DÖNEM: 23                            CİLT: 20                    YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

100’üncü Birleşim

7 Mayıs 2008 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Vakıflar Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, kayısı üreticilerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Ahıska Türklerinin Ahıska bölgesine yerleştirilmesinde karşılaştıkları sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı

 

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/110) (S. Sayısı: 147)

2.- Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/111) (S. Sayısı: 148)

B) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporları (1/551) (S. Sayısı: 217)

2.- Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/480) (S. Sayısı: 94)

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÖNERGELER

1.- Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın (6/533) ve (6/535) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/46)

 

VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Uşak Eşme Kışladağ altın madeni işletmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2516)

2.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, TOKİ’nin bir projesindeki konutların teslimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2877)

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, TOKİ’nin bir arazi satışına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2880)

4.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, TOKİ’nin iştirakine arazi satışında ödediği komisyona ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2882)

5.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, TOKİ’nin arazi satışına ödediği bir komisyona ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2883)

6.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, TOKİ’nin iştirakine arazi satışına komisyon ödemesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2884)

7.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, TRT’nin İstanbul Tepebaşındaki binasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/2908)

8.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın  cevabı (7/2970)

9.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/2979)

10.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, TOKİ’nin satışlarına aracılık eden firmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2980)

11.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, TOKİ’nin kendi iştiraklerine komisyonsuz arsa satması ile ilgili yönetmelik değişikliğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2988)

12.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, Uzunköprü ilçesindeki orman vasfını yitiren arazilerin kullanım hakkına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2995)

13.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Anamur’daki katı atık depolamasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3043)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.03’te açılarak üç oturum yaptı.

Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm yıl dönümüne ve 1 Mayısta İstanbul’da meydana gelen olaylara,

Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, 1 Mayısta İstanbul’da meydana gelen olaylara,

İlişkin gündem dışı konuşmalarına, İçişleri Bakanı Beşir Atalay cevap verdi.

Burdur Milletvekili Mehmet Alp, Burdur’un düşman işgalinden kurtuluşunun 88’inci yıl dönümüne, ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı.

Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın (3/10) (S.Sayısı: 145),

Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Koca’nın (3/109) (S.Sayısı: 146),

Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

İzlanda Parlamentosu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında parlamentolararası dostluk grubu kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

Mersin Milletvekili Akif Akkuş’un, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/74) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

Zeytin, zeytinyağı ve bitkisel yağ üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/27, 34, 37, 40, 102) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe Manisa Milletvekili İsmail Bilen seçildi.

Birleştirilerek görüşülmesi kabul edilen (10/3), (10/8), (10/12), (10/28), (10/31), (10/33), (10/38), (10/42), (10/47), (10/56), (10/59), (10/62,) (10/64), (10/65), (10/68), (10/71), (10/84), (10/87), (10/89), (10/98), (10/101), (10/119), (10/145), (10/146) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin, ön görüşmeleri tamamlanarak, kabul edildiği açıklandı.

Kurulacak komisyonun:

21 üyeden teşekkül etmesi,

Çalışma süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olması,

Gerektiğinde Ankara dışında da çalışması,

Kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan, Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/551) (S.Sayısı: 217) görüşmelerine devam edilerek 3’üncü maddesine kadar kabul edildi, 3’üncü maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan, Afyonkarahisar Milletvekili Sait Açba’nın, sözlerini yanlış aksettirdiği iddiasıyla bir açıklamada bulundu.

7 Mayıs 2008 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 19.00’da son verildi.

 

                                                                       

Eyyüp Cenap GÜLPINAR

 

 

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

Murat ÖZKAN

 

Konya

 

Giresun

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

                                                                                                       

                                                                                                                           No.: 141

II.- GELEN KÂĞITLAR

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Tasarı

 1.- Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/577) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.4.2008)

Raporlar

1.- Hatay Milletvekili Sadullah Ergin’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/112) (S.Sayısı: 149) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

2.- Kütahya Milletvekili Hüsnü Ordu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/113) (S.Sayısı: 150) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

3.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/114) (S.Sayısı: 151) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

4.- Kocaeli Milletvekilleri Nihat Ergün ve Osman Pepe’nin Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları (3/115) (S.Sayısı: 152) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

5.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/116) (S.Sayısı: 153) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

6.- Kütahya Milletvekili Soner Aksoy’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/117) (S.Sayısı: 154) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

7.- Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/119) (S.Sayısı: 156) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

8.- Zonguldak Milletvekili Polat Türkmen’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/120) (S.Sayısı: 157) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

9.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/121) (S.Sayısı: 158) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

10.- Mersin Milletvekili Ali Er’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/122) (S.Sayısı: 159) (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

11.- İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı; Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 2 Milletvekili ile Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/570, 2/227, 2/228) (S.Sayısı: 224)  (Dağıtma tarihi: 7.5.2008) (GÜNDEME)

 

7 Mayıs 2008 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.03

BAŞKAN : Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayımız vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Vakıflar Haftası münasebetiyle söz isteyen Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’a aittir.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Vakıflar Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Haftası münasebetiyle gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bizim inancımızın bir ismi aynı zamanda vakıf medeniyetidir. Vakıflar Haftası etkinliklerinden farklı olarak vakıf medeniyeti çok şey ifade eder. Tarihimizi, kültürümüzü, inancımızı önümüze koyduğumuzda bunun ne kadar doğru olduğunu hepimiz görürüz. Bu, sadece Anadolu toprakları için değil, Orta Doğu’dan Balkanlara, Kuzey Afrika’ya varıncaya kadar İslam inancının öncelikle ortaya koyduğu çok hayırlı bir hizmettir.

İlk örneğini Hazreti Peygamberden aldığını bildiğimiz vakıf kurumu yüz yıllar içerisinde gelişmiştir. İnsanlara Allah rızası için yararlı olabilme düşüncesi bugün bile heybetini, ihtişamını korumaktadır. Sadece böyle bir düşünce, insanlara yardımcı olmak, insanlara hizmet etmek, hatta eğer insanlara hizmette doyum noktasına ulaşmışsanız bütün canlıları içine alacak hayırlı hizmetleri “vakıf” adı altında yapmak, gerçekten inancımız, tarihimiz, milletimiz adına gurur vericidir.

Vakıf, bir medeniyetin adıdır. Bu medeniyet, Yaradan, insan ve hizmet gibi üç kelime üzerinde vücut bulmuş ve âdeta doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm dünyayı etkilemiştir. Farklılıkları olsa da dünya üzerindeki tüm kültürlerin, akımların, medeniyetlerin bir vakfetme erdeminden bahsettiğini söyleyebiliriz. Bu hâliyle vakıf, evrensel, global, uluslararası bir değerdir, aynı zamanda hem gelenekseldir hem çağdaştır. Ecdadımızın, vakıf medeniyetinin zirveye çıkmasında ve onun kalıcı eserler ile nesilden nesile ulaşmasında öncü rol oynadığını da vurgulamak gerekir.

Değerli milletvekilleri, vakıflar söz konusu olunca  üzerimize önemli bir sorumluluk düşmektedir. Bu sorumluluk, insanlığın ortak değerleri olan, aynı zamanda İslam medeniyetinin insan ve hayat merkezli uygulamalarını ortaya koyan vakıf eserlerine sahip çıkmak, onları sonraki nesillere aktarmak, vakıf ruhunu yeniden ve çağın refleksine uygun olarak insanlığa anlatmak, kavratmak ve yeniden inşa etmektir. Eğer bir vakıf medeniyetinden söz ediyor ve bunun sahibi olduğumuzu da iddia ediyorsak bu sahiplik ve iddia, işte bize bu ödevi vermektedir çünkü insanlık ancak paylaşmak, fedakârlık, yardım, gözetmek, el ele vermek, canlıya ve çevreye hizmetle ayakta durur.

Değerli milletvekilleri, çok zengin bir tarihin ve medeniyetin içinden geliyoruz. Biz, çektikleri zaman çıkan dağ başındaki otlardan değiliz, köklerimiz çok derinde. Büyük bir medeniyet ve devlet içerisinde geleneği olan, gücü olan bir ecdadın evlatlarıyız, torunlarıyız. Asırlarca tarihin şerefi olmuş, tarihe şan vermiş büyük bir medeniyetin içinden geliyoruz. İftihar etmeliyiz ki gerçekten dünyada tarihiyle, kültürüyle, inancıyla, diliyle en büyük, en güzel, en ileri bir medeniyete sahibiz. İşte bunları yaşatmak, bunları nesiller sonrasına aktarmak, geleceğe teslim etmek, bu mirasa iyi sahip olmak mecburiyetindeyiz. Böyle güzel bir zenginliğin içerisinde yüzlerimizin gülmesi, o günleri hatırlayarak geleceğimizi hazırlamamız gerekir. Sadakat aşlarını bizlere miras bırakan, kuşlar için bile vakıf eserleri kurmayı bizlere miras bırakan ecdadımızın izinde yürümek, ancak pozitif bir tutum takınmakla mümkün olabilir.

Değerli arkadaşlar, geçmişinden kopanların geleceğe götürecekleri hiçbir şey yok. Ne harabi ne harabatiyiz, kökü mazide olan atiyiz. Biz aslımızdan utanmıyoruz, aslımızla iftihar ediyoruz, şeref duyuyoruz. Tarihimizin, kültürümüzün kazanımlarını muhafaza etmek, güçlendirmek, bütün dünyaya, kendi kuşaklarımızı bırakın, bütün insanlığa takdim etmek, onu canlı varlıklar hâline getirmek mecburiyetindeyiz.

İstiyorum ki bu hafta, vakıf medeniyetini bize tekrar hatırlatsın; çocuklarımıza, geleceğimize, bugünümüze sorumluluğumuzu artırsın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Erdoğan.

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) – Bizi ayakta tutan, bize hayat veren ecdadımızın, aziz milletimizin bugüne kadar çok hayırlı bir hizmet olarak getirdiği vakıf medeniyetidir. Ona sahip çıkanlara ne mutlu.

Başta sayın bakanlarımız olmak üzere, vakıf mirasımızın korunması ve yaşatılması, vakıf eserlerinin restorasyonu, vakıf anlayışının geliştirilmesi ve geleceğimizin teminatı olan yeni nesillere bu anlayışın kazandırılması için büyük bir gayret içinde çalışmalarını sürdürmekte olan Vakıflar Genel Müdürlüğümüz ve tüm çalışanlarına teşekkür ediyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle yarınların, vakıflarımızın büyük hizmetler yapabileceği, tarihî derinliğine ve ruhuna uygun zeminlere kavuşacağı günler olacağına inanıyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Erdoğan.

Gündem dışı ikinci söz, Kayısı üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, kayısı üreticilerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündem dışı konuşması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekillerim, tabii, bu ülke bizim, bu ülkenin değişik yörelerinde değişik ürünler yetişiyor. Tabii, bu ülkede eğer üretiyorsan ve ülkenin kendi öz kaynakları üretiyorsa, o ülkenin halkı, o ülkenin insanı her zaman ekmeğini yiyebiliyorsa mutlu ve huzurlu olur. Tabii, bizim en büyük ekmeğimiz kayısı. Malatya olarak yaklaşık 50 bin aile direkt kayısıdan ekmek yiyor. 50 bin üretici… Tabii, Türkiye’deki mevsimsel değişiklikler değişik dönemlerde farklı sorunlar yaratıyor. Örneğin, geçtiğimiz üç yılda önemli don olayları geçirdik ve rekoltemiz önemli oranda düşmüştü. Tabii, çiftçimiz, gübredir, mazottur, bu borçları ödeyemez duruma düştü. Tabii, bu yıl da yine aynı sorunlarla karşı karşıyayız.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, geçen dönem bir Tarım Sigortaları Yasası çıkardık. Tarım Sigortaları Yasası’na… En çok, en fazla tarım sigortası yaptıran il Malatya’dır. Çünkü, biz damdan düştük, yani zarar gördük, kayısı üreticimiz sırf zarar görmesin diye… Türkiye’de uygulanan tarım sigortaları poliçelerine bakın, en fazla üretilen yer Malatya’dır. Fakat, tabii, sigorta kapsamının içeriği bazen çiftçimizin zararını karşılamıyor. Örneğin, bu yıl da, yine, bugün 7 Mayıs olmasına rağmen, Hekimhan ilçemizin tüm üst kesimleri don olayıyla karşı karşıya kalmış ve tüm kayısılar bu gece dökülmüştür. Geçtiğimiz mart ve nisan aylarında yaşanan olaylardan sonra rekolte çok düşmüş ve ismi belirlenmeyen bir nedenle çiçekten sonra tüm kayısılar ağaçtan düşmüş ve bir şekilde meyveler hep yere inmiştir. Fakat    -sigorta kapsamında bunlar- sigorta, meteorolojiden “Don olayı yok.” diye… Bir şekilde “Kapsama girmez.” diyor, ama çiftçimiz çok zor durumda. Yani bunun ismi konulamıyor. Niçin bu kayısılar döküldü? Nedir? Bunu yaratan neden ne? Bunun mutlak belirlenmesi lazım. Önemli olan, çiftçinin mağduriyetinin giderilmesidir. Yani sigorta klozu… Yani rekoltede eksiklik olursa, bir şekilde bu don, sel, doğal afetle olursa, mutlak bunların giderilmesi lazım. Bu amaçla tarımsal sigorta getirilmiştir çiftçinin mağduriyetinin önlenmesi için. Ama bir şekilde tabii, sigorta şirketleri ve TARSİM “Bu bizim klozumuza girmez.” diyor, yani “Sigorta kapsamına dâhil değil.” diyor. Peki, köylü ne yapacak? İşte, gübre borcu var, mazot borcu var, geçen dönemden kalan borçları var…

Değerli milletvekilleri, tabii, eğer sigorta kapsamına girmiyorsa bizim 2090 sayılı bir Tabii Afet Yasamız var. Burada belirli şeyler... Yani tabii afetin tarifi belli. Yani bir şekilde kayısıda yaşanan bu olayı mutlaka Tarım Bakanlığı iyi irdelemeli, neden oluşmuştur, bunun nedenini bulmalı. Eğer sigorta kapsamı içine girmiyorsa Tarım Bakanlığının mutlaka bunu bir şekilde irdelemesi lazım. Ben bunu buradan bir kez daha sizlere sunmak istiyorum.

Tabii, Türkiye’deki iklimsel özelliklere, kuraklık… Örneğin Malatya’da bu sene çok önemli derecede kuraklık vardır. Yani şu saatten sonra saatlerce yağmur da yağsa, örneğin bazı bölgelerimizde arpa, buğday ve diğer ürünlerimize, örneğin mercimek, bunlara artık bu saatten sonra gelen yağmurun faydası yok. Ama bu sene önemli bir kuraklık geçiriyoruz ve örneğin Yazıhan, Arguvan, bu tür bölgelerde artık kuraklık son derece üreticimizi zor durumda bırakmıştır. Çünkü gübre ve mazot, tarımsal girdinin en önemli girdisi ve çok yüksek ve pahalı. Bu nedenle bir kez daha ben Tarım Bakanlığının, Malatya’da yaşanan ismi konulmayan, don değil bunu söylüyorum, ama neden oluştuğunu bilmediğimiz bu soruna el atması lazım. Gerekiyorsa, 2090 sayılı Yasa’yla, üreticilerimize -en azından gerek kredi borçları gerek mazot ve gübre borçları- bir şekilde yardımcı olunması gerekiyor.

Tabii, bir başka sorun var:

Değerli milletvekilleri, yurdumuzun değişik yörelerinden, değişik bölgelerinden tarımsal işçilerimiz ürün devşiren bölgelere geliyor. Örneğin, Malatya’ya kayısı hasadı için Adıyaman’dan, Urfa’dan, özellikle güneydoğu bölgelerimizden kayısı mevsiminde bir sürü işçilerimiz geliyor. Geçen yıllarda bunlar traktörle, kamyonla geliyorlardı arkadaşlar. İşçi başları var, oradan getiriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

Bir şekilde, geçen yıl, örneğin Malatya’da bir iki kez önemli kazalar oldu. İnsanlarımız ölüyor. Bunlar, bu işçiler bizim işçilerimiz, Malatya’ya geliyorlar, ekmekleri için geliyorlar. Ben, bir kez daha Tarım Bakanlığını özellikle bu mevsimlik işçilerin taşınması konusunda, önümüzdeki bu hasat mevsiminde önemli kazaların olmaması açısından, bunun, mutlaka, bir şekilde… Bunların traktör sırtında değil, bir şekilde, belli bir şekilde taşınması yönünde bir uygulama birliği getirilmesi lazım. Bunlar bizim işçilerimiz, ekmekleri için geliyorlar. Fakat ucuz olsun diye traktör sırtında gelen bu insanlar her an kazayla karşı karşıya kalıyor. Onun için, bu… Örneğin, fındık işçileri de aynı şekilde fındığa gidiyorlar. Bunların taşınmaları konusunda, ben, Tarım Bakanlığının… Çünkü hepsi güneydoğudan geliyor ve traktörle gidiyor. Ben biliyorum, örneğin, Giresun’a gitmek için kamyon sırtında gidiyorlar. Malatya’ya gelmek için kamyon sırtında geliyorlar. Bu işçilerimizin taşınması konusunda Tarım Bakanlığını bir kez daha uyarıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aslanoğlu.

Gündem dışı üçüncü söz, Ahıska Türklerinin Ahıska bölgesine yerleştirilmesinde karşılaştıkları sorunlar hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Reşat Doğru’ya aittir.

Buyurun Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Ahıska Türklerinin Ahıska bölgesine yerleştirilmesinde karşılaştıkları sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ahıskalı Türk kardeşlerimizin sorunları hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Ahıska Türkleri, bilindiği gibi, 1500’lü yıllarda bugünkü Gürcistan’ın Mesket bölgesine Anadolu’dan göç etmiş kardeşlerimizdir. 1917 yılında Rusya’da yaşanan ihtilal sonrası oluşan zihniyet, Rusya’daki Türk kardeşlerimizin üzerinde olumsuz baskılar oluşturmuştur. Bu baskı süreci İkinci Dünya Savaşı sırasında doruğa ulaşmıştır. Ancak 14 Kasım 1944 yılında, Mesket’te yaşayan Ahıskalı kardeşlerimiz, bir sabah uyandıklarında, Rus askerlerinin süngü tehditleri altında, insan onuruna yakışmayacak şekilde ve şartlarda tren vagonlarına zorla bindirilerek memleketlerinden uzaklaştırılmışlardır. Bu sürgün sırasında, soykırımı aratmayacak şekilde, sadece yolculuk esnasında 17 bin civarında Ahıskalı Türk kardeşimizin öldüğü bilinmektedir.

Ahıskalı kardeşlerimiz altmış dört yıldır Rusya’da, Ukrayna’da, Kazakistan’da, Özbekistan’da, Kırgızistan’da, Türkiye’de ve son olarak da Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamaktadırlar. Ancak Ahıskalı Türklerin, Kazakistan’da, Azerbaycan’da ve Türkiye’de olduğu gibi bazı bölgeler birtakım haklar tanıdığı hâlde, özellikle Rusya’nın Krasnodar bölgesinde çok büyük sıkıntılarla karşılaşmış olduğu da görülmektedir. Hatta Krasnodar bölgesindeki Ahıskalı kardeşlerimize çok büyük baskılar neticesinde oradan göç etme mecburiyeti getirilmiş, onların da yaklaşık olarak 5 binin üzerindeki Ahıskalı kardeşimiz Amerika Birleşik Devletleri’ne kabul edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’ne kabul edilmiş, ama onları belirli bir bölgeye yerleştirmemişler ve dağınık bir şekilde de bunların yerleşmiş olduğunu görmekteyiz.

Ahıskalı kardeşlerimizin, tabii, ülkemize de gelmeleri noktasında da çeşitli çalışmalar yapılmış, bu hususla ilgili olarak da 3835 sayılı Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkartılmıştır. Bu Kanun’la beraber başta Iğdır olmak üzere İstanbul, Bursa ve çeşitli yerlere bu kardeşlerimizin yerleşmiş olduğunu görüyoruz. Ancak, tabii, bu kardeşlerimizin yerleşmesiyle beraber de bazı sorunlar beraberinde gelmiş, onların akrabaları olan kardeşlerimiz de bunların arkasından bu bölgelere gelmiş olmaktadır. Bunların gelmesiyle beraber -Vatandaşlık Kanunu gibi- çok ciddi bir sıkıntı meydana gelmiş ve bunların büyük bir kısmı şu anda Vatandaşlık Kanunu’nu beklemektedirler ve de beraberinde de Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını bekliyorlar. Bunlara bu konuda destek olmak mecburiyetindeyiz.

Ayrıca, son zamanlarda -daha önceki aşamalarda hiçbir zaman gündeme gelmemiş ama- yaklaşık olarak bir yıldan beri Yabancılar Dairesi bu insanların her birisinden 600 YTL harç ve ceza parası alıyor.

Bakınız, şu anda Ahıskalı Türkler özellikle geçinme zorluğu içerisindeyken ve geçinme noktasında da büyük problemleri varken bir de siz 600 YTL civarında parayı harç olarak bunlara koyarsanız, bunlara zulüm yapmış oluruz değerli milletvekilleri.

O mealde, Sayın Bakandan –tabii burada cevap verecektir- bu konuda da bir girişimde bulunmasını özellikle beklemekte olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Tabii, Ahıskalı Türkler dünyanın her tarafında yerleşirken özellikle kendi bölgelerine geçme noktasında da yani Ahıska’ya yerleşme noktasında da çok önemli çalışmalar içerisinde olmuşlar, vatan cemiyetleri kurmuşlar, çeşitli dernekler kurmuşlar ve hep vatan özlemiyle “Acaba, biz Ahıska’ya ne zaman döneceğiz?” şeklinde düşünceler içerisinde olmuşlardır.

Tabii, özellikle Gürcistan, Avrupa Konseyine üyelik aşamasında Avrupa Konseyi yetkililerine, Ahıska Türklerinin geriye dönüşüyle ilgili bir çalışma yapacağını ve bu konuda da onlara destek olacağını ifade etmişti. Yıllarca beklendi ama o beklentiye cevap, en sonunda 2007 yılında gelmiş oldu. Yani 1/1/2008’le 1/1/2009 tarihleri arasında –o Avrupa Konseyine verilen söz doğrultusunda kanun çıkarıldı- Gürcistan devleti, şu anda, Ahıska Türklerinin tekrar Ahıska bölgesine dönmeleri noktasında, Gürcistan’a dönmeleri noktasında izin vermiş durumdadır.

İşte, değerli milletvekilleri, çıkartılan bu kanunun iyi takip edilmesi gerekiyor. Yani Ahıska Türklerinin dönüşüyle ilgili, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak, biz, çok ciddi çalışmalar yapmak mecburiyetindeyiz. Yani oraya dönüşü bir noktada teşvik etmek, basın yoluyla, yayın yoluyla destek olmak mecburiyetimiz vardır. Yoksa, şu an itibarıyla oraya geriye dönüşte de çok büyük sıkıntılarla karşılaşılabileceği bir gerçektir. Diyorlar ki -şu andaki kanun, çıkartılan kanunla- Gürcistanlılar: “Oraya dönmesi gereken insanlar müracaat ettikleri zaman onlardan biz geçmişe dönük olarak çeşitli belgeleri isteriz.”

Değerli milletvekilleri, yaklaşık olarak iki dönem geçmiş. Siz, iki dönem geçmiş bir ortamda nereden bulacaksınız evrakları da oraya geriye dönüşle ilgili o evrakları vermiş olacaksınız. Bu noktalarda da çok ciddi sıkıntılar vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Doğru, devam edin.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – İşte, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak, hükûmetleri olarak, bu geriye dönüşle ilgili cazip bir ortamı bizim hazırlamamız gerekiyor.

Bakınız, daha önceki dönemlerde Kırım’a Türkler dönerken Ukrayna Hükûmeti bazı noktalarda destek olmuş ve beraberinde de Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak, TİKA marifetiyle yaklaşık olarak beş binin üzerinde ev alınarak o Kırım Türklerine verilmiştir. Aynı uygulamayı biz Ahıska bölgesinde de yapabiliriz. Yani orada ev alınması, arazi alınması, iş edinilmesi noktasında Ahıska Türkü’ne o yardımlar yapıldığı zaman geriye dönüşü o zaman teşvik etmiş olursunuz. Yoksa, şu an itibarıyla o bölgeye geri dönüşte çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalırız.

Bakınız, Gürcistan’a da tabii bazı noktalarda görevler düşmektedir. Gürcistan’a daha önceki dönemlerde Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milleti yardımcı olmuştur. Özellikle Rus katliamından kaçan Gürcüler Türk milletinin açmış olduğu kucak neticesinde de çeşitli yerlere yerleştirilmiş ve onlara sahip çıkılmıştır. Bu mealde, Gürcistan’dan da Ahıska Türklerinin geriye dönüşünde birtakım şeyler istenebilir. Ayrıca, beraberinde, tabii, Sovyet Rusya rejiminden de bu noktada beklentilerimiz olabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gündem dışı konuşmaya, Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu cevap verecektir.

Buyurun Sayın Yazıcıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru’nun Ahıska Türklerinin Ahıska bölgesine yerleştirilmesine ilişkin karşılaşılan sorunlarla ilgili gündem dışı konuşması üzerine konuyla ilgili yapılmakta olanlar hakkında kısaca bilgi sunmak için huzurlarınızdayım. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi Ahıska Türkleri 1944 yılında yaşadıkları Gürcistan’a bağlı Ahıska bölgesinden sürgün edilerek eski Sovyetler Birliğine bağlı çeşitli ülkelerde ikamete mecbur bırakılmışlardır. Sürgün edildikleri topraklara geri dönme talebi Ahıskalı soydaşlarımız tarafından her dönemde dile getirilmiş, ancak bu talep bir türlü hayata geçirilememiştir. Gürcistan 1999 yılında Avrupa Konseyine üye olurken, Ahıska Türklerinin geri dönüşlerini sağlamayı taahhüt etmiş ve taahhüdün yerine getirilmesi için, ülkemiz, hem Avrupa Konseyi hem de AGİT çerçevesinde konuyla ilgili çalışmaları yakından ve dikkatle takip etmiştir.

Avrupa Komisyonu başta olmak üzere, uluslararası kuruluşlar ve ülkemizin çabaları sonucu 11 Temmuz 2007 günü Gürcistan Parlamentosu, Ahıska Türklerinin Ahıska topraklarına geri dönüşünü kabul eden bir yasayı kabul etmiştir. On iki maddeden oluşan bu Kanun, geri dönmek isteyen kişilerin hangi prosedürleri takip etmesi gerektiğini, başvuru sonucunda hangi haklardan yararlanacağını açıklamaktadır. Dönüş Yasası, içerisinde bazı olumsuzlukları içermekle beraber, altmış üç yıl boyunca ata topraklarına dönüş umuduyla bekleyen insanların sorunlarının çözümü için ciddi bir adım olarak kabul edilmektedir. Bu yönüyle, Yasa’nın olumsuzluk içeren yönleri dikkate alınmakla beraber, Ahıska Türklerinin bu Yasa’dan istifade etmeleri ve geri dönüş için müracaat etmelerinin sağlanması için çalışmalar başlatılmıştır.

Yasa’da yer alan ve itirazlara konu olan olumsuzluklar, genel olarak, geri dönüş başvurusu yapan kişilerden sürgün edildiğine dair belge istenmesi  -tabii ki böyle bir belgenin alınması son derece zordur- geri dönen kişilerin dönüşlerinden sonra uygulanması düşünülen prosedürlerin karışıklığı, geri dönenlerin dönüşü izleyen altı ay içerisinde geldiği ülkenin vatandaşlığını bırakarak Gürcistan vatandaşı olmak için bir yıl gibi bir süre beklemek zorunda bırakılması, geri dönüşün Gürcistan’ın hangi bölgesine ve hangi şartlarda olacağının Kanun metninde açık olarak ifade edilmemiş olması, geri dönüş başvurularının, Gürcüce ve İngilizce gibi, Ahıskalıların çoğunluğunun bilmediği dillerde yaptırılması şeklinde özetlenebilir.

Kanun metninde buna benzer başka sıkıntılar da vardır. Sözgelimi, bahsedilen evrakların Gürcüce tercüme edildikten ve resmen notere tasdik ettirdikten sonra sunulmasının istenmesi gibi bir kısım sıkıntılar söz konusudur. Ancak unutulmamalıdır ki bahse konu olan Yasa’nın çıkartılması uzun yıllar süren çalışmalar neticesinde olmuş ve ülkemiz, Avrupa Konseyinin de desteklediği bu sürecin içerisinde aktif bir görev üstlenmiştir. Geri dönüşü âdeta imkânsız hâle getiren daha önceki yasa tasarılarıyla kıyaslandığında, şu an üzerinde konuşulan Yasa’nın, bütün ifade edilen eksikliklerine rağmen, bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Başka bir ülkenin parlamentosu tarafından kabul edilen bir yasanın yürürlüğe girdikten sonra değiştirilmesini beklemenin gerçekçi bir tutum olmayacağı da açıktır.

Bildiğiniz gibi, komşumuz Gürcistan son dönemlerde hassas bir süreçten geçmekte ve çok önemli gelişmelere sahne olmaktadır. Yasa’daki eksikler tartışılırken bu gerçeklerin de göz önüne alınması gerektiği ortadadır. Ayrıca, bu eksikliklerin uygulama aşamasında yapılacak çalışmalarla düzeltilmesinin mümkün olabileceği de unutulmamalıdır. Bu konudaki temaslar ve çalışmalar, bildiğiniz gibi, yürütülmektedir.

Bugün için yapılması gereken, Ahıska Türklerinin, Stalin döneminde yurtlarından sürgün edilen halklar arasında vatansız yaşamaya devam eden tek etnik grup olduğunu hatırda tutarak, geri dönmek isteyen Ahıskalılar için bu durumu bir fırsat olarak değerlendirmektir. Türkiye, Ahıskalılara verilen bu fırsatın değerlendirilmesi için, Gürcistan makamları, Avrupa Konseyi, AGİT, Birleşmiş Milletler gibi konuyla ilgili aktörlerin tamamıyla koordinasyon içerisinde hareket ederek bunu yapmaya çalışmaktadır.

Bu amaçla, konuyla alakalı devlet kurumlarının katılımıyla, Ahıska Türklerinin ana yurtlarına dönüş süreciyle ilgili, geçen yılın Kasım ayı içerisinde bir koordinasyon kurulu oluşturulmuştur. Aylık periyotlarla bir araya gelen Koordinasyon Kurulu geri dönüş sürecindeki gelişmeleri değerlendirmekte ve ülkemizin bu sürece yapabileceği katkılar değerlendirilmektedir.

Bilindiği üzere, Türkiye çeşitli vesilelerle, Ahıska Türklerinin göçü sürecinde üzerine düşen katkıyı sağlamaya hazır olduğunu ifade etmiştir. Bu  katkının nasıl olacağı ve hangi alanları kapsayacağı, ayrıca yapılacak çalışmaların planlaması da yine bahse konu Kurul tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda, Ahıska Türklerinin yurt dışında ve ülkemizde yaşayan temsilcileriyle konu istişare edilmekte ve planlama aşamasında en isabetli kararların verilmesi için kapsamlı bir çalışma yürütülmektedir. Önümüzdeki günlerde bir sivil toplum kuruluşunun daveti üzerine, dünyanın çeşitli bölgelerinden Ahıskalı temsilcilerin Türkiye’ye gelerek istişarede bulunması beklenmektedir. Burada şunu belirtmeliyim ki, konuyla ilgili iyi niyetli ve profesyonel çalışan bütün ilgililer muhatap olarak kabul edilmekte ve kendileriyle sorunun çözümüne yönelik istişarelerde bulunulmaktadır.

Konuyla ilgili çalışmalar iki aşamalı olarak yürütülmektedir. Birinci aşamayı Ahıska Türklerinin kanunun sağladığı haklardan yararlanmak üzere başvurmalarını teşvik edici faaliyetler oluşturmaktadır. Bu çerçevede Ahıska Türklerinin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde kanunla ilgili bilgilendirme faaliyetlerinin yapılması ve halkın belirlenen süre içerisinde başvuru yapmasını sağlamak üzere yürütülen faaliyetler desteklenmektedir. Sayın Doğru da buna işaret etmiştir. Bu bağlamda daha iyi sonuç almak için Ahıskalıların yaşadıkları bölgelerde bilgilendirme ofislerinin oluşturulması ve bu ofisler aracılığıyla gerekli çalışmaların yapılması gibi projeler gündemimizde bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ikinci aşama ise göç süreci başladıktan sonra ortaya çıkması muhtemel durumun değerlendirilmesiyle ilgili çalışmalardan oluşmaktadır. Burada üzerinde en çok durulması gereken husus, Ahıska Türklerinin Gürcistan’a geri dönmeleri durumunda yaşayacakları sorunların ve karşılaşabilecekleri sorunların çözümüdür. Özellikle konut, istihdam ve entegrasyon alanındaki sorunlar, çözülmesi gereken en önemli meseleler olarak karşımızda durmaktadır. Soydaşlarımızın göç ettikten sonra karşılaşacakları bu türden problemlerin çözümü için alınması gereken tüm tedbirler değerlendirilmekte ve gerekli planlamalar şimdiden yapılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Gürcistan’a göç edecek Ahıska Türklerinin bölgede sürdürülebilir bir ekonomik yaşam elde etmeleri, kalkınma ve refah düzeylerinin yükseltilmesi için gerekli çalışmalar ve planlamalar yapılmaktadır. Bilindiği üzere, günümüzde Ahıska bölgesi Gürcistan’ın en geri kalmış bölgesidir. Göç edecek insanların burada tutunabilmeleri için bölgesel kalkınma projelerinin uygulanması gündeme gelmektedir. Göç eden soydaşlarımızın ekonomik entegrasyonunu gerçekleştirmek amacıyla, bölgenin koşulları göz önüne alınarak hayvancılık, tarım ve diğer meslek alanlarında yürütülebilecek projeler için ön çalışmalar başlamış bulunmaktadır. Ülkemizin kalkınma projeleri alanındaki tecrübelerinin bu aşamada katkı sağlayabileceği gözlerden uzak tutulmamalıdır.

Hepinizin bildiği gibi, Türkiye, Ahıska Türklerini yaşadıkları bütün ülkelerde desteklemiştir ve desteklemeye de devam etmektedir. Ahıska Türkleri bugün Rusya’dan Orta Asya’ya, Ukrayna’dan Türkiye’ye kadar çok dağınık bir coğrafyada yaşamaktadırlar. Bu da, bu insanlara verilen hizmetteki zorluğun bir göstergesidir. Geçtiğimiz yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nin Ahıska Türklerini ülkesine kabul etmesiyle birlikte, Ahıskalıların yaşadığı bölgelere yeni bir ülke daha eklenmiş oldu. Bu göçün yankıları hâlâ devam etmektedir. Türkiye, ABD’ye göç eden bu soydaşlarımıza da sahip çıkmış, Amerika’da faaliyet gösteren resmî ve sivil organizasyonlarıyla bu insanların yeni yaşam şartlarına entegre olmaları için gerekli çalışmaları yapmaktadır. Ayrıca, yüce Meclisimizin 1992 yılında kabul ettiği 3835 sayılı Yasa’yla Ahıska Türklerinin Türkiye’ye göçü ve Türkiye’de vatandaşlık elde etme hakkına sahip olduğu da unutulmamalıdır. Bu yasadan yararlanan on binlerce Ahıska Türkü Türkiye’ye yerleşmiş ve Türk vatandaşı olma hakkına sahip olmuşlardır. Anlaşılacağı üzere ülkemiz bu soydaşlarımızın yaşadıkları bütün bölgelerde karşılaştıkları problemleri çözmeye çalışmakta ve bu insanlara sahip çıkmayı bir borç olarak kabul etmektedir.

Değerli milletvekilleri, başta da ifade ettiğim gibi, Ahıska Türklerinin Gürcistan’a geri dönüşü arzulayanların dönüşü de Türkiye tarafından desteklenmekte ve ülkemiz ilgili kurum ve kuruluşlarıyla sürecin sağlıklı bir şekilde işlemesi için gerekli tüm faaliyetler eş güdüm içerisinde yürütülmektedir. 1944 yılından beri vatansız olarak çeşitli ülkelerde sürgün hayatı yaşayan bu insanların vatan hasretlerinin sona ermesi ve acılarının bitmesi hepimizin en büyük arzusudur.

Sayın milletvekilleri, Tokat Milletvekilimiz Sayın Reşat Doğru’ya konuyu gündeme getirdiği ve bana da bu son gelişmeleri yüce Meclisinize ifade etme fırsatı verdiği için teşekkür ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakanım.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkları hakkında iki adet raporu vardır.

Raporların muhalefet şerhleri aynı olduğundan, ortak muhalefet şerhi son raporun ardından okunacaktır.

Şimdi, raporları sırasıyla okutup bilgilerinize sunacağım.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/110) (S. Sayısı: 147)(x)

2.- Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/111) (S. Sayısı: 148) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görevi kötüye kullanmak suçunu işlediği iddia olunan Trabzon Milletvekili Asım Aykan hakkında düzenlenen Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılmasına Dair Başbakanlık Tezkeresi ve eki dosya hakkında Hazırlık Komisyonu Raporu, Karma Komisyonumuzun 19 Mart 2008 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Karma Komisyonumuz, isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Trabzon Milletvekili Asım Aykan hakkındaki kovuşturmanın Milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur.

                                                                                                                Burhan Kuzu

                                                                                                                     İstanbul

                                                                                                    Komisyon Başkanı ve üyeler

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görevi kötüye kullanmak suçunu işlediği iddia olunan Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün hakkında düzenlenen Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılmasına Dair Başbakanlık Tezkeresi ve eki dosya hakkında Hazırlık Komisyonu Raporu, Karma Komisyonumuzun 19 Mart 2008 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün Komisyonumuza yazılı olarak dokunulmazlığının kaldırılması talebini iletmiştir.

Karma Komisyonumuz, isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün hakkındaki kovuşturmanın Milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur.

 

                                                                                                                Burhan Kuzu

                                                                                                                     İstanbul

                                                                                                    Komisyon Başkanı ve üyeler

                             

(x) 147, 148 S. Sayılı Basmayazılar tutanağa eklidir.

Muhalefet Şerhi

Karma Komisyon’un, kovuşturmanın dönem sonuna ertelenmesine dair kararına aşağıda yazılı gerekçelerle muhalefet ediyoruz;

(1) Dokunulmazlıklar konusunda, 22. Yasama Dönemindeki temel sorun; mevcut Anayasanın 76. maddesiyle TBMM İçtüzüğünün 131 ve devamı maddelerinin, düzenleniş amacına aykırı olarak ve çoğunluk diktasına dayalı bir anlayışla uygulanmasından kaynaklanmaktadır.

Aynı anlayış ve uygulamanın 23. Yasama Döneminde de devam edeceği görülmektedir.

Bilindiği gibi, TBMM İçtüzüğünün 131 ve müt. maddelerindeki hükümlere göre;

Karma Komisyon, olayın ve suçlamanın niteliğine göre; ya dokunulmazlığın kaldırılmasına ya da kovuşturmanın dönem sonuna ertelenmesine karar verecektir. Elbette bu değerlendirmeyi yaparken, önüne gelen dosya kapsamını da göz önünde bulunduracaktır. Dosyanın geldiği safahat, suçlamanın niteliği gibi hususları genel olarak göz önüne alıp, keza Anayasanın 76. maddesinde düzenlenmiş olan “Milletvekili seçilme engeli” teşkil eden bir suçlamanın söz konusu olup olmadığını da değerlendirerek; buna göre karar verecek ve rapor hazırlayacaktır.

Bunu yaparken, bir yargıç gibi davranmamak gerektiği açıktır. Delillerin tartışmasından özenle kaçınmak gerekmektedir.

Bu âdil ve objektif yaklaşım içinde hazırlanacak olan raporun, 2 ayrı sonucu olacaktır.

Karma Komisyon ise, hiçbir objektif ölçü arayışına girmeden, Hükümet kaynaklı talep ve talimatlar doğrultusunda karar vermiştir.

(2) 22. Yasama Döneminde, kişisel kaygı ve siyasi hesaplarla Meclis iradesine tahakküm eden siyasi iktidarın, aynı anlayış ve uygulamayı bu dönemde de devam ettirmek istediğini, demokrasi adına endişeyle gözlemliyoruz. Bu endişe sebebiyledir ki, her zeminde demokrasi ve hukuk adına, AKP Grubunu uyarmak gereğini duyuyoruz.

Hükümet kaynaklı olarak sürdürülen bu hukuk tanımaz uygulamalar sebebiyle; Anayasa ve İçtüzük açık bir şekilde ihlâl edilmektedir.

Hukuka aykırı olan, çoğunluk diktasına dayalı olan bu yanlış uygulamalar sebebiyledir ki; kişiler yargılanamamakta, bu durum gelişen süreçte tıkanmalara yol açmaktadır.

Bu yanlış uygulamalar ve dayatmalar sebebiyle; kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi mümkün olamamakta ve adli denetim süreci ihlâl edilmektedir.

Dokunulmazlık kurumu ve keza soruşturma izni kavramları, Siyasi İktidar tarafından hukuk tanımaz bir anlayışla yozlaştırıldığı ve kötüye kullanıldığı içindir ki; TBMM belli bir süreçten sonra bazı bürokratlar ve kanun kaçakları (58 ve 59. Hükümetler Dönemindeki Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı gibi) için bir sığınma mercii haline getirilebilmiştir.

Anılan kişi hakkında, yargı kararlarını uygulamamaktan dolayı Yargıtay 4. Ceza Dairesine intikal eden 20’ye yakın dosya mevcuttur. Bu dosya sayısının daha da artacağı anlaşılmaktadır.

Keza, AKP Mersin Milletvekili Ali Er hakkındaki dosya da üzerinde önemle durulması gereken bir dosyadır. Anılan Milletvekili hakkında, oğlunun yol açtığı ve ölümle sonuçlanan trafik kazasıyla ilgili olayda, sanık konumuna girerek olayı üstlendiği iddia edilmektedir. Bu çok ağır bir iddiadır. Bir Milletvekilinin böylesine nitelikli bir iddiayla görevini sürdürmesi ve zan altında kalması, Milletvekilliği sıfatı ve TBMM’nin saygınlığıyla bağdaşmaz. Ancak Hükümet kaynaklı talep ve talimatlar sebebiyledir ki, çoğunluk diktası uygulaması sonucunda, adı geçen Milletvekili de “âdil yargılanma hakkını” kullanamamaktadır.

Öte yandan; haklarında zimmet, dolandırıcılık, çete kurmak, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık yapmak gibi suçlamalar bulunan Milletvekilleriyle ilgili yargılamaların yapılamaması; kamuoyunun denetim yapması ve bilgi alması süreçlerini olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Türkiye’nin “karanlık suç ilişkileri” dönemini teşkil eden Susurluk ve bağlantılı dosyaların yargılaması bu yüzden uzun yıllar yapılamamıştır. Faili meçhul cinayetlerin yoğun olarak işlendiği bir dönemi kapsayan bu olayların gerçek boyutlarının ortaya çıkarılmamış olması sebebiyledir ki;

aradan geçen 8-10 yıldan sonra benzer nitelikte olan Hrant Dink, Malatya cinayetleri, Rahip cinayetleri ve eylemleri karşımıza çıkmıştır. Ergenekon ismiyle adlandırılan, ancak hazırlık tahkikatı aşamasından itibaren Hükümet sözcüsü medya yapılanmasına Emniyet tarafından servislerin yapıldığı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.

Acz ifade eden ve ibret verici olan bir diğer gelişme ise;

henüz iddianamesi dahi düzenlenmemiş olan bir soruşturma; Başbakan ve Kültür Bakanı tarafından, AKP aleyhine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan davayla irtibatlandırılabilmiştir.

Böyle bir tablo ve sunuş, demokrasiler için utanç verici olmanın ötesinde, demokrasinin geleceği bakımından da endişe vericidir.

(3) Hükümet, dokunulmazlıklar konusunda sıkışmış durumdadır. 22. Yasama Döneminde yarattığı hukuk dışı uygulamalar Hükümet’i esir almıştır. Bu esaret, 23. Yasama Döneminde yeni hukuksuzlukları beraberinde getirmektedir.

Hükümet, 23. Yasama Döneminde PKK terörü sebebiyle gelişen toplumsal ve siyasi süreci, popülist bir anlayışla istismar etme girişimi içindedir.

Çoğunluk diktasına dayalı hukuk tanımaz uygulamalar 23. Yasama Döneminde, Meclis bünyesinde giderek tırmanmaktadır.

Gelinen süreçte, kamuoyunda doğmuş olan tepki sebebiyle; AKP Hükümeti, kendi suçluluğunu ve sorumluluğunu bertaraf edebilmek amacıyla, bilgi kirliliği ve karartma yaratarak; DTP’li Milletvekillerinin şahsında, dokunulmazlıkların kaldırılması uygulamasını gerçekleştirmek suretiyle, kürsü sorumsuzluğuna müdahalenin yolunu açmaktadır.

Böyle bir süreçte, Hükümet’in bazı kavramları istismar ederek bir oldu -bitti, bir emrivaki yaratmak istediği görülmektedir.

Bu girişimlere, demokrasi ve hukuk adına engel olunması gerekmektedir.

Böyle bir girişim kaçınılmaz olarak, kürsü sorumsuzluğunun ihlâli sonucunu doğuracaktır. Faşizan yapılanmayı ve Parti Devleti yapılanmasını kurumsallaştırma yolunda ciddi bir mesafe sağlayan siyasi iktidar; bu yolla, yasama sorumsuzluğunun da ihlâli sürecini başlatacaktır.

Anayasa’nın 83/2 ve 14. maddesiyle bağlantılı olan suçlamalar yönünden, TBMM Başkanlığına intikal eden dosyaların akıbeti hakkında karar verme yetkisi TBMM-Karma Komisyonuna aittir. Bu süreçte artık geçerli olan irade, Komisyonun iradesidir. Komisyon, dosya kapsamı ve yukarıda sözü edilen maddeler çerçevesinde değerlendirmesini yapacaktır.

TBMM Başkanlığına intikal eden bazı dosyaların, Karma Komisyonda görüşülmesine fırsat verilmeden, Hazırlık Komisyonu veya TBMM Başkanlığı aşamasında, Mahkemelerine veya Savcılıklara iade edilmesini; Karma Komisyon ve Meclisin iradesine müdahale olarak gördüğümüzü önemle ifade ediyoruz.

(4) Açıklanan sebeplerle;

AKP Grubunun, çoğunluk diktasına dayalı olarak, keyfi ve sorumsuz bir şekilde tesis ettiği bir Komisyon iradesi söz konusudur. Demokrasi ve kurallarla böylesine sorumsuz bir şekilde oynanması kaçınılmaz olarak adalet kavramını zedelemektedir.

Bu anlatımlarımız çerçevesinde, dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda “ilkeli ve tutarlı” davranılmasının önemini bir kez daha vurguluyoruz.

Hukuk, kurallarla çalışır ve işler. Toptan veya götürü usulün, hukukta yeri yoktur.

Dokunulmazlıklar konusundaki temel ve objektif ölçü ise, Anayasanın 76 ncı maddesidir.

Bu madde kapsamında kalan suçlar yönünden ayrım yapılmadan, yargılama sürecinin devam etmesi gerekir. Çünkü bu suçlar sübut bulduğu takdirde, nitelikleri itibariyle Milletvekilliği göreviyle bağdaşmamaktadır. Sübut halinde sürdürülmesi mümkün olmayan Milletvekilliği görevinin devam etmesinin hiçbir hukuki açıklaması ve tutarlılığı söz konusu olamaz.

Böyle bir durum, Anayasa ve İçtüzüğün ilgili hükümlerinin ihlali anlamına gelir.

76 ncı madde ölçütünün dışında kalan suçlar yönünden ise; dosyası bulunan Milletvekilinin talep ve savunması da değerlendirilerek, dosya safahatına ve içeriğine göre karar verilmelidir.

Bu aşamada, diğer kamu görevlilerinin de dokunulmazlıklarının bulunduğu yolundaki AKP görüşlerini değerlendirmekte yarar görüyoruz. Önemle ifade ediyoruz; diğer kamu görevlileri hakkında dokunulmazlık söz konusu değildir. Kamu görevlileri  hakkında “soruşturma izni” kavramı söz konusudur. Soruşturma izni ilgili amir tarafından verilmediği takdirde, idari yargı prosedürü içinde, adli kovuşturma ve yargılama süreci başlayabilmekte, daha doğrusu yargı denetimi süreci işlemektedir. Bu sebeple, kamu görevlilerinin dokunulmazlığı değil, belli usul dairesinde yargılanması söz konusudur.

Nitekim, yakın tarihte rektörler, kuvvet komutanları görevde iken yargılanmışlar, tutuklu kalmışlar, beraat etmişler veya mahkum olmuşlardır. Salt bu süreç dahi; AKP sözcülerinin söylemlerinin gerçeklerle ve mevzuatımızla ilgisi olmadığını göstermeye yeterlidir. Öte yandan; kamu görevlileriyle ilgili olarak bu adli sürecin dışında; görev yeri değişikliği, disiplin uygulamaları ve tazmin sorumluluğunun varlığı da ayrı bir gerçektir.

Bir kez daha ifade ediyoruz; soruşturma izni kavramı, görevin mahiyeti gereği uygulanan bir hukuksal durumdur.

En nihayet, soruşturma izni düzenlemesinden Hükümet rahatsız ise veya gerçekten düzeltilmesine gerek görüyor ise yahut daha seri hale getirmek istiyorsa; bu yöndeki yasal değişiklikleri her zaman değerlendirmeye açık olduğumuzu hep ifade ettik. Ancak burada da, Hükümetin gayri ciddi ve tutarlı olmayan tavrı hemen ortaya çıkmıştır. Çünkü; Hükümet, soruşturma izni kavramını ve yetkisini kendi tekelinde tutarak; siyasi ve kişisel yaklaşımına göre, soruşturma iznini kaldırmakta ya da reddetmektedir.

Soruşturma izninin kısıtlanması veya kaldırılması yönünde 22. Yasama Döneminde başta Bursa Milletvekili Sn. Ertuğrul Yalçınbayır tarafından sunulan kanun tekliflerinin, AKP’nin oylarıyla reddedildiğini de önemle ifade ediyor ve vurguluyoruz.

Görüldüğü gibi; Hükümet, demokrasi arayışı içinde olmayıp, dayatmacı bir anlayışla, kişisel çıkar ilişkileri ve siyasi kaygılarla; dokunulmazlıkların kaldırılması sürecini toptan bir anlayışla engellemektedir.

Böyle bir anlayış ve uygulamanın, hukukta ve anayasada yeri yoktur.

Tüm bu sebeplerle; Hükümet kaynaklı talep ve talimatlar doğrultusunda, kişisel çıkarlar ve siyasi kaygılarla, TBMM Karma Komisyonu’nun AKP’li üyelerinin çoğunluk diktası yoluyla tesis ettikleri erteleme kararına muhalefet ettiğimizi beyan ediyoruz.              

                                 

Halil Ünlütepe

Turgut Dibek

Atilla Kart

 

 

Afyonkarahisar

Kırklareli

Konya

 

Şahin Mengü

Ali Rıza Öztürk

İsa Gök

 

Manisa

Mersin

Mersin

 

Rahmi Güner

 

Ali İhsan Köktürk

 

Ordu

 

Zonguldak

Muhalefet Şerhi

3/111 no ile işlem gören Bilecik Milletvekili Sn. Yaşar Tüzün’ün dokunulmazlığının kaldırılması isteğinin dönem sonuna kadar ertelenmesine dair çoğunluk kararına muhalefet şerhimiz aşağıda arz edilmiştir.

Milletvekili dokunulmazlığı birçok modern ülkede bulunduğu gibi ülkemizde de anayasal bir hukuki müessese olarak yer almaktadır. Milletvekillerinin görevlerinin niteliği gereği birçok haksız ve uydurma isnatla karşılaşmaları muhtemeldir. Nitekim bu nedenle birçok suç tipi bakımından diğer kamu görevlileri de benzer korumalara sahiptir.

Ancak dokunulmazlıkla amaçlanan esas gaye milletvekillerinin meclis kürsüsündeki konuşmaları sebebiyle sınırsız yargılanmazlık güvencesine sahip olmaları yanında esas itibariyle iftira niteliğinde olacak ithamlardan korunmalarını temin etmektir. Bugün ise komisyon önüne gelen dosyalardan anlaşıldığı üzere sayın Başbakanımız hakkında zimmet, evrakta sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak, bazı bakanlarımız hakkında vergi usul kanununa muhalefet ve yine partilerinde önemli görevlerinde bulunan bazı milletvekilleri hakkında sahtecilik, halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek açıkça tahrik etmek, ihaleye fesat karıştırmak, kamu kurumlarını dolandırmak, suçu ve suçluyu övmek gibi ağır toplumca yoğun antipati duyulan mahkûmiyetleri halinde bırakınız bakan olmayı milletvekili olmayı kamu görevi bile yapamayacak olan insanların dokunulmazlık zırhına bürünerek bu müessesenin istismarına neden oldukları anlaşılmaktadır.

Bu durum kamu vicdanında, demokratik sisteme, siyaset kurumuna, meclisin üstünlüğüne gölge düşürmekte, derin yaralar açmaktadır.

Çağdaş demokrasilerde bırakınız mahkûm olmayı bu tür isnatlarla karşılaşan siyasetçiler ve kamu görevlilerinin görevden ayrılmaları neredeyse yazısız bir kural haline gelmiştir.

Dokunulmazlıkların kaldırılma isteğine AKP’li üyeler yargının siyasallaştığı hâkim savcıların bağımsızlığını kaybettiği kamu görevlilerinin de dokunulamazlığının bulunduğu, milletvekillerinin itibarının bu şekilde korunduğu gerekçeleri ile karşı çıkmaktadırlar. Bu gerekçelerin hiç birisi gerçekçi bulunmamaktadır.

Her kurum içerisinde hatalar yapıldığı gibi kasıtlı yanlışlar da yapılabilmektedir. İşine geldiğinde hukuka saygı talep eden yargı kararlarını kendisine referans gösteren iktidar hatta zaman zaman ana muhalefetin bu tavrı bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüklerden biridir. Bu tavrın devamı halinde hakkındaki yargı kararını beğenmeyen bütün vatandaşlarımıza “yargı siyasallaşmıştır ben bu kararı tanımıyorum” deme imkânı getirecektir ki bu durum kaosa yol açacaktır.

AKP’nin diğer kamu görevlilerinin de dokunulmazlığı bulunduğu gerekçesi samimiyetten uzaktır. Bahsedilen kamu görevlilerinin dokunulmazlığını AKP kaldırmak istemiştir de engel olan mı olmuştur.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak yukarıda belirtilen suçlardan yargılanan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının devamı ile meclisin itibarının korunacağını düşünmüyoruz. Tam tersine bir kurum varsa içindeki sıfatını istismar edenleri ayıklayarak itibar kazanacağına inanmaktayız.

Bu sayede haklarında uydurma isnatlardan milletvekillerinin aklanmalarının önü açılmış olacaktır.

Bütün bu nedenlerle MHP olarak dokunulmazlığın anayasamızda kürsü dokunulmazlığı şeklinde yeniden düzenlenmesinin yerinde olacağına mevcut hal itibariyle de haklarında fezleke olan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak adaletin tecellisine tevdilerine karar verilmesi gerektiği inancıyla muhalefet şerhimizi arz ediyoruz.

                               

Rıdvan Yalçın

Metin Çobanoğlu

Osman Ertuğrul

 

 

Ordu

Kırşehir

Aksaray

 

Faruk Bal

S. Nevzat Korkmaz

Behiç Çelik

 

Konya

Isparta

Mersin

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÖNERGELER

1.- Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın (6/533) ve (6/535) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/46)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin sözlü sorular kısmının 182 ve 184’üncü sıralarında yer alan (6/533) ve (6/535) esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                          Rıdvan Yalçın

                                                                                                                 Ordu

BAŞKAN – Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

B) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporları(1/551) (S. Sayısı:217) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Geçen birleşimde 3’üncü madde üzerinde gruplar adına yapılan ko-nuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, şahıslar adına ilk söz, Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül’e ait.

Buyurun Sayın Gönül. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, turizm hiç şüphesiz önemli bir sektör, aynı zamanda ekonomik ve kültürel katkılarıyla ülkeler açısından başlı başına bir değerdir. Türkiye’de turizm sektörünün özellikle 1980 yılından sonra büyük bir gelişme gösterdiği, ülkenin ekonomik sıkıntılar yaşadığı dönemlerde büyük bir döviz girdisi sağlayarak dış açıkların giderilmesinde, istihdamın artırılmasında, ödemeler bilançosunun iyileştirilmesinde önemli bir paya sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Turizmin Türkiye ekonomisi içinde önemli bir sektörel payının bulunduğu ve finansal, ekonomik etkilerinin yanı sıra sosyal, politik, kültürel anlamda da ülkesel fayda açısından önem taşıdığı, turizmin bu yönde özellikleri göz önüne alındığında orman arazilerinin turizm yatırımlarına tahsisinde kamu yararı bulunduğu açıktır.

Bugün Türkiye’de turizm potansiyeli, yani ülkemizi ziyaret eden turist sayısı 24 milyon iken biz bunu cumhuriyetimizin 100’üncü yılında 50 milyon turist olarak hedefliyoruz. Bu hedefi tutturmak için turizmin çeşitlendirilmesi ve on iki aya yayılması da bir gerekliliktir. Takdir edersiniz ki bir ormanda yürümenin, bir deniz kenarında dolaşmanın, oturmanın keyfine doyum olmaz ancak bu, çevrenin korunmasıyla mümkündür. Yani, turizmle çevre arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Dolayısıyla, çevre politikalarımız turizm politikalarıyla yakından ilgilidir. İşte bu nokta göz ardı edilmeden, turizmi de çevreyi de öldürmeden bu yasa tasarısı hazırlanmıştır. Dolayısıyla, ormanları hem koruma hem de kullanma ilkesi içerisinde turizme açmak hedeflenmiştir. Eğer hazine mülkiyetinde yeterli alan bulunmazsa orman mülkiyetinde bulunan yerlerin tahsis edilmesi yönünde düzenleme yapılarak ormanlar açısından da bir sınırlama getirilmiştir. Buna ek olarak il idare sınırları göz önüne alınarak il genelindeki toplam orman varlığının verilen önerge doğrultusunda binde 5’ini geçemeyeceği şeklinde orman arazisinin turizme tahsisi söz konusu olacak. İnşaat için yani yapılaşma olarak da emsal yüzde 30 belirlenmişti. Burada TAKS yüzde 30’la karıştırmamak gerekiyor. Yani, yapılan tüm inşaatla ilgili imalatın arsanın yüzde 30’unu geçmeyeceği şeklinde bilinmesinde fayda var.

Değerli arkadaşlar, görüştüğümüz 3’üncü madde ile ilgili olarak da turizmciler açısından bir düzenleme yapılmış, serbest piyasa koşullarının gerektirdiği fiyat esnekliği ve serbestliğini sağlamak için her yıl fiyatların Bakanlıkça onaylanmasının getirdiği, yoğunluk ve uygulamadaki aksaklıklar dikkate alınarak fiyatların kimlerce onaylanacağı, takvimi, uygulama ve teşhirinin nasıl olacağına ilişkin genel ilkelerin Bakanlıkça belirlenmesi amaçlanmıştır.

                          

(x) 217 S. Sayılı Basmayazı 1/5/2008 tarihli 98 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

Sayın milletvekilleri, bu tasarıyla turizmin çıtasının yükselmesini ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür ederek hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Gönül.

Şahısları adına ikinci söz, Mersin Milletvekili Akif Akkuş’a aittir.

Buyurun Sayın Akkuş. (MHP sıralarından alkışlar)

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın çerçeve 3’üncü maddesiyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, günümüz turizminin tarihi oldukça eski olmasına karşılık, bugünkü turizm faaliyetleri toplumun ve ülkelerin hayatında büyük bir ekonomik etkinlik hâline gelmiştir. Aynı zamanda, turizm olgusu, başlangıçta olduğu gibi, yakın veya uzak mesafelere seyahat olmayıp oldukça çeşitlenmiştir. Şöyle bir anekdot olarak baktığımızda, dünya âdeta küçüldü diyoruz. Marco Polo’yu düşünün, İlk Çağ’ın veya Orta Çağ’ın gezginlerinden yahut da ilk seyyahlardan birisi olarak bakıyoruz. Marco Polo, İtalya’dan Çin’e kadar gitmiş, gelmiş ve giderken on dört yaşında çıktığı yolculuğu otuz iki yaşında bitirmiş. Ancak, bugün, Ankara’da sabah kahvaltısını yapıp, öğlen yemeğini Londra’da, akşam yemeğini de New York’ta yiyebiliriz. Yani, artık, dünyanın küçülmesini bu şekilde belirtmek istiyorum.

Bugün büyük bir ekonomik etkinlik olan turizm, önceleri, deniz, kum ve güneşle sınırlı idi. Ancak, yeni turizm trendlerine baktığımız zaman, deniz, kum ve güneş yanında, tarih, ekoloji, kültür, yayla, orman, rafting, trekking gibi faaliyetler ile iç içe bir anlayış sergilemektedir. Yukarıda saydığımız bütün bu özellikler ve güzellikler ülkemizde bolca bulunmaktadır. Mesela Antalya’yı düşünün: Öğleye doğru Saklıkent’e çıkmışsınız, kayak yapmışsınız, akşama doğru geri iniyorsunuz Antalya’ya ve turunç çiçeği kokuları arasında kaldırımlarda yürüyorsunuz. Yani, insanı fevkalade hoşnut edecek, memnun edecek tabii güzellik ve değerlere sahip olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Bunun bir sonucu olarak da bugün turizm belgeli yüzlerce beş yıldızlı otel ve konaklama yeri, yaklaşık 550 bin yatak kapasitesi bulunmaktadır. 2007 yılında Türkiye’ye gelen turist sayısı 23 milyon 341 bin, turizm gelirleri ise 18,5 milyar doların üstündedir. Yani, büyük bir ekonomik potansiyelin olduğunu görmekteyiz.

Turizmin çeşitlenmesi, konaklama yerlerinde turist sayısının artmasıyla gelirinin orantılı olmadığı dikkat çekmektedir. Çünkü, İtalya ve İspanya gibi ülkelere baktığımız zaman buralara gelen yıllık turist sayısı 40 milyon civarında, ancak gelirleri 50 milyar doların üzerinde. Bu, bu ülkelerin ekonomik büyüklüğünün önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Fiziki imkânların artmasına bağlı olarak turist başına gelirin de artırılması gerekmektedir. Bugün, Türkiye’de çektiğimiz sıkıntıların başında bunlar gelmektedir. Yani, turistin daha uzun süre ülkemizde kalması ve ülkemiz imkânlarını paylaşırken harcama yapmasının sağlanması gerekmektedir.

Ancak burada profesyonel turistlerden de bahsetmek istiyorum. Bugün dünya üzerinde sayıları 11 bini geçen –tabii, Türkiye’nin turistik bölgelerinde dolaşan- profesyonel turistler var. Yani, bunlar para harcamadan kalan, ufak tefek işler karşılığında bu turizm imkânlarından istifade eden kişiler, bunlara da dikkat etmemiz gerekiyor.

Bugün ülkemizin Akdeniz sahilleri kısmen betonlaşmadan kurtulmuş durumda. Yani, -burada, yukarıda belirtecektim, ancak vakit kalmadığı için belirtemiyorum- biz bu turizm olgusu içerisinde sahillerimizi de beton yığınları hâline getirdik maalesef. Akdeniz bundan biraz kurtulmuş durumda.

Alanya-Silifke arasında kalan Akdeniz sahilleri bu konuda bakir güzelliklerini korumaktadır. Ancak parayı kutsayan ve doğa tahripkârı olanlar buraya da el atmış bulunmaktadırlar. Bunlara dikkat etmemiz gerekiyor bu yüzden.

Geçtiğimiz günlerde, Ege kıyılarından kaldırılan balık çiftliklerinin Mersin sahillerine taşınacağı gündeme gelmişti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akkuş.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Balık çiftlikleri bir ihtiyacı gidermekle beraber kıyıları kirletmesi bakımından arzu edilmeyen etkinliklerdendir. Bu cümleden olmak üzere, Gazipaşa-Silifke arasında farklı bir turizm anlayışı ile alternatif projeler geliştirilmelidir diyoruz ve mesela, Mersin ile Anamur arası 225 kilometre. Burası dört, beş saat gibi bir zaman almaktadır seyahat etmek istediğiniz zaman. Bu yüzden Mersin-Anamur, Alanya-Anamur arasında tarifeli deniz taşımacılığının mutlaka buralarda gerçekleştirilmesi gerekir diye bakıyorum.

Değerli milletvekilleri, yasanın çerçeve 3’üncü maddesi, 2634 sayılı Kanun’un 10’uncu maddesine bir düzenleme getirmektedir. Buna göre, konaklama ve beslenme tarifelerinin dünya standartları da göz önüne alınarak düzenlenmesi gerekiyor. Ancak, vatandaşlarımızın ülkemizin sunduğu güzelliklerden istifadesi ülkesini daha fazla sevmesine ve ona sahip çıkmasına sebep olacağındany yabancı turistlere uygulanan tariflerin Türklere de uygulanmasını istiyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akkuş.

Madde üzerinde soru-cevap işlemine başlıyoruz.

İlk soru, Sayın Uslu’nun.

Buyurun Efendim.

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Saros Körfezi’yle ilgili bir sual yöneltmek istiyorum şahsınıza. Biliyorsunuz, Saros Körfezi, 2006 yılında kültür ve turizm gelişim bölgesi olarak ilan edildi ancak bugüne kadar bir gelişme yok. Sizce, nasıl bir gelişme olacak? Bunu öğrenmek istiyorum.

Bir de Saros Körfezi’nde 144 çeşit balık, 78 tür deniz bitkisi yetişmekte. Rüzgâr sörfü ve su altı balıkçılığı yönüyle çok önde olan bir yer. Dolayısıyla, bilinçsiz avlanma, Saros Körfezi’ni de korkarım bir gün bitirecek. Bu anlamda Saros Körfezi’ni olta balıkçılığına ve amatör balıkçılığına tahsis edip dünyanın bir cazibe merkezi olarak yaratılmasında bir katkımız olabilir mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uslu.

Sayın Özdemir, buyurun efendim.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma aracılığınızla soruyorum: Kültür turizminin dünyanın yükselen bir değeri olduğu malumunuzdur. Gittikleri ülkelerde en fazla döviz bırakan kültür turizmidir. Kültür turizmi için enler çok önemlidir. Gaziantep’te dünyanın en büyük mozaik müzesi yapılabilir, dünyanın en büyük arkeoloji müzesi yapılabilir. Gaziantep’te dünyada başka bir benzeri bulunmayan Yesemek Açık Hava Müzesi bulunduğu bilinmektedir. Zeugma, başlı başına bir olgu odağıdır. Antik Dülük kenti, dünyanın en eski yerleşim merkezidir ve Rum Kale, inanç turizmi için çok önemlidir ve yine Gaziantep Kalesi, Gaziantep evlerinin durumları tarafınızdan bilinmektedir. Bunlarla ilgili ödenekler konusunda büyük sıkıntılar vardır ve bunları düzeltmek için çalışmalarınız nasıldır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özdemir.

Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakandan şunları öğrenmek istiyorum: Sayın Bakan, AKP İktidarı zamanında kaç firmaya, nerede, hangi usullerle turizm alanları tahsis edilmiştir? Ne kadar hasılat elde edilmiştir? Bu paralar nerede kullanılmıştır?

Bilindiği üzere, daha önce AKP İktidarı zamanında “Hasan değil basan alır.” diye bir söylem vardı. Şimdi, anlaşılan, basan değil de Hasan alacak! Çünkü 2’nci maddedeki getirilen, işte, bu suretle yapılan tahsislerde 2886 sayılı Kanun’la, 6831 sayılı Kanun’daki usuller ortadan kaldırıldığına göre kim Hasan’sa o Hasanlara bu tahsisler yapılacaktır. Tabii, uygulamada da bunu göreceğiz. Aslında AKP İktidarı zamanında hep böyle, Devlet İhale Kanunu’nda veyahut da çeşitli kanunlarda, devlet, kamu mallarının daha objektif ilkelerle ve birtakım insanlar kayırılmadan satılmasına ilişkin olarak getirilen usuller ortadan kaldırılıyor, tabii, siyasi iktidarların tercihine bırakılıyor. İşte, bunun en başta 2’nci maddesi…

Ayrıca da bu, Milas Güllük Körfezi’nde deniz doldurularak yapılan bir tesis vardı. Bunun akıbeti ne oldu? Ne kadar deniz dolduruldu? Dolduran firmaya o kumları oradan kaldırmak için ve orada doğa yapısını korumak için yeterli ceza kesildi mi? Eski hâline getirilmesi için herhangi bir tedbir alındı mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Tankut, buyurun.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, bu yasa tasarısının kanunlaşması hâlinde Kültür ve Turizm Bakanlığının tasarrufuna geçmesi hedeflenen taşınmazların miktarı ve kıymeti bugünkü değeri itibarıyla nedir? Bu konuda Bakanlık olarak herhangi bir tespitiniz var mıdır? Yine aynı çerçevede, yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişilere tahsisi öngörülen taşınmazların bugünkü değer ile kıymeti ve miktarı nedir?

Son olarak, kanun çerçevesinde Bakanlığınızın tasarrufuna geçerek yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilere tahsis edebileceğiniz taşınmazların ülkemizdeki coğrafi dağılımlarının bölge olarak bir tespiti Bakanlığınız tarafından yapılmış mıdır? Yapılmış ise yoğunluk sırasına göre bu bölgelerimizin isimlerini söyleyebilir misiniz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tankut.

Sayın Bakanım, buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bu madde üzerinde grup adına ve kişisel söz alan ve soru soran arkadaşlarıma değerli katkıları için de ayrıca teşekkür ederim.

Sayın Özdemir’in söylediği gibi kültür turizmini geliştirmek, turizmden daha fazla gelir elde etmenin ve aynı zamanda da ülkemizin kültürel değerlerini korumanın en geçerli yollarından birisidir. Biz de turizmi çeşitlendirmeye çalışırken özellikle kültür turizmi çerçevesinden, kültür turizmini geliştirme bakış açısından yola çıkmaya çalışıyoruz. Bunun için elbette tarihsel kent mekânlarının çeşitli dönemlerin mimari özelliklerinin ortaya çıkarılması, arkeolojik alanlara sahip çıkılması…

UNESCO’nun “dünya kültür mirası” listesine almış olduğu ülkemizde dokuz yer var. Bunlara özenle sahip çıkılırken, aday listede bulunan on sekiz yerin kesin listeye girmesi için çalışılması ve bu arada yeni aday alanların üretilmesi, geliştirilmesi ortak çabalarımızdır, eskiden bu yana Bakanlığımızın sürdürdüğü ortak çabalardır.

Mozaik Müzesi ve Gaziantep’in öteki değerleri konusunda Sayın Özdemir’in söylediklerini yakından biliyorum. Ben de bu akşam bu görüşmeler bittikten sonra Allah izin verirse Gaziantep’e gideceğim. Gaziantep ve yakın çevresinde bir başka yurt dışı destinasyonun ortak projelendirilmesi konusunda bir çalışmaya katılacağım.

Yine yarın sabah Gaziantep’te mevcut mozaiklerin en az üç katının sergilenebileceği büyük çaplı gerçekten bir büyük müzenin de temel atma törenini belki arkadaşlarımızla birlikte gerçekleştireceğiz ve bunun bir yıl içinde bitirilmesi temel amaçlarımızdan birisidir. Geçen hafta içinde de kültür turizmi alanında büyük motivasyon sağlayacak olan benzer bir çalışmayı Kırşehir Kaman’da yaptık. Orada da Japonlarla birlikte bir müzenin temeli atıldı.

Yine, arkadaşlarımızın söylediği gibi, tabii bu işler sadece niyetle olmuyor, gayret de yetmiyor, maddi imkân da gerekiyor. Yeni üreteceğimiz kaynakları veya üretilmiş kaynakları mümkün olduğu kadar, bu alanda dikkatlice kullanmaya çalışıyoruz.

Eski mimari özellik taşıyan cumhuriyet öncesi, modernleşme öncesi, daha doğrusu, mimari özellikler  taşıyan, alanların restorasyonu konusunda Bakanlığımızın sınırlı bir fonu var. Restorasyon için belli bir miktarda çeşitli illerde, tarihî kent merkezlerinde yardımcı olmaya çalışıyoruz. Daha alt sayıda da ancak uygulama için destek verebiliyoruz. İleride imkânlar geliştiğinde bunları artırmak temel hedeflerimizden, çabalarımızdan birisi.

Saros Körfezi’yle ilgili bir soru sordu arkadaşımız. Saros Körfezi, gerçekten bu tür özellikler taşıyan, balıkçılık açısından özel bir uygulama alanı olabilecek olan bir bölge, zengin bir çeşitlilik var. Bu alanda neler yapılabileceği konusunda biz, kurumlardan gereken değerlendirmeleri toparladık. Tabii, Türkiye'nin bulunduğu coğrafya açısından baktığımız zaman başka bazı dikkatleri de göstermemiz, savunma açısından da gereken özeni ve dikkati göstermemiz gerekiyor. Bu çerçevede bir kurumsal mutabakat içinde bu bölgede bir gelişme merkezi yaratmaya çalışacağız.

Arkadaşlarımız, tesisler, tesislerin kimlere verildiği konularında, yabancılara ne kadar alanının verildiği konusunda… Benim, bu, bildiğim kadarıyla, şu andaki yeniden canlanacak olan tahsisler arasında herhangi bir yabancıya yapılmış tahsis yok. Şu andaki, bu kanunla birlikte devreye girecek olan tahsisler arasında yabancıya verilmiş bir tahsis olmadığı gibi bu kanunla da yabancı sermayeye özel bir kolaylık getirmiyoruz. Dün söyledim, bu ilgili maddede “yerli ve yabancı yatırımcı” sözcüğünün geçtiği maddede yaptığımız sadece bir redaksiyon  düzeltmesidir, “mallar” deyimi “taşınmazlar” olarak düzeltilmektedir. Biz o alanda yeni bir kolaylık ya da yeni bir imkân ya da yeni bir kapı açmıyoruz ve aralamıyoruz. Bu konudaki teknik  bilgilere yazılı cevap veririm.

Milas’la ilgili basında dün bir yanılsama oldu. Orada bir turizm tahsisi, daha önceki yıllarda almış bulunan bir firma, projesi olmadan, kendi avan projelerine göre denizi doldurmaya kalktı. Bunun doğru olmadığını söyledik, ilgili bütün kurumlar artan miktarlarda ceza uygulaması yaptılar.

Bize, Millî Emlak aracılığıyla plan yapılması konusunda bir soru yöneltilmiş. Biz plan yapılabileceğini, Kıyı Kanunu’na ve turizm teşvik bölgesi olduğu için bu alanda bir plan yapılmasına engel olmadığını söyledik ama plan geldikten sonra, bizim ve öteki başka kurumların bu konuda bir izin süreci başlayacak. Verilmiş hiçbir izin olmadığı gibi, Bakanlık olarak bizim görüşümüz de, şu anda bir izin olmadan, uygulama izni olmadan orada bir deniz dolgusu yapıldığı için, eski hâle getirmek konusunda ilgili bütün birimlerin gereken dikkati ve gayreti göstermesi noktasındadır.

Benim bu görüşüm bugün ulusal basında da açıkça yer aldı. Bunun dışında zaman zaman saptırma haberler oluyor. Arkadaşlarımızın bunlara itibar etmemesini çok rica ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde önerge yok.

3’üncü maddeyi…

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – …oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler…

AHMET ERSİN (İzmir) – Böyle beklersek…

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Yani böyle olmaz ki! Geliyor işte!

AHMET ERSİN (İzmir) – Odalarından geliyorlar.

BAŞKAN – Kabul etmeyenler…

Karar yeter sayısı yoktur, on dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 14.14

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.28

BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

217 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet buradalar.

3’üncü maddenin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi, maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Maddeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir. Karar yeter sayısı vardır.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- 2634 sayılı Kanunun 30 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 30- Belgeli yatırım ve işletmeleri, bu yatırım ve işletmelerin belgeye esas olan niteliklerini, bu niteliklerini koruyup korumadıklarını denetleme ve işletmeleri sınıflandırma yetkisi Bakanlığa aittir.

Bakanlık gerekli görmesi halinde, denetim ve sınıflandırmaya esas oluşturacak tespitler ile yetkisinde olan eğitim ve rehberlik konularındaki hizmetleri yetkili kılınacak uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum kuruluşlarına da yaptırabilir. Bu konuda uygulanacak esaslar yönetmelikle düzenlenir.

Bakanlık, gerekli gördüğü hallerde, ilan edeceği pilot bölgelerdeki turizm işletmesi belgesi olmayan konaklama tesislerinden verilen süre içerisinde turizm işletmesi belgeli tesis şartlarına uymasını talep eder. Verilen süre içerisinde bu şartları yerine getiren konaklama tesisleri belgelendirilir, bu şartları yerine getirmeyen konaklama tesislerinin faaliyetlerine son verilir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi vardır.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Hüsnü Çöllü’ye aittir.

Buyurun Sayın Çöllü.

CHP GRUBU ADINA HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde grubum adına söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Daha önceki arkadaşlarım da dikkatlerinize sundular, üzerinde durdular. Bu tasarının ormanlarda yeni yeni tahribatlara yol açacağının altı net bir şekilde çizildi. Bu tasarıyla, bir anlamda, Anayasa Mahkemesi kararı dikkate alınmamakta ve bu kararın arkasından dolanılmaktadır. Bu sonucu iyi görmek gerekmektedir. Turizmle yakından ilgilenen bir Antalya milletvekili olarak bu korkumun en önemli mesnedi, özellikle Antalya bölgesi Belek ormanlarında yaşanan orman kaybından geldiğini özellikle belirtmek istiyorum.

Sayın vekiller, evet, Belek’te golf turizminin geliştiğini, ödüller alındığını duyuyor, bir Antalyalı olarak biliyor ve memnuniyetle karşılıyoruz. Ama bizi üzen, hatta kahreden bu Belek ormanlarının geldiği durumdur.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun verdiği yanıtı sizlerle özellikle paylaşmak istiyorum. Sayın Bakan diyor ki: “17 milyon 600 bin metrekare büyüklüğündeki Belek ormanlarının 16 milyon 372 bin metrekarelik bölümü Kültür ve Turizm Bakanlığına verilmiştir. 350 bin metrekarelik alanda da Bakanlığımızca bir tesise izin verilmiştir.”

Belek ormanlarının yüzde 93’ü yani neredeyse tamamı turizme tahsis edilmiş durumdadır. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Şimdi, orman alanında yapılacak ağaç kesiminin mevcut orman yerleri sayısının kapasitesinin yüzde 1’ini geçmeyeceği ifade edilmektedir. Böyle demenin bir anlamı olduğunu ben hiç sanmıyorum. Siz, bir bölgedeki orman varlığının neredeyse tamamını yok edeceksiniz, bir yandan da “Bakın, şu dağın arkasında da orman sayılan yerler var.” mı diyeceksiniz? Böyle bir yaklaşım olmaz. Ayrıca, ormanlar sadece orman değildir. Ormanın bütün canlıları ağaçlar değildir. Ormanın bütün canlıları bitki örtüsüyle bir bütündür. Ben bu kadar ağaç kestim, şuraya bu kadarını dikeceğim demekle orman olmamaktadır, ekosistem buna izin vermemektedir. Anlayacağınız, sonradan dikilen ağaçların hiçbir zaman orman vasfını kazanmadığını hepimiz çok net biliyoruz. Yapılan hatıra ormanları da bunun çok iyi bir göstergesidir.

“Biz eski uygulamalara izin vermeyeceğiz, bunların önüne geçeceğiz.” demekle de bu olmamaktadır. Bu tasarıda benzer uygulamaları önleyecek hiçbir hüküm yoktur. Bu nedenle, küresel ısınmayla ilgili felaket senaryolarının yazıldığı bir dönemde orman alanlarını azaltacak hiçbir uygulamaya izin verilmemesi gerekmektedir. Çünkü yaşanacak bir dünya kalmadığında hiçbir ekonomik göstergenin anlamı yoktur.

Sayın milletvekilleri, tasarının 6’ncı maddesi ile Turizmi Teşvik Kanunu’nun denetim esaslarını düzenleyen 30’uncu maddesi değiştirilmektedir. Gerekçesinde de denetimle ilgili olarak konusunda uzman kişiler ve örgütlerin bunun içine katılması öngörülüyor. Amaç turizm örgütlerine uzmanları bu işin içine sokmak ise, Kanun işbirliğine engel değil. Bakanlık gerekli görürse, uzman gerçek veya tüzel kişilere yaptırılabilir. Böyle bir değişikliğe niçin gidiliyor? Demek ki burada başka beklentiler ve başka niyetler var diye düşünmeden edemiyorum. Bunun açık ve net şekilde neden yazılmadığını açıkçası anlamakta güçlük çekiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu maddede bir yetki devri var. Bakanlık diyor ki: “Denetim konusuyla birlikte benim yetkimde olan eğitim ve rehberlik konularındaki hizmetleri de yetkilendireceğim kişiler ya da sivil toplum örgütlerine yaptırabilirim.”

Turizm sektörünün en önemli bir alanı da rehberlik hizmetleridir. Şimdi rehberler üniversitelerde ve bakanlığın açtığı kurslarda yetiştiriliyor. Bu maddeyle, bakanlık bu eğitim konusunda uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum örgütlerini de yetkilendirecek. Eğer rehberlerle ilgili bir şey yapmak isteniliyorsa bu arkadaşlarımızın ilk talebi rehberliğin meslek olarak tanınması ve örgütlenmesini sağlayacak bir rehberlik kanununun çıkmasıdır. Bu konuda bakanlığınızın görüşünü bilmiyorum ancak bu talep ortada dururken bu alanı daha da sıkıntıya sokacak bir düzenlemeye gidilmesini de doğru bulmuyorum.

Ayrıca, bu alanda bir dernek yapılanması var. Bir de kanunla kurulmuş olan esnaf odalarının bünyesinde oluşturulmuş rehberlik odaları var. Antalya’da, öğrendiğim kadarıyla bir rehberler odası var, iki tane de ayrı bir dernek bulunmakta. Ancak odalara bu kanun tasarısında yer verilmiyor. Bunun nedeni nedir? Uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum örgütleri yani dernekler bu alanda yetkilendiriliyor. Ama bir meslek odası olan ve kanunla kurulmuş olan esnaf odaları çatısı altındaki rehberlik odaları bu kapsama alınmayacak. Tasarının bu hâline tamamen karşıyız ama bu hâliyle yasalaşması isteniyorsa da en azından bu eksikliğin giderilmesi, Bakanlığın meslek odası niteliğindeki odaları da muhatap olarak kabul etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bu mesleğin kanunla tanımlanmasını, niteliklerinin belirlenmesini, örgütlenme yapısının oluşturulmasını isterken burada “Özel kurslar açılsın, rehberler bu kısa süreli kurslarda yetiştirilsin.” şeklindeki bir sistem neden tercih ediliyor? Bizim hedefimiz, turizmde kaliteyi her anlamda artırmak olmalıdır. Bu sektörün tüm unsurlarının hedefi bu olmalıdır. Rehberler için de öyle. Bir yandan üniversitelerde bu alandaki eğitim süresinin uzatılmasını isteyeceksiniz, bir yandan da kısa süreli kurslarla yetiştirilenlere de aynı rehberlik belgesini vereceksiniz. Bir yandan “Niteliği artıralım, kaliteli personelle kaliteli hizmet verelim.” diyeceksiniz, bir yandan da özel kursların yolunu açacaksınız. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum, çok kötü örnekler yaşandığı için örnek vermek istedim. Bir dönemde sürücü belgesi yani ehliyet için kurslar yetkilendirilmişti, ortalık sürücü kursundan geçilmiyordu. Bir sürü kurstan, hiç eğitim almadan, eğitim verilmiş gibi belgeler düzenlendi. Bunun örneklerini çok gördük. Bu konunun üzerinde daha dikkatle durulması gerektiğini düşünüyorum. Turizmde kaliteyi artırmak istiyorsak bu sektörün tüm kademelerinde, nitelikli, iyi yetişmiş insanlarla bu hizmeti vermeliyiz, verebilmeliyiz; hedefimiz de bu olmalıdır. Eğer Bakanlık “Biz işi yeterince yapamıyoruz.” diyorsa Sayın Bakan buna ilişkin, kadro ve ödenek ihtiyacına ilişkin bir tasarıyı getirsin, ona destek verelim. Sınırları iyi çizilmemiş, hedeflerimizle örtüşmeyen bir tasarıya destek vermemiz söz konusu değildir.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu 4’üncü maddenin bir de üçüncü bölümü var. Bakanlık, seçeceği pilot bölgelerde turizm işletme belgesi olmayan konaklama tesislerine belge alması için süre tanıyacak. Gerekli düzenlemeleri yapanlara belge verecek, yapmayanların ise faaliyetlerine son verecek. Böyle bir düzenlemeye neden ihtiyaç duyulduğu da belli değil. Gerekçeye bakıyorsunuz, orada yine bir bilgi yok. Komisyondaki görüşme tutanaklarına baktım, orada da bir açıklık yok. Bu düzenlemeyle amaç nedir hâlâ anlayabilmiş değilim. Sektörden arkadaşlara sordum bu konuyu, onlar dediler ki: “Belediyelerin verdiği ruhsatlarla çalışan bu tesisler nerede, sayısı kaç, nitelikleri ne belli değil. Denetim konusunda bir başıboşluk var. Bunların belge alması sağlanırsa elimizdeki her tesis açık olarak ortaya çıkar. Denetimler de rahatlıkla yapılabilir.” Bunların belge alması için ne gerekiyor? Temelde, gıda ve yangın güvenliğiyle ilgili önlemlerin alınması gerekiyor. Gıda ve yangınla ilgili önlem alınması tabii ki doğru bir adımdır, her tesisin bu standartları taşıması gereklidir. Buna asla itirazımız olamaz ancak bu hükmün sınırlarının da iyi çizilmiş olmadığını düşünüyorum. İdareye geniş bir yetki alanı veriliyor. Bölgeyi Bakanlık seçecek, gerekli süreyi Bakanlık belirleyecek, sonra bu tesisleri kapatacak. Bu işletme sahipleri ne olacak? Ayrıca, bir bölgede siz bir uygulama yapacaksınız, aynı uygulamayı yakındaki başka bir bölgede yapmazsanız bu eşitlik ilkesine uygun düşmez. Antalya’nın bir bölgesine “Burası pilot bölgedir, herkes turizm işletme belgesi alacak.” diyeceksiniz, almayanları kapatacaksınız, bitişiğindeki başka bölgede “Böyle bir uygulamaya gerek yok, siz bu şekilde çalışmaya devam edebilirsiniz.” diyeceksiniz. O zaman, biz bunu vatandaşlara nasıl izah edeceğiz? Bir tesis sahibinin gücü yok, bu belgeyi alamadı. Ne olacak? Çalışma imkânları da kalmadı, bu tesisi çok ucuz bir bedelle elden çıkarmak zorunda kalacak. Parası olan da gelip bu tesisi biraz yatırım yaparak hizmete açacak. Sonuçta, tesis el değiştirecek. Buna şöyle denilebilir: “Turizm faaliyetini yapacak kişiler bu standartları taşısın.” denebilir. Buna itirazımız yok ama bunu yaparken adil olacaksınız, eşit davranacaksınız. Birine “Sen devam et, çalış.” diğerine “Sen bu işi yapamazsın.” denmemelidir. Bu noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Komisyonda da CHP’li milletvekili arkadaşlarım çok doğru tespitlerle bu tasarıya ve maddeye muhalefet şerhi yazmışlar. Gerekçelerini aynen paylaşıyorum. Sınırları iyi çizilmemiş, gerekçeleri net olmayan ve eşitlik ilkesine de aykırı olduğunu düşündüğüm bu maddenin tasarıdan çıkarılmasının yararlı olacağını düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çöllü.

HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çünkü şu andaki yasa maddesi, turizm örgütleriyle iş birliği yapılması gerekçesine olanak tanıyor. Ama siz sadece bunu değil, daha önce de açıkladığım gibi, bazı yeni düzenlemelerin de önünü açıyorsunuz.

Bu nedenle de bu maddeye “evet” dememiz söz konusu değildir diyor, bu vesileyle Genel Kurula saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çöllü.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Behiç Çelik.

Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 217 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde konuşma yapmak üzere grubum adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

2008 turizm sezonunun Mersin ilinde açılmasından dolayı Sayın Bakana huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Dileğim ve ümidim odur ki Türkiye'nin en güzel turizm illerinden biri olan Mersin’in, tıpkı Antalya gibi, yakın ve orta vadede turizm anlamında önemini daha da kazanmasını ve bu konuda Hükûmetin üzerine düşen görevi bihakkın yapmasını yürekten diliyorum.

Tasarının 4’üncü maddesi ile 2634 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesi değiştirilmektedir. Buna göre 2634 sayılı Kanun’da, belgeli yatırım ve işletmeleri, bu yatırım ve işletmelerin belgeye esas olan niteliklerini, bu niteliklerini koruyup korumadıklarını denetleme ve işletmeleri sınıflandırma yetkisi Bakanlığa ait iken yeni getirilen tasarı ile Bakanlık gerekli görmesi hâlinde denetim ve sınıflandırmaya esas oluşturacak tespitler ile yetkisinde olan diğer kültür ve turizm hizmetlerinden Bakanlıkça uygun görülenleri yetkili kılınacak uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum kuruluşlarına da yaptırabileceği belirtilmektedir.

Sayın milletvekilleri, 1982 Anayasası’nın 128’inci maddesi “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişiliklerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” hükmünü amirdir. Bu Yasa’nın 30’uncu maddesinin önerilen şeklinde, Bakanlığın gerekli gördüğü hâllerde denetim ve sınıflandırmaya esas oluşturacak tespitler ile yetkisinde olan eğitim ve rehberlik konularındaki hizmetleri, yetkili kılınacak uzman gerçek veya tüzel kişiler ile sivil toplum kuruluşlarına yaptırabileceğine işaret edilmektedir. Böyle bir düzenleme yapılmaktadır. Bu düzenleme, Anayasa hükmüne karşılık getirilmek istenilen bu düzenleme, tabii ki, doğal olarak biraz önce yukarıda ifade ettiğim Anayasa hükmüne aykırılık içermektedir.

Ayrıca, denetim yetkisinin devri istenilen sivil toplum örgütleri kimlerdir? Devletin denetim yetkilerinin devri hangi gerekçeye dayanmaktadır? Sivil toplum örgütleri ne zamandan beri kamu erkini kullanabilir olmuşlardır? Kamu erki kullanan bir sivil toplum örgütü olabilir mi? Sivil toplum örgütünden kasıt meslek örgütü ise kastedilen meslek örgütü hangi kanunla ne zaman ve ne şekilde kurulmuştur? Bakanlık, sektörel denetimi yapmamakta mıdır? Turizm yatırım ve işletmelerinin denetiminin söz konusu sivil toplum örgütlerine devriyle oluşacak gayrikanuni, gayriahlaki rant hesaplanmış mıdır? Bakanlığın uyguladığı 2634 sayılı Yasa’nın getirdiği istisna hükümler kapsamında sektörel standartların belirlenmesi Bakanlık uhdesinde olmakla birlikte, başka kişi veya kurumlara yetki devri hâlinde gerek ulusal hukuk gerekse uluslararası sözleşmeler kapsamında bu görev Türk Standartları Enstitüsünün değil midir? Bakanlıkta istihdam edilen müfettiş ve kontrolörlerin bu görevi ifada nitelik ve nicelik sorunu mu vardır? Varsa bu elemanların nitelikleri ve özlük haklarına ilişkin iyileştirme önerileriniz niçin yok, niçin kanun teklifinde bulunulmamaktadır? Devletin denetim fonksiyonunu kısırlaştırmak iktidarın teamülü hâline gelmiş olup bu alanda çok ciddi çalışmaları olduğunu bildiğimiz ve Türk turizminin bugünkü düzeye gelmesine büyük katkıları olan Kültür ve Turizm Bakanlığının asli fonksiyonlarından olan denetimi yok etmekle ne tür bir yarar umulmaktadır?

Birçok ülkede örnek model alınan ve iyi işleyen bir sistemi değiştirmenin hiçbir gereği yoktur. Bunu yapmak yerine turizm sektörünün meslek örgütlenmesine ve meslek standartlarının oluşmasına gayret etmek sektörde çalışan milyonlarca insanı etkileyen bir çalışma olacakken, bunun sektörün sadece yüzde 20’sini temsil eden Dernekler Kanunu’na tabi üç beş derneği memnun etme gayreti olduğunu düşünmekteyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanunu, yürürlüğe girdiği 1983 yılından bu yana, kötü idarelerin elinde “turizmi geliştirme” adıyla yapılan orman katliamlarının da maalesef sorumlusu olmuştur. Şimdi de “tahsis yasası” olarak adlandırabileceğimiz bu tasarı ile bu katliama büyük bir hız kazandırılacaktır.

Kanun’un 8’inci maddesi, malum olduğu üzere, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti ve bu 8’inci madde doğrudan ve açıkça ormanları hedef alan bir maddedir. Dolayısıyla, sadece Antalya-Sorgun ormanının dâhi ne ölçüde tahrip edildiği bu madde kapsamında mütalaa edilmelidir.

Değerli milletvekilleri, orman alanlarımız sadece ağaçlar topluluğu ya da kaynak yaratılacak alanlar olarak görülmemeli; doğal kaynak değil, doğal varlıklar olarak algılanmalıdır. Ormanlarımız, su havzalarının ve su rejiminin temelini oluşturan, içinde dokuz bin canlı türü ve hayvan türünü barındıran flora, fauna yaşam alanıdır. Ormanlarımız, iklimin yumuşaması, oksijen üretmesi ve hava kirliliğini önlemesi yanında erozyon, çığ, sel, çölleşme, susuzluk gibi çevre sorunlarına da çözüm üretmesi yönünde, özetle yaşamın her alanında olmazsa olmaz olan doğal zenginliklerimiz ve varlıklarımızdır. Ancak orman alanlarını bir rant kaynağı olarak gören siyasal iktidarın hazırladığı yeni tasarıyla, kıyılardan sonra ormanların da beton yığını hâline gelmesi amaçlanıyor.

Orman arazilerinin önce Turizm Bakanlığına devri, ardından Bakanlığın, bu arazileri yerli ve yabancı uyruklu gerçek veya tüzel kişilere tahsis edebilmesinin önü bir kez daha açılıyor ve yasada söz konusu edilen değişikliğin “sermayenin serbest dolaşımı” adı altında, IMF niyet mektubunda, 2002-2004 hedefleri kapsamında ve AB müktesebatına uyum çerçevesinde, Bakanlar Kurulu kararına uygun olarak, tıpkı 2003 yılında yapılan düzenleme gibi, önceden yapıldığı görülmektedir. Burada, Anayasa Mahkemesinin iptal kararını ve iptal gerekçelerini de dikkatinize sunmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; orman sayılan yerlerden Bakanlığa sağlık, termal, kış, eko, kıyı, golf ve deniz turizmi vasfıyla tahsis edilecek yerlerin orman alanlarının her yerinden seçilebileceği ve böylece ormanların geniş kapsamlı olarak yerli ve yabancı sermayenin kullanımına açılacağı ortadadır. Üstün kamu yararı ilkesi gözetileceği iddia edilen yerlere inşaat, golf sahaları ve lüks otellerin üstün kamu yararı ilkesine değil, sermayeye hizmet ettiği gözden kaçırılmaktadır.

Ormanların belirli bir zümreye ait bir kullanım alanı gibi görülmesi kabul edilemez. Tüm yurttaşların yararlanabileceği orman alanlarının, golf sahalarına, lüks otellere, yat turizmine, ralli alanlarına dönüştürülmesi çevre ve insan haklarına da aykırıdır. Sağlıklı ve doğal bir ortamda yaşam hakkının ihlal edilmesinin önünü açacak, meşruluğu tartışmalı böyle bir yasa tasarısı geri çekilmelidir.

Saygıdeğer milletvekilleri, ormanlar, nitelikleri ve işlevleri dolayısıyla toplumun ve insanlığın ortak değerleridir ve asla özelleştirmeye konu edilmemelidir. Orman alanlarına yönelik örtülü bir affı içerecek, suç işleyenleri ödüllendirip özendirecek ve ekolojik yıkımlara yol açabilecek nitelikteki anayasal ve yasal düzenlemeler gündemden çıkarılmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Teşekkür ederim.

İptal edilen yasa maddesinde bile yer almayan kıyılar, yaylalar ve jeotermal kaynaklara sahip alanların yeni tasarıyla yapılaşmaya ve yerli ve yabancı sermayeye tahsisinin önünün açılması kabul edilemez. Daha güzel bir yaşam, daha güzel ve sağlıklı bir çevre ve Türkiye için her koşulda ormanlarımıza, sahillerimize ve devletimize sahip çıkmak durumundayız.

Bu yasadan vazgeçmek bir erdemdir diyorum. Dolayısıyla, bu yasanın üstün kamu yararı ilkesi gözetilerek yeniden düzenlenmesi taraftarıyız.

Bu duygularla tekrar yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelik

Şahısları adına ilk söz Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’ya aittir.

Buyurun Sayın Nalcı. (MHP sıralarından alkışlar)

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin 7/5/2007 tarihli iptal kararı gerekçesi de göz önünde bulundurularak, uluslararası turizm rekabetinin gerektirdiği açılımlara ve ulusal turizmin gelişmesini sağlama, Avrupa Birliğine uyum süreci içinde yapılan yeni yasal düzenlemelerle uyumun temini ve uygulamada karşılaşılan güçlüklerin giderilmesi amaçlanması gerekirken, maalesef, teklif ile ormanlarda onarılamayacak sonuçların doğacağı ve Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçelerinin karşılanmadığı açıktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa’nın 169’uncu maddesinde, devlete, ormanların korunması ve bu sahaların geliştirilmesi için gereken tedbiri alma ve kanun koyma görevi verilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin söz konusu 7/5/2007 tarihli kararının gerekçesinde, turizmin teşvik edilmesinde kamu yararı bulunduğu ve zorunlu olduğu ölçüde, devlet, orman alanlarının turizme tahsisini yadsımamakla birlikte, Anayasa’nın 169’uncu maddesinde, ormanların devletçe korunmasına verilen özel önem ve uzun dönemdeki yaşamsal kamu yararı karşısında ormanların orman olarak korunmasında üstün kamu yararı bulunduğunu, ormanların turizm amaçlı yatırımlara tahsisinin ancak üstün kamu yararı bulunması ve zorunluluklar hâlinde mümkün olabileceği, aksi takdirde üstün kamu yararını içermeyen, ormanların hangi hâllerde turizm yatırımına tahsis edileceğine ilişkin hiçbir belirleme yapılmayan bir düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olacağı belirtilmiştir.

Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesi kararında, Anayasa’nın 169’uncu maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunmaları ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin, ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur.

Maddenin birinci fıkrasında, devletin, ormanların korunması ve sahalarının geliştirilmesi için gerekli kanunları koyacağı ve tedbirleri alacağı, bütün ormanların gözetiminin devlete ait olduğu, ikinci fıkrasında devlet ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağı, devlet ormanlarının kanuna göre devletçe yönetileceği ve işletileceği, bu ormanların zaman aşımı ile mülk edinilemeyeceği ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamayacağı, üçüncü fıkrasında da ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme izin verilemeyeceği hükme bağlanmıştır.

Anayasa’nın 7’nci maddesinde ise “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir.

Değerli milletvekilleri, başka bir anlatımla, kamu yararının bulunması ve zorunluluk hâllerinde devlet ormanları üzerinde ancak irtifak hakkı tesisine olanak tanınabileceği; öte yandan, Anayasa’nın 169’uncu maddesiyle ormanların özel olarak korunduğu gözetilerek bu maddede geçen “kamu yararı” kavramının hangi durumları kapsadığının yasayla belirlenmesi gerekirken bu yola gidilmeyerek söz konusu kavramın kapsam ve içeriğinin tespitinin idareye bırakılması, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. İtiraz konusu kuralın Anayasa’nın 7’nci ve 169’uncu maddelerine aykırıdır.

Sayın milletvekilleri, ormanlarımız, koylarımız betonlaşacak, doğal güzelliklerimiz yabancılara satılacak, tüm gelirlerimiz yabancı yatırımcının eline geçecek ve üstüne üstlük biz de bu gelirlerden hiçbir pay alamayacağız.

Kanun tasarısı ile Ege ve Akdeniz Bölgesi’nde bulunan koyların, mavi yolculukların önemli noktalarının, orman içi yürüyüş bölgelerinin en güzel köşelerinde betonlaşma girişimlerinin önü açılmaktadır. Tasarı, her türlü turizm girişimcisinin isteğine uygun, geniş hâliyle, istenilen her orman alanını tesisleşmeye açma hakkını vermektedir. Mavi yolculuğun en güzel limanlarından birisi olan Marmaris Kumlubük’te, Turgut köyünde, Selimiye’de bir anda o güzelliğin ortasına…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Nalcı.

KEMALETTİN NALCI (Devamla) - …dev bir tesis yerleştirilebilecek, o tablonun en güzel rengi olan yeşilin yerini beton rengi alacaktır.

Sayın milletvekilleri, doğal örtünün yok edilmesi gibi geri dönülmez bir adımı telafi için ise yerine 3 katı veya 5 katı ağaç dikilmesi gibi bir madde eklenmiş olup yüz yıldan bugüne gelen çam ağaçlarının yerine, benzer yasalar nedeniyle, geleceğinden emin olamayacağımız küçük fidanlar dikilmesi öngörülmüştür.

Tüm dünya çok iyi bilmektedir ki Ege ve Akdeniz bölgelerinin birçok yeri doğal güzellikleriyle, örneğin Datça ve Bozburun yarımadaları çam ağaçlarıyla, mavi yolculuk koylarıyla bugüne gelmiştir. Gelecekte bu cennet köşelerde ortaya çıkacak beton yığınları turizm kalitemizi bu bakımdan aşağılara çekecektir. Koylarımızın bakir güzelliğinin bozulmaması gerektiğini tüm dünyanın turizm uzmanları, bilim adamları, bölgemize gelerek hayran kalan ziyaretçiler dile getirirken, bugüne kadar ormanların içine tesis yapılmasının yarar sağlayacağı yönünde ise hiçbir ciddi görüş dile getirilmemiştir.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Nalcı.

Şahısları adına ikinci söz Muğla Milletvekili Sayın Mehmet Nil Hıdır’a aittir.

Buyurun Sayın Hıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; 217 sıra sayılı Tasarı, Turizmi Teşvik Kanunu’nun 4’üncü maddesinde yapılan değişiklikle ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, neden bu teşvik yasasına ihtiyaç duyulduğunu sizlere rakamlarla izah etmek istiyorum. Özellikle kendi bölgemde yüzde 68’i orman, yüzde 23’ü özel çevre koruma alanları olan, değil hazine arazileri tarımsal alanların bile korunarak kullanılmasında zorluk çekilen bir bölgede yaşamaktayız. Artan turizm potansiyeli için yer bulma zorunluluğu günden güne artmaktadır. Her yıl artan turizm potansiyeli 2008 yılında da beklenen, tahmin edilen patlamayı ve artışı göstermiştir.

2008 yılı Mart ayının turizm girişini analiz ettiğimizde bir önceki yıla göre yüzde 18,67’lik bir artış gösterdiğini, bunun yüzde 23’ünün OECD ülkelerine, yüzde 11,5’inin Doğu Avrupa ülkelerine ait olduğunu görmekteyiz. Mart ayında, Antalya dışında kalan diğer illerimizde hazırlık dönemi olmasına rağmen, bu artış gerçekleşmiştir.

2008 yılı Mart ayında 1 milyon 305 bin 297 rakamıyla yani yüzde 18’lik artışla Almanya birinci sırada, İran ikinci sırada, Bulgaristan üçüncü sırada ve devamında Rusya, İngiltere diğer sıralamalarda dikkatimizi çekmektedir.

Mart ayının özelliği, günübirlik turizmde olmasına rağmen, İstanbul yüzde 42 artışla, Antalya yüzde 22, Edirne yüzde 10,5, Artvin yüzde 3,8 ve Ağrı yüzde 3,57 artışla sınırdaki günübirlik ziyaretlere dikkatimizi çekmektedir.

Mart ayı içerisinde ilginç artış gösteren diğer ülkeler de: Yüzde 700 artışla Okyanusya ülkeleri, yüzde 64’le Şili, yüzde 58’le Endonezya, yüzde 56 ile Suriye dikkatimizi çekmektedir. Bunlar da turizm faaliyetlerine ilaveten, ülkemizin artan diğer ekonomik başarılarının getirdiği prestijden kaynaklanmaktadır.

Seyahat şekillerinin tercihinde öncelikle hava yolunun yüzde 13 arttığını, kara yolunun yüzde 13 artış gösterdiğini, demir yolunun yüzde 4 artış gösterdiğini söyleyebiliriz. Bunda da yine Türk Hava Yollarımızın kazanmış olduğu prestij ve büyümenin önemi büyüktür.

Turizmde “patlama noktası” olarak kabul edilen 2006 yılına göre bu yılın giriş sayılarını mukayese ettiğimizde İspanya’da yüzde 58, İzlanda’da yüzde 110, Norveç’te yüzde 46, Umman’da yüzde 7,125, Tacikistan’da yüzde 163, Özbekistan’da yüzde 105 gibi ilginç artışların olduğu gözlenmektedir. Bu artışlar, Türkiye'nin yükselen trendine, prestijine, huzur ve güven ortamına bağlı olarak dünya ülkelerinin ilgi odağı hâline geldiğinin en önemli göstergelerinden birisidir.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Turizm Bakanlığımızın elde ettiği bu başarılar elbette tesadüfi değildir. 2007 sonu 2008 başı itibarıyla Hollanda Utrecht Fuarı’na, İspanya Madrid, İtalya Milano, Almanya Berlin, Moskova  MITT, Dubai ve Londra turizm fuarlarına katılınmış ve en üst düzeyde ülkemiz sergilenmiştir.

Bunlara ilaveten, 2008 yılında, kamu-özel sektör iş birliğiyle yüz bir fuara, yurt dışı temsilciliklerimiz aracılığıyla da toplam yüz elli ihtisas fuarına iştirak edilmiştir, edilmeye devam edilecektir. Bu fuarlar aracılığıyla sadece turistik seyahat amaçlı turizm değil mas turizmi, boat show ve yat turizmi, ticari ve inşaat sektörüne yönelik turizm faaliyetleri, sanayi ürünlerine yönelik turizm fuarlarıyla da ülkemizin potansiyeli ve güzellikleri tanıtılmıştır.

Minsk, Bişkek, Cenova, Kahire, Çin, Kore, Montreux, Paris, Amerika Seattle, Malta, Sidney, İrlanda, Las Vegas ilginç fuar alanlarımız arasında yer almaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hıdır, devam edin.

MEHMET NİL HIDIR (Devamla) – Ben, bu vesileyle, ülkemizin tanıtımında gece-gündüz demeden diğer rakip ülkelerle âdeta turizm tanıtım savaşı veren başta Sayın Başbakanımıza, Turizm Bakanımıza, müsteşar ve genel müdürlerimize, tüm bürokratlarımıza ve komisyon üyesi arkadaşlarıma teşekkürü borç biliyorum. Bu yasayla oluşturulacak yeni yatak kapasiteleri ve marinalarla, Türkiye’mizin dünya ülkeleri arasında hak ettiği turizm potansiyeline kavuşacağına inanıyorum.

Çocuklarımızın aydınlık geleceği için umut dolu yarınlar dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Hıdır.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde soru-cevap işlemine başlayacağız.

Süremiz on dakikadır. Yalnız, çok soru sormak isteyen arkadaşımız olduğundan herkese birer dakika vereceğim.

Sayın Sipahi, buyurun efendim.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana şu soruyu yöneltmek istiyorum: 2023’ü hedefleyen bir turizm stratejimiz var. Bu stratejinin 2007-2023 arasındaki ana maddelerinden bir tanesi de on bir tane kruvaziyer liman projesi. Bunlardan bir tanesi Çeşme. Çeşme kruvaziyer limanı konusunda bir fizibilite çalışması veya proje mevcut mudur Sayın Bakan?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Sipahi.

Buyurun Sayın Uslu.

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, kısa bir sualim olacak. Bakanlığınızca iç turizmin izlenmesine yönelik olarak ne gibi ölçümler yapılmaktadır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uslu.

Sayın Akkuş…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Bir: Sayın Bakanım, Turizm Tanıtma Fonu’na ne kadar kaynak ayrılmıştır? Bu Fonu kim yönetmektedir ve kontrolü kim tarafından yapılmaktadır?

İki: Mersin ilinde kongre turizminin gelişmesi için ne tür bir örgütlenme bulunmaktadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akkuş.

Sayın Ersin, buyurun efendim.

AHMET ERSİN (İzmir) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, İzmir Özdere Ahmetbeyli köyü birinci derecede arkeolojik sit alanı, büyük bölümü. Şimdi burada Claros ve Nation antik kazıları da sürüyor ve bu köy civarında, bu köyün sınırları içinde, orman içinde ve yerleşim alanlarına çok yakın olan bir bölümde -orman içinde- 94 hektarlık bir alanda taşocağı kırma eleme tesisi ve beton santrali kurulması çalışmaları var ve bununla ilgili ÇED olumlu kararı alınmış, Enerji Bakanlığı da on yıl süreli işletme ruhsatı vermiş durumda. Bu gelişmelerden haberiniz var mı? Çünkü, siz de mutlaka iyi biliyorsunuzdur, bu bölge iç ve dış turizmin çok yoğun olduğu bir bölge. Bir de arkeolojik olma özelliği nedeniyle bu gelişmelerin bölgeyi olumsuz etkileyeceğini düşünüyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ersin.

Sayın Varlı, buyurun.

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, turizm sektöründe planlama, yatırım, geliştirme ve yönlendirme yapan firmaların belgelendirilmesi  çalışması yapılmakta mıdır?

Samandağı kruvaziyer limanı fizibilite ve uygulama projesi yapılmakta mıdır? Yapılmaktaysa hangi aşamadadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Varlı.

Sayın Yıldız, buyurun efendim.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Antalya kruvaziyer limanı fizibilite çalışması yapılmakta mıdır? Yapılmaktaysa ne zaman başlanmıştır, ne zaman bitirilecektir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yıldız.

Sayın Taner, buyurun efendim.

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakanım, Aydın’da Didim Apollon’dan başlayıp Afrodisyas’a, oradan da Pamukkale’ye bağlanacak olan turizm yolu 59’uncu Hükûmet döneminde Turizm Bakanlığınca başlatıldı, ama şu anda durmuş durumda. Turizm açısından büyük önemi olan bu yol programınızda var mıdır, devam etmekte midir?

İki: Yine Aydın’da, Ortaklar’da bulunan Magnesia kazıları şu anda durmuş durumda. Bunları devam ettirmeyi düşünüyor musunuz?

Üç: Akdeniz foklarının en önemli yaşam alanı olan Menderes Deltası’na ve millî park civarına Muğla’dan gelecek olan balık çiftlikleri konusunda ne düşünmektesiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Taner.

Sayın Tankut, buyurun efendim.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, bu yasa tasarısı çerçevesinde bazı orman arazilerinin turizme kazandırılmasıyla ilgili düzenlemeler yapılacaktır. Bu düzenlemeleri yaparken orman alanlarımızla ilgili olarak düzenleyici bir etki analizi Bakanlığınız tarafından yapılmış mıdır?

Orman sahalarının turizme açılmasıyla sağlanacak fayda ile orman varlığımızın tahribatına yol açacak tahsisler arasında bir fayda-ziyan analizi yapılmış mıdır?

Bir daha gelmemek üzere tahsisi yapılan orman arazilerimizin çevreye, doğaya ve millî orman varlığımıza vereceği ziyanları nasıl telafi etmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tankut.

Sayın Nalcı, buyurun efendim.

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Çanakkale bölgesine kruvaziyer limanı yapmayı düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, bununla ilgili fizibilite çalışmaları başladı mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Nalcı.

Sayın Özkan, buyurun efendim.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Bakan, Burdur Hacılar köyü, Hacılar Höyüğü tarihe ev sahipliği yapmaktadır. Burada neolitik devre ait eserler vardır. Ancak bu Höyük yer altındadır, turizmden pay alınamamaktadır. Yıllardır bu söylem geliştirilir “Hacılar Antik Kenti turizme sunulacak.” diye. Neolitik devre ait olan bu Hacılar Höyüğü’nü turizme açmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özkan.

Sayın Bakanım, sorular tamamlandı, cevap verebilirsiniz.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım soru soran arkadaşlarıma.

Bir hayli soru oldu. Önce “Bu orman alanlarının tahsisiyle ilgili bir analiz çalışması yapıldı mı?” dedi Değerli Arkadaşım. Elbette biz böyle bir değerlendirme yaptıktan sonra böyle bir yasal düzenleme yaptık. Arkadaşlarımız belki, hep söylüyorum, ayrıntılı biçimde -komisyonlarda çalışan arkadaşlarımız gördüler ama- Genel Kurulda metinleri kıyaslama imkânı bulamadılar. Biz, ilk hâlde, kesilen ağacın belli bir miktarının, bulunduğu alana veya orman idaresinin göstereceği alana dikilmesini öngörüyorduk. Şu anda çok daha çevreci bir düzenlemeye geldik ve ben bundan doğrusu mutluyum. Şimdi yaptığımız düzenlemede, orman içinden herhangi bir bölümü, orman sayılan, şu anda üzerinde ağaç olmasa bile orman sayılan herhangi bir araziyi turizm tahsisine konu yaptığımız takdirde, burada kurulacak olan tesis hiç ağaç kesmese bile, onun 3 misli ve üç yıl için bakım bedeli peşin olarak yatırılması öngörülüyor. Yani orman varlığını bu yasayla, bu yasal düzenlemeyle azaltmak değil, yaptığımız tahsisten sonra çok az sayıda ağaç kesilse veya hiç ağaç kesilmese bile, mademki orman içinden bir tahsis yapmışız, onun misliyle fazlasının ağaçlandırılması ve bakımı yükümlülüğü getiriliyor. Bu da, yasayı düzenlerken hep birlikte ormanı korumak, doğayı korumak, yeşili korumak konusunda bir hassasiyeti özenle taşıdığımızın işaretlerinden birisi.

Arkadaşlarımız kendi seçim yöreleriyle ilgili haklı olarak sorular sordular, onlara teknik olarak ve ayrıntılı bilgi vermek isterim daha sonra. Bu maddeyle ilgili, şimdi üzerinde konuştuğumuz maddeyle ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum bu çerçevede.

Burada, biz, değerli arkadaşlarım, turizm alanında özü itibarıyla özel sektörle birlikte çalışıyoruz ve çok ciddi biçimde, evet, biz özendirme gayretleri… Bu Yasa’nın, düzenlemeye çalıştığımız Yasa’nın adı zaten “Turizmi Teşvik Yasası.” Burada biz bir özendirme çalışması yapıyoruz ama esas itibarıyla özel sektör yatırım yapıyor.

Burada biz, sınıflandırma faaliyetini de bu yasanın 1’inci maddesinde düzenledik. Sınıflandırma çalışmalarında özel sektörle iş birliği yapıyoruz. Maddede özel sektörü katmadan da sınıflandırma çalışabileceğimiz yolundaki düzenleme, komisyonlarda, özel sektörü katmayı öncelikli hâle getiren biçimde düzeltildi. Burada denetim -ve tasrih ettik, her türlü faaliyet değil- rehberlik ve eğitim faaliyetlerinde de yine uzman gerçek ve tüzel kişilerle ve yine alanında uzman sivil toplum kuruluşlarıyla, yani rehberlik alanında çalışan, turizm yatırımı alanında çalışan, seyahat acenteleri alanında çalışan ve otelcilik alanında çalışan kurum ve kuruluşlarla, denetim faaliyetlerinde iş birliği yapmak istiyoruz. Bu, bütün dünyada yapılan bir çalışma. Bazı arkadaşlarımız hizmetlerden, denetim hizmetinden, sınıflandırma hizmetinden, tespitlerden, rehberlik ve eğitim hizmetinden Bakanlığın vazgeçmesi gibi nitelendirmeler yaptılar. Kesinlikle doğru değil. Burada bir iş birliğini geliştirmek; mademki çok ciddi biçimde özel sektörün gayret gösterdiği bir alanda çalışıyoruz ve sınıflandırma işlemlerinde baştan itibaren, on beş yıldan bu yana iş birliği içindeyiz, şimdi başka alanlarda da bu iş birliğimizi geliştirelim diye düşünüyoruz. Konuşmacı arkadaşlarımızdan birisi söyledi; rehberlik alanında bir yasal düzenleme ihtiyacı var ve biz bunu kabul ediyoruz. Bu konuda bir çalışmayı, bu yasama dönemine belki yetişmeyecek ama gelecek döneme getireceğiz. Esas amacımız zaten, turizm sektörünün bütün bileşenlerini bir hukuk çatısı altında bir araya getirmek ve bu kadar önemli bir alanda çalışanları hukuki bir çerçeve içinde buluşturmaya çalışmaktır. Birincisi bu, maddenin ilk bölümünde.

İkinci bölümünde de, yine bence çok önemli bir ihtiyaca cevap vermeye çalışıyoruz. “Bakanlık, gerekli gördüğü hallerde ilan edeceği pilot bölgelerdeki turizm işletmesi belgesi olmayan konaklama tesislerinden verilen süre içerisinde turizm işletmesi belgeli tesis şartlarına uymasını talep eder.” diyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, İstanbul’un bir yöresi, Tarihî Yarımada; Antalya’nın bir yöresi, Kaleiçi veya Belek; İzmir’in bir yöresi, Çeşme; Muğla’nın bir yöresi, Bodrum; İç Anadolu’da Kapadokya, Göreme; bunlar Türkiye turizminde artık marka niteliği taşımış olan, Türkiye’den bile öncelikle ismini dünyaya duyurmaya başlamış olan yerlerimiz, ki böyle bir ihtiyacımız var. Başka ülkelerde de kendi ülke adından, coğrafya adından önce gelen soyut olarak bilinen dünya turizm markası beldeler var, bölgeler var.

Şimdi, biz bu alanlarda özel yöntemler geliştirmek ve bu alanlarda kaliteyi yüksekte tutmak amacını güdüyoruz. Bir yörede bir turizm tesisimiz var Turizm Bakanlığından belgeli, birkaç tane var, ama içinde belediye belgeli konaklama tesisi, yeme-içme tesisi var ve kalite fevkalade, maalesef, yerel ölçekler içinde değerlendirildiği için fevkalade aşağılarda bir yerlerde. Sizin turizminizi pazarlayanlar orada, o kalitesi düşük olan yerde daha yüksek bir kâr marjıyla çalışma imkânı bulabildikleri için yörenin adını kullanarak orada kaliteyi ön planda tutmayan tesisleri de devreye sokabiliyorlar. Şimdi pilot uygulama yapmak istiyoruz. Aslında amacımız, Türkiye’de bir vadede -açıkça söylüyorum- belediye belgeli-Bakanlık belgeli ikiliğini ortadan kaldırmaktır, esas amacımız budur, ama bunu bütün Türkiye’de birdenbire yapmak mümkün değil. Biliyorsunuz pilot uygulamalar sağlık alanında…

BAŞKAN – Sayın Bakanım, süreyi aştık.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Bitirdim.

başka alanlarda da pilot uygulama oluyor ama turizm alanında böyle bir ihtiyaç, ciddi bir ihtiyaç var ve çok özenle Türkiye’de bu marka hâline gelmiş olan özel yöreleri önde tutmaya çalışarak bir pilot uygulama yapacağız ve bu kalite konusundaki ikiliği, kalite konusunda bir düşüş tehlikesini ortadan kaldırmaya çalışacağız.

Arkadaşlarımın teknik sorularına ayrıca ayrıntılı yazılı bilgi vereceğim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, sayın milletvekillerim çok somut sorular sordu ama Sayın Bakan sadece maddenin izahına çalıştı. Eğer o konuyla ilgili bir izahat gerekiyorsa madde sırasında yapılsa daha iyi olurdu, sorularla açıklığa kavuşturması daha uygun olurdu. Çünkü kruvaziyerle ilgili zaten kanunda olan bir konu, arkadaşlarımız onları yönelttiler. Maddeyle ilgili açıklamalarını Sayın Bakan kürsüde yaparsa, zamanını onun için kullanırsa daha faydalı olur.

BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Bakan duydular herhâlde.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim. Sadece zamanı verimli kullanmaya çalışıyorum.

BAŞKAN – Peki Sayın Bakanım.

4’üncü madde üzerinde önerge yok.

K.KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – 4’üncü maddeyi oylayacağım, karar yeter sayısı arayacağım.

Maddeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir böylece.

5’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5 - 2634 sayılı Kanunun 34 üncü maddesinin (a) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN – Gruplar adına söz isteyen vardır.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner.

Buyurun Sayın Coşkuner. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEVLÜT COŞKUNER (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 5’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama geçmeden önce… Saat birde Şaşmaz’dan geliyoruz, 6-7 bin kamyoncu ve şoför orada üç gündür perişan bir durumda. Yetkililerin buna ilgi göstermesini diliyorum.

Ayrıca, Sayın Bakanıma da bir çift sözüm olması gerekiyor. Isparta’da Halil Hamit Paşa Kütüphanesi var, tarihî bir kütüphanedir. Ben, Sayın Bakanıma, bu kütüphanenin kapatıldığını onarım için, ama iki yıl süreceğini ve bunun için de başka bir bölgenin merkezinde kütüphanenin açılmasını istedim. Ama maalesef, kütüphane çok kenar bir mahalleye taşınarak paketler hâlinde kitaplar orada durmaktadır. Ben, kitaplara zincir vuran Bakanın, turizm anvanterinin olduğunu veyahut da planlamasının olduğunu zannetmiyorum. Bunu da şöyle bir hikâyeyle belirlemeye çalışıyorum: Nasreddin Hoca bir gün merkebe biner, yolda giderken düşer ve düştükten sonra “Ah gidi gençlik ah!” der. Şöyle etrafına bir bakar, etrafta kimse olmayınca “Ben senin gençliğini de bilirim. Gençliğinde sen bir şey değildin.” der.

Ben Sayın Bakanı tanırım, tribünlere oynar. O nedenle bizim konuşmalarımızın da dikkate alınacağını zannetmiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ege, Akdeniz ve İç Anadolu’nun kesiştiği Göller Bölgesi’nde bulunan Isparta, Eğirdir, Kovada ve Gölcük Gölleri, Kovada ve Kızıldağ Millî Parkları ile zaten doğal zenginlikler içinde bir turizm cennetidir. İrili ufaklı çok sayıda göl bir arada bulunmaktadır, “Isparta Göller Bölgesi” denir buraya. Barındırdığı doğal hayatın yanı sıra doğa turizmi yönünden birçok zenginliği kapsaması, bölgenin öncelikli geliştirilmesi açısından önemini vurgular.

Kış sporları konusunda Isparta’da var olanın ortaya çıkarılması, kayak merkezinin yer aldığı Davraz Dağı’nda yapılacak sportif faaliyetlerden önce ekolojik analizin yapılması gerekmektedir. Davraz’ın peyzaj değerlerinin belirlenerek öne çıkarılması, yerel halk için geçim kaynaklarının ortaya konulması gereklidir.

Ormanlık alanların ve su kaynaklarının bol olduğu bu alanlar kıyı, yayla ve kış turizmi açısından önemli bir yer teşkil etmektedir. Bölgede var olan zenginliklerin bir an önce harekete geçirilmesi, turizmin geliştirilmesine ve orada yaşayan halkın geçim kaynağına katkı sağlayacaktır. Çünkü turizmde dünyaya açılan pencerede en önde Antalya gelir. Antalya’nın hemen kenarında olan Isparta oradaki turizmi çeşitlendirmekte büyük bir kaynaktır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; eşsiz doğa yapısının ve uygarlıkların beşiği olan ülkemiz, her bölgesiyle ayrı ayrı güzellikleri barındırmaktadır.

Isparta’da olan zenginlikler sınırlı da değildir, mağaralardan dağlara, yaylalardan göllere uzanan ve hemen hemen tüm ilçelerin doğal güzelliklerinin yanı sıra kültür ve inanç turizminin de geliştirilebileceği, birçok iç ve dış turisti çekebileceği mirası taşımaktadır.

İnanç turizminin merkezi Yalvaç, Anadolu’nun kültür zenginliğini tüm ihtişamıyla yansıtmaktadır. Isparta’nın turizm kapısı Eğirdir’dir. Alternatif turizm cennetidir. Dağcılık, trekking, rüzgâr  sörfü, yamaç paraşütü, kampçılık turizm çeşitlerinden birkaçıdır.

Zengin bir kültürel mirasa sahip olan Isparta, kültür turizmi açısından da güçlü bir potansiyele sahiptir. Alan düzenlemeleri, kazı, restorasyon ve benzeri çalışmalarla turizme kazandırılması, ülkemiz açısından çok önemlidir. Her konuda olduğu gibi, ülkemizin sahip olduğu değerler üzerinde emek harcamaz isek çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğine yazık ederiz. Onun için, en kısa zamanda turizmi geliştirmenin altyapısını hazırlamalıyız.

İklim, doğal ortam ve bozulmamış çehresiyle bir üniversite kenti ve dört mevsim turizm imkânı olan genç ve dinamik nüfuslu, Ege ve Akdeniz’e geçiş bağlantı noktasında olan Isparta’nın ulaşım ve altyapısının güçlendirilmesine, tanıtımının yapılmasına ihtiyaç vardır. Isparta’nın çevre düzeni oluşturulmalı, kültür envanteri çıkarılmalı. Bugün Isparta’daki mağaraların çoğu turizme uygun değildir. Bu mağaralar turizme uygun hâle getirilmeli, yayla turizmi için incelemeler yapılmalıdır.

Geleneksel Isparta evleri bugün zar zor ayakta duruyor. Bu evlerin değerlendirilmesi, güller diyarı Isparta’da gül parkının yapılması, Davraz’daki altyapı eksiklerinin tamamlanması, türbelerin bakımlarının yapılması kültür ve turizm mirasımızın geleceği açısından acil ele alınması gerekmektedir.

Bugün Isparta’da bekleyen yol ıslahları vardır. Bugün Isparta’da bekleyen kilise restorasyonları vardır. Bugün, Isparta Müzesi turizme uygun değildir. Aksu ilçesinin Zindan Mağarası’nın yolu ıslah edilmemiştir. Mağara etrafının çevre düzenlemesi yapılmalıdır. Aksu tarihî eserlerle doludur. Ancak, bakım ve onarımları yapılmamıştır. Dedegöl dağlarında dağ evleri yoktur.

Atabey’de Ertokuş Medresesi’nin ve Feyzullah Camisi’nin çevre düzenlemesi yoktur. İslamköy’de demokrasi müzesi açılmayı beklemektedir.

Eğirdir Akpınar köyü bakanlık tahsisli yerin imar planlarının tamamlanması, Eğirdir Kervansarayı, Prostanna antik kenti, kemer üzerindeki minaresiyle dünyada tek olduğu iddia edilen Hızırbey Camisi, Ağa Camisi, Yılanlıoğlu Camisi, Ada Camisi, Sinan Paşa Camisi, Baba Sultan Türbesi, Dündar Bey Medresesi ve Aya Stefanos Kilisesi onarımlarının tamamlanması gerekmektedir.

Her mevsim ve günün her saatinde renk değiştiren Eğirdir Gölü’nün plajı altyapı eksiklerinin tamamlanmasını beklemektedir. Kovada Gölü-Eğirdir Gölü arası bisiklet yarışmalarına uygundur. Ancak, burada da yol yoktur.

Gelendost ilçesi, ilk çağlardan beri Pisidya Ülkesi adı verilen en eski kültür merkezlerinden birisidir. Gelendost’ta bulunan Ertokuş Kervansarayı’nın restorasyonunun yapılması gerekmektedir. Afşar köyünde sivil mimari evlerin restorasyonu yapılmalı ve pansiyon açmak için burada gayret edilmeli, Mahmatlar çeşmesinde kurulan pazarın çevre düzenlemesi yapılmalı.

Gönen hamamının restorasyonu yapılmalı, Yunus Emre Türbesi’ne giden yol ıslah edilmelidir. Konana antik kenti vardır Gönen’de, ancak korunması yoktur.

Keçiborlu Senir’de su sarnıçları onarımlarının yapılması beklenmektedir.

Senirkent Uluğbey Velibaba Türbesi’nin çevre düzenlemesi yapılması gerekir.

Sütçüler Yazılı Kanyon’da ve Çandır’da ulaşım yetersizliği vardır, tamamlanmalıdır.

Bu yıl Saint Paul Yılı ilan edilmiştir. Bu süreçten maksimum fayda sağlanmalı, Sütçüler Saint Paul yolu üzerinde bulunan -ki, bu yürüyüş yolunun Isparta sınırları içerisinde 300 kilometresi bulunmaktadır- köylerde ev pansiyonculuğunun geliştirilmesi en kısa zamanda yapılmalı ve ağaç köprülerin, tarihî köprülerin ve kanyon içerisindeki değerli verilerin düzeltilmesi lazımdır.

Sütçüler Adada antik kentinde yol, içme suyu, tuvalet ve karşılama merkezleri yoktur. Sığırlık 1 ve 2 Kalelerinin onarımları tamamlanmalıdır.

Şarkikaraağaç Kızıldağ Millî Parkı’nda sağlık turizmi için altyapı eksiklikleri tamamlanmalı, Beyşehir Gölü arası yolu ıslah edilmelidir.

Uluborlu eski çeşmelerinin, medrese ve hamam ile kalenin su kemerlerinin onarımları tamamlanmalıdır.

Yalvaç’ta Pisidya antik kentte bulunan tarihî mekânlara, İmparator Augustus’un adına yapılan ihtişamlı Augustus Tapınağı ve inanç turizminin en önemli değerlerinden olan Saint Paul Kilisesi’nin Hoyran Gölü içerisinde bulunan benzersiz Limenia Adası’na, Kaya Mezarlarına, Meryem Ana’ya ait manastıra gerekli onarımlar yapılmalı, Ay Tanrısı Men adına inşa edilen Men Mabedi yolu ıslah edilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Coşkuner.

MEVLÜT COŞKUNER (Devamla) – 14’üncü yüzyıl eseri olduğu tahmin edilen Devlethan Camisi tamir edilmeli, Eski Hamam, Akar-Donar, Ayı İni, Değirmen Önü Mağaraları tamamen bozuk şekilde durmaktadır, düzeltilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Isparta bir turizm cennetidir, eksikliklerinin giderilmesi beklenmektedir. Gösterilen ilginin karşılığını da, doğal güzellikleri, inanç turizmi ve el sanatlarının yaygınlaşması ile ülkemize katbekat ödeyecek potansiyeli vardır.

Göller ve güller diyarı Isparta’nın söyleyecek çok sözleri vardır, ama vaktimiz yetmediği için burada kesmek durumunda kalacağız.

Tüm arkadaşlarımı o güzellikleri gezip görmeye, doyulmaz ovmaç çorbasını içmeye, fırın kebabını, keşkeğini ve derdimi alan tatlısını yemeye davet ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Coşkuner.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız.

Sayın Yıldız, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 217 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi ile ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle hepinizi şahsım ve grubum adına saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin bazı maddelerini iptal ettiği 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nu çıkaracaksınız. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, grubumuzla bu Yasa’nın Anayasa’ya aykırılık taşımaması için turizm sektörünün ve Türk milletinin üstün yararı doğrultusunda katkı vermeye çalışıyoruz, ancak maalesef önerilerimize katılmıyorsunuz. Bu vesile ile turizm sezonunun başlaması nedeniyle tüm turizm sektörüne bol kazançlı ve sorunsuz bir sezon diliyorum.

Türk turizminin başkenti milletvekiliyim. Türk turizminin başlangıç noktası ve hâlen en fazla yatak kapasitesine sahip ve turizmin her biriminde çalışmış, Alanyalı bir milletvekiliyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakanım, sizden önceki Sayın Bakanımız, herkesin bildiği gibi, her turizm sezonunun başında bir pot kırar, turizmde sıkıntılar yaşanırdı. Allah’a şükür ki bugünkü Bakanımız böyle bir şey yapmamakta, bundan dolayı da kendisine teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, sizden önceki bakanlar ülkemize gelen turist sayısını ve elde edilen döviz miktarını söyleyerek ne kadar başarılı olduklarını her fırsatta dile getirmekte, bir önceki sezonla, bir önceki hükûmetle karşılaştırmalar yapagelmekteydiler. Umarım siz de sadece rakamlar vererek değil, turizm sektörünün sorunlarını da çözerek başarılarınızı anlatırsınız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; turist sayısını ve gelirini artırmak için elbette yeni tesislere de teşviklere de ihtiyaç vardır ancak var olan, yatırımları yapılmış, tamamlanmış, faaliyette bulunan tesislerimizin sezonlarını uzatacak tedbir ve teşviklerin alınması daha kolay ve sonucu daha hızlı alınabilecek teşvikler olabilecektir. Turistik tesislerimizin teşviki turizm çeşitlemeleri için yapılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; var olan turizm tesislerimiz ve turizmle ilgili tüm sektörler sorunlar yumağıyla uğraşagelmektedirler. Turizm Bakanlığımız ise ya sorunları tam bilmemekte ya da ilgililer sorunları size tam iletmemektedirler ya da biliyor, çözmüyor veya çözemiyorsanız daha bir yanlış içerisindeyiz. Diliyorum ki Sayın Bakanlığımız birinci noktadadır.

Değerli milletvekilleri, çok geç olmadan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlık turizmin sorunlarına mutlaka el atmalıdır çünkü ülkemizin cari açığının kapatılmasında turizm gelirlerinin ne kadar önemli olduğunu sayın bakanlar sayılar vererek ifade etmektedirler. Turizm sektöründe sorunlar tam, doğru ve gerçekçi olarak tespit edilememektedir. Turizm sorunlarının tespitinde uygulanan yöntemler gerçek sorunların ifade edilmesini engellemektedir. Sayın Bakanın turizm bölgelerini ziyaretinde, o bölgenin milletvekilleri, o bölgenin siyasetçileri, o bölgenin bürokratlarıyla beraber yapılan ziyaretlerde ve panellerde, turizm sorunlarının konuşulduğu toplantılarda turizmcilerin sorunlarının tümünü Sayın Bakanlığa, Sayın Bakana ve bürokratlara tam olarak anlatmadığını bilen birisiyim çünkü turizm yöresinde yaşıyorum, maalesef gerçeğimiz budur. Sayın Bakanımıza bu sorunları gerçekçi bir şekilde anlayabilecek metotları mutlaka uygulaması gerektiğini anlatmak istiyorum. Sektör ilgililerinin ve tüm ilgili bürokratların, medyanın önünde, sektör çalışanlarının, sektörle ilgililerin sorunları anlatmadığını, anlatamadığını… Sayın Bakanın, tabiri caizse, tebdili kıyafet ederek sektör ilgilileriyle bire bir mutlaka görüşüp gerçek sorunlarını öğrenmesi gerekmektedir. Bu sorunları öğrendiği takdirde, Sayın Bakanlığımızın parasız çözebileceği ve sektörün uğraştığı pek çok sorun vardır, küçük rakamlarla da çözülebilecek sektör sorunları vardır. Biz, umuyor ve diliyoruz ki Bakanlığımız bunu göz önüne alır ve ilgili çalışmaları bu şekliyle yaparlar.

Değerli milletvekilleri, turizm sektörümüzün en önemli sorunlarının başında güvenlik gelmektedir. Ülkemizin içinde bulunduğu güvenlik sorunlarıyla ilgili, turizm bunu çok daha fazla yaşayabilmektedir, yaşamaktadır. Yine, en önemli sorunlarımızdan birisi yoldur. Hâlâ, toz toprak içerisinde yollarda turistlerimiz gezebilmektedir. Bütün turizm bölgelerimizde su sorunu vardır. Özellikle Antalya bölgesinde elektrik çok büyük bir problemdir. Elektrik sorunu sürekli turizmcileri rahatsız etmektedir. Günün herhangi bir saatinde kesilen elektriğin turistler tarafından nasıl karşılandığını, orada yaşayanların ya da bu sektörde çalışanların bildiğini ifade etmek istiyorum. Bölgemizin, özellikle Antalya’nın ve turizm bölgelerinin elektrik sorununun mutlaka çözülmesi gerektiğini Sayın Bakana arz etmek istiyorum. Yine, en önemli sorunlarımızdan birisi kanalizasyon ve arıtmadır.

Değerli milletvekilleri, turizm bölgelerimizde, maalesef, kanalizasyon ve arıtma, turizmimizi baltalayan en önemli nedenlerden bir tanesidir. Bunun detayını Türkiye Büyük Millet Meclisinde ifade etmek istemiyorum, elbette, ülkemizin rakipleri var turizm sektöründe. Eğer, Sayın Bakanım lütfederlerse, davet ederlerse, kendilerine, özellikle Antalya bölgesinde yaşamış olduğumuz bu arıtma ve kanalizasyonla ilgili bilgileri aktarmak isterim.

Değerli milletvekilleri, yine, turizm sektöründe, eğitimli ve sertifikalı eleman sorunu vardır. Ülkemizde, yüzde 80 civarında, turizm sektöründe çalışanların sertifikasız ve eğitimsiz olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Tabii ki, turizm sektöründeki alanın çok kısıtlı olması, zamanlama açısından, çalışacak insanların bu alana gelmesinde büyük engeller ortaya çıkarmaktadır. Ülkemizde var olan, turizmle ilgili okulların toplam yıllık mezun sayısı 8 bin civarındadır. Ancak, her yıl turizm tesislerine katılan tesislerde çalışmak üzere 15 bin civarında eğitimli, kalifiye elemana ihtiyaç vardır. Bu noktada da yine turizm meslek yüksekokulları ya da liselerinin sayısının artırılarak kalifiye elemanın, eğitimli elemanın turizm sektörüne kazandırılması gerektiğini ifade ediyorum.

Yine, atık suların deşarjında yağ tutucuların bulunmaması nedeniyle özellikle sahillerimizin kumlarının geriye gelmediğini ve kıyılarımızda, sahillerimizde ciddi bir taşlaşma olduğunu ifade etmek istiyorum. Denetimlerde bu yağ tutucuların mutlaka temin edilmesi ve bu noktada önlem alınması gerektiği kanaatindeyim.

Değerli milletvekilleri, mevcut olan turistik tesislerimizle daha çok gelir elde edebilmek için gelir seviyesi yüksek turistlerin tercih ettiği bir ülke ve turizm bölgesi yaratmamız gerekmektedir. Dolayısıyla bunun için de herkesin bildiği, hepimizin yaşadığı sorunları mutlaka çözmemiz gerekmektedir. Turizmimizdeki arz-talep dengelerinin yine bilimsel bir şekilde takip edilmesi ve süreklilik arz etmesi, uygun politika ve stratejilerin geliştirilmesi fiyatlardaki düşüşü önleyecek ve sektörün kârlılığını artıracaktır.

Sayın Bakanım, Manavgat Ticaret Odası, şahsıma göndermiş olduğu yazıda, Manavgat’ta bulunan dört yüz civarındaki turistik tesisin yine sahillerde şezlonglar için kullanmakta olduğu ve ecri misillerini ödediği alanlar dolayısıyla mahkemeye verildiği ve açılan davalardan dolayı turizm yatırımcılarının iki yıla kadar tecilsiz hapis cezası almaya başladıklarını ifade ediyor. Diliyorum ki, bununla ilgili bir çözüm yolu bulursunuz. Ülkemize turizmle ciddi katkıda bulunan Manavgat turizmcilerinin bu sorunlarını da mutlaka çözeceğinizi ümit ediyorum.

Değerli Bakanım, az önce ifade etmeye çalıştığım turizm sorunlarının yerinde tespit edilmesi noktasında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) – …şahsınızın, yerinde hem turizm işletmeleriyle hem de turizmle ilgili diğer sektörlerdeki yaşanan sorunları  yalnız başınıza, bire bir, muhatabıyla araştırarak, öğrenerek sorunları çözme noktasında olmanızı diliyorum. Çünkü hem ticaret sektöründe hem de otel işletmeciliği sektöründe ve eğlence sektöründe ciddi problemler vardır. Bizlerin yapabileceği küçük yasa değişiklikleriyle o vatandaşlarımızın, ülkemize ciddi döviz kazandıran turizm işletmecilerimizin sorunlarının çözüleceği kanaatindeyim. Çünkü şahıs olarak da kendim turizmin her alanında çalıştım, sorunların neler olduğunu da biliyoruz. Ancak, maalesef yasa noktasında sıkıntıları var turizm sektöründeki vatandaşlarımızın. Umuyor ve diliyorum ki bu noktada hassas olursunuz ve ülkemize ciddi döviz kazandıran turizm sektörüne destekleriniz artar.

Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.  (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yıldız.

Şahısları adına ilk söz Uşak Milletvekili Nuri Uslu’ya ait.

Buyurun Sayın Uslu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NURİ USLU (Uşak) – Sayın  Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum.

Şimdi bir şeyi itiraf etmek istiyorum: Bu kanunun ta başından beri dikkatle dinliyorum. Özellikle muhalefet partisinden olan sözcü arkadaşlarımızın konuşmalarından şöyle bir şey çıkardım: Şimdi, hiç kimse turizme karşı değil, herkes turizmin gelişmesini, turizmin yaygınlaşmasını istiyor. Turizm şu kadar istihdam sağlıyor, turizm için, şu kadar işte ekonomimizde gelir getiriyor, artırmalıyız diyoruz, turist sayısını artırmalıyız diyoruz.

Peki, beyler, nasıl yapacağız bunu?

AHMET ORHAN (Manisa) – Hükûmet bulacak onu!

NURİ USLU (Devamla) – Ormanları kapatacaksınız, kıyıları kapatacaksınız, çevre ve orman değeri olan güzellikleri kapatacaksınız. Dünyanın taa öbür tarafından kalkıp gelen turistler, Konya’nın bozkırlarına mı gidecek, Muğla’nın, Marmaris’in güzelliklerine mi gidecek? Ben, bunu soruyorum size. Bunu kafanızda bir kere çözmeniz gerekiyor.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – İnsanlar çöllere de gidiyor!

OKTAY VURAL (İzmir) – Ormanı nereden ithal edeceğiz?

NURİ USLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, şimdi, Turizmi Teşvik Kanunu’nda yapılan bu değişiklik…

OKTAY VURAL (İzmir) – Kumara da izin verin o zaman!

NURİ USLU (Devamla) - Bakınız, Anayasa Mahkemesi, özellikle burada, ormanlarla ilgili olan bölümde “Ormanlarda üstün kamu yararı vardır, Anayasa’nın 169’uncu maddesine göre de ormanlar korunmalıdır...” Buna hiç kimsenin itirazı yok ancak ormanlar da bu milletin bir değeridir. Ormanlarımızı, kıyılarımızı, bu doğa ve çevre yönüyle değerli olan yerlerimizi değerlendirmeyelim mi, bunların karşısına geçip seyir mi edelim? Koruma-kullanma dengesi içerisinde buraları turizme açmamızda ne zarar var Allah aşkına? Dünyanın her tarafında böyle değil mi, İspanya’da, Portekiz’de, Fransa’da, Yunanistan’da böyle değil mi? Buraları hiç gidip görmüyor musunuz siz?

Şimdi, Anayasa Mahkemesi, şu yönden bunu iptal ediyor, özellikle Milliyetçi Hareket Partisindeki arkadaşlarımıza seslenmek istiyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Genel Kurula hitap edin, Genel Kurula!

NURİ USLU (Devamla) – Bakın, buradaki iptal gerekçesi şu, diyor ki: “Orman alanlarını turizme tahsis ederken Anayasa’nın 169’uncu maddesini dikkate alarak biraz burada sınırlama getirmen gerekiyor, kriterler koyman gerekiyor.” Doğru, gerçekten kriterler ve sınırlandırmalar yoktu.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sizdeki karar farklı mı?

NURİ USLU (Devamla) – Şimdi, bakın, bu kanunla işte o sınırlandırmalar ve kriterler geliyor. Nedir bunlar? Bir kere, orman alanlarından turizme tahsis yapılabilmesi için kamu yararının var olması… Ve zorunlu kıldığı hâllerde ancak ormandan tahsis yapabiliriz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Başka karar mı var sizde?

NURİ USLU (Devamla) – Zorunluluk ve kaçınılmazlık hâllerinde ormandan tahsis yapabiliriz. Olayları saptırmayın.

Turizm tesisinin bulunacağı alanın fiziki ve doğal durumu nedeniyle başka yer ve yerlerde yapılamaması durumunda ancak ormandan tahsis yapabiliriz. Mesela jeotermal kaynakların olduğu yeri turizme açmak istiyorsanız, jeotermal kaynağı kaldırıp oradan başka yere mi götüreceksiniz? Tabii ki jeotermal kaynağın kenarında bunu açacaksınız.

Uygun ve yeterli miktarda hazine mülkiyetinde arazi yok ise ancak ormandan tahsis yapabilirsiniz, bakın bu çok önemli.

OKTAY VURAL (İzmir) – Kim dedi sana?

NURİ USLU (Devamla) – İl genelinde orman alanının ancak yüzde 1’ini geçebilecek kadar ormandan tahsis yapabilirsiniz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Değişti, değişti.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Değişti o.

NURİ USLU (Devamla) – Turizme tahsis edilen alanlarda, bakınız, inşaat emsal değeri yüzde 30’a çekilmektedir.

Ayrıca en önemlisi ve özellikle, biz, Cumhuriyet Halk Partisindeki arkadaşlarımız ve Milliyetçi Hareket Partisindeki, Tarım Orman Komisyonundaki arkadaşlarımızla özellikle önerge verdik, dedik ki: “Turizme tahsis ettiğiniz alanın 3 katı kadar alanda…”

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – 5 katı…

NURİ USLU (Devamla) – “…5 katı kadar alanda ve beş yıllık bakım miktarının da parasını alınız.” dedik ve bu, bizim Komisyonumuzda kabul oldu.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – 3’e düştü.

NURİ USLU (Devamla) – Ancak esas komisyonda, Bayındırlık Komisyonunda bunu 3’e düşürmüşler. Çok da yanlış değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Uslu, devam edin.

NURİ USLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bakınız, bir fidanı -ben bir orman mühendisiyim- eğer üç yıl kontrol eder, bakım yaparsanız ve bu turizme tahsis edilen alanın 3 katı kadar alanı da ağaçlandırmaya ayırırsanız, zaten böylece “Ormanlar azaltılıyor.” fikrinin tam tersi, tahsis edilen alandan üç katı kadar daha fazla alan ormana kazandırılıyor demektir.

Bakın bu tasarıyla hangi turizme izin veriliyor, bir de onları saymak gerekiyor: Sağlık turizmine yönelik olan fizik tedavi tesisleri ve rehabilitasyon merkezleri için, termal turizme yönelik termal kaynakların olduğu yerlerde, kış turizmine uygun olan alan ve yerlerde, ekoturizme uygun olan alan ve yerlerde, doğal, biyolojik ve ekolojik, tarihî, kültürel değerlerin olduğu yerlerde ve kıyıdan başka yerde yapılması mümkün olmayan yat ve kruvaziyer turizmi için ayrılan yerlerde verilmektedir.

Ayrıca, orman alanlarından turizm için yapılan tahsislerin iptal edildiğinde Mayıs 2007’de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uslu.

NURİ USLU (Devamla) – Teşekkür eder, saygılar sunarım.

BAŞKAN – Şahısları adına ikinci söz Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslu’ya aittir.

Buyurun Sayın Uslu. (MHP sıralarından alkışlar)

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, görüşülmekte olan kanun tasarısının ilgili maddesi üzerine şahsım adına söz aldım. Sizleri saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, benim ailem Bulgaristan’ın Kırcaali bölgesinden Keşan’ın Yayla köyüne, kuşbakışı 70 kilometre mesafeyle o günkü şartlarda gelmişler ve tamamen ormanlık bir alandan gelmişler.

Yine Edirne’yi, tarihini bilenler bilir mutlaka. Edirne’de şu an güreşlerin yapıldığı, tarihî Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı yerde eskiden padişahların av köşkü olan, avlak yeri sayılan, bugünkü yöresel adıyla da “Tavuk Ormanı” denilen ciddi büyüklükte bir orman var. Yine Edirne’den Havsa’ya kadar yaklaşık 20-25 kilometrelik bir mesafedir. O günkü şartlarda Edirne’den Havsa’ya kadar tamamen ormanlık bir sahadan gidildiği ifade edilir.

Doğrusunu söylemek gerekirse ormanlarımızı pek fazla sevmiyoruz. Bugünkü duruma baktığımızda yakılan, yok olan, ortadan kaybolan orman miktarımızı düşündüğümüzde gerçekten ormanları korumamız gerektiğini ifade etmemiz lazım.

Tabii, bu yasa mutlaka ormanları da koruyacak, turizmi de koruyacak çünkü turizm de ülkemiz için çok önemli ama ortak bir yer bulmamız lazım ki hem turizm yönüyle gelirimiz artsın hem de ormanlarımız zenginleşsin.

Değerli milletvekilleri, ben 3’üncü maddeyle ilgili Sayın Bakanıma bir sual yöneltmiştim, bu Saros Körfezi’nin turizm değeriyle ilgili. Doğrusu kendisine teşekkür ediyorum. Saros Körfezi’nin gerçekten ele alınması gerekiyor ve Sayın Bakan da bunu ifade etti.

Ben, izninizle hem Saros Körfezi’nin biraz önemini ifade etmek hem de gerçekten Sayın Bakanlığın, değerli bürokratların da buna da ilgilerini biraz daha artırmak istiyorum.

Saros Körfezi İstanbul’a göre, baktığınızda 250 kilometre mesafede yaklaşık iki-iki buçuk saatte varılabilecek bir yer ama yine Avrupa’ya açılan kapı Kapıkule’ye de 200 kilometre mesafede. Yani iki saat içerisinde, yurt dışından ülkemize giren turistlerin varabileceği, gidebileceği bir yer. Kara yoluyla gelen turistlere de çok uygun olan bir yer.

Saros Körfezi 2006 yılında kültür ve turizm gelişim bölgesi olarak ilan edildi ama o günden bugüne herhangi bir çalışma henüz daha yapılamadı. Dolayısıyla buraya bir el atılması lazım.

Saros Körfezi’nin bir bölümü Enez’in sınırları içerisinde bir bölümü de Keşan ilçesinin sınırları içerisinde, mücavir alanı içerisinde yer almaktadır. Doğrusu buraya yaz aylarında 200-250 bin nüfus gelmekte ve gerek Keşan’ın gerek Enez’in o az şartlarında, az imkânlarıyla orada kalan insanlara hizmet üretilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla şu anlamda ifade ediyorum: Turizm bölgesi olarak ilan edilmesi sebebiyle buranın öneminin biraz daha artırılması ve buraya birtakım yatırımların yönlendirilmesi lazım.

Bölgede Devlet Su İşlerinin ve Köy Hizmetlerinin iki adet turizm anlamıyla tesisi vardı, kamp şeklinde. Oraları da, ikisi de maalesef biri elden çıkarıldı, birisi de bakımsızlıktan bugün harap hâlde.

Dolayısıyla turizm diyorsak, turizm olarak buranın biraz daha geliştirilmesi lazım çünkü Saros Körfezi gerçekten çok önemli bir yer. 144 çeşit balık yetiştiriliyor Saros Körfezi’nde, 78 tür deniz bitkisi, 34 tür sünger yetişiyor. Dolayısıyla, buranın bu özelliklerinin yaşatılması lazım. Ama bilinçsiz avcılık -özellikle balıkçılık yönüyle- korkarım burayı bir gün bitirecek.

Yine burada su altı sporculuğu, rüzgâr sörfü yapılıyor. Ve kendi kendini yenileyen üç denizden bir tanesi Saroz Körfezi. Bu anlamda çok dikkat edilmesi lazım. Ben Sayın Bakanıma sual olarak da bunu yönelttim. Bakış açısı itibarıyla tekrar teşekkür ediyorum gerçekten. Burası acaba bir dünya cazibe merkezi olarak geliştirilebilir mi? Yani burası ticari ölçekte, büyük ölçekte balıkçılığa, avcılığa yasaklanarak sadece olta balıkçılığı ve amatör balıkçılık olarak geliştirilebilirse, inanın bir cazibe merkezi olarak çok dikkat çekecektir ve belki de dünyanın dört bir tarafından insanlar buraya gelecektir. Bu, spor yönüyle de mutlaka buradaki ticari imkânlar da gelişecektir. O anlamda belki de Saros’un Türkiye’de ama dünya üzerinde de bir önemli merkez olmasını da sağlamış olacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Uslu.

CEMALEDDİN USLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu süre içerisinde Saros Körfezi’nin önemini size biraz aktarmaya çalıştım. Çünkü Saros, dediğim gibi, Edirne için çok önemli bir yer. Çünkü Edirne’nin yüzde 40 tarım nüfusu, tarımla geçinen insan nüfusu, diğer sektörleri de buna kattığımızda yaklaşık yüzde 60’ı, yüzde 70’i tarımla geçiniyor. Edirne merkezinde belki kültür ve turizm, tarih ve kültür şehri olan Edirne’nin de özelliğini ortaya koymamız mümkün. Ama bunun yanında, dediğim gibi, Saros Körfezi’nin de bu özelliğini bir kez daha bilgilerinize sunuyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uslu.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde soru-cevap işlemine başlıyoruz.

Sayın Sipahi, buyurun.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önceki, Çeşme Kruvaziye Liman Projesi’yle ilgili sorumu yineliyorum.

Bir konu daha belirtmek istiyorum. Malumunuz, Bakırçay üzerine bir Yortanlı Barajı inşaatı yapıldı. “Allianoi kenti” diye bir kent üzerine bu baraj inşaatıyla ilgili sorunlar çıktı. Geçenlerde, Sayın Çevre ve Orman Bakanımız o bölgede yaptığı açıklamada “Tetkik ettik, tarihte Allianoi diye bir kent yoktu.” dedi. Yani bu Allianoi kenti-Yortanlı Barajı arasındaki ikilemin sonucu ne olacak? Bölge halkı da merakla bekliyor, gerçekten büyük bir su problemi var bölgede malumunuz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Sipahi.

Sayın Özçelik

OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, Siirt ilimiz Türkiye'nin ihmal edilmiş kentlerinden biri. Kentimizde sanayi yatırımı hiç yok, çok güçlü hayvancılık potansiyeli de yayla yasağı nedeniyle bitme noktasında, Siirt de fert başına düşen millî gelir açısından ve işsizlik açısından en geri kalmış Afrika ülkeleri düzeyinde.

Yalnız, kentimiz, cami ve türbeleriyle çok yüksek bir inanç turizmi potansiyeli taşımaktadır, ne yazık ki bu alanda da devletin herhangi bir yatırımı yok. Bakanlığınız döneminde Veysel Karani Hazretleri Türbesi’nin bulunduğu ziyaret beldesi ve Tillo diye bilinen Aydınlar ilçesi, her yıl on binlerce yerli, yabancı ziyaretçilerin uğrak yeridir, ancak her iki beldemizde de ziyaretçilerin konaklayabilecekleri bir mekân bile yok.

Siirt kentimizde turizm yatırımlarını ve turizmi teşvik edici önlemler almayı düşünüyor musunuz? Daha doğrusu istiyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özçelik.

Sayın Bulut, buyurun.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakanım, Balıkesir ili merkezinde yapımına çok önce başlanmış, aynı şekilde Bandırma ilçesinde yapımına çok önceden başlanmış hâlâ inşaatı durmuş vaziyette bulunan kütüphane binaları vardır. Bandırma’da, çevresinde koruma tedbirinin de alınmadığı kuyuların bulunduğu, çivili tahtaların bulunduğu, çocukların oynadığı bir ortamda bu inşaatların bir an önce bitirilmesi konusunda gereken tedbirin alınmasını düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Doğru, buyurun.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tokat ili Sulusaray ilçesi tarihî eser kalıntıları üzerine yerleştirilmiş bulunan bir ilçedir. Tarihî eserlerden dolayı sit alanı olarak da geçmektedir, insanlar burada evlerine tamir yapamıyorlar, dükkânlarını tamir yapamıyorlar. Buralarla ilgili bir çalışma var mıdır veyahut da ne zaman çalışma yapılacaktır?

Ayrıca, Erbaa-Horoztepe mevkisinde de aynı şekilde bir görüntü arz ediliyor. Bu noktalarda da Horoztepe mevkisi de kapalı bir durumdadır. Burası ne zaman hizmete açılacaktır?

Bu noktada bilgi almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Doğru.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Türkiye'nin en uzun sahillerinden birisine sahip olan Adana’nın Karataş ilçesi, güneşi, kumu, denizi ve diğer turizm alanlarıyla turizm açısından en önemli yatırım bölgelerimizden bir tanesidir. Özellikle yerli turistler yazın çok yoğun ilgi göstermekte ve nüfusu da yüz binleri aşmaktadır.  Bundan dolayı, Karataş ilçemiz, ne yazık ki, âdeta işlenmemiş bir inci hüviyetindedir. Çünkü, Karataş’ın duble yol yapımının bitirilmesi için ek ödenek gerekmektedir.

Yine, Karataş’ın merkezinde açılan kanalizasyon sisteminin ıslahı için de ödenek gerekmektedir.

Yine, kentin batı yakasında ise yüzlerce dönüm sahil kısmı ve çevresi caretta caretta’ların yumurta bıraktığı gerekçesiyle, haklı olarak, doğal koruma alanı olarak ilan edilmiştir ve yine aynı bölge de sit alanı olarak ilan edilen yasaklı bir bölge konumundadır.

Doğu sahillerinin bir kısmı ise askerî çıkarma bölgesi olmasından dolayı halkın kullanımına ve yatırımına kapalıdır.

Yerli ve yabancı yatırımcı için cezbedici özelliklere sahip olan Karataş ilçemiz, az önce özetlediğim bu nedenlerden dolayı, gereken turistik yatırımları ne yazık ki alamamaktadır. Bu durum bölgenin bakir ve atıl kalmasına, sosyal, kültürel ve ekonomik yönden de geri kalmasına sebep olmaktadır.

Bu çerçevede sormak istiyorum:

1) Karataş’ın az önce ifade etmeye çalıştığım özelliklerinden  ve geleceğe dönük cazip yatırım imkânlarından haberiniz var mıdır?

2) Haberiniz var ise, yıllardan beri bizzat yaşanan bunca sorunu çözmek için neler yapmayı, ne gibi çözümler üretmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN –Teşekkür ederim.

Sayın Nalcı, buyurun.

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakanıma, Tekirdağ’la ilgili bir soru yöneltmek istiyorum.

Tekirdağ, bilindiği gibi, İstanbul gibi büyük bir metropolün hemen yakınında hem turizme hem sanayiye cevap veren bir yerleşim yeridir. Fakat, iç turizme yönelik bir turizm olduğu için, daha doğrusu yazlık turizmine yönelik, buralarda, Tekirdağ bölgesinde turizmi teşvik edecek çalışmalar var mı? Varsa ne zaman bu işlemlere başlanacak?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Nalcı.

Sayın Bakanım, soru sorma işlemi tamam, cevap verebilirsiniz.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; önce, arkadaşlarımızın turizmi çeşitlendirme konusunda, her birisi kendi yöresindeki potansiyeli öne çıkarma konusunda bir gayret sergilediğini görüyorum, bundan mutluluğumu ifade etmek istiyorum. Bizim de esas amacımız zaten, Türkiye’de bu deniz, kum, güneş üçgeninin dışında çok büyük bir potansiyelin olduğunun kendi insanımıza ve dünyaya duyurulmaya çalışılmasıdır.

Sayın Tankut “Bunlardan haberiniz var mı?” dedi. Aşağı yukarı saydığınız her şeyden haberim var fakat bir eksiğimiz var: Yeterince bunları karşılayacak ve kısa vadede çözümleyecek paramız yok, onu üretmeye çalışıyoruz. Yani bu potansiyeli geliştirmeye, yeni alanlar geliştirmeye, yeni konaklama tesisleri açmaya, Türkiye’ye daha çok insan ve daha yüksek gelirli insan getirmeye ve böylece elde ettiğimiz geliri tekrar bu alana dönüştürmeye çalışıyoruz.

Arkadaşlarımız konuşmalarında söylediler. Türkiye’ye gelen sayısına oranlı biçimde -baştan itibaren bu yakınma var, ben de paylaşıyorum- yüksek gelir elde etmiyoruz. Çünkü en ucuz turizm, deniz, kum, güneş turizmi. Bu saydığınız alanlara girdiğimiz zaman, yani kruvaziyer turizmi Çeşme’de. Çeşme, deniz turizminden yararlanmaya başladı ama kruvaziyer limanı diyeceğimiz bir liman yok. İzmir’de yok, Çeşme’de yok. Bu, planlarımızdan, arayışlarımızdan birisi. İstanbul aynı sıkıntıyı yaşıyor, Çanakkale aynı sıkıntıyı yaşıyor. Bizim 2023 strateji belgemizde ve 2007-2013 eylem planımızda çeşitli yat limanları ve kruvaziyer limanları öngörüyoruz. Çünkü bu alanlarda gelen turistler tıpkı termalde gelenler gibi, tıpkı golfe gelenler gibi, tıpkı kayağa gelenler gibi deniz kıyısına gelenlerden daha yüksek gelir bırakıyorlar. Yani biz, ülkemizin değerlerinin, ülkemizin imkânlarının daha yüksek gelir grupları tarafından tanınması -pazarlamak tabirinden sakınmaya çalışıyorum- bilinmesi, faydalanması ve böylece Türkiye’nin de yüksek gelir elde etmesi niyet ve gayretindeyiz.

Sayın Özçelik arkadaşım Siirt ile ilgili söyledi. Ben, Doğu’nun ve Güneydoğu’nun, değerli arkadaşlarım, ciddi bir turizm potansiyeli olduğuna gerçekten çok inanıyorum. İlk gittiğim, göreve başlar başlamaz yirmi dört saat içinde gittiğim ilk Tarihî Kentler Birliği Toplantısı Urfa’da yapılıyordu -ben henüz görevi devralmamın üzerinden yirmi dört saati doldurmamıştım- o vesileyle o konuyu konuşmaya başladık ve o gün bugün ilgim sürüyor. Mardin’in, Urfa’nın, Zeugma’nın, Gaziantep’in -demin arkadaşlarım söylediler- yukarıya giderek Van’ın, Siirt’in, Bitlis’in, Hakkâri’nin, Berçelan Yaylası’nın, bütün bu alanların gerçekten bu coğrafyaya barış gelmesi şartı altında, bu coğrafyada güvenliğin sağlanması, bu coğrafyada birbiriyle dayanışma içinde, birbiriyle kardeşlik içinde yaşayabilecek insanların o ortamı hissetmeleri şartı altında iç turizmin de dış turizmin de büyük bir potansiyel olarak, bir kalkınma potansiyeli olarak var olduğuna inanıyorum. Bu temel şartımızdır. Çünkü kolay ulaşım istiyor turist, güvenli dolaşım istiyor. Kolay ulaşım, doğrudan ulaşım ve güvenli dolaşım olmadığı zaman siz hangi türbeyi, hangi ören yerini, hangi dağ başını, hangi güzellikte donatmaya çalışırsanız çalışın, o geri dönüşü, ekonomik olarak geri dönüşü biraz uzun vadeli bir yatırıma giriyor ki turizm sektöründe yatırımı biz yapmıyoruz esas itibarıyla, biz yol gösteriyoruz, biz kolaylık sağlıyoruz ve özel sektör yapıyor.

Şimdi, bu sayılan yörelerde bir konaklama tesisimiz yok, dedi arkadaşım. Konaklama tesisini artık devlet yapmıyor. Devlet, konaklama tesisi yapılacak kolaylıklar sağlamaya çalışıyor, oraya özel sektör yapıyor. Özel sektör de güven arıyor ve geriye dönüşü biraz hızlı olan alanlar arıyor. Bunlar hepinizin bildiği noktalar ama tekrar dikkatinize paylaşmak istiyorum.

Balıkesir’le ilgili, müzede bir çalışmamız var. Ben Balıkesir Müzesi’nin önemini biliyorum. Balıkesir’in Kuvayımilliye tarihindeki önemini çok iyi biliyorum ama biraz eksik ve biraz ağır gidiyor, bunları biliyorum. Balıkesir Kütüphanesi’yle ilgili iyi şeyler duydum yakında, bilgilerimi kontrol edeceğim çünkü sizin söylediğinizle farklı.

Genel olarak inşaatlarla ilgili şöyle bir sorunumuz var: Türkiye’de gerek kütüphane gerek kültür merkezi… Arkadaşlarım, geçmiş yıllarda maalesef biraz plansız bir hizmet dağıtımı olmuş. Yani ihtiyacı olmayan… Ben, şimdi, geçen haftalarda gittiğim bir ilde 1.500’ün altına nüfusu düşmüş bulunan bir ilçede kültür merkezi bitmiş, o kültür merkezinin oradaki o hâlini kullanma potansiyeli, taşıma potansiyeli yok. Hükûmet binasını ve belediyeyi planlıyoruz şimdi, onun içine ikisi birlikte girer mi, sığar mı diye. Ama öbür tarafta, yanı başında il merkezinin de kültür merkezi yok. Şimdi, bir öncelik sıralaması yapıyoruz arkadaşlarımızla -ki, her türlü yatırımla ilgili- en bitme noktasına yaklaşmış olanlar ve en acil ihtiyaçtan aşağıya kaynakları sırayla ve dikkatlice kullanmaya çalışıyoruz.

Öteki birkaç soruya… Galiba, aşağı yukarı yetti.

Çok teşekkür ederim, sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakanım.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde önerge yok.

5’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

6’ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 6- 2634 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 9- 24/11/2007 tarihinden önce, ön izin ve kesin tahsis aşamasındaki orman sayılan yerlere ilişkin verilen izinlerden ilgilisinin otuz gün içerisinde talepte bulunması halinde bu Kanun hükümlerine uygunluğu tespit edilen tahsislere kaldığı yerden devam edilir.

Birinci fıkrada belirtilen tarihten önce Çevre ve Orman Bakanlığınca 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre verilen ön izinlere ait dosyalar bu madde kapsamında değerlendirilmek üzere Bakanlığa devredilir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde, grupları adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Vahap Seçer.

Buyurun Sayın Seçer. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi hakkında, grubum Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay, 2008 turizm sezonunu Mersin’de açtı. Demek ki Mersin turizmde önemli bir bölgemiz ve Sayın Bakan da bölgemizi önemsiyor. Ben, bu konuda, ilk milletvekili olduğumda, ilk sözü, gündem dışı sözü bu konuyla ilgili almıştım, inanç turizmiyle ilgili almıştım. Bölgemle ilgili birtakım görüş ve düşüncelerimi buradan paylaşmıştım. Üzerinden yedi ay geçti bu bilgi aktarımımın, görüşlerimi aktarmamın. Ama bakıyorum, özellikle bölgemde “2008 Saint Paul Yılı” ilan edilmişti, onu o konuşmamda aktarmıştım. Üzerinden yedi ay geçti ama açıkçası istediğimiz, arzu ettiğimiz bir çalışma gerçekleştirilemedi.

Mersin ili, hepinizin de bildiği gibi, turizme çok uygun coğrafi, tarihsel, kültürel, doğal özelliklere sahip bir bölgemiz. Bunu burada sürekli tekrar etmenin bir anlamı yok. Bunu Sayın Bakan da biliyor. Dolayısıyla 2008 yılındaki bu etkinliklerin, haziran ayında başlayacak olan inanç turizmine yönelik etkinliklerin daha iyi geçmesi, gelen konuklarımızın daha iyi ortamlarda ağırlanması, ülkemize turizm geliri anlamında daha çok katkı yapması için oraya ivedilikle yatırımlar yapılması gerekiyordu. Buradan, kürsüden Sayın Bakandan rica etmiştim ama üzülerek söylüyorum, o günden bugüne istenilen aşamaya gelememiş durumdayız. Diliyorum… Bu saatten sonra zaman daralmasına rağmen yine buradan Sayın Bakanı uyarıyorum: Bu konuda lütfen ilgili olun, bu konuda hassas olun ve bölgeme gerekli yatırımların yapılması konusunda talimatlar veriniz diye buradan uyarıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii ki bir yandan turizmin öneminden bahsederken, bir yandan turizmin gelişmesine, kalkınmasına yönelik burada yasalar yaparken güzide turizm bölgelerini de birtakım aldığımız yanlış kararlarla, yanlış uygulamalarla turizm yapılamaz hâle getiriyoruz. Yine Mersin ilinden örnekler vereceğim. Sayın Bakanın bu konuda bilgisi var. Mersin’de meslek odaları, sivil toplum örgütleri bu konu için Sayın Bakanı ziyaret ettiler. Orada bir balık çiftlikleri sorunu var. Orada on üç adet balık çiftlikleri kurulmasına yönelik tahsisler yapıldı ve o güzelim sahilde, güzelim turizm kenti Mersin sahillerinde bu balık çiftliklerinin ileride ciddi tahribatlara yol açacağını, çevre kirliliği anlamında önemli tahribatlara yol açacağını ben düşünüyorum. Bu konuda kendisinin tekrar buradan ilgisini rica ediyorum.

Yine Mersin ilinde nükleer santral konusu var. Tabii ki bu projeyi ortadan kaldırmaya veya feshetmeye gücü yeter mi yetmez mi bilemiyorum ama bunu da turizmi baltalayacak bir çalışma olarak ben değerlendiriyorum.

Ayrıca, Tarsus’ta kurulacak olan kimyasal katı atık bertaraf tesislerini de yine ileriki dönemlerde turizm kenti Mersin ilinin turizmine balta vuracak birtakım projeler olarak ben burada addediyorum.

Değerli arkadaşlarım, kanun tasarısının 6’ncı maddesiyle 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na geçici madde ekliyoruz. Eklenen geçici maddeyle, Anayasa Mahkemesinin aldığı iptal kararından sonra Resmî Gazete’de gerekçesini yayınladığı tarih olan 24 Kasım 2007 tarihinden önce turizm tahsisi almış, ön izin almış, Turizm Bakanlığından aldığım bilgiye göre toplam elli sekiz adet tahsisin bu yasa maddesiyle yatırıma devam etmesinin yolu açılıyor, tabii ki bu yasa hükümlerine uyması şartıyla, kaydıyla.

Değerli arkadaşlarım, bu yasa değişikliğini tekrar yüce Meclise getirme amacımız… Daha önce Anayasa Mahkemesinin 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8’inci maddesinin bazı bölümlerinde iptal kararından sonra böyle bir yasa değişikliğine ihtiyaç hasıl olduğu ortaya çıktı ve bu yasa değişikliği tasarısı ilk olarak mensubu bulunduğum Tarım, Orman Komisyonuna geldi. Açıkçası, ben orada görüşlerimi açıklarken bu yasa tasarısına karşı olmadığımı dile getirdim, burada da dürüstçe ifade etmek istiyorum, çünkü ben de turizmi önemsiyorum. Niçin önemsiyorum turizmi? Türkiye'de ciddi bir istihdam sıkıntısı yaşanıyor. İşsizlik oranı resmî rakamlara göre yüzde 10 ama gerçekte, baktığınız zaman bu rakamlar yüzde 20 civarlarına kadar yükseliyor. Hâl böyle olunca Türkiye'nin yatırım yapması gerekiyor, Türkiye'nin istihdam alanları açması gerekiyor. Bunu nasıl yapacağız? Sanayi devrimini ıskalamışız, bilişim devrimini ıskalamışız. Elbette ki mevcut Türkiye koşullarında imkânımız olan, coğrafi anlamda büyük imkânlar sağlayan, tarihî anlamda büyük imkânlar sağlayan, kültürel anlamda büyük imkânlar sağlayan turizm konusunda yatırımların bugün için hem hızı anlamında hem ivedilikle yapılabilecek en kolay yatırımlar olması anlamında desteklediğim bir yatırım türü. Tabii ki burada asıl sorun… Sayın Uslu az önce söyledi: “Muhalefet milletvekilleri, aslında, çıkıyorlar kürsüye ‘Biz turizm yatırımlarına karşı değiliz.’ diyorlar ama dönüyorlar muhalefet ediyorlar, muhalefet olduklarını iddia ediyorlar.” Ben burada Sayın Uslu’yu rahatlatma anlamında… Evet, biz Türkiye'de yatırımlara karşı değiliz, turizm yatırımına karşı değiliz ama Türkiye'nin bu konuda şeceresi bozuk, siyasetçilerin, yürütmenin, Bakanlığın şeceresi bozuk. Nedir? Doğal katliamlara göz yumduk, yandaşlarımıza birtakım tahsisleri peşkeş çektik, yani tüyü bitmemiş yetimin hakkını götürdük ona buna yedirdik. Burada sıkıntılar var. Bizim endişemiz, bizim korkumuz, yine böyle bir anlayışın süregitmesi. Hepimizin ortak sıkıntısı nedir? Tüm siyasetçilerin, gerçekten halkını düşünen, dürüst davranan bütün siyasetçilerin ortak şikâyeti nedir Türkiye'de? Türkiye'de olan yolsuzluklardır. Hani “hortumlar” diyoruz ya, 2 inçlik hortumları kesiyoruz, 5 inçlik hortumlar bağlıyoruz. Sıkıntı burada. Bunları ortadan kaldırmanın yollarını arıyoruz. Tabii, bunlar iyi dileklerle de olmuyor, yasalarla yapılması gerekiyor, yasalarda açık kapıların bırakılmaması gerekiyor. Anayasa Mahkemesi bunu niye bozdu? Diyor ki: Sen çerçeveyi çizememişsin. Hangi alanları, hangi şartlarda turizme tahsis edeceksin, bunu ortaya çıkar, bunu ana hatlarıyla belirle. Sen, yasamanın yetkisini yürütmeye veremezsin. İki dudağının arasında Sayın Bakanın, onun asaletine bağlı, onun basiretine bağlı. Kimlere, hangi şartlarda, nasıl tahsis verecek?

Elbette ki, tabii ki mevcut Bakanımıza karşı yöneltilmiş bir suçlama değil, ben bu değerlendirmeleri genel anlamda yapıyorum. Onun için, elbette, Sayın Uslu, yatırımlara karşı değiliz ama ülkemizde gerçekleştirilen bu anlamdaki talanlara karşıyız, soygunlara karşıyız, istismara kesinlikle ve kesinlikle karşıyız. Bakın, birkaç örnek vermek istiyorum. Son günlerde Pina Yarımadası’nda izinsiz dolgu yapıldı iskele yapma amacıyla. Sayın Bakanımın da bilgisi vardır bu konuda. Bakıyorsunuz, basından takip ediyoruz, ufak tefek cezalarla bu geçiştiriliyor ve ilginç olan, bu firmaya turizm katkı ödülü veriliyor. Sizin de bilginiz var, sizi de hayrete düşürdü bu haber. Biz bunları anlayamıyoruz.

Sultanahmet’te Four Seasons Oteli, onu da biliyorsunuz, tarihi eser üzerine ek inşaat yapılıyor. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği bu konuda dava açıyor, nazım imar planı değişikliğiyle ilgili dava açıyor, Danıştay 6. Dairesi bunu durduruyor, yürütmeyi durduruyor ama bakıyorsunuz, inşaat devam ediyor. Sayın Bakanın açıklaması: “Bilgim var. Büyükşehir Belediye Başkanına ve Eminönü Belediye Başkanına talimat verdim, bu konuyla ilgilenecekler.” diyor. Şimdi, burada, kurumlar arasında bir iletişim bozukluğu var, bir uyum bozukluğu var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Seçer, devam edin.

VAHAP SEÇER (Devamla) – Yani bir tarafta, af buyurun, değerli yöneticilerimiz, değerli idarecilerimiz, değerli bakanlarımız var ama diğer tarafta bu işi suiistimal eden, bu işi görmemezlikten gelen, bazı nedenlerden görmemezlikten gelen kurumlarımız da var, belediyelerimiz de var. Bu kurumlar arasındaki uyumu da, iletişimi de iyi sağlamamız gerekiyor. Yani basın olmasa Türkiye’deki doğal, tarihi, turizm anlamındaki katliamları, suistimalleri duymayacağız, görmeyeceğiz. Onun için Sayın Bakandan yine rica ediyorum -yeni işbaşına gelmiş bir Bakandır- bundan sonraki çalışmalarınızda, lütfen, bu konuya önem verin, bu konuyu dikkate alın. Bir komisyon kurun, bir tim kurun ve gerçekten ülkemizin doğal zenginliklerini, tarihî güzelliklerini para uğruna, rant uğruna katleden bu insanların tepesine sizler çökün lütfen.

Değerli arkadaşlarım, bu yasa tasarısı belli ki yüce Genel Kuruldan geçecek. Diliyorum Anayasa Mahkemesi bunu bozmaz, yasalara uygun bulur ve ülkemizin turizminin geleceği anlamında büyük katkılar sunar.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Seçer.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu.

Buyurun Sayın Tanrıkulu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, madde, esasen, tüm tasarının içinde Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesini tek karşılayan madde olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki: “24 Kasım 2007 tarihinden önce, ön izin ve kesin tahsis aşamasındaki orman sayılan yerlere ilişkin verilen izinlerden ilgilisinin otuz gün içerisinde talepte bulunması hâlinde bu Kanun hükümlerine uygunluğu tespit edilen tahsislere kaldığı yerden devam edilir.” denmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu madde kapsamına giren 66 adet parsel bulunmaktadır ve tasarı kanunlaşıp yürürlük kazanırsa 66 adet parselden 11 adedi kış ve termal turizmi alanında kalması nedeniyle tahsis işlemi kaldığı yerden devam edecektir. Geriye kalan 55 adet parsel veya yatırım Bakanlığımız tarafından tekrar incelenecek ve bir karara bağlanacaktır.

Komisyon çalışmalarında Sayın Bakanın vermiş olduğu bilgiye göre, bu parseller hakkında etraflarındaki alan büyüklüğü, altyapı yeterliliği ve arazinin topoğrafik yapısı gibi kriterler çerçevesinde uygun hazine arazisi olup olmadığına ilişkin mülkiyet araştırmaları da yapılacaktır. Tabii, bizlerin dileği ve beklentisi, bu kriterlerin tamamının ciddi bir biçimde gerçekleştirilmesidir. Bu altmış altı parsel dışında, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından ön izin verilen ve yine bu tasarıdan etkilenecek olan turizm nitelikli on iki parsel daha bulunmaktaydı. Bu parsellerin de durumu yine komisyonda görüşülerek mağduriyetlerin giderilmesi bakımından verilen önerge doğrultusunda bu tasarının kapsamına alınmıştır.

Şimdi değerli milletvekilleri, geçtiğimiz yıllar içerisinde gerçekleştirilen bütün turizm şûralarında da dile getirildiği gibi küreselleşme, turizm sektöründe yeni tanım, kural ve uygulamalara da neden olmaktadır. Turizmi değiştiren ve etkileyen bu yoğun etkilere baktığımız zaman, artık turist tipi değişmekte, talep çeşitlenmekte, tarih, sanat, doğa gibi birtakım özel alanlara yaşlılar veya engelliler gibi özel ihtiyaçlı gruplara da kapsam genişletilmektedir. Turizmin işleyişinde artık bir ortak mevzuat birliğine gidilmektedir.

Ticari yapılanmada çok ulusluluk hâkim olmakta, yerel, bölgesel ve uluslararası iş birlikleri de her geçen gün artmaktadır. Birlik içinde, uluslararası entegrasyon içinde çeşitlilik de hâkim olmakta ve ülkeler turizm açısından birbirlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Etkin turizm işletmeciliğinde alt yapı, teknoloji ve insan gücü eş güdümünün gerekliliği de artık anlaşılmıştır.

“Turizm etiği” diye bir kavram vardır ve bu kavram, sadece ulusal değil, uluslararası değerlerle de bağlantılı hâle getirilmiştir.

İşte, bütün bu kriterler çerçevesinde ülkemizdeki duruma çok yakından bir bakarsak, ülkemiz, turizm gelirlerinden yeterli pay alamamaktadır. Bunun için, hem uluslararası oluşumlara hem yan organizasyonlara daha aktif olarak katılımın sağlanması gerekmektedir. Biraz önce belirttiğim değişen turist profiline uygun olarak turizmin geliştirilip çeşitlendirilmesi ve bütün yıla yayılması gerekmektedir. Dünya Turizm Örgütü ve diğer uluslararası turizm kuruluşları ile hem iş birliğinin geliştirilmesi hem de gelişen turizm politikalarının gündeme taşınması ve ülkemiz mevzuatı içinde de değerlendirilmesi gerekmektedir. Biz etrafımıza baktığımız zaman, maalesef bölgesel ve komşularımızla yeterince iş birliğine gidemiyoruz. Bunun sağlanabilmesi için Bakanlık, bölgesel kalkınma ve dayanışma içinde komşu ülkelerle iş birliğini de artırmalıdır. Yerel zenginliklerin ve kaynakların ortaya çıkarılmasında -hep söylediğimiz ve teşvik ettiğimiz- vakıf, dernek, birliklerin daha çok katılımının sağlanması gerekmektedir. İşte bu uygulanacak politikalar, bir yandan çevre, bir yandan kültür ve turizm sektörüyle iş birliği içinde olmalı ve bütün bunların ortaklaşa çalışmasıyla da hayata geçirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, turizm, toplumsal kalkınmanın itici gücüdür ve hem istihdam yaratma kapasitesinde hem de etkin olarak kullanılması yönünde baktığımız zaman, özellikle kadın ve genç işsizliğin önlenmesinde bu sektörün gelişme potansiyelinden yeterince faydalanamıyoruz. Bunun üzerinde de dikkatlice durup çalışmamız gerekmektedir.

Bir diğer konu, ülke çapından yerele nasıl politikalarımızı ve icraatımızı indirgememiz gerektiği. Yerelde yaşayan insanlarımızın mutlaka ama mutlaka turizm yönetimine katkısı sağlanmak zorunda. Planlama ve uygulama aşamasındaki katılım ile gelir artırıcı tedbirlerin de alınmasında o zaman etkinlik sağlanabilir.

Turizm artık teknolojiyle yapılıyor. Teknolojik girdiler yoğun bir şekilde kullanılıyor ve insan kaynağı ile teknolojinin bir arada koordinasyonuna da ihtiyaç bulunuyor. Özellikle bu sektörde çalışan insanlarımızın hem mevzuatta ve hem de yeni teknolojiler kullanımı konusunda sürekli eğitilmesi gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, tabii ki her sektörde olduğu gibi turizm alanında da bu biraz önce söylediğim yeni teknoloji diye adlandırabileceğimiz gelişmeleri dikkatlice gözlemlemeliyiz. Başarıyı da tabii ki elde edebilmemiz için bu teknolojilerin takibinde ve kullanımında etkin olarak bulunmalıyız. Konaklama tesislerinin pazarlaması, örneğin, bu iş için en çok kullanılabilecek bir alan.

Ülkemizde de henüz daha, yaygın şekilde kullanılmayan ve genel olarak bütün sistemlerin daha aktif tanıtımında ve satışında kullanılabilen küresel dağıtım sistemi dediğimiz sistem ülkemizde de yaygın bir şekilde kullanılabilinir diye düşünüyoruz. Tabii bu amaçla işletmeler bir araya getirilebilinir, kullanım konusunda teşvik verilebilinir ve bu alana da yayılınması sağlanabilir. Hem yerel hem ülke çapında -tabii ki uluslararasını da katarsak işin içine- görsel ve işitsel medyanın da bizim tanıtımımızda kullanılmasında ve geliştirilmesinde fayda vardır diye düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu yönüyle baktığımız zaman, Türkiye’nin hem doğal kaynakları, tarihî dokusu, kültür ve tabiat varlıklarıyla önemli bir turizm potansiyeline sahibiz. Bu potansiyelimizin daha çok ortaya çıkarılması ve değerlendirilmesi ve daha yüksek gelirli ve verimli bir sektör hâline getirilmesi mümkün.

İşte yukarıda biraz önce belirtmeye çalıştığım bu politikaları yapabilmemiz için projeli yaklaşım esasına dönmemiz gerekmekte. Her sorun, belli bir proje büyüklüğünde, kamu ve özel sektör ile sivil toplum örgütlerine açık, katılımcı ve yarışmacı bir yapı içerisinde ele alınabilinir. Arkeolojik ve doğal sit, rekreasyon alanları, seçkin peyzaj merkezlerinin korunması, geliştirilmesi gibi alanlarda bilişim ve geometrik teknolojilerden yararlanabiliriz.

Şimdi geliyoruz en önemli konuya. Bu projeleri yapacağız ama finansman ihtiyacımızı nasıl temin edeceğiz? Tabii ki Bakanlığımızın ve sektörün kaynaklarının yanı sıra Birleşmiş Milletler, Dünya Çevre Örgütü, Avrupa Birliği veya Dünya Turizm Örgütü gibi benzeri kuruluşlar ve fonlardan da faydalanmak mümkün. Bunları yaparken orijinal proje olması bakımından -akla ilk gelebilecekler- kültür ve tabiat varlıklarının özgün ortamlarda sergilenmesine yönelik “tematik sergiler” dediğimiz sergileri hemen ilk akla gelip uygulayabileceğimiz projeler olarak söyleyebiliriz.

Yine, bazı sanat ve kültür varlıklarımızın hem sanal ortamda hem gerçek ortamda canlandırılmasını -ki bu, animasyon ve simülasyon diye tabir ediliyor- daha yaygın hâle getirmemiz mümkün.

Değerli milletvekilleri, İnternet de artık bu çağda çok sık kullanılıyor ve İnternet’in hızlı ve kolayca erişimini sağlayacak, kurumsal, dikey turizm portallarını da devreye sokmamız mümkün. Bunların bir kısmı hâlihazırda bazı üniversitelerimizde kullanılabiliniyor. Biz de eğer bu üniversitelere biraz daha destek ve teşvik verirsek bütün sektöre yaymamız mümkün olabilecek.

Sayın milletvekilleri, görüleceği üzere turizmin gelişmesi, uluslararası pastadan daha fazla pay alınabilmesi için önümüzde daha yapılacak çok ama çok işler var. Gerek benim burada…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Tanrıkulu.

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) - …bir kısmını dile getirdiğim, bir kısmını da sektörün sürekli her ortamda belirttiği bütün sorunlara yapıcı bir şekilde çözüm bulmak zorundayız. Bizler ne kadar çok çözüm üretirsek ve bunu hayata geçirebilirsek inanıyorum ki hep bir adım önde olabileceğiz. Esasen, bütün turizmcilerimizin isteği ve yaklaşımı da budur. Ülkemizin turizmin her çeşidinde büyük bir potansiyeli vardır ve bu potansiyele sahip olamayan diğer ülkeler sahip olmak için çok ciddi uğraşlar da vermektedirler. Bizler de bunun için, mevcut potansiyeli ortaya çıkartmak için eli kolu bağlı durmamamız gerekir diye düşünüyorum.

Biz, turizmi uluslararası alanda daha ileri seviyelere taşıyacak her türlü çalışmaya, bundan sonra gelebilecek olan bütün çalışmalara doğru ve yerinde olmak şartıyla sonuna kadar katkı sunmaya hazırız değerli milletvekilleri.

Bu duygu ve düşüncelerle tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tanrıkulu.

Şahısları adına ilk söz Tokat Milletvekili Osman Demir’e aittir.

Buyurun Sayın Demir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

OSMAN DEMİR (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tarihî tecrübeler, dış dünyaya kapalı ülkelerin geri kaldıklarını, dış dünyaya açık ülkelerin ise geliştiklerini göstermiştir. Dış dünyaya açıklık ve kapalılığın bir göstergesi de turizm hareketleridir. Turizm hareketleri, bildiğiniz gibi, sadece bir insan giriş-çıkışı değildir, bir ekonomik kaynak giriş-çıkışıdır, aynı zamanda kültür ve çeşitlilik giriş-çıkışıdır. Bu anlamda baktığımızda, Türkiye'nin 2006 yılı turizm gelirlerinin gayrisafi millî hasılaya oranı önceki seri millî gelire göre yüzde 4,2, yeni seri millî gelire göre yüzde 3,2’dir.

Turizm gelirlerimizi ihracata oranladığımızda yaklaşık yüzde 34’tür. Yani ihracat gelirlerimizin yüzde 34’ü kadar turizm gelirimiz vardır.

Turizm gelirlerimizi ithalata oranladığımızda bunun payı da yüzde 12,1’dir. Bu da şu anlama gelmektedir: İthal ettiğimiz malların parasal değer olarak yüzde 12,1’ini turizm gelirleriyle finanse ediyoruz demektir.

Bilindiği gibi, ödemeler bilançosunun çok önemli iki kalemi vardır: Birisi cari işlemler dengesi, diğeri de finansman dengesidir. Türkiye’de, maalesef, uzun yıllardır cari işlemler dengesi açık vermektedir. Bu açık finansman dengesindeki fazlayla kapatılmaktadır. Cari işlemler dengesindeki açığın en önemli sebebi dış ticaretten kaynaklanan açıktır. Bu açık, cari işlemler dengesi bütün olarak ele alındığında düşmektedir. Bu düşüşün en önemli sebebi de hizmet dengesindeki fazladır. Bu hizmet dengesindeki fazla, turizm gelirlerinden kaynaklanmaktadır.

2006 yılında Türkiye'nin turizm geliri 16,9 milyar dolardır, turizm giderimiz ise 2,7 milyar dolardır. Bunları karşılaştırdığımızda, turizm hizmetlerinden 14,2 milyar dolar gelir fazlamız vardır. Bu, sevindirici bir faktördür. Türkiye'nin yükselmekte olan bir ekonomiye sahip olduğunu dikkate alırsak -yükselen ekonomiler içerisinde yer alıyoruz bilindiği gibi- dövize ihtiyacımızın ne kadar önemli olduğunu çok iyi anlarız.

Şimdi, dünyadaki yerimiz nedir, bir de ona bakalım: Dünya Turizm Organizasyonunun 2006 yılı raporuna göre uluslararasında hareket eden turist sayısı 846 milyondur. Türkiye’ye gelen yabancı sayısı ise 19,8 milyondur. Türkiye'nin dünyadaki payı yüzde 2,3’tür. Fransa’ya baktığımızda bu oran yüzde 9,3’tür.

Parasal değer olarak bir karşılaştırma yapacak olursak: Yine 2006 yılında dünyanın toplam turizm geliri 733 milyar dolardır, Türkiye'nin payı ise 16,9 milyar dolardır. Yüzdeye vurduğumuzda bu da yüzde 2,3’e karşılık gelmektedir. Fransa’nın payı yüzde 11,7’dir, Türkiye'nin payı yüzde 2,3, Fransa’nınki 11,7. Fransa, Türkiye’den daha fazla cazibesi olan, daha fazla coğrafi güzelliği olan, daha fazla tarihî birikimi olan bir yer olarak söylenebilir mi Türkiye’mizle karşılaştırdığımızda? Hayır, söylenemez. O zaman, yapmamız gerekenler var, bu alanda yapılması gerekenler var demektir. İşte, bu açığı kapatmak amacıyla Turizmi Teşvik Kanunu’nda bir değişiklik yapılmaktadır. Amacımız, kesinlikle orman arazilerimizi talan etmek değildir, turizmden gelir sağlayacağız diye doğal kaynaklarımızı talan etmek, har vurup harman savurmak değildir. Hiçbir milletvekili, aklının ucundan bile bunu geçirmez. Nitekim, bu kanun tasarısı, bilindiği gibi, önce Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunda, daha sonra…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Demir.

OSMAN DEMİR (Devamla) – …Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda görüşülmüştür, buralarda ciddi katkılar sağlanmıştır. Şimdi, sadece katkılar sağlanmakla kalmamış, ormanlarımızı koruyucu, hatta geliştirici önlemler alınmıştır. Bunlara bir bakalım: Üç tane koruyucu ciddi önlemimiz vardır, bunlardan biri: Nerede bir turizm yatırımı yapılacaksa ve bu turizm yatırımının yapılacağı yer orman arazisinden alınacaksa, bu, o ilin orman arazileri toplamının -bu verilecek alan, tahsis edilecek alan- yüzde yarımını geçemez, daha azı tabii ki olabilir. Birinci koruyucu önlem budur.

İkinci koruyucu önlem: Tahsis edilen alanın ancak yüzde 30’una inşaat verilebilmektedir. Bin metrekare bir alan veriliyorsa, 300 metrekaresine tek katlı inşaat yapılacaksa inşaat yapılabilmektedir, iki katlı inşaat yapılacaksa 150 metrekaresine inşaat yapılabilmektedir, üç katlı olacaksa 100 metrekaresine inşaat yapılabilecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Demir.

OSMAN DEMİR (Devamla) – Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şahısları adına ikinci söz, Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’a ait.

Buyurun Sayın Bulut. (MHP sıralarından alkışlar)

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye 7.333 kilometre sahil şeridiyle dünyanın en büyük sahil uzunluğuna sahip ülkelerden biri olarak, Van Gölü’nün kenarında -Adilcevaz’da- ağustosta yüzerken Bitlis’in Dideban’ında üşüdüğünüz, Süphan Dağı’nda kar gördüğünüz, Çanakkale’nin sahillerinde Truva tarihini yaşadığınız, Balıkesir’in Ayvalık’ında, Gönen’in kaplıcalarında turizmin bütün kaynaklarını Anadolu’nun her tarafında en zengin kaynaklarıyla yaşadığımız bir ülke. Sadece tarih değil, sadece deniz, güneş, kum değil, sadece doğa da değil. Bütün bunların hepsini bir arada tutan bu zengin ülkenin bu zengin kaynaklarının farkına varmayan, bunu hoyratça kullanan, gelişigüzel, düşünülmeden çıkarılan yasalarla har vurup harman savuran, her yeni Mecliste eskileri değiştirilerek çıkara dönük, menfaate dönük, doğayı katletmeye dönük çalışmalar yapılmaktadır. Bu konular uzmanlar tarafından değerlendirilerek sonuçlandırılması gereken ve böylelikle Genel Kurula kadar getirilip yüce Meclisin takdirine sunulması gereken çok önemli konular olduğu hâlde, orman gibi dünyanın çok hassas olduğu, diğer ülkelerde bir ağacın bile kesilmesine asla, hiçbir amaçla izin verilmediği bu ortamda turizm amaçlı, maden amaçlı, taş ocağı amaçlı… Önüne gelen bunlara ruhsat veriyor.

Balıkesir’in Havran ilçesinde taş ocağı kurmuş vatandaş. Her taraf bembeyaz, zeytin ağaçları, evlerin çatıları… İnsanlar çamaşırlarını asarlar, ertesi gün plaka hâline gelmiş çamaşırlar. Akciğer kanserinin had safhada olduğu, insanların tedirgin olduğu, rahatsız olduğu… Konuyu gündeme getirdiğimiz hâlde, zeytin ağaçlarının içerisinde, Zeytin Kanunu’na rağmen bunlara ruhsat veren yetkililer kim? Bunlara müdahale etmeyen kaymakam, vali ne yapıyor? Cumhuriyet savcıları bu konuda ne diyor?

Zeytin ağaçları arasında altın arama izni veriliyor. Zeytin ağaçları, 3 bin ağaç kesiliyor, alan olduğu gibi tahrip ediliyor. Ne için? Çıkan altının yüzde 2’si devlete, yüzde 98’i şirkete. Böyle bir yasa olur mu değerli vekiller? Yer altı kaynağımız, zenginliğimiz, evet altınımız değerlensin, 5 milyar dolar biz Almanya’ya her sene para ödemeyelim. Ama çıkan altın bu milletin olsun. Kim bu şirketler? Yağmalanıyoruz. Önüne gelene ülkede şimdi ruhsatlar veriliyor, altın aramalarla, diğer maden aramalarla ilgili. Turizm merkezlerini perişan ediyorlar. Balıkesir bu anlamda çok rahatsız bir il.

Şimdi,  Gönen, bildiğiniz gibi, kaplıca cenneti olan bir yer. Birçoğumuz, yaşlılarımız, gençlerimiz oraya giderek bu kaplıcalardan faydalanmıştır. Binlerce insanımız oraya gelmekte, bu sağlık turizminden faydalanmaya çalışmakta. Yine bir kurul, bir bakanlık, çimento fabrikası için oraya ruhsat vermiş. Şimdi, çimento fabrikasının tozu, dumanı Gönen’e yağacak. Sayın Bakanım, bu konularda bakanlıklar arası bir komisyon kurulsun. Bir bakanlık kendi çıkarına, kendi konusuna uygun konularda yetki verebilir, ama diğer bakanlığın alanına girdiğinde, diğer konuda o bölgeye zarar vereceğini düşünerek bu komisyonlar marifetiyle bunlara onay verilmeli. Bayındırlık Bakanlığı onay veriyor, mahkemeye şikâyet ediliyor, mahkeme iptal ediyor, Çevre Bakanlığından gidip onay alıyor. Çevre Bakanlığının onayı tekrar mahkemeye veriliyor, aylarca sürüyor. Ama tesis orada yağmalamaya, orayı batırmaya devam ediyor. O iptal oluyor, ondan sonra belediye buna ruhsat veriyor. Yani, böyle, birinin yaptığını biri bozan ama bir türlü, sahipsiz… Bize emanet edilmiş, gelecek nesillere sağlam teslim etmek zorunda ve sorumluluğunda olduğumuz bu doğayı koruma noktasında üzerimize düşen görevi yapmıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bulut.

AHMET DURAN BULUT (Devamla) – Yine Balıkesir bir turizm… Sadece Balıkesir değil, ülkemizin hemen hemen her yerinde turizm ülkemizin dışarıya açılan penceresi. Arkaik Çağ’dan kalma tarihî zenginliklerimizi, kültürel, folklorik zenginliklerimizi, Türkiye’ye gelen herkesin şaşırdığı, heyecanlandığı bu kaynakları dünyaya tanıtma noktasında Körfez Havaalanı’nın mutlaka ulaşıma açılması gerekiyor benim ilimde. Benim ilimde, Ayvacık-Küçükkuyu yolunun bir an önce yapılması, İstanbul-Edremit hattının süresinin kısaltılması gerekiyor. Çanakkale asma köprüsünün mutlaka hayata geçirilmesi, Avrupa’nın İzmir’e, Ege’ye ulaşımının, Türkiye’ye ulaşımının kolaylaştırılması gerekiyor. Ormanların turizm amaçlı, ormanların maden amaçlı, ormanların şu bu amaçlı tahsisine hepimiz karşı çıkmak durumundayız.

Ormanlar bizim değil, ormanlar bu milletin. Milletin temsilcileri olarak mutlaka bunlara sahip çıkmamız gerektiğini belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bulut.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde soru işlemine başlayacağız. Yalnız çok fazla soru sormak isteyen arkadaşımız olduğu için arkadaşlarımıza birer dakika  süre vereceğim.

Buyurun Sayın Ertemür.

ALİ RIZA ERTEMÜR (Denizli) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istediğim iki sorum var.

Sayın Bakanım, biliyorsunuz, Pamukkale dünya kültür mirası olarak insanlığın hizmetine sunulmuştur. Ama, ne yazık ki, bugün Pamukkale ciddi anlamda sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Özellikle girişindeki Kocaçukur tabir edilen bir proje vardı özel idare tarafından ve Bakanlığınız tarafından yapılan ve ne yazık ki trilyonlar harcanan bu proje, bugün buranın bataklık ve mezbelelik bir hâl aldığını gördük. Çok ciddi paralar harcanarak bu proje yapılmak istenmekteydi, ama ne yazık ki yarım kaldı. Biliyorsunuz, bu proje kamuoyunda da valimizi görevden aldırmıştı bu projeyle ilgili ve aynı zamanda da Karahayıt beldemizde uzun zamandan beri söz edilen termal kaplıca sağlık projesi…

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ertemür.

Sayın Doğru… Yok.

Sayın Torlak…

D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’un bu döneminde gelecek turistin sadece kara yolu ve hava yoluyla geleceği düşüncesi hâkim. Ancak, bu dönemde yat, gemi ve muhtelif deniz araçlarıyla gelecek bir büyük potansiyel de olacağı göz ardı edilmemelidir. Gelecek tüm deniz araçlarının bağlama yeri, çekek yeri ve marinaların yeterli olmayacağı da kesindir. Bu sebeple, İstanbul’da bağlama yerleri, çekek yerleri ve marinalarla ilgili sayıların yükseltilmesi için Bakanlığınız ve Ulaştırma Bakanlığı arasında ivedi olarak bir planlamanız var mıdır? Varsa bu bölgeler nerelerdir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Öztürk

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Bakanım, İstanbul’daki Four Seasons Oteli, idare mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen devam edilecek mi? Birinci sorum bu.

İkinci sorum: Bu, Silifke-Aydıncık bölgesindeki balık çiftliklerinin turizmi engellediğini düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk.

Sayın Çöllü...

HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Kaş-İnceboğaz’daki 44-45 parsellerde bulunan 180 dönümlük alanın sit kararının kaldırılmasıyla ilgili bir başvuru yapıldığı duyumunu aldık. Böyle bir başvuru var mıdır? Varsa, başvuruyu yapan kimdir? Bu alanda kimler ne yapmak istemektedir? Bir proje var mıdır? Hangi gerekçeyle bu talep gündeme gelmiştir? Ne karar verilmiştir?

İkinci sorum: Antalya’da geçen turizm döneminde elektrik kesintileri nedeniyle ciddi sorunlar yaşanmıştı. Turizmi olumsuz etkileyen böyle kesintilerin yaşanmaması için bu sene ne gibi çalışmalar yapılmıştır?

Üçüncüsü de, Bodrum’da dalış turizmine hizmet veren çok önemli bir turizmin ayağı söz konusudur. Dalış turizminde olmazsa olmazı basınç odalarıdır. Bodrumdaki basınç odasına hizmet veren sağlık birimleri, doktorlar başka yerlere atanmış, yerine yeni doktorlar getirilmemiştir. Bu konuda bir girişim yapıp, kaybolan, performans kaybeden Bodrum dalış turizmine katkı sağlamayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Emek…

ATİLA EMEK (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, seçim bölgem Antalya’da hafta sonu turizm işletmecileriyle yaptığım görüşmelerde Manavgat’tan başlayarak Antalya, Kemer, bütün bölgelerde, ecri misil ödenen şezlong ve şemsiye konulan yerlerle ilgili olarak cezai kovuşturmalar başladığı, on iki tane davanın sonuçlanıp mahkûm olduğu, sektör temsilcilerinin çok kaygı içinde, diğer seri davaların gelmekte olduğu durumunu gördüm, paylaştık. Bu konuda Bakanlık olarak ne düşünüyorsunuz, nasıl bir çözüm önerisi yapacaksınız?

Teşekkür ederim

BAŞKAN – Sayın Varlı...

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Adana ili Kozan ilçesine bağlı Dilekkaya köyü Anavarza Kalesi’nin sit alanı içerisinde bulunmaktadır. Bu köylüler, sit alanı ilan edildiği için, kendi avlularına, kendi evlerine dahi bir şey yapmakta sıkıntı yaşamaktadırlar. Bu köylülerimizin mağduriyetini gidermek için bir iyileştirme yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Buldan, buyurun.

PERVİN BULDAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde güvenlik gerekçesiyle yakılan ormanlarımızın, yine maden arama gerekçesiyle tahrip edilen ormanlarımızın olduğunu biliyoruz. Gerekçesi ne olursa olsun ormanlarımızın yakılmasına karşıyız. Ormanların korunması konusunda her türlü tedbirin alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle, güvenlik gerekçesiyle ve maden arama gerekçesiyle kesilen ve tahrip edilen ormanlarımızın yerine, yani boş kalan o alanlar yerine… O alanları nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Uslu, buyurun.

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, kısa bir sorum var yine. Hazinenin mülkiyetinde olup da çeşitli turizm faaliyetleriyle değerlendirilebilecek yerlerin bir tasnifi yapılmış mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uslu.

Sayın Bulut, buyurun efendim.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakanım, turistik tesislerin önlerinde demirden iskele yapılması yasaktır. Dolayısıyla, deniz kenarında, tesislerin önünde demir iskele yapmış olanlar büyük cezalar ödeyerek bu iskeleleri kestirmekte, kaldırmaktadırlar. Bu konuda ancak ahşap iskeleye izin verilmektedir. Ahşap iskele göllerde ancak dayanabilir. Denizde ahşap iskele olmaz. Bu konuda karar veren kurum -zannediyorum- yetkilileri göl kenarında yetişmiş insanlardan oluşacak ki, denizin deliliğine, dalgasına ona dayanacak iskele çeşidi konusunda yeterli bilgiye sahip değiller. Sayın Bakanım, sahillerimizde turizmin canlanması için, turistlere iyi hizmet verilmesi için demir konstrüksiyonlu, izinli iskeleler yapılması konusunda Bayındırlık Bakanlığı ile bir diyaloğa geçilirse, bu düzenleme yapılırsa iyi olur diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Özdemir, buyurun efendim.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Bakanım, 1980’li yıllardan itibaren ülkemizde turizm sektörü verilen teşvikler sayesinde gelişmiştir. Bu teşviklerin büyük bölümünün sahil kent kesimine verildiği malumlarıdır. Bölgede kültür turizminin geliştirilmesi için turizm yatırımları ve kültür yatırımları için teşvik yasası çıkarılmalıdır. Bu, yalnızca ilimizde değil, bölgemizde işsizlik sorununu da ortadan kaldıracak ve sosyal sorunlara çare olacaktır. Gaziantep ve Hatay, Şanlıurfa, Adıyaman, Mardin, Antalya, Antakya illerinde sağlanacak koordinasyon… Bölgenin kalkınması turizmle olabilir. Bu bölgenin en önemli sorunu da işsizliktir. Bu bölgeye teşvik vermeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Son soru, Sayın Hıdır, buyurun efendim.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sayın Bakanım, özellikle Bodrum Devlet Hastanesinde basınç odasının bulunduğunu söylemek isterim kendi bölgem olması sebebiyle ancak oradan herhangi bir şekilde deniz altı su hastalıkları, vurgun uzmanı doktor doğuya tayin edilmemiştir. Bu, sadece vurgun yiyen bir hastanın ortaya attığı asparagas haberden ibarettir. Bunu biliyor muydunuz?

Arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Bakanım, cevap hakkı sizde.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Bir dakika kırk iki saniyede mi cevap vereceğim?

BAŞKAN – Hayır efendim, çok sual olduğu için süre tanıyacağım size.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Peki, çok teşekkür ederim.

Pamukkale’de ciddi çalışmalar yaptık bu geçen dönemde. İlk arkadaşımdan başlayarak söylüyorum. Özel idareyle Bakanlık arasında yeni bir anlaşma yaptık ve Denizli kamuoyuna da yansıdı, umarım siz de görmüş ve duymuşsunuzdur. Ciddi bir gelir kaynağı üretmeye çalıştık.

Pamukkale, UNESCO dünya mirası listesinde en başta gelen yerlerden birisi. Çevreyi bütünüyle koruma altına aldık. Bir tel çit yapıldı. Kocaçukur’da, Karahayıt’ta, bütün öteki alanlarda iyileştirme çalışmalarını ben yakından takip ediyorum. Bu…

ALİ RIZA ERTEMÜR (Denizli) – Kurbağalar yüzüyor şimdi.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Kurbağa yüzüyor ama, şimdi, mesela -ben o tabirleri kullanmak istemiyorum- çevreden eskiden giren birtakım daha büyükbaş yaratıklar girmiyor. Bu yıl içinde, bu yaz içinde iyileştirmeler olduğunu hep beraber göreceğiz.

Şunu bu vesileyle söylemek istiyorum: Dünya Mirasları Listesinde dokuz yerimiz var, on sekiz de aday yerimiz var. Hem bu aday yerlerin sayısını çoğaltmak hem miras listesine daha çok yeri dâhil etmek amacında olduğumuzu söylemiştim. Şimdi, Maliye Bakanlığıyla temas hâlinde, eğer arkadaşlarımız da, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri de yardım ederse, bu konuyla ilgili, sadece bu konuyla ilgili bir özel fon yaratmaya, bir özel kaynak yaratmaya çalışacağız. Maalesef, bu büyük arazili ören yerlerimiz -Hattuşaş buna benzer, Nemrut buna benzer- çevre koruması son derece zayıf, her türlü yaratığın girebileceği, çıkabileceği, ziyaretçi trafiğinin bile düzenlenmediği alanlardı bunlar. Çok ciddi önlem almamız gerekiyor. Pamukkale bunların başında geliyor. Meraklanmayın, beraberce iyileşmeyi göreceğiz.

2010’la ilgili, Sayın Torlak arkadaşım, İstanbul’da… Çok katılıyorum. Tabii, İstanbul bu yıl 6,5 milyon civarında ziyaretçi aldı. 2010’da 10 milyona çıkması gibi bir projemiz var ama ben bunun yetersiz olduğunu her vesileyle söylüyorum. Yani, İstanbul gibi bir tarih ve doğa özelliği taşıyan kentin taşıyacağı rakam 6,5 da değildir, bence 10 da değildir, çok daha yukarısıdır. Bunu Roma’ya bakarak söylüyorum, Paris’e bakarak söylüyorum, Prag’a bakarak söylüyorum, çok daha fazlasıdır ve bununla ilgili hava ulaşımı imkânlarını çoğaltmanın yanı sıra, tabii deniz ulaşımı imkânlarını… İstanbul’a, çünkü kara ulaşımı nihayet sınırlıdır. Yani İstanbul gibi bir coğrafyaya gelebilecek yeni yollardan çok yeni deniz yolları, belki yeni hava yolları imkânı çoğaltmak gerekiyor. Bizim İstanbul’la ilgili, Galata Kruvaziyer Limanı, İstanbul Haydarpaşa Kruvaziyer Limanı, İstanbul Ataköy Kruvaziyer Limanı, Zeytinburnu Kruvaziyer Limanı ve çok daha farklı yat limanı projelerimiz var ve bunlar üzerinde çalışıyoruz. Çok önemli bir uyarıdır. Teşekkür ederim.

Four Seasons’la ilgili bir arkadaşım sordu. Değerli arkadaşlarım, gerek Four Seasons’la gerek bütün öteki alanlarla gerek başka işleyişlerimizle… Biz yasalara, bu yargı kararlarına fevkalade saygılıyız. Ben bu yargı kararı çıkar çıkmaz arkadaşlarımı uyardım, yargı kararının gerekleri yerine getirilecek. Bunu orada çalışan firma temsilcilerine de söyledim, ilgili yerel yönetim birimlerine de söyledim. Bizden yargı kararını savsaklama gibi bir davranışa göz yummayı kimse beklemesin. Ama şunu da söyleyeyim: Bir yargı kararı var. Bu konu artık yargıya intikal etmiş. Yargının gösterdiği çerçevede yürüyeceğiz.

Ben daha önce bu konudaki görüşümü açıklıkla söyledim. Orada 17 dönüm arazinin üzerinde 15 dönüm bir arkeolojik park üretiliyor. Bunu Türkiye’nin arkeoloji konusundaki önemli bilim insanları önemsediler, 2010’da dünyaya sunabileceğimiz yeni bir alan olduğunu söylediler. Ama sekiz ayak üzerinde de bir eklenti otel yükseliyor. Sekiz ayak üzerinde eklenti otel yapılabilir. O yoğunlukta olur mu ve o yükseklikte olur mu? Bugün benim önüme gelse ben o yoğunluğa ve o yüksekliğe izin vermem. Ama başlamış, on yıldan beri gelen bir süreç var ve hukuk devleti içinde, biz, artık, şimdi, taraflar arasında yargının vereceği kararı uygulama noktasındayız.

Balık çiftlikleri konusunda daha önce Vahap Bey arkadaşım da söyledi, Mersin’de… Türkiye’de, tabii, biz, bu koruma-kullanma dengesini bir yandan ormanlarda bir yandan da işte üretim-verimlilik dengesini, oradan “üstün kamu yararı” kavramına bir yol çizerek beraberce değerlendirmek ve üretmek zorundayız.

Şimdi, balık çiftlikleri konusunda bir üretim, oradan işte iç piyasada ve dış piyasada bir tüketim hassasiyeti talebi var, bir yandan da bizim, özellikle turizm alanlarını, kıyılarımızı, turizmde geliştirmeyi amaçladığımız bölgelerimizi -ki, Ege, Mersin bu açıdan özellik taşıyor- koruma hassasiyetimiz var. Ben bu konudaki dikkatimi, duyarlılığımı Turizm Haftası açılışında hem yüksek sesle Mersin’de söyledim hem araziyi yukarıdan gözlemeye çalıştım.

Mersin’de baştan sekiz yer planlanmıştı. Dört tanesi baştan karşı koyuşumuzla gündemden düşürüldü. Dört yere indirgenmişti. Dört yerin üçüne itiraz ettik. Bir tanesi de sınırları yeniden düzenlenmek kaydıyla olabilir gözüküyor şu anda bize. Bizim Bakanlığımızın görüşü budur. Bu çerçevede dikkatimizi ve takibimizi sürdüreceğiz.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, yeterli süreyi verdim galiba.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Öyle mi? Arkadaşlarımızın soruları kaldı, benim yüzümden değil. Yani teker teker sorulara yanıt vermeye çalıştım ama.

ATİLA EMEK (Antalya) – Antalya önemli Sayın Bakan, Antalya’nın durumu son derece önemli. Sektör sıkıntıda. Lütfederseniz cevabını bekliyoruz.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Ha Anatalya’da, onu hemen söyleyeyim: Kaş’taki meseleyi inceleyeceğim, bilmiyorum. Antalya’da, -bunu bir arkadaşım daha kürsüye getirdi- Adalet Bakanlığıyla temas içindeyiz. Şimdi, son Ceza Yasası düzenlemesinde bu tür işler kabahatten cezaya dönüştüğü için, maalesef mahkemeler oldukça ağır cezalar uyguluyorlar. Bu bilgileri tamamen aldım. Adalet Bakanlığımızla sanıyorum bir maddeden ibaret bir düzenleme getireceğiz yakında. Daha doğrusu, Adalet Bakanlığı getirecek, biz yakından takip edeceğiz ve bu mağduriyetin ortadan kalkmasını sağlayacağız. Konuyu biliyorum.

HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Enerji kısıtlamalarıyla ilgili?..

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Enerji kısıtlamalarıyla ilgili konu Sayın Başbakanın yakın takibinde, bizim dışımızda ve Enerji Bakanımız bu yaz böyle bir sorun yaşanmaması için her türlü tedbiri aldıklarını söyledi. Bu bilgiyi sizinle paylaşıyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN -  Teşekkürler Sayın Bakan.

Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 217 sıra sayılı  Kanun Tasarısına çerçeve 6’ncı maddesiyle eklenen geçici madde 9’daki “otuz gün” şeklindeki ibarenin “doksan gün” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

                                  

Mehmet Şandır

Hüseyin Yıldız

Abdülkadir Akcan

 

 

Mersin

Antalya

Afyonkarahisar

 

Metin Ergun

M. Akif Paksoy

Rıdvan Yalçın

 

Muğla

Kahramanmaraş

Ordu

 

 

Erkan Akçay

 

 

 

Manisa

 

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN -  Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Efendim “otuz gün” burada karar verme süresi değil, talepte bulunma süresi. savsaklama olmaması için bu sürenin uzatılmasını doğru bulmuyor ve önergeye katılmıyoruz.

Teşekkür ederim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN -  Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Söz konusu süre, Kanunla varılmak istenen amaç göz önüne alındığında yetersiz kalmaktadır.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir.

7’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 7- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN -  Gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan.

Buyurun Sayın Özkan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 7’nci maddesinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Bu yasa tasarısı hazırlanırken ne yazık ki yerel yönetimlerden, turizm bölgelerinde yaşayan halktan, sivil toplum örgütlerinden görüş alınmamıştır. Her yasada bunu yapıyoruz. Yine, Ulaştırma Bakanlığının bir tasarısında, taşımacılarla ilgili, kara taşımacılığıyla ilgili yasada da şoförlerden bir destek almadık. Bugün Ankara’da Şaşmaz’da yaklaşık 5-6 bin şoför esnafımız kontak anahtarlarını ellerine almışlar aynen şunu yapıyorlar: Kontak anahtarlarını bizlere gösteriyor 5-6 bin insan. “Bu kontak anahtarlarını akşamleyin televizyonlarda görmeyeceksiniz ama dalda kalan bir kediyi haftalar boyunca izleyeceksiniz.” dedi o 7 bin şoför esnafı. Ruhsatlarını bize teslim ettiler. Sayın Grup Başkan Vekilimiz Hakkı Suha Okay, Sayın Mevlüt Coşkuner, Sayın Atila Emek, Sayın Sacid Yıldız, Sayın Nesrin Baytok ve bendeniz o şoförlerimizin feryadını dinledik. “10 numara yağ yakıyoruz, 10 numara yağ.” diyor şoför esnafı. “Aracımıza mazot alamıyoruz. Eskiden derdik: ‘Nazar etme ne olur, çalış senin de olur.’ Çalışamıyoruz, nazara geldik. ’Yol Ford’un, kuzu kurdun’ diyorduk; söylemiyoruz, Ford da sizin olsun yol da sizin olsun. Çalışmak istiyoruz, çalışamıyoruz, iş bulamıyoruz. Ton başına kilometre, taksimetre gibi bir fiyat oluştursun Sayın Bakanlık, biz çalışmaya hazırız.”

Hepsinin -gidin görün o 5-6 bin şoför esnafını- gerçekten saçları sakallarına karışmış, bir haftadır aç susuz Şaşmaz’da kamyonlarıyla beraber bekliyorlar. Meclisten gelecek bir söze... Sivil toplum örgütü. Bizden bekledikleri sadece bu tonaj. “K1, K2 belgelerinden vazgeçtik. Onları aldık, bir işe yaramıyor. Biz onlara kazık 1, kazık 2 dedik, kömür 1, kömür 2 dedik ama bu sesimiz Mecliste duyulmuyor.” Onların sesini siz Meclisteki değerli milletvekilleriyle paylaşmak istiyorum. Gerçekten aranızdan bir heyet oluşturun, gidin. O insanların etrafını polis çevirmiş. Burdur’dan, Uşak’tan, Yozgat’tan, Sivas’tan, Hakkâri’den, Diyarbakır’dan, Yalova’dan, Türkiye’mizin bütün coğrafyasından 6-7 bin şoför esnafı orada sorunlarına cevap bekliyor. “Açmazdayız.” diyorlar. Yine onlar “Ömür biter yol bitmez diyorduk, ömrümüz de bitti, yolumuz da bitti, çalışma ortamı kalmadı; ne olur bizim sesimize kulak verin.” diye feryat ediyorlar. Meclisin değerli milletvekillerinden o şoför esnafının sesine kulak vermelerini istiyorum.

Bana telefonlar geliyor. Geçenlerde, Antalya’nın Küçükköy beldesinden Murat Çağlayan diye bir vatandaşımız aradı “Aracıma 11 milyar ceza kesildi. Ben vergiyi ödeyemedim, mazot parası yok cebimde, bir 5 milyar küsur kesildi, arkasından bir 5 milyar küsur kesildi, 11 milyar.” diyor. Burdur’da Hacılar’dan K1 belgesini alamayan bir vatandaşımıza -bir gün sonra K1 belgesini alıyor- 5 milyar 775 milyon lira ceza kesiliyor. Milletvekili olarak bir radar cezası dahi vermek bizlerin gücüne gidiyor. 160 milyon lira, 200 milyon lira -yerine göre, hızına göre- hepimizin gücüne gidiyor bu cezalar. O insanın, kamyonuna mazot bulamayan insanın, çocuklarının nafakası için gece gündüz isimsiz kahraman olarak çalışan o şoför kardeşimizin, o isimsiz kahramanların, hız kesenlerin bu feryadına lütfen kulak verin. Gerçekten çok açmazdalar. “Gece gündüz çalışıyoruz, evimize ekmek götüremiyoruz; bu cezalar nedir?” diyorlar. “Jandarmadan kaçıyoruz, devletin jandarmasından kaçıyoruz, polisinden kaçıyoruz, yollarımızı değiştiriyoruz.” diyorlar. Gelin, Antalya coğrafyasından Isparta Dinar yol kavşağına, bütün kamyonların Dinar kavşağından Çay’a döndüğünü görürsünüz. Burdur’a gelin, yine Antalya kavşağından gelen insanlarımızın şehir içine girişlerini görürsünüz. Nedir? Çünkü kavşak noktalarında polis bekliyor, maliye bekliyor, jandarma bekliyor. “Ceza vermekten usandık” diyor. Yetmiş beş yaşında Susuz Köyü’nde bir şoförümüz “Dilim varmıyor söylemeye, 200 milyon lirayla Ankara’ya varıyorum, ruhsatın arasında parayla, küçük küçük paralarla ilime dönüyorum, bu benim gücüme gidiyor. Yetmiş beş yaşında ben direksiyon sallıyorum, ama ne olursunuz bu feryadımızı dile getirin.” diyor. Turizm yasasında bunları dile getiriyorum. Bu da bir iç turizm. Bu insanlar isimsiz kahramanlar. Çalışmak istiyorlar ama alın terleri gerçekten o direksiyonun simidinde kalıyor. Lütfen ona hep beraber kulak verelim, onların feryadını gidelim Şaşmaz’da bir dinleyelim.

Tasarıda, orman sayılan yerlerin işletmeye açılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisi ile Muğla, Antalya, Aydın bölgelerimizde bulunan koylarda, mavi yolculukların önemli noktalarında, orman içi yürüyüş bölgelerinin en güzel köşelerinde betonlaşma girişimlerinin arka arkaya geleceği açıktır değerli arkadaşlarım. Tasarı, sağlık, termal, golf, kış, deniz, spor ve benzeri her türlü turizm girişimcisinin isteğine uygun, geniş hâliyle istenilen her orman alanını tesisleşmeye açma hakkını vermektedir. Mavi yolculuğun en güzel limanlarına ve koylarına, yani o güzelliğin ortasına dev bir tesis yerleştirilebilecek, o tablonun en güzel rengi olan yeşil ağaçlar o tesisler için yok edilecek. Doğal örtünün yok edilmesi gibi geri dönülmez bir adımı telafi için, tasarıya “3 katı kadar alanın ağaçlandırma bedeli ve ağaçlandırılan bu alanın üç yıllık bakım bedeli” gibi bir ibarenin eklenmesine karşı söylenecek söz bulamıyoruz. Önergemizde “Canı camız kaymağı isteyen cebinde dombayı taşır.” sözünü hatırlatarak bunu beş yıla çıkaralım dedik, ama ne yazık ki AKP’nin oylarıyla önergemiz kabul edilmedi. Zararın neresinden dönersen kâr anlayışıyla yaklaştık, ama bu zarar… “Yaş kesen baş keser, yapmayalım.” dedik, ama bu önergemiz ne yazık ki Komisyonda reddedildi.

Yüz yıldan bugüne gelen çam ağaçlarımızın yerine, benzer yasalar nedeniyle geleceğinden emin olamayacağımız küçük fidanlar dikilmesinin öngörülmesi de bu hazin tabloyu tamamlamaktadır. Bu anlamda, bu tasarı ile yüz yıllık ağaçların kesilmesine neden olanlar bunun hesabını ve vicdani muhasebesini önce kendi çocuklarına ve torunlarına karşı vereceklerdir. Tüm dünya çok iyi bilmelidir ki Marmaris, Datça, Fethiye, Göcek, Gökova, Bodrum, Ortaca, Dalaman, Alanya, Antalya, Manavgat, Sarıgerme, Demre çam ağaçlarıyla, mavi yolculuk koylarıyla bugüne gelmiştir. Gelecekte bu cennet köşelerde ortaya çıkacak beton yığınları turizm kalitemizi bu bakımdan aşağıya çekecektir. Tasarının yasalaşması durumunda orman alanlarındaki tahsislere yönelik sınırlayıcı yapı son derece kolaylaşacak ve tabiri caizse ormanlara gözünü diken yerli ve yabancı yatırımcılar sıraya girecektir. Bu durum belki bugün devletimizin kasasına sıcak para girişini sağlayacak ancak bölgemizin ve ülkemizin doğal değerlerini büyük bir hızla kaybetmesine neden olacaktır. Böylesine önemli alanlar yalnızca üç bakanlığın kararıyla ve Kamu İhale Yasası’yla, Orman Yasası dışında tutularak tesisleşmeye açılmak istenmektedir ancak yıllardır yaşamını buralarda sürdüren bölge köylüleri için kümese, eve, koyun damına hiçbir şekilde yapılaşma izni verilmemiştir. Konu bu yönüyle de eşitlik ilkelerine aykırı görülmekte olup gelecekte herkes için bu iznin verilmesi gibi bir durum ortaya çıkarma ihtimalini de akla getirmek zorundayız.

Alternatif turizm projelerine ve turizm çeşitliliğine ihtiyaç duyulması anlaşılabilir olmasına rağmen, özellikle Antalya bölgesinde 700 bin yatak kapasitesine ulaşmış binlerce tesisin yabancı turiste neredeyse bedava sunulur hâlde bulunuyor olması unutulmamalıdır. Bugün Türkiye genelinde tesis anlamında arz-talep dengesinde çok net bir arz fazlası mevcuttur.

Eğer turizm teşvik edilmek isteniyorsa öncelikle mevcut tesislerin kalitesinin artırılması için teşvik uygulamaları, küçük işletmelerin butik tarza  dönüşümünün gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Çok yerlerde turizm beldelerimize göz dikildi. Antalya sınırlarındaki Neopolis antik kenti, alageyik üretme çiftlikleri ve kentin tek kış turizm merkezi olan Saklıkent’in hemen yanı başında Doyuran beldesinde dokuz taş ocağı için ruhsat verilmesi buna örnek gösterilebilir. Doyuran halkı, Antalya ayağa kalktı, milletvekillerimiz Sayın Atila Emek, o dönemdeki Tuncay Ercenk, Nail Kamacı, Feridun Baloğlu o bölgede o insanların feryadına ses verdi, kulak verdi, gördü. Her ne kadar Sayın Başbakan “Görmüyorlar, duymuyorlar, konuşmuyorlar” dese de, gittiler o bölgedeki halkla gören göz oldu, duyan kulak oldu, konuşan dil oldu ama ne yazık ki bu görmelerimizi, bu duymalarımızı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) – …bu konuşmalarımızı Hükûmet yetkilileri ne yazık ki görmedi çünkü biz görüyoruz değerli arkadaşlarım. Biz çiftçinin, köylünün, esnafın, turizm beldelerinin gezeniyiz.

Turizmi sadece Antalya coğrafyası, Muğla coğrafyası, İzmir coğrafyası olarak değerlendirmemiz de çok yanlış. Türkiye bir mozaik, tarihe ev sahipliği yapıyor, Selçukluya, Lidya’ya, Frigya’ya, Fenikelilere ev sahipliği yapıyor Türkiye'miz. Gidin Kars’ta Ani Harabeleri, Edirne’ye gidin Selçuklular, o güzelim sanat eserleri, İstanbul’umuz, Burdur’umuz, Kybra’mız, Burdur antik kentimiz, Burdur Müzemiz, Susuz Kervansarayı’mız. Burdur’un öyle güzellikleri var ki bunu Antalya turizmiyle hâlâ buluşturamadık. Bunları araştırmamız gerekiyor. O tur operatörleri… Sayın Bakanımız gitmiş… Çektikleri zaman, Antalya’dan çıkıyor Muğla’ya veyahut da Pamukkale’ye ama bu tur operatörlerini organize edip, o Sagalassos’umuzu, dünyanın en büyük tiyatrosuna sahip Sagalassos’umuzu bir görmelerini ben buradan yürekten istiyorum. Gerçekten dünyada eşi benzeri yok, Efes’in 3 misli bir Sagalassos’umuz var.

O şoförlerin feryadına hep beraber bir kulak verelim değerli arkadaşlarım.

Bu duygularla tümünüze saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özkan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Münir Kutluata.

Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 7’nci maddesi ile ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Bu yürürlük maddesinde söz almak niyetinde değildim ancak iktidar mensubu bir iki arkadaşımın ifadesinden sonra söz alma mecburiyeti hissettim. Bir arkadaşımız Milliyetçi Hareket Partisi sıralarına dönerek “Turizmden yana diyorsunuz ama muhalefet ediyorsunuz.” dedi. Bu, turizmden yana olmak ne demek, onun üzerinde biraz durmak istiyorum.

Bir başka arkadaşımız, turizm gelirlerinin, ihracat gelirlerinin yüzde 34’üne tekabül ettiğini, ihracatın yüzde 34’ü kadar da turizm geliri elde edildiğini söyledi. Bunu, tahmin ediyorum, bir övünç vesilesi olarak ifade etti. Esasen, bu tür oranlamalar ve ifadeler, ihracatımızın durumunu ele verir, Türk sanayisinin durumunu ele verir, bunlar övünülecek şeyler değildir, demek ki ihracatımız yetersizdir. Bu arkadaşımızın, ayrıca, turizm gelirlerinin, ithalattaki farkın ne kadarını karşılamaya gittiğini ve geriye 50 milyar dolarlık bir cari açık tortusunun kaldığını bilmesini istiyorum. Dolayısıyla, Türkiye’nin ekonomik yetersizliklerine turizmi çaredir diye göstermek, başından beri başvurulan bir yoldur, hiç de sağlıklı bir yol değildir. Onun için, ben, turizm konusunda, turizme destek olmak, turizmden yana olmak ne demek, onun üzerinde durmak istiyorum.

Efendim, hepinizin bildiği gibi, turizm bir üst tüketim türüdür. Belirli harcamalardan ve ihtiyaçların giderilmesinden sonra insanların başvurabildiği bir tüketim türüdür. O hâlde, bir yönetim, turizm deyince önce kendi insanlarının, kendi yurttaşlarının turizme katılıp katılamadığıyla yakından ilgili olmak mecburiyetindedir. Eğer böyle bir hesap varsa, o ülkede turizm doğal seyri içerisinde gelişir, yabancıya has yatırımlar, yabancıya yönelik yatırımlar, yabancıya yönelik hazırlıklar olmaz. Almanya, Türkiye’den gelen Türkleri iyi ağırlamak için, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan hatta, Amerika, hiçbir tanesi, dışarıdan gelen turistleri iyi ağırlamak için özel harcamalar yapmıyorlar, gayretler içinde değiller çünkü genel gelişmişlik seviyeleri bu turizme hizmet verecek durumdadır. Dolayısıyla, fakir ülkelerin, turizmden gelir elde edeceğim diye, turizmin ruhunu kavramadan, birtakım devamlı tedbirler alıyor olması, sonuçta o ülkeye yarar sağlamıyor. Turist gelsin diye yol yatırımı yapacaksanız, bu, turizmin bir maliyetidir. Turist gelecek diye elektrik götürmek zorunda iseniz, elektriğinizi götürememişseniz, bu, turizmden gelir elde etmek demek değil, bir maliyettir. Bunun için havaalanı, bunun için eğitim, bunun için personel… Bunların hepsi maliyettir. O hâlde genel olarak ülkenin gelişmişlik seviyesiyle ilgili değerlendirmeleri sağlıklı yapmak lazım. Bir ülkenin dünyadaki siyasi varlığı ve etkinliği, iktisadi varlığı ve etkinliği yetersiz ise o ülkeye gelen turistlerin ancak Türkiye’nin yaptığı gibi ucuz dinlenme turizmi vesaire alanlarda, bu gibi alanlarda özel avantajlar sağlamasıyla ilgilidir. Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye’nin teşviklerle sağladığı bu büyük, ciddi yatırımlar, gelen turistler açısından fevkalade ucuz birtakım arz anlamına gelmektedir. Yani, bir başka ifadeyle, ağırladığımız turistlerin çoğu kendi ülkelerinde bu tür otellerin kapısından geçecek durumda değildir. O hâlde turizm politikalarımızı gözden geçirmek gibi bir mecburiyetimiz var.

Bu fakir millete turizm çok yüksek maliyetlerle sunulmuştur. Önce, kamu kampları denilmiş, yatırımlar yapılmış, iç turizmin gelişmesine hiçbir katkı sağlamamış, geliri olan insanlarımızı oralara yönlendirmişiz. Sonra, yazlık konutlar demişiz, sahillerimizi yağma etmişiz, yine turizme deva olmamış. Sonra, turistler için yıldızlı oteller demişiz, bu yatırımları da yapmışız. Böyle üçlü bir yatırımla Türkiye’ye bu işin bir maliyeti vardır.

Onun için, şimdi çıkarmakta olduğumuz, görüşmekte olduğumuz bu tasarı  daha önceki Yasa’nın -Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen- Türkiye’de ormanlarla ilgili hususunu düzenleme amacı taşıyor. Ama, ormanların tahsisine gelinceye kadar bu belki bir gereklilik olabilir, burada eğer millî hassasiyetler muhafaza edilebilecekse gerekiyor olabilir, ama buna gelinceye kadar turizmle ilgili yapacağımız çok işler vardır.

Turizm Bakanlığımızın derdi, sıkıntısı, yabancı turistlerin iyi ağırlanarak sadece turizm geliri nasıl elde edilir olmamalıdır. Alman Hükûmetinin turizmle ilgili sıkıntısı, Alman vatandaşlarının dünyada iyi turizme katılabilmesidir. Türkiye’de bir Alman turistin ayağına taş takılsa, bu, Almanya’yı turizm gelirinden çok fazla ilgilendirmektedir. O hâlde, Türk vatandaşlarının hemen hemen adını bildiği hiçbir ülkeye vizesiz gidemiyor olması hem Turizm Bakanlığımızın takip etmesi gereken bir konu olmalı hem Dışişleri Bakanlığımızın bir ihmali olarak değerlendirilmelidir. Onun için turizmi kendi ülkesine, kendi insanına layık görmeyen hiçbir ülkenin turizmde sağlıklı mesafe aldığı görülmemiştir. Daima turizm bu ülkelerin üzerine bir maliyet olarak yüklenir. O yüzden, Bakanlığımızın diğer taraftan iç turizm dediğimiz konuyla ayrıca yakından ilgilenmesinde büyük yarar var diye düşünüyorum. Çünkü, kendi insanlarımızın seyahat etme, dinlenme şansı maalesef bu üçlü maliyet sistemi içerisinde pek geliştirilememiştir. Dikkat ederseniz, her iki üç günlük tatil boşluğunda, bayram aralığında Türkiye bir uçtan bir uca seyahate kalkışır. 1.500 kilometrelik mesafeleri insanlarımız sırf bir ziyaret maksadıyla, ziyareti bahane ederek seyahat yaparlar. Bu ne demektir? Bu, insanlarımızın içeride seyahat etmesi için gerekli altyapının oluşamadığı, herkesin aile ziyaretleriyle, kayınvalide ziyaretleriyle turizm ihtiyacını gidermeye çalıştığı anlamına gelmektedir.

Burada konu iç turizme gelmişken, Bakanlığın, dış turizme verdiği  desteklerin çok azıyla Türkiye’de iç turizmi geliştirebileceğini biliyoruz. Bu konuda tedbir almasında büyük yarar olduğunu ifade etmek istiyorum. Konu buraya gelmişken -bütün illerimizle ilgili aynı şeydir ama- kendi bölgemle bir örnek vermek istiyorum: Daha önce Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Bakanın dikkatine sunduğumuz bir hususu, Genel Kurul önünde de, milletimizin önünde de tekrar etmek istiyorum: Karadeniz’in tamamı hemen hemen dağlık olduğu için Sakarya’da, Akçakoca sınırından Kandıra sınırına kadar yani Sakarya’daki Kocaali, Karasu ve Kaynarca ilçelerini içine alan çok geniş, genişliği itibarıyla çok geniş, uzunluğu itibarıyla da 40-50 kilometreye yakın muazzam bir sahil şeridi vardır. Bu bölge Marmara iklimine sahiptir ancak Karadeniz tabiatına sahiptir. Dolayısıyla, Ankara, İstanbul gibi ve Bursa’ya varıncaya kadar,  Eskişehir’e varıncaya kadar Türkiye nüfusunun yüzde 30’una yakın bir kısmını kendisine hinterlant olarak alabilecek bu bölgede hiç değilse iç turizm örneği olarak bazı gelişmelerin önü açılmalı ve turizmi teşvik bölgesine bu bölgemiz mutlaka katılmalıdır.

Biz bunu beklerken bu bölgeye kömüre dayalı santrallerin yapılma hazırlıkları olduğunu duyuyor ve görüyoruz. Bunun Türkiye çapında güzel bir örnek olacağını da düşünüyoruz çünkü iç turizm olmadan, kendi insanlarınız seyahat etmeden, kendi insanlarınızı ağırlamaya yönelik yatırımları sağlamadan dış turizmle ilgili, dinlenme turizmi dışındaki altyapıyı oluşturamıyorsunuz. Dinlenme turizmi sahillerde birtakım yıldızlı otellerde turistleri ağırlamakla halloluyor ama geliri fevkalade düşük bir turizm türüdür. Ama ilgi turizmi dediğimiz, kültür turizmi de içinde olmak üzere insanların bazı ülkeleri, bir ülkeyi ve o ülkedeki insanların yaşayışını, kültürünü merakından kaynaklanan turizm türünde kendi insanınızın turizme katılmış olması ve o turizmle ilgili yapının oluşmuş olması fevkalade büyük bir hazırlık demektir. Bu bakımdan, turizmi teşvik bölgelerini gözden geçirirken doğrudan doğruya, ne kadar…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kutluata.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - …hangi oranda yabancı turiste hizmet verir anlayışından ziyade turizmi bir bütün olarak almak ve iç ve dış turizme birden hizmetini esas almak gerekiyor. İç turizme yapılan yatırımların Türkiye’de hem turizmin çeşitlenmesi hem turizm gelirlerinin artması, pahalı turizme doğru kayma bakımından da mükemmel bir altyapı oluşturacağını bilmeliyiz. Buna göre hareket etmek gerekir diye düşünüyorum.

Bu düşüncelerle, Türkiye’de turizm yaklaşımımızın sadece döviz getiren bir saha olmadığını, döviz getirme işinin turizm şirketlerimizin eliyle yürütülmesi gerektiği ve onların desteklenmesi icap ettiğini bilmemiz, o anlamda adımlar atmamız, kamu olarak, devlet olarak, hükûmet olarak, kamu yönetimi olarak turizmi Türk milletine, Türk halkına layık bir tüketim alanı olarak görüp, düzenlemelerimizi buna göre yapmalıyız. Böyle yaparsak daha iyi sonuç alacağız kanaatindeyim.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kutluata.

Şahısları adına ilk söz, Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Türkmenoğlu… Sayın Türkmenoğlu yok herhâlde.

İkinci söz, Uşak Milletvekili Sayın Nuri Uslu’ya aittir.

Buyurun Sayın Uslu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NURİ USLU (Uşak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’yla ilgili olarak tekrar söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii, söz konusu ormanlar olduğu zaman muhalefetiyle iktidarıyla bütün milletvekili arkadaşlarımız bu konuda hassasiyet göstermektedir. Doğrudur, gerçekten ormanlar bir ülkenin geleceği için son derece önemlidir. Hatta ormanlar insanlığın ortak geleceğinde de çok önemlidir. Onun için, var olan ormanlarımızı, mevcut ormanlarımızı mutlaka korumalıyız, geliştirmeliyiz ve yaygınlaştırmalıyız.

Küresel ısınmanın son derece önemli olduğu günümüzde, etkilerinin bir bir görülmeye başladığı dünyamızda ormanlarımızın değeri bir o kadar daha artmıştır.

Şimdi biz özellikle orman teşkilatı olarak, bizim orman teşkilatımız ormanlarımıza, milletimiz de aynı şekilde ormanlarımıza atalarımızın bir mirası değil, atalarımızın emaneti olarak bakmaktadır. Emanetin ne anlama geldiğini Türk milleti çok ama çok iyi bilmektedir.

Yalnız bizim ülkemizde yanlış gelen bazı şeyler vardır; özellikle ormancılıkla, ormanla ilgili olarak da şöyledir: Birincisi, orman politikası kesinlikle insanı göz ardı ederek sadece ve sadece ormanların üzerine kurulmuştur. İkincisi, dünyanın hiçbir yerinde olmayan ama bizim ülkemizde uygulanan, ormanın biyolojik tanımı yoktur, ormanın hukuki tanımı vardır. İş böyle olunca, bazen orman olmayan yerlere de biz hukuk tanımı içerisinde orman demekteyiz.

İşte, bu tür maden alanları, turizm alanları veya buna benzer faaliyetler için orman alanlarından yapılan tahsislerde, bazen hiç orman olmadığı hâlde biz orayı kiralayan kişilerden ağaçlandırma bedeli, kira bedeli alırız. Bir madenci arkadaşımızın bana şöyle söylediğini hatırlıyorum: “Siz orman teşkilatı olarak hiç orman olmayan, geçmişte de olmayan kayalıklardan bile ağaçlandırma bedeli aldınız, ormandan kiralama bedeli aldınız.” dediğini hatırlıyorum.

Kısacası ormanlarımız gerçekten çok önemli, mutlaka korumalıyız. Ama bu tarafta insanımız aş, iş, ekmek beklemektedir. Yenilenebilir olan orman kaynaklarımızı koruma, kullanma dengesi içerisinde mutlaka milletimizin istifadesine sunmalıyız.

Şimdi, bakın, sanki bazıları ormanların dostu, bazıları da ormanların düşmanı. Ormanlar yok olsun, azalsın, böyle bir mantığı anlamak mümkün değil. Şunu samimiyetimle söyleyebilirim ki: Herkesin ama herkesin ormanlarımızı korumada, ormanlarımızın çoğaltılmasında hemfikir olduğuna ben inanıyorum.

Şimdi, bakınız, 2006 yılına kadar, ta 1990’lı yıllarda yazılmış olan Ağaçlandırma Seferberlik Kanunu diye bir kanun vardı. Bu Kanun’da tüm kurum ve kuruluşlara görev verilmişti, ağaçlandırma ve rehabilitasyon yapmak üzere, erozyonla kontrol yapmak üzere ancak 1990 yıllarından 2006 yılına gelene kadar bu görevi hiçbir kurum yapmamıştır. 2006 yılında Sayın Çevre ve Orman Bakanımızın da teşvikiyle, Sayın Başbakanımızın teşvikiyle Ağaçlandırma Seferberlik Kanunu tekrar aktif hâle getirilmiş, 2006 ve 2007 yılından itibaren başlamak suretiyle tüm kurum ve kuruluşlara ağaçlandırma, erozyonla kontrol yapma ve rehabilitasyon yapma görevi getirilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Yoldan geçerken tabelaları okumuyor musunuz?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Uslu.

NURİ USLU (Devamla) – Ayrıca, burada bazı söz alan arkadaşlarımızın yanlış bilgilerini de doğrultmak üzere de şunu söylemek istiyorum: Bir kere orman yangınları… Biliyorsunuz, ülkemiz Akdeniz çanağında bir ülkedir, orman yangınlarından kaçınmamız mümkün değildir çünkü sıcaklık ve yanındaki ağaç türü de kızılçam ağacı olursa burada orman yangını olma ihtimali yüksektir. Ama orman teşkilatı, orman yangınlarıyla çok ciddi bir şekilde mücadele etmektedir ve en önemlisi de bu orman yangınlarından sonra yanan alanlar derhâl ağaçlandırılır. Bazı arkadaşlarımız bunun ağaçlandırılmadığını zannediyor ama yılı içerisinde derhâl ağaçlandırılır. Bu bir Anayasa kuralıdır.

Aynı zamanda, madenler için yapılan tahsislerde, maden üretimi bittikten sonra rehabilite edilir ve ağaçlandırılarak tekrar iade edilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uslu, teşekkür ederim.

NURİ USLU (Devamla) – Ben sözlerimi toparlıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Madde üzerinde soru-cevap işlemine başlıyoruz.

İlk soru, Sayın Ertemür, buyurun efendim.

ALİ RIZA ERTEMÜR (Denizli) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, Denizli ilimiz, ne yazık ki, bugüne kadar çıkan hiçbir teşvik yasasından yararlanamamıştır. Özellikle tekstil teşvikinden yararlanamamıştır, tarımsal teşvikten yararlanamamıştır ve son olarak da KOBİ’lere kullandırılacak faizsiz kredi teşvikinden de yararlanamamıştır. Acaba bu Turizmi Teşvik Yasası’ndan nasıl faydalanacaktır Denizli ilimiz diye sormak isterim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ertemür.

Sayın Nalcı, buyurun.

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Tekirdağ -demin de sormuştum- turizmde yeterli yatırımı ve teşviki bulamıyor. Hatta yok denecek kadar az. İstanbul gibi büyük bir metropolün yanında bulunan Tekirdağ’la ilgili turizmi geliştirmeye yönelik  bir çalışmanız var mı? Varsa, bunları duymak istiyoruz.

İkinci sorum da: Turizmle birlikte bazı problemler gündeme gelmekte. Bu, geçen sene Antalya’da yaşandı. Enerjiyi verebilmek için çevre illerde ikişer saat ile dörder saat arasında kesintiler yapıldı ve su problemini de birlikte getiriyor. Bu teşvikler yapılırken acaba bunlarla ilgili yatırımlar da dikkate alınıyor mu? Alınıyorsa, bunlar nelerdir?

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Nalcı.

Sayın Yunusoğlu, buyurun.

SÜLEYMAN LATİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Doğu Karadeniz Bölgemizde, Artvin, Rize, Trabzon, Giresun ve Ordu gibi sahile kıyısı olan şehirlerimizin yanında, iç kesimlerde bulunan Bayburt, Gümüşhane, Tokat, Amasya gibi ortak yaylaları olan ve yayla turizminin önemli bir potansiyel teşkil ettiğini biliyoruz. Bunun yanında, Trabzon ilimiz, tarih, kültür, ilim ve spor kentidir eski çağlardan beri. Dolayısıyla, bu bölgemizin bu özelliklerini değerlendirmek suretiyle burada yatırım programlarınız var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yunusoğlu.

Sayın Çöllü.

HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Bakanım, Akdeniz çanağında yaklaşık 400-500 bin yatın dolaştığı bilinmektedir, Türkiye'nin yat bağlama kapasitesinin ise 19 bin civarında olduğu rakamlarla mevcuttur. Malumunuz, marina yatırımları aşamasında izlenen yol ve izin süresi iki üç yıla yayılmaktadır neredeyse. Bu sürenin kısaltılması için, daha önce sektör tarafınca “Yuvarlak Masa” adı altında verilen bir model önerilmişti ve Sayın Müsteşarımız da bunu başarıyla takip edip, destek vermişti, ama bu dönemde bu konuyla ilgili bir çalışma var mı? Marina yatırımlarının hızlandırılması destekleniyor mu?

Bir diğer sorum da, Sayın Müsteşarımızın da yakından bildiği Manavgat çekek yeri, marinası ve yat yapım yeriyle ilgili bir çalışma ne durumdadır? O konuda son gelişmeyi öğrenmek istiyorum. Her ne kadar Denizcilik Müsteşarlığı takip etse de sizin desteğiniz ve baskınız önemli.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çöllü.

Sayın Bakanım, sorular tamam.

Buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yine Denizli’den başlayacağız. Denizli’yi gerçekten turizm açısından biz çok gelişebilir bölgelerden birisi sayıyoruz. Yani Türkiye'de turizmin çeşitlendirilmesi açısından ören yerleri var, kültür turizmi açısından son derece önemli; termal kaynakları var, sağlık turizmi açısından son derece önemli ve bu alanda, örneğin Sarayköy çevresinde zaten çok önemli ve Türkiye dışına ismi taşmaya başlayan yatırımlar var.

Biliyorsunuz, artık eskiden olduğu gibi doğrudan doğruya devlet konaklama tesisi yapmıyor; devlet tahsis yapıyor, tahsiste kolaylık sağlamaya çalışıyor, çeşitli özendirme önlemleri alıyor ve katkı payı alıyor. O katkı payları, geçmiş yıllarda tahsisin yapıldığı alanda altyapıdan farklı biçimlerde kullanılmış, yani başka yerler için de kullanılmış, buna dikkat etmeye çalışacağız bu dönemde. Nereden katkı payı daha çok elde edilmişse, oranın altyapı sorununun öncelikle bitmiş olması bir kere doğal bir görev, doğal bir borç o katkıları aldığımız yere göre. Bunu sadece Denizli için söylemiyorum, öteki yerler için de söylüyorum, Antalya enerji bağlamında da söylüyorum. Bunlara biraz daha özen göstermeye çalışacağız.

Denizli’yle ilgili ben çok umutluyum. Denizli, Afyon, Türkiye’de sağlık turizmi, termal turizmi, Frig Vadisi bağlantısı çerçevesinde bakarsak, kültür turizmi açısından son derece önemli ve gelişecek alanlar. Herkes Türkiye’de Efes’i biliyor artık, Türkiye’de değil dünyada. Efes, coğrafyadan bağımsız bir marka yöre hâline geldi. Denizli sınırları içinde Afrodisyas var, aynı çapta önemlidir. Antalya’da, bugün ancak meraklılarının bildiği Perge var, Efes kadar önemlidir. Bunları da önümüzdeki süreçte insanımızın bilgisine ve dünyanın tanımasına sunmaya çalışacağız.

Tekirdağ’a ben birkaç gün önce gittim, hızlı bir gezi yaptım. Çorlu’da bir kültür ve gençlik merkezi temeli attık, yakın bir gelecekte, çok uzun olmayan bir gelecekte bitirebileceğimizi umuyorum

Tekirdağ, tabii, özellikle Çorlu-Çerkezköy çerçevesinden baktığımız zaman, İstanbul yakın yeni bir sanayi kenti olarak gelişiyor ve tabii, yeni bir sanayi kenti olarak gelişen yöreyi kendi kaderine bırakırsanız, gecekondulaşmaya terk etmiş olursunuz. Böyle olmasın istiyoruz. Yani, sanayi de planlansın bir yandan, sanayi olan yörede aynı zamanda kültür merkezleri, spor merkezleri olsun ve hiç olmazsa oraya göçüp gelen insanlar sosyal yaşama entegre olsunlar istiyoruz. Çorlu’daki kültür merkezi bu amaçla başlattığımız girişimlerden birisi.

Tekirdağ merkezde, yıllar önce, 90’lı yılların başında başlamış, perde betonuyla kocaman bir çukur hâlinde duran bir kültür merkezi var; onun tamamlanması konusunda yeni projeler üretmeye çalışıyoruz. Demin de söyledim, önceki soruda, bu maddi kaynaklarla bütün başlamış olan kültür merkezlerini, ne yazık ki, bitirmek mümkün değil, ama, bir…

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Turizmle ilgili…

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – İşte, bu kültürle ilgili bir gelişme olmadan turizmle ilgili durduk yerde gelişme olmuyor, bunları birlikte düşünmeye çalışıyoruz.

Trakya’da, tabii, turizmin gelişmesi için İstanbul’un biraz daha çekim merkezi hâline gelmesi, İstanbul-Edirne ekseninde, İstanbul-Çanakkale ekseninde yeni ulaşım açılımlarının yapılabilmesi ve böylece İstanbul’a gelenlerin çevreyi de görebilecekleri, çevrede görebilecekleri cazibe merkezleri yaratılması gerekiyor. Yani “Şu alanda derhâl turizmde çok çekici bir merkez hâline getiririz Tekirdağ’ı” dersem biraz iddialı ve biraz abartılı söz olur. Ben, yapabileceklerimiz konusunda söz vermeyi söz vermemeye tercih ediyorum, o gerçekçilikte söylemeye çalışıyorum.

Doğu Karadeniz ile ilgili var çalışmalarımız, bu strateji belgesinde de var. Yayla turizmi, Türkiye’de turizmin, özellikle iç turizmin tabii -gerçekçi bakmak lazım- çekim merkezlerinden birisi hâline getirilebilir. Bizim bir yandan, ülkeye dışarıdan turist gelsin diye uğraşırken, bir yandan, Türkiye’de iç turizmi de geliştirmek ve bizim insanımızın da Türkiye’nin doğasını, tarihini tanımasına yardımcı olmak, fırsat vermek gibi bir amacımız var. Bu çerçevede başlamış çalışmalar var. Bunları, sadece Bayburt, Gümüşhane değil, Samsun’un güneyinden başlayıp, belki Artvin’e çıkacak olan bir güzergâhta böyle bir çalışmamız var; bunu sürdüreceğiz.

Yat limanları konusunda Sayın Çöllü sordu, gerçekten Türkiye’nin eksiği var. Balıkçı barınaklarını yat limanlarına en azından dönüştürmek konusunda bir gayretimiz var. Ayrıca, yeni yat limanları yapmak konusunda bir çalışmamız var. İstanbul’dan başlayarak ayrıca, kruvaziyer turizmi de geliştirme konusunda çalışmalarımız var.

Somut olarak sorduğunuz bir konuyu somut olarak yanıtlamak istiyorum. Manavgat’taki çekek yeri bu yasayı bekliyor. Kısmen ormanla ilintili olduğu için, bu yasa çıkar ve kesinleşirse, Manavgat’taki çekek yerinin bir limana dönüştürülmesi, yat limanına dönüştürülmesi mümkün olacak.

Tekrar teşekkür ederim Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakanım.

7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

III.- YOKLAMA

(MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

OKTAY VURAL (İzmir) – Toplantı yeter sayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN – Efendim…

NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, oylamaya geçtiniz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Geçmedi efendim.

BAŞKAN – Sayın Oktay Vural, Sayın Nalcı, Sayın Çirkin, Sayın Varlı, Sayın Tankut, Sayın Paksoy, Sayın Özdemir, Sayın Sipahi, Sayın Uslu, Sayın Enöz, Sayın Kalaycı, Sayın Torlak, Sayın Asil, Sayın Işık, Sayın Akkuş, Sayın Yunusoğlu, Sayın Taner, Sayın Doğru, Sayın Ergun, Sayın Ayhan.

Sayın milletvekilleri, yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayımız vardır.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

B) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)

1.- Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporları(1/551) (S. Sayısı: 217) (Devam)

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

8’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 8- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk.

Sayın Öztürk, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısıyla ilgili, 8’inci maddede, Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Turizm, hep “bacasız sanayi” denilir. Özellikle, sanayinin gelişmediği, geri kalmış ülkelerde turizm potansiyeli var ise o turizm potansiyelini ayaklandırmak, harekete geçirmek ve onu bir döviz girdisi hâline çevirebilmek herkesin temel görevidir diye düşünüyoruz.

Benim bölgem Mersin’de, bu dönem, Sayın Bakanımız geldiler, turizm sezonunu Mersin’de açtılar. Dolayısıyla “turizm” denilince akla sadece Bodrum, Marmaris, Antalya, Alanya değil, artık, Mersin’in de “turizm” denilince akla gelebileceği hususu dikkate çekilmiş oldu. O nedenle de kendilerine teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım Mersin’in temel sorunu işsizliktir. İşsizlik, Türkiye ortalamasının Mersin’de 2 katıdır. Burada devletin işsizliği çözmesi artık hayal olmaktan çıkmıştır. İşsizlik sorununun çözümünde, özellikle Mersin’de özel sektöre önemli görevler düşmektedir. Mersin, bu konuda yapılacak yatırımları tespit etmiş, dört temel sektörde 21’inci yüzyıla taşıyacağını tespit etmiştir. Bunlar: Turizm, tarımsal üretim, tarıma dayalı ticaret ve bunların uzantısı olarak lojistik hizmetlerin geliştirilmesi ve kayda alınmasıdır.

Turizm, Mersin için hayati ve öncelikli bir önem taşımaktadır. Öncellikli olmasının nedeni turizm açısından yeterli doğal bir potansiyele olmasıdır. Zira, turizm diğer sektörlerden farklı olarak emek yoğun bir sektördür ve ayrıca turizmde ara malı ithalatı yoktur. Elde edilen dövizler doğrudan gelir olarak kaydedilmektedir, dışarıya döviz çıktısı söz konusu değildir. O nedenle turizm önemli ve turizm bizim bölgemiz için o nedenle daha çok önemlidir. Turizm alanı olarak işaretlenen yerlerin mülkiyet durumları araştırılarak bir an önce çözülmeli, kamu mülkiyetinin fazla olduğu yerler de turizm merkez alanı ilan edilmelidir. Turizm amaçlı işaretlenen yerlerde de kirletici tesislerin kurulmasına izin verilmemelidir. Çünkü ya turizm ya sanayi. Şimdi, bunların ikisi birbiriyle çatışan kavramlardır. Eğer bir bölgede turizmi geliştirme amaçlanmışsa, hedeflenmişse, oradaki yatırımlar turizme yönelecekse o zaman turizmi engelleyecek olan yatırımların da bulunmaması gerekiyor.

Bizim bölgemizde özellikle inanç turizmi potansiyeli vardır. Turizm sektörünün en büyük potansiyellerinden birisi inanç turizmi geliştirilmelidir. Tarsus’ta Saint Paul Kilisesi ve Paulus Kuyusu, Hazreti Danyal Mezarı, Yedi Uyurlar gibi kültürel değerler vardır. Bunlar, bu üç dinin mensubunun buluştuğu, kesiştiği yerlerdir. Yine Hristiyanlık inancının beş azizesinden birisi olan Azize Ayatekla Kilisesi Silifke’de bulunmaktadır. Kilisede Azize Ayatekla’nın mezarı ve yaşam alanı vardır, burayı önemli kılmaktadır. İnanç turizminin gelişmesi için Ortodoks inancına sahip ülkelerden başta Rusya ve Balkan ülkelerinden yoğun talepler bulunmaktadır. Bu taleplerin fiilî hayata geçmesi için buranın düzenlenmesi gerekmektedir.

Mersin ve bölgesi, inanç turizmi açısından çok öncü bir rol üstlenmektedir bölgede. Yine Doğu Akdeniz’in önemli bir merkezi olan Saint Pierre Kilisesi, kuzeyde iki buçuk saat mesafede olan Kapadokya kiliseleri, inanç merkezleri birleştirilerek entegre bir şekilde inanç turizminin Mersin merkezli geliştirilmesi önemli bir sektör işlevini yerine getirecektir.

Yaklaşık 2,5 milyar Hristiyan için önemli olan hac merkezi olan bölgemiz, inanç turizmi açısından hazır bir potansiyel bulundurmaktadır. Bunun aktif hâle getirilmesi için Silifke’de bulunan Ayatekla Kilisesi’nde ibadet edilebilmesi için restore edilmesi, yine Saint Paul Kilisesi’nin ibadete açılması gerekmektedir. Bu hâliyle bekçi nezaretinde sabah sekiz, akşam beş mesaisiyle turistlerin gelmesini beklemek mümkün değildir. İbadet merkezinin dışında gezmek fazla bir şey kazandırmamaktadır. İnancın yaşanması gerekiyor. Bu merkezde inanç yaşandığı takdirde, sürekliliği ve potansiyeli yüksek olacaktır.

Rusya’daki Sinerji Vakfı, devlet destekli bir vakıftır. Bu vakıf, Mersin bölgesiyle yakından ilgilenmekte, kendi iddiasıyla ve tespitleriyle beş yıl içerisinde yaklaşık 5 milyon kişiyi inanç turizmi merkezi olarak bu bölgeye yönlendirebileceğini söylemektedir. Türkiye toplamında 20 milyona varmayan turizm hareketinde bu rakamın çok ciddi olduğu gözlerden kaçmamalıdır.

Yine Mersin bölgesi, kongre turizmi açısından önemli bölgelerden birisidir. Bakanlığın tespit ettiği yedi kongre merkezinden birisi Mersin’dir. Ancak bunun gelişmesi için, Mersin merkezde daha önce Akdeniz Kültürleri Araştırma Merkezi olarak ilan edilen “Nuh’un Gemisi” olarak bilinen üniversite sahası içinde 100 dönüm kendi arazisiyle atıl bulunmaktadır. Mersin merkezde 100 dönem arazi ciddi bir varlıktır. Bu varlığın ele alınıp projesinin revize edilerek modern bir kongre turizm merkezi yaratılması Mersin’in geleceği açısından önemlidir. Zira, kongre turizminin kişi başına bıraktığı para miktarı tatil amaçlı turizm miktarının 3-4 katı daha yüksektedir.

Silifke-Erdemli-Mersin arasındaki kara yolu hemen hemen denize sıfırdır. Dolayısıyla, bu arazilerin parçalanmasına neden olmaktadır. Bu Erdemli-Silifke arasındaki kara yolu en az 2,5 kilometre kuzeye kaydırılarak burada turizme yatırım alanları yaratılmalıdır.

Yine Kapızlı’da birtakım kamu tesisleri olmasına rağmen bunlar atıl vaziyette bulunmakta. Buradaki kamu tesisleri, hatta yasa dışılıkları bile söz konusu, tartışmalar bulunmaktadır haklarında. Bu nedenle Kapızlı bölgesinde ciddi bir potansiyel harekete geçirilmelidir.

Kumkuyu-Akyar-Narlıkuyu bölgesi, Taşucu-Boğsak bölgesi, yine batısında yer alan altı adet turizm geliştirme bölgesi ilan edilmiş bu arazilerde plan çalışmaları başlatılmamış, tahsis daha henüz yapılmamıştır. Sayın Bakanımız bu bölgede incelemelerde bulundu. Bu bölgeler hâlen atıl vaziyette bekletilmektedir.

Yine, Anamur-Bozyazı-Aydıncık bölgesi kendi içinde apayrı bir havza olarak turizm bakımından değerlendirilmeli, Tekmen-Tekeli bölgesinde yine sahile sıfır giden kara yolunun dağın eteklerine çekilmek suretiyle bu bölgenin de turizme kazandırılması gerekmektedir.

Mersin’de sivil toplum kuruluşlarının yaptığı çalışmaya göre Anamur-Bozyazı-Aydıncık hatta Gülnar sahilleri birleştirildiği zaman 150 bin yatak sayısına ulaşılan ciddi bir kapasite yaratmak mümkündür. Sanayinin girmediği, tahrip edilmeyen bu alanın turizme kazandırılması bölgeyi ihya edeceği gibi Türkiye ekonomisine de çok ciddi katkılarda bulunacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu turizmin özellikle Mersin’in batısındaki bakir alanlarda ayaklandırılabilmesi için, turizmin orada canlandırılması için ve atıl vaziyette bulunan turizm potansiyelinin ekonomiye katkısının sağlanabilmesi için turizmi engelleyen, turizmi köstekleyen yatırımlardan vazgeçilmesi lazımdır. Mersin ve Anamur’a kadar olan bölge bakir bir bölge olmasına rağmen, burada turizm çok ciddi potansiyel taşımasına rağmen, iddialar da burada turizmin geliştirileceği yönünde olmasına rağmen, iktidar partisinin de iddiaları bu yönde olmasına rağmen burada turizmi engelleyen yatırımlar yapılmaktadır. Örneğin, nükleer santral için yer seçimi, bu yerlerin en güzel yeri olan Akkuyu’da girişimlere başlanmıştır, yine balık çiftlikleri buraya getirilmeye çalışılmaktadır.

Nükleer santralin zararlı veya faydalı olduğu hususlarının tartışmasını bir kenara bırakırsak, “nükleer” kelimesini duyan hiçbir turizmcinin o bölgeye yatırım yapmayacağı bilinen bir gerçektir. Bu yetmezmiş gibi, Bodrum’daki, Milas’taki balık çiftliklerinin, oradaki denizi kirlettikleri nedeniyle, bizim bölgeye getirilmiş olmasını da ben, doğrusu, turizme yaraşan bir davranış biçimi olmadığını düşünüyorum. O nedenle, eğer, gerçekten Mersin ve ilçelerinin, özellikle Mersin’in batısındaki bölgenin deniz turizmine, yaz turizmine kazandırılması isteniliyor ise, turizmi baltalayacak, turizmi sakatlayacak tüm girişimlerden vazgeçilmelidir, nükleer santral girişimi durdurulmalıdır, balık çiftliklerine izin verilmemelidir.

Şimdi, memnuniyetle duyduğum kadarıyla, Sayın Bakan, diğerlerinden vazgeçildiğini, üç balık çiftliğine de izin verilmediğini, bir balık çiftliğinin kaldığını söylüyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Öztürk.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Biz, orada oturan -hangi siyasi görüşten olursak olalım, ister AKP’li, ister CHP’li, ister MHP’li, ister DTP’li olalım- o bölgenin insanları olarak, bölgemizde nükleer santral istemiyoruz, bölgemizde balık çiftlikleri istemiyoruz. Biz, kumumuza, havamıza, kurdumuza, çıyanımıza, yılanımıza, ormanımıza ve ağaçlarımıza sahip çıkmak istiyoruz; biz, sağlığımıza sahip çıkmak istiyoruz, yaşamımıza sahip çıkmak istiyoruz. O nedenle bölgemizde nükleer santral kurulmasına da karşıyız, balık çiftliklerine de karşıyız. Bu anlamda hepimiz birleşerek yasal yollarla yapılması gereken ne varsa onu yapacağız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Oktay Vural.

Sayın Vural, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekili arkadaşlarım, bu son madde çerçevesinde, bugüne kadar yapılan görüşmeler ışığında, Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve düşüncelerini özetlemek istiyorum.

Esas itibarıyla bu kanunun amacı ormanları turizme tahsis etmektir. Dolayısıyla, gerekçenin tamamında, aslında, turizmin ne kadar çok fazla gelir getirdiğini, ihracat için ne kadar önemli olduğunu ifade etmek isteyen, bir bakıma özel faydalarını ön plana getiren bir perspektifle meseleye bakılmıştır. Ancak, aslında, özel fayda yarattığınız yer kamusal fayda üreten, sosyal fayda üreten bir orman alanıdır. Dolayısıyla, bu bakımdan ormanların toplumun malı olduğunu ve sosyal fayda ürettiğini düşünürsek, bu alanlar içerisinde özel fayda oluşturan yerleri oluşturmak ormanın yapısal durumu ve Anayasa’daki konumuyla bağdaşacak bir husus değildir. Bu denge sağlanmış değildir en aşağısından, çünkü Orman Kanunu’nun 17’nci maddesine göre, kamu yararı ve zaruret bulundukça orman yerlerinden tahsisat yapılması konusu içerisinde turizm alanı yoktur.

Şimdi, kamu yararı olduğu zaman ormandan tahsisat yapılması mümkünse, dolayısıyla, kamu yararının olmadığı bir yerde de orman tahsisatının yapılamayacağını öngörmektedir. Çünkü Orman Kanunu’nda, açıkçası, sadece savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğal gaz, altyapı, katı atık bertaraf tesisleri, sanatoryum, baraj, gölet gibi devlete ait sağlık, eğitim, spor tesisleri için ancak gerçek ve tüzel kişilere tahsisat yapılacağı ifade edilmektedir. Dolayısıyla, daha önce grubumuza hitaben bir konuşma yapan bir değerli milletvekili “Çok sınırlamalar var, kamu yararı var, zaruret oldukça olacaktır.” diye sınırlamalar olduğunu ifade etmişti. Zinhar böyle bir şey söz konusu değil. Kamu yararı diye bir şey olabilir mi? Bir golf sahasının oluşturulmasında hangi kamusal yararı öngörebiliriz? Dolayısıyla kamu yararı olmayan bir tahsiste “sınırlamanın kamu yararıyla olduğu” iddiası havada bir iddiadır. İşte, Orman Kanunu burada. Bu Orman Kanunu’nda turizm amaçlı herhangi bir tahsisat yapılamayacağı öngörülmüşken, bir başka kanunda -Orman Kanunu özel kanundur- orman alanlarını turizme tahsis etmeyi doğrusu kabul etmiş olmaktayız.

Şimdi, bu kanun yapılmıştır.

Bakın, Başbakanın hazırladığı düzenleyici etki analizi yapılması… Mevzuat Hazırlama Yönetmeliğine göre düzenleyici etki analizi yapılması lazım. Şimdi soruyorum: Bunun düzenleyici etki analizi yapıldı mı? Nerede, hangi turizme ormanı tahsis etmenizle sağlanacak yararla, ormandan ayırdığınız yerin topluma oluşturacağı sosyal maliyetinin yararları konusunda bir değerlendirme yaptınız mı? Yok. Bir düzenleyici etki analizi bile yapılmamış. Biz burada kamusal faydalar için oluşturulmuş orman düzenini, orman rejimini birtakım kimselerin golf oynaması için, onların özel faydaları için tahsis ediyoruz. Bu, gerçekten ormanla ilgili düzenlemelerin açıkçası anlaşılamadığını ortaya koyuyor.

Bakınız, Sayıştayın hazırladığı ormanların korunması hakkında Sayıştay raporu var. Bu Sayıştay raporunda “Ormandan yapılan tahsisler az ya da çok orman alanlarını azaltmıştır.” diyor. Dolayısıyla burada hem kamu yararı hem de zaruretle ilgili kısıtlamaların yapılmasının gerektiğini ifade etmekle beraber, açıkçası burada şunu da ifade etmektedir: Bakınız, orman alanlarına değişik yatırım ve tesisler için izin verilmesi, az ya da çok ormansızlaştırmaya yol açmaktadır. Bu bir tespittir.

Şimdi, bu sonuçları doğurmuş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan bir organ “Yaptığınız tahsislerle ormansızlaştırmanın önünü açıyorsunuz.” diye ifade ediyor. Bu “kamu yararına ve zaruret olundukça” hükmünün olduğu tahsislerle ilgili olarak. Peki… diğerleriyle ilgili: “Kamu yararının açıkçası olmadığı yerlerde bu izin taleplerinin değerlendirilmesinde yapılacak yatırımların orman alanında gerçekleşme zorunluluğunu tespite yönelik bir sistem yoktur.” diyor. Var mı? Yok burada. “Bu yatırımların orman dışında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği…” Kanuna böyle bir hüküm koyduk mu? “Ey Turizm Bakanı, orman alanı dışında gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tespit edeceksin, ondan sonra bununla ilgili adım atacaksın.” Bununla ilgili de bir sınırlama yok. “Bu yatırımların orman dışında…” “Ayrıca talep edilen alanın gerçek ihtiyaç miktarına uygunluğu, orman dışında yeterli alan olup olmadığı hususlarının gerektiğinde diğer kurumlarla istişare ve koordinasyonlarla tespit edilmesi ya da talep sahibi tarafından bu hususun kanıtlanması istenmesi, kamu yararı kavramının ormanların orman olarak kalmasını sağlayacağı yararla karşılaştırılabilecek şekilde tanımlanması yoruma ve tartışmaya yer bırakmayacak ölçü ve kriterlere bağlanması gerekmektedir.” diyor, “Bizim adımıza denetim yapanlar” diyor. Şimdi, peki, burada böyle bir kriter var mı? Yok. Sayın Bakan diyor ki Komisyon raporunda, Hükûmeti temsilen yapılan açıklamalarda: “Birinci temel sınırın uygun hazine arazisi bulunmaması hâli olduğu…” Neye uygun hazine arazisi? Nasıl tespit ettiniz? Bugüne kadar hazine arazilerinin neye uygun olup olmadığına ilişkin bir tespit mi yaptınız? Yok.

İkincisi de: İldeki orman varlığının belli bir oranını geçmemesi. Değerli arkadaşlarım, bunlar sınırlamalar değildir. Maalesef, bu sınırlamalar, aynı zamanda, konular itibarıyla da ortaya konmuştur. “Sınırlama getirdik.” diye ifade etmektedirler ama maalesef, burada, sağlık turizmi var, kış turizmi var, ekoturizmi var, golf turizmi var, yat turizmi var, kıyılar var, uluslararası yarışmaların yapılacağı yerler var. Sınırlama yok. Aslında turizme ayrılacak her türlü alan tanımlanmış ve bunların da kısıtlama olduğu söyleniyor. Ne kısıtlanmış? Kısıtlanan ne var burada? Kısıtlama yok. Aksine, genişletici bir tanımla, bu amaçlara uygun her yerin orman olarak tahsis edilebileceğini ifade etmektedirler. Maalesef, zaman zaman, daha önce de konuşma yapanlar dedi ki: “Efendim, hukuken tanımlanmış yerler var ama bunlar orman değil, biz buraları vereceğiz.” Buraları verecekseniz, Orman Kanunu’nda var, orman sayılmayan yerlerle ilgili gerek tarıma gerek orada yaşayanlara ayrılacak yerlerle ilgili hükümler var, buraya koyun turizmi. Makilikle ilgili, fundalıkla ilgili hükümler var “Bunlar, orman rejimi içinde olmasına rağmen orman sayılmayan yerler içerisinde orman alanının dışına bırakılırlar.” diyorlar. Eğer istiyorsanız koyun, “Turizm amaçlı olarak tahsis edilebilir.” diye koyun. Koymuyorsunuz.

Dolayısıyla bu kanun tamamen ormanları turistlerin ihtiyaçlarına, onların özel zevklerine tahsis etmeye yöneliktir. Bunu çok dikkatli değerlendirmemiz lazım. Neden? Bakın, bugün “Küresel ısınma” adı altında görüyorsunuz neler oluyor. Peki, size soruyorum: Bugün dünyadaki gıda fiyatlarının artmasıyla ilgili biyofiberlerin çıkmasında orman alanlarının enerji alanlarına, enerji ormanlarına dönüştürülmesinin etkisi yok mudur? Dolayısıyla ormanlar bizim değerimizdir, varlığımızdır ve bu, Türkiye’nin değeridir. Antalya’daki, Zonguldak’taki, İstanbul’daki ormanlar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin hakkı vardır. Dolayısıyla, böyle herkesin hakkı olduğu bir konuyla ilgili sırf turistlerin ihtiyaç ve zevklerine göre tahsis yapılması, bu kamusal menfaatin göz ardı edilerek bir tahsisin yapılması doğru değildir. Çünkü bu verdiğiniz, bu çıkarttığınız kanunda kamu yararı da yoktur, zaruret de yoktur. Kamu yararının olmadığı bir yerde de ormanın tahsis edilmesi doğru değildir.

Bu bakımdan, bunlarla ilgili eleştirilerimizi arkadaşlarımız belirtti. Zaman zaman, maalesef, kesilen ormanlık yerlerle ilgili “Ağaç dikilecek.” dendi. Ormandan kesilen ağaçla dikilen ağaçları telafi edebilecek bir zihniyet, doğrusu “orman” kavramını iyi kavramamış demektir. Orman hepimizindir. Bu bakımdan, ormanları koruyacak tedbirlere öncelik vermemiz gerekmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu konudaki görüşlerimizi gerek sorularımızla gerekse arkadaşlarımız grup adına ve şahsı adına yaptığı konuşmalarla dile getirdiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (Devamla) – Gerçekten bu yasa, Anayasa’nın da öngördüğü, ormanların korunmasını sağlayabilecek hukuki sınırlamaları sağlamış bir yasa değildir. Bu bakımdan, bu ormanlarla ilgili… Turistler gelecek diye “Ormanlarımızı verelim, istenilen her şeyi verelim, her şeyi para için yapalım.” diyenler yarın, öbür gün Türkiye’de kumar turizminin de önünü açmak isteyenlerdir. Onun için -para her şey değildir- Türkiye'nin değerli varlıklarını, bizden gelen emanetleri geleceğe de emanet olarak bırakmak için bu kanunun, açıkçası, yeterli bir şekilde, Anayasa’mızın uygun gördüğü şekilde düzenleme içermediğini düşünüyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu kanunla ilgili muhalefet şerhimizi komisyonda belirttik. Bu muhalefet şerhimiz doğrultusunda ret oyu kullanacağımızı ifade ediyor, hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Vural.

Şahsı adına Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık.

Buyurun Sayın Çalık. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 217 sıra sayılı Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 8’inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, üç yanı denizlerle çevrili, Asya ve Avrupa arasında köprü olan, kültürel, tarihî ve doğal güzelliklere sahip ülkemizin en önemli sektörlerinden biri turizmdir. Bu yasa tasarısıyla sektörün gelişmesine olanak tanınacak, ülkemizin turizm sektörünün uluslararası rekabetin gerektirdiği açılımları sağlaması ve ulusal turizmin gelişmesi temin edilecektir.

Hükûmetimiz, her alanda olduğu gibi turizm sektörüyle ilgili olarak da Avrupa Birliğine uyum süreci çerçevesinde yeni yasal düzenlemelerle uyumun teminini sağlamayı ve uygulamada karşılaşılan güçlüklerin çözümlenmesini hedeflemektedir.

“Turizm” denince, sadece “deniz turizmi” olarak düşünmeyip daha geniş bir çerçeveden bakmamız gerekmektedir. Ülkemizde sağlık turizmi, doğa turizmi, kış turizmi, kültür turizmi gibi çok çeşitli alanlarda faaliyet imkânlarının yaratılarak sektörümüzün gelirlerini çeşitlendirmek gerektiği kanaatindeyim.

Ülkemizin yalnız yaz aylarında elde ettiği turizm gelirini yılın on iki ayına yaymak en önemli hedeflerimizdendir.

Bu düşüncelerle, sektörün ihtiyaçları doğrultusunda, tesisleşme ve fiziki altyapının oluşturulması önemli bir başlık olarak gündeme gelmektedir. Bu yeni tasarıyla, turizm amaçlı tahsisi gerçekleştirilen orman sayılan yerlere ilişkin, turizm sektörünün özellik ve ihtiyaçları da dikkate alınarak sınırlamalar getirilmektedir.

Bu çerçevede, kamu yararının zorunlu kıldığı hâllerde, Orman Kanunu’na göre orman sayılan yerlerin tahsisinde, orman ağaç varlığında olabilecek azalmaya karşı kesilenden fazla ağaç dikimi, ormanın gençleştirilmesi, yatırımla sağlanacak istihdam ve elde edilecek turizm gelirlerinden kaynaklanan “üstün kamu yararı”nın varlığı şartıyla turizm yatırımları için izin verilmesi öngörülmektedir.

Bu yeni yasayla getirilen bir diğer düzenleme ise dünyada ve ülkemizde değişen ve gelişen turizm sektörünün temel dinamiklerini belirleyen ana esasların ve genel işleyiş içerisindeki sektörel aktörlerin turizmde söz sahibi olmaları ve katılımcı, belirleyici nitelik kazanmaları hususu dikkate alındığında uzmanlığın ön planda olması önemli hâle gelmiştir.

Bu bağlamda, tesislerimizde, Bakanlıkça yapılan denetimlerde teknik veya belli bir uzmanlık gerektiren konular ortaya çıkması hâlinde, bu hususlarda tespitlerin, Bakanlıkça gerekli görülmesi hâlinde konusunda uzman kişilerce yapılması amaçlanmıştır. Turizm sektöründe kaydedilecek ilerlemeler, ülkemizde istihdam konusunda yaşanılan sıkıntılar noktasında da olumlu faydalar sağlayacaktır. Sektöre yönelik gerçekleştirilecek yatırımlar ve turizmimizin çeşitlendirilmesiyle birçok gencimize yeni iş imkânları sunmuş olacağız. Bu vesileyle, gençlerimize yeni istihdam sahaları yaratmış olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yılda 20 milyonu aşkın turist ülkemizi ziyaret etmekte ve yaklaşık 18 milyar dolar gelir sağlandığı düşünülmekte. Turizm sektörünün ekonomimizde ne derece önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir ki ülkemiz bir turizm cennetidir. Yeni düzenlemeler ve çalışmalarımızla bu rakamları daha üst seviyelere taşıyabilmek ve dünya turizm piyasasında ülkemizi, hizmetleri, tesisleri, fırsatlarıyla, bir marka yapmak yönünde yaptığımız çalışmaları tüm hızıyla sürdürme amacındayız.

Bu duygu ve düşüncelerle, yasanın ülkemize hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çalık.

Hükûmet adına Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; esas itibarıyla bir teşekkür anlamında söz aldım çünkü maddenin oylaması biter bitmez önemli bir toplantıya yetişmek için aranızdan ayrılmak zorundayım. Herkese, verdiğiniz mesaiden ötürü içtenlikle teşekkür etmek istiyorum. Elbette, böyle bir yasanın görüşülmesi sırasında olumlu katkılar olduğu gibi, kaygılar, duraksamalar, sorgulamalar da olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim görevinin, yasa yapma görevinin tabii sonuçları bunlar.

Değerli arkadaşlarım, sekiz maddelik bir çalışma, 1’inci ve 2’nci maddelerini önceki günlerde, 3’üncü maddeden itibaren de tümünü bugün görüştük.

Esas itibarıyla, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı çerçevesinde belirli bir süre içinde çıkarmamız gereken bir yasal düzenleme yapıyoruz. Anayasa Mahkemesinin geçen yıl içinde vermiş olduğu ve bizi önemli biçimde turizm yatırımlarını durdurmak zorunda bırakan bu iptal kararı olmasaydı, bu kadar ivedi bir düzenleme getirmek ihtiyacıyla karşı karşıya kalmayacaktık. Biz bu düzenlemeyi yaparken, defaatle ifade ettim, hem maddenin iptalinin gerekçesini dikkatlice, Mahkemenin önceki kararlarını ve konuyla ilgili bütün tarafları bir mantık çerçevesi içinde bir araya getirmeye ve yeni bir hukuk engeline takılmayacak bir düzenleme yapmaya önemli biçimde özen gösterdik.

Arkadaşlarımız eleştiriler yönelttiler. Bunların içinde yapılabilecek olanlardan -her türlü tartışmaya açık bir düzenleme, her türlü olumlu gelişmeye açık bir düzenleme yapmak amacıyla yola çıktığımız için- komisyonlarda ve Genel Kurulda yararlanmaya çalıştık. Komisyonlara gelen metinde daha önce “ağaç kesme” deyimi vardı, şimdi “ağaç kesme” deyimi yok. Ağaç kesilmeksizin ya da üzerinde ağaç olmayan bir alanın tahsis edilmesi hâlinde bile, tahsis edilen alanın 3 katında ağaç dikilmesini ve üç yıllık bakımını komisyonların katkısıyla ve muhalefetin katkısıyla bu maddeye şu anda dercettik. Buna vesile olan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Yine Genel Kurulda yüzde 1’in fazla olabileceği… Şu anda en fazla turizm yatırımı olan yerlerde bile bindelerle ifade edilen bir orman kullanım alanının olduğu, o yüzden bunun çok da üstüne çıkmamak gerektiği, çıkmamanın, şu an için bu konjonktürde, önümüzdeki beş yılda, on yılda, on beş yılda yetebileceği ifade edildi. Bunu da binde 5’e çektik. Yani olumlu katkılardan, yapılabilir önerilerden yararlanmaya çalıştık.

Arkadaşlarımız, maddenin sonuna gelmişken tekrar başa dönmek yerine, eğer o maddelerde yapılabilir başka öneriler sunmuş olsalardı, herhâlde hepimiz bundan yararlanmaya çalışırdık ama hep birlikte burada, olumlu bir çerçevede bir yasal düzenleme yaptığımızı zannediyorum.

Hangi sınırlar getirdiğimize tekrar dönmek istemiyorum. Biz, ciddi biçimde yapılabilecek sınırları getirdik. Konuyu hâlâ ısrarla dillendirmeye çalışan arkadaşlarıma Anayasa Mahkemesi kararını da dikkatle okumalarını tavsiye ederim. Anayasa Mahkemesi, kararında, turizm amacıyla ormanların tahsis edilebileceğini söylüyor. Böylece, turizm amacının da bir kamu yararı olabileceğini söylüyor.

Elbette değerli arkadaşlarım, ormanların, var olduğu biçimiyle, hiç dokunulmaksızın korunmasında kamu yararı vardır. Ama siz, orman arazisi içinden bir bölümünü, daha fazla gelir elde edebileceğiniz bir biçimde, daha fazla istihdam sağlayabileceğiniz bir biçimde, ekonomik gelişme ve toplumsal dönüşüm yaratabileceğiniz bir biçimde bir başka kullanımda değerlendirirseniz burada da üstün  kamu yararı vardır. Yani kamu yararları arasında bir niteleme, kamu yararları arasında bir ölçümleme hangisinin üstün kamu yararı olduğunu ortaya çıkarır.

Şunu işaret etmek istiyorum son olarak: Biz burada, Anayasa Mahkemesine takılmayacak, Anayasa Mahkemesinin yeniden sorgulamayacağı ve iptal etmeyeceği dikkatli bir yasal düzenleme yapmaya çalışıyoruz. Biz bu yasal düzenlemeleri, bu yasal kriterleri, bu yasal ölçütleri getirirken, eğer idare bunlara uymazsa, Bakanlığımız bunlara uymazsa, uygulamada bunlara, yeterince hazine arazisi olup olmadığı sorgulanmadan, yeterince oradaki limitlere uyulup uyulmadığı sorgulanmadan, yeterince o bölgenin iklim koşullarının, coğrafi şartlarının, o turizm için zorunlu, zaruri, gerekli ve müstesna alan olup olmadığı sorgulanmadan tahsis yapılırsa bu, Anayasa Mahkemesinin önüne gitmeden başka bir hukuk mekanizmasının önüne daha gidecek, Danıştayın önüne gidecek. Çünkü idarenin, biliyorsunuz ki, her türlü eylem ve işlemi yargı denetimi altındadır. O yüzden, biz burada Anayasa Mahkemesinin iptal kararı çerçevesinde dikkatli bir yasal düzenleme yapıyoruz ama uygulama yargı denetiminin altına mutlaka, yine tabi olacaktır. O  yüzden, arkadaşlarımın bir kaygı içinde, bir endişe içinde olmamaları gerektiğini düşünüyorum ve bu kanaatimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, hepimizin bildiği bir güzel söz var bizim kültürümüzün, bizim tarihimizin bize miras bıraktığı: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Hepimizin yapmaya çalıştığı… Biz, durduk yerde ülkemizin güzelliklerini, ülkemizin tarihini, ülkemizin coğrafyasını yabancıya açmak, “Gelsinler, bundan yararlansınlar, bizim insanlarımız buradan yararlanmıyor, yararlanmayı bilmiyor.” anlayışı içinde yabancıya açmak gayreti içinde değiliz, böyle bir şey yok. İnsanımız sonuçta yararlansın. Burada yapacağımız olan yatırımdan, burada yapacağımız hizmetten, burada sergilediğimiz gayretten, sonuçta dönsün, bizim insanımız ve bizim insanımızla birlikte elbette dünya insanı yararlansın derdindeyiz. O yüzden, ormanı elbette korumak, yeşili elbette korumak, kıyıyı elbette korumak temel derdimizdir. Ama burada insanımızın daha fazla yararlanabileceği yatırımlar yapmak, üretim alanları yapmak, istihdam alanları çoğaltmak da temel gayretlerimizden, yine önemli gayretlerimizden birisidir ki burada işte bizim anlatmaya çalıştığımız üstün kamu yararı mantığı yatıyor.

Değerli arkadaşlarım, son maddeye geldik, işte, kimin yürüteceği galiba bu Yasa’yı. Bu çerçevede hem mesaisi için arkadaşlarımın, birkaç günden bu yana süren mesai için teşekkürlerimi ifade etmek istedim hem de yasa konusunda hâlâ içtenlikli bir kaygı duyan arkadaşlarım varsa muhalefet partilerinde, o arkadaşlarımın kaygılarını giderecek içtenlikli görüşlerimi ifade etmek istedim. Yeniden hepinize verdiğiniz mesaiden ötürü şükranlarımı sunuyorum.

Sizi, Sayın Başkanı ve bütün arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Şahsı adına ikinci söz, Antalya Milletvekili Sayın Sadık Badak’a aittir.

Sayın Badak, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SADIK BADAK (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu üzerinde şahsım adına görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle ifade etmemiz gerekir ki turizm sektörü böyle bir teşviki hak ediyor. Turizm sektörü bundan önceki teşviklerde de üzerine düşen görevi yerine getirmiştir ve ülkemizde bugün övünçle bahsettiğimiz turizm sektörünün bugünkü çizgisini Turizm Bakanlığıyla beraber meydana getirmiştir. Bu bakımdan, bu kanunun da ülkemizde turizm sektörünün yeni bir merhale kazanması açısından önemli bir teşvik teşkil edeceği kanaatindeyim. Bunu, sadece otelciler olarak değil, sadece işletmeler olarak değil, acentelerin ve ulaşım sektörünün de burada meydana getirdiği gelişmeyi ve turizme sağladığı faydayı övgüyle kaydetmemiz icap eder.

Bizim ülkemizde dinlenme turizmi özellikle çok önemlidir. Bu teşvik kanunu, dinlenme turizmi dışındaki turizm alanlarını teşvik edecek temelde bir kanun; sağlık turizmi, termal turizmi, kış, yayla turizmi, golf, kruvazör, spor gibi turizm dallarını; turizmi on iki aya yaymayı özellikle ön plana alan, turizm segmentlerini teşvik etmekte olan bir kanundur. Bu bakımdan da zamanlaması açısından da son derece önemlidir çünkü dinlenme turizmiyle alakalı yatırımlarını Türkiye fevkalade bir şekilde dünya standartlarına getirmiştir.

Dinlenme turizmi sanki iyi bir şey değilmiş gibi, zaman zaman değerli konuşmacılar ifade ettiler. Turizm sektörüyle çok uzun yıllardan bu yana iç içe çalışmış bir arkadaşınız olarak bu konuda birkaç hususu ifade etmek isterim. Bizim ülkemiz gibi Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkeler prensip itibarıyla dinlenme turizmine hitap eden ülkelerdir çünkü Akdeniz ve Akdeniz kıyıları, özellikle endüstrileşmiş ülkelerin insanlarına dinlenme turizmi sunan, öncelikle dinlenme turizmi sunan ülkelerdir. Sadece Türkiye kıyıları değil, bizden önce, 1960’lı yıllarda dinlenme turizmi sunan İtalya, Fransa ve daha sonra sektöre giren Yunanistan ve İspanya ve arkasından sektöre giren yine mağrip ülkeleri de dinlenme turizmi sunar; keza, Mısır da dinlenme turizmi sunar çünkü bize turist gönderen ülkeler, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da başlayan endüstri hareketini takiben, işçilerinin dinlenebilmesi için İtalya kıyılarında özellikle dinlenme turizmini teşvik etmişlerdir. Daha sonra bu, diğer, Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkelere ve daha sonra ülkemize, 1980’li yıllarda özellikle, gelmiştir. Hem Turizm Bakanlığının hem sektörün üstün gayretleriyle, bugün ülkemiz bu sektörde dünyanın ilk on ülkesi arasına girmiş bulunuyor.

Değerli arkadaşlar, bugün görüşülmekte olan kanunun tamamlanmasını müteakip, ülkemizde bu segment turizminin gelişmesi sağlanacak ve böylece ülkemizde turizm on iki aya yayılmış olacaktır. Bu on iki aya yayılma konusunda ve ayrıca İstanbul ve Antalya’ya çoğunlukla gelen turizmden İç Anadolu’nun daha fazla istifade edebilmesi bakımından iki temel altyapıya ihtiyaç olduğu kanaatindeyim:

Bunlardan birisi ulaşımdır. Burada ifade edildi, özellikle Ak Parti iktidarlarının gündeme getirdiği ve uygulamaya koyduğu duble yollar hem İstanbul’dan Ankara’ya, İç Anadolu’ya turistin günlük paket turlarla gelmesini sağlayacak hem Antalya kıyılarından, Ege kıyılarından İç Anadolu’ya, turizmin, günlük paket turlarla, iki günlük paket turlarla geçmesini sağlayacaktır.

Ayrıca, yine 58’inci ve 59’uncu Hükûmetin geliştirdiği ve 60’ıncı Hükûmetin de desteklediği hızlı trenlerin, Edirne’den Ankara’ya, Ankara’dan güney aksıyla şu anda fizibilitesi yapılmakta olan Antalya’ya ulaştırılması; keza, ümit ediyorum, daha sonra yine Manavgat üzerinden Konya’ya ulaştırılmasıyla 2015’li yıllarda İstanbul ve Antalya’ya gelecek turistlerin paket turlarla Konya, Göreme ve Ankara’ya, cumhuriyetimizin başkenti Ankara’ya getirilmesi suretiyle burada iki günlük, üç günlük harcamalarla İç Anadolu’ya milyar dolarlara varan turizm gelirlerinin aktarılması sağlanabilecektir kanaatindeyim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

SADIK BADAK (Devamla) - Bu bakımdan Hükûmetimizin yapmakta olduğu bu ulaşım yatırımlarının turizmin Anadolu’ya yayılması açısından çok önem teşkil ettiği kanaatindeyim.

İkinci husus, özellikle kültür turizmi ve kongre-fuar turizmini desteklemesi açısından ören yerlerinin turizme kazandırılması çok önem arz ediyor. Ören yerleri, restorasyona tabi olan, devam eden ve sırada bekleyen ören yerleri… Maalesef ödenek yokluğu sebebiyle çok uzun yıllar, kırk yıldır, elli yıldır restorasyonu devam eden ören yerleri bulunuyor. Bunların yeni bir anlayışla, yap-işlet-devret modeliyle kısa sürede modern bir şekilde turizmin hizmetine sunulması gerektiği kanaatindeyim. Bakanlığımızın bu konuda, ümit ederim, önümüzdeki dönemde bir tasarrufu olacaktır.

Netice itibarıyla, bu kanunun ülkemize, sektöre, turizm sektörüne faydalı olacağı düşüncesiyle kanunu desteklediğimizi ifade eder, oyumun pozitif, olumlu yönde olacağını ifade eder, hepinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Badak.

Soru-cevap işlemine başlıyoruz.

Sayın Nalcı, buyurun efendim.

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) –Teşekkürler Sayın Başkanım.

Gerçi Sayın Bakanımız çıktı, ben bu soruya yazılı olarak cevap isteyeceğim. Şimdi, ben demin belirtmiştim fakat Sayın Bakanımız da söyledi. Biz hangi yatırımlar yapılacak diye sormadık. Siz de biliyorsunuz ki İstanbul, şu anda, Tekirdağ ve Trakya’nın tümünü TRAKAP adı altında İMP’ye, yani İstanbul Metropolitana bir plan yaptırmakta. Bu plan çalışmaları yapılırken Tekirdağ’ın sahil kesimlerinde turizm planlanıyor mu? Yoksa hep, işte yaşadığımız gibi, İstanbul’un arka çöplüğü, arka bahçesi olarak sadece sanayi mi planlanıyor? Bizim isteğimiz bu planlara dikkat edilmesi ve Tekirdağ’ı da aynı zamanda bir turizm şehri hâline getirmektir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Nalcı.

Sayın Barış, buyurun.

TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Kırklareli doğası itibarıyla tarım, hizmet ve turizm sektörlerinin gelişmesine uygun bir kent. Kentimizde İğneada ve Kıyıköy gibi beldelerimiz, altın gibi kumu, denizi, güneşi ve ormanlarıyla cennetten birer köşe. Ancak, hemen yukarıda Bulgaristan’ın Varna kenti her yıl milyonlarca turist ağırlarken ve milyonlarca dolar gelir elde ederken, bizim beldelerimiz turizm açısından atıl bir durumda, ancak günübirlik yerli turizmine hizmet vermektedir. İlimize nükleer santral ve çimento fabrikaları yerine turizmi teşvik yatırımları yapılmasını düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Barış.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, maalesef, iktidar partisi, yürütme ve yürürlük maddeleri üzerinde dahi bütün sözleri alarak diğer milletvekillerinin konuşmalarını engelliyorlar. Kendilerini tebrik ederim, bu geleneklerine devam etsinler, bakalım kim pişman olacak?

Sayın Başkan, Sayın Bakana sormak istiyorum: Türkiye’nin en büyük millî parkı Munzur Vadisi’nde bulunmaktadır. Bu millî parkla ilgili olarak şimdiye kadar herhangi bir yatırım yapılmamıştır. Bu konuda herhangi bir yatırım yapmayı düşünüyorlar mı?

İkinci sorum şu: Şimdi 6’ncı maddeye bağlı geçici 9’uncu maddede diyor ki: “24/11/2007 tarihinden önce, ön izin ve kesin tahsis aşamasındaki orman sayılan yerlere ilişkin verilen izinlerden ilgilisinin otuz gün içerisinde talepte bulunması halinde bu Kanun hükümlerine uygunluğu tespit edilen tahsislere kaldığı yerden devam edilir."

2’nci maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinde de diyor ki: “Turizm yatırımı için tahsis edilen orman alanının üç katı kadar alanın ağaçlandırma bedeli ve ağaçlandırılan bu alanın üç yıllık bakım bedeli ilgiliden alınır.”

Şimdi, bu fıkraya göre eğer eskiye göre tahsis edilen bu yerler geçici 9’uncu maddeye göre de devam ettirilirse bu bedeller kendilerinden alınacak mı alınmayacak mı? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Genç.

Sayın Dibek…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Başkanım teşekkür ediyorum.

Ben de Sayın Bakanıma şunu sormak istiyorum; gerçi, Turizm Bakanımız ayrıldı ama bürokrat arkadaşlarımız oradalar: Kırklareli İğneada beldesinde bundan on beş yıl önce inşaatına başlanan dört yıldız üzerinden iki yüz otuz beş yataklı, yüz on odalı bir otel inşaatı var Bakanlığın da teşvikiyle başlamış olan. On beş yıl önce başlamış, kaba inşaatı yapılmış, hâlâ orada duruyor ve öyle, on beş yıldır duran bir inşaat. Bunu Turizm Bakanlığı acaba hiç çalışmasına aldı mı? Yani bu inşaatla ilgili -çünkü Bakanlığın teşviki de var- bir çalışma düşünüyor mu, yapıldı mı? Bununla ilgili bilgi almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Dibek.

Sayın Bakanım, cevap verecek misiniz?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, cevap vermek istiyorum, saygılarımı sunuyorum.

Tekirdağ ve Trakya’daki diğer vilayetlerimizle ilgili, biliyorsunuz 1/100.000’lik çevre düzeni planları yapılıyor, ama, bu planlar bitmedi. Yani İstanbul’un çöplüğü şeklinde düşünmek fevkalade yanlış. Orayı biz gerek turizm açısından gerek diğer alanlar açısından değerlendiriyoruz. Çalışmaları da bizzat Çevre ve Orman Bakanlığının bürokratları ve bendeniz takip ediyorum, öyle bir anlayışımız yok. Bilhassa Tekirdağ’da olsun, Edirne’ye ait birtakım diğer alanlar olsun ve Kırklareli’ndeki bazı önemli yerleri turizm alanı olarak düşünüyoruz, yani planları o şekilde işleyeceğiz ve bunları dikkatlice takip ediyoruz.

İğneada Kıyıköy ile ilgili olarak ben de Sayın Milletvekilimize katılıyorum. Hakikaten burası, tarım ve hizmet sektörü yanında turizm açısından da gelişmeye müsait. Hemen az ötede Bulgaristan’ın Varna kentinde büyük bir turizm potansiyeli var.  İğneada da âdeta tabiat harikası bir yer, orada ben çok çalıştığım için biliyorum. Burayı da değerlendirmek lazım. Çevre düzeni planlarına bunu mutlaka koyacağız. Onu özellikle belirteyim.

Munzur Vadisi’yle ilgili çalışmalar devam ediyor. Burada yatırımlar elbette yapılacaktır, Sayın Genç’e söylüyorum. Ayrıca, geçmiş dönemde tahsis edilmiş olup da uygunluğu belirlenenlerden de bu bedeller alınacaktır. Onu da burada belirtmek isterim.

Şu anda İğneada’da 235 yataklı bir otelin durumu hakkında bilgi istendi, ama müsaade ederseniz biz onu çok daha detaylı bir şekilde yazılı olarak verelim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

217 sıra sayılı Tasarının 8 inci maddesinde yer alan “Bakanlar Kurulu” ibaresinin “Kültür ve Turizm Bakanı” olarak değiştirilmesini arz ederiz.

 

M. Akif Hamzaçebi

Tansel Barış

Ali Rıza Öztürk

 

Trabzon

Kırklareli

Mersin

 

Turgut Dibek

 

Esfender Korkmaz

 

Kırklareli

 

İstanbul

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN  Hükûmet katılıyor mu?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının bu son maddesi üzerindeki önerge hakkında söz aldım. Önergeyle ilgili olarak konuşurken, hangi tasarıyı kabul ettiğimiz konusunda sizlere çok kısa bilgi vermek istiyorum. Bu bilgiyi Sayın Bakanın açıklamaları çerçevesinde sizlerin dikkatine sunuyorum.

Tasarının hazırlanma gerekçesi, ormanların turizm yatırımlarına tahsisini düzenleyen Turizmi Teşvik Kanunu’nun ilgili maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesiydi. Anayasa Mahkemesi bu iptali yaparken şu gerekçeyi ortaya koymuştur: Turizm yatırımlarında bir kamu yararı vardır, bunda hiç tereddüt yok. Benim kanaatime göre de turizm yatırımlarında bir kamu yararı vardır; istihdam yaratacaktır, ekonomiye döviz kazandıracaktır, bunlar saymakla bitmez. Ancak Anayasa’nın 169’uncu maddesinin ormanları koruma konusunda devlete vermiş olduğu görevi dikkate aldığımızda, buradaki “kamusal yarar”ın biraz önce sözünü ettiğim diğer kamu yararından daha üstün olduğu ortaya çıkar. “Üstün kamu yararı” budur. Sayın Bakan “üstün kamu yararı”nı açıklarken işin bu kısmına değinmedi. Dolayısıyla ormanlarda yapılacak turizm yatırımlarının, ancak kaçınılmaz ve zorunluluk hâllerine münhasır olması gerekir. Anayasa Mahkemesi böyle diyor.

Tasarıya baktığımızda, tasarı turizm yatırımlarının bütün çeşitleri için ormanları tahsis eder hâle gelmiştir, bu yanlış değerli arkadaşlar. Bu düzenleme Anayasa’nın ortaya koyduğu iptal gerekçesine uygun değil. Ben şu soruyu sormuştum, bir kez daha soruyorum: Eskiden yapılması mümkün olduğu hâlde, bu tasarının yasalaşmasından itibaren yapılması mümkün olmayan turizm yatırımı var mıdır? Cevabını veriyorum: Yoktur. Tasarının 2’nci maddesi, turizm yatırımlarının bütün türleri için ormanların tahsisini imkân dâhiline sokmuştur. Değerli arkadaşlar, bu, doğru değil, Anayasa’ya da uygun değil.

Tasarının genel gerekçesine göz atmanızı rica ediyorum. Tasarının genel gerekçesinde ormanları koruma adına tek bir cümle, tek bir ifade yoktur. Yani ormanları turizme tahsis edeceğiz, ama bu tahsisi ormanları koruma ilkesi çerçevesinde yapacağız anlamında hiçbir ibare yoktur, hiçbir cümle yoktur. Bakın, tasarının genel gerekçesinde, ormanların turizm yatırımlarına açılması bireyin seyahat özgürlüğüyle bile ilişkilendirilebilmiştir. Yani ormanları yatırıma açacağız ki, birey, vatandaş, ormanın en ücra köşelerine kadar gidebilsin. Seyahat özgürlüğünü bile bununla ilişkilendiren bir anlayışın bu tasarıyla ormanları koruduğunu söylemek mümkün değildir.

Tasarıyla ormanların ancak yüzde 1’ine ilişkin bölümünün turizm yatırımlarına tahsisi mümkündü. Sanıyorum bu oran binde 5’e indirildi. Aranılan bu değildir. Binde 5 çerçevesinde yapılacak olan yatırımlar ancak kaçınılmaz ve zorunlu yatırımlar olmalıdır. Kış turizmini buna örnek verebiliriz. Ama, tasarının (f) bendindeki “kıyıların ve ormanın doğal güzelliği nedeniyle turizm yatırımı yapılmasına kolaylık sağlayan” şeklindeki maddesini, hükmünü dikkate aldığımızda, yapılamayacak hiçbir turizm yatırımı yoktur ormanlarda.

Ormanları koruma kaygısı bu tasarıda yoktur, problem buradadır. Doğru olan, bu kaygıyla, turizm yatırımını birleştiren, bu ikisinin dengesini kuran bir anlayıştır. Bunun için tasarıda ciddi ölçüde revizyon gerekmektedir, tasarının baştan aşağı değişmesi gerekmektedir. Yanlış bir tasarı görüşüyoruz. Yanlış bir tasarıyı kabul ediyoruz daha doğrusu.

Binde 5’lik sınır -ona tekrar gelmek istiyorum- bir ölçü değildir. Bugün binde 5’tir, yarın bir başka hükûmet yüzde 1 yapar, başkası yüzde 2 yapar. Bu doğru değil değerli arkadaşlar. Hükûmetlerin esnekliğine, anlayışına bırakılmış olan bir sınırla ormanları korumak mümkün değil. Ormanları korumak, Anayasa’nın 169’uncu maddesinde çerçevesi belirlenmiş bir husustur. Bunu, bu anlayışı olduğu gibi bu tasarıya yansıtmak gerekirdi, maalesef bu mümkün olmamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Bunları ifade etmek için söz aldım, beni dinlediniz.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Hamzaçebi.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

8’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylamadan önce, oyunun rengini belirtmek üzere, lehte, Uşak Milletvekili Sayın Nuri Uslu.

Buyurun Sayın Uslu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NURİ USLU (Uşak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında lehte söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri içerisinde sayılan, özellikle ormanlar üstün kamu yararı taşımaktadır çerçevesinde “ormanların turizm alan ve merkezleri ilan edilerek tahsis edilmesine mutlaka kriterler ve sınırlamalar getirilmelidir” denilmektedir. Bu kanun tasarısı ile son derece sınırlamalar ve kriterler getirilmiştir. Bir kere, en önemlisi, turizm tesisi yapacağınız bir yerde, orman alanının etrafında eğer hazine arazisi varsa ormandan bu tahsisi yapamazsınız.

Üstün kamu yararı -bunu birkaç kez konuştuk- gerçekten, evet, ormanlar üstün kamu yararı taşımaktadır. Şimdi ben şu tarafa dönüyorum, evet, turizm de üstün kamu yararı taşımaktadır, tarım da üstün kamu yararı taşımaktadır, sanayi de üstün kamu yararı taşımaktadır. Lütfen, bunları tek terazide tartmayalım, her birinin ayrı bir ağırlığı, ayrı bir değeri vardır. Bunları ayrı ayrı değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Milletimizin ekonomisine katkı yapacak ne kadar kaynağımız, değerimiz varsa bunları değerlendirmek mecburiyetindeyiz.

Sonra, bir kere orman alanlarının binde 5’i tahsis edilecek diye bir şey yok. Bir ilin toplam orman alanının ancak binde 5’ine kadar tahsis yapılabilir, bu da, bu söylediğim kriterler yerine getirilerek. Onun için, bu kanun tasarısı ile Anayasa’nın iptal kararında ne söylenmesi, ne tür kriterler getirilmesi gerekiyorsa konulmuştur.

Bir diğer husus, bu kanun tasarısı ile geleneksel turizm, artık faaliyet çeşitliliği, kapsam, içerik olarak yeni bir çehreye kavuşmaktadır. Turizm, dünya ülkelerinde olduğu gibi çağdaş bir konuma getirilmektedir. Artık eskide olduğu gibi deniz, kum, tesis turizmi bitmiştir günümüzün dünyasında. Bundan sonra biz ekolojiyi, doğayı, tarihi, kültürü, topoğrafyayı ve buna benzer çok değerli kaynakları yan yana getirerek turizmimizi bezemek, turizmimizi zenginleştirmek mecburiyetindeyiz. Bunları yapmazsak turizmi geliştiremeyiz.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla çok önemli bir konu daha gündeme gelmektedir, o da şu: Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği dönemde, yani 2007’nin Mayıs ayında, orman alanlarından turizm için, turizm alan ve merkezi için tahsis edilmiş bir sürü alan, yüzlerce müteşebbis buralarda projelerini çizdirdiler, ön izin aldılar, devlet bunlara izin verdi, altyapılarını yaptılar ama Anayasa Mahkemesi ön izin safhasında iptal ettiği için buralarda şimdi yüzlerce yatırım yapmış insanlarımız bunu beklemektedir. Devletimize olan güveni daima korumalıyız. Biz bu tasarıyla o güveni de tekrar sağlamış olacağız. Hatta, bu arada, benim ilim olan Uşak Banaz’daki termal kaynaklar turizm merkezi olarak yeniden değerlendirileceği için Uşaklılar bu konuda bu tasarıyı beklemektedir. Bunun yanında Mersin’de, Antalya’da, Muğla’da ve buna benzer diğer illerimizde de bu tasarıyı bekleyenler çoktur.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısının milletimize, memleketimize hayırlı olmasını diliyor, lehte oy kullanacağımı saygıyla arz ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uslu.

Oyunun rengini belirtmek üzere, aleyhte Sayın Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Turizmi Teşvik Kanunu’nun müzakerelerinin sonuna geldik. Oyumun rengini belirtmek üzere aleyhte söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, tabii Plan ve Bütçe Komisyonunda Tunceli’de üniversite kurulması teklifim de vardı, Hükûmetin de teklifi vardı, kabul ettiniz; Hükûmete teşekkür ettim. Yeter ki, siz memlekete, millete faydalı şeyler getirin, size teşekkür etmek bizim borcumuz. Daha da teşekkür etmemi istiyorsanız Pertek’te çok önemli bir köprü var, onu da yapın, size iki üç defa daha teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından “Onu da yaparız.” sesleri)

Değerli milletvekilleri, şimdi, bakın, biraz önce burada konuşan arkadaşımız diyor ki: “Bu kanunu bekleyen çok insan var.” Yani anlaşılıyor ki çok hatıra binaen birtakım insanlara orman arazileri tahsis edilmiş, bu kanunla da kılıf getiriyorsunuz, bu tamamen odur. Şimdi biliyorsunuz, geçmiş bir turizm bakanınız dedi ki: “Efendim, bu orman arazilerini Hasan değil basan alır.” Şimdi, getirilen bu kanunla siz basanı kaldırdınız, Hasanlara ve Hanslara tahsis ettiniz.

Şimdi, bakın neden? Şimdi, bu kanunun 2’nci maddesinin sonunda diyorsunuz ki: Bu şekilde yapılan tahsisler 2886 sayılı İhale Kanunu’na tabi olmayacak, 6831 sayılı Orman Kanunu’na da tabi olmayacak. Ya neye tabii olacak? Bakanın, siyasi iktidarın takdirine göre belirlenecek. Ya, ben bu iktidarın neyine güveneyim? Şimdi, eğer gidip de kendi emrindeki bir bankadan kendi damadına 750 milyon dolar tahsis eden bir hükûmet

ABDURRAHMAN DODURGALI (Sinop) – Kim kime tahsis etmiş?

İSMAİL BİLEN (Manisa) – Tasarıya gel, tasarıya.

KAMER GENÇ (Devamla) …devletin en kıymetli mallarını getirip yandaşlarına veren, İstanbul’un en güzel arazilerini kendi milletvekillerine tek ihaleyle veren bir siyasi iktidar ve bu düşünceye, ülkeye bu gözle bakan, sorumluluk duygusu bu kadar zayıf olan bir iktidarın takdirine nasıl bırakacağım.

Bakın, değerli milletvekilleri, kanunlar yapılırken yasama yetkisini kullanan kişiler, o memleketin objektif, dürüst, namuslu yönetilmesi için kanun çıkarır. Yoksa menfaat şebekelerinin rahatlıkla menfaatleneceği, ülkeyi satabileceği, ülkenin en büyük kaynaklarını kendi kişisel yararları için yandaşlarına tahsis edeceği bir sistemle kanun çıkmaz. Niye 2886 sayılı Kanun’dan istisna ediyorsunuz, niye 6831 sayılı Orman Kanunu’ndan istisna ediyorsunuz? Demek ki siz bu kanunlardaki objektifliğe dahi karşısınız.

Değerli milletvekilleri, bunlar bu memlekete hayır getirecek kanunlar değil. Bakın, Anayasa Mahkemesinin kararı var “Üstün kamu yararı ve zorunluluk bulunması hâlinde…” Sizin getirdiğiniz şeyde üstün kamu yararıyla zorunluluk hâlini bağdaştıran maddeler yok. Şimdi, Manavgat’taki o ormanı getirip de üstüne kendi yandaşlarınıza turizm tesisi yaptığınız zaman -o orman dünyanın hazinesi- onu yok ettiğiniz zaman, ondan daha üstün, ondan daha güzel bir servet yok edilemez, o ormanların değerleri parayla ölçülemez.

Dolayısıyla, değerli milletvekilleri, bu kanun, baştan sonuna kadar tamamen, yandaşlara devletin en kıymetli arazilerini tahsis etmek için hazırlanan bir tuzak.

Şimdi, 4’üncü maddede diyor ki: Bakanlık gerekli gördüğü hâllerde, ilan edeceği pilot bölgelerdeki turizm işletmesi belgesi olmayan konaklama tesislerine bir süre verecek, ondan sonra, bu konaklama tesislerini, turizm işletmesi belgelerini almadığı takdirde kapatacak. Böyle bir şey olur mu? Yani, şimdi, bu tamamen nedir biliyor musunuz? Sizin Melih Gökçek veyahut da birtakım belediye başkanları -kendi belediye sahaları olan yerler de var- birçok yerde, bakacaklar, çok güzel, kıymetli mülkler varsa… Kim bu? Bakanlık gerekli gördüğü hâllerde. Hangi hâllerde gerekli görecek? Yani Bakan, siyasi bir kişi, gidecek bakacak, siyasi rakibinin bir yerde, hakikaten çok değerli bir mülkü var, orada pilot bölge ilan edecek. “Kardeşim, şu kadar süre içinde, üç ay, beş ay süre içinde buraya turizm işletmesi alınabilecek bir nitelikte bir imar yap” diyecek, yapmadığı zaman gidip kapatacak. Bu, dünyanın neresinde görülmüş ya! Yani birtakım yerlerde, birinci sınıf tesis de olabilir, ama daha az, düşük gelirli insanların da gidip orada yararlanabileceği turistik tesis de olabilir. Niye o düşük gelirli insanların yararlanabileceği tesisleri orada yok ediyorsunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Yani bunlar dahi hepsi, Bakanın, bürokratın şahsi takdirine bırakılan her icraat, o ülkenin, o memleketin başına bir felaket getirir. Onu herkesin bilmesi lazım değerli milletvekilleri.

Sonra, işte, tarifeler verirken, belgeli işletmeler uygulamaları yapılırken, maalesef, bugünkü iktidar, birçok yerde, özellikle belediyelerde, İstanbul’da turistik belgeleri iptal ediyor, sırf oranın içki ruhsatlarını iptal etmek için. Yani böyle bir uygulama oluyor… Yüzlerce ben size misal veririm. Bu konuda Danıştayda bir sürü davalar var.

Şimdi, arkadaşlar, ya Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş yapısına uygun bir işletme esasını esas alacaksınız veyahut da sizin kendi düşüncenize göre, işte, içki yasaktır, şu yasaktır, bu yasaktır, bu düşüncelerle işlem tesis edeceksiniz. Yani bunlar hep keyfî şeyler. Kanunlar getirilirken objektif ilkeler konulacak. Objektif ilkeler konulmadan, tamamen bürokratların şahsi takdirleri kapsamında yapılan işlemler aykırıdır.

Ben kanunun aleyhinde oy vereceğim.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Genç.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun.

Birleşime bir saat ara veriyorum.

 

Kapanma saati : 18.51

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.57

BAŞKAN : Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2’nci sırada yer alan, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/480) (S. Sayısı: 94) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet buradalar.

Komisyon raporu 94 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi.

Buyurun Sayın Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarı, 8 Haziran 1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılmasına İlişkin Kanun’da değişiklik öngörmektedir. Dokuz maddeden oluşan tasarı, bir maddesiyle de Devlet Su İşleri Teşkilat Kanunu’nun bir maddesinde değişiklik yapılmasını öngörmektedir.

Yap-işlet-devret modeline ilişkin olarak yapılması planlanan değişiklikleri iki grupta toplayabiliriz: Birinci grup değişiklikler, “yap-işlet-devret”in kapsamına ilişkin, yani bu kapsamda yapılabilecek yatırımlara ilişkin değişikliklerdir. Bu da iki şekilde yapılmaktadır: Yürürlükte olan Yasa’ya göre hâlen köprü, tünel, baraj, içme suyu, kullanma suyu, sulama suyu, sivil kullanıma yönelik deniz limanları, hava limanları gibi altyapı yatırımları yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yaptırılabilirken, tasarıyla bu kapsam genişletilmekte ve bunlara ilave olarak, trafiği yoğun kara yolu, gar kompleksi, lojistik merkezi, kruvaziyer limanı, sınır kapıları gibi yatırımların da bu kapsamda yapılması öngörülmektedir.

                          

(x) 94 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Yine, kapsamda yapılan bir diğer değişiklik de şudur: Biraz önce saymış olduğum yatırımların yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapılabilmesinin temel şartı, bu yatırımların ileri teknolojiyi ve yüksek maddi kaynağı birlikte gerektirmesidir. Yani bir yatırım hem ileri teknoloji gerektirecek hem de yüksek maddi kaynak gerektirecek ki yap-işlet-devret modeliyle yapılabilsin. Tasarıyla bu noktada da bir değişiklik yapılmakta ve bir yatırım yüksek maddi kaynak gerektirdiği hâlde ileri teknoloji gerektirmese bile yap-işlet-devret modeliyle yapılabilecektir veya ileri teknoloji gerektirmekle birlikte yüksek maddi kaynak gerektirmese dâhi o da yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapılabilecektir.

Asıl önemli değişiklik, yap-işlet-devret modelinde yapılan değişikliktir. Yürürlükteki Yasa’ya göre yap-işlet-devret modeli çerçevesinde gerçekleştirilecek yatırımlarda, yatırımı gerçekleştirmek amacıyla devlet bütçesinden herhangi bir ödeme yapılmazken, tasarıyla öngörülen modele göre -ki katkı payına dayalı bir modeldir bu- gerçekleştirilecek yatırımlarda ödemeler devlet bütçesinden yatırımcıya yapılacaktır. Yap-işlet-devret modelinde tesisin, yatırım sonucu ortaya çıkan tesisin kullanımı hâlinde kullanıcılar tarafından bir ödeme yapılırken, tasarının öngördüğü katkı payına dayalı modelde ödeme devlet bütçesinden yatırımcıya yapılacaktır. Bu çok önemli bir değişikliktir ve asıl bunun üzerinde durmak gerekir. Ben de zamanın izin verdiği ölçüde bu konu üzerinde durmak istiyorum.

Yap-işlet-devret modeli, altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesinde kullanılan önemli bir proje finansman modelidir. Modelin gelişmiş ülkelerde de uygulama alanı vardır ancak daha çok kaynak sıkıntısı çeken, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde uygulanmaktadır. 1980 sonrası küreselleşme sürecinin dünyada hızlanmasıyla birlikte ortaya çıkan bir modeldir. Modelin en önemli özelliği, birçok özelliği vardır ama en önemli özelliği yatırımların finansmanının özel sektör tarafından gerçekleştirilmesidir. Yap-işlet-devret modeli, kamunun görev alanına giren bir yatırım veya hizmetin, yatırım ve işletme döneminde yapılacak harcamaları üstlenen yatırımcılar tarafından, yatırım sonucu ortaya çıkan tesisin önceden belirlenmiş olan süre ve tarifeler üzerinden işletilmesidir, yap-işlet-devret modelinin esası budur. Kamu-özel sektör   birliğinin önemli bir alanıdır. Bu alanda yap-işlet modeli, işletme hakkı devri gibi başka modeller de olmakla birlikte en belirgin örneği yap-işlet-devret modelidir, kamu-özel sektör iş birliğinin.

Türkiye’de bu modelin ilk ciddi örneklerini 80’li yıllarda görmeye başlıyoruz. 80’li yıllarda, 1984 yılında çıkarılan 3096 sayılı Kanun’la enerji sektöründe yap-işlet-devret modeli uygulanmaya başlamıştır. Yine, 1987 yılında çıkarılmış olan bir başka yasayla da otoyollar ve bu yollar üzerindeki tesislerin yap-işlet-devret modeliyle yapılması olanağı bizim sistemimize girmiştir. Enerji sektöründe yap-işlet uygulamasını ise 1987 yılında çıkan 4283 sayılı Yasa’yla görüyoruz.

Bütün bu saydığım düzenlemeleri bir şemsiye altında, bir çatı altında toplayan ilk kapsamlı düzenleme ise 94 yılında çıkarılmış olan, bu tasarının değişiklik öngördüğü, 3996 sayılı Yap-İşlet-Devret Kanunu olarak isimlendirebileceğimiz kanundur. Bu Kanun’un, yani Yap-İşlet-Devret Kanunu’nun genel gerekçesine baktığımızda modelin Türkiye’ye getirilmesinin temel nedeninin kamunun çekmiş olduğu kaynak sıkıntısı olduğu anlaşılacaktır. Kamu kaynaklarının yetersizliği, kamu hizmetlerinin çokluğu karşısında kıt kaynaklarla bu hizmetlerin gerçekleştirilmesi mümkün olamayacağından özel sektörün finansmanını sağlaması suretiyle böyle bir modelin ülkemize intikal etmesi o zaman uygun görülmüş ve 3996 sayılı Yasa kabul edilmiştir.

Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz bu tasarıyla getirilmek istenen katkı payına dayalı modelin, biraz önce tanımını yaptığım ve Kanun’un genel gerekçesinden getirilme gerekçesini ifade ettiğim yap-işlet-devret modeliyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Bunun yap-işlet-devret modelinin bir türevi, bir ikincil yöntemi olması, bu modelin gelişmiş ülkelerde uygulama alanı bulmuş olması bu söylediğim gerçeği değiştirmeyecektir.

Tasarının ana düşüncesi, yatırımların, Hükûmetin planlamış olduğu bir kısım kamu yatırımlarının özel sektör eliyle gerçekleştirilmesi ve özel sektörün gerçekleştireceği bu yatırımların bedelinin taksitler hâlinde yatırımcıya devlet bütçesinden ödenmesidir. Tasarıdaki bütün maddeler bunun etrafında şekillendirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, kamu maliyesinde 2006 yılından bu yana ciddi bir bozulma yaşıyoruz. Biraz sonra bunun rakamlarına gireceğim. Kamu maliyesinde ciddi bir bozulmayı yaşarken, gelirlerimizin gayrisafi millî hasılaya, gayrisafi yurt içi hasılaya oranı bu düzey sürekli olarak aşağı giderken, harcamalar giderek artarken böyle bir modeli bir ilave finansman olanağı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmeyi doğru bulmuyorum. Bu model, azalan gelirler, artan harcamalar karşısında, bozulan mali disiplin karşısında Hükûmetin kısa dönemde birtakım yatırımları gerçekleştirme arzusundan başka bir şey değildir. Bu arzu, gelecek yılların bütçelerini baskı altına alacak niteliktedir. Gelecek yıllardaki hükûmetlerin veya bu Hükûmetin gelecek yıllardaki bütçelerini baskı altına alacak, kısa dönemli birtakım hedefleri olan bir tasarıdır.

Tasarı şunu öngörüyor: Tasarı “katkı payı” adı altında yatırımcıya yapılacak bir ödemeden söz ediyor. Yani bir yatırımcı… Tabii ki arkasında bir finansman kuruluş var. Bu finansman kuruluşu arkasına almış olan veya onunla beraber hareket eden yatırımcı, ihale konusu olan kamu yatırımını, örneğin trafiği yoğun bir kara yolunun yapımını üstlenecek, o yolun işletme dönemi de dâhil olmak üzere o dönemdeki işletme ve bakım masraflarını da üstlenecek, tüm bu dönemdeki yatırımcının üstlenmiş olduğu harcamalar, yani gerek yatırım harcamaları gerek işletme ve bakım harcamaları, her yıl bütçesine “katkı payı” adı altında konulacak bir ödenekle yatırımcıya ödenecektir. Taksitler hâlinde ödemedir.

Katkı payı, ilk bakışta hazinenin bu yatırım nedeniyle katlanacağı yükü azaltacakmış gibi bir izlenim veriyorsa da-kavram böyle bir izlenimi almaya uygun, gerçekte böyle bir şey yok- yatırımın tamamı bütçeden karşılanmaktadır. Ve buna ilişkin olarak tasarıda yer alan sınırlara baktığımızda, bu sınırların gerçekten bütçeleri ne kadar baskı altına alacak nitelikte sınırlar olduğu gözükecektir.

Tasarıya göre, katkı payına dayalı yap-işlet-devret modeli uyarınca yapılacak yatırımların tutarı, o yılki yatırım bütçesinin yüzde 50’sini geçemeyecektir. 2008 yılı yatırım bütçesinin büyüklüğü 11,8 milyar YTL’dir. 12 milyar YTL dersek, yani 2008 yılında Hükûmet 6 milyar YTL’lik bir yatırımı bu yolla yapabilecektir.

Yapsın tabii ki, yapsın diyebiliriz, ama her yıl yatırım bütçesinin yüzde 50’si oranında bir ödeneği bu şekilde kullandığını düşünürseniz, Hükûmetin bütçenin diğer kalemlerine, cari harcamalara, sosyal harcamalara, tarımsal desteklemeye ayıracağı kaynağın ne kadar küçüleceğini tahmin edersiniz.

Yine, katkı payı olarak bütçeden yapılacak, yatırımcıya yapılacak taksitler hâlindeki ödemenin tutarı da yatırım bütçesinin yüzde 20’sini geçemeyecektir. Bunlar çok ciddi, yüksek oranlardır ve bu oranların 1 katına kadar, 2 katına yükseltilmesi konusunda tasarı Bakanlar Kuruluna ayrıca yetki vermektedir değerli arkadaşlar, bunu doğru bulmuyorum.

Biraz önce kamu maliyesinde ciddi bir bozulma sürecinden söz ettim. Şöyle olmuş olsaydı bu modeli daha anlayışla karşılayabilirdik: Hükûmet, gelecek yıllara ilişkin olarak yapmış olduğu projeksiyonda, işte, birkaç gün önce açıklamış olduğu orta vadeli mali çerçevede gelecek yıllarda devletin gelirlerinin artacağını bize söylemiş olsaydı, bunu belki farklı bir şekilde ele alabilirdik. İleride bütçenin gelirleri artacaktır, artan gelirler nedeniyle, ileride bütçeden, bu kalemde, yani, katkı payına dayalı olarak yapacağı ödemelerin yükü o artan gelirlerle karşılanabilecektir. Böyle bir model yok.

Şimdi, kamu maliyesi nasıl bozuldu, nasıl bozuluyor, bunu size rakamlarıyla vermek istiyorum:

Kamu maliyesindeki bozulma, gerçekte 2006 yılında başlamıştır, 2007 seçim yılında değil. Bu konuda Hükûmetin en iyi yılı 2005 yılıdır. Bakın, merkezî yönetim bütçe gelirlerinin toplamının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2005 yılında yüzde 23,5’tir; 2007 yılında bu oran yüzde 22’ye inmektedir, gayrisafi yurt içi hasılanın 1,5 puan altındadır. 2007 yılı gayrisafi yurt içi hasılasıyla bu rakam 12,8 milyar YTL’dir. Yani, Hükûmet 2007 yılında 2005’teki gibi gelir toplayabilmiş olsaydı, elinde 12,8 milyar YTL daha fazla geliri olacaktı. 2007 yılı oranı yüzde 22’dir. Hükûmetin sürekli eleştirdiği “Benden önceki tablo çok kötüydü, bir felaket, bir enkaz devraldım.” gerekçesiyle ortaya koyduğu 2002 yılı oranı yüzde 22,7’dir. Bakın, 2007 yılı gelirlerinin 2002’ye oranı tam 0,7 puan daha aşağıdadır. Bunun anlamı, Hükûmet, aşağı yukarı bu konuda 6 milyar YTL 2002 yılından daha az gelir toplamıştır değerli arkadaşlar.

Sayın bakanlarımız bir iki gün önce orta vadeli mali çerçeve açıkladılar. Orta vadeli mali çerçeveye baktığımızda, durum, aslında söylendiği gibi değil, savunulduğu gibi değil. Orta vadeli mali çerçeve, 2008 ila 2012 yıllarını kapsamaktadır. Bu çerçeveyle, açıklanan bu çerçeveyle Hükûmet, daha önce açıklamış olduğu 2008-2012 yıllarını kapsayan orta vadeli program ve orta vadeli mali planı rafa kaldırmıştır.

Rakamlarını vermek istiyorum size, orta vadeli mali çerçevenin rakamlarını vermek istiyorum: Bu çerçeveye göre, 2006 yılının program tanımlı geliri -bazı gelirleri program tanımında dikkate almıyoruz- program tanımlı gelir 2006 yılında gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak yüzde 21,5’tir. Bu oran 2008 yılında 20,4’e düşüyor, 2012 yılında yüzde 20’ye düşüyor. Yani, 2006 yılından, Hükûmetin mali disiplininin bozulduğunu ifade ettiğim 2006 yılından 2012 yılında 1,5 puan daha az gelir toplayacak. 1,5 puan daha az gelir demek, 2007 yılı gayrisafi yurt içi hasılasını dikkate alırsak, aşağı yukarı 12,8 milyar YTL demektir. Hükûmet, bozulan mali disiplin karşısında geliri artırarak yatırımlarını bu şekilde artırma yolunu tercih etmek yerine, kısa vadeli bir önleme başvuruyor; özel sektör yapsın, biz ona taksitle bütçelerden ödeme yapalım.

Değerli arkadaşlar, harcamaya baktığımızda orta vadeli mali çerçevede, harcamalar aynı şekildedir. Harcamalar artıyor. 2006 yılının harcama oranı, gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 17,4’tür. 2012’de yüzde 18,3’e çıkıyor. Harcama artsın, Türkiye’nin bu kadar küçük bütçelerle yönetilmesi mümkün değildir. Ama gelir tarafını olduğu gibi kabul edip, veri kabul edip o konuda hiçbir önlem almaksızın harcamaları birtakım popülist yöntemlerle artırmaya kalkarsanız, bunun sonu felaket olur, bunun sonu enflasyon olur.

Şimdi, bugüne kadar faiz dışı fazlanın nimetlerinden, faziletinden söz eden Hükûmetimiz, ekonomiden sorumlu bakanlarımız bugün faiz dışı fazlayı bize bir kötülüğün unsuru olarak tanıtıyorlar. “Faiz dışı fazla önemli değildir” diyor. E, bugüne kadar neden önemliydi o zaman? Neden önemliydi?

Değerli arkadaşlar, büyüme düşüyor, enflasyon artıyor, iç borçlanma faizi yüzde 20’nin üzerinde. 2006’nın Mayıs başında iç borçlanma faizi yüzde 14’ün altındaydı değerli arkadaşlar. Bunun bu mortgage kriziyle de ilgisi yok. Mortgage kriziyle, Amerikan piyasasındaki krizle bunun bir kısmını izah edersiniz, tamamını izah edemezsiniz.

Mali disiplin 2006’dan bu yana bozuluyor değerli arkadaşlar. Hâlâ 2006’nın faiz oranlarının yakınında değiliz, onun yaklaşık yüzde 50 oranında üzerindeyiz. Eskiden iyi vergi topladığımızı düşünüyorduk. Öyleydi, evet, gerçekten gayrisafi yurt içi hasıla rakamları, millî gelir rakamları bize öyle gösteriyordu. Yeni millî gelir hesabı birçok şeyi doğru görmemizi sağladı. Hükûmet bunun sadece, kişi başına düşen gelir yönüyle ilgilendi, oradaki artışı öne çıkardı. Başka öne çıkarmamız gereken şeyler var değerli arkadaşlarım.

Yurt içi tasarruflar düşüyor. Yurt içi tasarruflar, 1987 yılından bugüne kadar en düşük düzeyindeyiz, son 2006, 2007, 2008 rakamları -2008 program rakamı 17,6’dır- 87 yılından bu yana en düşük rakamdır değerli arkadaşlar. Beğenilmeyen 2002 yılının yurt içi tasarruflarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 19,2’dir, bugünün 2 puan üzerindedir.

Sabit sermaye yatırımlarında durum farklı değil. 1987-2007 arasını alıyorum, yirmi yıllık dönemi alıyorum. 87’yi alma nedenim, 87 yılında millî gelir hesaplama yöntemi değişmişti. Daha eskiye gidersem durum yine değişmeyecek. Bakın, sabit sermaye yatırımlarına bakıyorum, sabit sermaye yatırımlarında 2007 yılı için yüzde 21,7’lik bir oran gerçekleşmiş, 2008 yılı için aynı oran öngörülmüş. 2002 bu konuda daha yüksek değil ama 2000 yılı rakamı yüzde 22,8’dir. Yani 1987 ila 2000 dönemini alırsak, 2006, 2007, 2008 yılları, Hükûmetin en iyi olduğunu söylediği yıllar, geriye doğru gittiğimiz bütün yılların gerisindedir.

Peki, gelire geliyorum, biraz önce söyledim, onu en sona bıraktım. İyi vergi topladığımızı zannediyorduk. Hayır, şimdi, bizim vergi yükümüz toplam vergi gelirlerimizin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, yeni millî gelir hesabıyla yüzde 17,8’e düştü. Hükûmet orta vadeli mali planda bu konuda bir iyileştirme öngörmüyor, bir artışa gitmiyor. Uluslararası ortalamalar: Avrupa Birliği ortalamaları yüzde 26-27’dir, OECD ortalaması yine bu düzeylerdedir, 25-26’dır değerli arkadaşlar. Kayıt dışı ekonomi için hiçbir önlem almayacaksınız, gelir tarafında bir iyileştirme düşünmeyeceksiniz, gelir tarafında azalma planlayacaksınız, öte taraftan da bu modeli, katkı payına dayalı modeli, ilave bir imkân olarak burada kamuoyuna sunacaksınız. Bu doğru değil değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Evet, aşağı yukarı konuşmamı tamamlamıştım Sayın Başkan.

Tasarının, ülke şartlarına uygun, ihtiyacımız olan bir tasarı olduğu kanaatinde değilim. Problem, Hükûmetin bütçe anlayışındadır, Hükûmetin mali disiplin anlayışındadır. Bu bütçelerle, bu mali disiplin anlayışıyla ekonominin yönetilme şansı yoktur. Enflasyon artarken, faizler yüzde 20’nin üzerine çıkmışken, büyüme düşmüşken, “orta vadeli mali çerçeve” adı altında mali disiplini bir kenara atıp enflasyonu indirmenin sorumluluğunu sadece Merkez Bankasına bırakırsanız, Merkez Bankasının ortalığı toplaması, etrafa çekidüzen vermesi, ülkeye çekidüzen vermesi mümkün değildir.

Sözlerimi burada bitiriyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Hamzaçebi.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Münir Kutluata.

Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 94 sıra sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ve Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz yasa tasarısı, 08/06/1994’te yürürlüğe giren yap-işlet-devret modeli uygulamasıyla ilgili kanunda bazı düzenlemeler yapma amacı taşımaktadır. Aynı şekilde, yap-işlet-devret modelinin sulama altyapısında da kullanılabilmesi amacıyla 1953 tarihli Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Kanunu’nda da bazı düzenlemeler öngörmektedir. Bu yasa tasarısı ile on dört yıldır uygulanmakta olan bir yatırım ve finansman modelinde kapsam genişletilmesine gidilmektedir. Getirilen yeni ödeme şekliyle, esasen farklı uygulama türleri olan yap-işlet-devret modelinden bir tür borçlanma metodu olarak da yararlanmaya çalışılacağı anlaşılmaktadır.

Yap-işlet-devret modelinin tarihçesi 17’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Bu model, çeşitli safhalardan geçtikten sonra 20’nci yüzyılın son çeyreğinde önemli bir uygulama ortamı bulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Yap-işlet-devret modeli, 17’nci yüzyılda Fransa’da kanal ve köprülerin gerek merkezî yönetim gerek yerel yönetimler eliyle özel şirketlere yaptırılması, bu yatırımların özel şirketler tarafından belirli bir imtiyaz süresinde işletildikten sonra kamuya devredilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu uygulamalar daha sonra çeşitli ülkelerde farklı şekillerde daha anlamlı hâle gelerek devam etmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nda, İngiltere’de, Almanya’da uygulanarak devam edegelmiştir. Daha sonra 20’nci yüzyılda yaşanan iki dünya savaşında altyapının büyük oranda tahrip edilmesi ve yeni yatırım ihtiyaçlarının ortaya çıkması sonucu, özel sektörün de bu dönemde ciddi zararlar görmesinden ötürü ortaya çıkan ihtiyaçların özel sektörün kâr hırsıyla karşılanamayacağı anlaşılmış ve devletçi politikalar devreye girmiş, yatırımlarda devlet unsuru ön plana çıkmış ve yatırımlarda devletin rolünü artıran iktisat politikaları büyük önem kazanmaya başlamıştır. Daha sonra, tekrar 1929 dünya ekonomik krizi ile birlikte sadece altyapı yatırımlarının değil, ciddi işletmelerin ve büyük işletmelerin yatırımlarının da yine devlet eliyle yapılmasının arkasından tekrar bir yap-işlet-devret döneminin geldiğini görüyoruz. Özellikle iki kutuplu dünyada, kapitalist blok, Batı Bloku yap-işlet-devret ve özel sektör yatırımlarından büyük oranda yararlanırken, sosyalist blok bu uygulamanın dışında kalmış, ama sosyalist blokun çöküşünden sonra bu uygulama bloklar arası ilgi görmeye başlamış, bu ülkelerde de yatırım alanı bulmuştur.

Geçmişi bu kadar eskilere giden yap-işlet-devret modelinin önemli bir finansman modeli olarak sağladığı avantajlardan kısaca söz etmekte büyük yarar vardır. Bu sistemin en önemli özelliği, kamu yatırımları ile ilgili finansman sorununa çözüm getirmesi olarak kabul ediliyor. Yatırım aşamasında da, işletme safhasında da daha ileri teknoloji uygulanmasını mümkün kılmasıdır bu metodun özelliklerinden bir tanesi. Bir başka özelliği, sadece yeni yatırımlarda değil, tamamlanamamış yatırımlarda ve yenileme yatırımlarında da başvurulan bir metot olmasıdır. Bir başka ve en önemli özelliği, yap-işlet-devret modeline göre getirilen kredilerin anapara ve faizleri için hazinenin taahhüdünün söz konusu olmaması ve borç stokunun artmamasıdır. Ancak, burada ciddi bir parantez açalım: Bu tasarıyla getirilen katkı payı uygulamasının yap-işlet-devret modelinin borç yükünü artırmama özelliğini büyük oranda zedelediğini görüyoruz.

Dezavantajlarına gelince: Doğrudan devlet yatırımlarına göre en önemli olumsuzluğu, güçsüz siyasi iktidarlar elinde daha maliyetli hâle gelmesi, imtiyazlarda sınırların zorlanması gibi hususlardır. Diğer taraftan, bazı yerel yönetimler aracılığıyla istismarı mümkün olmaktadır. Yap-işlet-devret modelinin 20’nci yüzyılın son çeyreğinden sonra geniş ilgi görmesi ve bu ilginin hâlâ  devam ediyor olmasına sebep olan temel gelişmelere de kısaca temas etmekte yarar var. Bu temel gelişmeleri başlıca iki başlık altında, iki noktada toplayabiliriz. Bunlardan bir tanesi kamunun borçlanma imkânları aleyhine ortaya çıkan gelişmeler, diğeri özel sektörün borç verebilme ve para kullandırma imkânlarında ortaya çıkan olumlu gelişmeler olarak bunu alabiliriz. Gerçekten, kamunun borçlanması konusunda özellikle ülkeler arası, devletten devlete açılan kredilerde büyük daralmalar görülmüş ve bu anlamda zorluklar ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, özel kesimin elinde, uluslararası sermayenin elinde çeşitli sebeplerden, bilinen sebeplerden ötürü büyük fonlar birikmiştir. Dolayısıyla, bir tarafın aleyhine diğer tarafın lehine olan bu gelişmeler yap-işlet-devret modelinin işlerliğini artırmıştır. Özel kesimde, özellikle Batılı büyük taahhüt şirketlerinin kendi ülkelerindeki iş imkânlarının daralması sonucu, hükûmetlerini diğer ülkelerde kendilerine yeni iş ve kâr alanı açmaya zorlaması sonucu özel kesimin önü büyük oranda açılmıştır.

Şimdi, yap-işlet-devret modelinin ülkemizdeki geçmişine kısaca bakmakta yarar görüyorum. 19’uncu yüzyılda ve 20’inci yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki uygulamaları bir kenara bırakacak olursak günümüzdeki anlamıyla yap-işlet-devret modelinin fikrî zemininin 1980’lerde oluştuğunu görüyoruz. 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının ardı sıra yaygınlık kazanan dışa  dönük politikalarla oluşturulan ortam içinde özelleştirme tartışmalarıyla birlikte yap-işlet-devret sisteminin de tartışma zemini bulduğunu görüyoruz.

Türkiye, idare hukukunun imtiyaz sözleşmelerinin günümüze uyarlanmış bir uzantısı olan ve yalnızca ülkemizde  değil dünyanın çeşitli ülkelerinde de ortaya çıkan yap-işlet-devret modeli ile bu yıllarda tanışmıştır. Önce enerji sektöründe, daha sonra diğer sektörlerde de yasal bir düzenlemeye konu olan yap-işlet-devret, daha sonra Anayasa’da yapılan bir değişiklik sonucu idare hukuku alanı dışına da taşarak bir özel hukuk sözleşmesi hâline dönüştürülmüştür.

Bu alanda ilk adım 19 Aralık 1984 tarih ve 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun’unun çıkarılmasıdır. İkinci düzenleme 1988 yılında gelmiştir. 28 Mayıs 1988 tarih ve 3465 sayılı Kanun yapılmış veya yapılacak otoyollar üzerindeki yolculukla ilgili hizmet tesislerinin yapımı, bakımı ve işletilmesinin özel hukuk hususlarına tabi sermaye şirketlerine verilmesi düzenlemesidir. 8 Haziran 1994 tarihinde de 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Özel Sermaye Şirketlerine Yaptırılmasına İlişkin Yasa yürürlüğe girmiştir. Bu Yasa’nın üstünden, biraz önce de belirttiğim gibi, on dört yıl geçtikten sonra bugün görüşmekte olduğumuz düzenleme gündeme gelmiş bulunuyor.

İlgili Yasa’nın 1’inci maddesi, yap-işlet-devret modelinin bilinen bir sistem olduğunu kabulden hareketle herhangi bir tarif vermeden “Bu Kanun’un amacı, kamu kurum ve kuruluşlarınca ifa  edilen, ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak gerektiren bazı yatırım ve hizmetlerin, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yaptırılmasını sağlamaktır.” diyerek Kanun’un amacını belirtmektedir. Bu tasarıyla getirilen kapsam genişletme, yeni ödeme türleri ve maliyet anlayışı, tahsilat metotları gibi farklılıklara girmeden önce kalkınma anlayışı ve kamu sorumluluğuyla yap-işlet-devret modelinin telifi konusunda birkaç söz etmekte yarar görüyorum. Bunun için yap-işlet-devret modelinden ne anlaşılması gerektiğinden başlamak yerinde olur diye düşünürüm.

Yap-işlet-devret modeli, bilindiği gibi, kamunun sorumluluğunda olan hizmetlerin sağlanabilmesi için yine kamunun sorumluluğu olan yatırımların gerçekleştirilmesinde özel sektörle işbirliği anlamı taşıyan farklı uygulama türleri olan bir modeldir. Başlıca özelliği bir finansman modeli oluşudur.

Esas mantığı kendi sorumluluğunda olmakla birlikte, çeşitli sebeplerden kamunun henüz gerçekleştiremeyeceği bazı yatırımları özel sektör işbirliğiyle gerçekleştirmesidir. Bu sayede ülkenin ve toplumun ihtiyaçlarının karşılanması, yeni gelişme alanlarının önünün açılmasıdır. Yap-işlet-devret modelinde aslolan kamunun maksadıyla yatırım gücüne sahip özel sektör veya yabancı sermayenin beklentisinin bir ölçüde dengelenmesidir. Burada önemli olan, kamunun hangi görevlerinin bu model ile gerçekleştirileceğine isabetli karar vermesidir. Yap-işlet-devret modelinin uygulanmasının amacı yeni faaliyet ve kâr alanları arayan sermaye sahiplerine garantili ve sürekli kâr alanı açmak olmamalıdır. İfade ettiğim birinci hususun gerçekleşmesi hâlinde kamusal yarar, iktisadi gelişme, toplumsal refah gibi sonuçlar söz konusudur. İkinci hususta ise, kamunun ve toplumun üzerine yüklenmiş yeni yükler söz konusudur. Biri millî gelire sürekli ilave, diğeri millî gelirden sürekli kaçak ve sızıntı demektir. Bu ayrımın farkında olmak kaydıyla yap-işlet-devret modelinden faydalanmak gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Genel gerekçede belirtildiği üzere, bu şekilde sağlanan bir kamu-özel sektör işbirliğiyle inşaat ve talep riski gibi risklerin bölüşülmüş olacağı düşünülmektedir. Yap-işlet-devret modeliyle yatırım yapan şirketlerin yatırımı zamanında ve kaliteli bir şekilde bitirecekleri kabul edilmektedir. Bu modelde şirketlerin yatırım sonucu ortaya çıkan ürünleri kullanıcılara doğrudan satmaları, talep azlığından doğan olumsuzlukların şirkete intikaliyle risk paylaşılmış olmaktadır. Bu durumda şirketin yatırımı bir an önce bitirip riski azaltmak isteyeceği kabul edilmektedir.

Bu açıdan üzerine vurgu yapılan bir başka nokta, bazı yatırımlar sonucu üretilen mal ve hizmetler için kullanıcıların ücretlendirilmesinin zor olduğu hâllere dairdir. Bu durumda, riskin paylaşımı için yaygın olarak kullanılan yöntemlerden birisi, devletin mal ve hizmeti genel uygulamalara paralel olarak kullanıcılara ücretsiz sunması, ancak bu mal ve hizmeti kendisi satın alırken görevlendirilen şirkete belirli dilimler içinde ve ortaya çıkan talep ve kullanım miktarlarına göre ödeme yapmasıdır. Bu yöntemin en önemli avantajı, fiilî kullanıcıların ücretlendirilememesine rağmen, görevlendirilen şirketin yatırımı en kısa zamanda ve en yüksek kaliteyle tamamlaması ve kaliteyi sürdürmesi için gerekli saikleri içinde bulundurmasıdır.

Bu itibarla, getirilen düzenleme ile katkı payı uygulamasına 3996 sayılı Kanun’da açıkça yer verilmekte ve yapılması büyük önem arz eden ve ücretlendirilmesi fiilen mümkün olmayan bazı işler için bu yöntemin uygulanması büyük yararlar sağlayacağından, 3996 sayılı Kanun’un kapsam maddesine, trafiği yoğun kara yolu, gar kompleksi, lojistik merkezi, kruvaziyer liman ve entegre tesisleri ile sınır kapıları dâhil edildiği ifade edilmektedir.

Ayrıca tasarıyla, yap-işlet-devret görevlendirmeleri kapsamında katkı payı ve diğer uygulamalar çerçevesinde gelecekte idarece ödeme yapılması öngörülen miktarlar karşılığı ödeneğin ilgili idare bütçelerine konulması ve yap-işlet-devret sözleşmelerinde idarece yapılacak ödemelerde gecikmelere uygulanacak gecikme faizine ilişkin hükümlere de yer verilmektedir. Yani, burada, hem katkı payı konusuna vurgu yapılmakta hem de bu katkı paylarının ödenmesinde bir gecikme olursa gecikme faiziyle konu garanti altına alınmaya çalışılmaktadır.

Bu tasarı ile 3996 sayılı yap-işlet-devlet modeliyle ilgili Yasa’nın ilk altı maddesi ve 8’inci maddelerinde bu değişiklikler, yukarıda saydığım değişiklikler ve ilaveler yapılmakta, 7’nci maddesiyle de 6200 sayılı Devlet Su İşleri Kanunu’nun 24’üncü maddesine yap-işlet-devret modelinin Devlet Su İşleri faaliyet alanında nasıl işletileceğine dair ciddi bir ilave yapılmaktadır.

Bu tasarıyla bir yandan yap-işlet-devret modelinin uygulanabileceği alanları genişletmekte, diğer yandan genel bütçe yatırımlarının tamamına eşit bir yatırıma izin verileceği hükme bağlanmaktadır. Bir yılda sözleşmeye bağlanacak yap-işlet-devret yatırımlarının merkezî bütçe sermaye giderleri toplamının yüzde 50’sini geçemeyeceği vurgulanmakta, arkasından “ancak” denilerek Bakanlar Kurulu kararıyla 2 katına çıkarılabileceği vurgulanmaktadır. Yani bütçeyle getirilen yatırım miktarının tamamına eş yatırımların yap-işlet-devret modeliyle yaptırılmasına imkân sağlanmaktadır bu değişiklikle.

Bu tasarının 1’inci maddesinde 3996 sayılı Yasa’nın 1’inci maddesinde yer alan “ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak” ibaresindeki “ve” kelimesinin her iki şartın bir arada aranması gerektiğine dair bir anlam taşıması dolayısıyla hükûmet tasarısında olmasına rağmen Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından “ve” yerine “veya” denilmiştir. Bu şekilde ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak ihtiyacının bir arada olması hâlinde değil, ikisinden sadece birisi için de yap-işlet-devret modelinin kullanılmasına imkân verilmiş olmaktadır.

Hükûmetten gelen tasarının 6’ncı, Plan ve Bütçe Komisyonu metninin 7’nci maddesinde “Sulama tesisleri yapımı ile ödenen katkı paylarının tahsilinde sulama birliklerinin oluşturulamadığı yerlerde sulamadan istifade eden çiftçilerin borçlarının muhtarlıklarda ilanının ardından başka bir ihtara lüzum olmaksızın görevli şirket tarafından genel hükümlere göre tahsil edilir.” denilmekte ve çiftçiye yeni icra yolları açılmış olmaktadır.

Küçük çiftçi borçlarının yatırımcı şirket açısından bu kadar detaylı şekilde garanti altına alınmasıyla katkı payı olarak Hükûmetin getirdiği uygulamanın açıkladığı mantığının çeliştiğini görüyoruz. Gerçekten katkı payı diye bir uygulama getirilmesinin altındaki mantık, parayla ölçülemeyecek veya fiyatlandırılamayacak hizmetlerin ilgililerine sunulmasının karşılığı olarak ifade edilmişti. Burada küçük çiftçinin, teşkilatlanamayan çiftçinin borçlarının tahsili konusunda şirketler lehine fevkalade önemli ve sıkı tedbirlerin alındığını görüyoruz.

Yap-işlet-devret uygulamalarının genişletilmesi, katkı payı uygulamasının getirilmesi hususu, Hükûmetin yatırımlar konusundaki anlayışıyla bir arada değerlendirilmesi gereken bir husustur. Elden çıkarılan kamu yatırımlarından yani daraltılan kamu yatırım stoklarından sağlanan fonların yeni yatırımlara tahsis edilmediğini biliyoruz. Yani yeni yatırımlar için yeni kaynaklar gerekmektedir. Bu da yeni borçlanma ve yeni borç yükü demektir. Hâlbuki kamu yatırımlarının finansmanında eğer bazı altyapı yatırımlarını elden çıkarıyorsanız, bunların harcanacağı kaynakların belli olması ve bunun da öncelikle yeni yatırımlar olması gerekirdi, bunun gözden uzak tutulmaması gerekiyordu. Ama burada uygulamaya baktığımız zaman, bu getirilen katkı payıyla yeni borçlanma yollarının açıldığını görüyoruz.

Bu anlayış çerçevesinde katkı payı uygulamasıyla yap-işlet-devret modelinin kamu borçlarını artırmama özelliği tersine dönmüş olmakta, yeniden kamu borç stokunun artırılması kapısı açılmaktadır. Hâlbuki daha önceki sözlerimin içerisinde ifade etmiştim ki bu modelin en önemli üstünlüğü, kamu borç stokuna yeni ilaveler getirmemesiydi. Belirli bir dönemin sonunda yapılan yatırımlar “devret” adı altında kamuya devredileceği için stokların artırılması esastı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kutluata.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Ama burada borç özelliği ön plana çıkıyor, bunu görüyoruz.

Şimdi, bu katkı payının bütün altyapı stoklarını elden çıkardığımız ve kalanları da çıkarmaya niyetli olduğumuz için diyemeyiz ki katkı payı bu yatırımların gelirleriyle ödenecek. Böyle bir imkânımız da yok. O hâlde, yeni adlar altında, yeni yöntemlerle yeni bir borçlanma metodu getirildiğini görüyoruz.

Yine, sözlerimin bir yerinde ifade etmiştim, bu sistemin en büyük zaafının iyi uygulanmaması hâlinde kamu yararından ziyade kamu zararı sağlaması olduğunu ifade etmiştim. Bu anlamda, bu kanun değişikliğinden sonra, Hükûmetin, hiç değilse uygulama alanında büyük titizlik göstereceği ümidiyle hepinizi saygılarla selamlıyorum efendim.  (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kutluata.

AK Parti Grubu adına Sivas Milletvekili Mustafa Açıkalın.

Sayın Açıkalın, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli  Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’yla alakalı olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Temel yasa, 3996 sayılı Yasa 1994 yılında çıkarılmış. Ancak ülkemiz yap-işlet-devret modeliyle 1980’li yıllarda tanışmıştır. İlk defa bu yıllarda yap-işlet-devret modeli, bir finansman modeli ve yatırım modeli olarak, yatırımların proje finansmanı olarak gündeme gelmiştir ve ilk defa yine 1984 yılında bu model enerji sektörüne uygulanmak üzere bir kanun ile düzenlenmiştir. Bu arada, yine enerji sektörüyle alakalı yapılmış yap-işlet ve otoyolların finansmanıyla alakalı düzenlemeleri bir tarafa bırakırsak ilk defa derleyici düzenleme bu 3996 sayılı Kanun’la 1994 yılında gerçekleştirilmiştir. Yap-işlet-devret modeline özellikle az gelişmiş ülkeler neden başvurmaktadırlar? Birinci olarak, yap-işlet-devret modeline, özellikle ağır ve büyük ölçüde finansman gerektiren altyapı yatırımlarının gerektirdiği kaynak yetersizliği sebebiyle müracaat edilmektedir. Aynı şekilde, altyapı yatırımlarının ölçek büyüklüğü zaman içerisinde artmıştır ve bunlar, yine zaman içerisinde, ileri teknoloji ve yoğun sermaye birikimi gerektiren yatırımlar hâline dönüşmüştür.

Uygulamalara baktığımızda hem merkezî idare hem de mahallî idareler yap-işlet-devret modelini kullanmaktadırlar.

Yap-işlet-devret modeli, mevcut tesislerin, teknolojilerin yenilenmesi ihtiyacı veya yarım kalmış yatırımların tamamlanması gereği olarak da müracaat edilen bir modeldir. Bu modelde kamu, birkaç şekilde, yap-işlet-devret modelini gerçekleştiren şirketle ticari ilişkiye girebilmektedir. Bunlardan bir tanesi, bu şirkete ortak olabilmektedir. İkinci olarak, bu şirketin yatırımı gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu krediyi temin etmektedir doğrudan doğruya veya bu şirketin kendi kaynaklarıyla temin edeceği krediye garanti vermektedir.

Yine aynı şekilde, yap-işlet-devret modeli çerçevesindeki kuruluşlar konsorsiyum olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira, yapacakları işlerde bir imal ve inşa faaliyeti vardır. Aynı şekilde, yatırım tamamlandıktan sonra işletilmesinin gereği ortaya çıkmaktadır, sonuçta da bu yatırımın bir finansman ihtiyacı vardır. Bütün bu faaliyetler ayrı şirketler tarafından gerçekleştirilip bir konsorsiyum çatısı altında yerine getirilebilmektedir. Aynı şekilde, bu konsorsiyuma yerli ortaklar da zaman zaman iştirak etmektedir.

Yap-işlet-devret modelini, sadece gelişmekte olan ülkelerin müracaat ettiği bir finansman modeli olarak görmemek icap eder. Aynı şekilde, zaman içerisinde, gelişmiş ülkeler de bu modelle birtakım projelerini, altyapı yatırımlarını gerçekleştirmişlerdir. Bunlardan geçmişteki en büyük örnekler, Sidney’de yapılan büyük liman ve aynı şekilde İngiltere-Fransa arasını bağlayan euro channelın inşaatıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, yap-işlet-devret bir finansman modelidir. Esas itibarıyla, bu şekilde gerçekleştirilen mal ve hizmet bedelinin, hizmetten yararlananlar tarafından veya idare tarafından satın alınması suretiyle bu yatırımı gerçekleştiren yerli ve yabancı şirketlere ödenmesidir.

Aynı şekilde, yap-işlet-devret modeli, kanunumuzdaki tanımı icabı olarak, kamu yatırımlarının veya bu yap-işlet-devret kapsamına giren yatırımların kamu tarafından yapılmasına ilişkin bir istisnadır. Bu istisna, aynı zamanda, kamu iktisadi teşebbüsleri bakımından gerçekleştirilecek yatırımlar bakımından da geçerlidir. Bu istisna, aynı zamanda, kamu yatırımlarının hukuki ve fiilî bir tekel olmasına da bir istisnadır. Zira, bilindiği üzere, tekel ancak monopol kamu hizmetlerinde kamu adına kurulabildiğine göre, yap-işlet-devret modeli, bu anlamda da tekellerin ortadan kaldırılması -konu olan yatırımlar bakımından- ve bu yatırımların, bu yatırım alanlarının rekabete açılması anlamına gelmektedir.

Diğer bir anlamda yap-işlet-devret modeli, aslında, müstakbel gelirleri dikkate alarak ileride yapılacak yatırımların öne alınması ve bu yatırımlara ilişkin katkı payı açısından bakıldığı takdirde de ödemelerin ertelenmesi anlamına gelmektedir.

Kanuna ilişkin değişikliklere baktığımızda, ifade edildiği üzere, birinci olarak kapsama ilişkin değişiklikler yapılmaktadır, kapsam genişletilmektedir, ikinci olarak da “katkı payı” adı altında modele yeni bir enstrüman ilave edilmektedir.

Bizim 3996 sayılı Yasa’mız, genel olarak, yap-işlet-devret modeli kapsamında yapılacak mal ve hizmet alanlarını saymıştır. Zaman içerisinde ortaya çıkan zaruretler herhangi bir değişiklik icap ettirdiği takdirde, bugün görüştüğümüz tasarıda olduğu gibi, bunların yeniden kanun değişikliği olarak önümüze getirilmesi icap etmektedir.

Aslında, belki de özel sektör bakımından, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapılması fizibl bulunan bütün projelerin belli çerçeve standartlar sayılmak suretiyle serbest bırakılması veya sadece yapılamayacak, yani yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapılamayacak yatırımların kanunla belirlenmesi, bunun dışındaki bütün alanların yap-işlet-devret modeli çerçevesindeki yatırımlara açık olması tarzında bir düzenlemenin şahsi olarak daha doğru olacağı kanaatindeyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıyla getirilmiş olan değişikliklere baktığımızda, biraz önce de ifade ettiğim üzere, yap-işlet-devret modeline ilişkin, kapsama ilişkin değişiklikler getirilmektedir. Tasarının 1’inci maddesinde ileri teknoloji ve yüksek kaynak birlikte aranırken -yap-işlet-devret modeli çerçevesinde gerçekleştirilecek yatırımlarda bu iki şartın birlikte mevcut olması aranırken- bundan böyle yapılan bu değişiklikle, bu tür yatırımların daha kolay yapılabilmesini temin etmek amacıyla bu şartlardan sadece birinin mevcut olması -yani sadece ileri teknoloji gerektirmesi o yatırımın veya sadece yüksek kaynak gerektiriyor olması- bu yatırımın bu modelle yerine getirilmesi için yeterli olacaktır.

Diğer bir değişiklik: Otoyollara ilişkin daha önce yapılmış bulunan düzenlemelere ilave olarak, artan kara yolu trafiği karşısında trafiği yoğun kara yollarının da bu modelle yapılması gerçekleştirilecektir.

Diğer bir değişiklik: Esasen tasarının tamamına baktığımızda, bu tasarıyla genişletilen kapsam önemli ölçüde ulaştırma yatırımlarını ilgilendirmektedir.

Diğer bir değişiklik: Gar komplekslerinin ve lojistik merkezlerinin de artık yap-işlet-devret modeliyle yapılabilmesidir. “Bu ihtiyaç nereden çıktı?” diye baktığımızda, bilindiği üzere, ilk defa ülkemizde hızlı tren -1980’li yıllarda dünyada ortaya çıkan ve birçok ülkede yaygın biçimde uygulanan hızlı tren- uygulamasının Ankara-İstanbul hattında yatırımları başlamış ve Eskişehir’e olan istikamet tamamlanmış -ticari olarak açılıma hazır hâle gelmiştir- Eskişehir-Ankara arası devam etmektedir. Aynı şekilde, bu hızlı tren doğuya doğru devam etmektedir. Ankara-Sivas arası ihalesi yapılmıştır. Dolayısıyla, bu hızlı tren uygulamasının gerektirdiği bir ihtiyaç olarak gar komplekslerinin de yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapılması icap etmektedir.

Diğer bir kapsam genişletme işi lojistik merkezleridir. Maalesef, ülkemizde, dünyadaki uygulamalarla mütenasip olmayacak bir karşılaştırma rakamı olarak, demir yoluyla taşımalar son derece azdır. Bütün dünyada taşımalar ağırlıklı olarak demir yolu ve deniz yoluyla yapılırken ülkemizde kara yolu ağırlıklıdır. Lojistik merkezlerinin inşasının bu yük trafiğinin demir yoluna aktarılmasında önemli bir hizmeti ve kolaylığı yerine getireceğini düşünmekteyiz. Aslında, mevcut demir yolu ağımız yolcu taşımasına ilişkin bir konfor sağlamaması, süratli olmaması itibarıyla yolcu taşımasına elverişli olmamakla birlikte, esasen yük taşımasına uygun olabilir. Ancak demir yoluna ilişkin yükleme, boşaltma ve lojistik merkezlerinin ihmal edilmiş olması dolayısıyla, önemli ölçüde katkısı olması itibarıyla, yük taşımacılığı, maalesef, demir yolu yerine ülkemizde kara yoluyla yerine getirilmektedir.

Deniz yoluna ilişkin olarak, yük ve yolcu limanları inşası, aynı şekilde yat limanları inşası da yapılan değişiklikle, kapsam genişletmesiyle yap-işlet-devret modeli kapsamına alınmıştır.

Gerçekten de bir önceki oturumda turizm yasası geçti bilindiği üzere. Cruise turizmi, kruvaziyer turizm hem dünyanın en pahalı turistlerini taşıması itibarıyla fevkalade önemli bir turizm enstrümanı olmasına mukabil, ülkemizde turizmin diğer alanlardaki gelişmesine paralel olarak kruvaziyer turizm maalesef gelişmemiştir. Elbette bunda cruise limanlarının yetersiz olmasının da büyük etkisi vardır. Özellikle İstanbul, kruvaziyer turizmi bakımından bu alanda çalışan işletmeler için önemli bir destinasyon olmasına mukabil, ancak yeterli ölçüde hizmet veren bir limana sahip olmaması itibarıyla bu şansını kaybetmektedir. Bilindiği üzere, burada İstanbul’un tek Salıpazarı Limanı bulunmaktadır yanaşma yeri olarak, kruvaziyer turizmine elverişli yanaşma limanı olarak. Yine ileriye yönelik bir proje olarak Haydarpaşa’da bir cruise liman yapılması söz konusudur. Ama, maalesef, bugüne kadar bu projeler henüz hayatiyete geçirilmemiştir. Ancak, Hükûmetimiz, bilindiği üzere, birinci projeyi ihale etmiş, bilinen sebeplerle gerçekleşmemiş. Aynı şekilde, Haydarpaşa projesinin inşasına ilişkin çalışmalar ve yine Salıpazarı projesinin yenilenmesine, ihalesinin yenilenmesine ilişkin çalışmalar devam etmektedir.

Diğer bir olay limanlar bakımından, yat limanlarının inşasıdır. Ülkemizde, maalesef, Akdeniz çanağında 1 milyon adet yat seyrederken sadece bunun 10 bin adedinin, 10 bin civarındaki bir adedin ülkemizde yat limanı olarak barınma imkânı bulunmaktadır. Oysa, bu alanda Türkiye’nin rakibi sayılan ülkelere baktığımızda, İtalya ve İspanya’ya, bunların her birinin 100 bin ve 200 bin adet civarında yat barınmasını temin edecek kapasiteye sahip olduklarını görmekteyiz. Hatta, İspanya bunu 2 katına çıkarmak için özel bir kanun çıkarmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esasen ülkemiz gemi inşası yanında yat inşasında da önemli bir merhale kat etmiştir. Rakipleriyle olan fiyat ve kalite açısından önemli bir avantaja sahiptir. Yük gemilerinin inşasında yaşanan gelişmeye paralel olarak önümüzdeki yıllarda yat inşasında da ülkemizin önemli bir aşamaya geleceğini tahmin ediyoruz.

Diğer bir düzenleme sınır kapılarıyla alakalı. Bilindiği üzere, gerçekten de sınır gümrük kapıları ülkenin girişi bakımından, imajı bakımından önemlidir. Bunun tatbikatları yapılmıştır doğuda ve batıda. TOBB’la gerçekleştirilen işbirliği sayesinde birtakım sınır kapıları yenilenmiştir.

Üzerinde durmak istediğimiz diğer bir nokta, gerçekten bu Yasa’yla getirilen katkı payıdır. Bilindiği üzere, yap-işlet-devret modelinin ana esprisi, sadece kullananlardan alınan ücretlerle bu modele konu yatırımın gerçekleştirilmesidir ancak birtakım bazı altyapı yatırımlarının malî ve ticari açıdan fizibl olmaması, bu yatırımların bu modelle yapılması imkânını zorlaştırmakta, hatta imkânsız kılmaktadır. İşte bu imkânsızlığı ortadan kaldırmak ve kolaylaştırmak amacıyla, tasarının 3’üncü maddesiyle “katkı payı” adı altında, hâlen mevcut tasarıda olan ücrete ilave olarak bir değişiklik öngörülmüştür. Bu, yüzde 100 fizibl olmayan yatırımlara kamu bütçesinden kaynak aktarılmasıdır. Bu kaynak aktarma sınırsız değildir, elbette tasarıda buna birtakım sınırlamalar getirilmiştir bilindiği üzere. Birinci olarak, toplam bütçe sermaye giderleri açısından bir sınırlama getirilmiştir. Bu şekilde, bu modelle yapılacak sözleşmelerin yatırım toplamı, o yılki bütçe sermaye giderlerinin yüzde 50’sini geçemeyecektir. Bu yeterli addedilmemiş, buna ilave olarak, ilgili yıl bütçe giderleri bakımından da bir sınırlama getirilmiştir. O da yine bütçe sermaye giderlerinin, ilgili yıl bütçesinin yüzde 20’sini geçemeyeceğidir. Bunu, hiçbir şekilde, herhangi bir borçlanmanın alternatifi olarak göstermek kabil değildir. Esasen bütçe giderleri kendi mantığı içerisinde belirli bir miktara ulaşmaktadır. Bu yapılan, tamamen bütçenin giderlerinin sermaye giderleri bakımından kompozisyonunun değişmesidir.

Aynı şekilde, katkı payının ülkenin borçlanmasını veya bütçe giderleri üzerine etki yapacağını iddia etmenin de doğru olduğunu düşünmüyorum. Şu bakımdan düşünmüyorum: Burada sadece “katkı payı” adı altında bütçeye konan ödeneklere giderler açısından bakılmaktadır. Oysa, katkı payı ödenmek suretiyle yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilen yatırımların sağlayacağı, getireceği gelirler, sosyal faydalar ihmal edilmektedir. Dolayısıyla, bu yatırımlar, işletme ömrü boyunca ciddi ölçüde katkı sağlayacaktır. Biraz önce ifade ettiğim lojistik merkezi açısından baktığımızda, bir lojistik merkezinin katkı payıyla inşa edildiğini düşünsek bile, elbette bunun “katkı payı” adı altında bütçeye konulacak giderlere yükü olacaktır ama bu lojistik merkezlerinin ulaşımın demir yoluna kaydırılması suretiyle ülke ekonomisine kazandıracağı, kara yolundan demir yoluna kaydırılmak suretiyle Türkiye’nin petrol giderlerinin azaltılmasına yapacağı katkılar, trafik kazalarına yapacağı katkılar, araçların, demirbaşların yakıt giderlerine yapacağı katkılar itibarıyla düşünüldüğünde, esasen, katkı payı ödenmek suretiyle gerçekleştirilse dahi bu yatırımların, ülke ekonomisine bu katkı payından proje ömrü boyunca çok daha fazla gelir getireceğini ve katkı yapacağını düşünüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yapılan değişiklik, Devlet Su İşleri Kanunu’nda, 6200 sayılı Devlet Su İşleri Kanunu’nda yapılan değişikliktir. Esasen Devlet Su İşleri, barajların inşasında, hidrolik santrallerin inşasında bu modeli çok başarılı bir şekilde ve etkin bir şekilde uygulamıştır. Ülkemiz barajlarının inşa ömrü yirmi ila otuz yıl arasında değişmektedir. Yani, genel bütçeden ayırdığımız kaynaklarla biz hidrolik santrallerin inşasını yirmi veya otuz yıl arasında gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Oysa özel sektör tarafından bu barajlar üç ila beş yıl arasında gerçekleştirilmektedir ve bu barajların kârlılığı da veya başa baş seviyesine ulaşması da üç ila yedi yıl arasında değişmektedir. Dolayısıyla bu modelle yapılacak bir baraj yedi yıl sonra ülke ekonomisine ciddi ölçüde katkıda bulunacaktır kendini amorti ettikten sonra.

Şu anda Devlet Su İşleri 1.500 adet barajın bu model çerçevesinde, hidrolik santrallerin, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde, katkı payını da almak suretiyle gerçekleştirmiştir. Bilindiği üzere biz ancak hidrolik kaynaklarımızın yüzde 35’ini kullanabilmekteyiz, mevcut hidrolik kaynaklarımızın. Yani ülkemizin, cumhuriyetimizin kurulduğundan bugüne kadar yapılmış bulunan hidrolik santraller mevcut potansiyelin yüzde 35’ini kullanmaktadır. Aynı şekilde kömür kaynaklarımızın de yüzde 37’si kullanılmaktadır, bilinen kömür rezerv kaynaklarımızın. Devlet Su İşlerinin bu bin beş yüz barajı bu model çerçevesinde vermek suretiyle bütçe üzerinden 25 milyar dolar civarında bir yükü kaldırdığı ifade edilmiştir, başka bir ifadeyle hesaplanmıştır. Dolayısıyla, bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Katkı payı ödense dahi bu modelin ülke ekonomisine katkı sağlayacağını, bütçe üzerine yük olmaktan ziyade -tabii işletme süresi boyunca düşünmek lazım- önemli ölçüde katkı sağlayacağını ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz ve Hükûmetimiz, havaalanlarında önemli ölçüde bu modeli başarıyla uygulamıştır. Bilindiği üzere, İstanbul ve yeni olarak da -Sabiha Gökçen, Atatürk Havaalanı’ndan sonra- İzmir, Antalya, Bodrum Havaalanlarında bu modelle, yap-işlet-devret modeliyle havaalanları inşa edilmiştir. Bu kapsam genişletmesi, hava meydanları yanında havaalanlarının da bu modelde inşasına imkân vermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Açıkalın.

MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Gerçekten de bu havaalanlarının inşası ve sivil havacılığa açılması sayesinde sekiz ila on yıl sonra ulaşılacak sivil havacılık taşımalarına Türk havacılık sektörü ulaşmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarının ülkemize ve kurumlara hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Açıkalın.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici.

Buyurun Sayın Binici. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Demokratik Toplum Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

İlk aşamada, Türkiye’de kamu altyapı yatırımlarının nasıl finanse edildiğine bakalım: Klasik model ve öncelikle akla gelen, kaynağın bütçeden karşılanmasıdır. Kamu kuruluşları ihaleye çıkarken, iç parayı kendi bütçelerinin yatırım kaleminden, dış parayı da dış kredi verebilecek kaynaklara başvurarak temin etmektedir. Bu kredilerin geri ödenmesi tümüyle hazinenin teminatı altındadır.

Sayın milletvekilleri, devlet neden vergi alıyor? Sosyal devlet yapısı gereği alınan vergiler, kamu hizmetleri çerçevesinde, bölgeler arası adaletli bir şekilde hizmet amaçlı kullanılmak durumundadır. Ama ne yazık ki, ülkemizde bir türlü sosyal devlet anlayışı uygulanamadı. Çünkü sosyal devlet ilkesinden uzak rantiyeci bir anlayıştan, sermaye çevresinin güdümünden çıkamayan bu anlayıştan sağlıklı hizmet beklemek doğru değildir.

94 sıra sayılı Kanun Tasarısı, yap-işlet-devret modelinin kapsamını genişletmeyi hedeflemektedir. Özellikle kanun maddesinde “fiyatlandırılamaz” ve “bölünemez” hizmetler de bu kapsama alınmaktadır. Bu genişleme kamu hizmeti anlayışını zedeler niteliktedir.

Değerli arkadaşlar, yukarıda bahsettiğim gibi, hazırlanan kanun teklifinin sosyal devlet ilkesine aykırılığı açıktır. Yine, açık söylemekte fayda görüyorum: Devlet vatandaşına karşı adaletli olmak zorundadır.

1960 yılında bütçe giderlerinin 1/3’ü yatırım harcamalarına giderken, bu oran 2000 yılından sonra yüzde 3-4 düzeyine inmiştir. Bu arada sadece kamu yatırımlarında değil özel sektör yatırımlarında da düşüş olmuştur. İç borçlanma gereksinimi nedeniyle özel sektörün kullanabileceği kaynaklara el atılmıştır. Diğer taraftan reel faizin çok yüksek olması, bu dönemde özel sektör için yatırım yapmayı neredeyse cazip olmaktan çıkarmıştır.

Değerli milletvekilleri, özellikle petrol fiyatlarında dünyada meydana gelen büyük artışlar, özel finans kesiminin elinde çok büyük fonların oluşmasına neden olmuştur.

Artık proje finansmanı için gereksinim duyulan kredilerin temini için devlet kredisi yerine özel finans kurumlarından arayışlara yönelmiştir. Yine bu arada özel değerlendirme firmaları ülkelerin politik ve ekonomik durumlarını da irdeleyerek ülkelerin kredi açılabilirliğini, riskini değerlendirip bunları ilan etmeye başlamışlardır, kredi notu gibi.

Bütün bu iç ve dış gelişmeler sonucunda ve devam eden bu süreçte, Türkiye’de kamunun iç ve dış kaynak bulma olanakları ciddi şekilde azalmaya başlamıştır. Bu durumda kamu altyapı yatırımları, diğer yatırımlar için de geçerli finansman temini için başka arayışlar, başka formüller gündeme gelmeye başlamıştır. Tam da bu noktada yap-işlet-devret modeli ortaya çıkmıştır. Projelerin dış parayla yapılacak kısmı için kredi bulmak nispeten kolay olsa da iç parayla yapılacak işler için kredi bulmak oldukça zor olup bu kredinin dolayısıyla yatırım maliyetini yükseltmeye başlamıştır.

Kamu altyapı yatırımlarına bir de son yıllarda büyükşehir belediyelerinin kent içi ulaşım, metro, tramvay, pis su arıtma, çöp tesisleri gibi önemli kentsel yatırımlar da eklenince dış kredi talep eden kuruluşların sayısı da artmaya başlamıştır.

Yine, bu altyapı yatırımlarına finansman bulma çabaları sonucu yüzde 100 kredili işler dışında ve özellikle enerji sektörüne yönelik başka bir model de gündeme gelmeye başlamıştır, bu da hükûmetler arası ikili iş birliği çerçevesinde karma ekonomik komisyonlarca ele alınan ve anlaşmaya varılan projelerdir. Bu tür anlaşmalar Avusturya, Kanada, İsrail gibi ülkelerle imzalanmıştır. Hidroelektrik santral yapımına yönelik projelerdir. Bu tür anlaşmalar da egemenliğimizi zedelemektedir.

Büyüme sürecinde olan Türkiye’de, altyapı yatırımları için daha fazla kaynağa gereksinim duyulurken, Türkiye'nin yine bu süreçte içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durumdaki pek de olumlu olarak tanımlanamayacak gelişmeler sonucu kamu, bütçeden yatırım için kaynak ayıramaz duruma gelmiştir; dış kredi bulma konusunda ciddi açmazlar içine düşmüş, bulduğu kredilerin de bu koşulların neticesi olarak maliyeti çok yükselmiştir.

Tüm bu gelişmelere ilaveten ve belki de bunlardan daha da önemlisi, dünyada esmeye başlamış olan liberalleşme, özelleştirme rüzgârları ve bunun bir doğal neticesi olarak da bu yatırımların finansmanı için gözlerin özel sektöre çevrilmesi olmuştur.

Bu tür projelerin özel sektör eliyle gerçekleştirilmesi ve işletilmesi sadece bir finansman kaynağı bulma dışında bu kesimin işletme, yönetim becerisinden yararlanma olanağını da sağlayacağı düşünülmeye başlanmıştır. Ancak bu düşünce ve çabalar bir ölçüde eskiye, geçen yüzyıla dönüşü akla getirmeye başlamıştır. 19’uncu yüzyılda Batı ülkelerinde gözlenen hızlı sanayileşme ve bunun bir uzantısı ve gereği olan büyük altyapı yatırım talebi ve hızlı kentleşme, doğal olarak, demir yolu, iletişim, haberleşme, tarımda sulama, kentlerde elektrik, gaz, kent içi ulaşım, su şebekesi gibi altyapı yatırımlarının ivedilikle ve yoğun biçimde gerçekleştirilmesini gerektirmiştir. Ekonomiye devlet müdahaleciliği olmayan kapitalizmin, bu dönemde “bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler” bu altyapı yatırımları özel sektör tarafından yapılmış ve sonra işletilmiştir.

Diğer ülkelerde iş arayışında olan bu firmalar da kendilerine iş yaratabilmesi için hükûmetlerini çeşitli formülasyonlar için sıkıştırmaya başlamışlardır. Yap-işlet-devret, ikili ilişkiler çerçevesinde iş alma gibi özellikleri...

İşte, dünyada bu gelişmeye paralel, özellikle gelişmekte olan ülkelerde altyapı yatırımlarının özel sektör eliyle gerçekleştirilmesi için de yeni bir model olarak yap-işlet-devret modeli ortaya atılmıştır. Geniş anlamda yap-işlet-devret modeli, bir kamu altyapı yatırım veya hizmetin finansmanının özel bir şirket tarafından karşılanarak gerçekleştirilmesi ve kamu tarafından belirlenen bir süre için işletilmesi ve yine bu süre içinde ürettiği mal veya hizmeti tarafların karşılıklı saptadıkları bir tarife uyarınca kamu kuruluşlarına satması ve sürenin sonucunda işletmekte olduğu tesislerin bakımı yapılmış, eksiksiz ve işler durumda ilgili kamu kuruluşuna devredilmesi diye tanımlanabilir.

Aslında bu modelin uygulanması bize çok yabancı değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yabancı şirketlerle yapılmış olan çeşitli imtiyaz sözleşmeleri, bu modelle büyük benzerlik göstermektedir. O dönemde yapılan sözleşmelerle, örneğin İstanbul’da tramvay, tünel işletmeleri, elektrik, gaz idaresi, Haydarpaşa liman işletmesi ve İzmir’de liman işletmesi, Göztepe tramvay işletmesi gibi yabancı şirketlere verilen imtiyazlardır.

Yap-işlet-devret konusunda yirmi yılı aşkın bir süredir yayımlanmış olan bu çeşit yasa ve yönetmelikler, zaman zaman siyasi tartışma konusu olmuştur. Özel sektörün bu model çerçevesinde gerçekleştirmek istediği yatırımlar ve bu amaca yönelik olarak yapılan sözleşmelerin imtiyaz sözleşmesi değil, özel hukuk hükümlerine bağlı sözleşmeler olduğu söylenmiş ve bu husus yasa maddelerinde yer almışsa da yapılan sözleşmelerin imtiyaz sözleşmesi olduğu ortadadır.

Değerli milletvekilleri, yasa tasarısının 6’ncı maddesinde ise, 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkındaki Kanun gereğince DSİ tarafından yapılması gereken sulama tesisleri de yap-işlet-devret modeli kapsamına alınmaktadır.

Devlet Su İşleriyle ilgili, kendi bölgem Şanlıurfa’da çarpık bir uygulamayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa’daki çiftçiler arazilerini üç yöntemle sulamaktadırlar.

1- Harran Ovası’nda DSİ marifetiyle sulanan arazilerde dönüm başına 10 YTL ödemektedirler.

2- Baz-2 Projesi kapsamındaki kapalı yöntemle yapılan sulama bedeli dönüm başına 30 YTL ödenmektedir.

3- GAP Sulama Projesi’nden faydalanamayan, ancak, kendi imkânlarıyla söz konusu çiftçilerimiz, 100 ve 300 metre derin kuyular açıp pompa ve elektrik tesislerini kendi olanaklarıyla kuran bu kesim, sulama elektrik bedeli olarak dönüm başına 100 YTL ödemektedir. Ancak, bu üreticiler, ürünlerini aynı bedelle pazarlayan bu kesim, elektrik borçlarını ödeyemediği için binlerce tesis sahibi çiftçi icra ve hapis cezalarıyla karşı karşıya kalmaktadır.

Zaten bahsettiğim ciddi sorunları yaşayan tarım sektörünün yeni bir yükle karşı karşıya kalacağı bir gerçektir.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Binici, teşekkür ederim.

Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahısları adına ilk söz, Manisa Milletvekili Recai Berber’e aittir.

Buyurun Sayın Berber. (AK Parti sıralarından alkışlar)

RECAİ BERBER (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, esasen yap-işlet-devret modeli bizim sistemimize çok önce, yirmi yıldan fazla bir zaman önce girmesine rağmen ilk düzenleme, yasal düzenleme 1994 yılında yasasının, 3096 sayılı Yasa’nın çıkmasıyla şekillenmiştir ve ondan sonra da daha çok spesifik alanlarda, yani özel sektörün hem finansman sağlamada kolaylıkla girebileceği hem de getirilerinin ölçülüp kendilerine ödenebileceği projeler finanse edilmiştir. Bunlar da genelde enerji yatırımlarıdır. Ancak, dünyada özellikle son yıllarda bunun adı kamu-özel sektör iş birliği; yani “Public Private Partnership” diye bilinen ve çok geniş alanlara yayılmış bir model olarak karşımıza çıkıyor. Bu alanda da aslında genel bir kanaat var; yani kamu borçlanmasını yapamayan veya kamu borçlanma riski olan gelişmekte olan ülkeler daha çok bunu tercih ediyor gibi. Aslında bu, böyle değil. Çünkü, bunun kapsamına giren, yani dünyada “PPP modeli” diye bilinen ve bunun kapsamına giren alanlar her türlü kamusal mal ve hizmetlerin özel sektör marifetiyle temin edilerek sunulması uygulamasını içeriyor ve özellikle de son yıllarda otoyollar, enerji, savunma, okullar, cezaevleri hatta her türlü altyapı hizmetleri, ölçülebilen, getirisi ölçülebilen her türlü altyapı hizmetleri dünyada bu şekilde finanse ediliyor. Ben size sadece 2006 ve 2007 yıllarında, yani gelişmiş ülkelerde, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde bu dediğimiz kamu-özel sektör iş birliği modeli, finansman modeli ile gerçekleştirilmiş olan yatırımlarından rakamlar vereceğim:

2006 yılı itibarıyla İngiltere’de 63,7 milyar euro, dikkat edin İtalya’da 6,5 milyar euro, İspanya’da 2,5 milyar euro, Fransa’da 2 milyar euroluk projeler bu şekilde finanse edilmiştir. Ayrıca yine aynı şekilde 2007 yılında da bu rakamlara yakın büyük yatırımlar hep    kamu - özel sektör iş birliği ile gerçekleştirilmiştir.

Aslında burada kanunun genel mantalitesine, esprisine bakıldığında, bütçeye yük getirdiği iddia ediliyor ama aslında bütçeye yük filan getirilmiyor. Şunun için getirilmiyor: Biliyorsunuz devlet bütçesi -bir işletme gibi düşünürsek- sadece gelir giderlerden ibaret yani bilanço esasında defter tutmuyor devlet. Dolayısıyla yirmi yıl, otuz yıl hatta bazıları elli yıl kullanılacak sabit kıymet niteliğinde yatırım öngören projeleri, siz sadece cari yıl gelirlerinizle finanse etmeye kalktığınız zaman esas yükü o zaman gerçekleştirmiş oluyorsunuz. Çünkü bu şekilde kamu-özel sektör iş birliği ile yapılan işler zaten özel sektörün mal ve hizmet ürettiği alanlar değil, toplumun kamudan beklediği mal ve hizmetler bunlar. Dolayısıyla kamunun yapması gereken hizmetler ve siz burada bunun tamamını cari yıl bütçesine koymak durumundasınız eğer yapmak istiyorsanız. Nitekim tamamı bir cari yıl bütçesine sığmadığı için, konamadığı için geçmişte özellikle barajların, otoyolların ne kadar uzun sürdüğünü hep beraber biliyoruz. Ayrılan cüzi ödeneklerle bu yatırımlar yıllarca, on yıllarca hatta -burada Sayın Bakanımız Veysel Bey DSİ’nin bazı projelerinde rakamlar verdiler- kırk yıldan fazla süren yani ödenekleriyle yapılmaya kalkılırsa kırk yıldan fazla süren baraj projeleri var bu ülkede. Buradaki israfın, buradaki kıt kaynakların nasıl boşuna kullanıldığının en açık delilidir.

Hâlbuki burada yapılmak istenen nedir? Burada yapılmak istenen: Biz bunu kendi imkânlarımızla, ödeneklerimizle, bütçe imkânlarımızla kırk yılda yapacağımıza, iki yılda, üç yılda, teknik imkânları neyse, finansmanı özel sektör tarafından sağlanmış -kamu da değil dikkat edin- bir projeyi finanse etmek suretiyle, yine bir kısmını özel sektörün ödediği bir gelir getirisiyle, bir kısmının da kamunun katkı payıyla ödenmek suretiyle, aslında, uzun yıllar atıl duracak, yatırım hâlinde devam edecek pek çok projeyi, biz bu şekilde, çok kısa sürede toplumun ve kamunun hizmetine sunmuş oluyoruz.

Burada şu söyleniyor: “Yani, kamu artık finansman bulmakta zorlanıyor veya kamu finansmanında limitler geldi, dolayısıyla…” Arkadaşlar, burada, sadece bir kamu finansmanı sorunu değildir bu. Çünkü, burada, geçmişte, kamu finansmanına sınırlama olmadığı zaman, özellikle yerel yönetimlerin bazı projelerinin finansmanında hazine garantileriyle verilen borçların, daha doğrusu imzalanan garantilerin daha sonra kamuya ne kadar yük olduğunu da hep birlikte gördük. Özellikle, denetimsiz bir şekilde hazine garantisiyle yapılan altyapı projelerinin tipik bir tanesi, biliyorsunuz Yuvacık Barajı’dır. Şu anda, ayda 20 milyon dolar, hazinemiz bunun payını ödüyor. Ama neyini ödüyor? Yapıldıktan sonra yerel yönetim tarafından ödenmeyen taksitlerini ödüyor. Dolayısıyla, bütün bu geçmişte yaşanan olumsuz örnekleri ortadan kaldıracak ve daha doğrusu dünyanın, hem de gelişmiş ülkelerin çok başarılı bir şekilde uyguladığı bu modeli şu anda Türkiye'nin gündemine almamız ve kapsamını genişletmemiz, aslında çok yerinde ve mutlaka yapılması gereken bir uygulama olarak karşımızda duruyor ve aynı zamanda burada getirilmekte olan katkı payı sistemiyle, aslında -geçmişte sadece- yap-işlet-devret modelinin bir anlamda niteliği de değiştiriliyor, sadece kapsam genişletilmiyor, nitelik değişiyor. Çünkü gerçekten, bazı kamu hizmetlerinin yatırımlarının, doğrudan doğruya özel sektör tarafından ölçülerek yapılmasının imkânı olmayan -biraz önce gelişmiş ülkelerde saydığım- mesela okulların, en son, Macaristan’da hatta cezaevlerinin bile yap-işlet-devret modeliyle, daha doğrusu kamu-özel sektör iş birliğiyle yapıldığının örnekleri var. Dolayısıyla burada, aslında, aynı zamanda bir mantalite değişikliği gerçekleştirilmiş oluyor.

Biliyorsunuz kamu hizmetlerinin en çok şikâyet ettiğimiz konulardan bir tanesi de kalitesi ve maliyet sorunu. Biraz önce söylediğim uzun yıllara sirayet eden yapım çalışmalarının getirdiği maliyetin yanı sıra bir de bizatihi kamu tarafından yaptırılmasının sonucunda oluşan maliyetler var. Hâlbuki burada, bizzat özel sektör tarafından proje yapılıp uygulanacağı için, uygulama ve işletme aşamasında da tıpkı özel sektörün elastikiyeti ve maliyetler üzerinde, buradan eğer kâr edecekse maliyetleri daha da aşağıya çekmek için çalışacağından dolayı, aslında ciddi anlamda kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de maliyetlerinin düşmesine yol açacak çok önemli bir değişim olarak da karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla burada katkı paylarının getireceği yükü belki de… Belki de değil, ben iddia ediyorum ki bugün katkı paylarının sağlayacağı yük, kamu hizmetlerinin bu şekilde yatırımlardan kaynaklanan; işletmenin işletme sırasındaki maliyetlerinden, işletme maliyetlerinden kaynaklanan düşüşlerle çoktan telafi edileceğini ve global anlamda baktığımızda, kamuya, yani daha doğrusu topluma olan maliyetinin eskisinden daha da aşağıya düşeceğini, burada beklentiler açısından değil dünyadaki örnekleri açısından da söyleyebiliriz diye düşünüyorum.

Ayrıca, hiç gereği yokken aslında, belki bu tip yeni bir başlangıç olduğu için katkı paylarıyla ilgili olarak, bütçede bununla ilgili olarak da bir sınırlama getirilmiştir. Bu sınırlama sayesinde ve yapılacak olan fizibilitelerin aynı zamanda daha fazla titizlikle üzerinde durulması açısından da bütçeye bu katkı paylarının ödemeleriyle ilgili olarak da limit getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, aslında yap-işlet-devret modeli olarak bizim ülkemizde yaygınlaşmış olan bu modelin kamu-özel sektör iş birliği şeklinde algılanması gerekir ve kamu-özel sektör iş birliğinin dünyadaki uygulamaları ve bizdeki kapsam genişlemesi ve nitelik değişimiyle beraber, aslında, belki de bundan sonra kamu hizmeti niteliğinde olup da özel sektör marifetiyle, eliyle yapılabilecek pek çok hizmetin artık on yıllar sürmeyeceğini, çok kısa sürede bunların realize olacağını düşünüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Berber.

RECAİ BERBER (Devamla) – Burada Devlet Su İşleriyle ilgili olarak kanunda yapılacak değişiklikle ilgili açıkçası ben şunu belirtmek istiyorum: Bugün barajları tamamlanmış, devlet tarafından yüz milyonlarca dolar yatırım yapılmış barajların sulama projelerine bütçeden ayrılacak ödeneklerle devam ettiğimiz takdirde, inanın bir on yılda barajı bitmiş, suyu bitmiş, her şeyi bitmiş, ama sulamada kullanamadığınız atıl bir yatırımınız söz konusu. Bu, aynı zamanda, özellikle sulama projelerinde şimdiye kadar kamunun kaynaklarıyla yapılmış ama atıl duran bu yatırımları bir an önce toplumun ve yine kamunun hizmetine sunması açısından da çok önem taşıyor.

Ben, her şeyden önce, bu yasanın hazırlanmasında emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum ve başarılı sonuçlarını hep birlikte göreceğimizi diliyorum, hepinize saygılar sunuyorum. Sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Berber.

Hükûmet adına, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilen 94 sıra sayılı Kanun Tasarısı’yla, 8 Haziran 1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun’un kapsamı genişletilmekte, kamu-özel sektör iş birliği modelleri arasında yer alan katkı payı uygulaması getirilerek buna paralel olarak Kanun’un ilgili maddelerinde gerekli değişiklikler yapılmaktadır.

Esasen, çok değerli milletvekilleri yap-işlet-devretle ilgili tarihî gelişimi çok güzel bir şekilde izah ettiler. Ben o kısma vaktinizi almamak için girmek istemiyorum, çünkü bu neredeyse yüz-yüz elli yıldan beri dünyada ve hatta Osmanlı Devleti zamanında uygulanan bir model.

Ayrıca şunu özellikle belirtmek istiyorum: Bugün, katkı paylı yap-işlet modeli, bütün dünyada, şu anda, son on yılda “PPP” dediğimiz “public-private partnership” yani “kamu-özel sektör iş birliği” adıyla kullanılmaktadır. Bunu da Sayın Milletvekili Recai Berber çok güzel bir şekilde izah etti.

Ben şahsen şunu da vurgulamak istiyorum konuya girmeden önce: Bakın, Doğu Bloku’yla ilgili, biliyorsunuz, yıkılmasından sonra Doğu Bloku’nun Orta ve Doğu Avrupa’daki bütün ülkeler altyapılarını, su temini, kanalizasyon, arıtma ve diğer yolları tamamen bu modelle, yap-işlet-devret ve kamu-özel sektör iş birliği marifetiyle kısa zamanda tamamlamışlardır. Bunu özellikle belirtmek istiyorum.

Bir de  diğer taraftan, bildiğiniz gibi, 6200 sayılı Devlet Su İşleri Kuruluş Kanunu’nda değişiklik yapılarak katkı payı uygulamasının DSİ tarafından yürütülen projelerde uygulanmasına ilişkin bir düzenleme de bu tasarıda getirilmektedir.

Bilindiği üzere, kamu-özel sektör iş birliği kapsamında yatırımlara ilişkin inşaat ve talep riski gibi risklerin kamu ve özel sektör arasında paylaşılması yoluna gidilmektedir, yapılan budur. Bu suretle, yatırımı gerçekleştirilen şirketlerin -değerli milletvekilleri, bakın, çok önemli bu- yatırımı zamanında ve kaliteli bir biçimde bitirilmesi sağlanacaktır bu şekilde. Yani ben, yıllardan beri bir bürokrat olarak, gerek İSKİ’de gerek Devlet Su İşlerinde Genel Müdürlük yapmış bir kişi olarak söylüyorum: Bakın, Türkiye'deki asıl problem, geçmişte sürüncemede kalan yatırımlar olmuştur. Bunu önlemeye çalışıyoruz. Bakın, Devlet Su İşleri Genel Müdürü olduğum zaman, 2003 yılında, Devlet Su İşlerinin o tarihte, 2003 yılındaki bütçesi 2 katrilyon TL iken, o anda yatırım programında, portföyde olan toplam yatırım tutarı, ihale edilmiş tutar 52 katrilyondu ama daha sonra bunun bir de keşif azaltılmak suretiyle görünmeyen kısmı, olduğunu da belirledim, toplam 80 katrilyon hatta 82 katrilyondu. 82 bölü 2, 41 yıl eder, yani 41 yıllık yatırım yıllar önce maalesef ihale edilmiş ve bu kucağımızda bulunmuştu. Dolayısıyla bu, gerçekten yap-işlet-devret veya katkı paylı yap-işlet-devret modeli veya kamu-özel sektör ortaklığı yatırımların zamanında ve kaliteli bir şekilde bitirilmesini sağlayacaktır.

Yap-işlet-devret yönteminde riskler, genellikle görevlendirilen şirketin yatırım sonucu ortaya çıkan mal ve hizmetleri kullanıcılara doğrudan satmaları, böylece talebin az olmasının sonuçlarının şirkete yansıtılması yoluyla paylaşılmış olmaktadır. Bu şekilde şirket yatırımını bir an önce tamamlayarak ve aynı zamanda kendisi de işleteceği için -yap-işlet-devret olduğuna göre- ve en kaliteli şekilde işletmeyi sağlayacak şekilde kaliteyi de sağlamak suretiyle kullanımı artırmayı, dolayısıyla gerek yatırımın yıllık maliyeti açısından giderleri ve ayrıca işletme giderleri… Biliyorsunuz, yatırımın  yıllık maliyet cinsinden gider artı işletme giderleri toplam giderleri teşkil etmektedir. Böylece, hem yatırım giderlerinde hem de işletme giderlerinde önemli ölçüde bir tasarruf sağlanacaktır.

Ancak bazı yatırımlar sonucu üretilen mal ve hizmetler için kullanıcıların ücretlendirilmesi zor olabilmektedir. Bunlar sulama yatırımları, kara yolu yatırımları gibi. Bu durumlarda riskin paylaşımı için yaygın olarak kullanılan yöntemlerden birisi, devletin mal veya hizmeti genel uygulamalara paralel olarak kullandırıcılara ücretsiz sunması, ancak bu mal ve hizmeti kendisi satın alırken görevlendirilen şirkete belirli dilimler için ve ortaya çıkan talep ve kullanım miktarlarda geri ödeme yapmasıdır.

Bu yöntemin en önemli avantajı faydası fiilî kullanıcıların ücretlendirilmemesine rağmen görevlendirilen şirketin yatırımı en kısa zamanda ve en yüksek kalitede tamamlaması ve kaliteyi sürdürmesi için gerekli saikleri içinde barındırmasıdır. Bu itibarla, yapılması büyük önem arz eden ve ücretlendirilmesi fiilen mümkün olmayan bazı işler için anılan yöntemin uygulanması büyük faydalar sağlayacağından, 3996 sayılı Kanun’un kapsam maddesine, trafiği yoğun kara yolu, gar kompleksi, lojistik merkezi, yük ve/veya yolcu ve yat limanları ile kompleksleri ve sınır kapıları dahil edilmekte ve bu kapsamda olan “havalimanları” ibaresi “havaalanları” ve “limanları” olarak değiştirilmektedir. Yani yapılan şey sadece 3996’daki kapsamın genişletilmesinden ibarettir.

Ayrıca, yatırım projelerinin yap-işlet-devret modeli kapsamında yapılabilmesinde projelerin özellikleri itibarıyla ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak unsurlarından sadece birine sahip olmasının yeterli olması gayesiyle mevcut Kanun’un ilgili maddelerinde gerekli değişiklik yapılmaktadır. Yani, geçmişteki kanunda ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak varken, bu sefer, ileri teknoloji veya yüksek maddi kaynak… Yani, ikisinden birisini sağladığı takdirde yeterli olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıyla katkı payının tanımı yapılmak suretiyle uygulamanın temel unsurları belirlenmektedir. Bu çerçevede, yap-işlet-devret modeli kapsamında katkı payı uygulaması yöntemi, görevli şirketin ürettiği mal veya hizmet bedelinin, mal veya hizmetten yararlananlar tarafından tamamen veya kısmen ödenmesi idarece öngörülmeyen veya mümkün olmayan yatırımlarda kullanılacaktır. Bu yatırımlar sulama, yol gibi, az önce belirttiğim yatırımlardır.

Tasarıyla, yap-işlet-devret görevlendirmeleri kapsamında katkı payı veya diğer uygulamalar çerçevesinde gelecekte idarece ödeme yapılması öngörülen miktarlar karşılığında ödeneğin ilgili idare bütçelerine konulması öngörülmektedir.

Ayrıca, merkezî yönetim bütçesine dahil kamu idareleri tarafından katkı payı uygulaması kapsamında bir yılda sözleşmeye bağlanacak yatırımları ve yine bu kapsamda ilgili yıl bütçelerinden ödenek katkı paylarına sınırlama getirilmek suretiyle kamu maliyesi üzerinde zorlayıcı etkiler de sınırlandırılmaktadır.

Diğer taraftan, yap-işlet-devret sözleşmelerinde ödemelerde gecikme olması halinde uygulanacak gecikme faizlerine ilişkin hükümlere de yer verilmektedir. Böylece, ödemelerin gecikmesi sebebiyle görevli şirketin uğrayabileceği zararların sözleşme hükümleri çerçevesinde giderilmesine de imkân tanınmaktadır.

Bu tasarının kanunlaşması sayesinde, ülkemiz açısından ivedilikle gerçekleştirilmesi gereken bazı yatırımların yap-işlet-devret modeli çerçevesinde bir an önce başlatılması ve süratle tamamlanması ve ülke ekonomisine kısa zamanda büyük katkı sağlaması beklenmektedir.

Ben, müsaadenizle, bu arada, Ulaştırma Bakanlığı tarafından ve Çevre ve Orman Bakanlığı DSİ tarafından bazı “yap-işlet-devret”le alakalı çalışmalardan örnekler ve bunların faydalarından bahsetmek istiyorum.

Bakın, Ulaştırma Bakanlığı uhdesinde gerçekleştirilen yap-işlet-devret kapsamındaki liman projeleri ve bunların sağladığı faydaları kısaca özetleyeceğim.

Birinci husus: 100 milyon dolar tutarındaki yatırım kamu kaynağı kullanılmadan sektöre kazandırılmıştır.

İkinci husus: Bakın, burası çok önemli, projelerin, sektöre, yani ülkenin ekonomisine kazandırılma hızı ortalama bir buçuk yıldır. Yani, bir buçuk yılda işletmeye almıştır.

Üçüncü husus: Projelerin yatırım ve işletme dönemlerinde ortalama 3 bin kişilik ek istihdam sağlanmıştır. Yani yatırım süresi azalıyor, maliyet düşüyor ve aynı zamanda ek bir istihdam sağlanıyor.

Bakın, bu çerçevede tamamlananlardan birkaç örnek vermek istiyorum:

Turgutreis Yat Limanı, Çanakkale Kepez Limanı, Güllük Gemi Yanaşma İskelesi, Bodrum Yolcu İskelesi tamamlanan, bu “yap-işlet-devret”le yapılan yatırımlardır.

Şu anda inşaatı devam edenlere misal olarak da Didim Yat Limanı’nı, Alanya Yat Limanı’nı, Antalya Kaş Yat Limanı’nı verebiliriz.

Yer teslim safhasında olanlar da var. Bunlar da İzmir Sığacık Yat Limanı, İzmir Çeşme Yat Limanı, Mersin Yat Limanı, Datça Yat Limanı, Dalaman Yat Limanı’dır.

Bunlar limanlara misal olarak verdiğim husus. Bunun dışında bir de Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde gene gerçekleştirilen havaalanlarının ekonomiye sağladığı yararlardan bahsetmek istiyorum.

Bu havaalanlarının “yap-işlet-devret”le gerçekleşmesi neticesinde 1,5 milyar dolar tutarındaki yatırım kamu kaynağı kullanılmadan sektöre kazandırılmıştır.

İkinci husus: Burada da aynen limanlarda olduğu gibi projelerin sektöre kazandırılma hızı, yani tamamlanma süresi ortalama bir buçuk yıl olmuştur. Halbuki biz geçmişte biliyoruz, on beş yılda bitmeyen, biliyorsunuz havaalanları vardı.

Üçüncüsü: Söz konusu model kapsamında ileri teknolojiyi haiz, mimari görsellik yönünden zengin, gerçekten estetik eserler ortaya konulmuştur.

Dördüncü husus da: Projelerin yatırım ve işletme dönemlerinde ortalama 50 bin kişilik ek istihdam sağlanmıştır. 50 bin kişi, havaalanlarında…

Beşinci husus: Projelerin işletme dönemlerinde kamunun hiçbir işletme gideri olmadığı için kamu büyük ölçüde tasarruf sağlamıştır.

Altıncı husus da: İşletme dönemlerinde tecrübe kazanan bu firmalar, bu tecrübelerini bütün dünyaya yaymak suretiyle, diğer ülkelerdeki havaalanlarının ihalelerine katılmışlar ve pek çoklarını da Türk firmaları yahut müşterek, birlikte kurdukları konsorsiyumlar marifetiyle kazanmışlardır. Böylece, sektörde önemli ölçüde bir gelişme olmuştur.

Peki, bu sayede kaç tane havaalanı gerçekleşti? Bakın, Atatürk Havaalanı Dış Hatlar Terminali, Antalya Hava Limanı Birinci ve İkinci Etap Dış Hatlar terminalleri, İzmir Dış Hatlar Terminali, Dalaman Dış Hatlar Terminali, Esenboğa İç ve Dış Hatlar Terminali, bunlar bu şekilde gerçekleşti.

Müsaade ederseniz, bir de Devlet Su İşlerinden misal vereyim: Devlet Su İşlerinde de… Biliyorsunuz, sular boşa akıyordu geçmişte ve 2003 yılında, bana verilen bilgiye göre, yılda, hidroelektrik enerji üretim potansiyeli aşağı yukarı 130 milyar kilovat saat idi, ancak bunun 30 milyar kilovat saatlik kısmı ekonomiye kazandırılabilmişti, yani yaklaşık dörtte 1’i, yüzde 25’i; hâlbuki potansiyelin daha da büyük olduğunu düşünürsek, beşte 1’i diyebiliriz. Dolayısıyla, bu çerçevede 2003 yılında yaptığımız bir düzenlemeyle, Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği çerçevesinde -ki Haziran 2003 yılında yürürlüğe girmiştir- biz, bütün bu boşa akan suları değerlendirmek maksadıyla, hidroelektrik santralleri özel sektöre açtık şeffaf bir şekilde. Bir ay süreyle de askıda kaldı ve müracaat edenler içinden tek ise doğrudan EPDK’ya gönderdik, lisans almaları için; birden fazla ise, üretimden hazineye kilovat saat başına en büyük katkı payı verecek olan firmaya bu lisans verilmesi için, seçerek, onu EPDK’ya gönderdik. Böylece, şu ana kadar aşağı yukarı 1.800 ila 1.900 civarında firma hidroelektrik santrale müracaat etmiştir, seçim yapılmıştır. Bunlardan bir kısmı lisans almıştır, bir kısmı proje yapmakta…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu ilanları nereye astınız Sayın Bakan?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - …bir kısmı da inşaatını tamamlamış, üretime geçmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – O su kullanma ilanlarını nereye astınız?

BAŞKAN – Sayın Genç, yerinizden müdahale etmeyin efendim.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Bakın, böylece merkezî yönetim bütçesindeki 25 milyar dolarlık bir yük ortadan kaldırılmıştır. Bunlar, tamamen bu milletin şirketi olan, vatandaşlarımızın kurdukları şirketler marifetiyle, şeffaf bir şekilde, açık bir şekilde tamamen verilmiştir, yapmaktadırlar.

Ancak sulamaya gelince, değerli milletvekilleri, sulamalar konusunda, pek çok yerde su hazır olmasına rağmen maalesef sulamalarda istenilen talep olmamıştır. Şimdi, devletin ayırdığı merkezî yönetim bütçesi ile daha önce söylediğim gibi çok sayıda ihale yapıldığı için, kucağımızda büyük bir yatırım portföyü olduğu için, bunların da kısa zamanda tamamlanması mümkün değildir. Ancak bunu kısa zamanda tamamlamak için işte, katkı paylı yap-işlet-devret modeli ortaya getirilmiştir.

Bununla ne yapılacaktır, bakın, onu ifade edeyim: Su hazır, her şey hazır fakat sulama şebekesi yok. Şu anda bu ilan edilecek, projeleri hazır ve şeffaf şekilde, en uygun teklifi veren firmalara ihale edilmek suretiyle en uygun veren firmalara bunlar verilecek. Yalnız, sözleşme imzalanırken diyelim ki sulama birliği yüzde kaç ödeyecekse, yüzde 40 ödeyecekse onu belirleyecek, o miktar, ödeyebileceği miktar kadar verecek. Geri kalanını da, biliyorsunuz, merkezî yönetim bütçesinden yıllara göre ödeyeceğiz. Böylece, belki on-on beş yılda bitmesi gereken projeler kısa zamanda tamamlanacaktır.

Bakın, bunun faydası ne? Şu anda diyelim ki 100 bin hektarlık bir alan ihale edilmiş olsun. Şu anda bu alanla ilgili hesap ediyorsunuz, on beş-yirmi yılda ayrılan ödeneklerle tamamlanması mümkün. Ancak buradan -su mevcut, baraj mevcut- sulama yapılamadığı için gerekli gelir alınamıyor. Demek ki biz bunu bir iki yıl içinde tamamlasak sadece üretimden… Burada konunun uzmanı çok değerli milletvekillerimiz var. Bildiğiniz gibi, sulanan alanla sulanmayan alan arasında çok büyük bir gelir farkı var. Bazı bölgelerde 4 misli, hatta bazı özel bölgelerde 14 misli bir gelir var. Biz dedik ki: Yıllarca sulamayla uğraşacağımıza, bir firma gelsin, bunu yapsın, vatandaşın bu üretimden sağladığı ilave gelirle zaten, bir kısmıyla… Bedelin yüzde 50’si ödeniyor. Geri kalan yüzde 50, yüzde 60 da devlet tarafından ödenir. Böylece, bir an önce bu mümbit topraklar sulanarak çok daha fazla ürün alınır. Meselenin özü budur.

Dolayısıyla, ben şahsen, böyle bir kanunun çok faydalı olacağına inanıyorum ve değerli milletvekillerimizin görüşlerini de dikkatle dinledim, notlar aldım, o görüşlerden de istifade edeceğiz.

Dolayısıyla, ben, özellikle desteklerinizden dolayı şimdiden teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum efendim, hayırlı olmasını diliyorum.

Sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Şahısları adına ikinci söz Kayseri Milletvekili Sayın Taner Yıldız’a aittir.

Buyurun Sayın Yıldız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TANER YILDIZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, öncelikle belirtmemiz lazım ki niçin böyle bir kanun tasarısına ihtiyaç hissedildi? Türkiye büyümeye karar verdi. 3 Kasım seçimlerinden sonra Türkiye'nin bütçesine baktığınızda, büyümeye karar verdiği nokta ile Türkiye'nin bütçesi arasında çok ciddi bir makas vardı, çok ciddi bir açık vardı.

Şimdi, burada ne yapmak lazım? Cebinize bakıyorsunuz, yatırım yapmaya niyetlisiniz, kararlısınız ancak -özellikle 2003 yılının başındaki rakamlarla söylüyorum- 40 milyar dolar civarında faiz ödemeniz var, 4 milyar dolar civarında yatırıma ayırdığınız para var. Yani, toplam 11 birimin 1 tanesini yatırıma ayırıyorsunuz, 10 tanesini faize ayırıyorsunuz. Aradan dört yıl geçti, yatırıma 16 milyar YTL ayırıyorsunuz, faize -bugünkü rakamlarla- 56 milyar YTL ayırıyorsunuz. Oranda çok ciddi bir şekilde düşme var ama istediğimiz rakamlar hâlâ yakalanabilmiş değil, yani istediğimiz normalleşme tam sağlanabilmiş değil. Ama bu yatırımları da yapmak zorundasınız. O zaman, aslında bir kredilendirme modeli olan “yap-işlet-devret”in, katkı payıyla beraber de güçlendirilerek, yeniden özel sektörle beraber bir yatırım imkânının sağlanması işidir bu yaptığımız iş.

Şimdi, kamu ile özel sektörü yan yana gördüğünüz anda dikkat etmeniz gereken, uygulamayla alakalı özellikle dikkatli olmanız gereken yerler var. Çünkü bu sistem, özellikle kamunun arz edeceği imkânlarla özel sektörün plase edilmesini beklediği paraların makul bir kâr oranında paylaşılması, bölüşülmesiyle alakalı bir konudur. Dikkat ederseniz, özellikle 3996 sayılı Kanun uygulamaya girdikten sonra, aslında iyi bir model olmasına rağmen uygulamaya yönelik bazı aksaklıklar doğdu, ya fahiş oranda özel sektörün kâr etmesi sağlandı ya da kamu kendini kastı. Her ikisinin de olması normal değil, doğru değil. Çünkü, bu işin tarafları arasında bir sağlık problemi var. Yani size, özel sektörün canlısı, dinamiği lazım, ölüsü ve hastalıklısı değil. Çünkü bunu uygulayacak olan özel sektördür.

Bugün, Norveç gibi, özellikle bütçesinde fazla veren ülkeler -gerek doğal gaz kaynaklarından dolayı gerekse petrol kaynaklarının fazlalığından dolayı bütçe fazlası veren ülkeler- plase edilmeyi bekleyen yaklaşık 400 milyar dolarlar civarında bir parayı yüzdürüyorlar, gezdiriyorlar. Üç tane bölge üzerinde karar kıldılar; bir tanesi Körfez ülkeleri, bir tanesi Rusya ve bir tanesi de Türkiye. Türkiye'nin bu imkânları iyi kullanması lazım. Bunun için de, bu modelleri geliştirip, özel sektörün, özellikle uluslararası sermayenin gelebileceği bir şekilde yatırım yapmak lazım. 

Bir temel gerçek de şu: Hepinizin de bildiği gibi -bir milletvekili arkadaşımız da bahsettiler- özellikle enerji sektöründeki sabit sermaye yatırımları Türkiye'nin büyüme hızından daha az büyüdüler. Bu ne demektir? Özellikle, enerji sektörü gibi, ulaştırma sektörü gibi, bizim, yatırımları hızlandırmamız gereken ve Türkiye büyüme hızının en az 1,5 katı civarında büyümesini istediğimiz sektörlerin sağlıklı bir şekilde büyümesini sağlamamız lazım. Gerek kamu sahibi sermaye özel yatırımlarında gerekse özel sektör sahibi sermaye yatırımlarında istediğimiz oranlar, zaman zaman sektörlere göre yeterli oranlar oluşmadı. O yüzden, geliştirdiğimiz bu modelle, inşallah, Sayın Bakanımızın da bahsettiği miktarları rahatlıkla yakalamış olacağız.

Değerli arkadaşlar, şu anda, yaklaşık 40 bin megavat kurulu güç, 28-30 bin megavatlar civarında da puant gücü dikkate alırsak, aktif gücü dikkate alırsak, şu anda 16 bin megavatlar civarındaki gerçekleştirilecek olan sırf hidro kaynakların, gerek su kullanım anlaşmaları yoluyla gerekse bu model yoluyla yapılacak hidro kaynakların önemli bir güç olduğunun farkına varırız. Yani neredeyse üçte 1’leri civarında bir gücü tekrar sisteme katmış olacağız. Bu son derece önemli.

Biz, önceki tecrübelerden de yararlanarak, bu sistemin, iyi konmuş, iyi akıl edilmiş bu sistemin uygulanmasının da üstesinden geleceğimize inanıyorum. Çünkü, özellikle su kullanım anlaşmalarıyla beraber, ister tekli başvurularda isterse çoklu başvurularda elde edilen ve gelinen nokta son derece sevindiricidir.

Aynı şekilde, yenilenebilir enerji kaynaklarından rüzgâr için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yarın alt komisyonda, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülecek ve inşallah, önümüzdeki iki hafta içerisinde Genel Kurula indirilmesi planlanıyor. Orada da aynı şekliyle, rüzgâr güçlerinin kazandırılması yöntemi var.

Şimdi, geldiğimiz bu modelde, özellikle, tamamen fizibıl olan projelerin uygulanmasında özel sektör tarafından da bir problem yok ama sosyal fayda dediğimiz, dolaylı yollardan gelen ve direkt belki de algılayamadığımız, fizibilitede algılayamadığımız faydaların bu projeyle beraber uygulanma imkânı var. Yani, sırf mali akış diyagramı açısından o projeyi değerlendirdiğinizde, geri dönen miktarların ve iç kârlılığın o projeyi karşılamadığı görülebilir ama o projeyi yapmaktan vazgeçmenizi gerektirmez. Bu çok önemli bir şeydir. Yani özellikle kamunun karar vereceği bir yol düşünün, o yolun üzerinden geçen trafik yeterli değildir, bu projeye de çok uygun görülmeyebilir ama siz o yolu yapmak zorundasınız. Cebinize bakıyorsunuz, kamu kaynakları sınırlı. O açıdan, yine özel sektör kanalıyla bunları yapma imkânınız var.

Bizim, özellikle Kayseri’de bir hidro kaynakta, Yamula HES’te yaptığımız bir uygulamada, yüzde 91 enerji, yüzde 9 da sulama paylı olan bir projede bunu özellikle gördük. Şu anda geldiğimiz rakamlar… Bizim 1,8 katrilyon lira civarında, o yüzde 9’luk sulama payına yaklaşık 112 bin hektarlık bir yeri sulama imkânımız var. Ama buna devlet kaynaklarından pay ayırmaya kalktığınızda, yıllık 15-20 trilyon lirayı geçmeyen, 15-20 milyon YTL’yi geçmeyen rakamlar bu projenin belki de kırk yıl, belki elli yılda gerçekleşmesini sağlayacak. Bu da son derece kötü bir şey. Yani bizim zihnî büyüme hızımızı fiilî büyüme hızımızdan daha küçük tutmamamız lazım. Bunun ancak bu modelle uyarlanabileceğini biliyoruz. İşte yap-işlet-devret projesini oraya getirdiğinizde hem oradan elde edilecek gelirlerin bu projeye kanalize edilmesi açısından hem de katkı payının konulması açısından bu projelerin bütçe disiplini içerisinde uygulanma imkânları olabilecek.

Özellikle bir konuyu daha belirtmek istiyorum: Havaalanlarında, Türkiye’de özellikle sivil havacılığın gelişmesiyle beraber, talepte müthiş bir patlama oldu. Yüzde 400’ler, 500’ler civarında bir büyüme oldu. Yüzde 400-500’lerdeki büyümeyi karşılayabilecek sektör büyümesinin şu anda devlet imkânlarıyla olmadığı açık, hatta, ölçemediğiniz yolcu sayısının büyümesini bile projede bulundurmak zorundasınız. Ölçemediğiniz diyorum. Siz, oraya inemeyen bir yolcunun, gerek apron genişlemesinden dolayı gerekse havaalanının darlığından dolayı gerekse oradaki yer hizmetlerinden dolayı inemeyen yolcunun sayısının ölçülmesi mümkün değildir. Biz bunu yine Kayseri Havaalanı’nda yaşadık. Şu anda yüzde 480’ler civarında bir büyüme var. Bunda hem sivil havacılığımızın gelişmesinin hem de sektör büyümesinin önemli bir katkısının olduğunu söylemek durumundayım. O yüzden, bu modelin, katkı payıyla yap-işlet-devret modelinin prensipte dünyada birçok ülkede uygulanan ve sıhhatli sonuçlar alınan, özellikle plase edilmeyi bekleyen paraların sıhhatli bir şekilde ülkelerde kanalize edilmesini sağlayan önemli bir modeldir. Bu modelin Türkiye’nin özellikle bundan sonraki, şimdiye kadar gördüğümüz yirmi dört çeyreklik büyümesini tekrar hızlandıracak, yavaşlatmayacak bir katkısının olduğunu açıklıkla söylemeliyiz ve bu modelin geliştirilmesiyle alakalı da katkı koyanları tebrik ediyorum ve saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yıldız.

Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemine başlıyoruz.

Sayın Öztürk, buyurun efendim.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öncelikle bu tasarı yeni bir borçlanma modeli getirdiği için, aslında, Hükûmeti temsilen -Genel Kurulda olduğunu da görüyorum- hazineden sorumlu Sayın Devlet Bakanının yer almasının daha uygun olacağını düşündüğümü ifade ediyorum.

Aracılığınızla sormak istiyorum. Gelecekteki gelirlerimizi de ipotek altına alan yap-işlet-devret tasarısının Hükûmet tarafından gündeme getirilmesinde, bütçeden faiz dışı fazla vermemize rağmen borçları 138,9 milyar dolar artırmış olmamız etkili olmuş mudur? 222 milyar YTL’lik 2008 bütçesinin 56 milyar YTL’sini faiz ödemelerine ayırmamız etkili olmuş mudur? Yolsuzluklarla kaynakların çarçur edilmesi etkili olmuş mudur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk.

Sayın Ağyüz...

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, bu yasa kamunun hizmet sunumunun özelleştirmesidir ve özelleştirme sınırlarının genişletilmesidir. Bakın, 2006 yılında Galataport ihalesi yapıldı. Galataport ihalesi YİD kapsamı içerisinde yapılacak işlerden olmadığı için iptal edildi. Şimdi bu yasa, Galatoport ihalesinin ve verilen kişinin önünü açmak için çıkarılan bir yasadır ama maalesef, ne siz, zatıaliniz ne de İktidar Partisi Grubu bunu söyleme cesaretini gösteremiyor. Bugüne kadar, bu kaynakları transfer etmeye çalışmak aklınıza bugün mü geldi? Ayrıca, nerede görülmüş yabancı sermayenin Türkiye’ye gelip bu tür yatırımlar yaptığı? Yabancı sermayenin daha geniş rant alanları varken, bunları tıkamamışken, yabancı sermayeyi yatırıma özendirmemişken, siz nasıl dünyada dolaşan paradan umut beklersiniz? Bu çok yanlış bir gösterge.

Ayrıca, ne hikmetse, para bulmada çok büyük araç olarak bu işleri kullanıyorsunuz ama özelleştirme fizibilitesine bakıyoruz, en son Telekom’da, Telekom’u özelleştirmeyle alan 20 milyar dolarla devrediyor, siz halka arzı 12,5 milyar dolardan yapıyorsunuz. Bu kadar kaynak israfı olmaz. Bunlar kapanmadan, bu yasalarla siz bu yatırımları gerçekleştirmeniz mümkün değil.

Altı yıldır tüm sulama kanallarını unuttunuz. Benim bölgemde Kayacık Barajı mesela, 7 trilyon ödenekle başladı. Senede 500 milyar verirseniz bu proje biter mi? Öncelikle, yatırımları yönlendirememenizin suçunu kendinizde aramanız lazım.

O nedenle, bu yasa çözüm değildir, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesidir ve orman arazilerinde olduğu gibi bir yağma yasasıdır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Nalcı…

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanıma biraz önceki konuşmalarında yap-işlet-devret modeliyle ilgili projelerin çok çabuk biteceğinden ve özel sektörün bu katılımlarından, bir an önce işletmeye alınacağından bahsetti. Yalnız, ben bundan on beş gün önce de kendisiyle bir konuyu görüşmüştüm, burada dile getirmek istiyorum.

Çorlu’nun bildiğiniz gibi içme suyu, kanalizasyonu, arıtması ve Çorlu su temini için DSİ tarafından tahsis edilen Kızılorman ve Kömürköy Göletleri işini Çorlu Belediyesi 2005 yılında imtiyaz hakkı sözleşmesiyle ihale etti fakat o tarih, bu tarihlerle bir türlü bu işlere başlanamadı. En son, DSİ de, bu göletlerin, bu iki göletin -ki Sayın Bakanımız da söyledi kırk bir yılda tamamlanacak yatırımlar varken- DSİ tarafından yapılması için karar çıktı. Bunun için ben şunu sormak istiyorum: Acaba bu siyasi bir karar mıdır? Yani Belediyenin… Çünkü aynı statüde olan başka yerlerin projeleri kabul edildi.

İkincisi, eğer biz bu projeleri çıkartıyorsak bir an önce bunun çözümünü düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Nalcı.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakanım, görüşmekte olduğumuz kanundaki “yük ve/veya yolcu ve yat limanları ile kompleksleri” ibaresindeki “kompleks” ifadesinin içine neler girmektedir.

İki, kıyılar devlet tasarrufu altında olduğuna göre bu yapılacak komplekslerin yerleri bu kanunla Anayasa güvencesinden çıkarılmış olmuyor mu?

Üç, köprü, baraj ve otoyolların özelleştirilmesinden sonra bu kanunla trafiği yoğun kara yollarını da paralı hâle mi getirmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Taner.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, yap-işlet-devret modelinin kapsamını genişleten bu tasarı kanunlaştığı takdirde hangi bölge ve vilayetlerimizin otoyol dışında kalan trafiği yoğun kara yollarının yapımını ve işletilmesini yerli ve yabancı şirketlere devretmeyi amaçlamaktasınız. Bu bölge ve illerimizle ilgili herhangi bir projeksiyonunuz veya tespitiniz var mıdır? Yine bu kapsamda hangi vilayet ve bölgelerimizde kamuya ait hangi tesislerin, gar, liman, lojistik merkezler ve enerji tesislerinin yap-işlet-devret modeliyle değerlendirilmesi düşünülmektedir. Örnekleme yaparak isimlerini verebilir misiniz? Son olarak da, Adana’da projesi tamamlandığı hâlde bir türlü bitirilemeyen Aşağı Seyhan Ovası Sulama Projesi’ni bu tasarı kapsamında tamamlamayı düşünebilir misiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Enöz

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

YİD çerçevesine alınacak trafiği yoğun kara yollarının kıstas ve kriterlerini nasıl belirlemeyi düşünüyorsunuz?

İkinci sorum: DSİ tarafından yapılan sulama kanal ve kanaletlerinin de aynı modelle yapılması ve sulama tesislerinin katkı paylarının çiftçilerden alınması, zaten çok zor durumda olan tarım sektörüne ve çiftçilerimize bir darbe olmayacak mı? 

Üçüncü sorum: Yap-işlet-devrette öncelikli sıranız var mı, varsa nelerdir ve kaç yılda bitirilmesi planlanmaktadır?

Dört, 2003’ten bu yana, DSİ olarak, kaç kilometre sulama kanaleti yapılmıştır ve Manisa ilinde yap-işlet-devret modeliyle hangi projeleri hayata geçirmeyi planlıyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Enöz.

Sayın Bayındır…

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Başbakana bir soru sormak istiyorum.

Şırnak ili içinden geçen Cizre, Uludere, Beytüşşebap ilçelerini birbirine bağlayan yol Karayollarına aittir. Sayın Başbakan, Şırnak ilini ziyaret ettiğinde bu yolu yaptıracağına dair halka söz veriyor. Buradan, aracılığınızla, bu sözü Sayın Başbakana hatırlatmak istiyorum ve halkımız, Sayın Başbakanın verdiği sözü ne zaman yerine getireceğini merak etmektedir.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Akçay

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan biraz önceki konuşmasında, bu yap-işlet-devret modelinin Osmanlı zamanında da uygulanan bir sistem olduğunu ifade etti. Bu sistemle Osmanlının ne hâle geldiğini bilmiyor musunuz? Siz, Türkiye’yi Osmanlının çöküş zamanındaki Şirketi Hayriye vapurları gibi tüm ekonomik değerleri yabancıların elinde olan bir ülke hâline mi getirmek istiyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akçay.

Sayın Sakık

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, sizi selamlıyorum, teşekkür ediyorum.

Ben, Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Muş’ta Alparslan-1 Barajı’yla ilgili kamulaştırılan arazilerin büyük bir bölümünün hâlen ödemesi yapılmadı. Bu ne zaman yapılacak? İnsanlarımızın büyük bir kısmı zaten mağdur. Bir mağduriyet daha görmek istemiyoruz.

İkincisi, daha birkaç gün önce Türk Tabipler Birliği Genel Başkanı gözaltına alındı ve gece doktor kontrolüne götürüldü ve kendisinden 25 lira katkı payı istendi. Bu nasıl bir sosyal devlet? Hem gece geç saatlerde alıp götüreceksiniz ve zoraki doktora götüreceksiniz, arkasından da 25 lira bir para talep edeceksiniz, bu sosyal devletle bağdaşıyor mu?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, konuşmanızda “2003’te yatırıma ayrılan para 2 katrilyon, yatırıma alınan projelerin toplam bedeli 82 katrilyon.” diye belirttiniz. 2003 yılından sonra genel müdürlüğünüzün devam ettiği yıllarda tekrar yeni işler programa aldınız mı? Yatırıma aldığınız yeni işlerin uzun yıllar süreceğini, ayrıca daha önce yatırım programına alınan işlerin de bitme süresinin daha da uzayacağını bildiğiniz hâlde böyle bir yola başvurmanız sizce uygun olmuş mudur? Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Aracılığınızla Sayın Bakanımıza sormak istiyorum: Sayın Bakanım, “katkı paylı yap-işlet-devret modeli” olarak tanımlanabilecek yeni finansman modeline dayalı bu tasarı yasalaşırsa, Bakanlığınızda bekleyen hangi yatırımların bu modelle ihaleye çıkarılmasını planlamaktasınız?

Bu bağlamda, Kütahya ilinde yıllarca yapımına başlanamayan ya da başlanıp da bitirilemeyen hangi baraj, gölet, pompaj tesisi ve/veya sulama kanallarının bu modelle değerlendirilmesini düşünüyorsunuz? Örneğin, Beşkarış ve Kureyşler Barajlarını bu yolla kısa sürede bitirmemiz mümkün olabilecek midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma soruyorum: AKP İktidarları döneminde, 2007 yılında bitirileceği söylenen Barak Ovası Sulama Projesi ödenek yetersizliğinden bir türlü bitirilemiyor. Yeni -Gaziantep- seçim bölgemden geldim. Gaziantep büyük bir kuraklık yaşıyor ve vatandaşımızın ekinleri tamamen kurumuş durumda. Bu ova Nizip, Oğuzeli, Karkamış ve Kilis bölgesini kapsıyor. Buralar sulandığında ikinci bir Harran Ovası meydana geleceğini zatıaliniz de bilmektesiniz. Bu bölgedeki çiftçilerimiz sizlerden sevinçli haber bekliyor.

Saygılar sunuyorum, teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Efendim, bu su kullanma, kiralama hakkıyla ilgili bir soru sormak istiyorum.

 Özellikle Tunceli bölgesinde Munzur ve Tunceli hudutları içindeki sularda kimler kullanma hakkını kiralamıştır? Kaç liraya kiralamıştır ve hangi esaslara göre kira bedeli tespit ediliyor? Onu öğrenmek istiyorum.

Ayrıca Güneydoğu’da bu kadar kuraklık varken, bu AKP İktidarı orada biraz yağmur yağdırmayı düşünmüyor mu?

Saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Son soru, Sayın Hıdır, buyurun.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sayın Bakanım, yirmi yıl önce temeli atılmışken ancak yüzde 10’u tamamlanabilen Dalaman Akköprü Barajı, Bayır Barajı ve Akgedik Barajı, DSİ Genel Müdürlüğünüzde ve Bakanlığınız döneminde yüzde 90’ı tamamlanmış şekliyle 2008 yılında hizmete açılacaktır. Bu başarınızın sırrı nedir?

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Hıdır.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Vay be! Oraya bir baraj daha yapın.

BAŞKAN – Sayın Bakanım sorular tamamlandı, cevap verebilirsiniz.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ben de çok kısa olarak cevaplandırmaya çalışayım.

Şimdi efendim, Sayın Öztürk “Borçlanma ile hazinenin gelecekteki gelirlerini ipotek altına alıyorsunuz” şeklinde söyledi. Bir kere şunu ifade edeyim; Bakın, biz öyle o şekilde düşünmüyoruz. 2002 yılında borçların millî gelire nispeti yüzde 61,5 iken şu anda yüzde 21,1’e inmiştir.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – O oran borcun büyüklüğünü değiştirmez.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Oran… Oran… Tabii oran olacak. Bütün dünyada mutlak borç dikkate alınmaz. Herkes biliyor, borçlanma genellikle borç miktarının millî gelire oranıyla belirlenir, kıstas budur.

İkinci husus…

OKTAY VURAL (İzmir) – “Borç alan emir alır.” demiştiniz.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Kaynak vardı da niye geldiniz!

BAŞKAN – Sayın Bakanı dinler misiniz lütfen…

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Nalcı, bana da kendisi sordu, zaten kendisine ben bilgiyi iletecektim ama burada kısaca bilgi vereyim. Çorlu Belediyesi, içme suyu ihtiyacının 1053 sayılı Kanun çerçevesinde temini için DSİ’ye müracaat etmiştir. Bu konuda kanun gereği içme suyu ihtiyacının DSİ tarafından giderilmesi için Bakanlar Kurulu kararı alınmış, diğer yandan, daha sonraki bir tarihte Çorlu Belediyesi, içme suyu için gerekli olan barajın kendileri tarafından yapılması hususunda Danıştaydan imtiyaz sözleşmesine gitmiştir. Bu aşamada içme suyu maksatlı barajın DSİ tarafından yapılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının kaldırılması yönünde yeni bir Bakanlar Kurulu kararından sonra,  bu tesislerin Çorlu Belediyesi tarafından yapılması hususunda bir protokol yapılacaktır. Daha önce biliyorsunuz,  mevzuat böyledir. Nasıl karar alınmışsa geriye dönüşte aynı şekilde yapılması gerekir. Bu konuda çalışmalar yapılıyor zaten, onu gerçekleştireceğiz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ne zaman? Kararname sevk edileli üç sene oldu!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Şimdi, Sayın Taner tarafından sorulan bir soru vardı. Yani, tabii bu konuda kendisine yazılı olarak cevap verilecek. Şu anda kanun çıkıyor, çıktıktan sonra bunların hangilerinin trafiği yoğun olacak, bunların kriterleri var, bu kriterlere göre öncelik sıralaması belirlenerek ona göre gerçekleştirilecek.

Şimdi, Sayın Tankut’un “Hangi yollar yapılacak?” şeklinde bir sorusu vardı. Ayrıca “Kamuya ait hangi tesislerin bu çerçevede devredileceğini, Adana’da Aşağı Seyhan Ovası sulamasının bu çerçevede yapılıp yapılamayacağını.” sordu. Az önce hangi yolların olup olmayacağını… Zaten kanun çıktıktan sonra bunların öncelik sıralaması belirlenip ona göre karar verilecek. Henüz bu konuda bir tespit yapılmış değil. Yalnız, Aşağı Seyhan, biliyorsunuz ihale edildiği için bu başlamış bir proje, biz bunu merkezî yönetim bütçesiyle bir ana önce tamamlamak istiyoruz. Yani ihale edildiği için genellikle bu kanunu biz hiç başlamamış olan projelerde uygulamak istiyoruz. Onu özellikle belirtmek isterim.

Şimdi, tabii, Sayın Sakık tarafından, Alparslan-1 Barajı’nın istimlak ödemeleriyle ilgili bir soru soruldu. Bu konuda çalışmalar yapılıyor. Şu anda ödemeler başladı. İnşallah biz iki yıl içinde bu ödemeleri tamamlayacağız. Ben bilhassa bunu kendim takip ediyorum ve Sayın Maliye Bakanımızla da görüştük. Öncelikli olarak, yani şu anda Alparslan-1, Obruk gibi barajların şu anda baraj inşaatı bittiği için kamulaştırılması birinci öncelikli olarak sıraya girmiştir. Kısa zamanda bunları ödeyeceğiz.

Yer katkı payını… Tabii, benim konumla ilgili değil. O, herhâlde başka bir zaman sorulabilir.

Şimdi, bir de, Sayın Milletvekilimiz tarafından, 2003 yılında Devlet Su İşleri bütçesinin 2 katrilyon Türk lirası olduğu, ondan sonra da herhangi bir şekilde yeni yatırımların programa alınıp alınmadığı söylendi. Şimdi şöyle ifade edeyim: Biz, 2003 yılında, bütün yatırımları masaya yatırdık, bunların önceliklerini belirledik, hatta fiziki gerçekleşmesi yüzde 85 olanları ve kısa zamanda faydaya dönüşecek olanları öne aldık ve bunları kısa zamanda bitirdik. Sonra, bunun fiziki gerçekleşmesini yüzde 70-65-50’ye kadar indirdik. Yeni yatırımları -çok acil olmadıkça, taşkın vesaire gibi olmadıkça- almadığımız gibi, mevcut yatırımları da öncelik sıralamasına dizdik ve böylece kısa zamanda çok sayıda tesisi bitirerek hizmete sunduk. Onu özellikle belirtmek istiyorum.

Şimdi, Sayın Işık tarafından “Bu konuda hangi yatırımlar planlanıyor?” deniliyor. Yani şu anda yatırımları… Genel olarak şunu söyleyebilirim: Bazı isimler verebilirim ama genelde, barajı bitmiş, suyu hazır olanların sulamasını öncelikli olarak yapacağız. Mesela Manyas Barajı bitti, sulaması bekliyor veya İzmir’de Ödemiş’teki Beydağ Barajı bitti, Ödemiş Ovası gibi veya Suruç Ovası gibi birtakım projeleri bitirdiniz, sulamayı, yatırımlarını öncelikli olarak ele alacağız diye düşünüyoruz.

Beşkarış Barajı ve Kureyşler Barajı’ndan bahsettiniz. Beşkarış Barajı’nın, bu sene, ben Kütahya’ya gittiğimde, bitirilme talimatını verdim.

Bakın, bu çok önce, yıllarca önce… Siz de biliyorsunuz, bu baraja özel bir önem verdiğimi herkes biliyor. Kısa zamanda bitireceğiz. Hatta Kureyşler Barajının projelerinin yapımı konusunda gerekli talimatı da verdim, belki bunların sulamasını yap-işlet kanunu çıkarsa, yüce Meclis uygun gördüğü takdirde, ona göre yapabiliriz.

Sayın Özdemir’in sorusuna geleyim. Hakikaten ben de aynen görüşlerine, Sayın Özdemir’in, Sayın Milletvekilimizin görüşlerine iştirak ediyorum, o bölgede sulama yatırımlarının bir an önce bitmesi gerekir.

Yalnız bir müjdeyi de belirtmemde fayda var. Gaziantep de GAP bölgesinde bildiğiniz gibi. Dolayısıyla, Başbakanımız kesin olarak talimat verdi, şu anda, önümüzdeki günlerde bir kanun tasarısıyla sadece İşsizlik Fonu’ndan, sadece devletin ödediğinden gerçekleşen faiz miktarının bir kısmı tamamen GAP yatırımları için harcanacak, böylece göreceksiniz GAP’ı beş yıl içinde tamamlayacağız. Tabii, Gaziantep de bu çerçevede olduğu için, hatta, bu yıl, muhtemelen DSİ’yle -netleşmedi ama- 1 ila 1,5 milyar YTL kadar ilave bir para geleceğini ben ifade etmek istiyorum. Bu maksatla dün bir toplantı yaptık, bütün arkadaşlarımıza “şu anda bütün yatırımları hızlandırın, müteahhitlere talimat verin, ilave para gelecek, yatırımlar hızlansın, ayrıca projesi olmayanların da projesini bir an önce yapın” diye talimat verdim; zaten arkadaşlarım burada, talimatını da onlar biliyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – O zaman öbür illerimiz yandı!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Yok, hayır, öbür illere de…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Malatya yandı! Hep Afyon’a git, Kütahya’ya git!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Malatya…

Sayın Genç’in Munzur’la ilgili birtakım sualleri vardı. Şimdi, efendim, şöyle: Burada yap-işlet-devret, enerji yatırımlarıyla ilgili yap-işlet benzeri… Yani şöyle: Boşa akan suları değerlendirmek maksadıyla ilan ediyoruz, Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği çerçevesinde tahsis ediyoruz. Tek müracaat varsa bundan herhangi bir katkı payı alınmıyor, ama birden fazla müracaat olursa, bu takdirde en yüksek katkı payı, yani kilovat saat başına en yüksek katkı payı veren firmayı EPDK’ya bildirmek suretiyle, onun inşaat yapması söyleniyor. Bu konudaki listeyi size yazılı olarak göndereyim ben.

Bir de Dalaman’la ilgili Akköprü, Bayır ve Akgedik Barajları, biliyorsunuz, bunlar yirmi sene önce ihale edilmiş barajlardı, bekliyordu. Bunlarla ilgili problemleri teker teker çözdük ve arka arkaya hem Akköprü hem Bayır hem de Akgedik Barajlarını bitirdik; bitirmeye de devam ediyoruz diğer barajları.

Herhâlde sualler bitti. Sorulara cevap vermeye çalıştım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısının aranmasını istiyorum.

BAŞKAN – Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum…

SIRRI SAKIK (Muş) – Karar yeter sayısı aranmasını istedi Kamer Genç.

BAŞKAN – Karar yeter sayısını arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler…  Karar yeter sayısı vardır, maddelere geçilmesi kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

1’inci maddeyi okutuyorum:

 

BAZI YATIRIM VE HİZMETLERİN YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ ÇERÇEVESİNDE YAPTIRILMASI HAKKINDA KANUN İLE DEVLET SU İŞLERİ UMUM MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLAT VE VAZİFELERİ HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA

DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde yer alan “ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak” ibaresi “ileri teknoloji veya yüksek maddi kaynak” olarak değiştirilmiştir.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek.

Sayın Dibek, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Değerli milletvekilleri, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle, tüm Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu tasarıyla farklı bir modele dönüştürülen yap-işlet-devret modelinde -ki, birazdan onu açacağız- iki temel hususu biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak dikkate alıyoruz. Daha doğrusu o iki hususu mutlaka arama gerektiğine inanıyoruz.

Bir tanesi şu: Yani bu modele göre, yap-işlet-devret modeline göre yapılacak olan yatırımın mutlaka devlete, topluma ve yatırım yapana yararlı olması gerekir diyoruz. Yani, diğer bir ifadeyle, yani bu yatırımın hem toplum hem de yatırımcı açısından mutlaka kazan-kazan şartlarını taşıması gerekir düşüncesindeyiz; bu, birinci olması gereken husus.

Diğer bir nokta da, yap-işlet-devret modeliyle ilgili olarak bulunması gereken diğer bir noktada yapılacak olan yatırımda devletin ve piyasanın işlerliğinin bu yatırımla bozulmaması gerekir düşüncesindeyiz.

Tabii, az önce konuşmacıları, Sayın Bakanı da dinledik, diğer arkadaşlarımızı, iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımızı da dinledik. “Tasarıyla gelen model, yani o katkı payı ve devletin talep riskini üstlenen bu modeli sakıncalar ifade etmiyor” dedi arkadaşlarımız, hatta “Yararlı olacağını düşünüyoruz” dediler. Ama ben, az önce belirtmiş olduğum bu iki hususu bir örnekle sizlere vermek istiyorum. Yani bu model yaşadığımız ve şu anda da zaten kullanımda olan bir model olan Göcek Tüneli ile ilgili olarak karşılaştırdığımızda değerli arkadaşlar, yani Göcek Tüneli yatırımcı tarafından on beş yıl işletme hakkıyla yapılmıştır biliyorsunuz ve bu tüneli yapan firma da talep riskini yüklenmiştir. Yani bu tasarının getirmiş olduğu hususun dışında oradaki risk, yapan firma tarafından, o talep riski yüklenilmiştir.

Şimdi, bunu bu modele uyguladığımızda, az önce belirtmiş olduğum bu iki hususa uyguladığımızda, açtığımızda bu konuyu şöyle değerlendirebiliriz diye düşünüyorum: O araç sahipleri, dağı dolanarak oradan dağı geçmek zorunda kalan araç sahipleri bu tünelden geçmek suretiyle, uğrayacakları amortisman ve akaryakıt giderinden daha az bir parayla o yolu geçecekler. Dolayısıyla ortaya bir zaman tasarrufu çıkacak, toplum için bir yarar, ilave bir yük, bir maliyet söz konusu olmayacak. Yani bahsetmiş olduğum az önceki modelde devlete, topluma ve yatırım yapana yararlı olması gerekir bu modelin. Burada, baktığımızda bu koşul var.

Tabii bunun diğer açıdan, diğer ikinci modeli olan devletin ve piyasanın işlerliğini bozmaması gerekir yap-işlet modeliyle yapılacak olan yatırımın. Bu hususa da baktığımızda yine bu riski firma üstlenmiş olduğundan yani talep riskini firma üstlenmiş olduğundan devletin ve piyasanın işlerliğinin bozulmadığını da görüyoruz. Yani burada risk yatırım yapan firmaya ait olacaktır, ne kadar çok araç geçerse kârı o kadar çok olacaktır. Tabii, zarar da yine yatırımcıya ait olacaktır. Bunu niye belirttim? Az önce Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim, yap-işlet-devret modeliyle ilgili olarak bulunması gereken o iki husus, iki temel hususun burada bir örneğini verdim.

Fakat, gelelim tasarıya değerli arkadaşlar. Tasarıda, görüşmekte olduğumuz tasarıda maalesef yap-işlet modelinin bir anlamda sulandırılmış olduğunu görüyoruz. Yani burada, tasarıda yer alan trafiğin yoğun kara yolu yapımında talep riskini devletin üstlendiğini görüyoruz.

Şimdi, bunun nasıl sakıncaları var onu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Az önce belirtmiştim, yap-işlet-devret modelinde temel yaklaşımın, mutlaka, yatırım yapanın riskini de yüklenmesi olması gerektiğini yani piyasa ekonomisinin de temel yaklaşımının bu olması gerektiğini belirtmiştim. Hani bir deyim var Türkçede “Kâr ve zarar kardeştir.” diye. Dolayısıyla bu model, ancak bu suretle, bize göre, işlemeli diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, tasarıya göre, yani şu anda görüştüğümüz tasarıya göre, trafiği yoğun kara yolunun yap-işlet-devret yoluyla, bu şekilde yapılması hâlinde, talep riski tamamen devlete ait olacaktır. Yani, burada “devlet” dediğimiz noktada, zaten son olarak bunun halkımıza yani vatandaşımıza yansıyacağını da belirtmek herhâlde doğru olur diye düşünüyorum. Yani burada, tasarıda, geçen araç sayısının tahmin yoluyla bulunacağı ve devletin her araç başına da bir katkı payı ödeyeceği anlaşılıyor.

Şimdi -az önce belirtmiştim- konuşmacılar bunun yararlı bir model olacağını, bu tasarıyla bu değişikliğin yararlı bir model olacağını belirttiler ama bunun zararları neler, biraz da bu konuda sizleri bilgilendirmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, neyle karşılaşabiliriz? Yani özel sektör, bu modelle bu işi üstlendiğinde, devletin bürokratına, devlete baskı yapabilir mi? Yani, geçen araç sayısının daha fazla tahmin edilmesi için bir baskıyla karşılaşılabilir mi? Yani, bu durum birtakım yolsuzluk ve istismarların meydana çıkmasına neden olur mu? Yani bunu bir soru işareti olarak düşünmemiz gerekir diye düşünüyorum. Yani burada, ekonomik ilişkilerde açık kapı bırakmak gibi bir olayla karşı karşıya kalırız diye düşünüyoruz.

Diğer taraftan, yine bu modelle, bu hizmet, daha doğrusu bu işlem yürüdüğünde, devletin geçen araç başına yatırımcıya bir katkı payı ödemesinin haksızlığa ve gelir dağılımında bir bozulmaya neden olacağını da düşünüyoruz. Nasıl olacaktır bu arkadaşlar? Yani, trafiği yoğun kara yolundan geçen araçların geçiş ücretlerini kendileri değil de bir anlamda halkın vergisiyle devlet, yani halk ödemiş olacak. Yani, şöyle bir benzetme de yapabiliriz diye düşünüyorum: Yani, bir lüks arabanın geçiş ücreti, katkı payı olarak asgari ücretle çalışan bir işçinin ödediği KDV’yle de verilecektir diye düşünebiliriz değerli arkadaşlar.

Diğer bir nokta, yine sakınca olarak karşımıza çıkabilecek olan bir nokta şu olur diye düşünüyoruz: Kara yolunun devlete olan maliyetinin çok daha yüksek olacağını düşünüyoruz. Eğer bu kara yolunu devlet borçlanarak yapmış olsa bunun için yalnızca faiz ödeyecek. Ancak özel sektör burada yapacağı yatırımın fizibilitesine hem faiz hem de kâr koyacak. Dolayısıyla yatırımın bugünkü değerini hesaplamak için kullanılan iskonto oranı devletin borçlanma ve faizinden yüksek olacaktır. Tabii, bu durum da karşımıza devletin daha pahalıya ve gizli borçlanmasını ortaya çıkaracaktır.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; muhtemeldir ki trafiği yoğun kara yolunun yapılması ya yabancı sermayeye ya da büyük olasılıkla son günlerde revaçta olan Kuveyt ve o istikametteki başka bir Arap ülkesi sermayesine verilecektir. Yani Türkiye ve bizim gibi ülkeler özelleştirme ve altyapı yatırımlarını yaparken… Tabii, az önce milletvekili arkadaşımız da burada rakamlar vermişti, “Bunlar küresel sermayenin de iştahını kabartıyor, onlar buraya gelmek istiyor.” demişti. Ancak, şunu unutmamak gerekir diye düşünüyoruz: Yani küreselleşme ideolojisi bizim gibi ulusal politikaları olmayan ülkeler için bir tuzak diye düşünüyoruz. Yani küreselleşme yalnızca spekülatif sermayenin önünü açmıştır düşüncesindeyiz. Türkiye küreselleşme sürecinde en zararlı çıkan ülkelerden biridir düşüncesindeyiz değerli arkadaşlar. Yani biz cari açığımız kadar bir miktarı ekonomik ilişki içinde olduğumuz ülkelere kaynak olarak transfer ediyoruz, böyle de bir noktadayız. Yani buna da dikkat çekmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, fiyatlamanın yapılmasının zor olduğu, trafiği yoğun kara yolu gibi altyapı yatırımlarının yerli veya yabancı sermayeye verilmesi hem devletin hem de piyasanın yapısını bozacaktır. Ayrıca devletin zayıflamasına da neden olacaktır düşüncesindeyiz özellikle son yıllarda devletin ekonomideki yerinin daraldığını ve optimal sınırların altına indiğini de düşünürsek.

Bu konuda son olarak şunları belirtmek isterim: Piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmak devleti ortadan kaldırmakla olmaz düşüncesindeyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Dibek.

TURGUT DİBEK (Devamla) – Tersine, altyapıyı, doğal tekelleri, sosyal faydası olan mal ve hizmet üretimini mutlaka devletin yapması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu takdirde, bu yaklaşımla hareket edildiğinde özel yatırımların da önünün açılacağını, ayrıca devletin güçlü olması durumunda piyasa ekonomisinde rekabet şartlarının da daha güçlü bir şekilde ortaya çıkacağını düşünüyoruz.

Özetle şunu belirtmek istiyorum: Bu konuda temel sorun, devletin ekonomideki yerini optimal düzeyde tutmaktır diye düşünüyoruz. Görüşülmekte olan tasarı, yap-işlet-devret modelini maalesef sulandırarak devletin ekonomideki yerini de çarpıtmaktadır düşüncesindeyiz.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Dibek.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Tanrıkulu.

MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 94 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın başında, Türkiye’de kamu altyapı yatırımlarının nasıl finanse edildiğine çok kısaca değinmek istiyorum. Bu bağlamda, kamu altyapı yatırımlarının finansmanında başvurulan kaynaklara bakacak olursak öncelikle karşımıza “klasik model” dediğimiz, hemen kaynakların bütçeden karşılanması geliyor. Kamu kuruluşları ihaleye çıkarken iç parayı kendi bütçelerinin yatırım kaleminden, dış parayı da dış kredi verebilecek olan kaynaklara başvurarak temin ediyorlar. Tabii, dış kredi temininde de başvurulan başlıca kaynaklar, devletten devlete olan düşük faizli, uzun vadeli “soft loan” dediğimiz krediler. Diğer sistemse işte bizim burada üzerinde konuştuğumuz tasarıyla ilgili olan yap-işlet-devret modeli.

Geniş anlamda yap-işlet-devret modeline baktığımız zaman, bir kamu altyapı yatırım veya hizmetinin, finansmanı özel bir şirket tarafından karşılanarak gerçekleştirilmesi olarak görüyoruz. Bunun kamu tarafından belirlenen bir süre için işletilmesi söz konusu ve yine bu süre sonunda da ürettiği mal veya hizmeti tarafların karşılıklı olarak tespit ettikleri bir tarife uyarınca yine kamu kuruluşlarına satması ve sürenin sonunda da işletmekte oldukları bu tesisleri, bakımını yaparak, eksiksiz ve işler durumda kamu kuruluşuna tekrar devretmeleridir.

Yap-işlet-devret modelinin avantajları burada oldukça uzun bir şekilde anlatıldı. Ben, bir parça, sizlere, şimdi, bu modelin dezavantajlarını anlatarak görüşlerimi paylaşmak istiyorum:

Bunlardan ilk akla gelen, ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarına bu modelin gerçekten çok duyarlı olması. Ülkedeki ekonomi politikasındaki birtakım ani değişiklikler veya siyasi çalkantılar modelin geleceğini ve doğru anlamda işletilmesini etkiliyor.

Modelin bir diğer dezavantajı, yüksek maliyet unsurunu da beraberinde getirebilmesi. Yine, ülkenin aldığı siyasi ve ekonomik risk unsuruna göre bu maliyet artabiliyor veya azalabiliyor. Kamunun kendi imkânlarıyla temin edeceği iç ve dış kaynaklarla gerçekleştireceği yatırıma göre de bu model oldukça pahalı olarak gerçekleşebilir. Bir diğer dezavantajı da modelin, pahalı olması.

Hem yatırım aşamasında, yani müteahhitlik hizmetleri sırasında hem de işletme aşamasında işletici olarak elde edilecek kârın en üst noktada oluşmasını doğal olarak müteşebbisler isteyecekler. Bu kârın makul bir düzeye çekilebilmesi de kamuda görüşmeleri yürütecek, bu anlamda bu işleri yürütecek olan bürokratik ekibin maharetine ve becerisine kalıyor.

Modelin bir başka önemli dezavantajı, yatırım konusu olan tesis veya tesislerin işletme süresi sonunda kamuya tekrar devredilecek olması. Bu, bir yandan uzun bir süredir özelleştirmelerin teşvik edildiği ekonomik ortamda bu uygulamalar özendirilirken, diğer yandan da kamuya yeniden devirler nedeniyle yeni yeni kamu kuruluşlarının tekrar ortaya çıkmasına sebebiyet verebilecek. Öte yandan, altyapı tesislerinin finansmanı, yapımı ve işletilmesi de yine beraberinde pek çok riski de getirmekte.

Değerli milletvekilleri, kamu-özel sektör ortaklığıyla yürütülen bu projelerde gerekli finansman özel sektör tarafından temin edildiğinden biraz önce söylediğim klasik finansman yöntemiyle yapılan işlere oranla daha pahalıya mal olmakta ve proje kapsamında üretilen malın birim fiyatına da aynen yansıtılmaktadır. İşte bu nedenle bu projeleri değerlendirirken ve projenin seçimi yapılırken öncelikle fayda-maliyet analizlerinin doğru bir şekilde yapılması ve bundan çıkacak sonuçların da iyi bir şekilde karşılaştırılması gerekmektedir.

Tabii, yerinde kullanıldığı takdirde, değerli milletvekilleri, bu model, makroekonomik açıdan bazı pahalı yatırımları da cezbedebilecek ve çeşitli teşvik uygulamaları sonucunda da hem vergi kayıpları hem de işletme döneminde yapılacak olan kâr transferleri yoluyla döviz çıkışları ve kamu yatırımlarında da sonuç itibarıyla yanlış tercihlerin oluşmasına sebebiyet verebilecektir.

Bugün görüşmekte olduğumuz bu tasarı, ileride, belki çok kısa bir süre içerisinde, yukarıda belirttiğim bütün bu sorunları hem daha derinleştirecek hem de kamu borç yükünün daha fazla artmasına sebebiyet verebilecektir. Gerçi burada birtakım mukayeseler, rakamlar 2002 ile 2007 veya 2008 arasında yapılıyor ama bu rakamların dayandığı baz yılları ve bu rakamların dolar, TL, YTL arasında uçuşması tam mukayesenin de yapılmasına imkân vermiyor. Her ne kadar komisyon çalışmalarında tasarının yatırım projelerinin finansmanını kolaylaştırma amacını taşıdığı ifade edilse de genişletilen modelle devletin gizli borçlanmasının da önü açılabilecektir. Bu da Hükûmetin geçtiğimiz altı yıllık süreç içerisinde ekonomi politikası açısından hangi pozisyonda olduğunun çok net ve açık bir göstergesidir.

Kanun tasarısı ile alelacele bir değişiklik yapılmaya çalışıldığı da çok rahat anlaşılıyor çünkü değişiklerin esasını kapsayacak olan Devlet Planlama Teşkilatımızın koordinasyonunda hazırlanan bir başka yasa tasarısı taslağı var. Taslak diyorum çünkü DPT’nin İnternet sitesinde bu kamunun görüşlerine açılmış durumda, hatta ikinci kez kamuoyu görüşüne başvuruluyor ama bu taslakla ilgili -bu tasarı taslağıyla ilgili daha doğrusu- bir sonuç alınmadan bugün karşımıza birkaç maddeden meydana gelen, alelacele hazırlanmış bir tasarı getiriliyor ve biz bunun neden bu kadar aceleyle getirildiğini doğrusu anlayamıyoruz.

Değerli milletvekilleri, tasarının 1’inci maddesiyle 3996 sayılı Kanun’un 2’nci maddesinde yani bu görüştüğümüz, şu anda görüştüğümüz maddede kapsam genişletilmektedir. Ancak bu genişletilme, daha önce sınırları belirtilmiş yani değişiklikten önceki mevcut yap-işlet-devret modelinde ileri teknoloji ve yüksek maddi kaynak gerektiren projelerde uygulanabilirken, teklif edilen, getirilen bu tasarı ile ya ileri teknoloji gerektirecek yahut da yüksek maddi kaynak olarak değiştirilmek istenmektedir.

Unutmayalım ki bugüne kadar uygulanan yap-işlet-devret projelerinde genelde yerli girişimcimiz, kendi sermayedarımız, yatırımın inşaat bölümünü üstlenirken, yabancı yatırımcılar ileri teknoloji, makine, teçhizat ve buna benzer montaj işlemlerini hep yüklenmişlerdir. Yapılmak istenen bu değişiklikle, ileri teknoloji gerektirmeyen projeleri de yüksek maddi kaynak getirdiği gerekçesiyle uygulamaya çalışacağız ve zaten sınırlı olan ve burada, biraz önce Sayın Bakanın da itiraf ettiği bir yerde, kaynaklar bu şekilde verimli olmaktan uzaklaşacak. Daha önce yüksek maddi kaynak gerektiren projelerin yap-işlet-devret kapsamında yapılabilmesi için –biliyorsunuz- ileri teknoloji şartı vardı, oysa şimdi böyle bir şart gerekli olmayacak çünkü maddede “veya” kelimesi ilginç bir yere getirilmiş “ya ileri teknoloji veya yüksek maddi kaynak gerektirecek” deniyor.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, maddenin, mevcut hâliyle, yani eski hâliyle kalmasının doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz ve bu model uygulanırken, hem ileri teknoloji şartı olmalı hem de yüksek maddi kaynak getirmeli. Mevcut durum korunmadığı takdirde, mali disiplinin bozulma ihtimalini de yüksek görüyoruz çünkü bu tasarının bir başka yönü, uygulanan kamu finansman dengesini bozucu yönde uygulamalara sebebiyet vereceğidir.

Değerli milletvekilleri, biraz önce de belirttiğim gibi, bu konuda hazırlanan geniş bir kanun tasarısı taslağı sonuçlanmamıştır ve kamuoyunun görüşlerine sunulmuştur. Gelecek görüş ve öneriler değerlendirilmeden…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Tanrıkulu.

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) - …böylece, hızlıca birkaç maddenin değiştirilmesini içeren bu tasarının görüşülmesini de ekonomik bulmuyoruz. Bu tasarıda garanti Hükûmet tarafından veriliyor, para da devletten çıkacak. Böyle bir uygulama da bütçe dışı fon uygulamasına yeniden işlerlik kazandıracağı için kamuoyu tarafından da her zaman için sorguya mazhar olacaktır.

Değerli milletvekilleri, gerekli risk analizlerinin ve değerlendirmelerinin yapılması, özel sektöre devredeceği risklerle kamuda kalacak risklerin belirlenmesi yönünde hem ilgili tarafların onayını almış hem de çağdaş, bugünkü uygulamaları kapsayacak düzenlemelerin en kısa sürede gerçekleştirilmesini grup olarak temenni ediyor, tekrar hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tanrıkulu.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak.

Buyurun Sayın Kışanak.

DTP GRUBU ADINA GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısının 1’inci maddesiyle ilgili Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğrusu, gecenin bu saatinde artık kimsenin yasa filan anlayacağı kalmadı. Zaten bu şeffaflık ilkesinin ve açıklık ilkesinin ne anlama geldiği de çok tartışmaya muhtaç bir kelime. Böyle, burada “kamu yararına”, işte “kaynaklarımız az”, “kamu yatırımı yapmak istiyoruz, onun için özel sektörle iş birliğine ihtiyacımız var” filan gibi güzel şeyler söyleniyor ve bütün toplum da bunu dinliyor. Şu anda bence halkımız… Yani kimin yararına, nasıl bir iş yapılıyor konusunun biraz daha açık ve net anlaşılabilmesi için ben işi biraz karikatürize edeceğim. Doğrusu zaten bu saatte kimsenin çok, böyle yasayı teknik olarak dinleyecek hâli de kalmadı.

Şimdi, bu yasa tasarısıyla yapılmak istenen şey: Kamunun yapması gereken bazı hizmetleri, üretmesi gereken bazı hizmetleri özel sektör aracılığıyla ürettirmek ve halka ücret karşılığı bunu kullandırtmaktır. Bunu şuna benzetebiliriz: Biz bir sitede oturuyoruz. Bir apartman yönetimimiz var. Aidat veriyoruz ki bizim ortak giderlerimizi karşılasın. Ama sabah bir kalkıyoruz, asansöre bineceğiz, asansörün kapısının önünde birisi, diyor ki: “Sizin site yönetiminizin parası yoktu, bu asansörü yaptıramadı, ben yaptım, onun için sen bu asansöre parasız binemezsin, bana para vereceksin.” Neyse, hadi onu ödüyoruz. Aşağı iniyoruz, otoparktan aracımızı alacağız, orada da birisi var, o da diyor ki: “Yok, sizin site yönetiminin kaynakları yoktu, bunu yap-işlet-devret modeliyle bize yaptırdı, sen şimdi bir de bunun için para ödeyeceksin.” Allah, Allah! Orada çıkıyoruz, akşam beş dakika bahçede, kameriyede oturacağız, birisi yine başımıza dikiliyor, diyor ki: “Sizin site yönetiminizin parası yoktu, bu kameriyeyi ben yaptım, onun için sen burada oturmak için para ödeyeceksin.”

Açıkçası, gerçekten, vergilerimizi biz devlete niye ödüyoruz? Devlet, ortak gereksinimlerimizi karşılasın diye, ihtiyacımız olan kamu mallarını ve hizmetlerini üretsin diye, tıpkı sitemizde ödediğimiz aidat gibi. Ama nasıl ki site yönetimi bunu çarçur eder, birilerine peşkeş çeker, kötü harcar, iyi yönetemez, doğru kullanamaz ve borç batağına girer de bize sunması gereken hizmetleri de başkalarına yaptırıp geri bize parayla satarsa şu anda bu yap-işlet-devret modeliyle ve sınırlarının bu kadar genişletilmesiyle bizzat yapılmak istenen de budur. Biz, vergimizi ödüyoruz, bu devlet de bize bu kamu hizmetini üretmek zorunda.

Şimdi, burada, sınırlar o kadar tanımsız ve genişletiliyor ki yani tamamen hükûmetin yetkisi dâhilinde, istediği yere kadar çekebilecek. “Trafiğe yoğun kara yolu.” Ne demek bu? Saatte 10 araç geçen mi, 1 araç geçen mi, 100 araç geçen mi? Hangi kara yolu? Hangi keyfiyet bunu neye göre belirleyecek ve kime bunu yaptıracak; ben de o yoldan geçerken vergimin dışında bir daha para ödeyeceğim? Ben vergi ödüyorum oysa devlete.

Ayrıca, bir de şu tarafı var: Bir de katkı payı verecek. Ben, devlete verdiğim vergilerden ya da devletin borçlanarak edindiği paraları bir özel firmaya verecek, o firma da o otoyolu yapacak, ben o yoldan geçerken bir de oraya para ödeyeceğim! Şimdi, aynen bu sınır, yani yap-işlet-devret modelinin, hem bu 1’inci maddede tanımlandığı gibi, kapsamının… “ve/veya” kelimesi çok basit bir şeymiş gibi gözüküyor oysa “ve” kelimesi her ikisinin de bulunduğu koşul anlamına geliyor, “veya” kelimesi, birinin bulunduğu koşulu da ben yeterli görürüm… Üstelik de “yüksek maddi kaynak” Ne demek yüksek maddi kaynak… Ne kadar? bin dolar mı? 5 bin dolar mı? 1 milyon dolar mı? Hani, bu da keyfiyete kalmış bir şey. Hükûmet diyecek ki “Ben bunu yüksek maddi kaynak kapsamında gördüm ve yap-işlet-devret modeli kapsamına aldım.” Bu kadar keyfiyete, hükümranlık hakkını kullananlara sınırsız, sonsuz yetki veren, artık, yönetme erkinin ötesinde bir hükümranlık hakkı anlamına gelecek kadar sınırlarını genişleten, tanımsız hâle getiren ve bizim vergilerimizle bize sunulması gereken kamu hizmetlerinin geri dönüp bize parayla satılmasına meydan tanıyan, olanak tanıyan bir yasa hâline getiriliyor.

Ayrıca, bunun kapsamı bir başka maddede şu nedenle de genişletiliyor: “…ilgili yıl merkezi yönetim bütçesinin sermaye giderleri toplamının yüzde ellisini geçemez.” diyor. Ama devamında diyor ki: “Bakanlar Kurulu söz konusu oranları iki katına kadar artırmaya … yetkilidir.” Vallahi bunu anlamak için böyle büyük iktisatçı olmaya gerek yok, yüzde 50’nin 2 katı yüzde 100 demektir. Bu demek oluyor ki özel sektöre, bütün kamu hizmetlerinin tamamını, o yıl yapılacak kamu yatırımlarının tamamını ben yap-işlet-devret modeli kapsamına alabilirim demektir. Bu kadar sınırsız yetki tanıyan bir yasanın buradan kamu yararınaymış gibi çıkartılmak istenmesi, gerçekten, olsa olsa “Nasılsa anlamazlar.” şeyine getirilerek herhâlde yapılıyordur.

Oysa halkımız şunu çok iyi anlayacaktır: Yıllardır süründürülen GAP projesinin sulama kanallarıyla ilgili kısmı, sulama projeleri, bu yasa kapsamında yap-işlet-devret modeliyle özel sektöre yaptırılacaktır. Üstelik de “Bu alan kârlı bir alan olmadığı için hiçbir özel sektör buraya gelmiyor. Biz, burada yüzde 100’e kadar katkı payı vererek bunu ancak yaptırabiliriz.” denilecek, yapım maliyeti de kamu tarafından karşılanacaktır ama o özel sektör ikinci gün köylünün kapısına dayanacak “Sen bunları ödemedin, ben seni icraya veriyorum.” diyecek. O zaman biz bu yasanın ne demek olduğunu anlayacağız.

Bu nedenle, ben, gecenin bu saatinde böyle karikatürize ederek anlatmaya çalıştığım bu yasanın, hiç değilse sınırlarının biraz daha daraltılması, hiç değilse biraz daha net tanımlar getirilmesi, hiç değilse bir yıl içerisindeki tüm kamu yatırımlarının sermaye giderlerinin toplamını kapsayacak kadar genişletilmemesi, bunun sınırının daraltılması, katkı payı oranının tamamının… Burada “Bir kısmının ya da tamamının.” diyor. Yani katkı payı da yapılacak o projenin bütün yatırım maliyetlerini kapsayacak kadar geniş olabilir. Hiç değilse bunların sınırlanması ve hiç değilse bu sulama kanalları sonrasında köylünün ürününe el konulmayacağına, tarlasına haciz gelmeyeceğine dair güvencelerin konulması gerekir.

Şimdi, bu yasaya baktığımız zaman, gerçekten, tıpkı site yönetimimizin, bize “Asansörü özel şirkete yaptırdım, para vermeden binemezsin.” dediği gibi, köylüye de “Ben bu sulama kanallarını özel şirkete yaptırdım, bu sene kuraklık var, senin hasadın kötü, ‘ödeyemedim’ diyemezsin, dersen icra gelir kapına.” diyecek kadar geniş ve tanımsız yetkilerle donatılmış bir yasa.

Ayrıca, bu yasada, daha önce kamu borçlarına ilişkin görmediğimiz bir başka şey daha var: Gecikme faizi. Devlet, kendisinin yapması gereken işi, ben vergi ödediğim hâlde yapmayacak, özel sektöre yaptırtacak “Özel sektör kârlıdır, bu alana gelmiyor.” diye katkı payı verme ihtiyacı duyacak, buna karar verecek ve o katkı payını da zamanında ödeyemediği için dönüp o şirkete faiz ödeyecek! Ama biz biliyoruz ki işçilerin, emekçilerin içeride sosyal hakları var, ödenmiyor; emekli olunca, yirmi yıl sonra, yirmi yıl önceki değeri neyse o kadarıyla veriliyor, beş kuruş bile faiz ödenmiyor. Yirmi beş yıl bu memlekete hizmet eden, kamuya çalışan ve içeride alacağı olan emekçiye bir kuruş bile faiz verilmiyor ama kamu katkısıyla, kamunun yapması gerektiği bir işi yaptırıyorsun özel sektöre…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kışanak.

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) - …ve “Ben bu katkı payını ödemek için gerekli parayı bulamadım, şimdi ödeyemedim, biraz gecikti, artı, bunun üzerine de faiz ödeyeceğim ben sana.” diyorsun.

Gerçekten, biz gözümüzde, devleti, kamuyu bu kadar soyutlaştırır, bu kadar anlaşılmaz kılar ve içinden çıkılamaz hesaplarmış gibi sunmaya çalışırsak bu teker sürekli böyle döner.

Devlet, halkın parasıyla halka hizmet etmesi gereken bir kurumdur; yapması gereken, ortak gereksinimlerimizi karşılamaktır. Bunun karşılığında da vergi ödüyoruz. Eğer vergileri artırmak istiyorsanız böyle dolaylı yollar bulup hizmetleri yeniden bize satmayın; o zaman, açık açık vergileri artırın. Bu, bu kadar açık ve nettir. Devlet de bu kadar soyut, anlaşılmaz, tanımsız bir şey değildir, aynen bir site yönetimi kadar yetkisi vardır. Biz onu seçiyoruz, kötü yönetiyorsa da indirmemiz gerekiyor. Bence…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kışanak.

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ben de teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz dolmak üzeredir.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 8 Mayıs 2008 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 22.57

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.