesinde, bugüne kadar yapılan
görüşmeler ışığında, Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve düşüncelerini özetlemek
istiyorum. Esas itibarıyla
bu kanunun amacı ormanları turizme tahsis etmektir. Dolayısıyla, gerekçenin
tamamında, aslında, turizmin ne kadar çok fazla gelir getirdiğini, ihracat için
ne kadar önemli olduğunu ifade etmek isteyen, bir bakıma özel faydalarını ön
plana getiren bir perspektifle meseleye bakılmıştır. Ancak, aslında, özel fayda
yarattığınız yer kamusal fayda üreten, sosyal fayda üreten bir orman alanıdır.
Dolayısıyla, bu bakımdan ormanların toplumun malı olduğunu ve sosyal fayda
ürettiğini düşünürsek, bu alanlar içerisinde özel fayda oluşturan yerleri
oluşturmak ormanın yapısal durumu ve Anayasa’daki konumuyla bağdaşacak bir
husus değildir. Bu denge sağlanmış değildir en aşağısından, çünkü Orman
Kanunu’nun 17’nci maddesine göre, kamu yararı ve zaruret bulundukça orman
yerlerinden tahsisat yapılması konusu içerisinde turizm alanı yoktur. Şimdi, kamu
yararı olduğu zaman ormandan tahsisat yapılması mümkünse, dolayısıyla, kamu
yararının olmadığı bir yerde de orman tahsisatının yapılamayacağını öngörmektedir.
Çünkü Orman Kanunu’nda, açıkçası, sadece savunma, ulaşım, enerji, haberleşme,
su, atık su, petrol, doğal gaz, altyapı, katı atık bertaraf tesisleri,
sanatoryum, baraj, gölet gibi devlete ait sağlık, eğitim, spor tesisleri için
ancak gerçek ve tüzel kişilere tahsisat yapılacağı ifade edilmektedir.
Dolayısıyla, daha önce grubumuza hitaben bir konuşma yapan bir değerli
milletvekili “Çok sınırlamalar var, kamu yararı var, zaruret oldukça
olacaktır.” diye sınırlamalar olduğunu ifade etmişti. Zinhar böyle bir şey söz
konusu değil. Kamu yararı diye bir şey olabilir mi? Bir golf sahasının
oluşturulmasında hangi kamusal yararı öngörebiliriz? Dolayısıyla kamu yararı
olmayan bir tahsiste “sınırlamanın kamu yararıyla olduğu” iddiası havada bir
iddiadır. İşte, Orman Kanunu burada. Bu Orman
Kanunu’nda turizm amaçlı herhangi bir tahsisat yapılamayacağı öngörülmüşken,
bir başka kanunda -Orman Kanunu özel kanundur- orman alanlarını turizme tahsis
etmeyi doğrusu kabul etmiş olmaktayız. Şimdi, bu kanun
yapılmıştır. Bakın, Başbakanın
hazırladığı düzenleyici etki analizi yapılması… Mevzuat Hazırlama Yönetmeliğine
göre düzenleyici etki analizi yapılması lazım. Şimdi soruyorum: Bunun
düzenleyici etki analizi yapıldı mı? Nerede, hangi turizme ormanı tahsis
etmenizle sağlanacak yararla, ormandan ayırdığınız yerin topluma oluşturacağı
sosyal maliyetinin yararları konusunda bir değerlendirme yaptınız mı? Yok. Bir
düzenleyici etki analizi bile yapılmamış. Biz burada kamusal faydalar için
oluşturulmuş orman düzenini, orman rejimini birtakım kimselerin golf oynaması
için, onların özel faydaları için tahsis ediyoruz. Bu, gerçekten ormanla ilgili
düzenlemelerin açıkçası anlaşılamadığını ortaya koyuyor. Bakınız, Sayıştayın hazırladığı ormanların korunması hakkında
Sayıştay raporu var. Bu Sayıştay raporunda “Ormandan yapılan tahsisler az ya da
çok orman alanlarını azaltmıştır.” diyor. Dolayısıyla burada hem kamu yararı
hem de zaruretle ilgili kısıtlamaların yapılmasının gerektiğini ifade etmekle
beraber, açıkçası burada şunu da ifade etmektedir: Bakınız, orman alanlarına
değişik yatırım ve tesisler için izin verilmesi, az ya da çok
ormansızlaştırmaya yol açmaktadır. Bu bir tespittir. Şimdi, bu
sonuçları doğurmuş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan bir
organ “Yaptığınız tahsislerle ormansızlaştırmanın önünü açıyorsunuz.” diye
ifade ediyor. Bu “kamu yararına ve zaruret olundukça”
hükmünün olduğu tahsislerle ilgili olarak. Peki… diğerleriyle
ilgili: “Kamu yararının açıkçası olmadığı yerlerde bu izin taleplerinin değerlendirilmesinde
yapılacak yatırımların orman alanında gerçekleşme zorunluluğunu tespite yönelik
bir sistem yoktur.” diyor. Var mı? Yok burada. “Bu yatırımların orman dışında
gerçekleşip gerçekleşmeyeceği…” Kanuna böyle bir hüküm koyduk mu? “Ey Turizm Bakanı,
orman alanı dışında gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tespit edeceksin, ondan
sonra bununla ilgili adım atacaksın.” Bununla ilgili de bir sınırlama yok. “Bu
yatırımların orman dışında…” “Ayrıca talep edilen alanın gerçek ihtiyaç
miktarına uygunluğu, orman dışında yeterli alan olup olmadığı hususlarının
gerektiğinde diğer kurumlarla istişare ve koordinasyonlarla tespit edilmesi ya
da talep sahibi tarafından bu hususun kanıtlanması istenmesi, kamu yararı
kavramının ormanların orman olarak kalmasını sağlayacağı yararla
karşılaştırılabilecek şekilde tanımlanması yoruma ve tartışmaya yer
bırakmayacak ölçü ve kriterlere bağlanması
gerekmektedir.” diyor, “Bizim adımıza denetim yapanlar” diyor. Şimdi, peki,
burada böyle bir kriter var mı? Yok. Sayın Bakan diyor
ki Komisyon raporunda, Hükûmeti temsilen
yapılan açıklamalarda: “Birinci temel sınırın uygun hazine arazisi bulunmaması
hâli olduğu…” Neye uygun hazine arazisi? Nasıl tespit ettiniz? Bugüne kadar
hazine arazilerinin neye uygun olup olmadığına ilişkin bir tespit mi yaptınız?
Yok. İkincisi de:
İldeki orman varlığının belli bir oranını geçmemesi. Değerli arkadaşlarım,
bunlar sınırlamalar değildir. Maalesef, bu sınırlamalar, aynı zamanda, konular
itibarıyla da ortaya konmuştur. “Sınırlama getirdik.” diye ifade etmektedirler
ama maalesef, burada, sağlık turizmi var, kış turizmi var, ekoturizmi
var, golf turizmi var, yat turizmi var, kıyılar var, uluslararası yarışmaların
yapılacağı yerler var. Sınırlama yok. Aslında turizme ayrılacak her türlü alan
tanımlanmış ve bunların da kısıtlama olduğu söyleniyor. Ne kısıtlanmış?
Kısıtlanan ne var burada? Kısıtlama yok. Aksine, genişletici bir tanımla, bu
amaçlara uygun her yerin orman olarak tahsis edilebileceğini ifade
etmektedirler. Maalesef, zaman zaman, daha önce de
konuşma yapanlar dedi ki: “Efendim, hukuken tanımlanmış yerler var ama bunlar
orman değil, biz buraları vereceğiz.” Buraları verecekseniz, Orman Kanunu’nda
var, orman sayılmayan yerlerle ilgili gerek tarıma gerek orada yaşayanlara
ayrılacak yerlerle ilgili hükümler var, buraya koyun turizmi. Makilikle ilgili,
fundalıkla ilgili hükümler var “Bunlar, orman rejimi içinde olmasına rağmen
orman sayılmayan yerler içerisinde orman alanının dışına bırakılırlar.”
diyorlar. Eğer istiyorsanız koyun, “Turizm amaçlı olarak tahsis edilebilir.” diye
koyun. Koymuyorsunuz. Dolayısıyla bu
kanun tamamen ormanları turistlerin ihtiyaçlarına, onların özel zevklerine
tahsis etmeye yöneliktir. Bunu çok dikkatli değerlendirmemiz lazım. Neden?
Bakın, bugün “Küresel ısınma” adı altında görüyorsunuz neler oluyor. Peki, size
soruyorum: Bugün dünyadaki gıda fiyatlarının artmasıyla ilgili biyofiberlerin çıkmasında orman alanlarının enerji
alanlarına, enerji ormanlarına dönüştürülmesinin etkisi yok mudur? Dolayısıyla
ormanlar bizim değerimizdir, varlığımızdır ve bu, Türkiye’nin değeridir. Antalya’daki,
Zonguldak’taki, İstanbul’daki ormanlar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının hepsinin hakkı vardır. Dolayısıyla, böyle herkesin hakkı olduğu
bir konuyla ilgili sırf turistlerin ihtiyaç ve zevklerine göre tahsis
yapılması, bu kamusal menfaatin göz ardı edilerek bir tahsisin yapılması doğru
değildir. Çünkü bu verdiğiniz, bu çıkarttığınız kanunda kamu yararı da yoktur,
zaruret de yoktur. Kamu yararının olmadığı bir yerde de ormanın tahsis edilmesi
doğru değildir. Bu bakımdan,
bunlarla ilgili eleştirilerimizi arkadaşlarımız belirtti. Zaman zaman, maalesef, kesilen ormanlık yerlerle ilgili “Ağaç
dikilecek.” dendi. Ormandan kesilen ağaçla dikilen ağaçları telafi edebilecek
bir zihniyet, doğrusu “orman” kavramını iyi kavramamış demektir. Orman hepimizindir.
Bu bakımdan, ormanları koruyacak tedbirlere öncelik vermemiz gerekmektedir. Milliyetçi
Hareket Partisi olarak bu konudaki görüşlerimizi gerek sorularımızla gerekse
arkadaşlarımız grup adına ve şahsı adına yaptığı konuşmalarla dile getirdiler. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Vural. OKTAY VURAL
(Devamla) – Gerçekten bu yasa, Anayasa’nın da öngördüğü, ormanların korunmasını
sağlayabilecek hukuki sınırlamaları sağlamış bir yasa değildir. Bu bakımdan, bu
ormanlarla ilgili… Turistler gelecek diye “Ormanlarımızı verelim, istenilen her
şeyi verelim, her şeyi para için yapalım.” diyenler yarın, öbür gün Türkiye’de
kumar turizminin de önünü açmak isteyenlerdir. Onun için -para her şey
değildir- Türkiye'nin değerli varlıklarını, bizden gelen emanetleri geleceğe de
emanet olarak bırakmak için bu kanunun, açıkçası, yeterli bir şekilde,
Anayasa’mızın uygun gördüğü şekilde düzenleme içermediğini düşünüyoruz. Milliyetçi
Hareket Partisi olarak bu kanunla ilgili muhalefet şerhimizi komisyonda
belirttik. Bu muhalefet şerhimiz doğrultusunda ret oyu kullanacağımızı ifade
ediyor, hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Vural. Şahsı adına
Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık. Buyurun Sayın
Çalık. (AK Parti sıralarından alkışlar) ÖZNUR ÇALIK
(Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 217 sıra
sayılı Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
8’inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama
başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, üç yanı denizlerle
çevrili, Asya ve Avrupa arasında köprü olan, kültürel, tarihî ve doğal
güzelliklere sahip ülkemizin en önemli sektörlerinden biri turizmdir. Bu yasa
tasarısıyla sektörün gelişmesine olanak tanınacak, ülkemizin turizm sektörünün
uluslararası rekabetin gerektirdiği açılımları sağlaması ve ulusal turizmin
gelişmesi temin edilecektir. Hükûmetimiz, her alanda
olduğu gibi turizm sektörüyle ilgili olarak da Avrupa Birliğine uyum süreci
çerçevesinde yeni yasal düzenlemelerle uyumun teminini sağlamayı ve uygulamada
karşılaşılan güçlüklerin çözümlenmesini hedeflemektedir. “Turizm” denince,
sadece “deniz turizmi” olarak düşünmeyip daha geniş bir çerçeveden bakmamız
gerekmektedir. Ülkemizde sağlık turizmi, doğa turizmi, kış turizmi, kültür
turizmi gibi çok çeşitli alanlarda faaliyet imkânlarının yaratılarak
sektörümüzün gelirlerini çeşitlendirmek gerektiği kanaatindeyim. Ülkemizin yalnız
yaz aylarında elde ettiği turizm gelirini yılın on iki ayına yaymak en önemli
hedeflerimizdendir. Bu düşüncelerle,
sektörün ihtiyaçları doğrultusunda, tesisleşme ve fiziki altyapının
oluşturulması önemli bir başlık olarak gündeme gelmektedir. Bu yeni tasarıyla,
turizm amaçlı tahsisi gerçekleştirilen orman sayılan yerlere ilişkin, turizm
sektörünün özellik ve ihtiyaçları da dikkate alınarak sınırlamalar
getirilmektedir. Bu çerçevede,
kamu yararının zorunlu kıldığı hâllerde, Orman Kanunu’na göre orman sayılan
yerlerin tahsisinde, orman ağaç varlığında olabilecek azalmaya karşı kesilenden
fazla ağaç dikimi, ormanın gençleştirilmesi, yatırımla sağlanacak istihdam ve
elde edilecek turizm gelirlerinden kaynaklanan “üstün kamu yararı”nın varlığı
şartıyla turizm yatırımları için izin verilmesi öngörülmektedir. Bu yeni yasayla
getirilen bir diğer düzenleme ise dünyada ve ülkemizde değişen ve gelişen
turizm sektörünün temel dinamiklerini belirleyen ana esasların ve genel işleyiş
içerisindeki sektörel aktörlerin turizmde söz sahibi
olmaları ve katılımcı, belirleyici nitelik kazanmaları hususu dikkate
alındığında uzmanlığın ön planda olması önemli hâle gelmiştir. Bu bağlamda,
tesislerimizde, Bakanlıkça yapılan denetimlerde teknik veya belli bir uzmanlık
gerektiren konular ortaya çıkması hâlinde, bu hususlarda tespitlerin,
Bakanlıkça gerekli görülmesi hâlinde konusunda uzman kişilerce yapılması
amaçlanmıştır. Turizm sektöründe kaydedilecek ilerlemeler, ülkemizde istihdam
konusunda yaşanılan sıkıntılar noktasında da olumlu faydalar sağlayacaktır.
Sektöre yönelik gerçekleştirilecek yatırımlar ve turizmimizin
çeşitlendirilmesiyle birçok gencimize yeni iş imkânları sunmuş olacağız. Bu
vesileyle, gençlerimize yeni istihdam sahaları yaratmış olacağız. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yılda 20 milyonu aşkın turist ülkemizi ziyaret etmekte
ve yaklaşık 18 milyar dolar gelir sağlandığı düşünülmekte. Turizm sektörünün
ekonomimizde ne derece önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir ki ülkemiz
bir turizm cennetidir. Yeni düzenlemeler ve çalışmalarımızla bu rakamları daha üst
seviyelere taşıyabilmek ve dünya turizm piyasasında ülkemizi, hizmetleri,
tesisleri, fırsatlarıyla, bir marka yapmak yönünde yaptığımız çalışmaları tüm
hızıyla sürdürme amacındayız. Bu duygu ve
düşüncelerle, yasanın ülkemize hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çalık. Hükûmet adına Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay. Buyurun Sayın
Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar) KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; esas
itibarıyla bir teşekkür anlamında söz aldım çünkü maddenin oylaması biter
bitmez önemli bir toplantıya yetişmek için aranızdan ayrılmak zorundayım.
Herkese, verdiğiniz mesaiden ötürü içtenlikle teşekkür etmek istiyorum.
Elbette, böyle bir yasanın görüşülmesi sırasında olumlu katkılar olduğu gibi,
kaygılar, duraksamalar, sorgulamalar da olacaktır. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin denetim görevinin, yasa yapma görevinin tabii sonuçları bunlar. Değerli
arkadaşlarım, sekiz maddelik bir çalışma, 1’inci ve 2’nci maddelerini önceki
günlerde, 3’üncü maddeden itibaren de tümünü bugün görüştük. Esas itibarıyla,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı çerçevesinde belirli bir süre içinde
çıkarmamız gereken bir yasal düzenleme yapıyoruz. Anayasa Mahkemesinin geçen
yıl içinde vermiş olduğu ve bizi önemli biçimde turizm yatırımlarını durdurmak
zorunda bırakan bu iptal kararı olmasaydı, bu kadar ivedi bir düzenleme
getirmek ihtiyacıyla karşı karşıya kalmayacaktık. Biz bu düzenlemeyi yaparken, defaatle ifade ettim, hem maddenin iptalinin gerekçesini
dikkatlice, Mahkemenin önceki kararlarını ve konuyla ilgili bütün tarafları bir
mantık çerçevesi içinde bir araya getirmeye ve yeni bir hukuk engeline
takılmayacak bir düzenleme yapmaya önemli biçimde özen gösterdik. Arkadaşlarımız
eleştiriler yönelttiler. Bunların içinde yapılabilecek olanlardan -her türlü
tartışmaya açık bir düzenleme, her türlü olumlu gelişmeye açık bir düzenleme
yapmak amacıyla yola çıktığımız için- komisyonlarda ve Genel Kurulda
yararlanmaya çalıştık. Komisyonlara gelen metinde daha önce “ağaç kesme” deyimi
vardı, şimdi “ağaç kesme” deyimi yok. Ağaç kesilmeksizin ya da üzerinde ağaç
olmayan bir alanın tahsis edilmesi hâlinde bile, tahsis edilen alanın 3 katında
ağaç dikilmesini ve üç yıllık bakımını komisyonların katkısıyla ve muhalefetin
katkısıyla bu maddeye şu anda dercettik. Buna vesile
olan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Yine Genel Kurulda
yüzde 1’in fazla olabileceği… Şu anda en fazla turizm yatırımı olan yerlerde
bile bindelerle ifade edilen bir orman kullanım
alanının olduğu, o yüzden bunun çok da üstüne çıkmamak gerektiği, çıkmamanın,
şu an için bu konjonktürde, önümüzdeki beş yılda, on
yılda, on beş yılda yetebileceği ifade edildi. Bunu da binde 5’e çektik. Yani
olumlu katkılardan, yapılabilir önerilerden yararlanmaya çalıştık. Arkadaşlarımız,
maddenin sonuna gelmişken tekrar başa dönmek yerine, eğer o maddelerde
yapılabilir başka öneriler sunmuş olsalardı, herhâlde hepimiz bundan
yararlanmaya çalışırdık ama hep birlikte burada, olumlu bir çerçevede bir yasal
düzenleme yaptığımızı zannediyorum. Hangi sınırlar
getirdiğimize tekrar dönmek istemiyorum. Biz, ciddi biçimde yapılabilecek sınırları
getirdik. Konuyu hâlâ ısrarla dillendirmeye çalışan arkadaşlarıma Anayasa
Mahkemesi kararını da dikkatle okumalarını tavsiye ederim. Anayasa Mahkemesi,
kararında, turizm amacıyla ormanların tahsis edilebileceğini söylüyor. Böylece,
turizm amacının da bir kamu yararı olabileceğini söylüyor. Elbette değerli
arkadaşlarım, ormanların, var olduğu biçimiyle, hiç dokunulmaksızın
korunmasında kamu yararı vardır. Ama siz, orman arazisi içinden bir bölümünü,
daha fazla gelir elde edebileceğiniz bir biçimde, daha fazla istihdam
sağlayabileceğiniz bir biçimde, ekonomik gelişme ve toplumsal dönüşüm
yaratabileceğiniz bir biçimde bir başka kullanımda değerlendirirseniz burada da
üstün kamu
yararı vardır. Yani kamu yararları arasında bir niteleme, kamu yararları arasında
bir ölçümleme hangisinin üstün kamu yararı olduğunu ortaya çıkarır. Şunu işaret etmek
istiyorum son olarak: Biz burada, Anayasa Mahkemesine takılmayacak, Anayasa
Mahkemesinin yeniden sorgulamayacağı ve iptal etmeyeceği dikkatli bir yasal
düzenleme yapmaya çalışıyoruz. Biz bu yasal düzenlemeleri, bu yasal kriterleri, bu yasal ölçütleri getirirken, eğer idare
bunlara uymazsa, Bakanlığımız bunlara uymazsa, uygulamada bunlara, yeterince
hazine arazisi olup olmadığı sorgulanmadan, yeterince oradaki limitlere uyulup
uyulmadığı sorgulanmadan, yeterince o bölgenin iklim koşullarının, coğrafi
şartlarının, o turizm için zorunlu, zaruri, gerekli ve müstesna alan olup
olmadığı sorgulanmadan tahsis yapılırsa bu, Anayasa Mahkemesinin önüne gitmeden
başka bir hukuk mekanizmasının önüne daha gidecek, Danıştayın
önüne gidecek. Çünkü idarenin, biliyorsunuz ki, her türlü eylem ve işlemi yargı
denetimi altındadır. O yüzden, biz burada Anayasa Mahkemesinin iptal kararı
çerçevesinde dikkatli bir yasal düzenleme yapıyoruz ama uygulama yargı
denetiminin altına mutlaka, yine tabi olacaktır. O yüzden, arkadaşlarımın bir kaygı
içinde, bir endişe içinde olmamaları gerektiğini düşünüyorum ve bu kanaatimi
sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, hepimizin bildiği bir güzel söz var bizim kültürümüzün, bizim
tarihimizin bize miras bıraktığı: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Hepimizin
yapmaya çalıştığı… Biz, durduk yerde ülkemizin güzelliklerini, ülkemizin
tarihini, ülkemizin coğrafyasını yabancıya açmak, “Gelsinler, bundan
yararlansınlar, bizim insanlarımız buradan yararlanmıyor, yararlanmayı
bilmiyor.” anlayışı içinde yabancıya açmak gayreti içinde değiliz, böyle bir
şey yok. İnsanımız sonuçta yararlansın. Burada yapacağımız olan yatırımdan,
burada yapacağımız hizmetten, burada sergilediğimiz gayretten, sonuçta dönsün,
bizim insanımız ve bizim insanımızla birlikte elbette dünya insanı yararlansın
derdindeyiz. O yüzden, ormanı elbette korumak, yeşili elbette korumak, kıyıyı
elbette korumak temel derdimizdir. Ama burada insanımızın daha fazla
yararlanabileceği yatırımlar yapmak, üretim alanları yapmak, istihdam alanları
çoğaltmak da temel gayretlerimizden, yine önemli gayretlerimizden birisidir ki
burada işte bizim anlatmaya çalıştığımız üstün kamu yararı mantığı yatıyor. Değerli
arkadaşlarım, son maddeye geldik, işte, kimin yürüteceği galiba bu Yasa’yı. Bu
çerçevede hem mesaisi için arkadaşlarımın, birkaç günden bu yana süren mesai
için teşekkürlerimi ifade etmek istedim hem de yasa konusunda hâlâ içtenlikli
bir kaygı duyan arkadaşlarım varsa muhalefet partilerinde, o arkadaşlarımın
kaygılarını giderecek içtenlikli görüşlerimi ifade etmek istedim. Yeniden
hepinize verdiğiniz mesaiden ötürü şükranlarımı sunuyorum. Sizi, Sayın Başkanı
ve bütün arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan. Şahsı adına
ikinci söz, Antalya Milletvekili Sayın Sadık Badak’a
aittir. Sayın Badak, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) SADIK BADAK
(Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2634
sayılı Turizmi Teşvik Kanunu üzerinde şahsım adına görüşlerimi ifade etmek
üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle ifade
etmemiz gerekir ki turizm sektörü böyle bir teşviki hak ediyor. Turizm sektörü
bundan önceki teşviklerde de üzerine düşen görevi yerine getirmiştir ve
ülkemizde bugün övünçle bahsettiğimiz turizm sektörünün bugünkü çizgisini
Turizm Bakanlığıyla beraber meydana getirmiştir. Bu bakımdan, bu kanunun da
ülkemizde turizm sektörünün yeni bir merhale kazanması açısından önemli bir
teşvik teşkil edeceği kanaatindeyim. Bunu, sadece otelciler olarak değil,
sadece işletmeler olarak değil, acentelerin ve ulaşım sektörünün de burada meydana
getirdiği gelişmeyi ve turizme sağladığı faydayı övgüyle kaydetmemiz icap eder. Bizim ülkemizde
dinlenme turizmi özellikle çok önemlidir. Bu teşvik kanunu, dinlenme turizmi
dışındaki turizm alanlarını teşvik edecek temelde bir kanun; sağlık turizmi,
termal turizmi, kış, yayla turizmi, golf, kruvazör, spor gibi turizm dallarını;
turizmi on iki aya yaymayı özellikle ön plana alan, turizm segmentlerini
teşvik etmekte olan bir kanundur. Bu bakımdan da zamanlaması açısından da son
derece önemlidir çünkü dinlenme turizmiyle alakalı yatırımlarını Türkiye
fevkalade bir şekilde dünya standartlarına getirmiştir. Dinlenme turizmi
sanki iyi bir şey değilmiş gibi, zaman zaman değerli
konuşmacılar ifade ettiler. Turizm sektörüyle çok uzun yıllardan bu yana iç içe
çalışmış bir arkadaşınız olarak bu konuda birkaç hususu ifade etmek isterim.
Bizim ülkemiz gibi Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkeler prensip itibarıyla
dinlenme turizmine hitap eden ülkelerdir çünkü Akdeniz ve Akdeniz kıyıları,
özellikle endüstrileşmiş ülkelerin insanlarına dinlenme turizmi sunan,
öncelikle dinlenme turizmi sunan ülkelerdir. Sadece Türkiye
kıyıları değil, bizden önce, 1960’lı yıllarda dinlenme turizmi sunan İtalya,
Fransa ve daha sonra sektöre giren Yunanistan ve İspanya ve arkasından sektöre
giren yine mağrip ülkeleri de dinlenme turizmi sunar; keza, Mısır da dinlenme
turizmi sunar çünkü bize turist gönderen ülkeler, özellikle İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra Almanya’da başlayan endüstri hareketini takiben, işçilerinin
dinlenebilmesi için İtalya kıyılarında özellikle dinlenme turizmini teşvik
etmişlerdir. Daha sonra bu, diğer, Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkelere ve
daha sonra ülkemize, 1980’li yıllarda özellikle, gelmiştir. Hem Turizm
Bakanlığının hem sektörün üstün gayretleriyle, bugün ülkemiz bu sektörde
dünyanın ilk on ülkesi arasına girmiş bulunuyor. Değerli
arkadaşlar, bugün görüşülmekte olan kanunun tamamlanmasını müteakip, ülkemizde
bu segment turizminin gelişmesi sağlanacak ve böylece
ülkemizde turizm on iki aya yayılmış olacaktır. Bu on iki aya yayılma konusunda
ve ayrıca İstanbul ve Antalya’ya çoğunlukla gelen turizmden İç Anadolu’nun daha
fazla istifade edebilmesi bakımından iki temel altyapıya ihtiyaç olduğu
kanaatindeyim: Bunlardan birisi
ulaşımdır. Burada ifade edildi, özellikle Ak Parti iktidarlarının gündeme
getirdiği ve uygulamaya koyduğu duble yollar hem
İstanbul’dan Ankara’ya, İç Anadolu’ya turistin günlük paket turlarla gelmesini
sağlayacak hem Antalya kıyılarından, Ege kıyılarından İç Anadolu’ya, turizmin,
günlük paket turlarla, iki günlük paket turlarla geçmesini sağlayacaktır. Ayrıca, yine 58’inci ve 59’uncu Hükûmetin
geliştirdiği ve 60’ıncı Hükûmetin de desteklediği
hızlı trenlerin, Edirne’den Ankara’ya, Ankara’dan güney aksıyla şu anda
fizibilitesi yapılmakta olan Antalya’ya ulaştırılması; keza, ümit ediyorum,
daha sonra yine Manavgat üzerinden Konya’ya ulaştırılmasıyla 2015’li yıllarda
İstanbul ve Antalya’ya gelecek turistlerin paket turlarla Konya, Göreme ve
Ankara’ya, cumhuriyetimizin başkenti Ankara’ya getirilmesi suretiyle burada iki
günlük, üç günlük harcamalarla İç Anadolu’ya milyar dolarlara varan turizm
gelirlerinin aktarılması sağlanabilecektir kanaatindeyim. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun.
SADIK BADAK
(Devamla) - Bu bakımdan Hükûmetimizin yapmakta olduğu
bu ulaşım yatırımlarının turizmin Anadolu’ya yayılması açısından çok önem
teşkil ettiği kanaatindeyim. İkinci husus,
özellikle kültür turizmi ve kongre-fuar turizmini desteklemesi açısından ören
yerlerinin turizme kazandırılması çok önem arz ediyor. Ören yerleri, restorasyona tabi olan, devam eden ve sırada bekleyen ören
yerleri… Maalesef ödenek yokluğu sebebiyle çok uzun yıllar, kırk yıldır, elli
yıldır restorasyonu devam eden ören yerleri bulunuyor.
Bunların yeni bir anlayışla, yap-işlet-devret modeliyle kısa sürede modern bir
şekilde turizmin hizmetine sunulması gerektiği kanaatindeyim. Bakanlığımızın bu
konuda, ümit ederim, önümüzdeki dönemde bir tasarrufu olacaktır. Netice
itibarıyla, bu kanunun ülkemize, sektöre, turizm sektörüne faydalı olacağı
düşüncesiyle kanunu desteklediğimizi ifade eder, oyumun pozitif, olumlu yönde
olacağını ifade eder, hepinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Badak. Soru-cevap
işlemine başlıyoruz. Sayın Nalcı,
buyurun efendim. KEMALETTİN NALCI
(Tekirdağ) –Teşekkürler Sayın Başkanım. Gerçi Sayın
Bakanımız çıktı, ben bu soruya yazılı olarak cevap isteyeceğim. Şimdi, ben
demin belirtmiştim fakat Sayın Bakanımız da söyledi. Biz hangi yatırımlar
yapılacak diye sormadık. Siz de biliyorsunuz ki İstanbul, şu anda, Tekirdağ ve
Trakya’nın tümünü TRAKAP adı altında İMP’ye, yani
İstanbul Metropolitana bir plan yaptırmakta. Bu plan
çalışmaları yapılırken Tekirdağ’ın sahil kesimlerinde turizm planlanıyor mu?
Yoksa hep, işte yaşadığımız gibi, İstanbul’un arka çöplüğü, arka bahçesi olarak
sadece sanayi mi planlanıyor? Bizim isteğimiz bu planlara dikkat edilmesi ve
Tekirdağ’ı da aynı zamanda bir turizm şehri hâline getirmektir. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Nalcı. Sayın Barış,
buyurun. TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
Kırklareli doğası itibarıyla tarım, hizmet ve turizm sektörlerinin gelişmesine
uygun bir kent. Kentimizde İğneada ve Kıyıköy gibi beldelerimiz, altın gibi kumu, denizi, güneşi
ve ormanlarıyla cennetten birer köşe. Ancak, hemen yukarıda Bulgaristan’ın
Varna kenti her yıl milyonlarca turist ağırlarken ve milyonlarca dolar gelir
elde ederken, bizim beldelerimiz turizm açısından atıl bir durumda, ancak
günübirlik yerli turizmine hizmet vermektedir. İlimize nükleer santral ve
çimento fabrikaları yerine turizmi teşvik yatırımları yapılmasını düşünüyor
musunuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Barış. Sayın Genç… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Efendim,
maalesef, iktidar partisi, yürütme ve yürürlük maddeleri üzerinde dahi bütün
sözleri alarak diğer milletvekillerinin konuşmalarını engelliyorlar.
Kendilerini tebrik ederim, bu geleneklerine devam etsinler, bakalım kim pişman
olacak? Sayın Başkan,
Sayın Bakana sormak istiyorum: Türkiye’nin en büyük millî parkı Munzur
Vadisi’nde bulunmaktadır. Bu millî parkla ilgili olarak şimdiye kadar herhangi
bir yatırım yapılmamıştır. Bu konuda herhangi bir yatırım yapmayı düşünüyorlar
mı? İkinci sorum şu:
Şimdi 6’ncı maddeye bağlı geçici 9’uncu maddede diyor ki: “24/11/2007
tarihinden önce, ön izin ve kesin tahsis aşamasındaki orman sayılan yerlere
ilişkin verilen izinlerden ilgilisinin otuz gün içerisinde talepte bulunması
halinde bu Kanun hükümlerine uygunluğu tespit edilen tahsislere kaldığı yerden
devam edilir." 2’nci maddenin
ikinci fıkrasının (c) bendinde de diyor ki: “Turizm yatırımı için tahsis edilen
orman alanının üç katı kadar alanın ağaçlandırma bedeli ve ağaçlandırılan bu
alanın üç yıllık bakım bedeli ilgiliden alınır.” Şimdi, bu fıkraya
göre eğer eskiye göre tahsis edilen bu yerler geçici 9’uncu maddeye göre de
devam ettirilirse bu bedeller kendilerinden alınacak mı alınmayacak mı? Bunu
öğrenmek istiyorum. Teşekkür ederim
efendim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Genç. Sayın Dibek… TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Başkanım teşekkür ediyorum. Ben de Sayın
Bakanıma şunu sormak istiyorum; gerçi, Turizm Bakanımız ayrıldı ama bürokrat
arkadaşlarımız oradalar: Kırklareli İğneada
beldesinde bundan on beş yıl önce inşaatına başlanan dört yıldız üzerinden iki
yüz otuz beş yataklı, yüz on odalı bir otel inşaatı var Bakanlığın da
teşvikiyle başlamış olan. On beş yıl önce başlamış, kaba inşaatı yapılmış, hâlâ
orada duruyor ve öyle, on beş yıldır duran bir inşaat. Bunu Turizm Bakanlığı
acaba hiç çalışmasına aldı mı? Yani bu inşaatla ilgili -çünkü Bakanlığın
teşviki de var- bir çalışma düşünüyor mu, yapıldı mı? Bununla ilgili bilgi
almak istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Dibek. Sayın Bakanım, cevap
verecek misiniz? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın
Başkanım, cevap vermek istiyorum, saygılarımı sunuyorum. Tekirdağ ve
Trakya’daki diğer vilayetlerimizle ilgili, biliyorsunuz 1/100.000’lik çevre
düzeni planları yapılıyor, ama, bu planlar bitmedi. Yani İstanbul’un çöplüğü şeklinde düşünmek fevkalade yanlış. Orayı
biz gerek turizm açısından gerek diğer alanlar açısından değerlendiriyoruz.
Çalışmaları da bizzat Çevre ve Orman Bakanlığının bürokratları ve bendeniz
takip ediyorum, öyle bir anlayışımız yok. Bilhassa Tekirdağ’da olsun, Edirne’ye
ait birtakım diğer alanlar olsun ve Kırklareli’ndeki bazı önemli yerleri turizm
alanı olarak düşünüyoruz, yani planları o şekilde işleyeceğiz ve bunları
dikkatlice takip ediyoruz. İğneada Kıyıköy ile ilgili olarak ben de Sayın Milletvekilimize
katılıyorum. Hakikaten burası, tarım ve hizmet sektörü yanında turizm açısından
da gelişmeye müsait. Hemen az ötede Bulgaristan’ın Varna kentinde büyük bir
turizm potansiyeli var. İğneada da âdeta tabiat harikası bir yer, orada ben çok
çalıştığım için biliyorum. Burayı da değerlendirmek lazım. Çevre
düzeni planlarına bunu mutlaka koyacağız. Onu özellikle belirteyim. Munzur Vadisi’yle
ilgili çalışmalar devam ediyor. Burada yatırımlar elbette yapılacaktır, Sayın
Genç’e söylüyorum. Ayrıca, geçmiş dönemde tahsis edilmiş olup da uygunluğu
belirlenenlerden de bu bedeller alınacaktır. Onu da burada belirtmek isterim. Şu anda İğneada’da 235 yataklı bir otelin durumu hakkında bilgi
istendi, ama müsaade ederseniz biz onu çok daha detaylı bir şekilde yazılı
olarak verelim. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan. Madde üzerinde
bir önerge vardır, okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına 217 sıra sayılı
Tasarının 8 inci maddesinde yer alan “Bakanlar Kurulu” ibaresinin “Kültür ve
Turizm Bakanı” olarak değiştirilmesini arz ederiz.
BAŞKAN – Komisyon
katılıyor mu? BAYINDIRLIK,
İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN Hükûmet katılıyor mu? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Katılmıyoruz
efendim. BAŞKAN – Buyurun
Sayın Hamzaçebi. MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının bu son
maddesi üzerindeki önerge hakkında söz aldım. Önergeyle ilgili olarak
konuşurken, hangi tasarıyı kabul ettiğimiz konusunda sizlere çok kısa bilgi
vermek istiyorum. Bu bilgiyi Sayın Bakanın açıklamaları çerçevesinde sizlerin
dikkatine sunuyorum. Tasarının
hazırlanma gerekçesi, ormanların turizm yatırımlarına tahsisini düzenleyen
Turizmi Teşvik Kanunu’nun ilgili maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmesiydi. Anayasa Mahkemesi bu iptali yaparken şu gerekçeyi ortaya
koymuştur: Turizm yatırımlarında bir kamu yararı vardır, bunda hiç tereddüt
yok. Benim kanaatime göre de turizm yatırımlarında bir kamu yararı vardır;
istihdam yaratacaktır, ekonomiye döviz kazandıracaktır, bunlar saymakla bitmez.
Ancak Anayasa’nın 169’uncu maddesinin ormanları koruma konusunda devlete vermiş
olduğu görevi dikkate aldığımızda, buradaki “kamusal yarar”ın biraz önce sözünü
ettiğim diğer kamu yararından daha üstün olduğu ortaya çıkar. “Üstün kamu
yararı” budur. Sayın Bakan “üstün kamu yararı”nı açıklarken işin bu kısmına
değinmedi. Dolayısıyla ormanlarda yapılacak turizm yatırımlarının, ancak
kaçınılmaz ve zorunluluk hâllerine münhasır olması gerekir. Anayasa Mahkemesi
böyle diyor. Tasarıya
baktığımızda, tasarı turizm yatırımlarının bütün çeşitleri için ormanları
tahsis eder hâle gelmiştir, bu yanlış değerli arkadaşlar. Bu düzenleme
Anayasa’nın ortaya koyduğu iptal gerekçesine uygun değil. Ben şu soruyu
sormuştum, bir kez daha soruyorum: Eskiden yapılması mümkün olduğu hâlde, bu
tasarının yasalaşmasından itibaren yapılması mümkün olmayan turizm yatırımı var
mıdır? Cevabını veriyorum: Yoktur. Tasarının 2’nci maddesi, turizm
yatırımlarının bütün türleri için ormanların tahsisini imkân dâhiline
sokmuştur. Değerli arkadaşlar, bu, doğru değil, Anayasa’ya da uygun değil. Tasarının genel
gerekçesine göz atmanızı rica ediyorum. Tasarının genel gerekçesinde ormanları
koruma adına tek bir cümle, tek bir ifade yoktur. Yani ormanları turizme tahsis
edeceğiz, ama bu tahsisi ormanları koruma ilkesi çerçevesinde yapacağız
anlamında hiçbir ibare yoktur, hiçbir cümle yoktur. Bakın, tasarının genel
gerekçesinde, ormanların turizm yatırımlarına açılması bireyin seyahat özgürlüğüyle
bile ilişkilendirilebilmiştir. Yani ormanları yatırıma açacağız ki, birey,
vatandaş, ormanın en ücra köşelerine kadar gidebilsin. Seyahat özgürlüğünü bile
bununla ilişkilendiren bir anlayışın bu tasarıyla ormanları koruduğunu söylemek
mümkün değildir. Tasarıyla
ormanların ancak yüzde 1’ine ilişkin bölümünün turizm yatırımlarına tahsisi
mümkündü. Sanıyorum bu oran binde 5’e indirildi. Aranılan bu değildir. Binde 5
çerçevesinde yapılacak olan yatırımlar ancak kaçınılmaz ve zorunlu yatırımlar
olmalıdır. Kış turizmini buna örnek verebiliriz. Ama,
tasarının (f) bendindeki “kıyıların ve ormanın doğal güzelliği nedeniyle turizm
yatırımı yapılmasına kolaylık sağlayan” şeklindeki maddesini, hükmünü dikkate
aldığımızda, yapılamayacak hiçbir turizm yatırımı yoktur ormanlarda. Ormanları koruma
kaygısı bu tasarıda yoktur, problem buradadır. Doğru olan, bu kaygıyla, turizm
yatırımını birleştiren, bu ikisinin dengesini kuran bir anlayıştır. Bunun için
tasarıda ciddi ölçüde revizyon gerekmektedir,
tasarının baştan aşağı değişmesi gerekmektedir. Yanlış bir tasarı görüşüyoruz.
Yanlış bir tasarıyı kabul ediyoruz daha doğrusu. Binde 5’lik sınır
-ona tekrar gelmek istiyorum- bir ölçü değildir. Bugün binde 5’tir, yarın bir
başka hükûmet yüzde 1 yapar, başkası yüzde 2 yapar.
Bu doğru değil değerli arkadaşlar. Hükûmetlerin
esnekliğine, anlayışına bırakılmış olan bir sınırla ormanları korumak mümkün
değil. Ormanları korumak, Anayasa’nın 169’uncu maddesinde çerçevesi belirlenmiş
bir husustur. Bunu, bu anlayışı olduğu gibi bu tasarıya yansıtmak gerekirdi,
maalesef bu mümkün olmamıştır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bunları ifade etmek için söz aldım, beni dinlediniz. Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Hamzaçebi. Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir. 8’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir. Tasarının tümünü
oylamadan önce, oyunun rengini belirtmek üzere, lehte, Uşak Milletvekili Sayın
Nuri Uslu. Buyurun Sayın
Uslu. (AK Parti sıralarından alkışlar) NURİ USLU (Uşak)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında lehte söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri içerisinde sayılan, özellikle ormanlar
üstün kamu yararı taşımaktadır çerçevesinde “ormanların turizm alan ve
merkezleri ilan edilerek tahsis edilmesine mutlaka kriterler
ve sınırlamalar getirilmelidir” denilmektedir. Bu kanun tasarısı ile son derece
sınırlamalar ve kriterler getirilmiştir. Bir kere, en
önemlisi, turizm tesisi yapacağınız bir yerde, orman alanının etrafında eğer
hazine arazisi varsa ormandan bu tahsisi yapamazsınız. Üstün kamu yararı
-bunu birkaç kez konuştuk- gerçekten, evet, ormanlar üstün kamu yararı
taşımaktadır. Şimdi ben şu tarafa dönüyorum, evet, turizm de üstün kamu yararı
taşımaktadır, tarım da üstün kamu yararı taşımaktadır, sanayi de üstün kamu
yararı taşımaktadır. Lütfen, bunları tek terazide tartmayalım, her birinin ayrı
bir ağırlığı, ayrı bir değeri vardır. Bunları ayrı ayrı
değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Milletimizin ekonomisine katkı yapacak ne
kadar kaynağımız, değerimiz varsa bunları değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Sonra, bir kere
orman alanlarının binde 5’i tahsis edilecek diye bir şey yok. Bir ilin toplam
orman alanının ancak binde 5’ine kadar tahsis yapılabilir, bu da, bu söylediğim
kriterler yerine getirilerek. Onun için, bu kanun
tasarısı ile Anayasa’nın iptal kararında ne söylenmesi, ne tür kriterler getirilmesi gerekiyorsa konulmuştur. Bir diğer husus,
bu kanun tasarısı ile geleneksel turizm, artık faaliyet çeşitliliği, kapsam,
içerik olarak yeni bir çehreye kavuşmaktadır. Turizm, dünya ülkelerinde olduğu
gibi çağdaş bir konuma getirilmektedir. Artık eskide olduğu gibi deniz, kum,
tesis turizmi bitmiştir günümüzün dünyasında. Bundan sonra biz ekolojiyi, doğayı, tarihi, kültürü, topoğrafyayı
ve buna benzer çok değerli kaynakları yan yana getirerek turizmimizi bezemek,
turizmimizi zenginleştirmek mecburiyetindeyiz. Bunları yapmazsak turizmi
geliştiremeyiz. Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla çok önemli bir konu
daha gündeme gelmektedir, o da şu: Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği dönemde,
yani 2007’nin Mayıs ayında, orman alanlarından turizm için, turizm alan ve
merkezi için tahsis edilmiş bir sürü alan, yüzlerce müteşebbis buralarda
projelerini çizdirdiler, ön izin aldılar, devlet bunlara izin verdi,
altyapılarını yaptılar ama Anayasa Mahkemesi ön izin safhasında iptal ettiği
için buralarda şimdi yüzlerce yatırım yapmış insanlarımız bunu beklemektedir. Devletimize olan güveni daima korumalıyız. Biz bu tasarıyla o
güveni de tekrar sağlamış olacağız. Hatta, bu arada,
benim ilim olan Uşak Banaz’daki termal kaynaklar turizm merkezi olarak yeniden
değerlendirileceği için Uşaklılar bu konuda bu tasarıyı beklemektedir. Bunun
yanında Mersin’de, Antalya’da, Muğla’da ve buna benzer diğer illerimizde de bu
tasarıyı bekleyenler çoktur. Değerli
milletvekilleri, bu kanun tasarısının milletimize, memleketimize hayırlı
olmasını diliyor, lehte oy kullanacağımı saygıyla arz ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uslu. Oyunun rengini
belirtmek üzere, aleyhte Sayın Kamer Genç, Tunceli Milletvekili. Buyurun Sayın
Genç. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanunu’nun
müzakerelerinin sonuna geldik. Oyumun rengini belirtmek üzere aleyhte söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün, tabii Plan
ve Bütçe Komisyonunda Tunceli’de üniversite kurulması teklifim de vardı, Hükûmetin de teklifi vardı, kabul ettiniz; Hükûmete teşekkür ettim. Yeter ki, siz memlekete, millete
faydalı şeyler getirin, size teşekkür etmek bizim borcumuz. Daha da teşekkür
etmemi istiyorsanız Pertek’te çok önemli bir köprü var, onu da yapın, size iki
üç defa daha teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından “Onu da yaparız.” sesleri) Değerli
milletvekilleri, şimdi, bakın, biraz önce burada konuşan arkadaşımız diyor ki:
“Bu kanunu bekleyen çok insan var.” Yani anlaşılıyor ki çok hatıra binaen
birtakım insanlara orman arazileri tahsis edilmiş, bu kanunla da kılıf
getiriyorsunuz, bu tamamen odur. Şimdi biliyorsunuz, geçmiş bir turizm
bakanınız dedi ki: “Efendim, bu orman arazilerini Hasan değil basan alır.”
Şimdi, getirilen bu kanunla siz basanı kaldırdınız, Hasanlara ve Hanslara tahsis ettiniz. Şimdi, bakın
neden? Şimdi, bu kanunun 2’nci maddesinin sonunda diyorsunuz ki: Bu şekilde
yapılan tahsisler 2886 sayılı İhale Kanunu’na tabi olmayacak, 6831 sayılı Orman
Kanunu’na da tabi olmayacak. Ya neye tabii olacak? Bakanın, siyasi iktidarın
takdirine göre belirlenecek. Ya, ben bu iktidarın neyine güveneyim? Şimdi, eğer
gidip de kendi emrindeki bir bankadan kendi damadına 750 milyon dolar tahsis
eden bir hükûmet… ABDURRAHMAN
DODURGALI (Sinop) – Kim kime tahsis etmiş? İSMAİL BİLEN
(Manisa) – Tasarıya gel, tasarıya. KAMER GENÇ
(Devamla) …devletin en kıymetli mallarını getirip yandaşlarına veren,
İstanbul’un en güzel arazilerini kendi milletvekillerine tek ihaleyle veren bir
siyasi iktidar ve bu düşünceye, ülkeye bu gözle bakan, sorumluluk duygusu bu
kadar zayıf olan bir iktidarın takdirine nasıl bırakacağım. Bakın, değerli
milletvekilleri, kanunlar yapılırken yasama yetkisini kullanan kişiler, o
memleketin objektif, dürüst, namuslu yönetilmesi için kanun çıkarır. Yoksa
menfaat şebekelerinin rahatlıkla menfaatleneceği,
ülkeyi satabileceği, ülkenin en büyük kaynaklarını kendi kişisel yararları için
yandaşlarına tahsis edeceği bir sistemle kanun çıkmaz. Niye 2886 sayılı
Kanun’dan istisna ediyorsunuz, niye 6831 sayılı Orman Kanunu’ndan istisna
ediyorsunuz? Demek ki siz bu kanunlardaki objektifliğe dahi karşısınız. Değerli
milletvekilleri, bunlar bu memlekete hayır getirecek kanunlar değil. Bakın,
Anayasa Mahkemesinin kararı var “Üstün kamu yararı ve zorunluluk bulunması
hâlinde…” Sizin getirdiğiniz şeyde üstün kamu yararıyla zorunluluk hâlini
bağdaştıran maddeler yok. Şimdi, Manavgat’taki o ormanı getirip de üstüne kendi
yandaşlarınıza turizm tesisi yaptığınız zaman -o orman dünyanın hazinesi- onu
yok ettiğiniz zaman, ondan daha üstün, ondan daha güzel bir servet yok
edilemez, o ormanların değerleri parayla ölçülemez. Dolayısıyla,
değerli milletvekilleri, bu kanun, baştan sonuna kadar tamamen, yandaşlara
devletin en kıymetli arazilerini tahsis etmek için hazırlanan bir tuzak. Şimdi, 4’üncü
maddede diyor ki: Bakanlık gerekli gördüğü hâllerde, ilan edeceği pilot
bölgelerdeki turizm işletmesi belgesi olmayan konaklama tesislerine bir süre
verecek, ondan sonra, bu konaklama tesislerini, turizm işletmesi belgelerini
almadığı takdirde kapatacak. Böyle bir şey olur mu? Yani, şimdi, bu tamamen
nedir biliyor musunuz? Sizin Melih Gökçek veyahut da birtakım belediye
başkanları -kendi belediye sahaları olan yerler de var- birçok yerde,
bakacaklar, çok güzel, kıymetli mülkler varsa… Kim bu? Bakanlık
gerekli gördüğü hâllerde. Hangi hâllerde gerekli görecek? Yani Bakan,
siyasi bir kişi, gidecek bakacak, siyasi rakibinin bir yerde, hakikaten çok
değerli bir mülkü var, orada pilot bölge ilan edecek. “Kardeşim, şu kadar süre
içinde, üç ay, beş ay süre içinde buraya turizm işletmesi alınabilecek bir
nitelikte bir imar yap” diyecek, yapmadığı zaman gidip kapatacak. Bu, dünyanın
neresinde görülmüş ya! Yani birtakım yerlerde, birinci sınıf tesis de olabilir,
ama daha az, düşük gelirli insanların da gidip orada yararlanabileceği turistik
tesis de olabilir. Niye o düşük gelirli insanların yararlanabileceği tesisleri
orada yok ediyorsunuz? (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Genç. KAMER GENÇ
(Devamla) – Yani bunlar dahi hepsi, Bakanın, bürokratın şahsi takdirine
bırakılan her icraat, o ülkenin, o memleketin başına bir felaket getirir. Onu herkesin bilmesi lazım değerli milletvekilleri. Sonra, işte,
tarifeler verirken, belgeli işletmeler uygulamaları yapılırken, maalesef,
bugünkü iktidar, birçok yerde, özellikle belediyelerde, İstanbul’da turistik
belgeleri iptal ediyor, sırf oranın içki ruhsatlarını iptal etmek için. Yani
böyle bir uygulama oluyor… Yüzlerce ben size misal veririm. Bu konuda Danıştayda bir sürü davalar var. Şimdi,
arkadaşlar, ya Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş yapısına uygun bir işletme
esasını esas alacaksınız veyahut da sizin kendi düşüncenize göre, işte, içki
yasaktır, şu yasaktır, bu yasaktır, bu düşüncelerle işlem tesis edeceksiniz.
Yani bunlar hep keyfî şeyler. Kanunlar getirilirken objektif ilkeler konulacak.
Objektif ilkeler konulmadan, tamamen bürokratların şahsi takdirleri kapsamında
yapılan işlemler aykırıdır. Ben kanunun
aleyhinde oy vereceğim. Saygılar
sunuyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Genç. Sayın
milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun. Birleşime bir
saat ara veriyorum. Kapanma saati : 18.51 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 19.57 BAŞKAN : Başkan Vekili Eyyüp
Cenap GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum. 2’nci sırada yer
alan, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde
Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve
Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 2.- Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli
Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü
Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/480) (S. Sayısı: 94) (x) BAŞKAN – Komisyon
ve Hükûmet buradalar. Komisyon raporu
94 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü
üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili
Akif Hamzaçebi. Buyurun Sayın Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere söz aldım. Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tasarı, 8 Haziran
1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli
Çerçevesinde Yaptırılmasına İlişkin Kanun’da değişiklik öngörmektedir. Dokuz
maddeden oluşan tasarı, bir maddesiyle de Devlet Su İşleri Teşkilat Kanunu’nun
bir maddesinde değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Yap-işlet-devret
modeline ilişkin olarak yapılması planlanan değişiklikleri iki grupta
toplayabiliriz: Birinci grup değişiklikler, “yap-işlet-devret”in
kapsamına ilişkin, yani bu kapsamda yapılabilecek yatırımlara ilişkin
değişikliklerdir. Bu da iki şekilde yapılmaktadır: Yürürlükte olan Yasa’ya göre
hâlen köprü, tünel, baraj, içme suyu, kullanma suyu, sulama suyu, sivil
kullanıma yönelik deniz limanları, hava limanları gibi altyapı yatırımları
yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yaptırılabilirken, tasarıyla bu kapsam
genişletilmekte ve bunlara ilave olarak, trafiği yoğun kara yolu, gar kompleksi, lojistik merkezi, kruvaziyer
limanı, sınır kapıları gibi yatırımların da bu kapsamda yapılması
öngörülmektedir. (x)
94 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Yine, kapsamda
yapılan bir diğer değişiklik de şudur: Biraz önce saymış olduğum yatırımların
yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapılabilmesinin temel şartı, bu
yatırımların ileri teknolojiyi ve yüksek maddi kaynağı birlikte
gerektirmesidir. Yani bir yatırım hem ileri teknoloji gerektirecek hem de
yüksek maddi kaynak gerektirecek ki yap-işlet-devret modeliyle yapılabilsin.
Tasarıyla bu noktada da bir değişiklik yapılmakta ve bir yatırım yüksek maddi
kaynak gerektirdiği hâlde ileri teknoloji gerektirmese bile yap-işlet-devret
modeliyle yapılabilecektir veya ileri teknoloji gerektirmekle birlikte yüksek
maddi kaynak gerektirmese dâhi o da yap-işlet-devret modeli çerçevesinde
yapılabilecektir. Asıl önemli
değişiklik, yap-işlet-devret modelinde yapılan değişikliktir. Yürürlükteki
Yasa’ya göre yap-işlet-devret modeli çerçevesinde gerçekleştirilecek
yatırımlarda, yatırımı gerçekleştirmek amacıyla devlet bütçesinden herhangi bir
ödeme yapılmazken, tasarıyla öngörülen modele göre -ki katkı payına dayalı bir
modeldir bu- gerçekleştirilecek yatırımlarda ödemeler devlet bütçesinden
yatırımcıya yapılacaktır. Yap-işlet-devret modelinde tesisin, yatırım sonucu
ortaya çıkan tesisin kullanımı hâlinde kullanıcılar tarafından bir ödeme
yapılırken, tasarının öngördüğü katkı payına dayalı modelde ödeme devlet
bütçesinden yatırımcıya yapılacaktır. Bu çok önemli bir değişikliktir ve asıl
bunun üzerinde durmak gerekir. Ben de zamanın izin verdiği ölçüde bu konu üzerinde
durmak istiyorum. Yap-işlet-devret
modeli, altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesinde kullanılan önemli bir
proje finansman modelidir. Modelin gelişmiş ülkelerde de uygulama alanı vardır
ancak daha çok kaynak sıkıntısı çeken, az gelişmiş veya gelişmekte olan
ülkelerde uygulanmaktadır. 1980 sonrası küreselleşme sürecinin dünyada
hızlanmasıyla birlikte ortaya çıkan bir modeldir. Modelin en önemli özelliği,
birçok özelliği vardır ama en önemli özelliği yatırımların finansmanının özel
sektör tarafından gerçekleştirilmesidir. Yap-işlet-devret modeli, kamunun görev
alanına giren bir yatırım veya hizmetin, yatırım ve işletme döneminde yapılacak
harcamaları üstlenen yatırımcılar tarafından, yatırım sonucu ortaya çıkan
tesisin önceden belirlenmiş olan süre ve tarifeler üzerinden işletilmesidir,
yap-işlet-devret modelinin esası budur. Kamu-özel sektör iş birliğinin önemli bir alanıdır. Bu
alanda yap-işlet modeli, işletme hakkı devri gibi başka modeller de olmakla
birlikte en belirgin örneği yap-işlet-devret modelidir, kamu-özel sektör iş
birliğinin. Türkiye’de bu
modelin ilk ciddi örneklerini 80’li yıllarda görmeye başlıyoruz. 80’li
yıllarda, 1984 yılında çıkarılan 3096 sayılı Kanun’la enerji sektöründe
yap-işlet-devret modeli uygulanmaya başlamıştır. Yine, 1987 yılında çıkarılmış
olan bir başka yasayla da otoyollar ve bu yollar üzerindeki tesislerin
yap-işlet-devret modeliyle yapılması olanağı bizim sistemimize girmiştir.
Enerji sektöründe yap-işlet uygulamasını ise 1987 yılında çıkan 4283 sayılı
Yasa’yla görüyoruz. Bütün bu saydığım
düzenlemeleri bir şemsiye altında, bir çatı altında toplayan ilk kapsamlı
düzenleme ise 94 yılında çıkarılmış olan, bu tasarının değişiklik öngördüğü,
3996 sayılı Yap-İşlet-Devret Kanunu olarak isimlendirebileceğimiz kanundur. Bu
Kanun’un, yani Yap-İşlet-Devret Kanunu’nun genel gerekçesine baktığımızda
modelin Türkiye’ye getirilmesinin temel nedeninin kamunun çekmiş olduğu kaynak
sıkıntısı olduğu anlaşılacaktır. Kamu kaynaklarının yetersizliği, kamu
hizmetlerinin çokluğu karşısında kıt kaynaklarla bu hizmetlerin
gerçekleştirilmesi mümkün olamayacağından özel sektörün finansmanını sağlaması
suretiyle böyle bir modelin ülkemize intikal etmesi o zaman uygun görülmüş ve
3996 sayılı Yasa kabul edilmiştir. Değerli
arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz bu tasarıyla getirilmek istenen katkı payına
dayalı modelin, biraz önce tanımını yaptığım ve Kanun’un genel gerekçesinden
getirilme gerekçesini ifade ettiğim yap-işlet-devret modeliyle bir ilgisi
bulunmamaktadır. Bunun yap-işlet-devret modelinin bir türevi, bir ikincil yöntemi
olması, bu modelin gelişmiş ülkelerde uygulama alanı bulmuş olması bu
söylediğim gerçeği değiştirmeyecektir. Tasarının ana
düşüncesi, yatırımların, Hükûmetin planlamış olduğu
bir kısım kamu yatırımlarının özel sektör eliyle gerçekleştirilmesi ve özel
sektörün gerçekleştireceği bu yatırımların bedelinin taksitler hâlinde
yatırımcıya devlet bütçesinden ödenmesidir. Tasarıdaki bütün maddeler bunun
etrafında şekillendirilmiştir. Değerli
arkadaşlar, kamu maliyesinde 2006 yılından bu yana ciddi bir bozulma yaşıyoruz.
Biraz sonra bunun rakamlarına gireceğim. Kamu maliyesinde ciddi bir bozulmayı
yaşarken, gelirlerimizin gayrisafi millî hasılaya,
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı bu düzey sürekli olarak aşağı giderken,
harcamalar giderek artarken böyle bir modeli bir ilave finansman olanağı olarak
Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmeyi doğru bulmuyorum. Bu model, azalan
gelirler, artan harcamalar karşısında, bozulan mali disiplin karşısında Hükûmetin kısa dönemde birtakım yatırımları gerçekleştirme
arzusundan başka bir şey değildir. Bu arzu, gelecek yılların bütçelerini baskı
altına alacak niteliktedir. Gelecek yıllardaki hükûmetlerin
veya bu Hükûmetin gelecek yıllardaki bütçelerini
baskı altına alacak, kısa dönemli birtakım hedefleri olan bir tasarıdır. Tasarı şunu
öngörüyor: Tasarı “katkı payı” adı altında yatırımcıya yapılacak bir ödemeden
söz ediyor. Yani bir yatırımcı… Tabii ki arkasında bir finansman kuruluş var. Bu finansman kuruluşu arkasına almış olan veya onunla beraber
hareket eden yatırımcı, ihale konusu olan kamu yatırımını, örneğin trafiği
yoğun bir kara yolunun yapımını üstlenecek, o yolun işletme dönemi de dâhil
olmak üzere o dönemdeki işletme ve bakım masraflarını da üstlenecek, tüm bu
dönemdeki yatırımcının üstlenmiş olduğu harcamalar, yani gerek yatırım
harcamaları gerek işletme ve bakım harcamaları, her yıl bütçesine “katkı payı”
adı altında konulacak bir ödenekle yatırımcıya ödenecektir. Taksitler
hâlinde ödemedir. Katkı payı, ilk
bakışta hazinenin bu yatırım nedeniyle katlanacağı yükü azaltacakmış gibi bir
izlenim veriyorsa da-kavram böyle bir izlenimi almaya uygun, gerçekte böyle bir
şey yok- yatırımın tamamı bütçeden karşılanmaktadır. Ve buna ilişkin olarak
tasarıda yer alan sınırlara baktığımızda, bu sınırların gerçekten bütçeleri ne kadar
baskı altına alacak nitelikte sınırlar olduğu gözükecektir. Tasarıya göre,
katkı payına dayalı yap-işlet-devret modeli uyarınca yapılacak yatırımların
tutarı, o yılki yatırım bütçesinin yüzde 50’sini geçemeyecektir. 2008 yılı
yatırım bütçesinin büyüklüğü 11,8 milyar YTL’dir. 12
milyar YTL dersek, yani 2008 yılında Hükûmet 6 milyar
YTL’lik bir yatırımı bu yolla yapabilecektir. Yapsın tabii ki,
yapsın diyebiliriz, ama her yıl yatırım bütçesinin yüzde 50’si oranında bir
ödeneği bu şekilde kullandığını düşünürseniz, Hükûmetin
bütçenin diğer kalemlerine, cari harcamalara, sosyal harcamalara, tarımsal
desteklemeye ayıracağı kaynağın ne kadar küçüleceğini tahmin edersiniz. Yine, katkı payı
olarak bütçeden yapılacak, yatırımcıya yapılacak taksitler hâlindeki ödemenin
tutarı da yatırım bütçesinin yüzde 20’sini geçemeyecektir. Bunlar çok ciddi,
yüksek oranlardır ve bu oranların 1 katına kadar, 2 katına yükseltilmesi
konusunda tasarı Bakanlar Kuruluna ayrıca yetki vermektedir değerli arkadaşlar,
bunu doğru bulmuyorum. Biraz önce kamu
maliyesinde ciddi bir bozulma sürecinden söz ettim. Şöyle olmuş olsaydı bu
modeli daha anlayışla karşılayabilirdik: Hükûmet,
gelecek yıllara ilişkin olarak yapmış olduğu projeksiyonda,
işte, birkaç gün önce açıklamış olduğu orta vadeli mali çerçevede gelecek
yıllarda devletin gelirlerinin artacağını bize söylemiş olsaydı, bunu belki
farklı bir şekilde ele alabilirdik. İleride bütçenin gelirleri artacaktır,
artan gelirler nedeniyle, ileride bütçeden, bu kalemde, yani, katkı payına
dayalı olarak yapacağı ödemelerin yükü o artan gelirlerle karşılanabilecektir.
Böyle bir model yok. Şimdi, kamu
maliyesi nasıl bozuldu, nasıl bozuluyor, bunu size rakamlarıyla vermek
istiyorum: Kamu
maliyesindeki bozulma, gerçekte 2006 yılında başlamıştır, 2007 seçim yılında
değil. Bu konuda Hükûmetin en iyi yılı 2005 yılıdır.
Bakın, merkezî yönetim bütçe gelirlerinin toplamının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2005 yılında yüzde 23,5’tir; 2007 yılında bu
oran yüzde 22’ye inmektedir, gayrisafi yurt içi hasılanın 1,5 puan altındadır.
2007 yılı gayrisafi yurt içi hasılasıyla bu rakam 12,8
milyar YTL’dir. Yani, Hükûmet
2007 yılında 2005’teki gibi gelir toplayabilmiş olsaydı, elinde 12,8 milyar YTL
daha fazla geliri olacaktı. 2007 yılı oranı yüzde 22’dir. Hükûmetin
sürekli eleştirdiği “Benden önceki tablo çok kötüydü, bir felaket, bir enkaz
devraldım.” gerekçesiyle ortaya koyduğu 2002 yılı oranı yüzde 22,7’dir. Bakın,
2007 yılı gelirlerinin 2002’ye oranı tam 0,7 puan daha aşağıdadır. Bunun
anlamı, Hükûmet, aşağı yukarı bu konuda 6 milyar YTL
2002 yılından daha az gelir toplamıştır değerli arkadaşlar. Sayın bakanlarımız
bir iki gün önce orta vadeli mali çerçeve açıkladılar. Orta vadeli mali
çerçeveye baktığımızda, durum, aslında söylendiği gibi değil, savunulduğu gibi
değil. Orta vadeli mali çerçeve, 2008 ila 2012 yıllarını kapsamaktadır. Bu
çerçeveyle, açıklanan bu çerçeveyle Hükûmet, daha
önce açıklamış olduğu 2008-2012 yıllarını kapsayan orta vadeli program ve orta
vadeli mali planı rafa kaldırmıştır. Rakamlarını
vermek istiyorum size, orta vadeli mali çerçevenin rakamlarını vermek
istiyorum: Bu çerçeveye göre, 2006 yılının program tanımlı geliri -bazı
gelirleri program tanımında dikkate almıyoruz- program tanımlı gelir 2006
yılında gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak yüzde
21,5’tir. Bu oran 2008 yılında 20,4’e düşüyor, 2012 yılında yüzde 20’ye
düşüyor. Yani, 2006 yılından, Hükûmetin mali
disiplininin bozulduğunu ifade ettiğim 2006 yılından 2012 yılında 1,5 puan daha
az gelir toplayacak. 1,5 puan daha az gelir demek, 2007 yılı gayrisafi yurt içi
hasılasını dikkate alırsak, aşağı yukarı 12,8 milyar
YTL demektir. Hükûmet, bozulan mali disiplin
karşısında geliri artırarak yatırımlarını bu şekilde artırma yolunu tercih
etmek yerine, kısa vadeli bir önleme başvuruyor; özel sektör yapsın, biz ona
taksitle bütçelerden ödeme yapalım. Değerli
arkadaşlar, harcamaya baktığımızda orta vadeli mali çerçevede, harcamalar aynı
şekildedir. Harcamalar artıyor. 2006 yılının harcama oranı, gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 17,4’tür. 2012’de yüzde 18,3’e çıkıyor.
Harcama artsın, Türkiye’nin bu kadar küçük bütçelerle yönetilmesi mümkün
değildir. Ama gelir tarafını olduğu gibi kabul edip, veri kabul edip o konuda
hiçbir önlem almaksızın harcamaları birtakım popülist
yöntemlerle artırmaya kalkarsanız, bunun sonu felaket olur, bunun sonu enflasyon
olur. Şimdi, bugüne
kadar faiz dışı fazlanın nimetlerinden, faziletinden söz eden Hükûmetimiz, ekonomiden sorumlu bakanlarımız bugün faiz
dışı fazlayı bize bir kötülüğün unsuru olarak tanıtıyorlar. “Faiz dışı fazla
önemli değildir” diyor. E, bugüne kadar neden önemliydi o zaman? Neden
önemliydi? Değerli
arkadaşlar, büyüme düşüyor, enflasyon artıyor, iç borçlanma faizi yüzde 20’nin
üzerinde. 2006’nın Mayıs başında iç borçlanma faizi yüzde 14’ün altındaydı
değerli arkadaşlar. Bunun bu mortgage kriziyle de
ilgisi yok. Mortgage kriziyle, Amerikan piyasasındaki
krizle bunun bir kısmını izah edersiniz, tamamını izah edemezsiniz. Mali disiplin
2006’dan bu yana bozuluyor değerli arkadaşlar. Hâlâ 2006’nın faiz oranlarının
yakınında değiliz, onun yaklaşık yüzde 50 oranında üzerindeyiz. Eskiden iyi
vergi topladığımızı düşünüyorduk. Öyleydi, evet, gerçekten gayrisafi yurt içi hasıla rakamları, millî gelir rakamları bize öyle
gösteriyordu. Yeni millî gelir hesabı birçok şeyi doğru görmemizi sağladı. Hükûmet bunun sadece, kişi başına düşen gelir yönüyle
ilgilendi, oradaki artışı öne çıkardı. Başka öne çıkarmamız gereken şeyler var
değerli arkadaşlarım. Yurt içi
tasarruflar düşüyor. Yurt içi tasarruflar, 1987 yılından bugüne kadar en düşük
düzeyindeyiz, son 2006, 2007, 2008 rakamları -2008 program rakamı 17,6’dır- 87
yılından bu yana en düşük rakamdır değerli arkadaşlar. Beğenilmeyen 2002
yılının yurt içi tasarruflarının gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı 19,2’dir, bugünün 2 puan üzerindedir. Sabit sermaye
yatırımlarında durum farklı değil. 1987-2007 arasını alıyorum, yirmi yıllık
dönemi alıyorum. 87’yi alma nedenim, 87 yılında millî gelir hesaplama yöntemi
değişmişti. Daha eskiye gidersem durum yine değişmeyecek. Bakın, sabit sermaye
yatırımlarına bakıyorum, sabit sermaye yatırımlarında 2007 yılı için yüzde
21,7’lik bir oran gerçekleşmiş, 2008 yılı için aynı oran öngörülmüş. 2002 bu
konuda daha yüksek değil ama 2000 yılı rakamı yüzde 22,8’dir. Yani 1987 ila
2000 dönemini alırsak, 2006, 2007, 2008 yılları, Hükûmetin
en iyi olduğunu söylediği yıllar, geriye doğru gittiğimiz bütün yılların
gerisindedir. Peki, gelire
geliyorum, biraz önce söyledim, onu en sona bıraktım. İyi vergi topladığımızı
zannediyorduk. Hayır, şimdi, bizim vergi yükümüz toplam vergi gelirlerimizin
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, yeni millî gelir hesabıyla
yüzde 17,8’e düştü. Hükûmet orta vadeli mali planda
bu konuda bir iyileştirme öngörmüyor, bir artışa gitmiyor. Uluslararası
ortalamalar: Avrupa Birliği ortalamaları yüzde 26-27’dir, OECD ortalaması yine
bu düzeylerdedir, 25-26’dır değerli arkadaşlar. Kayıt dışı ekonomi için hiçbir
önlem almayacaksınız, gelir tarafında bir iyileştirme düşünmeyeceksiniz, gelir
tarafında azalma planlayacaksınız, öte taraftan da bu modeli, katkı payına
dayalı modeli, ilave bir imkân olarak burada kamuoyuna sunacaksınız. Bu doğru
değil değerli arkadaşlar. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Hamzaçebi. MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Evet, aşağı yukarı konuşmamı tamamlamıştım Sayın Başkan. Tasarının, ülke
şartlarına uygun, ihtiyacımız olan bir tasarı olduğu kanaatinde değilim.
Problem, Hükûmetin bütçe anlayışındadır, Hükûmetin mali disiplin anlayışındadır. Bu bütçelerle, bu
mali disiplin anlayışıyla ekonominin yönetilme şansı yoktur. Enflasyon
artarken, faizler yüzde 20’nin üzerine çıkmışken, büyüme düşmüşken, “orta
vadeli mali çerçeve” adı altında mali disiplini bir kenara atıp enflasyonu
indirmenin sorumluluğunu sadece Merkez Bankasına bırakırsanız, Merkez
Bankasının ortalığı toplaması, etrafa çekidüzen vermesi, ülkeye çekidüzen
vermesi mümkün değildir. Sözlerimi burada
bitiriyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Hamzaçebi. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Münir Kutluata. Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 94 sıra sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret
Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ve Devlet Su İşleri Umum
Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, görüştüğümüz yasa tasarısı, 08/06/1994’te
yürürlüğe giren yap-işlet-devret modeli uygulamasıyla ilgili kanunda bazı
düzenlemeler yapma amacı taşımaktadır. Aynı şekilde, yap-işlet-devret modelinin
sulama altyapısında da kullanılabilmesi amacıyla 1953 tarihli Devlet Su İşleri
Umum Müdürlüğü Kanunu’nda da bazı düzenlemeler öngörmektedir. Bu yasa tasarısı
ile on dört yıldır uygulanmakta olan bir yatırım ve finansman modelinde kapsam
genişletilmesine gidilmektedir. Getirilen yeni ödeme şekliyle, esasen farklı
uygulama türleri olan yap-işlet-devret modelinden bir tür borçlanma metodu
olarak da yararlanmaya çalışılacağı anlaşılmaktadır. Yap-işlet-devret
modelinin tarihçesi 17’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Bu model, çeşitli
safhalardan geçtikten sonra 20’nci yüzyılın son çeyreğinde önemli bir uygulama
ortamı bulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Yap-işlet-devret modeli, 17’nci
yüzyılda Fransa’da kanal ve köprülerin gerek merkezî yönetim gerek yerel
yönetimler eliyle özel şirketlere yaptırılması, bu yatırımların özel şirketler
tarafından belirli bir imtiyaz süresinde işletildikten sonra kamuya
devredilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu uygulamalar daha sonra çeşitli ülkelerde
farklı şekillerde daha anlamlı hâle gelerek devam etmiş, Osmanlı
İmparatorluğu’nda, İngiltere’de, Almanya’da uygulanarak devam edegelmiştir. Daha sonra 20’nci yüzyılda
yaşanan iki dünya savaşında altyapının büyük oranda tahrip edilmesi ve yeni
yatırım ihtiyaçlarının ortaya çıkması sonucu, özel sektörün de bu dönemde ciddi
zararlar görmesinden ötürü ortaya çıkan ihtiyaçların özel sektörün kâr hırsıyla
karşılanamayacağı anlaşılmış ve devletçi politikalar devreye girmiş,
yatırımlarda devlet unsuru ön plana çıkmış ve yatırımlarda devletin rolünü
artıran iktisat politikaları büyük önem kazanmaya başlamıştır. Daha
sonra, tekrar 1929 dünya ekonomik krizi ile birlikte sadece altyapı
yatırımlarının değil, ciddi işletmelerin ve büyük işletmelerin yatırımlarının
da yine devlet eliyle yapılmasının arkasından tekrar bir yap-işlet-devret
döneminin geldiğini görüyoruz. Özellikle iki kutuplu dünyada, kapitalist blok,
Batı Bloku yap-işlet-devret ve özel sektör
yatırımlarından büyük oranda yararlanırken, sosyalist blok bu uygulamanın
dışında kalmış, ama sosyalist blokun çöküşünden sonra
bu uygulama bloklar arası ilgi görmeye başlamış, bu ülkelerde de yatırım alanı
bulmuştur. Geçmişi bu kadar
eskilere giden yap-işlet-devret modelinin önemli bir finansman modeli olarak
sağladığı avantajlardan kısaca söz etmekte büyük yarar vardır. Bu sistemin en
önemli özelliği, kamu yatırımları ile ilgili finansman sorununa çözüm getirmesi
olarak kabul ediliyor. Yatırım aşamasında da, işletme safhasında da daha ileri
teknoloji uygulanmasını mümkün kılmasıdır bu metodun özelliklerinden bir
tanesi. Bir başka özelliği, sadece yeni yatırımlarda değil, tamamlanamamış
yatırımlarda ve yenileme yatırımlarında da başvurulan bir metot olmasıdır. Bir
başka ve en önemli özelliği, yap-işlet-devret modeline göre getirilen
kredilerin anapara ve faizleri için hazinenin taahhüdünün söz konusu olmaması
ve borç stokunun artmamasıdır. Ancak, burada ciddi bir parantez açalım: Bu
tasarıyla getirilen katkı payı uygulamasının yap-işlet-devret modelinin borç
yükünü artırmama özelliğini büyük oranda zedelediğini görüyoruz. Dezavantajlarına
gelince: Doğrudan devlet yatırımlarına göre en önemli olumsuzluğu, güçsüz siyasi
iktidarlar elinde daha maliyetli hâle gelmesi, imtiyazlarda sınırların
zorlanması gibi hususlardır. Diğer taraftan, bazı yerel yönetimler aracılığıyla
istismarı mümkün olmaktadır. Yap-işlet-devret modelinin 20’nci yüzyılın son
çeyreğinden sonra geniş ilgi görmesi ve bu ilginin hâlâ devam ediyor olmasına sebep olan temel
gelişmelere de kısaca temas etmekte yarar var. Bu temel gelişmeleri başlıca iki
başlık altında, iki noktada toplayabiliriz. Bunlardan bir tanesi kamunun
borçlanma imkânları aleyhine ortaya çıkan gelişmeler, diğeri özel sektörün borç
verebilme ve para kullandırma imkânlarında ortaya çıkan olumlu gelişmeler
olarak bunu alabiliriz. Gerçekten, kamunun borçlanması konusunda özellikle
ülkeler arası, devletten devlete açılan kredilerde büyük daralmalar görülmüş ve
bu anlamda zorluklar ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, özel kesimin elinde,
uluslararası sermayenin elinde çeşitli sebeplerden, bilinen sebeplerden ötürü
büyük fonlar birikmiştir. Dolayısıyla, bir tarafın aleyhine diğer tarafın lehine
olan bu gelişmeler yap-işlet-devret modelinin işlerliğini artırmıştır. Özel
kesimde, özellikle Batılı büyük taahhüt şirketlerinin kendi ülkelerindeki iş
imkânlarının daralması sonucu, hükûmetlerini diğer
ülkelerde kendilerine yeni iş ve kâr alanı açmaya zorlaması sonucu özel kesimin
önü büyük oranda açılmıştır. Şimdi,
yap-işlet-devret modelinin ülkemizdeki geçmişine kısaca bakmakta yarar
görüyorum. 19’uncu yüzyılda ve 20’inci yüzyılın başlarında Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki uygulamaları bir kenara bırakacak olursak günümüzdeki
anlamıyla yap-işlet-devret modelinin fikrî zemininin 1980’lerde oluştuğunu
görüyoruz. 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının ardı sıra yaygınlık kazanan dışa dönük
politikalarla oluşturulan ortam içinde özelleştirme tartışmalarıyla birlikte
yap-işlet-devret sisteminin de tartışma zemini bulduğunu görüyoruz. Türkiye, idare
hukukunun imtiyaz sözleşmelerinin günümüze uyarlanmış bir uzantısı olan ve
yalnızca ülkemizde
değil dünyanın çeşitli ülkelerinde de ortaya çıkan
yap-işlet-devret modeli ile bu yıllarda tanışmıştır. Önce enerji sektöründe,
daha sonra diğer sektörlerde de yasal bir düzenlemeye konu olan
yap-işlet-devret, daha sonra Anayasa’da yapılan bir değişiklik sonucu idare
hukuku alanı dışına da taşarak bir özel hukuk sözleşmesi hâline
dönüştürülmüştür. Bu alanda ilk
adım 19 Aralık 1984 tarih ve 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki
Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile
Görevlendirilmesi Hakkında Kanun’unun çıkarılmasıdır. İkinci düzenleme 1988
yılında gelmiştir. 28 Mayıs 1988 tarih ve 3465 sayılı Kanun yapılmış veya yapılacak
otoyollar üzerindeki yolculukla ilgili hizmet tesislerinin yapımı, bakımı ve
işletilmesinin özel hukuk hususlarına tabi sermaye şirketlerine verilmesi
düzenlemesidir. 8 Haziran 1994 tarihinde de 3996 sayılı Bazı Yatırım ve
Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Özel Sermaye Şirketlerine
Yaptırılmasına İlişkin Yasa yürürlüğe girmiştir. Bu Yasa’nın üstünden, biraz
önce de belirttiğim gibi, on dört yıl geçtikten sonra bugün görüşmekte
olduğumuz düzenleme gündeme gelmiş bulunuyor. İlgili Yasa’nın
1’inci maddesi, yap-işlet-devret modelinin bilinen bir sistem olduğunu kabulden
hareketle herhangi bir tarif vermeden “Bu Kanun’un amacı, kamu kurum ve
kuruluşlarınca ifa
edilen, ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak gerektiren bazı
yatırım ve hizmetlerin, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yaptırılmasını
sağlamaktır.” diyerek Kanun’un amacını belirtmektedir. Bu tasarıyla getirilen
kapsam genişletme, yeni ödeme türleri ve maliyet anlayışı, tahsilat
metotları gibi farklılıklara girmeden önce kalkınma anlayışı ve kamu
sorumluluğuyla yap-işlet-devret modelinin telifi konusunda birkaç söz etmekte
yarar görüyorum. Bunun için yap-işlet-devret modelinden ne anlaşılması
gerektiğinden başlamak yerinde olur diye düşünürüm. Yap-işlet-devret
modeli, bilindiği gibi, kamunun sorumluluğunda olan hizmetlerin sağlanabilmesi
için yine kamunun sorumluluğu olan yatırımların gerçekleştirilmesinde özel
sektörle işbirliği anlamı taşıyan farklı uygulama türleri olan bir modeldir.
Başlıca özelliği bir finansman modeli oluşudur. Esas mantığı
kendi sorumluluğunda olmakla birlikte, çeşitli sebeplerden kamunun henüz
gerçekleştiremeyeceği bazı yatırımları özel sektör işbirliğiyle
gerçekleştirmesidir. Bu sayede ülkenin ve toplumun ihtiyaçlarının karşılanması,
yeni gelişme alanlarının önünün açılmasıdır. Yap-işlet-devret modelinde aslolan kamunun maksadıyla yatırım gücüne sahip özel sektör
veya yabancı sermayenin beklentisinin bir ölçüde dengelenmesidir. Burada önemli
olan, kamunun hangi görevlerinin bu model ile gerçekleştirileceğine isabetli
karar vermesidir. Yap-işlet-devret modelinin uygulanmasının amacı yeni faaliyet
ve kâr alanları arayan sermaye sahiplerine garantili ve sürekli kâr alanı açmak
olmamalıdır. İfade ettiğim birinci hususun gerçekleşmesi hâlinde kamusal yarar,
iktisadi gelişme, toplumsal refah gibi sonuçlar söz konusudur. İkinci hususta
ise, kamunun ve toplumun üzerine yüklenmiş yeni yükler söz konusudur. Biri
millî gelire sürekli ilave, diğeri millî gelirden sürekli kaçak ve sızıntı
demektir. Bu ayrımın farkında olmak kaydıyla yap-işlet-devret modelinden
faydalanmak gerektiğini ifade etmek istiyorum. Genel gerekçede
belirtildiği üzere, bu şekilde sağlanan bir kamu-özel sektör işbirliğiyle
inşaat ve talep riski gibi risklerin bölüşülmüş olacağı düşünülmektedir. Yap-işlet-devret
modeliyle yatırım yapan şirketlerin yatırımı zamanında ve kaliteli bir şekilde
bitirecekleri kabul edilmektedir. Bu modelde şirketlerin yatırım sonucu ortaya
çıkan ürünleri kullanıcılara doğrudan satmaları, talep azlığından doğan
olumsuzlukların şirkete intikaliyle risk paylaşılmış olmaktadır. Bu durumda
şirketin yatırımı bir an önce bitirip riski azaltmak isteyeceği kabul
edilmektedir. Bu açıdan üzerine
vurgu yapılan bir başka nokta, bazı yatırımlar sonucu üretilen mal ve hizmetler
için kullanıcıların ücretlendirilmesinin zor olduğu hâllere dairdir. Bu
durumda, riskin paylaşımı için yaygın olarak kullanılan yöntemlerden birisi,
devletin mal ve hizmeti genel uygulamalara paralel olarak kullanıcılara
ücretsiz sunması, ancak bu mal ve hizmeti kendisi satın alırken görevlendirilen
şirkete belirli dilimler içinde ve ortaya çıkan talep ve kullanım miktarlarına
göre ödeme yapmasıdır. Bu yöntemin en önemli avantajı, fiilî kullanıcıların
ücretlendirilememesine rağmen, görevlendirilen şirketin yatırımı en kısa
zamanda ve en yüksek kaliteyle tamamlaması ve kaliteyi sürdürmesi için gerekli saikleri içinde bulundurmasıdır. Bu itibarla,
getirilen düzenleme ile katkı payı uygulamasına 3996 sayılı Kanun’da açıkça yer
verilmekte ve yapılması büyük önem arz eden ve ücretlendirilmesi fiilen mümkün
olmayan bazı işler için bu yöntemin uygulanması büyük yararlar sağlayacağından,
3996 sayılı Kanun’un kapsam maddesine, trafiği yoğun kara yolu, gar kompleksi,
lojistik merkezi, kruvaziyer liman ve entegre tesisleri ile sınır kapıları dâhil edildiği ifade
edilmektedir. Ayrıca tasarıyla,
yap-işlet-devret görevlendirmeleri kapsamında katkı payı ve diğer uygulamalar
çerçevesinde gelecekte idarece ödeme yapılması öngörülen miktarlar karşılığı
ödeneğin ilgili idare bütçelerine konulması ve yap-işlet-devret sözleşmelerinde
idarece yapılacak ödemelerde gecikmelere uygulanacak gecikme faizine ilişkin
hükümlere de yer verilmektedir. Yani, burada, hem katkı payı konusuna vurgu
yapılmakta hem de bu katkı paylarının ödenmesinde bir gecikme olursa gecikme
faiziyle konu garanti altına alınmaya çalışılmaktadır. Bu tasarı ile 3996 sayılı yap-işlet-devlet modeliyle ilgili
Yasa’nın ilk altı maddesi ve 8’inci maddelerinde bu değişiklikler, yukarıda
saydığım değişiklikler ve ilaveler yapılmakta, 7’nci maddesiyle de 6200 sayılı
Devlet Su İşleri Kanunu’nun 24’üncü maddesine yap-işlet-devret modelinin Devlet
Su İşleri faaliyet alanında nasıl işletileceğine dair ciddi bir ilave
yapılmaktadır. Bu tasarıyla bir
yandan yap-işlet-devret modelinin uygulanabileceği alanları genişletmekte,
diğer yandan genel bütçe yatırımlarının tamamına eşit bir yatırıma izin
verileceği hükme bağlanmaktadır. Bir yılda sözleşmeye bağlanacak
yap-işlet-devret yatırımlarının merkezî bütçe sermaye giderleri toplamının
yüzde 50’sini geçemeyeceği vurgulanmakta, arkasından “ancak” denilerek Bakanlar
Kurulu kararıyla 2 katına çıkarılabileceği vurgulanmaktadır. Yani bütçeyle
getirilen yatırım miktarının tamamına eş yatırımların yap-işlet-devret
modeliyle yaptırılmasına imkân sağlanmaktadır bu değişiklikle. Bu tasarının
1’inci maddesinde 3996 sayılı Yasa’nın 1’inci maddesinde yer alan “ileri
teknoloji ve yüksek maddi kaynak” ibaresindeki “ve” kelimesinin her iki şartın
bir arada aranması gerektiğine dair bir anlam taşıması dolayısıyla hükûmet tasarısında olmasına rağmen Plan ve Bütçe Komisyonu
tarafından “ve” yerine “veya” denilmiştir. Bu şekilde ileri teknoloji ve yüksek
maddi kaynak ihtiyacının bir arada olması hâlinde değil, ikisinden sadece
birisi için de yap-işlet-devret modelinin kullanılmasına imkân verilmiş
olmaktadır. Hükûmetten gelen tasarının 6’ncı, Plan ve Bütçe Komisyonu metninin 7’nci
maddesinde “Sulama tesisleri yapımı ile ödenen katkı paylarının tahsilinde
sulama birliklerinin oluşturulamadığı yerlerde sulamadan istifade eden
çiftçilerin borçlarının muhtarlıklarda ilanının ardından başka bir ihtara lüzum
olmaksızın görevli şirket tarafından genel hükümlere göre tahsil edilir.”
denilmekte ve çiftçiye yeni icra yolları açılmış olmaktadır. Küçük çiftçi
borçlarının yatırımcı şirket açısından bu kadar detaylı şekilde garanti altına
alınmasıyla katkı payı olarak Hükûmetin getirdiği
uygulamanın açıkladığı mantığının çeliştiğini görüyoruz. Gerçekten katkı payı
diye bir uygulama getirilmesinin altındaki mantık, parayla ölçülemeyecek veya
fiyatlandırılamayacak hizmetlerin ilgililerine sunulmasının karşılığı olarak
ifade edilmişti. Burada küçük çiftçinin, teşkilatlanamayan çiftçinin
borçlarının tahsili konusunda şirketler lehine fevkalade önemli ve sıkı
tedbirlerin alındığını görüyoruz. Yap-işlet-devret
uygulamalarının genişletilmesi, katkı payı uygulamasının getirilmesi hususu, Hükûmetin yatırımlar konusundaki anlayışıyla bir arada
değerlendirilmesi gereken bir husustur. Elden çıkarılan kamu yatırımlarından
yani daraltılan kamu yatırım stoklarından sağlanan fonların yeni yatırımlara
tahsis edilmediğini biliyoruz. Yani yeni yatırımlar için yeni kaynaklar
gerekmektedir. Bu da yeni borçlanma ve yeni borç yükü demektir. Hâlbuki kamu
yatırımlarının finansmanında eğer bazı altyapı yatırımlarını elden çıkarıyorsanız,
bunların harcanacağı kaynakların belli olması ve bunun da öncelikle yeni
yatırımlar olması gerekirdi, bunun gözden uzak tutulmaması gerekiyordu. Ama
burada uygulamaya baktığımız zaman, bu getirilen katkı payıyla yeni borçlanma
yollarının açıldığını görüyoruz. Bu anlayış
çerçevesinde katkı payı uygulamasıyla yap-işlet-devret modelinin kamu
borçlarını artırmama özelliği tersine dönmüş olmakta, yeniden kamu borç
stokunun artırılması kapısı açılmaktadır. Hâlbuki daha önceki sözlerimin
içerisinde ifade etmiştim ki bu modelin en önemli üstünlüğü, kamu borç stokuna
yeni ilaveler getirmemesiydi. Belirli bir dönemin sonunda yapılan yatırımlar
“devret” adı altında kamuya devredileceği için stokların artırılması esastı. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Kutluata. MÜNİR KUTLUATA
(Devamla) - Ama burada borç özelliği ön plana çıkıyor, bunu görüyoruz. Şimdi, bu katkı
payının bütün altyapı stoklarını elden çıkardığımız ve kalanları da çıkarmaya
niyetli olduğumuz için diyemeyiz ki katkı payı bu yatırımların gelirleriyle
ödenecek. Böyle bir imkânımız da yok. O hâlde, yeni adlar altında, yeni
yöntemlerle yeni bir borçlanma metodu getirildiğini görüyoruz. Yine, sözlerimin
bir yerinde ifade etmiştim, bu sistemin en büyük zaafının iyi uygulanmaması
hâlinde kamu yararından ziyade kamu zararı sağlaması olduğunu ifade etmiştim.
Bu anlamda, bu kanun değişikliğinden sonra, Hükûmetin,
hiç değilse uygulama alanında büyük titizlik göstereceği ümidiyle hepinizi
saygılarla selamlıyorum efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kutluata. AK Parti Grubu
adına Sivas Milletvekili Mustafa Açıkalın. Sayın Açıkalın, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’yla alakalı olarak AK Parti
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Temel yasa, 3996
sayılı Yasa 1994 yılında çıkarılmış. Ancak ülkemiz yap-işlet-devret modeliyle
1980’li yıllarda tanışmıştır. İlk defa bu yıllarda yap-işlet-devret modeli, bir
finansman modeli ve yatırım modeli olarak, yatırımların proje finansmanı olarak
gündeme gelmiştir ve ilk defa yine 1984 yılında bu model enerji sektörüne
uygulanmak üzere bir kanun ile düzenlenmiştir. Bu arada, yine enerji sektörüyle
alakalı yapılmış yap-işlet ve otoyolların finansmanıyla alakalı düzenlemeleri
bir tarafa bırakırsak ilk defa derleyici düzenleme bu 3996 sayılı Kanun’la 1994
yılında gerçekleştirilmiştir. Yap-işlet-devret modeline özellikle az gelişmiş
ülkeler neden başvurmaktadırlar? Birinci olarak, yap-işlet-devret modeline,
özellikle ağır ve büyük ölçüde finansman gerektiren altyapı yatırımlarının
gerektirdiği kaynak yetersizliği sebebiyle müracaat edilmektedir. Aynı şekilde,
altyapı yatırımlarının ölçek büyüklüğü zaman içerisinde artmıştır ve bunlar,
yine zaman içerisinde, ileri teknoloji ve yoğun sermaye birikimi gerektiren
yatırımlar hâline dönüşmüştür. Uygulamalara
baktığımızda hem merkezî idare hem de mahallî idareler yap-işlet-devret
modelini kullanmaktadırlar. Yap-işlet-devret
modeli, mevcut tesislerin, teknolojilerin yenilenmesi ihtiyacı veya yarım
kalmış yatırımların tamamlanması gereği olarak da müracaat edilen bir modeldir.
Bu modelde kamu, birkaç şekilde, yap-işlet-devret modelini gerçekleştiren
şirketle ticari ilişkiye girebilmektedir. Bunlardan bir tanesi, bu şirkete
ortak olabilmektedir. İkinci olarak, bu şirketin yatırımı gerçekleştirmek için
ihtiyaç duyduğu krediyi temin etmektedir doğrudan doğruya veya bu şirketin
kendi kaynaklarıyla temin edeceği krediye garanti vermektedir. Yine aynı
şekilde, yap-işlet-devret modeli çerçevesindeki kuruluşlar konsorsiyum
olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira, yapacakları
işlerde bir imal ve inşa faaliyeti vardır. Aynı şekilde, yatırım tamamlandıktan
sonra işletilmesinin gereği ortaya çıkmaktadır, sonuçta da bu yatırımın bir
finansman ihtiyacı vardır. Bütün bu faaliyetler ayrı şirketler tarafından
gerçekleştirilip bir konsorsiyum çatısı altında yerine
getirilebilmektedir. Aynı şekilde, bu konsorsiyuma
yerli ortaklar da zaman zaman iştirak etmektedir. Yap-işlet-devret
modelini, sadece gelişmekte olan ülkelerin müracaat ettiği bir finansman modeli
olarak görmemek icap eder. Aynı şekilde, zaman içerisinde, gelişmiş ülkeler de
bu modelle birtakım projelerini, altyapı yatırımlarını gerçekleştirmişlerdir. Bunlardan
geçmişteki en büyük örnekler, Sidney’de yapılan büyük
liman ve aynı şekilde İngiltere-Fransa arasını bağlayan euro
channelın inşaatıdır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, yap-işlet-devret
bir finansman modelidir. Esas itibarıyla, bu şekilde gerçekleştirilen mal ve
hizmet bedelinin, hizmetten yararlananlar tarafından veya idare tarafından
satın alınması suretiyle bu yatırımı gerçekleştiren yerli ve yabancı şirketlere
ödenmesidir. Aynı şekilde,
yap-işlet-devret modeli, kanunumuzdaki tanımı icabı olarak, kamu yatırımlarının
veya bu yap-işlet-devret kapsamına giren yatırımların kamu tarafından
yapılmasına ilişkin bir istisnadır. Bu istisna, aynı zamanda, kamu iktisadi
teşebbüsleri bakımından gerçekleştirilecek yatırımlar bakımından da geçerlidir.
Bu istisna, aynı zamanda, kamu yatırımlarının hukuki ve fiilî bir tekel
olmasına da bir istisnadır. Zira, bilindiği üzere, tekel ancak monopol kamu hizmetlerinde kamu adına kurulabildiğine göre,
yap-işlet-devret modeli, bu anlamda da tekellerin ortadan kaldırılması -konu
olan yatırımlar bakımından- ve bu yatırımların, bu yatırım alanlarının rekabete
açılması anlamına gelmektedir. Diğer bir anlamda
yap-işlet-devret modeli, aslında, müstakbel gelirleri dikkate alarak ileride
yapılacak yatırımların öne alınması ve bu yatırımlara ilişkin katkı payı
açısından bakıldığı takdirde de ödemelerin ertelenmesi anlamına gelmektedir. Kanuna ilişkin
değişikliklere baktığımızda, ifade edildiği üzere, birinci olarak kapsama
ilişkin değişiklikler yapılmaktadır, kapsam genişletilmektedir, ikinci olarak
da “katkı payı” adı altında modele yeni bir enstrüman
ilave edilmektedir. Bizim 3996 sayılı
Yasa’mız, genel olarak, yap-işlet-devret modeli kapsamında yapılacak mal ve
hizmet alanlarını saymıştır. Zaman içerisinde ortaya çıkan zaruretler herhangi
bir değişiklik icap ettirdiği takdirde, bugün görüştüğümüz tasarıda olduğu
gibi, bunların yeniden kanun değişikliği olarak önümüze getirilmesi icap
etmektedir. Aslında, belki de özel sektör bakımından, yap-işlet-devret modeli
çerçevesinde yapılması fizibl bulunan bütün
projelerin belli çerçeve standartlar sayılmak suretiyle serbest bırakılması
veya sadece yapılamayacak, yani yap-işlet-devret modeli çerçevesinde
yapılamayacak yatırımların kanunla belirlenmesi, bunun dışındaki bütün
alanların yap-işlet-devret modeli çerçevesindeki yatırımlara açık olması
tarzında bir düzenlemenin şahsi olarak daha doğru olacağı kanaatindeyim. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tasarıyla getirilmiş olan değişikliklere baktığımızda,
biraz önce de ifade ettiğim üzere, yap-işlet-devret modeline ilişkin, kapsama
ilişkin değişiklikler getirilmektedir. Tasarının 1’inci
maddesinde ileri teknoloji ve yüksek kaynak birlikte aranırken
-yap-işlet-devret modeli çerçevesinde gerçekleştirilecek yatırımlarda bu iki
şartın birlikte mevcut olması aranırken- bundan böyle yapılan bu değişiklikle,
bu tür yatırımların daha kolay yapılabilmesini temin etmek amacıyla bu
şartlardan sadece birinin mevcut olması -yani sadece ileri teknoloji gerektirmesi
o yatırımın veya sadece yüksek kaynak gerektiriyor olması- bu yatırımın bu
modelle yerine getirilmesi için yeterli olacaktır. Diğer bir
değişiklik: Otoyollara ilişkin daha önce yapılmış bulunan düzenlemelere ilave
olarak, artan kara yolu trafiği karşısında trafiği yoğun kara yollarının da bu
modelle yapılması gerçekleştirilecektir. Diğer bir
değişiklik: Esasen tasarının tamamına baktığımızda, bu tasarıyla genişletilen
kapsam önemli ölçüde ulaştırma yatırımlarını ilgilendirmektedir. Diğer bir
değişiklik: Gar komplekslerinin ve lojistik
merkezlerinin de artık yap-işlet-devret modeliyle yapılabilmesidir. “Bu ihtiyaç
nereden çıktı?” diye baktığımızda, bilindiği üzere, ilk defa ülkemizde hızlı
tren -1980’li yıllarda dünyada ortaya çıkan ve birçok ülkede yaygın biçimde
uygulanan hızlı tren- uygulamasının Ankara-İstanbul hattında yatırımları
başlamış ve Eskişehir’e olan istikamet tamamlanmış -ticari olarak açılıma hazır
hâle gelmiştir- Eskişehir-Ankara arası devam etmektedir. Aynı şekilde, bu hızlı
tren doğuya doğru devam etmektedir. Ankara-Sivas arası ihalesi yapılmıştır.
Dolayısıyla, bu hızlı tren uygulamasının gerektirdiği bir ihtiyaç olarak gar komplekslerinin de yap-işlet-devret modeli çerçevesinde
yapılması icap etmektedir. Diğer bir kapsam
genişletme işi lojistik merkezleridir. Maalesef, ülkemizde, dünyadaki
uygulamalarla mütenasip olmayacak bir karşılaştırma rakamı olarak, demir
yoluyla taşımalar son derece azdır. Bütün dünyada taşımalar ağırlıklı olarak
demir yolu ve deniz yoluyla yapılırken ülkemizde kara yolu ağırlıklıdır.
Lojistik merkezlerinin inşasının bu yük trafiğinin demir yoluna aktarılmasında
önemli bir hizmeti ve kolaylığı yerine getireceğini düşünmekteyiz. Aslında,
mevcut demir yolu ağımız yolcu taşımasına ilişkin bir konfor sağlamaması,
süratli olmaması itibarıyla yolcu taşımasına elverişli olmamakla birlikte,
esasen yük taşımasına uygun olabilir. Ancak demir yoluna ilişkin yükleme,
boşaltma ve lojistik merkezlerinin ihmal edilmiş olması dolayısıyla, önemli
ölçüde katkısı olması itibarıyla, yük taşımacılığı, maalesef, demir yolu yerine
ülkemizde kara yoluyla yerine getirilmektedir. Deniz yoluna
ilişkin olarak, yük ve yolcu limanları inşası, aynı şekilde yat limanları
inşası da yapılan değişiklikle, kapsam genişletmesiyle yap-işlet-devret modeli
kapsamına alınmıştır. Gerçekten de bir
önceki oturumda turizm yasası geçti bilindiği üzere. Cruise
turizmi, kruvaziyer turizm hem dünyanın en pahalı
turistlerini taşıması itibarıyla fevkalade önemli bir turizm enstrümanı
olmasına mukabil, ülkemizde turizmin diğer alanlardaki gelişmesine paralel
olarak kruvaziyer turizm maalesef gelişmemiştir. Elbette
bunda cruise limanlarının yetersiz olmasının da büyük
etkisi vardır. Özellikle İstanbul, kruvaziyer turizmi
bakımından bu alanda çalışan işletmeler için önemli bir destinasyon
olmasına mukabil, ancak yeterli ölçüde hizmet veren bir limana sahip olmaması
itibarıyla bu şansını kaybetmektedir. Bilindiği üzere, burada İstanbul’un tek
Salıpazarı Limanı bulunmaktadır yanaşma yeri olarak, kruvaziyer
turizmine elverişli yanaşma limanı olarak. Yine ileriye yönelik bir proje
olarak Haydarpaşa’da bir cruise liman yapılması söz
konusudur. Ama, maalesef, bugüne kadar bu projeler
henüz hayatiyete geçirilmemiştir. Ancak, Hükûmetimiz,
bilindiği üzere, birinci projeyi ihale etmiş, bilinen sebeplerle
gerçekleşmemiş. Aynı şekilde, Haydarpaşa projesinin inşasına ilişkin çalışmalar
ve yine Salıpazarı projesinin yenilenmesine, ihalesinin yenilenmesine ilişkin
çalışmalar devam etmektedir. Diğer bir olay
limanlar bakımından, yat limanlarının inşasıdır. Ülkemizde, maalesef, Akdeniz
çanağında 1 milyon adet yat seyrederken sadece bunun 10 bin adedinin, 10 bin
civarındaki bir adedin ülkemizde yat limanı olarak barınma imkânı
bulunmaktadır. Oysa, bu alanda Türkiye’nin rakibi
sayılan ülkelere baktığımızda, İtalya ve İspanya’ya, bunların her birinin 100
bin ve 200 bin adet civarında yat barınmasını temin edecek kapasiteye sahip
olduklarını görmekteyiz. Hatta, İspanya bunu 2 katına
çıkarmak için özel bir kanun çıkarmıştır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; esasen ülkemiz gemi inşası yanında yat inşasında da
önemli bir merhale kat etmiştir. Rakipleriyle olan fiyat ve kalite açısından
önemli bir avantaja sahiptir. Yük gemilerinin inşasında yaşanan gelişmeye
paralel olarak önümüzdeki yıllarda yat inşasında da ülkemizin önemli bir
aşamaya geleceğini tahmin ediyoruz. Diğer bir düzenleme
sınır kapılarıyla alakalı. Bilindiği üzere, gerçekten de sınır gümrük kapıları
ülkenin girişi bakımından, imajı bakımından önemlidir. Bunun tatbikatları
yapılmıştır doğuda ve batıda. TOBB’la
gerçekleştirilen işbirliği sayesinde birtakım sınır kapıları yenilenmiştir. Üzerinde durmak
istediğimiz diğer bir nokta, gerçekten bu Yasa’yla getirilen katkı payıdır.
Bilindiği üzere, yap-işlet-devret modelinin ana esprisi, sadece kullananlardan
alınan ücretlerle bu modele konu yatırımın gerçekleştirilmesidir ancak birtakım
bazı altyapı yatırımlarının malî ve ticari açıdan fizibl
olmaması, bu yatırımların bu modelle yapılması imkânını zorlaştırmakta, hatta
imkânsız kılmaktadır. İşte bu imkânsızlığı ortadan kaldırmak ve kolaylaştırmak
amacıyla, tasarının 3’üncü maddesiyle “katkı payı” adı altında, hâlen mevcut
tasarıda olan ücrete ilave olarak bir değişiklik öngörülmüştür. Bu, yüzde 100 fizibl olmayan yatırımlara kamu bütçesinden kaynak
aktarılmasıdır. Bu kaynak aktarma sınırsız değildir, elbette tasarıda buna
birtakım sınırlamalar getirilmiştir bilindiği üzere. Birinci olarak, toplam
bütçe sermaye giderleri açısından bir sınırlama getirilmiştir. Bu şekilde, bu
modelle yapılacak sözleşmelerin yatırım toplamı, o yılki bütçe sermaye
giderlerinin yüzde 50’sini geçemeyecektir. Bu yeterli addedilmemiş, buna ilave
olarak, ilgili yıl bütçe giderleri bakımından da bir sınırlama getirilmiştir. O
da yine bütçe sermaye giderlerinin, ilgili yıl bütçesinin yüzde 20’sini
geçemeyeceğidir. Bunu, hiçbir şekilde, herhangi bir borçlanmanın alternatifi
olarak göstermek kabil değildir. Esasen bütçe giderleri kendi mantığı
içerisinde belirli bir miktara ulaşmaktadır. Bu yapılan, tamamen bütçenin
giderlerinin sermaye giderleri bakımından kompozisyonunun değişmesidir. Aynı şekilde,
katkı payının ülkenin borçlanmasını veya bütçe giderleri üzerine etki
yapacağını iddia etmenin de doğru olduğunu düşünmüyorum. Şu bakımdan
düşünmüyorum: Burada sadece “katkı payı” adı altında bütçeye konan ödeneklere
giderler açısından bakılmaktadır. Oysa, katkı payı
ödenmek suretiyle yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilen yatırımların
sağlayacağı, getireceği gelirler, sosyal faydalar ihmal edilmektedir.
Dolayısıyla, bu yatırımlar, işletme ömrü boyunca ciddi ölçüde katkı
sağlayacaktır. Biraz önce ifade ettiğim lojistik merkezi
açısından baktığımızda, bir lojistik merkezinin katkı payıyla inşa edildiğini
düşünsek bile, elbette bunun “katkı payı” adı altında bütçeye konulacak
giderlere yükü olacaktır ama bu lojistik merkezlerinin ulaşımın demir yoluna
kaydırılması suretiyle ülke ekonomisine kazandıracağı, kara yolundan demir
yoluna kaydırılmak suretiyle Türkiye’nin petrol giderlerinin azaltılmasına
yapacağı katkılar, trafik kazalarına yapacağı katkılar, araçların,
demirbaşların yakıt giderlerine yapacağı katkılar itibarıyla düşünüldüğünde,
esasen, katkı payı ödenmek suretiyle gerçekleştirilse dahi bu yatırımların,
ülke ekonomisine bu katkı payından proje ömrü boyunca çok daha fazla gelir
getireceğini ve katkı yapacağını düşünüyoruz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son yapılan değişiklik, Devlet Su İşleri Kanunu’nda,
6200 sayılı Devlet Su İşleri Kanunu’nda yapılan değişikliktir. Esasen Devlet Su
İşleri, barajların inşasında, hidrolik santrallerin inşasında bu modeli çok
başarılı bir şekilde ve etkin bir şekilde uygulamıştır. Ülkemiz barajlarının
inşa ömrü yirmi ila otuz yıl arasında değişmektedir. Yani, genel bütçeden
ayırdığımız kaynaklarla biz hidrolik santrallerin inşasını yirmi veya otuz yıl
arasında gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Oysa özel sektör tarafından bu barajlar
üç ila beş yıl arasında gerçekleştirilmektedir ve bu barajların kârlılığı da
veya başa baş seviyesine ulaşması da üç ila yedi yıl arasında değişmektedir.
Dolayısıyla bu modelle yapılacak bir baraj yedi yıl sonra ülke ekonomisine
ciddi ölçüde katkıda bulunacaktır kendini amorti ettikten sonra. Şu anda Devlet Su
İşleri 1.500 adet barajın bu model çerçevesinde, hidrolik santrallerin,
yap-işlet-devret modeli çerçevesinde, katkı payını da almak suretiyle
gerçekleştirmiştir. Bilindiği üzere biz ancak hidrolik kaynaklarımızın yüzde
35’ini kullanabilmekteyiz, mevcut hidrolik kaynaklarımızın. Yani ülkemizin,
cumhuriyetimizin kurulduğundan bugüne kadar yapılmış bulunan hidrolik
santraller mevcut potansiyelin yüzde 35’ini kullanmaktadır. Aynı şekilde kömür
kaynaklarımızın de yüzde 37’si kullanılmaktadır, bilinen kömür rezerv
kaynaklarımızın. Devlet Su İşlerinin bu bin beş yüz barajı bu model
çerçevesinde vermek suretiyle bütçe üzerinden 25 milyar dolar civarında bir
yükü kaldırdığı ifade edilmiştir, başka bir ifadeyle hesaplanmıştır.
Dolayısıyla, bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Katkı payı ödense dahi bu
modelin ülke ekonomisine katkı sağlayacağını, bütçe üzerine yük olmaktan ziyade
-tabii işletme süresi boyunca düşünmek lazım- önemli ölçüde katkı sağlayacağını
ifade etmek istiyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemiz ve Hükûmetimiz,
havaalanlarında önemli ölçüde bu modeli başarıyla uygulamıştır. Bilindiği
üzere, İstanbul ve yeni olarak da -Sabiha Gökçen, Atatürk Havaalanı’ndan sonra-
İzmir, Antalya, Bodrum Havaalanlarında bu modelle, yap-işlet-devret modeliyle
havaalanları inşa edilmiştir. Bu kapsam genişletmesi, hava meydanları yanında
havaalanlarının da bu modelde inşasına imkân vermektedir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Açıkalın. MEHMET MUSTAFA
AÇIKALIN (Devamla) – Teşekkür ederim. Gerçekten de bu
havaalanlarının inşası ve sivil havacılığa açılması sayesinde sekiz ila on yıl
sonra ulaşılacak sivil havacılık taşımalarına Türk havacılık sektörü ulaşmış
bulunmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu tasarının ülkemize ve kurumlara hayırlı olmasını
diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Açıkalın. Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili
İbrahim Binici. Buyurun Sayın
Binici. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA
İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bazı Yatırım
ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun
ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Demokratik Toplum Partisi
adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. İlk aşamada,
Türkiye’de kamu altyapı yatırımlarının nasıl finanse edildiğine bakalım: Klasik
model ve öncelikle akla gelen, kaynağın bütçeden karşılanmasıdır. Kamu
kuruluşları ihaleye çıkarken, iç parayı kendi bütçelerinin yatırım kaleminden,
dış parayı da dış kredi verebilecek kaynaklara başvurarak temin etmektedir. Bu
kredilerin geri ödenmesi tümüyle hazinenin teminatı altındadır. Sayın
milletvekilleri, devlet neden vergi alıyor? Sosyal devlet yapısı gereği alınan
vergiler, kamu hizmetleri çerçevesinde, bölgeler arası adaletli bir şekilde
hizmet amaçlı kullanılmak durumundadır. Ama ne yazık ki, ülkemizde bir türlü
sosyal devlet anlayışı uygulanamadı. Çünkü sosyal devlet ilkesinden uzak rantiyeci bir anlayıştan, sermaye çevresinin güdümünden
çıkamayan bu anlayıştan sağlıklı hizmet beklemek doğru değildir. 94 sıra sayılı
Kanun Tasarısı, yap-işlet-devret modelinin kapsamını genişletmeyi
hedeflemektedir. Özellikle kanun maddesinde “fiyatlandırılamaz” ve “bölünemez”
hizmetler de bu kapsama alınmaktadır. Bu genişleme kamu hizmeti anlayışını
zedeler niteliktedir. Değerli
arkadaşlar, yukarıda bahsettiğim gibi, hazırlanan kanun teklifinin sosyal
devlet ilkesine aykırılığı açıktır. Yine, açık söylemekte fayda görüyorum:
Devlet vatandaşına karşı adaletli olmak zorundadır. 1960 yılında
bütçe giderlerinin 1/3’ü yatırım harcamalarına giderken, bu oran 2000 yılından
sonra yüzde 3-4 düzeyine inmiştir. Bu arada sadece kamu yatırımlarında değil
özel sektör yatırımlarında da düşüş olmuştur. İç borçlanma gereksinimi
nedeniyle özel sektörün kullanabileceği kaynaklara el atılmıştır. Diğer
taraftan reel faizin çok yüksek olması, bu dönemde özel sektör için yatırım
yapmayı neredeyse cazip olmaktan çıkarmıştır. Değerli
milletvekilleri, özellikle petrol fiyatlarında dünyada meydana gelen büyük
artışlar, özel finans kesiminin elinde çok büyük fonların oluşmasına neden
olmuştur. Artık proje
finansmanı için gereksinim duyulan kredilerin temini için devlet kredisi yerine
özel finans kurumlarından arayışlara yönelmiştir. Yine bu arada özel
değerlendirme firmaları ülkelerin politik ve ekonomik durumlarını da
irdeleyerek ülkelerin kredi açılabilirliğini, riskini değerlendirip bunları
ilan etmeye başlamışlardır, kredi notu gibi. Bütün bu iç ve
dış gelişmeler sonucunda ve devam eden bu süreçte, Türkiye’de kamunun iç ve dış
kaynak bulma olanakları ciddi şekilde azalmaya başlamıştır. Bu durumda kamu
altyapı yatırımları, diğer yatırımlar için de geçerli finansman temini için
başka arayışlar, başka formüller gündeme gelmeye başlamıştır. Tam da bu noktada
yap-işlet-devret modeli ortaya çıkmıştır. Projelerin dış parayla yapılacak
kısmı için kredi bulmak nispeten kolay olsa da iç parayla yapılacak işler için
kredi bulmak oldukça zor olup bu kredinin dolayısıyla yatırım maliyetini
yükseltmeye başlamıştır. Kamu altyapı
yatırımlarına bir de son yıllarda büyükşehir
belediyelerinin kent içi ulaşım, metro, tramvay, pis
su arıtma, çöp tesisleri gibi önemli kentsel yatırımlar da eklenince dış kredi
talep eden kuruluşların sayısı da artmaya başlamıştır. Yine, bu altyapı
yatırımlarına finansman bulma çabaları sonucu yüzde 100 kredili işler dışında
ve özellikle enerji sektörüne yönelik başka bir model de gündeme gelmeye
başlamıştır, bu da hükûmetler arası ikili iş birliği
çerçevesinde karma ekonomik komisyonlarca ele alınan ve anlaşmaya varılan
projelerdir. Bu tür anlaşmalar Avusturya, Kanada, İsrail gibi ülkelerle
imzalanmıştır. Hidroelektrik santral yapımına yönelik projelerdir. Bu tür
anlaşmalar da egemenliğimizi zedelemektedir. Büyüme sürecinde olan Türkiye’de, altyapı yatırımları için daha
fazla kaynağa gereksinim duyulurken, Türkiye'nin yine bu süreçte içinde
bulunduğu ekonomik ve siyasi durumdaki pek de olumlu olarak tanımlanamayacak
gelişmeler sonucu kamu, bütçeden yatırım için kaynak ayıramaz duruma gelmiştir;
dış kredi bulma konusunda ciddi açmazlar içine düşmüş, bulduğu kredilerin de bu
koşulların neticesi olarak maliyeti çok yükselmiştir. Tüm bu
gelişmelere ilaveten ve belki de bunlardan daha da önemlisi, dünyada esmeye
başlamış olan liberalleşme, özelleştirme rüzgârları ve bunun bir doğal neticesi
olarak da bu yatırımların finansmanı için gözlerin özel sektöre çevrilmesi
olmuştur. Bu tür projelerin
özel sektör eliyle gerçekleştirilmesi ve işletilmesi sadece bir finansman
kaynağı bulma dışında bu kesimin işletme, yönetim becerisinden yararlanma
olanağını da sağlayacağı düşünülmeye başlanmıştır. Ancak bu düşünce ve çabalar
bir ölçüde eskiye, geçen yüzyıla dönüşü akla getirmeye başlamıştır. 19’uncu
yüzyılda Batı ülkelerinde gözlenen hızlı sanayileşme ve bunun bir uzantısı ve
gereği olan büyük altyapı yatırım talebi ve hızlı kentleşme, doğal olarak,
demir yolu, iletişim, haberleşme, tarımda sulama, kentlerde elektrik, gaz, kent
içi ulaşım, su şebekesi gibi altyapı yatırımlarının ivedilikle ve yoğun biçimde
gerçekleştirilmesini gerektirmiştir. Ekonomiye devlet müdahaleciliği olmayan
kapitalizmin, bu dönemde “bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler” bu altyapı
yatırımları özel sektör tarafından yapılmış ve sonra işletilmiştir. Diğer ülkelerde
iş arayışında olan bu firmalar da kendilerine iş yaratabilmesi için hükûmetlerini çeşitli formülasyonlar
için sıkıştırmaya başlamışlardır. Yap-işlet-devret, ikili ilişkiler
çerçevesinde iş alma gibi özellikleri... İşte, dünyada bu
gelişmeye paralel, özellikle gelişmekte olan ülkelerde altyapı yatırımlarının
özel sektör eliyle gerçekleştirilmesi için de yeni bir model olarak
yap-işlet-devret modeli ortaya atılmıştır. Geniş anlamda
yap-işlet-devret modeli, bir kamu altyapı yatırım veya hizmetin finansmanının
özel bir şirket tarafından karşılanarak gerçekleştirilmesi ve kamu tarafından
belirlenen bir süre için işletilmesi ve yine bu süre içinde ürettiği mal veya
hizmeti tarafların karşılıklı saptadıkları bir tarife uyarınca kamu
kuruluşlarına satması ve sürenin sonucunda işletmekte olduğu tesislerin bakımı
yapılmış, eksiksiz ve işler durumda ilgili kamu kuruluşuna devredilmesi diye
tanımlanabilir. Aslında bu
modelin uygulanması bize çok yabancı değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son
dönemlerinde yabancı şirketlerle yapılmış olan çeşitli imtiyaz sözleşmeleri, bu
modelle büyük benzerlik göstermektedir. O dönemde yapılan sözleşmelerle,
örneğin İstanbul’da tramvay, tünel işletmeleri, elektrik, gaz idaresi,
Haydarpaşa liman işletmesi ve İzmir’de liman işletmesi, Göztepe tramvay
işletmesi gibi yabancı şirketlere verilen imtiyazlardır. Yap-işlet-devret
konusunda yirmi yılı aşkın bir süredir yayımlanmış olan bu çeşit yasa ve
yönetmelikler, zaman zaman siyasi tartışma konusu
olmuştur. Özel sektörün bu model çerçevesinde gerçekleştirmek istediği
yatırımlar ve bu amaca yönelik olarak yapılan sözleşmelerin imtiyaz sözleşmesi
değil, özel hukuk hükümlerine bağlı sözleşmeler olduğu söylenmiş ve bu husus
yasa maddelerinde yer almışsa da yapılan sözleşmelerin imtiyaz sözleşmesi
olduğu ortadadır. Değerli
milletvekilleri, yasa tasarısının 6’ncı maddesinde ise, 6200 sayılı Devlet Su
İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkındaki Kanun gereğince DSİ
tarafından yapılması gereken sulama tesisleri de yap-işlet-devret modeli
kapsamına alınmaktadır. Devlet Su
İşleriyle ilgili, kendi bölgem Şanlıurfa’da çarpık bir uygulamayı sizlerle
paylaşmak istiyorum. Değerli
milletvekilleri, Şanlıurfa’daki çiftçiler arazilerini üç yöntemle
sulamaktadırlar. 1- Harran
Ovası’nda DSİ marifetiyle sulanan arazilerde dönüm başına 10 YTL
ödemektedirler. 2- Baz-2 Projesi
kapsamındaki kapalı yöntemle yapılan sulama bedeli dönüm başına 30 YTL
ödenmektedir. 3- GAP Sulama
Projesi’nden faydalanamayan, ancak, kendi imkânlarıyla söz konusu
çiftçilerimiz, 100 ve Zaten bahsettiğim
ciddi sorunları yaşayan tarım sektörünün yeni bir yükle karşı karşıya kalacağı
bir gerçektir. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın
Binici, teşekkür ederim. Gruplar adına
konuşmalar tamamlanmıştır. Şahısları adına
ilk söz, Manisa Milletvekili Recai Berber’e aittir. Buyurun Sayın
Berber. (AK Parti sıralarından alkışlar) RECAİ BERBER
(Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Yatırım ve Hizmetlerin
Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su
İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
esasen yap-işlet-devret modeli bizim sistemimize çok önce, yirmi yıldan fazla
bir zaman önce girmesine rağmen ilk düzenleme, yasal düzenleme 1994 yılında
yasasının, 3096 sayılı Yasa’nın çıkmasıyla şekillenmiştir ve ondan sonra da
daha çok spesifik alanlarda, yani özel sektörün hem
finansman sağlamada kolaylıkla girebileceği hem de getirilerinin ölçülüp
kendilerine ödenebileceği projeler finanse edilmiştir. Bunlar da genelde enerji
yatırımlarıdır. Ancak, dünyada özellikle son yıllarda bunun adı kamu-özel
sektör iş birliği; yani “Public Private
Partnership” diye bilinen ve çok geniş alanlara
yayılmış bir model olarak karşımıza çıkıyor. Bu alanda da aslında genel bir
kanaat var; yani kamu borçlanmasını yapamayan veya kamu borçlanma riski olan
gelişmekte olan ülkeler daha çok bunu tercih ediyor gibi. Aslında bu, böyle
değil. Çünkü, bunun kapsamına giren, yani dünyada “PPP
modeli” diye bilinen ve bunun kapsamına giren alanlar her türlü kamusal mal ve
hizmetlerin özel sektör marifetiyle temin edilerek sunulması uygulamasını
içeriyor ve özellikle de son yıllarda otoyollar, enerji, savunma, okullar,
cezaevleri hatta her türlü altyapı hizmetleri, ölçülebilen, getirisi
ölçülebilen her türlü altyapı hizmetleri dünyada bu şekilde finanse ediliyor.
Ben size sadece 2006 ve 2007 yıllarında, yani gelişmiş ülkelerde, özellikle
Avrupa Birliği ülkelerinde bu dediğimiz kamu-özel sektör iş birliği modeli,
finansman modeli ile gerçekleştirilmiş olan yatırımlarından rakamlar vereceğim:
2006 yılı
itibarıyla İngiltere’de 63,7 milyar euro, dikkat edin
İtalya’da 6,5 milyar euro, İspanya’da 2,5 milyar euro, Fransa’da 2 milyar euroluk
projeler bu şekilde finanse edilmiştir. Ayrıca yine aynı şekilde 2007 yılında
da bu rakamlara yakın büyük yatırımlar hep kamu - özel sektör iş birliği ile
gerçekleştirilmiştir. Aslında burada
kanunun genel mantalitesine, esprisine bakıldığında,
bütçeye yük getirdiği iddia ediliyor ama aslında bütçeye yük filan
getirilmiyor. Şunun için getirilmiyor: Biliyorsunuz devlet bütçesi -bir işletme
gibi düşünürsek- sadece gelir giderlerden ibaret yani bilanço
esasında defter tutmuyor devlet. Dolayısıyla yirmi yıl, otuz yıl hatta bazıları
elli yıl kullanılacak sabit kıymet niteliğinde yatırım öngören projeleri, siz
sadece cari yıl gelirlerinizle finanse etmeye kalktığınız zaman esas yükü o
zaman gerçekleştirmiş oluyorsunuz. Çünkü bu şekilde kamu-özel sektör iş birliği
ile yapılan işler zaten özel sektörün mal ve hizmet ürettiği alanlar değil,
toplumun kamudan beklediği mal ve hizmetler bunlar. Dolayısıyla kamunun yapması
gereken hizmetler ve siz burada bunun tamamını cari yıl bütçesine koymak
durumundasınız eğer yapmak istiyorsanız. Nitekim tamamı bir cari yıl bütçesine
sığmadığı için, konamadığı için geçmişte özellikle barajların, otoyolların ne
kadar uzun sürdüğünü hep beraber biliyoruz. Ayrılan cüzi ödeneklerle bu
yatırımlar yıllarca, on yıllarca hatta -burada Sayın Bakanımız Veysel Bey DSİ’nin bazı projelerinde rakamlar verdiler- kırk yıldan
fazla süren yani ödenekleriyle yapılmaya kalkılırsa kırk yıldan fazla süren
baraj projeleri var bu ülkede. Buradaki israfın, buradaki kıt kaynakların nasıl
boşuna kullanıldığının en açık delilidir. Hâlbuki burada
yapılmak istenen nedir? Burada yapılmak istenen: Biz bunu
kendi imkânlarımızla, ödeneklerimizle, bütçe imkânlarımızla kırk yılda
yapacağımıza, iki yılda, üç yılda, teknik imkânları neyse, finansmanı özel
sektör tarafından sağlanmış -kamu da değil dikkat edin- bir projeyi finanse
etmek suretiyle, yine bir kısmını özel sektörün ödediği bir gelir getirisiyle,
bir kısmının da kamunun katkı payıyla ödenmek suretiyle, aslında, uzun yıllar
atıl duracak, yatırım hâlinde devam edecek pek çok projeyi, biz bu şekilde, çok
kısa sürede toplumun ve kamunun hizmetine sunmuş oluyoruz. Burada şu
söyleniyor: “Yani, kamu artık finansman bulmakta zorlanıyor veya kamu
finansmanında limitler geldi, dolayısıyla…” Arkadaşlar, burada, sadece bir kamu
finansmanı sorunu değildir bu. Çünkü, burada,
geçmişte, kamu finansmanına sınırlama olmadığı zaman, özellikle yerel
yönetimlerin bazı projelerinin finansmanında hazine garantileriyle verilen
borçların, daha doğrusu imzalanan garantilerin daha sonra kamuya ne kadar yük
olduğunu da hep birlikte gördük. Özellikle, denetimsiz bir şekilde hazine
garantisiyle yapılan altyapı projelerinin tipik bir tanesi, biliyorsunuz
Yuvacık Barajı’dır. Şu anda, ayda 20 milyon dolar, hazinemiz bunun payını
ödüyor. Ama neyini ödüyor? Yapıldıktan sonra yerel yönetim tarafından ödenmeyen
taksitlerini ödüyor. Dolayısıyla, bütün bu geçmişte yaşanan
olumsuz örnekleri ortadan kaldıracak ve daha doğrusu dünyanın, hem de gelişmiş
ülkelerin çok başarılı bir şekilde uyguladığı bu modeli şu anda Türkiye'nin
gündemine almamız ve kapsamını genişletmemiz, aslında çok yerinde ve mutlaka
yapılması gereken bir uygulama olarak karşımızda duruyor ve aynı zamanda burada
getirilmekte olan katkı payı sistemiyle, aslında -geçmişte sadece-
yap-işlet-devret modelinin bir anlamda niteliği de değiştiriliyor, sadece
kapsam genişletilmiyor, nitelik değişiyor. Çünkü gerçekten, bazı kamu
hizmetlerinin yatırımlarının, doğrudan doğruya özel sektör tarafından ölçülerek
yapılmasının imkânı olmayan -biraz önce gelişmiş ülkelerde saydığım- mesela
okulların, en son, Macaristan’da hatta cezaevlerinin bile yap-işlet-devret
modeliyle, daha doğrusu kamu-özel sektör iş birliğiyle yapıldığının örnekleri
var. Dolayısıyla burada, aslında, aynı zamanda bir mantalite
değişikliği gerçekleştirilmiş oluyor. Biliyorsunuz kamu
hizmetlerinin en çok şikâyet ettiğimiz konulardan bir tanesi de kalitesi ve
maliyet sorunu. Biraz önce söylediğim uzun yıllara sirayet eden yapım
çalışmalarının getirdiği maliyetin yanı sıra bir de bizatihi kamu tarafından
yaptırılmasının sonucunda oluşan maliyetler var. Hâlbuki
burada, bizzat özel sektör tarafından proje yapılıp uygulanacağı için, uygulama
ve işletme aşamasında da tıpkı özel sektörün elastikiyeti ve maliyetler
üzerinde, buradan eğer kâr edecekse maliyetleri daha da aşağıya çekmek için
çalışacağından dolayı, aslında ciddi anlamda kamu hizmetlerinin hem kalitesinin
artmasına hem de maliyetlerinin düşmesine yol açacak çok önemli bir değişim
olarak da karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla burada katkı paylarının
getireceği yükü belki de… Belki de değil, ben iddia ediyorum ki bugün katkı
paylarının sağlayacağı yük, kamu hizmetlerinin bu şekilde yatırımlardan
kaynaklanan; işletmenin işletme sırasındaki maliyetlerinden, işletme
maliyetlerinden kaynaklanan düşüşlerle çoktan telafi edileceğini ve global anlamda baktığımızda, kamuya, yani daha doğrusu
topluma olan maliyetinin eskisinden daha da aşağıya düşeceğini, burada
beklentiler açısından değil dünyadaki örnekleri açısından da söyleyebiliriz
diye düşünüyorum. Ayrıca, hiç
gereği yokken aslında, belki bu tip yeni bir başlangıç olduğu için katkı
paylarıyla ilgili olarak, bütçede bununla ilgili olarak da bir sınırlama
getirilmiştir. Bu sınırlama sayesinde ve yapılacak olan fizibilitelerin aynı
zamanda daha fazla titizlikle üzerinde durulması açısından da bütçeye bu katkı
paylarının ödemeleriyle ilgili olarak da limit getirilmiştir. Değerli milletvekilleri, aslında yap-işlet-devret modeli olarak
bizim ülkemizde yaygınlaşmış olan bu modelin kamu-özel sektör iş birliği
şeklinde algılanması gerekir ve kamu-özel sektör iş birliğinin dünyadaki
uygulamaları ve bizdeki kapsam genişlemesi ve nitelik değişimiyle beraber,
aslında, belki de bundan sonra kamu hizmeti niteliğinde olup da özel sektör
marifetiyle, eliyle yapılabilecek pek çok hizmetin artık on yıllar
sürmeyeceğini, çok kısa sürede bunların realize
olacağını düşünüyoruz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Berber. RECAİ BERBER (Devamla) – Burada Devlet Su İşleriyle ilgili olarak
kanunda yapılacak değişiklikle ilgili açıkçası ben şunu belirtmek istiyorum:
Bugün barajları tamamlanmış, devlet tarafından yüz milyonlarca dolar yatırım
yapılmış barajların sulama projelerine bütçeden ayrılacak ödeneklerle devam
ettiğimiz takdirde, inanın bir on yılda barajı bitmiş, suyu bitmiş, her şeyi
bitmiş, ama sulamada kullanamadığınız atıl bir yatırımınız söz konusu. Bu, aynı zamanda, özellikle sulama projelerinde şimdiye kadar
kamunun kaynaklarıyla yapılmış ama atıl duran bu yatırımları bir an önce
toplumun ve yine kamunun hizmetine sunması açısından da çok önem taşıyor. Ben, her şeyden
önce, bu yasanın hazırlanmasında emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum ve
başarılı sonuçlarını hep birlikte göreceğimizi diliyorum, hepinize saygılar
sunuyorum. Sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Berber. Hükûmet adına, Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlu. Buyurun Sayın
Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar) ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan,
çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilen 94 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’yla, 8 Haziran 1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım
ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında
Kanun’un kapsamı genişletilmekte, kamu-özel sektör iş birliği modelleri
arasında yer alan katkı payı uygulaması getirilerek buna paralel olarak
Kanun’un ilgili maddelerinde gerekli değişiklikler yapılmaktadır. Esasen, çok
değerli milletvekilleri yap-işlet-devretle ilgili
tarihî gelişimi çok güzel bir şekilde izah ettiler. Ben o kısma vaktinizi
almamak için girmek istemiyorum, çünkü bu neredeyse yüz-yüz elli yıldan beri
dünyada ve hatta Osmanlı Devleti zamanında uygulanan bir model. Ayrıca şunu
özellikle belirtmek istiyorum: Bugün, katkı paylı yap-işlet modeli, bütün
dünyada, şu anda, son on yılda “PPP” dediğimiz “public-private partnership” yani
“kamu-özel sektör iş birliği” adıyla kullanılmaktadır. Bunu da Sayın
Milletvekili Recai Berber çok güzel bir şekilde izah etti. Ben şahsen şunu
da vurgulamak istiyorum konuya girmeden önce: Bakın, Doğu Bloku’yla
ilgili, biliyorsunuz, yıkılmasından sonra Doğu Bloku’nun
Orta ve Doğu Avrupa’daki bütün ülkeler altyapılarını, su temini, kanalizasyon,
arıtma ve diğer yolları tamamen bu modelle, yap-işlet-devret ve kamu-özel
sektör iş birliği marifetiyle kısa zamanda tamamlamışlardır. Bunu özellikle
belirtmek istiyorum. Bir de diğer taraftan,
bildiğiniz gibi, 6200 sayılı Devlet Su İşleri Kuruluş Kanunu’nda değişiklik
yapılarak katkı payı uygulamasının DSİ tarafından yürütülen projelerde
uygulanmasına ilişkin bir düzenleme de bu tasarıda getirilmektedir. Bilindiği üzere,
kamu-özel sektör iş birliği kapsamında yatırımlara ilişkin inşaat ve talep
riski gibi risklerin kamu ve özel sektör arasında paylaşılması yoluna
gidilmektedir, yapılan budur. Bu suretle, yatırımı gerçekleştirilen şirketlerin
-değerli milletvekilleri, bakın, çok önemli bu- yatırımı zamanında ve kaliteli
bir biçimde bitirilmesi sağlanacaktır bu şekilde. Yani ben, yıllardan beri bir
bürokrat olarak, gerek İSKİ’de gerek Devlet Su
İşlerinde Genel Müdürlük yapmış bir kişi olarak söylüyorum: Bakın, Türkiye'deki
asıl problem, geçmişte sürüncemede kalan yatırımlar olmuştur. Bunu önlemeye
çalışıyoruz. Bakın, Devlet Su İşleri Genel Müdürü olduğum zaman, 2003 yılında,
Devlet Su İşlerinin o tarihte, 2003 yılındaki bütçesi 2 katrilyon TL iken, o
anda yatırım programında, portföyde olan toplam
yatırım tutarı, ihale edilmiş tutar 52 katrilyondu ama daha sonra bunun bir de
keşif azaltılmak suretiyle görünmeyen kısmı, olduğunu da belirledim, toplam 80
katrilyon hatta 82 katrilyondu. 82 bölü 2, 41 yıl eder, yani 41 yıllık yatırım
yıllar önce maalesef ihale edilmiş ve bu kucağımızda bulunmuştu. Dolayısıyla
bu, gerçekten yap-işlet-devret veya katkı paylı yap-işlet-devret modeli veya
kamu-özel sektör ortaklığı yatırımların zamanında ve kaliteli bir şekilde
bitirilmesini sağlayacaktır. Yap-işlet-devret
yönteminde riskler, genellikle görevlendirilen şirketin yatırım sonucu ortaya
çıkan mal ve hizmetleri kullanıcılara doğrudan satmaları, böylece talebin az
olmasının sonuçlarının şirkete yansıtılması yoluyla paylaşılmış olmaktadır. Bu
şekilde şirket yatırımını bir an önce tamamlayarak ve aynı zamanda kendisi de
işleteceği için -yap-işlet-devret olduğuna göre- ve en kaliteli şekilde
işletmeyi sağlayacak şekilde kaliteyi de sağlamak suretiyle kullanımı
artırmayı, dolayısıyla gerek yatırımın yıllık maliyeti açısından giderleri ve
ayrıca işletme giderleri… Biliyorsunuz, yatırımın yıllık maliyet cinsinden gider artı
işletme giderleri toplam giderleri teşkil etmektedir. Böylece, hem yatırım
giderlerinde hem de işletme giderlerinde önemli ölçüde bir tasarruf
sağlanacaktır. Ancak bazı
yatırımlar sonucu üretilen mal ve hizmetler için kullanıcıların
ücretlendirilmesi zor olabilmektedir. Bunlar sulama yatırımları, kara yolu
yatırımları gibi. Bu durumlarda riskin paylaşımı için yaygın olarak kullanılan
yöntemlerden birisi, devletin mal veya hizmeti genel uygulamalara paralel
olarak kullandırıcılara ücretsiz sunması, ancak bu mal ve hizmeti kendisi satın
alırken görevlendirilen şirkete belirli dilimler için ve ortaya çıkan talep ve
kullanım miktarlarda geri ödeme yapmasıdır. Bu yöntemin en
önemli avantajı faydası fiilî kullanıcıların ücretlendirilmemesine rağmen
görevlendirilen şirketin yatırımı en kısa zamanda ve en yüksek kalitede
tamamlaması ve kaliteyi sürdürmesi için gerekli saikleri
içinde barındırmasıdır. Bu itibarla, yapılması büyük önem arz eden ve
ücretlendirilmesi fiilen mümkün olmayan bazı işler için anılan yöntemin
uygulanması büyük faydalar sağlayacağından, 3996 sayılı Kanun’un kapsam
maddesine, trafiği yoğun kara yolu, gar kompleksi, lojistik merkezi, yük
ve/veya yolcu ve yat limanları ile kompleksleri ve sınır kapıları dahil edilmekte ve bu kapsamda olan “havalimanları” ibaresi
“havaalanları” ve “limanları” olarak değiştirilmektedir. Yani yapılan şey
sadece 3996’daki kapsamın genişletilmesinden ibarettir. Ayrıca, yatırım
projelerinin yap-işlet-devret modeli kapsamında yapılabilmesinde projelerin
özellikleri itibarıyla ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak unsurlarından
sadece birine sahip olmasının yeterli olması gayesiyle mevcut Kanun’un ilgili
maddelerinde gerekli değişiklik yapılmaktadır. Yani, geçmişteki kanunda ileri
teknoloji ve yüksek maddi kaynak varken, bu sefer, ileri teknoloji veya yüksek
maddi kaynak… Yani, ikisinden birisini sağladığı takdirde yeterli olmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tasarıyla katkı payının tanımı yapılmak suretiyle
uygulamanın temel unsurları belirlenmektedir. Bu çerçevede, yap-işlet-devret
modeli kapsamında katkı payı uygulaması yöntemi, görevli şirketin ürettiği mal
veya hizmet bedelinin, mal veya hizmetten yararlananlar tarafından tamamen veya
kısmen ödenmesi idarece öngörülmeyen veya mümkün olmayan yatırımlarda
kullanılacaktır. Bu yatırımlar sulama, yol gibi, az önce belirttiğim
yatırımlardır. Tasarıyla,
yap-işlet-devret görevlendirmeleri kapsamında katkı payı veya diğer uygulamalar
çerçevesinde gelecekte idarece ödeme yapılması öngörülen miktarlar karşılığında
ödeneğin ilgili idare bütçelerine konulması öngörülmektedir. Ayrıca, merkezî
yönetim bütçesine dahil kamu idareleri tarafından
katkı payı uygulaması kapsamında bir yılda sözleşmeye bağlanacak yatırımları ve
yine bu kapsamda ilgili yıl bütçelerinden ödenek katkı paylarına sınırlama
getirilmek suretiyle kamu maliyesi üzerinde zorlayıcı etkiler de
sınırlandırılmaktadır. Diğer taraftan,
yap-işlet-devret sözleşmelerinde ödemelerde gecikme olması halinde uygulanacak
gecikme faizlerine ilişkin hükümlere de yer verilmektedir. Böylece, ödemelerin
gecikmesi sebebiyle görevli şirketin uğrayabileceği zararların sözleşme
hükümleri çerçevesinde giderilmesine de imkân tanınmaktadır. Bu tasarının
kanunlaşması sayesinde, ülkemiz açısından ivedilikle gerçekleştirilmesi gereken
bazı yatırımların yap-işlet-devret modeli çerçevesinde bir an önce başlatılması
ve süratle tamamlanması ve ülke ekonomisine kısa zamanda büyük katkı sağlaması
beklenmektedir. Ben,
müsaadenizle, bu arada, Ulaştırma Bakanlığı tarafından ve Çevre ve Orman
Bakanlığı DSİ tarafından bazı “yap-işlet-devret”le
alakalı çalışmalardan örnekler ve bunların faydalarından bahsetmek istiyorum. Bakın, Ulaştırma
Bakanlığı uhdesinde gerçekleştirilen yap-işlet-devret kapsamındaki liman
projeleri ve bunların sağladığı faydaları kısaca özetleyeceğim. Birinci husus:
100 milyon dolar tutarındaki yatırım kamu kaynağı kullanılmadan sektöre
kazandırılmıştır. İkinci husus:
Bakın, burası çok önemli, projelerin, sektöre, yani ülkenin ekonomisine
kazandırılma hızı ortalama bir buçuk yıldır. Yani, bir buçuk yılda işletmeye
almıştır. Üçüncü husus:
Projelerin yatırım ve işletme dönemlerinde ortalama 3 bin kişilik ek istihdam
sağlanmıştır. Yani yatırım süresi azalıyor, maliyet düşüyor ve aynı zamanda ek
bir istihdam sağlanıyor. Bakın, bu
çerçevede tamamlananlardan birkaç örnek vermek istiyorum: Turgutreis Yat Limanı,
Çanakkale Kepez Limanı, Güllük Gemi Yanaşma İskelesi, Bodrum Yolcu İskelesi
tamamlanan, bu “yap-işlet-devret”le yapılan
yatırımlardır. Şu anda inşaatı
devam edenlere misal olarak da Didim Yat Limanı’nı, Alanya Yat Limanı’nı,
Antalya Kaş Yat Limanı’nı verebiliriz. Yer teslim
safhasında olanlar da var. Bunlar da İzmir Sığacık Yat Limanı, İzmir Çeşme Yat
Limanı, Mersin Yat Limanı, Datça Yat Limanı, Dalaman Yat Limanı’dır. Bunlar limanlara
misal olarak verdiğim husus. Bunun dışında bir de Ulaştırma Bakanlığı
bünyesinde gene gerçekleştirilen havaalanlarının ekonomiye sağladığı
yararlardan bahsetmek istiyorum. Bu
havaalanlarının “yap-işlet-devret”le gerçekleşmesi
neticesinde 1,5 milyar dolar tutarındaki yatırım kamu kaynağı kullanılmadan
sektöre kazandırılmıştır. İkinci husus:
Burada da aynen limanlarda olduğu gibi projelerin sektöre kazandırılma hızı,
yani tamamlanma süresi ortalama bir buçuk yıl olmuştur. Halbuki
biz geçmişte biliyoruz, on beş yılda bitmeyen, biliyorsunuz havaalanları vardı.
Üçüncüsü: Söz
konusu model kapsamında ileri teknolojiyi haiz, mimari görsellik yönünden
zengin, gerçekten estetik eserler ortaya konulmuştur. Dördüncü husus
da: Projelerin yatırım ve işletme dönemlerinde ortalama 50 bin kişilik ek
istihdam sağlanmıştır. 50 bin kişi, havaalanlarında… Beşinci husus:
Projelerin işletme dönemlerinde kamunun hiçbir işletme gideri olmadığı için
kamu büyük ölçüde tasarruf sağlamıştır. Altıncı husus da:
İşletme dönemlerinde tecrübe kazanan bu firmalar, bu tecrübelerini bütün
dünyaya yaymak suretiyle, diğer ülkelerdeki havaalanlarının ihalelerine
katılmışlar ve pek çoklarını da Türk firmaları yahut müşterek, birlikte
kurdukları konsorsiyumlar marifetiyle kazanmışlardır.
Böylece, sektörde önemli ölçüde bir gelişme olmuştur. Peki, bu sayede
kaç tane havaalanı gerçekleşti? Bakın, Atatürk Havaalanı Dış Hatlar Terminali,
Antalya Hava Limanı Birinci ve İkinci Etap Dış Hatlar terminalleri, İzmir Dış
Hatlar Terminali, Dalaman Dış Hatlar Terminali, Esenboğa İç ve Dış Hatlar
Terminali, bunlar bu şekilde gerçekleşti. Müsaade
ederseniz, bir de Devlet Su İşlerinden misal vereyim: Devlet Su İşlerinde de… Biliyorsunuz,
sular boşa akıyordu geçmişte ve 2003 yılında, bana verilen bilgiye göre, yılda,
hidroelektrik enerji üretim potansiyeli aşağı yukarı 130 milyar kilovat saat
idi, ancak bunun 30 milyar kilovat saatlik kısmı ekonomiye kazandırılabilmişti,
yani yaklaşık dörtte 1’i, yüzde 25’i; hâlbuki potansiyelin daha da büyük olduğunu
düşünürsek, beşte 1’i diyebiliriz. Dolayısıyla, bu çerçevede 2003 yılında
yaptığımız bir düzenlemeyle, Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği çerçevesinde -ki
Haziran 2003 yılında yürürlüğe girmiştir- biz, bütün bu boşa akan suları
değerlendirmek maksadıyla, hidroelektrik santralleri özel sektöre açtık şeffaf
bir şekilde. Bir ay süreyle de askıda kaldı ve müracaat edenler içinden tek ise
doğrudan EPDK’ya gönderdik, lisans almaları için;
birden fazla ise, üretimden hazineye kilovat saat başına en büyük katkı payı
verecek olan firmaya bu lisans verilmesi için, seçerek, onu EPDK’ya
gönderdik. Böylece, şu ana kadar aşağı yukarı 1.800 ila 1.900 civarında firma
hidroelektrik santrale müracaat etmiştir, seçim yapılmıştır. Bunlardan bir
kısmı lisans almıştır, bir kısmı proje yapmakta… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Bu ilanları nereye astınız Sayın Bakan? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - …bir kısmı da inşaatını tamamlamış, üretime
geçmiştir. KAMER GENÇ
(Tunceli) – O su kullanma ilanlarını nereye astınız? BAŞKAN – Sayın
Genç, yerinizden müdahale etmeyin efendim. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Bakın, böylece merkezî yönetim bütçesindeki 25
milyar dolarlık bir yük ortadan kaldırılmıştır. Bunlar, tamamen bu milletin
şirketi olan, vatandaşlarımızın kurdukları şirketler marifetiyle, şeffaf bir
şekilde, açık bir şekilde tamamen verilmiştir, yapmaktadırlar. Ancak sulamaya
gelince, değerli milletvekilleri, sulamalar konusunda, pek çok yerde su hazır
olmasına rağmen maalesef sulamalarda istenilen talep olmamıştır. Şimdi,
devletin ayırdığı merkezî yönetim bütçesi ile daha önce söylediğim gibi çok
sayıda ihale yapıldığı için, kucağımızda büyük bir yatırım portföyü
olduğu için, bunların da kısa zamanda tamamlanması mümkün değildir. Ancak bunu
kısa zamanda tamamlamak için işte, katkı paylı yap-işlet-devret modeli ortaya
getirilmiştir. Bununla ne
yapılacaktır, bakın, onu ifade edeyim: Su hazır, her şey hazır fakat sulama
şebekesi yok. Şu anda bu ilan edilecek, projeleri hazır ve şeffaf şekilde, en
uygun teklifi veren firmalara ihale edilmek suretiyle en uygun veren firmalara
bunlar verilecek. Yalnız, sözleşme imzalanırken diyelim ki sulama birliği yüzde
kaç ödeyecekse, yüzde 40 ödeyecekse onu belirleyecek, o miktar, ödeyebileceği
miktar kadar verecek. Geri kalanını da, biliyorsunuz, merkezî yönetim
bütçesinden yıllara göre ödeyeceğiz. Böylece, belki on-on beş yılda bitmesi
gereken projeler kısa zamanda tamamlanacaktır. Bakın, bunun
faydası ne? Şu anda diyelim ki 100 bin hektarlık bir alan ihale edilmiş olsun.
Şu anda bu alanla ilgili hesap ediyorsunuz, on beş-yirmi yılda ayrılan
ödeneklerle tamamlanması mümkün. Ancak buradan -su mevcut, baraj mevcut- sulama
yapılamadığı için gerekli gelir alınamıyor. Demek ki biz bunu bir iki yıl
içinde tamamlasak sadece üretimden… Burada konunun uzmanı çok değerli
milletvekillerimiz var. Bildiğiniz gibi, sulanan alanla sulanmayan alan
arasında çok büyük bir gelir farkı var. Bazı bölgelerde 4 misli, hatta bazı
özel bölgelerde 14 misli bir gelir var. Biz dedik ki: Yıllarca sulamayla
uğraşacağımıza, bir firma gelsin, bunu yapsın, vatandaşın bu üretimden
sağladığı ilave gelirle zaten, bir kısmıyla… Bedelin yüzde 50’si ödeniyor. Geri
kalan yüzde 50, yüzde 60 da devlet tarafından ödenir. Böylece, bir an önce bu
mümbit topraklar sulanarak çok daha fazla ürün alınır. Meselenin özü budur. Dolayısıyla, ben
şahsen, böyle bir kanunun çok faydalı olacağına inanıyorum ve değerli
milletvekillerimizin görüşlerini de dikkatle dinledim, notlar aldım, o
görüşlerden de istifade edeceğiz. Dolayısıyla, ben,
özellikle desteklerinizden dolayı şimdiden teşekkür ediyorum, saygılarımı
sunuyorum efendim, hayırlı olmasını diliyorum. Sağ olun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan. Şahısları adına
ikinci söz Kayseri Milletvekili Sayın Taner Yıldız’a aittir. Buyurun Sayın
Yıldız. (AK Parti sıralarından alkışlar) TANER YILDIZ
(Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Bazı Yatırım ve Hizmetlerin
Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su
İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Tabii, öncelikle
belirtmemiz lazım ki niçin böyle bir kanun tasarısına ihtiyaç hissedildi?
Türkiye büyümeye karar verdi. 3 Kasım seçimlerinden sonra Türkiye'nin bütçesine
baktığınızda, büyümeye karar verdiği nokta ile Türkiye'nin bütçesi arasında çok
ciddi bir makas vardı, çok ciddi bir açık vardı. Şimdi, burada ne
yapmak lazım? Cebinize bakıyorsunuz, yatırım yapmaya niyetlisiniz, kararlısınız
ancak -özellikle 2003 yılının başındaki rakamlarla söylüyorum- 40 milyar dolar
civarında faiz ödemeniz var, 4 milyar dolar civarında yatırıma ayırdığınız para
var. Yani, toplam 11 birimin 1 tanesini yatırıma ayırıyorsunuz, 10 tanesini
faize ayırıyorsunuz. Aradan dört yıl geçti, yatırıma 16 milyar YTL
ayırıyorsunuz, faize -bugünkü rakamlarla- 56 milyar YTL ayırıyorsunuz. Oranda
çok ciddi bir şekilde düşme var ama istediğimiz rakamlar hâlâ yakalanabilmiş
değil, yani istediğimiz normalleşme tam sağlanabilmiş değil. Ama bu yatırımları
da yapmak zorundasınız. O zaman, aslında bir kredilendirme modeli olan
“yap-işlet-devret”in, katkı payıyla beraber de
güçlendirilerek, yeniden özel sektörle beraber bir yatırım imkânının sağlanması
işidir bu yaptığımız iş. Şimdi, kamu ile
özel sektörü yan yana gördüğünüz anda dikkat etmeniz gereken, uygulamayla
alakalı özellikle dikkatli olmanız gereken yerler var. Çünkü bu sistem, özellikle
kamunun arz edeceği imkânlarla özel sektörün plase edilmesini
beklediği paraların makul bir kâr oranında paylaşılması, bölüşülmesiyle alakalı
bir konudur. Dikkat ederseniz, özellikle 3996 sayılı Kanun uygulamaya girdikten
sonra, aslında iyi bir model olmasına rağmen uygulamaya yönelik bazı
aksaklıklar doğdu, ya fahiş oranda özel sektörün kâr etmesi sağlandı ya da kamu
kendini kastı. Her ikisinin de olması normal değil, doğru değil. Çünkü, bu işin tarafları arasında bir sağlık problemi var.
Yani size, özel sektörün canlısı, dinamiği lazım, ölüsü ve hastalıklısı değil.
Çünkü bunu uygulayacak olan özel sektördür. Bugün, Norveç
gibi, özellikle bütçesinde fazla veren ülkeler -gerek doğal gaz kaynaklarından
dolayı gerekse petrol kaynaklarının fazlalığından dolayı bütçe fazlası veren
ülkeler- plase edilmeyi bekleyen yaklaşık 400 milyar
dolarlar civarında bir parayı yüzdürüyorlar, gezdiriyorlar. Üç tane bölge
üzerinde karar kıldılar; bir tanesi Körfez ülkeleri, bir tanesi Rusya ve bir
tanesi de Türkiye. Türkiye'nin bu imkânları iyi kullanması
lazım. Bunun için de, bu modelleri geliştirip, özel sektörün, özellikle
uluslararası sermayenin gelebileceği bir şekilde yatırım yapmak lazım. Bir temel gerçek
de şu: Hepinizin de bildiği gibi -bir milletvekili arkadaşımız da bahsettiler-
özellikle enerji sektöründeki sabit sermaye yatırımları Türkiye'nin büyüme
hızından daha az büyüdüler. Bu ne demektir? Özellikle, enerji sektörü gibi,
ulaştırma sektörü gibi, bizim, yatırımları hızlandırmamız gereken ve Türkiye
büyüme hızının en az 1,5 katı civarında büyümesini istediğimiz sektörlerin
sağlıklı bir şekilde büyümesini sağlamamız lazım. Gerek kamu sahibi sermaye
özel yatırımlarında gerekse özel sektör sahibi sermaye yatırımlarında
istediğimiz oranlar, zaman zaman sektörlere göre
yeterli oranlar oluşmadı. O yüzden, geliştirdiğimiz bu modelle, inşallah, Sayın
Bakanımızın da bahsettiği miktarları rahatlıkla yakalamış olacağız. Değerli arkadaşlar, şu anda, yaklaşık 40 bin megavat kurulu güç,
28-30 bin megavatlar civarında da puant gücü dikkate
alırsak, aktif gücü dikkate alırsak, şu anda 16 bin megavatlar civarındaki
gerçekleştirilecek olan sırf hidro kaynakların, gerek
su kullanım anlaşmaları yoluyla gerekse bu model yoluyla yapılacak hidro kaynakların önemli bir güç olduğunun farkına varırız.
Yani neredeyse üçte 1’leri civarında bir
gücü tekrar sisteme katmış olacağız. Bu son derece önemli. Biz, önceki
tecrübelerden de yararlanarak, bu sistemin, iyi konmuş, iyi akıl edilmiş bu
sistemin uygulanmasının da üstesinden geleceğimize inanıyorum. Çünkü, özellikle su kullanım anlaşmalarıyla beraber, ister
tekli başvurularda isterse çoklu başvurularda elde edilen ve gelinen nokta son
derece sevindiricidir. Aynı şekilde,
yenilenebilir enerji kaynaklarından rüzgâr için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
Yarın alt komisyonda, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülecek ve inşallah,
önümüzdeki iki hafta içerisinde Genel Kurula indirilmesi planlanıyor. Orada da
aynı şekliyle, rüzgâr güçlerinin kazandırılması yöntemi var. Şimdi, geldiğimiz
bu modelde, özellikle, tamamen fizibıl olan
projelerin uygulanmasında özel sektör tarafından da bir problem yok ama sosyal
fayda dediğimiz, dolaylı yollardan gelen ve direkt belki de algılayamadığımız,
fizibilitede algılayamadığımız faydaların bu projeyle beraber uygulanma imkânı
var. Yani, sırf mali akış diyagramı açısından o projeyi değerlendirdiğinizde,
geri dönen miktarların ve iç kârlılığın o projeyi karşılamadığı görülebilir ama
o projeyi yapmaktan vazgeçmenizi gerektirmez. Bu çok önemli bir şeydir. Yani
özellikle kamunun karar vereceği bir yol düşünün, o yolun üzerinden geçen
trafik yeterli değildir, bu projeye de çok uygun görülmeyebilir ama siz o yolu
yapmak zorundasınız. Cebinize bakıyorsunuz, kamu kaynakları sınırlı. O açıdan,
yine özel sektör kanalıyla bunları yapma imkânınız var. Bizim, özellikle
Kayseri’de bir hidro kaynakta, Yamula HES’te yaptığımız bir uygulamada, yüzde 91 enerji, yüzde 9
da sulama paylı olan bir projede bunu özellikle gördük. Şu anda geldiğimiz
rakamlar… Bizim 1,8 katrilyon lira civarında, o yüzde 9’luk sulama payına
yaklaşık 112 bin hektarlık bir yeri sulama imkânımız var. Ama buna devlet
kaynaklarından pay ayırmaya kalktığınızda, yıllık 15-20 trilyon lirayı
geçmeyen, 15-20 milyon YTL’yi geçmeyen rakamlar bu
projenin belki de kırk yıl, belki elli yılda gerçekleşmesini sağlayacak. Bu da son derece kötü bir şey. Yani bizim zihnî büyüme
hızımızı fiilî büyüme hızımızdan daha küçük tutmamamız lazım. Bunun ancak bu
modelle uyarlanabileceğini biliyoruz. İşte yap-işlet-devret projesini oraya
getirdiğinizde hem oradan elde edilecek gelirlerin bu projeye kanalize edilmesi açısından hem de katkı payının konulması
açısından bu projelerin bütçe disiplini içerisinde uygulanma imkânları
olabilecek. Özellikle bir
konuyu daha belirtmek istiyorum: Havaalanlarında, Türkiye’de özellikle sivil
havacılığın gelişmesiyle beraber, talepte müthiş bir patlama oldu. Yüzde
400’ler, 500’ler civarında bir büyüme oldu. Yüzde 400-500’lerdeki büyümeyi
karşılayabilecek sektör büyümesinin şu anda devlet imkânlarıyla olmadığı açık, hatta, ölçemediğiniz yolcu sayısının büyümesini bile projede
bulundurmak zorundasınız. Ölçemediğiniz diyorum. Siz, oraya inemeyen bir
yolcunun, gerek apron genişlemesinden dolayı gerekse
havaalanının darlığından dolayı gerekse oradaki yer hizmetlerinden dolayı
inemeyen yolcunun sayısının ölçülmesi mümkün değildir. Biz bunu yine Kayseri
Havaalanı’nda yaşadık. Şu anda yüzde 480’ler civarında bir büyüme var. Bunda
hem sivil havacılığımızın gelişmesinin hem de sektör büyümesinin önemli bir
katkısının olduğunu söylemek durumundayım. O yüzden, bu modelin, katkı payıyla
yap-işlet-devret modelinin prensipte dünyada birçok ülkede uygulanan ve
sıhhatli sonuçlar alınan, özellikle plase edilmeyi
bekleyen paraların sıhhatli bir şekilde ülkelerde kanalize
edilmesini sağlayan önemli bir modeldir. Bu modelin Türkiye’nin özellikle
bundan sonraki, şimdiye kadar gördüğümüz yirmi dört çeyreklik büyümesini tekrar
hızlandıracak, yavaşlatmayacak bir katkısının olduğunu açıklıkla söylemeliyiz
ve bu modelin geliştirilmesiyle alakalı da katkı koyanları tebrik ediyorum ve
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Yıldız. Sayın
milletvekilleri, soru-cevap işlemine başlıyoruz. Sayın Öztürk, buyurun efendim. HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Öncelikle bu
tasarı yeni bir borçlanma modeli getirdiği için, aslında, Hükûmeti
temsilen -Genel Kurulda olduğunu da görüyorum-
hazineden sorumlu Sayın Devlet Bakanının yer almasının daha uygun olacağını
düşündüğümü ifade ediyorum. Aracılığınızla
sormak istiyorum. Gelecekteki gelirlerimizi de ipotek altına alan
yap-işlet-devret tasarısının Hükûmet tarafından
gündeme getirilmesinde, bütçeden faiz dışı fazla vermemize rağmen borçları
138,9 milyar dolar artırmış olmamız etkili olmuş mudur? 222 milyar YTL’lik 2008 bütçesinin 56 milyar YTL’sini
faiz ödemelerine ayırmamız etkili olmuş mudur? Yolsuzluklarla kaynakların
çarçur edilmesi etkili olmuş mudur? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Öztürk. Sayın Ağyüz... YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, bu
yasa kamunun hizmet sunumunun özelleştirmesidir ve özelleştirme sınırlarının
genişletilmesidir. Bakın, 2006 yılında Galataport
ihalesi yapıldı. Galataport ihalesi YİD kapsamı
içerisinde yapılacak işlerden olmadığı için iptal edildi. Şimdi bu yasa, Galatoport ihalesinin ve verilen kişinin önünü açmak için
çıkarılan bir yasadır ama maalesef, ne siz, zatıaliniz
ne de İktidar Partisi Grubu bunu söyleme cesaretini gösteremiyor. Bugüne kadar,
bu kaynakları transfer etmeye çalışmak aklınıza bugün mü geldi? Ayrıca, nerede
görülmüş yabancı sermayenin Türkiye’ye gelip bu tür yatırımlar yaptığı? Yabancı
sermayenin daha geniş rant alanları varken, bunları
tıkamamışken, yabancı sermayeyi yatırıma özendirmemişken, siz nasıl dünyada
dolaşan paradan umut beklersiniz? Bu çok yanlış bir gösterge. Ayrıca, ne
hikmetse, para bulmada çok büyük araç olarak bu işleri kullanıyorsunuz ama
özelleştirme fizibilitesine bakıyoruz, en son Telekom’da, Telekom’u
özelleştirmeyle alan 20 milyar dolarla devrediyor, siz halka arzı 12,5 milyar
dolardan yapıyorsunuz. Bu kadar kaynak israfı olmaz. Bunlar kapanmadan, bu
yasalarla siz bu yatırımları gerçekleştirmeniz mümkün değil. Altı yıldır tüm
sulama kanallarını unuttunuz. Benim bölgemde Kayacık Barajı mesela, 7 trilyon
ödenekle başladı. Senede 500 milyar verirseniz bu proje biter mi? Öncelikle,
yatırımları yönlendirememenizin suçunu kendinizde aramanız lazım. O nedenle, bu
yasa çözüm değildir, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesidir ve orman
arazilerinde olduğu gibi bir yağma yasasıdır. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Nalcı… KEMALETTİN NALCI
(Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanıma
biraz önceki konuşmalarında yap-işlet-devret modeliyle ilgili projelerin çok
çabuk biteceğinden ve özel sektörün bu katılımlarından, bir an önce işletmeye
alınacağından bahsetti. Yalnız, ben bundan on beş gün önce de kendisiyle bir
konuyu görüşmüştüm, burada dile getirmek istiyorum. Çorlu’nun
bildiğiniz gibi içme suyu, kanalizasyonu, arıtması ve Çorlu su temini için DSİ
tarafından tahsis edilen Kızılorman ve Kömürköy Göletleri işini Çorlu Belediyesi 2005 yılında
imtiyaz hakkı sözleşmesiyle ihale etti fakat o tarih, bu tarihlerle bir türlü
bu işlere başlanamadı. En son, DSİ de, bu göletlerin, bu iki göletin -ki Sayın Bakanımız da söyledi kırk bir yılda
tamamlanacak yatırımlar varken- DSİ tarafından yapılması için karar çıktı.
Bunun için ben şunu sormak istiyorum: Acaba bu siyasi bir karar mıdır? Yani
Belediyenin… Çünkü aynı statüde olan başka yerlerin projeleri kabul edildi. İkincisi, eğer
biz bu projeleri çıkartıyorsak bir an önce bunun çözümünü düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Nalcı. Sayın Taner… RECEP TANER
(Aydın) – Sayın Bakanım, görüşmekte olduğumuz kanundaki “yük ve/veya yolcu ve
yat limanları ile kompleksleri” ibaresindeki “kompleks”
ifadesinin içine neler girmektedir. İki, kıyılar
devlet tasarrufu altında olduğuna göre bu yapılacak komplekslerin
yerleri bu kanunla Anayasa güvencesinden çıkarılmış olmuyor mu? Üç, köprü, baraj
ve otoyolların özelleştirilmesinden sonra bu kanunla trafiği yoğun kara
yollarını da paralı hâle mi getirmeyi düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Taner. Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT
(Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
yap-işlet-devret modelinin kapsamını genişleten bu tasarı kanunlaştığı takdirde
hangi bölge ve vilayetlerimizin otoyol dışında kalan trafiği yoğun kara
yollarının yapımını ve işletilmesini yerli ve yabancı şirketlere devretmeyi
amaçlamaktasınız. Bu bölge ve illerimizle ilgili herhangi bir projeksiyonunuz veya tespitiniz var mıdır? Yine bu kapsamda
hangi vilayet ve bölgelerimizde kamuya ait hangi tesislerin, gar, liman,
lojistik merkezler ve enerji tesislerinin yap-işlet-devret modeliyle
değerlendirilmesi düşünülmektedir. Örnekleme yaparak isimlerini verebilir
misiniz? Son olarak da, Adana’da projesi tamamlandığı hâlde bir türlü
bitirilemeyen Aşağı Seyhan Ovası Sulama Projesi’ni bu tasarı kapsamında
tamamlamayı düşünebilir misiniz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Enöz… MUSTAFA ENÖZ
(Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. YİD çerçevesine
alınacak trafiği yoğun kara yollarının kıstas ve kriterlerini
nasıl belirlemeyi düşünüyorsunuz? İkinci sorum: DSİ
tarafından yapılan sulama kanal ve kanaletlerinin de aynı modelle yapılması ve
sulama tesislerinin katkı paylarının çiftçilerden alınması, zaten çok zor
durumda olan tarım sektörüne ve çiftçilerimize bir darbe olmayacak mı? Üçüncü sorum:
Yap-işlet-devrette öncelikli sıranız var mı, varsa
nelerdir ve kaç yılda bitirilmesi planlanmaktadır? Dört, 2003’ten bu
yana, DSİ olarak, kaç kilometre sulama kanaleti yapılmıştır ve Manisa ilinde
yap-işlet-devret modeliyle hangi projeleri hayata geçirmeyi planlıyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Enöz. Sayın Bayındır… SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Başbakana bir soru sormak
istiyorum. Şırnak ili
içinden geçen Cizre, Uludere, Beytüşşebap ilçelerini birbirine bağlayan yol
Karayollarına aittir. Sayın Başbakan, Şırnak ilini ziyaret ettiğinde bu yolu
yaptıracağına dair halka söz veriyor. Buradan, aracılığınızla, bu sözü Sayın
Başbakana hatırlatmak istiyorum ve halkımız, Sayın Başbakanın verdiği sözü ne
zaman yerine getireceğini merak etmektedir. Teşekkürler. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Akçay… ERKAN AKÇAY
(Manisa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan biraz
önceki konuşmasında, bu yap-işlet-devret modelinin Osmanlı zamanında da
uygulanan bir sistem olduğunu ifade etti. Bu sistemle Osmanlının ne hâle
geldiğini bilmiyor musunuz? Siz, Türkiye’yi Osmanlının çöküş zamanındaki
Şirketi Hayriye vapurları gibi tüm ekonomik değerleri yabancıların elinde olan
bir ülke hâline mi getirmek istiyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Akçay. Sayın Sakık… SIRRI SAKIK (Muş)
– Sayın Başkan, sizi selamlıyorum, teşekkür ediyorum. Ben, Sayın
Bakanıma sormak istiyorum: Muş’ta Alparslan-1 Barajı’yla ilgili kamulaştırılan
arazilerin büyük bir bölümünün hâlen ödemesi yapılmadı. Bu ne zaman yapılacak? İnsanlarımızın büyük bir kısmı zaten mağdur. Bir mağduriyet
daha görmek istemiyoruz. İkincisi, daha
birkaç gün önce Türk Tabipler Birliği Genel Başkanı gözaltına alındı ve gece
doktor kontrolüne götürüldü ve kendisinden 25 lira katkı payı istendi. Bu nasıl
bir sosyal devlet? Hem gece geç saatlerde alıp götüreceksiniz ve zoraki doktora
götüreceksiniz, arkasından da 25 lira bir para talep edeceksiniz, bu sosyal
devletle bağdaşıyor mu? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın Paksoy… MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
konuşmanızda “2003’te yatırıma ayrılan para 2 katrilyon, yatırıma alınan
projelerin toplam bedeli 82 katrilyon.” diye belirttiniz. 2003 yılından sonra
genel müdürlüğünüzün devam ettiği yıllarda tekrar yeni işler programa aldınız
mı? Yatırıma aldığınız yeni işlerin uzun yıllar süreceğini, ayrıca daha önce
yatırım programına alınan işlerin de bitme süresinin daha da uzayacağını
bildiğiniz hâlde böyle bir yola başvurmanız sizce uygun olmuş mudur? Bu
konudaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Işık… ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Aracılığınızla
Sayın Bakanımıza sormak istiyorum: Sayın Bakanım, “katkı paylı yap-işlet-devret
modeli” olarak tanımlanabilecek yeni finansman modeline dayalı bu tasarı
yasalaşırsa, Bakanlığınızda bekleyen hangi yatırımların bu modelle ihaleye
çıkarılmasını planlamaktasınız? Bu bağlamda,
Kütahya ilinde yıllarca yapımına başlanamayan ya da başlanıp da bitirilemeyen
hangi baraj, gölet, pompaj tesisi ve/veya sulama kanallarının bu modelle
değerlendirilmesini düşünüyorsunuz? Örneğin, Beşkarış
ve Kureyşler Barajlarını bu yolla kısa sürede
bitirmemiz mümkün olabilecek midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Özdemir… HASAN ÖZDEMİR
(Gaziantep) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma soruyorum: AKP
İktidarları döneminde, 2007 yılında bitirileceği söylenen Barak Ovası Sulama
Projesi ödenek yetersizliğinden bir türlü bitirilemiyor. Yeni -Gaziantep- seçim
bölgemden geldim. Gaziantep büyük bir kuraklık yaşıyor ve vatandaşımızın
ekinleri tamamen kurumuş durumda. Bu ova Nizip, Oğuzeli, Karkamış ve Kilis
bölgesini kapsıyor. Buralar sulandığında ikinci bir Harran Ovası meydana
geleceğini zatıaliniz de bilmektesiniz. Bu bölgedeki
çiftçilerimiz sizlerden sevinçli haber bekliyor. Saygılar
sunuyorum, teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın Genç… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Efendim, bu su
kullanma, kiralama hakkıyla ilgili bir soru sormak istiyorum. Özellikle Tunceli bölgesinde Munzur ve Tunceli
hudutları içindeki sularda kimler kullanma hakkını kiralamıştır? Kaç liraya
kiralamıştır ve hangi esaslara göre kira bedeli tespit ediliyor? Onu öğrenmek
istiyorum. Ayrıca
Güneydoğu’da bu kadar kuraklık varken, bu AKP İktidarı orada biraz yağmur
yağdırmayı düşünmüyor mu? Saygılar
sunuyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz. Son soru, Sayın
Hıdır, buyurun. MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – Sayın Bakanım, yirmi yıl önce temeli atılmışken ancak yüzde 10’u
tamamlanabilen Dalaman Akköprü Barajı, Bayır Barajı
ve Akgedik Barajı, DSİ Genel Müdürlüğünüzde ve
Bakanlığınız döneminde yüzde 90’ı tamamlanmış şekliyle 2008 yılında hizmete
açılacaktır. Bu başarınızın sırrı nedir? BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Hıdır. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Vay be! Oraya bir baraj daha yapın. BAŞKAN – Sayın
Bakanım sorular tamamlandı, cevap verebilirsiniz. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Teşekkür
ederim. Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; ben de çok kısa olarak cevaplandırmaya çalışayım. Şimdi efendim,
Sayın Öztürk “Borçlanma ile hazinenin gelecekteki
gelirlerini ipotek altına alıyorsunuz” şeklinde söyledi. Bir kere şunu ifade
edeyim; Bakın, biz öyle o şekilde düşünmüyoruz. 2002 yılında borçların millî
gelire nispeti yüzde 61,5 iken şu anda yüzde 21,1’e inmiştir. HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – O oran borcun büyüklüğünü değiştirmez. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Oran… Oran…
Tabii oran olacak. Bütün dünyada mutlak borç dikkate alınmaz. Herkes biliyor,
borçlanma genellikle borç miktarının millî gelire oranıyla belirlenir, kıstas
budur. İkinci husus… OKTAY VURAL
(İzmir) – “Borç alan emir alır.” demiştiniz. HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Kaynak vardı da niye geldiniz! BAŞKAN – Sayın
Bakanı dinler misiniz lütfen… ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Nalcı,
bana da kendisi sordu, zaten kendisine ben bilgiyi iletecektim ama burada
kısaca bilgi vereyim. Çorlu Belediyesi, içme suyu ihtiyacının 1053 sayılı Kanun
çerçevesinde temini için DSİ’ye müracaat etmiştir. Bu
konuda kanun gereği içme suyu ihtiyacının DSİ tarafından giderilmesi için
Bakanlar Kurulu kararı alınmış, diğer yandan, daha sonraki bir tarihte Çorlu
Belediyesi, içme suyu için gerekli olan barajın kendileri tarafından yapılması
hususunda Danıştaydan imtiyaz sözleşmesine gitmiştir.
Bu aşamada içme suyu maksatlı barajın DSİ tarafından yapılmasına ilişkin
Bakanlar Kurulu kararının kaldırılması yönünde yeni bir Bakanlar Kurulu
kararından sonra, bu tesislerin Çorlu
Belediyesi tarafından yapılması hususunda bir protokol yapılacaktır. Daha önce
biliyorsunuz, mevzuat böyledir. Nasıl
karar alınmışsa geriye dönüşte aynı şekilde yapılması gerekir. Bu konuda
çalışmalar yapılıyor zaten, onu gerçekleştireceğiz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Ne zaman? Kararname sevk edileli üç sene oldu! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Şimdi, Sayın
Taner tarafından sorulan bir soru vardı. Yani, tabii bu konuda kendisine yazılı
olarak cevap verilecek. Şu anda kanun çıkıyor, çıktıktan sonra bunların
hangilerinin trafiği yoğun olacak, bunların kriterleri
var, bu kriterlere göre öncelik sıralaması belirlenerek ona göre
gerçekleştirilecek. Şimdi, Sayın Tankut’un “Hangi yollar yapılacak?” şeklinde bir sorusu
vardı. Ayrıca “Kamuya ait hangi tesislerin bu çerçevede devredileceğini,
Adana’da Aşağı Seyhan Ovası sulamasının bu çerçevede yapılıp yapılamayacağını.”
sordu. Az önce hangi yolların olup olmayacağını… Zaten kanun çıktıktan sonra
bunların öncelik sıralaması belirlenip ona göre karar verilecek. Henüz bu
konuda bir tespit yapılmış değil. Yalnız, Aşağı Seyhan, biliyorsunuz ihale
edildiği için bu başlamış bir proje, biz bunu merkezî yönetim bütçesiyle bir
ana önce tamamlamak istiyoruz. Yani ihale edildiği için genellikle bu kanunu
biz hiç başlamamış olan projelerde uygulamak istiyoruz. Onu özellikle belirtmek
isterim. Şimdi, tabii,
Sayın Sakık tarafından, Alparslan-1 Barajı’nın istimlak ödemeleriyle ilgili bir soru soruldu. Bu konuda
çalışmalar yapılıyor. Şu anda ödemeler başladı. İnşallah biz iki yıl içinde bu
ödemeleri tamamlayacağız. Ben bilhassa bunu kendim takip ediyorum ve Sayın
Maliye Bakanımızla da görüştük. Öncelikli olarak, yani şu anda Alparslan-1,
Obruk gibi barajların şu anda baraj inşaatı bittiği için kamulaştırılması
birinci öncelikli olarak sıraya girmiştir. Kısa zamanda bunları ödeyeceğiz. Yer katkı payını…
Tabii, benim konumla ilgili değil. O, herhâlde başka bir zaman sorulabilir. Şimdi, bir de,
Sayın Milletvekilimiz tarafından, 2003 yılında Devlet Su İşleri bütçesinin 2
katrilyon Türk lirası olduğu, ondan sonra da herhangi bir şekilde yeni yatırımların
programa alınıp alınmadığı söylendi. Şimdi şöyle ifade edeyim: Biz, 2003
yılında, bütün yatırımları masaya yatırdık, bunların önceliklerini belirledik,
hatta fiziki gerçekleşmesi yüzde 85 olanları ve kısa zamanda faydaya dönüşecek
olanları öne aldık ve bunları kısa zamanda bitirdik. Sonra, bunun fiziki
gerçekleşmesini yüzde 70-65-50’ye kadar indirdik. Yeni yatırımları -çok acil
olmadıkça, taşkın vesaire gibi olmadıkça- almadığımız gibi, mevcut yatırımları
da öncelik sıralamasına dizdik ve böylece kısa zamanda çok sayıda tesisi
bitirerek hizmete sunduk. Onu özellikle belirtmek istiyorum. Şimdi, Sayın Işık
tarafından “Bu konuda hangi yatırımlar planlanıyor?” deniliyor. Yani şu anda
yatırımları… Genel olarak şunu söyleyebilirim: Bazı isimler verebilirim ama
genelde, barajı bitmiş, suyu hazır olanların sulamasını öncelikli olarak
yapacağız. Mesela Manyas Barajı bitti, sulaması bekliyor veya İzmir’de
Ödemiş’teki Beydağ Barajı bitti, Ödemiş Ovası gibi veya Suruç Ovası gibi
birtakım projeleri bitirdiniz, sulamayı, yatırımlarını öncelikli olarak ele
alacağız diye düşünüyoruz. Beşkarış Barajı ve Kureyşler Barajı’ndan bahsettiniz. Beşkarış
Barajı’nın, bu sene, ben Kütahya’ya gittiğimde, bitirilme talimatını verdim. Bakın, bu çok
önce, yıllarca önce… Siz de biliyorsunuz, bu baraja özel bir önem verdiğimi
herkes biliyor. Kısa zamanda bitireceğiz. Hatta Kureyşler
Barajının projelerinin yapımı konusunda gerekli talimatı da verdim, belki
bunların sulamasını yap-işlet kanunu çıkarsa, yüce Meclis uygun gördüğü
takdirde, ona göre yapabiliriz. Sayın Özdemir’in
sorusuna geleyim. Hakikaten ben de aynen görüşlerine, Sayın Özdemir’in, Sayın
Milletvekilimizin görüşlerine iştirak ediyorum, o bölgede sulama yatırımlarının
bir an önce bitmesi gerekir. Yalnız bir
müjdeyi de belirtmemde fayda var. Gaziantep de GAP bölgesinde bildiğiniz gibi.
Dolayısıyla, Başbakanımız kesin olarak talimat verdi, şu anda, önümüzdeki
günlerde bir kanun tasarısıyla sadece İşsizlik Fonu’ndan, sadece devletin
ödediğinden gerçekleşen faiz miktarının bir kısmı tamamen GAP yatırımları için
harcanacak, böylece göreceksiniz GAP’ı beş yıl içinde tamamlayacağız. Tabii,
Gaziantep de bu çerçevede olduğu için, hatta, bu yıl,
muhtemelen DSİ’yle -netleşmedi ama- 1 ila 1,5 milyar
YTL kadar ilave bir para geleceğini ben ifade etmek istiyorum. Bu maksatla dün
bir toplantı yaptık, bütün arkadaşlarımıza “şu anda bütün yatırımları
hızlandırın, müteahhitlere talimat verin, ilave para gelecek, yatırımlar
hızlansın, ayrıca projesi olmayanların da projesini bir an önce yapın” diye
talimat verdim; zaten arkadaşlarım burada, talimatını da onlar biliyor. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – O zaman öbür illerimiz yandı! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Yok, hayır,
öbür illere de… FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Malatya yandı! Hep Afyon’a git, Kütahya’ya git! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Malatya… Sayın Genç’in
Munzur’la ilgili birtakım sualleri vardı. Şimdi, efendim, şöyle: Burada
yap-işlet-devret, enerji yatırımlarıyla ilgili yap-işlet benzeri… Yani şöyle:
Boşa akan suları değerlendirmek maksadıyla ilan ediyoruz, Su Kullanım Hakkı
Anlaşması Yönetmeliği çerçevesinde tahsis ediyoruz. Tek müracaat varsa bundan
herhangi bir katkı payı alınmıyor, ama birden fazla müracaat olursa, bu
takdirde en yüksek katkı payı, yani kilovat saat başına en yüksek katkı payı
veren firmayı EPDK’ya bildirmek suretiyle, onun
inşaat yapması söyleniyor. Bu konudaki listeyi size yazılı olarak göndereyim
ben. Bir de Dalaman’la ilgili Akköprü, Bayır
ve Akgedik Barajları, biliyorsunuz, bunlar yirmi sene
önce ihale edilmiş barajlardı, bekliyordu. Bunlarla ilgili problemleri teker teker çözdük ve arka arkaya hem Akköprü
hem Bayır hem de Akgedik Barajlarını bitirdik;
bitirmeye de devam ediyoruz diğer barajları. Herhâlde sualler
bitti. Sorulara cevap vermeye çalıştım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan. Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Karar yeter sayısının aranmasını istiyorum. BAŞKAN –
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum… SIRRI SAKIK (Muş)
– Karar yeter sayısı aranmasını istedi Kamer Genç. BAŞKAN – Karar
yeter sayısını arayacağım. Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı
vardır, maddelere geçilmesi kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar) 1’inci maddeyi
okutuyorum: BAZI
YATIRIM VE HİZMETLERİN YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ ÇERÇEVESİNDE YAPTIRILMASI
HAKKINDA KANUN İLE DEVLET SU İŞLERİ UMUM MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLAT VE VAZİFELERİ
HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI MADDE 1- 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin
Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun 1 inci
maddesinde yer alan “ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak” ibaresi “ileri
teknoloji veya yüksek maddi kaynak” olarak değiştirilmiştir. BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek. Sayın Dibek,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Başkanım. Değerli milletvekilleri,
Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması
Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle, tüm Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, bu tasarıyla farklı bir modele dönüştürülen yap-işlet-devret
modelinde -ki, birazdan onu açacağız- iki temel hususu biz Cumhuriyet Halk
Partisi olarak dikkate alıyoruz. Daha doğrusu o iki hususu mutlaka arama
gerektiğine inanıyoruz. Bir tanesi şu:
Yani bu modele göre, yap-işlet-devret modeline göre yapılacak olan yatırımın
mutlaka devlete, topluma ve yatırım yapana yararlı olması gerekir diyoruz.
Yani, diğer bir ifadeyle, yani bu yatırımın hem toplum hem de yatırımcı
açısından mutlaka kazan-kazan şartlarını taşıması gerekir düşüncesindeyiz; bu,
birinci olması gereken husus. Diğer bir nokta
da, yap-işlet-devret modeliyle ilgili olarak bulunması gereken diğer bir
noktada yapılacak olan yatırımda devletin ve piyasanın işlerliğinin bu
yatırımla bozulmaması gerekir düşüncesindeyiz. Tabii, az önce
konuşmacıları, Sayın Bakanı da dinledik, diğer arkadaşlarımızı, iktidar partisi
milletvekili arkadaşlarımızı da dinledik. “Tasarıyla gelen model, yani o katkı
payı ve devletin talep riskini üstlenen bu modeli sakıncalar ifade etmiyor”
dedi arkadaşlarımız, hatta “Yararlı olacağını düşünüyoruz” dediler. Ama ben, az
önce belirtmiş olduğum bu iki hususu bir örnekle sizlere vermek istiyorum. Yani
bu model yaşadığımız ve şu anda da zaten kullanımda olan bir model olan Göcek Tüneli ile ilgili olarak karşılaştırdığımızda değerli
arkadaşlar, yani Göcek Tüneli yatırımcı tarafından on
beş yıl işletme hakkıyla yapılmıştır biliyorsunuz ve bu tüneli yapan firma da
talep riskini yüklenmiştir. Yani bu tasarının getirmiş olduğu hususun dışında
oradaki risk, yapan firma tarafından, o talep riski yüklenilmiştir. Şimdi, bunu bu
modele uyguladığımızda, az önce belirtmiş olduğum bu iki hususa
uyguladığımızda, açtığımızda bu konuyu şöyle değerlendirebiliriz diye
düşünüyorum: O araç sahipleri, dağı dolanarak oradan dağı geçmek zorunda kalan
araç sahipleri bu tünelden geçmek suretiyle, uğrayacakları amortisman
ve akaryakıt giderinden daha az bir parayla o yolu geçecekler. Dolayısıyla
ortaya bir zaman tasarrufu çıkacak, toplum için bir yarar, ilave bir yük, bir
maliyet söz konusu olmayacak. Yani bahsetmiş olduğum az önceki modelde devlete,
topluma ve yatırım yapana yararlı olması gerekir bu modelin. Burada,
baktığımızda bu koşul var. Tabii bunun diğer
açıdan, diğer ikinci modeli olan devletin ve piyasanın işlerliğini bozmaması
gerekir yap-işlet modeliyle yapılacak olan yatırımın. Bu hususa da baktığımızda
yine bu riski firma üstlenmiş olduğundan yani talep riskini firma üstlenmiş
olduğundan devletin ve piyasanın işlerliğinin bozulmadığını da görüyoruz. Yani
burada risk yatırım yapan firmaya ait olacaktır, ne kadar çok araç geçerse kârı
o kadar çok olacaktır. Tabii, zarar da yine yatırımcıya ait olacaktır. Bunu
niye belirttim? Az önce Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim, yap-işlet-devret
modeliyle ilgili olarak bulunması gereken o iki husus, iki temel hususun burada
bir örneğini verdim. Fakat, gelelim tasarıya
değerli arkadaşlar. Tasarıda, görüşmekte olduğumuz tasarıda maalesef yap-işlet
modelinin bir anlamda sulandırılmış olduğunu görüyoruz. Yani burada, tasarıda
yer alan trafiğin yoğun kara yolu yapımında talep riskini devletin üstlendiğini
görüyoruz. Şimdi, bunun
nasıl sakıncaları var onu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Az önce
belirtmiştim, yap-işlet-devret modelinde temel yaklaşımın, mutlaka, yatırım
yapanın riskini de yüklenmesi olması gerektiğini yani piyasa ekonomisinin de
temel yaklaşımının bu olması gerektiğini belirtmiştim. Hani bir deyim var
Türkçede “Kâr ve zarar kardeştir.” diye. Dolayısıyla bu model, ancak bu
suretle, bize göre, işlemeli diye düşünüyorum. Değerli
arkadaşlar, tasarıya göre, yani şu anda görüştüğümüz tasarıya göre, trafiği
yoğun kara yolunun yap-işlet-devret yoluyla, bu şekilde yapılması hâlinde,
talep riski tamamen devlete ait olacaktır. Yani, burada “devlet” dediğimiz
noktada, zaten son olarak bunun halkımıza yani vatandaşımıza yansıyacağını da
belirtmek herhâlde doğru olur diye düşünüyorum. Yani burada, tasarıda, geçen
araç sayısının tahmin yoluyla bulunacağı ve devletin her araç başına da bir
katkı payı ödeyeceği anlaşılıyor. Şimdi -az önce
belirtmiştim- konuşmacılar bunun yararlı bir model olacağını, bu tasarıyla bu
değişikliğin yararlı bir model olacağını belirttiler ama bunun zararları neler,
biraz da bu konuda sizleri bilgilendirmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, neyle
karşılaşabiliriz? Yani özel sektör, bu modelle bu işi üstlendiğinde, devletin
bürokratına, devlete baskı yapabilir mi? Yani, geçen araç sayısının daha fazla
tahmin edilmesi için bir baskıyla karşılaşılabilir mi? Yani, bu durum birtakım
yolsuzluk ve istismarların meydana çıkmasına neden olur mu? Yani bunu bir soru
işareti olarak düşünmemiz gerekir diye düşünüyorum. Yani burada, ekonomik
ilişkilerde açık kapı bırakmak gibi bir olayla karşı karşıya kalırız diye
düşünüyoruz. Diğer taraftan,
yine bu modelle, bu hizmet, daha doğrusu bu işlem yürüdüğünde, devletin geçen
araç başına yatırımcıya bir katkı payı ödemesinin haksızlığa ve gelir
dağılımında bir bozulmaya neden olacağını da düşünüyoruz. Nasıl olacaktır bu
arkadaşlar? Yani, trafiği yoğun kara yolundan geçen araçların geçiş ücretlerini
kendileri değil de bir anlamda halkın vergisiyle devlet, yani halk ödemiş
olacak. Yani, şöyle bir benzetme de yapabiliriz diye düşünüyorum: Yani, bir
lüks arabanın geçiş ücreti, katkı payı olarak asgari ücretle çalışan bir
işçinin ödediği KDV’yle de verilecektir diye düşünebiliriz değerli arkadaşlar. Diğer bir nokta,
yine sakınca olarak karşımıza çıkabilecek olan bir nokta şu olur diye
düşünüyoruz: Kara yolunun devlete olan maliyetinin çok daha yüksek olacağını
düşünüyoruz. Eğer bu kara yolunu devlet borçlanarak yapmış olsa bunun için
yalnızca faiz ödeyecek. Ancak özel sektör burada yapacağı yatırımın fizibilitesine
hem faiz hem de kâr koyacak. Dolayısıyla yatırımın bugünkü değerini hesaplamak
için kullanılan iskonto oranı devletin borçlanma ve
faizinden yüksek olacaktır. Tabii, bu durum da karşımıza devletin daha pahalıya
ve gizli borçlanmasını ortaya çıkaracaktır. Değerli
milletvekilleri, değerli arkadaşlar; muhtemeldir ki trafiği yoğun kara yolunun
yapılması ya yabancı sermayeye ya da büyük olasılıkla son günlerde revaçta olan
Kuveyt ve o istikametteki başka bir Arap ülkesi sermayesine verilecektir. Yani
Türkiye ve bizim gibi ülkeler özelleştirme ve altyapı yatırımlarını yaparken…
Tabii, az önce milletvekili arkadaşımız da burada rakamlar vermişti, “Bunlar
küresel sermayenin de iştahını kabartıyor, onlar buraya gelmek istiyor.”
demişti. Ancak, şunu unutmamak gerekir diye düşünüyoruz: Yani küreselleşme
ideolojisi bizim gibi ulusal politikaları olmayan ülkeler için bir tuzak diye
düşünüyoruz. Yani küreselleşme yalnızca spekülatif
sermayenin önünü açmıştır düşüncesindeyiz. Türkiye küreselleşme sürecinde en
zararlı çıkan ülkelerden biridir düşüncesindeyiz değerli arkadaşlar. Yani biz
cari açığımız kadar bir miktarı ekonomik ilişki içinde olduğumuz ülkelere
kaynak olarak transfer ediyoruz, böyle de bir noktadayız. Yani buna da dikkat
çekmek istiyorum. Sayın
milletvekilleri, fiyatlamanın yapılmasının zor olduğu, trafiği yoğun kara yolu
gibi altyapı yatırımlarının yerli veya yabancı sermayeye verilmesi hem devletin
hem de piyasanın yapısını bozacaktır. Ayrıca devletin zayıflamasına da neden
olacaktır düşüncesindeyiz özellikle son yıllarda devletin ekonomideki yerinin
daraldığını ve optimal sınırların altına indiğini de
düşünürsek. Bu konuda son
olarak şunları belirtmek isterim: Piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmak
devleti ortadan kaldırmakla olmaz düşüncesindeyiz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Dibek. TURGUT DİBEK
(Devamla) – Tersine, altyapıyı, doğal tekelleri, sosyal faydası olan mal ve
hizmet üretimini mutlaka devletin yapması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu
takdirde, bu yaklaşımla hareket edildiğinde özel yatırımların da önünün
açılacağını, ayrıca devletin güçlü olması durumunda piyasa ekonomisinde rekabet
şartlarının da daha güçlü bir şekilde ortaya çıkacağını düşünüyoruz. Özetle şunu
belirtmek istiyorum: Bu konuda temel sorun, devletin ekonomideki yerini optimal düzeyde tutmaktır diye düşünüyoruz. Görüşülmekte
olan tasarı, yap-işlet-devret modelini maalesef sulandırarak devletin
ekonomideki yerini de çarpıtmaktadır düşüncesindeyiz. Hepinize saygılar
sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Dibek. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu.
(MHP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Tanrıkulu. MHP GRUBU ADINA
AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 94 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, konuşmamın başında, Türkiye’de kamu altyapı yatırımlarının
nasıl finanse edildiğine çok kısaca değinmek istiyorum. Bu bağlamda, kamu
altyapı yatırımlarının finansmanında başvurulan kaynaklara bakacak olursak
öncelikle karşımıza “klasik model” dediğimiz, hemen kaynakların bütçeden
karşılanması geliyor. Kamu kuruluşları ihaleye çıkarken iç parayı kendi
bütçelerinin yatırım kaleminden, dış parayı da dış kredi verebilecek olan
kaynaklara başvurarak temin ediyorlar. Tabii, dış kredi temininde de başvurulan
başlıca kaynaklar, devletten devlete olan düşük faizli, uzun vadeli “soft loan” dediğimiz krediler.
Diğer sistemse işte bizim burada üzerinde konuştuğumuz tasarıyla ilgili olan
yap-işlet-devret modeli. Geniş anlamda
yap-işlet-devret modeline baktığımız zaman, bir kamu altyapı yatırım veya
hizmetinin, finansmanı özel bir şirket tarafından karşılanarak
gerçekleştirilmesi olarak görüyoruz. Bunun kamu tarafından
belirlenen bir süre için işletilmesi söz konusu ve yine bu süre sonunda da
ürettiği mal veya hizmeti tarafların karşılıklı olarak tespit ettikleri bir
tarife uyarınca yine kamu kuruluşlarına satması ve sürenin sonunda da
işletmekte oldukları bu tesisleri, bakımını yaparak, eksiksiz ve işler durumda
kamu kuruluşuna tekrar devretmeleridir. Yap-işlet-devret
modelinin avantajları burada oldukça uzun bir şekilde anlatıldı. Ben, bir
parça, sizlere, şimdi, bu modelin dezavantajlarını anlatarak görüşlerimi
paylaşmak istiyorum: Bunlardan ilk
akla gelen, ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarına bu modelin gerçekten çok
duyarlı olması. Ülkedeki ekonomi politikasındaki birtakım ani değişiklikler
veya siyasi çalkantılar modelin geleceğini ve doğru anlamda işletilmesini
etkiliyor. Modelin bir diğer dezavantajı, yüksek maliyet unsurunu da
beraberinde getirebilmesi. Yine, ülkenin
aldığı siyasi ve ekonomik risk unsuruna göre bu maliyet artabiliyor veya
azalabiliyor. Kamunun kendi imkânlarıyla temin edeceği iç ve dış kaynaklarla
gerçekleştireceği yatırıma göre de bu model oldukça pahalı olarak
gerçekleşebilir. Bir diğer dezavantajı da modelin, pahalı
olması. Hem yatırım
aşamasında, yani müteahhitlik hizmetleri sırasında hem de işletme aşamasında
işletici olarak elde edilecek kârın en üst noktada oluşmasını doğal olarak
müteşebbisler isteyecekler. Bu kârın makul bir düzeye çekilebilmesi de kamuda
görüşmeleri yürütecek, bu anlamda bu işleri yürütecek olan bürokratik ekibin
maharetine ve becerisine kalıyor. Modelin bir başka
önemli dezavantajı, yatırım konusu olan tesis veya tesislerin işletme süresi
sonunda kamuya tekrar devredilecek olması. Bu, bir yandan uzun bir süredir
özelleştirmelerin teşvik edildiği ekonomik ortamda bu uygulamalar
özendirilirken, diğer yandan da kamuya yeniden devirler nedeniyle yeni yeni kamu kuruluşlarının tekrar ortaya çıkmasına sebebiyet
verebilecek. Öte yandan, altyapı tesislerinin finansmanı, yapımı ve işletilmesi
de yine beraberinde pek çok riski de getirmekte. Değerli
milletvekilleri, kamu-özel sektör ortaklığıyla yürütülen bu projelerde gerekli
finansman özel sektör tarafından temin edildiğinden biraz önce söylediğim
klasik finansman yöntemiyle yapılan işlere oranla daha pahalıya mal olmakta ve
proje kapsamında üretilen malın birim fiyatına da aynen yansıtılmaktadır. İşte
bu nedenle bu projeleri değerlendirirken ve projenin seçimi yapılırken
öncelikle fayda-maliyet analizlerinin doğru bir şekilde yapılması ve bundan
çıkacak sonuçların da iyi bir şekilde karşılaştırılması gerekmektedir. Tabii, yerinde
kullanıldığı takdirde, değerli milletvekilleri, bu model, makroekonomik açıdan
bazı pahalı yatırımları da cezbedebilecek ve çeşitli
teşvik uygulamaları sonucunda da hem vergi kayıpları hem de işletme döneminde
yapılacak olan kâr transferleri yoluyla döviz çıkışları ve kamu yatırımlarında
da sonuç itibarıyla yanlış tercihlerin oluşmasına sebebiyet verebilecektir. Bugün görüşmekte
olduğumuz bu tasarı, ileride, belki çok kısa bir süre içerisinde, yukarıda
belirttiğim bütün bu sorunları hem daha derinleştirecek hem de kamu borç
yükünün daha fazla artmasına sebebiyet verebilecektir. Gerçi burada birtakım
mukayeseler, rakamlar 2002 ile 2007 veya 2008 arasında yapılıyor ama bu
rakamların dayandığı baz yılları ve bu rakamların
dolar, TL, YTL arasında uçuşması tam mukayesenin de yapılmasına imkân vermiyor.
Her ne kadar komisyon çalışmalarında tasarının yatırım projelerinin
finansmanını kolaylaştırma amacını taşıdığı ifade edilse de genişletilen
modelle devletin gizli borçlanmasının da önü açılabilecektir. Bu da Hükûmetin geçtiğimiz altı yıllık süreç içerisinde ekonomi
politikası açısından hangi pozisyonda olduğunun çok net ve açık bir
göstergesidir. Kanun tasarısı
ile alelacele bir değişiklik yapılmaya çalışıldığı da çok rahat anlaşılıyor
çünkü değişiklerin esasını kapsayacak olan Devlet Planlama Teşkilatımızın
koordinasyonunda hazırlanan bir başka yasa tasarısı taslağı var. Taslak diyorum çünkü DPT’nin İnternet sitesinde bu kamunun
görüşlerine açılmış durumda, hatta ikinci kez kamuoyu görüşüne başvuruluyor ama
bu taslakla ilgili -bu tasarı taslağıyla ilgili daha doğrusu- bir sonuç
alınmadan bugün karşımıza birkaç maddeden meydana gelen, alelacele hazırlanmış
bir tasarı getiriliyor ve biz bunun neden bu kadar aceleyle getirildiğini
doğrusu anlayamıyoruz. Değerli
milletvekilleri, tasarının 1’inci maddesiyle 3996 sayılı Kanun’un 2’nci
maddesinde yani bu görüştüğümüz, şu anda görüştüğümüz maddede kapsam genişletilmektedir.
Ancak bu genişletilme, daha önce sınırları belirtilmiş yani değişiklikten
önceki mevcut yap-işlet-devret modelinde ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak
gerektiren projelerde uygulanabilirken, teklif edilen, getirilen bu tasarı ile
ya ileri teknoloji gerektirecek yahut da yüksek maddi kaynak olarak
değiştirilmek istenmektedir. Unutmayalım ki
bugüne kadar uygulanan yap-işlet-devret projelerinde genelde yerli
girişimcimiz, kendi sermayedarımız, yatırımın inşaat bölümünü üstlenirken,
yabancı yatırımcılar ileri teknoloji, makine, teçhizat ve buna benzer montaj
işlemlerini hep yüklenmişlerdir. Yapılmak istenen bu değişiklikle, ileri
teknoloji gerektirmeyen projeleri de yüksek maddi kaynak getirdiği gerekçesiyle
uygulamaya çalışacağız ve zaten sınırlı olan ve burada, biraz önce Sayın
Bakanın da itiraf ettiği bir yerde, kaynaklar bu şekilde verimli olmaktan
uzaklaşacak. Daha önce yüksek maddi kaynak gerektiren projelerin
yap-işlet-devret kapsamında yapılabilmesi için –biliyorsunuz- ileri teknoloji
şartı vardı, oysa şimdi böyle bir şart gerekli olmayacak çünkü maddede “veya”
kelimesi ilginç bir yere getirilmiş “ya ileri teknoloji veya yüksek maddi
kaynak gerektirecek” deniyor. Biz, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, maddenin, mevcut hâliyle, yani eski hâliyle kalmasının
doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz ve bu model uygulanırken, hem ileri
teknoloji şartı olmalı hem de yüksek maddi kaynak getirmeli. Mevcut durum
korunmadığı takdirde, mali disiplinin bozulma ihtimalini de yüksek görüyoruz çünkü
bu tasarının bir başka yönü, uygulanan kamu finansman dengesini bozucu yönde
uygulamalara sebebiyet vereceğidir. Değerli
milletvekilleri, biraz önce de belirttiğim gibi, bu konuda hazırlanan geniş bir
kanun tasarısı taslağı sonuçlanmamıştır ve kamuoyunun görüşlerine sunulmuştur.
Gelecek görüş ve öneriler değerlendirilmeden… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Tanrıkulu. AHMET KENAN
TANRIKULU (Devamla) - …böylece, hızlıca birkaç maddenin değiştirilmesini içeren
bu tasarının görüşülmesini de ekonomik bulmuyoruz. Bu tasarıda garanti Hükûmet tarafından veriliyor, para da devletten çıkacak.
Böyle bir uygulama da bütçe dışı fon uygulamasına yeniden işlerlik
kazandıracağı için kamuoyu tarafından da her zaman için sorguya mazhar olacaktır. Değerli
milletvekilleri, gerekli risk analizlerinin ve değerlendirmelerinin yapılması,
özel sektöre devredeceği risklerle kamuda kalacak risklerin belirlenmesi
yönünde hem ilgili tarafların onayını almış hem de çağdaş, bugünkü uygulamaları
kapsayacak düzenlemelerin en kısa sürede gerçekleştirilmesini grup olarak
temenni ediyor, tekrar hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Tanrıkulu. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak. Buyurun Sayın Kışanak. DTP GRUBU ADINA
GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan yasa tasarısının 1’inci maddesiyle ilgili Demokratik Toplum
Partisinin görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Doğrusu, gecenin
bu saatinde artık kimsenin yasa filan anlayacağı kalmadı. Zaten bu şeffaflık
ilkesinin ve açıklık ilkesinin ne anlama geldiği de çok tartışmaya muhtaç bir
kelime. Böyle, burada “kamu yararına”, işte “kaynaklarımız az”, “kamu yatırımı
yapmak istiyoruz, onun için özel sektörle iş birliğine ihtiyacımız var” filan
gibi güzel şeyler söyleniyor ve bütün toplum da bunu dinliyor. Şu anda bence
halkımız… Yani kimin yararına, nasıl bir iş yapılıyor konusunun biraz daha açık
ve net anlaşılabilmesi için ben işi biraz karikatürize edeceğim. Doğrusu zaten
bu saatte kimsenin çok, böyle yasayı teknik olarak dinleyecek hâli de kalmadı. Şimdi, bu yasa
tasarısıyla yapılmak istenen şey: Kamunun yapması gereken bazı hizmetleri,
üretmesi gereken bazı hizmetleri özel sektör aracılığıyla ürettirmek ve halka
ücret karşılığı bunu kullandırtmaktır. Bunu şuna benzetebiliriz: Biz bir sitede
oturuyoruz. Bir apartman yönetimimiz var. Aidat veriyoruz ki bizim ortak
giderlerimizi karşılasın. Ama sabah bir kalkıyoruz, asansöre bineceğiz,
asansörün kapısının önünde birisi, diyor ki: “Sizin site yönetiminizin parası
yoktu, bu asansörü yaptıramadı, ben yaptım, onun için sen bu asansöre parasız
binemezsin, bana para vereceksin.” Neyse, hadi onu ödüyoruz. Aşağı iniyoruz,
otoparktan aracımızı alacağız, orada da birisi var, o da diyor ki: “Yok, sizin
site yönetiminin kaynakları yoktu, bunu yap-işlet-devret modeliyle bize
yaptırdı, sen şimdi bir de bunun için para ödeyeceksin.” Allah, Allah! Orada
çıkıyoruz, akşam beş dakika bahçede, kameriyede oturacağız, birisi yine
başımıza dikiliyor, diyor ki: “Sizin site yönetiminizin parası yoktu, bu
kameriyeyi ben yaptım, onun için sen burada oturmak için para ödeyeceksin.” Açıkçası,
gerçekten, vergilerimizi biz devlete niye ödüyoruz? Devlet, ortak
gereksinimlerimizi karşılasın diye, ihtiyacımız olan kamu mallarını ve
hizmetlerini üretsin diye, tıpkı sitemizde ödediğimiz aidat gibi. Ama nasıl ki site yönetimi bunu çarçur eder, birilerine peşkeş
çeker, kötü harcar, iyi yönetemez, doğru kullanamaz ve borç batağına girer de
bize sunması gereken hizmetleri de başkalarına yaptırıp geri bize parayla
satarsa şu anda bu yap-işlet-devret modeliyle ve sınırlarının bu kadar
genişletilmesiyle bizzat yapılmak istenen de budur. Biz, vergimizi
ödüyoruz, bu devlet de bize bu kamu hizmetini üretmek zorunda. Şimdi, burada,
sınırlar o kadar tanımsız ve genişletiliyor ki yani tamamen hükûmetin
yetkisi dâhilinde, istediği yere kadar çekebilecek. “Trafiğe yoğun kara yolu.”
Ne demek bu? Saatte 10 araç geçen mi, 1 araç geçen mi, 100 araç geçen mi? Hangi
kara yolu? Hangi keyfiyet bunu neye göre belirleyecek ve kime bunu yaptıracak;
ben de o yoldan geçerken vergimin dışında bir daha para ödeyeceğim? Ben vergi
ödüyorum oysa devlete. Ayrıca, bir de şu
tarafı var: Bir de katkı payı verecek. Ben, devlete verdiğim vergilerden ya da
devletin borçlanarak edindiği paraları bir özel firmaya verecek, o firma da o
otoyolu yapacak, ben o yoldan geçerken bir de oraya para ödeyeceğim! Şimdi,
aynen bu sınır, yani yap-işlet-devret modelinin, hem bu 1’inci maddede
tanımlandığı gibi, kapsamının… “ve/veya” kelimesi çok basit bir şeymiş gibi
gözüküyor oysa “ve” kelimesi her ikisinin de bulunduğu koşul anlamına geliyor, “veya” kelimesi, birinin bulunduğu koşulu da ben
yeterli görürüm… Üstelik de “yüksek maddi kaynak” Ne demek yüksek maddi kaynak…
Ne kadar? bin dolar mı? 5 bin dolar mı? 1 milyon dolar
mı? Hani, bu da keyfiyete kalmış bir şey. Hükûmet
diyecek ki “Ben bunu yüksek maddi kaynak kapsamında gördüm ve yap-işlet-devret
modeli kapsamına aldım.” Bu kadar keyfiyete, hükümranlık hakkını kullananlara
sınırsız, sonsuz yetki veren, artık, yönetme erkinin ötesinde bir hükümranlık
hakkı anlamına gelecek kadar sınırlarını genişleten, tanımsız hâle getiren ve
bizim vergilerimizle bize sunulması gereken kamu hizmetlerinin geri dönüp bize
parayla satılmasına meydan tanıyan, olanak tanıyan bir yasa hâline getiriliyor.
Ayrıca, bunun
kapsamı bir başka maddede şu nedenle de genişletiliyor: “…ilgili yıl merkezi
yönetim bütçesinin sermaye giderleri toplamının yüzde ellisini geçemez.” diyor.
Ama devamında diyor ki: “Bakanlar Kurulu söz konusu oranları iki katına kadar artırmaya … yetkilidir.” Vallahi
bunu anlamak için böyle büyük iktisatçı olmaya gerek yok, yüzde 50’nin 2 katı
yüzde 100 demektir. Bu demek oluyor ki özel sektöre, bütün kamu hizmetlerinin
tamamını, o yıl yapılacak kamu yatırımlarının tamamını ben yap-işlet-devret
modeli kapsamına alabilirim demektir. Bu kadar sınırsız yetki tanıyan bir
yasanın buradan kamu yararınaymış gibi çıkartılmak istenmesi, gerçekten, olsa olsa “Nasılsa anlamazlar.” şeyine getirilerek herhâlde
yapılıyordur. Oysa halkımız
şunu çok iyi anlayacaktır: Yıllardır süründürülen GAP projesinin sulama
kanallarıyla ilgili kısmı, sulama projeleri, bu yasa kapsamında
yap-işlet-devret modeliyle özel sektöre yaptırılacaktır. Üstelik de “Bu alan
kârlı bir alan olmadığı için hiçbir özel sektör buraya gelmiyor. Biz, burada
yüzde 100’e kadar katkı payı vererek bunu ancak yaptırabiliriz.” denilecek,
yapım maliyeti de kamu tarafından karşılanacaktır ama o özel sektör ikinci gün
köylünün kapısına dayanacak “Sen bunları ödemedin, ben seni icraya veriyorum.”
diyecek. O zaman biz bu yasanın ne demek olduğunu anlayacağız. Bu nedenle, ben,
gecenin bu saatinde böyle karikatürize ederek anlatmaya çalıştığım bu yasanın,
hiç değilse sınırlarının biraz daha daraltılması, hiç değilse biraz daha net
tanımlar getirilmesi, hiç değilse bir yıl içerisindeki tüm kamu yatırımlarının
sermaye giderlerinin toplamını kapsayacak kadar genişletilmemesi, bunun
sınırının daraltılması, katkı payı oranının tamamının… Burada “Bir kısmının ya
da tamamının.” diyor. Yani katkı payı da yapılacak o projenin bütün yatırım
maliyetlerini kapsayacak kadar geniş olabilir. Hiç değilse bunların
sınırlanması ve hiç değilse bu sulama kanalları sonrasında köylünün ürününe el
konulmayacağına, tarlasına haciz gelmeyeceğine dair güvencelerin konulması
gerekir. Şimdi, bu yasaya baktığımız zaman, gerçekten, tıpkı site
yönetimimizin, bize “Asansörü özel şirkete yaptırdım, para vermeden
binemezsin.” dediği gibi, köylüye de “Ben bu sulama kanallarını özel şirkete
yaptırdım, bu sene kuraklık var, senin hasadın kötü, ‘ödeyemedim’ diyemezsin,
dersen icra gelir kapına.” diyecek kadar geniş ve tanımsız yetkilerle
donatılmış bir yasa. Ayrıca, bu
yasada, daha önce kamu borçlarına ilişkin görmediğimiz bir başka şey daha var:
Gecikme faizi. Devlet, kendisinin yapması gereken işi, ben vergi ödediğim hâlde
yapmayacak, özel sektöre yaptırtacak “Özel sektör kârlıdır, bu alana gelmiyor.”
diye katkı payı verme ihtiyacı duyacak, buna karar verecek ve o katkı payını da
zamanında ödeyemediği için dönüp o şirkete faiz ödeyecek! Ama biz biliyoruz ki
işçilerin, emekçilerin içeride sosyal hakları var, ödenmiyor; emekli olunca,
yirmi yıl sonra, yirmi yıl önceki değeri neyse o kadarıyla veriliyor, beş kuruş
bile faiz ödenmiyor. Yirmi beş yıl bu memlekete hizmet eden, kamuya çalışan ve
içeride alacağı olan emekçiye bir kuruş bile faiz verilmiyor ama kamu
katkısıyla, kamunun yapması gerektiği bir işi yaptırıyorsun özel sektöre… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Kışanak. GÜLTAN KIŞANAK
(Devamla) - …ve “Ben bu katkı payını ödemek için gerekli parayı bulamadım,
şimdi ödeyemedim, biraz gecikti, artı, bunun üzerine de faiz ödeyeceğim ben
sana.” diyorsun. Gerçekten, biz
gözümüzde, devleti, kamuyu bu kadar soyutlaştırır, bu kadar anlaşılmaz kılar ve
içinden çıkılamaz hesaplarmış gibi sunmaya çalışırsak bu teker sürekli böyle
döner. Devlet, halkın
parasıyla halka hizmet etmesi gereken bir kurumdur; yapması gereken, ortak
gereksinimlerimizi karşılamaktır. Bunun karşılığında da vergi ödüyoruz. Eğer
vergileri artırmak istiyorsanız böyle dolaylı yollar bulup hizmetleri yeniden
bize satmayın; o zaman, açık açık vergileri artırın.
Bu, bu kadar açık ve nettir. Devlet de bu kadar soyut, anlaşılmaz, tanımsız bir
şey değildir, aynen bir site yönetimi kadar yetkisi vardır. Biz onu seçiyoruz,
kötü yönetiyorsa da indirmemiz gerekiyor. Bence… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kışanak. GÜLTAN KIŞANAK
(Devamla) – Ben de teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim efendim. Sayın
milletvekilleri, çalışma süremiz dolmak üzeredir. Kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için 8 Mayıs 2008 Perşembe günü, alınan karar
gereğince, saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 22.57 |
|