DÖNEM: 23                            CİLT: 19                    YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

96’ncı Birleşim

29 Nisan 2008 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, 1 Mayıs İşçi Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması ve  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, DTP Sakarya İl Örgütü tarafından düzenlenen kültür şenliğine ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması ve  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı

3.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, ülkemizde yaşanan kuraklık ve buna bağlı olarak bazı gıda maddelerinde görülen kıtlık sorununa ilişkin gündem dışı konuşması 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Singapur Parlamento Başkanı Abdullah Tarmugi ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/404)

2.- Peru Parlamentosu Dışişleri Komisyonunun vaki davetine istinaden, Peru’ya resmî ziyarette bulunacak olan TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/405)

3.- Çin Ulusal Halk Meclisi İçişleri ve Adalet Komisyonları tarafından Çin Halk Cumhuriyeti’ne davet edilen TBMM Adalet Komisyonu heyetinin davete icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/403)

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili İsa Gök ve 22 milletvekilinin, Mersin’de kurulması planlanan balık çiftliklerinin çevreye ve turizme etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/174)

2.- Mersin Milletvekili İsa Gök ve 22 milletvekilinin, Mersin’de kurulması planlanan nükleer enerji santrallerinin çevreye ve turizme etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/175)

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, SHÇEK’e bağlı yerlerde yaşanan sorunların araştırılarak bakım, koruma ve yetiştirme hizmetlerinin etkin verilebilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/176)

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Genel Kurulun, 29/4/2008 Salı günkü birleşiminde (11/1) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; 30 Nisan 2008 ve 6-7 Mayıs 2008 günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine; 6 Mayıs 2008 Salı günkü birleşimde ise çevre ve çevre kirliliği ile ilgili araştırma önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasının ardından kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 216 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak ve bölümler halinde görüşülmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

VII.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 27 milletvekilinin, tarım ve hayvancılık sektöründeki desteklemelerin zamanında ödenmemesi veya kaldırılması, girdilerdeki artışlar ve ürünlerdeki düşük fiyat oluşumu sonucu üreticilerin, temel gıda maddelerinde meydana gelen aşırı fiyat artışları ile de halkın mağduriyetine sebep olduğu, TMO’nun yönetiminde ve tarım politikalarında görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyerek devleti zarara uğrattığı iddiasıyla, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/1)

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

 

1.-   Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak’ın; Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın; Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ve Adalet Komisyonları Raporları  (2/210, 2/27) (S.Sayısı: 215)

 

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in konuşmasında partisine sataşması nedeniyle konuşması

2.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un konuşmasında partisine sataşması nedeniyle konuşması

X.- OYLAMALAR

1.- Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin maddelerine geçilmesinin oylaması

2.- Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin oylaması

3.- Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin tümünün oylaması      

XI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Kalkınma Ajanslarının kurulması çalışmalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/2389)

2.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Tuzla Tersaneler Bölgesindeki deniz dolgusu projesinin onayına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/2418)

3.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın, Kaşgarlı Mahmut’un tanıtımına ve kabrinin restorasyonuna ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2469)

4.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, 22’ nci Dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2470)

5.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Niğde’nin turizm potansiyelinin değerlendirilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2472)

6.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, elektrik tüketiminden alınan KDV’nin hesabına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/2474)

7.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, turizmde transfer ulaşım ücretlerindeki KDV oranına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/2476)

8.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, Ulukışla Darboğaz beldesindeki kayakevi projesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2538)

9.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, THY Bursa Satış Müdürlüğünün kapatılıp kapatılmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/2566)

10.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Aksaray’daki yatırımlara ilişkin sorusu ve  Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak’ın cevabı (7/2573)

11.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, kapatma davası sonrası bazı iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/2584)

12.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Yunus Emre Vakfının yönetimine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2619)

13.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, TOKİ’nin villa kentler ve tatil köyleri projesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2622)

14.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, kadrolu sanatçıların yerel yönetimlere devredileceği iddialarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2623)

15.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, bakımı yapılan THY uçaklarıyla ilgili bir iddiaya ilişkin Ulaştırma Bakanından sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/2651)

16.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Almanya’da hayatını kaybeden bir Türk vatandaşına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/2653)

17.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, haksız olarak yeşil kart alanların takibatına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/2688)

18.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Osmaniye’de kurulacak bir çimento fabrikasının çevreye etkilerine,

- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, İzmir’in su ihtiyacının karşılanmasına,

- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Bodrum-Akyarlar Koyu sahilinde inşa edilen bir tesise,

İlişkin soruları ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2708, 2709, 2778)

19.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’taki bir baraj projesine,

- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına,

İlişkin soruları ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2710, 2905)

20.- Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, ağaçlandırılacak alanlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2711)

21.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Güllük Körfezinde bir şirketin yaptığı deniz dolgusuna,

- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Van Gölü’nün korunmasına,

- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, yatırımlar için tahsis edilen arazilere,

İlişkin soruları ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2712, 2901, 2902)

22.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Osmaniye’de kurulacak bir çimento fabrikasının yer seçimine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2726)

23.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Gümüşhane’deki yatırımlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2727)

24.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bayburt’taki yatırımlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2728)

25.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Düzce’deki yatırımlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2729)

26.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Karaman’daki yatırımlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2730)

27.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, bir yayın grubunun TMSF’den devralınmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/2768)

28.- Muş Milletvekili M. Nuri Yaman’ın, Malazgirt Kültür Merkezine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2788)

29.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, Osmaniye’de yapılması planlanan çimento fabrikasının yer seçimine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2789)

30.- Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, TMSF’nin tasfiye ettiği şirketlerin borçlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/2806)

31.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Yozgat’taki yatırımlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2846)

32.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Kırşehir’deki yatırımlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/2847)

33.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’daki Hazine taşınmazlarının satışı ve kiralanmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/2848)

34.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, bir kitapla ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı (7/2862)

35.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’da tahrip olan orman alanlarına,

- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, tıbbi atık tesislerinin denetimine

İlişkin soruları ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/2903, 2996)

36.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı (7/2976)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.04’te açılarak iki oturum yaptı.

 

Dünya Veteriner Hekimleri Günü nedeniyle:

Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın,

Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın,

Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın,

Gündem dışı konuşmalarına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker cevap verdi.

 

Ordu Milletvekili Rahmi Güner ve 21 milletvekilinin, tarım sektöründe yaşanan krizin nedenlerinin (10/171),

Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 21 milletvekilinin, tahıl sektöründe yaşanan krizin ve TMO’nun sorumluluğunun (10/172),

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 22 milletvekilinin, tarım sektöründe yaşanan sorunların (10/173),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/480) (S. Sayısı: 94) komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

2’nci sırasında bulunan, Manisa Milletvekili İsmail Bilen’in, Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak’ın, Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman’ın, Çarşı ve Mahalle Bekçilerinin Hizmet Sınıfının Değiştirilmesine İlişkin Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 13 Milletvekilinin, Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/132, 2/143, 2/144, 2/157) (S. Sayısı: 120),

3’üncü sırasında bulunan, İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 2 Milletvekilinin, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Uzman Jandarma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (2/187, 1/446, 1/509, 1/513) (S. Sayısı: 127),

Yapılan görüşmelerden sonra kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

 

29 Nisan 2008 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşime 19.08’de son verildi.

                       

 

 

Nevzat PAKDİL

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Yusuf COŞKUN

 

Murat ÖZKAN

 

Bingöl

 

Giresun

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

 

 

Konya

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

 

                                                                                                                                          No.: 134

 

II.- GELEN KÂĞITLAR

25 Nisan 2008 Cuma

Tasarılar

1.- Elektronik Haberleşme Kanunu Tasarısı (1/566) (Adalet; Plan ve Bütçe ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.4.2008)

2.- Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/567) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.4.2008)

Teklifler

1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Teklifi (2/217) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.4.2008)

2.- Gümüşhane Milletvekilleri Yahya Doğan ve Kemalettin Aydın’ın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/218) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.4.2008)

3.- Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda’nın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/219) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.4.2008)

4.- Yalova Milletvekili İlhan Evcin’in Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/220) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.4.2008)

5.- Hakkâri Milletvekilleri Rüstem Zeydan ve Abdulmuttalip Özbek’in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne       Dair 2809 Sayılı Kanuna Ek ve Geçici Maddeler Eklenmesi ve 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/221) Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.4.2008)

6.- Iğdır Milletvekili Ali Güner’in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/222) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.4.2008)

Tezkereler

1.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/398) (Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.4.2008)

2.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/399) (Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.4.2008)

3.- Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/400) (Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.4.2008)

4.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/401) (Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.4.2008)

Raporlar

1.- Hatay Milletvekili Mustafa Öztürk ve 11 Milletvekilinin; 2009 Yılında İstanbul Şehrinde Yapılacak Beşinci Dünya Su Forumunun Organizasyonu ile Katma Değer Vergisi Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Çevre ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/182) (S. Sayısı: 214)  (Dağıtma tarihi: 25.4.2008) (GÜNDEME)

2.- Turizmi Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporları(1/551) (S. Sayısı:217) (Dağıtma tarihi: 25.4.2008) (GÜNDEME)

                                                                                                                                              No.: 135

28 Nisan 2008 Pazartesi

 

Tasarılar

1.- Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/568) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm; Anayasa ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.4.2008)

2.- Erişme Kontrollü Karayolları Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/569) (İçişleri; Plan ve Bütçe ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.4.2008)

Teklifler

1.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in; 5862 Sayılı Pasaport Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/223) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.4.2008)

2.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan ve 4 milletvekilinin; Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Kanunu ile Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/224) (Plan ve Bütçe; Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.4.2008)

Raporlar

1.- İstanbul Milletvekili Abdulkadir Aksu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/102) (S. Sayısı: 139) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

2.- Amasya Milletvekili Akif Gülle’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/103) (S. Sayısı: 140) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

3.- Adana Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/104) (S. Sayısı: 141) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

4.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/105) (S. Sayısı: 142) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

5.- Düzce Milletvekili Metin Kaşıkoğlu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/106) (S. Sayısı: 143) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

6.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/107) (S. Sayısı: 144) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

7.- Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/108) (S. Sayısı: 145) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

8.- Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Koca’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/109) (S. Sayısı: 146) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

9.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/110) (S. Sayısı: 147) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

10.- Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/111) (S. Sayısı: 148) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

11.-Tapu Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/526) (S. Sayısı: 218) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

12.- Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/541) (S. Sayısı:219) (Dağıtma tarihi: 28.4.2008) (GÜNDEME)

Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın, yargıda tarafsızlık ilkesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1992)                                                

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, zorunlu din derslerine ve Alevilere yönelik çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2062)                                                

3.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, İskenderun Gümrük Başmüdürlüğünün kapatılacağı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2385)                                                 

4.- Ankara Milletvekili Nesrin Baytok’un, doğum ve ölüm kayıtlarının bazı siyasi partilere verildiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2386)                                                

5.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, YÖK Başkanına zırhlı makam aracı tahsisine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2388)                                                

6.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, yasa dışı örgütlenmelerle mücadele konusundaki bir açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2390)                                                

7.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, bir GSM operatörünün yönetim kuruluna ve Millî Eğitim Bakanlığıyla protokol imzalayıp imzalamadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2391)                                                

8.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, yurt dışı ziyaretlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2392)                                                 

9.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, bir operasyonun gizli bilgi ve belgelerinin deşifre edilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2393)                                                

10.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Tuzla tersaneler bölgesinde yaşanan sorunlara ve deniz dolgusu projesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2394)                                                

11.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, afla ilgili bir açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2395)                                                

12.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, yasa dışı telefon dinlemelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2396)                                                 

13.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, bir öğretmen hakkındaki iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2398)                                                

14.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, İşsizlik Sigortası Fonuna ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2399)                                                

15.- Kocaeli Milletvekili Cumali Durmuş’un, emekli maaşlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2400)                                                

16.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, TPAO ile bir enerji grubu arasında doğalgaz elektrik santrali konusunda gizli anlaşma imzalandığı iddiasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2406)                                                

17.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Amasra-B sahasındaki kömür varlıklarının işletme hakkı kullanımına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2407)                                                

18.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirket ve iştirakleri genel müdürlerinin aylık toplantılarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2408)                                                

19.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün yol ve çevre düzeni sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2409)                                                

20.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün yol ve çevre düzeni sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2410)                                                

21.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, Marmaris’teki bir madencilik faaliyetine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2411)                                                

22.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, Batman Belediyesine sel zararının karşılanması için aktarılacak ödeneğe ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2412)                                                

23.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın, terör ve terörle mücadeleden doğan zararların tespiti ve telafisine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2413)                                                

24.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, Van’da yaşanan bir olaya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2414)                                                

25.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, belirli kıdem sürelerini tamamlayan Tarım Kredi Kooperatifleri personelinin iş akdinin feshine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2419)                                                

26.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, Marmaris’teki bir madencilik faaliyetinin basra çamına ve bal üretimine verdiği zarara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2420)                                                

27.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’taki destekleme ödemelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2421)                                                

28.- Bursa Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, taşımacılık sektöründeki korsan firma sorununa ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2422)                                                

29.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, bir köyün ana yol bağlantısının trafik güvenliğine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2423)                                                

30.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Tuzla Tersaneler Bölgesindeki deniz dolgusu projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2424)                                                 

31.- Bursa Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, Emniyet Teşkilatı personelinin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2431)                                                

32.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Ergani ve Maden bakır yataklarının işletilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2432)                                                

33.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat’ın, Merkez Bankası personeline ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2437)                                                

34.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, İstanbul’daki bir kavşak projesinin iptal edildiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2438)                                                 

35.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, gizli ses kayıtlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2440)                                                

36.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Dışişleri Konutundaki tadilata ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2441)                                                

37.- Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe’nin, sulama birliklerinin desteklenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2442)                                                 

38.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, Manisa İl Özel İdaresince yapılan ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2443)                                                

39.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, 22 nci dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2448)                                                

40.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Aksaray’daki yatırımlara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2449)                                                

41.- Mardin Milletvekili Süleyman Çelebi’nin, ithal ürünlerde ödeme tutarının tespitine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2450)                                                

42.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, 22 nci dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2451)

43.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan’ın, SSK İzmir Sağlık İşleri İl Müdürlüğüyle ilgili iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2452)                                                

44.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, yerel yönetim kuruluşlarının sosyal güvenlik kurumlarına olan borçlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2453)                                                

45.- Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş’un, 22 nci dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2456)

46.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesine uygulanan doğalgaz tarifesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2457)                                                

47.- Osmaniye Milletvekili Hakan Coşkun’un, Taksim Metro İstasyonundaki bir sergiye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2458)                                                

48.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, av tüfeklerindeki ruhsatlandırmaya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2459)                                                 

49.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Derbent Belediyesindeki işçilerden bir kısmının iş akitlerinin feshine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2460)                                                

50.- Samsun Milletvekili Suat Binici’nin, bir köyün bağlı olduğu ilçeye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2461)                                                

51.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, 22 nci dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2462)                                                

52.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, belediyelerin açtığı koruma evlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2463)                                                

53.- Ankara Milletvekili Nesrin Baytok’un, TCDD Gar Meydanına köprülü kavşak yapımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2464)                                                  

54.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Aksaray’daki belediyelerin çevre düzenleme çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2465)                                                

55.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, metrobüs yolu projesi ihalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2466)                                                

56.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, Turgutlu Belediyesinin özel okullara kitap bağışına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2467)                                                

57.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Adıyaman İl Özel İdaresince kullandırılan mikro kredilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2468)                                                 

58.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, yurt dışında basılması için destek sağlanan kitaplara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2473)                                                

59.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Spor Toto Teşkilatının eksik vergi ödediği iddiasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2475)                                                

60.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Elazığ’daki ilköğretim okullarında görev yapan yöneticilere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2478)                                                

61.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğindeki bir değişikliğe ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2479)                                                

62.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’da açılan eğitim kurumlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2484)                                                

63.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir öğretmen hakkındaki iddialara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2485)                                                

64.- Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, öğretmen atamalarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2486)                                                

65.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğindeki bir düzenlemeye ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2487)                                                

66.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, 22 nci dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2488)                                                

67.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğindeki idari bölümlerle ilgili düzenlemeye ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2489)                                                

68.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, katkı ve öğrenim kredilerinin geri ödemesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2490)                                                 

69.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, Turgutlu Belediyesinin özel okullara kitap bağışına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2492)                                                

70.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, tüp bebek tedavisine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2494)                                                

71.- Aydın Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu’nun, 22 nci dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2495)                                                

72.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Aksaray’daki yatırımlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2496)                                                 

73.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, doktorların bazı sorunlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2497)                                                

74.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, nakliyecilikte aranan bir belgenin alımında süre uzatımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2502)                                                

75.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Şebinkarahisar yolu üzerindeki Eğribel geçidine tünel yapımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2503)                                                

76.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, 22 nci dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2504)                                                

77.- Giresun Milletvekili Eşref Karaibrahim’in, Karadeniz Sahil Yolunun Giresun geçişine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2505)                                                 

78.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Aksaray’daki yatırımlara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2506)                                                

79.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, YÖK Başkanının BDDK’da danışmanlık yapıp yapmadığına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/2508)                                                

80.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, yabancıların iştirak yoluyla ortak oldukları şirketlere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/2509)                                                

81.- Bursa Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, 22 nci dönemde hazırlanan ve görüş bildirilen kanun tasarısı ve KHK taslaklarına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2510)                                                

82.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, tasfiye halindeki İhlas Finans Kurumuna ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/2514)                                                

83.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, özel bir sağlık kuruluşuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2518)                                                 

84.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, eczacıların sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2519)                                                

85.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Yatağan İlçesine yapılacak termik santrale ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2524)                                                

86.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, doğalgazda eksik tedarike ve akaryakıt tüketimine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2525)                                                

87.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, OSB’lere uygulanan doğalgaz iskonto oranına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2526)

88.- Aydın Milletvekili Mehmet Fatih Atay’ın, Muğla ve Aydın’daki maden arama faaliyetlerine ve orman tahribatına ilişkin Enerji ve Tabiî  Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2528)                                                

89.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Van’daki mültecilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2529)                                                

90.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Gürsu İlçesindeki bir gölete ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2530)                                                

91.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana Büyükşehir Belediyesinin yoksul ve muhtaçlara yardımlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2531)                                                 

92.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, İstanbul Büyükşehir Belediyesince basılan bir kitaba ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2532)                                                

93.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, valilik ve belediyelerce yapılacak olan stratejik il planlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2533)                                                

94.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Beyoğlu Tarlabaşı kentsel dönüşüm projesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2534)

95.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, 1993 yılında Digor’da meydana gelen olayların sonuçlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2535)

96.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal’ın, Antalya’daki belediyelerin borçlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2536)

97.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, bazı illerdeki çeşitli trafik verilerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2537)                                                

98.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Pamukkale’deki bir kazı çalışmasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2539)                                                 

99.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, lise son sınıf öğrencilerinin alan değiştirme mağduriyetlerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2547)                                                

100.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Akseki Devlet Hastanesinin personel ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2548)                                                

101.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Aksaray’daki yatırımlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2549)                                                

102.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, hak etmeyen kişilere yeşil kart verilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2550)                                                 

103.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın, Niğde-Çiftlik karayoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2567)

104.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Aksaray’daki yatırımlara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2568)                                                

105.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, Adıyaman bağlantılı bazı yollara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2569)                                                

106.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, yerel yönetim kuruluşlarının Hazine alacağı niteliğindeki borçlarına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/2570)                                                

107.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, Sosyal Güvenlik Kurumunda Başkanlık Müşavirliği kadrolarına atanmış sayılanlara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2571)                                                

108.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya Büyükşehir Belediyesinin mali durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2575)                                                

109.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, bir açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2577)                                                

110.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, hastanelerde hizmet satın alma yoluyla istihdam edilen kişilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2579)                                                 

111.- İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in, Et ve Balık Kurumu işçilerine sendika üyeliği konusunda baskı yapıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2580)                                                

112.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, çiftçi borçlarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2581)                                                

113.- İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, sanal kumar sorununa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2583)                                                

114.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bir öğretmen hakkındaki bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2585)

115.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Gümüşhane’deki yatırımlara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2588)                                                

116.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bayburt’taki yatırımlara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2589)                                                

117.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, 4875 sayılı Kanun kapsamındaki yabancı şirketlerin edindikleri taşınmazlara ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/2594)                                                

118.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek’in, bir konferansta yaptığı konuşmaya ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/2595)                                                 

119.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, haksız olarak yeşil kart alanların takibatına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2603)                                                

120.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, belediyelerin personel giderlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2604)                                                

121.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin araç kiralamasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2605)                                                

122.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Ankara’da tahsil edilen taşınmaz kültür varlıklarının korunması katkı payına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2606)                                                

123.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, sanayi ve tıbbi atık tesislerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2607)                                                

124.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, terör ve terörle mücadeleden doğan zararların karşılanmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2608)                                                

125.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bayburt’taki yatırımlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2609)                                                

126.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Gümüşhane’deki yatırımlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2610)                                                 

127.- Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay’ın, Ankara’da bir caddedeki çalışmalarla ilgili iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2611)                                                

128.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, sulama birliklerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2613)                                                

129.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin kiraya verdiği büfelere yaptığı bir tebligata ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2614)                                                

130.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, bir belediye başkanının beyanat ve icraatlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2616)                                                

131.- İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in, İGDAŞ ve İSKİ’nin ihale verdiği firmalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2617)                                                 

132.- Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün, Ankara’da gece yarısından sonra toplu taşıma hizmeti verilmemesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2618)                                                

133.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, vergi dairelerinin mükellefe baskı yaptığı iddiasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2624)                                                

134.- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, er ve erbaşlara ödenen operasyon tazminatına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2627)                                                

135.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Ceyhan İlçesindeki bir okul müdürü hakkındaki iddialara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2631)                                                

136.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, özürlü ve engelli çocukların eğitimi konusundaki bir iddiaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2634)                                                 

137.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Pendik Harmandere Endüstri Meslek Lisesi inşaatına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2635)                                                

138.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, bir ilköğretim okulundaki fişleme iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2636)                                                

139.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, bir öğretmen hakkındaki bir iddiaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2637)                                                

140.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, sağlık kuruluşlarında türbanlı personel çalıştığı iddialarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2638)                                                

141.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Gümüşhane’deki yatırımlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2639)                                                 

142.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bayburt’taki yatırımlara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2640)                                                

143.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Ayakta Teşhis ve Tedavi Merkezlerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2641)                                                

144.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya-Eskişehir ve Kütahya-Afyonkarahisar bölünmüş yol çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2646)                                                

145.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya bağlantılı bazı karayolu çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2647)                                                 

146.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya’daki bazı karayolu çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2648)                                                

147.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Gümüşhane’deki yatırımlara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2649)                                                

148.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bayburt’taki yatırımlara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2650)                                                 

149.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Samsun-Ceyhan Ham Petrol Boru hattına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2654)                                                

 

                                                                                                                                              No.: 136

29 Nisan 2008 Salı

 

Tasarı

1.- İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/570) (Adalet; Plan ve Bütçe ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.4.2008)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili İsa Gök ve 22 Milletvekilinin, Mersin’de kurulması planlanan balık çiftliklerinin çevreye ve turizme etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/174) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/04/2008)

2.- Mersin Milletvekili İsa Gök ve 22 Milletvekilinin, Mersin’de kurulması planlanan nükleer enerji santrallerinin çevreye ve turizme etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/175) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/04/2008)

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 Milletvekilinin, SHÇEK’e bağlı yerlerde yaşanan sorunların araştırılarak bakım, koruma ve yetiştirme hizmetlerinin etkin verilebilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi(10/176) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/04/2008)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, TRT programlarına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) sözlü soru önergesi (6/618) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

2.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, bazı kamu kurumlarının internet sitelerindeki bazı şahıslarla ilgili tanıtıcı bilgilere ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/619) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

3.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in, bir öğretmen atamasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/620) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

4.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Millî Takım Teknik Direktörünün ücretinin vergilendirilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Murat Başesgioğlu) sözlü soru önergesi (6/621) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

Yazılı Soru Önergeleri

1.-   Yalova Milletvekili Muharrem İnce’in, bir Başkan Başmüşavirine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/3022) Başkanlığa geliş tarihi: 24/3/2008)

2.-   Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, bir yerel gazetedeki iş başvurusu ilanına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3023) (Başkanlığa geliş tarihi: 9/4/2008)

3.-   Ankara Milletvekili Nesrin Baytok’un, TCDD’nin taşınmazlarının satışına ve TCDD’deki bazı işlemlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3024) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

4.-   İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, çakı taşımasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3025) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

5.-   Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Diyarbakır Barosu Başkanına gösterdiği tepkiye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3026) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

6.-   İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, gazilerin sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3027) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

7.-   Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, Çapa Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3028) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

8.-   Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, memurlara enflasyon farkı ödemesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3029) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

9.-   Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, ÇEAŞ ve KEPEZ şirketlerine el konulması sebebiyle açılan tahkim davalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3030) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

10.-     Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, bir operasyon kapsamındaki soruşturmaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3031) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

11.-     Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’daki bir köyün sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3032) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

12.-     İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, GAP yatırımları ile sosyal ve ekonomik projelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3033) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

13.-     Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, kuru gıda fiyatlarındaki artışa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3034) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

14.-     İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, okul kütüphanelerindeki bazı kitaplara ve bir grubun takibine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3035) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

15.-     Mersin Milletvekili Vahap Seçer’in, Suudi Arabistan’da bir Türk vatandaşı hakkında verilen idam kararına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3036) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

16.-     Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın,  Adana’da bir TOKİ uygulamasının orman alanına yapıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3037) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

17.-     Van Milletvekili Özdal Üçer’in, hükümlü ve tutuklulara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3038) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

18.-     Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, iki tutuklunun görüşme haklarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3039) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

19.-     Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, göçebe ailelerin iskanına ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3040) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

20.-     Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in, Ordu’nun bazı mahallelerinin paftalarında kıyı kenar çizgisinin iptaline ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3041) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

21.-     Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, bazı arsa ve arazilerin tapularının iptal edilerek Milli Emlak Müdürlüğüne devredildiği iddiasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3042) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

22.-     Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Anamur’daki katı atık depolamasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3043) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

23.-     Muğla Milletvekili Gürol Ergin’in, Girme Barajı Projesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/3044) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

24.-     Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, nüfus verileri ile ilgili iddialara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/3045) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

25.-     İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, işsizlikle mücadeleye ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/3046) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

26.-     İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, İstanbul’daki tarihi binaların korunmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3047) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

27.-     İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, İstanbul Deniz Otobüsleri A.Ş.’de işten çıkarılan işçilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3048) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

28.-     Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, gönüllü köy korucularına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3049) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

29.-     Mersin Milletvekili Behiç Çelik’in, Anamur’daki katı atık toplama sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3050) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

30.-     İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul Sulukule’de yapılan yıkımlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3051) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

31.-     Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın, bazı cenazelerin teslimine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3052) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

32.-     İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, araç plakalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3053) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

33.-     İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, bazı üniversite öğrencilerinin posta kutularına bırakılan tehdit mektuplarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3054) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

34.-     Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe’nin, mevsimlik işçilerin kamyonlarda taşınmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3055) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

35.-     Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Balıkesir Atatürk Kültür Merkezi inşaatına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3056) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

36.-     İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün, Gümüşhane-Köse’deki tarihi ve turizm potansiyeli taşıyan yerlere ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3057) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

37.-     İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Kongre Vadisi Projesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3058) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

38.-     Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın, Madımak Otelinin müze haline getirilip getirilemeyeceğine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3059) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

39.-     Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Trabzon Devlet Tiyatrosunda sergilenen bir oyunda metin değişikliği yapılmasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/3060) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

40.-     Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, Adana’da belediyelere ve TOKİ’ye tahsis edilen Hazine arazilerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3061) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

41.-     Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner’in, Isparta Sümer Halı Fabrikası işçilerinin durumuna ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3062) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

42.-     İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, iptal edilen genelge karşısında Anadolu Liselerine atanan öğretmenlerin durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3063) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

43.-     Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, OKS sorularında değişiklik yapılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3064) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

44.-     Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, Ardahan’da yeni açılan bazı okullarla ilgili iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3065) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

45.-     İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, okullaşma durumuna ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3066) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

46.-     Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, doktor sayılarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3067) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

47.-     İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Tuzla’daki bir hastanenin ruhsat sorununa ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3068) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

48.-     Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, Balıkesir-Dursunbey Devlet Hastanesinin doktor ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3069) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

49.-     Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi çalışanlarının statü değişikliğinden doğan hak kayıplarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3070) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

50.-     Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, süt fiyatlarındaki düşüşe ve üreticilerin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3071) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

51.-     Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, pamuk primlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3072) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

52.-     Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in, 2004’teki don afetinden etkilenen fındık üreticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3073) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

53.-     Muğla Milletvekili Gürol Ergin’in, çiftçilere verilen desteklere ve TMO’nun buğday stokuna ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3074) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

54.-     Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, İvrindi eski PTT binasının durumuna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3075) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

55.-     Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, demiryollarının çift hatlı hale getirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3076) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

56.-     Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, bir THY pilotuyla ilgili iddiaya ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3077) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

57.-     İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, yirmi yaş üzeri kamyon ve çekicilerin yurt dışına çıkış yasağına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3078) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

58.-     Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, terörle mücadelede verilen şehitlere ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3079) (Başkanlığa geliş tarihi: 9/4/2008)

59.-     İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, toprak bütünlüğümüzü dikkate almayan haritalara ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3080) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

60.-     Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, TRT’deki atama ve görevlendirmeler ile bir programa ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/3081) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/4/2008)

61.-     İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, yabancı şirketlerin edindikleri taşınmazlara ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/3082) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

62.-     Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın, Piraziz ve Bulancak ilçelerine spor tesisleri yapılmasına ilişkin Devlet Bakanından (Murat Başesgioğlu) yazılı soru önergesi (7/3083) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/4/2008)

63.-     İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, sınır ticaretinin geliştirilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad Tüzmen) yazılı soru önergesi (7/3084) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

64.-     Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, başka kurumlara naklen geçiş yapan Diyanet İşleri Başkanlığı personeline ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Said Yazıcıoğlu) yazılı soru önergesi (7/3085) (Başkanlığa geliş tarihi: 14/4/2008)

65.-     İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, Ulusalcılığın Emniyet Genel Müdürlüğünce tehdit olarak gösterildiği iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3086) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/3/2008)

29 Nisan 2008 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, 1 Mayıs İşçi Bayramı hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Ayşe Jale Ağırbaş’a aittir.

Buyurun Sayın Ağırbaş. (DSP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, 1 Mayıs İşçi Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması ve  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı

AYŞE JALE AĞIRBAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1 Mayıs İşçi Bayramı nedeniyle gündem dışı söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, yüce heyetinizi, Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayısın ülkemizde de “Emek ve Dayanışma Günü” olarak ilan edilmesi ve kutlanmasının sevincini yaşarken, aynı zamanda, bu günün tatil ilan edilmemiş olmasının ve 1 Mayısın Taksim’de kutlanmasına izin verilmemesinin üzüntüsünü bir arada yaşamaktayım.

Kanaatimce, 1 Mayısın İstanbul Taksim Meydanı’nda kutlanmasında bir sakınca yoktur. İşçilerimiz, herhangi bir tahrike kapılmadan demokratik hak ve özgürlük mücadelelerinin simgesi olan 1 Mayısı kutlayacak bilinçtedirler. Bu hususta kimsenin tedirgin olmasına gerek yoktur. Türkiye, geçmişte yaşanan acı günlerin etkisinden, 1 Mayıs kaygılarından kurtulmalı, her şeyi kendi doğal çerçevesi içinde yaşayabilen bir ülke erginliğine kavuşmalıdır.

Ülkemizin en büyük sorunu istihdamdır. Ülkemizde işsizlik artmış, işsiz sayısı 10 milyonu bulmuştur. İstihdam olanağı bulanlar ise yoksulluk ve açlık sınırının altında ücretlerde çalışmaktadırlar. Çalışma ve yaşam koşulları milyonlarca emekçi için günden güne daha çekilemez bir hâle gelmektedir. Açlık, yoksulluk ve işsizlik daha geniş emekçi katmanlara yayılarak sürekli büyümektedir.

Ülkenin her bir vatandaşına güvenle çalışabileceği bir iş vermek, bunu temin edecek düzenlemeleri yapmak ve bu ortamı tesis etmek devletin görevidir. Ülkemizde güvencesiz, sendikasız ve sigortasız çalışan işçiler iş kazalarında canlarını yitirmektedirler. Tuzla’da, Davutpaşa’da yitirdiğimiz emekçilerimizin acısı hâlâ tazedir. Tekelin satılmasını istemeyen işçilerin coplanarak yerlerde sürüklenmesi, Tuzla’da işçi ölümlerine önlem alınmasını isteyen çalışanlara biber gazı sıkılması ve nihayet “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar.” cümlesinin öz ve içeriği Hükûmetin işçilere bakışını ortaya koymaktadır.

Söz konusu işçiler ve emekçiler olduğu zaman AKP Hükûmetinde isteksizlik göze çarpmaktadır. Aslında şaşırmamak gerekir. Çünkü bu Hükûmetin iktidara geçer geçmez yaptığı ilk iş, 57’nci Ecevit Hükûmetince çıkartılan İş Güvencesi Yasası’nın yürürlüğünü durdurmak olmuştur. Bunun bir örneğini daha vermek istiyorum: Mecliste 26 Şubatta oy birliğiyle Tuzla’daki tersane ölümlerinin araştırılması için Meclis araştırması açılması istenmesine rağmen, araştırmayı yönetecek Meclis Komisyonu bir türlü kurulamamaktadır. Sebebi ise, AKP’nin Komisyona hâlâ isim bildirmemiş olmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu İktidar döneminde işçi ve emekçilerin haklarını budayan yasal düzenlemeler birer birer Meclisten geçirilmektedir. İktidar, işçilerin haklarını kısmakta, haklı mücadelelerine ise duyarsız kalmaktadır. Bir taraftan sayıları azımsanmayacak oranda işçi kardeşlerimiz sendikalı oldukları için işten atılırken, diğer taraftan AKP,  işçi örgütlerini ele geçirmek için girişimlere başlamıştır.

Taşeronlaştırma yoluyla kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi hızlanmaktadır. Kamu emekçilerine hâlâ grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı tanınmamıştır. İşçiler ve emekçi halkımız, güvenceli, sendikalı ve sigortalı çalışma hakkı için, tüm çalışanlara toplu sözleşmeli, grevli sendika hakkı için 1 Mayısta seslerini Hükûmete duyurmaya çalışacaklar. Bu haklı mücadelelerinde her zaman olduğu gibi Demokratik Sol Partinin yanlarında olduğunu bilmelerini isterim. Çünkü, Demokratik Sol Parti, hayatı boyunca emeğin yanında olan, 1963 yılında Çalışma Bakanlığı döneminde Türk işçisini sendika, toplu sözleşme ve grev hakkına kavuşturan, Başbakanlığı döneminde de İş Güvencesi Yasası’nı çıkaran Sayın Bülent Ecevit’in yolundadır.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin “reform” diye niteliği Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu işçilerimizi ciddi kayıplarla karşı karşıya bırakmaktadır. “Reform” adı altında emeklilik kısıtlanmakta, emekli yaşı ve prim ödeme süreleri artırılmakta, emekli aylıkları düşürülmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYŞE JALE AĞIRBAŞ (Devamla) – Bu Yasa’yla, emekli olmak için prim ödenmesi gereken gün sayısı Avrupa Birliği ülkelerinden 2.200 gün fazlasıyla, 7.200 gün olarak belirlenmiştir. Üstelik altmış olan emeklilik yaşı altmış beşe çıkarılarak büyük bir tuzak kurulmuştur. İşçilere, 7.200 gün prim bile ödese altmış beş yaşını bekleme zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca, sağlık hizmetleri çalışanlar ve emeklilerin sırtına ekonomik yük getirmektedir. İşçilerimizin çalışma koşullarının, ücretlerinin iyileştirilmesi ve emekliliğin hayal olmaktan çıkarılması için sürdürdükleri mücadelede Demokratik Sol Parti olarak her zaman yanlarında bulunduğumuzu yineler, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın huzur ve coşku içinde geçmesi temennisiyle tüm emekçi ve çalışanlarımızın Emek ve Dayanışma Günü’nü yürekten kutluyorum.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -  Teşekkür ederim Sayın Ağırbaş.

Gündem dışı ikinci söz, yine aynı konuda söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ufuk Uras’a aittir.

Buyurun Sayın Uras. (DTP sıralarından alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, DTP Sakarya İl Örgütü tarafından düzenlenen kültür şenliğine ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’na ilişkin gündem dışı konuşması ve  Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı

MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; bugün, Mecliste grubu olan partilerin toplantılarına baktığınızda zannedersiniz ki, çok güllük gülistanlık bir ortam var. Örneğin, Sakarya’da yaşadığımız vahim gelişmeler, bu ülkede söz konusu olmadı. DTP Sakarya İl Örgütü tarafından düzenlenen kültür şenliğine yönelik azgın saldırganlık uzun zamandır sistemli bir biçimde yükseltilen ve Kürt yurttaşlarımıza düşmanlığı artıran ırkçı iklimin ulaştığı boyutları gösteriyor hâlbuki. Saatler süren linç amaçlı kuşatma devam ederken yetkililer gereken müdahaleyi yapmıyorlar, şenliğin güvenliğini sağlamıyorlar. Farklı kültürlere düşman olanlar barış ve kardeşlik umutlarını yok etmeye çalışıyorlar. Irkçı saldırganlar ve teşvikçileri toplumda Türk-Kürt çatışması çıkarmak istiyor. Teşvikçiler Maraş’taki, Çorum’daki, Sivas’taki katliamların benzerlerini yaratmayı hedefliyor. Ama gruplarımız bunu görmese bile, Türkiye’nin demokrasi güçleri buna asla izin vermeyecektir! Toplumda var olan bir arada yaşama alışkanlığını ve dokusunu yıkmaya uğraşan bu anlayışları ve saldırganları teşvik edenler utanmalıdır. Bunu yapanlar ve teşvik edenler tarihin utanç bölümünde yerlerini şimdiden almışlardır; bundan hiç şüpheniz olmasın.

Kürt yurttaşlarımız bu ülkenin güzel bir gerçeğidir. Farklı kültürleri ve dilleri bu ülkenin zenginliğidir. Eşit koşullarda bir arada yaşama iradesinin güçlenmesi, demokrasimiz için çok önemli bir sınavdır. Şimdi, herkesin barış ve kardeşlik için eşit koşullarda ve insanca bir arada yaşamak için daha çok çaba göstermesi gereken bir zamandır. Şimdi, dayanışma zamanıdır.

1 Mayıs kutlamaları da demokrasimiz için başka bir sınav olacaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetine ve Sayın Başbakana bir kez daha sesleniyoruz: Sağduyulu davranılmasını sağlayınız. İstanbul’da, 1 Mayısın, Taksim’de kutlanabilmesi için gereken önlemleri alınız.

İstanbul Valisinin yersiz, talihsiz ve gerginliği artıran açıklamaları toplumda huzursuzluk yaratmaktadır. Korku salan ve demokrat olmayan bir anlayışa yaslanan İstanbul Valisi, geçen yıl da İstanbul’u bir savaş alanına çevirmiş, âdeta sıkıyönetim uygulatmıştı. Kahvede oturan yaşlı başlı yurttaşlarımıza tokat attıran, biber gazı dumanıyla insanlara acı çektiren bu anlayışın İstanbul’da 1 Mayısı huzur içinde yönetmesi mümkün değildir.

1 Mayıs 1977 yılında 37 emekçinin hayatını kaybetmesinden bu yana tam otuz bir yıl geçti ama Taksim yasağından vazgeçilmedi. Suçlular bulunmadı ama mağdur olanlardan hâlâ intikam alınıyor. Bugün 1 Mayısı Taksim’de kutlamak isteyenlere baskılar yapan, tehditler savuran anlayış, demokrat olmayan bir anlayıştır. 1 Mayısın demokrasiye yakışır bir şekilde kutlanabilmesi için resmî tatil olarak kabul edilmesi, yıllardan beri sendikaların da taleplerine olumlu bir cevap verilmesi açısından anlamlı bir adım olacaktı. Ama, mezarda emeklilik yasasını çıkarmayı marifet sayan, Tuzla’da âdeta toplu katliama dönüşmüş iş kazaları karşısında ilgisiz kalan Hükûmet, akıl dışı bir kâr/zarar hesabıyla bu imkânı maalesef yaratmadı. Dünyanın en küresel bayramı olan ve zaten bütün dünya işçileri tarafından kutlanan 1 Mayısı, bir kurnazlıkla “Bizde tatiller çok fazla.” gerekçesiyle tatil ilan etmemek de emekçilerle alay etmenin bir diğer adı olsa gerek.

1 Mayıslar işçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanacaktır. Emek her türlü üretimin vazgeçilmezi olduğuna göre, emeğin bayramı da, bayramların en anlamlılarından birisidir. 1 Mayıs, korku günü de savaş günü de değildir. Emekçilerin, ücretli çalışanların, işçilerin bayram günüdür, birlik ve dayanışma günüdür. Herkesin sağlık ve güvenli bir gelecek talebi için, ayakların baş olduğu, yani üretenlerin yönettiği, özgür, demokratik, bağımsız ve müreffeh bir Türkiye için, daha adil ve bütün halkların barış içinde bir arada yaşadığı bir dünya için; kısacası, toplumda barış, demokrasi ve sosyal adalet için hepinizin 1 Mayısını şimdiden kutluyorum.

İnsanların ne söylediğinden çok ne yaptıkları önemlidir. “İşçi dostuyum, işçi dostuyum” diyorsanız ve bunun gereğini yerine getirmiyorsanız, zaten ortada bir problem vardır. İşçi dostu olan, sabah akşam “işçi dostuyum” demez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Namuslu olan, sabah akşam “dürüstüm, namusluyum” demez; ne ise, onun gereğini yerine getirir. Dolayısıyla, çiviye yandan vuracak olduktan sonra çekice sarılmak bir işe yaramaz.

Bugün Cevizli Sigara Fabrikası işçileri yine ziyaretime geldiler. Bu fabrikaları Amerikan firmalarına ne kadara sattığınız belli, işçilerin ise bir ayı kaç liraya geçirdiği ve üç ay sonra geleceklerinin ne olacağı belli değil. Gün, tam da emekten yana, sosyal politikadan yana tutum alma günüdür.

Sevgili Lefter’e soruyorlar, bir maçın sonu nasıl biter, diye. “Bunu maçtan sonra konuşalım.” diyor. Umarım, 2 Mayıs tarihinde, çok daha demokratik, çok daha sosyal bir Türkiye umudunu perçinleyecek bir 1 Mayısın ertesinde yine beraber oluruz.

Ben, emekten yana bütün milletvekillerini, Taksim’de, 1 Mayısta bizlerle birlikte olmaya davet ediyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uras.

Gündem dışı konuşmaya cevap vermek üzere, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü vesilesiyle gündem dışı söz alan milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Tüm dünyada yaklaşık bir buçuk asırdır, çalışanların Emek ve Dayanışma Günü olarak coşkuyla kutladıkları 1 Mayısı kutluyorum. Bu günün, başta, çalışan, işçi, emekçi kardeşlerimiz olmak üzere tüm sendikal örgütlerimize hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli milletvekillerim, hepimizin bildiği gibi, 1 Mayısın yüzyıllara dayanan büyük anlam ve önemi bulunmaktadır. İşçilerin on altı saatlere varan çalışma saatlerinin sekiz saatle sınırlandırılmasını sağlamak amacıyla, 18’inci yüzyılda -özellikle sanayi ülkelerinde- verdikleri dayanışma ve mücadelenin sembolü 1 Mayıstır. Batı’da sanayi ve endüstri devrimlerinin ardından oluşan ekonomik kalkınma toplumsal tabanda da sosyal ve kültürel değişimlere yol açmıştır. Kapitalist sistemin inşası, kol gücüyle sağlanan emeğin yoğunluğuna bağlanmıştı. Sanayi devrimi ile üretimde işçi ve makinenin kullanımı iyice artmıştı. İşçiler iş yerlerinde on altı saat çalıştırılarak resmen sömürülüyorlardı. Çalışma şartları son derece kötü, ücretleri son derece düşük ve sosyal güvenlik namına hiçbir şeyleri yok idi, hiçbir insani hakka sahip değillerdi. Tüm bunlar işçileri uluslararası çapta dayanışmaya yönlendirmiş ve sendikalar seslerini daha gür çıkarır olmuşlardır.

1 Mayıs düşüncesini ilk olarak 1856 yılında Avustralyalı işçiler ortaya atmış ve sekiz saatlik iş günü için toplantılar, eğlenceler ve gösteriler düzenlemişlerdir. 1 Mayıs 1886 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Chicago kentinde, sekiz saatlik iş günü için 10 binlerce işçinin aileleriyle birlikte yürüyüşleri sırasında 6 işçi arkadaşlarının hayatlarını kaybetmeleri tüm dünyada bir dönüm noktası olmuştur. Bu olayın hemen ardından çeşitli ülkelerde bir araya gelen işçiler, Amerikan işçileriyle dayanışma amacıyla 1 Mayısı birlik ve dayanışma günü ilan etmişlerdir.

Osmanlıdan başlamak üzere ülkemizde 1 Mayıs kutlamaları olmuştur. Cumhuriyet dönemiyle birlikte ülkemizde 1 Mayısın, 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde Türkiye işçilerinin bayramı olarak kutlanması benimsenmiş, 1 Haziran 1935 yılında yayımlanan Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun ile Bahar Bayramı olarak genel tatil günlerine dâhil edilmiştir. 1980 sonrası yapılan düzenleme ile ulusal bayram ve tatil günleri yeniden düzenlenmiş ve 1 Mayıs Bahar Bayramı bu düzenleme içerisinde yer almamıştır.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – 12 Eylül darbesinde kaldırıldı.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) – 60’ıncı Hükûmet olarak 25 Nisan 2008 tarihinde yayımladığımız 13526 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 1 Mayısı Emek ve Dayanışma Günü ilan ettik ve bunun çok önemli bir gelişme olduğunu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. 1980’den bugüne kurulan hiçbir hükûmet böyle bir adım bu konuda atmamıştır.

Ülkemizin demokrasi çıtası yükseldikçe toplumsal değişim ve dönüşümler de günlük hayatımıza yansımaktadır, yansıyacaktır. Devletimizin, Hükûmetimizin önemli görevlerinden biri de çalışma hayatıyla ilgili özgürlüklerin önünü açmak, dünya ile uyumlu hâle getirmek ve çalışanlara daha yaşanabilir bir ortam sağlamaktır. Bu çerçevede, sosyal güvenlik reformundan sonra 2821, 2822 sayılı sendikal haklarla ilgili düzenlemeler içeren yasalarla ilgili sosyal taraflarla görüşmelerimiz son aşamaya gelmiş, son derecede olumlu düzenlemeler, yenilikler getiren bu yasa önümüzdeki günlerde yüce Meclise sevk edilecektir.

Değerli milletvekilleri, üretimin vazgeçilmez unsuru olan emeğin kutsallığı çerçevesinde, emekçilerin 1 Mayısı huzur ve güven içerisinde, demokrasiye yakışır bir şekilde ve bayram havası içerisinde kutlamalarını en doğal hakları olarak görmekteyiz, görüyoruz.

Bu itibarla 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün ülkemize, ülkemizin itibarına gölge düşürmeyecek bir şekilde tüm sosyal taraflarca barış ve huzur içerisinde, demokratik bir olgunlukla kutlanması konusunda gerekli hassasiyetin gösterilmesi büyük önem taşımaktadır.

Bu vesileyle tüm milletimizin ve tüm emekçilerimizin Emek ve Dayanışma Günü’nü kutluyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gündem dışı üçüncü söz, ülkemizde yaşanan kuraklık ve buna bağlı olarak bazı gıda maddelerinde görülen kıtlık sorunu ile ilgili söz isteyen Gaziantep Milletvekili Sayın Hasan Özdemir’e aittir.

Buyurun Sayın Özdemir.

(MHP sıralarından alkışlar)

3.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, ülkemizde yaşanan kuraklık ve buna bağlı olarak bazı gıda maddelerinde görülen kıtlık sorununa ilişkin gündem dışı konuşması

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, bir hafta içerisinde Hakkâri Şemdinli’de 3, Şırnak Uludere ve Silopi’de 4, Bingöl’ün Genç ilçesinde 2 ve bugün de Bingöl’de 1 olmak üzere toplam 10 vatan evladımız şehitlik mertebesine ulaşmıştır. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı ve yaralılara acil şifalar dileyerek sözlerime başlıyorum.

Kuraklığın ülkemiz ve Gaziantep tarımına etkileri ile çiftçilerimizin sorunlarını dile getirmek üzere gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Gaziantep genelinde 2007 yılının ilk dört ayında metrekareye 278,6 kilogram, 2008 yılının ilk dört ayında ise metrekareye 153,3 kilogram yağış düşmüştür. Yani geçen yıla göre bu yıl metrekareye düşen yağış miktarı 125,3 kilogram daha azdır. Kuraklık, bölgemizde ekimi yapılan hububat ürünlerinin gelişimini engellemiş, ekili alanlarda nem yetersizliğinden çatlaklar oluşmuştur, hatta bazı çiftçilerimiz, maalesef, ekilmiş arazilerini yeniden sürmek zorunda kalmışlardır. Kuraklık devam ederse meyve ağaçlarında da büyük zarar meydana gelecektir. Kuraklık nedeniyle, Gaziantep ve bilhassa Nizip, Oğuzeli, Karkamış, Barak ilçelerimiz ve köylerinde yetiştirilen hububat ürünlerinde, yağış yetersizliğinden dolayı çok büyük verim kaybı meydana gelmiştir. Yavuzeli, Araban, Nurdağı ve İslâhiye’de ise kısmen verim kaybı meydana gelmiş bulunmaktadır.

Türkiye buğday üretiminin 2,8 milyon tonunu gerçekleştiren Güneydoğu Anadolu Bölgemizde görülecek yüzde 90 azalma ile Türkiye buğday rekoltesinde 2,5 milyon ton azalma beklenmektedir. Yine, Türkiye arpa üretiminin 1,55 milyon tonunu gerçekleştiren Güneydoğu Anadolu Bölgemizde görülecek yüzde 90 azalma ile de Türkiye arpa rekoltesinde 1,4 milyon ton azalma beklenmektedir. Benzer şekilde, Türkiye kırmızı mercimek üretiminin yüzde 86’sını gerçekleştiren bölgemizde görülecek yüzde 60 azalma ile kırmızı mercimek rekoltesinde 250 bin ton azalma beklenmektedir.

Barak Ovası’nın yanı başında Fırat Nehri boşa akarken bölge çiftçisinin kuraklıktan zarar görmesi son derece üzücüdür ve düşündürücüdür. Üzülerek söylemeden geçemeyeceğim, Gaziantep tarımsal alanlarının büyük bir kısmını kapsayan son derece verimli Barak Ovası’nın sulama projesi yirmi yıldır hayata geçirilememiştir. Barak Ovası Sulama Projesi’nin bitirilmesiyle, hububat ithali büyük derecede ortadan kalkacak, hatta, ihraç edilecek duruma bile gelebilecektir. Ayrıca, fıstık, zeytin ve meyve üretiminde de büyük verim artışı sağlanacaktır ve Barak Ovası, sulandığında ikinci bir Harran Ovası olacaktır.

AKP Hükûmeti tarafından, Barak Ovası Sulama Projesi’nin 2007 yılında bitirileceği ve Hancağız Barajı’na su pompalayacak pompaların yapılarak suyun pompalanacağı vaat edilmesine rağmen hâlen ortada ciddi bir sonuç yoktur.

Bu hafta sonu ve her zaman gittiğim Gaziantep ilçe ve köylerimizde incelemede bulunuyorum. Maalesef, tarım, ticaret ve sanayi gibi birçok sektörlerde çalışan hemşehrilerimin AKP İktidarı döneminde ekonomik olarak son derece mağdur olduklarını söylediklerini görüyorum. Çiftçilerimiz özellikle mazot, gübre ve traktör parçalarının pahalılığı ve maliyeti artıran diğer etkenler nedeniyle dilenmez dilenci durumuna düştüklerinden şikâyet etmektedirler.

Çiftçilerimizi bu zor durumdan kurtarmak için acilen neler yapılabilir? Destekleme primleri artırılabilir. Damlama ve yağmurlama sulama yöntemleri teşvik edilebilir. Sulama yatırımları hayata geçirilerek toprak, su ile buluşturulabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN ÖZDEMİR (Devamla) – GAP en kısa zamanda tamamlanabilir. Ülke genelinde kuraklık eylem planı hazırlanabilir. Kuraklık, doğal afet kapsamına alınabilir. Çiftçilerimizin Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine olan tarımsal kredi borçları acilen silinebilir.

Çiftçimiz kuraklıktan elektrik borçlarını gerçekten ödeyemeyecek duruma gelmiştir. Araban ilçemizin Küplüce köyünde köylülerimiz yüzlerce sulama kuyusunun elektrik borçları ödenmediğinden TEDAŞ tarafından kapatıldığını bu pazar günü bizzat bana bildirmişlerdir. Kuyuları gördüm, gerçekten TEDAŞ kapatmıştır. Bu son derece üzücüdür.

Buna benzer birçok neticeler alınabilir. Aracılar ortadan kaldırılabilir ve ürünlerin üreticiden çiftçiye direkt ulaşması sağlanabilir. Sonuç olarak, bölge çiftçimiz kuraklıktan dolayı çok mağdur durumdadır.

Sözlerime son verirken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özdemir.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup bilgilerinize sunacağım:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Singapur Parlamento Başkanı Abdullah Tarmugi ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/404)

                                                                                                            25 Nisan 2008

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı'nın 24 Nisan 2008 tarih ve 24 sayılı Kararı ile Singapur Parlamento Başkanı Abdullah Tarmugi ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 7 nci maddesi gereğince Genel Kurul'un bilgisine sunulur.

 

 

 

Köksal Toptan

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

2.- Peru Parlamentosu Dışişleri Komisyonunun vaki davetine istinaden, Peru’ya resmî ziyarette bulunacak olan TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/405)

                                                                                                            25 Nisan 2008

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Peru Parlamentosu Dışişleri Komisyonunun vaki davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir Parlamento Heyetinin, Peru'ya resmî bir ziyarette bulunması Genel Kurul'un 10 Nisan 2008 tarih ve 89 sayılı birleşiminde kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi hakkında 3620 Sayılı Kanunun ikinci maddesi uyarınca heyeti oluşturmak üzere siyasi parti gruplarının bildirmiş olduğu isimler Genel Kurul'un bilgilerine sunulur.

 

 

 

Köksal Toptan

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

                       

 

Tunca Toskay

 

Antalya Milletvekili

 

Murat Mercan

 

Eskişehir Milletvekili

 

Gönül Bekin Şahkulubey

 

Mardin Milletvekili

 

Emin Önen

 

Şanlıurfa Milletvekili

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, usule ilişkin, 60’ıncı maddeye göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Bir saniye…

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

B) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili İsa Gök ve 22 milletvekilinin, Mersin’de kurulması planlanan balık çiftliklerinin çevreye ve turizme etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/174)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Koy ve sahillerinin güzelliği ile tarihi, kültürel, doğal değerleri ile Türkiye'nin yeni turizm bölgesi olan Mersin'in geleceği, burada kurulması öngörülen balık çiftlikleri yüzünden tehdit altındadır. Bu durum bölge halkını ciddi biçimde kaygılandırmaktadır. Bu hususta gerekli tedbirler alınmadığı takdirde yörenin doğal ve tarihi varlıkları telafisi mümkün olmayan zararlara uğrayacaktır.

Bu itibarla Mersin'de kurulması planlanan balık çiftliklerinin çevreye ve turizme olumsuz etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi ve bu konuda en doğru politikanın belirlenerek sağlıklı uygulamaların gerçekleştirilebilmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

 

1)

İsa Gök

(Mersin)

2)

Abdullah Özer

(Bursa)

3)

Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

4)

Çetin Soysal

(İstanbul)

5)

Bayram Ali Meral

(İstanbul)

6)

Fatma Nur Serter

(İstanbul)

7)

Sacid Yıldız

(İstanbul)

8)

Orhan Ziya Diren

(Tokat)

9)

Halil Ünlütepe

(Afyonkarahisar)

10)

Mevlüt Coşkuner

(Isparta)

11)

Osman Kaptan

(Antalya)

12)

Ramazan Kerim Özkan

(Burdur)

13)

Şevket Köse

(Adıyaman)

14)

Malik Ecder Özdemir

(Sivas)

15)

Ali Oksal

(Mersin)

16)

Tacidar Seyhan

(Adana)

17)

Ali Koçal

(Zonguldak)

18)

Tayfur Süner

(Antalya)

19)

Rahmi Güner

(Ordu)

20)

Eşref Karaibrahim

(Giresun)

21)

Muharrem İnce

(Yalova)

22)

Yaşar Ağyüz

(Gaziantep)

23)

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

 

Gerekçe:

Mersin ve çevresi nadir güzellikteki sahillere ve koylara sahiptir. Tarihi ve doğal güzellikleriyle bu bölgemiz turizm açısından ciddi yatırımlar almaya başlamıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Doğu Akdeniz'in 2. Turizm Hamlesi'nin gelişme bölgelerinden olduğuna işaret etmiş, 2008 yılı St Paul yılı ilan edilerek Mersin'de inanç turizminin çalışmaları başlatılmıştır. Diğer taraftan 2008 turizm sezonu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından 15 Nisan 2008 günü Mersin'de açılmıştır. Ayrıca ”Bölgesel Inovasyon Stratejisi-RIS Mersin Projesi”nde turizm sektörü öne çıkarılmıştır.

Tüm bu gelişmelere rağmen Mersin'de balık çiftliklerinin kurulması çalışmaları gerek bölgemizin gerekse ülkemizin geleceği açısından ciddi kaygılar yaratmaktadır. Balık çiftliklerinin çevreye ve insan sağlığına büyük zararlar vereceğinden, turizm ve istihdam olanaklarını ortadan kaldıracağından korkulmaktadır. Zira balık çiftliklerinin ekolojik dengeyi bozacağı ve sahillerinde balık çiftliği olan bir yere turizmcilerin yatırım yapmayacağı bilinen bir gerçektir. Birleşmiş Milletler Çevre Programı Akdeniz Eylem Planı Koordinasyon Biriminin ilgili raporunda 1990'lardan beri Akdeniz'de balık çiftliklerinin hızla artmasıyla, ekosistemin büyük zarara uğradığı vurgulanmaktadır. Bir ton balık üretimi için, 110 kg azot, 12 kg fosfor ve 450 kg karbonun açığa çıktığı, kullanılan organik ve kimyasal maddelerden kaynaklanan sonuçların, çiftliklerin yakınındaki kıyılara yansıdığı rapor edilmiştir. Ayrıca orkinos çiftliklerinde günde 20 ton yemin kullanıldığı, ortalama 2 ton atığın oluştuğu tespit edilmiştir. Bilimsel çalışmalarda balık çiftliklerinin Akdeniz'in akciğerleri olarak adlandırılan balıkların üreme alanı olan Posidonya çayırlarını tahrip ettiği, organik kirliliğe sebep olarak ekosisteme onarılmaz bir şekilde zarar verdiği tespit edilmiştir. Denizdeki yoğun etkileşimler nedeniyle, kaybedilenlerin insan müdahalesiyle geri kazanılamayacağı vurgulanmaktadır.

Ege'de balık çiftlikleri eko sistemi bozduğu, denizi kirlettiği için kaldırma kararı verilmiştir. Bölgemizde ruhsat verilen ve kurulması düşünülen çiftlikler ile Ege bölgesinden kaldırılan çiftlikler arasında işletme ve üretim bakımından fark yoktur. Balık çiftliklerinin Mersin'e kurulması bölgelerimiz ve insanımız arasında ayrımcılık ve çifte standart anlamına gelir. Kaldı ki Tisan-Dana Adası'ndan, Anamur-Ören sahillerine kadar olan bölge, Türkiye'nin elinde kalmış turizm yatırımlarına uygun tek bölgesidir. Buna rağmen, Taşucu ile Anamur sınırına kadar 8 tane balık çiftliği kurulması girişimi için toplam 240 bin dönümlük deniz alanının tahsis edildiği, 4 tanesine ruhsat .alındığı                               öğrenilmiştir.

Diğer taraftan Mersin'e bağlı Yeşilovacık-Kaledran arasında Türkiye'nin en önemli Akdeniz foku popülasyonlarından biri yaşamaktadır. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Kaledran-Yeşilovacık bölgesinde doğal sit alanı içerisinde 11 tane Akdeniz Foku üretim alanı göstermektedir. Fokları korumak için Foça'da Çevre Koruma Bakanlığı 13 Haziran 2007 12212 nolu karar ile çok geniş çapta bir 1. Doğal sit alanı kurmaya karar vermiştir. Anamur'un 13 km.lik sahilinde 2007 yıllında, 1040 tane Caretta caretta yuvası tespit edilmiş olup bu sahil yuva yoğunluğu 79 yuva/km ile Türkiye'nin en yoğun Caretta caretta plajıdır. Kaledran- Yeşilovacık arasında en az 500 tane yuva daha bulunduğu belirtilmektedir. Nesli tükenmekte olan hayvanların korunmasında ve bu konudaki Bern ve Barselona Antlaşmaları gibi uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerimizde çifte standart olamayacağına göre anılan kararın buralar için de uygulanması gerekmektedir. Ayrıca bu bölgenin, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesi gereğince, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuşaklara ulaşmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespiti yerinde olacaktır.

Belirtilen sebeplerle Mersin'de balık çiftlikleri kurulması konusunda, daha önce Ege'de yaşanan büyük sorunlar da dikkate alınarak, Mersin'in sahip olduğu doğal, tarihi, kültürel değerlerin önemi üzerinde özellikle durularak, detaylı bir çalışma yapılması hayati düzeyde önem arz etmektedir. Bu konuda sürdürülebilir, sağlıklı, verimli, etkin politikaların uygulanabilmesi için Mersin'de balık çiftlikleri kurulmasının çevreye ve turizme olumsuz etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir meclis araştırması gerekli görülmektedir.

2.- Mersin Milletvekili İsa Gök ve 22 milletvekilinin, Mersin’de kurulması planlanan nükleer enerji santrallerinin çevreye ve turizme etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/175)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Atık tasfiyesi ve kaza tehlikesi açısından çok ciddi bir kaygı kaynağı olan, yaşanmış facialar ve son derece pahalı bir enerji türü olması nedeniyle günümüzde gelişmiş ülkelerde kabul görmeyen nükleer enerji santralinin Mersin ili Gülnar ilçesi Ovacık beldesinde kurulması ile ilgili gelişmeler Türkiye'nin yeni turizm bölgesi olan; koy ve sahillerinin güzelliği ile ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacak bir kent olan Mersin'in geleceğini tehdit altında bırakmaktadır.

Gerek kaynakların etkin ve verimli kullanılması ve gerekse gelecek kuşaklara sağlıklı yaşam koşulları bırakılabilmesi adına Mersin'de kurulması planlanan nükleer enerji santrallerinin çevreye ve turizme olumsuz etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi ve en uygun uygulamanın belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) İsa Gök

(Mersin)

2) Abdullah Özer

(Bursa)

3) Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

4) Çetin Soysal

(İstanbul)

5) Bayram Ali Meral

(İstanbul)

6) Fatma Nur Serter

(İstanbul)

7) Sacid Yıldız

(İstanbul)

8) Orhan Ziya Diren

(Tokat)

9) Halil Ünlütepe

(Afyonkarahisar)

10) Mevlüt Coşkuner

(Isparta)

11) Osman Kaptan

(Antalya)

12) Ramazan Kerim Özkan

(Burdur)

13) Şevket Köse

(Adıyaman)

14) Malik Ecder Özdemir

(Sivas)

15) Ali Oksal

(Mersin)

16) Tacidar Seyhan

(Adana)

17) Ali Koçal

(Zonguldak)

18) Tayfur Süner

(Antalya)

19) Rahmi Güner

(Ordu)

20) Eşref Karaibrahim

(Giresun)

21) Muharrem İnce

(Yalova)

22) Yaşar Ağyüz

(Gaziantep)

23) Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

Gerekçe:

Mersin ve çevresi tertemiz koyları, tarihi ve doğal güzellikleri ile turizm açısından elimizde kalan çok az sayıdaki bölgelerden birisidir. Mersin'e özellikle son yıllarda turizm alanında önemli yatırımlar yapılmaktadır. Nitekim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Doğu Akdeniz'in 2. Turizm Hamlesi'nin gelişme bölgelerinden olduğuna işaret etmiş, 2008 yılı St Paul yılı ilan edilerek Mersin'de inanç turizminin çalışmaları başlatılmıştır. Diğer taraftan 2008 turizm sezonu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından 15 Nisan 2008 günü Mersin'de açılmıştır. “Bölgesel Inovasyon Stratejisi-RIS Mersin Projesi"nde turizm ve tarım sektörleri Mersin'in küresel arenada rekabet edebileceği sektörler olarak öne çıkmıştır. Ancak atık tasfiyesi ve kaza tehlikesi açısından çok ciddi bir kaygı kaynağı olan, yaşanmış facialar ve son derece pahalı bir enerji türü olması nedeniyle günümüzde gelişmiş ülkelerde kabul görmeyen nükleer enerji santrallerinin Mersin Akkuyu'da kurulması ile ilgili gelişmeler Mersin'in geleceğini tehdit altında bırakmaktadır.

Nükleer enerji santrallerine bir çok haklı gerekçeyle genel anlamda karşı çıkmak bir yana, santralin Mersin'de kurulmasından beklenen fayda ile bölgenin kendine has özelliklerinin ve mevcut kaynaklarının değerlendirilememesinden doğacak kayıplar son derece dikkatle hesaplanmalıdır. Aksi halde telafisi mümkün olmayan bir noktaya gelinebileceği unutulmamalıdır. Diğer taraftan Mersin'in, deniz suyunun özelliği ve iklim koşulları açısından değerlendirildiğinde nükleer enerji santrali kurulması için akılcı ve uygun bir seçim olmadığı da tartışılmalıdır.

Turizm ülkemiz için hayati önem taşıyan bir sektördür. Türkiye'nin en önemli problemlerinden birisi olan işsizliğin çözümü için umudumuzdur. Çünkü turizm emek yoğun bir sektör olarak geniş istihdam sağlayan, istihdam oranı yüzde 40'lara ulaşan bir alandır. Bu noktada Mersin'in önemi ve önceliği yadsınamaz. Deniziyle, doğal güzellikleriyle, tarihi, kültürel özellikleriyle turizm yatırımı yapılabilecek elimizde kalan nadir bölgelerden birisidir. İnanç turizmi açısından Saint Paulus Kilisesi ve Saint Paulus Kuyusu, Hz. Danyal Mezarı, Yedi Uyurlar, Silifke' deki Ayatekla Kilisesi gibi önemli kültürel değerlere sahiptir. Bu potansiyelin doğru değerlendirilmesi halinde sadece Rusya'dan 5 yıl içinde yaklaşık 5 milyon kişinin inanç turizmi için bölgemize geleceği ifade edilmektedir. Diğer taraftan Mersin Kültür ve Turizm Bakanlığınca kongre turizm merkezlerinden birisi olarak ve Kumkuyu-Akyar- NarIıkuyu Bölgesi, Taşucu-Boğsak Bölgesi Turizm Gelişme Bölgeleri olarak tespit edilmiştir. Yine Anamur-Bozyazı-Aydıncık Bölgesi kendi içerisinde apayrı bir havzadır. Yapılan çalışmalara göre sırf bu sahillerde 150 bin yatak sayısına ulaşılan ciddi bir kapasite yaratmak mümkündür. Bu imkanlara rağmen kurulacak nükleer enerji santralinin ne kadar tedbir alınırsa alınsın deniz turizmini bitireceği bilinen bir gerçektir.

Diğer taraftan tarım Mersin’de en önemli geleneksel sektörlerinden biridir. Verimli toprakları ve iklimi ile Mersin'de tarım sektöründen vazgeçmek mümkün değildir. Dünya'da tarım alanında yaşanan kriz ve kıtlık tehlikesi düşünüldüğünde ülkemizin geleceği açısından Mersin'in gözden çıkarılması mümkün değildir. Kaldı ki Mersin tarıma dayalı üretim ve tarıma dayalı ticarette gelişmiş olan bir kenttir. Ekonomisinin orijininde tarımsal üretim ve tarıma dayalı ticaret vardır. Tarımsal üretim, ana ihraç kalemlerimiz içinde ciddi rol oynayacaktır.

Nükleer enerji santrali turizme de tarıma da büyük darbe vuracaktır. Böylesine önemli özelliklere sahip olan bölgemizde nükleer enerji santrali kurarak bu potansiyeli heba etmek ciddi bir handikaptır. Bölgemizin sahip olduğu özellikler doğru değerlendirildiğinde Türkiye ekonomisine ciddi kazanımlar sağlayacaktır.

Nükleer enerji santrallerinin kurulum, üretim, işletim ve güvenlik maliyetlerinin son derece yüksek olduğu bilinmektedir. Öte yandan konunun uzmanları tarafından atık sorununun çözülemediği ortaya konmaktadır. Bugün artık tüm dünya yenilenebilir enerjiye yönelmiştir. Tüm bu sebeplerle Mersin'de nükleer enerji santrali kurulması hususunun her boyutuyla değerlendirilebilmesi ve en doğru en sağlıklı politikanın uygulanabilmesi bakımından bir meclis araştırması gerekli görülmektedir.

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, SHÇEK’e bağlı yerlerde yaşanan sorunların araştırılarak bakım, koruma ve yetiştirme hizmetlerinin etkin verilebilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/176)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Toplumların geleceklerini çocuklar oluşturur. Sağlıklı düşünebilen, gelişmiş bireylerden oluşan toplumlarda, ilerleme hızlı olur. Bu nedenle çocuk hak ve özgürlükleri konusunda asla taviz verilemez. Büyük Önder Atatürk'ün, TBMM'nin kuruluş günü olan 23 Nisan'ı, çocuklara armağan etmesi bu haklardan taviz verilemeyeceğinin en somut, en önemli ve en anlamlı göstergesidir.

Ancak özellikle son dönemde çocuk hak ve özgürlükleri konusunda önemli sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Çocuklara yönelik şiddet, istismar ve ihmallerin olduğu haberlere sıkça rastlanır olmuştur. Bu da sistemde aksayan yönlerin olduğunu ve bunun bedelini de her zaman çocukların ödediğini göstermektedir.

Ocak 2005'te İzmir Barbaros Çocuk Köyü'nde, Haziran 2005'te Bor Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu'nda, Ekim 2005'te Malatya Çocuk Yuvası'nda, Ocak 2007'de İstanbul Yel değirmeni Çocuk ve Gençlik Merkezi'nde, Şubat 2007'de İstanbul Sosyal Hizmetlere bağlı bir yurtta, Mart 2008'de Bahçelievler Şeyh Zayed Çocuk Yuvası'nda yaşananlar, Kars'ta Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı bir yurtta yaşanan tecavüz olayı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun, temel işlevini yerine getiremediğini göstermiştir. Yani bakmak ve korumakla yükümlü olduğu çocuklarımızı koruyamamıştır. Türkiye'de birçok çocuk çeşitli nedenlerle Çocuk Esirgeme Kurumları'nda kalmaktadır. Ancak kurumun güvenilirliği konusunda, yaşanan olaylar değerlendirildiğinde, ciddi sıkıntıların olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yuvalarda yaşanan olayları toplumda yaşanan sıkıntılardan ayrı bir yerde görmemek, bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü yuvalardaki çocukların koruma altına alınmasında, yüzde 71,6'lık bir oranla ekonomik ve sosyal yoksunluk ilk sırayı almaktadır.

Bu nedenle toplum genelinde çocuklar için var olan risklerin önceden tespit edilerek önlem alınması gerekmektedir. Devletin bu anlamda üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi Türkiye'de Ocak 1995'te Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşmeyi yürürlüğe koymakla Türkiye çeşitli yükümlülüklerin altına girmiştir.

Devlet öncelikle bu kurumlarda sistemi sorgulamayı bilmelidir. Bu sorgulamayı topluma açmalı, konuyla ilgili çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları, uzmanlar ve platformlarla birlikte çalışmalar yapmalı, görüş ve tavsiyelerini dikkate alarak kurumda yeniden yapılandırmaya gidilmelidir.

Toplumda tüm çocuklar için var olan riskler tespit edilebilir riskleridir. Bu riskleri önceden tespit etmek ve uygun tedbirleri almak noktasında devlet üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.

Özgürlükçü, eşitlikçi olmayan, baskıcı, otoriter ve sorgulatmayan yöntemlerin eğitimde uygulanmaması gerekir. Sonsuz itaatin beklendiği bir çocuk yaratıcı ve açık görüşlü olamaz.

Sosyal yardım anlayışının hak temeline oturtulması gerekir. Sistemdeki birçok aksaklığın nedeni bunun bir hak olarak değil de bir zorunluluk olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.

Çocuğun korunma ihtiyacının aile ve aile tipi bakımı teşvik edecek hizmetler aracılığıyla sunulması gerekir.

Yuvalarda çalışan personelin işe alımında hassas davranılmalı aranan özellikler daha üst kriterlere göre belirlenmelidir. Kurumda çalışan personelin risk analizlerini yapmada öngörülü olması gerekir. Ayrıca bu kurumlarda çalışan personelin özlük haklarının iyileştirilerek teşvik edilmesi gerekir.

Belirli periyotlarla psikologlarca çocuklarla toplu ve bireysel görüşmeler yapılmalı, istek ve sıkıntılarını iletebilecekleri platformlar oluşturulmalıdır.

Cinsel istismar ya da tecavüze uğramış olan çocukların gelişimleri açısından uygun merkezler oluşturulmalı bu merkezlerde uzmanlar gözetiminde yardımda bulunulmalıdır.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumları’nda yaşanan sorunların nedenleri ve bu sorunların önlenmesi için alınacak tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 22.04.2008

1)

Çetin Soysal

(İstanbul)

2)

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

3)

Tekin Bingöl

(Ankara)

4)

Fevzi Topuz

(Muğla)

5)

Tayfur Süner

(Antalya)

6)

Muharrem İnce

(Yalova)

7)

Ergün Aydoğan

(Balıkesir)

8)

Durdu Özbolat

(Kahramanmaraş)

9)

Abdullah Özer

(Bursa)

10)

Mehmet Sevigen

(İstanbul)

11)

Nesrin Baytok

(Ankara)

12)

Osman Kaptan

(Antalya)

13)

Eşref Karaibrahim

(Giresun)

14)

Faik Öztrak

(Tekirdağ)

15)

Ramazan Kerim Özkan

(Burdur)

16)

Mevlüt Coşkuner

(Isparta)

17)

Orhan Ziya Diren

(Tokat)

18)

Mehmet Ali Susam

(İzmir)

19)

Hüseyin Ünsal

(Amasya)

20)

Rasim Çakır

(Edirne)

21)

İsa Gök

(Mersin)

22)

Yılmaz Ateş

(Ankara)

23)

Mustafa Özyürek

(İstanbul)

24)

Rahmi Güner

(Ordu)

25)

Ali Rıza Ertemür

(Denizli)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

A) Tezkereler (Devam)

3.- Çin Ulusal Halk Meclisi İçişleri ve Adalet Komisyonları tarafından Çin Halk Cumhuriyeti’ne davet edilen TBMM Adalet Komisyonu heyetinin davete icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/403)

                                                                                                            28 Nisan 2008

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Çin Ulusal Halk Meclisi İçişleri ve Adalet Komisyonları, TBMM Adalet Komisyonu Heyeti’ni Çin Halk Cumhuriyeti’ne davet etmektedir.

Söz konusu davete icabet edilmesi hususu “Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 6 ncı Maddesi” uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.

 

 

 

Köksal Toptan

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.53

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.08

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının son tezkeresinin oylanması sırasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi, tekrar, tezkereyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

VI.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Genel Kurulun, 29/4/2008 Salı günkü birleşiminde (11/1) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; 30 Nisan 2008 ve 6-7 Mayıs 2008 günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine; 6 Mayıs 2008 Salı günkü birleşimde ise çevre ve çevre kirliliği ile ilgili araştırma önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasının ardından kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 216 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak ve bölümler halinde görüşülmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu, 29.04.2008 Salı günü (Bugün) toplanamadığından TBMM İçtüzüğünün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

 

 

 

Nurettin Canikli

 

 

 

Giresun

 

 

 

AK Parti Grup Başkan Vekili

Öneri:

Genel Kurulun; 29.4.2008 Salı günkü (bugün) Birleşiminde, "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer alan (11/1) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra Sözlü Sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi,

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 64, 65 ve 67 nci sıralarında yer alan 215, 216 ve 217 Sıra Sayılı Kanun Teklifi ve Tasarılarının bu kısmın 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü sıralarına alınması, Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 219 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden bu kısmın 5 inci sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Genel Kurulun; 30 Nisan 2008 ve 06-07 Mayıs 2008 günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, 06 Mayıs 2008 Salı günkü birleşimde ise Çevre ve Çevre Kirliliği ile ilgili Araştırma Önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasının ardından kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işler kısmında yer alan işlerin görüşülmesi, 09 Mayıs 2008 Cuma günü de saat 14:00'te toplanması ve bu birleşimde kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işler kısmında yer alan işlerin görüşülmesi,

Çalışma saatlerinin; 29.4.2008 Salı günü 215 Sıra Sayılı Kanun Teklifinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, 30 Nisan, 01, 07 ve 08 Mayıs 2008 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerinde ise 13:00-23:00, 09 Mayıs 2008 Cuma günkü birleşimde ise 14:00-23:00 saatleri arasında olması,

216 sıra sayılı kanun tasarısının, İçtüzüğün 91. Maddesine göre Temel Kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekte yer alan cetveldeki şekliyle olması,

Önerilmiştir.

216 Sıra Sayılı Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirlik ve

Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda Değişiklik Yapılması

Hakkında Kanun Tasarısı (1/549)

                                                                                        BÖLÜMDEKİ MADDE

BÖLÜMLER              BÖLÜM MADDELERİ                          SAYISI

1. BÖLÜM                                 1-13

                              (8.Md. İki Md. Olarak kabul edilmiştir.)                          14

2. BÖLÜM                                14-22

                               “Geçici 9,10,11,12,14,14.Md.ler dahil”                          14

                                       GENEL TOPLAM=                            28 Madde

BAŞKAN - Grup önerisinin lehinde ve aleyhinde söz talepleri vardır.

Çekilen kura sonucunu okuyorum:

Lehinde: Birinci söz hakkı Sayın Tayfun İçli, ikinci Sayın Nurettin Canikli, üçüncü Sayın Mustafa Elitaş.

Aleyhinde: Sayın Mustafa Özyürek, Sayın Mehmet Şandır, Sayın Hasan Macit, Sayın Hasip Kaplan.

Lehinde ilk söz Eskişehir Milletvekili Sayın Tayfun İçli’ye aittir.

Buyurun Sayın İçli.

Süreniz on dakika.

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanlığının önerisinin lehinde söz aldım. Bunu şaşkınlıkla karşılayabilirsiniz Demokratik Sol Parti adına konuşan bir milletvekili AKP Grup önerisinin neden lehinde söz aldı diye. Ben, ne zaman AKP Grubu tarafından böyle bir öneri getirilirse söz alacağımı ve bu konudaki görüşlerimi sizlere arz edeceğimi daha önce de belirtmiştim.

Lehinde söz aldım, tekrarlardan kaçınmak için, artık AKP’ye hak verdiğimi sizlere huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Çünkü, ben de hükûmette olan bir siyasi parti olsaydım, Anayasa’nın 98’inci maddesinde ve İç Tüzük’ün 98’inci maddesinde tanınan, idarenin, hükûmetin denetlenme hakkından kaçınmanın yollarını arardım. Milletvekilleri halkın temsilcisidir, millet adına milletvekilleri hükûmeti denetler. Evet, ben de hükûmette olsaydım -burada biraz ironi yapıyorum, biraz işi biraz daha böyle mizahi bir noktaya çekmeye çalışıyorum- ben de halkın denetlemesinden kaçmak için Anayasa’da ve İç Tüzük’te verilen bu yetkilerini kullanmasını istemezdim. O nedenle de, her salı günü denetleme görevi bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu görevi yerine getirmemesi için elimden gelen her şeyi yapardım. AKP bunu her hafta yapıyordu, ama bu hafta biraz daha dozu artırdı; artık grup önerisinin içinde sadece bu haftanın çalışma usulü değil, önümüzdeki haftanın çalışma usulü de konmuş. Yine, salı ve çarşamba günleri Meclisin denetleme görevini ortadan kaldıran, bana göre de bir açıdan bir Anayasa ihlali olan bu işlemi AKP Grubu Başkan Vekilleri önümüze getirmiş.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu grup önerisinin içinde, 219 sıra sayılı kanun tasarısının gündeme alınıp görüşülmesi isteniyor. Hep değerli Başkanım sizin başkanlığınıza denk geliyor, ne büyük bir talihsizlik, bilerek mi yapıyorlar bilemiyorum. Gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 219 sıra sayılı kanunun, kırk sekiz saat geçmeden, bu kısmın 5’inci sırasına alınması ve görüşülmesi isteniyor. Bu bir kez daha yapılmıştı.

Değerli arkadaşlarım, önünüze bakarsanız, gündem… Bu gündem bastırılıp dağıtıldı. Allah rızası için bu 219 sıra sayılı kanunun bu gündemin neresinde olduğunu bana bir gösterin ve değerli AKP’li milletvekili arkadaşlarım, sizlere soruyorum, hangi kanunu görüşeceksiniz? Lütfen bana yanıt verin.

Bakın, burası ciddi bir kurumdur. Metal yorgunluğu derler, yani bir metali çok kullanırsanız, çok aşındırırsanız patlar. Demokrasilerde de Anayasa’yı, İç Tüzük’ü ihlal ederseniz o bir yerde kırılır ve bir yerde patlar. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine saygısızlıktır. Allah rızası için, bana AKP’li arkadaşlar konuşurken laf atıyorlardı, bana bir laf atsanıza, bir göstersenize gündemde bunun yazılı olduğunu, bastırılıp dağıtıldığını. Nerede görülmüştür? Evet, bana yanıt verin. İç Tüzük’te açık, amir hüküm vardır; bu buraya gündeme yazılacak, sıraya girecek, milletvekillerindeki gündemin içine girecek, basılıp dağıtılacak bu kanun tasarısı. Milletvekilleri bu kanun tasarı veya teklifini okuyup inceleyecekler. O konuda olumlu veyahut olumsuz görüşlerini burada ifade edecekler. Yarın bir gün bu kanun yargının önüne gittiği zaman, o yasanın ruhunu teşkil eden sayın milletvekilinin görüşleri yargıçlar tarafından, savcılar tarafından, uygulayıcılar tarafından bilinecek. Ama bu artık Türkiye Büyük Millet Meclisinde.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten büyük üzüntü duyuyorum. Buranın bir çalışma usulü vardır, adabı vardır. Kuralsızlık eğer Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir gelenek hâline getirilirse burada demokrasiden söz edilemez.

Yine bu grup önerisinin içinde, değerli arkadaşlarım, 216 sıra sayılı kanunun -İç Tüzük’ün 91’inci maddesi gereğince- temel kanun olarak görüşülmesi öneriliyor.

Değerli arkadaşlarım, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi istisnai bir maddedir. Böyle bölümler hâlinde otuz maddeyi alıp, her maddenin içinde on tane, yirmi tane fıkra olan bir olayı “Kabul edenler… Etmeyenler…” şeklinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüştüremezsiniz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu kanunlar görüşülemez.

İç Tüzük’ün 91’inci maddesini, bakın, okuyorum: “Bir hukuk dalını sistematik olarak bütünüyle veya kapsamlı olarak değiştirecek biçimde genel ilkeleri içermesi; kişisel veya toplumsal yaşamın büyük bir bölümünü ilgilendirmesi; kendi alanındaki özel kanunların dayandığı temel kavramları göstermesi, özel kanunlar arasında uygulamada ahenk sağlaması, düzenlediği alan yönünden bütünlüğünün ve maddeler arasındaki bağlantıların korunması zorunluluğunun bulunması hâlinde, bu kanun, bir temel kanundur.” der. Bu, örneğin, Türk Ceza Kanunu gibi, Türk Borçlar Kanunu gibi, Türk Ticaret Kanunu gibi çok geniş maddeleri alan kanunlara temel kanun denilir. Pazar günü yapılacak serbest muhasebeciler odası seçimlerine yetiştirmek için getirilecek bir kanun temel kanun değildir. Yapmayın Allah rızası için! Bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığını zedelemeyin.

Bu İç Tüzük’ün 91’inci maddesi, AKP’nin keyfî tutumuyla, bakın, hangi tarihlerde değiştirilmiş: Eskiden, bu İç Tüzük’ün 91’inci maddesi adam gibi uygulanırmış. 10 Nisan 2003 tarihinde 766 sayılı kararla, 30 Haziran 2005 tarihinde 855 sayılı kararla, 31 Ocak 2007 tarihinde 884 sayılı kararla… Yani, AKP’nin, Anayasa’yı değiştirebilecek çoğunlukla olduğu iktidar döneminde muhalefeti ortadan kaldıracak, muhalefetin sesini kısacak İç Tüzük değişikliklerini gerçekleştirdiği bu tarihlere baktığınız zaman… 91’inci maddenin o temel kanunla ilgili (b) bendine konulan, Danışma Kurulunun oy birliğiyle karar alamaması hâlinde, grup önerisiyle Genel Kurula getirilebileceğine dair bir değişiklik getirilmiş buraya.

Değerli arkadaşlarım, bakın, mutfak yanıyor, çarşı yanıyor, pazar yanıyor, vatandaş -geçenlerde de söyledim- cinnet geçiriyor. Bu kadar önemli konular varken, biz, pazar günü yapılacağı söylenen mali müşavirler seçimlerine yetiştirmek için bir yasayı temel yasa olarak getirmeye, burada görüşmeye kalkıyoruz.

Bakın, demokrasi uzlaşma rejimidir. İşinize geldiği zaman belirli konularda uzlaşma aramak, işinize gelmediği zaman sayısal gücünüzle dediğinizi yapmak demokrasi değildir. O zaman, inandırıcılığınız olmaz. O zaman, gerçekten mağdur ve mazlum olduğunuz zaman, o mağduriyetinize, mazlumluğunuza kimse inanmaz. Böylesi İç Tüzük ihlalleri yaparsanız, buna önce sizler, kendileriniz inanmazsınız.

Bakın, yağ fiyatları belli, nereye çıktı; pirinç fiyatları, bulgur fiyatları, makarna… Yolsuzluk… Gazetelerde ciddi yolsuzluk iddiaları var. Kamu kaynaklarının har vurup harman savrulduğu söyleniyor.

Bakın, geçen hafta yine gündeme… Ben dedim ki değerli arkadaşlarım… Katar Cumhuriyeti ile çok önemli bir kanun getirildi, burada görüşüldü. Katar’la Türkiye arasında askerî birtakım bilmem nelerle ilgili bir kanun. Önemlidir… Önemlidir ama Türkiye’de yangın var iken neden Katar demiştim, ama neden Katar olduğunu gazetelerin birinci sayfalarında bir medya tekelleşmesinin arkasında ne gibi olayların olduğuna dair -doğrudur yanlıştır- haberler var. Bir medya grubunun kamu bankalarından kredi alınmak suretiyle ve özellikle Katar’dan da kaynak aktarılmak suretiyle, iktidar yanlısı yayınlar izlemek amacıyla bir tekelleşmeye doğru gittiğini görüyoruz. Demokrasiler yan ve yandaş zenginleştirmek değildir; yan ve yandaşlarınızı zengin kılabilirsiniz ama vatandaşımız, yurttaşımız yoksullaşıyor, açlık sınırında.

Onun için, değerli arkadaşlarım, değerli grup başkan vekili arkadaşlarım, AKP grup başkan vekili arkadaşlarım, lütfen İç Tüzük’ü ihlal eden, Anayasa’yı ihlal eden bu davranışlarınızdan vazgeçin, vazgeçmezseniz -neden lehe konuştuğumu ifade edeyim- o zaman tepetakla gidersiniz. Sizin bu uygulamalarınız da benim için olumlu olduğu için sizin de bu grup önerinizin lehinde söz aldım, lehinde oy vereceğim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İçli.

Grup önerisi hakkında aleyhte ilk söz İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek’te.

Buyurun Sayın Özyürek. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; AKP grup önerisi aleyhinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, yarından sonra, perşembe günü 1 Mayıs. Burada gündem dışı konuşmalar yapıldı, Çalışma Bakanı, bu gündem dışı konuşmalarla ilgili söz aldı ama bu konuşmasında ne 1 Mayısın tatil ilan edileceğine dair bir söz verdi ne de işçilerin, bütün sendikaların amacı, hedefi hâline gelmiş olan 1 Mayısın Taksim Meydanı’nda kutlanması konusunda bir tek cümle etmedi.

Değerli arkadaşlarım, 1 Mayıs dünyanın her yerinde İşçi Bayramı olarak kutlanır ve 1 Mayıs dünyanın her yerinde tatildir.

Gene Çalışma Bakanının buradaki açıklamalarından öğrendik ki 1935 yılında, böylesine, işçilerin yoğunlukta bulunmadığı bir dönemde 1 Mayıs tatil ilan edilmiştir. Ne zamana kadar? 1980 askerî darbesine kadar tatil ilan edilmiştir. Ama 1980 darbesinden sonra 1 Mayıs tatil olmaktan çıkmış, aradan bunca zaman geçmesine rağmen ve bunca partiler iktidar olmasına rağmen 1 Mayısı, tekrar, hiç kimse, hiçbir iktidar tatil ilan etmemiştir. AKP, göstermelik bir şekilde Bakanlar Kurulundan karar almış: “1 Mayıs tatil değil ama Dayanışma Günü olarak kutlanılsın.” Yani, “Öğlen tatilinde işçiler bayram yapsınlar.” gibi bir anlayış!

Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi 1 Mayısın İşçi Bayramı olarak kutlanmasını istemektedir ve 1 Mayısın mutlaka tatil olmasını istemektedir. Bizim bu görüşümüz, bu anlayışımız yıllardır devam ediyor.

Burada, gene 29 Nisanda, 1980 yılında, yani bundan yıllarca önce, Değerli Grup Başkan Vekilimiz Kemal Anadol’un Zonguldak Milletvekili olarak ve 28 Cumhuriyet Halk Partili milletvekilinin bir önerisi var, diyorlar ki: “1 Mayıs, İşçi Bayramı ilan edilsin.” Ama AKP İktidarı, 1980’den bu yana yirmi sekiz yıl geçmiş olmasına rağmen 1 Mayısı tatil ilan edememekte, bayram ilan edememekte; sadece, Bakanlar Kurulundan “dayanışma günü” olması yönünde göstermelik bir karar çıkarmaktadır. Bu 29 Nisan 1980’deki kanun teklifinde imzası olan bir arkadaşımız da o Bakanlar Kurulu sıralarında şimdi oturuyor ama geçmişte emekçiler için, işçiler için söylediklerinin tersini yaptığı için, bu önerisini, bu imzasını unutmuş, 1 Mayısın sadece, Bakanlar Kurulu kararıyla, bir dayanışma günü olmasını istemektedir.

Değerli arkadaşlarım, 1977 yılında, hepinizin bildiği gibi, Taksim’de 1 Mayıs kutlamaları sırasında bazı olaylar meydana gelmiştir; acı olaylardır, talihsiz olaylardır. Ama aradan otuz bir yıl geçmiş, biz hâlâ işçilere, emekçilere Taksim’i kapatıyoruz. Bu korkuyu aşmamız lazım, emekçilere güvenmemiz lazım.

Valimiz çıkıyor, diyor ki: “Oraya gelenlere, oraya gelmeyi önerenlere her türlü zoru, her türlü baskıyı kullanırım.”

Değerli arkadaşlarım, lafa gelince “İşçinin yanındayız.” diyorsunuz, lafa gelince “Çalışanların yanındayız.” diyorsunuz ama uygulamaya gelince “Onlar ayak takımı.” diyorsunuz. Ama o ayak takımı, göreceksiniz, 1 Mayısta Taksim Meydanı’nda olacaktır ve Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin büyük çoğunluğu da Taksim’de emekçilerle birlikte 1 Mayıs Bayramı’nı kutlayacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu karar…

HASAN ANGI (Konya) – Sen de gidecek misin?

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) – Ben gideceğim, ben gideceğim, sizleri de beklerim.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, AKP grup önerisi, yarın 3568 sayılı Mali Müşavirlik Yasası’nda değişiklik yapan yirmi sekiz maddelik bir tasarının temel yasa olarak görüşülmesini öneriyor. Sayın İçli, temel yasanın İç Tüzük’e göre ne olması gerektiğini anlattı. O teknik açıklamaya, ayrıntıya girecek değilim. Ama bir esas yasanın bazı maddelerini değiştiren bir yasa nasıl temel yasa olabilir? Yani İç Tüzük’teki bir hüküm böylesine insafsız bir şekilde istismar edilebilir mi? Niçin bu acele? Nedir? Ne oluyor? Yirmi yıldır bu Kanun uygulanıyor. Yirmi yıldır bu Kanun’un uygulanmasından kim şikâyet ediyor? Ne şikâyet var? Niye bir hafta daha bekleyemiyorsunuz? Çünkü mayıs ayında TÜRMOB’un odalarının kongreleri başlıyor. İsteniliyor ki bu kongrelere bu yeni kanunla gidelim. Yani istediğimiz bazı kimseleri seçtirmeyelim ve o kongrelere bir türlü ağırlık koyalım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’ye biraz nefes alma fırsatı veriniz. Cumhurbaşkanlığından sıradan bir şefliğe kadar devletin bütün kadrolarında değişiklik yaptınız, hepsi AKP’ye yakın insanlardan oluştu. Pek çok sivil toplum örgütünü ele geçirmek için var gücünüzle çalışıyorsunuz. Bırakın da birkaç topluluk, birkaç örgüt AKP dışında farklı bir ses getirsin. Nedir bu tahammülsüzlüğünüz? Demokrasi çok sesliliktir değerli arkadaşlarım. Demokrasi “Benim çoğunluğum var, öyleyse her noktada ben hâkim olacağım.” anlayışı değildir. Bu demokrasi değildir, bu çoğunluk diktatörlüğüdür. AKP, her noktada, her sivil toplum örgütünü ele geçirmek, her devlet kurumunu ele geçirmek, YÖK’ünden yargısına kadar her tarafı AKP’nin denetimi altına almak istiyor. Bu doğru değil, bu demokratik değil, bu insan haklarına uygun değil. Toplumda bir meslek örgütünde farklı düşünen insanlar varsa bırakın onlar istedikleri gibi kurumlarını, birliklerini, odalarını idare etsinler. Nedir bu vesayetçi anlayış? “İlle benim dediğim gibi yöneteceksiniz, ille benim dediğim vasıfları taşıyan kimseler seçilecek…”

Daha önce, TÜRMOB yönetimine seçilmek için herhangi bir mesleki kıdem aranmazken, şimdi beş yıl kıdem arıyorsunuz. Daha önce, fiilen çalışma şartı aranmazken, fiilen çalışma şartı getiriyorsunuz. Bundan kim şikâyet ediyor? Yani şu ana kadar, yirmi yıldır, TÜRMOB’un yönetiminden, on bir yılı benim başkanlığımda geçmiş yönetimden, her seçimde delegelerin yüzde 95’inin oyunu alarak yönetime gelmiş bir yönetimden kim şikâyetçi? Sadece, kongrelerde liste çıkarmış ama kazanamamış bazı gruplar şikâyetçi. “Hükûmet bizim elimizde, Mecliste çoğunluğumuz var, öyleyse şu kanunu değiştirelim, TÜRMOB da bizim anlayışımızda olsun.” şeklinde antidemokratik, hukuka aykırı bir düzenlemeyi buraya getiriyorsunuz ve yangından mal kaçırırcasına “İki maddelik temel yasa olsun.” diyorsunuz ve “Birkaç saat içinde olsun bitsin, nasıl olsa Köşk’e gittiği zaman da Köşk’te bir “yasamatik” var, o yasamatiğin önünden girer, arkasından çıkar.” diyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, bu anlayış değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – O sizin “sezermatiğiniz”di.

BAŞKAN – Buyurun.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) – Pazar günü bazı odaların, pek çok odanın seçimi yapılacak. Tabii, bu telaş oradan. Cumhurbaşkanına da eminim gerekli baskı yapılacaktır ve pazar gününe kadar bu kanunun yayımlanması sağlanacaktır. Yirmi yıldır devam eden bir şey, bir süre daha devam etmesinde ne sakınca var?

Kaldı ki bu mesleğin pek çok sorunu var. Eğer bir iş yapmak istiyorsanız, bu mesleğin yetki sorunu var, sorumluluk meselesi var, müşterek müteselsil sorumluluk meselesi var, tahsilat sorunu var, aidat sorunu var. Bunların hiçbiriyle tasarı meşgul değil. Bir tek şeyle meşgul: Orada  seçim nasıl yapılacak, oraya kimler seçilecek ve bu seçilenler de nasıl AKP yandaşı olacak? Bunu yapmaya hakkınız yok, bu demokratik değil, bu hakka uygun değil.

O nedenle, bu AKP grup önerisinin aleyhinde oy kullanacağımızı ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özyürek.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi lehinde Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli.

Buyurun Sayın Canikli. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; grup önerimizin lehinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Grup önerimizde de belirttiğimiz gibi, Danışma Kurulu toplanamadığından dolayı, bu hafta ve önümüzdeki hafta Meclis gündeminin çalışmalarını organize etmek amacıyla, grup önerisiyle huzurlarınızdayız.

Değerli arkadaşlar, tabii, aşağı yukarı her hafta bu tartışmalar yaşanıyor. Biz bu tartışmaların, Meclisin çalışması ve gündemle ilgili, saatlerle ilgili tartışmaların yaşanmaması için elimizden gelen bütün gayreti gösteriyoruz AK Parti Grubu olarak. Diğer gruplarla, diğer grup başkan vekili arkadaşlarımızla mutabakat çerçevesinde Meclis çalışmalarını götürmeye çalışıyoruz ve bugüne kadar da çoğunlukla, ağırlıklı olarak Danışma Kurulu oybirliği çerçevesinde geldi ve o şekilde çalışmalarımızı yürüttük ama doğal olarak, zaman zaman mutabakat sağlanamayabiliyor ya da Danışma Kurulu toplanamayabiliyor. Bu durumda elbette Meclisin çalışması gerekiyor ve bu çalışmanın dizayn edilmesi gerekiyor. Bu çerçevede de, diğer, muhalefete mensup arkadaşlarımızın da sık sık ifade ettiği gibi, bu Meclisin çalıştırılmasından esas itibarıyla, iktidar partisi grubu olarak Ak Parti Grubu sorumludur. Bu sorumluluk çerçevesinde de bu grup önerilerini getiriyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu hafta yoğun bir hafta. Öncelikle şunu belirtelim: Biraz önce bir konuşmacı arkadaşımız burada, özellikle AK Parti Grubunun denetimden kaçtığını ya da denetim konularını gündeme getirmediğinden bahsetti. Aslında öyle değil. Bugün görüştüğümüz, üzerinde konuştuğumuz grup önerisi için de geçerlidir bu. Bugün gensoru görüşmesi yapılacak. Bu, en önemli denetim araçlarından bir tanesidir Meclisimizin işleyişi itibarıyla. Bu konu grup önerimizde yer almıyor, yazılmıyor, belirtilmiyor. Son derece doğal çünkü otomatik olarak, onuncu gün bugün olduğu için otomatik olarak görüşülmesi gerekiyor zaten. Bu itibarla, grup önerimizde bu şekilde bir bölüm yok. Yani bugün denetim çerçevesinde gensoru görüşmelerinin yapılacağı belirtilmiyor ama yapılacak. Bunu önce belirtmekte fayda var. Ayrıca, önümüzdeki salı günü de denetim yapılacak yine. Dikkatli okunduğu zaman -biraz belki biçimi, yazımı itibarıyla genel olarak karışık olabiliyor, biraz anlaşılması zor olabiliyor ama bu bizimle ilgili bir olay değil, tamamen işin tekniğinden kaynaklanıyor- önümüzdeki salı günü de yine Meclis denetim çalışmalarına devam edecek, bu konuda herhangi bir problem yok. Hem bugün hem de önümüzdeki hafta salı günü Meclis denetim faaliyetlerine devam edecek. Biz AK Parti Grubu olarak ne denetimden kaçıyoruz ne de Meclisin denetim fonksiyonunu layıkıyla yerine getirmesi için bu konuda en ufak bir çabamız söz  konusu. Bunun altının özellikle çizilmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bu hafta, bugün, grup önerimize göre -eğer kabul edilirse yüce Meclis tarafından- biraz önce ifade etmeye çalıştığım gensoru görüşmesinden sonra, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesiyle ilgili kanun teklifi görüşülecek. Daha sonra, yap-işlet-devret ile ilgili bir kanun tasarısı var, onu görüşeceğiz. Biraz önce Sayın Özyürek’in belirttiği 3568 Sayılı Kanun’un, bunun akabinde görüşmelerini gerçekleştireceğiz. Bundan sonra, Turizmi Teşvik Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ilişkin bir kanun tasarısı var, onun görüşmelerini gerçekleştireceğiz. Keza, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ilişkin bir kanun tasarısı var onu görüşeceğiz. Daha sonra silahlı kuvvetlerimizle ilgili üç tane kanun tasarısı var onları görüşeceğiz. Askerlik Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısı, Çavuş ve Uzman Çavuş Kanunu’nun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı, Harp Akademileri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı. Daha sonra, Türk Vatandaşlığı Kanunu Tasarısı var ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Belarus Cumhuriyeti Hükûmeti arasında bir uluslararası anlaşma var, onun görüşmelerini gerçekleştireceğiz.

Değerli arkadaşlar, zaman zaman buradan –aslında, belki, haklı olarak- özellikle muhalefete mensup arkadaşlarımız Meclisin çalışma saatlerinin uzunluğu ve ağırlığı konusunda şikâyet ediyorlar. Biz, bunu saygıyla karşılıyoruz. Bu eleştirileri aslında kendi açılarından da anlamaya çalışıyoruz. Ancak elbette bu Meclisin de çalışması gerekiyor.

Bugüne kadar, 23’üncü Dönemde Meclisimizin bugüne kadarki çalışmalarından yola çıkarak bir tespit yaptık. Buna göre, bir kanun tasarısında bir maddenin görüşülmesi en az bir saat sürüyor, en fazla üç saat on beş dakikaya kadar çıkabiliyor. Yani bir maddenin görüşülmesi bir saat ile üç saat on beş dakika arasında zaman alabiliyor. Elbette muhalefet konuşacak, elbette eleştirilerini buradan ifade edecek; kendi kanaat ve görüşlerini buradan hem Meclisle hem de kamuoyuyla paylaşacak, bundan daha doğal bir şey olamaz. Dolayısıyla, bir kanun maddesinin bu kadar uzun sürmesini veya bu kadar tartışma konusu olmasını eleştirmek mümkün değil. Tam aksine, bunların mutlaka enine boyuna bütün detayıyla konuşulması gerekir. Ne kadar detaya inebilirsek, ne kadar muhalefete mensup arkadaşlarımız görüşlerini, kanaatlerini buradan aktarabilirlerse o kadar sağlıklı olur, hem Meclisimizin çalışmaları hem de görüşülmekte olan kanun tasarısı veya teklifi. Dolayısıyla, buna hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Yani hiç kimse çıkıp burada: “Efendim neden bir saat sürüyor bir kanun maddesinin görüşülmesi?” ya da “Neden üç saat sürüyor?” gibi bir eleştiri hakkına sahip değil. Bu herkes için geçerli. Elbette muhalefet konuşacak, eleştirilerini söyleyecek. Bu, son derece doğal, buna saygı duyuyoruz. Ancak herkesin saygı duyması gereken bir husus daha var: O da bu Meclisin çalıştırılması, çalışması, iş çıkarması ve sorumluluk AK Parti Grubunda olduğu için bunun yürütülmesi. Bunu da herkesin anlayışla karşılaması gerekir. Nasıl muhalefetin konuşması, görüşmesi son derece doğal, demokratik ve gerekliyse aynı şekilde bu kanunların da çıkması gerekiyor. Bunu kim belirleyecek? Doğal olarak Hükûmetimiz ve AK Parti Grubu belirleyecek; elbette istişareyle, elbette birlikte. Ancak sonuç itibarıyla bu sorumluluk, muhalefete mensup arkadaşlarımızın da her zaman altını vurgulayarak söylediği gibi, AK Parti Grubuna aittir. Biz de bu sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmek durumundayız.

Onun için, bütün bu, bir vakıa olarak, bir tespit olarak ortaya çıkan bu durumu dikkate almak durumundayız bu çalışmalar neticesinde.

Eğer normal çalışma saatleri içerisinde kalmış olsak -on bir tane şu anda bizim bu on beş günlük süre içerisinde düşündüğümüz kanun tasarısı ve teklif var- bunlardan bir haftada ancak, sadece bir tanesini görüşebiliriz değerli arkadaşlar. Dolayısıyla, böyle bir yaklaşımla, böyle bir tempoyla, ne bu Meclis yeteri kadar çalışabilir ve istenen düzenlemeleri yapabilir, istenen kanun tasarı ve tekliflerini görüşebilir…

Dolayısıyla, elbette bütün detayıyla konuşulacak, bütün ayrıntılarıyla her şey değerlendirilecek, her şey kamuoyunun önüne burada ortaya konulacak ancak, aynı zamanda milletimizin istediği, beklediği ve elbette Hükûmetimizin kendi açısından gerekli gördüğü yasal düzenlemeler de burada gerçekleşecek. Aksi hâlde, hiç kuşkunuz olmasın, düşündüğüm ya da muhalefete mensup arkadaşlarımızın, bazı muhalefete mensup arkadaşlarımızın önerdiği şekilde bir çalışma saati sistemiyle bu Meclis çalışsa beş ay sonra AK Parti Grubuna “Meclisi çalıştıramadınız.” Hükûmetimize “Meclisi çalıştıramadınız.” diye suçlamada bulunacaklar. Aslında, o suçlama da haklı bir suçlama olur.

Dolayısıyla, bu hafta da yoğun çalışma günlerimizden, haftalarımızdan bir tanesi olacak. Bugün, konunun özelliği nedeniyle hem gensoru görüşmesi var hem de Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin görüşmelerini gerçekleştireceğiz. Bu itibarla, biz, tahmini olarak on bir, on iki gibi biteceğini tahmin ediyoruz ama her ihtimale karşı “bitimine kadar” öneriyoruz Meclisimize. Kabul edilirse bu şekilde olacak. Çarşamba ve perşembe günlerini de 13.00-23.00 olarak planlıyoruz, düşünüyoruz, öneriyoruz bu hafta için. Önümüzdeki hafta da bu saatlere ilave olarak, yine salı, çarşamba, perşembe 13.00-23.00 olarak düşünüyoruz ve sunuyoruz yüce Meclisimize. Her ihtimale karşı cuma günü de çalışılmasını öneriyoruz, açık kalmasını öneriyoruz Meclisimizin. Ama tabii, tahmin de yapmak çok zor olabiliyor değerli arkadaşlar çünkü -gerçekten, bir saatle üç saat on beş dakika arasında- araya başka şeyler de girebiliyor. Meclisin çalışma biçimi itibarıyla bu tahmini yapmakta zorlanmamız son derece doğal. Bu itibarla, önümüzdeki hafta cuma gününü bir rezerv olarak -önümüzdeki hafta için, bu hafta cuma gününü önermiyoruz- koyuyoruz. Eğer, bu planımız, planladığımız bu çalışma içerik olarak tamamlanmış olursa o zaman cuma günü çalışmaya gerek olmayabilir.

Şimdi -tabii, zaman da kalmadı- son olarak, biraz önce Sayın Özyürek değindi aslında, 3568 sayılı Kanun neden temel yasa olarak getiriliyor? Tabii, 3568 sayılı Kanun toplumun önemli bir bölümünü ilgilendiriyor ve bugüne kadar da bu kapsamda bir düzenleme getirilmedi 3568 sayılı Kanun’la ilgili. Sadece meslek mensuplarının sayısı itibarıyla değil, onların hizmet verdiği mükellefler itibarıyla, yüz binlerce, milyonlarca mükellefe hizmet veren bu meslek mensuplarının kanunlarında -temel kanun, 3568 sayılı Kanun ve- yirmi yıldan beri de ilk defa bu kadar kapsamlı, önemli birtakım düzenlemeler getiriliyor bu Meclise. Dolayısıyla, bunun temel yasa olarak görüşülmesi son derece doğaldır. Biz de bu anlayıştan hareketle, hem kapsamı itibarıyla hem de çok önemli bir temel yasada önemli, kapsamlı değişiklik yaptığı için, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi çerçevesinde böyle bir önerinin getirilmesinin uygun olduğunu düşünüyoruz ve önerimizin kabul edileceğini ümit ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Canikli.

Adalet ve Kalkınma Partisi…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısı istiyoruz.

BAŞKAN – Daha konuşmalar devam ediyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Peki efendim, ondan sonra…

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu önerisi aleyhinde ikinci söz, Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır’a aittir.

Buyurun Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun grup önerisi üzerinde, aleyhte söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii bazı şeyleri sık sık tekrarlamanın anlamı yok. Bu Meclis çalışmalı, bu Meclis ülkenin sorunlarına çözüm üretmeli. İktidarıyla muhalefetiyle bu sorunların çözümüne -hukuk zemini- kanun çıkartarak gereken desteğin verilmesi hepimizin sorumluluğu, buna hiç itiraz etmiyoruz ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, Meclis Genel Kurulunun ve komisyonların yoğun biçimde çalışarak ülkemizin, toplumumuzun ve halkımızın sorunlarının çözümü konusunda katkı vermeyi bir görev biliyoruz, sorumluluk biliyoruz ve gereğince de davranıyoruz.

Ancak, değerli milletvekilleri, her defasında burada bir soruyu soruyoruz: Hükûmetin öncelikleri doğrultusunda İktidar Partisi Grup yöneticilerinin belirlediği öncelikleri yani Genel Kurulun gündemini oluştururken neye bağlı kalarak bir belirleme yapıyorsunuz; halkın önceliklerine göre mi yoksa başka sebeplere göre mi? Sorguladığımız temel husus budur.

Bu Genel Kurulun sağlıklı çalışmasını, huzurlu çalışmasını ve gerçekten sorunlara çözüm üretecek kanunları birlikte çıkartmasını, demokrasimiz açısından, Meclisimizin saygınlığı açısından, siyasete duyulan saygınlığın, güvenin devamı açısından çok önemsiyoruz. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, her defasında “Ben yaptım oldu.”, “Ben böyle düşünüyorum.” dayatmasıyla -affedersiniz- sayısal çoğunluğunu bir baskı aracı olarak kullanmasını da şiddetle reddediyoruz.

Meclisin iki haftasını programlıyorsunuz bu grup önerisiyle. Öncelikle şu sorunun cevabını -aşağıda sordum, burada da soruyorum- veremiyorsunuz: Önümüzdeki hafta, belirlediğiniz bu gündeme uyacak mısınız, uymayacak mısınız? Önümüzdeki hafta, birtakım başka talepler doğrultusunda yeniden bir Danışma Kurulu kararıyla bugün belirlediğiniz bu gündemi değiştirip değiştirmeyeceğinizi -daha önceki haftalarda sorduğumuz gibi- bu defa da cevaplandıramıyorsunuz. Dolayısıyla, her defasında milletin huzurunda birtakım güzel sözler söyleyerek, “uzlaşma” gibi “diyalog” gibi birtakım güzel sözler söyleyerek… Ama her defasında “Ben yaptım, oldu.” mantığıyla bu Genel Kurulun gündemini belirlemeye demokrasi anlamında hakkınız yok; böyle bir hukuk da yok, hak da yok.

Bakınız, size bir muhtemeli ifade edeyim: Bugün, Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Grup Başkan Vekili Danışma Kurulu davetine icabet etmedi, katılmadı. Bu tavrınız devam ettiği takdirde, kendiniz çalar kendiniz oynarsınız, biz de katılmayız bu davetlere. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bitime kadar çalışmanın, tamamlanıncaya kadar çalışmanın örneklerini hep beraber yaşadık. Hiçbirinizin tasvip etmeyeceğinden emin olduğum birtakım olayları burada, birlikte yaşadık. O olayların daha beterini geçmişte de yaşadık. Yani geleceği öngöremeyen bir siyaset, yönetim bence doğru değil, hak değil, topluma saygısızlık olur.

Bu milletvekillerini bu salonda on saat çalıştırmak, hangi aklın, hangi mantığın, hangi hakkın ve hukukun gereğidir? Nasıl çalışılacak? Çalışılmıyor, görüyorsunuz. Sonuçta, siz sayın milletvekilleri, kişisel olarak kesinlikle yapmayacağını bildiğimiz birtakım davranışlar içerisine giriyorsunuz. Milletin vekilleri olarak, milletin huzurunda, milletin kürsüsünde, milletin sorunlarını çözmek için kanun çıkartırken girdiğiniz davranışlar Meclis Genel Kurulunun çalışma saatleriyle oluşan bir sonuçtur. “Saat 23.00’e kadar, bugün bitime kadar.” deniliyor. Gecenin kaçında biteceği belli olmayan bir mesaiye, bu milletvekillerini, kendi sayın milletvekillerinizi müstahak kılmaya ne hakkınız var? Böyle bir şey var mı?

Değerli milletvekilleri, çok çalışalım ama millet için çalışalım. Bu 301’i niye getiriyorsunuz? Hafta sonu her biriniz bir ilde idiniz. Hangi vatandaş size “301’i çıkartın yoksa biz açlıktan ölüyoruz.” veya işte, “Sorunlarımızı 301’i çıkartırsanız çözeceğiz.” dedi? Böyle bir şey konuşuldu mu? Denizli’de Sayın Başbakana çığlık çığlığa bağıran vatandaşımızın, çiftçimizin sorusuna cevap vermeyi siz önemsemiyor musunuz? Hatay’da, Adana’da, Mersin’de çiftçilerimiz, ziraat odası başkanları ısrarla soruyorlar, Sayın Bakana soracağız birazdan: Bu destekleme primlerini ne zaman açıklayacaksınız? Ne kadar açıklayacaksınız? Hangi üründe açıklayacaksınız? Çiftçi hangi ürünü ekecek?

Değerli milletvekilleri, halkın sorunlarını çözmek için burada bulunuyoruz. Başkalarının keyfine keder, başkalarının talepleri doğrultusunda burada parmak kaldırmak, millet indinde, Allah indinde bir sorumluluk getirir; bunu size hatırlatıyorum. Bu 301 bu ülkenin hangi sorununu çözecek? Bana bunu lütfen… Birazdan görüşmeye başlayacağız. Bu gündemin başına bu 301’i koyarken “Çalışalım.” diyen Sayın Milletvekilime, Sayın Grup Başkan  Vekiline soruyorum: Ülkenin ihtiyacı 301 mi yoksa çiftçinin… İşçiler sokakta, gençler işsiz geziyor, toplum cinnet geçiriyor, anası çocuğunu, kızı anasını boğazlıyor. Bunlara çözüm üretecek hukuki düzenlemeleri yapmak sorumluluğu öncelikli değil midir?

Değerli milletvekilleri, doğru yapmıyorsunuz. “Ben yaptım, oldu.” Mantığı, inanınız ki, size fayda getirmez. Toplum ibretle seyrediyor, gülümseyerek seyrediyor sizi. Bu sorunun cevabını vermenizi istiyoruz burada: Bu 301 hangi ihtiyacı binaen getiriliyor? Neyi yapmak istediniz? Milletten yana, toplumdan yana, ülkeden yana neyi yapmak istediniz de 301’in bu şekli elinizi kolunuzu bağladı? Kim istiyor sizden 301’i çıkarmanızı?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Barroso!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - 301’in bu şeklinden kim rahatsız?

Sayın milletvekilleri -sizi tenzih ederim- Türklüğe hakaret edilmesini cezalandırmaktan vazgeçme sebebiniz nedir? Niye böyle bir mecburiyeti duyuyorsunuz? Sayın Grup Başkan Vekiliniz, grup yöneticileriniz sizleri gecenin 23.00’lerine kadar, gece yarılarına kadar çalıştırarak… Milletin hiçbir kesiminin talep etmediği bu 301’i çıkartmak için bu Meclisi çalışmaya, hukuksuz bir şekilde çalışmaya mecbur ediyorsunuz?

Dolayısıyla, girdiğiniz bu süreç, girdiğiniz bu yol doğru değil. Eğer ülkenin gündeminde bir sorun varsa, bu sorunun çözülmesi için, çözüm üretilmesi için bir kanun çıkartılması gerekiyorsa, ben inanıyorum ki, bu Genel Kurulda, bu Mecliste bulunan her parti grubu sonuna kadar, sabahlara kadar çalışmaya hazır. Ama şu getirdiğiniz kanunlara bakın, çiftçinin sorunlarını çözecek bir kanun var mı bunların arasında, işçinin sorununu çözecek bir kanun var mı? Ülke teröre her gün kurban veriyor, terörle ilgili bir kanun var mı yoksa getirdiğiniz kanun terörü teşvik mi ediyor? Bu soruyu kendi vicdanlarınıza sormak mecburiyetinde değil misiniz?

Analar ağlarken her gün şehit cenazelerinde canhıraş çığlıklarla, hepinizin yüreğinin yandığını biliyorum. Bunları çözebilmek için buraya bir kanun teklifi getirin, sabahlara kadar çalışalım. Ama, ne yazık ki, kim söylüyor bilemiyorum, sizleri tenzih etmek istiyorum ama kim nerede ne düşünüyor ve buraya getirip sizin yönetiminize, sizlere, bizlere bir zorunluluk olarak önümüze bir gündem koyuyorsa buna isyan ediyorum. Bu doğru değil. Buna isyan etmemiz lazım, bu milletin önünde isyan etmemiz lazım. Bugün getirin, işçinin meselesini tartışalım, terörü tartışalım, esnafın meselesini tartışalım, onun kanunlarını getirin, çalışalım. Ama bu 301 neyin gerekliliği? Hangi mecburiyet? Kim rahatsız 301’den?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, tabii ki her defasında Danışma Kurulunda şu konuşmayı yapıyoruz: “Uzlaşalım, birlikte götürelim, birlikte önerelim. Hatta, bu kanun değişikliği tekliflerinize, tasarılarınıza, gelin, komisyonlar kuralım, üzerinde çalışalım, önergeleri beraber verelim.” Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, uzlaşmanın, hoşgörünün ve diyaloğun egemen olduğu bir muhalefet yapacağımızı söylüyoruz, ama millî konularda, bir millî duruş sergilenmesi gereken konularda, inanız ki sizinle tüm ilişkilerimizi gözden geçireceğimizi de ifade ediyoruz. Bu 301’i niye getirdiğinizi bu Genel Kurulda açıklamak mecburiyetindesiniz. Niyet ne? Sahip kim? Nereye ulaşmak istiyorsunuz? Bunu burada açıklayacaksınız. Aksi takdirde, burada görüşmeye getirdiğiniz hiçbir kanunda uzlaşma veya hoşgörü diyaloğu bizden beklememelisiniz.

Değerli milletvekilleri, bu grup önerisine, bu niyetle getirildiği için itiraz ediyor, ret oyu vereceğimizi ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Sayın İçli, önce, ne olduğunu tam anlamıyla açıklamamışsınız, bana diyorsunuz ki: “Sayın Canikli, konuşmasında, ileri sürmüş olduğum görüşten farklı bir görüşü şahsıma atfetmiştir. İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince söz talep ediyorum.”

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, isim kullanmadım, herhangi bir isim belirtmedim. Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bir saniye…

Hangi konuda, ne atfedildi?

H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) – Efendim şu: Hükûmetin denetimi derken ben sözlü soruları kastettim, fakat Sayın Canikli araştırma önergesinin bir denetleme olduğunu ifade etti. Benim meramım, araştırma önergesi, gensoru değil. Bir cümleyle ifade edeyim.

BAŞKAN – Şimdi açıkladınız, teşekkür ederim.

Grup önerisini oylarınıza…

III.- YOKLAMA

OKTAY VURAL (İzmir) – Toplantı yeter sayısı istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Arayacağım.

(MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

BAŞKAN – Yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın isimlerini tespit edeceğim: Sayın Vural, Sayın Şandır, Sayın Atılgan, Sayın Ural, Sayın Korkmaz, Sayın Tanrıkulu, Sayın Bal, Sayın Durmuş, Sayın Yunusoğlu, Sayın Taner, Sayın İnan, Sayın Özdemir, Sayın Doğru, Sayın Enöz, Sayın Günal, Sayın Coşkun, Sayın Şafak, Sayın Çalış, Sayın Çirkin, Sayın Uzunırmak, Sayın Kaya.

Bu arkadaşlarımız elektronik cihazla oy kullanmaya girmesinler.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere devam ediyoruz.

VI.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- Genel Kurulun, 29/4/2008 Salı günkü birleşiminde (11/1) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; 30 Nisan 2008 ve 6-7 Mayıs 2008 günlerindeki birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine; 6 Mayıs 2008 Salı günkü birleşimde ise çevre ve çevre kirliliği ile ilgili araştırma önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasının ardından kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 216 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak ve bölümler halinde görüşülmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

VII.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ile 27 milletvekilinin, tarım ve hayvancılık sektöründeki desteklemelerin zamanında ödenmemesi veya kaldırılması, girdilerdeki artışlar ve ürünlerdeki düşük fiyat oluşumu sonucu üreticilerin, temel gıda maddelerinde meydana gelen aşırı fiyat artışları ile de halkın mağduriyetine sebep olduğu, TMO’nun yönetiminde ve tarım politikalarında görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyerek devleti zarara uğrattığı iddiasıyla, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/1)

BAŞKAN - Bu kısımda yer alan Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır ile 27 milletvekilinin, tarım ve hayvancılık sektöründeki desteklemelerin zamanında ödenmemesi veya kaldırılması, girdilerdeki artışlar ve ürünlerdeki düşük fiyat oluşumu sonucu üreticilerin, temel gıda maddelerinde meydana gelen aşırı fiyat artışları ile de halkın mağduriyetine sebep olduğu, TMO’nun yönetiminde ve tarım politikalarında görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyerek devleti zarara uğrattığı iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehmet Mehdi Eker hakkında Anayasa’nın 99’uncu ve İç Tüzük’ün 106’ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin (11/1) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

Hükûmet? Burada.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 22/04/2008 tarihli 93’üncü Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir. Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi Mehmet Akif Paksoy, Kahramanmaraş Milletvekili; gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gürol Ergin, Muğla Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Oktay Vural, İzmir Milletvekili.

İlk söz, önerge sahibi Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Akif Paksoy’da.

Buyurun Sayın Paksoy. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak verdiğimiz gensoru üzerinde önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve bizleri televizyonları başında seyreden vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Tarım sektörü ekonomik, sosyal ve kültürel olmak üzere çok fonksiyonlu yapısı olan önemli bir sektördür. Bu nedenle, tarım sektörü bütün dünyada öncelikli olarak değerlendirilir. Özellikle son yıllarda gıda güvenliği ve güvencesinin önem kazanması nedeniyle bu sektörün önemi daha da artmıştır.

Diğer yandan, ülkemize baktığımızda kırsal kesimde yaşayan 23 milyon insanımız geçimini tarımdan sağlamakta, çalışanların yaklaşık yüzde 30’u bu sektörde istihdam edilmektedir. Toplam gayrisafi millî hasılamızın yüzde 10’u tarım sektöründen sağlanmaktadır. Bütün bunların yanında, tarım sektörü, beslenme açısından da dar gelirli halkımızı yakından ilgilendirmektedir. Son yıllarda, özellikle tarımdan geçimini sağlayan çiftçilerimiz büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Uygulanan yetersiz ve yanlış politikalar sonucu çiftçilerimizin refah seviyesi düşmüştür. Çiftçilerimiz, asgari geçimlerini dahi sağlayamamaktadır. Son aylarda, temel gıda maddeleri olan buğday ve pirinç başta olmak üzere tüm gıda maddelerinde yaşanan fiyat artışları halkımızı ciddi anlamda sıkıntıya sokmuştur.

Bu sorunlar yaşanırken tarım politikalarının oluşturulmasından sorumlu olan Tarım ve Köyişleri Bakanı görevini maalesef yerine getirememiştir. Hükûmet, vatandaşlarımızın sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşması konusunda gerekli tedbirleri almamıştır. Son günlerde, bazı gıda ürünlerinin piyasaya arzında sıkıntılar ortaya çıkmış, bunu fırsat bilen bazı spekülatörler, mutfaklarımızın ana maddesi olan, başta pirinç, bulgur ve bazı bakliyat ürünlerinde fiyatları 2 katına çıkarmıştır. Bu durum karşısında piyasaları düzenlemekle görevli olan Toprak Mahsulleri Ofisi, bu görevini yapamadığı gibi, acil hâller için gerekli olan stokların temini konusunda da gerekli tedbirleri alamamıştır. Geçen sene yaşanan kuraklıktan dolayı dünya piyasalarında, özellikle buğday ve pirinç arzında sıkıntı olacağı belli iken Toprak Mahsulleri Ofisi, alım sezonunda gerekli miktarda alım yapmamıştır. Bu arada, dünya buğday fiyatları, 250 dolardan 540 dolara çıkmıştır. Bugün, Toprak Mahsulleri Ofisi buğday ithal etmektedir. Bu ithalatın Türkiye’ye maliyetinin 500 milyon dolar civarında olacağı tahmin edilmektedir. Yani Türk üreticisi ve çiftçisine hizmet etmek için kurulmuş olan TMO, öngörüsüz yöneticileri sayesinde, ABD, AB ülkeleri ve diğer ülkelerin çiftçi ve tüccarlarına fazladan para ödemektedir. Hâlbuki, TMO yaz aylarında yeterince buğday alsaydı, bugün buğday fiyatları bu kadar yükselmez, hazine de 500 milyon dolar zarar etmezdi. Bu sayede, hem çiftçimizin yüzü güler hem de tüketicilerimiz mağdur olmazdı. Sizin tabirinizle, garip gureba, pahalı bulgur ve ekmek satın almak zorunda kalmazdı.

Diğer taraftan, hasat mevsiminin yaklaştığı bugünlerde yapılacak olan ithalat erken hasat yapan Çukurova çiftçilerini mağdur edecek, tüccara fiyatları indirmesi için bir bahane verecektir. Bu da bir başka yanlıştır.

Bir diğer ana tüketim maddemiz pirinçte izlenen yanlış politikalar sonucu tüketici yüksek fiyatla pirinç satın almak zorunda kalmıştır. Geçen sene yaşanan kuraklık sonucu, buğdaya benzer şekilde, dünya pirinç üretimi de düşmüştür. Ancak ülkemizde geçen yılın üretim ve ithalat değerleri birlikte değerlendirildiğinde, son günlerde ortaya çıkan fiyat artışlarının arz eksikliğinden ziyade bir tedbir eksikliğinden kaynaklandığı açıktır. Yani piyasada pirinç kıtlığı yoktur, spekülasyon ve yönetim hatası vardır. Toprak Mahsulleri Ofisi hasat döneminde pirince ucuz fiyat vermiş ve çiftçiler Toprak Mahsulleri Ofisi yerine tüccara yönelmiştir. Geçen yılki kuraklıktan dolayı dünya pirinç fiyatlarının yükseleceği belliydi. Buna rağmen Toprak Mahsulleri Ofisi pirinç alım fiyatlarını artırmamış ve piyasayı düzenleyecek miktarda pirinç almamıştır; üstüne üstlük, Toprak Mahsulleri Ofisi, elinde stok olarak bulunan 40 bin ton çeltiğin 32 bin tonunu belirli firmalara satarak spekülasyona, dolayısıyla haksız kazanca ve fiyat artışına sebep olmuştur.

Şimdi, tedbir makamı olan Sayın Bakan şikâyet etmektedir, bazı spekülatörlerin stokçuluk yaparak fiyat artışına neden olduğunu söylemektedir. Elbette, siz elinizdeki pirinci yandaşlarınıza verirseniz onlar da fiyatları speküle ederler.

Sonuç olarak, 2007 yılı yanlış pirinç alım politikaları hem pirinç üreticisini mağdur etmiş hem de pirinç tüketicisi mağdur olmuştur. Kazanan yine spekülatörler olmuştur. Bu durum karşısında üzülerek ifade etmek isterim ki, Başbakan ve Sayın Bakanın bulduğu tek çözüm, vatandaşlarımıza bir hafta veya bir süre pirinç yememeleri yönünde çağrıda bulunmaktır. Bu çağrının üzerinden bir hafta da geçti, on beş gün de geçti, niye pirinç fiyatları düşmedi? Niye düşmediğini ve düşmeyeceğini herkes gayet iyi biliyor. Sayın Başbakan annelerimizi bir süre pirinç yememeye çağıracağına, bu yanlışları yaparak halkımıza pahalı pirinç yediren Bakanı göreve çağırsa daha iyi olmaz mı? Gerekli tedbirleri almak yerine vatandaşlarımıza böyle bir çağrıda bulunmasını yüce Türk milletinin engin sağduyusuna bırakıyorum.

Hükûmetin tarımsal destekleme politikaları çiftçilerimizin faaliyetlerine devam etmesini karşılamaktan çok uzaktır. Dünyada bütün ülkeler tarım sektörünü desteklerler. Ülkemizde görev yapan bütün hükûmetler de tarımı desteklemişlerdir. Son dönemde tarıma verilen destekler rakamsal olarak artmakla birlikte, maalesef gayrisafi millî hasıla ile paralel artmamıştır. Bunun sonucu olarak birçok çiftçimiz üretimden vazgeçmek zorunda kalmış ve sektördeki istihdam düşmüştür. İstatistik Kurumunun yıllık istihdam verilerine göre, 2002 yılında tarım kesiminde 7 milyon 458 bin kişi çalışırken, bu sayı 2007 sonunda 6 milyon 277 bin kişiye düşmüştür. Yani son beş yılda tarım sektöründe 1 milyon 181 bin kişi işini kaybetmiştir. İnsanlar tarımdan koparılmıştır. Bu, aynı zamanda kırsaldan şehre kaçıştır ve devlete ilave yüktür.

Bunlara ilaveten, zaten yetersiz olan tarımsal destekler zamanında ödenmediği gibi, özellikle küçük ve orta işletmeleri hedefleyen doğrudan gelir desteği ödemeleri de her yıl azaltılmıştır. 2002 yılında 16 YTL olan doğrudan gelir ödemesi 2007 yılında 7 YTL’ye düşürülmüş, 2008 yılının hasat mevsiminin yaklaştığı bugünlerde 2007 yılı doğrudan gelir desteği ödemesinin yarısı -3,5 YTL’si- ödenmeye başlanmıştır. Sadece doğrudan gelir desteği ödemelerinde çiftçilerimizin yıllık kaybı 1 milyar 530 milyon YTL’dir.

Ayrıca, destekleme kalemlerinde yapılan hatalı değişikliklerle bazı stratejik ürünlerde desteklemeler kaldırılmış veya azaltılmıştır. Mesela, yeni yayınlanan Bakanlar Kurulu kararıyla, hayvancılık destekleri kapsamında yapılan süt destekleri, suni tohumlama destekleri ve besin destekleri kaldırılmıştır. Ancak, yerli sığır ırkları destekleme dışı tutulmuştur. Bu durum, özellikle sütçülük işletmelerini zor durumda bırakacaktır. Çiğ süt fiyatları daha da düşecektir.

Hâlen yem fiyatlarında yaşanan artışlar nedeniyle damızlık vasfı olan düveler kesime gönderilmektedir. Süte yapılan desteklemenin kaldırılmasıyla kesime gönderilen inek ve düve sayısında artış olacaktır. Bu konuda size bir örnek vermek istiyorum: Damızlık belgeli hayvanda süt, buzağı, belge, suni tohumlama ve benzeri gibi desteklerde 2007 yılında bin YTL olan hayvan başı destek, 2008 yılında 350 YTL’ye düşürülmüştür. Buna karşılık 2003-2004 yıllarında üretici 1 litre sütle 1,4 kilogram yem alırken, 2008 yılında ise 1 kilogramdan daha az yem alabilir duruma gelmiştir. Üreticiden 0,50 YTL civarında alınan sütün market raflarındaki litresi 2 YTL’yi geçmiştir.

Ülkemiz açısından stratejik öneme sahip olan mısıra verilen prim miktarı da bu Hükûmet  döneminde azaltılarak kilogram başına 2 yeni kuruşa düşürülmüştür. Ülkemizin 4-4,5 milyon ton civarında mısıra ihtiyacı vardır. Mısır üretimine yapılan teşvikler ile Türkiye 2004 yılında kendi ihtiyacını karşılayacak miktarda üretim şansını yakalamış iken, 2005 yılında yapılan yanlış alım politikaları ve girdiler de ortaya çıkan fiyat artışları nedeniyle mısır üretimi tekrar düşmeye başlamıştır. Bu yüzden ülkemiz yeniden 1 milyon tondan fazla mısır ithal etme noktasına gelmiştir.

Yine, 2004 yılında fındık üreticisine ödenmesi gereken don zararının yüzde 30’u ödenmiş geri kalan kısmı ödenmemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF PAKSOY (Devamla) – Ödenmeyen miktar 200 milyon YTL’dir.

Tarımsal girdi fiyatları aşırı şekilde artmıştır. Aslında artmış demek doğru değildir, fiyatları uçmuştur. Bunun sonucu çiftçilerimiz gübre kullanamaz, arazisini yeterince işleyemez olmuştur. Özellikle gübre, yem ve akaryakıtta yaşanan aşırı fiyat artışlarının ödenmesi için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bir tedbir geliştirememiştir. Özellikle gübrede ortaya çıkan  tekel önlenememiş ve son bir yılda çeşitlerine göre gübrede fiyat artışları 2 katını geçmiştir. Çiftçinin gübre için aldığı destek, ödediği yüzde 18’lik  KDV’yi bile karşılamaktan uzaktır.

Değerli arkadaşlar, bu kısa süre içerisinde aysbergin sadece bir yüzünü sizlere anlatmaya çalıştım. Eğer önergemize destek verirseniz, istisnasız bütün yanlışları, doğruları huzurlarınızda yüce milletimize arz edeceğiz. Takdir sizin.

Bu duygularla önergemize desteğinizi bekliyor, beni sabırla dinlediğiniz için hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Paksoy.

Gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Sayın Gürol Ergin’de. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, eğer sükûnet içinde hatibi dinlersek hepimiz için faydalı olacak.

Buyurun Sayın Ergin.

CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehdi Eker hakkında verilen gensoru önergesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Sayın Başkan sizi, değerli milletvekillerini ve yüce Türk ulusunu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, tarımda ciddi bir tıkanıklıkla karşı karşıyadır. Bu tıkanıklığın ana nedeni, 1999 yılında IMF’yle imzalanan stand-by anlaşması ve 2001 yılında Dünya Bankasıyla imzalanan Tarım Reformu Uygulama Projesi ile Türkiye’deki tarım politikalarını belirleme yetkisinin Ankara’nın elinden çıkıp uluslararası kuruluşların eline geçmiş olmasıdır. Bu tarihten sonra gelen tüm hükûmetler, tarımda ne yapılacağını belirlemede kesinlikle karar dışında kalmış, yalnızca kendisinden isteneni kayıtsız koşulsuz yerine getirmeyi marifet bilmiştir. Bu süreçte mısır dışında hiçbir üründe anlamlı üretim artışı olmamış, hatta birçok üründe, örneğin şeker pancarında, tütünde, nohutta, kuru fasulyede, patateste, soğanda, hatta hatta pamukta ciddi üretim azalışları ortaya çıkmıştır. Bütün bu gerçeklere karşılık, ilgili Sayın Bakan sürekli olarak sanal üretim rakamlarıyla karşımıza gelmiş ve hem kendini hem de kamuoyunu sürekli yanıltmıştır.

2007 yılına gelindiğinde ise, yanlış ve beceriksiz politikalara kuraklık da eklenince, tarımda uzun yıllardan sonra yüzde 7,3 gibi çok önemli bir üretim düşmesiyle karşı karşıya kalınmıştır. Gıda dâhil tarımsal ürünler dış ticaretinde yıllardan sonra ilk kez eksi verilmiştir. Gıda dışındaki tarımsal ham madde dış ticaretinde ise 2004 yılından itibaren her yıl sırasıyla 2,3; 2,6; 3 ve 3,2 milyar dolar açık verilmektedir. Bu açığı kuraklıkla ya da bir başka doğal nedenle açıklayamazsınız. Bu açık, doğrudan doğruya uygulanan beceriksiz, yanlış, dış talimatlı politikanın sonucudur.

Tarım ülkesi olmasıyla övündüğümüz Türkiye, 2007 yılında yalnızca yağlı tohum, ham yağ ve küspe ithali için 1,6 milyar dolar ödemiştir. Türkiye, tarihinde ilk kez 2005 yılında şeker pancarı küspesi ithal etmiştir. Sayın Tarım Bakanının Türkiye’de tarımı getirdiği yer burasıdır.

Bir Tarım Bakanı düşününüz ki gübre fiyatı artarken, mazot fiyatı artarken, ilaç fiyatı artarken suskun kalacak; pirinç ve buğday fiyatı artarken kendisinin ve Toprak Mahsulleri Ofisinin sorumluluğunu hiç aklına getirmeyerek yalnızca “Spekülasyon yapıyorlar.” diye feryat edecek ve pirinç bulamayanlara bulgur yemelerini önerecek. Marie Antoinette’in herhâlde kulakları çınlamıştır.

Öyle görünüyor ki, önümüzdeki günlerde et fiyatlarında da ciddi bir tırmanış olacak. Bu durumda da Sayın Bakan herhâlde “Et yemeyin; patatesle, fasulyeyle idare edin.” diyecek.

Bu arada, Güneydoğu Anadolu’da yaşanan kuraklık kırmızı mercimek üretimini de çok düşürdüğünden fiyatı yükseliyor. Toprak Mahsulleri Ofisi önlem almazsa mercimeği de 5 yeni Türk lirasından yiyeceğiz. Bakalım Sayın Bakan mercimek yerine neyi yememizi önerecek.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidara geldiği 2002 Kasımından itibaren uyguladığı çiftçiyi ezen yabancı patentli tarım politikalarını inatla sürdürerek çiftçiyi üretemez hâle getirdi. Buğdayda düşük fiyat, düşük prim politikası uygulanarak, çiftçiye alım sıkıntısı yaşatılarak buğday üretiminin artması engellendi. 2002 yılında 9 milyon 300 bin hektar olan buğday ekim alanı, 2006 yılında 8 milyon 490 bin hektara indi. Yalnızca 2007 yılında 225 bin kişi tarım yapmayı bıraktı. Köyler boşaldığı hâlde kırsal alanda işsizlik oranı bir önceki yıl yüzde 6,4 iken 2007’de yüzde 6,6’ya tırmandı. Kuraklık da etkili olunca 2007 yılında ihtiyacımızı karşılamak için 2 milyon ton buğday ithal etmek zorunda kaldık. Oysa, Sayın Bakan, Haziran 2006’da “Türkiye artık buğday ithal etmiyor.” diye övünüyor, tarım kredi haber bülteni de bu övünmeyi manşetten veriyordu.

2007 Ocak ayında çimlenme ve kardeşlenmenin yetersiz olduğu buğdayda en az 2 milyon ton üretim kaybı olacağı ortaya çıkmıştı. Bu durumu görmesi gerekenlerin en başında gelen Sayın Bakan, 2 Şubat 2007 tarihinde Radikal gazetesinde çıkan açıklamasında, yağışların olmaması nedeniyle Türkiye'nin buğdaysız kalıp ekmek sıkıntısı yaşayacağına ilişkin açıklama yapanları spekülasyon yapmakla suçlamış ve “Türkiye’de şu anda bir kuraklık tehlikesi yok. Kuraklık eylem planı hazırlıyoruz, ancak bugün için değil, yirmi beş yıl sonrası için.” demişti. Yirmi beş yıl sonrasını gören Sayın Bakan maalesef gözünün önünü göremiyordu.

Sayın Bakan bu demecinden iki ay sonra, 4 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da İHA’ya yaptığı açıklamada ise “Türkiye’de bu yıl bir tarımsal kuraklık riski yok. Bunu açık ve net söylüyoruz. Bugün itibarıyla gerek hububatın ve gerekse diğer bitkilerin gelişimi normal bir şekilde devam ediyor. Bu nedenle, bunun üzerinde hiç kimse spekülasyon yapmasın. İnşallah, Türkiye’de tarımla ilgili hiçbir problem beklemiyoruz.” ifadelerini kullanmıştı. “Tarımsal kuraklık riski yoktur.” diyen Tarım Bakanına karşılık, 4 Temmuz 2007 tarihinde dört ürüne kırk il için Kuraklık Kararnamesi yayımlandı. 11 Haziran 2007 tarihinde kararlaştırılan Bakanlar Kurulu Kararı bekletilip, 4 Temmuz 2007 tarihinde, yani seçimden on sekiz gün önce yayımlanarak çiftçinin uğradığı kuraklık afeti bile oya tahvil edilecek bir fırsat olarak değerlendirildi.

Tarlalarda hasar tespitinin hasattan sonra yapılması tam bir garabet örneği oldu. Ürün hasadı tamamlandıktan sonra hasar tespitinin yapılamayacağını bilmek herhâlde ziraatçı olmayı gerektirmiyordu.

Son yıllarda sürekli küçültülen, tarımcı olmayan yöneticiler elinde yanlış yönetilen Toprak Mahsulleri Ofisi üreticiden ancak 630 bin ton buğday alabilmiş, aracının eline geçen buğday hızla pahalanmaya başlamıştır. Böylece, üretici de tüketici de TMO’nun basiretsizliği yüzünden zarara uğramıştır.

İşin en trajikomik tarafı, TMO sanki üstlendiği görevi hakkıyla yapıyormuş gibi bir de fındık işine girmiş ve bugün borçlanarak aldığı fındığı satamamanın sıkıntısını yaşamaktadır. Sayın Bakana “Ne işin vardı senin fındık alımında, sen üstlendiğin kendi görevini hakkıyla yapsana.” diye sormazlar mı?

2007 sonbaharından itibaren piyasada buğday arz açığının hissedilmeye başlamasıyla Bakanlık 25 Eylül 2007 tarihinde TMO’ya sıfır gümrükle 800 bin ton buğday ithal etme görevi verdi. Ancak, son beş ayda dünya piyasalarındaki buğday fiyatları çok yükselmiş olduğundan 800 bin tonluk ihalede ancak 219 bin ton buğday için bağlantı yapılabildi. Sonra 26 Şubat 2008’de TMO 100 bin tonluk bir buğday ithalat bağlantısı daha yaptı.

Ayrıca, yüzde 180 gümrük vergisi uygulanabilen buğdayda vergi, 28 Kasım 2007’de yüzde 8’e düşürüldü, özel sektöre ithalat yetkisi tanındı. 23 Şubat 2008 tarihinde ise ekmeklik buğday ithalatındaki vergi sıfırlandı. Bakanlık, eğer TMO vasıtasıyla zamanında gerekli ithalatı yapsaydı ton başına 150 dolar daha düşük fiyatla ithalat yapabilecekti. Gecikmenin ülkemize toplam faturası en iyimser tahminle 300 milyon dolar olmuştur. Ayrıca eğer ithalatı TMO yapmış olsaydı buğdaydaki spekülasyonlar önlenebilecek, bunun yanında TMO’nun piyasaya düzenlemek için gerekli stoku oluşturması da mümkün olabilecekti.

Bakanlık, bu çok ciddi kriz sürecini, her zamanki sorunları küçümseyici bir tavırla ve yüzeysel yaklaşımlarla aşabileceğini sandı, sorunu uncu ve fırıncıların üzerine yıkarak sorumluluktan kaçmaya çalıştı.

Bugün tarımda yaşanan üretim düşüklüğünü kuraklığa bağlayanlara, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kapatılmasını hatırlatmak isterim. AKP İktidarı yalnızca oy hesabıyla Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü kapatmış, sulama yatırımları yerine il özel idareleri aracılığıyla kolayca oya tahvil edilen hizmetleri tercih etmiştir. Eğer Köy Hizmetleri kapatılmamış olsaydı, daha çok çiftçinin tarlasına su ve tarla içi hizmetler götürmüş olsaydı, sorun bu ölçüde yakıcı olmayacaktı. Tüm eleştirilere kulaklarını tıkayarak Köy Hizmetlerini kapatanların bugün yaşadığımız sıkıntıdaki vebali çok büyüktür.

2002 yılından sonra GAP kapsamındaki sulama hizmetlerinde de bir arpa boyu yol alınmamıştır. 2002’de GAP’ta sulanan alan -resmî rakamlarla- 215 bin hektar, bugün 263 bin hektardır. Toprağa suyu götürmezseniz topraktan hangi yüzle ürün vermesini bekleyeceksiniz? Aradan altı yıl geçtikten sonra “GAP’a 12 milyar dolar ayırıyoruz.” derseniz size inanmazlar, sadece gülerler “Daha önceleri neredeydiniz?” diye sorarlar.

Değerli milletvekilleri, AKP İktidarında buğday üreticisi yüzde 22, pamuk üreticisi yüzde 30, pancar üreticisi yüzde 27 fakirleşmiştir. Kuraklıktan 5 milyar yeni Türk lirasının üzerinde zarar gören, zararının yalnızca 514 milyon yeni Türk liralık kısmı Hükûmetçe karşılanan çiftçiye, seçimden sonra, Hükûmetten üst üste darbeler geldi. Çiftçi mazot, gübre, ilaç ve elektrikteki zamların şokuyla sarsıldı. Çiftçi isyan etme noktasına geldi.

Daha iki gün önce, Denizli’de bir çiftçimiz pembe tablolar çizen Sayın Başbakana “Sen bunları külahıma anlat.” diye gerçekleri hatırlatma gereğini duydu.

Sulamada kullandığı elektriğin fiyatında indirim bekleyen çiftçinin kullandığı elektriğin fiyatı 13,5 kuruştan 15,5 kuruşa çıkarıldı.

İki hafta önce bu kürsüden yaptığım konuşmada, ekim sezonunun yaklaştığı bugünlerde MEDAŞ’ın enerji borcundan ötürü kestiği elektrikleri açması gerektiğini, çiftçilerin tarım ve kredi kooperatiflerine, Ziraat Bankasına ve TEDAŞ’a olan borçlarının faizlerinin silinerek, ana paranın üç yılı ödemesiz on yıla yayılarak borçların yeniden yapılandırılması gerektiğini söylemiş, başlatılan icra takiplerinin derhâl durdurulmasını istemiştim.

Benim bu talebime karşılık, Sayın Bakan çiftçi borçlarının daha önce yeniden düzenlendiğini, faizlerin silinerek yerine tarımsal TEFE kadar faiz getirildiğini söylemiş ve çiftçi borçlarında yeni bir düzenlemeye gitmeyeceklerini ifade etmişti. Sayın Bakanın bu tavrı üzerine o gün Meclis sıralarında söylediğimi bugün kürsüden yineliyorum: Sayın Maliye Bakanının haksız hukuksuz davranışlarından ötürü ödemesi gereken vergi borçlarına 4 kez af getiriliyor, bu oluyor da, Hükûmetin yanlış ve tutarsız politikalarından ötürü sürekli zarar ettiği için borcunu ödeyemeyen çiftçiye niye ikinci bir kez ödeme kolaylığı getirilemiyor? Kaldı ki Sayın Bakanın affedilen vergi borcu, milyonlarca çiftçinin tarım krediye, Ziraat Bankasına ve TEDAŞ’a olan toplam borcundan daha fazla. Sonra, sulamada kullanacağı elektriği kesilen çiftçi tarlasını sulayamayacak da ürünü nasıl elde edecek? Borcunu nasıl ödeyecek? Bu mümkün olabilir mi? Elektrik borcu olan çiftçilerin elektriklerinin bağlanmasında kesin zorunluluk vardır ve eğer bir Tarım Bakanı bunu sağlayamıyorsa oturduğu koltuğu daha fazla işgal etmemelidir. (CHP sıralarından alkışlar)

Tarım ilacı fiyatlarında da Temmuz 2007 seçimlerinden sonra ciddi artışlar oldu. Fiyat artışı böcek ve mantar ilaçlarında yüzde 15-20, yabancı ot ilaçlarında yüzde 30-40.

Gübrede durum çok daha vahim. Nisan 2007’de 16,5 YTL olan 1 torba şeker gübre Nisan 2008’de 29 YTL; 29 YTL olan üre 40 YTL; 31 YTL olan DAP 80 YTL; 24 YTL olan taban gübresi yani kompoze gübre 53 YTL oldu. Gübreye son bir yılda gelen zam, ortalama yüzde 116. Enflasyonun yüzde 8,4 olduğu bir ülkede çiftçinin gübresine yüzde 11,6 zam yapmak çiftçiye zulmetmektir.

Mazotta AKP dönemindeki artış yüzde 136, son bir yıldaki artış yüzde 30. Bu artışta en büyük neden, Hükûmetin 22 Temmuz seçimlerinden sonra mazottan aldığı özel tüketim vergisine yüzde 10,8 zam yapmasıdır. Çiftçinin bugün 1 litre mazota ödediği 2,95 YTL’nin 1,3 YTL’si yalnızca vergidir. Bu nedenle, çiftçinin mazotunun pahalı oluşu dünya petrol fiyatı artışından değil Hükûmetin uyguladığı insafsız vergilerden ötürüdür.

Çiftçi, 22 Temmuz seçimlerinden sonra ilk mitingi yirmi gün önce Kahramanmaraş’ta, ikincisini dün Tire’de yaptı. Tire’de, sürekli yağmur altında, 15 bin süt üreticisi, hem düşürülen süt fiyatlarını hem de yeni, hayvancılığı destekleme kararnamesini şiddetle protesto etti. Nasıl etmesin ki? Sanayici, Burdur’da, Isparta’da, Çanakkale’de, Edirne’de, İzmir’de, Tekirdağ’da, Mersin’de, Balıkesir’de, 66 ila 68 yeni kuruş arasında olan süt fiyatlarını keyfî bir kararla 53 ila 57 yeni kuruş arasına çekti; Tarım Bakanının umurunda olmadı. Bugün süt, Aydın’da, Uşak’ta 50 yeni kuruş; Kars’ta 35 yeni kuruş. Çiftçinin sorunlarına bu kadar duyarsız kalan bir kişi Tarım Bakanlığı koltuğunda daha fazla oturabilir mi? Sonra, süt fiyatlarını düşürenler peynirin, tereyağının fiyatlarını niye düşürmediler de aksini yaptılar? İlgili bir bakan sanayicileri çağırıp bu soruları sormaz mı?

Hükûmet, gayrisafi millî hasılaya oran olarak 2007’de yüzde 0,86 olan tarım desteğini 2008’de yüzde 0,75’e düşürdü. Oysa Tarım Kanunu’nda tarıma verilecek desteklerin yüzde 1’den az olamayacağı yasal zorunluluğu vardı. Şimdi soruyorum: Tarım Bakanlığı koltuğunda oturan Sayın Bakan, çiftçinin aleyhinde olan bu açık haksızlığa, bu kanuna aykırı duruma nasıl “evet” diyebildiniz?

Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanı için verilen bu gensorunun ne derece yerinde olduğu, Hükûmetin hayvancılık desteklerine ilişkin olarak çıkardığı kararnameyle de teyit edilmektedir. Sayın Bakan sürekli olarak, hayvancılığı desteklediklerini ve bu desteğin giderek artırılacağını ifade ederken Bakanlar Kurulunun çıkardığı kararname hayvancılık desteklerinin en az yarı yarıya azalacağını göstermektedir. Hayvancılığın desteklenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararnamesi, süt hayvancılığımızda, kaliteli süt üretiminde ve üretilen sütün kayıt altına alınmasında elde edilen tüm kazanım ve gelişimi de ortadan kaldıracak niteliktedir. Sütün desteklendiği dönemde kooperatifler teknik eleman istihdam ederek hayvancılığın geliştirilmesi ve kurdukları laboratuvarlar ile sütte kalitenin artırılması yönünde ciddi çalışmalar yapmışlardır. Bundan böyle bu çalışmalar bir anlam ifade etmeyecektir. Sütün kayıt altına alınmasında çok önemli mesafeler alınmış olup, sütün önemli bir bölümü kayıt altında iken kayıt dışına çıkacak, devletin ciddi anlamda vergi kaybı olacaktır.

Anaç sığır başına destek verilmesi doğrudan gelir desteğinin hayvancılıktaki versiyonudur. Kararnamede öngörülmese de uygulama esaslarında öngörülen beş baş ve altının desteklenmemesi bu ülke gerçeğini görmezlikten gelme ve ülke genelinde yüzde 68 oranındaki üreticinin yok sayılması anlamına gelecektir. Sosyal destek fonundan verilen hayvancılık projeleri her aileye iki baş olarak verilmiştir.

Diğer yandan, orman köylerinde yaşayan orman köylüsü genelde geçimlik üretim yapabilmekte, anaç sığır miktarı beş başın altında bulunmaktadır. Ülkemizin en dar gelirli kesimini oluşturan orman köylüsü ve sosyal destek alan üreticiler bu desteklerden hiç yararlanamayacaklardır.

Bakanlar Kurulu kararnamesinde 5200 sayılı Kanun ile kurulmuş dernek statüsündeki üretici birlikleri zikredilirken 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na göre kurulmuş birlikler ve merkez birlikleri zikredilmemektedir. Ülkede üretilen sütün 3 milyon tonunu pazarlayan ve kayıt altına alan Köy-Koop Merkez Birliği görmezden gelinmiştir. Geçmiş yıllarda olduğu gibi sadece belli örgütlerin desteklenmesi Bakanlığın yanlı davranışının yeni bir örneğidir ve sosyal barışı zedeleyecektir.

Bu destekleme modeli, yalnızca üreticiye ödenen hayvancılık desteklerinin azaltılmasını hedeflemektedir. Bir sağmal hayvan için 2007 yılında yapılan destek miktarı ile yeni kararnameye göre yapılacak destek miktarı karşılaştırıldığında görülen şudur: Ön soy kütüğüne kayıtlı işletmelerde üretici, hayvan başına 313,5 YTL zarar edecektir. Soy kütüğüne kayıtlı olan işletmelerde hayvan başına kayıp ise 550 YTL olacaktır. Bu hesaplamada yem bitkileri için 2008 yılında öngörülen yaklaşık yüzde 20 eksik ödeme de dikkate alınmamıştır.

Etkin bir mücadele programı uygulamayan Bakanlık brusella ve tüberküloz hastalıklarını bahane ederek ithalatı açmayı planlamaktadır. Şayet ithalat açılırsa ülke hayvancılığının sonu hazırlanmış olur. Kaldı ki gelen hayvanlar hastalıklı ortamda nasıl sağlıklı kalacak? Sonra Sayın Bakana sormazlar mı “Brusella ve tüberkülozla mücadele etmesi gereken sen değil misin?” diye?

Yeni çıkan kararnamede, örgütlü olsun olmasın tüm üreticilere aynı oranda destek verilmesi Türkiye’de köylü, çiftçi örgütlülüğünü bitirecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ergin.

GÜROL ERGİN (Devamla) – Bakanlık, bir yandan çiftçi örgütlerinin güçlendirilmesine yönelik Dünya Bankası kaynaklı Çiftçi Örgütlerinin Güçlendirilmesi Projesi’ni uygularken, diğer yandan desteklemelerde çiftçi örgütlerini dikkate almayarak tam bir çelişkiye düşmektedir.

Bakınız, 23 Nisan 2008, Milliyet gazetesinde Erzurum Kasaplar Odası Başkanı Kenan Ejder şöyle diyor: “Erzurum’un kırmızı et ihtiyacını karşılamak için başka illerden kasaplık hayvan getirmek zorunda kaldık.”

Sayın milletvekilleri, sözü edilen il Erzurum, hayvancılığın merkezi. Bu il yıllarca böyle oldu. Bugün gelinen noktaya bakın, yazıklar olsun! (AK Parti sıralarından “Sana yazıklar olsun!” sesi)

Evet, bana yazıklar olsun, çünkü doğruları söyleyip sizleri uyandırmaya çalışıyorum sevgili arkadaşlarım.

AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) – Sen yalan bulamazsan doğru söylersin!

GÜROL ERGİN (Devamla) – Bir daha söylesene, ne söyledin? Söyle söyle, ağzının payını vereyim şurada. Söyle!

BAŞKAN – Sayın Ergin, Genel Kurula hitap edin lütfen.

GÜROL ERGİN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bugün Türk tarımının, bugünkü Sayın Bakanın bulunduğu Bakanlıktan umudu kalmamıştır. Başka bir çıkış yolu yoktur. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ergin.

GÜROL ERGİN (Devamla ) – Bir teşekkür edeyim efendim.

BAŞKAN – Hiç yapmadım bugüne kadar, çok teşekkür ederim Sayın Ergin. (CHP sıralarından alkışlar)

Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural’da.

Buyurun Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür Ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekilleri, Tarım Ve Köyişleri Bakanı hakkında verilen gensoru önergesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini paylaşmak üzere huzurlarınızdayım. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına hepinize saygılarımı sunuyorum. Bu vesileyle, son günlerde ülkemizin, birliğimizin bütünlüğümüzün uğruna şehit olan kahramanlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve Türk milletine başsağlığı diliyorum. Hükûmeti, PKK terör örgütünün bertaraf edilmesi için 507 milletvekilinin ortaya koyduğu iradenin gereğini yapmaya davet ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanı hakkında 27 milletvekiliyle verdiğimiz gensoru, sadece bir Sayın Bakan hakkında sırf siyasi mülahazalarla verdiğimiz bir önerge değildir. Aslında, AKP’nin altı yıl boyunca uyguladığı tarım politikalarının sonucunda yok sayılan ve yok edilen tarım sektörü, çiftçilerimiz, köylülerimiz adına verilmiştir; bu ülkenin üretim gücünü, emeğini, toprağını kullananların adına verilmiştir. Bu gensoru “Ananı da al git.” denilen çiftçilerimiz adına verilmiştir. Bu gensoru “Gözünüzü kara toprak doyursun.” denilen köylülerimiz için verilmiştir. Bu gensoru, tarlasını ekemeyen, ektiğini biçemeyen, biçtiğini satamayan, sattığıyla doyamayan üreticilerimiz adına verilmiştir. Bu gensoru, yoksulluk girdabı içinde bulunan vatandaşlarımızı karaborsacıların, spekülatörlerin eline teslim eden politikalara karşı verilmiştir.

Çok değerli milletvekili arkadaşlarım, verdiğimiz gensorunun konusu, her birinizin ilinizde ve yörenizde, içinde bulundukları durum hakkında çiftçilerimizin sizlere yönelttikleri haklı serzeniş ve şikâyetlerdir. “Ürünümüz para etmiyor, mazota her gün zam geliyor, elektrik borcunu ödeyemiyoruz, köyümüzün hepsine haciz geldi, gübre kullanamaz duruma geldik, kredimizi ödeyemiyoruz.” diye ortaya koydukları bu şikâyetler milletvekillerimizin ya her an kulağında ya da her an kendilerine yazılan bir mektupta dile gelmektedir.

Gensoruyu verme amacımız, tarım kesiminin içine düşürüldüğü bu vahim durumu ve vatandaşlarımızın son aylarda geçim sıkıntısının ağır baskısı altında hızla artan gıda fiyatlarını milletimizin yegâne iradesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde dile getirmek ve bu konuda yapılan uygulamaların verdiği sonuçların sorumlularının hesap vermesini sağlamaktır.

Ülkemiz tarımını bu duruma sokan politikaları uygulayan Hükûmet hakkında 22’nci Dönemde bin doksan yazılı soru, yüz seksen yedi sözlü soru yöneltilmişti. 23’üncü Dönemde Sayın Bakana yöneltilen yazılı soru iki yüz on yedi, sözlü soru da altmış altı olmuştur ancak AKP döneminin tarım politikaları ilk defa bir gensoru önergesiyle sorgulanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, tarım, gelişmişlik düzeyine bakılmaksızın bütün ülkeler için hayati bir öneme sahip, vazgeçilemez stratejik ve hassas bir sektördür. Millî gelire önemli katkıları yanında, genellikle toplumun gelir düzeyi en düşük kesiminin üretici olarak yer aldığı ve geçimini sağladığı tarım ürünleri itibarıyla hayatı devam ettirmenin en önemli kaynağıdır.

Ülkemiz ekonomisi, sosyal dokusu, nüfus yapısı, coğrafyası, jeopolitik konumu ve yapısal sorunlarıyla tarımın sağlayabildikleri bir arada düşünüldüğünde sektörün Türkiye için önemi ve vazgeçilmezliği daha kolay anlaşılabilir. Ülkemizde maalesef tarımda sorunların özüne inen, sürdürülebilir ve üretken politikalar yerine, temelsiz, yanlış empoze edilmiş, günübirlik siyasi avantaj sağlamaya yönelik politikaların uygulanması neticesinde sektör olarak tarım rekabet gücünü geliştirememiş, dünya ölçeğinde de ekonomik gelişmesini tamamlayamamıştır. Özellikle son beş yılda AKP’nin kendi politik tercihleriyle tarım kesimi yokluğa mahkûm edilmiştir. İşte, bugün, 2007 yılında tarım kesiminde yüzde 7,3’lük bir düşüş, aslında tarım kesiminin içine geldiği durumu gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır. 2002 yılında yüzde 6,9 büyüyen tarım kesimi, 2003 yılında yüzde 2,5 küçülmüş ve bugün geldiğimiz bu noktada da tarım kesimine uygulanan politikalar neticesinde ekonomik büyümeye sektörel katkıları itibarıyla tarım kesimi maalesef büyük bir düşüşe geçmiştir. Tarım sektörüne ait 2007 yılı birinci üç aylık dönemde 2,9 öngörülen büyüme, ikinci üç aylık dönemde 2,1’lik bir küçülmeye, biraz önce ifade ettiğim gibi, 7,3’lük de bir küçülmeye uğramıştır. İşte, bu, aslında, istikrarlı bir şekilde tarım kesiminin nasıl yokluğa mahkûm edildiğini ortaya koymaktadır.

Hayvancılık üretiminde de ilk üç aylık dönemde yüzde 2,6, ikinci dönemde yüzde 0,9’luk bir büyüme olduğu hesaplanmıştır. Şimdi, tarımda büyüme değil, yüzde 7,2’lik-3’lük bir küçülmenin olduğunu dikkate alırsak, aslında, bugün, burada, tarım kesimiyle ilgili başka sözlere de ihtiyaç olmadığı kanaati taşıyorum. Gerçekten bu dramatik düşüş, bugün, biraz sonra ifade edeceğimiz tarım kesimine uygulanan politikaların âdeta tabii bir sonucu olmuştur.

2002 yılında tarım, avcılık, ormancılık üretimi 1998 fiyatlarıyla 8,6 katrilyon iken, bugün 8,7 katrilyon olmuştur. Görüldüğü gibi, AKP döneminde tarım kesimi 1998 fiyatlarıyla bile yerinde saymıştır.

Sayın milletvekilleri, ülkemizin rekabet gücünü ancak sahip olduğumuz kaynakları daha verimli kullanmakla sağlayabiliriz. Ülkemizin coğrafi konumu, yapısal durumu, fiziki şartları önemli kaynaklarımızdır. Ancak, AKP, bu kaynakları kullanmak yerine tarım kesimini bir yük olarak, yük kabul ederek geliştirdiği politikalarla stratejik bir tercih hatasına düşmüştür. Tarım kesiminin istihdam içindeki payını düşürmeyi AB yolunda bir hedef olarak gören AKP, maalesef, bunu sektörel yapısal dönüşümle sağlamak yerine yıkımsal dönüşümü tercih etmiş ve tarım kesimi âdeta yokluğa mahkûm edilmiştir. Üreticiyi üretimden uzaklaştırmaya dayalı politikalar hâkim olmuştur. Zaten bu anlayış, Erzurum’da Kasım 2004’te “Bu millet yatıp kalkıp sizi mi besleyecek?” Burdur’da Şubat 2004’te “Pancarı bırak medeniyete bak.” Türkiye Büyük Millet Meclisinde 25 Mayıs 2005’te “Toplumun bir kesiminden alıp diğer bir kesimine farklı gerekçelerle verme mantığı geçmişte kalmıştır.” diyen Sayın Başbakanın ifadeleriyle ortaya konmuştur. Maalesef bu zihniyet, AB sürecinde de, 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi’nde, tarımın, kalıcı kısıtlamalarla pazara girmesini engelleyecek dayatmaları kabul ederek bakış açısını ortaya koymuştur. Nitekim Sayın Başbakan “Biz AB’ye yük olmak değil, AB’nin yükünü taşımak istiyoruz.” diyerek AB çiftçisinin yükünü de çiftçilerimizin üstüne yıkma hedefini ortaya koymuştur.

AKP işbaşına geldikten sonra ortaya koyduğu Acil Eylem Planı’nda “Tarım konusunda farklı çözümler konusunda IMF’yle görüşmeler yapılacaktır.” demiş olmasına rağmen maalesef IMF politikalarına ve isteklerine teslim olmuş ve tarım kesimi, kendi politik tercihleri de yokluğa mahkûm edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, AKP döneminde çiftçinin ürettiği ürün fiyatlarının enflasyondan çok düşük olarak belirlenmesi, girdi fiyatlarının ise enflasyonun çok üzerinde olması nedeniyle gerçekten Türk tarımı ve çiftçilerimiz çok zor durumdadır. Bu durumda, en az, tarımsal desteklerin çiftçinin kayıplarını telafi edecek biçimde artırılması gerekirken, AKP Hükûmeti reel manada bu destekleri artırmamış, gayrisafi millî hasıla içindeki payını düşürmüş, tarım kesimini koruyamamıştır. 2002 yılında gayrisafi millî hasıla içerisinde tarımsal desteklerin oranı binde 80 iken, bugün 2007’de, bu düşen ekonomik tablo içerisinde açıkçası binde 6’ya kadar düşmüş durumdadır.

İşte, çiftçilerimize verilen bu destekler bile açıkçası sürekli olarak geciktirilerek yapılmakta ve kendi alacakları için icra başlatan Hükûmet, çiftçi alacaklarına gelince sürekli olarak ertelemekte ve mazeret olarak da nakit akışını göstermektedir. Bu konuda Sayın Bakana yöneltilen çeşitli yazılı soru önergelerine Sayın Bakan maalesef kaçamak cevap vermekte ve çiftçi alacaklarının zamanında ödenmesine mazeret uydurmaktadır. 2005, 2006, 2007 yıllarına ait hak edilen destekleme ile o yılda ödenen desteklemelere karşılık Sayın Bakan sadece global rakamları vermekle yetinmektedir. Yine süt teşviki alması gereken üretici sayısı ve destek miktarı sorulurken Sayın Bakan sadece, hangi ilde ne kadar destek verildiğini ortaya koymak yerine, genel rakamları vermiş, ondan sonra da “Geri kalanını da süt teşviki adı altında 2008 yılındaki nakit akışına göre ödeyeceğiz.” diyerek, yine, çiftçilerin alacakları konusunda geçiştirici cevaplar vermektedir.

Maalesef çiftçi alacakları bir kaynak olarak kullanılmaktadır. Zamanında ödenmeyen destekler, böylece, bilinçli olarak reel manada azaltılmıştır. Kasıtlı bir politikayla ödemelerin geciktirilmesi istisna olmaktan çıkartılmış, kural hâline gelmiş ve böylelikle, çiftçinin destekleri hazinenin kullandığı bir kaynak hâline dönüşmüştür. Bu bakımdan, eğer, çiftçilerimizin bugün ödeyemediği sulama ücretinden dolayı haciz duruma düştüğünü dikkate alırsak, kredinin taksitini ödeyemediğinden dolayı tarlasını sattığını dikkate alırsak, bu alacaklarını ödemeyen Tarım Bakanlığının, aslında, çiftçiyi hangi duruma dönüştürdüğünü de gayet açıklıkla ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakan, 18 Ocak 2005’te, önümüzdeki süreçte tarımla ilgili nüfusu sanayi ve hizmet sektörüne aktaracaklarını ifade etmişti. Bu sözler, tarım kesiminde çalışanların karşılaşacağı musibetin âdeta habercisiydi. Tarımda yıkım başlamış, istihdam azalmış, köyünden göç eden vatandaşlarımız iki torba kömüre muhtaç bırakılmıştır.

Türkiye İstatistik Kurumunun 2006 verilerine göre ülke nüfusunun yüzde 31’i geçimini tarımdan sağlamaktaydı. Ocak 2008 verilerine göre ise nüfusun yüzde 23,2’si tarımdan geçimini sağlamaktadır. Tarımdaki istihdam 2004 yılında 7,4 milyon, 2006 yılında 5,8 milyon, 2007 yılında ise 4,6 milyon kişi olmuştur. Açıkçası görülmektedir ki tarım istihdamında son üç yıllık düşüş 2,8 milyon kişi olmuştur. Bu sonuç, yıllar itibarıyla belirli bir düzeyde görülen tarım istihdamındaki düşüşün 2005-2007 yıllarında tarımdan büyük bir kaçışa dönüştüğünü göstermektedir. Bu ölçüde ve bu kadar kısa sürede meydana gelen bu terk edişin ortaya çıkaracağı sosyal ve ekonomik faturanın çok ağır olduğu açıktır. Sadece 2007 yılında tarımda istihdam 527 bin kişi azalmıştır. AKP döneminde tarımdan kaçan nüfus yüzde 38 olmuştur.

Sayın milletvekilleri, maalesef tarımdan kaçan nüfus, sektörel gelişmeler de sağlanmadığı için fakirleşme giderek artmış ve nitekim kırsal kesimde harcama esaslı nispi yoksul sayımız 1 milyon 760 bin kişi artmıştır AKP döneminde. Diğer bir ifadeyle, tarım ve hayvancılık kesimi olmak üzere kırsal kesimde yaşayanların 2002 yılında sahip oldukları varlıkların üçte 1’i ellerinden alınmıştır. Ellerinden üretim gücü alınan, yurdundan, toprağından koparılan vatandaşlarımız “sosyal yardım” adı altında, bilerek ve istenerek kömüre, patatese ve soğan yardımına muhtaç duruma düşürülmüştür. Bu tablo karşısında çiftçilerimiz ve tarım kesimimizin tamamına yakını yoksulluk sınırı altında bir millî gelire sahiptir.

Sayın milletvekilleri, AKP, seçim beyannamesinde çiftçilerin istikrarlı ve yüksek gelir elde etmesini sağlayacak politikaları vadetmişti. Ancak bugün ortaya gelinen bu tablo, 2002-2006 ve özellikle 2007 yılında ortaya çıkan ürün fiyatları mukayese edildiğinde, mesela Anadolu kırmızı sert buğdayda 2006’daki düşüş 2002’ye göre eksi 164, reel manada düşüş. 2007’yi aldığınız zaman bu yüzde 182’ye çıkmaktadır. Mısırdaki ürün fiyatı düşüşü 2002’de 2006’ya göre yüzde 133’tür, pamuk yüzde 214’tür. İşte, böyle istikrarlı bir gelir elde etmesini hedefleyen bir vaatle iktidara gelenler, bugün tarım kesiminin ürünlerini maalesef ucuza kapatmanın ve bunları da açıkçası birtakım holdinglerin ya da yurt dışı destekli grupların eline bırakmanın politikalarını takip etmişlerdir.

AKP döneminde, özellikle Toprak Mahsulleri Ofisi ve piyasa ağırlıklı ortalama hububat fiyatları açısından üreticilerin önemli bir reel kayba uğradığı görülmektedir. Bu bakımdan, bu yapılan mukayese içerisinde ayçiçeği, tütün, pamuk, şeker pancarı, kuru üzüm, buğdayı dikkate aldığımız zaman 2002-2006 yıllarında bu üreticilerin kaybı 7,5 katrilyondur. 7,5 katrilyon, sadece, ürün fiyatının 2002’ye göre düşük verilmesinden kaynaklanmıştır. Bir taraftan ürünler düşük fiyatla, maalesef, veriliyor, diğer taraftan da girdi fiyatları çok yüksek miktarda artmıştır.

Bakınız, gübre fiyatlarında 2006 ve 2007’yi dikkate aldığımızda, 2002 yılına göre yüzde 120 oranında gübre fiyatlarında artış vardır. Son, açıkçası 2007 yılındaki artışlar yüzde 35’le yüzde 80’e gelmiştir.

Tohumluk fiyatlarındaki, akaryakıt fiyatlarındaki artışların hepsi, maalesef, tarım kesiminin girdi fiyatları, üretici fiyatlar endeksi olan yüzde 65,7’nin -AKP döneminin- çok üzerinde olmuştur.

2007 yılında DAP gübresindeki fiyat artışı yüzde 109, amonyum nitratta yüzde 85, ürede yüzde 48, amonyum sülfatta yüzde 96 olmuştur.

Sayın milletvekilleri, bugün, aslında işbaşında olan Hükûmet, “Özellikle çiftçilerimizin rahatlamasını sağlamak için öncelikli olarak mazot gibi kalemlerde ağır vergiler azaltılacak.” diye gündeme getirdi, böyle  vaatlerde bulundu ve maalesef, 60’ıncı Hükûmetin göreve başladığı zaman kırsal motorinin fiyatı 2,31 YTL idi, bugün motorinin fiyatı 3 YTL’dir; artış oranı yüzde 29,8’dir. AKP göreve geldiğinde motorin 1,2 YTL idi, şimdi 3 YTL olduğuna göre, artış oranı yüzde 150 olmuştur. 2002’de benzinle motorin arasındaki fark 21,8 idi, bugünkü fark ise yüzde 13’e kadar düşmüş bulunmaktadır. Kırsal kesimde 1,5 milyar litre motorin kullanılmaktadır. 2002 yılında çiftçilerimiz motorine 1,8 katrilyon para öderken bugün 4,5 katrilyon ödemektedir.

2006’da Türkmenistan’da mazotun litresi 1 sent, ABD’de 69 sent, Çin’de 106 sent, Polonya’da 130 sent, Fransa’da 133 sent, Türkiye’de ise 162 sent olmuştur. Türkiye, 171 ülke arasında en pahalı mazotu kullanan 5’inci ülke konumundadır.

Sayın milletvekilleri, bu tablo, aynı zamanda, aslında başka verilerle de desteklenebilir. Özellikle tarımda mekanizasyon teknolojinin kullanılması, bu tarım kesiminin içine düştüğü durumu göstermesi bakımından da son derece enteresandır. Zaman zaman traktör satışlarını gündeme getiren Sayın Başbakan… 1999-2002 arasında traktör artış sayısı 46 bin iken 2003-2006 arasında traktör artışı sadece 40 bin olmuştur. Bu dönemde traktör sayısı 6 bin azalmıştır.

Diğer taraftan, tarımsal alet ve makine sayısı mukayese edildiğinde, 1999-2002 arasında toplam tarımsal makine ve alet sayısı 444 bin adet artmışken 2003-2006 arasında bu artış sadece 358 bin adet olmuştur. Dolayısıyla, tarım kesimi mekanizasyondan da giderek uzaklaşmaktadır.

Bu politikalar sonunda çiftçinin satın alma gücü azalmıştır. Buğday üreticisi 1 kilo tohum almak için 2002 yılında 880 gram buğday satarken 2007 yılında 1,67 kilogram buğday satmak durumunda kalmıştır.

2002 yılında buğday üreticisi 3,5 kilo buğday satarak 1 litre mazot alabilirken 2007 yılında 6,8 kilogram buğday satarak ancak 1 litre mazot alabilmektedir.

Çok değerli milletvekilleri, tabii, üretim kesiminde özellikle üreticinin bu şekilde perişan edilmesine karşılık, maalesef, tüketim kesiminde de buna mukabil, piyasa, spekülatörlerin ve karaborsacıların eline geçmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural.

OKTAY VURAL (Devamla) – İşte, pirinç ve buğdayda yaşadıklarımız karşısında çiftçilerin elindeki ürüne para vermeyen Hükûmet, maalesef, piyasayı spekülatörlerin, haksız kazanç elde etmek isteyenlerin insafına terk etmiştir. Oysa Toprak Mahsulleri Ofisinin, kanun gereğince verilen görev gereği bu piyasayı regüle etmesi gerekmekteydi.

Şimdi, Sayın Bakan, bu fiyat artışlarını spekülatörlere bağlarken aynı zamanda ihbar edilmesini istemiştir. Peki, soruyoruz burada: Acaba sizler bu spekülatörlerin kimler olduğunu bilmiyor musunuz, kimlerin elinde pirinç olduğunu bilmiyor musunuz? Devlet bunu bilmez mi, bilmesi gerekmez mi? E, bu durumda size düşen görevi yapmıyorsunuz, ama bu görevi vatandaşa havale ediyorsunuz.

Bu bakımdan, özellikle son dönemlerde gerek çiğ süt fiyatlarındaki düşüş ama buna mukabil peynir ve tereyağındaki toptan ve perakende satış fiyatlarındaki artışlar, Türkiye’de tarım kesiminin spekülatörlere ve haksız kazanç beklentilerine sahip olanlara  terk edildiğini ortaya koymaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

OKTAY VURAL (Devamla) – Bu bakımdan, Tarım Bakanı hakkında verdiğimiz bu gensoru önergesi çiftçilerimiz adına verilmiş bir gensoru önergesidir. Bunu dinleyen çok değerli vatandaşlarımız -Sayın Bakan biraz sonra herhâlde cevap verecektir- herhâlde kendi içlerinden, bu verdikleri cevaplara “Bunları külahıma anlat.” diye cevap vermektedirler.

Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.04

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.18

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

(11/1) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Hükûmet burada.

Şimdi söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Sayın Gültan Kışanak’ta.

Buyurun Sayın Kışanak.

DTP GRUBU ADINA GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Bakanı Sayın Mehdi Eker hakkında verilen gensoru görüşmeleri hakkında Demokratik Toplum partisinin görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum. Şahsım ve Partim adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ancak konuyla ilgili görüşmeme geçmeden önce, önceki akşam Sakarya’da yaşanan talihsiz gelişmeye dikkat çekmek istiyorum ve Parlamentomuzu ülkemizde halklarımızı karşı karşıya getirtmek üzere tezgâhlanan bu tür senaryolar karşısında sorumluluk almaya davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bir taraftan IMF politikaları, bir taraftan da bu politikalara teslim olmuş AKP Hükûmetinin öngörüsüz ve başarısız yönetimi bugün ülkemizi bir kez daha ekonomik krizin eşiğine getirmiştir.

IMF daha önce de Türkiye’yi krizlere sürüklemişti. Bunlardan 2001 krizi sonrasında tarım sektöründe yüzde 6,1 oranında küçülme yaşanmıştı ve TÜİK’in verilerine göre tarımdaki küçülme 2007 yılında yüzde 7,3 oranında gerçekleşmişti. Fakat şimdiye kadar gizlenen ve ötelenen kriz artık görmezden gelinemeyecek kadar ağırlığını hissettirmektedir ve kriz artık dar gelirli vatandaşın canını yakmaya başlamıştır. Hükûmet ise hâlâ enflasyonun yüzde 8’ler civarında olduğunu ileri sürerek gerçekleri gizlemeye çalışmaktadır. Ancak, bu durum Türkiye'nin “en adaletsiz gelir dağılımına sahip olan ülke” unvanını gizlemeye yetmemektedir.

Hâlâ, Türkiye’de enflasyon hesaplanırken gelir gruplarının harcama güçleri arasındaki fark dikkate alınmamaktadır ve temel tüketim ürünlerindeki fiyat artışları, toplumun çok az bir kesiminin kullandığı ürünlerdeki fiyat hareketlilikleriyle kamufle edilmektedir.

TÜİK dört yüz yirmi beş mal ve hizmetin fiyatını takip ediyor. Ancak, bunların çok büyük bir kısmı alt ve orta gelir dilimindeki yurttaşları ilgilendirmeyen mal ve hizmetlerden oluşuyor. Dar gelirli yurttaşlarımızı ilgilendiren en temel iki gösterge olan ekmek ve kiralardaki artış yüzde 20’yi bulmuştur. Bu durum bile aslında gerçek enflasyonun yüzde 20’lerden az olmadığına işaret etmektedir.

2007 yılında gıda fiyatlarındaki artış yoksul, dar gelirli halkın, işçinin, emekçinin, emeklinin ne kadar zor durumda olduğunu ortaya koymaktadır. Beyaz peynirin fiyatı 2007 yılında yüzde 90, elmanın yüzde 53, domatesin yüzde 40, yumurtanın yüzde 32 artmıştır. Ekmekteki yıllık ortalama fiyat artışı yüzde 18, makarnadaki yıllık ortalama fiyat artışı ise yüzde 20 olmuştur.

Değerli milletvekilleri, temel gıda ürünlerinin fiyatlarındaki artışın mutfaklarda başlattığı yangın önümüzdeki aylarda daha da alevlenecektir. AKP Hükûmeti, toplumun sağlıklı ve yeterli gıda ihtiyacını temin etme sorumluluğunu yerine getirebilecek politikalara sahip değildir. Geçen yıl yaşanan kuraklık nedeniyle alınması gereken önlemler alınmadığı için bugün pirinç ve buğday arzında ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Bırakalım önlem almayı, hatta izlenen politikalarla halk spekülatörlerin insafına terk edilmiştir. Tarım sektörü 2007’de yüzde 7,3 küçülmüştür. 1 milyondan fazla kişi işini kaybetmiştir. Kuraklığın yanı sıra Hükûmetin izlediği politikaların da bu tabloda çok önemli bir rolü olmuştur. Aynı yaklaşım devam ettiği için tarım sektörünü 2008 yılında daha zor günler beklemektedir.

Değerli milletvekilleri, son derece kurak olan 2006-2007 tarım yılının aksine 2007-2008 tarım yılı ülkenin genelinde normal yıllara yakın yağış ve sıcaklık değerleriyle seyretmektedir. Ancak Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Gaziantep ve Kahramanmaraş illerimizde yağış ortalamalarında olağan yıllara göre yüzde 70’lere varan bir düşüş kaydedilmiştir. Bu kuraklık bir taraftan bölge üreticisinin yaşamını daha güç hâle getirmekte, diğer taraftan Türkiye’nin, başta mercimek olmak üzere hububat üretiminde ciddi sorunlar yaşayacağına işaret etmektedir. Bölge illerinde, kuru tarım alanlarında ürün veremeyeceği kesinleşmiş olan tarlalara hayvanlar salınmaya başlanmıştır. Bingöl, Bitlis, Siirt, Hakkâri, Muş, Van ve Şırnak illerinde ise önümüzdeki on günlük süre içerisinde yağış olmazsa hâlen hüküm süren kuraklık tablosu daha da derinleşecektir. Bu durum bir taraftan yöre üreticisini zor durumda bırakırken diğer taraftan da Türkiye’nin tarım ürünlerinde ciddi sıkıntılar yaşamasına neden olacaktır. İzlenen politikalar nedeniyle Türkiye, son yirmi yılda, baklagil ürünleri ekim alanlarının neredeyse yarısını yitirmiştir. Buna paralel olarak üretim miktarı 2,2 milyon tondan 1,6 milyon ton düzeyine düşmüş, 2007 yılında yaşanan kuraklıkla bu durum daha da düşerek 1,3 milyon ton dolayında olmuştur.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Türkiye’nin en önemli tahıl üretim merkezlerindendir. Bu yıl yaşanan kuraklık nedeniyle, normal üretim, yıllara göre buğday üretiminde 2,5 milyon ton, arpa üretiminde 1 milyon ton, kırmızı mercimek üretiminde 271 bin ton üretim kaybının yaşanacağı tahmin edilmektedir. Diğer bölgelerin geçen yıllara göre daha iyi üretim koşullarına sahip olması nedeniyle, Türkiye genelinde buğday ve arpa üretiminde belki ciddi sıkıntı yaşanmayacaktır ancak normal yıllardaki 580 bin tonluk kırmızı mercimek üretiminin neredeyse yarısı olan 271 bin tonluk üretimin kaybedilmesi, iç piyasada ve tüketici fiyatlarında ciddi bozulmalara yol açacaktır. Nitekim, daha şimdiden kırmızı mercimek fiyatları geçen yılın nisan ayına göre yüzde 133 oranında artmıştır.

Bu çerçevede, zaman geçirilmeksizin, Toprak Mahsulleri Ofisi baklagil piyasasının düzenlenmesi için sorumluluk almalıdır. Hasat sırasında üreticinin ürününe yüksek fiyat verilerek kurumsal depolamaya gidilmeli ve hem çiftçinin mağdur olması önlenmeli hem de spekülatörlere meydan verilmemelidir. Aksi takdirde, hasattan hemen sonra fiyatlar beklenmedik oranda yükselecek, dar gelirli yurttaşların mutfağındaki yangın daha da körüklenmiş olacaktır.

Bölgede yaşanan kuraklıkla ilgili derhal önlemler geliştirilmeli ve çiftçinin mağduriyeti giderilmelidir. Çiftçi çok zor durumdadır. 1 kilogramlık gübrenin fiyatı 1,90 YTL, 1 litre mazotun fiyatı ise 2,98 YTL’ye çıkmıştır. Bir an önce, gübre ve mazot konusunda Hükûmet yüzde 50 oranında sübvansiyon politikası geliştirmelidir. Düşürülen doğrudan gelir desteği miktarları da yükseltilmeli ve taksitlendirilmeden, peşinen ve geciktirilmeden ödenmelidir. Bunlar yapılmaz, Hükûmet aynı politikalarına devam ederse korkarız ki kuraklığın üzerine bir de Hükûmetin yaratmak istediği ikinci bir kuraklık gelecektir. Tarımsal ürünlerde meydana gelebilecek zararın büyüklüğü dikkate alınarak kuraklık doğal afet olarak nitelendirilmeli ve üreticiler bu kapsamda desteklenmelidir.

Değerli milletvekilleri, bölgede hayvancılık da çok zor günler yaşamaktadır. Küçükbaş hayvancılık bölgede ağırlıklı olarak göçebe yurttaşlarımız tarafından yapılmaktadır. Son yirmi beş yılda yaşanan şiddet ve çatışma ortamı nedeniyle, köylerin boşaltılması, yaylaların yasaklanması nedeniyle zaten küçükbaş hayvancılık bitme noktasına gelmişti. Bu yıl yaşanan kuraklık nedeniyle bölgede yaylaların, meraların ve otlakların da verimsiz olması hayvancılığı içinden çıkılamaz bir hâle getirmiştir.

Kuraklığın hüküm sürdüğü bölgede arıcılar ve tek geçim kaynakları beslendikleri küçükbaş hayvanlar olan göçerler her yıl olduğu gibi bu yıl da yollara düşmüş ancak yayla yasakları nedeniyle perişan olmuştur. On binlerce küçükbaş hayvan ve yine on binlerce kovan arı yayla yasakları sürdürülürse telef olacak, sahipleri perişan olacak, bölge ekonomisi de zarar görecektir. Bu nedenle Bakanlığın acilen, kuraklığı da dikkate alarak hayvancılığın desteklenmesi yönünde bir politika geliştirmesi, hayvanların bir an önce yaylalara kavuşabilmesi için girişimde bulunması, yayla yasaklarını kaldırması, hayvan nakli için parasal destekte bulunması, özel idarelere ve il tarım müdürlüklerine bağlı yaylaların parasız tahsis edilmesi, köylere ve şahıslara ait yaylaların da bedellerinin karşılanması doğrultusunda bir politika geliştirmelidir.

Değerli milletvekilleri, bundan on beş yıl önce Diyarbakır, Batman, Bingöl, Siirt, Mardin gibi illerimizde köyler, evler, ekinler, ahırlar yakılıyordu. Bu illerin kırsal kesimlerinde yaşayan yurttaşlarımız batıya göç etmek zorunda kalıyordu. Bugün de başka bir yangın var. Kuraklık bölgeyi kavuruyor; tarlalar, bağlar, bahçeler kuruyor. Gerekli destek sağlanmaz ise yeni bir göç dalgasının yaşanması gündeme gelecektir.

Tarım, bölge için yaşamsal bir sektördür. Nüfusun yarıdan fazlası tarımdan geçimini sağlamaktadır. Tarım sektöründe yaşanacak bir kriz bölgede yaşamı dayanılmaz kılacaktır. Yedi yıldan bu yana iktidarda olan AKP Hükûmeti bölgedeki yoksulluğun önlenmesi için kılını kıpırdatmamıştır. Son birkaç aydır AKP Hükûmeti de geçmiş hükûmetler gibi GAP’ı ağzına almaya başlamıştır. Geçmiş hükûmetler kırk yıl boyunca GAP ile bölge halkını avutmaya çalışmış “Yatırım yapıyoruz, entegre proje geliştiriyoruz.” demişlerdir. Yaptıkları yatırımlar daha çok elektrik enerjisine yönelik olmuştur. Bir an önce bölgenin tarihî ve doğal yapısını tahrip eden enerji üretilerek Zeugma’yı, Halfeti’yi sular altında bıraktılar, şimdi de sıra Hasankeyf’te.

GAP’ın enerji yatırımlarının yüzde 85’i tamamlandı ve böylece Türkiye’de hidroelektrik santrallerden elde edilen enerjinin yüzde 76’sı bölgedeki barajlardan elde edilir oldu. Türkiye’de kişi başına elektrik tüketimi 202 kilovat saattir, bölgede ise sadece 75 kilovat saattir. Yani ne yaptınız? Enerjinin yüzde 75’ini Türkiye’nin on beş gelişmiş ili için ürettiniz yani GAP’ı bölge için değil gelişmiş iller için yaptınız. Peki, bu kırk yıllık dilinize pelesenk ettiğiniz GAP’ın sulama yatırımlarına ne oldu? Altı yıldır iktidarda bulunan AKP Hükûmetinin dönemi de dâhil olmak üzere, sadece ve sadece sulamada yüzde 15 oranında bir yatırım gerçekleşmiştir. Bugün bölge kavruluyor. Bugün ekinler, bağlar, bahçeler kuruyor. Bugün topraklar çatlıyor. Doğal bir afet olan kuraklık, bugüne kadar izlediğiniz yanlış politikalar nedeniyle zararları telafi edilebilmekten çıkarmıştır. GAP için öngörülen sulama projeleri hayata geçirilmiş olsaydı, bugün karşı karşıya kaldığımız kuraklık hem bölge hem de ülke ekonomisini bu kadar derinden etkilemeyecekti.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de mevcut sulanabilir arazinin yüzde 51’i GAP bölgesinde bulunmaktadır fakat AKP Hükûmetinin tarım politikalarına baktığımızda bu gerçeğe uygun bir yatırım politikası uygulamadığını görüyoruz. AKP Hükûmeti döneminde yapılan tarım yatırımlarının ancak yüzde 25’i bölgeye yapılmıştır. Bu Hükûmet döneminde Kocaeli iline yapılan tarım yatırımları yüzde 572 oranında artmıştır, Mersin’deki tarım yatırımları yüzde 390 oranında artmıştır, Samsun’da yüzde 172 oranında artmıştır, Diyarbakır’da ise sadece ve sadece yüzde 42 oranında artmıştır. Bu rakamlar, Tarım Bakanının Diyarbakırlı olması ve Diyarbakır milletvekili olması hâlinde bile değişmemiş, seksen yıllık ayrımcı politikanın değişmezliğini bir kez daha göstermiştir.

Değerli milletvekilleri, sizlere ülke gerçeklerini işaret eden bir örnek daha vermek istiyorum: Kocaeli’de sulanabilir toplam tarım arazilerinin yüzde 41’i devlet olanaklarıyla sulanabilir hâle gelmiştir, Diyarbakır’da ise sulanabilir arazinin sadece yüzde 7’si sulanabilmektedir. Yani, Diyarbakır’da sulanabilir tarım arazisinin yüzde 93’ü, hâlâ devletin yatırım politikalarındaki çarpıklığın ve ayrımcılığın giderilmesini beklemektedir.

Sayın Bakan “Kuraklık Allah’tandır.” diyerek kendinizi ortaya çıkan bu tablonun sorumluluğundan kurtaramazsınız. İnsanın doğadaki diğer canlılardan farkı, aklı ve yetenekleri sayesinde müdahil olmasıdır. İnsan çaresiz değildir, insan doğa koşullarına teslim olmaz, geleceğini planlayabilir, yönetebilir ve yaşanabilir bir hayat kurabilir. Bu nedenle bugün yaşadığımız tablonun sorumlusu doğa değil, sizlersiniz ve aynı zihniyetle dünyayı yönetmeye çalışanlardır. Bu zihniyet, doğaya da talancı bir yaklaşımla yaklaşmış, bugün dünyayı üzerine yüklenen yükü taşıyamaz duruma getirmiştir.

Ülkemizde yaşanan kuraklık, dünya genelinde emperyalist ülkelerin maliyetinden kaçındığı çevreci politikalara destek vermemelerinin de bir sonucudur. Aynen bu politikalar ülkemizde de uygulanmaya devam etmektedir. Biz diyoruz ki: Artık doğanın da insanların da bu çıkarcı, sömürücü, yok edici politikalardan çektiğine yeter, doğa da artık bu yükü taşımak istemiyor, insan da taşımak istemiyor. Bu yükü ortadan kaldırabilmek için “önce insan, önce doğa” diyen politikalar geliştirmeliyiz. Adaleti, eşitliği, paylaşımı esas alan politikalar geliştirmeliyiz. Bir taraftan IMF’nin direktifleri doğrultusunda izlediğiniz tarımda küçülme politikaları, bir taraftan da beceriksiz, kayırmacı siyaset anlayışınız nedeniyle tarım sektörü çökmek üzeredir.

Diyarbakır’dan bir iki somut örnek daha vermek istiyorum. Bugün susuz tarım alanlarında kimi yerlerde yüzde 100’e varan, kimi yerlerde ise yüzde 70-80 oranında kurumuş ya da kurumaya yüz tutmuş ekinler söz konusu. Bir çiftçinin dekara ortalama maliyeti 100 YTL iken, sattığı buğday geçen yıl dekara ortalama 140 YTL’dir.

Bu da şunu gösteriyor ki, çiftçi üç çalışırsa kazanacağı para bu yılki zararı zor karşılayacaktır. Çiftçiler tefeci faizlerinin ya da banka borçlarının batağında arazilerini kaybedeceklerdir. Başka geçim kaynakları olmayan ve başka iş imkânları bulunmayan bu kişiler, ne yazık ki yeniden göç yollarına düşmek seçeneğiyle yüz yüze kalacaklardır.

Buradan bir kez daha AKP Hükûmetine ve Tarım Bakanımız Sayın Mehdi Eker’e, karşı karşıya bulunduğumuz tablodaki sorumluluklarını görme çağrısı yapıyoruz ve bir an önce gerekli önlemleri alarak halkımızın ve ülkemizin yararına politikalar izlemeye davet ediyoruz.

Doğal felaketler önlenebilir felaketlerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kışanak.

GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Eğer biz insan eliyle yaratılan felaketlerden kurtulmayı başarabilirsek ve insan eliyle felaket yaratma politikalarından vazgeçebilirsek yaşanabilir bir dünya, yaşanabilir bir ülke her zaman mümkündür diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kışanak.

Şimdi sıra, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli’de.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun)  – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Tarım Bakanımız Sayın Mehdi Eker hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği gensoru üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, aslında, bu gensoru bize, AK Parti Hükûmetlerinin tarımı destekleme politikaları ile AK Parti öncesi hükûmet ya da hükûmetlerin tarım politikalarını karşılaştırma, değerlendirme yapma imkânı sunmaktadır. Bu yönüyle anlamlıdır, böyle bir imkânı bize sağlamıştır.

Değerli arkadaşlar, AK Partiden önce tarımı destekleme politikalarının temel omurgasını doğrudan gelir desteği oluşturmaktadır, yani, 2002’den önce, -2002 dâhil- daha doğrusu 2003’ten önce, o dönemdeki hükûmetler ağırlıklı olarak tarımı, tarım sektörünü doğrudan gelir desteği yöntemi kullanılarak desteklemişlerdir ve doğrudan gelir desteğinin toplam destek içerisindeki payı da yüzde 85’ler civarındadır. Yani, tarıma verilen 100 liralık desteğin yaklaşık 85 lirası doğrudan gelir desteği yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. 2002 yılında, AK Parti iktidara gelmeden önceki tablo budur.

Doğrudan gelir desteğinin bir özelliği var. Doğrudan gelir desteği ürüne değil, üreticiye değil, toprağa, toprak sahibi olmaya esaslı bir teşviktir, bir destektir, çünkü, dönüm başına belirli bir ödemeyi içermektedir. Doğrudan gelir desteğinde bir üst sınır vardır, 500 dönüme kadar olan arazi bu çerçevede destek kapsamına girmektedir ama uygulamada 500 yüz dönümden fazla arazisi olan kişiler bunu bir şekilde parçalamak yöntemiyle, suni olarak ve amacı aşacak şekilde parçalamak yöntemiyle bu imkândan faydalanmışlardır, yani bin dönümü olanlardan, 2 bin dönümü olanlardan.

Şimdi, tabii bu yönüyle bakıldığında, aslında son derece adaletsiz, son derece dengesiz ve tarımda planlı bir yönetime müsaade etmeyen, imkân hazırlamayan bir yöntemdir,  doğrudan gelir desteği yöntemi. Neden: Doğrudan toprağa veriyorsunuz, toprak sahibine veriyorsunuz. Haksızdır, adaletli değildir, çünkü küçük çiftçi ile büyük çiftçi arasında destek açısından herhangi bir fark gözetmemektedir. Yani küçük çiftçiye de sahip olduğu -örnek olarak söylüyorum- 10 dönüm arazi için belirlenen miktar değişmemek şeklinde destek verilmekte, 500 dönüme sahip olan bir kişiye de -çiftçi demiyorum- aynı rakam uygulanmak suretiyle destek verilmektedir. Bu yönüyle son derece adaletsizdir ve planlamaya da imkân sağlamamaktadır. Yani selektif bir tarım politikası uygulama imkânını ortaya çıkarmamaktadır. Neden: Çünkü ürün desteği söz konusu değildir, kredi sübvansiyonu söz konusu değildir, sadece ve sadece toprak sahibi olma üzerine oturan bir sistem olduğundan dolayı planlı bir tarım politikasına imkân sağlamamaktadır.

Şimdi, belki şu soru akla gelebilir: Doğrudan gelir desteği, ne zaman uygulamaya konuldu? Doğrudan gelir desteği 2000 yılında 57’nci Hükûmet döneminde uygulamaya konulan bir destekleme politikasıdır ve ilk defa uygulamaya konulması 17’nci stand-by anlaşması çerçevesinde IMF’ye gönderilen 9 Aralık 1999 tarihli niyet mektubunda ortaya konulmuştur. 9 Aralık 1999 tarihli niyet mektubu ve bu niyet mektubunun ilgili bölümlerini aynen sizinle paylaşmak istiyorum; 57’nci Hükûmet, IMF’ye gönderdiği bu mektupta diyor ki: “Reform programımızın orta vadeli amacı, var olan destekleme politikalarını safhalar hâlinde -yani kademe kademe- ortadan kaldırmak ve fakir çiftçileri hedef alan doğrudan gelir desteği sistemiyle değiştirmektir.” Yani Hükûmet diyor ki: “Biz doğrudan gelir desteği dışındaki tüm tarımı destekleme politikalarını kademe kademe ortadan kaldıracağız, onun yerine sadece ve ağırlıklı olarak doğrudan gelir desteği politikasını ikame edeceğiz.” Aynen okuyorum ifadelerini. Devam ediyorum. Ve bununla bağlantılı: “57’nci Hükûmet, çiftçilere verilen kredi sübvansiyonunu safhalar hâlinde tedricen ortadan kaldıracaktır.” Kredi sübvansiyonu… Bunun anlamı şu: Yani, eğer çiftçi kredi kullanacaksa, piyasa faiz oranı neyse -o dönemde yüzde 50-60 civarındaydı- o rakam üzerinden kullanacak. Hükûmet IMF’ye söz veriyor, taahhütte bulunuyor: “Ben, önümüzdeki dönemde kademe kademe, çiftçiye verilen sübvansiyonlu, destekli ucuz kredileri ortadan kaldıracağım.” diyor. Aynen böyle 9 Aralık 1999 tarihli niyet mektubunda.

Ve bir şey daha söylüyor bakın, bu da çok önemli ve çok ilginç: “2000 yılı hububat destekleme fiyatları ve tahmin edilen dünya piyasa fiyatı arasındaki fark, tahmin edilen dünya CIF piyasa fiyatının yüzde 35’inden fazla olmayacak…” Destekleme ürün fiyatlarına çok ciddi anlamda bir sınırlama getiriyor. “…ve 2001 yılında bu fark daha da azaltılacak.” Yani, destekleme kademe kademe azaltılacak. IMF’ye gönderilen niyet mektubu. Verilen söz nedir: Tarımdaki bütün destekler kaldırılacak. Kredi destekleri de kaldırılacak. “Kaldıracağız.” diyor 57’nci Hükûmet. “Onun yerine sadece doğrudan gelir desteğini ikame edeceğiz.” Ve gerçekten 57’nci Hükûmet bu sözünü tuttu. Kademe kademe, doğrudan gelir desteği dışındaki tüm tarımı destekleme araçlarını, politikalarını ortadan kaldırdı, kademe kademe kaldırmaya başladı. Bu açıdan bakıldığında, 57’nci Hükûmet tarımın desteklenmesindeki araçların ortadan kaldırılması konusunda başarılı olmuştur ve IMF’ye verdiği sözü de yerine getirmiştir. Bu yönüyle gerçekten sözüne sadık bir hükûmet olduğunu da ispat etmiştir.

57’nci Hükûmetin kimlerden oluştuğunu da söylemeye gerek yok. Ancak, her konuşmalarında bizi IMF’den ya da Dünya Bankasından talimat almakla itham edenlere biraz önce okuduğum bu satırları ithaf ediyorum, bu satırları hatırlatıyorum değerli arkadaşlar.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Mazot fiyatları, mazot!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hiç kimse rahatsız olmasın, hiç kimse rahatsız olmasın. Eğer bunlar yanlış diyorsanız…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Yanlış, doğru değil.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ama diyemezsiniz, çünkü altında, bakın, onu da söyleyeyim…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Besicilere verdiğimiz desteği inkâr ediyorsunuz, süt ineklerine desteğimizi inkâr ediyorsunuz, yem bitkisine verdiğimiz desteği inkâr ediyorsunuz. Yanlış söylüyorsun.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – … altında, Recep Önal, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanının imzası var -57’nci Hükûmetin Hazineden sorumlu Bakanı- ve dönemin Merkez Bankası Başkanı Sayın Gazi Erçel’in imzaları var, inkâr etmeniz mümkün değil. Diyorsunuz ki… Bakın, bunu içinize sindirebiliyorsanız size söyleyecek hiçbir şeyim yok, hiçbir sözüm yok.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Çiftçiyi yollara döktünüz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hükûmet, yani 57’nci Hükûmet, çiftçilere verilen kredi sübvansiyonunu safhalar hâlinde, tedricen ortadan kaldıracaktır diyor mu, demiyor mu? Dediniz mi, demediniz mi değerli arkadaşlar? Söyleyin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Eline geçeni söyle.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Demedik diyebiliyor musunuz? Diyemiyorsunuz.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – İcraatı söyle. 18 milyon veriyorduk dönüm başına. Siz ne veriyorsunuz?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, biz, AK Parti iktidara gelmeden önce, doğrudan gelir desteğinin haksız, yanlış, adaletsiz bir destekleme politikası olduğunu ve bunun mutlaka değiştirilmesi gerektiğini söyledik, defalarca söyledik ve iktidara geldikten sonra da kademe kademe azalttık.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kaç yıldır uyguluyorsunuz? Beş yıldır niçin uyguluyorsunuz o zaman?

GÜROL ERGİN (Muğla) – O projenin süresi bitti zaten, sen kaldırmıyorsun.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, 2002 yılında, toplam tarımı destekleme içerisinde doğrudan gelir desteğinin payı -biraz önce ifade ettim- yüzde 85 iken, bugün yüzde 30’un altına düşürülmüştür değerli arkadaşlar.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Projenin süresi bitti, çocuk mu kandırıyorsunuz? O projenin süresi bitti.

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Dinleyin, dinleyin; açıklıyor.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunun yanında, ürüne destek vardır, kredi desteği vardır, kredi sübvansiyon desteği vardır, hepsi vardır, selektif bir politika uygulama imkânı vardır.

Doğrudan gelir desteği sadece toprak ağalarının işine yarayan bir sistemdi değerli arkadaşlar. Toprak ağalarını daha da zengin eden…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sizin adamlar onlar.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Desteği siz getirdiniz…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Onların helikopterlerine siz biniyorsunuz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bizim adamımız olsa biz bu desteği kaldırır mıyız? Kaldırdık değerli arkadaşlar.

KADİR URAL (Mersin) – Beş senedir niye kaldırmadın o zaman? Beş senedir ne yaptın?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, size birtakım rakamlar vereyim.

KADİR URAL (Mersin) – Altı senedir niye kaldırmadın o zaman?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri… Sayın Durmuş… Sayın Ural…

KADİR URAL (Mersin) – Seni muhatap bile almıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Ural…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Doğrudan gelir desteğinin yüzde 51’ini çiftçilerin yüzde 17’si kullanmış. Doğrudan gelir desteğinin yüzde 51’lik rakamını çiftçilerimizin sadece yüzde 17’si kullanmış. İşte, bizden önceki hükûmetin, hükûmetlerin adaleti bu, adalet anlayışı bu değerli arkadaşlar, çünkü -biraz önce ifade etmeye çalıştım- toprak sahibini koruduğu için, daha çok toprağı olanı teşvik ettiği için, toprak ağalarına destek verdiği için yanlıştı bu, ama IMF’e söz verdiler “Biz bunu uygulayacağız, diğer bütün destekleri kaldıracağız.” dediler değerli arkadaşlar ve öyle yaptılar.

KADİR URAL (Mersin) – Onların helikopterleriyle gezdiniz siz! Onların arabalarıyla gezdiniz!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ama biz şimdi ne yapıyoruz…

KADİR URAL (Mersin) – Kaldırsaydın altı senedir! Ne yaptın?

BAŞKAN – Sayın Ural…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Toprak ağalarının desteklendiği bu politikayı terk ettik, daha da hızla terk etmeye devam ediyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ne zaman terk ettiniz ya!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Onun yerine gerçek çiftçiyi… Bakın, doğrudan gelir desteğinde bu ödeme yapılırken çiftçi olmasına da gerek yok. Adam İstanbul’da fabrikatör, yarıcılığa vermiş arazisini, 500 dönüm, hatta biraz önce söylediğim yöntemle bin dönüm arazisi var. Doğrudan gelir desteğini kim alıyor? İstanbul’daki fabrika sahibi alıyor, toprağın sahibi o.

CUMALİ DURMUŞ (Kocaeli) – Uygulama o değil, yanlış söylüyorsun!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Sistem bu değerli arkadaşlar, bunu nasıl savunursunuz?

GÜROL ERGİN (Muğla) – Bırak kardeşim…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, hata yapmış olabilirsiniz. Olabilir, insanlar hata yapabilir, hükûmetler de hata yapabilir ama hatanın üzerine gitmenin hiçbir anlamı yok değerli arkadaşlar. Çıkarsınız “Gerçekten hata yaptık, kusura bakmayın. Siz de düzelttiniz, teşekkür ederiz.” demeniz gerekir aslında. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Doğrudan gelir desteği ödemelerinin yüzde 49’unu da çiftçilerimizin yüzde 83’ü kullanmış değerli arkadaşlar. Yüzde 51’ini yüzde 17’si, yüzde 49’unu yüzde 83’ü. Böyle adaletsiz, böyle dengesiz bir sistem…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Çukurova’ya gidelim.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Biz bugün bu oranı, yani toplam tarım destekleme içerisinde doğrudan gelir desteğinin payını yüzde 30’un altına indirmiş bulunuyoruz. Doğrudan gelir desteği yöntemi, gerçekten selektif tarım destekleme politikasının uygulanmasına imkân sağlamaz.

Bakın, çok basit bir örnek vereceğim: Bu yöntem uygulandığı zaman, bir taraftan ihtiyacınız olan ürünü ithal etmek durumunda kalırsınız, bir taraftan ihtiyacınızdan fazla ürünü üretirsiniz. Ya stoklarsınız ya da 1994 ve 1995 yıllarında olduğu gibi yakarsınız. Çünkü doğrudan toprağa verildiği için, ürüne verilmediği için, çiftçiye verilmediği için böyle selektif, seçici bir politika uygulama imkânı yok. Bunun en ilginç örneği mısır, tütün ve pancardır değerli arkadaşlar.

Bakın, biz iktidara geldiğimizde, yani 2002 yılında, Türkiye’de mısır üretimi 2 milyon 100 bin tondur. Aynı yıl toplam mısır ithalatımız ise 1 milyon 179 bin tondur. Yine aynı yılda, hani bir tarafta mısırda çok ciddi bir açık var, üretimimiz toplam tüketimimizi karşılamıyor ve ithalat yapıyoruz.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Kardeşim, pamuk tarlalarına mısır ekildiği için mısır arttı. Pamuğun durumunu söyle.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ama, aynı yılda, yani 2002 yılında Türkiye’de 500 bin ton tütün stoku var. 2002 yılında, yine aynı yılda            1 milyon 570 bin şeker stoku var.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Pamuğu söyle, pamuğu…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Satamıyoruz, yani bunları çok fazla üretiyoruz, tüketimimizin ve ihracat potansiyelimizin üzerinde bir üretim söz konusu, hem tütün için geçerli -2002’yi konuşuyoruz- hem de şeker için geçerli.

Bir taraftan mısır açığımız var, ithalat yapıyoruz. Yani, kaynaklarımızı, bir taraftan mısır açığımız var, onu ithal ediyoruz, oraya yönlendirmiyoruz, kanalize etmiyoruz çünkü tarımı destekleme politikası buna imkân sağlamıyor, diğer taraftan da ihtiyacımızın üzerinde üretiyoruz.

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Niye yapmadınız?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ya yakıyoruz ya da stokluyoruz. Hepsinin çok ciddi anlamda maliyeti var. Nereden karşılanıyor? Bütçeden karşılanıyor, vatandaşın cebinden karşılanıyor.

Değerli arkadaşlar, bakın…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Yunanistan’dan tütün alıyorsun hemşehrim! Ayıptır, ayıp…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Hatta, öyle ileri gidilmiş ki 1994’te bu ülke 70 bin ton tütün yakmış değerli arkadaşlar!

OKTAY VURAL (İzmir) – Pamuk…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Pamuğu nereden alıyorsun?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 1995’te 17 bin ton tütün yakmış.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Siz de tavuğu yaktınız!

OKTAY VURAL (İzmir) – Pirinç…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Pirinci nereden alıyorsun?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunlar gerçekler.

OKTAY VURAL (İzmir) – Buğday…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Buğdayı nereden alıyorsun?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – İşte, bu mantığın ürünü hepsi bunların, bu mantığın ürünü.

OKTAY VURAL (İzmir) – Stokçulara gelin, stokçulara!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Üretelim… Neye göre üretelim? “Rastgele üretelim” mantığının ürünüdür değerli arkadaşlar.

OKTAY VURAL (İzmir) – Stokçulara gelin!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ama akılcı hareket etmek lazım. Ne yaptığınızı bilerek hareket etmek lazım. Attığınız adımın neye mal olduğunu, ne anlama geldiğini, ne gibi sonuçlar doğurduğunu bilerek hareket etmek lazım. Akıllı yönetmek lazım değerli arkadaşlar.

OKTAY VURAL (İzmir) – Stokçulara gelin, stokçulara!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi bakın, işte bu akıllı yönetimin sonucunda ne olmuş? Ha bunlar yapılırken de zorla yapmıyorsunuz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Stokçulara gelin! Vurgunculara gelin!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Yani çiftçimize şunu söylemiyorsunuz: “Sen kardeşim, tütün üretimini bırak, şeker pancarı üretimini bırak, mısır üret.” demiyoruz, teşvik ediyoruz ve teşvikler de o üründen diğer ürünün üretimine geçmesine yetecek kadar cazip oluyor. Biz bunu yapıyoruz, bu yöntemi kullanıyoruz ve bakın…

OKTAY VURAL (İzmir) – Onun için 2,8 milyon kişi tarımda istihdam azaldı.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bütün bu biraz önce söylediğim akıllı politikanın sonucunda mısır üretimi 2002’de 2 milyon 100 bin tondan, 2006’da 4 milyon tona çıkıyor değerli arkadaşlar.

MUHARREM VARLI (Adana) – Seneye bak, seneye.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ve mısır ithalatı 2002’de -biraz önce söylediğim- 1 milyon 180 bin tondan 2006’da 15 bin tona düşüyor değerli arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) İşte, akıllı yönetim budur. Burada çıkıp hamasi nutuklar atabilirsiniz, siyasette belli ölçülerde bunlar normal karşılanabilir ancak vatandaşlarımız bütün bunların hepsini dinliyor, hepsini görüyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Çiftçi “Külahımıza anlat” diyor!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Dolayısıyla, bakın…

MUHARREM VARLI (Adana) – Sen çiftçilikten ne anlarsın!

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Pirincin durumunu görüyoruz, mercimeği görüyoruz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …aynı şekilde mısır üretimimiz artıyor, mısır ithalatımız azalıyor, mısıra ödediğimiz döviz azalıyor. Diğer taraftan da…

MUHARREM VARLI (Adana) – Ne anlarsın sen!

BAŞKAN – Sayın Varlı…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …şeker stoku 2002’de 1 milyon tondan 2007’de 800 bin tona düşüyor değerli arkadaşlar. Tütün stoku 2002’de 450 bin tondan….

OKTAY VURAL (İzmir) – Pirinç stokçuları arttı.

MUHARREM VARLI (Adana) – Pirinç ne oldu, pirinç?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …2007’de 271 bin tona düşüyor. Doğrusu budur işte, olması gereken budur, uygulanması gereken doğru yöntem budur.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Kaçak ne kadar şeker olduğunu söyleyin.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunu inkâr etmek doğru değil değerli arkadaşlar.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Bulgura gel, bulgura.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Sadece o değil, bakın, çok konuşuldu, çok şeyler söylendi ve burada bir de teknik hata yapılıyor. Bazı arkadaşlarımız da söyledi, denildi ki: “Tarıma verilen desteğin gayrisafi millî hasıla içindeki payı düştü.” Bakın arkadaşlar, bu, elma ile armudun karşılaştırılmasıdır. Doğru karşılaştırma, tarıma verilen desteğin bütçe içindeki payının esas alınmasıdır. İki gerekçeyle: Bir, çünkü hükûmetler bütçe yoluyla birtakım politikaları yönlendirme imkânına sahiptirler. Ellerinde bütçe vardır, hükûmetin elinde maliye politikası aracı olarak veya diğer tüm destekleme aracı olarak kullanabileceği yegâne belge bütçedir, dolayısıyla, bütçe içindeki payına bakmak lazım. Yani önceki hükûmetler bütçeden tarıma yüzde olarak ne kadar pay ayırıyorlardı, AK Parti Hükûmeti ne kadar pay ayırıyor, buna bakalım: 2002’de Hükûmetin bütçeden ayırdığı pay o dönemde yüzde 1,56; 2003’ten itibaren kademeli, istisnasız bir şekilde AK Parti Hükûmetleri tarıma bütçeden çok daha fazla kaynak aktarmaya başlamışlar. 2003’te yüzde 1,8; 2004’te yüzde 2,3; 2005’te yüzde 2,32; 2006’da yüzde 2,69 ve 2007’de yüzde 2,75 değerli arkadaşlar. 2002’deki yüzde 1,56 seviyesinden, bütçe içindeki payı tarıma aktarılan kaynağın, desteğin bütçe içindeki payı 2002’de yüzde 1,56’dan 2007’de yüzde 2,75’e çıkmış. Neredeyse -bu reel artıştır nominal artış değildir yani enflasyondan arındırılmış bir reel artıştır bu- 2 katından fazla veya ona yakın bir artış söz konusudur, gerçek değerlendirme budur.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Köylü boşuna “külahıma anlat.” demiyor.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Neden gayrisafi millî hasılayı kullanamayacağımızın ikinci nedeni şu değerli arkadaşlarım: Bu sorunun cevabı çok basit çünkü gayrisafi millî hasılanın artış oranı…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Çiftçi buğdayı niye ekmiyor? Kastamonu’da ne kadar yer ekmişler?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …bütçenin artış oranından daha fazla. Bu, zaten bütün hükûmetlerin amacıdır, hedefidir. Neden? Bütün hükûmetler, geçmişte de devletin ekonomideki payının azaltılmasını hedeflemişlerdir, bunun azaltılması yönünde politikalar uygulayacaklarını söylemişlerdir. Ha, başarılı olamamışlardır, ayrı bir konu. Ancak, daha çok kaynağın özel sektöre bırakılması, daha çok verimli alanlara bu kaynakların gönderilmesi ve tatbik edilmesine imkân sağlamak amacıyla ekonomide kamunun payının azaltılması hedeflenmiştir, AK Parti bunu gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla, gayrisafi millî hasılanın artış oranı, bütçenin artış oranından çok daha fazladır.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Kutluyorum, sizi kutluyorum! Ne güzel anlatıyorsun masalları!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Eğer siz, tarıma ayrılan gayrisafi millî hasılanın payını hesaplamak istiyorsanız…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Ne güzel masal anlatıyorsun!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın, size bunun doğrusunu söyleyeyim:

1) Kamunun ayırdığı pay artı özel sektörün ayırdığı payı ilave edersiniz…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Kutluyorum, helal olsun size! Çok güzel anlatıyorsun!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bunu, hem 2002 yılı başındakini ilave edersiniz yani 2002 yılı başında devlet ne kadar tarıma destek vermiş, özel sektör tarıma ne kadar destek vermiş, bunu bir tarafa koyarsınız. Daha sonra, hangi tarihi karşılaştırmak istiyorsanız, diyelim 2007, o zaman devletin desteklediği rakamı koyarsınız, özel sektörün yatırım miktarını ilave edersiniz, bu iki rakamı karşılaştırırsınız. Eğer bu iki rakamda bir azalma söz konusuysa -oran olarak söylüyorum- bunu gayrisafi millî hasılaya oranlayabilirsiniz, o zaman haklı olursunuz. Ama, bu oranları, bu rakamları yaptığınız zaman göreceksiniz, görüyorsunuz, gayrisafi millî hasıla içinde bu anlamda baktığımız oranın payı yükselmiştir, tartışmasız bir şekilde yükselmiştir. Bütçe itibarıyla baktığında, Hükûmetlerimizin aktardığı pay yükselmiştir…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Kişi başına düşen paya aksetmiyor!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - …gayrisafi millî hasıla açısından bakıldığında da yine yükselmiştir, bunu burada koyalım.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Kişi başına 10 bin dolar düşüyor çiftçiye!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bir de nominal rakamlara bakalım değerli arkadaşlar, bazı arkadaşlarımız burada ifade ettiler: 2002 yılında tarıma aktarılan kaynak 1,8 milyar YTL’dir toplam. Kamunun, devletin tarıma aktardığı destekleme rakamı 1,8 milyar YTL. Şu anda ne kadar 2007 itibarıyla? 5,5 milyar YTL, yaklaşık 3 katı değerli arkadaşlar. Bunun yüzde 60’ını enflasyona çıkın, gerisi reel artıştır, gerçek artıştır. Bunu nasıl görmezden gelirsiniz, bunu nasıl yok sayarsınız değerli arkadaşlar ve bu aynı zamanda toprak ağalarına giden para değil.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Çiftçinin cebine delik açtınız!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Doğrudan gelir desteği yoluyla toprak ağalarına gönderilen paralar değil. Gerçekten çiftçilik yapan, gerçekten üreten insanlara aktarılan kaynaktır, yerini bulan kaynaktır. Doğal kaynak budur ve bunu da AK Parti Hükûmetleri gerçekleştiriyor değerli arkadaşlarım.

HASAN MACİT (İstanbul) – Çiftçi niye bağırıyor?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, bakın, tabii, burada, biz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sütçü niye sokakta, sütçü?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Değerli arkadaşlar…

BAŞKAN – Sayın Öztürk… Sayın milletvekilleri… 

Buyurun Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bakın, değerli arkadaşlar, ben –tabii, zamanım da kalmadı- birkaç önemli üretim rakamını da verip sözlerimi tamamlamak istiyorum.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Pirinci söylemediniz!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Bakın, buğday üretimi hep eleştiriliyor.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Bulguru demediniz!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 2002 yılında 19 milyon 500 bin ton buğday üretilmiş.

AKİF AKKUŞ (Mersin) - Acıpayam’da ne oldu, Acıpayam’da?

BAŞKAN – Sayın Akkuş…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - 2003 yılında 19 milyon tona düşmüş, 2004 yılında 21 milyon ton, 2005 yılında 21,5 milyon ton, 2006 yılında 20 milyon ton ve Türkiye, 2005 ve 2006 yılında 7,2 milyon ton buğday ihracatı yapmıştır dâhilde işleme rejimi çerçevesinde ve doğrudan ihracat rejimi çerçevesinde değerli arkadaşlar. 7,2 milyon ton -üretim fazlası- ihracat yapmıştır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Görev zararınız ne kadar arttı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 2007’nin özelliği olduğunu hepimiz biliyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – 3,5 katrilyon görev zararı…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – 2007 yılı gerçekten bütün dünyada ve Türkiye’de yoğun olarak kuraklığın yaşandığı bir dönemdir ve Hükûmetimiz de gerekli tedbirleri de almıştır, onları da söyleyelim. Kırk il kuraklık kararnamesi kapsamına alınmıştır ve 300 milyon YTL’ye yakın kaynak aktarılmıştır bu insanlarımıza. Dolayısıyla, arızidir, tartışmasız bir şekilde bu geçicidir 2007 yılındaki üretim düşüşü. Kuraklığı bütün insanlarımız hissetti, bütün vatandaşlarımız hissetti. Bunu yok sayamazsınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) - Ekmediler, ekmediler, buğday ekmediler!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ben, Sayın Bakanımız hakkında verilen gensoru gerekçelerinin mesnetsiz ve dayanaksız olduğunu söylüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Canikli.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Ergin, konu nedir?

GÜROL ERGİN (Muğla) – Sayın Başkan, tarım destekleri konusunda benim söylediğim sözler Sayın Konuşmacı tarafından çarpıtıldı. İzin verirseniz, bir iki dakika içerisinde gerçeği aktarmak istiyorum.

BAŞKAN – Sizin isminiz söylenmedi.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Aklıma bile gelmedi Sayın Başkan.

BAŞKAN – Genel olarak konuşuldu, sizin şahsınız…

GÜROL ERGİN (Muğla) – İsmim söylenmedi ama orada o konuyu eleştiren bendim.

BAŞKAN – Sayın Ergin, ben, Sayın Hatibi dikkatle dinledim.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Son derece çarpıtılarak konuşuldu orada.

BAŞKAN – Bakın, Sayın Hatibi dikkatle dinledim. Sataşma söz konusu değil, çünkü hiçbirinizin ismini zikretmedi.

Teşekkür ederim.

Şimdi, Hükûmet adına Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehmet Mehdi Eker.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Söz süreniz yirmi dakika.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gensoru vesilesiyle, 2002 yılında AK Parti Hükûmetinin devraldığı enkazı nasıl düzelttiği ve Türkiye’yi, Türkiye'nin tarım sektörünü nereden nereye getirdiği hakkında da sizlere bilgi sunma fırsatı bulacağım ve hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle tabii, gensorunun konusuyla ilgili sizlere bazı açıklamalarda bulunacağım, kayıtlara geçmesi açısından. Dünyada son bir iki yıl içerisinde bazı gelişmeler oldu. Başta petrol fiyatları -bildiğiniz gibi- 23 dolardan 120 dolara çıktı. Bu, dünyada tarımsal üretim potansiyeli olan birçok ülkenin pozisyonunu gözden geçirmesine ve enerji tarımı yoluyla petrol masraflarını azaltmaya karar vermesine yol açtı. Örneğin, Avrupa Birliği ülkeleri 2010 yılı için petrole katılacak miktarı yani biyoetanol ve biyodizeli, biyoyakıtı yüzde 5 olarak, Amerika Birleşik Devletleri yüzde 5,75 olarak, bazı ülkeler yüzde 10 olarak, bazı ülkeler de mevcut durumlarını ikiye katlama kararı aldılar ve bu, tabii, dünyada önemli bir pozisyon değişikliğine sebebiyet verdi.

Şimdi, gıda maddesi olarak üretilen ve aslında gıda maddesi olarak kullanılması gereken buğday, mısır ve yağlı tohumlar, şeker kamışı, şeker pancarı, bunların tamamı ya biyoetanol veya biyodizel olarak kullanılmaktadır. Bu, tabii, sebeplerin en önemlisi. Çünkü bunun arkasından aslında başka bir şey daha gelecek. Çünkü dünya artık genetiği değiştirilmiş organizmalarla birlikte tarımsal üretimi artırıp, şu anda bunu nasıl enerji üretiminde kullanmayı veya gıda tedarikinde kullanmayı tartışmakta.

İkinci bir konu: Tabii, dünyadaki gelişmelerde, dünyada “küresel ısınma” dediğimiz hadise özellikle 2007 yılında dünyanın değişik bölgelerini çok ciddi şekilde etkiledi. Akdeniz havzası başta olmak üzere Avustralya Kıtası, Balkanlar bu durumda en çok etkilenen ülkeler oldu. Bu da tabii ki bölgesel anlamda dünyanın değişik yerlerinde üretim düşüşüne sebebiyet verdi.

Bir başka sebep, refah artışıyla birlikte dünyanın büyük tüketicisi ülkeler, Çin gibi, Hindistan gibi büyük nüfus barındıran ülkeler ve yine gelişmekte olan ülkeler, gelişme yolundaki ülkeler, refah düzeyinin artışıyla birlikte gıda tüketim alışkanlıklarını değiştirdiler. Örneğin, daha çok et ve daha çok süt tüketmeye başladılar. Bu da bir yandan hububat tüketimini artırdı, çünkü yem olarak kullanılıyor. Bildiğiniz gibi hayvansal üretimde, özellikle beside 1 kilogram canlı ağırlık artışı için -bir besi danası- 7 kilo civarında karma yem, bir başka deyişle hububat tüketilmektedir. Dolayısıyla 1 milyon ton et artışı, aynı zamanda 7 milyon ton hububat demektir. Bunu da bir etken olarak belirtmemiz gerekiyor.

Dünyada aslında baktığımız zaman, üretimde, örneğin 2006-2007 üretimini mukayese ettiğimizde ne buğdayda ne pirinçte ne arpada ne mısırda bir verim düşüklüğü yok, bir rekolte düşüklüğü yok. Örneğin, 2006 yılında dünya buğday üretimi 593 milyon tondur, 2007’de 604 milyon ton olmuştur. Mısır 699 milyon tondan 768 milyon tona çıkmıştır. Arpada bir miktar düşüş var, çok önemsiz bir miktar, ama pirinçte de 418 milyon tondan 422 milyon tona dünya üretimi çıkmıştır. Ona rağmen, biraz önce söylediğim sebeplerle meydana gelen talep artışı dünyada hareketlenmelere sebebiyet vermiş ve mevcut stoklardan tüketim artmıştır.

Şimdi, Türkiye’ye baktığımız zaman, Türkiye’de 2006 yılında 20 milyon ton buğday, 3,8 milyon ton -yaklaşık 4 milyon ton- mısır, 9,6 milyon ton arpa ve 700 bin ton da çeltik üretilmiştir. Yaşadığımız olağanüstü kuraklık sebebiyle buğdayda yüzde 14’lük bir düşüş, mısırda yaklaşık yüzde 8’lik bir düşüş ve çeltikte de 650 bin ton ile yaklaşık yüzde 7’lik bir düşüş yaşadı Türkiye.

Ancak, burada dünyadaki etkiler ile Türkiye’deki etkileri mukayese ettiğimizde, dünyada, örneğin buğdayda bu durumlar yüzde 130’luk bir artışa sebebiyet vermiş, dünya buğday fiyatı yüzde 130 oranında artmış bir yıl içerisinde. Arpada yüzde 57 oranında artış olmuş, mısır yüzde 50 oranında artmış, pirinç yüzde 100 artmıştır dünyada. Türkiye’ye baktığımızda, aslında yaşadığımız kuraklığa rağmen buradaki fiyatlar, 2006-2007 mukayesesinde, ekmeklik buğdayın fiyatı Türkiye’de yüzde 40 artmış, dünyada yüzde 130 artmıştı. Arpa fiyatında yüzde 25, mısır fiyatında yüzde 17 ve pirinç fiyatında yüzde 78’lik bir artış meydana gelmiştir.

Tabii, bunun çeşitli sebepleri var. Biz, bu durumda, aslında dünyanın karşı karşıya kaldığı bu yeni durumda ve Türkiye'nin pozisyonuna rağmen, bizim aldığımız birtakım tedbirlerle Türkiye'nin içerisinde -ki bizim Bakanlık olarak, Hükûmet olarak görevimiz bu- Türkiye’de, Türkiye'nin ihtiyacını giderecek kadar mal bulunmasını temin etmektir ve biz de bunu sağladık. Şu anda, bugün itibarıyla  da, bundan on gün önce de, on beş gün önce de, Türkiye’yi hububat açısından haziran, temmuz ayına yani yeni hasat sezonuna, pirinç açısından da eylül ayına, yine hasat sezonuna Türkiye’yi rahatlıkla yetiştirecek kadar Türkiye'nin ambarlarında, Türkiye'nin stoklarında pirinç de hububat da bulunmaktadır. Bu konuda ne dün ne bugün ne önceki gün bir problem biz yaşamadık. Onun için, aslında bu sorunu, yani perakende fiyat artışlarındaki sorunu biz yapay bir sorun olarak gördük çünkü Türkiye’de böyle bir fiyat artışını gerektirecek, geçtiğimiz haftalardaki, pirinçte, perakende fiyatlarındaki bir fiyat artışını gerektirecek bir mal yokluğu, bir arz eksikliği kesinlikle olmadı. Onun için, biz buna spekülatif maksatlıdır dedik.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – O da sizin sorumluluğunuzda değil mi?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün itibarıyla -önce o bilgiyi sizlerle paylaşayım- pirinç fiyatında, geçtiğimiz haftalardaki 2,9 YTL’den, mesela Meşhur Peynirci firmasında Osmancık pirinci 2 YTL’ye, Real’de 2 YTL’ye, GİMPA’da 2,9’dan 1,95 YTL’ye, Carrefoursa’da da 2,9’dan 1,9 YTL’ye düşmüştür fiyatlar. Yani, şu anda bu fiyatlar piyasada cari, bugün bizim yaptırdığımız araştırmada, mağazalarda, halkımızın alışveriş yaptığı yerlerde fiyatlar bu durumda. Yani, fiyatlar düşme seyrinde. Bu da bizim söylediğimizi doğruluyor; bizim, daha önce bunun spekülatif maksatla yapıldığına dair görüşlerimizin doğru olduğunu gösteriyor.

Peki, biz ne yaptık? Şimdi, aslında, AK Parti Hükûmetinin biraz sonra söyleyeceğim diğer icraatlarını ama burada da önemli bir nokta var, eğer AK Parti Hükûmetiyle ilgili, pirinçle ilgili bir şey söylenecekse tarihin şeref sayfasında Türk siyaseti için AK Partiye bir sayfa ayrılır, denir ki: “AK Parti Hükûmeti pirinç üretimini Türkiye’de 360 bin tondan 700 bin tona çıkardı, 2 katına çıkardı.” Tarih bunu yazacak. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu, durduk yerde olmadı arkadaşlar…

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Üreticiler de iflas etti!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Durduk yerde bu olmadı. Bakın, nasıl oldu?

Şimdi, biz çeltikte prim uygulaması başlattık 2005 yılında, tarife kontenjanı getirdik, referans fiyat uygulaması getirdik ve bu üç uygulamayla birlikte Türkiye’de pirinç üretimi, çeltik üretimi 360 bin tondan, kuraklığa rağmen bu sene 650 bin tona çıktı. Şimdi, bu, 2002’de ne kadardı? Yani, 200 bin ton pirinç üretiliyordu Türkiye’de. Türkiye'nin toplam tüketimi 500-550 -azami- arasında. Bunun ancak yüzde 30’u karşılanırken bugün yüzde 80’i yaklaşık karşılanır hâle gelmiştir.

Bunun dışında, tabii, biz ileriye dönük olarak da, problem ortaya çıkar çıkmaz Toprak Mahsulleri Ofisine sıfır gümrükle ithalat yetkisi verdik ve Toprak Mahsulleri Ofisi bu konuyla ilgili icraatlarını başlattı, çalışmalarını başlattı.

Şimdi, buğdayla ilgili olarak da yine aynı şekilde, Türkiye’de, bakın, un fiyat artışı yüzde 40 iken Amerika Birleşik Devletleri’nde un fiyat artışı yüzde 400. Kanada’da un fiyat artışı yüzde 150 olmuştur. Şimdi, burada bizim aldığımız birtakım tedbirler oldu. Demin arkadaşlar diyorlar ki: “Efendim, geçen sene hasat sezonunda niye ithalat yapmadınız?” Biz, Türk çiftçisini, Türk üreticisini hasat sezonunda ithalat silahıyla vurmak istemediğimiz için, onların üretiminin değerini düşürmemek için o tarihte yapmadık, yapamazdık. Çünkü zaten Türkiye'nin yaklaşık 17,5 milyon ton buğday üretimi var ve bu, Türkiye'nin tüketim ihtiyacına yetecek kadar bir miktardır. Biz ne yaptık? Eylül ayından itibaren tedbirlerimizi aldık ve peyderpey Türkiye'nin ihtiyacı kadar miktarı gerek Toprak Mahsulleri Ofisi gerekse zaten bizim sanayicilerimiz, tüccarlarımız ithalatlarını yapıyorlar ve dolayısıyla, tedbirlerini alıyorlar. Onun için, şu anda, piyasada bu manada da bir sıkıntı bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz konusu tarım olduğunda, insanlar maalesef çok rahat bir şekilde, böyle, derleme, sağdan soldan duyulmuş rakamlarla konuşurlar.

Şimdi, ben size 2002’de ne oldu, biz nasıl bir tablo devraldık; onu söyleyeceğim:

Değerli arkadaşlar, 2002 tarihinde yürürlükte olup da o tarihte yürürlükten kaldırılan destekleri size söylüyorum. Çünkü, biraz önce, bizleri…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Gübre?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Gübreye de geleceğim.

Biraz sonra, sizleri bu bilgilerle şu şekilde bilgilendirmek istiyorum:

Kimyevi gübre desteği: 1/1/2002 tarihinde kaldırılmış. Belgesi burada. Bakanlar Kurulu kararı. Gensorunun altında imzası olan bakanlar, o gün bu kararın altında imzası olanlar, bugün de gensorunun altında imzası olan arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, Zirai Mücadele ne diyor: “Kimyevi gübre desteğini kaldırdık.”  Burada, Bakanlar Kurulu kararı.

Zirai mücadele ve veteriner ilaç desteği: Fatura bedelinin yüzde 5’i ile 30’u arası ödeniyordu, 1/1/2002 tarihinde kaldırıldı.

Pazar fiyat desteği: Bakın, şeker pancarı, tütün, buğday, arpa, yulaf, çeltik, mısır, çavdar; bütün bunlarda uygulanıyordu ve bunlarda pazar fiyat desteği kaldırıldı.

Tarımda kullanılan elektrik desteği: 2002 yılında kaldırıldı ucuz elektrik kullanım desteği.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Siz onu 2002’de geldikten sonra kaldırdınız. Elektrik desteğini Aralık ayında kaldırdınız.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) - Yine, ülkemizde sık sık meydana gelen doğal afetlerden zarar gören üreticilere yapılan yardımlarla ilgili bir kanun vardı, bu kanunun adı 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Tohumluk Dağıtılması Hakkında Kanun’du, bu Kanun da kaldırıldı.

Şimdi, biraz önce yine söylendi. Değerli arkadaşlar, bütün bu desteklerin kaldırılmasını onaylayan Dünya Bankası Başkanına yazılmış olan mektup burada. Bu mektubun altında, yine gensoruda imzası bulunan iki bakanın imzası var ve burada. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, biz, 2002 yılında Türk tarım sektörüne verilen destekte şöyle bir tablo devraldık; ben size okuyorum: 186 milyon prim ödemesi, 2002’de. 83 milyon hayvancılık, 1,5 milyar YTL doğrudan gelir desteği, 42 milyon YTL çay desteği; toplam 1 milyar 868 milyon YTL. Yani, devraldığımız tablo bu. Sadece bu destekler var.

Biraz önce söyledi DGD’nin durumunu, onun faziletlerini, onu anlatmayacağım. Ama, bakın, biz ne yapmışız, biz hangi yeni destekler getirmişiz, onları size arz edeceğim:

Prim uygulamaları getirdik hububatta, 2005’te. Ne ödedik şimdiye kadar? 1 milyar 632 milyon YTL. Mazot, 2003’te desteği getirdik. Ne ödedik? 2 milyar 13 milyon YTL. Gübre, 2005’te getirdik; 966 milyon YTL ödedik. Dane mısır, 2004’te prim desteği getirdik; 455 milyon YTL. Aspir, arıcılık, sertifikalı fidan, 2005’te getirdik; 130 milyon YTL ödedik. Sertifikalı tohum, biz getirdik 2005’te. Kırsal kalkınma, 385 milyon YTL ödedik, biz getirdik 2006’da. Su ürünleri, sigorta... Tarım sigortası uygulaması getirdik ve poliçe bedelinin yüzde 50’sini hibe olarak ödüyoruz. Bu, Türk tarımına yapılmış en büyük hizmettir (AK Parti sıralarından alkışlar) ve tarihin şeref sayfasında bu da yazılacaktır. Toprak tahlili, organik tarım desteği getirdik ve ARGE desteği getirdik.

Şimdi, bunlarla birlikte, bakın, bugün, daha önce 83 milyon YTL olan hayvancılık desteğini biz 1,3 milyar YTL’ye çıkardık. 186 milyon YTL olan prim desteğini -ki bunlar yağlı tohumlar, pamuktu, ayçiçeğiydi vesaire- 1,2 milyar YTL’ye de bunu çıkardık.

Değerli arkadaşlar, bütün bunlar… Tabii ki doğrudan gelir desteğini indirmemiz gerekiyordu çünkü adaletsizdi ve üretimle bir ilişkisi, verimlilikle hiçbir ilişkisi yoktu. Peki, biz bunu yaptık, sonra ne oldu? Yani Türk tarımında hangi gelişme oldu? Hangi büyüme meydana geldi?

Değerli milletvekilleri, 2002 yılında Türk tarım sektörünün gayrisafi  üretim değeri sadece 23,7 milyar dolardır, 2002 yılında. Bakın, 2007’de… Biraz önce arkadaşlar dediler ki: Tarım öldü, bitti, çöktü vesaire. Ne ölen var ne çöken var, Türk tarımı dimdik ayakta. AK Parti Hükûmetinin hizmetleriyle çok daha ileri bir noktaya gidecek. [AK Parti sıralarından alkışlar, CHP ve MHP sıralarından alkışlar (!)]

Bakın, ne olmuş? 50,7 milyar dolara çıktı Türk tarım sektörünün gayrisafi üretim değeri 2007 yılında.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Sayın Bakan, sen böyle söylersen çiftçi de “Külahıma anlat!” diyor “Külahıma anlat!” Bunu çiftçi söylüyor.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) -  Tarımda kişi başına gelir 2002 yılında, aynı diğer sektörlerde olduğu gibi düşüktü. 2002’de bin dolardı tarımdaki kişi başına gelir, 2007 yılında 2.433 dolara çıktı.

Şimdi, tarımsal kredi faizi oranları… Bakın, biz nereden devraldık? Yüzde 59’dan devraldık. Nereye getirdik? Sıfır ila 13 aralığına getirdik. Yüzde 90’ı sübvansiyonlu kredi olarak kullanılmak üzere, 2007’de Türk çiftçisine kullandırılan kredi 6,3 milyar YTL’dir; 6,3 milyar YTL. Peki, bunu kim kullandı? Tam 1 milyon 100 bin Türk çiftçisi kullandı, tam 1 milyon 100 bin. (AK Parti sıralarından alkışlar) Peki, ne kadardı bu? 2002’de kaç Türk çiftçisi ne kadar kredi kullanıyordu? 550 bin çiftçi toplam 550 milyon YTL kullanıyordu.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Çiftçi kendisini mi icraya veriyor!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Kaç kat artmış? 13-14 kat artmış.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) -  Şimdi, değerli kardeşlerim, bakın, biz Türk çiftçisinin borçlarını sildik. 765 bin çiftçinin 2,7 -o günkü parayla- katrilyon değerindeki borcunun 1,5 katrilyonunu sildik, geriye kalanı da yapılandırdık, ödeyebileceği şekilde. Bugün, gerek Ziraat Bankası gerek tarım kredi kooperatiflerinin kullandırdıkları kredinin yüzde 96 ila 98 arasında geri dönüşü var. Ne demektir bu? Türk çiftçisinin kredi alan 100 tanesinin 98’i borcunu da tıkır tıkır ödüyor, borcunu da tıkır tıkır ödüyor. Demek ki ödeme gücü var, demek ki bunu sürdürebiliyor.

Değerli milletvekilleri, bakın, ihracatla ilgili olarak size bazı rakamlar vereceğim. Bu da son derecede önemli çünkü Türk ihracatçısına da Türk tarım sektörüne de haksızlık yapılıyor. Biz hükûmeti devraldığımız 2002 yılında Türkiye'nin tarımsal ithalatı 4 milyar dolar, tarımsal ihracatı da 4 miyar dolar. Bugün…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Köylü keyfinden mi bağırıyor o zaman Sayın Bakan?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Konuşmamı tamamlayayım…

BAŞKAN – Teşekkür ederim; bir dakikayı ekledim ben size.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Öyle mi?

BAŞKAN – Ekledim, evet; çok teşekkür ederim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Sayın milletvekilleri, Türk tarımıyla ilgili daha söylenecek çok şey var. Böyle, yirmi dakikayla burada anlatılamıyor. Daha geniş zamanda bu bilgileri sizlere anlatacağım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehmet Mehdi Eker hakkındaki (11/1) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Birleşime bir saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.25

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.30

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sıraya alınan Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi Kaynak’ın, Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ve Adalet Komisyonları Raporları’nın görüşmelerine başlayacağız.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak’ın; Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın; Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ve Adalet Komisyonları Raporları (2/210, 2/27) (S. Sayısı: 215)(x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon Raporu 215 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmelere başlamadan evvel, Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan ve arkadaşlarının, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin değiştirilmesine dair kanun teklifinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle İç Tüzük’ün 84’üncü maddesine göre, öncelikle, Anayasa’ya aykırılık yönünden görüşülmesini isteyen bir önergesi Başkanlığımıza intikal etmiştir. İç Tüzük’ün söz konusu 84’üncü maddesi, bir kanun teklifinin Genel Kurulda görüşülmesi sırasında belli bir maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle verilecek önergeleri düzenlemektedir. Henüz teklifin maddelerine geçilmesine karar verilmemiştir. Bu nedenle, bu önergenin işleme konulması şu aşamada mümkün değildir. Ancak, teklifin maddeleri görüşülürken her madde üzerinde Anayasa’ya aykırılık önergesi verilmesi mümkün olacaktır.

Bilgilerinize sunulur.

Teklifin tümü üzerinde ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Hakkı Suha Okay’a aittir.

Buyurun Sayın Okay. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Başkan,  değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesiyle ilgili bugüne kadar bitmeyen ve de hiç bitmeyecek gibi görünen çok perdeli bir oyun üzerinde konuşuyoruz. Ne yazık ki 301’inci madde kapsamındaki tartışmalarda, her zaman olduğu gibi, tartışılması gereken konunun rotasından çıkarıldığı, yapay gündemlerin oluşturulduğu, yapay çözümlerin ortaya atıldığı, konu hakkında düşünce açıklayanların demokrasi karşıtı olarak mahkûm edildiği, farklı görüşte olanların görüşlerine tahammül edilmediği, konunun bir tabu hâline dönüştürüldüğü sağlıksız bir süreç yaşanmıştır. Yani Türkiye'de 301’inci madde değiştirilirse Türkiye demokratik bir ülke olacak, eğer değiştirilmez ise Türkiye'de demokrasinin sonu gelecek şeklinde bir hava yaratılmıştır.

                                

(x) 215 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Siyasi iktidar, 2005 yılının sonlarından bugüne kadar yaşanan bu süreçte edilgen ve siyasi çıkarını devlet çıkarı ve onurundan önde tutan bir çizgi izlemiştir. Bu sürecin gözden kaçmayan ve bizi en çok yaralayan tarafı, dış telkinlerle, baskılarla ve dayatmalarla yasama sürecinin şekillendiriliyor olması.

Bu düzenlemeye, hiçbir rasyonel değişiklik içermediği için, ısmarlama olduğu için, tasarı olarak değil teklif olarak Parlamentoya sunulması açısından samimiyetsiz bir girişim olduğu için, yıllarca süren tartışmalar nedeniyle, AKP’nin kapatma davasından sonra Parlamentoya sunulduğu için, bunca zaman üzerinde çalışılmasına karşın gerek içeriği gerekse gerekçesi özensiz olduğu için, siyasi iktidarın kafa karışıklığını yansıttığı için, içerdiği belirsizliklerden dolayı yeni kargaşalara neden olacağı için karşıyız. Çok perdeli bir oyun dedim. Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi, yani 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesi, 1926’dan sonra 5237 sayılı Yasa çıkarılıncaya kadar yedi kez değiştirilmiştir. 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu 2004 yılında kabul edilmiş ve 2005 yılının Haziran ayında yürürlüğe girmiştir, yani söz konusu düzenleme AKP iktidarı döneminde hukuk dünyasına girmiş ve özgürlükler açısından büyük bir başarı olarak nitelendirilmiştir. Kafaları karıştıran ve karışık uygulamalara neden olan bu madde gerekçesi ise, bu siyasi iktidar tarafından hazırlanmıştır.

Avrupa Birliğinin, Türkiye’nin üyelik sürecini yokuşa sürmek için, sözde Ermeni soykırımını Türkiye’nin önüne koyması ve ünlü kişiler hakkında açılan davalar, 301’inci maddeyi Türkiye’nin en önemli gündem maddesi hâline getirmiştir. Hollanda’da Türk kökenli parlamenterlere sözde soykırımı tanıması için yapılan baskılar, Fransa’nın sözde soykırımı tanımayanlara ceza öngören yasayı kabul etmesi, bir siyasi parti liderinin İsviçre’de yargılanması, aslında 301’inci madde tartışmalarının dış boyutunu gözler önüne sermektedir; ancak, siyasi iktidarın tüm bu yaşananlar karşısında başı dik bir politika izleyemediğini de buradan ifade etmek durumundayım.

Siyasi iktidar, 2005 yılının sonundan bugüne kadar hep kamuoyunu oyaladı, bu süreçte yargıya yapılan saldırılara göz yumdu, bu konudaki Avrupa Birliği mevzuatı hakkında gerçekleri halktan sakladı, yani 301’inci maddeyi tamamen bir siyasi istismar konusu hâline getirdi. İktidar, dış ve iç çevrelere 301’le ilgili yasal düzenleme yapacağını birçok kez deklare etti. Bazı AKP’li yetkililer, 301’le ilgili düzenleme yapacaklarını söylerken, bazıları da “Buna ihtiyaç olmadığını” açıkladı, yani nabza göre şerbet verildi. İktidarın biraz sonra değineceğim süreç içindeki açıklamalarını hatırlayınca, bu konunun nasıl istismar edildiği, nasıl siyasi çıkarlar için kullanıldığı daha iyi anlaşılacaktır.

Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, Aralık 2005’te, Türk yargısının müstemleke yargısı olmadığını belirterek, Pamuk davasına ilişkin dış baskılara karşı Fehriye Erdal örneğini vermiş ve 301’le ilgili değişiklik yapmayacaklarını açıklamıştır. Yine 2005 Aralık ayında Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül, 301’inci maddeyi Gece Yarısı Ekspresi filmine benzetti ve Türkiye’ye çok büyük zarar verdiğini söyledi. 2006 Ekiminde Fransa’da sözde Ermeni soykırımını inkâr edenlere ceza öngören yasa çıkmadan önce Sayın Tayyip Erdoğan’ın Sarkozy’yi arayarak, bu yasanın çıkmaması için neler yapabileceklerini sorduğunda, Sarkozy, Sayın Erdoğan’a, soykırımı araştıracak komisyonda tarihçilerin yer alması şartı olması, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin kaldırılması ve Ermenistan ile Türkiye sınırının açılması şeklinde üç öneride bulundu. Bu öneriler Anadolu Ajansı bültenlerine de yansıdı.

Sarkozy bu cüreti kimden aldı? Çiftçiye, işçiye, emekliye yüksek perdeden tepki gösteren Sayın Başbakan, niçin Sarkozy’ye tepki gösteremedi? Kasım 2006’da Sayın Tayyip Erdoğan, Sayın Ali Babacan, Sayın Cemil Çiçek sivil toplum örgütleriyle toplantı yaptı; 301’inci maddenin AB mevzuatına aykırı bir yönü bulunmadığını belirterek, 301’inci maddenin yasa koyucunun açık maksadına uygun olarak özgürlükçü bir şekilde yorumlanması hâlinde, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda hiçbir sorun kalmayacağını belirttiler. Aynı toplantıda, bu konuda değişik seçenekleri inceletmelerini ve sivil toplum örgütlerinin önerilerini Hükûmete iletmelerini istedi. Ertesi gün Olli Rehn, Başbakanın açıklamalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Yani siyasi iktidar topu taca attı.

Ocak 2007’de Adalet Bakanı Sanayi Odasında yaptığı konuşmada "Evvela denildi ki: Bu 301’inci madde Türkiye'nin ayıbıdır. Bu, Türkiye'nin ayıbı ise bu ayıbı taşıyan pek çok ülke var, özellikle Avrupa Birliği üyesi ülke var. Çünkü aynı madde, ya aynen ya da ifadeleri değişik olarak, cezaları da değişik olarak, üstelik Avrupa Birliğinin birinci liginde olan Avrupa Birliğinin kurucu ülkelerinde var. O zaman niçin onlara ayıp olmuyor da Türkiye için ayıp oluyor?" şeklinde değerlendirmesiyle isyan bayrağı açtı. Basına bu olay “301 Cemil vakası” olarak yansıdı.

2007 Şubatında Sayın Erdoğan 301’inci maddeyle ilgili çalışmalar yaptıklarını belirterek önümüzdeki günlerde büyük ihtimalle bununla ilgili değişikliği Meclise getireceklerini açıkladı.

Sayın Gül yine 2007 Şubatında Observer’e verdiği demeçte Başbakan Erdoğan’ın ve kendisinin düşüncesinin 301’inci maddenin değişmesi yönünde olduğunu, seçimlerden önce de değiştireceklerini açıkladı.

2007 Kasımında Sayın Mehmet Ali Şahin, Adalet Bakanımız Anadolu Ajansına yaptığı açıklamada 301’inci maddeye ilişkin olarak sivil toplum örgütleri önerileri ışığında beş altı farklı öneri geldiğini ve Bakanlar Kurulunda görüşülerek bunlardan birinin tercih edilip Parlamentoya gönderileceğini ifade etti. Hâlâ bekliyoruz. Hükûmetten Parlamentoya gelen bir tasarı yok. İki buçuk yıldır Hükûmetin üzerinde çalıştığı bir konu var ama bu konuda bir hükûmet tasarısı yok.

Parlamentoya siyasal iktidara mensup Adalet ve Kalkınma Partili bir milletvekili tarafından bir teklif verildi. Bu teklif, özensiz hazırlanmış, Anayasa’ya aykırı ve belirsizlikler içerisindeydi. Düzenlemenin tasarı olarak değil teklif olarak getirilmesi, konuyla ilgili kamu makamlarını baypas etmek ve konunun kamuoyunda tartışılmasını engellemek amacını gütmektedir. Bu yönüyle siyasi iktidar mahcubiyetini ve kararsızlığını ortaya koymuştur.

Düzenlemenin Parlamentoya getiriliş zamanlaması da son derece rencide edicidir. AKP’ye kapatma davası 14 Mart tarihinde açıldı. Bu arada, AKP, has destekçileri olan liberallerin salvolarına hedef olmaya başlamıştı. Üstüne üstlük, bir de 10 Nisan 2008 tarihinde AKP’nin kapatma davasına bir müstemleke valisi edasıyla karşı çıkan AB Komisyonu Başkanı Barroso, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bu salonda bir konuşma yaptı ve işte tam bu noktada AKP’nin demokrasi ve özgürlük damarı kabarıverdi ve 7 Nisan 2008’de bu teklif Parlamentoya sunuldu.

AKP’lilerin, 301’inci maddeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine getireceklerine ilişkin çeşitli tarihlerde yaptığı açıklamaları sizlere aktardım.

Adalet Komisyonunda, Yargıtay 9. Ceza Dairesi üyesi, 301’den açılan davalara ilişkin sayısal verileri aktardı. Buna göre, dava açılmakla birlikte, birçok davada ceza verilmemiş, hatta 2006-2007’de kesinleşen cezanın ikişer dosya olduğunu Yargıtay 9. Ceza Dairesi üyesi açıkladı.

Peki, AKP, 301’inci madde uyarınca dava açma sürecini, yargı bağımsızlığını ihlal ederek yargıyı nasıl yönlendirdi ve davaların sayısının artırılmasına nasıl neden oldu? 1/1/2006 tarihinde zamanın Adalet Bakanı 5 sayılı bir genelge yayınladı. Bu genelgede, soruşturmaların süratle sonuçlandırılması yerine, 301’inci maddeyi de içeren kimi Türk Ceza Kanunu maddeleriyle ilgili başvurularda süratle kamu davasının açılmasını söyledi. Bir taraftan, Adalet Bakanı “Süratle kamu davası açın.” diyor, “301 için de açın.” diyor; bir taraftan da Sayın Gül “Gece Yarısı Ekspresi’nin etkisinin yaşanmasına katkı yaptı.” diyor. Bunlar, 301’e ilişkin, AKP’nin çelişkili, tutarsız ve gayrisamimi açıklamalarının birer kanıtıdır.

Değerli arkadaşlarım, yasa teklifi, Avrupa Birliğinin siyasi iktidara siparişi niteliğindedir; rasyonel hiçbir yenilik içermemektedir, göz boyamaktan başka bir işlevi yoktur. Teklifin komisyon raporu okunduğunda da net bir şekilde görülmektedir. Teklif özensiz hazırlanmıştır. Komisyon çalışmasında AKP ne yapacağını da çok iyi bilmiyordu. Nitekim, komisyonda bu yasa görüşülürken AKP’li 3 tane milletvekili arkadaşım bir önerge verdi. Bu önergenin içeriği şuydu: “Saygınlığı sarsacak biçimde alenen aşağılama.” Şimdi, şunu merak ediyoruz: Saygınlığın sarsılmayacağı biçimdeki alenen aşağılama nasıl olur? Ve bir komedi yaşandı, Sayın Komisyon Başkanı, sonrasında bu saygınlığı sarsacak biçimdeki alenen aşağılamanın “saygınlığı sarsacak biçimdeki” ibaresinin çıkarılmasını teklif etti ve bu da kabul gördü.

Değerli arkadaşlarım, bu teklifte “Türklüğü” ibaresi yerine “Türk Milleti” ibaresi getirilmektedir. Anayasa’nın 66’ncı maddesinde Türklükten neyin kastedildiği ve açıkça “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” hükmü yer almaktadır. Bu konuda Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2006 yılında verdiği kararda da netlik bulunmaktadır. Yani bu değişiklik, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin kararlarıyla Yargıtay Ceza Genel Kurul kararına baktığımızda pratikte hiçbir yenilik de getirmemektedir. Açıkçası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararın içeriğinde “Türklük’ kavramı devletin insan unsuruyla ilgili olup bu kavramla Türk milleti kastedilmektedir. Türklükten maksat, Türk milletini oluşturan insani, dinî, tarihî değerlerle millî dil, millî duygular ve millî geleneklerden oluşan millî, manevi değerler bütünüdür.” demektedir.

İşin trajikomik yönü, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan teklifin genel gerekçesi ile madde gerekçesinde bu konudaki içtihada değinilmezken, Adalet Komisyonu Raporu’nda az önce belirttiğim ifadelere atıfta bulunulmasıdır. Sayın Bakan da komisyon konuşmasında bu durumun altını çizmiş. Madem bu konuda bir içtihat oluştu, o zaman “Türklük” ibaresi yerine “Türk milleti” ibaresinin konulmasının, yani yasamanın, sırf bu değişiklik için fuzuli yere işgal edilmesinin nedeni nedir?

Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi, Türklüğün, ırkçı ve kafatasçı bir tanımlama olmadığını, bunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık taşımadığını, Almanya’dan Avusturya’ya, İspanya’dan Hollanda’ya, Fransa’dan İtalya’ya kadar birçok ülkede benzer düzenlemelerin bulunduğunu, bu konuda dış telkinlerle yargı üzerinde baskı kurulmasının erkler ayrılığı ilkesiyle bağdaşmadığını, Anayasa’nın 70’inci maddesinde “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.”, 72’nci maddesinde “Kamu hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir.”, 76’ncı maddesinde “Yirmibeş yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir.” denilirken bir ırkın tanımının yapılmadığını kamuoyu ile paylaştı ancak güdümlü sözde aydınların hedefi olmaktan da kurtulamadı.

Fransa’da, sözde Ermeni soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmasına ilişkin yasayı sosyalist partinin desteklemesi  de bizim sözde aydınlara dert olmadı ama Cumhuriyet Halk Partisinin, Avrupa Birliği ülkelerinin yasalarında olan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olmayan bir düzenlemenin değiştirilmesine katkı vermesi birileri için dert oldu.

Yine teklifin gerekçesinde “Keza, birinci fıkradaki ‘Cumhuriyeti’ ibaresi ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ olarak değiştirilmiştir.” denilmektedir. Gerek genel gerekçede gerekse madde gerekçesinde bu konuda başkaca bir açıklama olmadığına göre “Cumhuriyeti” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” ibaresinin getirilmesinin gerekçesi sadece “keza” kelimesiyle açıklanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, üzerinde bu kadar gürültü koparılan, sivil toplum örgütlerinin içinden çıkamadığı, Hükûmetin, içinden çıkamadığını belirttiği böylesine önemli bir konuda bu kadar ciddiyetsiz olunmasını kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum.

Tabii bu arada “cumhuriyet” kelimesine, cumhuriyete atfedilen anlama, siyasi iktidarın alerjisi de göz ardı edilmemelidir. Eğer, anayasal açıdan tartışma yaratan bu değişiklik, uygulamada “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan ve başlangıçtaki ilkeler ile demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine yapılan vurgunun korunmasız bırakılması gibi bir sonuç beklenerek yapılıyorsa, bu ince hesabın faturası da ağır olur. Cumhuriyeti savunmasız bırakmak kimsenin de haddi değildir.

“301, çok perdeli bir oyundur ve devam edecektir.” dedik. Bunun bir nedeni de soruşturma izni ve görevli mahkemeler konusundaki değişikliklerin uygulamada yaratacağı kargaşadır. Teklifte, kovuşturmanın Cumhurbaşkanının iznine tabi kılınmasındaki sakatlıklar ve Anayasa’ya aykırılıklar çok tartışıldı. Üzerinde çok durmayacağım ancak Başbakan ve Başbakan Yardımcısının bu konuyu hararetle savunur noktadan geri adım atması olumlu bir gelişmedir. Bu durum, çelişkiler ve iş bilmezliğin nasıl hâkim olduğunu da gözler önüne sermektedir. 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Yasası’yla, Adalet Bakanlığında olan izin yetkisinin kaldırılması olumlu bir adımdı ve dönemin Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, Aralık 2005’te Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum.

HAKKI SUHA OKAY (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

…“Bunu AB kendisi istedi. Kimse yetkisini vermezken, bu Hükûmet yargıya müdahale olmasın, yargı dosyadaki delile, hukuka, vicdani kanaatine göre karar versin diye Adalet Bakanlığının bu alandaki yetkilerini ortadan kaldırdı.” demiştir. Siyasi iktidarın ve AB’nin bugün dediklerine mi yoksa 2005’te dediklerine mi inanacağız şimdi?

Değerli arkadaşlarım, bu noktada, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, yargı bağımsızlığına ilişkin AB normlarının bir an önce hayata geçirilmesinin öneminin altını bir kez daha çizmek istiyorum.

Değinmek istediğim bir başka nokta da, nezdinde cumhuriyet savcıları bulunan asliye ceza mahkemelerinin yerine görevli mahkemelerin sulh ceza mahkemeleri olacak olmasının ortaya çıkaracağı yeni tartışmalardır. Yargıtay temsilcisinin de Adalet Komisyonunda bu  tehlikeye dikkat çektiğini buradan tekrar hatırlatmak istiyorum.

Özetle, bu teklif, kapatma davasında, Avrupa Birliği, ikinci cumhuriyetçi, liberal çevreler ve “Kayıtsız şartsız Avrupa Birliğine girelim.” diyen iş birlikçi sermayeye selam teklifidir.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Okay.

Şimdi, söz hakkı Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Van Milletvekili Sayın Fatma Kurtulan’da.

Buyurun Sayın Kurtulan. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA FATMA KURTULAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 215 sıra sayılı Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

301’inci maddeyle ilgili yürütülen tartışmaların doğru bir çerçevede yürümediği ve bu şekilde yürütülmesinin ne ifade özgürlüğüne ne de ülkemiz demokrasisine herhangi bir katkı sunmayacağı aşikârdır. Her şeyden önce konuya “Sırf AB istiyor bu nedenle yapıyorsunuz.” ya da “Türklüğe hakareti serbest bırakıyorsunuz.” veya “Türklük kavramıyla sorunu olanlar bu değişikliği istiyor. Bu nedenle bu Yasa değişmemelidir.” şeklindeki eleştirileri haksız veya yetersiz bulduğumuzu belirtmek istiyoruz.

Temel hak ve özgürlüklerin en önemlisi ifade özgürlüğüdür. Eğer bir toplumda kişiler veya gruplar düşüncelerini özgürce açıklama ve yayma hakkından mahrum ise diğer hak ve özgürlüklerin de hiçbiri tam olarak uygulanamıyor demektir.

Türkiye’de yaşayan veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan hiç kimsenin Türklüğe hakareti veya başka milletlere hakareti hoş görmesini beklemek, bunun önünün açılmasını sağlamak gibi bir duruşu olamaz. Yeryüzünde yaşayan her halkın, her milletin manevi değerleriyle özdeşleşmiş bir onuru vardır. Herkesin de milletlerin bu manevi değerlerine saygı duyması ve onurunun korunması konusunda hassasiyet göstermesi beklenir.

Ancak 301’inci madde çerçevesinde yürütülen tartışmalar öylesine bir hâle sokulmaya çalışılıyor ki; sanki bu maddeye karşı olanlar manevi değerlere saygı duymayanlar, bu maddeyi savunanlar da milletlerin manevi değerlerini korumaya çalışanlardır gibi bir hava yaratılmak isteniyor.

Bu eksende yürütülen böylesi tartışmalar nedeniyle de konunun asıl can alıcı yönü unutturulmaya çalışılmaktadır. Bir yandan, sanki ifade özgürlüğü önündeki tek engel 301’inci maddeymiş ve bu madde değişirse artık ülkemizde düşünceyi açıklamak suç olmaktan çıkacakmış gibi bir yanılsama yaratılırken, diğer taraftan da sanki 301’inci madde değişirse “Türklük” kavramı ya da “Türk milleti” kavramı tartışmaya açık hâle gelecek ya da Türklüğe hakaret serbest hâle gelecekmiş gibi başka bir yanılsama yaratılıyor. Oysa çok açık bir şekilde ortadadır ki Hükûmetin bu değişiklik önerisi ile ne ülkemizde ifade özgürlüğü gelişmiş olacaktır ne de iddia edildiği gibi manevi değerlere hakaret etmek serbest olacaktır.

Aslında, bu büyük yanıltma kampanyası ile sadece Avrupa Birliği kandırılmaya çalışılmaktadır. Bundan da açıkça anlaşılmaktadır ki bu Hükûmetin tek derdi AB’yi memnun etmektir. Hükûmet kendi vatandaşlarına ifade özgürlüğü gibi kutsal bir hakkı tanımak yerine, AB’yi mutlu etmeyi daha önemli bir görev olarak kabul etmektedir. Böyle olmasaydı eğer, darbe anayasası başta olmak üzere Ceza Kanunu’ndaki diğer yasakçı maddelerden tutalım, Siyasi Partiler Kanunu, Dernekler Kanunu, Sendikalar, Terörle Mücadele Kanunu gibi yasalardaki uluslararası sözleşmelere ve evrensel insan hakları kriterlerine uygun olmayan bütün düzenlemeleri ayıklayan bir paketle Meclise gelinirdi. Ancak, ne hikmetse, Avrupa Birliği kafayı 301’inci maddeye taktığı için Hükûmet de sadece bu talimatı yerine getirmek adına 301’inci maddede bir makyaj yapmayı demokratik olarak sunmaya çalışmaktadır.

Hükûmete göre demokrasinin sınırları Avrupa Birliği yetkililerinin iki dudağı arasından çıkanlardır. Onlar bizim için ne kadar demokrasi istiyorsa o kadarı verilecektir. Yoksa, vatandaşlarımızın hangi haklara ve özgürlüklere layık olduğu çok önemli değildir. Önemli olan Avrupa Birliğini memnun etmektir. Özcesi, bugün burada yapılan yasama faaliyetleri aslında bir göz boyamadan ibarettir ve görülecektir ki memnun etmeye çalıştığınız Avrupa Birliği bile önümüzdeki günlerde bu değişiklikle tatmin olmadığını ifade etmeye başlayacaktır.

Yapılması gereken şey, korkuları ve paranoyaları bir kenara bırakıp bu ülkenin vatandaşlarına güvenmek ve 301’inci maddeyi kaldırmaktır. Partimizin bu talebi sadece ilkesel olarak ifade özgürlüğünü savunuyor olmasından kaynaklıdır. Yoksa, parti tarihimizde hiçbir yöneticimiz ya da parti yetkilimiz hakkında Türklüğe hakaretten açılmış bir tek dava, verilmiş bir ceza yoktur. Ama, bu madde işletilirken bile ayrımcı davranılmıştır. Daha çok muhalif kesimleri susturmaya yönelik bir madde olarak kullanılmıştır. Tabii burada kastettiğim muhalif kesimler, resmi ideolojiye muhalif kesimlerdir. Yoksa, resmi ideolojiyle bir derdi olmayanların, kendine bu ideoloji içerisinde iyi bir yer bulmuş olanların ya da bu resmi ideoloji sayesinde iktidarlarını daimi kılanların elbette ki bu ülkede hak ve özgürlük sorunu yoktur. Onlar zaten her şeye muktedirler. Onların inandığı her şey doğrudur ve gerçektir. Onların manevi değerleri en kıymetli olandır. Onların onuru diğer insanlardan daha kutsaldır. Onlar gibi düşünmeyenler ise aldatılmış, kandırılmış cahiller, gericiler ya da hainlerdir. Bu nedenle, onlar gibi düşünmeyenler en ağır cezalara çarptırılmalıdır; zaman zaman faili meçhul bir şekilde infaz edilmelidir, toplumda siyasi linçe tabi tutulmalıdır çünkü resmî ideolojinin sahipleri olan elitist azınlık kendini bu devletin asıl sahibi olarak görürler. Geri kalan çoğunluk ise kendisine lütfen verilen haklarla yetinmek zorunda kalanlardır. Devletin asıl sahipleri ise her türlü nimeti kendi arasında paylaşmaktan, devletin olanaklarını birbirine peşkeş çekmekten, bu olanakları kullanarak halkı baskı altında tutmaktan, gerçeklerin öğrenilmesini önlemek için ifade özgürlüğünü yasaklamaktan, kısacası resmî ideolojinin bekçiliğini yapmaktan dolayı bu toplumun sözde en saygın kesimidirler. Cumhuriyet tarihi boyunca bu kesimlerin hak ve özgürlük gibi bir derdi olmamıştır çünkü zaten bütün hak ve özgürlüklerin sahibi kendileridirler. Onlara göre bu devleti ve toplumu koruyup geliştirecek tek ideoloji resmî ideolojidir. Düşünceyi açıklama özgürlüğü de bu nedenle resmî ideolojiyle sınırlıdır. Buna ters düşen hiçbir düşünce özgür olamaz, olmamalıdır. Geri kalan bütün düşünceler tehlikelidir, tehdittir. İşte, ülkemizdeki düşünce özgürlüğü tartışılacaksa bunun için sorgulanması gereken şey resmî ideolojinin kendisidir.

Peki, nedir bu resmî ideoloji dediğimiz şey? Resmî ideolojinin sözlük anlamı, bir devletin ya da kurumun belli bir ideolojiyi, bünyesinde bulunan halka veya topluluğa dikte etmesi ve koyduğu kurallar ve yöntemler ile bunu zorunlu olarak kabul edilebilir tek ideoloji olarak göstermesi durumudur. Bizdeki resmî ideolojiyi anlamak için biraz gerilere, hatta Osmanlının son dönemlerine kadar gitmek gerekir. İttihat Terakkiden başlayarak günümüze kadar bütün aşamalarını irdelemek gerekir. Elbette ki zamanımız bu tarihî kesiti detaylarıyla incelemeye fırsat vermez. Ancak birkaç çarpıcı noktayı belirtmeden de geçemeyeceğim. Örneğin resmî ideolojinin şekillenmesinde önemli bir tarihî dönem olan 1919-1923 süreci bugün yaşanan sorunların nedenlerinin anlaşılabilmesi açısından dikkatle incelenmesi gereken bir dönemdir. Çünkü bugün vatandaşı olduğumuz devletin temelleri o dönem atıldı, bugün üzerinde yaşadığımız toprak parçası o dönemde işgalden kurtarıldı, bugün yönetim biçimi olarak benimsediğimiz cumhuriyet o dönem ilan edildi. Eğer, o dönemde planlanan “devlet”, “millet”, “cumhuriyet” kurguları bütün gerçekliği ve çıplaklığıyla ortaya konulmazsa bugün, bu ülkede yaşanan hiçbir toplumsal sorunun nedeni de çözümü de anlaşılamaz. Bugün “tek millet” kavramından söz edenler, milleti 1920’lerdeki gibi üst bir kimlik olarak tanımlamak yerine aslında tek etnisiteye dayalı bir teknikten söz ederler. Her ne kadar bunun böyle olmadığı Türküyle, Kürt’üyle, Çerkez’iyle, Laz’ıyla, herkesi ifade eden ve kapsayan bir kavram olduğu iddia edilse de yasal düzeyde, idari düzeyde ve uygulamada bunun böyle olmadığını anlamak hiç de zor değildir.

İlk TBMM’de her etnik grup kendi aidiyeti ile temsil imkânına sahip olmakla birlikte hep bir arada ifade olunmak icap ettiğinde “Türk milleti” kavramını kullanmışlardır. Örneğin 25 Ocak 1923 tarihli Meclis oturumunda söz alan Muş Milletvekili Hacı İlyas Sami Efendi, Lozan Konferansı sırasında Kürtlere hakaret eden Lord Curzon’a ithafen şöyle konuşuyor: “Kürt, Türk ve muhtelif namlar altında müttehit bir kitlenin bir milleti vahidenin bulunduğundan çoktan haberdar olduğundandır ki bunları da tefrikaya, ihtilale, ihtilafa sevk etmek istiyor.” demektedir.

Yine Hakkari Mebusu Mazhar Müfit Bey aynı oturumda “Curzon denilen şahıs, geçende, konferansta beyanatında, Kürtlerin bu Meclisi Ali’de bulunan, Kürtlüğü temsil eden mebusların cahil, bir şey bilmez olduğunu belirterek kızıyor ve ardından ‘Kürtler nazarında Türklerin kendilerinden ayrı bir şey değil, kardeş olduklarına en resmî delil olmak üzere şunu arz ederim ki, kürdistanda mebus olmak şeraitini haiz pek çok kişi varken, kendileri Kürt ve Türk’ü ayrı görmediklerinden, Türklerden itimat ettikleri kişileri bile seçmişlerdir.’ Mesela, ben Kürt olmadığım hâlde muhterem Hakkâri ahalisinin eseri teveccühü olarak mebus seçilmiş ve İstanbul’a gönderilmiştim. Bu da Kürtlerin nazarında Kürt ve Türk’ün bir olduğunu, ayrı olmadığını gösterir. Kürtlerin Türklerden ayrılmak imkânı yoktur, onlar bir kütle-i vahidedir.” şeklinde beyanlarda bulunuyor. Tabii bunun gibi yüzlerce konuşmayı ilk Meclisin kürsüsünde dinlemek mümkündür.

Burada dikkatleri çekmek istediğim husus şudur: O dönem tarih sayfasında yeni bir millet ortaya çıkarken bu milletin nasıl bir bileşenden oluştuğu hususudur. Zaten 1920’lerin ruhu dediğimiz bu ruh, 1924 sonrası inkâr edilmese, yasaklanmasa, yokmuş gibi davranılmasa, aslında oluşan yeni milletin içinde yer alarak onun bir unsuru olma konusunda o dönem Anadolu’da yaşayan hiçbir etnik grubun ciddi bir itirazı yoktur.

Ancak ne zaman ki Türklük tanımı, bir tek etnisiteyi tarif eden, bir tek dili, bir tek dini ve mezhebi, tek kültürü ve tarihi ifade eden bir kavram olarak kullanılmaya başlandı ise işte o zamandan bu yana ülkemiz derin toplumsal sorunlar ve bunalımlarla karşı karşıya kalmıştır. Örneğin, cumhuriyet sonrası oluşturulan en önemli kurumlardan olan Türk Tarih Kurumunun o dönemki asıl görevi, geçmişi yok sayacak, geçmişte yaşananları gizleyecek ve çarpıtacak yeni bir tarih oluşturmaktır. Yine, Türk Dil Kurumu da benzer bir işlevle, dilde tekliği ve yeni oluşan milletin tek dilinin olduğunu savunacak, bunu bilimsel bir tez hâline getirecek ve ülkedeki diğer dillerin tamamını yok sayacaktır.

İşte, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek tarihinin en kritik dönemi tam da bu dönemdir. Çünkü ulus devlet olarak kendini bütün dünyaya ilan eden cumhuriyet, bu aşamadan sonra, ulusu demokratik bir ulus olarak tanımlayarak alt kimliklere kendini yaşama ve yaşatma imkânı verme tercihi yerine, tek dile, tek tarihe ve tek etnisiteye dayalı bir uluslaşma sürecine geçiş yapar. Geçiş yapar diyorum çünkü cumhuriyetin ilk yıllarında öngörülen ulus modeli bu değildir. Az önce de örneklerle ifade ettiğim gibi, Türk’üyle Kürt’üyle herkes kendini, kendi varlığını koruyarak bir ulus içerisinde tanımlar.

Yine, Orhun dergisinin 23 Haziran 1934 tarih ve 8 sayılı nüshasından küçük bir alıntı yapmak istiyorum. “Dünya Türklüğü yalnız Türkiye’dekilerden ibaret değildir. Rusya, İran, Çin, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Yunanistan, Rodos, Kıbrıs, Suriye, Irak ve Afganistan’daki Türklerin sayısı Türkiye’dekilerden daha çoktur.” demekle, daha 1934 yılında “Türk” kavramına verilen anlamı tespit etmiştir. Yani bu belirlemeye göre Türk kavramı, kökeni Orta Asya’ya dayanan ve aynı ırktan olan topluluğu ifade ediyordu.

Aslında, bunun sosyal, siyasal, toplumsal açıdan hiçbir yanlışı ya da ahlaki olmayan hiçbir yönü yoktur. Yanlış olan şey, başka halkları inkâr ve asimile ederek Türkleştirmeye çalışmaktır. Kötü olan şey Türklük değildir; kötü olan şey, bu inkârcı ve asimileye dayanan politikalardır. Bir devlet büyüğümüzün deyimiyle “Asimilasyon insanlık suçudur.” Yoksa gönüllü bir birliktelikle insanların Türkleşmesi veya Kürtleşmesi ya da başka bir etnisiteye aidiyet hissetmesi kötü değildir. Hatta doğal seleksiyon içerisinde, kültürlerin birleşerek tek kültüre, dillerin kaynaşarak tek dile dönüşmesi bile normaldir ve ahlakidir. Ancak bir halka zorla, baskıyla kendi dilini, etnik kimliğini, tarihini ve kültürünü inkâra zorlamak, o halka ve insanlığa karşı yapılacak en büyük haksızlıktır.

Bunun gibi uygulamalar sadece Kürtlere yönelik de değildir. Daha kurulduğu günde halkının büyük bir kesimi Müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına resmî bir İslam anlayışı, resmî bir laiklik anlayışı dayatılmıştır. Bu ülkenin solcularına karşı resmî bir solculuk anlayışı da dayatılmıştır.

İşte, bu uygulamaları gerçekleştirmek için oluşturulan yapay, halk gerçekliğine uymayan, bu topraklara yabancı ideolojiye “resmî ideoloji” deniyor. Eğer bu resmî ideolojiye uygun konuşursan asla hakkında dava açılmaz, hapse girmezsin, öldürülmezsin, dışlanmazsın, ayrımcılığa tabi tutulmazsın. Eğer bu resmî ideolojiye inanarak ve en azından inanmış gibi görünerek konuşursan devletle hiçbir sorun yaşamazsın.

Özellikle 1925 sonrasında çıkarılan yasalar ve uygulamalar, her şeyi ve herkesi Türkleştirme yani tek etnik kimlikte buluşturma üzerine kurgulanır. Orta Doğu’nun en kadim halklarından ve Türk halkının binlerce yıllık dostu, kardeşi olan Kürt halkı inkâr edilir, yok sayılır, asimile edilerek etnik anlamda Türkleştirilmeye çalışılır. Kürtlerin aslında “dağ Türkleri” olduğu ve karda yürürken çıkardıkları “kart kurt” sesleri nedeniyle bu adı aldıkları saçmalığı daha birkaç yıl öncesine kadar resmî tez olarak savunulur. Buna karşı çıkan, bunun bir çarpıtma olduğunu iddia eden herkes vatan haini ve bölücü olarak tanımlanır, yargılanır, cezaevlerine atılır. Bu şekilde milletin bütünlüğünden söz edilirken, aslında derin bir asimilasyon politikası gizlenmeye çalışılır. Ancak gerçek sorun milletin bütünlüğü değildir, milleti oluşturan unsurların inkârı ve tekleştirilmesidir. Bir halkın, neredeyse seksen yıl boyunca yok sayılması, dilinin ve kültürünün yasak olması başka nasıl izah edilebilinir? Hem yıllarca asimilasyon politikası uygulanacak hem de buna karşı çıkanlar, bunun aksini savunanlar cezalandırılacak ve konuşmaları, yazıp çizmeleri engellenecek, buna da demokrasi denilecek. Bu, tam bir hukuksuzluktur.

Yoksa bir kardeşin diğer bir kardeşin dilini, kültürünü yok sayması ve yasaklaması kabul edilemez. DTP’li belediye başkanlarının “Kürtçe davetiye bastılar.” diye yargılanıyor olmaları değildir. Eğer iddia edildiği gibi ve Anayasa’da yazıldığı üzere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin Türk olarak kabul gördüğü ve eşit oldukları doğru olsaydı, İstanbul’da, İzmir’de ve diğer birçok yerde sokaklarda dağıtılan “Kürtlerden alışveriş yapmayın.”, “Kürtlerin müziğini dinlemeyin”, “Onlardan kız alıp vermeyin.” “Kürtler ırza geçen bir halktır.” gibi hakaret içeren bildiriler karşısında savcılar 301’inci maddeye muhalefetten dava açmalıydılar; hakeza “Türklüğe hakaret ediliyor.” diye milliyetçiler ayağa kalkmalıydılar. Ama bunların hiçbiri olmadı; Kürtlere, Lazlara, Çerkezlere ve bu ülkenin diğer farklılıklarına yönelik hiçbir hakaret en küçük bir tepki görmedi.

Bizi etnik bölücülükle, etnik milliyetçilikle suçlayanlar bu gerçekleri bir kez daha düşünmelidir. Bizim söylediğimiz, milletin bölünmesi değil, ulusun demokratikleşmesidir. Bizim söylediğimiz ülkenin bölünmesi değil, farklılıklarıyla bir arada, kardeşçe yaşamasıdır. Yoksa bütün bunları olmamış, yaşanmamış sayarak çocuklarımıza güçlü bir Türkiye bırakamayız.

301’inci madde ve ifade özgürlüğünü engelleyen bütün maddeler aslında resmî ideolojinin sorgulanmasını engellemek, tartışılmasını önlemek için öngörülmüş düzenlemelerdir.

Bu vesileyle, Hükûmetin teklifinin ve gerekçesinin son derece yüzeysel kaldığına inanıyor, bu değişikliğin ülkemiz demokrasisine hiçbir yarar getirmeyeceği düşüncesiyle tasarıya ret oyu vereceğimizi belirtiyorum.

Saygılarımı sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurtulan.

Diğer gruplardan söz talebi var mı?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Faruk Bal efendim.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Milliyetçi Hareket Partisi ve şahsım adına yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bir “301” kelimesi aldı gidiyor. Değerli milletvekilleri, 301, üç tane rakamın yan yana gelmesiyle oluşmuş bir sayı değildir. 301, Türk Ceza Kanunu’nda Türklüğü, cumhuriyeti, devletin emniyeti muhafaza güçlerini, adliyeyi, Türkiye Büyük Millet Meclisini aşağılanmaya, tahkire ve tezyife karşı koruyan bir kanun maddesidir.

301” diyerek kirli bilgi çerçevesinde kamuoyuna takdim edilen bu kanun şu şekilde algılanmaktadır: Dünya çapında meşhur bir kanundur çünkü AKP Hükûmetinin yetkililerinin ifadesine göre “Gece Ekspresi” mertebesinde Türklüğü dışarıda tartışma mevzusu hâline getiren bir kanundur. Neden dolayı böyledir? Çünkü ödüllü yazarların suçlanma gerekçesi olarak takdim edilmiştir, yanlış olarak, iftira olarak. Çünkü 301, gazetecilere karşı işlenen cinayetin azmettiricisi bir madde olarak takdim edilmiştir, iftira olarak. 301, Avrupa Birliğine girişin önündeki tek engel olarak kabul edilmiştir, yalan olarak. 301, ifade önündeki engel olarak kabul edilmiştir, yalan olarak ve son olarak Türklerin tarihle yüzleşmesi önündeki engel olarak kabul edilmiş, yalan olarak. Bu saydığım bilgilerin hepsi kirlidir. Bu saydığım bilgilerin hepsi Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu ile, kuruluş felsefesi ile sorunu olanların, cumhuriyet ve Türklükle ilgili intikamlarını 301 üzerinden alabilmek için ortaya atılmış iftiralardır.

Değerli arkadaşlarım, bunlar 301 değildir. Peki, 301 nedir? 301, Türklüğü ve Türklüğün aşağılanmasını, daha eski bir tanımlama ile tahkir ve  tezyifini cezalandıran bir maddedir; Türklüğün, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra çok milletli, çok uluslu, çok hukuklu, din esasına dayalı toplum ve devlet düzeninden millî bir devlete, üniter bir  devlet yapısına  ve modernleşme projesi çerçevesi içerisinde cumhuriyet rejimine geçişini ifade eder, cumhuriyeti koruyan bir maddedir.

Değerli arkadaşlarım, bu kapsam içerisinde ifade etmek gerekir ki Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugün, gerek cumhuriyete gerek Türklüğe vaki aşağılama fiillerini işlenemez veya cezalandırılamaz bir suç hâline getirmeye ilişkin teklifi görüşürken bu Meclisin bu iki değeri nasıl, hangi şartlar içerisinde devletleştirdiğini, o toplumu nasıl milletleştirdiğini de anlatmakta fayda vardır. Dünyanın tek Meclisidir ki Türkiye Büyük Millet Meclisidir, gazi unvanına sahiptir; dünyanın tek Meclisidir ki Türkiye Büyük Millet Meclisidir, devletten önce vazifeye başlamıştır ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur. Bu Meclis, bu devleti iki temel üzerine kurmuştur: Birisi Türklük, diğeri cumhuriyet. Bu ikisi, biri millet değeri, diğeri devlet değeridir. Bu millet ve devlet değerlerini Milliyetçi Hareket Partisi, demokrasi ve cumhuriyet kucaklaşması içerisinde, devlet ve millet kucaklaşması içerisinde yaşatma azim ve kararlılığı içerisindedir.

İşte, bu çerçeve içerisinde Milliyetçi Hareket Partisi, 301’inci maddeyi Türklük değerinin aşağılanması ve cumhuriyet rejiminin tehdit altına girecek şekilde aşağılanmasını, dış odaklardan gelmesini kaygıyla izlemektedir.

Değerli arkadaşlarım, dış odaklardan gelen sesler okyanus ötesinden gelmektedir ve Avrupa Birliğinden gelmektedir. Gerek okyanus ötesinden gerekse Avrupa Birliğinden gelen seslerin hiçbirisi haklı ve makul değildir çünkü kendi rejimlerini ve millî değerlerini koruyabilmek için Avrupa Birliğini kuran çekirdek ülkelerden Fransa’da, Almanya’da ve İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika dâhil olmak üzere, sırayla sayacak olursak, sonradan giren Bulgaristan da dâhil olmak üzere hepsinde kendi rejimlerini, kendi millî değerlerini kendi şartları içerisinde koruyacak ortak değerlerini korumaya ilişkin kanun maddeleri bulunmaktadır. Bizim de devletimizin kuruluşu itibarıyla koruyacağımız iki önemli müessese Türklük ve cumhuriyettir. O zaman Avrupa Birliğine dâhil ülkeler kendilerinde buna benzer yasalar mevcut iken bunları değiştirmeden, aksine, Türkiye’ye karşı bir dayatmada bulunmakta haklı mıdırlar? Geçmişlerine baktığımız zaman, Türkiye’ye akıl vermeye haklarının ve hadlerinin olmadığını görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Amerika Birleşik Devletleri’nin nüfus yapısında, demografik yapısında bir kıtayı kapsayan değişiklik olmuştur. Bunu Türkler mi yapmıştır? Tarihiyle yüzleşecek olanlar Avrupa’nın bu ülkeleridir. Amerika’da İngilizce konuşan nüfusu kim oraya taşımıştır? Amerika’daki zenci nüfusu Afrika’dan toplayıp, tavşan gibi avlayıp götüren kişiler kimlerdir? O zaman, tarihleriyle yüzleşmesi gerekenler onlardır. Kuzey Afrika’da çift lisanlı millet yaratanlar kimlerdir? 1,5 milyon Cezayirlinin katliamının müsebbibi kimdir? “Dedelerimizin fiilinden biz sorumlu değiliz.” diyen hâlen yaşayan bir Cumhurbaşkanı değil mi? Aynı Cumhurbaşkanı, 301’inci maddeyle ilgili Ermeni iddialarını ileri süren insan değil midir? Aynı Cumhurbaşkanı, Türkiye’de 301’le ilgili değişiklik olduğu zaman memnuniyetini ifade eden zat değil midir?

O zaman, Türklüğü ve cumhuriyeti kuran gazi Meclis olarak biz, burada bunları değerlendirirken yüreğimizdeki sesi dinlemeyecek miyiz? Türklük gurur ve şuuruyla hareket etmeyecek miyiz? Yeminimizin gereği olarak, İslam ahlak ve faziletinden bahsetmeyecek miyiz? Bu duyguları, burada, bugün konuşmayacaksak ne zaman hissedeceğiz?

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin dayatmaları, 301’inci maddenin ifade hürriyetinin önünde engel olduğuna dair ithamları kesinlikle yalandır, kesinlikle iftiradır. 301’inci madde, zaten… Eğer birazcık okuma yazma bilen insan varsa, hukukçu olmasına hacet yoktur, eleştiri kastıyla söylenmiş sözlerin madde kapsamında cezalandırılması mümkün değildir.

Dolayısıyla, Avrupa Birliğinin kriterleri içerisinde 301’inci maddenin Avrupa Birliğine giriş için bir engel olduğu iddiası yalandır. Aksine, Avrupa Birliğinin kriterleri içerisinde bulunan Kopenhag Kriterlerinin yerine getirildiğini müzakerelerden önce Verheugen, İlerlemeden Sorumlu Komiser açıkça ilan etmiştir. “Türkiye, Kopenhag Kriterlerinin tamamını yerine getirmiştir.” demiştir. Masada hiçbir şeyin kalmadığını ifade etmiştir. Ama arkasından 301 dâhil, ekümeniklik dâhil, Türkiye’nin kabulüne imkân görmeyeceği ruhban okulunun açılması dâhil, İslam diniyle ilgili okunan müfredat kitapları dâhil olmak üzere, güneydoğu sınarlarımız dâhil, güneydoğuda yaşanan terör olaylarına karşı bebek katillerine “siyasal çözüm” adı altında örtülü af tavsiyesi dâhil olmak üzere Türkiye’nin önüne ikinci yüzünü, çifte standardını koyan Avrupa Birliği 301’inci maddede de aynı çifte standardı göstermektedir.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği bu çifte standardı iki buçuk yıl civarında ortaya koymuştu fakat Adalet ve Kalkınma Partisi iki buçuk yıldır bunları duymamazlıktan gelmişti. Üzüntü verici ikinci nokta orasıdır ki Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhine açılan kapatma davasından sonra Avrupa Birliğinin bu söylemleri tekrarlandı ve Adalet ve Kalkınma Partisi, kapatma davasına karşı çözümü millî, meşru ve makul bir şekilde Türkiye’de araması gerekirken, millî, meşru ve makul çözümün Türkiye’de oluşması mümkün iken maalesef yabancılardan “imdat” beklemiştir. Beklenen imdat gelmiştir ancak faturası ağır olmuştur. Faturası işte bu 301’dir. 301 dediğimiz olay da basit bir olay değildir. Gelecek nesillerde bu devletin kuruluş felsefesinde yer alan iki tane temel konunun, yani Türklüğün, yani cumhuriyetin örselenmesi meselesidir. Kimler tarafından? Ermeni diasporası tarafından ey sayın milletvekilleri. 301’in önündeki engel… Ermenilerin tanıma, toprak ve tazminat talepleri önünde bir engeldir 301. Kendilerinin Türkiye'de de tanıma, tazminat ve toprak taleplerini rahatça ileri sürebilmeleri, İstanbul’da yaptığı konferans gibi tarihe, millî gerçeklere aykırı şekilde Ermeni itham ve iddialarını, Türklerin soykırımcı olduğunu ifade etmek suretiyle, Türkiye'de de bunları yayabilmek için 301 bunun önünde bir engeldir.

Değerli arkadaşlarım, 301, Batı kaynaklı haritaların oluşturduğu, pek çok askerî mahfilde de bu haritaların görüldüğü, bazı Orta Doğu ülkelerinin resmî binalarının arka fonlarında da görüldüğü haritaları Türkiye'de yaratmak isteyenlerin; bu çerçeve içerisinde hain teröristleri ve bölücüleri “siyasal bir çözüm” adı altında Türkiye'yi masaya oturtmak isteyenlerin önünde 301 engeldir. İşte, bu engeli ortadan kaldırabilmek için 301’le derdi olanlar şimdi AKP’nin önüne bu faturayı koymuştur.

Değerli arkadaşlarım, 301’le ilgili olmak üzere içeride de birtakım insanlar vardır bu maddeden rahatsız olan. Bunlar “numaralı cumhuriyetçiler” diye de tanınmaktadır, “numaracı cumhuriyetçiler” diye de tanınmaktadır. Bu numaralı ya da numaracı cumhuriyetçilerin yanında, fatura karşılığı her türlü fikri savunabilen ve her türlü fikri fatura mukabilinde köşesine misafir edebilen sözde münevverler de bulunmaktadır. Bunlar da 301’den rahatsız görünmektedir. Değerli arkadaşlarım, işte bunların hepsi bir şer ittifakıdır, bir şer cephesidir. “İç ve dış odak” diye tanımladığımız husus budur.

Denilmektedir ki: “301’inci maddedeki ‘Türklük’ tabiri çıkarılıyor, yerine ‘Türk milleti’ konuluyor. Ne farkı var kardeşim? Niye bu kadar celalleniyorsunuz?” Celalleniriz çünkü her ikisi farklıdır. Celalleniriz çünkü 1926 yılından beri bu “Türklük” kelimesi bu Kanun’da dururken şimdiye kadar sizden başka hiç mi aklıevvel bulunmadı ki bu maddeyi kaldırmaya teşebbüs etsin? Seksen iki yıldır Türk yargısı bu maddeyle ilgili bir kültür oluşturmuş, bir hafıza oluşturmuş, seksen iki yıldır içtihatlar gelişmiş ve hiçbir sorunu olmayan bu maddeyi, siz, sadece 2006 yılında 3 dosya -1’i düzeltilerek onama olmak üzere- 2007 yılında 2 dosya, 2008 yılında 2 dosya olmak üzere, Yargıtaydan geçen toplam 8 tane dava dosyası için, koskoca Türklüğü, koskoca cumhuriyeti, örselenebilmesine imkân verecek ya da bunların işlenemez bir suç hâline getirilmesine imkân verecek ya da işlenebilse bile cezalandırılamaz bir suç hâline getirebilmek için değişiklik yapıyorsunuz.

Bakın, bizim Türklükten anladığımız nedir Sayın Genel Başkanımızın ifadesiyle: “Türklük kavramı, bir insan ırkını değil, kucaklayıcı bir genel yaklaşımla, bütün Türk milletini kapsayan, ‘Türk olma hâlini’ ifade eder. Diğer bir ifadeyle, Türklük kavramı, Türk milletinin yalnızca Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki varlık ve değerlerini değil, dünyanın her yöresindeki Türkleri ve ortak eserlerini içine alan kolektif bir kavramdır. Bir başka ifadeyle, Türklükle anlaşılması gereken, yalnızca bugünkü değil, coğrafyaları ve zamanı aşan bir derinlik ve perspektifle, bu tanıma uyan, maddi, manevi, beşerî, kültürel, sosyal, ekonomik, antropolojik ve arkeolojik bütün Türk varlığını, eserlerini ve geleceğini ihtiva etmektedir.” İşte, Türklük budur.

Değerli arkadaşlarım, “Türk milleti” tanımı ile mozaikçi bir millet ya da milleti kabile gibi gören bir anlayış ya da Türkiyelilik gibi bir safsatanın arkasına düşmek suretiyle Kanun’u sulandırmanın vebalini, gelecek nesillerde, teker teker vicdanınızda hissedersiniz. Dolayısıyla, yol yakınken dönmenin tam zamanıdır, vicdanlarınızla muhasebe etmenin tam zamanıdır, “Gelecek nesillere ben ne gibi bir hizmet bırakabildim.” demenin tam zamanıdır.

Değerli arkadaşlarım, insanın vicdani muhasebesinde “Mahkemei kübra” dediğimiz hadisenin tam işleyeceği zamandır. Milletvekili herkes olabilir; herkes, milletvekili olarak hayırlı hizmette bulunduğuna da inanabilir, ama hayırlı hizmetin tam zamanıdır. Tam, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesinin yargılandığı bir ortamda, 21’inci yüzyılda, dünyanın yeniden şekillendirildiği bir ortamda, Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesi içerisinde devletlerin, ülkelerin, renklerinin, şekillerinin, haritalarının değiştirilmesine teşebbüs edildiği bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti devletinin iki temel kavramını Türklüğü ve cumhuriyeti korumanın tam zamanıdır. Yani milletvekili olarak ettiğiniz yemine sahip çıkmanın ve gereğini yerine getirmenin tam zamanıdır ve parti disiplini çerçevesi içerisinde değil, partinizin içerisinde bunu koruyarak. Bu değerler sadece Milliyetçi Hareket Partisinin değeri değildir, Türk milletinin, bütün vatandaşlarımızın değeridir, sizin de değerinizdir. Adalet ve Kalkınma Partisine mensup milletvekilli arkadaşlarıma hitap ediyorum: Bunlar sizin de değerinizdir. İşte, bunları kendi partinizin içerisinde savunmanın tam zamanıdır.

Değerli arkadaşlarım, bunları gerçekleştirmekle Avrupa Birliğinin koyduğu faturayı ödeyemezsiniz. Yeni faturalar gelecektir, bedeli daha ağır faturalar gelecektir. Önümüzde 10’uncu Paket vardır, 10’uncu Paket sonuncu paket olmayacaktır. Hemen akla gelenleri söyleyeyim ben size: “Atatürk’e hakaretle ilgili suçları bir düzeltin.” diyeceklerdir. “Askerlikten soğutma ile ilgili suçu düzenleyin.” diyecekledir. “Vicdani retçilere özgürlük tanıyın.” diyeceklerdir ve daha pek çoğu gelecektir.

Değerli arkadaşlarım, demek ki teslimiyetin sınırı yoktur. Millî direnç ve millî kimliğimizle hareket etmenin tam zamanıdır. Bu zaman çerçevesi içerisinde bizim koruyacağımız, kollayacağımız değerleri yüreğimizde hissederek, bu hissiyatın gereğini oylarımıza dönüştürerek, belki ondan önce kendi içinizde görüşerek, danışarak, tartışarak makul ve mutedil bir çözümü bulmanın hakikaten tam zamanıdır.

Gecenin geç vaktinde bu kanunun görüşülmesi ise zamanlama açısından hiç uygun olmamıştır, hiç zamanı değildir. Biz isterdik ki bu, gündüz vaktinde, yüce milletimizin bu tartışmaları duyabileceği bir zaman dilimi içerisinde görüşülsün, uygun bir zamanlamaya düşsün. Ancak, tabii ki bu gibi tedbirler, Adalet ve Kalkınma Partisinin ortaya koymuş olduğu millî ve devletle ilgili değerlerin örselenmesine ilişkin gözden kaçırma faaliyetlerini milletimizin gözünden kaçırmayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, iki konuda teknik bilgi arz ederek sözlerime son vereceğim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum Sayın Bal.

FARUK BAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sözlerimin arasında ısrarla “işlenemez suç” demiştim, çünkü cezada -içinizde hukukçu arkadaşlarımız vardır- kanuniyet prensibi vardır. Suç, eğer kanunda tarif edilmemiş, tanımlanmamış ise o fiil suç teşkil etmez.

İki: Ceza hukukunda kıyasen ceza verilmesi mümkün değildir. “Türklük”ü bu kanun maddesi içerisinden çıkarırsanız Türklükle ilgili aşamalar “Türk milleti” kelimesi kullanılmadıkça suç olmayacaktır, dolayısıyla işlenemez bir suç yaratıyorsunuz.

Bu kanunla ilgili olmak üzere, cezanın üst haddini iki yıla indirmekle:

Bir: Sulh ceza mahkemesinin görevi dâhiline indiriyorsunuz.

İki: Eski 647 sayılı Kanun’da belirtilen cezaların paraya çevrilmesi, taksitlendirilmesi ve ertelenmesi kapsamı içerisine koyuyorsunuz.

Bir diğer yönü itibarıyla da bu geçtiğimiz ocak ayı içerisinde çıkan hükmün ertelenmesine ilişkin kanun maddesi kapsamına girmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) – Dolayısıyla, bu üç yasal durum var iken bu fiili işleyenleri cezalandırabilmek mümkün olmayacaktır diyorum ve saygıyla bu görüşlerimizi yüce heyete takdim ediyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 215 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde AK Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi, eski Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesine göre şöhreti daha yüksek olan bir maddedir. Yeni Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girdikten sonraki süreçte, Ceza Kanunu’nun getirdiği mantalite çerçevesinde özgürlükçü bir yaklaşımı yeni Türk Ceza Kanunu benimsemişti. Örneğin, Ceza Kanunu’nun 1’inci maddesi “Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini -devamı var- korumak…” diye başlıyor. Belki dünyada bir ceza kanunu yoktur ki başlangıcı, amacı “kişi hak ve özgürlüklerini korumak” diye başlasın. Bu, Türk Ceza Kanunu.

Arkasından, yine Ceza Kanunu’muzda yer alan ifade hürriyetiyle yakından ilgili maddelerin devamında, kimi 301’inci madde gibi maddenin bizzat içinde “Eleştiri amacıyla düşünce açıklamasında bulunmak suç oluşturmaz.” diye bir başka hüküm var.

Yine, Ceza Kanunu’muzun 2’nci maddesine, kıyasın ceza hukukunda yasak olduğu, kıyasa yol açacak bir biçimde ceza hükümlerinin yorumlanamayacağına dair başkaca bir de hüküm konuldu. Zira, Türk Ceza Kanunu’nun ifade hürriyetini ilgilendiren maddelerinin uygulanmasıyla ilgili mahkeme kararları incelendiği zaman, orada birtakım kıyasların, birtakım çıkarsamaların yapıldığını görüyoruz. Esasında bunu yazmaya gerek yok, zira uygulamada zaten kıyas yapılamaz ama gelin görün ki bizim uygulamamızda bu noktada sıkıntı ortaya çıktı. Biz, yeni Ceza Kanunu yürürlüğe girince Ceza Kanunu’nun genelinde benimsenen, ifade hürriyetinden yana konan, yasa koyucu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin koyduğu tavrın, Ceza Kanunu’na yerleşen mantalitenin uygulamada sonucunu görmek gerektiğini hep söyledik. Yani “301’inci madde değişsin.” diyenlere bizim söylediğimiz şu idi: “301’inci maddede sorun yok, Türkiye’nin sorunu uygulamasında. Yeni Ceza Kanunu yeni bir anlayış getirdi, uygulamayı bir görelim, aksama varsa o noktada müdahale edilir” oldu. Uygulamayı takip ettik yürürlüğe girdiği günden bu yana ve bu konuda Türkiye’de sıkıntılar oluştu, birtakım eleştiriler ortaya çıktı. Sivil toplum örgütleri, 301’inci maddenin değişmesiyle ilgili önerilerde bulundular, değerlendirmelerde bulundular. Sayın Başbakanımıza kadar da geldiler, bununla ilgili taleplerini ilettiler. Sayın Başbakanımız da bu konuda üzerinde mutabık kalınacak bir metin olduğu takdirde buna destek olacaklarını, kaldırılmasına karşı olduğumuzu ancak değiştirilmesi noktasında atılabilecek somut bir adım varsa bunun mutabık kalınan bir metinle getirildiği takdirde yapabileceğimizi söylediler. Bu konuda mutabık kalınan bir düzenleme olmadı, ama bu arada yargılamalar devam etti.

Tabii, 301’inci madde benzeri maddeler -tıpa tıp aynısı değil- Avrupa Birliğine üye ülkelerde de var, Türkiye’de de var ama oradaki yargılama sonuçlarıyla Türkiye’deki yargılama sonuçlarını değerlendirdiğimiz zaman arada dağlar kadar uçurumun olduğunu görüyoruz. Örneğin, Polonya’da 2004 yılında 1 tane, 2005 yılında 1 tane; Danimarka’da 1994 yılında 1 tane, 1995’te 1 tane; Avusturya’da 2006’da 1 tane; İtalya’da 2000’den 2006’ya kadar 107 tane. Avrupa Birliği üyesi ülkelere baktığınız zaman, değerlendirdiğinizde, 301 maddesinden daha ağır hükümler içeren maddeler bulunmasına rağmen, uygulamaya baktığınızda, orada verilen mahkûmiyet kararlarının neredeyse yok denecek kadar az olduğunu, yıllara sari pek çok ülkeyi topladığınızda bile, Türkiye’nin, bir yıllık, bu konuda açılan davayla ilgili durumuna yetişemediğini görüyoruz.

Bakın, benim elimde 2003’te 55 tane hapis cezası, 87 tane para cezası, 13 tane hapis ve para cezası… 2006 –yeni Ceza Kanunu dönemi- 31 tane hapis cezası, 80 tane para cezası, 3 tane hem hapis hem para cezası ve bizim ülkemizde de artarak bu noktadaki uygulama devam etmiş.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ifade özgürlüğünün ihlali anlamında verilen Türk mahkeme kararları nedeniyle açılan davalara baktığınızda, sadece Türkiye özelinde değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini tanıyan bütün ülkelerden giden davaları değerlendirdiğiniz zaman, Türkiye’den giden davaların görülen davaların yüzde 30’una tekabül ettiğini görüyoruz. O zaman burada bir sorun yok mu? Başka ülkelerde de var aynı hüküm, ama onların uygulamasına bakıyorsunuz Türkiye’deki gibi değil. Biz Ceza Kanunu yapılırken bu noktada önemli değişimler koyduk, ama bizim uygulamada takdir hakları bu değişimlerin gerisinde kaldı.

Yargıtay Birinci Başkan Vekili Sayın Osman Şirin, Adalet Komisyonunda Türk Ceza Kanunu görüşmeleri yapılırken, 216’ncı maddenin, eski 312’nci maddenin muadili olan maddenin görüşmelerinde şunu söyledi: “301 ve benzeri ifade hürriyetiyle ilgili maddelerin uygulamasında yargıç yüzde 95’tir, yasa yüzde 5’tir. Bunların uygulaması dönemlere göre değişebilir, toplumun beklentilerine göre değişebilir, flu maddelerdir bunlar. Siz yasa koyucu olarak bizim elimize en az yüzde 50 somutlaştırılmış bir metin verin, biz daha iyi uygulama gayreti içerisinde olalım.” Bizim uygulamamız görüldüğünde bu noktada sıkıntıların olduğu ortadadır. Bu sıkıntıları giderme adına beklenen süre uygulamayı görme adınadır. Yoksa Avrupa Birliği süreciyle bunu doğrudan bağlandırmanın, ilişkilendirmenin de anlamı yoktur.

Türkiye, Avrupa Birliğine üye olmak isteyen bir ülkedir ve bu noktada reformlar yapmış bir ülkedir. Bizden önceki dönemlerde de yapıldı. 2000’de Katılım Ortaklığı 2000 Belgesi temin edilirken bu süreçte Avrupa Birliğinin bizden istedikleri o belgede vardı. 24 Mart 2001’de Türkiye Ulusal Programı ilan edilirken Türkiye’nin bu belgeye karşı neler yapacağı içeriliyordu. Arkasından 2001’de, 2002’de… Yine 2002’nin sekizinci ayında ve ikinci ayında yapılan birinci, ikinci uyum paketleri, üçüncü uyum paketleri de yine Avrupa Birliği sürecinde yapılan değişimlerdi.

Şimdi, burada yapılan bir düzenlemeyi orayla ilişkilendirdiğimiz takdirde, geçmişten beri Avrupa Birliği ile uyum çerçevesinde yapılan her türlü düzenlemeyi farklı algılama, farklı takdim etme noktasına gider ki bu da yanlış bir uygulama olur diyorum. Doğrusu bizim yaptığımızdır.

Avrupa Birliği Türkiye’de olan uygulamalara dair eleştiride bulunabilir, bizim, önemli olan, kendimize dönük bir eleştiri yapmamız lazım. Neden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görülen davaların yüzde 30’u Türkiye’den gidiyor? Biz dönüp biraz kendimize bakmamız lazım. Bir ülkede senede bir tane çıkarken, belki yıllara sâri bir iki tane çıkarken bizim uygulamamızda neden bu kadar sorunlar var diye onun üzerinde durmamız lazım.

Bir başka konu da şu: Adalet Bakanlığının yayınladığı bir genelge var, doğrudur. Değinildi burada, Adalet Bakanlığı bu genelgeleri rutin olarak yayınlar sürekli bir biçimde. Ama bir şeyi bilmek lazım: Bu genelge yayınlandı diye 301’den davalar açılmıyor. Esasında 301, takibi resen yapılan bir suçtur. Böyle bir genelge olmasa dahi cumhuriyet savcıları bu konuyla ilgili bir suç işlendiğine dair bilgi sahibi olduklarında veya herhangi bir ihbar kendilerine geldiği takdirde, resen soruşturma başlatmak görevleridir. Eğer bunu yapmazlarsa, o zaman, görevleriyle ilgili bir eksiklik söz konusu olur.

Adalet Bakanlığının gönderdiği genelgeleri incelediğiniz zaman, yine, orada bir şeyin de altının çizildiğini görüyoruz, hem ifade özgürlüğüyle ilgili, bu maddelerin uygulanmasıyla ilgili hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına göre, ifade özgürlüğü alanındaki gelişmenin, değişmenin de soruşturmalarda dikkate alınmasına dair genelgelerde ayrıca ve açıkça hükümler vardır.

301’inci maddeyle ilgili değişiklik ne getiriyor, bir de ona bakalım. Değişiklik, evvela, birinci fıkrada geliyor. Nedir o? “Türklüğü” ifadesi “Türk Milleti” olarak değiştiriliyor, “Cumhuriyeti” ifadesi de “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştiriliyor. Yoğunluklu bir biçimde eleştiri bu noktada yoğunlaştı.

Şimdi, buradan iyi bakmak lazım. Bir defa, bizim Anayasa’mızın 5’inci maddesine baktığınızda, devletin amaç ve görevleri anlatılırken, bunlardan bir tanesi “Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü” diye başlıyor.

Yine, egemenlikle ilgili 6’ncı maddeye baktığınızda “Türk Milleti, egemenliğini” diye ikinci fıkrası başlıyor.

Yasama yetkisiyle ilgili maddesine baktığınızda, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılacağı söyleniyor.

Yine, yargı yetkisiyle ilgili 9’uncu maddeye baktığınızda, Türk Milleti adına yargı yetkisinin kullanıldığından bahsediliyor.

Yemin maddesiyle ilgili Anayasa’nın 81’inci maddesine baktığımız zaman da, orada -yemin maddesinde de- yine aynı şeyi söylediğini görüyoruz: “Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” diye başlıyor.

Buradan bakıldığı zaman, Anayasa’nın kullandığı terim, kullandığı ifade “Türk Milleti”dir. Bu bir.

İki: Anayasa Mahkememizin önüne gelen kimi davalarda, “Türklük”ten kastın “Türk Milleti” olduğuna dair Anayasa Mahkememizin muhtelif içtihatları vardır. Bu iki.

Buradan da söylendi, Yargıtayımızın hem Ceza Dairesinin hem de Ceza Genel Kurulunun verdiği sayısız kararlar vardır, buradaki “Türklük”ten maksadın Türk milleti olduğuna dairdir. Şimdi, buradan yapılan düzenleme Anayasa Mahkememizin, Anayasa’mızın, Yargıtayımızın algıladığı, uyguladığı şeyi neye taşımaktır? Yasaya taşımaktadır.

Ayrıca, bakın, bununla ilgili öneriler var. Örneğin, CHP Milletvekili      -eski vekil- Sayın Zülfü Livaneli’nin verdiği bir önerge var “Türk ulusu” diye başlıyor. Arkasından Süheyl Batum bu konuyla ilgili önerisini gazetelerde neşretmiş “Türk milletini” diyor, “cumhuriyeti” ifadesi de orada yok. YARSAV’ın ifadesi var “Türk milleti” diye geçiyor. Basın Konseyinin önerisi var “Türk milleti” diye geçiyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin önerisi var “Türk milleti” diye geçiyor ve pek çok sivil toplum kuruluşunun da önerisi var.

Şimdi, buradan baktığınızda bütün bu kurumlar Türklükten rahatsız mı oluyor? Hayır. Nedir? “Ortada bir sıkıntı, uygulamada bir sorun var, belki belli birtakım adımlar atılırsa daha düzgün olur.” diye bir düşünceden, iyi niyetten kaynaklanan bir adımdır. Bizim yaptığımız, sivil toplumdan gelen bu talebi değerlendirmek ve Yargıtayımızın, Anayasa Mahkememizin uygulamasını yasaya yazmaktan ibarettir. Bunun altında birtakım vehimlerle, kehanetlerle başka şey aramanın mânâsı yoktur.

Bir başka konu: “Cumhuriyet” ifadesi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştiriliyor. Zaten uygulama da bu yöndedir. Cumhuriyet… Bir sürü cumhuriyet var, hangi cumhuriyet burada bahsedilen cumhuriyet? Elbette ki Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Zaten Yargıtay da böyle anlamış. Yoksa, rejim anlamında sadece aldığınız zaman, dünyada bir sürü cumhuriyet rejimi var, hepsinin algısı, uygulaması birbirinden farklı. Buradaki “cumhuriyet” Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bizim yaptığımız şey de bu konuyu yasaya yazmaktan ibarettir.

Bir başka konu: Ceza indiriliyor yukarıdan aşağı. Yani altı aydan üç yıla hapis olan ceza ne yapılıyor? Altı aydan iki yıla hapis cezasına çevriliyor. Peki, bu olduğu zaman sıkıntı ne oluyor? Herhangi bir sıkıntı yok. Zira, cezayı aşağı indirme sadece şimdi yapılan bir konu değil. 06/02/2002 tarihinde, hem de kanun tasarısı şeklinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilen ve görüşülen kanunla, bir yıldan altı yıla kadar ağır hapis cezası olan ceza, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına indiriliyor.

Burada iki şey oluyor: Birincisi, yargılayacak mahkeme ağır ceza mahkemesi olmaktan çıkıyor asliye ceza mahkemesi oluyor. İkincisi, cezanın niteliği ağır hapis olmaktan çıkıyor hapse dönüşüyor. Bu, bu şekilde değiştirildiği zaman Türklüğe hakaret serbest mi olmuş oldu? Hayır, orantısız bir cezada indirim yapılmış oldu, orantılı hâle getirildi. Şimdi yapılan düzenleme de orantısız bir cezayı orantılı bir hâle getirmektir, suç ve cezayı dengelemektir. Ceza-adalet sisteminin gereği de budur.

“Efendim, bu olduğu zaman hapis cezası ertelenebilir.” Eskiden de ertelenebilirdi. Zira, “altı aydan üç yıla kadar” olduğu zaman uygulamada ne veriyor? Altı ay veriyor, bir sene veriyor. Altı ay verirse adli para cezasına çevirebilir, erteleyebilir. İki yıl olursa hapis cezasını erteleyebilir. Yeni olan müessese ne? Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesidir. O neyi getiriyor? Hayatında hiç suç işlemeyen, mahkemece de bir daha suç işlemeyeceği konusunda kanaat sahibi olunan kişiye, toplumun içerisinde toplumla beraber yürümesine bir kez daha fırsat vermektir. Bu da ceza infaz sisteminin, ceza-adalet sisteminin bir başka gerekliliğidir.

Bir başka konu da, bütün bunları uygulayacak Türk hâkimidir, Türk savcısıdır. Hapis cezasını ertelemek de takdiri bir karardır, adli para cezasına çevirmek de takdiri bir karardır, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermek de takdiri bir konudur. Bunun takdirini Türk yargıcı yapacaktır. O zaman, biz yargıçlarımıza niye güvenmiyoruz? Savcılarımıza niye güvenmiyoruz? Onlar bunun kararını verecek. Eğer bir kişi gerçekten suçu işlemişse, alenen aşağılama suçunu işlemişse cezasını verecektir. Ama suçu işlemiş fakat bir daha işlemeyeceği noktasında birtakım kanaati varsa, cezayla yapılan arasında, ceza-adalet sistemi açısından bir adaletsizlik varsa ona göre bir karar verecektir. Bunun kararı da Türk mahkemelerine, Türk yargıçlarına aittir. Yoksa bu madde, Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti devletine, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetine, yargı organlarına, devletin asker ve emniyet teşkilatlarına karşı işlenen alenen aşağılama suçlarını suç olmaktan çıkarmıyor, suç olmaya devam ediyor; cezasız bırakmıyor, ceza almaya da devam ediyor.

Adalet Bakanının izni gelince sanki izinle sövmek veya alenen aşağılamak serbestmiş gibi değerlendirmeler de yapılıyor. Bu da yanlış bir değerlendirme. Neden? Adalet Bakanının izni, Türk hukukunda olmayan, ilk defa gökten zembille getirilip yasaya dercedilen bir husus değil ki. 2004 yılına kadar zaten 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 160’ıncı maddesi içerisinde bu vardı, biz bunu kaldırmıştık.

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Niye kaldırdınız peki?

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Uygulamalar, bunu kaldırmanın yararlı olmadığını gösterdi. Nasıl gösterdi? Bakın, Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış büyük bir Türk yazarı. Şimdi, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken herkes İngilizce konuşur ama o, muhteşem bir Türkçe konuştu, çok da güzel bir konuşma yaptı, benim göğsüm kabardı, “Milliyetçilik bu.” dedim. Nobel Edebiyat Ödülü’nü alacaksın, Türkçe konuşacaksın, canlı yayında, bütün dünyaya bu dilin güzelliğini oradan anlatacaksın. Doğru mu? Aldı. İkinci bir Türk var mı alan? Yok.

Peki, bakıyoruz fotoğrafa: Bir soruşturma kapsamında adliyeye giderken, mahkemenin kapısı veya adliyenin kapısı önünde bir grup insan, ellerinde yumurta, domates, yağmur gibi yağdırıyorlar. Şimdi, televizyonlar bunu canlı yayında veriyor, insanlar seyrediyor -sadece Türkiye değil, artık dünya küçüldü- “Burası nere?” diye soruyor. “Burası Türkiye.” “Peki, bu, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan büyük yazar değil mi? Ne yapmış bu?” diye soruyor, “Fikirlerini söylemiş.” (MHP sıralarından gürültüler)

Beğenmeyebiliriz, doğru olmayabilir, yanlış olabilir ama böylesi bir fotoğrafı verdiğin zaman bu fotoğrafı seyreden insanlara “Nobel Edebiyat Ödülü’nü alanı Türkiye’de yumurta yağmuruna tutuyorlar, domates yağmuruna tutuyorlar.” diye göstermeye, göstertmeye kimsenin hakkı yoktur. Olamaz böyle bir şey!

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Onun hakkı var mı yalan söylemeye?

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Şimdi ben sormak isterim…

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Onun bilmediği konuda konuşma hakkı var mı?

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Peki, Orhan Pamuk mu Türk milletinin haysiyetine, şerefine daha büyük hizmet etmiştir, onu yumurta yağmuruna tutanlar mı bu ülkeye, bu millete daha büyük hizmet etmiştir? Sormak lazım.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Senin söylediğin haysiyetsizlik!

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Onun için, bakın, izin sistemi bunun için vardır: Yapılacak yargılamada suç olmuş mu, oluşmuş mu, oluşmamış mı, bunu işlemiş mi, işlememiş mi?  Adalet Bakanı bununla ilgilenemez, buna bakamaz bile.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum, toparlayın lütfen.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Eğer, Adalet Bakanı suçun oluşumuna bakacak olursa yargıya müdahale etmiş olur. Adalet Bakanının bakacağı şey: Buralarda soruşturma yapılırsa veya dava açılırsa soruşturma sonucunda bu yargılama Türkiye'nin, Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yararına mıdır, zararına mıdır? Bunun kararını verecek. Zararınaysa soruşturmaya izin vermeyecek, kim ne derse desin. Çünkü korumak zorunda olduğu hukuki değer Türk milletidir, Türkiye Cumhuriyeti devletidir. O suçla davanın açılmaması arasındaki dengeyi Sayın Bakan kuracaktır.

Burada son olarak söylemek istediğim şey şu: Eleştiri amacıyla düşünce açıklaması da suç olmaz. Esasında, bu madde, ifade hürriyetini yakından ilgilendiren bir madde. İfade hürriyeti, hoşumuza giden şeyler için değildir, onun için kanuna gerek yok Bizim sevmediğimiz, istemediğimiz, arzu etmediğimiz fikirler içindir. Devlete yükümlülük getiriyor, bu fikirler de rahat söylensin diye.

301, bu nedenle yapılan düzenlemesiyle Türkiye'miz için hayırlı bir düzenlemedir. Ben faydalı olacağına inanıyorum. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

 BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.

Şahıslar adına ilk söz, Mardin Milletvekili Sayın Cüneyt Yüksel’e ait.

Buyurun Sayın Yüksel. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CÜNEYT YÜKSEL (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 29/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında görüşlerimi sunmak üzere şahsım adına söz almış bulunmaktayım.

Bugün burada, Türk demokrasisinin uzun zamandır tartışılan önemli düzenlemelerinden birisi olan Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesiyle ilgili değişiklikleri görüşmek üzere toplandık.

1926 tarihli ve 765 sayılı Ceza Yasası’nın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bugüne kadar geçen seksen iki senede binlerce aydın, gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu, sendikacı, kısacası birçok vatandaşımız 301’inci maddeyi ihlal nedeniyle yargılanmıştır ve bazıları da mahkûm olmuştur.

Küresel dünyanın bir parçası olup sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, küresel hukuk standartlarına uygun düzenlenmiş iyi işleyen bir demokratik sistem kurmadan mümkün değildir. Bu bağlamda, Hükûmetimiz iktidarda bulunduğu sürece, demokrasi alanında devrim niteliği taşıyan yasal düzenlemelere imza atmıştır ve demokrasi alanındaki çalışmaları desteklemiştir. Buradaki amaç, Türkiye’de çağdaş normları hâkim kılmaktır. Amacı Türk halkının yaşam standartlarını her alanda yükseltmek olan reformların devamı, bizim açımızdan ilkesel nitelikte ve vazgeçilmez önemde bir konudur. İşte, 301’inci madde de ifade özgürlüğü açısından taşıdığı kritik önem itibarıyla tarihe bu adımlardan birisi olarak geçmektedir.

Türkiye'nin de yargı yetkisini kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı üzere, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birini oluşturur. Bu özgürlük, bireylerin şahsiyetini tekâmül ettirmesinin ve dolayısıyla demokratik toplumun gelişmesinin temel koşuludur.

İfade özgürlüğü, 10’uncu maddenin ikinci fıkrasının sınırları içinde sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görünen haber ve düşünceler bakımından değil, aynı zamanda, aleyhte olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haber ve düşünceler bakımından da söz konusudur. İfade özgürlüğü, bu kapsamıyla demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurları olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereğidir. Bunlar olmaksızın demokratik toplumdan söz edilemez.

Temel hak ve özgürlüklere yaklaşımımız, özünde bireyi devletin üstün otoritesi karşısında korumaktan çok, devleti bireyin anayasal hürriyetleri karşısında korumaya odaklandıkça bu sorun devam edecektir. Halbuki, çağdaş bir demokraside anayasal düzenin amacı, devlet otoritesini sınırlandırarak bireyin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve bunların gelişimine fırsat yaratmaktır. Bu bağlamda, çağdaş dünyanın etkin bir üyesi olma yolunda reform hareketlerine girişen ülkemizde liberal ve demokratik bir ruha sahip çağdaş yasalar yapmak zorunlu bir öncelik hâline gelmiştir. Yasama olarak bizim görevimiz, ülkemizin demokrasi yolculuğunun önünü açacak çağdaş ve özgürlükçü yasalar yapmaktan geçer. Bizler biliyoruz ki, bir ülkeye yapılacak en büyük iyilik iyi yasalar yapmaktır. Ancak, ülkemizin demokratik kalkınma projesini hayata geçirebilmek, yalnızca yasamanın iyi yasalar yapmasıyla değil, yargının da bu yasaları özgürlükçü ve çağdaş bir süzgeçle yorumlamasına bağlıdır. Benzer maddeler Avrupa Birliği ülkelerinde de yok değil. Bunu hepimiz bilmekteyiz. Ancak, yargı uygulaması özgürlükçü bir yaklaşıma sahip olduğundan benzer maddelerle ilgili verilen mahkûmiyet kararları Türkiye’yle kıyaslanmayacak derecede azdır.

Bakınız, sizlere bir örnek vereyim. Avusturya Ceza Yasası 248’inci maddesi birinci paragrafında, devlet ve alametlerinin aşağılanması ele alınmaktadır. Buna göre, “Her kim anılan davranışları alenen ve taammüden sergiler, Avusturya Cumhuriyeti’ne ve eyaletlerine hakaret eder ve aşağılar ise bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” denmektedir. Bakınız, Avusturya’da ilgili maddeyle verilen mahkûmiyet kararı yalnızca bir tanedir.

Teklifle 301’inci maddede yer alan “Türklüğü” ibaresinin “Türk milleti”, “cumhuriyeti” ibaresinin de “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştirilmesi öngörülmektedir. Maddeye aykırı hareket edenlere verilecek cezanın üst sınırı üç yıldan iki yıla indirilmektedir. Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesine aykırı hareket edenlerle ilgili soruşturma yapılması da Adalet Bakanının iznine bağlanmaktadır.

Teklifle yapılan önemli değişikliklerden ilki belirlilik ilkesiyle ilgilidir. Yasaklayıcı, sınırlayıcı nitelikteki düzenlemelerin belirginliği konusu, insan haklarının teminat altına alınabilmesi açısından son derece önem arz etmektedir. Kamu düzeninin sağlanması hürriyetlerin sınırlanmasını zorunlu kıldığı kadar, sınırlamaya ilişkin normların belirginliğini de zorunlu kılmaktadır. Birey hak ve hürriyetlerini kısıtlama konusunda resmî makamlara takdir yetkisinin verilmesi durumunda, bu yetkinin her türlü keyfîliği bertaraf edecek şekilde kapsamının, amacının ve sınırlarının belirgin olması gerekmektedir. Yapılan düzenleme, sınırlamaya ilişkin normu belirgin hâle getirdiği gibi, yüksek mahkeme kararlarına da paralel nitelik taşımaktadır.

Bakınız, Yargıtay Ceza Kurulunun 11/7/2006 tarihinde verdiği bir kararda “Fıkradaki ‘Türklük’ kavramı devletin insan unsuruyla ilgili olup, bu kavramla Türk milleti kastedilmektedir. ‘Türklük’ten maksat, Türk milletini oluşturan insani, dinî, tarihî değerleri ile millî dil, millî duygular ve millî geleneklerden oluşan millî, manevi değerler bütünüdür.” denmiştir. Diğer yandan, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesine aykırı hareket edenlerle ilgili soruşturma yapılmasını da Adalet Bakanının iznine tabi kılmaktadır. Ayrıca, belirli fiillerin yurt dışında işlenmesi hâline özgü olarak cezalandırma bakımından vatandaşlar arasında gözetilen ayrım da ortadan kaldırılmıştır. Bugün burada görüşülen yasa, bireylerin ifade özgürlüğünü en etkili şekilde koruyarak temel hak ve özgürlükleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ve Anayasa’mızın getirdiği ilke ve standartlarda güvence altına almaktadır.

Bu düzenlemeyi demokratikleşme yolunda oldukça olumlu bir adım olarak değerlendiriyor, teklifin milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yüksel.

Şimdi, Komisyon adına, Komisyon Başkanı Ankara Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya’da sıra.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Konuşmamın başında yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

O, Türklük dünyasının yıldızıydı. Dünü, bugünü ve geleceğin vizyonunu bünyesinde özümsemiş gerçek bir aydındı. Ötekini hoşgörüsüyle kucaklayan hakiki demokrattı. Siyasetin bilgesiydi. Bugün burada olsaydı 1999 Haziranında yaptığı Türklük değerleriyle ilgili konuşmasının tekrarı yüce heyetin müzakeresine elbette ki bir anlam ve derinlik kazanacaktı. Değerli arkadaşım, değerli siyaset adamı, geçen hafta kaybettiğimiz Ayvaz Gökdemir’i saygıyla ve rahmetle anarak, konuşmamı hem millî iradenin tabii vazifesi ve hem de onun hatıraları içerisinde yapmaya çalışıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün ne yapıyoruz? Önemli bir sorunu hukuk yoluyla çözüyor muyuz veya adım atıyor muyuz? Bir defa bugün görüşmesini yaptığımız kanunun iki temel ayağı var. Bunlardan birisi, düşünce ve ifade özgürlüğünün demokratik ve hukuki sınırlarının bittiği nokta. Öbürü ise, egemenliğe ve alametlerine ait değerlerin korunmasının başladığı nokta. Yoksa, hiçbir milletvekili, hiçbir parti veya hiçbir düşünce, herhangi bir değeri salt, öz anlamıyla tahkir edecek, tezyif edecek bir ifadenin yanında olamaz. Türkiye’de sorun ne?

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Öbür tarafa bak da konuş!

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) - Pir Sultan Abdal’ın düşüncesinden dolayı hayatını kaybettiren anlayış ne, oraya bakmak lazım. Siyasal düşünce özgürlüğü sebebiyle başını kaybetmiş devlet adamlarının, Başbakanın muhatap olduğu müeyyidenin sebebi ne, oraya bakmak lazım. Bir dönem benzer konuşmalarından dolayı yüz tane takip yapılmış fakat şu anda aynı konuşmaların takip konusu olmadığı olaylara, Hasan Celal Güzel olayına bakmak lazım. Bu girişten sonra sorunun özünü tartışabiliriz.

Değerli arkadaşlar, bütün rejimlerin, bütün yapıların kızıl elmaları vardır. Demokrasinin kızıl elması –eğer sıra düzeni içerisinde sayacak olursak- düşünce ve ifade özgürlüğüdür.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sizin kızıl elmanız ne?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Bizim sorunumuz… Bilimsel olarak değerlendirdiğimizde, objektif olarak değerlendirdiğimizde sorunumuzun sebeplerini birkaç noktada ortaya koyabiliriz:

1) Aşırı ifadeyi ve eleştiriyi sadece devlet değerleri bakımından değil, şahsen kişiler olarak dahi hakaret olarak algılayan bir damarımız, bir bünyemiz var. Bunu inkâr edemeyiz.

2) Yargımızın korunan değerler lehine yorum prensibi var. Eğer sizin davanız özel hukuktan kaynaklanıyor ve karşı taraf, elbette ki bir değerimiz olan devletse nefi hazine kriteriyle veya mâniasıyla karşılaşırsınız. Eğer siyasal bir düşünceden, alandan kaynaklanıyorsa o zaman “raison détat”la karşı karşıya kalırsınız. Hikmeti hükûmet, devlet aklı diye bir engel gelir, özgürlük zamanında cezalandırılmazsınız ama konjonktürel zamanlarda ummadığınız gayriadil müeyyidelerle karşı karşıya kalabilirsiniz.

Hâlbuki dünyada yargı, devleti de kendi tabii mecrasında, vazife ve fonksiyon alanında sabit kılan ve özgürlükleri genişleten yorumlarla demokrasiyi kurmuştur. Bugün Amerika McCarthyizm’den, cadı avcılığından mahkeme kararlarının yorumlarıyla o noktaya varmıştır. Bizim anayasa hukukumuzda pek göremezsiniz, özgürlükler hukukunda daha yeni yeni bu kavram gelişti: Özgürlük lehine yorum, insan lehine yorum “in dubio pro libertate.” Tabii, bu ikinci sorunumuz

Üçüncü gerçeğimiz var. Özgürlüklerin alabildiğince genişletildiği, bireyin yaratıcılığına ve eleştiri dünyasına ağırlık tanıyan bir dünya anlayışı var ve biz bu dünya anlayışına, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi konsepti içerisinde 1950’de, 1954’te, birisinde imzalayarak, öbüründe kanunu kabul ederek girmişiz. Son değişiklikte de bu bizim iç hukukumuz hâline gelmiş.

Bakın, sizlerle soruna tam gelmeden bir istatistiki bilgiyi paylaşmak istiyorum. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine topluluk ülkelerinden 1999 ila 2006 yılında yapılan başvurulardan 205’i ihlal kararıyla müeyyidelendirilmiştir; bunun 125’i Türkiye. 2005’te 50 ihlal kararı var, 39’u Türkiye, yüzde 80; 2006’da 62 ihlal kararı var, 35’i Türkiye. Burada bir sorunumuz var. Sorunumuz ne? Ceza normunun tanziminden kaynaklanan inşa kusurlarının çok yüksek olduğuna inanmıyorum. Buradaki sorunumuz, daha çok hâkim kalitesi, yargı kalitesi, özgürlüğü ve demokrasiyi uygulamaya aktarma sorunu. Ha, bu sorunu hukukla ne kadar çözebiliriz? Kabul etmek gerekir ki, sorunları hukukla çözebilmenin kapasitesi nihayet yüzde 15 veya yüzde 20’dir, daha fazla geçemezsiniz.

Burada ne yapıyoruz? Değerli arkadaşlar, Komisyonumuz muhalefet partilerinin, değerli partilerimizin hassasiyet gösterdiği kavramlar üzerinde bilime, uygulamaya, mukayeseli verilere uygun olarak inceleme yaptı: Türkiye Cumhuriyeti, Türk milleti, Türklük… Atıflar da yaptı, ortaya koydu.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Ne zaman yaptınız?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Komisyonumuzun raporunun 13’üncü sahifesiyle 16’ncı sahifesi arasındaki metinler okunursa, sual soran arkadaşımız gözleriyle cevap bulma fırsatını bulabilecektir: Ne yapıyoruz biz şimdi?

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Biz de oradaydık.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bir ceza normunu, bir ceza kuralını inşa ederken yardımcı kaynağımız Anayasa’mızın 38’inci maddesidir. Anayasa’mızın “Başlangıç” hükümleri ve diğer hükümlerdeki değerler, elbette ki kendi normatif çatısı içerisinde üstün değerlerdir. Bugün “Türklük” Anayasa’mızın “Başlangıç” hükmündeki bir kavramdır, değerdir ve Türk milletine mensup olma ile bütün Türklük dünyasının, kültür dâhil, ortak değerlerini kapsar.

Ha, peki, bu değer üzerinden bir ceza normu üretebilir miyiz? Mümkün mü? Hukuk “hayır” diyor, “belirli olacak” diyor. Bakın, şimdi, Ceza Kanunu’muzun 301’inci maddesi var. Hâlen yürürlükte. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin, yani konvansiyonel sistemdeki Türk Hükûmetinin 1339 hicri yılında, büyük Türk aydını, sosyoloğu, mütefekkiri Ziya Gökalp’ın telif ettiği “Türk Töresi” adlı kitabını yazmış, yayınlamış Meclis Hükûmeti. Mesela, diyelim ki orada 30’uncu maddede “Şamanizm dinindeki ruhlar…” diyor. Bilimsel bir inceleme bu. Değerlerimizdir, tarihî değerlerimizdir, saygı duyarız.

Şimdi, burada, bir gazeteci, gerçekten eylemin tam anlamıyla tenkit sınırlarını da aşarak tahkir ve tezyifte bulunsa, 301’inci maddenin koruması içerisinde mi? Anayasa Mahkemesi “Koruması içerisinde değil.” diyor. Yargıtay “Koruması içerisinde değil.” diyor. Ha, ne yaptık? Anayasa’nın 38’inci maddesi diyor ki: Suçun unsurlarını yorumla üretemezsiniz, kanunla yapsanız bile yapmış olamazsınız, belirlilik olacak, soyut olmayacak. Bu tartışıldı, bilim tartıştı, Yargıtay tartıştı, içtihatla “Türklüğü”, “Türk milleti”ne indirdi. Her ikisi de saygın bir değer ama tüm mesele ceza normunu üretmek meselesi. Ha, burada “Türk milleti…” Yani “Türk milleti”ni buraya koymakla Türklükten bir nakisa veya “Türklüğü” buradan çıkarmakla Türk milletini Türklüğün üzerine çıkarma gibi bir hukuki sonuç katiyen doğmaz. Burada yapılan, Anayasa’mızın 13’üncü maddesindeki özgürlüklerin sınırlanması kriterleriyle, ceza kuralını koyma kanunilik unsurunu denkleştiren bir yasama faaliyetidir ve bu faaliyete kendi yasama çerçevesinin, sürecinin dışına taşırılarak başka anlamlar yüklenmesinin belki siyasal amaçları olabilir ama ciddi bir tahlilde, nihai hedefte ceza normlarını, suç unsurlarını üretme tipolojisi veya metodolojisi bakımından Parlamentonun yaptığı, Anayasa’nın kendisine yüklediği görevlerden başka bir şey değil.

MEVLÜT COŞKUNER (Isparta) – Öze gel öze!

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – İkincisi, Türkiye Cumhuriyeti devleti, cumhuriyet...

Arkadaşlar, bir defa şu anda Ceza Kanunu’nun hangi sistemi içerisinde değişiklik yaptığımızı bileceğiz.

Dördüncü Bölüm diyor ki: Millete ve devlete karşı suçlar, 301’inci madde Dördüncü Bölümde. 301’inci maddenin üst kısmı hemen, diyor ki: “Egemenlik alametlerine, değerlerine suçlar.” Şimdi, Anayasa’nın 2’nci maddesindeki değerler elbette ki bizim iskeletimiz, omurgamız, değişmez, değiştirilemez değerler: Laiklik, sosyal devlet, hukuk devleti. Bütün unsurlarıyla bunlar temel değerler ama Ceza Kanunu’muzun ilgili maddeleri -tanzim ettiğimiz 301’le bağlantısı olmaksızın- Türk milletine ve Türk devletine ve egemenlik alametlerine karşı suçları tanzim etmektedir ve bittabi devlettir. Buradaki amaç da devlettir. Nereden çıkarıyorsunuz? Ceza Kanunu sistematiği bir tarafa Anayasa’nın 1’inci maddesinden. Yer değiştirin, doğru okuyun, Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Nereden çıkarıyorsunuz? Yargıtayın uygulamasından.

Ha, burada yapılan milletimizin değerlerinin saygınlığını mahsus mekânlarında koruyarak doğru bir hukuk kuralı üretmektir. Sorun budur ve maddenin içerisine girdiğiniz zaman bu isnatlardan dolayı takibata başlanması, savcının soruşturma sürecini başlatması, yetkili kılınan kişi organın -dikkat ediniz- süjenin iznine bağlıdır. Bu da yargısal bir yetki değil, bu suçların, kaleme tertip ettiğiniz suçların, ifadeye tertip ettiğiniz suçların kamu yararı değerlendirilerek takibe konu kılınıp kılınmaması noktasında -siyasal organa demiyorum- siyasa organına izin vermektir. Bu, doğru bir sistemdir, 1926’dan bu tarafa bizim geleneğimizde var olan bir sistemdir. Bu izin Adalet Bakanlığına verilmiştir.

Sonra, 301’inci maddenin bazı tarihsel polemiklere yorum aracı olarak kullanılması, araç kılınması doğru değil. Yani, soykırım iddiaları veya Yahya Kemal’in dediği gibi, mukatele; bunlar tarihte var olan ve bize gerçeğine aykırı şekilde çamur gibi yapıştırılmak istenen isnatlardır ve bu maddeyle doğrudan bir ilgisinin düşünülmesi mümkün değildir. Uzak illiyetle ilerideki, geçmişteki tarihî gerçeklerin 301’inci maddenin tenkidine vesile kılınmasını kabul edilebilir görmüyorum.

Siyasal düşünce özgürlüğünü dünya standartlarında ilk defa Türkiye’de ifade eden ve bu konudaki gerçekten önemli paradigmaları ortadan kaldıran büyük düşünür Bülent Tanör’ün 1969 yılında yazdığı o muhteşem doktora tezine ve kendisine atıf yaparak yüce heyeti saygıyla selamlıyor, hürmet ediyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İyimaya.

Şahıslar adına son söz İzmir Milletvekili Sayın Şenol Bal’da.

Buyurun Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 215 sıra sayılı Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ülkemizin içte ve dışta ağır bunalımlarla karşı karşıya olduğu, milletimizin kardeşliğinin tartışmaya açıldığı, sosyal, ekonomik, hatta siyasal krizlerin yaşandığı bu dönemde 301’inci maddeyi yüce Meclise getirmek kime hizmet ediyor? İçeriden ve dışarıdan Türklüğü aşağılamak için hevesle ve ısrarla sürdürülen bir kampanyanın iktidar eliyle resmîleştirilmeye çalışılmasının anlamı nedir? Avrupa Birliği, PKK, etnik bölücüler, Ermenistan ve Türklükle problemi olan kesimlerin oluşturduğu cephenin baskı ve dayatmaları sonucu 301’inci maddenin değiştirilmesiyle Türk tarihine, Türklük değerlerine ve Türk milletine hakaretin önünün açılmasının kimin işine yarayacağını sormak istiyorum. Ermeni soykırım yalanının serbestçe seslendirilmesi ve bunun sonucu doğacak neticeler nasıl telafi edilecektir?

Sayın milletvekilleri, uzun süredir ülkemizi millî devlet anlayışından uzaklaştırma ve Sevr şartlarına uydurulma çabaları sözde demokratikleşme ve özgürleşme olarak ustaca takdim edilmektedir. İşte bu yolda Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi ve benzeri maddeler bir kısım ihanet odaklarını rahatsız etmekte, hareket kabiliyetlerini daraltmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının başlangıç kısmını ve ilk üç maddede ifade edilen ilkelerden ilham alan ve onları koruyan en önemli maddelerden biridir. Hedef sadece 301’inci madde değil, hedef Anayasa’mızın değiştirilemez maddeleridir.

Sayın milletvekilleri, yüce Türk milletinin ve şerefli Türk tarihinin huzurunda bir onur ve haysiyet imtihanıyla karşı karşıyayız. Bugün burada vereceğimiz karar ülkemiz üzerinde oynanan oyunların bozulması olmalıdır. 301’inci maddede ifade edilen varlıklar ortak bir duyguyu temsil niteliğindedir. Bu varlıklara hakaret milletçe müşterek olan duyguyu rencide etmektir. Millî değerlerin kendilerince hiçbir anlam taşımadığı sözde aydınlar ile yıkıcı mihrakların kara propagandası sonucu neredeyse her kötülüğün odağı 301’inci madde olarak gösterilmiştir. 301’inci madde ideolojik, popülist ve güncel siyasi anlayışla değerlendirilebilecek bir madde değildir. Bu madde değiştirilirse -ki tamamen kaldırılmasını isteyen hıyanet ve gaflet içindeki kesimler de mevcuttur- bunun ardından Avrupa Birliği ve iş birlikçi kesimler, Türkiye Cumhuriyeti’ni düşmanlarına karşı korumasız bırakacak başka değişiklikleri de isteyeceklerdir. Avrupa Parlamentosunun raporlarında, insan hakları örgütlerinin raporlarında, Türk Ceza Kanunu’nda iptal edilmesi istenilen maddeler bir bir sıralanmaktadır.

Şu bilinmelidir ki, Anayasa’da belirtilen ve değiştirilmesi talep edilemeyen devletin temel ilkelerini korumak görevi, 301’inci madde de dâhil olmak üzere Türk Ceza Kanunu’nundur. Eğer bu ilkeler aleyhindeki eylemler cezasız kalırsa kimse anayasal düzenin ayakta kalacağını söyleyemez. Bu maddelerden biri iptal edilir veya değiştirilerek suç olma vasfı ortadan kaldırılırsa zaten kritik noktada olan ekonomik ve siyasi sömürgeleşme sürecinin tamamlanması da kolay olacaktır. Türk devletini kuran büyük Türk milletine, tarihî nefret ve kinle yapılan eylem ve söylemlerin cezai müeyyidesinin muğlak hâle gelmesi, hatta âdeta cezasız hâle getirilmesi ve yargının görevini yapmasının engellenmesi, yargının her türlü iç ve dış müdahaleye de açık hâle gelmesi, getirilmesi demektir.

Sayın milletvekilleri, bu kanun teklifi günlerdir Başbakanın “301’i Avrupa Birliği gündeminden çıkaracağız.” beyanatı ve Avrupa Birliği komiserlerinin Türkiye ziyaretlerinde “301’inci maddeyi ele almanız ve değiştirmeniz gerekir.” talimatlarıyla bir milletvekilinin kanun teklifi olarak önümüze getirilmiştir. Yapılan işlemin yanlışlığı ve yetersizliği Hükûmetçe de kabul ediliyor ki değişiklik Hükûmetin bir kanun tasarısı değil, bir milletvekilinin kanun teklifi olarak getirilmiştir. Sayın Hükûmet, yaptığınız işten şüpheniz mi var? Vicdanınız rahatsız mı? Yoksa, yüce Türk milletine gelecekte hesap vermekten mi korkuyorsunuz?

Sayın Veysi Kaynak, Kahramanmaraş’ın kahraman milletvekili, (AK Parti sıralarından alkışlar) Kahramanmaraş’ın kahraman evlatlarının, Sütçü İmam’ın torunlarının Türklükle ilgili şikâyetleri mi var? 301’inci maddenin kaldırılmasını sizden çok mu istediler?

Sayın Çiçek, “Bu Yasa’yı savunan bir ben kaldım.” diyordunuz. Ne değişti? Sizi de mi ikna ettiler? Siz de 301’inci maddeyi Türkiye'nin ayıbı olarak kabul mü ettiniz?

Sayın İyimaya, biraz önce rahmetli Ayvaz Gökdemir’i andınız. Eğer Sayın Gökdemir’i, rahmetliyi birazcık tanıyorsam, ruhunu da çok rahatsız ettiniz. (MHP sıralarından alkışlar) Aynı zamanda şunu da biliyorum ki eğer biraz tanıyorsam, hakkını da size helal etmemiştir.

Sayın milletvekilleri, son yıllarda Türkiye’yi belirli yerlere çekmek isteyen kesimlerce “Türklük” kavramı tartışma konusu hâline getirilmiştir. Bu konuda da Sayın Başbakan başrol üstlenmiştir. Türklük, millî kimliğimizin adıdır. “Türklük” kavramı, Türkler ile tarih sahnesine çıkan ve Türk kavimleri ve devletleriyle devam eden bir çizgiyi ifade eder. Türklük, günümüzde hem Türkiye Cumhuriyeti hem de diğer Türk kökenli devletler ve topluluklar açısından bir millî kimlik belirtmektedir. Beş bin yıllık Türk tarihini görmezden gelemezsiniz. Türklerin Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu aracılığıyla Ön Asya’da bin yıldır devlet olarak yaşadıkları gerçeğini yok sayamazsınız.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu iradesi, Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu maddesi olarak ilk günden beri “Türklük” kavramını şuurluca ve özellikle kullanmıştır. Türklük, Türk milletini içine alan çok geniş bir kavramdır. O günkü kurucu irade “Türklük” kavramını -biraz önce de söylediğim gibi- şuurlu ve özellikle kullanmıştır. Atatürk “Türklük” kavramını mütemadiyen kullanmıştır. “Benim hayatta en büyük servetim, iftiharım Türklüğümdür.” diyor Büyük Önder. Onuncu Yıl Nutku’ndan hatırlayınız: ”Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı…” diye devam ediyor. “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü ile de milletleştirmeyi başarmıştır Büyük Önderimiz. “Türklük” kavramı, siyasi konjonktüre, siyasi eğilimlere, Türklüğe hakaret edenlerin toplumsal gücüne, taraftarların lobi faaliyetlerine, AB, ABD ve Ermenilerin isteklerine göre değiştirilecek bir kavram değildir sayın milletvekilleri. (MHP sıralarından alkışlar) Değiştirmeye kalkanlar da bu vebalin altında kalırlar, bu vebalin altında kaldıkları gibi bir daha üstüne de çıkamazlar.

“Cumhuriyetin” ifadesinin “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştirilmesi de tam bir işgüzarlıktır. Anayasa Mahkemesi, cumhuriyeti çok geniş manada anlıyor. Bu durumda devletin nitelikleri de “cumhuriyet” sözcüğünün içine alınarak korunuyor. 301’inci madde gerekçesinde açıkça cumhuriyetten Türkiye Cumhuriyeti devletinin anlaşılacağı belirtilmiştir. Değişikliğe gerek var mıdır?

Cezanın üst sınırının üç yıldan iki yıla indirilmesi ise bu maddede belirtilen varlıkları aşağılayanların cezalarının para cezasına çarptırılmasına veya cezanın ertelenmesine imkân vermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum Sayın Bal.

ŞENOL BAL (Devamla) – Yani paranız varsa bu sayılan varlıklara küfredin, aşağılayın, serbestsiniz. Üstelik yeni düzenlemede Adalet Bakanı soruşturma açmaya izin verirse…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bal, bir saniye.

 (AK Parti sıralarından “Yeter, yeter!” sesleri)

ŞENOL BAL (Devamla) – Bence yetmez sayın milletvekilleri.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’mızdaki kuvvetler ayrılığı prensibine göre yürütme, yasama ve yargı erki birbirinden bağımsız olmalıdır. Her erk kendi meselesini kendi içinde halletmelidir. Adalet Bakanı, yürütmenin bir mensubudur ve siyasi bir makamdır. Yargı erki konusunu kendi mekanizması içinde yürütmelidir. Kamu yararı ve ülke menfaatleri konusunda yargının bir başka makama göre daha az hassasiyet göstereceği varsayımına katılmamız mümkün değildir.

Sayın milletvekilleri, izahına çalıştığım gerekçelerle, yapılan tüm değişiklik tekliflerine karşı olduğumu ve ret oyu vereceğimi tekraren belirtir, hepinizi saygılarımla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.36

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 22.50

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

215 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Şimdi, yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız. Ancak sistemdeki teknik hata nedeniyle daha önceden söz kaydı yapan milletvekillerinin adları ekrandan silinmiştir.

Şimdi, adlarını okuyacağım sayın milletvekillerinin tekrar sisteme giriş yapmalarını rica ediyorum. İsimlerini okuyorum: Sayın Korkmaz, Sayın Özdemir, Sayın Uslu, Sayın Işık, Sayın Varlı, Sayın Akkuş, Sayın Paksoy, Sayın Durmuş, Sayın Taner, Sayın Cengiz, Sayın Atılgan, Sayın Kaplan, Sayın Nalcı, Sayın Dibek, Sayın Kaptan.

Sayın Korkmaz…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Partinizin Grup Başkan Vekili “Mensubiyetlere hakareti cezalandıran kanun maddeleri diğer ülkelerde de var ama onlarda uygulama farklı.” dedi. Kanunu uygulayan, mahkemeler ve hâkimler olduğuna göre, bu sözlerle hâkimlerimizin bireysel özgürlük, fikir hürriyeti konusunda bir noksanlıkları olduğu mu ima edilmek isteniyor? Şayet böyle değilse bu Mecliste kendisini savunamaz durumda olan yargıçlarınızı savunmak Adalet Bakanı olarak sizin göreviniz değil midir? Bu görevinizi sıcağı sıcağına hemen yerine getirmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma soruyorum: Halkımızın gündemi geçim sıkıntısı, yolsuzluğun, yoksulluğun, cehaletin, bölücülüğün ve terörün bitirilmesiyken halkımızın gündeminde olmayan 301’inci maddenin değiştirilmesine neden ihtiyaç duydunuz?

Halkımızın bu maddenin değiştirilmesini istemediğini biliyor musunuz?

Ve yine Türklüğe hakareti cezasız bırakacak hâle getiren bu kanun teklifini referanduma götürmeyi düşünüyor musunuz?

Cumhuriyet başsavcılarının resen soruşturma açmasından neden rahatsız oluyorsunuz, yoksa yargı erkine güvenmiyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Uslu…

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Sayın Bakanım, Adalet Komisyonunda yaptığınız konuşmada “Ben Oğuzların Kayı Boyu’ndan gelen bir Türk’üm. Benim Türklüğüme kimse hakaret edemez.” dediniz. Bu yasa değişikliğiyle buna dair cezayı ortadan kaldıracaksınız. Bu yasayla Avrupa Birliğini memnun edeceksiniz. Sayın Bakanım, Almanya’da yakılarak ve kundaklanarak öldürülen Türkleri bir kez daha düşünün. Avrupa Parlamentosunda ve diğer ülkelerin parlamentolarında Türkleri “Ermeni soykırımcısıdır.” diye karar alıp suçladıklarını bir kez daha düşünün. Bu hususlarda Avrupa Birliğinin bize bakış açsını bir kez daha düşünün. Sayın Bakanım, bu yasa değişikliğinin Türk insanının millî değerlerini rencide edeceğini bile bile bu değişiklikte neden ısrar ediyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Aracılığınızla Sayın Bakanımıza sormak istiyorum: Avrupa Birliği, adaylık sürecindeki hangi ülke ya da ülkelere bizdeki 301’inci maddeye benzer dayatmalarda bulunmuştur?

2) Türklüğe ve cumhuriyete hakareti suç olmaktan çıkarmakla ülkemizin ve Türk milletinin mevcut hangi sorunlarının çözümü hedeflenmektedir?

3) 60’ıncı Cumhuriyet Hükûmetinin bir bakanı olarak 301’inci madde değişikliği ile Türkiyelilik kavramı içinde yer alan etnik gruplar arasında oluşabilecek hakarete varan söylemleri nasıl engellemeyi düşünmektesiniz?

4) Yaklaşık iki aydır atama problemine çözüm arayan 114 genç hâkim adayının problemini de benzer şekilde bir milletvekilinin teklifiyle kısa sürede çözmeyi düşünmekte misiniz?

Son sorum da… Bu 301’inci madde değişikliğini izleyen dönemde AB’ye karşı ülkemizi hangi tavizler beklemektedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Varlı...

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bu yasanın ısrarla değişmesini isteyen bölücüler, Ermeni diasporası ve atalarımıza, Türklere hakaret etmek isteyen gruplardır. Bunları destekleyen ve Hükûmete baskı yapan da Avrupa Birliği ve ABD’dir.

Siz bu yasayı değiştirerek hem atalarımıza hem de Türklere, cumhuriyete sövmek isteyenlerin önünü açmış olmuyor musunuz?

Bunlar atalarımıza ve Türklüğe hakaret edince sizin hoşunuza mı gidecek?

Avrupa Birliği isterse Sayın Bakan ismini değiştirmeyi düşünüyor mu?

BAŞKAN – Sayın Akkuş…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakanım, bu madde teklifiyle “Türklük” kelimesi maddeden çıkartılarak “Türk milleti” ibaresi getirilmek isteniyor ve “Bu iki ibare aynı manaya gelir.” deniliyor.

Öte yandan, millet tarifi yapılırken de “Geçmişten beri bir arada yaşamış, aynı vatana sahip, aralarında kültür, tarih ve ülkü birliği olan insanlar topluluğudur.” denmektedir. Halbuki, Türklük, bugün Adriyatik kıyısından Çin Seddi’ne kadar olan coğrafyada yaşayanların hepsini kapsar. Yani, sınırlarımız ötesinde de ortak bir dili, tarihi ve kültürü olan Türkler yaşamaktadır. Bu unsurlardan birine yapılmış olan hakaret diğerlerine de yapılmış sayılır. Dolayısıyla, Türklüğe hakaret hepimize yapılmış sayılacaktır. Böylesi hakaretlere nasıl rıza göstereceğinizi ve nasıl tahammül edeceğinizi belirtir misiniz?

İkinci sorum: Orhan Pamuk’un herhangi bir kitabını sonuna kadar okuyabildiniz mi?

Sözde Ermeni soykırımı hakkında ne düşüyorsunuz? AB ülkelerinin birçoğunun kabul ettiği gibi, “Ermeni soykırımı yok.” diyenlere ceza verilmesine karşı mısınız?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Paksoy…

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, bu zamana kadar 301’inci maddenin birinci fıkrasından kaç kişi yargılanmış, kaç kişinin cezası onaylanmıştır?

İkinci sorum: Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi sadece Türkiye ve Türk hukukuna özgü bir düzenleme midir? Buna benzer düzenlemeler Avrupa Birliği ülkelerinin ceza kanunlarında yok mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Durmuş…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, millî karakteri, toplum, terbiye yoluyla öğretir. Türklük denilince, katılımla geçen anatomik ve genetik özellikler değil, sosyolojik ve kültür değerleri benzer olan bir milleti kastediyoruz. Sizin Türklüğe karşı çıkışınızda; öğretiniz mi, Alman Kayzer’in II. Abdülhamit’e aşıladığı “İslam Birliği” fikri mi etkili, yoksa ayrımcı görüşleri destekleyenlerin talepleri mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakanım, görüşmekte olduğumuz 301’inci maddeyle ilgili ceza üst sınırı üç yıldan iki yıla indirilmekte. Bunun gerekçesi iki yıl cezanın tecil edilebilmesine, yani paraya çevrilebilmesine imkân tanımak mıdır? Parası olanın hakaret etmesine imkân sağlamayı mı amaçlamaktasınız?

Bir diğer sorum: AKP adına söz alan konuşmacılar 301’inci maddeyi savunurken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine açılan davalardan bahsetmekteler. Bugüne kadar son üç yılda kaç kişi 301’inci maddeden hüküm giymiştir? Bunlardan kaç kişi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuştur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Cengiz…

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, aracılığınızla, burada bu akşam arkadaşlarımızın dile getirdiği konularda Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten hiç bahsedilmemesini de, Türklüğün hudutlarında bu fikir ve devlet adamının penceresinden, liderin penceresinden bakılmamasını da kınıyorum. Özellikle de Pamuklardan ve bilmem kimlerden bahsedenlere de buradan şunu sormak istiyorum aracılığınızla: Sayın Bekir Bozdağ “Türkler 1,5 milyon Ermeni’ye soykırım yapmıştır.” diyen ünlü, çok ünlü yazarın fikirlerine de katılıyorlar mı, ondan da gurur duyuyor mu?

BAŞKAN – Sayın Atılgan…

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana soruyorum: Türklüğe hakareti önleyen 301’i değiştiren bu kanun tasarısıyla, mensubu olmaktan gurur duyduğumuz ve en büyük servetimiz Türklüğümüze hakaret serbestleşiyor. Bu değişikliğin AB dayatması olduğu artık herkes tarafından malum. Acaba, Avrupa Birliği, yaptığınız bu değişiklikle iktifa edecek mi yoksa ara bir çözüm olarak mı düşünüyorlar? Gelecek yıl 301’i komple kaldırmak için tekrar Genel Kurula bir kanun getirecek misiniz? Bu konuda bir şey söyleyebilir misiniz? Ayrıca, bu kanunun gündeme geliş zamanı dikkate alındığında, Avrupa Birliğine ve Sayın Barroso’ya verilmiş bir promosyon değil midir?

BAŞKAN – Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, makyajın yeterli olmadığını Avrupa Mahkemesi Yargıcımız Sayın Rıza Türmen de söyledi. Ancak şunu soracağım direkt: Bu yasayla, Türklüğü ve Türk milletini korumak iddiası var; gerçi, önemli bir değişiklik yok ama Kürtlere, Çerkezlere, Lazlara, Gürcülere, Arnavutlara yapılan hakaretin aynı şekilde cezalandırılmaması ayrımcılık değil midir? Niye o vatandaşlarımız da eşit haklardan yararlanmıyor? Niye, 216’ncı maddeye diğer vatandaşlarımızı koyuyoruz da, bu maddenin içinde Hükûmet düşünmedi? Bu ayrımcılık vicdanları sızlatmayacak mı? Bunu sormak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Soru soran arkadaşlarımızın -çok hızlı sordu bazı arkadaşlarımız, hepsini tespit etme imkânı bulamadım ama tespit edebildiğim kadar- sorularına kısaca cevap vermeye gayret edeceğim. Zabıtlara geçtiği için, cevaplandıramayacağım soruları da mutlaka yazılı olarak cevaplandıracağımı hemen konuşmamın başında ifade etmek istiyorum.

Sayın Korkmaz, Bekir Bey’in bir açıklamasından hareketle “Avrupa Birliğinde uygulama açısından bir sorun yaşanmıyor, bizde sorun yaşanıyor. Bu, yargıçlarımıza bir bühtan değil midir?” anlamına gelen bir soru sordular.

Yanlış anlamadım değil mi?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Doğru.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Ben, Grup Başkan Vekili Arkadaşımızın, konuşmanın bütünü değerlendirildiğinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşmenin uygulanmasıyla ilgili kararlar veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını yargıçlarımızın verecekleri kararlarda göz önünde bulundurulması anlamında bir açıklama yaptığını tespit ettim. Bilindiği gibi Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamıştır ve 90’lı yıllarda da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkisini kabul etmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin son fıkrasına göre de uluslararası anlaşmalar aynı zamanda iç hukuk normu mesabesindedir. O bakımdan, yargıçlarımızın, savcılarımızın uluslararası anlaşmalar ve bu anlaşmalara bağlı olarak verilen kararları da göz önünde bulundurarak karar vermeleri anlamında bir açıklama yaptığı kanaatindeyim.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Göz önünde bulundurmuyorlar mı Sayın Bakanım?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) - O bakımdan, şu anda, biz Adalet Bakanlığı olarak, hâkim ve savcılarımızı zaman zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde inceleme gezilerine gönderiyoruz, programlar ihdas ediyoruz ve ayrıca, yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve sözleşme bağlamında Türkiye’de de hizmet içi eğitim çalışmaları yapıyoruz ki…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Yani, bu konuda bir eksiklikleri var…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) - …ve böylece altına imza koyduğumuz uluslararası anlaşmalara paralel Türkiye’de de mevzuatımız gelişsin ve kararlar da bu kararlara paralel şekilde neticelensin diye Adalet Bakanlığının uzun süredir yapmakta olduğu bir çalışmadır. Bu, hâkimlerimizi eksik görmek değil, hâkimlerimizin, uluslararası temel hak ve özgürlük standartlarını kararlarında yakalamaları konusundaki hassasiyetimizdir.

Söz alan birçok arkadaşımız “Siz bu değişiklikle Türklüğe hakareti serbest bırakıyorsunuz.” dediler.

Değerli arkadaşlarım, bu değişiklikle Türklüğe hakaretin serbest bırakılması söz konusu değildir. “Türk Milleti” ibaresi içerisinde zaten Türklük vardır ve ayrıca, bakın, “cumhuriyet”i çıkararak yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” koyduk. (MHP sıralarından “O zaman niye değiştiriyorsunuz?” sesleri)

“Cumhuriyeti de korumasız bırakıyorsunuz.” diye eleştirilerde bulundunuz. “Cumhuriyet”i bu metin içerisinden tamamen çıkarsaydık bile cumhuriyet korumasız mı olurdu? Olur muydu böyle bir şey?

FARUK BAL (Konya) – Olurdu.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Olmazdı.

Bakın, elimde bir Bakanlar Kurulu tasarısı var. Bakın, dikkatinizi çekiyorum, elimde bir Bakanlar Kurulu tasarısı var. 57’nci Cumhuriyet Hükûmeti döneminde Meclise sevk edilmiş. Şimdiki 301’inci, o zamanki 159’uncu maddede değişiklik öngörüyor bu Hükûmet tasarısı.

KADİR URAL (Mersin) – Ne diyor orada?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) - “Cumhuriyet” çıkmış “Türkiye Devleti” diyor. Oktay Bey biliyor, çünkü altında imzası var. Sayın Bahçeli’nin imzası var, o dönemin Sağlık Bakanı arkadaşımızın imzası var, burada bulunan arkadaşlarımın birçoğunun imzası var. “Cumhuriyet” çıkmış.

Şimdi, ben size, “cumhuriyet”i çıkardınız, cumhuriyeti korumasız mı bıraktınız diyeceğim? Böyle bir şeyi asla düşünemem. “Türk Devleti” ibaresinin içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kastettiğinizi ben biliyorum, siz de o niyetle bunu imzaladınız. Böyle bir şeyi söyleyemem. Sizin de bize, böyle bir değişiklik nedeniyle bühtanda bulunmanızı anlamakta zorluk çekiyorum. Ben sizinle ilgili asla böyle bir şey düşünmem. 159’uncu maddede “cumhuriyet”i 57’nci Hükûmet çıkardı, bu Hükûmet ortaklarından biri de Milliyetçi Hareket Partisiydi, altında imzaları var, diye size böyle bir şey söyleyemem, asla böyle bir şey söyleyemem. İşte, tasarı burada, komisyondan da geçmiş.

Arkadaşlar, lütfen birbirimizi anlayalım, birbirimize haksız suçlamalarda bulunmayalım. Bakın, ben size böyle bir şey yapamam, söyleyemem, aklımın köşesinden bile geçmez. “Cumhuriyet”i çıkardığınız hâlde böyle bir şey diyemem çünkü zaten onun içerisinde var. Yani cumhuriyeti koruyacak, Ceza Kanunu’nun sadece bir maddesi midir Allah aşkına? Türklüğü koruyacak sadece bir madde midir? Böyle bir şey olabilir mi?

O nedenle, lütfen birbirimize saygılı olalım, biraz da birbirimize inanalım, güvenelim ve itimat edelim. Böyle, birbirimizi haksız yere suçlamayalım.

Evet, biz iktidarız, siz muhalefetsiniz. Tabii ki muhalefet, iktidarın açığını bulmaya gayret edecek, çalışacak, siyasi avantaj sağlama peşinde koşacak, bunu anlayışla karşılarım. Bu, muhalefet olmanın bir gereğidir. Geçmişte biz de muhalefet olduk, ben de muhalefet partisi milletvekili olarak tabii ki iktidarı eleştirdim. Belki bu eleştiriyi yaparken bazen maksadı aşmış olabilirim.

O bakımdan, bu konularla ilgili, özellikle böylesine bizim kendi öz değerlerimizle ilgili, birbirimizi itham ederken, lütfen, rencide edici söz ve ifadeleri kullanmaktan vazgeçelim. Geçmişte siz de böyle yapmışsınız ve bunu çok iyi niyetle yapmışsınız, aklınızın köşesinden de cumhuriyeti filan, efendim işte, korumasız bırakalım diye asla geçmemiştir. Ben buna inanıyorum.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakan, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” diyor Anayasa’da.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Ben size vereyim de okuyun.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, tabii bir soru daha var. Sayın Paksoy “Ne kadar dava açılmış 301’den?” diye sordu. Tabii biliyorsunuz, 301… 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren Ceza Kanunu yürürlüğe girdi, uygulanmaya başlandı. Daha önce bunun yerine, biliyorsunuz, 159’uncu madde vardı.

Şimdi arkadaşımızın sorusuna cevap vereceğim. Gerçi, birkaç tane milletvekili arkadaşım, bana, Adalet Bakanı olarak yazılı soru önergeleri verdiler, bu cevapları onlara da göndermiştim, hatta bunlar basında da geniş şekilde yer almıştı. 2003 yılında 429 dava, 2004’te 318 dava, 2005’te 221 dava, 2006’da 328 dava, 2007’nin dokuz ayı içerisinde 182 dava açılmış. Peki, ne kadar mahkûmiyet ve beraat kararı verilmiş? 2003’te 252 mahkûmiyet, 2004’te 145 mahkûmiyet, 2005’te 133 mahkûmiyet, 2006’da 135 mahkûmiyet, 2007’de -dokuz aylık veriler şu anda elimde- 83 mahkûmiyet. Tabii beraatlar da var ayrıca: 2003’te 155, 2004’te 317, 2005’te 249, 2006’da 263 ve 2007’de de 167 beraat. Yani 2007’yi değerlendirecek olursak: 182 dava açılmış, 83 mahkûmiyet var, 167 de beraat var. En son veriler elimizde bu şekilde.

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, kaçı kesinleşmiş, onanmış?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – “Yargıtay safhasından geçerek kesinleşmiş kaç tane dava var?” sorusunun cevabını şu anda hemen verebilecek durumda değilim.

ŞENOL BAL (İzmir) – Görüşüldü o, görüşüldü o Anayasa Komisyonunda.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Nasıl?

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Biz söyleyelim size efendim.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Yok, onlar eksik. Siz Adalet Komisyonunda Yargıtaydan gelen arkadaşımızın beyanına dayanarak söylüyorsunuz. Onlar eksik, biz inceledik. Ama, ben, yazılı olarak, bu soruları bana yönelten arkadaşlarıma, Yargıtay safhasından geçerek kesinleşmiş olanların son durumlarını da kendilerine aktaracağım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Bitti mi efendim, sürem doldu mu?

BAŞKAN – Evet, vaktiniz doldu.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Arkadaşlar, diğer arkadaşlarımızın sorularına yazılı olarak cevap vereceğimi biraz önce ifade etmiştim.

Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini…

(MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

OKTAY VURAL (İzmir) – Açık oylama istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, teklifin maddelerine geçilmesinin oylanmasının açık oylama şeklinde yapılmasına dair bir istem vardır.

Şimdi istem sahibi sayın milletvekillerinin adlarını tespit edeceğim: Sayın Vural, Sayın Şafak, Sayın Bal, Sayın Korkmaz, Sayın Atılgan, Sayın Tanrıkulu, Sayın Durmuş, Sayın Özdemir, Sayın Torlak, Sayın Taner, Sayın Akcan, Sayın Yunusoğlu, Sayın Toskay, Sayın Uslu, Sayın Akçay, Sayın Çelik, Sayın Serdaroğlu, Sayın Sipahi, Sayın Tankut, Sayın Coşkun, Sayın Yalçın, Sayın Varlı, Sayın Ural.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, açık oylama elektronik cihazla yapılacaktır. Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – 215 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin maddelerine geçilmesinin açık oylama sonucu:

Kullanılan oy sayısı : 361

Kabul                       : 275

Ret                           : 85

Çekimser                 : 1 (X)

Böylece, teklifin maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

                                

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

TÜRK CEZA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ

MADDE 1- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 301 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama

MADDE 301-(1) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını  alenen  aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Devletin askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(3) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

(4) Bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talepleri vardır. İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Ünlütepe...

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, saygıdeğer üyeler; Türk Ceza Yasası’nın 301’inci maddesinde değişiklik yapan 215 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 1’inci maddesi üzerinde söz almış buluyorum. Tümünüzü grubumuz ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Avrupa Birliği normları çerçevesinde 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş, Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girdiğinde Avrupa Birliği tarafından olumlu karşılanmış ve reform olarak kamuoyuna yansıtılmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi neyi içeriyor ve neyi cezalandırıyor? Türklüğü, cumhuriyeti, devletin kurum ve organlarını aşağılamayı cezalandırmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi iki yılı aşkın süredir uygulanmaktadır. Uygulamadan doğan ciddi eksiklikler ortaya çıkmamıştır. Gerçi Yasa’nın uygulanmasında makul bir süre, en az beş yıl geçmeli, Yargıtay içtihat oluşturmalı ve sonucuna göre bir ihtiyaç çıkarsa maddenin yeniden değerlendirilmesi daha sağlıklı olur.

Bu sürecin geçmemesi ve Yargıtay 9. Ceza Dairesindeki dosya sayısı nedenini dikkate aldığımızda, böyle bir değişikliğin ihtiyaçtan kaynaklandığını bahsetmemiz olanaksızdır. Örneğin, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin verilerine baktığımızda, 2006 yılında 43 dosya gelmiş ancak bunlardan 2 tanesini Yargıtay onaylamış. Her ne kadar Yargıtayda veya bu konuda açılan dava sayısının yoğunluğundan bahsedilmekte ise de burada dikkat edilmesi gereken konu şu: 301’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan Türklük, cumhuriyet ve devletin kurumları aleyhine yapılan suçlardaki dava sayısı çok ciddi oranda azdır ama 301’in ikinci bendindeki dava sayısında bir yoğunluk var. Fakat asıl olan, birinci bendinde yer alandır.

Şimdi, Yargıtayın 9. Ceza Dairesine 2006 yılında 43 dosya gelmiş, bunlardan 34 tanesini bozmayla geri iade etmiş ancak sadece 2 sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş. 2007 yılında Yargıtayın 9. Ceza Dairesine 95 dosya geliyor. Bunlardan da gene sadece 2 dosyayı onaylıyor. Yani bugün üzerinde bağırıp çağırdığımız maddenin üzerinde 4 tane onama kararı ile 1 mahkûmiyet var, bunun dışında başka bir şey yok. Ama gördüğümüz kadarıyla, çok fazla dava açılıyormuş gibi, pek çok insanın mahkeme kapılarında sürünüyormuş gibi burada anlatılmasını da anlayamadım. Hele hele Değerli Grup Başkan Vekilinin fikir özgürlükleriyle ilgili olarak mahkeme önünde bulunan izleyicilerin sanığa yumurta attıklarını burada dile getirmesi, siyasi iktidarın güvenlik konusundaki aczini gösterir. Onun 301’inci maddeyle ne alakası var ki… Siz, sanığı korumak, kollamak yükümlülüğündesiniz. Adliyenin önünde öyle ciddi bir kalabalık oluyorsa, o, yeterli bir güvenliği korumadığınızın belirtisidir. Yani buna bir gerekçe bulamıyorsunuz.

Ben şunu söylemek istiyorum: Değerli arkadaşlar, sizleri bugün dikkatli ve ibretle izliyorum bu kürsüden. “Niçin?” derseniz, saygıdeğer arkadaşlar, 2005 yılında bu Ceza Kanunu’nu bir reform diye Meclise getiren siz değil miydiniz? Bu reformla demokratik açılımların yapıldığını belirten siz değil miydiniz? Ne değişti iki buçuk yılda?

Biraz önce Değerli Grup Başkan Vekili yakınıyor. Hâlbuki Türk Ceza Yasası’nın 301’inci maddesinin yapılması için ciddi çalışmalarda bulunan Sayın Başkan Vekilinizdi. Yani size nasıl güveneceğiz? İki yıl önce söyledikleriniz mi doğru, yoksa bugün koyduğunuz gerekçeler mi doğru? İki yıl ilerisini göremeyen büyük bir grup musunuz? Bu yasa teklifinin bugün burada, bu gece vakti görüşülmesinin sebebi, ne sizin ileriyi görmekteki yeteneksizliğiniz ne sizin beceriksizliğiniz, fakat size dışarıdan güdümlendirilen, size dışarıdan baskıyla getirilen bir uygulamanın sonucudur. Önce bunu kabul etmek zorundasınız ve kabul etmeliyiz de. Yani açıkçası, dün mü doğru söylüyorsunuz, bugün mü doğru söylüyorsunuz, bunu anlamakta zorlanıyorum. Bir parlamenter olarak, bir hukukçu olarak zorlanıyorum.

Sayın Bakan, 301’le ilgili uygulamalar üzerinde, daha bütçe konuşmaları yapılırken, 2007 Kasımında Bütçe Komisyonunda, 301’le ilgili yapılacak olan değişikliklerin Avrupa Birliğine girişi falan sağlayamayacağını, dolayısıyla 301’de bir değişikliğin yapılmasının yanlış olduğunu söylüyordu. Sayın Bakan altı ay önce söylediği sözlerden bugün niçin buraya geldi? Bunu anlayabilecek miyiz? Bunu kavrayabilecek misiniz? Ya yarın da Sayın Bakan başka bir konuda “böyle bir değişikliği tekrar yapalım” derse…

Değerli arkadaşlar, bir reform diye getirdiğiniz Türk Ceza Yasası’nda, 2005 yılından sonra, bu değişikliğin bir anlamı var mı? Evet, bu değişikliğin bir anlamı var. Bu değişikliğin bir anlamı: Bundan önceki, Sayın Cemil Çiçek bu Kanun’un değiştirilmesinin yanlış olduğunu belirtiyor. Şimdiki Sayın Adalet Bakanımız yanlış olduğunu belirtiyor. Ama Sayın Başbakan İsveç’e gidiyor, bir enstitüde “301’le ilgili yasal değişiklik Adalet Bakanlığında. Yazışmaları yapılıyor, kanun maddesi hazırlanıyor.” diyor. Bunun anlamı nedir? Bu, tasarı hâlinde Meclise gelecek demektir. O sırada bir bakıyorsunuz tasarı hâline gelmiyor. Saygın bir milletvekilimiz kanun teklifini imzalayarak bunu bir ihtiyaç olarak ileri sürüyor. Bu bir tasarıdır, Sayın Bakan Komisyonda ciddi bir şekilde Hükûmetin katkısının olduğunu belirtmiştir. Ama, kötü hazırlanan bir kanun tasarısıdır. Bir bakın bakayım, Komisyona gelen kanun teklifiyle aşağıya inen kanun teklifine. Kovuşturmadan soruşturmaya dönüştürüyorsunuz. Cumhurbaşkanına izin yetkisinden Adalet Bakanına dönüyorsunuz, eski sisteme dönüyorsunuz.

2005 yılında Ceza Kanunu’yla ilgili çalışmalar yapılırken, o dönemki Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, yürütmenin yargıdan elini çekmesi gerektiğini, yürütmenin yargıya müdahale etmemesi gerektiğini, bu nedenle bu tür davalarda izin konusunun kaldırılması gerektiğini ısrarla savundu. Bir Sayın Çiçek’in o dönem ısrarla savunduğu konulardan bugün niye izin sistemine dönüyoruz, bunun gerekçesi nedir? Efendim çok mu dava açılıyor? Yok, çok da dava açılmıyor, 4 mahkûmiyet olduğunu söyledim.

301’in birinci bendiyle ilgili Yargıtay 9. Ceza Dairesi böyle bir değişikliğe ihtiyaç olmadığını belirtiyor. Türk toplumu böyle bir değişikliğe ihtiyaç olmadığını belirtiyor. Ama Avrupa Birliğinden gelen zatı muhteremler, komiserler, incelemeye gelenler “Hayır, bunu yapacaksınız.” diyor. Ya yarın, dört gün sonra, iki yıl sonra, bir yıl sonra “Efendim, bunu da beğenmedik, şunu da yapın.” derse ne olacak? Yani, siz çocuklarınıza bunu anlatamazsınız. Bu kanunun değişikliğinin gerekçesini kimseye anlatamazsınız.

Açıkçası, Sayın Başkan Vekilinin burada yaptığı açıklamalar gerçeği yansıtmıyordu. Ya 301’inci maddeyle ilgili o Komisyonda yaptıkları, o dönemde yaptığı çalışmalar yanlıştı veya şimdiki yanlış. Bir insan bir yılda, iki yılda -bir parlamenter- düşüncesini bu kadar değiştiremez.

Sizlerden rica ediyorum: 2005 yılında Parlamentodaki Türk Ceza Kanunu üzerindeki konuşmaları dikkatle inceleyin. Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli, saygın milletvekilleri o gün ne konuşuyordu, bugün ne konuşuyor? Bununla bir yere varamazsınız arkadaşlar. Doğru tektir, o doğrunun üzerinde durabilmektir.

Bunun çıkışının, gelişinin sebebi şudur: 14 Marttaki laiklik karşıtı eylemlerin sonucunda aleyhinizde Anayasa Mahkemesinde dava açılmasından sonra, iki yıldır buzdolabına koyduğunuz Avrupa Birliği sürecini yeniden gündeme getirerek oradan destek almaya yönelik bir hareket. Siz bir verirsiniz, onlar sizden birkaç şey ister.

Doğrudur, Sayın Başbakanın İsveç’teki konuşmaları olsun, Sayın Dışişleri Bakanının buradaki yaptığı konuşmalar olsun, bu tür bir isteğin Avrupa Birliğinden geldiğini ve onun hemen akabinde Avrupa Birliğinden, Amerika Birleşik Devletleri’nden birilerinin Türk yargısını rencide edici, bizdeki kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıcı, o, Türkiye'nin egemenlik haklarını da rencide edici açıklamalara Sayın Adalet Bakanından bir yanıt görmedik. Sayın Bakan “Bizde kuvvetler ayrılığı vardır. Bizde yargı bağımsızdır.” diye onları yanıtlamadı. Ne yaptı? Sustu. Bu, tarihe geçecek bir olaydır.

Türk milletinin yargısına kimse karışamaz. Biz kimseden emir ve talimat almayız. Hiçbir şey yoksa, asıl karşı çıkmamızın gerekçesi budur. Zaten, son fıkrada açıkça bir hüküm var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkanım.

Son fıkrada “Eleştiri mahiyetinde yapılan açıklamalar suç oluşturmuyor.” diyor. Açılan dava sayısı çok az. Bu sizi kamuoyunda mahkûm eder.

Sizden dileğim, 2005’te verdiğiniz o karar yanlışsa, çıkın “Biz 2005’te yanlış yapmışız. Türk Ceza Kanunu’nu yanlış çıkarmışız.” deyin. Bunu rahatça söyleyin. Kusuru kabul etmek erdemliliktir. Onu yaparsanız yücelirsiniz, ama işin görüntüsü o değil, biraz önce söylediğim açıklamalardır.

Sevgili arkadaşlar, sizden dileğim, Türk demokrasisine, Türk yargıçlarına güvenmektir. Başkalarından umut beslemenize gerek yoktur. Biraz önce Değerli Grup Başkan Vekilimiz “Yargıçlara güvenmiyor musunuz?” dedi. Biz yargıçlara güveniyoruz, ama güvenmeyen sizlersiniz. Kaldırın dokunulmazlığınızı dediğimizde, daha 22’nci Dönemde, “Biz yargıçlara güvenmiyoruz.” diyen biz değil, sizsiniz. Yani dün dediğinizi bugün başka türlü konuşuyorsunuz. Bu, dağınıklığın getirdiği bir olaydır.

Ben, bu duygularla, bu Türk Ceza Yasası’nın 301’inci maddesinin 1’inci maddesinde yapılacak değişikliğin yasal bir ihtiyaçtan kaynaklanmadığını düşünüyorum ve olumsuz oy vereceğimi belirterek tümünüzü saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Sayın Aysel Tuğluk.

Buyurun Sayın Tuğluk. (DTP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

DTP GRUBU ADINA AYSEL TUĞLUK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi hakkında değişiklik öngören kanun teklifinin 1’inci maddesi hakkında DTP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yüzlerce aydını, akademisyeni, yazar ve gazeteciyi, muhalif politikacıyı, yani düşünen, düşündüğünü açıklayan, bunu eleştiri sınırları içinde yapan farklı ve aykırı yurttaşını sanık sandalyesine oturtan, sürgün ettiren, öldürten 301’inci maddeyi, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biri olarak değerlendirmekteyiz.

Sadece bu kadar mı? Elbette ki hayır. Demokratikleşme ve çağdaşlaşma hedefinde ciddi, maddi ve psikolojik engeldir aynı zamanda. Farklı olana, farklı fikri ve kimliği olana, var oluşunu farklı değerlerle tanımlayana karşı susturmadan yok etmeye kadar uzanan resmî ideolojinin tehditkâr dayatmasıdır.

Dolayısıyla 301’inci maddeyi tartışırken sadece hukuku değil, demokrasiyi ve demokratik siyaseti de tartışmalıyız. Sadece 301 ile ilgili bir düzenlemeyi değil, onu var eden zihniyeti, onu çevreleyen siyaset kültürünü de tartışmamız gerekiyor. Kutsal devlet, kutsal ırk ideolojisini Türk Tarih ve Dil Kurumu ile birlikte topluma hâkim kılmaya çalışan resmî ideolojiyi de konuşmamız gerekiyor. Çünkü 301’inci madde muhalif düşünceye karşı resmî ideolojinin travmasıdır.

Değerli milletvekilleri, ülke içinde ve dışında yaşanan tüm gelişmeler, yaşadığımız kriz ve kaos hâli, toplumsal kutuplaşmalar ve yer yer görülen çatışmaların ortaya çıkardığı sonuç, Türkiye'nin geçmişteki hukuk ve siyaset geleneğiyle yüzleşmesine ihtiyaç olduğunu göstermektedir. 20’nci yüzyıla ait değerlerle, faşist sistemlerin hukuk yasalarıyla, hastalık derecesindeki milliyetçi ve ırkçı ideolojilerle günümüz dünyasında yer almak da yol almak da mümkün değildir.

301’in temsil zihniyeti Türkiye'nin resmî ideolojisidir. Böyle bir ideoloji var olduğu sürece -adı ya 301 olacaktır ya da başka bir şey ama- mutlaka böyle bir madde olacaktır çünkü Türkiye’de resmî ideoloji bir şekilde savunulmak durumundadır. Resmî ideoloji demokratik ve çoğulcu toplum yapısı içinde irrasyonel bir duruştur. Bundan dolayı, adı ne olursa olsun Türkiye’de hep 301 gibi maddeler olacaktır. Az buçuk tarih bilgisi olanlar, cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’yle ve Türklükle ilgisi olmayanların Türkçülük ideolojisi geliştirmeye ve hâkim kılmaya çalıştıklarını bilirler. Bu, yapay ve geliştirilmiş bir Türkçülüktür. Hatta Mustafa Kemal bile böyle bir dayatmayla karşı karşıya bırakılmıştır. Bu anlayışın gerçek yurtseverlikle, Türklük değerleriyle hiçbir alakası olmadığı kesindir. Hatta bugün yaşadığımız felaketlerin öncelikli sebebi de budur. Kürt sorunu da bu yapay Türkçülük sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunu geliştirenler ve yayanlar Türklük sevdasıyla değil, tamamen demokratik çıkarlarla bağlantılı olarak, tamamen politik çıkarlarla bağlantılı olarak topluma empoze etmeye çalışmışlardır. Bu, Mevlânâ’nın, Yunus Emre’nin Türkçülüğü değildir, aksine, etnik kimlik üzerinden ırkçılık yapılmaktadır. Bu anlayışı artık terk etmek gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, ifade özgürlüğü herkesin düşündüğünü söyleyebilme, görüşlerini açıklayabilme, anlatabilme ve yayma hakkına sahip olmasıdır. Düşünmek, ifade etmek kişinin varoluşunun asli boyutudur. Bu nedenle, ifade özgürlüğünün ancak istisnai hâllerde sınırlanması gerekir. İfade özgürlüğünün bir hak olarak kullanılabilmesi açık ifade olanaklarının varlığına bağlıdır. Açık ifade olanakları, kişinin eleştiri hakkını pozitif ya da negatif yönde kullanma olanaklarına da sahip olması demektir. Demokrasimizin ve hukuk sistemimizin buna elvermediğini hepimiz biliyoruz. “Düşünce suçlusu” tanımlaması Türkiye’ye özgü bir komedidir, ama, trajiktir.

Düşünce özgürlüğünü sadece 301’inci madde etrafında tartışamayız. 299’u, 300’ü, 305’i, 318’i, 216’ncı maddeyi ve birçok yasakçı maddeyi kaldırmadan 301’in sadece şekilde tartışılmasını içi boş buluyoruz. Bu nedenle, bugün yapılacak Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesindeki değişikliğin demokrasimiz ve özgürlükler açısından bir anlam ifade etmediğini belirtmek istiyoruz. Zaten maddede yapılmak istenen değişiklik suçun maddi niteliğini değiştirmemektedir. Değişen sadece bu maddi durumun nasıl yargılanacağına ilişkin yöntemdir.

Maddenin değişikliği için verilen yasa teklifinin gerekçesinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesine atıfta bulunuluyor. Maddenin yeni içeriği bu gerekçeyle çelişmektedir.

Keza, maddede yer alan “Türklük” ifadesinin “Türk milleti”, “cumhuriyet” ifadesinin de “Türkiye Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesi öngörülmektedir. Kelimeler üzerinde yapılan değişikliklerin ifade özgürlüğünün alanını genişletecek yönde bir nitelik değişikliği olmadığını, iddianame düzenleyen savcıların iddianamelerinden ve Yargıtay Ceza Kurulunun kararlarından ve içtihatlarından anlamak zor değildir.

Maddenin mevcut hâlinde yer alan “Türklük” ifadesi, bugüne kadar Yargıtay Ceza Kurulu tarafından zaten “Türk milleti” olarak değerlendirilmiş ve cezalar da bu anlayışa dayanılarak verilmiştir. Yani, özünde bir hukuk takiyeciliği yapılmaktadır, uygulamaya dönük, bir şekilde, madde revize edilmektedir.

Ne yazık ki, demokrasi ve özgürlükler konusunda bir kez daha samimiyetsiz bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Uygulamada yaşanan karmaşa apayrı bir sorundur. Yargıçlarımız, ne yazık ki, bu maddenin muammasına dayanarak farklı hatta keyfî yorumlar da geliştirmektedirler. Örneğin, avukat ve insan hakları savunucusu Eren Keskin’e altı yıl önce yaptığı bir konuşma nedeniyle orduya hakaretten hukuka aykırı biçimde iki dava açıldı. Üstelik iki davanın görüldüğü adresler de aynıydı. Kartal 3 ve 5. Asliye Ceza Mahkemelerinde görülen bu iki davadan çıkan kararlar da uygulamadaki garabeti ortaya koydu. 5. Asliye Ceza Mahkemesi aynı olaya ilişkin beraat kararı verirken, 3. Asliye Ceza Mahkemesi on ay hapis cezası verdi. Yoruma gerek bırakmayacak bu örnek vesilesiyle belirtmek gerekiyor ki, ulusal yargı makamları ifade özgürlüğünün sınırlanmasıyla ilgili takdir yetkilerini kullanırken uyumsuz, rahatsız edici, şok edici düşüncelerin de ifade özgürlüğü kapsamında korunması gerektiğini dikkate almak durumundadırlar. Zira, demokratik toplumda farklı düşüncelerin varlığı çoğulculuğun oluşması bakımından zorunlu ve vazgeçilmezdir. Hakeza, kişilerin ortak yapılara yönelik olarak eleştiri haklarını mümkün olduğunca geniş tutmak demokratik bir siyasal ve toplumsal işleyiş için zorunludur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; neredeyse seksen yıldır bu maddeyle uğraşmaktayız. Bugüne kadar 8 kez revize edilen bu madde uygulamada farklı bir sonuç yaratmamıştır. 141’inci, 142’nci maddelerle uğraştık. Onlar gitti, Terörle Mücadele Yasası’nın 5’inci, 7’nci ve 8’inci maddeleri geldi. Derken 312’nci madde. Şimdi de 301 ile uğraşıyoruz. Tüm bu süreçlerin sadece hukukla ilgili olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu, demokrasi meselesi, demokratik siyaset ve insan hakları meselesidir.

301’inci maddenin ifade özgürlüğüne doğrudan bir tehdit oluşturduğuna inanıyoruz. İfade özgürlüğü, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesi ve Avrupa İnsan Hak ve Temel Özgürlüklerinin Korunması Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesiyle koruma altına alınmıştır. Türkiye bu iki sözleşmeye de taraftır ve bu nedenle de bu özgürlüğün kullanılması ve korunması yönünde yasal yükümlülüğe sahiptir. Tüm bunlardan önce ise kendi insanına, kendi aydınına, kendi toplumuna karşı sorumluluğu vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Tuğluk, buyurun.

AYSEL TUĞLUK (Devamla) – Sevgili Hrant Dink’i öldürten bu maddeyi kaldırarak farklı kimliğe ve düşünceye sahip insanlarımızın bir arada yaşamasını sağlamak sorumluluğundayız. Bu, Hrant’a ve demokrasi uğruna bedel ödemiş tüm insanlara olan borcumuzdur.

Bu nedenle Türkiye demokrasisi, toplumsal barış ve özgürlükler adına 301’inci maddenin tamamen kaldırılmasını istiyor. Maddeye bu hâliyle ret oyu vereceğimizi belirtiyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuğluk.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kırşehir Milletvekili Sayın Metin Çobanoğlu.

Buyurun Sayın Çobanoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

MHP GRUBU ADINA METİN ÇOBANOĞLU (Kırşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 215 sıra sayılı Türk Ceza Kanunu’nun bazı maddelerinde değişiklik yapan teklifin 1’inci maddesiyle ilgili, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 301 tartışmaları ülkemizde bir süredir devam edegelmektedir. “301 ne?” dediğimizde, yeni kabul ettiğimiz yani 2005 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesidir. Yürürlüğe girmesiyle bu kadar kısa bir süre geçen bir kanun maddesi üzerinde tekrar tartışmalar başlamış ve bu Kanun maddesinin değiştirilmesi teklifi bugün Genel Kurulumuza gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu kanun hazırlanırken biliyoruz ki bu hazırlık aşamasında, Avrupa Birliğine, yapılan hazırlıklarla ilgili görüş sorulmuş ve 301’inci madde de dâhil olmak üzere Avrupa Birliğinden herhangi bir itiraz gelmemiştir. Ama, asla tasvip etmediğimiz hunhar bir cinayete kurban giden Hrant Dink’in öldürülmesinin hemen akabinde “katil 301” diye, Türkiye’deki haykırışları hep beraber dinledik. Bu süre içerisinde, geçtiğimiz günlerde bayrağımızı yakan Ermenistan’daki göstericiler, o günlerde “katil 301” diye, Ermenistan’da da yürüyüşler yaptılar. Bu mealdeki yürüyüşlerde, mitinglerde, Yunanistan’da, Avrupa Birliği ülkelerinden Amerika’ya kadar, “katil 301” nidalarını hep beraber dinledik.

Değerli milletvekilleri, gerçekten, ülkemiz açısından vahim bir süreçten geçiyoruz. Bugüne kadar sekiz değişiklik yapılmış -159’dan itibaren- ama hiçbir zaman bu değişiklik kadar, dışarının baskısıyla, üzerimize kurulan baskılarla bu değişiklikler gündeme gelmemiş.

Değerli milletvekilleri, her 301 tartışmasıyla ilgili, ben, acaba bu 301’den kim ne istiyor, bu değişiklikleri kim istiyor diye hep düşünmüşümdür. Bu düşüncem içerisinde 301’inci maddeyi de defalarca okumuşumdur. Bakın, hep birlikte, bu kısa, anlaşılır, yoruma gerek olmayan maddeyi bir kere daha hep beraber dinleyelim. Bu madde diyor ki: “Türklüğü, Cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisini aleni bir şekilde aşağılayanlar altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” Yine, devam ediyor: “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, emniyet güçlerini ve silahlı kuvvetlerini aleni bir şekilde aşağılayanlar altı aydan iki seneye kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suç yurt dışında bir Türk vatandaşı tarafından işlenirse cezası üçte 1 oranında artırılır.” ve son fıkra: “Eleştiri amacıyla düşünce açıklamaları cezayı gerektirmez.”

Değerli milletvekilleri, şu okuduğum madde metniyle ilgili olarak acaba sizlerin bir sıkıntısı var mı? Bana göre bu madde metnini okuyup da bu ülkenin bir vatandaşı olarak bundan sıkıntı duymanın mantığını anlamış değilim değerli milletvekilleri. Ne olacak yani, şimdi, biz, kendi elimizle, kendi gazi Meclisimizdeki milletvekillerinin oylarıyla, ama Avrupa Birliğinin, küresel güçlerin ve onların Türkiye’deki yerli iş birlikçilerinin baskılarıyla bunu değiştireceğiz.

Dün de 159’u tenkit ediyorlardı, onun değişmesi gerektiğini söylüyorlardı; yapılan değişikliğe baktılar, onay verdiler. Peki arkasından ne oldu? Arkasından birtakım yazarlar 301’le ilgili mahkeme önüne çıkarılınca koro hâlinde başladılar, dediler ki: “Bu metinden de biz tatmin olmadık, 301’in tekrar değiştirilmesi lazım.”

Değerli milletvekilleri, bu anlayış yanlış, bu bakış açısı sakat. Bakın, yine Hrant Dink’in mahkemesinde Avrupa Birliği Komiserinin bize bir müstemleke ülkesiymiş gibi bakarak “Getirin artık bu 301’i.” demesi hâlâ kulaklarımızda. Barroso’yu bu kürsüde hep beraber dinledik. Ne dedi? “Vakıflar Kanunu için sizlere teşekkür ediyorum.” Vakıflar Kanunu’nun görüşmelerinde de aynı itirazlarımızı sürdürdük. Ayrıca “301 değişikliğiyle ilgili hazırlıklarınızı da memnuniyetle karşılıyorum.” dedi. Sizleri bilemiyorum ama ben bunları dinlerken sanki müstemleke bir ülkenin vatandaşıymış gibi hissettim kendimi.

Değerli milletvekilleri, gerçekten bu hiç hoş olmayan bir durum. Bakın, bunları bizden isteyen Avrupalıların hepsinin ceza yasalarında bunlar var; İtalya’da da var, Fransa’da da var, Almanya’da da var, İsviçre’de de var, İsveç’te de var. Ama onların hükümleri, cezaları bize göre daha fazla. Fakat her konuda olduğu gibi bu konuda da Avrupa Birliği, Türkiye’ye karşı ikiyüzlü, ön yargılı, çifte standartlı tutumunu sürdürmektedir. Hiçbir ülkeden istemediklerini bizden istemektedirler.

Değerli milletvekilleri, bu bizi rencide etmektedir, bu kötü gidişe bir “dur” diyebilmek durumundayız. Müktesebat açısından Avrupa Birliğinin bunu bizden isteme hakkı yoktur. Sebebine gelince: Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tamamında aynı maddeleri içeren veya bunun muadili hükümler yer almaktadır. Daha ağır cezaları istemektedirler. Yani bunun anlamı şudur: Bize diyorlar ki: Biz Avrupa Birliği ülkeleri olarak kendi kutsallarımızı aşağılatmayız, hakaret ettirmeyiz, edenlere gereken cezayı veririz ama siz kendi kutsallarınıza hakaret edilmesine göz yumacaksınız. Bunun anlamı budur değerli arkadaşlarım.

Bakın, biz, bu 301 muadili 159’u 1926 yılında İtalyan Ceza Yasası’ndan almışız. Mehaz kanunumuz İtalyan Ceza Yasası’dır. Bakın, İtalyan Ceza Yasası’nda biz aldığımızda “İtalyan milleti” diye bir kavram yok. Ama 1926’da Atatürk’ün de bulunduğu Meclis “Türklük” kavramını Ceza Yasamızın içerisine koymuş. Tam seksen iki yıl “Türklük” kavramı, sekiz ayrı değişiklik olmasına rağmen hiçbir değişiklikte değiştirilmemiş, “Türklük” kavramı muhafaza edilmiş. Şimdi, biz, bugün burada, getirilen bu teklifle “Türklük” yerine “Türk Milleti” “cumhuriyet” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kavramlarını koyuyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  - Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

METİN ÇOBANOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Ayrıca, 1’inci fıkradaki üç yıllık ceza üst sınırını iki yıla çekiyoruz. Dolayısıyla, iki yıl da tecil kapsamı içerisinde olduğundan bu suç işlenemez, cezalandırılamaz bir hâle gelmektedir değerli milletvekilleri.

Yine, bu suçla ilgili soruşturma iznini Adalet Bakanının iznine tabi kılıyoruz. Peki, soruyorum: 159’un son hâlinde de Adalet Bakanının izni isteniyordu…

Değerli milletvekilleri, Sayın Adalet Bakanı 301’inci madde hazırlanırken böyle bir iznin kaldırılması gerektiğini ifade ederek kaldırılmasını sağlamıştır. Peki, şimdi ne değişti de tekrar bu izni koyuyoruz?

İktidar partisinin grup başkan vekili burada dedi ki: “Bu iznin sebebi, eğer bu soruşturmanın açılması Türk milleti ve devletine zarar verecekse bunu engellemektir.” Ben de şunu anlıyorum: Acaba, meşhur bir yazar bu suçu işlerse Adalet Bakanımız müsaade etmeyecek fakat gariban bir vatandaş işlerse bunun zararı fazla olmayacak, buna müsaade mi edelim demek istiyorlar?

Değerli arkadaşlarım, 301’in değiştirilmesine sonuna kadar karşıyız. Grup olarak 70 milletvekiliyle ret oyu vereceğimizi beyan ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çobanoğlu.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi Kaynak. [AK Parti sıralarından alkışlar, MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar(!)]

Sayın milletvekilleri…

Sayın Kaynak şahsı adına da söz istemiş olduğu için kendisine on beş dakika süre veriyorum.

Buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; teklifimizin 1’inci maddesi üzerinde grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

301’inci maddeye ilişkin değişiklik teklifimizde özetle, maddenin kenar başlığında yer alan “Türklük” ibaresinin “Türk Milleti”, “Cumhuriyet” ibaresinin “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştirilmesini, cezanın üst sınırının üç yıl yerine iki yıl olarak uygulanmasını, üçüncü fıkranın yürürlükten kaldırılmasını ve yargılanma için izin müessesesinin getirilmesini teklif etmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, ilk yapıldığı günden beri, o zaman var olan ihtiyaçlara göre sekiz kez değişen Ceza Kanunu’nun bu maddesinin bir kez daha değiştirilmesini teklif ederken, 301’inci maddedeki suç tanımının ceza hukukunun güvence fonksiyonlarından biri ve evrensel bir ilkesi olan belirlilik ilkesine uygun olarak yeniden yapılması, belirli fiillerin yurt dışında bir vatandaşımız tarafından işlenmesi hâline özgü olarak cezalandırma bakımından vatandaşlarımız arasında oluşturulan ayrımı ortadan kaldırmak amaçlanmıştır.

Saygıdeğer arkadaşlarım, yasalar ihtiyaçlara göre gelişir, ihtiyaçlara göre değişir. Bakınız, Meclisimizin ve cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk, daha cumhuriyetimiz kurulmadan önce, 1 Mart 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin Birinci Dönem Üçüncü Yasama Yılının açılış nutkunda bu hususta bize nasıl bir ölçü veriyor: “Efendiler, çağdaş gelişme, ulusların uygar ihtiyaçlarındaki genişleme, çoğalma ve çeşitlenme bu uygar ihtiyaçlar ile orantılı olarak uygar hakların gelişmesini gerektirir. Bizim milletimizin ve hükûmetimizin adalet düşüncesi ve anlayışı bu konuda hiçbir uygar ulusunkinden aşağı değildir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza tanıklık eder. Bu nedenle, hukuki mevzuatımızın bütün uygar devletlerin kanuni mevzuatından eksik olması düşünülemez.” Evet, dikkatinizi çekiyorum, tarih 1 Mart 1922’dir ve henüz Kurtuluş Savaşı’mız devam etmektedir.

Yine Büyük Atatürk 1 Kasım 1925 tarihli Meclis Açılış Nutku’nda da yeni kanunlaştırma faaliyetleri olarak şöyle diyor: “Genel hayatımızı yeni baştan düzenleyecek olan bu önemli kanunların, çağdaş uygarlığın kanunları grubundan olması doğaldır. Ulusumuzun içinde bulunduğu uygar topluluğun ekonomik ve uygar gereksinmeleri o kadar yakındır ki, buna karşılık kanunlarda da aynı şekilde yakınlaşma gerekli bulunmaktadır. Çağımızın gereksinmelerine uygun kanun yapmak ve onu iyi uygulamak, ilerlemek ve yükselmek için gerekli ve çok önemlidir.”

Değerli milletvekilleri, işte, Meclisimizin ve cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün hayattayken uyguladığı ve yasama organı olarak da bizlere hedef gösterdiği ilke çağdaş, uygar ihtiyaçları karşılamak maksadıyla çağdaş ve uygar yasalar yapmaktır.

Teklifimizin Meclis Başkanlığına sunulmasından itibaren en çok tartışılan husus “Türklük” ibaresi yerine “Türk Milleti”, “cumhuriyet” ibaresi yerine de “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” ibarelerinin getirilmeye çalışılması olmuştur. Değişiklik teklifinin gerek Meclis Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda ve gerek Adalet Komisyonunda görüşmelerinde hassasiyetlerini ve endişelerini açıklayan değerli milletvekili arkadaşlarımız teklifin özellikle bu kısmına karşı görüşlerini ifade etmişlerdir. Bu arkadaşlarımızın hassas olduğu noktalarda bizim de gerçekten hassas olduğumuzu beyan ettikten sonra teklifimizin izahını hukuki lisanda arz edeceğim.

Değişiklik teklifinin ayrıntısına girmeden önce bu konudaki hukuki mülahazalar şöyledir: “Hukuki bir değer olarak devlet birçok ülkenin ceza kanunlarında korunmaya mazhar kılınmış, devletin çeşitli değerleri ve menfaatleri cezai korumanın konusunu oluşturmuştur. Devletin cezai korumasının konusunu oluşturan en temel değeri ve menfaati, hiç şüphesiz, devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne, insan unsuruna ve anayasasıyla kurulmuş olan düzenine ilişkin menfaattir. Devletin varlık unsurları ve değişik fonksiyonları, bir bütün hâlinde ve derece derece cezai korumanın konusunu oluşturmaktadır. Devletin, varlığını sürdürmesi için, devleti teşkil eden ana unsurlarını, anayasal yapılanmasını ve anayasal organlarının faaliyetlerini güvenceye alması ve bu öz değerlerini koruması gerekmektedir. Bunlar, esas olarak, devletin varlığını, devamını ve düzenini koruduklarından, en üst menfaati oluşturmaktadırlar. Bu sebeple, Türk Ceza Kanunu’nda da bu koruma hükümleri mevcuttur.

Ceza Kanunu’muzun koruduğu 301’inci maddenin hukuki konusu ise devletin öz varlıkları olan unsurlardır. Bu konuda Yargıtay Ceza Genel Kurulumuzun ulaştığı sonuç, vardığı içtihat şöyledir, aynen aktarıyorum: “Bu hükümle, Devletin siyasal ve hukuki varlığının ve aynı doğrultudaki çıkarlarının korunmaya çalışıldığında kuşku yoktur. Devlet kavramının, diğer bir anlatımla Devletin varlığını oluşturan ve bir sentezin ayrılmaz unsurları sayılan müesseselerin madde metninde ayrı ayrı sayılması ve bunlara yönelen hareketlerin yaptırım altına alınmasıyla güdülen amaç temelde Devletin tüzel kişiliğinin, saygınlığının ve hukuki yararının korunmasıdır. Ancak bu hüküm ile Devlet kavramı ve Devletin varlığını oluşturan ve maddede sayılan kurumlar korunmuş olup, bu kurumlarda yer alan kişi veya kişilerin ya da grupların korunması amaçlanmamıştır.”

Yargıtay kararını okumaya devam ediyorum: “Fıkradaki Türklük kavramı devletin insan unsuruyla ilgili olup, bu kavramla Türk Milleti kastedilmektedir. Türklükten maksat, ‘Türk milletini oluşturan insani, dini, tarihi değerleri ile milli dil, milli duygular ve milli geleneklerden oluşan milli, manevi değerler bütünü’dür…” Bu içtihat, artık, bugün, istikrar kazanmış bir görüştür, artık istikrarlı bir yargı uygulamasıdır.

O zaman bu değişikliğe neden ihtiyaç duyuyoruz? Evet, değerli milletvekilleri, bunun temel sebebi, hepimizin ortak değerleri olan bu organların korunmasını, suçta kanunilik ve açıklık ilkesini düzenleyen Anayasa’mız ve Ceza Kanunu’nun temel ilkelerini gözeterek, zaten yargı organlarının anladığı ve uyguladığı şekli yasa maddesi hâline getirmektir. Yani, ceza hukukunun güvence fonksiyonlarından birini oluşturan belirlilik ilkesine göre maddenin yeniden yapılmasıdır. Aksi takdirde, Yargıtay kararlarına dayanarak suç oluşturmuş oluruz, yoruma dayalı suç oluşturmuş oluruz, kıyasen suç oluşturmuş oluruz. Bu da hukukun evrensel kaidelerine uymaz.

Bahse konu 301’inci madde Ceza Kanunu’muzun Dördüncü Kısmında düzenlenmektedir. Bu kısmın başlığı “Millete -tekrar altını çiziyorum- ve Devlete Karşı Suçlar ve son Hükümler”dir. 301’inci maddenin yer aldığı Üçüncü Bölümün başlığı da “Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar”dır. Demek ki Kanun, millete ve devletin organlarının saygınlığına karşı işlenen suçları cezalandırmaktadır. 301’inci maddede korunan değerler devletin birer egemenlik değerleridir. Yasama, yürütme, yargı organları egemenlik yetkisini kullanırlar. Anayasa’mız bu egemenliğin kaynağını Türk milleti olarak göstermiştir. O sebeple de devletin bir unsuru olarak “Türk Milleti” ifadesi doğru bir ifadedir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Anayasa Mahkemesi bir kararında şöyle demiştir: “Atatürk milliyetçiliği, ayrımcı ve ırkçı bir kavramı değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkının, kökeni ne olursa olsun, devlet yönetiminde tartışmasız eşitliği, içtenlikli birliği ve birlikte yaşama istencini içeren çağdaş bir olgudur.”

İşte, teklifimizdeki “Türklük” ibaresi yerine konulmasını istediğimiz “Türk Milleti” kavramı, tarifini Anayasa ve Yargıtay kararlarının netleştirdiği, Atatürk milliyetçiliğine dayalı “millet” kavramıdır.

Sözlerimin tam burasında, ne kadar doğru bir tanım verdiğimizi teyit eden bir tanım daha vermek istiyorum. Bu tanım, teklifimiz Adalet Komisyonunda görüşülürken “Bir milletvekilinin milleti tarif etmek hakkı da değildir, haddi de değildir.” diye itirazda bulunan bir milletvekilinin mensubu olduğu parti programında yer almaktadır ve aynen şöyledir: “Partimiz, milleti, ortak bir tarihin sunduğu zemin üzerinde birlikte yaşama arzu ve iradesini ortaya koyan, tarihî süreçte ortak bir kaderi paylaşma duygusunu ve gelecek ülküsünü taşıyan, milletler camiasında kendisine has vasıf ve kimliğe sahip olduğuna inanan sosyal bir bütün olarak mütalaa etmektedir. Bu itibarla, millet gerçeği, Türkiye'mizin, bağımsız, güçlü ve demokratik bir ülke olarak ilelebet var olmasının sosyal ve kültürel temeli kabul edilmelidir.”

Evet, saygıdeğer arkadaşlarım, parti programından aldığım millet tarifi aynen böyle. Bu tarifin, bizim, değişiklik gerekçemizde verdiğimiz tarifle özünde ne farkı var arkadaşlar? Şimdi bu tarif self determinasyonu mu çağrıştırıyor? Milleti tarif etmek bir milletvekilinin hakkı ve haddi değil ama bir partinin haddi ve hakkı mıdır?

Evet, saygıdeğer arkadaşlarım, ayrıca, burada şuna da değinmeliyim ki: Okuduğum parti programının hiçbir yerinde ben “Türklük” ibaresine rastlamadım ama bol miktarda, isabetli olarak “Türk milleti” ifadesi yer almaktadır.

Yine sayın milletvekillerinin kendi İnternet sitesinde yayımladıkları makalede vurgulanan da ülkemizin birlik ve beraberliği için öne çıkartılan kavram da “Türk milleti” kavramıdır, bizim de bu kanun değişikliğiyle yapmak istediğimiz aynen odur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; “Türk milleti” kavramından ne anlaşılması gerektiğini, cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk “Bir harstan (kültürden) olan insanlardan mürekkep cemiyete ‘millet’ denir dersek milletin en kısa tarifini  yapmış oluruz.” demek suretiyle, sübjektif kültürel milliyet anlayışını benimsemiş olduğunu açıkça ifade etmektedir.

Milletin, çağdaş anlayışa uygun bilimsel bir tanımını yapma gereğine işaret eden Atatürk, ikinci derecede unsurları göz önüne almayarak, mümkün olduğu kadar her millete uyabilecek daha geniş şu tanımı vermektedir:

“1) Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan,

2) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan,

3) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam etme hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet namı verilir.”

Anayasa’mız 66’ncı maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” derken, milletin parçası olmanın tek ölçütünü hukuki bağ olarak ortaya koymaktadır. 301’inci madde, millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler kapsamında yer almasından hareketle, bu maddenin “Türklük” kavramının da devletin unsurları çerçevesinde ele alınması gerektiği sonucuna varmak gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayınız.

VEYSİ KAYNAK (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Devlet, belli bir ulusu olan, belli bir ülkede yaşayan ve bir devlet gücü ile donatılmış insan topluluğudur. Devletin insan unsuru, devlet kavramının en belirleyici temel öğesidir çünkü devletin kendisi zaten bizzat halka hizmet için vardır, bir insan topluluğu bulunmuyorsa, zaten devlette yoktur. Bunun böyle olduğunu demin sayın Bakanım söylediler. 57’nci Hükûmetin -koalisyon Hükûmetinin- Sayın Adalet Bakanı Adalet Komisyonunda aynen böyle ifade etmiştir. Vaktim olsa tutanaklardan aynen okuyacaktım.

Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; hazırladığım konuşmanın tamamını bitirmeme fırsat bulamayacağım ama, özellikle iki hususu arz etmek istiyorum…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VEYSİ KAYNAK (Devamla) – Başkanım, bir dakika daha lütfedebilir misiniz.

BAŞKAN – Yok, veremem.

VEYSİ KAYNAK (Devamla) – Peki. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaynak, sağ olun.

Şahsı adına Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik.

Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

Söz süreniz  beş dakika.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de 215 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu Kanun Teklifi’yle, daha önce işaret edildiği üzere, “Türklük” yerine “Türk Milleti”, “cumhuriyet” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kavramı getiriliyor, üç yıllık ceza üst sınırı iki yıla indiriliyor ve soruşturma izni Adalet Bakanına tevdi ediliyor.

Değerli milletvekilleri, aslında böyle bir kanuna ihtiyaç yok. Barroso ve ABD talimatlı iş yapan malum çevreleri bu konuda uyarmak istiyoruz. Gelin, hepiniz, bu tür sevdalardan vazgeçin.

1982 Anayasamız’ı incelediğimiz takdirde, burada aslında mevcut düzenlemenin Anayasa’nın başlangıç ilkelerine ve başlangıç ilkelerine atıf yapan 2’nci maddeye aykırılığını görüyoruz.

Şimdi, Anayasa’mızın başlangıcı çok net bir şekilde "Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;

Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;

Türk milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” hükmünü içeriyor ve bu başlangıç hükmü Türklükle ilgili çok güzel bir metin olarak karşımıza çıkıyor ve bunu tamamlayan, Anayasa’nın değiştirilemez maddesi olan 2’nci madde… Yine sonunu okuyorum: “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir diyerek, burada, Türklükle ilgili meseleyi de vuzuha kavuşturmuş oluyor. Demek ki bu düzenleme Anayasa hükmüne aykırılık teşkil ediyor.

Değerli milletvekilleri, Ulu Önder Atatürk Türklükle ilgili çok net ifadeler kullanmıştır. Diyor ki: “Biz doğrudan milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.” diyor. Örneğin başka bir sözü Ulu Önderin, “Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” Yine başka bir söz: “Türklük benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır.” diyor.  Demek ki, Türklükle ilgili, cumhuriyetimizin kurucusunun bize bıraktığı veciz sözler ve ilkeler mevcut.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Milliyetçi Hareket Partisi grup toplantısında Sayın Genel Başkanımızın 301’inci maddenin değiştirilmesiyle ilgili özellikle vurgulamış olduğu hususu da dikkatlerinize sunmak isterim. Burada AKP’nin meselenin gayri millî ve teslimiyetçi yaklaşımına dikkat çekerek, Sayın Genel Başkanımız, 301’inci maddeden kimlerin rahatsız olduğunu çok veciz bir şekilde ifade etmişlerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bu lobicilerin rahat rahat Türk ulusuna soykırım dayatmasını yapmak için, işbirlikçilerin bin yıllık kardeşliğimizi bozmak için uğraş verdiğini ve sözde aydınların Türklüğe hakaret için bunu istediklerini, ilkesiz ve teslimiyetçi iktidar zihniyetinin de bunu arzu ettiğini ve bundan dolayı da rahatsız olduklarını ifade ederek, son olarak, Türklük değerlerine ve şerefli Türk tarihine hakaret edilmesini isteyip istemediğini ve 301’inci maddede yapmaya çalıştığınız değişikliği içine sindirip sindirmediğini büyük Türk milletine sorun diye ifade etmişlerdir.

Demek ki, burada “Türklük” ile “Türk milleti” kavramı birbirine ilave ettirilerek, farklılaştırılarak sunulmak isteniyor. “Türklük” kavramının yerinde kalmasını biz parti olarak arzuluyor, istiyoruz.

Bu duygularla yüce heyetinizi tekraren saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, Sayın Bakan milletvekillerinin sorularına cevap verilirken, 57’nci Hükûmet zamanında sunulmuş olan kanun tasarısıyla ilgili, partimizi risk altında bırakabilecek, töhmet altında bırakabilecek ifadelerde bulundu. Buna karşı açıklama yapmak üzere söz istiyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sadece kanun tasarısını gösterdi Sayın Başkanım, açıklanacak bir şey yok.

FARUK BAL (Konya) – Açıklanacak şey var efendim, var.

BAŞKAN – Sayın Bal, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Başka sataşmaya meydan vermeden…

Üç dakikalık süre veriyorum, ek süre de tanımayacağım.

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in konuşmasında partisine sataşması nedeniyle konuşması

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Bakan sanıyorum, önüne getirilen metni dikkatle okumadan, Milliyetçi Hareket Partisini töhmet altında bırakacak bir beyanda bulundu.

Önce size, Anayasa’nın 1’inci maddesini okuyorum, lütfen dikkatlice dinleyelim.

Anayasa’nın 1’inci maddesi diyor ki: “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” Tekrar ediyorum: “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”

Anayasa’nın 3’üncü maddesini okuyorum: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.”

Buradan çıkarıyoruz ki, Anayasa’mız Türkiye devletinin adını “Türkiye Devleti” olarak koymuş. 1’inci ve 3’üncü madde değiştirilemez maddeler. Geliyoruz teklife, görüştüğümüz teklifte siz bu devletin adını “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştiriyorsunuz.

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Öyle bir şey yok ya.

FARUK BAL (Devamla) – Evet, ben sizin teklifinizi okuyayım Sayın Sağlam.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Doğru, doğru, öyle diyor zaten.

FARUK BAL (Devamla) – “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” diyorsunuz; bu, Anayasa’nın değiştirilmez maddesinin değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Nasıl geliyor? Anayasa’nın 1’inci maddesinde Türkiye devleti doğru bir biçimde cumhuriyettir ifadesi var. Bunun anlamı şu değildir: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” değildir. “Cumhuriyet” kelimesini metinden çıkararak “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” ifadesini buraya yazarsanız elbette “cumhuriyet” kavramı 301’inci maddenin koruması altında, koruması içerisinde bulunmayacaktır. Doğrudur, birinci uyum paketinde Anayasa’nın gerekçesine Anayasa’nın 1’inci maddesi aynen yazılmak suretiyle “Türkiye devleti bir cumhuriyet olduğu içindir ki bu tasarı gönderilmiştir.” diye ifade ediliyor. Fakat, sizin gerekçenize geldiğimiz zaman Türkiye Cumhuriyeti devletini bir cümleyle ifade ediyorsunuz gerekçe olarak: “Keza, birinci fıkradaki “cumhuriyeti” ibaresi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştirilmiştir.” diyorsunuz. Buradan “cumhuriyet” ve “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni çıkarttığımız zaman sizin gerekçeniz bir tek kelimeden ibarettir, o da “keza” kelimesi. Değerli arkadaşlarım, “keza”yı da Türkiye Cumhuriyeti devletini Anayasa’nın 1’inci ve 3’üncü maddesine aykırı bir biçimde kanun metni hâline getiremezsiniz.

Sayın Bakanım, sanıyorum mesele açıklığa kavuşmuştur. Zatıalinizle polemiğe girme gayreti içerisinde değilim. Bu şekilde yüce Meclisi bilgilendirmiş oluyorum ve saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak’ın; Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın; Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ve Adalet Komisyonları Raporları (2/210, 2/27) (S.Sayısı: 215) (Devam)

BAŞKAN – Madde üzerinde soru cevap kısmına geçiyoruz.

Sayın Kaptan,

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu düzenlemeyle, Türklüğü ve cumhuriyeti aşağılayanların cezasız bırakılması sağlanmayacak mı?

İkinci soru: Yine, Sayın Bakan, Adalet Bakanı olarak gerek siz gerekse önceki Adalet Bakanı Sayın Çiçek daha önceki açıklamalarınızda “Türk Ceza Yasası’nın 301’inci maddesinin değiştirilmesine gerek yoktur.” diye açıklamalarda bulunuyordunuz. Şimdi ne değişti de bu değişikliği yapma gereği duyuyorsunuz?

Üçüncü ve son soru: 301’e benzer düzenlemeler pek çok AB ülkesinde var iken ve 2005’te yapılan 301’deki düzenlemeye AB’den hiç itiraz gelmemişken bizde böyle bir değişikliğe neden gidilmektedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma soruyorum: Yargıtay Ceza Kurulu, Türklükten neyi anladığını açıklamıştır. “Uygulama açısından kanun değişikliğini gerektiren bir tereddüt ve hukuki bir sebep yoktur.” diyor. Bu içtihada rağmen 301’inci maddeyi niye değiştiriyorsunuz? Buna rağmen getirdiğiniz Adalet Komisyonunda bilgi kirliliği ve rakam kirliliğinden bahsedildi. Şimdi, burada, gerçek rakamları, doğru bilgiyi vermeniz gerekmiyor mu? Bunu rakam kirliliğinin arkasına saklamak olarak görmüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Dibek.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Bakanıma şunu sormak istiyorum: İki hafta önce, sanıyorum 14 ya da 15 Nisanda, Dışişleri Bakanı Sayın Babacan İngiltere’de bir ziyarette idi. Oradaki ziyaret sırasında kendisinin bir basın mensubunun sorularına verdiği yanıt var bu konuyla ilgili. Basın mensubunun sorusu şu şekilde: Gündemde olan bu 301’inci maddeyle ilgili olarak “Bu maddeyi kaldırmak daha kolay olmaz mı, bu maddeyi kaldıracak yetkiniz yok mu?” yönünde bir soru sorulmuştu kendisine. Sayın Babacan da açıklamasında, bu konunun hassas bir konu olduğunu, tamamen yasayı ortadan kaldırmanın kolay olmadığını, dolayısıyla bir düzenleme yaptığını belirtti. Ben, Adalet Bakanı olarak Sayın Babacan’ın bu açıklamasını nasıl değerlendirdiğinizi ve bu açıklamaya katılıp katılmadığınızı öğrenmek istiyorum Sayın Bakanım.

BAŞKAN – Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, uyum çalışmaları çerçevesinde Avrupa Birliğinin Hükûmetinizden askerlikte vicdani redde yönelik bir talebi olmuş mudur? Bu kapsamda 301’den sonra Türk Ceza Kanunu’nun 318’inci maddesinin de kaldırılması AB tarafından talep edilmekte midir?

BAŞKAN – Sayın Akcan…

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Aracılığınızla Sayın Bakanıma… Avrupa Birliği ülkelerinden ülkemize gelen ve müstemleke valisi edasıyla tavırlar takınıp, ifadeler kullanan Barroso, Olli Rehn ve Lagendijk’tan, temaslarınız sırasında, her Türk’ü üzen sözde soykırım yasasıyla ilgili olarak “Soykırım olmamıştır.” ifadesini kullanan, Avrupa ülkelerinde bu ifadeyi kullananların mahkûm edilmesinin önüne geçilmesi doğrultusunda herhangi bir talebiniz veya girişiminiz oldu mu?

BAŞKAN – Sayın Cengiz…

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, değerli arkadaşlar; bilindiği gibi Yüce Peygamberimize hakareti, sövmeyi, karalamayı moda olarak kabul eden Avrupa, Türkiye’de de Türklere hakareti bizden istemiş ve bu konuda da Avrupa Birliği Başkanı, Amerika Dışişleri Bakanı, Olli Rehn ve Lagendijk gibi isimler de bunun mutlaka değiştirilmesini istemişti. Bazı isteklerin de gelebileceğini düşünüyoruz Sayın Bakanıma bir Hükûmet üyesi olarak.

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Andreas Gross’un Çanakkale Gökçeada’da ve Bozcaada’da ne gibi incelemeler yaptığını, neler aradığını ve kimlerle görüştüğünü, özellikle Rumlarla gizli görüşmeler yaptığını, bu görüşmelerde Türk tarafını temsil eden temsilcinin bulunup bulunmadığını… Bu görüşmeler noktasında Hükûmetimizin mutlaka haberi olduğunu düşünüyorum. Özellikle ulusal basından gizlenen bu hareketin, bu tespitin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akkuş…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; 301’inci maddeyle ilgili yasa tasarısına göre suçu sabit olanlara verilecek cezanın üst sınırı üç yıldan iki yıla indirilmektedir. Bu da hâkim takdiriyle paraya çevrilebilecektir yani ceza yok sayılacaktır. Bu durum bu suçların kolayca işlenmesine ve cezayı hak edenlerin sayısının hızla artmasına sebep olacaktır. Bu, sosyal barışın bozulmasına ve devlete karşı olanların çoğalmasına sebep olmayacak mı, kanun hâkimiyetinin zayıflamasına sebep olmayacak mı? Hâkim takdiri olmadığında, birisi cezaevine giderken bir diğeri parayı verip kurtulmayacak mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan beş dakika süreniz var.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Sayın Kaptan “Türklüğe ve cumhuriyete hakaret veya Türklüğü ve cumhuriyeti aşağılama bu değişiklikle cezasız kalmıyor mu?” diye bir ifadede bulundular. Hayır, bu değişiklikle ne Türklüğe hakaret ne cumhuriyete saygısızlık cezasız kalmamaktadır.

Demin de ifade ettiğim gibi “Türklük” ifadesi “Türk milleti” kavramı içerisinde değerlendirilir. Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bu iki ibare arasında bir fark görmemektedir. O bakımdan, savcılarımız ve yargıçlarımız eğer Türklüğe bir hakaret olursa yine bu maddeden dolayı ceza vereceklerdir.

Sayın Cemil Çiçek’in ve benim “301’inci maddede değişikliğe gerek yoktur.” diye açıklamalar yaptığımızdan bahsetti Sayın Kaptan. Ben, tabii, kendimle ilgili cevap verebilirim. Ben 301’inci maddenin tamamen kaldırılmasına karşı olduğumu açıkladım. Tamamen kaldırılmasını doğru bulmuyorum. Nitekim, Hükûmet olarak da ve Hükûmet partisi Adalet ve Kalkınma Partisi olarak da bizim 301’inci maddenin tamamen kaldırılması şeklinde bir düşüncemiz olmamıştır. Ama hukuk tekniği ve ceza tekniği açısından, bu maddede bu tür değişikliklerin, ifade özgürlüğüyle ilgili başkaca sorunlar yaşamama bakımından bir değişikliğin yapılması şeklindeki düşüncemizi bir teklif hâlinde Genel Kurulun önüne getirdik, şimdi bunu görüşüyoruz.

“301’inci maddeye benzer düzenlemeler Avrupa Birliğinde de yok mu?” dedi Sayın Kaptan. Tabii ki var. Zaten, gerek İtalya’da gerek Fransa’da gerek Polonya’da gerek Slovenya’da, İspanya’da buna benzer maddeler var. Burada da örneğin İtalya’da “İtalyan milleti”, Polonya’da “Polonya halkı”, Slovenya’da “Sloven halkı”, İspanya’da “İspanya ulusu” ve Fransa’da da “Fransa ulusu” denmektedir ve dolayısıyla, biz bu düzenlemelerle bir noktada Avrupa Birliği ülkelerindeki buna benzer maddelere paralel bir düzenleme yapmış olmaktayız.

Sayın Özdemir biraz önce bir rakam kirliliğinden bahsettiler. “Komisyonda böyle bir kirlilik yaşandı.” dediler. Sanıyorum Sayın Özdemir şunu kastetti: Ben demin, açılan davalar ve mahkûmiyetlerle ilgili bilgi vermiştim. Kendileri Adalet Komisyonuna gelen Yargıtay üyesi bir arkadaşımızın… İşte “İki tane biz onama yaptık. Dolayısıyla bir yıl içerisinde 301’inci maddeden dolayı mahkûmiyet sayısı ikiyi, dördü geçmez.” diye ifadede bulundular. Değerli arkadaşlarım, mahkûmiyet kararlarıyla ilgili verilen cezaları bilmeden bu konuda sağlıklı değerlendirme yapamayız. Mesela 2006 yılında -biraz önce ifade etmiştim- açılan dava sayısı 328 demiştim, mahkûmiyet sayısının da 135 olduğunu söylemiştim. Peki, ne kadarı hapis cezası, ne kadarı para cezası bunu bilmeden bir değerlendirme yapamazsınız. Bunun sadece 31’i hapis cezası, 80’i para cezasıdır. Para cezasına mahkûm olanlar temyiz etmiyorlar, temyiz etmeyince Ankara’ya, Yargıtay’a gelmiyor. Yargıtay’a gelmeyince, siz Yargıtay’ın vereceği kararlara göre bir sonuca gitmek isterseniz hatalı sonuçlara ulaşırsızın ve kaldı ki erteleme de var, hapis ve para cezası birlikte de var. O bakımdan bir rakam kirliliği yok. Bizim kayıtlarımız, yani Adalet Bakanlığının bu konuda vereceği sonuçlar çok daha sağlıklıdır. Buna itibar etmenizi istirham ediyorum.

Sayın Bal biraz önce bir açıklama yaptılar. Aslında ben farklı bir şey söylemedim, sizi de eleştirmedim. Sadece “cumhuriyet” kelimesi buradan çıktı ama cumhuriyet korumasız kalmadı. Sizin bir hata yaptığınıza inanmadığımı ifade ettim yani farklı bir şey söylemedim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Cumhuriyeti dışlamak gibi bir eylem var mı ki hata olduğunu söyleyeceksiniz?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Yok, hayır, hayır, hayır.

FARUK BAL (Konya) – Hata bulsanız gözünü oyacaksınız Sayın Bakan da bulamıyorsunuz!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Siz, “Türk milleti” demişsiniz, “Türkiye Cumhuriyeti” biz diyoruz, “cumhuriyet”i muhafaza ediyoruz. Siz Anayasa’ya atıfta bulunarak böyle bir düzenleme yaptığınızı söylüyorsunuz. Yani “cumhuriyet”in orada bulunmaması, cumhuriyetin korumasız kaldığı anlamına gelmez. Siz de böyle düşünüyorsunuz, biz de böyle düşünüyoruz. Yani o yüzden aramızda bir itilaf yok.  Ben sizi eleştirmedim. Hiç rahatsız olmayın. (MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Çok farklı düşünüyoruz.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Hiç rahatsız olmayın, ben sizi eleştirmedim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır, biz sizi eleştiriyoruz ama, biz çok farklı düşünüyoruz.

BAŞKAN – Vaktimiz doldu Sayın Bakan.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Tamam, teşekkür ederim.

BAŞKAN - Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 00.37

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 00.52

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

215 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Madde üzerindeki soru-cevap işlemi tamamlanmıştı. Şimdi önerge işlemi yapacağız.

Madde üzerinde yedi önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

215 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesi ile değiştirilen 5237 sayılı kanunun 301 inci maddesinin dördüncü fıkrasında geçen “suçtan dolayı” ibaresinin “suç kapsamında” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

 

 

Ahmet Aydın

 

 

 

Adıyaman

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

215 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesi ile değiştirilen 5237 sayılı kanunun 301 inci maddesinin üçüncü fıkrasında geçen “suç oluşturmaz” ibaresinin “bu madde kapsamında değerlendirilmez” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

 

 

Azize Sibel Gönül

 

 

 

Kocaeli

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 s.sayılı kanun teklifinin 1. maddesinin 4. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif ederiz.

 

Hüsnü Çöllü

Gürol Ergin

Ramazan Kerim Özkan

 

Antalya

Muğla

Burdur

 

Hikmet Erenkaya

Hakkı Suha Okay

İsa Gök

 

Kocaeli

Ankara

Mersin

“(4) Bu suçtan dolayı soruşturma bizzat İl Cumhuriyet Başsavcısı tarafından yapılır.”

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Teklifinin 1. maddesi ile  Türk Ceza Kanununun 301. maddesinin 1. fıkrasında bulunan Türklüğü kelimesinin madde metninden çıkarılması Anayasaya aykırıdır.

Kanun teklifinin 1. maddesi ile yeniden düzenlenen TCK 301. maddesinin 1. fıkrasında bulunan Türk Milletini ibaresinden önce gelmek üzere Türklüğü kelimesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Faruk Bal

Metin Çobanoğlu

Rıdvan Yalçın

 

Konya

Kırşehir

Ordu

 

Osman Ertuğrul

 

 

 

Aksaray

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk Ceza Kanununun 301. maddesinin değiştirilmesine ilişkin Kanun Teklifinin 1. maddesinin 1. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

“Türklüğü, Türk Milletini, Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

 

Faruk Bal

Oktay Vural

Metin Çobanoğlu

 

Konya

İzmir

Kırşehir

 

Rıdvan Yalçın

Osman Ertuğrul

 

 

Ordu

Aksaray

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 Sıra Sayılı Kanun teklifinin 1. Maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

 

 

 

Ufuk Uras

 

 

 

İstanbul

Madde 1- 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 301 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Madde 301- (1) İnsanlık âleminin değerli parçaları olmaları nedeniyle, herhangi bir millete alenen hakaret ederek ırkçılık yapan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 Sıra Sayılı yasa tasarısının 1. nci maddesi Anayasanın 25, 26 ve 90 ncı maddelerine aykırı olduğu için İçtüzük 84 ncü madde uyarınca reddi arz ve teklif olunur.

 

Hasip Kaplan

Sırrı Sakık

Fatma Kurtulan

 

Şırnak

Muş

Van

 

Bengi Yıldız

İbrahim Binici

Sevahir Bayındır

 

Batman

Şanlıurfa

Şırnak

 

 

Şerafettin Halis

 

 

 

Tunceli

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Biz de katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge sahibi?

Muş Milletvekili Sayın Sırrı Sakık.

Buyurun Sayın Sakık. (DTP sıralarından alkışlar)

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Ben, bu maddeyle ilgili düşüncelerimi aktarmadan önce, iki gün önce Sakarya’da DTP il teşkilatının düzenlediği şölende meydana gelen olayla ilgili Parlamentoya bilgi sunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi, Sakarya’da pazar günü il teşkilatımızın düzenlediği şölende akşam saat yedi gibi, bir grup, şöleni basmak istiyor ve uzun süre buradaki bine yakın insan resmen rehin alınıyor ve orada uzun süre 300 kişinin ablukaya aldığı alan tamamen, daha önce Sivas’ta nasıl bir olay meydana geldiyse aynısını orada yapmak istiyorlar. Orada bulunan Urfa milletvekili arkadaşımız bizi haberdar ettiğinde Sayın Valiyi aradık ama bir türlü Sayın Valiye ulaşamadık. Sayın İçişleri Bakanımızı aradık, İçişleri Bakanımıza da ulaşamadık. Ama en son müsteşarla diyalog kurduk ve diyalog kurmamıza rağmen bir vatandaşımız, orada, bir partilimiz kalp krizi geçirdi ve uzun süre orada bekletildi ve yaşamını orada yitirdi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, biz bu coğrafyada yaşıyoruz. Bu coğrafyada yıllarca ne olduğunu hepimiz biliyoruz. 6-7 Eylül olaylarını biliyoruz, Kahramanmaraş olaylarını biliyoruz, Sivas olaylarını biliyoruz, Çorum olaylarını biliyoruz. Sivas’ta 33 aydının nasıl diri diri yakıldığını biliyoruz. Kan ve şiddetten beslenen kesimlerin yeniden Türkiye’nin toplumsal dokularıyla oynamak istediklerini de biliyoruz. Ama burada Hükûmete çok önemli görevler düşüyor, bütün Parlamentoya önemli görevler düşüyor. 301’inci maddeyi burada tartışıyoruz ama orada yedi saat rehin kalan Kürtleri hangi maddeler koruyacak? Eğer bu ülkenin vatandaşlarıysak hepimizi koruyacak bir hukuka ihtiyacımız var. Siz burada 301’i tartışırken, 301 ile ilgili, milliyetçi dalgalarla ilgili eline bayrağı alan ve diğerini yok etmek için gidenlere karşı hangi hukuku uygulayacağız? Nasıl bir arada yaşayacağız? Sayın Başbakan, buna nasıl seyirci kalabilirsiniz? Parlamento nasıl seyirci kalabilir?

Şimdi, bunların hepsini masaya yatırmamız gerekir.

Bakınız, Sakarya, uzun süredir faili meçhullerin yaşandığı bir coğrafya. Sakarya, 2 tane işçi Ahmet Kaya’nın tişörtlerini giydiği için linç edilen bir il ve tarım işçileri gittiklerinde, linçle karşı karşıya kaldıkları bir il Sakarya. Bu vesileyle böyle hassas bir yerde, oradaki valinin ve güvenlik birimlerinin bir bütününün yeniden sorgulanması gerekir.

Evet, hiç kimseye hakaret edilmemelidir. Ama, peki, bu ülkede sadece Türkler yaşamıyor ki, bu ülkede farklı halklar da yaşıyor. Peki, Lazlara, Çerkezlere, Çingenelere, Rumlara, Ermenilere hakaret etme hakkını kendimizde bulabilir miyiz? Bunları koruyacak yasalar ne olmalıdır? Ve eğer Türkiye uluslararası sözleşmelere imza koyuyorsa bu sözleşmeleri harfiyen yerine getirmek gibi bir durumla karşı karşıyadır.

Biz DTP olarak bu Yasa’nın tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyoruz. Gerçekten bu Yasa Türkiye'nin yüz karasıdır. Bu Yasa, Hrant Dinklerin, Orhan Pamukların ve yüzlerce aydınla ilgili nasıl haksız bir soruşturma ve nasıl cinayetler işlendiğinin de bir göstergesidir. O vesileyle, biz bu Yasa’yı bir bütünüyle ortadan kaldırmamız gerektiğini söylüyoruz. Burada iktidar partisi ve muhalefet partileri aslında neyi tartıştıklarını bilmiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekledim.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Ama eğer biz, eğer vicdanlarımıza karşı sanık sandalyesine oturacaksak ben eminim ki bu sandalyede oturan birçok arkadaşımızın vicdanında Yasa’nın bu hâliyle çok mutlu olduklarını düşünmüyorum. Çünkü ikili sohbetlerde soruyoruz, konuşuyoruz, bu Yasa’da çok farklı bir şeyin değişmediğini hep birlikte biliyoruz ama burada bir tartışma var, sanki Yasa’da çok ciddi bir değişiklik var. Kamuoyunu yanıltmayalım. Bu Yasa’da hiçbir değişiklik yok. Bu Yasa’da, MHP’nin, Cumhuriyet Halk Partisinin, AKP’nin, bu fırtınada, farklı bir düşünce, farklı bir yasa geçiyor gibi bir imajı kamuoyuna sunmalarının çok doğru olduğuna inanmıyorum.

Biz DTP olarak bu Yasa’nın bir bütünüyle ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Sadece bu yasalar değil, antidemokratik bütün yasaların… Bazı arkadaşlarımız bu kürsüden, sürekli “bazı hainler” diyorlar; herkes üslubuna dikkat etmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SIRRI SAKIK (Devamla) – Bu ülkenin demokratikleşmesini biz istiyoruz. Bu ülkenin özgürleşmesini istiyoruz ve bu da bizim en demokratik hakkımızdır. Bunları söylemek hainlikle eşdeğer olmamalıdır. Kimse bu ülkenin sahibi değil, birileri de burada göçmen veyahut da burada misafir değildir. Hepimiz bu ülkenin vatandaşlarıyız. Bu ülkenin esenliği ve bu ülkenin demokratikleşmesi için hepimiz düşüncelerimizi açıkça söylüyoruz.

Bu vesileyle, bu kürsüde kimsenin bir başkasına hakaret etme hakkı yoktur diyor, hepinize iyi akşamlar diliyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sakık.

Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum:  Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 Sıra Sayılı Kanun teklifinin 1. Maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

 

 

 

Ufuk Uras

 

 

 

İstanbul

Madde 1- 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 301 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Madde 301 - (1) İnsanlık âleminin değerli parçaları olmaları nedeniyle, herhangi bir millete alenen hakaret ederek ırkçılık yapan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – İstanbul Milletvekili Sayın Uras, buyurun. (DTP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; 301’inci maddede “Türklük” teriminin “Türk Milleti” olarak değiştirilmesi, “Cumhuriyet” teriminin “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştirilmesi, bu suçtan dava açılabilmesinin Adalet Bakanlığının iznine bağlanması uygulamada yaşanan sıkıntıları gidermeyecek, sorun çözülmüş olmayacaktır. Çünkü Yargıtay, yıllardan beri sürdürdüğü yorum ve uygulamalarında maddedeki “Türklük” terimiyle “Türk Milleti”nin kastedildiğini, gerekçede bir ırk, etnik köken olarak Türklüğe vurgu yapılmış olmasına karşın gerekçenin yargı organını bağlamayacağını, Türklüğün sadece Türk etnik kökenine yönelik olarak değil Türk milleti olarak anlaşılıp uygulanması gerektiğini sürekli olarak vurgulamıştır. Dolayısıyla önerilen kanun teklifi sorunun çözümünden yana hiçbir işlevi olmayan göstermelik bir değişiklik olacaktır.

Ayrıca, devletçi ve ırkçı bir milliyetçilik anlayışının bulunduğu bir ortamda, teklif gerekçesinde yapıldığı gibi, etnik kimliğe atıf yapan millet tarifi üzerinden suç yaratılması toplumsal barışı ve demokrasiyi dinamitlemek demektir. Etnik kültürel bir millet tanımının, aynı etnik kültürel kökene sahip olmayan vatandaşları inciten, baskı altına alınmalarını kolaylaştıran, saldırgan ve otoriter açılımlara eğilimli bir milliyetçiliği besleyeceği aşikârdır.

“Cumhuriyet” sözcüğünün “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştirilmesi konusu da aynen böyledir. Yargıtay “Cumhuriyet” teriminin devlet ile anlamdaş olduğunu zaten söylüyor ve öyle uyguluyor. Siyasetçilerin ve hukukçuların bunu bir buluş gibi ortaya sürmeleri yanıltıcı olup samimi de değildir. Hükûmet, bu değişikliği yaparak bugünkü 301 uygulamasına vize veriyor. Yargı organlarına “Kanunu şimdiye kadar uyguladığın gibi uygulamaya devam et. Kanunun metnini senin zaten uygulamakta olduğun şekle getiriyorum.” diyor.

AKP, “aşağılamak” terimini de “hakaret etmek” biçimine dönüştürmüyor. Oysa mahkûmiyetlerin odak noktası bu son derece bulanık terimdir. “Aşağılanmak” denmesi anlamı daha da belirsizleştiriyor, genişletiyor.

Peki, bu suçtan dava açılabilmesinin Adalet Bakanlığının iznine bağlanması neyi değiştiriyor? Yeni TCK’nın yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2005’e kadar bu suçtan dava açılması için Adalet Bakanlığının izni gerekiyordu, yeni TCK’da izin kaldırıldı. Bu suçtan dava açılmasının Bakanlığın iznine tabi olduğu dönem ile izin şartının olmadığı dönem karşılaştırıldığında arada kayda değer bir fark olmadığı görülüyor. O hâlde sorun izin şartının kaldırılmış olmasından kaynaklanmıyor, eskiden olduğu gibi izin şartına dönseniz yine bir şey değişmiyor. Ayrıca, konusu itibarıyla siyasi niteliği belirgin olan bir suçta yargının siyasallaşmasına neden olunuyor. Siyasi iktidar, lehine olan, beğendiği, hoşuna giden söz ve yazılar söz konusu olduğunda dava açılmasına izin vermeyecek, buna karşılık kendisini ya da kendisinden yana olan kurumları eleştiren, yeren, aleyhte olan söz ve yazılar için dava açılması iznini verebilecek. Yargı organı, siyasi iktidarın keyfine, isteğine göre yargılama yapacak ya da yapamayacak.

Teklifte, ceza üst sınırı tecil sınırına çekilerek ceza müddeti üç yıldan iki yıla indiriliyor. Tecil sınırının inmesiyle birlikte, artık TCK 301’inci maddeden dolayı kişinin özgürlüğünden alıkonulması hâkimin yetkisi dâhilinde oluyor. Ancak, tecil süresinde benzer bir fiil yeniden gerçekleştirildiğinde, kişi hem birinci cezayı hem de ikinci cezayı çekmek durumunda kalıyor.

Bu düzenleme, sadece ifade özgürlüğünü değil düşünce üretme sürecini de bir otosansüre zorlayarak baskı altına alıyor. AKP İktidarı açıkça “Ne şiş yansın ne kebap.” diyor. Hem maddeyi kaldırıp veya ciddi biçimde düzeltip ulusalcıları başına dert etmiyor hem de birbiri ardına mahkûmiyet gelmesini önleyip sivil toplumu susturmak istiyor. Tam bir kurnazlık örneğiyle karşı karşıyayız.

TCK 301’inci madde konusunda AKP Hükûmetinin getirdiği teklif, sorunu çözmek için değil, göz boyamak için getirilmiş bir öneridir. TCK 301’inci maddede yapılmak istenen değişiklik, suçun maddi niteliğini değiştirmiyor, değişen sadece bu maddi durumun nasıl yargılanacağına ilişkin yöntemdir. Bu anlayışın ifade özgürlüğünü tahrip ettiği açıktır. Eğer gerçekten sorun çözülmek isteniyorsa yapılacak tek şey var: 301’inci maddeyi tümüyle kaldırmak. Yoksa daha uzun süre aydınların, yazarların, gazetecilerin, muhaliflerin söyleyip yazdıkları nedeniyle yargılanmalarına tanık oluruz. Kaldı ki yeni TCK’nın 216’ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme, kamu barışını sağlamaya yeterlidir. Bu düzenlemeyle, halkın bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet ve bölge farklılığına dayanarak aşağılamak cezalandırılıyor. Artık farklı düşünce ve görüşlerden korkmamayı, beğenmediğimiz ve hoşumuza gitmeyen düşünce ve ifadelere tahammül etmeyi içselleştirmek zorundayız. Demokrasi, kamu kurumları da dâhil olmak üzere hiçbir kurum, kavram ve ideolojinin tabulaştırılmadığı bir ortamı ifade ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – 301’inci madde, içeriği itibarıyla koruduğu değer ve kurumları tabulaştırmaya uygun bir yoruma tabi tutulabilir ki son yıllarda bu maddeye göre açılan davaların tümünde bu zihniyetin esas alındığı görülüyor. Bu tür tabulaştırmalar rejimlere otoriter bir nitelik kazandırıyor ve özgürlükler ile düzen dengesinin özgürlükler aleyhine bozulmasına yol açıyor.

Düşünce özgürlüğü devlet gibi düşünmeme özgürlüğüdür. Kurulu düzeni sorgulamayı, gerektiğinde kınamayı ve mahkûm etmeyi de içeren bir özgürlük olarak demokratik düzenin kurucu bir unsuru ve vazgeçilmez bir şartıdır. Eğer bireysel özgürlük, çoğunluğun onaylamadığı görüşleri desteklemek ve savunmak, çoğunluktan farklı bir davranış yolu izlemek hakkını içermiyorsa bu özgürlüğün hiçbir anlamı yoktur.

O yüzden, bu yasa tasarısını değerlendirirken sadece kırılan yumurtaları değil ortadan kaldırılan Sevgili Hrant Dink’in anısına da saygı göstererek durumu gözden geçirmemiz hepimizin yararınadır diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uras.

Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk Ceza Kanununun 301. maddesinin değiştirilmesine ilişkin Kanun Teklifinin 1. maddesinin 1. fıkrasının  aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

“Türklüğü, Türk Milletini, Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

                                                                                             Oktay Vural (İzmir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Biz de katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Vural, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekili arkadaşlarım, bugün 301’inci maddede, Türk Ceza Kanunu’nda yaptığımız bir değişiklik, sadece ceza hukuku bakımından yaptığımız bir normatif düzenleme değildir. Zaten, Sayın Bakan ve bütün konuşmacılar, iktidar partisinin konuşmacıları, aslında, belki de bu konuda AKP milletvekillerinde de doğan hassasiyet, Türk milletinde doğan hassasiyetle, Türklükle Türk milleti arasında herhangi bir farkın olmadığını, Yargıtayın da bu şekilde değerlendirdiğini ifade etmek suretiyle bir bakıma bu değişiklikle ilgili yapılan değişikliğin sadece ceza hukuku anlamından bir anlam ifade etmediğini söylüyorlar. O zaman ceza hukuku bakımından bir anlam ifade etmiyorsa siyasi irade, “Türklük” kelimesini neden dışlamaktadır ve bunun dışlanmasını isteyenler kimlerdir? İşte, bizim aradığımız sorunun cevabı budur. Dolayısıyla burada, bu milletimizi millet yapan değerler -Türklüğümüz, Müslümanlığımız, cumhuriyetimizin değerleri, millî ve manevi değerlerimiz- değerli arkadaşlarım, hepimizi birbirimize bağlayan değerlerdir. Eğer biz değerler ekseninde siyasetimizi bir çatışma ve gerilim hâline dönüştürür ve bu değerler ekseninde birbirimizi eleştirirsek, eleştiriyi bu noktaya indirgersek, işte, Türk milletinin değerlerinin parçalanması ve Türk milletinin bölünmesi demektir. Onun için bu değerleri hepimizin sahiplenmesi ve bu değerlerin korunması gerekmektedir.

Şimdi, Türklük kelimesinden kimler rahatsızdır? Birincisi, Lozan Anlaşmasında, Türkiye Cumhuriyeti devletini oluşturan Lozan Anlaşmasında, azınlıklar dışında Müslüman olmayanlara azınlık statüsü tanıyıp hepsinin Türk olarak tanımlanmasından rahatsız olanlar vardır. Bu konuda yeni azınlıklar oluşturulması, Kürtleri azınlık, Alevileri azınlık göstermek isteyenler vardır. Onlar için Türklük tanımının kavrayıcılığı bir engeldir. Diğer taraftan, yine aynı şekilde Başbakanlıkta hazırlanan insan hakları raporunda -21 Ekim 2004’te Sayın Başbakana verildi- sorunun, aslında milletin Türk etnisitesiyle tanımlanması sorunu da vardır. Dolayısıyla, sorunun bir milletin etnik tanımıyla tanımlanmasından kaynaklandığı söylenmektedir. Dolayısıyla, burada da ortaya konulan görüşle, Türklüğü bir etnisiteye indirgeyen ırkçı bir yaklaşımla meseleye bakan bir siyasal görüşle karşı karşıyayız.

Türklüğün kapsayıcı ve kavrayıcılığı, bir kültür ve medeniyet oluşturması, bu coğrafyayı vatan yapması ve hepimizin beraber, birlikte oluşturduğumuz, mecburiyetlerimizle oluşturduğumuz birlikteliğimizden ve bütünlüğümüzden rahatsız olanlar var. Onun için “Türk” kelimesi yerine “Türkiyelilik” üst kimliğini getirmek isteyenler oldu. İşte, böyle bakıldığı zaman PKK’nın siyasallaşması için 15 Ekim 2007’de ABD Dış Politika Ulusal Komitesinin hazırladığı raporda da 301’inci maddede Türklüğün aşağılanması maddesinin değiştirilmesi istenmektedir PKK’nın siyasallaşması açısından. 215, 216, 217, 220’nin de değiştirilmesi istenmektedir.

Dolayısıyla, burada yaptığımız değişiklik esas itibarıyla, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin birlik ve bütünlüğünü muhafaza eden değerleri ayrıştırmak isteyen “Türkiye’de otuz altı etnik grup vardır” diyerek, ırkçı bir yaklaşımla milleti parçalamak isteyen siyasal düşüncelerin zemin bulmasıdır.

O bakımdan, biz her zaman şunu soruyoruz: Türklük kelimesini değiştirmekle hangi düşünce ve ifadelere hürriyet getiriyorsunuz? Öncelikle bunu ortaya koymak lazım. Eğer Türklük tanımı, Türklük kelimesinin değiştirilmesi normatif anlamda bir şey ifade etmiyorsa değerli milletvekilleri, gelin kalsın diyoruz. Kalsın… Türklüğü bu kadar örselemeye ne hakkımız var? Bir milletvekilinin ya da buradaki milletvekillerinin bir Türklük tanımını, 1926’dan bu yana olan bir Türklük tanımını çıkartmayı gerçekten nasıl isteyebiliyoruz, nasıl oy kullanacağız? Türk milletinin tanımı gerekçede de yapılmaktadır değerli arkadaşlarım. Bu gerekçeye göre değerli arkadaşlarım, Türklüğün içerisine, haçlı seferlerine karşı Müslümanlığın bayraktarlığını yapan Türklük yoktur, Balkan Türklüğü yoktur, Kıbrıs Türklüğü yoktur, Bosna-Hersek yoktur, Kafkasya yoktur. Ne yapacağız?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum Sayın Vural.

OKTAY VURAL (Devamla) – Sayın Başbakan Azerbaycan’a gittiği zaman “Bir millet iki devlet.” diyor. Ne olacak? Türklüğün oluşturduğu bu coğrafyada Türklüğü tarihî ve manevi değerlerinden ayırt etmek ve bunu dışlamak; bu, Türkiye siyasal coğrafyasının parçalanması demektir. O bakımdan Türklüğün dışlanması doğru bir yaklaşım değildir.

Bakınız, Yargıtay… Türklükten, Türk milletinin dinî, insani, kültürel değerlerini, millî ve manevi değerleri algılıyoruz. Bu gerekçenizde dinî, millî ve manevi değerlerle ilgili Türk milletine yapılan bir tane atıf bile yok.

Değerli arkadaşlarım, o bakımdan, bu “Türklük” kelimesinin dışlanması doğru değildir, Türklüğü manevi temellerinden koparmak doğru değildir. Biz bu öneriyle “Türklük” kelimesinin bu maddeye tekrar konulmasını ve hukuk açısından da bir problem çıkmadığına göre bunun muhafaza edilmesi ve korunması gereken bir değer olarak gerek çocuklarımıza gerek ecdadımıza Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir milletvekili olarak sorumluluk olduğunu düşünüyorum.

Bu vesileyle bu önergemize desteklerinizi bekler, hepinize saygılarımı arz ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

Hükûmetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Kanun Teklifinin 1. maddesi ile  Türk Ceza Kanununun 301. maddesinin 1. fıkrasında bulunan Türklüğü kelimesinin madde metninden çıkarılması Anayasaya aykırıdır.

Kanun Teklifinin 1. maddesi ile yeniden düzenlenen TCK 301. maddesinin 1. fıkrasında bulunan Türk Milletini ibaresinden önce gelmek üzere Türklüğü kelimesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                             Faruk Bal (Konya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Biz de katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Bal, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gecenin bu saatinde çok önemli konuları konuşuyoruz ve çok önemli konularda sayın milletvekilleri kanaatlerini oluşturarak parmaklarını kaldırıyor. Ancak bu parmak demokrasisine “Türklük” gibi, “cumhuriyet” gibi, devletimizin ve milletimizin temel değerleri kurban ediliyor. Biz, bir kez daha yüce Meclisi, değerli milletvekillerini vicdanlarıyla baş başa bırakabilmek amacıyla, getirilen kanun teklifindeki “Türklük” ve “cumhuriyet” tabirlerinin madde metninden çıkarılmasının Anayasa’ya aykırı olduğunu, bu çerçeve içerisinde yeniden madde içerisine alınabilecek bir teklif sunduk.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mızda, “Başlangıç” hükmünden itibaren “Türklük”, “Türk” ve “Türk Milleti” kelimeleri muhtelif maddelerde kullanılmaktadır. Anayasa koyucu bunu bilerek ve isteyerek yapmıştır. Çünkü “Türklük”, “Türk Milleti” ve “Türk” tabirleri Anayasa metninde yer alan ifadeyi zenginleştirerek, anayasa koyucusunun hedefine göre seçmiş olduğu metinlerdir. İşte buna paralel olarak, Ceza Kanunu’nda da “Türklük” tabiri yer almıştır. Her iki kanunun, yani Anayasa’nın ve Ceza Kanunu’nun terminolojisi birbirine tam uymaktadır.

Şimdi “Türklük” kelimesinin madde metninden çıkarılarak “Türk Milleti” kelimesinin konulması aynı mıdır? Değildir. Sayın iktidar kanadına mensup milletvekillerinin ifade ettiği gibi, eğer bu, Yargıtayın “Türklük”ten anladığı şekilde “Türk Milleti” kelimesini madde metninde değiştirmek suretiyle yapılmak istenen sadece bu uyarlama ise, o zaman, Avrupa Birliği niye bağırıyor size? Değişen bir şey olmayacak demektir. Bu takdirde, karşınıza iki sorun çıkacaktır. Bir: Avrupa Birliğindeki sesler yükselecektir: “Uygulamayı gördük, değişmiyor.” O zaman, önünüze gelecek oyun aynı oyun. Hangi oyun aynı oyun? Vakıflar Yasası’nda olduğu gibi. Vakıflar Yasası’nda üçüncü uyum paketi, dördüncü uyum paketi, altıncı uyum paketi, yedinci uyum paketi, dokuzuncu uyum paketi derken külliyen kaldıracaksınız ve dolayısıyla tam bir teslimiyete mahkûm olacaksınız. Bu maddede de öyle olacaktır. Eğer anlattığınız şekilde ise durum değişmeyecektir, üçüncü uyum paketi, dördüncü uyum paketi, yedinci uyum paketi, Türk Ceza Kanunu’nun yenilenmesiyle ilgili madde ve şimdi yaptığımız değişiklikle birlikte 5 defa değiştirilmiş olacaktır. Ancak bu yetmeyecektir, çünkü teslimiyetin hududu yoktur, onuncu uyum paketinde “Bunu kaldırın.” diyeceklerdir. İşte, o zaman bu Meclisin hâli, pürmelali bizi üzüyor. Bu Meclis “Türklük” ve “cumhuriyet” kavramlarını “devlet” ve “millet” kavramı olarak kurmuş gazi Meclistir. Bu Meclise 7 defa aynı şeyi tükürdüğünü yalatacak hâle getirtmek sizin siyasi anlayışınızla örtüşecek bir nakisadır. Bu nakisaya gelmemeniz için bir kez daha sizleri uyarmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, cumhuriyetle ilgili konu aynı şekildedir. Sayın Bakan tekrar ifade ettiği için ben de tekrar cevap vermek durumundayım. Bilindiği gibi hükûmet tasarısı, teklifi komisyonlarda görüşülür, komisyonlarda olgunlaştırılır ve Mecliste görüşülür, Mecliste de olgunlaştırılır. Burada bir yanlışlık var. Yanlış gayet açık, net: Anayasa’nın 1’inci maddesi “Türkiye Devleti” diyor, Anayasa’nın 3’üncü maddesi “Türkiye Devleti” diyor, siz Anayasa’nın değiştirilemez maddesinin adını bu kanunda “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” yapıyorsunuz.

Türklükle birlikte ikisini değerlendirdiğimiz zaman, değerli arkadaşlarım, karşımıza şu çıkar: Ceza hukukunda -hukukçu arkadaşlarımız bilirler- suçta kanuniyet prensibi vardır. Bunun anlamı şudur: Suç tipi kanunda tanımlanır. Kanunda tanımlanmamış olan suç tipi suç olarak cezalandırılamaz. Birinci kural budur.

İkinci kural: Ceza hukukunda kıyas yoluyla kanunun suç tipi değiştirilemez, genişletilemez.

Şimdi, uygulamaya geldiğimizde: Seksen iki yıllık “Türklük” kelimesi çıkmış, yerine “Türk Milleti” kullanılmış.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Bal.

Buyurun.

FARUK BAL (Devamla) – Sağ olun Başkan.

Seksen iki yıllık “cumhuriyet” kelimesi çıkmış, Anayasa’ya aykırı olarak “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kelimesi konulmuş. O zaman uygulayıcı hâkim diyecek ki: “Demek ki yüce Meclisin bir bildiği var. ‘Türklük’ ve ‘Cumhuriyet’ kavramları suç tipi olarak kanundan çıkarıldığı için bunlar 301’inci maddenin koruma zırhı içerisinde değildir.” Türklük ile ilgili hakaret, cumhuriyetle ilgili her türlü hakaret “Türk Milleti” kelimesini taşımadığı için ve “Türkiye Cumhuriyeti” kelimesini taşımadığı için cezasız kalacaktır. İşte, birinci bölümde “Cezalandırılamayacak bir suç tipi ihdas ediyorsunuz.” derken kastettiğim durum budur.

Değerli arkadaşlarım, yol yakındır, dönelim; bu büyük faciadan bir an önce dönelim. Bu, sizin, gelecek nesillere bırakabileceğiniz en kötü eseriniz olacaktır.

Bir kez daha düşünmenizi rica ediyorum ve önergemize desteğinizin parmak demokrasisine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) –Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum:

OKTAY VURAL (İzmir) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 s.sayılı kanun teklifinin 1. maddesinin 4. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif ederiz.

                                                                          Hakkı Suha Okay (Ankara) ve arkadaşları

“(4) Bu suçtan dolayı soruşturma bizzat İl Cumhuriyet Başsavcısı tarafından yapılır.”

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Biz de katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Okay, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinde değişiklik yapılması önerisini veren Değerli Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi Kaynak, bu teklifte, 301’inci maddenin 4’üncü fıkrasında “Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Cumhurbaşkanının iznine bağlıdır.” önerisinde bulunmuş idi. Kanun teklifi Adalet Komisyonunda görüşüldü ve Adalet Komisyonundaki görüşmede bu 4’üncü fıkra “Bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.” olarak değiştirildi.

Esasen, kanun teklifi verildikten sonra Sayın Başbakan, bu iznin Cumhurbaşkanı tarafından verilmesinin doğru olduğunu ifade etti. Keza, Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ise bu iznin Adalet Bakanı tarafından verilmesinin doğru olduğunu ifade etti ve Değerli Adalet Komisyonu Başkanımız da bu iznin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından verilmesinin doğru olduğunu ifade ettiler.

Esasen, bu kanun teklifi, her ne kadar Sayın Kaynak tarafından verilmiş ise de Hükûmetin tasarı olarak hazırladığı ve iki-iki buçuk senedir “Çok önemli bir değişiklik ve Türkiye’de düşünce ve ifadenin önündeki engellerin kaldırıldığı bir yasal düzenleme.” gibi sunulup, doğru dürüst bir çalışmanın olmadığının çok temel göstergesiydi. Tümü için yapmış olduğum konuşmada da özensiz bir çalışma olduğunu ifade etmiştim. Nitekim bu özensizlik Adalet Komisyonundaki çalışmalar süresinde kısmen düzeltilmeye çalışıldı ve sonuç itibarıyla “kovuşturma” yerine “soruşturma safhasına”, “Cumhurbaşkanı” yerine de “Adalet Bakanı” olarak o ibareler değiştirildi.

Bizim vermiş olduğumuz bu değişiklik önergesinde ise, bu suçtan dolayı soruşturmanın bizzat il cumhuriyet başsavcısı tarafından yapılmasını teklif ediyoruz. Neden bu öneride bulunuyoruz? Bu öneri, aslında, Adalet ve Kalkınma Partisinin bu yasaya ilişkin çalışmalarda, tümü üzerindeki görüşmelerde de ifade ettiğim gibi, o dönemin Sayın Bakanının açıklamasıyla da bir paralellik teşkil ediyor. Ne diyor Sayın Çiçek? “Bunu AB kendisi istedi.” Yani, hani, Avrupa Birliğinin her istediğini yapıyorsunuz ya, o zaman da böyle istemiş Avrupa Birliği. Demiş ki: “Adalet Bakanını çıkarın.” Sayın Çiçek de “derhâl” demiş ve “AB’nin istemiş olduğu bir düzenlemeyi yaptık.” diyor ve devam ediyor: “Kimse yetkisini vermezken, bu Hükûmet yargıya müdahale olmasın, yargı dosyadaki delile, hukuka, vicdani kanaatine göre karar versin diye Adalet Bakanlığının bu alandaki yetkilerini ortadan kaldırdık.” demekte. Şimdi, 19/12/2005’te bunu siyasal iktidarın o dönemdeki Adalet  Bakanı ifade ederken, 23’üncü Dönemde Başbakan Yardımcımız yine Sayın Cemil Çiçek ve bu kez yeniden Adalet Bakanının iznine dönülüyor. Şimdi, Hükûmetiniz ve AKP Grubu bunu nasıl hâl ve telif edecek? AB’ye ne diyeceksiniz? İki gün sonra Avrupa Birliği “Biz size demedik mi, Adalet Bakanına izin vermeyin demedik mi? Nereden çıkarttınız?” derse, siz tekrar bu yasayı getireceksiniz. Çünkü, zaten bu 301’inci madde Barroso geliyor diye apar topar hazırlanmadı mı? Evet, belki 301’le ilgili yapmış olduğunuz değişiklikler Türk hukukuna yeni bir katkıda bulunmayacak ama Avrupa Birliğine karşı mahcup olacaksınız. Onun için gelin, bu Adalet Bakanının izin vermesini…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

HAKKI SUHA OKAY (Devamla) – …bu metinden çıkarın. Kaldı ki, hukuken de doğru olanı bu. Niçin? Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 174’üncü maddesi var. “İddianamenin iadesi” kuralı var. Yani yargıçlar iddianameyi maddi ve biçimsel olarak inceleyip, yeniden gözden geçirmek üzere iade edebilir ve 174’üncü madde varken Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, bu maddeyle yeni olanaklar da sağlanmış olduğuna göre, siyasal ve idari bir kurum olan Adalet Bakanlığına yetki verilmesi doğru değildir. İzin, maddi ceza hukukuna ilişkin bir yetki olup, izin verme veya vermeme biçiminde söz konusu olabilecek işlemler siyasal sorumluluk gerektirmektedir ve neticede siyasal iktidarın yandaşları için izin verilmeyebilir, siyasal iktidarın karşıtları için izin verilebilir.

Gelin, hiç olmazsa bu makul teklifimizi kabul edin diyorum ve önerimin kabul edilmesi dileğiyle saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Okay.

Komisyon ve Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

215 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesi ile değiştirilen 5237 sayılı kanunun 301 inci maddesinin üçüncü fıkrasında geçen “suç oluşturmaz” ibaresinin “bu madde kapsamında değerlendirilmez” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

 

 

Azize Sibel Gönül

 

 

 

Kocaeli

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz efendim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Önergeleri geri çekiyoruz.

BAŞKAN – Diğer iki önerge geri çekilmiştir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talepleri vardır. İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Ali Rıza Öztürk’e aittir.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan teklifle ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye’de söylenen sözlerin, yapılan işlemlerin önemi içeriklerine göre değil, bu eylemi yapanların, sözü söyleyen kişilerin kimliklerine göre değerlendirilmektedir. Bu, örneğin, söz gelimi Türkiye’de Aysun Kayacı isimli bir hanımefendi kendi demokrasi anlayışını ortaya koymak için birtakım tanımlar ortaya attı, herkes saldırdı. Özellikle AKP yanlısı yazarlar, AKP yanlısı kişiler saldırdılar. Ama benzer bir ifadeyi Sayın Başbakan kullandı. İşçilerin Taksim’de 1 Mayıs mitingini yapmak istemeleri üzerine “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar.” dedi ama aynı çevrelerden hiçbir tepki gelmedi.

Yine, bu görüşülmekte olan 301’inci maddeyle de ilgili Orhan Pamuk’tan önce 60 kişi hakkında dava açıldı. O güne kadar hiç tartışma olmadı. Ne zaman ki Orhan Pamuk’la ilgili dava gündeme geldi ve bu tartışılmaya başlandı. Biz tabii ki Orhan Pamuk’un uluslararası Nobel ödülü almasını ayakta alkışlıyoruz, onu gönülden selamlıyoruz. Ancak, Orhan Pamuk’un Nobel ödülü almış olması suç işlediği zaman o suçun cezasız kalacağı anlamına gelmez. Eğer Orhan Pamuk’a yumurta atılmışsa, onu da önlemek iktidarın görevidir.

Değerli arkadaşlarım, bir tespitimi de sunmak istiyorum: Cumhuriyet Halk Partisi demokrasi ve özgürlüklerin, insan haklarının savunucusu, öncüsü olmuş bir partidir. Devletin demokratikleşmesi, bireyin özgürleşmesi, Cumhuriyet Halk Partisinin temel hedefidir. Cumhuriyet Halk Partisi, özgür bireyin özgür düşüncesine vurulan zincirlerin, atılan kelepçelerin kırılması için mücadelesini edegelmiştir. Geçmişimize baktığımızda, tarihimize baktığımızda, demokrasi ve özgürlükler mücadelesiyle dolu sayfalar bunun somut örneğidir. “Görüşlerinizi paylaşmıyorum ama sizin görüşlerinizi serbestçe ifade etmeniz için hayatımı vermeye hazırım.” diyen Fransız Voltaire’in bu görüşleri her demokrat gibi, Cumhuriyet Halk Partililerin de temel ilkesi olmuştur ancak AKP’nin ve Sayın Başbakanın demokrasi anlayışı nedir? “…mış” gibi yapmaktır; demokrasi varmış gibi yapmaktır, laik devletten yanaymış gibi, bağımsız yargı ve tarafsız yargıdan yanaymış gibi, demokratik özerk üniversiteden yanaymış gibi, demokrat ve özgürlüklerden yanaymış gibi, özgürlük havarisiymiş gibi, hukuktan yanaymış gibi… Başbakanın ve AKP’nin hukuk ve özgürlüklerle ilgili içselleştirilmiş bir anlayışı bulunmuyor. Zaten, Türkiye siyasetinde yaşanan krizin temelinde samimi olmayan bu davranışlar ve görüşler yatıyor.

Demokrat olmak o kadar kolay değildir; “…mış” gibi yaparak demokrat olunmaz. En önemli, en temel hak yaşam hakkıdır. Yaşam hakkı özgür olarak yaşanırsa bir anlam ifade eder. Eğer yaşam hakkı özgür olarak yaşanmazsa, hiçbir anlamı yoktur.

Şimdi, 301 nedir? Herkes 301’den bahsediyor. Koro hâlinde, Avrupa’dan orkestra şefleri yönetiyor: 301, 301… Ama 301’in içeriği söylenilmiyor. 301 “3”, “0”, “1” rakamlarından oluşmuş bir matematiksel rakamdır ama bunun içeriği nedir? 301’le yasaklanan şey nedir? Değerli arkadaşlarım, gerçekten 301 insan haklarını ihlal eden, düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran, dil ayrımcılığı yapan, ırk ayrımcılığı yapan bölücü bir madde midir? 301, toplumda öncü rolleri olan aydınların, yazar ve bilim adamlarının bu rollerini yerine getirmelerinde yollarını tıkayan bir madde midir? 301, koruduğu hukuki menfaat nedir? Anayasal organlara ve diğer manevi değerlere karşı toplumda var olan ortak bir saygı duygusunu korumaktadır. Bu korunmaya değer hukuki bir değer değil midir? Korunmaya değer bir hukuki değer olduğu açık ve seçik ortadadır. Her ülkenin kendi tarihî, sosyolojik, psikolojik, kültürel koşulları bir değerin bir ceza normu ile korunup korunmayacağı hususunda belirleyicidir. Bu takdire uluslararası organlar hiçbir şekilde müdahale edemez.

Her ülkenin hassasiyetleri vardır. Almanya’da bazı sembollerin taşınması, örneğin gamalı haç gibi, suçtur. İtalyan Ceza Kanunu’nda bizim bu 301’e benzeyen bire bir maddeler vardır. Alman Ceza Kanunu’nda vardır, Avusturya, İspanya ve Fransa’da vardır. İrlanda’da İrlanda Bayrağı’nı aşağılamak ağır suçtur. Maddede sayılan organları eleştirmeyi değil, aşağılamayı suç saymıştır. Esasen aşağılama hiçbir şekilde bir düşüncenin ifadesi olamaz. Aşağılama ile düşünce ve ifade özgürlüğünü yan yana koyamazsınız. Aşağılama şeklindeki bir fiil hiçbir şekilde ifade özgürlüğünden yararlanamaz. Hukuk düzeninde kişiler, hakaret etmeksizin, aşağılamaksızın eleştiri yapmakla yükümlüdürler. Hakaret ve sövme suçu nitelik olarak bu aşağılamadan hiç farkı yoktur. Peki, 301 konusunda AKP ne yapıyor? AKP top çevirmekten başka bir şey yapmıyor. Gerçekten, AKP, 301’inci maddede düzenlenen hükmün düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırdığı inancında ise, top çevirmeyi bir kenara bırakıp açık ve seçik olarak bu ifade özgürlüğünün önünde engel olarak inandığı bu maddeyi ortadan kaldırmalıdır. Çünkü “Türklük” yerine “Türk Milleti”, “Cumhuriyet” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” koyarak maddeyi demokrasi ve özgürlükler açısından olumlu yönde değiştirdiklerini öne süren anlayış, ya ne yaptığından haberi yoktur ya da insanları anlamaz yerine koymaktadır. Her şeyin bir sınırı vardır ama mış gibi yapmanın sınırı artık bitmelidir. Eğer bu madde ifade özgürlüğünü engellediği iddiasında iseniz, “Türklük” yerine “Türk Milleti”, “Cumhuriyet” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” gibi değişiklikler yaparak soyut kavramlar üzerinden suç yaratmaya devam etmemelisiniz.

Sayın Bakan diyor ki: “Ben bu maddenin tümden kaldırılmasına karşıyım.” Demek ki, bu madde, bu hâliyle düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde bir engel değildir değerli arkadaşlarım. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu maddenin düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen bir madde olmadığını düşünüyoruz.

Esasen, özgürlüklerden, temel haklardan yana olanlar, Polis Vazife ve Selahiyet Yasası’nda değişiklik yaparken, polis devletinin önünü açmaya çalışırken, âdeta bu ülkede polis devleti kurmaya çalışırken temel hak ve özgürlükler aklınıza neden gelmiyor? Bugün soruşturulan ve hâlâ daha yargı önüne çıkarılmayan, aylarca, günlerce, hatta yıllarca mahpushanelerde yatan insanların temel hak ve özgürlükleri aklınıza neden gelmiyor?

Bizim karşı olduğumuz husus, Avrupa Birliğinin haksız dayatmalarıyla, anlamsız dayatmalarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin Avrupa Birliği iradesine boyun eğer hâle sokulmak istenmesine karşıyız biz değerli arkadaşlarım. Avrupa Birliği, haksız dayatmalarıyla 301’inci maddeyi Türkiye'nin gündemine getirmiştir. Bugün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” yazısının duvardan alınıp halka indirilmesi, millete indirilmesi iddiaları âdeta ortadan kalkmışa benziyor.

Sayın Grup Başkan Vekilim izin konusunda bir önerge verdi, ancak il savcılarına izin müessesesinin verilmesini savundu. Bu hâliyle izin müessesesinin il savcılarına değil, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanına bırakılmasının daha doğru olacağı düşüncesindeyim. Çünkü önümüzdeki günlerde bu 301’inci madde tekrar bu Meclisin gündemine gelecektir değerli arkadaşlarım.

Sevgili milletvekili arkadaşlarım, Mustafa Kemal Atatürk 6 Mart 1922’de bu Meclis kürsüsünden şöyle söylemiştir…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – “Efendiler, artık durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin öğütleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir. Felaket başa gelmeden önce onu önleme ve ona karşı savunma çarelerini düşünmek gerekir. Geldikten sonra üzülmenin yararı yoktur.” Ne ki, bugün artık öğüt verme sınırı çoktan aşılmış, düpedüz talimat verilmektedir değerli arkadaşlarım.

Bu görüşülmekte olan yasa değişikliğinin teklifinin Türk ulusuna, Türk milletine hiçbir yararı olduğuna inanmıyoruz ve ifade ve düşünce özgürlüğünü de açan, genişleten bir yanı olduğunu düşünmüyoruz. Bu nedenle bu teklife karşı olduğumuzu belirtiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Batman Milletvekili Sayın Bengi Yıldız.

Buyurun Sayın Yıldız. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, gecenin bu vaktinde 301’inci maddenin Türkiye’deki düşünce ve ifade özgürlüğü önünde ne kadar engel teşkil ettiğinin aslında somut sonuçlarını gördük. Mesela, bir hatip burada “301’inci maddeyi değiştirmek isteye hainler”le başlayıp devam eden bir söylem içerisine girdi ne yazık ki.

Şimdi, bu ülkede yasama organı bir maddenin değiştirilmesi noktasında düşünce açıkladığı zaman eğer vatan hainliğiyle suçlanıyorsa, Türkiye’deki düşünce özgürlüğünün sınırlarının, kapsamının ne kadar dar olduğu, milletvekilleri açısından bile ne kadar riskli bir noktada olduğumuz açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu uygulamayı tabii… 301 aslında bir zihniyettir ve bir zihniyetin cumhuriyet Türkiye’sine seksen yıldır damgasını vurduğunu görüyoruz.

Tarihsel arka planına gittiğimizde “tam bağımsız Türkiye” şiarıyla yola çıkan Deniz Gezmişlerin, Mahir Çayanların, Amerikan emperyalizmine karşı, 6’ncı Filo’ya karşı çıkan Denizlerin, Mahirlerin, o dönemde sırf Amerika’ya karşı çıktıkları için vatan hainliğiyle suçlandığını biliyoruz. Nazım Hikmet’in vatan hainliğiyle suçlandığını biliyoruz ve Nazım Hikmet’in o meşhur “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor” şiiri herkesin hafızalarındadır, ”Eğer vatan hainliği Amerikan filosuysa” şeklinde başlayan. Dolayısıyla, bu yüce Parlamentoda düşüncelerimize karşı belirli bir tahammül göstermemiz gerektiği inancındayız.

Şimdi, rakamlar açıkça ortada. Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda bu 301’i müzakere ederken değerli arkadaşlarımız önümüze belirli materyaller koydular, bazı hatipler de bunu zaten dillendirdi. Türkiye’de 2003 yılından 2007 yılına açılan dava sayısı 1.894, mahkûmiyet kararları 2003’ten 2007’ye kadar 744.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına bakıyoruz değerli arkadaşlar. En çok hüküm giyen ülkeleri işaretledim. 2005 yılında Almanya 16, Avusturya 22, Çek Cumhuriyeti 33, Fransa 60, İtalya 79, Rusya 83, Türkiye Cumhuriyeti 290. 2006 yılında Fransa 96, Almanya 10, İtalya 103, Norveç 1, Polonya 115, Rusya 102, Türkiye 334 ve hiç mahkûm olmayan bir sürü ülke var.

301 benzeri maddelerin diğer ülkelerde olduğunu belirtiyoruz. İtalya’da 290, 291, 292’nci maddeler var. Toplam 18 mahkûmiyet var 2000’den 2004 yılına kadar. Bunların çoğu para cezası. Polonya’da 2004 yılında 1 kişi hakkında dava açılmış, şartlı tahliye kapsamında serbest bırakılmış, 2005 yılında 1 kişi hapse mahkûm edilmiş. İspanya’da 1 kişi mahkûm edilmiş ve böyle devam ediyor.

Demek ki, değerli bazı hatiplerin de belirttiği gibi, ülkemizde bir uygulama problemi, bir zihniyet problemi var, öncelikle bunu düzeltmemiz lazım.

Türk Ceza Kanunu’nun 125’inci maddesi, 125/5, kurumsal anlamda Türkiye Büyük Millet Meclisi, Millî Güvenlik Kurulu ve  benzeri kurumlara hakareti suç saymış, cezalandırıyor zaten ayriyeten. 216/2’nci fıkra, halkın bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet ve bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişiyi bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırıyor.

Değerli arkadaşlar, 301’inci maddedeki Türklük ve Türk milleti kavramındaki temel problem bizce şudur: Eğer, 301’inci maddeden, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Türklük kavramı bir üst kimlik olarak yargı organlarında karara dönüştürülmüş olsaydı mesela o alt kimlik içerisinde Kürtlere hakaret edenler, mesela “Kürtler şeytan soyundan geliyor.” diyenler hakkında bir dava açıldı mı bu ülkede? Hayır ama bunu söylediler veya “Ermeni dölleri” diyenler hakkında  301’den dava açıldı mı? Hayır. 216’ncı maddeden dava açıldı mı? Ondan da hayır.

Türklüğün bir üst kimlik hâline gelebilmesi için… Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hakaret yapıldığı zaman eğer 301’den dolayı insanlar yargılanıp ceza alsaydı gerçekten, gerçek anlamda Türklük bir üst kimlik hâline gelebilirdi.

Bazı değerli hatipler Adriyatik’ten Orta Asya’ya kadar bir Türklük tanımını yaptılar. Bizce kim hangi ırka, hangi mensubiyete hakaret ediyorsa esas o haindir. Eğer hainlik kavramı olarak nitelenebilecek bir şey varsa, hangi mensubiyetinden dolayı birileri kınanıyorsa, eleştiriliyorsa, hakarete uğruyorsa esas o noktada o ülkenin bütünlüğüne, birliğine, beraberliğine bir dinamit konuluyor  diye düşünüyoruz.

Biliyorsunuz, 1930’lardaki Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un bir tanımlaması vardır bu ülke için: “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler.” Bu, işte, bu ülkenin temeline aslında dinamit koymanın bir başka ifadesiydi.

301’inci maddenin 2’nci fıkrasındaki en temel tehlike, sayın milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetlerini ve emniyet teşkilatını alenen tahkir  meselesinde uygulamada çok büyük problemlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Burada, hakarete uğradığı iddia edilen kesim bizzat soruşturmayı, hazırlık tahkikatını yapan kurumların kendisidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

Toparlayın lütfen.

BENGİ YILDIZ (Devamla) – Dolayısıyla,  onlar aleyhindeki bütün söylemler, hazırlık soruşturmasını yürütenler oldukları için hakaret kapsamına alınıyor.

Değerli arkadaşlar, Batman’da Mizgin Özbek olayı olarak bildiğimiz bir olay vardır. On bir yaşındaki bir kız çocuğunun öldürülmesi olayı vardır.

Sayın milletvekilleri, lütfen “Mizgin Özbek Raporu” diye İnternete girsinler. Orada, Batman İnsan Hakları Derneği, MAZLUMDER ve Batman Barosunun hazırladığı bir rapor var. bu rapordan dolayı beş tane bu derneğin yöneticisi ve bu raporu da gazetede yayımladıklarından dolayı yedi tane gazeteci arkadaşımız yargılanıyor ve burada suç duyurusunda bulunan bizzat askerî teşkilatın kendisi. “Burada ölçülü bir güç kullanılması gerekir.” diye tespit yapan bir rapora karşı on iki tane insan yargılanıyor.

Dolayısıyla, bu problemleri görmezlikten gelen bir yaklaşımın sonuç alıcı olmadığını bilmemiz gerekir.

Sayın Meclisi bu duygularla selamlıyorum, saygılarımı sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili Sayın Rıdvan Yalçın.

Buyurun Sayın Yalçın. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 215 sıra sayılı, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi Kaynak’ın Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, biraz önce, burada, AKP Grup Başkan Vekili Sayın Bekir Bozdağ, milletimizi soykırım iftirasıyla karalayan bir şahsiyet için yüceltici ifadelerde bulundu. Konuya girmeden, öncelikle bu konuyu değerlendirmek istiyorum. Ne ödülü alırsa alsın, ne kadar şöhretli olursa olsun hiç kimsenin suç işleme ayrıcalığı yoktur. Bu millete hakaret etmek kimsenin hakkı da değildir, haddi de değildir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, ifade özgürlüğüyle maskelenmiş Türklüğe hakaret özgürlüğü getiren bu teklif, aslında sizler de biliyorsunuz ki bir Hükûmet tasarısıdır. AKP’nin birçok tartışmalı yasada yaptığı gibi, bu değişiklik yine bir sayın milletvekilinin teklifi şeklinde hazırlanmıştır ve ne yazık ki Türklüğe hakareti suç olmaktan çıkartan bu teklifte millî mücadelenin destansı kahramanlarının çıktığı ve “Kahraman” unvanı verilen Maraş ilimizin benim de çok sevdiğim bir milletvekilinin imzası bulunmaktadır. Ecdadımızın kemiklerini sızlatacak bu yasa, yine ne yazık ki Millî Egemenlik Bayramı kutlamalarıyla aynı zamanlarda önümüze gelmiştir.

Bu değişiklik teklifi, neden tasarı değil de teklif olarak gelmektedir? Acaba, 2004’ten bu yana her sorulduğunda “301’de bir değişiklik düşünmediğini, 301’in AB standartlarında olduğunu” söyleyen sayın eski ve yeni Adalet Bakanları bu değişikliğe imza atmazlar diye mi düşünülmüştür yoksa sayın bakanlar sözlerinin altında ezilme korkuları sebebiyle mi bu yolu tercih etmişlerdir?

Sayın  milletvekilleri, görüştüğümüz 301’inci maddenin içinde yer aldığı Türk Ceza Kanunu, 2004 yılında, yine şimdi değiştirmek isteyen AKP İktidarı tarafından yasalaştırılmıştır. “Büyük reform” diye sunulan bu tasarı Avrupa Birliğinden de “aferin” almanıza sebep olmuştur. Ama görülüyor ki hâlâ Türklüğe rahatça sövülemiyor, sahte soykırım iftiraları hâlâ rahatça yapılamıyor, fırsat bu fırsat diye şimdi sizden kendi milletinize, ailenize, ceddinize, tarihinize, kültürünüze, maddi manevi bütün varlığınıza hakarete izin vermenizi istiyorlar. Diyorlar ki bu madde ifade özgürlüğünün önünde engelmiş. Değerli arkadaşlarım, maddenin içinde eleştiri amacıyla yapılan ifadelerin suç sayılmayacağı ortada değil mi? Anayasa’mız ve devletimizin imza koyduğu anlaşmalar fikir ve ifade hürriyetini fazlasıyla temin etmiyor mu? Aslında ediyor. Peki, bu madde madem ifade hürriyetine engel oluyor da bütün Avrupa ceza yasalarında, Estonya’dan Fransa’ya, Bulgaristan’dan İngiltere’ye, Hollanda’dan İsveç’e neden benzer suçlar yer alıyor.

Sayın milletvekilleri, bugün memleketimizde insanlarımız cinnet öncesi son sınırdadır. Küçülen tarım sektörünün ağırlığı bir kâbusa dönüşmek üzeredir. Gübre ve ilaç fiyatları 2 katını aşmış, temel gıda maddelerinin yanına yaklaşılamıyor, esnaf BAĞ-KUR’unu ödeyemez hâldedir. İşsizlik çığ gibi, iflaslar artmış, tapu daireleri haciz işlemi yapmaktan tapu işlemi yapamaz hâle gelmiştir.

Sizler, çığlığını duyurmak isteyen insanların ağzını kapatıp karga tulumba götürülürken ifade hürriyetini hatırlamıyorsunuz, kendiniz hakkında en küçük eleştiri taşıyan yazı ve karikatür sahibine derhâl dava açıyorsunuz ama milletimize hakaretin önünü açıyorsunuz. Siz milletimizden bunun için mi oy istediniz? Milletimiz bunun için mi oy verdi?

Sayın milletvekilleri, kapatma davası açıldı, unuttuğunuz AB ipine tekrar sarıldınız. Sayın Barroso’yu davet ettiniz, kapatmaya karşı destek istediniz. AKPM’deki temsilciniz, partiniz kapatılmasın diye, bildiri yayınlatmak için ricacı oluyor. Sayın Dışişleri Bakanınız, ülke ülke gezip temsil ettiği ülkesinin kurumlarını şikâyet ediyor. Güya “AKP kapatılırsa AB süreci biter.” diye milletimizi, devletimizi tehdit ettiriyorsunuz. Bu millete bu yaptıklarınız en büyük hakaret değil midir?

Sayın milletvekilleri, malumunuz, ülkemizi bir kaos ortamına sürüklemek isteyen odaklarca işlenmiş bir menfur cinayet gerekçe gösterilerek 301 aleyhine, Türklük aleyhine sistemli eylemler yapılmıştır, hâlâ da zaman zaman yapılmaya devam edilmektedir. Bu kampanyaların sloganlarından biri de “katil 301” şeklindedir. Şimdi siz bu değişiklik ile Türklüğe hakaret edenleri aklarken aslında Meclisin çıkardığı bir yasayı cinayetten mahkûm ettiğinizin bilmem farkında mısınız?

Sayın milletvekilleri, bu madde 1926’dan bu yana 8 kez değişti. İlk defa siz “Türklüğü” madde metninden çıkartıyorsunuz. Türkiye’de geçmişte partiler kapatıldı, siyasi yasaklar konuldu, hatta siyasiler hapislere bile atıldı ancak bu ağır sonuçlara karşın memleket dışı bir odaktan destek istemek, himmet beklemek çok karşılaşılan bir yol olmadı. Onun için, gelin, dış odaklardan himaye dilenmek yerine Türkiye'nin yargısına güvenin, büyük milletimizin büyük toleransına sığınma vakarını gösterin, gösterin ki en azından tarih önünde daha ağır bir mahkûmiyetten kurtulun. Bu vakarı, onuru hepinizden bekliyoruz.

Sayın milletvekilleri, kurulduğundan bu yana millet egemenliğinin sembolü ve tecelligâhı olarak yüceltilen ve İstiklal Harbi’ni yöneten, “Gazi Meclis” diye kutsanan bu kutlu çatı altında hepimizin kutsalı, dokunulmazı olması gereken “Türklük”ten rahatsızlık duyulması bizim için tarifsiz bir acı kaynağıdır. Biliniz ki, milletimiz de bilsin ki MHP iktidarının düzelteceği ilk iş Allah’ın izniyle bu olacaktır. “Ne mutlu Türk’üm diyene.”

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yalçın.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinde değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin 2’nci maddesi hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

2’nci madde yürürlük maddesi. Maddenin yürürlüğüyle ilgili çok fazla söylenecek bir husus yok. Ancak, muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımızın son derece ağır, eleştiri sınırlarını zorlayan beyanları oldu. Bu haksız eleştirileri kabul etmediğimizi öncelikle ifade etmek istiyorum.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Az bile, az!

YILMAZ TUNÇ (Devamla) – 301’inci maddede yapılan değişiklik teklifiyle “Türklük” ibaresinin yerine “Türk Milleti” ibaresi, “cumhuriyet” ibaresi yerine de “Türkiye Cumhuriyeti” ibaresi getiriliyor. Yapılan bu değişiklikler kesinlikle ne Türklüğe hakareti ne de cumhuriyete hakareti serbest bırakır.

Anayasa’mızın 66’ncı maddesinde Türk’ün tarifi yapılmıştır: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Anayasa Mahkememizin verdiği kararlarda da Türklük, vatandaşlık bağı ile tanımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’ya uygun olarak Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olacağını ve “Türk milleti” kavramının Türklüğü de içine alan tarihsel ve sosyal gelişmenin oluşturduğu birlikte yaşama olgusunu ifade eden bir kavram olduğunu belirtmiştir.

Yargıtayımızın kararlarında da 301’inci maddede geçen “Türklük” kavramının devletin insan unsuruyla ilgili olduğu, Türklükten maksadın Türk milletini oluşturan insani, dinî, tarihî değerler ile millî dil, millî duygular ve millî geleneklerden oluşan millî, manevi değerler bütünü olduğu açıklanmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin birinci fıkrasında “Türklüğü” ibaresinin “Türk milleti” olarak değiştirilmesi teklifiyle, zaten uygulamada ve yüksek yargı kararlarında açıklık getirilmiş olan bir ifadenin kanunun lafzına alınarak Anayasa’mıza uygun ve uygulamada ortaya çıkan tereddütleri ortadan kaldıracak olan yerinde bir değişiklik yapılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, “Türklüğe hakaret serbest bırakılıyor.” şeklindeki yanlış ve kasıtlı bilgilerin aksine bu değişiklikle madde daha da somutlaştırılmakta, bütün Türk vatandaşlarına ve onların millî ve manevi değerlerine hakaretin cezalandırılması sağlanmış olmaktadır. Anayasa’mızın 1’inci maddesinde Türk devletinin bir cumhuriyet olduğu yazılıdır. 2’nci maddesinde de devletimizin adının “Türkiye Cumhuriyeti” olduğu belirtilmiştir. 301’inci maddede “cumhuriyet” yerine “Türkiye Cumhuriyeti” şeklinde değişiklik yapılması maddenin daha belirgin olmasını sağlamaktadır, Türkiye Cumhuriyeti’ni Anayasa’da belirtilen nitelikleriyle birlikte koruma altına almaktadır. Gerçek tüm açıklığıyla böyleyken cumhuriyete hakaretin serbest bırakıldığına yönelik eleştiriler, son derece haksız ve rencide edici eleştirilerdir. Bu Meclis çatısı altında hiçbir milletvekili, hiçbir siyasi parti cumhuriyete hakareti, milletimize hakareti serbest bırakma gibi bir düşünceyi aklının ucundan bile geçirmez.

Değerli milletvekilleri, Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi ilk kez değişen bir madde değildir. 1931’de, 36’da, 38’de, 46’da ve 1961 yıllarında yapılan değişikliklerden sonra, bu kürsüden eleştiri yapanların dönemlerinde de önemli değişiklikler yapılmıştır. 6 Şubat 2002 tarihinde 4744 sayılı Kanun ile altı sene olan ceza üst sınırı üç yıla çekilmiştir, “ağır hapis” ibaresi “hapis” olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik tasarısında DSP, ANAP ve MHP’li milletvekillerinin imzaları vardır. O zaman bu imzaları atanları, bir çırpıda ceza miktarını yarı yarıya düşürenleri, suçun cezasını ağır cezalık suç olmaktan çıkaranları Türklüğe ve cumhuriyete hakareti önemsiz görmekle suçlayabilir miyiz?

Yine, 3 Ağustos 2002 yılında 4771 sayılı Kanun’la maddeye eklenen bir fıkra ile eleştiri maksatlı yapılacak açıklamaların cezayı gerektirmeyeceği yönünde yapılan değişiklik DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükûmeti zamanında yapılmıştır. Bugün AK Partiyi, haksız bir şekilde, gerçekleri saptırarak, eleştiri sınırını zorlayan kelimelerle acımasızca eleştirenler, geçmişte, Avrupa Birliği uyum paketleri kapsamında, 301’de bugünkünden çok daha köklü değişiklikler yapmışlardır.

Değerli milletvekilleri, bu değişikliğin Avrupa Birliğinin talimatıyla yapıldığı yönündeki eleştiriler son derece haksızdır. Türk Ceza Kanunu 301’inci maddesinde değişiklik yapılması yönünde gerek akademisyenlerimizden gerekse sivil toplum kuruluşlarımızdan çok sayıda talep gelmiştir. Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin, Türkiye Yayıncılar Birliğinin, Basın Konseyinin, Yargıçlar ve Savcılar Birliğinin, Türkiye Barolar Birliğinin değişiklik tekliflerinin hepsinde “Türklük” ibaresi yerine “Türk Milleti” ibaresinin getirilmesinin daha uygun olacağı belirtilmiştir. Anayasa hukukçuları ve ceza hukukçularının büyük bir kısmının 301’inci maddeyle ilgili şu anda görüşmekte olduğumuz değişikliğe paralel değişiklik teklifleri vardır. Teklifin Adalet Komisyonunda yapılan görüşmeleri sırasında sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcileri 301’inci maddede yapılan bu değişikliklerin yerinde olduğu yönünde görüş beyan etmişlerdir.

Türk Ceza Kanunu’ndaki bu değişikliği milletimize farklı anlatarak milletimizin hassas olan duyguları üzerinden, gerçekleri saptırarak siyaset yapmanın doğru olmadığını belirtmek istiyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle teklifin hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunç.

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, Sayın Hatip Milliyetçi Hareket Partisinin ismini de vermek suretiyle doğru olmayan bir bilgi sunmuştur yüce Meclise. O konuda açıklama yapmak istiyorum müsaadenizle.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bal, üç dakikalık süre veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Konya Milletvekili Faruk Bal’ın, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un konuşmasında partisine sataşması nedeniyle konuşması

FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, tabii burası milletin kürsüsü, burada akla gelen konuşulmaz. (AK Parti sıralarından gürültüler) Sayın Hatip… Sayın Hatip… Dinleyin beni. Sayın Hatip, birinci uyum paketinde ifade ettiği hususlarda, Milliyetçi Hareket Partisi, seksen iki yıllık süreç içerisinde hiçbir zaman uygulanmamış olan üst haddin, cezanın üst haddinin altı yıldan üç yıla indirilmesi şeklinde hükûmet tasarısına onay vermiştir ve bu geçirilmiştir Meclisten. Buna bir itirazımız yok ve doğru olanı yapmıştır. Ancak üçüncü uyum paketi, ifadesinde geçen üçüncü uyum paketi, 57’nci Hükûmetin seçim kararı aldıktan sonra hükûmet tasarısı olarak değil “Gök Kuşağı Koalisyonu” olarak tanımladığımız, o tarihte Mecliste bulunan altı partinin milletvekillerinin oylarıyla gelmiştir. İçinizde o tarihteki milletvekili olan arkadaşlarımız vardır. Ben size bu partileri hatırladığım kadarıyla sayayım: Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi, Yeni Parti, Saadet veya –ismini tam çıkaramıyorum- Fazilet Partisi, AKP, Doğru Yol Partisi olmak üzere bu partilerin milletvekillerinin imzasıyla gelmiştir.

CEVDET ERDÖL (Trabzon) – MHP de var mıydı?

FARUK BAL (Devamla) – O tarihte Adalet ve Kalkınma Partisinin 55 veya 56 milletvekili vardı. İşte, bahsettiği, eleştirdiği kanunda o partili milletvekillerinizin de imzası vardı. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, üçüncü uyum paketine Milliyetçi Hareket Partisi tek başına muhalefet etmiştir. Dolayısıyla burada Milliyetçi Hareket Partisini töhmet altında bırakacak şekilde kirli bilgi söylemeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Yüce Meclisi bu duyguyla saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak’ın; Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın; Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Avrupa Birliği Uyum ve Adalet Komisyonları Raporları (2/210, 2/27) (S.Sayısı: 215) (Devam)

BAŞKAN - Şahısları adına söz talepleri vardır.

İstanbul Milletvekili Sayın Ufuk Uras? Yok.

Isparta Milletvekili Sayın Nevzat Korkmaz.

Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 301’nci maddeyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Yine, Avrupa Birliğinin AKP Hükûmeti üzerinden Türk milletine bir ayar vermesi mealinden bir dayatmasıyla karşı karşıyayız. Bu değişiklik Türk demokrasisine nasıl bir katkı sağlayacaktır, merak ediyorum. Milletimizin ve Meclisin sükûnetini bozacak nasıl bir aciliyet vardı da gecenin bu saatinde 301’i konuşuyoruz, hakikaten merak ediyorum.

Yapılan eleştirilere “Canım, kanunun orijinal metniyle ne farkı var?” diye âdeta konuyu hafife alan, sulandıranlara “Hiçbir fark yoktu da öyleyse bu değişikliğe neden gerek duydunuz? Yoksa benden sonra tufan anlayışınızın bir tezahürü müdür yaptığınız?” diye sormak herhâlde hakkımız olsa gerek. Ülkenizin, milletinizin havası ne olursa olsun yeter ki Barroso’yla havanız iyi olsun düşüncesi mi tüm bu gerginliğin sebebi?

Değerli milletvekilleri, bu Mecliste daha birkaç gün önce AKP Genel Başkanı ve Başbakana “Sayın” denilmiyor diye bağımsız bir milletvekilinin üzerine yürüdünüz, hırpaladınız. Bugün görüştüğümüz teklif ile de milletimizin mensubiyeti olan Türklüğe hakaretin önünü açarken “Geniş olun, fikir özgürlüğü.” diyorsunuz. Bu nasıl bir tutarsızlıktır ki Sayın Genel Başkanınıza nezaket isterken milletimizin kendi seçtiği Meclisinden Türklüğüyle ilgili nezaket beklentisini neden dikkate almıyorsunuz? Sormak lazım, yüce milletimizin onuru, haysiyeti, Türklüğü, Genel Başkanınızın makamının saygınlığından daha mı az önemli?

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı.

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Bunun için yüce Meclisi birbirine katan sizler Türklüğünüz için neden kılınızı kıpırdatmıyorsunuz? Siz de biliyorsunuz ki bu değişiklik önerisi milletimizin ihtiyacından kaynaklanmıyor, Avrupa Birliği dayatıyor, siz de birkaç gün daha fazla hükûmette kalabilmek için bunu kabul ediyorsunuz. Ne kabul etmesi, yalvarıyorsunuz. Ne olur bize sahip çıkın, ne isterseniz yapacağız diyorsunuz.

Tüm AKP’li milletvekillerimize sesleniyorum: Eğer ecdadımızın kemiklerini sızlatacak bu vebale ortak olursanız, aziz milletimiz ve tarihimiz asla sizleri affetmeyecektir. Pırıl pırıl evlatlarınızın alnına korkarım ki kara bir leke süreceksiniz.

Görünen o ki Batı emperyalizminin önünde çökecek ve oy kullanacaksınız. Hem bu tasarıya kabul oyu vereceksiniz hem de millî duygulardan bahsedeceksiniz! Bu duruş, bilesiniz ki bir kırılma noktasıdır. Bundan sonra bu millet samimiyetinize inanmayacaktır. Oylamalara katılmamak, milletimize yapılan bu zulüm karşısında sırtını dönmek kolaycılığı da sizler için bir çıkış yolu olmayacaktır. Altında fokur fokur cehennem ateşleri yakılan sıratın üzerinden geçmeye mecbur edilen bu millete hayat memat mücadelesi verirken seyirci kalmak da bu suça ortak olmak demektir. Ya şimdi aslın gibi davranacaksın ya da hiçbir zaman aslın olamayacaksın.

Vakıflar Kanunu’nda bir kısım AKP’li vekillerimiz vicdanlarına sığdıramadıkları için oylamalara katılmadılar. Gittiler evlerine, belki ayaklarını uzattılar televizyonun karşısında, bu olaya seyirci kaldılar.

Soruyorum: Türklüğün sana ihtiyacı olduğu bir anda da idareimaslahat yapacaksan ne zaman aslın olacaksın, ne zaman aslın gibi davranacaksın?

Avrupa Birliği böyle istiyor. Sayın Adalet Bakanı da komisyonda bunu açıkça söyledi.

Beyliğinizin üç gün daha devamı için Avrupa Birliği ve Batı emperyalizminin önünde diz çökmek mi bulduğunuz çözüm ki bunun da çözüm olmadığını zaten sizlere söylediler. Daha ne istenecek sizden, nereye kadar taviz vereceksiniz? Mesela, Hazreti Peygamber Efendimize hakaret edilmesine hoşgörü gösterilmesi sizlerden talep edildiğinde, buralara kadar gider mi taviz sınırlarınız? (AK Parti sıralarından gürültüler)

CEVDET ERDÖL (Trabzon) – Saygılı ol! Ayıp, ayıp!

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Saygılı ol biraz!

ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Saygılı ol, saygılı!

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Neden suratınız asıldı? Aslından taviz veren neler yapmaz arkadaşlar. (AK Parti sıralarından gürültüler)

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, müdahale edin.

ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Şov yapma! Genel Başkanının önünde şov yapma!

LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Saygılı ol!

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Hiç yakışmıyor!

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – …hepinizi, Milliyetçi Hareket Partisi gibi, “Bir elimize güneşi, bir elimize de ayı verseler, ne Türklüğümüzden vazgeçeriz ne Müslümanlığımızdan cayarız.” demeye davet ediyorum arkadaşlar. (MHP sıralarından alkışlar)

ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) – Şov yapma!

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, soyuna sopuna hakaret ettirilip önüne konulacak Avrupa Birliği üyeliğine, oradan gelecek ekonomik desteğe de lanet olsun ve bu Batı popülizminin sizleri götüreceği bir yer yok. İktidarınız işi, içeride kimliksiz ve kişiliksiz, beyni midesinde olan bir küçük gruptan birkaç puan oy ya da dışarıdan gönderilecek birkaç milyon avroya kaldıysa, vay halinize!

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Müzakere peşinden koşan sizdiniz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Dönüp milletime sormak istiyorum: Avrupa Birliğinin takdirini senin iradenin önüne koyup Barroso’dan şefaat bekleyenlere bunun hesabını sormayacak mısın?

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkmaz.

Madde üzerinde soru-cevap kısmına geçiyoruz.

Sayın Cengiz…

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, bu soruyu tekrar soruyorum çünkü bu soruya cevap alamadık. Bu sorunun yüce Meclis ve şehitler diyarı Çanakkale tarafından merak edildiğini bildirmek istiyorum.

1) Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Andreas Gross’un iki gündür Çanakkale ve Gökçeada’da, özellikle Bozcaada’da incelemeler yapmış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Bu ziyaretin gereği ve amacı nedir?

2) Bu ziyaret, iki günden beri, takip ettiğimiz kadarıyla ulusal basında yer almamakta ve dikkatlerden kaçırılmaktadır. Özellikle ulusal basında yer almaması ve bu konuya ulusal basın tarafından dikkat çekilmemesinin sebebi ne olabilir?

3) Çanakkale’ye ve adalara ziyareti, Komisyon Başkanını, kim davet etmiştir ve neden davet edilmiştir?

4) Komisyon Başkanı Gross, Rum vatandaşlarımızla gizli  ve özel olarak ne görüşme yapmıştır? Bu görüşmelerde Hükûmetimizi temsilen bir  temsilcimiz var mıdır? Bu sorulara cevap…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ural…

KADİR URAL (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanıma aracılığınızla sormak istiyorum: Sayın Bakanım, 301’inci madde hakkında daha önceki yıllarda söylemiş olduğunuz sözlerle şimdiki değişiklik konusunda söyledikleriniz arasında zıtlık yok mudur? Yoksa bu konuda da “değiştik” mi diyeceksiniz?

301’inci maddedeki “Türklük” kavramını kaldırıp değiştirdiğinize göre Anayasa’mızın başlangıç kısmındaki “Türklük” kavramını da kaldırmayı, değiştirmeyi düşünüyor musunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisinde Türk milletinin seçmiş olduğu Türk milletvekilleri tarafından “Türklük” kelimesinin çıkarılması size garip gelmiyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Dibek…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanıma şunu sormak istiyorum. Az önce gerçi bir soru sormuştum Dışişleri Bakanımızın bir açıklamasıyla ilgili -belki ben fark edemedim- yanıt alamamıştım kendisinden. Bu soruma birkaç cümleyle de olsa yanıt verirse sevinirim.

Şimdi, az önce de yapılan konuşmada olduğu gibi özellikle bu yasayla ilgili şöyle bir eleştiri yapılıyor: AKP İktidarı, AKP Hükûmet sözcüleri           -Başbakan dâhil olmak üzere- ısrarla şunu söylüyorlar: “Biz halkın iktidarıyız. 2 kişiden birinin oyunu aldık. Dolayısıyla halkı temsil ediyoruz. Halkımızın taleplerini yerine getiriyoruz.” diyorlar. Eleştirenler de şunu söylüyor, 301’le ilgili olduğu gibi: “AKP Hükûmeti bunu söylüyor ama söylediği ile yaptığı aynı değil, yaptığı farklı. Halkın taleplerini değil, Avrupa Birliğinin taleplerini yerine getiriyor, onları dikkate alıyor.” diyorlar.

Bu eleştirileri, Hükûmetin bir üyesi olarak Sayın Bakan nasıl değerlendiriyor, ne diyecek? Ben, onu merak ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Korkmaz…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Sayın Bakan, AKP’nin kapsamlı bir Anayasa değişikliği yapmak gibi bir niyeti olduğunu artık bilmeyen kalmadı. Bu konuyu yarın gündeme getirdiğinizde, Anayasa’da yer alan “Türklük”, “Türk” gibi kavramları da bugün Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci madde düzenlemesinde yaptığınız gibi Anayasa’dan çıkaracak mısınız? Bu kanun değişikliğini ilk adım olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Yunusoğlu…

SÜLEYMAN LATİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, yaklaşık altı yıllık iktidarınızda, bugüne kadar, herhangi bir ülkeye “Ceza kanununuzdaki şu maddeleri demokratik bulmuyoruz, değiştirin.” dediniz mi?

Değil Türkiye gibi köklü devlet anlayışına sahip bir ülke, Afrika’da sınırları cetvelle çizilmiş genç bir ülkeye böyle bir teklif götürürseniz kabul göreceğinizi düşünüyor musunuz?

Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan bu ve benzeri müdahaleleri, bağımsızlığımız ve millî egemenliğimiz ile nasıl bağdaştırabiliyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Yalçın…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, hâlen bu maddenin gerekçesinde “‘Türklük’ deyiminden maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu varlık ‘Türk Milleti’ kavramından geniştir ve Türkiye dışında yaşayan ve aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları da kapsar.” şeklinde bir metin var. Siz de o kabine içerisindeydiniz. Bu tasarıya imza attığınızda bu gerekçeyi biliyor muydunuz? Bu gerekçenin neresi sizi rahatsız etmektedir?

Bir de efendim, Bakanlığınıza, milletimize hangi tabirlerin suç olmaktan çıkartıldığını örnekleyebilmek için, 301’le ilgili açılan davaların iddianamelerini talep eden bir yazı göndermiştim, hâlen cevap verilmedi. Bu konuda cevap vermeyi düşünür müsünüz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

Beş dakika süreniz var.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Burada milletimizi temsilen bulunan milletvekilleri olarak ve özellikle geçmişte de sorumluluklar üstlenmiş olan siyasi parti yöneticileri olarak bir konuyu çok doğru olarak ortaya koymalıyız.

Türkiye, 1999 yılında “Avrupa Birliği aday ülke” statüsü kazanmıştır. 57’nci Hükûmet işbaşındadır ve çok isabetli bir şekilde, Türkiye'nin kırk küsur yıldır hedefi olan Avrupa Birliği adaylığı yolunda “aday ülke” statüsü kazanarak ulusal programı ilan etmiştir.

Ulusal program şu demektir: “Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olacaktır. Avrupa Birliği müktesebatını Türkiye’ye taşımayı, Kopenhag siyasi kriterlerini Türkiye’ye taşımayı, Maastricht ekonomi kriterlerini Türkiye’ye taşımayı taahhüt ediyoruz ve bununla ilgili sorumluluklarımızı yerine getireceğiz.” demiştir.

Değerli arkadaşlar, bir derneğe üye olmak isteyebilirsiniz, bir vakfa üye olmak isteyebilirsiniz, sizden bazı belgeler isterler “Nüfus hüviyet cüzdanı sureti getireceksiniz, ikametgâh belgesi getireceksiniz, sabıkasızlık kaydı getireceksiniz.” derler. Üye olmak isteyen sizsiniz. Bunları temin edip götürürseniz oraya üye olursunuz.

Diyelim ki nüfus hüviyet cüzdanı suretini muhtar tasdikli olarak getirdiniz. Dernek yöneticileri size dese ki: “Hayır, bu noter tasdikli olacak.” Arkadaşlar, bu bir dayatma mıdır? (MHP sıralarından “Dayatma” sesleri)

İstersen olmazsın kardeşim, derneğe üye, vakfa üye. Avrupa Birliğine girmek isteyen Türkiye.

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Her üyeden aynı şeyleri istemiyorlar.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) - Siz başvurdunuz, ulusal programı ilan eden sizsiniz. Daha sonraki gelen Hükûmet de bu ulusal program gereği üzerine düşenleri yapmaktadır.

Şimdi siz buraya çıkıyorsunuz “Avrupa Birliğinden talimat alıyorsunuz, emir alıyorsunuz, işte, onların dediklerini yerine getiriyorsunuz…” Ya, bunları yerine getireceğiz diye ulusal programı ilan eden, altına imzaları atan siz değil misiniz? (AK Parti sıralarından alkışlar) Siz değil misiniz? Siz değil misiniz?

OKTAY VURAL (İzmir) – Nerede var 301? Nerede var 301?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Nerede var 301?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Şimdi, değerli arkadaşlar…

OKTAY VURAL (İzmir) – Nerede var 301?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – …düzgün oturup doğru konuşalım, düzgün oturup doğru konuşalım lütfen.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Evet, düzgün oturun doğru konuşun.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Burada geçmişte altına imza koyduklarınızı inkâr edercesine bir politika takip ederseniz, tutarsızlığınızı ortaya koymuş olursunuz. (MHP sıralarından gürültüler)

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakan, zaman değişti, zaman.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – O nedenle…

OKTAY VURAL (İzmir) – Nerede var? Nerede var? Gösterin.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) –  …şimdi, neymiş efendim…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, bu 301 nerede kaldı acaba?

OKTAY VURAL (İzmir) - Nerede kaldı?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – “…Türklüğü kaldırarak, Türklüğe hakareti, Türklüğe saygısızlık yapmayı serbest bırakıyorsunuz.” (MHP sıralarından gürültüler) Şimdi, sizin altına imza koyduğunuz tasarıda…

OKTAY VURAL (İzmir) – Bu 301’in kaldırılacağı nerede yazıyor? Önce onu açıklayın.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – …”cumhuriyeti” kaldırarak siz cumhuriyete hakareti serbest mi bırakmış oldunuz? Serbest mi bıraktınız?

OKTAY VURAL (İzmir) – Önce onu açıklayın.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Yok. Niye?

MEHMET CEYLAN (Karabük) – Dinleyin arkadaşlar, dinleyin; sordunuz, cevap veriyor.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Emrin olur Beyefendi, emrin olur!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Çünkü, cumhuriyeti de Türklüğü de koruyacak üstün hukuk normları var, Anayasa var, diğer yasalar var. “Ceza Kanunu’nun bir maddesinde ‘Türklük’ü’ ortadan kaldırınca Türkler korumasız kalacak, Türklük korumasız kalacak.”

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Niye kaldırıyorsunuz?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – “Cumhuriyet olmazsa, cumhuriyet korumasız kalacak.” Arkadaşlar, bunlar popülist politikalardır. Bunlar “Acaba, buradan bir siyasi menfaat elde edebilir miyiz, bir siyasi çıkar elde edebilir miyiz?” diye ortaya konan görüşlerdir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi ne deniyor? “Efendim, Bulgaristan’da Türkler var. Azerbaycan’da Türkler var. Onlara hakaret edilirse ne olacak?” Peki, Bulgaristan’daki Bulgar vatandaşı Türk’e hakaret edilirse bunun cezasını burada siz mi vereceksiniz? Azerbaycan’daki bir Azerbaycan vatandaşı Türk’e hakaret edilirse, bunun cezasını siz mi vereceksiniz?

OKTAY VURAL (İzmir) – Önünü açıyorsunuz öyle mi hakaretin?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Oraların yasaları yok mu? Oraların hâkimleri yok mu? Arkadaşlar “yer itibarıyla yetki” diye hukukta bir kural vardır, yer itibarıyla yetki. Türkiye’deki kanunlar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde uygulanır ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ilgilendirir. O bakımdan, burada yaptığınız konuşmalar… Bakın, o kadar ağır hakaretlerde bulunuyor ki bazı arkadaşlarımız… (MHP sıralarından “Az bile” sesleri) …tahrik edici “vatana ihanet ediyorsunuz” dercesine öyle ifadelerde bulunuyorlar ki… Bakın, şimdi, biz bunları, biz bu lafları ciddiye almıyoruz ama sizin tabanınızdan bazı gençler bunları ciddiye alabilir. Ciddiye alır ve sonra gelir…

FARUK BAL (Konya) – Sayın Bakan, sorulara cevap verin siz.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – … bir eylemde bulunurlarsa bunun sorumlusu kim olacak?

OKTAY VURAL (İzmir) – Böyle illiyet bağı olur mu? Böyle şey olur mu ya!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – O zaman Türklüğü korumuş olacak mısınız? O zaman vatanı korumuş olacak mısınız? (MHP sıralarından gürültüler)

Lütfen, arkadaşlar… Ağzımızdan çıkanı kulağımız duysun lütfen.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Evet, duysun! Biz de onu diyoruz. Evet duysun!

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, sorulara cevap versin!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Şimdi, biraz önce…

BAŞKAN – Beş dakikanız doldu.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – … Adapazarı’ndaki olaylardan bahsedildi. Adapazarı’nda bir yasal toplantıyı basmaya çalışan gençler… Bu tür konuşmalardan etkilenerek bu tür eylemleri yapan gençlerin…

OKTAY VURAL (İzmir) – Peki, sizin yaptıklarınız!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – … acaba bu eylemlerinde sorumluluğumuz var mı diye bazı politikacıların düşünmeye ihtiyacı var. (MHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin tahriklerinizdendir belki!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – O nedenle…

BAŞKAN – Sayın Bakan, beş dakikanız doldu.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – … arkadaşlar, hiç kimsenin tekelinde değildir Türklük ve Türklüğü korumak.

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sen provokatör olma, Bakan ol, Bakan!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Cumhuriyeti korumak kimsenin tekelinde değildir.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Türklüğü de cumhuriyeti de bu Meclis korur, bu millet korur ve sonuna kadar da arkasındadır. (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan Hükûmetimiz döneminde hazırlanmış ulusal programla bugün Türklüğe hakaretin önünü açan madde arasında illiyet bağı kurmuştur. Böyle bir maddenin değişikliğiyle ilgili herhangi bir önerme var mıdır, yok mudur? Mertçe çıksın onu göstersin! (AK Parti sıralarından gürültüler) Çıksın, onu göstersin! Yoksa düzgün otursun, düzgün konuşsun, doğru söylesin! Bunlar doğru şeyler değildir.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakana yakışmıyor!

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, böyle bir usul yok! İç Tüzük’ün hangi maddesine göre grup başkan vekilleri konuşma hakkına sahip olabiliyor Sayın Başkan?

OKTAY VURAL (İzmir) – Ve Sayın Bakan burada milletvekillerimizin ifadeleriyle…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Böyle bir usul yok Sayın Başkan!

OKTAY VURAL (İzmir) – … hukuk dışı araçları kullananların eylemleri arasında illiyet bağı kurarak aslında provokatörlük yapmıştır ve bugün bu provokatörlüğün eseri kendileridir. (MHP sıralarından “Evet” sesleri, alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkanım, biraz önce Sayın Bakanın ifade ettiği gibi asıl tahrik eden bellidir ve esas Meclisi geren bellidir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Kendileridir, milletin değerlerini çatıştıranlar kendileridir! Bu cümlelerini geri almasını istiyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler ve sıra kapaklarına vurmalar) Böyle bir şey olabilir mi?

BAŞKAN – Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Böyle bir eylemle milletvekillerimizin eleştirisi arasında illiyet bağı kuracak birisi Adalet Bakanı olabilecek bir vasıfta kabul edilemez! (AK Parti sıralarından gürültüler) Ne demek!

BAŞKAN – Sayın Vural, meramınızı anlattınız, teşekkür ederim.

Madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 sıra sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 2. maddesinin bu kanun yayımı tarihinden 5 yıl sonra yürürlüğe girer şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Osman Ertuğrul

Metin Çobanoğlu

Yılmaz Tankut

 

Aksaray

Kırşehir

Adana

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 sıra sayılı yasa tasarısının 2’nci maddesinin yasa tasarısından çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Sevahir Bayındır

Sırrı  Sakık

İbrahim Binici

 

Şırnak

Muş

Şanlıurfa

 

Bengi Yıldız

Pervin Buldan

Hamit Geylani

 

Batman

Iğdır

Hakkâri

BAŞKAN – Bu son okuttuğum önergeye Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge sahibi, buyurun Sayın Bayındır. (DTP sıralarından alkışlar)

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; değişiklik yapılması üzerine verdiğimiz önerge hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, gecenin ilerleyen zamanları her zaman zifirî karanlık olarak ele alınır. Şu anda bizler de bu zifirî karanlıkta aydınlatıyormuş gibi davranıyoruz ve kendimizi de, zamanı da, toplumu da yanıltmayla baş başa bırakıyoruz. Sanmayalım ki şu an bu mekân aydınlatılmış, dışarısı da böyledir. Bu, sadece bu sınırlarda bir aydınlıktır, tıpkı 301 gibi. Dönüp bakalım geçmişteki yüzyıllara ve bu yüzyıllar şu an dışarıdaki karanlıklar gibi nasıl engellerle, bentlerle doludur biraz göz atalım istiyorum.

Bizler zamanın ruhuna, onun değerlerine göre hareket etmek zorundayız. Bu Meclisin böyle bir tarihsel sorumluluğu vardır. Eğer tartacaksak zamanın değerlerini ve bir terazi varsa elimizde, bu terazi, yanlışı daha fazla nasıl sürdürebiliriz değil, zamanın aklına, duygusuna, değerlerine göre nasıl bir açılım yapabiliriz olmalı.

Ve zifirî karanlık geçecek, şafak yakındır. Bu şafağı Türkiye’nin demokratik geleceği olarak ele alalım ve lütfen, aydınlığı dar mekânlarda değil, küreselleştirelim, tarihselleştirelim diyorum.

Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşun ilk zamanlarında aslında çağının gereklerine uygun kurulmuş olsa da, ne yazık ki, ilerleyen zamanlarda zamanı durdurmuş, gelişmeleri dondurmuş ve insanlığı açlığa, yoksulluğa, inkâra, şiddete, hakarete maruz bırakmıştır. Bu nedenle, gelin, hep birlikte, tarihimizle özgür düşünce ekseninde buluşalım, nerede karanlık kör nokta bırakmışsak tek tek hepsini yeniden ele alalım ve kendimizi 301’in -301 kere maşallah- o geri halkalarında tutmayalım. Zaman, gelecek böyle bir sorumluluk istiyor bizden.

Ben tarihime karşı işlediğim bir suçla, tarihten, dilimden özür dileyerek başlamak istiyorum. Biliyorsunuz, cumhuriyet kurulduktan sonra Türklük üzerine inşa edilerek, diğer kültürler inkâr ve imhayla karşı karşıya bırakılmıştır. Takriri Sükûnlarla, şark ıslahat planlarıyla ve ana dil yasaklarıyla bu uygulanmıştır.

MEHMET SALİH ERDOĞAN (Denizli) – Nereden çıkarıyorsun?

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Bir yerden çıkarmıyorum. Anayasalardan çıkarıyorum. Size de öneriyorum, gidin okuyun tarihi.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Terörü de oku, terörü de.

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Dolayısıyla, ben ilkokulda…

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Belgelerle konuşun.

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – …Kürtçe kolunun yasak başkanıydım ben. Beni bu hâle getirenler utansın diyorum. Ben, Kürtçe yasaklama kolu başkanı oldum. Buyurun yasakları kaldıralım. Kültürlerin üzerinde, dillerin üzerinde, inançların üzerine kilitlenmiş kapıları bir bir açalım. Dilleri kilitlemeyelim, gönülleri kilitlemeyelim, hoşgörünün ortamını hazırlayalım. Neden… Ben bir Türk’e saygı duyduğum kadar, bir Çerkez’e, bir Laz’a da saygı duymadığım sürece insan ve insan haklarından bahsedemem. Hiçbir insan da bütün bu değerleri toplu olarak ele almadığı sürece, bunları korumayı kendisine evrensel bir hak olarak göremediği sürece ne yazık ki insani değerlerinin gereklerini yerine getirmemiş olur ve eksik kalmış olur. Dolayısıyla insanı insan yapan, onun doğuştan gelen haklarıdır, düşünmesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Dolayısıyla, diyorum ki: Bu kadar tepki göstereceğimize, bu kadar körüklenmiş duygularımıza biraz zincir vuralım, biraz dizginleyelim ve diyelim ki: “Acaba biz nerede yanlış yapıyoruz? Niye zamanın gerisinde kalıyoruz?” deyip yasaklı, engelli bu sistemimizi ve zihniyetimizi hayatın önünde, geleceğin önünde engel olmaktan çıkaralım diyorum ve diyorum ki yine Nazım’dan:

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür,

Bir orman gibi kardeşçesine.”

Her ağaç kendi renginde, kendi yaprağında, kendi meyvesinde doğayı güzelleştirir. Aksi takdirde düzeysiz, tek düzeyli, sınırlı, renksiz, tatsız olacak diyorum ve hep birlikte şafağı yakalayalım diyorum. İyi geceler diyorum. Saygılar. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayındır.

Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 sıra sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 2. maddesinin Bu kanunu yayımı tarihinden 5 yıl sonra yürürlüğe girer şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                          Yılmaz Tankut (Adana) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Biz de katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Tankut, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesiyle ilgili olarak vermiş olduğumuz değişiklik önergesi hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, yasa teklifinin değişiklik görüşmelerini yaptığımız bu zaman diliminde, komisyon görüşmelerinde de ifade ettiğim gibi, maalesef, bırakınız bir milletvekili olarak, bu ülkenin ve bu milletin bir mensubu, bir vatandaşı ve bir evladı olarak, bugün bütün samimiyetimle büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı içerisinde olduğumu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. Hele hele İzmir Milletvekilimiz Sayın Şenol Bal Hanımefendi’nin ve diğer arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, ismi millî mücadeleyle sembolleşmiş ve bütünleşmiş, haklı olarak “kahramanlık” unvanıyla bu mücadelesi taçlandırılmış ve Türklüğün, Türk kimliğinin, inancının, namusunun, haysiyetinin ve istiklalinin kazanılması uğruna Anadolu Türklüğünün millî mücadelesinde öncü ve sembollerinden birisi olmuş bir ilimizin değerli bir milletvekili tarafından bu yasa teklifinin verilmesi ise, bize göre çok vahim ve manidar bir tablo olarak önümüzde durmaktadır. Sütçü İmamların torunlarının ve İstiklal Madalyası’na sahip olan Kahramanmaraş vilayetimizin, maddeden kaldırılmak istenen “Türklük” kavramı ile sanki bir sıkıntısı varmış gibi, bu kavramla özdeşleşmiş olan bu yasayı gevşetme ve zafiyete uğratma amacı ile neye, kime veya kimlere, hangi güçlere hizmet edilmektedir, doğrusu buradan anlamakta zorluk çekiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vermiş olduğumuz bu önerge ile bu yasa teklifinin -birçoğunuzun istemeden ancak grup disiplini anlayışıyla kabul edeceğinizi varsayarak- en azından uygulanmasını beş yıl ötelemek suretiyle, az önce de ifade ettiğim gibi istemeden Genel Kuruldan geçireceğiniz bu teklifin kısmen de olsa yürürlüğünü öteleyerek, kısa zamanda millî birliğimize ve bütünlüğümüze vereceği ziyanları geciktirmek istiyoruz. Çünkü beş yıl içerisinde AKP olarak iktidarda olamayacağınız için Türklüğün haysiyetini ve onurunu Milliyetçi Hareket Partisi iktidarı olarak yeniden muhafaza edeceğimize olan inancımızdan dolayı bu önergeyi vermiş bulunuyoruz. Böylece sizlerin istemeden veya bilmeden yaptığınız bu sıkıntılı ve ziyanlı tutumunuzu zaman kazanarak düzelteceğimize inanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, yasanın geneli üzerinde yapılan görüşmeler esnasında, AKP Grup Sözcüsü olan arkadaşımız, 301’inci maddenin bazı aydınların, yazar ve çizerlerin hatta Nobel ödülü almış bazı yazarların yargılandıkları bir ceza maddesi olduğunu ve bu durumun da ülkemiz için bir sıkıntı meydana getirdiğini belirtmiştir. Bunun da ülkemizin gelişmesinin önünde bir engel teşkil ettiği manasında sözler sarf etmiştir.

Sayın milletvekilleri, bugün ülke ve millet olarak çok zor ve sıkıntılı bir dönemden geçtiğimiz, çok tehlikeli badirelerden geçtiğimiz hepinizin malumudur. Ancak bu sıkıntılı zaman diliminde dahi ülke olarak, millet olarak oldukça önemli avantajlarımız ve kozlarımız mevcuttur fakat bunu iyi değerlendirmemiz lazımdır. İşte bu tip değerlendirmeleri de kendi halkıyla yekvücut olmuş aydınlara, yöneticilere sahip olan milletler yapabilir. Aydını halkından kopuk, yöneticisi, siyasetçisi milletin gerçek gündeminden uzak olan toplumların bu avantajları kullanmasını bilmesi ve milletini refah düzeyine ulaştırabilmesi ne yazık ki mümkün gözükmemektedir.

Bugün bu ülkede maalesef adına “aydın” dediğimiz öyle insanlar yetişmiş ve hâlen de mevcuttur ki, yıllardan beri yaptıkları tek iş, cumhuriyetimizi, inanç değerlerimizi ve Atatürk ilke ve inkılaplarını istismar etmek olmuş ve bunun yanı sıra yine bu ülkede adına “aydın” dediğimiz öyle insanlar yetişmiş ve hâlen de ne yazık ki mevcuttur ki, ihanetlerini belgeleyen ödülleri bugün kahramanlık madalyası zannetmektedirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

YILMAZ TANKUT (Devamla) – İşte, aydınları ve maalesef büyük bir bölümü böyle olan bir ülkenin de yıllardan beri gündemi güdümlü kalmış, bugün de hâlen güdümlü bırakılmaya mahkûm edilmek istenmektedir.

Sayın milletvekilleri, netice olarak Türklüğün ve Türk milletinin millî ve manevi yapısına hakaret etmeyi teşvik edercesine değiştirmeye çalıştığınız 301’le, hiç unutmayınız ki, milletimizin ve devletimizin haysiyetine ve şahsiyetine belki de bilmeyerek, gaflet ile ihanet arasındaki ince çizgide zikzaklar yaparak büyük ziyan vermektesiniz ve milletvekili olarak yapmış olduğunuz yemininizi de esasen terk etmektesiniz.

Dolayısıyla bu yasa değişikliği teklifi bize göre bir uyum meselesi değil, bir ifade özgürlüğü meselesi değil, bir haysiyet, şeref, namus ve onur meselesidir diyor, önergemizin kabulü yönünde oy kullanabilmenizi temenni ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tankut.

Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum…

(MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

OKTAY VURAL (İzmir) – Açık oylama istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2’nci maddenin oylamasının açık oylama şeklinde yapılmasına dair bir istem vardır.

Şimdi, istem sahibi sayın milletvekillerinin adlarını tespit ettireceğim: Sayın Bal, Sayın Şandır, Sayın Vural, Sayın Korkmaz, Sayın Bal, Sayın Çakır, Sayın Tanrıkulu, Sayın Yalçın, Sayın Durmuş, Sayın Yunusoğlu, Sayın Şafak, Sayın Taner, Sayın Akcan, Sayın Paksoy, Sayın Özdemir, Sayın Uslu, Sayın Varlı, Sayın Serdaroğlu, Sayın Tankut, Sayın Durmuş, Sayın Coşkun, Sayın Ural, Sayın Sipahi, Sayın Enöz, Sayın İnan.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, açık oylama elektronik cihazla yapılacaktır. Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – 215 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin 2’nci maddesinin açıkoylama sonucu:

Oy sayısı:  :320

Kabul:       :255

Ret:           :65 (x)

Böylece 2’nci madde kabul edilmiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 02.59

 

 

 

                                

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

YEDİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 03.18

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96’ncı Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.

215 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet burada.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.

Buyurun Sayın Kaplan. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilerleyen bu saatte, kanun teklifinin sahibi olarak, ama, 301’inci maddenin tamamen kaldırılmasını isteyen biri olarak önce şunu açıklıkla söylemek istiyorum: Düşünce özgürlüğü devlet gibi düşünmeme özgürlüğüdür; kurulu düzeni sorgulamayı, gerektiğinde kınamayı, mahkûm etmeyi de içeren bir özgürlük olarak demokratik düzenin kurucu bir unsuru ve vazgeçilmez şartıdır. Eğer bireysel özgürlük çoğunluğun onaylamadığı görüşleri desteklemek ve savunmak, çoğunluktan farklı bir davranış yolu izlemek hakkını içermiyor ise, bu özgürlüğün hiçbir anlamı yoktur.

Şimdi, 301’inci madde söz konusu olduğunda, teklifimiz, Adalet Komisyonunda görüşüldükten sonra gelen elimizdeki teklif metni sanki 301 öncesinden çok farklı bir tasarı metniymiş gibi aslında kıyametleri boşa koparıyoruz; yani, havanda su dövüyoruz sabaha kadar. Sanki çok derin hukuksal, siyasal, felsefi tartışmalar yapıyormuş gibi gözüküyoruz ama, ne yazık ki, kendi kendimizle çelişen, yaptıklarımızı inkâr eden, o yaptıklarımızı savunanları çok ağır ithamlarla eleştiren ve kavram kargaşasıyla 70 milyon insanımıza yanlış bilgi veren, yönlendiren bir görüntünün doğru olmadığını ifade etmek istiyorum. Çünkü, cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi, kuruluşu ve tarihten gelen zengin kültürel çoğulculuğu, farklılığı, farklı etnik, dini, mezhepsel, dilsel yapısı gereği bizim ayrımcılık hastalığından kurtulmamız ve farklılıkları ayrılık nedeni değil, demokrasimizin harcı olarak görmemiz, birliğimizin harcı olarak görmemiz gerektiğinin altını önemle çizmek istiyorum.

Evet, yakın zamana şöyle bir seyahat yaptığımız zaman her yerde görüyoruz. Başbakanlık “İnsan Hakları nedir?” diyor. Bir zincir ucunda bir kelebek “İnsan hakları onurlu, eşit ve özgür yaşamaktır” diyor. Bunun başında demokratik toplumlarda düşünce özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü gelir. Partiler mezarlığına dönen, kapatılan siyasi partilerin mezarlığına dönen ülkemizde, ülkemizin çizdiği rotada emeği geçenleri burada sayarak hepsine yüce Meclisin huzurunda teşekkür etmek istiyorum.

301’inci maddenin kaynağı ve anası 159’uncu maddedir. 159’uncu maddede on binlerce insanımız bugüne kadar yargılanmıştır. Sağdan, soldan, her alandan ve… Baktığımız zaman Başbakanlık kitapçığında bile    -16 Şubat 2002- 159’uncu maddede değişiklikler vardır, cezalar indirilmiştir ve hafifletilmiştir. 3’üncü Uyum Paketi’nde -değerli bir hatip burada gökkuşağı koalisyonundan bahsetti, yedi partinin katkısının olduğunu söyledi orada da 312’nci maddede değişiklikler yapılmıştır ve dahasını söyleyeyim, Terörle Mücadele Kanunu’nun 8’inci maddesi olan bölücülükle ilgili maddesi dahi kaldırılmıştır. Ve bunlar şüphesiz ki, Türkiye'nin gelişiminde, rotasında, Avrupa Birliği sürecinde devletin bütün kurumları, siyasi partileri ve yüce Meclisinin özgür iradesiyle aldığı kararlarla yöneldiği Avrupa Birliği sürecinde, bugün Avrupa Birliği sürecine karşı da olsa tüm partilerin imzası onayı ve katkısı vardır. Şimdi, bu süreci yaşamış, daha sonra da bu 3’üncü Uyum Paketi’nden 10’unun Uyum Paketi’ne kadar geçmiş bir süreçte, her partinin imzasının olduğu bir süreçte hiçbir yüce Meclisin değerli üyesini bu kürsüden ağır ithamlarla suçlama gibi bir şeyi düşünmek bir yana, bu demokratik gelişime zerre kadar katkısı olanların hepsinin önünde saygıyla eğilmeyi bir borç bilirim. Ülkemizin demokrasisi için, insan hakları ve hukuk için, düşünce özgürlüğü için bir çivi çakana, herkese burada teşekkür etmek istiyorum. Yapılması gereken, Türkiye'nin çağdaş yüzüne, uygar yüzüne yakışan da budur. Onun için, AB uyum yasaları dayattı değil arkadaşlar. Hiç kimse… Buradan çıkarılan ulusal program yüce Meclisten geçti. 2001 Anayasa değişiklikleri yüce Meclisten geçti. Yüce Meclis, milletin iradesinin tecelli ettiği yerdir. Bu iradeye saygıyı bütün partilerin göstermesi gerektiğini düşünüyoruz ve buna sahip de çıkılmasını istiyoruz. Bu nedenledir ki Avrupa Birliği sürecinde, 2004’te, 2002 seçimlerinden sonra, 301’in altında da iki partinin imzası vardı çünkü iki parti o zaman barajı aşmıştı; CHP ile AKP’nin mutabakatıyla çıkan bir yasa. Ancak, bu Yasa’yı makyajla düzenlemenin, değiştirmenin, sadece kavramları değiştirmenin, üç yılı iki yıla indirmenin, inanın düşünce özgürlüğüne, demokratik topluma hiçbir katkısı yoktur; Avrupa Birliğinin istediği de bu değildir. Eğer bu olsaydı, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi hükmünde uluslararası sözleşmeleri, ki bu Meclisimizden kabul gören, kanunla kabul edilen sözleşmeleri iç hukukumuzda kanun hükmünde saydıktan sonra, kabul ettikten sonra, bunları hükûmet komiserleri, dayatmalar olarak görmek büyük bir yanılgıdır.

Yine bir büyük yanılgıdan bahsetmek istiyorum: “Avrupa’da da bu tür yasalar var…” Hayır, yok. İtalya ve Polonya yasaları benzer olsa bile bunun örneklerini zaman zaman arkadaşlarımız açıkladılar. Evet, İtalya’da da var bir yasa ama 28 kişi hakkında açılmış dava, hüküm ve para cezaları, Türkiye’de de 1.122. Polonya’da var, benzeri değil. Burada ifade etmek istediğimiz, olayı biraz da siyasi malzeme, seçim, biraz oradan kamuoyuna mesaj verme noktasından alıp Türkiye'nin gerçek demokratikleşmesine, düşünce özgürlüğünün önünü açacak, ifade edecek bir şekilde koyarken, gelin hep beraber Türklüğü de, Türk milletini de, Türkiye Cumhuriyeti’ni de onu bir araya getiren, yapıştıran İstiklal Savaşı’nda omuz omuza çarpışan Türk’ünü de, Kürt’ünü de, Çerkez’ini de, Laz’ını da, Gürcü’sünü de, Arnavut’unu da, Boşnak’ını da, Pomak’ını da, Arap’ını da bu ülkenin asli bütün vatandaşlarını ayrımcılık yapmadan kucaklayacak bir anlayışı bu yüce Mecliste hayata geçirelim. Biz bu duygu ve inançla bu teklifi verdik. Bugün inanın her zamankinden çok birliğe ihtiyacımız var. Eğer bunu idrak edemiyorsak çok açıklıkla ifade edeyim…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bağlıyorum.

Eğer idrak edemiyorsak bunu, eğer etnisite, dil ve kültürden dolayı birbirimize tahammülsüzlük yaşayacaksak Sakarya bunun alarmını vermiştir. Sakarya’da yaşanan olaylar, karşında susulacak olaylar değil. Başbakan bugün onu konuşmalıydı, ilgili bakan onu konuşmalıydı, ana muhalefet onu konuşmalıydı, bütün partiler onu konuşmalıydı. Türkiye için, birlik için, demokrasi için, kardeşlik için Sakarya örtülemez. Onun kökleri, karanlık örgütlemelere, karanlık zihniyetlere gidiyor. Bu karanlığı parçalamadan 301’i de korusanız boşuna, istediğiniz yasaları da çıkarsanız boşuna; bu ülkenin birliğini, dirliğini sağlayamadan hiçbir adım atamayız. Gelin o hoşgörüyle birbirimize ellerimizi uzatalım, gelin her partiden 1’er milletvekili Sakarya’ya beraber gidelim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) – Birliğin mesajını, kardeşliğin mesajını orada verip bu karanlık tezgâhlara karşı birlikte duralım. Duruş budur, gerçek budur, gelecek budur, bizim birliğimizi yaşatacak budur.

Bu duygularla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Zonguldak Milletvekili Sayın Ali İhsan Köktürk.

Buyurun Sayın Köktürk. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 215 sıra sayılı Türk Ceza Kanunu’nun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasını içeren yasa teklifinin 3’üncü maddesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Şahsım ve grubum adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, öncelikle belirtmek gerekir ki eksiksiz demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti kurum ve kavramlarının egemen olduğu aydınlık, çağdaş, uygar bir Türkiye hepimizin ereği olmalıdır. Düşünceyi ifade özgürlüğü de yukarıda belirttiğimiz ereğin en temel koşullarındandır. O nedenle, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 18’inci maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi ve Anayasa’mızın 26’ncı maddesiyle herkesin düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma özgürlüğü güvence altına alınmış, ifade özgürlüğü tüm çağdaş demokrasilerde en temel haklardan birisi kabul edilmiştir. Ancak, tüm temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi ifade özgürlüğünün ve ifadeyi yayma özgürlüğünün de sınırları vardır. Bu anlamda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesiyle ilgili olarak yapılan eleştirilerin çıkış noktası da daha çok düşünceyi ifade özgürlüğüne sınır getirdiği şeklinde olduğu için öncelikle düşünce ve ifade özgürlüğüyle bu özgürlüğün sınırlanmasına yönelik olan uluslararası mevzuata bir bakmak gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesinin 2’nci fıkrası “Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya genel ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.” diyerek bu konuda son derece açık bir düzenleme getirmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi de aynı mahiyette düzenlemeler içermektedir.

Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulamalarına baktığımızda Castells-İspanya, Skalka-Polonya, Zana-Türkiye 1997 kararları örneğinde olduğu gibi, tartışma ve ifade özgürlüğünün mutlak olmadığı, sözleşmeci devletlerin bu özgürlüğü belirli yasaklara ve cezalara bağlayabileceğini öngördüğünü de açıkça görmekteyiz. Dolayısıyla, uluslararası mevzuat göz önüne alındığında farklı amaçlar içerisindeki dış çevrelerin ve bunların içerideki uzantılarının yarattığı temelsiz, mesnetsiz bilgi fırtınasının gerçeği yansıtmadığı çok açık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hâl böyle iken siyasal iktidarın AB ve ABD’den gelen temelsiz ve çifte standart içeren baskılara boyun eğerek ülkemizin temel ve ivedi önceliklerini bir kenara bırakarak kendi iktidarlarına dışarıdan destek arama ihtiyacı ve amacı içerisinde, bu teklifi bir milletvekili kanalıyla Meclise sunduğunu görüyoruz.

Avrupa Birliğine uyum bahanesiyle, hepimizin korumakla yükümlü olduğumuz bağımsız ulus devletimizin ortak temel kurum ve değer yargılarına saldırıların meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir süreci üzülerek ve kaygıyla izliyoruz hatta öyle ki sunulan kanun teklifinin genel gerekçesinin son paragrafında yer alan ifade, samimiyetsizliği ve gerideki amaçları tüm çıplaklığıyla ortaya sermektedir. Bu ifadede belirtilen nedenlerle Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesiyle korunmak istenen hukuki değerin ceza kanunlarıyla korunması toplumsal barışa ve adalete hizmet etmek yerine, tersine, daha önemli büyük sorunlara neden olmakta, toplumsal barışı bozucu sonuçlara yol açmaktadır. Nitekim “Bugün dünyadaki gelişme, bu tür eylemlerin suç olmaktan ceza kanunundan çıkarılması yönündedir.” cümlesini içermektedir. Bu, bugünkü teklifin gerekçesinin son paragrafıdır.

Ayrıca, Dışişleri Bakanı Sayın Babacan, 15/04/2008 tarihli demecinde Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesine atıfta bulunarak “Türkiye’deki asıl zorluğun elitin tavrını değiştirmek olduğunu” ifade ederek, insanların yeni bir düşünce tarzını benimsemeleri gerektiğini de ekleyerek “Yasayı tamamen ortadan kaldırmak kolay değil, gerekli düzenlemeleri yapıyoruz.” şeklinde beyanlarda bulunmuştur. Dolayısıyla gerek bugün görüştüğümüz yasa teklifinin genel gerekçesinin son fıkrasına gerekse Hükûmet yetkililerinin ve Sayın Babacan’ın az önce ifade ettiğimiz beyanlarına baktığımızda, Hükûmetin asıl amacının madde değişikliği değil, dışarıdan aradığı desteklerin karşılığı olarak ulus devletimizin temel kurumlarına saygıyı koruyan maddeyi tamamen ortadan kaldırmak olduğunu çok açık bir şekilde görüyoruz. Ancak ulusal duyarlılık nedeniyle bunu başaramadığını, Adalet Bakanının izni koşulunu getirmek suretiyle maddeyi baypas etmeyi ve uygulanamaz bir duruma getirmeyi amaçladığının da yine farkındayız.

Ayrıca, siyasal iktidarın bu çabalarının açılan kapatma davasından sonra hızlandığını, bir süreden beri ulusal çıkarlarımızla bağdaşmayan düzenlemelerin birer birer Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşındığını, Avrupa Birliği temsilcilerinin, Barroso’ların, Lagendijk’lerin müstemleke valisi edasıyla yargımıza, ordumuza, anayasal kurumlarımıza, üniter ve laik devletimizin temel değerlerine açıkça müdahale ve saldırı teşkil eden beyanlarının nasıl kayıtsızlıkla izlendiğini ve bu konuda tahrik edildiklerini de tüm ulusumuzla birlikte görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğinin neredeyse tüm ülkelerinde Almanya’da, İtalya’da, Fransa’da, Danimarka’da, Hollanda’da ve diğer pek çok ülkeyle birlikte dünyada doksanı aşan devlette temel kurum ve değerlere karşı hakaret teşkil eden açıklamaların cezalandırılmasına karşın, sanki bu düzenleme sadece bizim ülkemizde varmış gibi bir anlayışla ülkemize yapılan bu dayatmalar emperyalizm karşısında son kale olan ulus devletimize karşı gizli amaçları içinde barındırmaktadır.

Ayrıca, söylenenlerin tersine, sadece Almanya’da 72, İtalya’da 107 ve Hollanda’da 407 kişi 301’inci madde ve benzeri maddelerden cezalandırılmıştır. Ancak, Yargıtaydan alınan verilere göre, Türkiye’deki Yargıtayın onadığı bu konudaki dosya sayısı 3’ü, 5’i geçmemektedir. Bu bağlamda, 301’inci maddeye yönelik olarak söylemlerinde şiddet içermeyen her türlü düşüncenin serbest bırakılmasını ülkemizden talep eden Avrupa Birliği komiserlerine ve 301 değişiklik teklifinin gerçek sahibi Hükûmet yetkililerine sormak istiyoruz, Sayın Barroso, Sayın Başbakanım, Sayın Adalet Bakanım, İngiliz tarihçi ve öğretim üyesi Norman Stone’un soykırım olmadığını ortaya koymaya yönelik bilimsel makalesi şiddet mi içeriyordu da yazdığı yazı nedeniyle İsviçre Zürih Başsavcılığınca dava açıldı? ABD’li tarihçi Bernard Lewis’in sözlü açıklamaları şiddet mi içeriyordu da 1995 yılında “Ermeni soykırımı olmadı.” dediği için kurbanların hissiyatını göz önüne almamak gibi bir suçlamayla mahkûm edildi? Sayın Perinçek’in İsviçre’de düzenlenen bir konferans sırasında söylediği “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır.” sözü şiddet mi içeriyordu da Ermeni iddialarını inkâr yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle 2007 yılında Lozan’da yargılandı ve cezalandırıldı.

Değerli milletvekilleri, kendi ülkelerinde kendi değerlerini en sert bir şekilde koruyanların, “Ermeni soykırımı” yok diyenleri sadece bu sözleri nedeniyle cezalandıranların, bir reklamda Amerikan topraklarının bir kısmının Meksika toprakları içerisinde gösterilmesine tahammül edemeyenlerin laik, üniter cumhuriyetimizin temel güvencesi olan değer ve kurumlarımıza yapılan hakaretleri meşrulaştırmaya yönelik çabalarını ve ulus devlet noktasındaki psikolojik direncimizi kırmaya yönelik saldırılarını görüyoruz, farkındayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum, tamamlayın lütfen.

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Devamla) - Varlığının devamını halkımızın değil, dış güçlerin vereceği desteklerde arayan işçilerimizin, emekçilerimizin en temel taleplerini 1 Mayısta Taksim Meydanı’nda dile getirmesine izin vermeyerek temel hak ve hürriyetlere bakışını ortaya koyan siyasal iktidarı izlediği yöntemin doğru olmadığı, Parlamentoyu dış güçlerin talebine göre değil, açlık, yoksulluk, işsizlik girdabında kıvranan halkımızın beklentilerine yönelik çalıştırması noktasında uyarıyoruz.

Ayrıca Türban Yasası, Vakıflar Yasası, Sosyal Güvenlik Yasası ve bugün görüştüğümüz 301 değişikliği gibi yasaları Parlamento gündemine getirerek AB ve ABD’yle karşılıklı kişisel beklentiler içerisinde hareket eden siyasal iktidarın Adalet Bakanının da yukarıdaki nedenlerden ötürü dava açma izin yetkisini kullanırken bu dayatmalara karşı durabileceği ve bu yetkilerini ülke menfaatlerimize, hukuki ve objektif kriterlere uygun olarak kullanabileceği inancını taşımıyoruz.

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak bugüne kadar her türlü ırkçı anlayışların dışında, Atatürk ilke ve devrimlerine göre şekillenen laik, demokratik, sosyal ve üniter devletimizin değerlerinin korunmasını temel görev olarak kabul eden Cumhuriyet Halk Partisi olarak ifade özgürlüğünün her zaman yanındayız. Ancak hiçbir koşulda yukarıda bahsettiğimiz temel değerlerimize hakaret etmeyi, aşağılamayı meşrulaştırma çabalarına ve ulusal değerlerimizin pazarlanmasına katkı sağlamayacağız, alet olmayacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyor, emekçilerimizin 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı bugünden kutluyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köktürk.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Mehmet Şandır.

Buyurun Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yaklaşık on üç saatten bu yana çalışıyoruz ve görüşmelerin de sonuna geldik, sözün sonundayız. Anlaşılıyor ki, düzenlediğiniz bu kanun teklifinden çok memnunsunuz ve her hâlinizden, yaptığınız değişiklikten onur duyduğunuz da anlaşılıyor.

Bütün endişelerimizi, bütün tereddütlerimizi samimiyetle ifade ettik. Bunların sizde hiçbir olumlu etki bırakmadığını görmüş olmak bizi gerçekten derinden üzdü, yaraladı; hatta Sayın Bakanın, hiç beklemediğimiz, makamına da yakışır bulmadığımız suçlaması ve çıkışı da bu gecenin gerçekten en talihsiz gelişmesi oldu.

Değerli milletvekilleri, tabii tarihe not düşmek adına, bizi bu saatte dinleme lütfunda bulunacak halkımıza, milletimize ve daha sonra bugünleri okuyup incelemek gereğini duyacak bilim adamlarına, siyaset adamlarına not düşmek adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına son sözleri, size arkadaşlarımın söylediklerini tekrarlayarak noktalamak istiyorum.

Getirdiğiniz teklif, 1926 yılında, bir Millî Mücadeleden sonra, bir imparatorluk yıkılmasından sonra kurulan millî devletin, kurulan üniter devletin kimliğini oluşturmak, değerlerini korumak maksadıyla yerleştirdiği çok temel bir koruma kanunu -1926’dan günümüze kadar işte çok sayıda hükûmet gelmiş geçmiş, 60’ıncısıydayız- sürekli korunarak bugünlere ulaştırılmış. Siz de korumuşsunuz, 2004’te düzenlediğiniz ve çok böyle reform diye nitelediğiniz, Avrupa Birliğinden büyük övgüler aldığınız, 26 Eylül 2004 tarihinde düzenlediğiniz Ceza Kanunu’nda da korumuşsunuz. Dolayısıyla bugün ısrarla sorduğumuz, uzun müddettir sorduğumuz sorunun cevabını tarihe bırakıyoruz. Ne diye değiştirmek gerekliliğini duydunuz? Siz de ifade ediyorsunuz, farklı şeyler de söylüyorsunuz, yani “Aynı şeyleri kapsar.” diyorsunuz, “Türklük”le “Türk Milleti”, “Cumhuriyet” ile “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” aynı şeyleri kapsar, hatta “Daha kapsayıcı” diyorsunuz, bazen de bazılarınız “Farklı anlamları var.” diyor. Her iki hâlde bile aynı şeyleri kapsarsa niye değiştiriyorsunuz? Farklı anlamları kapsadığı kanaatindeyseniz “Türklük”ü ve “cumhuriyet”i çıkartmakla hangi sonucu hasıl etmek istiyorsunuz? Bunu millete anlatabildiğinizi söyleyebilmek mümkün değil.

Çok dikkatlice not aldım, Sayın Komisyon Başkanının, sayın AKP sözcülerinin, sayın teklif sahibinin konuşmalarını çok ciddi olarak not aldım, tutanakları da alacağız, çok ciddi de inceleyeceğiz, acaba bir haksızlık mı yapıyoruz diye düşünmediğim de olmuyor ama soruyorum: Yani niye değişiklik gereği duydunuz? Neden? Neden?

Şimdi, hukuk allamesi olduğuna saygı duyduğum Sayın Komisyon Başkanının dikkatine sunuyorum: Bu, bir hakaret suçunun tanımını yapan, milletin değerlerine ve devletin kurumlarına hakaret edilmesinin cezalandırılmasının hukukunu belirleyen ve bu hukukun içeriğini, tanımını belirleyen bir madde Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi. Bu Kanun, Sayın İyimaya çok iyi bilir ki âdet ve örf kanunudur,  hukukudur. “Common Law” denilen ve her ülkenin kendi kültür değerlerine göre, kendi yapısına göre şekillenen, tanımlanan özel bir hukuk alanıdır. Bize göre hakaret olan bir husus bir başka ülkeye göre hakaret olmayabilir. Bunu, evrensel değerlerle, Avrupa Birliğinin normlarıyla veya bir hukuk normu oluşturmak iddiasıyla gelip burada savunmak, birtakım hukuki gerekçeler ve mantıklar geliştirmek… Yani gerçekten hayrete düştüm!

“Hakaret” fiilinin tanımlanmasında ve cezalandırılmasında yerel olmak, millî olmak ve özel, özgün olmak gibi bir mecburiyet olduğunu Sayın İyimaya’nın çok iyi bilmesi gerekir. Ama bu böyle bilindiği için uzun yıllar bu tanım korunarak gelmiş ama bugün bu değiştiriliyor. Niye değiştiriliyor? Cevabını veriyor Sayın Bakan. “Evet, Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin talebi, Basın Konseyinin talebi ve Avrupa Birliğinin talebiyle böyle bir değişiklik yapmak gerekliliğini duyduk.” diyor.

Şimdi, doğru oturup doğru konuşması gereken Sayın Bakan diyor ki: “99’da, Avrupa Birliğine geri dönüşün veya üyeliğinizin kabul edilişinin sorumluluğunda siz de imza attınız.” Ama bizim attığımız imzada, Avrupa Birliği üyesi adayı ülkelerden farklı bir statü değil aynı statüde üyeliği kabul ettik, onun altına imza attık. Şimdi, o imza attığımız belgelerin hangisinde -Sayın Bakan bunu açıklamak durumundadır- 301’inci maddeyi değiştirmeyi taahhüt ettik? Türk milletine, cumhuriyete hakaret edilmesini cezalandırmamayı taahhüt ettik? Bunu açıklamak durumunda.

Değerli milletvekilleri, bakınız, birçok güzel konuşmalar oldu, sorular soruldu, cevaplar verilmedi. Eğer meselenin ölçüsü ve kriteri Avrupa Birliği ise Avrupa Birliğinin bu konudaki ikiyüzlülüğünü tarihî köklerinden dayanarak bugüne kadar getirebiliriz, bugün yaşananları da ifade edebiliriz. Yani “Ermeni soykırımı yoktur.” demeyi cezalandıran Avrupa Birliği, bizim için emsal ve örnek olabilir mi?

Bir başka sorun daha var, ortada kalıyor. Sayın Bakan, burada kalacak mı bu hadise? Yani 301’deki bu değişiklik, Türkiye’de ifade özgürlüğünü Avrupa Birliği standartlarına getireceğini veya Avrupa Birliği bundan çok memnun olup, dün, 2004 yılında Türk Ceza Kanunu’nun, işte, 301’inci maddesini alkışlayan Avrupa Birliği, sizi alkışlayarak acaba bundan sonra “Tamam, siz Avrupalı oldunuz, standartlara uydunuz.” diyecek mi? Bundan sonrakilerini -216’yı, 318’i, 277’yi- tekrar istemeyecek mi? Yani bunların tamamı hakaret suçu ve sizin tanzim ettiğiniz Ceza Kanunu’nda var. Bunların değiştirilmesini istemeyeceklerinden emin misiniz? Millete, milletvekillerine, bu Meclise böyle bir sözünüz var mı?

Tekrar ediyorum: 99’da Avrupa Birliğine geri dönüş… Ulusal program, Katılım Ortaklığı Belgesi… Hiçbir şekilde diğer üye aday ülkelerden farklı olmayan bir girişi imzaladık. O zaman 159 vardı. Sonra siz geldiniz, daha çok ipine sarıldınız Avrupa Birliğinin. Ceza Kanunu’nu… Meclisi böyle yaz tatilinde olağanüstü toplantıya çağırdınız, hızlı hızlı Türk Ceza Kanunu’nu yeniden çıkarttınız, 301’i tanzim ettiniz, gene alkışladınız. Şimdi, niye değiştiriyorsunuz? Hangi gerekçeyle?

Değerli milletvekilleri, bakın, bugünü anlayabilmek için, tarihteki bugünün izdüşümüne bakmak lazım. Geçmiş, geleceğin aynasıdır. Geçmişisinizi iyi sorgulayıp iyi anlamazsanız, geleceği tehlikeye atarsınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Şandır.

Buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Avrupalı olmanın peşinde bu millet bir imparatorluğu tarihe gömdü, milleti paramparça etti. Balkanlar nerede? Kafkaslar nerede? Orta Doğu nerede? O zaman da “eşitlik, kardeşlik, demokrasi” söylemleriyle, hatırlayınız, okuyunuz… Bundan elli yıl sonrasının bu Mecliste tartışılacağını unutmayınız. Bugün nasıl birilerini buradan suçluyorsak, yaşananları buradan acı hatırlar olarak anıyorsak, yarın, korkarım ki -hiç yakıştıramam- sizler, bu kanuna oy veren sizler, bu kanunu savunan Sayın Hükûmet, o günün nesilleri tarafından da iyi hatırlanmayacak, iyi anılmayacak. Tarihe not düşmek adına söylüyorum: Bu yaptığınız yanlış, bu doğru değil. Soruların cevabını vermediniz: Niye değiştiriyorsunuz? Sizden kim istiyor? Hangi bedel karşılığı bu değişikliği istiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Dolayısıyla, değerli milletvekilleri, çıkarttığınız kanun size hayırlı olsun. Biz, bu kanunu ayaklarımızın altına alıyoruz. Bu kanunun hiçbir sonucunu kabul etmiyoruz. (MHP sıralarından alkışlar) İktidarımızda bu kanunu tüm sonuçlarıyla değiştireceğimizi, milletimize işte sizin huzurunuzda ifade ediyoruz. Bu kanun doğru bir kanun değil. Bu kanun milletin hayrına değil, inanın ki sizin de hayrınıza olmayacaktır.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz talebi Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Tunçak’a aittir.

Buyurun Sayın Tunçak. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET TUNÇAK (Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin değişikliği hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum; saat gece dört.

301’inci madde değişikliğiyle ilgili birçok eleştiriler yapıldı ve defaatle de tekrarlandı eleştiriler. Birçok da cevaplama yapıldı ve cevaplamalar da defaatle tekrarlandı. Sadece şunları söyleyerek fazla zaman almadan konuşmamı bitirmek istiyorum:

Sayın Başkan az önce ifade ettiler “Yoksa bir haksızlık mı yapıyoruz diye düşünüyorum.” dediler. Hakikaten haksızlık yapıyorlar. Yani içeriğinde özellikle Türklüğün ne şekliyle kullanıldığına dair gerek Anayasa Mahkemesi kararları gerekse “Fıkradaki “Türklük” kavramı devletin insan unsuruyla ilgili olup, bu kavramla Türk milleti kastedilmektedir.” ifadesi bulunan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları, ayrıca 1961 Anayasası’nın 54’üncü maddesi ve 1982 Anayasası’nın 66’ncı maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Dolayısıyla, ölçüt hukuki bağdır. Devletin temelinin din birliğine dayalı bir ümmet ya da ırk esasına dayalı bir ulus anlayışına dayandırılması yolları bu şekliyle kapanmıştır.” ibareleri dolayısıyla açıklanmış olan ve bu uygulamaya uygun bir düzenleme oluşturan 301’inci madde değişikliği, hâlihazırda cumhuriyetin anlamı konusunda, cumhuriyetin kullanılma şekli konusunda doktrinde hâkim olan görüş, hâkim görüş, Ceza Genel Kurulu kararları… Cumhuriyet devlet ile anlamdaştır; devleti tahkir ve tezyif, niteliği itibarıyla cumhuriyeti tahkir ve tezyiftir. Cumhuriyetin kullanılma şekli Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti olduğu; her şekliyle, uygulamaya uygun bir şekliyle oluşturulan 301’inci madde değişikliği ve buna yapılan eleştiriler, hatta, eleştiri niteliğini aşan ithamlar hakikaten haksızdır. Türklük elden gidiyor mu? Gitmiyor. Cumhuriyet elden gidiyor mu? Gitmiyor. Belirliliğe kavuşuyor. Başka ülkelerde bu değişiklikler, bu şekliyle 301’inci maddeye uygun maddeler var mı? Var. Az önce de söylendi. İtalyan ulusu, Polonya ulusu, Fransız ulusu olarak geçiyor. E, o zaman deniliyor ki değişen bir şey yok. Değişen şeyler de var. Ceza miktarı indiriliyor 2002’deki yapılan indirme, o iradeye paralel bir irade konularak indiriliyor. Adalet Bakanına soruşturma izni şartı konuluyor. Devletin üst menfaatleri ve uygulamadan oluşabilecek sorunlar giderilmiş olacak bu şekliyle.

Bir de deniliyor ki, Avrupa Birliği istiyor o yüzden sadece çıkartıyorsunuz. Bu, aslında sadece Avrupa Birliğinin bu kanunla ilgili değişiklik talebine bağlı kalmak da değil. Bu, bizim ülkemiz için de değerlendirilen, talep edilen bir husustur. Yani, sivil toplum örgütlerinin, çokça sayılan sivil toplum örgütlerinin, birçok üst düzey akademisyenin bu konudaki değerlendirmelerini ayrıca uygulama problemleri içerisinde çokça karşılaştığımız hadiseleri, yani, bize ters de gelse,  yanlış olduğunu da düşünsek Hrant Dink’in, Abdurrahman Dilipak’ın, Baskın Oran’ın, Orhan Pamuk’un, Eren Keskin’in düşüncelerinden dolayı soruşturma açılması anında gazetelerde boy boy resimlerinin yer alarak hedef durumuna gelmelerinin çok da gurur verici bir şey olduğunu mu düşünüyoruz ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yüzlere varan, Türkiye aleyhine çıkan kararlardan çok mu memnunuz?

Neticede şunları söylemek isterim: Şu ana kadar yapılan eleştirilere saygım sonsuz. Demokrasinin en uç örnekleri de burada konuşulmuştur. Birçok fikirler burada özgürce ifade edildi. Demokrasinin en güzel şekli burada yasama yapılması şekliyle ortaya kondu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MEHMET TUNÇAK (Devamla) – Fakat kamuoyu yanlış yönlendirilmektedir ve kamuoyunun yanlış yönlendirilmesi, maalesef ki hamaset, iftira, demagoji ve manipülasyonla yapılmaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, AK Parti Grubu, anayasal ve hukuki yorumuyla Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti devletine, 301’in içinde bulunan ve kutsanan kavramlara karşı alenen aşağılamayı cezalandırma yanında yer almıştır. Genel olarak da ifade hürriyetinin, düşünce ve vicdan özgürlüğünün yanında yer almayı tercih etmiştir.

Sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunçak.

Şahıslar adına son söz, Trabzon Milletvekili Sayın Süleyman Yunusoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Yunusoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

SÜLEYMAN LATİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kâinatın yaratıcısı bir hadisi kutside: “Doğuda bir ordu yarattım. Beni tanımayan, bana asi olan kullarımın üzerine o orduyu salarım.” diye buyuruyor. İşte, bu ulvi vazifeyi ifa etmekle görevli olan bu ordu, bu vazifesi sırasında asi kulların saldırısına uğruyor ama bu saldırıdan kurtulanlar günlerce yürüyerek kayalıklar arasında gelip yerleştikleri bölgede yüzyıllarca yaşıyorlar, çoğalıyorlar ve vaktin geldiğini idrak ettiklerinde de kabuklarını kırıyorlar. Ziya Gökalp bu olayı şu mısralarıyla ifade ediyor:

“Ergenekon yurdun adı,

Börteçine kurdun adı,

Dört yüz yıldır durdun hadi!

Çık ey yüz bin mızrağımız.”

İşte, bu yüz bin mızrak demir dağları eriterek Ötüken Yaylası’na ulaşıyor. Orada bu vazifesine devan ederken bu ordunun büyük komutanı Bilge Kağan bu orduya Orhun Yazıtları’nda kazıttığı cümlelerle şöyle sesleniyor:

“Üstte mavi gök çökmedikçe,

Altta yağız yer delinmedikçe,

Senin ilini ve töreni kim bozabilir?

Titre ve kendine dön!”

Ve bu ordu o titreyişle ta Anadolu kapılarına kadar geliyor ve o ordunun yüce başbuğu Alparslan Gazi’nin atının ayakları altında yerde duran Romen Diyojen’in o hâli muhteşem bir zaferi müjdeliyor ve artık Anadolu yüce adaletin tesis edildiği vatan toprakları oluyor. Ancak bu topraklardan topyekûn bu orduyu silkelemek isteyenler karşısında yine bu ordunun askerleri, her biri birer Kılıçarslan oluyorlar… [AK Parti sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar(!)] …ve güruhu bu topraklara gömüyorlar.

Nihayet Ulubatlı Hasanım o ordunun sancağını Bizans surlarına çektiğinde o zaman kilit de bizim oluyor, anahtar da bizim, kapı da bizim, konak da bizim. [AK Parti sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar(!)]

Peki, bu kapıyı zorlayanlar, bir gün geliyor, bu kapıdan içeri girmek istediklerinde: Seyitlerim, Ahmetlerim, Mehmetlerim… Âkif’in deyimiyle: “Bedr’in aslanları o kadar şanlı idi.” deyimine göre bu kapıdan içeri sokmuyorlar ama kapıdan kovulanlar daha sonra bacadan içeri girmek suretiyle benim namahremime el uzatıyorlar. Ancak o zaman topyekûn bu ordu ayağa kalkıyor ve “Geldikleri gibi giderler.” ifadesine uygun olarak Akdeniz’in tuzlu sularına gömülüyorlar ve o zaman bu ordu son noktayı koyuyor:

“Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, [MHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar (!)]

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.”

Şimdi, bu kutsal çatının altında Türk milletinin haysiyetini, Türk milletinin gururunu yaşatmak ve Türk milleti adına sorumluluk yüklenmek durumunda olan değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi sizler Türk milletinin şahsiyetini, Türk milletinin millî, manevi, içtimai ve kültürel değerlerinin ayaklar altına alınmasına zemin hazırlayacak böyle bir yasa değişikliğine evet mi diyeceksiniz? İnanmıyorum.

Şimdi, siz, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve onun kurumlarının aşağılanmasına yol açabilecek böyle bir değişikliğe evet mi diyeceksiniz? Sanmıyorum.

Şimdi, siz değerli milletvekili arkadaşlarım, o Yüce Yaratıcı’nın asi kullarının hazırlayıp önünüze koyduğu bu taleplere “evet” diyecek, bu yasa değişikliğine sizler “evet” mi diyeceksiniz? [AK Parti sıralarından “Hayır(!)” sesleri]

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Yunusoğlu.

SÜLEYMAN LATİF YUNUSOĞLU (Devamla) - Hiç ihtimal vermiyorum ve sizlere saygılarımı sunuyorum. [MHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar (!)]

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yunusoğlu.

Soru-cevap kısmına geçiyoruz.

Sayın Korkmaz…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Bakan, Sakarya’daki olaylardan bahsedildi. Sakarya’da meydana gelen olaylarla ilgili olarak -sizlerden öğrenmek istiyorum- olayların müsebbibi olarak gözlem altında olan ya da tutuklanan sanık sayısı nedir? Olayların arkasındaki gerçek nedenler ortaya çıkarılmış mıdır? Bu sebepleri Meclisle paylaşır mısınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ural…

KADİR URAL (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanıma bir kere daha sormak gereğini hissettim. Eğer sözlü cevap veremezlerse, yazılı cevap verirlerse teşekkür ediyorum. 301’inci madde hakkında daha önceki yıllarda söylemiş olduğunuz sözlerle şimdiki değişiklik konusunda söylediklerinizin arasında zıtlık yok mudur?

301’inci maddedeki “Türklük” kavramını kaldırıp değiştirdiğinize göre Anayasa’mızın başlangıç kısmındaki “Türklük” kavramını da kaldırmayı, değiştirmeyi düşünüyor musunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisinde Türk milletinin seçmiş olduğu Türk milletvekilleri tarafından “Türklük” kelimesinin çıkarılması size garip gelmiyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Çelik…

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben de Sayın Bakana iki soru sormak istiyorum:

Bir tanesi -Çanakkale Milletvekilimiz Sayın Cengiz’in sorusunu üçüncü kez tekrarlıyoruz- bu, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Andreas Gross’un Gökçeada ve Bozcaada bölgelerindeki gizli gezisiyle ilgili. Onu yinelemek istiyorum.

Diğer konu da Sayın Başbakan ve kabine üyeleri çoğunlukla konuşmalarında “aziz milletimiz” derken -burada bazen “Türk milleti” diye konuşuyorlar- acaba Türk milletini mi kastediyorlar? Bunun cevaplandırılmasını talep ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Yalçın…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, soruşturma, bu değişiklikle Bakanlığınıza izin müessesesi getiriliyor. Hâlen derdest olan dosyalar için “Soruşturma aşaması geçmiştir.” denilip mi hareket edilecek yoksa yargılama durdurulup izin için bu dosyalar Bakanlığa mı gönderilecek? Gönderilirse sizin kriteriniz ne olacak? Örneğin Orhan Pamuk dosyası önünüze gelseydi hangi kritere göre, nasıl bir karar vermeyi düşünürdünüz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bal…

ŞENOL BAL (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, sonuna geldik kanun teklifi görüşmelerinin.

Neticede şunu sormak istiyorum kısaca: Vicdanınız rahat mı? Türk milleti için uygun bir kanun teklifini kabul mü ediyoruz? Bunu cevaplamanızı istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, Sakarya olaylarıyla ilgili İçişleri Bakanlığı ve Sakarya Valiliği ve Başsavcılığından geniş bir bilgi aldıktan sonra Sayın Korkmaz’ın sorusuna yazılı cevap vereceğim.

301’inci maddeyle ilgili açıklamalarım arasında bir zıtlık olduğundan bahsedildi. Ben 301’inci maddede bir değişiklik yapılması konusunu sürekli gündeme getirmiş, Bakanlığımca bu konuda çalışmalar yapıldığını ve bir taslak hazırlandığını defalarca ifade etmiştim. Kuşkusuz, şu anda görüşmekte olduğumuz teklifin de oluşumuna Bakanlık olarak katkıda bulunduğumuzu Komisyonda ifade etmiştim.

Daha önce maddenin tamamen ortadan kaldırılmasıyla ilgili bir soruda, tamamen kaldırılmasına katılmadığımı ancak değişiklik yapılabileceğini ifade etmiştim. Bunu daha önce de bir soru üzerine tekrar dile getirmiştim. Dolayısıyla benim açıklamalarım arasında bir çelişki yok.

“Anayasa’daki ‘Türklük’ ifadesini, ‘Türk Milleti’ ifadelerini kaldıracak mısınız?” Böyle bir düşüncemiz asla olamaz. Zaten, bir ara demiştim ki: “Türklüğü, Türk milletini ve korunması gereken değerlerimizi korumak için Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi tek bir madde değildir. Üstün hukuk normu olan Anayasa zaten bizim değerlerimizi koruyan, nasıl bir millet olduğumuzu, hangi unsurlardan oluştuğumuzu ifade eden üstün hukuk normu Anayasa’dır.” Dolayısıyla, Anayasa varken değerlerimizin korumasız kaldığını söylemenin isabetli olmadığını daha önce de bir iki defa ifade etmiştim.

Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Başkanı diye bir isimden bahsediliyor, şu anda Çanakkale’de gizli bir gezi yaptığı ifade ediliyor. Doğrusu, böyle bir gezi var mı, hangi amaçla gelmiştir, bu konuyla ilgili detaylı bir bilgiye sahip değilim. Yani Avrupa Birliğinden, zaman zaman Konseyden de Avrupa Parlamentosundan da üyeler gelirler Türkiye’ye. Eğer görevli olarak gelmişlerse, bir çalışma yapmaları gerekiyorsa yaparlar ve dönerler. Ancak mutlaka bu tür şahısların ülkemize gelmeleri hâlinde yetkili birimlerin ve özellikle Dışişlerimizin mutlaka malumatı vardır. Dolayısıyla, daha önce de çeşitli defalar Avrupa Birliği bağlamında kişiler Türkiye’ye gelmişlerdir. Eğer, bu kişinin Bozcaada ve o çevrede yapacağı birtakım çalışmalar ve hazırlayacağı raporlarla ilgili, ülkemiz aleyhine oluşabilecek bir sonuç ortaya çıkarsa, kuşkusuz ki, bununla ilgili Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak üstümüze düşeni yaparız. Bu konuyla ilgili derinlemesine bir bilgi sahibi değilim.

Sayın Yalçın dediler ki: “İşte, bu yasa yürürlüğe girdikten sonra, şu anda derdest olan dosyalar ne olacak?” Bilindiği gibi, ceza hukukunda lehe olan düzenlemeler geriye yürüyeceği için bu dosyalar yeniden ele alınır. “Peki, sizin önünüze gelirse ne karar vereceksiniz?” dediniz. Önüme gelsin, bir inceleriz. Tabii ki, Adalet Bakanlığı bu konuda son derece tecrübelidir. Şu anda, zaten bazı maddelerinde Adalet Bakanlığı bu izin yetkisini kullanmaktadır. Zaten, uzun süredir de kullanmıştır, 2005’e kadar. Bu konuda tecrübelidir. O bakımdan, bu tecrübeleri ışığında bu dosyalarla ilgili gerekli çalışmaları yapacaktır.

Sayın Bal, “Vicdanınız rahat mı?” dedi. Böyle bir değişikliğin korunması gereken değerlerimizi korumaktan vazgeçme anlamına ve onları korumasız bırakma anlamına bir değişiklik olmadığını çok iyi bildiğim için hiçbir rahatsızlık duymuyorum. Vicdanım da son derece rahattır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 215 sıra sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 3. maddesinin Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

 

Osman Ertuğrul

Metin Çobanoğlu

 

Aksaray

Kırşehir

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Biz de katılamıyoruz efendim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerekçeyi okuyun efendim.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Kanunun ilgi Bakanlığı tarafından yürütülmesi daha uygun olacağı düşüncesiyle.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teklifin tümünü oylarınıza sunmadan önce İç Tüzük’ün 86’ncı maddesine göre, ihsası rey durumunda olan, aleyhte konuşma talep eden Ordu Milletvekili Sayın Rahmi Güner.

Buyurun Sayın Güner. (CHP sıralarından alkışlar)

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi üzerinde yapılan değişiklik hususunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun son sözlerini ve görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım.

Değerli arkadaşlarım, Parlamento açıldığından beri devamlı bize Avrupa’nın, Avrupa Birliğinin dayatması şeklinde hep kanunlar geldi. Bunlardan bir tanesi Vakıflar Yasası’ydı. Son, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye sunmuş olduğu raporda ekümenlik sisteminin nasıl kurulacağını ve ayrıca azınlık vakıflarının mallarının nasıl devredileceğini hatta üçüncü şahıslara devredilmiş olan malların da nasıl, ne şekilde geri alınacağı şeklinde yazılar içermektedir.

Değerli arkadaşlarım, 301’inci madde -baştan beri söyleniyor- efendim, ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir madde olduğu şeklinde söyleniyor. Şimdi, arkadaşlar, bu konuda hâlen Yargıtay Başkanı Sayın Gerçeker, TCK 301 maddesinin ifade özgürlüğünü kısıtlamadığını açıkça belirtmiş. Bağımsız mahkemenin, en yüksek mahkememizin Başkanı ve aynı zamanda 9. Ceza Dairesinin Başkanı. Bütün bu esas mahkeme tarafından verilen kararlar Yargıtayın 9. Ceza Dairesine gidiyor. Bu konuda da 9. Ceza Dairesi üyesinin bize sunmuş olduğu bir rapor var. İçinde çok az -birkaç tane- davadan bir mahkûmiyet durumu var, birçokları hep bozulmuş.

Şimdi burada söylendi, dendi ki: Türkiye’de “Türkiye Cumhuriyeti”, “Türk milleti”, bir de “Türk” kavramları dile getirildi. Anayasa’mızın 66’ncı maddesinde açıkça “Türk” kelimesi geçmektedir. Burada  “Türk” kelimesi belli bir etnik yahut da belli bir kelime anlamında kullanılıyor ama Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman “Türk” kelimesi, içinde birçok etnik grupları barındıran ve bunu ifade eden bir kelimedir esasında.

Değerli arkadaşlarım, hukukta “tip” diye bir husus vardır, suçların ceza maddesine uygunluğu. Şimdi, Türkiye'nin başında bela olan, bütün dünya parlamentolarının kendilerini ilgilendirmediği hâlde aldıkları bir karar var, soykırım yasası, efendim, Ermenilere Türklerin soykırım yaptığı şeklinde. Bu, devamlı gündeme gelen bir husus. Fransa “Soykırım yok.” dendiği zaman, bunu cezalandırmaya dair bir kanun çıkarmış. İsviçre’de uygulamalar var. Avrupa’nın birçok ülkesinde de bu gündeme gelmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’ye, yarın sempozyumlar düzenlenecek, paneller düzenlenecek. “Türkler Ermeni soykırımı yapmıştır.” şeklinde bir ifade kullanıldığı zaman, 301’inci maddenin tatbik olanağı yoktur. Çünkü biz 301’inci maddede “Türk Milleti” şeklinde bir ifade kullanıyoruz. Soykırım iddiası, Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce iddia edilen bir husustur. O zaman, Osmanlı Devleti’nde “Türk milleti” diye bir kavram yoktur ancak cumhuriyetten sonra “Türk milleti” kavramı gelmiştir. Dolayısıyla, Türkler hakkında “Türkler soykırım yaptı.” şeklindeki bir şeyin suç teşkil edeceğine inanmıyorum.

Sayın milletvekilleri, bundan üç dört gün önce Ermenistan’da bir yürüyüş oldu. Türk Bayrağı’nı yaktılar ve ayak altında çiğnedi binlerce kişi. Hangi tepki oldu? Avrupa’dan bir tepki var mı? Türkiye’de bir tepki var mı değerli arkadaşlarım?

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Hükûmetten var, Hükûmetten…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) RAHMİ GÜNER (Devamla) – Var mı?

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Cumhurbaşkanı...

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

RAHMİ GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, biz kendi bağımsızlığımızı, kendi özgürlüğümüzü, egemenliğimizi koruyamayacak bir duruma mı geldik?

Değerli arkadaşlar, sesimiz çıkmıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, özgürlüğünü, kuruluş felsefesini koruyacak kanunları da biz değiştirmeye uğraşıyoruz. Avrupa’ya gidiyor Sayın Başbakan ve Türkiye’ye geliyor Barroso, diyor ki “Bu kanun maddesini değiştirin.” Ama Avrupa’nın her ülkesinde bu madde var. Buna kimse ses çıkarmıyor.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa’nın, Yugoslavya devleti diye bir devleti dağıttığını, parçaladığını unutmayın. Aynı oyun Türkiye üzerinde oynanıyor: Lozan kalkacak, Sevr gelecek. Bu aynı uygulama bizim üzerimizde oynanıyor. Bunu unutmamak lazım ve bu konuda çok duyarlı olmak lazım.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bütün bu duyarlılık içinde bu maddenin değiştirilmemesini istiyoruz.

Ayrıca, verdiğimiz önergede de şunu da belirttik…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ GÜNER (Devamla) – Yürütme organının yargıya müdahalesini istemiyoruz. Burada ancak, bu konuda izin alma durumu varsa, kovuşturma açılıp açılmama durumu varsa ona da suçun işlendiği yerdeki ağır ceza mahkemesi başsavcısının karar vermesini istiyoruz.

Bu kanun teklifine ret oyu vereceğiz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından “Ordu seninle gurur duyuyor” sesleri)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güner.

RAHMİ GÜNER (Devamla) – Evet, Ordu gurur duyar. İstiklal Muharebesini, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın silahlarını benim akrabalarım…(AK Parti sıralarından gürültüler) Bunu öğrenin, bunu da öğrenin.

BAŞKAN – Sayın Güner, Sayın Güner…

RAHMİ GÜNER (Devamla) – Evet, Ordu gurur duyuyor… Neden?

BAŞKAN – Sayın Güner…

RAHMİ GÜNER (Devamla) - Evet, ben de gurur duyuyorum efendim. “Çılgın Türkler”i okuyun. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Güner, lütfen yerinize oturur musunuz.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Yani Ordu’ya da laf etmeye hakkınız yok. “Çılgın Türkler”i okuyun.

BAŞKAN – Teklifin lehinde söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi Kaynak.

Buyurun Sayın Kaynak. (AK Parti sıralarından alkışlar)

OSMAN ERTUĞRUL (Aksaray) – Kahramanmaraş’a nasıl gideceksin?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri lütfen.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Birlikte gideriz.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaynak.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, çalışmamızın sonuna geldik. Birçok kez tekrar edildi, bir kez daha, Kanun’da değiştirdiğimiz, değiştirilmesini teklif ettiğimiz ibarelerden “Türk milleti” ve “Türkiye Cumhuriyeti devleti” ibaresinin, 301’inci maddenin koruduğu değerler bakımından, devletin egemenlik unsurlarını koruduğunu; yasama, yürütme, yargı organlarının, egemenlik yetkisini kullanan bu organların yetkilerini Anayasa’mızın 6’ncı maddesinde kaynağını bulan “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” ifadesinde bulduğunu; dolayısıyla devletin insan unsuru olan “millet”in kanunun kapsamı içerisine alınması gerektiğini izah ettim.

Burada soruldu “Türklük kavramından niye rahatsız oluyorsunuz?” Biz, hiç birimiz “Türklük” kavramından rahatsız olmuyoruz. Türk anadan, Türk babadan doğmuş olmak, aksine bana şahsen onur da veriyor. Ancak “Türk milleti” kavramından birilerinin niye rahatsız olduğunu da hakikaten gece boyu anlayamadım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bizim bu yasa değişikliğindeki amacımızın, ceza hukukunun evrensel prensiplerinden olan “suçta kanunilik ve belirlilik ilkesi” gereğince, Yargıtayın anladığı, yargının uyguladığı “Türk milleti” kavramını bizzat kanuna dercetmek olduğunu ifade ettik.

Biz inanıyoruz ki “Türk milleti” kavramı zaten “Türklük” kavramını da ihtiva eder; “Türkiye Cumhuriyeti devleti” kavramı da zaten “cumhuriyet” kavramını da ifade eder. Cumhuriyetimizin temel niteliği insan haklarına dayalı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Bunların zedelenmesine hiç kimsenin gücü yetmez, hiçbirimizin rızası olmaz, hiçbirimizin oyu olmaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ben sözlerimi tamamlarken siyaset yapmamızın en önemli sebebini oluşturan, burada bulunmamızın en önemli sebebini oluşturan ilkemizi, Sayın Başbakanımızın, Sayın Genel Başkanımızın sık sık vurguladığı ilkemizi de bir kez daha buradan ifade ederek huzurlarınızdan ayrılacağım. Evet, bizim ilkemiz, “Tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet.” [AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından alkışlar (!)]

Hepinize saygılar sunuyorum, hayırlı sabahlar diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaynak.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Açık oylama istiyoruz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, teklifin tümünün oylanmasının açık oylama şeklinde yapılmasına dair bir istem vardır.

Şimdi, istem sahibi sayın milletvekillerinin adlarını tespit edeceğim: Sayın Şandır, Sayın Çakır, Sayın Vural, Sayın Korkmaz, Sayın Şenol Bal, Sayın Atılgan, Sayın Tanrıkulu, Sayın Yalçın, Sayın Özdemir, Sayın Çelik, Sayın Durmuş, Sayın Taner, Sayın Serdaroğlu, Sayın Varlı, Sayın Yunusoğlu, Sayın Akcan, Sayın İnan, Sayın Ertuğrul, Sayın Uslu, Sayın Paksoy, Sayın Faruk Bal, Sayın Cengiz.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince açık oylama elektronik cihazla yapılacaktır.

Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – 215 sıra sayılı Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi’nin tümünün açık oylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı

: 315

Kabul

: 250

Ret

: 65 (x)

Böylece, teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Alınan karar gereğince kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 30 Nisan 2008 Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 04.35

 

 

                                

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.