DÖNEM: 23                            CİLT: 15                    YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

71’inci Birleşim

28 Şubat 2008 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - YOKLAMA

III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, esnaf ve sanatkârların sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunun işlevine ve önemine ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Mısır Halk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanının davetine istinaden, Mısır’a resmî bir ziyarette bulunacak olan TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan heyeti belirlemek üzere, siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık Tezkeresi (3/287)

2.- Kosova Cumhuriyeti ve Birleşik Arap Emirlikleri Parlamentoları ile TBMM arasında parlamentolararası dostluk grubu kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/288)

 

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Genel Kurulun 28/2/2008 Perşembe günkü birleşiminde 72 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483) (S. Sayısı: 95)

2.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/498) (S. Sayısı: 110)

3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72)

 

VIII.- OYLAMALAR

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın oylaması

 

 

IX.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazılı Sorular ve Cevapları

1.- Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, Adalet ve Kalkınma Partisi aylık yayın organında bazı kamu kurumlarının reklam ve tanıtım metinlerinin yer almasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/1643)

* Ek Cevap

2.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Filyos Vadi Projesi kapsamındaki imar çalışmalarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak’ın cevabı (7/1734)

3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, vergi incelemelerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/1839)

 

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak üç oturum yaptı.

 

Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemeye,

Isparta Milletvekili S. Nevzat Korkmaz, Sümer Halının özelleştirme kapsamına alınmasına,

Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, yurt dışı gezilerinde vatandaşlarımızın karşılaştığı vize sorununa,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Ankara Milletvekili Tekin Bingöl ve 19 milletvekilinin, özel dershanelerin eğitim sistemindeki yerinin araştırılması (10/136),

İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 25 milletvekilinin, kredi kartları ve bireysel krediler alanlarındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/137),

Amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler” kısmının 97’nci sırasında yer alan (10/123) esas nolu kapatılması söz konusu olan belediyeler başta olmak üzere il ve ilçe merkezi olmayan belediyelerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesine dair Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin 27/02/2008 Çarşamba günü yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın (1/483) (S. Sayısı: 95) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi

2’nci sırasında bulunan, Uzman Jandarma Kanununda Değişiklik Yapılmasına (1/451) (S. Sayısı: 91),

3’üncü sırasında bulunan, 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına (1/502) (S. Sayısı: 108),

Dair Kanun Tasarılarının, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

 

4’üncü sırasında bulunan, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/498) (S. Sayısı: 110) tümü üzerinde bir süre görüşüldü.

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün konuşmasında partisine,

Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan, Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan’ın konuşmasında 57’nci Hükûmete,

Sataştıkları iddiasıyla birer konuşma yaptılar.

 

28 Şubat 2008 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 20.00’de son verildi.

 

 

 

Şükran Güldal MUMCU

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Fatoş GÜRKAN

 

Harun TÜFEKCİ

 

Adana

 

Konya

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

 

 

Bursa

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

 28 Şubat 2008 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşimini açıyorum.

II. - YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, esnaf ve sanatkârların sorunları hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’a aittir.

Buyurun Sayın Topuz. (CHP sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, esnaf ve sanatkârların sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı

FEVZİ TOPUZ (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esnaf ve sanatkârlarımızın sorunlarına ilişkin görüşlerimi açıklamak üzere gündem dışı söz aldım. Bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde perakende sektöründe hızlı ve kontrolsüz değişimler yaşanmaktadır. Kuralsızca sürdürülen bu haksız rekabet, ekonomik ve sosyal yaşamı da ne yazık ki olumsuz etkilemektedir. Esnafımızın ve sanatkârlarımızın, yabancı sermayenin ülkemizde yatırım ve üretim yapmadan salt düşük maliyetlerle ithal ettiği ürünlerle rekabet etme şansı yoktur. Yabancı sermayenin, ülkemizde yatırım ve istihdam yaratma yerine, kuralları konulmamış serbest piyasa koşullarında vatandaşın cebindeki paraya uzanma ve piyasaya hâkim olma gayretleri artık görülmelidir. Hipermarketler yasa tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisinden kaçıran AKP Hükûmeti, bu kuralsızlığa, kontrolsüzlüğe ve haksız rekabete çanak tutmakta, bundan rant sağlayan belli kesim ve iş birlikçilerine destek olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde yapmış olduğu konuşmasında, yurdun bağımsızlığının korunması için yerli malların üretilmesi ve kullanılmasının önemini, dönemin Başbakanı merhum İsmet İnönü’nün 12 Aralık 1929 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapmış olduğu konuşmasında, ulusal ekonominin yerli malı kullanmasının önemini ve tutumlu olmanın zorunluluğunu ortaya koyması boşuna değildir.

Birinci ve İkinci Kalkınma Planları’nda kalkınma planının amacı, ham maddesinin Türkiye’de olmasına karşın dışarıdan ithal etmek zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamak olarak vurgulanmıştır. Bugün, Anayasa’nın 173’üncü maddesinde devletin esnaf ve sanatkârları koruyucu ve destekleyici tedbirler almakla yükümlü tutulması da boşuna değildir.

Değerli milletvekilleri, yerli kaynak ve yerli girdi olanaklarımız var iken ithal girdi kullanmak, hem dışa bağımlı olmayı getirmekte hem de ülkemizdeki üreticilerin üretim ve istihdamlarının azalmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, ithal edilen ve satın alınan her mal ülkemizdeki işsiz insanlar yerine malın geldiği ülkenin insanlarına iş imkânı yaratmaktadır. Bugün, altmış üç iş kolu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve kepenk indiren 650 bin esnaf bakkallarını kapatmışlardır. Şöyle örnek olarak sıralamak istersek, Muğla ilinde -kendi bölgemde- Milas ilçemizde 500, Fethiye ilçemizde 398, Marmaris ilçemizde 720, Bodrum ilçemizde 214 esnaf ve sanatkâr iş yerlerini kapatmayla karşı karşıya kalmışlardır.

Yine, Ankara Ticaret Odasının verilerine göre, dört yıldan bu yana Ankara’da ortalama olarak yılda 5 bin civarında iş yeri kapanmaktadır. Yine, Ankara Ticaret Odasının başkentin en işlek 42 alışveriş ve ticaret merkezindeki toplam 4.046 iş yerinde yaptığı ekonomik anketlere göre, her 100 işletmeden yüzde 30’u işçi çıkarmaktadır. Yine, Ankara Ticaret Odasının ticaret sicil kayıtları ile Merkez Bankası verilerinden derlenen bilgilere göre yaptığı bir çalışmada ise, Türkiye ekonomisinin büyümesine rağmen derin ekonomik krizi yaşayan esnaf ve tüccarın haciz şoklarıyla sarsıldığı ortadadır.

Değerli milletvekilleri, başta kendileri olmak üzere, yanlarında çalıştırdıkları yüz binlerce kalfa ve çırağa olanak yaratan ve ülke ekonomisini ayakta tutan en önemli ögelerden biri olan esnaf ve sanatkârlarımız ne yazık ki zor günler geçirmektedir. Esnaf ve sanatkârlarımızın varlıklarını sürdürebilmesi, ülkenin katma değerine ve istihdama katkılarının devam edebilmesi iddiası da… Sanayi ve Ticaret Bakanının 23 Mayıs 2006 tarihinde İzmir’de yapmış olduğu açıklama önemlidir. Sayın Coşkun açıklamasında “Beklentilerinizi yerine getirememenin üzüntüsünü çekiyorum. Geçen yıl, bu yasa tasarısı güç odakları yüzünden geri çekilmek zorunda kalmıştır.” demiştir. Bu durumun kendisinin siyasetten çekilmesine neden olduğunu herkes bilmektedir. Yine, çok uluslu şirketlerle Sayın Başbakanın yapmış olduğu toplantıda, Metro Group CEO’sunun sırtını sıvazlayarak, hipermarketler yasasını çıkartmayacaklarının güvencesini ve müjdesini kendisine vermiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurunuz.

FEVZİ TOPUZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, 19 Şubat 2008 tarihinde, Başbakanın yapmış olduğu grup toplantısında “Artık dünyada sermayenin yerlisi yabancısı olmaz. Her zaman söylüyoruz, para bir cıva gibidir. Sermaye uygun limanı ve uygun zemini bulduğu yere kaçar, ister yerli ister yabancı olsun.” açıklamaları ülkemizdeki esnaf ve sanatkârlara ne kadar önem verdiği ve onlara ne kadar sahip çıktığının bir göstergesidir. Yine aynı şekilde, 24 Ocak tarihinde “Bakkal rekabet için önce camını temiz tutsun.” ifadeleri esnaflarımıza, bakkallarımıza hakareti manidardır.

Sayın Başbakana, Ulu Önder Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın zorlukları ortadan kalkmadan söylemiş olduğu sözü anımsatarak sözlerimi tamamlamak istiyorum: “Askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmazsa, kazanılacak zaferler yaşayamaz, kısa zamanda söner.”

Değerli arkadaşlarım, her gün binlerce esnaf kepenk kapatırken, evine ekmek götüremez iken milletvekili maaşlarının artırılmasını sosyal güvenlik yasa tasarısı içerisine sıkıştırmaya çalışan AKP temsilcileri bu girişimin AKP Hükûmetinin bilgisi içinde olup olmadığını bu kürsüden yanıtlamalıdır.

Değerli arkadaşlar, bugün esnafların durumunu pembe tablolar içerisinde gösteren AKP Hükûmetinin… Her gün basınımızda “Esnaf kan ağlıyor.” manşetleriyle çıkıyor. Yine bugün Ankara gazetelerinde, ulusal bir gazetede taksici esnafının durumunu gösteren durum ortadadır. Taksiciler işsizlikten sıra bekleyen konuma gelmiştir.

Değerli arkadaşlarım, esnaflarımıza sahip çıkmadan, üreticiye sahip çıkmadan, onların sorunlarıyla ilgilenmeden burada çıkacak yasa tasarılarının hiç önemi yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Topuz…

FEVZİ TOPUZ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ülkenin esnafının, sanatkârlarının, kaynaklarının, ürünlerinin ve tüketicisinin haklarını ve çıkarlarını koruyacak yasal düzenlemelerin bir an önce Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesini diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Topuz.

Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Zafer Çağlayan cevap verecektir.

Sayın Bakan, buyurunuz.(AK Parti sıralarından alkışlar)

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi en samimi duygularımla selamlıyorum.

CHP Muğla Milletvekili Sayın Fevzi Topuz’un gündem dışı konuşmasında esnaf ve sanatkârların sorunlarına ilişkin olarak gündeme getirmiş olduğu konulara cevap vermek üzere huzurlarınızdayım.

Evet, öncelikle Bakanlığıma bağlı bulunan esnaf ve sanatkârlarla ilgili yapılmış olan çalışmadan, birkaç tespitimi ve Sayın Milletvekilimizin dile getirmiş olduğu birkaç hususta ben de sizlere görüşlerimi aktarmak istiyorum.

Efendim, öncelikle şunu ifade etmemiz lazım ki, esnaf ve sanatkâr cumhuriyet tarihinde en fazla ilgiyi, en fazla desteği, en fazla alakayı 2002-2007 döneminde 58 ve 59’uncu AK Parti Hükûmetleri döneminde görmüştür. Bunu, tabii, laf olsun diye söylemiyorum, bunu rakamlar söylüyor. Mehmet Ali Bey, siz de bunu bilirsiniz, rakamlar söylüyor. (CHP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Onun için perişan oldular.

ATİLA EMEK (Antalya) – Nasıl itham ediyorsunuz?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Efendim, bir dinleyin, önce bir dinleyin Sayın Milletvekilim.

ATİLA EMEK (Antalya) – Öyle bir şey olur mu Sayın Bakan! Cumhuriyet dönemindeki bütün hükûmetler görev yapmıştır.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Milletvekilim, önce bir dinleyin. Bakın, önce bir dinlemeyi öğrenin.

ATİLA EMEK (Antalya) – Görev yapmamış olur mu?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Önce bir dinleyin. Bakın, dinlemek de bir…

ATİLA EMEK (Antalya) – Bütün hükûmetler görev yapmıştır.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, 2002-2007 döneminde, AK Parti Hükûmetlerinin yapmış olduğu çalışmaları ben şimdi söyleyeceğim, arkadaşların buna verecek cevaplarının ne olduğunu da gerçekten merak ediyorum.

Değerli arkadaşlar, ben, sizler gibi esnaflığı, sizler gibi sanayiciliği kitaptan defterden öğrenmedim. Ben, sanayiciliği, esnaflığı bizzat yaşamış bir insanım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Biz de içinde yaşadık Sayın Bakan, biz de!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bu konuda benimle konuşurken dikkatli konuşun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Esnaf, sanayici bize geliyordu sizden önce.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Efendim, 2002 yılında, Türkiye’de…

OKTAY VURAL (İzmir) – Siz milletin mi vekilisiniz, sanayicinin mi?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – …özellikle 2001 kriziyle beraber esnaflar kepenk kapattı.

ATİLA EMEK (Antalya) – Ankara’da esnafı dolaşalım…

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Başkanım, lütfen sükûneti getirir misiniz.

BAŞKAN – Lütfen sakin dinleyiniz sayın milletvekilleri.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bu şekilde bir usul varsa konuşayım.

ATİLA EMEK (Antalya) – Öyle bir iddiayı ortaya koyuyorsunuz, Ankara’da esnafı birlikte dolaşalım.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayınız ve lütfen sakin dinleyiniz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Dün dündür, bugün bugündür galiba.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, tabii, bu gelişimi hazmetmek bazen zordur ama hazmedeceğiz, başka çaresi yok. (AK Parti sıralarından alkışlar) Rakamlar ortada, miktarlar ortada. 2001 senesinde, esnafın kepenk kapatıp sokaklarda yürüdüğü günleri hatırlıyor musunuz? Hatırlıyorsunuz.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Şu anda da yürür esasında.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, 2002 senesinde, Türkiye’de esnafa verilen kredi, değerli arkadaşlar, 5 bin YTL idi. İsterseniz, rakamı biraz zenginleştireyim, 5 milyar TL idi.

OKTAY VURAL (İzmir) – “2002 yılında alınan ekonomik reformlar olmasaydı bu Hükûmet yapamazdı.” diyen sen değil miydin?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Ve 2002 senesinde esnafa verilen, toplam esnafa verilen kredi toplamı 153 milyon YTL idi. Aksini söyleyen varsa bunun aksini söylesin bana. 153 milyon YTL, esnafa toplam destek verilirken… (CHP sıralarından gürültüler)

OKTAY VURAL (İzmir) – “57’nci Hükûmette yapısal reformlar olmasaydı olmazdı” diyen sen değil miydin?

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Sayın Bakan, zor duruma düşen esnaf kredi kullanır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen konuşmacıyı sakin bir şekilde dinleyiniz.

Buyurunuz Sayın Çağlayan.(MHP sıralarından gürültüler)

Sayın milletvekilleri, lütfen sakin bir şekilde dinleyiniz.

Buyurunuz efendim.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Başkanım, ya arkadaşlar konuşsun ya ben konuşayım.

BAŞKAN – Buyurunuz, konuşunuz Sayın Çağlayan.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, yine, 2002 yılında, bu 5 bin YTL olarak verilen kredilerin faizlerini hatırlıyor musunuz? Beş sene geçti ama belki içinizde hatırlayanınız vardır. Yüzde 59, yüzde 49 faizlerle kredi veriliyordu ve toplam verilen kredinin toplamı 153 milyon YTL’ydi.

OKTAY VURAL (İzmir) – Enflasyon kaçtı?

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Enflasyonu kim indirdi?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Dolayısıyla, o tarihte en fazla 50 bin YTL, 50 bin kişiye kredi veriliyordu.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sen milleti borçlandırmaktan keyif alıyorsun.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Şimdi, bugün, 2007 yılına geldiğimiz zaman, bakın -bu, TESK’in kendi teyididir, bütün rakamlarda vardır- esnafa verilen kredi bugün…

OKTAY VURAL (İzmir) – Millet keyfinden mi borçlanıyor?

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Aldığı krediyi ödüyordu esnaf o zaman, ama şimdi ödeyemiyor.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – 35 bin, 50 bin YTL’ye çıkmıştır, 10 katına yükselmiştir, beş yılda 10 katına yükselmiştir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Milleti borçlandırdınız.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, beş yıl önce 50 bin esnaf kredi alırken bugün 752 bin esnafımız kredi almaktadır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bir bankanın kârı 2,5 katrilyon ya!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – 17 katına çıkmıştır. Beş yıl önce 153 milyon YTL esnafa toplam kredi hacmi kullandırılırken, bugün bu rakam 2,7 milyar YTL’ye, 2,7 katrilyona çıkmıştır.

TAYFUR SÜNER (Antalya) – Esnaflar yalan söylüyor o zaman!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bunlar cumhuriyet tarihinin ilki değil de nedir, ben size soruyorum arkadaşlar Allah aşkına! (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Dolayısıyla söylediklerimizi çok önemli ve çok ciddi bir şekilde söylemek zorundayız.

OKTAY VURAL (İzmir) – Esnaf dinliyor sizi, esnaf dinliyor.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Şunu söylüyorum: Diyorum ki, değerli arkadaşlar, bakın…

OKTAY VURAL (İzmir) – Tekstil sanayicisi dinliyor sizi.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Esnafla ilgili yapılan çalışmalar çok net ortaya çıkmıştır. Zaman zaman bazı arkadaşlarımız ortaya çıkarak, efendim, “Şu kadar esnaf kapandı, şu kadar bakkal kapandı.”

OKTAY VURAL (İzmir) – Tatile gönderdiniz onları, öyle mi?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Doğru, esnaf da kapanıyor, bakkal da kapanıyor.

OKTAY VURAL (İzmir) –  Darısı başınıza.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Ancak, biz meselelere iki gözümüzle bakmak zorundayız. Yani sadece kalkıp kapanan bazında bakarsak, peki açılanı kim söyleyecek?

SAFFET KAYA (Ardahan) – Çok doğru.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Ankara Ticaret Odasının verileri… En sağlam veri, benim Bakanlığımdaki veri, çünkü benim Bakanlığıma bağlı e-esnaf sicil belgesinde 1 milyon 861 bin esnafın kayıtlarını ben on-line ortamda dakika dakika izliyorum.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Nüfus artıyor.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Dolayısıyla bu konuda kaç esnafın kapandığını, kaç tanesinin kapandığını söyleyeyim de hiç olmazsa ona göre arkadaşlarımız en azından bilgi sahibi olsunlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Bakan, o rakamlar kapatılan esnafın rakamları, iflas edenin değil. Ben biliyorum rakamları.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, esnaf sayısı itibarıyla söylenen şu: Efendim, deniliyor ki, kapanan sayısına baktığımız zaman 2002 yılında 123.393 açılan esnaf var, kapanan 117.600.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Bir gidin sokağa görün, bir çarşıya gidin! Gidebiliyorsanız gidin!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – 2003 yılında 141.291 açılan var, kapanan 104.400. 2004 yılında 146 bin açılan var, kapanan 92 bin -rakamları yuvarlatıyorum- toplamına geldiğimiz zaman, 2002-2007 arasında toplam 625.693 esnafımız kapanmış, doğru. Ama bunun karşılığında 1 milyon 27 bin 774 yeni esnaf da açılmış. Kapananların bir kısmı da 2005 yılında çıkarılmış olan Esnaf Kanunu’nda yapılan düzenlemeye göre olan kapatımlardır. Bir kısmı ölümdür, bir kısmı mesleği bırakmıştır.

Şimdi, dönelim gelelim bakkal meselesine. Evet, bakkal konusu da fazlasıyla speküle edilen bir konudur.

Değerli arkadaşlar, bakkal rakamlarına bakıyorum, açılan kapanan bakkal rakamlarına: 2003 yılında kapanan bakkal sayısı 8.978, açılan bakkal sayısı 14.780. 2004 yılını örnek veriyorum size: Kapanan bakkal sayısı 8.448, açılan bakkal sayısı 14.451. Zamanınızı almak istemiyorum.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Bakan, şöyle düzeltirseniz doğru olur: Bakın, “Sicilden kayıt sildiren” derseniz doğru olur.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - 2003-2007 arasına baktığımız zaman, kapanan bakkal sayısı 61 bin, açılan bakkal sayısı ise 79.260. Yani, şunu çok net bilin: Türkiye’de kapanan her 77 bakkala karşılık 100 yeni bakkal açılmıştır.

Şimdi, bilmemiz gereken bir şey var: Türkiye çok önemli bir değişim ve dönüşümden geçiyor, dünya ekonomisi çok önemli bir değişim ve dönüşümden geçiyor. Böyle bir ortamda, tabii ki, bütün işletmelerimizin, bütün yapıların yeniden bu değişim ve dönüşüm sürecine ayak uydurması şarttır. Bunun karşısında duramazsınız. Eğer dünya ekonomisinin bir parçası iseniz, dünya ekonomisinde söz sahibi olmak istiyorsanız, dünya ekonomisine kayıtsız kalamayacağınıza göre, bu getirilmiş olan değişikliklerin hepsine de, dönüşüme de uymak mecburiyetindesiniz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Esnafı kapatacaksınız, sanayiciyi bitireceksiniz. Ofer, Oger açacak, devlet kapatacak.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Şimdi, bu noktada bakın size birkaç örnek vereceğim: Şimdi, bunları… Arkadaşlar, tekrar söylüyorum: Kitaptaki bilgilerle bu iş olmaz, bu iş yaşayarak, görerek, gezerek, esnafın içine girerek olur. (CHP sıralarından gürültüler)

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Esnaf yaşıyor, millet yaşıyor Sayın Bakan, biz yaşıyoruz.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Ben bunu yapıyorum yıllardır, benim yıllardır yaptığım iş bu. Ben yirmi yedi sene bu ülkede sanayicilik yaptım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Siteler’e gidelim Sayın Çağlayan.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Şimdi, bakın arkadaşlar, ekonominin iyiye gitmesiyle beraber, faizlerin düşmesiyle beraber, kişi başına millî gelirin artmasıyla beraber… Rakamları tekrar bir hatırlayalım, zaman zaman hatırlatmakta fayda var.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bakalım.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) -  2002 yılında Türkiye gayrisafi millî hasılası 181 milyar dolar.

OKTAY VURAL (İzmir) – Evet.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 2007 sonu itibarıyla Türkiye’nin gayrisafi millî hasılası, yani toplam cirosu 489 milyar dolar.

OKTAY VURAL (İzmir) – Borcun ne kadar?

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Kaç euro?  

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Türk lirasına çevirelim Sayın Bakan.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - 308 milyar dolar…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, Türk lirasına çevirerek konuşun.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Hepsine cevap vereyim. Bakın, şimdi, bunların hepsine çok rahat cevap vereceğim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Bakan…

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Anlatayım size. Acele etmeyin.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Bakan…

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Cevap vereyim efendim, acele etmeyin. Size söyleyeceğim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ya, artık TL çıktı TL! TL’ye çevirelim şunu Sayın Bakan.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gelin Türk lirasıyla konuşalım.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Grup Başkan Vekilim, bakın, her konuyu anlatayım size. Peki..

MEHMET ŞANDIR ( Mersin) – TL ile konuş, niye dolarla konuşuyorsun! (AK Parti ve MHP sıralarından gürültüler)

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Onların anlamaya niyeti yok. Anlamaya niyetleri yok.

Evet, şunu ifade edeyim, değerli arkadaşlar, bundan beş sene evvel… (AK Parti ve CHP Sıralarından gürültüler)

HASAN ANGI (Konya) – 100 lira toplayıp, 117 lira ödüyorduk…

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Angı...

…beş sene evvel ihracatımız 36 milyar dolar idi.

Değerli arkadaşlar, bakın, bugün sadece bir otomotiv sektörü 21 milyar dolar ihracat yapıyor. Deniliyor ki, efendim, otomobil ihracatında ithalat girdisi, fazlası… Arkadaşlar, bilmeyenlere tekrar bir adres göstereyim, Otomobil Sanayicileri Derneğinin İnternet sitesine girin, çok basit, çok kolay buraya girmek.

OKTAY VURAL (İzmir) – Nedir? Web sayfası ne?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Otomobil Sanayicileri Derneğinin İnternet sitesinde Türkiye’de 21 milyar dolarlık  otomotiv ihracatının ve yan sanayi ihracatının, her bir 100 dolarlık ihracatın 43 doları bugün ithalatta yapılmaya başlamış. Giderek ithalat girdisi azalıyor. Zaman zaman fikirlerimizi, bilgilerimizi güncellemekte fayda var.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yapmayın bunu, yapmayın!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Onun için de gelin bakın çok güzel nimetler var, on-line ortamda bunları görebilirsiniz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Rakamları bu kadar çarpıtmayın ya!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Şimdi bunları niye söylüyorum? Bakın bunlar, ekonomideki gelişmeler ve kredi faizlerinin yüzde 59’lardan bugün yüzde 20’ler seviyesine düşmüş olması son derece önemli.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ne imiş?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Yüzde 59, yüzde 49 faizle esnafa kredi verirken…

MUHARREM VARLI (Adana) – Enflasyon kaç, enflasyon?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – …o kredi faizini verenler bugün yüzde 13 faiz konusunda ne diyorlar, şaşıyorum.

MUHARREM VARLI (Adana) – Faiz kaç?

OKTAY VURAL (İzmir) – Esnafı, sanayiciyi borçlandırdık diye övünülür mü yani! 

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Ve özellikle banka kredilerinin azalması…

OKTAY VURAL (İzmir) – Milleti ipotekli gelire döndürdünüz! Hayatı ipotekli!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – …bankaların, tefecilerin elinden esnafın kurtulmasıyla beraber. değerli arkadaşlar, bakın, bugün gelmiş olduğumuz ortamda…

OKTAY VURAL (İzmir) – “Borç alan emir alır.” demişti Başbakanınız. Nereden emir alıyorsunuz?

 SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – …Türkiye’de yaklaşık 400 bin araç satılıyor her sene. 400 bin aracın satıldığı ortamda…

OKTAY VURAL (İzmir) – Nereden emir alıyorsunuz?

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Milletten.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – …çok net ifade edeyim, otomobiller sıfır kilometre ve bu otomobillerin büyük bir çoğunluğu, yüzde 100’e yakını beş yıllık ücretsiz bakım garantisiyle satılıyor. İçinizde sıfır otomobil alan var mı beş sene içinde? Bunu çok yakın bir şekilde görmüştür.

Şimdi ben seçim zamanı Nallıhan’a gittim, Nallıhan’da 3 oto elektrik ustası yan yana. “İşleriniz nasıl?” dedim. “İşlerimiz yok.” dediler. Yani beklediğim bir cevaptı.

Şimdi, değerli arkadaşlar, sıfır otomobilin ülkede satıldığı ve bunların beş yıllık ücretsiz bakım garantisiyle satıldığı bir ortamda bu insanlar tabii ki oradaki oto sanatkârı esnafının yeniden çalışmasını gözden geçirmesi gerekiyor. Bizim oto sanatkârlarımız da bir araya gelerek, kaportacısının, boyacısının, mekanikçisinin, egzozcusunun bir araya gelerek belli şekilde yapılar oluşturması lazım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sanayici batıyor Sayın Bakan!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Bakın, bu konuda KOSGEB olarak, bu konuda Bakanlık olarak, bununla ilgili çalışma yapıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bakın, tekrar söyleyeyim…

OKTAY VURAL (İzmir) – Sizin, AKP’nin değil, sanayicinin dertlerini dile getirmeniz lazım. 

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Sayın Başkanım, yani bu şekilde… Ben cevap verebilirim arkadaşlara ama Genel Kurulun adabına uymayacağı kanaatindeyim.

BAŞKAN – Siz konuşmanıza devam edin Sayın Çağlayan.

Buyurunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Siz devam edin, Başkan takip ediyor. Başkanlık görevini siz yapmayın, Başkan gereğini yapar.

ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Yapmıyor canım!

BAŞKAN – Buyurunuz, konuşmanıza devam ediniz Sayın Çağlayan.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) -  Ve bakın, şunu ifade edeyim…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Başkan gereğini yapar. Siz buyurun!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen konuşmacıyı biraz daha sakin dinleyiniz.

Buyurunuz Sayın Çağlayan, devam ediniz. 

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, bakın, tekrar söylüyorum: Lütfen dinlemeyi bilelim, bilmiyorsak öğrenelim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ama doğru bilgileri verin!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Öğrendiklerimiz yanlışsa yenisini öğrenelim, doğrusunu öğrenelim. Bu konuda isterseniz bununla ilgili Bakanlığımızın İnternet sitesine girin hepsini görürsünüz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Defteri ben vereyim Sayın Bakan, burada, sizin günah defteriniz burada!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Efendim, netice itibarıyla, gelmiş olduğumuz ortam şu: Evet, Türkiye ekonomisi çok güçlü, Türkiye ekonomisi son derece dinamik ve dünyadan doğrudan yabancı sermayenin sürekli gelmiş olduğu bir ülkedir.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hangi bedelle geliyor?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bugün, Türkiye, 2007 sonu itibarıyla, 22 milyar dolar –yine cumhuriyet tarihinde bir ilktir bu- doğrudan yabancı sermaye almıştır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Hangi bedeli alarak yabancı sermaye geliyor?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Doğrudan yabancı sermaye, bu ülkenin geleceğine, siyasi istikrarına, ekonomik istikrarına güvendiği ve bildiği için bu ülkeye geliyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ne kadar istihdam getirmiş?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - 22 milyar dolarlık yabancı sermaye, Türkiye açısından, Türkiye'nin siyasi istikrarının ve ekonomik istikrarının son derece artırılması noktasında önemlidir.

OKTAY VURAL (İzmir) – İstihdam ne kadar getirdi?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - İstihdam konusunda da, değerli arkadaşlar, ben bu konuda gerçekten ders verebilirim. Bakın, tekrar söylüyorum, benim kadar istihdam konusunu Türkiye’de gündeme getiren, çözüm önerisini geliştiren başka biri varsa, tartışmaya da hazırım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Onun için çözülmedi Sayın Bakan!

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Norveç’e kaç kişi müracaat etti?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - İstihdam konusunda neler yapılacağını, ne yapacağımızı çok net bilmekte fayda var. (AKP sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Sanayi Odası Başkanı iken öyleydiniz, AKP  olunca unuttunuz!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Bakın, tekrar söylüyorum: Değerli arkadaşlar, bu konularda, eğer dinlerseniz, bakın eğer dinlerseniz, hakikaten bir şeyler öğrenebilirsiniz diye düşünüyorum çünkü fayda var. Yani en azından yanlış bilgiler varsa, yanlış bilgileri düzeltelim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Öyle mi?

OKTAY VURAL (İzmir) – Elhamdülillah!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şunu çok net ifade edeyim: Siz bakmayın birilerinin “efendim, esnaf kapandı.” Doğru, kapanıyor ama biraz evvel rakamları verdim yani 100 yeni açılan var, 77 kapanan var. Bu son derece doğaldır serbest piyasa ekonomilerinde.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Toplamı söyleyin!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Bunlar tabii ki olacaktır. Bunların sebeplerini iyi görmek lazım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ölen ölür kalan sağlar bizimdir, öyle mi? Vay anasını be! Bravo size vallahi!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Ancak şunu ifade edeyim: Özellikle faizin düşmesiyle beraber, bu dönemde, bakın, çalışma alanımızı değiştiriyoruz. KOSGEB bugüne kadar sadece imalat sanayisine kredi verir bir yapı içindeydi. Bakanlığıma bağlı KOSGEB, sadece iki ayda vermiş olduğu destekle 16.500 kişiyi istihdam etmiştir. Bu konuda, istihdam konusunda soru soranlara zannediyorum cevap olacaktır bu. KOSGEB, iki ayda vermiş olduğu 85 milyon YTL’lik sadece faiz desteğiyle, değerli arkadaşlar, Kasım-Aralık 2007’de 16.500 istihdam sağlamıştır ve bu 16.500 istihdamın yaklaşık yüzde 50’si ilk defa işe girenlerdir.

Şimdi KOSGEB’in tanımını, kavramını değiştiriyoruz. KOSGEB’in stratejik planını yeniden değiştiriyoruz, üzerinde çalışma yapıyoruz. Buraya hizmetler sektörünü de katarak KOSGEB’in daha etkin, hem sanayiye hem imalat sektörüne hem de hizmetler sektörüne görev yapacak ve bunlara fayda verecek bir alan çalışması içindeyiz. Bunu yaparken önümüzdeki dönem çok önemli çalışmalar yapıyoruz.

Evet, esnaf kardeşlerimizin zaman zaman dile getirmiş olduğu 5362 sayılı Kanun’daki eksiklik ve aksaklıkların düzeltilmesi noktasında Bakanlığımız sıkı bir çalışma içinde.

Yine, on yıldır yapılmayan, en son 1998 yılında yapılan esnaf şûrasını, inşallah, bu sene Mayıs ayında yapıyoruz. Bununla ilgili çok önemli, çok güzel bir platform olacak.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sorunları yok ki neyi yapıyorsunuz?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – 1998 senesinden 2002 senesine kadar yapmayanlara ithaf ederek bunu söylüyorum. Bugün gelmiş olduğumuz durumda, esnaf şûrasında yapılacak olan bu çalışmalarla esnafımızın bütün sorunlarının yeniden değerlendirileceği, yeniden açılım sağlanacağı bir ortamı getirmek istiyoruz.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hani yoktu sorunu!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bu konuda şunu ifade edeyim. Bakın, yine size buradan bir mesaj daha vereyim. Evet, bir başbakan, TESK’i ilk defa… Sayın Başbakanımızla beraber bir ay önce TESK konfederasyonunu ziyaret ettik ve Konfederasyonda bütün birlik başkanları, bütün federasyon başkanlarıyla bir araya gelerek, onlarla beraber konuyu değerlendirdik.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Doğru değil! Daha önce TESK’i başka başbakanlar da ziyaret etti.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Başka başbakanlar da gitti.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Tansu Çiller de gitti, Süleyman Demirel de gitti.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bizim esnafa olan bağlılığımız, esnafa olan çalışma şartlarımız, prensiplerimizi biz yaptıklarımızla, icraatlarımızla zaten ortaya koymuşuz.

Evet, Türkiye önemli çalışmalar, önemli açılımlar yapıyor. Sadece Bakanlığıma ait olmak üzere yirminin üzerinde kanun düzenlemesi var. Büyük mağazalar kanunu da bu çerçevede, Bakanlığım tarafından bütün kesimlerin görüşleri dikkate alınarak, bütün kesimlerin gündeme getirmiş olduğu konular, hepsi dikkate alınarak hazırlanmış ve Başbakanlığa gönderilmiştir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Şehir dışına çıkaracak mısınız?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Başbakanlık da tabii önümüzdeki günlerde yapılacak olan görüşmeyle beraber Meclis gündemine getirecektir.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Beş yıldır dinliyoruz!

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Beş yıldır, beş!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bunu yaparken şunu yapıyoruz, şunu yaptığımızı çok net bilin. Bakın, sizin bilmeniz gereken bir konu daha söylüyorum.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Bir günde yasa getiriyorsunuz mahallî idarelerle ilgili. Bir günde yasayı getirip, yasayı geçiriyorsunuz.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, biz yaptığımız bütün kanunları değerlendirme etki analizleri yaparak ve değerlendirme etki analizleri çerçevesinde bunların ne getirip ne götüreceğinin hesabını yaparak bu şekilde getiriyoruz ve yapacağımız…

OKTAY VURAL (İzmir) – Boş ver Sayın Bakan, AKP’nin günahına ortak olma.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ali Coşkun da böyle söz verdi, ondan sonra özür diledi.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayalım.

Buyurunuz Sayın Çağlayan, devam ediniz.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Başkanım, ben Meclise yeni gelenlerden biriyim, fakat tecrübeli insanların da Meclis düzeni konusundaki hareketlerini görünce, inanın ki hayretle karşılıyorum bu işi.

BAŞKAN – Lütfen, siz konuşmanıza devam edin Sayın Çağlayan.

Buyurunuz, konuşmanıza devam edin.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ama, konuşurken yanıltmamak lazım. Dinleyenleri de yanıltmamak lazım.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, netice olarak size şunu söyleyeyim: Hani arkadaşlar diyor ya “Esnaf battı, esnaf şu yaptı, bu yaptı…”

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Esnaf da söylüyor, biz de söylüyoruz.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, size soruyorum, bu ülkede AK Partiye yüzde 47 kim oy verdi Allah aşkına ya! (AK Parti sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Kapanan esnaf!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Yani, bu ülkede 2 kişiden 1’i bu partiye oy verdiyse bu esnaf ve sanatkâr kardeşlerimiz kendilerine geçmiş dönemde yapılan çalışmaları dikkate alarak bu çalışmaları yaptılar.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Hesabını soracaklar!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Onun için, şunu çok net bilin ki bugün şunun altını çizmek lazım: Evet, Türkiye’de yeni bir yapılanma, yeni bir değişim süreci yaşanıyor. Bunun için ardı ardına birçok kanunu Büyük Millet Meclisimiz Genel Kurulunda görüşüyor, gerçekleştiriyor. Türkiye yeni bir ekonomi, yeni bir dünya anlayışıyla beraber yeniden yapılanıyor.

Bu noktada esnaf ve sanatkârımızın da yeniden yapılanması noktasında, özellikle KOSGEB başta olmak üzere, kümelenme dalında çok önemli çalışmalar yapıyoruz.

BİLGİN PAÇARIZ (Edirne) – Esnaf battı, battı. Esnaf bitti! Hayal görme Bakan, esnaf bitti!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Esnafımızın güçlerinin birleştirilmesi ve sektörel anlamda birliktelik sağlamak üzere çok yoğun çalışma yapıyorlar.

Yine, bilmeyen arkadaşlarım açısından önemle ifade ediyorum: Şu anda İnegöl’de yetmiş beş bakkal bir araya geldiler, bunlar ortak tedarik yapmaya başladılar, kendi güçlerini birleştirdiler ve ortak tedarikle mallarını daha ucuza almaya, daha uzun vadeli almaya ve tek fiyat, tek logo anlamıyla satmaya başladılar.

Evet, geleceğimiz nokta bu. Artık, bundan sonraki dönem özellikle esnaf ve sanatkârımız başta olmak üzere sanayimizin kümelenmesi, belli alanlarda ihtisaslaşması, belli alanlarda müşterek hareket etmesi ve bu noktada, yine KOSGEB olarak önümüzdeki günlerde yapacağımız çalışmalarla, esnafımızın sürekli yeni model sistemde yenilenmesi, teçhiz edilmesi noktasında sürekli çalışmalar yapıyoruz. Bizim sabah akşam yaptığımız iş bu. Sabah saat sekiz buçukta mesaiye başlıyoruz, gecenin saat ikisine kadar biz, esnaf ve sanatkârımız, sanayicimiz, tüccarımız için neler yapabiliriz, onların şartlarını nasıl daha iyi yaparız, şartlarını daha modern hâle nasıl getiririz, bunun çalışması, bunun çabası içindeyiz.

Onun dışında, tekrar ifade ediyorum, zaman zaman çekler, senetler gündeme getiriliyor. Size son bir rakam vererek konuşmamı bitirmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, bakın, ekonomide hangi parametrelere bakılacağı uluslararası kurallara bağlanmıştır. 2002 yılında Türkiye’de toplanan mevduatın krediye dönüşüm oranı yüzde 31,8. 2007 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de toplam mevduatın yüzde 81’i krediye dönüşüyor. 2001 yılında toplam mevduatın yüzde 31,8’i krediye dönüşürken bu kredilerin yüzde 37,5’u yani üçte 1’inden fazlası takibe uğramış kredilerdir. Bugün ise 2007 yılı sonu itibarıyla kredi hacmi –bakın, altını çizerek söylüyorum, bu rakamlar önemli rakamlar- bugün 362 milyar YTL’lik bir kredi hacminden, değerli arkadaşlar, takibe uğrayan kredi miktarı yüzde 3,5’dur. Yüzde 31,8; yüzde 37,5; yüzde 81 ve yüzde 81’in yüzde 3,5’u.

OKTAY VURAL (İzmir) – Nereden nereye!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Evet, nereden nereye. “Nereden nereye!” derken işte bu rakamlar… Eğer ekonomiye bakılacaksa bu parametrede bakılır.

Efendim, ben bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum, sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Çağlayan.

Gündem dışı ikinci söz Mersin ilinin sorunları hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’a aittir.

Buyurun Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ümit ederim Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanımız salondan ayrılmazlar. Aslında ben sorunları konuşacaktım ama Sayın Bakanın bu konuşmasından sonra sorunları konuşmak çok anlamsızlaşacak.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Bakan tebrikleri kabul ediyor Sayın Şandır.

MUHARREM VARLI (Adana) - Onların en iyi yaptığı iş tebrik etmek zaten.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın Bakan tebrikleri kabul ediyor ama kendisine bir soru soruyorum. Bir sonuç olarak, sayın bakanlar…

OKTAY VURAL (İzmir) – Dinle, dinle Sayın Bakanım!

BAŞKAN – Lütfen, buyurunuz, Genel Kurula hitap ediniz Sayın Şandır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Uyarır mısınız Bakanlar Kurulu sıralarını efendim, dinlesinler Sayın Hatibi. Uğultu yapıyorlar sayın bakanlar orada.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Sayın bakanlar, Sayın Meclis, Sayın Genel Kurul; bir sonuç olarak söylüyorum: Mersin’de -burada bir metin var ama- her 4 kişiden 1’i işsiz geziyorsa -yüzde 23,7 TÜİK’in rakamları- hangi iyilikten bahsediyorsunuz Sayın Sanayi Bakanı?

OKTAY VURAL (İzmir) – Nereden nereye!

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Bakan onlara iş bulur.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Hangi iyilikten bahsediyorsunuz? “Felaket tellallığı yapmayın.” diyorsunuz. Mersin’de bunu söylediniz.

Felaket tellallığını Sayın Maliye Bakanı yapıyor. “Martın sonunda esas krizin büyüğünü görün.” diye Sayın Maliye Bakanının beyanı var. Sayın Nazım Ekren Bey’in beyanları var: “Beş parametrede önemli kırılmalar yaşanacak. Yeni ve özel inisiyatifler geliştirmek gerekir.” diyen sizin ekonomiden sorumlu Bakanınız.

Değerli Başkanım, sayın milletvekilleri; aslında zenginlik ve güzellikler bölgesi olan Mersin ve Mersin ilinin sorunlarını dile getirmek ve AKP İktidarını halkıma şikâyet etmek üzere söz aldım. Ama Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanı burada esnafların durumunu konuşurken, yazık, heyhat, AKP’nin geçmiş beş yılını yeni seçilen ve bir sivil toplum kuruluşunun başkanı olarak gerçekten geçmiş dönemde çok sıkıntılı sözler söyleyen bir Sayın Bakanın ifade etmesi de böyle bir acı talih demek lazım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Takdiriilahî;

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ama bir şey söylüyorum: Şimdi, Mersin gerçekten güzellik ve zenginlikler bölgesi. Yılın üç yüz günü güneşlik. 321 kilometre Akdeniz sahili var. Koylarının boyu bin kilometre. Torosların serinliği ile Akdeniz’in sıcaklığı arasında bir cennet bölge. Ama burada insanlarımız, tüm insanlarımız, her alanda çalışan insanlarımız, çiftçisi, esnafı, sanayicisi, genci, yaşlısı birçok sorunla boğuşuyor.

Şimdi, Sayın Bakan söylüyor. Bende de rakamlar var: Mersin’de 2002 yılında 112 bin olan esnaf sayısı, 22 Temmuz seçimlerine gittiğimizde 84 bine düşmüştü.

OKTAY VURAL (İzmir) – Nereden nereye!

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Nereden nereye!

Şimdi, Sanayi Bakanı şunu söylemeli: Mersin’in merkezine “Forum” diye bir toplu ticaret merkezi açıldı, yüzlerce esnaf kapandı. Buna çözüm üretmek gerekmiyor mu? Buna nasıl çözüm üreteceğinizi söylemeniz, esnafı savunurken, esnafın iyi olduğunu iddia ederken buna bir çözüm üretmek durumunuz yok mu?

Değerli milletvekilleri, burada dile getirmek istediğim sorunlar vardı, Mersin milletvekilleri olarak dile getirmemiz gereken bir sorun var.

Bir şeyi söylemek istiyorum: Mersin, gerçekten Türkiye'nin koçbaşı olabilecek, bu küresel dünyanın küresel kapısı olabilecek zenginliklerin ve güzelliklerin merkezi, ama Mersin’de, maalesef, demin söylediğim gibi her 4 kişiden 1’i işsiz geziyor, hatta çalışabilir nüfusun yarısı işsiz geziyor.

Ben bu hafta sonu Mersin’deydim. Domatesin 3 kilosu 1 lira, alan yok. Çiftçinin ürettiği limon, portakal dalında kururken Mersin Limanı’nda Arjantin’den gelen ithal limon satılıyor. Mersin’in sorunu bu, ama Mersin’in yolunun açılacağı yer turizmdir. Turizmde yeni bir handikap yaşıyoruz. Bunu sizinle paylaşmak için söz aldım. 1970’li yıllarda başlayan uluslararası turizm yatırımları maalesef Mersin’de engellenmiştir, ikinci konuta yönlendirilmiştir Mersin. Antalya ve Ege kıyıları uluslararası turizme açılırken Mersin heba edilmiştir.

Şimdi Mersin’de yeni bir turizm atağı planlanıyor, bir gayret var. Sayın milletvekillerim de biliyor, AKP’li milletvekilleri de biliyor. Ama AKP Hükûmeti, Sayın Tarım Bakanımızın girişimiyle, Mersin sahillerine, Muğla’daki, Ege’deki balık çiftliklerinin taşınmasının hazırlığı yapılıyormuş.

Değerli milletvekilleri, Mersin gibi, yani işsizi çok, çok sorunu olan, göç sorunu olan, asayiş sorunu olan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurunuz efendim, devam ediniz.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – …bu güzel ilimizde, bu güzel bölgemizde bir çıkış yolu olarak düşünülen turizm eğer balık çiftlikleriyle önlenirse, bence, bu, AKP’nin zulmü olur. Sayın AKP’nin Mersin milletvekillerini de uyarıyorum, özellikle de Sayın Bakanımız Kürşad Tüzmen’i uyarıyorum. Bunu engellemek lazım. Bu doğru olmaz. Mersin’de 320 bin yatak kapasiteli bakir turizm potansiyeli var. Her iki yatak bir istihdam yaratıyor. Bundan daha büyük istihdam imkânı yok. Bu sebeple, Mersin’in bu yönüyle önü açılmalıdır. Bu yönde Mersin’e engel olacak girişimlerden Hükûmetimiz ve sayın bakanlar ısrarla kaçınmalıdır.

Buradan soruyorum, özellikle Sayın Kürşad Tüzmen’e soruyorum: Mersin havaalanının sözünü vermiştiniz. Bu sözünüzde duracak mısınız durmayacak mısınız? Mersin’de üç yöne kara yolu var, üçü de acınacak durumda. Mersin-Antalya, Mersin-Konya, Mersin-Ankara kara yolları gerçekten çok kötü durumda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şandır, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bitirmek istiyorum efendim.

Sayın Bakanımıza soruyoruz: Bu yollarla ilgili bir yatırım projeniz var mı? Özellikle Mersin-Antalya yolunu ne zaman bitirmeyi planlıyorsunuz? Havaalanının temelini atacak mısınız?

Değerli milletvekilleri, Mersin’in dağlarında inanınız ki insanlar kayaları düzeltiyorlar, toprak taşıyorlar, sera kuruyorlar, sebze ve meyve üretiyorlar; onurlarıyla, doğdukları yerde kendi emekleriyle yaşamanın gayretindedirler. Ama size bir acı gerçeği söyleyeyim: Sayın Ali Er’in memleketinde 25 kilometre mesafeden çelik borularla su getiriliyor. Lemas Çayı akıyor, Göksü Nehri denize akıyor, çiftçi de bakıyor, bir tek gölet yapılmıyor. Çiftçinin kendi emeğiyle, kendi kaynaklarıyla, dişiyle tırnağıyla oluşturduğu göletlere devletin desteği olacak mı? Sayın Bakana bunu soruyorum. Buraya sulama kanalları, enerji tesisleri veya göletler yapılıp yapılmayacağını soruyorum.

Değerli milletvekilleri, sözün özü ve sonu şudur: Mersin’in, bu güzellikler ve zenginlikler şehri Mersin’in… Mersin’de insanların anası ağlıyor, bunu bilesiniz. Bu zor şartlar altında Mersinlilerin onurlu yaşamak için verdikleri gayret çok büyük, anaları ağlıyor. Ama bilesiniz ki Mersinlinin anasını alıp gidecek bir başka yeri de yok.

Gelin, sözlerinizi tutunuz, vaatlerinizde durunuz ve Mersin’e, Mersinlilere hizmet ediniz diyor, hepinizi Mersin’in güzelliklerine davet ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.

Gündem dışı üçüncü söz, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunun işlevi ve önemi hakkında söz isteyen Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’a aittir.

Buyurunuz Sayın Koçal. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın, Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunun işlevine ve önemine ilişkin gündem dışı konuşması

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Tabii, Sayın Bakanımızın bu konuşmasından sonra, gerçekten ben de Zonguldak’ımızın durumunu gözümün önüne getirdim. Orada, hepimiz biliyoruz ki yüzde 25 oranında işsizlik vardır ve esnafların yüzde 60’ı icralıktır. Esnaflar icra dairelerinin kapılarında zamanını geçirmektedir, ticaret yapacak fırsat bulamamaktadırlar. Sayın Bakanın bunları bilmesini arzu ederiz ve bu söylediklerini de ticaret ve sanayi odası başkanlarının huzurunda söylemesini temenni ediyoruz. Öyle olursa herhâlde karşılıklı daha iyi anlaşacaklardır. Sayın Bakanın herhâlde, tabii tuzu kuru. Çünkü, Türkiye’de sayılı zenginler arasındadır kendileri.

Çok değerli arkadaşlar, ben Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının işlevi ve önemiyle ilgili gündem dışı söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi, AKP İktidarı döneminde Milli Eğitim Bakanlığında taşlar yerinden iyice oynatılmış ve her şey altüst edilmiştir. En küçük birimdeki okul müdüründen en üstteki müsteşara kadar bir kadrolaşma yapılmış ve eğitim bilimsel özünden çıkartılarak dinselleştirme çabası içine girilmiştir. Bu kadrolaşmanın en çok da Talim Terbiye Kurulu bünyesinde gerçekleştirilmesi ise düşündürücüdür. Çünkü Talim ve Terbiye Kurulu Millî Eğitimin beynidir, bilimsel danışma ve karar organıdır, çağdaş yöntemlerle eğitimin gerçekleşmesini sağlamakla görevlidir. Anayasa’mızın 42’nci maddesi ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Yasası da eğitimin çağdaş, demokratik, laik, Atatürk ilke ve devrimleri ile cumhuriyet esasları çerçevesinde olması gerektiğini hükme bağlamıştır. Hâl böyle iken Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı cemaat ve tarikatların öngörüleri doğrultusunda cumhuriyetin tüm kazanımlarını yok etme, Atatürk ilke ve devrimleriyle laikliği ortadan kaldırma adına çalışmalarını sürdürme çabası içindedir. Talim ve Terbiye Kurulunda ise bu anlayışın egemenliğe fırsat hazırlama noktasında onarılması güç bir yıkım içerisinde olduğu görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, demokratik ve laik cumhuriyet kurumları örselenerek genç beyinlerin yıkanmaya çalışıldığını, çağdaş bilgiler yerine çocuklarımızın beyinlerine cinler, periler, şeytanlar sokulduğunu hepimiz yakından gözlemliyoruz. Abdest suyunun faydalarını anlatanların üst düzey yönetici yapıldığını da biliyoruz. Ders kitaplarındaki rantı paylaşmak için kadrolar kurulduğunu, pedagojik formasyonu olmayanların Millî Eğitim Bakanlığı kademelerinde yüksek makamlara getirildiğini de biliyoruz. Millî Eğitim Bakanımızın Bakanlığını kendi çiftliği gibi yönetmek istediğini de hep birlikte müşahede ediyoruz ve görülüyor ki Sayın Bakan tarikat ve cemaatlere olan diyet borcunu ödemek için çok büyük çaba sarf etmektedir. Ve yine hepinizin bildiği gibi Sayın Bakan yönetmelikleri sık sık değiştirerek yönetici atamalarında liyakate önem vermemiş, eğitimi kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendirecek kadrolar yaratmıştır. Böylece, eğitim özünden saptırılmış, yasa ve yönetmeliklere aykırı olan atamalarla bir kısım eğitimciye işkence çektirilmiş, bir kısmı da ödüllendirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu işin şakası kalmamıştır. Günümüzde, Atatürk ilke ve devrimleri ile cumhuriyet düşmanları prim yapmaya başlamıştır ve çağdaş eğitimin rafa kaldırılması öngörülmeye başlamıştır.

Değerli arkadaşlar, bilmelisiniz ki yıkımı tamamlanan Talim ve Terbiye Kurulunda yıllık 400 trilyonluk ders kitapları rantı vardır. Bu rant yeniden yapılandırılmakta, yandaş yeni milyonerler yaratılmakta ve devlet zarara uğratılmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ KOÇAL (Devamla) – Bugüne kadar çıkan kitaplara ve yayınevlerine bakıldığında bu rantın nasıl paylaşıldığı ve paylaşılacağı çok açık olarak ortadadır.

Diğer bir konu, ders kitaplarının içeriğinin boşaltılması ve bilimsel ölçütlerden yoksun bırakılmasıdır. Ders kitaplarından bazı konuların çıkartılması, bazı kitaplarda ise tarikat ve cemaatlerin övülmesi, hurafelere yer verilmesi ve bunun gibi, basında yer alan birçok olumsuzluk mevcuttur. En son da sosyal bilgiler 7’nci sınıf kitabında “Devletin Nitelikleri” başlığı altında verilmesi gereken laiklik ilkesine yer verilmemiş ve ilköğretim 3’üncü sınıf Türkçe kitabında Çanakkale Zaferi’yle ilgili metinde, altı sayfalık metinde Atatürk’e yer verilmemiştir. Herkesçe bilindiği gibi, ders kitapları program, kriter ve yönetmeliklere göre hazırlanır ve düzenlenir. Ancak Millî Eğitim Bakanlığı, kitaba göre yönetmelik ve kriterlerle oynamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Koçal, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Bununla ilgili birçok örnekler mevcuttur ve değerli arkadaşlar, Eylül 2007’de açıklanması gereken tarih, inkılap tarihi, kimya, biyoloji ve İngilizce ders programları ancak 15 Aralık 2007’de açıklanabilmiştir. Oysaki bu ders kitaplarının altı ay önceden konularının ve programının açıklanması gerekirken aralık ayında açıklanabilmiş, mart ayında da sonuçları beklenmektedir.

Değerli arkadaşlar, bu sıkıntılar göz önüne alınarak Talim ve Terbiye Kurulunun mutlaka özerk olması, siyasetten uzak olması, siyaset aracı yapılmaması gerektiğini hepimiz bilmemiz ve ona göre hareket etmemiz söz konusudur. Talim ve Terbiye Kurulu, Millî Eğitim Bakanlığımızın ve geleceğimizin beynidir. Talim ve Terbiye Kuruluyla, bundan sonraki çalışmalarımızda oynamayalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız Sayın Koçal.

ALİ KOÇAL (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Koçal, teşekkür ediyoruz.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkanım, Sanayi ve Ticaret Bakanımız konuşmasında şahsımla ilgili olarak bir şey söyledi, açıklamak istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Susam, isteğiniz üzerine tutanakları incelettim, 69’uncu madde uyarınca iki dakika söz veriyorum.

Buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanımız gündem dışı konuşmaya cevap verirken rakamlarla ilgili olarak “Mehmet Ali Bey de rakamları bilir.” diye adımı zikrederek yanlış rakamları burada doğruymuş gibi göstermeye çalıştı. Sayın Bakanın buraya gelmesini istiyorum, dışarıda da televizyondan beni duyuyordur.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Duymuyor.

OKTAY VURAL (İzmir) - Esnaflar dışarıya çağırmış.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Değerli arkadaşlar, esnaf ve sanatkârların durumu çok kötü olduğu için Sayın Bakan burada çok tepki görmek zorunda kaldı. Buradaki milletvekilleri tepki gösterirken bir tüzük ihlali yapmak için değil, sokağa çıktıklarında telefonla kendilerine şikâyet eden esnaf, sanatkârların sıkıntılarını dile getirmek için tepki söylediler. Sayın Bakan, açılış ve kapanış rakamlarını söylerken bir yanlış yapıyor, sicil rakamlarını veriyor, sicilde açılan ve kapananları. Ama arkadaşlar, esnaf iflas ediyor. İflas etmiş olan esnaf gidip kaydını sildirmiyor ki, bunların hiçbiri sicile girmiyor ki. Çünkü iflas etmiş esnafın Bağ-Kur borcu var, oda borcu var, vergi borcu var. Bunların çoğu kaydını sildirmemiş esnaflar.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yeni açılanlar var.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, yeni açılanlar da gelişen birçok iş kollarındadır, o da teknolojiyle ilgili telefon ve benzeri kollardır.

Değerli arkadaşlar, açılmanın nedeni de iş bulamayan kesimlerin, emekli olan kesimlerin “Acaba ticarette bir şey yapabilir miyim?” umuduyla açtıkları işletmelerdir. Her gün bu işletmeler ciddi şekilde zarar edip kapatılmaktadır.

İkinci konu: Kredi faizlerinde geçmişte nasıldı, şimdi nasıl? Bu da bir aldatmacadır. Geçmişte kredi faizlerinde yüzde 50’yle kredi alan esnaf, -o zaman enflasyon yüzde 60’tı, yani- enflasyonun altında faiz alıyordu. Şimdi enflasyon kaç?

OKTAY VURAL (İzmir) – Beklenen yüzde 4.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Yüzde 7. Kaçla faiz alıyor? Yüzde 20.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Susam, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Yüzde 7 enflasyonun olduğu dönemde yüzde 20’yle faiz alan esnafın ayakta kalması mümkün mü? Bunu anlatırken doğru anlatacağız arkadaşlar. Bunun da bir tek ölçüsü vardır: Gücünüz yetiyorsa, yüreğiniz yetiyorsa çıkın oto sanayi sitelerine, gidin sanayi sitelerine, gidin çarşılara, bakın oradaki esnafın içi nasıl yanıyor, onu görürsünüz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Susam.

İKRAM DİNÇER (Van) – Her gün oradayız biz!

FEVZİ ŞANVERDİ (Hatay) – Biz her zaman halkla iç içeyiz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları vardır.

SIRRI SAKIK (Muş) – Başkanım, benim bir söz talebim vardı, yerimden söz talebim.

BAŞKAN – Ne konuda?

SIRRI SAKIK (Muş) – Sizin tutumunuzla ilgili bir söz talebim vardı. Efendim, sizin Divandaki tutumuzdan dolayı söz talebim var, yerimden buna değinmek istiyorum.

BAŞKAN – Hangi tutumla ilgili, pardon?

SIRRI SAKIK (Muş) – Efendim, bizim söz talebimiz oluyor, siz otuz yönetimdir orada oturuyorsunuz bir tek gün DTP’li bir vekile söz hakkı vermediniz. Bakın, iki gündür CHP’den 4 arkadaşımız konuşuyor. Ben otuz günlük bilançoyu çıkardım. Bu bilanço içerisinde 16 kez CHP’lilere söz hakkı veriyorsunuz, AK Partililere 5 kez, MHP’ye 8 kez, DSP’ye 1 kez veriyorsunuz. Bu adil değildir. Sizin tutumunuz adil olmadığı gibi biraz da taraftır.

Buradan, iki gün önce bu kürsüden bize ve DTP’li vekillere, DTP’li seçmenlere buradan hakaret ediliyor ve siz seyirci kalıyorsunuz ve müdahale etmiyorsunuz. Sizin göreviniz seyirci kalmak mıdır, yoksa adil bir Meclis idare etmek midir?

BAŞKAN – Ben, adil bir şekilde Meclis idare ediyorum Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Muş) – Adaletiniz bu mudur?

BAŞKAN – Talebiniz dikkate alınacaktır. Adaletim… Takdir hakkımı kullanarak söz veriyorum.

SIRRI SAKIK (Muş) – Size bir hafta önceden başvurularımız oluyor. Ama siz militan gibi davranıyorsunuz, size bunlar yakışmıyor.

BAŞKAN – Sayın Sakık

OKTAY VURAL (İzmir) – Güvenimiz vardır Sayın Başkanım size.

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen sözlerinize dikkat ediniz.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Meclis Başkanına böyle bir şey söylenmez, o da size yakışmıyor.

BAŞKAN – Takdir hakkımı kullanarak yapıyorum ve gündeme uygun olarak yapıyorum. Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri…

SIRRI SAKIK (Muş) – Şimdi, hiç kimse bu hakkı size vermez. Burada, eğer Meclis Başkanı orada vekâleten oturuyorsa adil davranması gerekir. (CHP sıralarından “Adil” sesleri) Çok mu adil? Siz 4 kişi iki gün içerisinde konuşacaksınız ve buradan bizim bir hafta önce taleplerimiz olacak, söz vermeyecek…

BAŞKAN – Burada bulunan her Başkan Vekili ve Başkan…

SIRRI SAKIK (Muş) - …bize hakaret edilecek, Sayın Başkan orada seyirci kalacak, siz buna “adalet” diyeceksiniz…

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Ne zaman? Ne zaman yapılmış bu?

SIRRI SAKIK (Muş) – İki gün önce yapıldı. Açın tutanaklara bakın. Ben, MHP Grup Başkan Vekiline de ilettim bunları.

BAŞKAN – Sayın Sakık

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Ne zaman oldu, bugün mü oldu? On gün önce olan meseleyi bugün gündeme getiriyorsunuz.

SIRRI SAKIK (Muş) – İki gün önce oldu, on gün önce değil. Açın tutanaklara bakın.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, devam edin.

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen...

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Mısır Halk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanının davetine istinaden, Mısır’a resmî bir ziyarette bulunacak olan TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan heyeti belirlemek üzere, siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık Tezkeresi (3/287)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Mısır Halk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı’nın davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu’nun Mısır’a resmî bir ziyarette bulunması Genel Kurul’un 14 Şubat 2008 tarihli 65. Birleşiminde kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi hakkında 3620 Sayılı Kanunun ikinci maddesi uyarınca heyeti oluşturmak üzere siyasi parti gruplarının bildirmiş olduğu isimler Genel Kurul’un bilgilerine sunulur.

 

Köksal Toptan

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

Başkanı

 

 

 

 

 

A. Deniz Bölükbaşı

Ankara Milletvekili

 

Onur Öymen

Bursa Milletvekili

 

Murat Mercan

Eskişehir Milletvekili

 

Fevzi Şanverdi

Hatay Milletvekili

 

Necip Taylan

Tekirdağ Milletvekili

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

2.- Kosova Cumhuriyeti ve Birleşik Arap Emirlikleri Parlamentoları ile TBMM arasında parlamentolararası dostluk grubu kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/288)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 Sayılı Kanun’un 4. maddesi uyarınca, Kosova Cumhuriyeti ve Birleşik Arap Emirlikleri parlamentoları ile TBMM arasında parlamentolararası dostluk grubu kurulması Genel Kurul’un tasvibine sunulur.

 

Köksal Toptan

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

VI.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Genel Kurulun 28/2/2008 Perşembe günkü birleşiminde 72 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

 

Danışma Kurulu Önerisi

No:26                                                                                                              Tarihi: 28.2.2008

 

Genel Kurulun 28.2.2008 Perşembe günkü Birleşiminde gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 3 üncü sırasındaki 72 sıra sayılı Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca önerilmiştir.

 

Köksal Toptan

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

Başkanı

 

 

Bekir Bozdağ

Hakkı Suha Okay

 

Adalet ve Kalkınma Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi

 

Grubu Başkanvekili

Grubu Başkanvekili

 

 

 

 

Mehmet Şandır

Selahattin Demirtaş

 

Milliyetçi Hareket Partisi

Demokratik Toplum Partisi

 

Grubu Başkanvekili

Grubu Başkanvekili

 

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483) (S. Sayısı: 95) (x)

BAŞKAN –  Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

Uygulama ve denetim esasları

MADDE 4- (1) Bu Kanun kapsamındaki destek ve teşvik unsurlarından yararlananların bu Kanunda öngörülen şartları taşıdıklarına ilişkin tespitler en geç iki yıllık süreler itibarıyla yapılır.

(2) Bu Kanunun 3 üncü maddesinde belirtilen gelir vergisi stopajı ve sigorta primi işveren hissesine ilişkin teşviklerden yararlanacak olan destek personelinin tam zaman eşdeğeri sayısı, toplam tam zamanlı Ar-Ge personeli sayısının yüzde onunu geçemez.

(3) Asgari Ar-Ge personeli sayısının hesabında fiilen ve tam zamanlı olarak çalışan personelin üçer aylık dönemler itibarıyla ortalaması esas alınır.

(4) Bu Kanunda öngörülen şartların ihlali veya teşvik ve destek unsurlarının amacı dışında kullanılması halinde, zamanında tahakkuk ettirilmemiş vergiler yönünden vergi ziyaı doğmuş sayılır. Sağlanan vergi dışı destekler ise 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ve gecikme zammı uygulanmak suretiyle tahsil edilir.

(5) Bu Kanun kapsamındaki indirim, istisna, destek ve teşviklerden yararlananlar; 193 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendi, 5520 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ve 29/1/2004 tarihli ve 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun aynı mahiyetteki hükümlerinden ayrıca yararlanamazlar.

(6) Bu Kanunun uygulamasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar, TÜBİTAK’ın görüşü alınmak suretiyle Maliye Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından birlikte çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.

BAŞKAN – 4’üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam söz istemiştir…

                          

(x) 95 S. Sayılı Basmayazı 7/2/2008 tarihli 60’ıncı Birleşim Tutanağı’na eklidir.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Kürşat Atılgan söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Atılgan. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır.

MHP GRUBU ADINA KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ar-ge’nin desteklenmesi hakkındaki kanunun 4’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, konuşmama başlamadan önce gerçekten merak ettiğim bir konuyu buradan Sayın Bakana ve Komisyona sormak istiyorum.

Ar-ge ile Maliye Bakanlığının ilgisi nedir? Bana bir açıklar mısınız. Sadece para vermenin ötesinde.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) - Çok…

KÜRŞAT ATILGAN (Devamla) – Yani ben konuşmamı daha çok Sanayi Bakanının burada olacağı tezi üzerine hazırlamıştım, kişisel olarak da Sanayi Bakanımıza bazı şeyler söyleyecektim, çünkü aramızda dostluğumuz da var ama burada olmadığını görüyorum, lütfen, Meclisteyse Genel Kurula da davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, uluslararası ticarette rekabet edilebilirlik her dönemde geçerli bir kuralken, 21’inci yüzyılda bu kural daha belirgin bilimsel ve teknolojik içerik kazanmıştır. Küresel rekabet bugünün ekonomilerinde son derece önemlidir. Küresel rekabet yapamayan ülke ekonomilerinin yaşaması mümkün değildir. Dolayısıyla bugün görüştüğümüz bu kanun ülkemizin ekonomisinin ve geleceğinin, hatta bağımsızlığının en önemli bir aracıdır.

Teknolojik gelişmeler, geçtiğimiz yüzyılda, yani 20’nci yüzyılda genel anlamda devrimsel diyebileceğimiz süreçler yirmi beş–otuz yıldı; ikinci elli yıllık periyodunda ise bu süreç on beş–yirmi yıla düştü; bugün ise bu süreç beş–on yıllık sürelere tekabül etmektedir. Bu konuda geleceklerini ar-ge’ye yatıracakları yatırımlarda gören büyük ülkeler, gayrisafi millî hasılalarından, 1960’tan başlamak üzere, günümüze kadar, artan oranlarda pay ayırmaktadırlar. Bu konuyla ilgili, yine, kişisel olarak, 1990 yılında, önemli bir teknoloji unsuru olan hava sanayisinin Avrupa’daki şirketlerinden biri olan Marcel Dassault’un gezisi esnasında yapılan brifingde, şirketin mühendislerinin yüzde 50’sinin, yıllık cirosunda yüzde 10’unun ar-ge yatırımlara ayrıldığını söylemişlerdi.

Değerli milletvekilleri, yani teknolojik gelişmeler durup dururken olmuyor. Gelişmiş ülkeler, refahın ve geleceğin en önemli unsurunu ar-ge’ye yaptıkları yatırımlarda görmektedirler. Yine, Paris’te, eğitimdeyken, 1990 yılında, Dijon’a Mirage 2000’le uçmaya giderken, karayoluyla seyahati bir Amerikalı albayla beraber yaptık. O da uçmaya gidiyordu. Sohbet esnasında kendisine sordum -birçok konu konuştuk ama- dedim ki: 21’inci yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nin en önemli stratejik hedefi ne olacaktır? Verdiği cevap çok enteresandı –ben, aslında, başka şey bekliyordum- dedi ki: “21’inci yüzyılda teknolojinin zirvesinde kalmaya devam edeceğiz. Bizi bu konuda en çok zorlayacak ülke Japonya olacaktır.”

Umuyorum ve ümit etmek istiyorum, bu kanun, 21’inci yüzyılın ikinci yarısında Türkiye Cumhuriyeti devletinin şirketlerini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni, büyük güçler, kendilerine rakip olarak gördüğü bir ülke olmanın ön habercisi olsun.

Değerli milletvekilleri, kanunun 4’üncü maddesine geçmeden önce, ar-ge harcamalarının genel görüntüsünü kısaca izah etmek istiyorum. Amerika Birleşik Devletleri, dünya ekonomisinden yüzde 38’lik aldığı payla ar-ge harcamalarında öndedir. 810 milyar dolarlık 2003 yılındaki ar-ge harcamalarının yüzde 34’ü Amerika Birleşik Devletleri’ne ayrılmıştır. OECD ülkelerinin tamamı, bu 810 milyar doların 232 milyar dolarını ar-ge’ye harcamışlardır. Amerika Birleşik Devletleri’nin, satın alma paritesine göre, yine, bu 810 milyar dolardan 343 milyar dolar payı vardır. Onun arkasında, Almanya 66, Fransa 42, İngiltere 35 milyar dolar. Yakın bir gelecekte süper güç olacağı kabul edilen Çin ise 144 milyar dolarla ABD’den sonra ikinci sıradadır. Japonya 130 milyar dolar. Dikkat çeken bir diğer ülke vardır, İsrail. Ülkemizle de son derece ar-ge konusunda işbirliği olan bir ülkedir. Bu ise gayrisafi millî hasılasından 4,7 ayrımıyla dünyada en çok dikkati çeken ülkelerin başında gelmektedir.

Türkiye ise son yıllarda ciddi bir artış yaşamakla beraber, hâlâ, 2006 TÜİK verilerine göre binde 7,9’dur, yani, yüzde 1’in altında bir ar-ge’ye para ayrılmıştır. Bu da, gayrisafi millî hasılayı dikkate aldığımız zaman, satın alma paritesine göre, 4,3 milyar dolar yapmaktadır.

Şimdi, bir kıyaslama yapmak için söylüyorum: Ali Rıza Alaboyun’la Seattle’da on beş gün önce beraberken, Boeing’in ilgili bölümünün başındaki arkadaşa sordum, dedim ki: Ar-ge’ye ayırdığınız para ne kadar? Sadece havacılık alanında bir şirketin ar-ge’ye ayırdığı para 2,5 milyar dolardır. Yani, o yılki cirosunun yüzde 4’ü civarında, 60 küsur milyar dolarlık cirosu var bu şirketin. Bunu ne için söylüyorum; aslında, ayırdığımız 4,3 milyar doların çok yeterli olmadığını söylemek istiyorum. Dolayısıyla, mutlaka ve mutlaka bazı sektörlere öncelik vermemiz gerekiyor. Aksi takdirde, ekonominin her alanındaki, sanayinin her alanındaki konulara bu 4,3 milyar doları sarf edersek, hiçbir alanda dünyayla rekabet edebilir duruma gelemeyiz. Dolayısıyla know-how’larla veya ithalatla teknolojik ürünleri almak zorunda kalırız. Dolayısıyla, benim burada, Sayın Bakana, Sanayi Bakanımıza tavsiyem, bu 4,3 milyar doları… Ki, yüzde 2’ye kadar artırılacak demektir. Aşağı yukarı önümüzdeki on yıl içinde 10 milyar dolar civarında bu konulara para ayrılacaktır. Mutlaka ve mutlaka belirlenen stratejik alanlara yatırım yapmak zorundadır. Bu konuda yine en büyük örnek Fransa’dır. De Gaulle -devlet adamlarının ve hükûmetlerin en önemli görevi bazı konulara öncelik vermesidir- Fransa’da 50’li yılların sonunda, 60’lı yılların başında üç konuya öncelik vermiştir ve bütün ar-ge yatırımlarını oraya yönlendirmiştir. Biri, nükleer enerjidir; ikincisi, savunma sanayisidir; üçüncüsü de tarımdır. Fransa’daki otoyollar bile 70’li yıllardan sonra yapıldı, ama bu üç alanda da Fransa bugün dünyada önemli söz sahibidir. Bizim de, tarihimize, kültürümüze, toplumumuza uygun mutlaka öncelikli birkaç alan bulup o alanlara bu 4,3 milyar doları yönlendirmemiz gerekir.

Değerli arkadaşlarım, burada en önemli husus, yurt dışına giden beyin göçünü geri çekecek tedbirler almaktır. Hatta başka ülkelerin beyin gücünü de çekecek tedbirler almaktır. Bu alandaki en önemli yer üniversitelerdi, ama İktidar, üniversiteleri Türkiye’nin millî menfaatleri doğrultusunda yönlendirmek için asgari müşterek alanları bulmak yerine, cezalandırmak, kavga etmek, kısır çekişmeler içinde beş yılı geçirmekle geçirdi. Hâlbuki ar-ge konusu, üniversitelerle millî menfaatlerimiz üzerinde önemli bir buluşma noktası olabilirdi. Ama yine de hiçbir şey için geç değildir, üniversiteleri mutlaka bu alanlara yönlendirmek gerekir. Aksi takdirde… Bu konuların en önemli unsuru bilim adamlarıdır, 5-15 kişilik bilim adamlarıdır. Maalesef Türkiye’de yapılan bu ar-ge konusu 500 üzeri, 50’nin üzeri gibi rakamlardır. ABD’de -ki ABD’de ar-ge şirketi olan önemli bir, gene, bilim adamını Ali Rıza Alaboyun’la beraber ziyaret ettik Seattle’da- 500 kişinin altına göredir, 500 kişinin üzerinde ar-ge yapılmaz. Genel olarak da 5 ile 15 kişilik bilim adamlarıdır, 5-15 kişilik bilim adamlarıyla yapılır ve bunların mutfaklarını destekleyecek unsurları da ona göre kurmak gerekir. Bu kanun çok yetersizdir, yani 500 kişiye göre hesaplandığı için yüzde 10’luk ön mutfakta olacak kişiler destek unsuru olarak görülmüştür. Hâlbuki bir işletmenin asgari ihtiyaçları vardır -güvenlikçi, daktilocu, sekreter, laborant- onlar düşünülmeli, arkasına bu yüzde 10 ilave edilmeliydi. ABD’de bu konuda federal hükûmetin ve merkezî hükûmetin kanunları vardır, küçük şirketlerin desteklenmesi için büyük şirkete mecburiyetleri vardır. Dolayısıyla, dünyadaki ar-ge kanunlarını mutlaka iyi incelemek gerekir, çünkü insan beyninin bulduğu çözümler dünyanın her tarafında aşağı yukarı birbirine benzer. O nedenle, bizden daha ileride olan ülkelerin ar-ge kanunlarını, onlardaki birtakım hassasiyetleri mutlaka bulmamız gerekirdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

KÜRŞAT ATILGAN (Devamla) - Diğer yandan, bu kanunun 4’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında “ar-ge personel sayısı hesabı üçer aylık dönemlerde yapılır.” demektedir. Hiçbir ar-ge personeli üçer aylık dönemlerle bir şirkette çalışmaz. O nedenle, bu periyodu da mutlaka bir yıla yükseltmek gerekir.

Diğer bir konu ise yönetmelikle ilgilidir. “Yönetmelik çıkarılırken TÜBİTAK, Maliye Bakanlığı ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle hazırlanır.” demektedir. En önemli husus, savunma sanayisi şirketleridir ve savunma sanayisidir. Türkiye’deki ar-ge harcamalarının en büyük payını savunma sanayisi almaktadır. Sayın Savunma Bakanının, en son, derneğin toplantısında yaptığı konuşmada, 3 milyar dolardır savunma sanayisi şirketlerinin aldığı. Dolayısıyla, ar-ge ile ilgili, devletin içindeki ve dışındaki yönetmeliği hazırlarken mutlaka bu unsurların da görüşlerini almak lazımdır ki yönetmelik icraata uygun bir şekilde çıksın. Aksi takdirde, yönetmeliği çıkarırsınız çok büyük sorunlar çıkar.

Ben, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu kanuna olumlu oy vereceğimizi ama yarından itibaren de kanunun dünya şartlarına uygun bir şekilde hazırlanması için faaliyet gösterilmesini söylüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Atılgan.

4’üncü madde üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Ünsal. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Tabii bu konuşmayı yaparken, bu kanun tasarısının muhatabı özellikle Sanayi Bakanımızın da burada olmasını çok arzuluyor idik. Sanırım, kendisinin ya programı yoğun yahut da bu kanun tasarısı Sanayi Bakanımızı fazla ilgilendirmiyor anlaşılan, derhâl gitti.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı üzerinde şu ana kadar değerli milletvekili arkadaşlarım epeyce görüşlerini söylediler, fakat bu kanun tasarısının ulusal sanayimize, KOBİ’lerimize fazla bir fayda getirmeyeceğini ifade ederek, özellikle bu kanun üzerinde çok ısrarlıca duran Hükûmetimizi ve AKP Grubunu bir kez daha uyarma isteği var bende.

Değerli arkadaşlarım, kanun, en az 50, tam zamana eş değer ar-ge personeli ve istihdamı zorunluluğunu getiriyor. Kurumlar vergisi ve gelir vergisi indirimlerinin, 500 ve üzerinde, tam zamana eş değer ar-ge personeli şartı aranması ile ülke sanayicisini destekleyeceğini iddia ediyor.

Şimdi soruyorum sizlere: 50 tane personel çalıştıran bir KOBİ var mı, bir ülke sanayicisi var mı? Sanayi Bakanımızın Sanayi Bakanı olmazdan evvel –ortaklığı devam ediyor mu etmiyor mu, bilmiyorum- ortağı olduğu şirket, acaba, bu ar-ge yasasından yararlanma şansı bulacak mı? Bulamayacak; bu besbelli, ortada ve bu sanayiyle ilgili destek, ar-ge yasası –araştırma ve geliştirme yasası- özellikle, KOBİ’lere değil, belli holdinglere –ki, Türkiye’de sayısı 10’u geçmeyecek- ve uluslararası tekellere yarayacak. Başka hiçbir çaresi yok.

Zaten bu konuyla ilgili, ar-ge’yle ilgili, Sayın Maliye Bakanımız da bir konuşmasında özellikle belirtmiş. Bir otomobil fabrikasının açılışında Sayın Bakanım, “Yeni ar-ge teşviki Bakanlar Kurulunda. Ar-ge’leri teknoparklara hapsetmeyip, ar-ge masraflarını 2 katı yazdırıp, vergi avantajı sağlayıp üretim yapana istediği yerde yaptıracağız. Hyundai’nin 10 civarında ar-ge çalışanı var. Ar-ge çalışmalarınızı Türkiye’de yapabilirsiniz. Çünkü burada maliyet düşük. Teknik lise mezunlarının işe başladığı ilk yıllarda vergi ve SSK’larında indirim yapacağız.” böyle bir şey söylemişsiniz bir Hyundai fabrikasının Matrix tanıtımında.

Sayın Bakanım, ülke sanayicisi hiç aklınıza gelmiyor mu? Ulusal sanayici hiç aklınıza gelmiyor mu? KOBİ’ler hiç aklınıza gelmiyor mu?

Avrupa’nın yenilikçilik endeksinde Türkiye en son sırada. Türkiye'nin sanayisi giderek fasonlaşmaya başladı. Biz de bu memleketin çocuğuyuz; gittiğimiz yerlerde, sanayi bölgelerinde organize sanayileri geziyoruz, insanların nerelere nasıl iş yaptığını biliyoruz; fasonlaştılar. Artık Avrupa’nın fason ülkesi olduk, fason sanayicileri olduk. Bu ar-ge yasası bir fayda getirmeyecek.

Bir konuya daha özellikle eğilmemiz gerekiyor: Bu kanun, üniversitelerin bilim kurulları ile sanayi kuruluşları arasında bir koordinasyon ve iş birliği sağlamamaktadır. Üniversiteler bu kanun kapsamı içine alınmamıştır. Teknolojik gelişmeleri, bu kanunda yazılan makaleleri, deneyleri, tüm çalışmaları yakından takip eden ve bu kendi çalışmalarını da uluslararası şartlarda üniversitelerle paylaşan üniversitelerimiz, maalesef bu kanunun içerisinde yoktur. Bunu nasıl izah edeceğiz? Ar-ge uzmanlarını kimler yetiştirecek? Bu üniversitelerimiz yetiştirmeyecek mi? Araştırma merkezlerinde görev alan, lisans eğitimi yapan, doktora eğitimi yapan üniversiteler değil mi?

Saygıdeğer milletvekilleri, bu kanun KOBİ’leri de göz ardı etmiştir. Şimdi, sizler bölgenize döndüğünüzde, gittiğiniz şehirlerde KOBİ’leri düşünün, hangisinin en az 50, tam zamana eş değer personel çalıştırma şansı vardır bir bakın. Yok, öyle bir şey yok. Bu kanun, KOBİ’lerin gelişimine, yenilenmesine, çağdaş teknolojik gelişmelerden faydalanmasına cevap vermemektedir. Bu kanun ülkenin sanayicisine seslenmiyor, bu kanun birtakım şirket, tekel ve yabancı sermayeye sesleniyor.

Tasarının 3’üncü maddesinin birinci fıkrası 500 personelden söz ediyor. Bu şart Türkiye’de on firmaya, en fazla on beş firmaya uygun bir şart. Böylece, Türkiye’ye yabancı yatırımı hedefleniyor, yani Sayın Maliye Bakanımızın davet ettiği gibi, Güney Kore menşeli firmalar yavaş yavaş Türkiye’ye gelecekler. Giderek sanayimiz, özelleştirmenin dışında, yabancılaşma eğilimine de dönüşecek. İşte, ulusal sanayi özelliğimiz de bundan sonra ortadan kalkacak diye ifade etmek istiyorum.

Şimdi, sanayiyle ilgili bir çalışma yapayım dedim, İnternet’e girdim, Sanayi Bakanımızın ortak olduğu şirketin tanıtımının altında bir yazı okudum ve sonuna kadar katıldığım bir yazı: “Yaptığımız iş çok zor ve meşakkatli ve zor yoldayız.” diyor, mensubu olduğu, ortağı olduğu şirketin tanıtımının altında.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten sanayicilik, özellikle küçük ve orta boy işletmeler ve ulusal sanayicilerimiz çok zor durumdalar ve kendi aralarında artık -çok özür diliyorum- “Sanayicilik enayicilik oldu.” diyorlar ve çok konuştuğumuz, özellikle tekstil sektöründe, giyim sektöründe ve organize sanayi bölgelerinde, o kendi yağlarıyla kavrulan sanayicilerimizin hepsi -gidin bölgelerinize sorun- bir ay sonrasını göremiyorlar, önlerini göremiyorlar artık, bu duruma geldiler. Yani ekonomiyi rakamlarla, çıkar Maliye Bakanımız şimdi güzel güzel anlatmaya başlar, ama gerçek o değil, realite o sanayi bölgelerinde. Benim, özellikle Sayın Sanayi Bakanımızın, mutfaktan gelen birisi olarak, özellikle de bütçe konuşmasında yaptığı o iyi niyetli konuşmaları görünce umutlu bir bakışım vardı, ama bu da şu anda kalktı.

Bakın, bu sözleri biz söylemiyoruz. Sizin çıkardığınız bu yasayla ilgili Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneğinin (TÜSİAD) sözlerini söylüyorum: “Ar-ge personeli sayısı koşuluna gidilmemeli, indirime gidilmeli, teknoparklar da bu tanımın kapsamı içine alınmalı.” uyarısında bulundular. Daha yeni, TÜSİAD yaptı bunu. “Ar-ge merkezinin tanımında bulunan en az 50 tam zamanlı personel istihdam etme şartını, imalat sanayisi işletmelerinin KOBİ ağırlıklı olması nedeniyle, KOBİ gerçeğine uyumlu hâle getirin.” diyorlar. Bunu TÜSİAD diyor, biz demiyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi demiyor. Bu ülkede sizin de iktidar olmanıza katkıda bulunan insanlar diyorlar. Lütfen, bu ar-ge yasasını bu anlam içerisinde değerlendirmeye çalışalım. Bir geriye dönüşümüz varsa bu imkânımızı hep beraber kullanalım.

“Rekabet öncesi iş birliği projeleri” ve “tekno girişim sermayesi” kavramlarını tanımlarken anılan statüye hangi makamın nasıl karar veya izin vereceğine ilişkin düzenlemenin olmadığını TÜSİAD ifade ediyor. Sadece TÜSİAD değil, bir başka meslek grubu, Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği Makine Mühendisleri Odası da bu kanalda Türk sanayicisine bir fayda getirmeyeceğini söylüyor. Tasarıda öngörülen gelir vergisi stopajı teşviki, sigorta prim desteği, damga vergisi istisnasından KOBİ’lerin dışlandığını açıklıyorlar. Değerli arkadaşlarım, bunlar bir tarafta TÜSİAD’ın, bir tarafta mimar, mühendis odalarının makine mühendislerinin görüşleri.

Ar-ge yasasıyla teşvik etmeye çalıştığımız Türk sanayisinin ve sanayicilerinin durumu içler acısıdır. Daha yakın zamanda, yine sizin iktidar olmanızda katkıları olan İstanbul Sanayi Odasının feryatlarını gazetelerde boy boy okuduk. İzin verirseniz sizlere onları da bir okumak istiyorum. Bakın, İstanbul Sanayi Odası ne diyor: “İşletmelerin 2008 yılı TÜFE tahmini yüzde 8,4.” başlıklı bir yazı. “2007 yılının ilk altı ayında işletmelerde yüzde 23,1 istihdamda azalma oldu, bu ikinci altı ayda ise yüzde 26,9’a düştü.” diyor İstanbul Sanayi Odası. Yine İstanbul Sanayi Odası “Bir karşılıksız çek ve protestolu senet tarihî rekor kırdı.” diyor ve “2006’nın ilk yarısında bu ara yüzde 54,8’ken ikinci yarıda 61,9’a çıktı. 2007 yılında yüzde 64 iken 2007’nin ikinci yarısında ise yüzde 72,7’ye çıktı.” Protestolu senet sayısı, karşılıksız çek… Sanayicilerin durumu, tüccarın durumu bu.

Bakın, demin Sanayi Bakanımız “Yüzde 46’yla kim iktidar oldu?” diye sordu. O yüzde 46’yı size temin eden arkadaşlarımızın, yine onların görüşleri. Tanıl Küçük…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ünsal, lütfen sözlerinizi tamamlayın.

HÜSEYİN ÜNSAL (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

…ekonominin önüne siyasi gündemin alınmaması gerektiğini belirterek, “AK Parti ekonomideki başarısı nedeniyle oylarını artırdı, bunun devamını istiyorsa, AK Partinin gündemi tekrardan ekonomi olmalıdır.” Değerli arkadaşlarım, sanayi odaları, TÜSİAD ve Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliğinin sizlere üç tane görüşünü okudum.

Değerli arkadaşlarım, hazırlamakta olduğunuz, biraz sonra oylamasına geçeceğiniz bu yasa, ulusal sanayimize hiçbir fayda getirmiyor, bunu bilin. Dolayısıyla bu yasanın faydalı hâle gelmesini sağlayacak oylar sizin elinizde. Bu sıradan bir şey değil, geleceğimizi, ekonomimizi ilgilendiren bu konu. Dolayısıyla takdiri yüce Meclise bırakıyorum.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ünsal.

4’üncü madde üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Reha Denemeç konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Denemeç. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA REHA DENEMEÇ (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, 95 sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Biraz Meclisteki süreç uzadı aslında, ama sonuçta kanunun son maddesinde yer alan hükme göre bir hazırlık safhası var, yayımlandığı tarihten bir ay sonra yürürlüğe girecek bir hazırlık safhası gerektiriyor. Ama, şunu ben sevinçle mülahaza etmekteyim ki, arkadaşlarımızın, diğer gruptaki arkadaşlarımızın da, tabii ki, belirli konularda kritik yapmakla birlikte, geneli hakkındaki görüşleri olumlu bu kanun hakkında. Ama, siyasi olarak da bazı şeyler burada değerlendiriliyor. Ben bu değerlendirmeler hakkında arkadaşlarımızın biraz daha fikir sahibi olması için bir iki konuyu açmak istiyorum.

Öncelikle Hüseyin Bey’in dile getirdiği gibi, “Bu kanunun hiçbir şekilde hiçbir firmamıza ve Türkiye’ye katkısı olmayacak.” yorumuna katılmıyorum. Olmaması mümkün değil. Hani kritik edilebilir, ama bu kadar biraz fazla oluyor. Çünkü, burada belirli hükümler var, onları açmak istiyorum. Bir tanesi, en çok eleştirilen konu, 50 ar-ge personeli sayısının çok olduğu söyleniyor. Dünyadaki ortalama firma bazına bakıldığı zaman bu rakam 100 civarındadır. Yani küçük bir gerçek anlamda ar-ge yapan firmanın istihdam ettiği ar-ge personelinin sayısı. Biz bunu 50 olarak aldık. Tabii, Türkiye şartlarında bu 50 de çok görülebilir, ama bu bir alt sınır değil arkadaşlar. Onu çok net olarak ifade ediyorum. Onu açmadan evvel de, Türkiye’de 50’nin üzerinde ar-ge personeli istihdam eden firma sayısının da 87 olduğunun altını çizmek istiyorum. Yani hâlihazırda şu an 87 firmamız zaten bu kanunun gereğini yerine getirmekte.

Bunun dışında, kanun tasarısının 3’üncü maddesinin ilk satırlarında şöyle bir cümle yer alıyor: “Kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından veya uluslararası fonlarca desteklenen ar-ge ve yenilik projeleri ve teknogirişim sermayelerinden faydalananlar bu kanun hükmünden faydalanırlar.” Bu şu demek: Böyle yüzlerce bizim KOBİ’miz var. Yani belirli bir projeyi almış TÜBİTAK’tan veyahut uluslararası bir kurumdan ar-ge projesini almış bu KOBİ’lerimiz bu kanun hükmünden faydalanıyor. Bunların sayıları çok net. 2007 yılındaki ben rakamı vereyim: Toplam böyle 1.052 firma var. Bu 1.052 firmanın 142 tanesi büyük firma, 910 tanesi KOBİ dediğimiz, artık 3’ten -ne bileyim- 50, 100, 150’ye kadar olan, belki içindeki ar-ge personeli 50 olan firma sayısı. Bunlar yararlanıyor. Yani “KOBİ’ler yararlanmıyor.” demek bir yanılsama. Çünkü büyük firma sayısının 6 katı kadar KOBİ firması sonuçta bu kanundan faydalanacak. Ha 2000 yılında bu rakam neydi: 61 büyük firma vardı, 115 KOBİ vardı. Yani o zaman yarı yarıya bir durum söz konusuydu. Yani KOBİ’lerin sayısı 2 misliydi. Şu an 6 misli,. KOBİ, TÜBİTAK projelerinden faydalanıyor ve bu KOBİ’lerin hepsi de bu ar-ge kanunundan faydalanacaklar, bu çok net.

İkinci husus: Sadece belirli firmalara yönelik değil arkadaşlar. Bu ar-ge kanununun tamamı bir kere teknoloji geliştirme bölgesi dediğimiz teknoparkların içerisinde geçerli. Hiçbir fark yok, hatta orada yazılımla ilgili bir KDV istisnası da söz konusudur ve teknoparklar o anlamda biraz daha avantaja sahip bu ar-ge kanununa göre. Ama, hemen hemen maddeler tamamen örtüşüyor. Oradaki tek husus, üretim yapma imkânı yok bu teknoloji parklarında, teknoloji geliştirme bölgelerinde. İşte bu kanun buna cevaz veriyor. Bir firma üretim tesisinin yanında ar-ge’sini çok rahatlıkla yapabilecek. Hem ar-ge’sini yapacak hem de bir proje aldıysa, o firmada 10 tane ar-ge personeli çalışıyorsa da, bu kanundan hakkıyla yararlanacak ve 87 firma da zaten şu an hâlihazırda bu kanunun içerisine giriyor.

Sadece yabancılara dönük olduğu göz önüne getirildi burada. Tabii ki Türkiye’de yer alan firmaları biz yabancı-yerli diye ayırmıyoruz. Burada yer alan firmalar, yabancı sermayeli firmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin ticaret kanunlarına göre kurulmuştur ve bu firmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarına tabidir ve bu firmalarda çalışan insanların hemen hemen tamamı Türk işçisi ve Türk mühendisidir. Burada yabancı ayrımı yapmak zaten yanlış. O zaman, baktığımız zaman, Çin’de yatırım yapmış olan firmaların çok büyüğü yabancı. Yani Çinli firma da var ama, adamlar açmışlar kapılarını. Olaya şöyle bakmak lazım. Teknoloji getirecek olan firmaları bizim Türkiye’ye taşımamızda, onlara imkân vermemizde hiçbir sakınca yok. O firmaların burada geliştirdikleri teknolojiyi kimlerle geliştirecekler? Bizim kendi işçimizle, mühendisimizle, teknik imkânlarımızla o ar-ge’lerini yapacaklar, teknolojiyi geliştirecekler, belki kendi bünyelerindeki firmalara aktaracaklar, ama o bilgi birikimi sonuç olarak bu ülkede kalacak. Bunu iyi bilmemiz lazım ve bu ülkede kalan teknoloji bilgi birikimini o insanlarımız, o yabancı firmalarda çalışan mühendislerimiz, teknik insanlarımız, belki üç beş yıl sonra kendi kuracakları kendi firmalarında daha da geliştirecekler ve dünyayla rekabet edebilir hâle gelecekler, çünkü o bilgi birikimlerini daha ileriye götürecekler; belirli iletişim imkânları var, o ülkelerdeki o firmaların temsilcilerini veyahut iş yaptığı diğer firmaları tanıdıkları için bir açılım yapabilme imkânına da sahip olacaklar; bu anlamda, bu kanunun getirdiği bir avantaj. Yani, burada yabancı düşmanlığı yapmanın hiç gereği yok. Gelsinler, yani çimento fabrikası kurmaya geliyorsa buraya, otomobil fabrikası kurmaya geliyorsa, sadece üretim yapmayı bile destekliyorsak biz Türkiye olarak, ar-ge’sini burada yapmakta olan firmaları desteklemememiz için hiçbir neden yok, onları da destekleriz. Dediğim gibi, uzun vadede ülke faydasına, yararına olacak bir husus bu.

O anlamda, ben, bu kanunun ülkemiz sanayisine, ülkemizin gelişmesine çok artı değerler getireceğine inanıyorum. Tabii ki ufak tefek bazı eksiklikleri olabilir, ama olmayan bir kanundan çok daha iyidir bu kanunun olması ve yolda devam ederken zaten hedef aldığımız yıl da aslında çok önemli, 2023, anlamlı bir yıl. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yılıdır hedef alınan tarih. İnşallah, o tarihe kadar, önümüzdeki on iki yıllık süreç içerisinde, Türkiye, bu anlamda, bu kanunla büyük bir gelişim sağlayacaktır.

Bu ülke hepimizin, Türkiye Cumhuriyeti hepimizin, kimsenin tekelinde değil, bunun da idraki içerisindeyiz, başkalarının da bunun idraki içerisinde olması gerekiyor. Buradan kimse siyasi bir nema kendisine çıkartmasın. Hepimiz, bu Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerini içselleştirmiş insanlarız.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Denemeç.

4’üncü madde üzerinde, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Kaplan. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP  GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğrusu biraz önce üzücü bir olaya tanık olduk. Meclis İdare Amirimiz olan milletvekilimiz Sayın Sırrı Sakık, gündem dışı söz almada ne yazık ki bugüne kadar -sayılarını çıkarmıştı, istatistiklerini- Demokratik Toplum Partisinin, söz verilmesi konusunda dışlandığını ifade etti. Bu konuda Sayın Başkanın ve diğer başkanların da duyarlı olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece gündem dışı söz alınması konusunda değil, özellikle uluslararası komisyonlarda ve yurt dışına yapılan gezilerde de grubu olan bir partiyi dışlamanın Mecliste hiçbir haklı, demokratik yanı yoktur ve özellikle dış gezilerde de yine grubumuzun dışlandığı konusunda çok ciddi verilerimiz vardır. Umarım, herkes bu konuda duyarlı olur.

Zaman zaman bazı olayları sorun yapmak istemiyoruz. Geçen gün burada konuşurken bir talepte bulundum, yorgunduk, akşamüzeriydi. Meclis tutanaklarına bizim partimizi hedef alan, hakaret teşkil eden sözler geçiyor. “Sayın Başkan, tutanaklardan bunlar çıkartılsın.” dedik. Umuyorum, böyle taleplerimiz olduğu zaman evet veya hayır, olumlu veya olumsuz bu konuda bir yanıt verilir. Meclis Başkanlık Divanını İç Tüzük’ün gereğini yerine getirmesi konusunda daha duyarlı olmaya davet ediyorum.

Grubumuz adına 4’üncü maddeyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Ar-ge konusunda uygulama ve denetim esasları, özellikle ar-ge’ye, araştırma ve geliştirme çalışmalarına verilen teşviklerin geçmişte denetlenmesi ve verimli kullanılmasının sağlanması bir diğer önemli nokta olarak ortaya çıkıyor. Özellikle,    ar-ge merkezli projeler, 500 kişiden oluşan büyük projeler de dikkate alındığı zaman, bu denetimin önemi daha da ortaya çıkıyor.

Hâlen ar-ge teşviki alan şirketlerin bu kaynakları başka alanlarda kullandığı veya bu kaynaklardan yapılan faaliyetlerin de ar-ge olmadığını görüyoruz. Hâlen teşvik kapsamındaki teknokentlerde yürütülen çalışmaların da istenilen düzeylere ulaşmadığını, teknokentlerin üniversiteler tarafından yalnızca kira geliri, şirketler tarafından da vergisiz alanlar olarak görülmeye devam edildiğini görüyoruz. Teknokentlerde yapılan faaliyetlerin yeterince denetlenmemesi sonucu, teşvik sağlanan projelerdeki verimi de düşürmektedir.

Aslında, teşvik deyince sadece ar-ge alanında değil, tarım, hayvancılık, kalkınma, sanayi alanında diğer teşvik yasalarıyla verilen teşviklerin denetlenmesinde de görülmüştür ki, ne yazık ki, Türkiye olarak bu konuda parlak bir sicilimiz yoktur. Özellikle hayvancılıkla ilgili verilen teşviklerin, atılan temellerin hiçbirinin yerinde olmadığını da biliyoruz.

Teknokentler dışındaki ar-ge faaliyetlerine teşvik verilmesini öngören bu tasarıda, ayrıca, ne yazık ki, yapılan faaliyetlerin ar-ge olup olmadığı konusundaki bilimsel kriterlerle yapılacak denetim konusu nasıl olacaktır? Yani, en önemli konu bilimsel denetim konusudur. Maalesef, bu konuda bu tasarı da yeterli değildir. Sadece 4’üncü maddenin sonunda, işte TÜBİTAK’ın, Maliye Bakanlığının ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının bir araya geleceği, bir yönetmelik çıkarılacağı, tek taraflı… Yüce Meclisin denetiminden, yasamanın denetiminden alacaksınız, kendinize göre, istediğiniz bir yönetmelik çıkaracaksınız, ondan sonra zarar görenler idare mahkemesine gitsin, mahkeme kapılarında dolaşsın. Bu yasama faaliyetinin uygulama alanını yani pratik alanını Meclisin denetiminden kaçırmak doğru değildir diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar, özellikle 500 ve üzerinde tam zaman eş değer istihdam ar-ge personeli, ülkemizde en fazla 10-15 firmayı tanımıyla kapsamaktadır. Bu durumda, bu maddeye göre “Türkiye’de yatırım yapacak yabancı sermaye gel.” Şimdi, arkadaşlarımız bağışlasınlar, ikide bir “Yaa, yabancı sermayeden niye korkuyorsunuz? Yabancı sermaye gelsin.” Zaten yabancı sermaye Türkiye’yi sarmış yani korkmanın bir anlamı yok, her alanda sarmış, bu alan kalmıştı. Bu alanda da getirirken birileri bunu çıkar amaçlı “Yüzde 2 hisse oranına da ben sahip olayım, bir yabancı şirket bulayım gelsin.” Bu böyle olunca “Yabancı sermaye düşmanlığı yapmayın.” Olay yabancı sermaye düşmanlığı değil, bu ar-ge faaliyetleri, ar-ge merkezleriyle ilgili, bilimsel olup olmadığı, fayda sağlayıp sağlamayacağıdır çünkü bunun için bu teşvikler verilmektedir, vergiden muaf tutulmaktadır, sigortalarının ödenmesinden muaf tutulmaktadır.

Bilmiyorum, tabii, Sayın Bakan bize açıklasa da… Bu Güney Kore’de “Gelin, gelin size hazır potansiyel var.” demişti. Sayın Maliye Bakanı yokmuş burada, Sayın Veysel Bey varmış… Ben merak ediyorum, Güney Kore’ye Sayın Maliye Bakanımız Unakıtan demişti “Gelin, 500 büyük ar-ge merkezleri kuracağız. Gelin, gelin Türkiye uygun potansiyeldir.” Acaba, bu tasarı Meclise geldikten sonra Güney Kore’den bir talep geldi mi, bir ilgi doğdu mu, merak ediyorum. Bizi aydınlatırlarsa         -yüce Meclisi- çok sevineceğiz çünkü bu tasarıya baktığımız zaman farklı bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. KOBİ’lerin desteklenmediği, maalesef desteklenmediği bu konuda, ben sadece TÜBİTAK’ın, çıkarılan bir yasayla, bir kereye mahsus olmak üzere, 6 üyesinin –ki zaten toplam 13 üyeden oluşuyor- Başbakan tarafından atanması suretiyle… Bakın, bu çok vahim bir durumdur, çıkarılan yasayla, TÜBİTAK’ın yönetimi, 6 bilim kurulu üyesi, 59’uncu Hükûmet döneminde, 5376 sayılı Yasa’yla, değiştirildi. Peki, Anayasa Mahkemesi bu Yasa’yı iptal ederse ne olacak TÜBİTAK’ın hâli? Bunu düşünmek gerekiyor.

Şimdi, TÜBİTAK’ı alacağız, bu ar-ge projelerinin denetim mekanizmasının büyük sorumluluğu onda olacak çünkü Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, verse verse ruhsatını verir, sertifikasını verir; Maliye Bakanlığı da verdiği parayı, giriş çıkışını denetler ama bilimsel olarak, üniversitelerimizin asli görevi olan bilimsel denetimi yapacak olan, kriterleri belirleyecek olan neresidir? TÜBİTAK’tır. TÜBİTAK gibi bir bilimsel kuruluşu, tutup bir yasayla, bir defada, bir defaya mahsus olmak üzere Başbakan atarsa, onun yönetimini de ele geçirirse TÜBİTAK’ın gerçekten yapacağı denetim konusunda, iktidara yakın bir yönetimin ne kadar tarafsız olacağı konusunda çok ciddi kaygılarımız vardır.

Bilimin ancak özerk bir ortamda gelişebileceğini, uluslararası platformda giderek daha fazla çağdaş bir yer kazandığını biliyoruz. Bilimsel özerkliği aksatacak devlet politikası yerine, parti politikasını, çıkarını koyacak anlayış bu ülke için maceradır, gerçekten maceradır. TÜBİTAK’ın üst yönetiminin değiştirilmesiyle maalesef böyle bir hata yapmıştır iktidar partisi. Bilimsel ve teknolojik gelişmeye fikrî zenginlik katmak yerine de, felsefe derslerini müfredattan çıkararak, ülkemizde farklı inançta yurttaşlarını yok sayarak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Tamamlıyorum.

Zorunlu din derslerini koyarak, ezberci eğitim sistemini ayakta tutarak, tarihi, padişahların sayısına ve anlaşmalarına ve zevcelerine indirgeyerek, çağ dışı YÖK anlayışına karşı 21’inci yüzyılda bilim özgürlüğüne hiçbir katkı sunmaksızın sadece şekille uğraşarak, kendi inanç, muhafazakârlık anlayışını bilim özgürlüğüne tercih eden bir anlayışın elinde, bu ar-ge fonlarının, ar-ge teşviklerinin, dışarıdan alınacak kredilerin çok sağlıklı harcanacağına inanmıyoruz. Ülkemiz, yüzyıllık macerası içinde, bilimsel gelişmeleri çok gerilerden takip eden, teknoloji ithal eden, aktaran bir ülke olmuş, kendi bilimsel ve teknolojik gündemini yaratan bir ülke olamamıştır. Bunda AK Parti İktidarının büyük sorumluluğu vardır. Bu nedenle bu sorumluluğa katlanmayacağız, hayır diyeceğiz.

Teşekkür ederim. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.

4’üncü madde üzerinde şahsı adına Yozgat Milletvekili Osman Coşkun söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Coşkun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

OSMAN COŞKUN (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ar-ge faaliyetlerinin desteklenmesi kanununun 4’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yaşadığımız 21’inci yüzyıl fırtınalı bir denize benziyor. Böylesi bir denizde bir geminin hedefine ulaşabilmesi için, mutlaka kaptanın ve tayfalarının ortak yönde çalışması önem arz ediyor. Ülkemiz için, ülkemizin hedefine ulaşmasında böylesine önemli olan bir yasada iktidar ve muhalefetle birlikte çalışarak bu yasayı çıkaracak olmamız beni gerçekten mutlu ediyor.

Özellikle ar-ge konusunda öğretim üyeliği süresi içerisinde yaptığım çalışma ve tecrübeleri kısaca sizinle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum, çünkü bu konuda birtakım eksikliklerin olduğu kanaatini taşıdığım için.

Bir bilimsel araştırma yapılmak istendiğinde, o araştırmanın -yani, o ar-ge çalışmasının- beş safhadan geçmedikçe bilimsel bir araştırma değeri kazanmadığını belirtmek istiyorum. Bu aşamalardan birincisi “literatür tarama” dediğimiz kısımdır. Öncelikle, araştırma yapılacak konuda daha önce herhangi bir çalışma yapılmış mı yapılmamış mı, yapılmışsa nereye kadar gelmişler, bunun tespit edilmesi gerekir. Hepinizin çok yakinen bildiği ve ampulün keşfini yapan Thomas Edison’un bin iki yüze yakın patenti olduğu söylenir ve tamamına yakınında da, bu yaptığı literatür çalışması sonucunda, başkalarının, enerjisi yetmediği için, ömrü vefa etmediği için, parası kalmadığı için yarıda kalan projelerini tamamlayarak bu patentlere  sahip olduğu söylenir. Dolayısıyla, bizim zamanımız ve paramız çok kıymetli. Bu anlamda, tabii ki, yapılacak çalışmalar öncekilerin bıraktığı yerden başlanarak yapılırsa tasarruf sağlanmış olacak ve günümüzde biz çok şanslıyız, bu tür araştırmaları elektronik ortamda yapmamız çok çok mümkün.

Bugün Sayın Sanayi Bakanımızla birlikte Hacettepe Üniversitesinde teknokent ve ar-ge binalarının açılışına katıldık ve gerçekten heyecan duydum, gerçekten çok mutlu oldum. Bir bilişim firmamız tek başına Amerika’ya hazırladığı bir programla 300 milyon dolarlık bir anlaşmaya imza atmış ve gerçekten, yapılan çalışmalarla 6 kat, yani kendilerine verilen katkının 6 katı tekrar dönüş yaptığını oradaki profesörlerimiz ve ilgili başkanlarımız açıkladılar. Bu bizi gerçekten çok çok mutlu etti çünkü bu anlamda yapılacak bütün katkının en az bu şekilde ülkemize geri dönüş yapması çok önemli.

İşte bunun için, ikinci aşama, araştırma laboratuvarlarına mutlaka o çalışmanın götürülmesi gerekir ki burada izlenen yol gözlemdir ve çalışmaya müdahale edilmez ve bütün ilimlerde de bu böyledir. Ancak gözlem yoluyla laboratuvardan geçmiş olan bütün çalışmalar tespit edilir ve fişlenir.

Üçüncü aşama, kritik safhası dediğimiz aşamadır. Burada izlenecek metot, önce analiz, sonra sentez yapmaktır. Analiz, gerek literatür etütte elde edilen bilgiler gerekse deney laboratuvarlarında elde edilen ana unsurlar bir analize tabi tutulur, sonra da burada metoduna uygun olarak aynı şeylerin ilişkileri tespit edilip bir sentez yapılır.

Dördüncü aşama, deney laboratuvarları dediğimiz kısımdır. Kritik safhada elde edilen netice deney laboratuvarlarında denenir. Her ilmin kendi bünyesine uygun mutlaka laboratuvarları vardır. Buradaki metot, kritik safhasında elde edilmiş senteze göre çalışmayı yönlendirme, çalışmaya müdahale etmedir. Bu çalışma, araştırma safhasındaki gibi sadece bir iki denemeden ibaret olmaz, yüzlerce kere tekrar eder. Nihayet sentezdeki durumu tecrübe laboratuvarı teyit ediyorsa, şimdiye kadar gelinen yol doğrudur ve bir neticeye varmış, bir hakikati elde etmişiz demektir ama yetmez.

Önemli olan beşinci aşamadır ki günümüze kadar bu konuda bazı eksiklikler vardır. Çünkü beşinci aşama, yapılan ar-ge çalışmasının hedefi, insana hizmet için bir sonuca varılmıştır. Bunun mutlaka uygulama sahasına konulması gerekir. Uygulama sahasında elde edilen sonuçlara göre çalışma, değişen ihtiyaçlara uyumlu olacak şekilde revize edilir, geliştirilir ki bütün ilmî araştırmalar bu beş safhadan geçer fakat her bir safhanın araştırma esnasındaki metodu kendi metoduyla yapılır. O zaman ilmî esaslara ulaşılmış olur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız.

OSMAN COŞKUN (Devamla) – Peki Sayın Başkan.

Tabii ki bu çalışmanın mutlaka hedefi vardır. Önemli olan üç sacayağını burada sizinle paylaşmak istiyorum. Birincisi, bilgi. Bilgiden kastım üniversiteler. İkincisi, güvenlik güçlerimiz. Burada iç ve dış güvenlikten sorumlu silahlı kuvvetlerimizi ve emniyet teşkilatımızı kastediyorum. Üçüncü aşama da mutlaka sanayi kuruluşlarımızdır. Üniversite, sanayi ve güvenlik kuruluşlarının ortaklaşa çalışması mutlaka gerekir ve bunun sonucunda yapılacak çalışmaların bu üç grubun hizmetine sunulması gerekir ki artık önümüzdeki dönemde mayına basan askerlerimizin olmaması lazım.

Bu çalışmanın ülkemize ve özellikle üniversitemize, sanayimize ve güvenlik güçlerimize faydalı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Coşkun.

4’üncü madde üzerine Konya Milletvekili Hasan Angı söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Angı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HASAN ANGI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 95 sıra sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Önemli bir yasayı görüşmekteyiz değerli arkadaşlar. Onun için de bu yasa tasarısının hazırlanmasından Genel Kurulumuza geliş sürecindeki, katkıda bulunan, emek veren herkesi kutluyorum.

Bizden önceki yapılmış çalışmaların, hem 22’nci Dönemde hem de 23’üncü Dönemde üzerine yenilerinin ilave ediliyor olmasının hepimizi mutlu etmesi gerekir. 2001 yılında Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’yla Türkiye’de üniversite-sanayi iş birliğinin ilk adımları atılmış, 2003 yılında bu süre 2013 yılına kadar uzatılmış. 28 tane bölgenin oluşumu, 18 tanenin de faaliyete geçmiş olması Türkiye’de üniversite-sanayi iş birliğinin nereye geldiğini gösteriyor.

Buraya çıkan değerli konuşmacı arkadaşlarımızdan bazılarının üniversitelerin bu kapsam dışında olduğu veya oradaki yapılan çalışmaların çok yeterli olmadığı şeklindeki ifadelerine katılmadığımı belirtmek istiyorum. Biraz önce değerli konuşmacının da ifade ettiği gibi, bugün sabah Hacettepe Üniversitesinde ar-ge binalarının açılışı vardı. Değerli Sanayi ve Ticaret Bakanımız da bu açılışta bulundu. Ama ne yazık ki Rektör Bey orada yoktu. Niye? Üniversitelerarası Kurul Toplantısı…

AK Parti Hükûmeti işinin başında. Bize düşen, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu tür çalışmalarda ortaya koyduğu katkıları artırmak, Türkiye’deki birçok yenilikleri hazırlayabilmek, bunların sonuçlarından da insanımızın rahatını, mutluluğunu yakalamasına vesile olabilmektir.

Bugünkü bu açılışla, bölgedeki çalışan firmaların gelecekle ilgili önemli projelerini görmüş olmak ve bundan sonraki diğer çalışmalarda da firmaların kendi bünyelerinde 50 kişiyle başlatacakları ar-ge birimlerinin -veya bunun 500 kişiyi aşmasıyla daha büyük ar-ge çalışmaları- Türkiye’deki mevcut teknik personelin, üniversite mezunlarımızın ve bilim adamlarımızın çok daha önemli çalışmalara imza atmasına fırsat verecektir.

Burada, ulusal sanayinin bu mevzuattan yararlanamayacağı, buradaki getirilen teşviklerden faydalanamayacağı gibi ifadeler doğru yaklaşımlar değil. Hem ulusal sanayimizin hem de küresel sermayenin, küresel firmaların iş birliği hâlinde Türkiye’deki pek çok değişik alanlarda bu çalışmalarla Türkiye'nin önü açılacaktır.

Zaman zaman şu da deniliyor: “Hangi sektörlerde, hangi teşvikler?” Bunu, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu yaptığı mutat toplantılarla ülkenin ihtiyacı olan alanları çok daha önceleyen bir başlıkta planlayacak ve yürütecektir. Burada ana çerçevesi çizilmiştir. Maliye Bakanlığının bu çalışmaya önemli katkısı, vergi mevzuatı açısından vergi teşviklerinin getirilmiş olması, SSK primleriyle ilgili işveren payının yarısının beş yıllık dönemde Maliye Bakanlığınca karşılanacak olması önemli.

Teknogirişim sermayesiyle de bireysel girişimlerin, genç mühendislerin 100 bin YTL’ye kadar alacağı destekle önünü açan, KOBİ’lerimizin teknoloji gelişim merkezlerindeki çalışmalarını da yürümesi adına bir imkânın olduğunu görmekteyiz.

25 kişinin aşağıya çekilmesi, teknoloji geliştirme merkezlerini belki zorlayabilir. Burada, hem teknoloji geliştirme merkezlerinin hem ar-ge birimlerinin hem de bireysel projelerin birlikte yürütüleceği bir tasarı. Ben bu tasarının ülkemize, ilgililerine hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Angı.

Madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyoruz. Bir soru var, Sayın Ağyüz’ün.

Buyurunuz Sayın Ağyüz.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, bu yasa, işletmelerin etkinlik ve verimliliğinin artırılmasını ve yenileşmeyi sağlamayı hedefliyor, teknolojik yenileşmeyi. Üniversitelerle iş birliğinin yapılması temel hedeflerinden biri. Yasa, üniversitelerle iş birliğini teşvik ediyor. Üniversitelerin bağlı olduğu YÖK’ün başında yenileşmeye, bilimselliğe kapalı olan, her türlü idare ve bilimsel özerkliğe karşı, kızdığı zaman rektörlere, araştırma görevlilerinin kadrosunu iptal eden bir YÖK Başkanıyla bu üniversitedeki açılımı nasıl sağlayacaksınız? Kendi görevini yapmayıp türban konusunda iktidarın tetikçiliğini yapan bir YÖK Başkanı bu işe açık olur mu?

Ayrıca, bu ar-ge desteklerini kamuda sürdürmeyi düşünüyor musunuz? Raylar kırılıyor, insanlar ölüyor. Uzman tabip istifalarıyla hastaneler kapanıyor. Enerji Bakanlığı rüşvet ve yolsuzluk kapısı oldu. Bunların ar-ge’ye ihtiyacı yok mu?  Böyle bir şey yapılırsa destekleyecek misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ağyüz.

Buyurunuz Sayın Bakan.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – YÖK Başkanıyla alakalı söylediğiniz sözlere katılmıyorum Sayın Milletvekili.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Katılsanız şaşardım!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Yani YÖK Başkanı, mevcut, meri esaslara, mevzuata uygun olarak seçilmiştir. Daha yeni başladı, vazifesini de layıkıyla yapmaya çalışıyor.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Görevinden başka her şeyi yapıyor!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Diğer konuya gelince: Özellikle tabii bu teşvik çok önemli. Kamuda tabii, personelle ilgili herhangi bir indirim yok ama kamu, özel sektörle birlikte iş birliği yaptığı zaman tabii onlar da teşvik alacaktır. Yani, özellikle bu konuda herhâlde sorunuza cevap vermiş bulunuyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Hapishaneler bürokrattan geçilmiyor Sayın Bakan!

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Hapishanelerde yer kalmadı yer!

BAŞKAN – Şimdi, 4’üncü madde üzerinde iki adet önerge vardır. Önergeleri sırayla okutuyorum:

                                                                                                                        23.1.2008

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı yasanın 4. maddesinin 6. fıkrasının sonuna eklenmek üzere aşağıdaki cümlenin eklenmesi arz ederiz.

Saygılarımızla.

 

Hüseyin Mert

Harun Öztürk

Mehmet Emrehan Halıcı

 

İstanbul

İzmir

Ankara

“Ar-Ge merkezlerinin faaliyetlerinin ve faaliyet sonuçlarının denetimi bu yönetmelik usullerine göre 3568 sayılı kanuna göre denetim yetkisine sahip meslek mensupları tarafından yapılır.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı Tasarının 4. maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Oktay Vural

Yılmaz Tankut

Prof. Dr. Alim Işık

 

İzmir

Adana

Kütahya

 

 

 

 

 

Mehmet Akif Paksoy

Cemaleddin Uslu

 

 

Kahramanmaraş

Edirne

 

(7) Ayrıca, yıllık bütçesinin en az %1’ini AR-GE faaliyetleri için kullanan işletmeler de bu yasada belirtilen teşviklerden yararlanabilir.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HASAN ANGI (Konya) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge hakkında konuşmak isteyen?

Sayın Işık buyurunuz.

Süreniz beş dakikadır.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Biraz önce, buraya çıkmadan önce, Sayın Maliye Bakanımız orada oturuyordu. Önergenin mahiyetini kendisine anlatmaya çalıştım acaba ikna edebilir miyim diye. O biraz ikna olmadı. Şu anda kendisinin burada olmamasını bir şans kabul ediyorum çünkü Sayın Bakanın -en azından teknik donanımlı bir kişi- beni daha iyi anlayacağını tahmin ediyorum.

Ar-ge yasasının önemini burada kabul etmeyen, anlamayan hiç kimsenin olması mümkün değil. Çünkü, bir ülkenin gelişmesi, ekonomisinin hızla ilerlemesi doğal olarak kendi ürünlerinin uluslararası piyasadaki rekabet şansının yüksekliğine bağlı. Bunun da özünde ar-ge faaliyetleri yatıyor. O açıdan, bu ar-ge yasasının, her ne kadar Türkiye şartlarına biraz az uysa da, hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, çünkü gerçekten önemli bir yasa olduğuna inanıyorum. Ancak, sizler de çok iyi biliyorsunuz ki bir aylık geçmiş dönemde bu yasanın 4 kez inkıtaya uğratılmış olmasını da bir talihsizlik olarak görüyorum, çünkü bunu geriye atıp, bunun yerine tartıştığımız ve geçirdiğimiz yasalarla kıyasladığım zaman, şahsen yirmi beş yıllık bir dönemini üniversitede ar-ge faaliyetiyle geçirmiş bir kişi olarak, bunun bu kadar sürüncemede bırakılmasını da bir şanssızlık olarak görüyorum.

Kanunun kısıtlarını zaman zaman dile getirmeye çalıştık, benden önce konuşan birçok milletvekili de bunlara değindi, üç ana konuda bunun yetersiz olduğunu ileri sürüyoruz.

Bunlardan birisi, ar-ge merkezlerinde en az 50 ar-ge personelinin çalıştırılmış olması zorunluluğu ki, bu Türkiye'yi gerçekten zorlayan bir kısıt, maalesef bu değişmedi.

İkincisi, genç girişimlerin desteklenmesini amaçlayan tekno girişim sermayesinden yararlanacakların sayısıyla ilgili bir konuydu. Bu maksimum 100’le sınırlandı. Yetmeyecektir. Bunun, ömrümüz olur, önümüzdeki yıllarda bu müracaat yapanların sayısını görürsek, ne kadar doğru olduğunu göreceğiz; maalesef, bu da değişmedi.

Şimdi, üçüncü bir konu var, bu önergeyle dile getirdiğimiz konu. Diyoruz ki: “Evet, bundan yararlananlar yararlansın, büyük şirketler yararlansın.” Binde 1 ar-ge faaliyetinde harcama yapmış olsa dahi bunlar yararlanıyor, ama bu önergeyle şunu amaçlıyoruz: “Herhangi bir nedenle bu yasadan yararlanamayan Türk sanayicisi, bütçesinin yüzde 1’ini ar-ge faaliyetine harcamışsa, diğer sınırlara takılsa bile belgelemesi kaydıyla bu teşvikten yararlansın.” diyoruz. Bu önerinin özü bu.

Sayın Maliye Bakanı kabul etmeme gerekçesini şöyle açıkladı: “Denetleyemeyiz. Birçok insan gelecek, işte, 100 birim bütçenin 1’ini buraya harcadın. Bunlarla uğraşamayız.” diyor. Uğraşmak zorundayız.

Denetim birimini kurduğunuz zaman, belgeleyen ve ar-ge faaliyetinde harcadığı parayı belgeleriyle beraber bu denetim birimine getiren insanlarımız niçin bundan yararlanmasın?

O nedenle, yüce Meclisin ben buna olumlu bakacağını ümit ediyorum. Yüzde 1 ve üzerinde ar-ge’ye harcama yapan işletmelerin sayısının artması, bunların teşvik edilmesi, ancak bu ülkedeki ar-ge faaliyetlerinin yoğunlaşmasına ve ülke ekonomisine katkı yapmasına yarar. Bunların önünü kesmeyelim. Yüzde 2-3 oranında harcama yapmış bir insan, 50 kişi çalıştıramıyor diye bu yasanın dışında kalmasın ya da teknoparkta yer tutamadı, oraya ayrıca masraf yapmadı, harcama yapmadı düşüncesiyle bu teşvik kapsamı dışında kalmasın istiyoruz. Çünkü, bu insanların desteklenmesi, toplamda Türkiye'nin yararına olacaktır.

Bu vesileyle, ben, önergemizin kabul edilmesini temenni ediyorum. Sizlerin en az benim kadar bu konuda heyecanlı olduğunuza da inanıyorum.

Önergemize destek olacağınız ümidiyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Yasanın da hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı yasanın 4. maddesinin 6. fıkrasının sonuna eklenmek üzere aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ederiz.

                                                                        Hüseyin Mert (İstanbul) ve arkadaşları

“Ar-Ge merkezlerinin faaliyetlerinin ve faaliyet sonuçlarının denetimi bu yönetmelik usullerine göre 3568 sayılı kanuna göre denetim yetkisine sahip meslek mensupları tarafından yapılır.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ HASAN ANGI (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge hakkında söz isteyen…

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Fıkrada denetim yetkisinin kime bırakıldığı açıkça belirtilmemiş, yönetmeliğe bırakılmıştır. Önerge denetimin kimin tarafından yapılacağına açıklık getirmeyi amaçlamaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde kabul edilmiştir.

5’inci maddeyi okutuyorum:

 Değiştirilen hükümler

MADDE 5-

1) 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendi ile 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının %40’ı oranında” ibareleri “araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının %100’ü oranında” şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN – 5’inci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü söz istemişlerdir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Susam konuşacaklar.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Susam. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ar-ge yasası ile ilgili olarak nihayet bugün yasayı bitirip, yürürlüğe girmesini sağlayacak süreci başlatacağız.

Ar-ge yasasının bu kadar sürüncemede kalmasını ben de Sayın Alim gibi gerçekten bir talihsizlik olarak görüyorum. Bu kadar geç kalmasını protesto etti sanıyorum Sayın Soner Aksoy da; Komisyon Başkanımız da burada yok.

Değerli arkadaşlar, bu yasaya hep destek verdik. Neden? Bu yasanın ülke için gerekli olduğuna inanıyoruz. Yaptığımız eleştiriler konusunda haksız ithamlarla da karşı karşıya kaldık. Az önce Sayın Denemeç dedi ki: “Yabancı sermaye gelsin, yapsın. Niye buna karşı çıkıyorsunuz? Burada yabancı sermaye düşmanlığı yapmaya gerek yok.” Arkadaşımız, konuşan arkadaşımız yabancı sermaye düşmanlığı yapmak için bir şey söylemedi. Biz, bu ülkede yabancı sermaye düşmanlığını yapmayız. Ancak, birincil önceliğimiz her zaman ulusal sermayedir, her zaman ülke kalkınmasıdır. Uluslararası sermaye ile ilişkilerimizi kurarken de önceliğimiz, ülkenin yararı, çıkarı ve ülkenin uluslararasında rekabet gücünün artırılmasıdır. Bu çerçeve içerisinde bakar ve böyle algılarız.

Değerli arkadaşlar, onun için bu yasada neye itiraz ediyoruz? Bu yasa şöyle olmalıydı: Ülkenin uluslararası rekabet şansını artırabilecek güçleri olan KOBİ’lerin ar-ge birimlerini destekleyecek bir yasa olmalıydı. AKP’li arkadaşlar örnek veriyorlar, diyorlar ki: “Bu yasadan 87 tane firma yararlanacak, bunun dışında KOBİ’ler de yararlanacak. Siz anlamıyorsunuz.” Kaç tane KOBİ yararlanacakmış? “1.052 taneden -bunun çoğunluğu KOBİ- 600-700 tanesi yararlanacak.” diyor. Türkiye’de 700 binin üzerinde KOBİ var…

REHA DENEMEÇ (Ankara) – 710…

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – … 700 tane yararlanacakmış, bunu bir övgü kaynağı olarak söylüyorlar.

Değerli arkadaşlar, ülkenin ekonomik politikasını oturtacağınız temel direkler sizin ülkenizin KOBİ’leri olmalı, çünkü ülke sanayisindeki işletmelerin yüzde 99’u küçük ve orta boy işletme. Bunlar rekabetçi konuma gelmeli ki ancak o zaman, siz, ülkede cari açığı da yabancı sermaye ihtiyacını da ülkedeki işsizliği de önleyebilirsiniz.

Bakın, bu yasa tasarısı konuşulurken hiç tarım kesimi konuşulmadı. Tarımın ar-ge ihtiyacı yok mu? Tarıma destek var mı? Tarım bugün can çekişiyor, tarımda ar-ge çalışmalarına ihtiyaç yok mu? Gen teknolojisinin geliştirilmesine Türkiye’de ihtiyaç yok mu? Gübrede, tohumda, tohum ıslahında, hayvancılığın geliştirilmesinde ar-ge’ye ihtiyaç yok mu? Peki, nasıl alacak tarım işletmeleri buradan, ar-ge’den desteği?

Değerli arkadaşlar, kafanızda ne tarım var ne KOBİ var ne ulusal sermaye var. Kafanızda sadece Türkiye’ye para getirmek var, cari açığı kapatmak var, ekonomiyi döndürmek var; başka bir şey yok. Ondan dolayı size itiraz ediyoruz. Onun için itirazımız.

Değerli arkadaşlarım, içinizde birçok, meslek örgütü başkanlığı yapmış arkadaşlar var. Sanayi ve Ticaret Bakanımıza deminden itirazımız da ondandı. Meslek odası başkanlığı yaptığı dönemde bu ülke KOBİ’lerinin sahipsiz olduğunu söyleyen insanlar, gelir gelmez bu ülkede ne değişti ki ülkeyi güllük gülistanlık gösterme gayreti içerisine giriyorlar?

Değerli arkadaşlarım, işsizlik üretiyor ekonomimiz. Bakınız, TÜİK’in açıkladığı son rakamlar, ilk defa, ekonomide işsizlik üretildiğinin altını bir kez daha çiziyor. TÜİK’in rakamları ne kadar ülke gerçeğini yansıtır yansıtmaz onu bilmiyorum, ama bir ülke ekonomisi büyüme göstermesine rağmen eğer işsizlik üretiyorsa orada oturup düşünmeniz lazım. Ülke ekonomisi büyüyorsa işsizliğin azalması gerekir. Neden işsizlik azalmıyor? Çünkü üretime teşvik yok, çünkü KOBİ’lere destek yok, çünkü Türkiye’de tarıma verilmeyen destekler nedeniyle tarımdan müthiş bir şekilde işsizlik büyük kentlere geliyor. Değerli arkadaşlarım, onun için bu ar-ge yasasında, bağırarak çağırarak sizi ikna etmeye çalışıyoruz, vicdanlarınıza seslenmeye çalışıyoruz. Diyoruz ki: Arkadaşlar, bu ar-ge yasasındaki destekler ülke insanına verilsin, üretime verilsin, kalkınmaya, bilgiye, teknolojiye verilsin.

Bakınız Avrupa Birliğinin kalkınmada son projesi KOBİ’lere dayalı. Avrupa Birliği, artık, küçük işletme sayısının arttırılmasına yönelik desteklere öncelik veriyor, ama biz burada, AKP’li sözcülerden, övgüyle, ölçek ekonomisinin vazgeçilmezliğini dinliyoruz. Değerli arkadaşlar, dünyada bir kriz yaşanıyor. Bu kriz büyük ülkelerde yaşanıyor. Amerika’da yaşanıyor, İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da yaşanıyor. Niye yaşanıyor biliyor musunuz? Ölçek ekonomisinin geldiği nokta itibarıyla tıkanmışlığından dolayı yaşanıyor. “Ölçek ekonomisi” adı altında dünya pazarını ele geçirmeye çalışan uluslararası tekelci sermaye, bugün, ülkelerde işsizliği artırıyor ve o ülkelerin sanayisini yok ediyor, işsizlik yaratıyor, bütün piyasaya hâkim olup o ülkelerde sorun yaratıyor. Ama aynı zamanda ne yaratıyor biliyor musunuz? Böyle bir hantal yapı nedeniyle de bir sürü yolsuzluk yaratıyor. İşte Fransa’da milyar dolarlarca bir bankadan kaçırılan olaylar, işte Amerika’da Enron ve benzeri olaylar hep o büyük ekonomiye özenen insanların geldikleri noktadır.

Küçük ekonomilerin her zaman ülkenin kalkınmasında çok önemli yerleri vardır. O ülkenin küçüklerini, KOBİ ve orta boy işletmelerini desteklemek zorundasınız; esnafını, sanatkârını desteklemek zorundasınız. Dünyada bugün işsizlik ciddi bir tehlikeyse, dünyada ölçek ekonomisi nedeniyle işletme sayısının azalmasından dolayıdır. Ülkemizde de işletme sayılarını azaltmaya çalışıyorlar. Ne diyorlar? Az önce örnek verdiler, dediler ki: ”Oto tamircileri… Artık herkes yeni araba alıyor, eski arabalara da garanti veriyor. Oto tamircisi olmasın.” Peki, ne yapacaksınız oto tamircisine, bir yol gösteriyor musunuz, soruyorum size? Ne yapacak oto tamircilerine? Bugüne kadar mesleğini yapmış, geçinen insanlar nasıl geçinecek? Bu KOBİ’lere bir yol gösterip önünü açıyor musunuz? Bu çıkardığınız yasa tasarısında bir destek veriyor musunuz? Yok. Öyle bir desteğiniz yok.

REHA DENEMEÇ (Ankara) – Yok.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Evet, yok, aynen söylüyorum, bana ispatlayın göreyim.

REHA DENEMEÇ (Ankara) – Oto tamircisine destek verin.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Ama, var, yapılabilir oto tamircisine destek. Oto tamircisini yok edemezsiniz, o insan sizin vatandaşınız. Onun gelişmesinin önündeki engeli aşarsınız. Ne yaparsınız biliyor musunuz?

REHA DENEMEÇ (Ankara) – Ar-ge teşviki.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Onların bir araya gelip bu büyüklerle rekabet etmesini teşvik edecek destekler verirsiniz. O destekleri verebilmek için de oto sanayi sitelerine ar-ge birimleri oluşturup onların vizyonunu çizersiniz, onlara yol gösterirsiniz, onlar yapılabilir. Sayın Denemeç, ben bu işin içindeyim, onu biliyorum, onun için çok rahatlıkla söylüyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün, ülkemizde ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşanıyor. Bu ekonomik sıkıntının temelinde 2001’den itibaren uygulanan ekonomik politikanın sonuçları yatmaktadır. Bu ekonomik politika, makro dengeleri düzenleme adına yapılan ekonomik politika, ülkedeki üretimi, KOBİ’leri, esnafı, sanatkârı düşünmeyen; tarımı, köylüyü düşünmeyen ve onları kendi kaderine bırakan bir anlayış olduğu içindir. Bizim hemen özümüze dönmeye ihtiyacımız var, hemen tarıma… Onların, bu kadar geniş toprakları olan tarımın dünyaya ihracat yapabilecek noktaya gelmesi için ar-ge’lerle desteklenmesine ihtiyaç var. Tire Ovası’nda ne ekileceğini, bundan sonra dünyanın hangi pazarında, hangi ürüne ihtiyaç olduğunu orada oturan Tireli köylü mü bilecek, yoksa Hükûmetin organize ettiği kuruluşlarla ona yön verecek politikalar mı olacak? Duyduğu şekliyle üretim yapıyor; nar para ediyor, nar ekiyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Susam, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Şu para ediyor, ona göre köylü yöneliyor.

Siz, tarımınızın makro politikasını çizmek zorundasınız, o makro politikayı çizecek elemanlar yetiştirmek zorundasınız; ülkemizde boş, işsiz gezen ziraat mühendislerini, tarım mühendislerini bu alanlara sürmek zorundasınız. Onun için, kooperatiflere, süt üretim kooperatiflerine, tarım kooperatiflerine, çiçekçilik kooperatiflerine, hepsine ar-ge yapabilecek ortamlar sağlamalısınız, ama hiçbirini bu yasanın içine koymadınız. Bu yasada tek şey var beyler: Cari açığı kapatmak için, ithalat ile ihracatın arasındaki uçurumu azaltmak için büyük firmalara verilecek destek. Bunun dışında hiçbir şey yok.

Huzurlarınızı saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Susam.

5’inci madde üzerine, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Erkan Akçay söz istemiştir. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Akçay.

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Muhterem heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi ve şahsım adına  saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz önce, esnaf ve sanatkârlarımızla ilgili bir gündem dışı konuşma üzerine Sanayi ve Ticaret Bakanının konuşmalarına tanık olduk. Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanına ve Hükûmete hatırlatmak istediğimiz bir husus var. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak 24 Ocak tarihinde esnaf ve sanatkârlarımızın sorunlarının tespiti ve çözüm yollarının bulunması için bir Meclis araştırması önergesi verdik. Sayın Bakan esnaflarla ilgili görüşlerinde samimi ise bu araştırma önergemize destek verilmesini istiyoruz ve bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, bildiğimiz üzere “kanuna saygı” kavramı vardır. Kanuna saygıdan genellikle kanuna uymayı, kanunun uygulanmasını, getirdiği kurallara riayet edilmesini, kanunun ihlal edilmemesini anlıyoruz. Oysa, bir kanuna, daha kanunlaşmadan, hazırlık sırasında, taslak ve tasarı aşamasında ve yasama süreçlerinde de gereken saygı ve özenin gösterilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan, görüştüğümüz tasarı talihsiz bir tasarıdır ve ilginç bir örnektir. Öncelikle, araştırma ve geliştirme faaliyetini ilgilendiren bir yasanın Maliye Bakanlığınca değil Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca veya TÜBİTAK’ın bağlı olduğu bakanlık tarafından hazırlanması gerekirdi. Ancak adı her ne kadar ar-ge’nin desteklenmesi yasası olsa da tasarı tamamen vergisel düzenlemeleri içerdiği için, hazırlığın Maliye Bakanlığı tarafından yapılmasını normal karşılıyoruz ve yaptıkları bu çalışma nedeniyle de Maliye Bakanlığını ve değerli personelini tebrik ediyoruz. Vergi değişikliklerini içeren ve maliye politikasını yakından ilgilendiren bu tasarı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tarafından Plan ve Bütçe Komisyonuna sevk edilmesi gerekirken, Sanayi ve Ticaret Komisyonuna havale edilmiştir. Bu Komisyonu da tebrik ediyorum. Tutanakları inceledim, tasarıyı iyi bir vukufiyetle değerlendirmişlerdir. Ancak, bu tasarının Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi gerekirdi.

Bütün bunlar oldu, bu defa tasarı Genel Kurula geliyor, kaç defa gündeme alındıysa, her defasında önüne başka kanunlar geçiyor. Bir madde görüşülmeden başka kanunlara geçildi. Bir ayı aşkın bir süredir, bu ar-ge tasarısı, deyim yerindeyse, itilip kakılmakta, üvey evlat muamelesi görmektedir. Demek ki, bu tasarı Hükûmet için önemli bir kanun tasarısı değildir. Bu kanun âdeta sahipsiz bir kanun olacağa benziyor. Klasik AKP yaklaşımıyla bu kanunun daha uygulanamadan değiştirileceğini düşünüyoruz ve değiştirilmemesini, daha da geliştirilmesini temenni ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz ekonomisinin gelişmesini, kalkınmasını, uluslararası arenada başarıyla rekabet edebilir hâle gelmesini sağlayan faktörlerin başında mevcut teknoloji ve bilgi kapasitesi gelmektedir. Teknoloji ve bilgi kapasitesini artıran en temel unsurların başında da araştırma, geliştirme faaliyetlerinin yoğunluğu ile bilgi üretimi gelmektedir.

Görüşmekte olduğumuz ar-ge tasarısı, genel kapsamı itibarıyla, daha ziyade, özel sektörün ar-ge faaliyetlerinin vergi teşvikleriyle desteklenmesinden ibaret, kapsamı dar, mütevazı bir yasadır. Bu kanundan araştırma ve geliştirme adına çok şey beklemek doğru değildir. Bu hâliyle iddialı bir başlık taşıyan özel bir kanun çıkarmaktansa, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarında bir iki değişiklikle yetinilebilinirdi.

Değerli milletvekilleri, iyi bir ar-ge yasası, ülkemizin birikim ve potansiyelini harekete geçirmeli, ülkemizde bir araştırma ve geliştirme iklimi oluşturmalı, ar-ge çalışmalarını üretimle buluşturmalı, ar-ge faaliyetlerinin ilkelerini, usul ve esaslarını belirlemeli, koordinasyon ve iş birliğini sağlamalı, araştırmacı insan kaynağını harekete geçirmelidir. Ancak böylesine kapsamlı ve geniş ufuklu bir düzenlemeyle rekabet gücü artırılabilir, ar-ge harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıladaki payı artırılabilir, katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimi yapılabilir, verimlilik artışı sağlanabilir ve araştırmacı nitelikteki iş gücü desteklenebilir.

Ayrıca, iyi bir ar-ge yasasının, araştırma ve geliştirme faaliyetleriyle yakından ilgili olan üniversiteler, bakanlıkların ilgili birimleri, kamu araştırma enstitüleri, TÜBİTAK, Türk Standartları Enstitüsü, Türk Patent Enstitüsü, Akreditasyon Kurumu, meslek odaları, ilgili vakıflar ve özel sektör kuruluşlarıyla iş birliği ve koordinasyonu sağlayacak düzenlemeleri de içermesi uygun olurdu.

Her şirketin ve araştırmacının, yapılacak kapsamlı bir düzenlemeyle, Amerika’yı yeniden keşfetmesine gerek kalmadan, bütün araştırma ve geliştirme faaliyetlerini, araştırma ve geliştirme süreçlerini dikkate alarak, âdeta bir ar-ge bilgi bankası anlayışı içinde, ülkemizin ve dünyanın sahip olduğu araştırma ve geliştirme birikimini ve potansiyelini servis yapacak mekanizmalar oluşturulmalıdır.

Türkiye’nin, ar-ge konusunda, hem özel sektörün hem de kamu sektörünün koordineli bir şekilde adım atması, yeni atılımlar gerçekleştirmesi gerekmektedir. Üniversite ile sanayinin bir araya getirilmesi çok önemlidir. Ar-ge faaliyetlerinin finansman yönünün güçlendirilmesi için üniversitelerin ve kamu araştırma enstitülerinin döner sermayelerini de güçlendirecek tedbirler alınmalıdır.

Kamunun mevcut araştırma enstitülerini kapatıyorsunuz, tasfiye ediyorsunuz, kamu araştırma enstitülerine hor bakıyorsunuz, hoyrat davranıyorsunuz ve her türlü imkândan mahrum bırakıyorsunuz, sonra da ar-ge faaliyetlerini destekliyorum diyerek, vergi teşvik düzenlemeleriyle özel sektörden ar-ge adına medet bekliyorsunuz.

Türkiye, elindeki mevcut kurumları, potansiyeli ve birikimleri yok ederek, bir tarafa iterek, sadece vergi teşvikleriyle bir yere varamaz. Şimdi soruyorum: Manisa Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü kapatıldı -ki bölgenin, Orta Doğu’nun en büyük ve en önemli araştırma enstitüsü idi- yerine ne koyabildiniz? Bu kuruluşun kurumsal hafızası, birikimleri, tecrübeleri, potansiyeli ne oldu? Aşı üretiminde Türkiye ne duruma geldi? İthalata mı bağımlıyız yoksa kendimiz mi üretiyoruz? Enstitü varken kendimiz üretiyorduk, şimdi ithal ediyoruz. Enstitü kapatıldı, daha sonra kuş gribi çıktı. Manisa Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü, Türkiye’nin kanatlı hayvan gen merkezi idi. 2005 yılında meydana gelen kuş gribi riski karşısında Orta Doğu, Balkanlar ve Orta Asya’nın tek enstitüsünü neden kapattınız? 2005 yılında Tarım Bakanı Sayın Mehdi Eker enstitüyü açacağım dedi, hâlâ neden açmıyorsunuz. Birkaç sektörü, birkaç işletmeyi bazı araştırmacıları vergi teşvikleriyle destekleyerek araştırma ve geliştirme faaliyetlerini istediğimiz düzeye getiremeyiz. Ayrıca dile getirmeliyiz ki -KOBİ’lerin yoğunlukta olduğu ülkemizde- bu yasada KOBİ’ler desteklenmemektedir, KOBİ’ler âdeta dışlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi ar-ge faaliyetlerine ve buna ilişkin çalışmalara özel önem vermektedir. Bu vesileyle Milliyetçi Hareket Partisinin programında ve beyannamelerinde yer alan araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ilişkin görüşlerimizi de yüce heyetinizle paylaşmak istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi, bilimsel ve teknolojik araştırmaların yenilikler ve buna bağlı olarak verilecek patentler aracılığıyla üretime ve toplumsal faydaya dönüşmesinin sağlanmasını, bunun için gerekli olan millî yenilik sisteminin kurulmasını, teknolojik yenilikler ve teknolojik ürünleri yenilemek için gerekli olan ar-ge çalışmalarına destek verilmesini, ar-ge harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payının beş yıl içinde yüzde 2,5’a çıkarılmasını; patent, ticari marka, endüstriyel tasarım ve telif haklarının korunması amacıyla fikrî mülkiyet hakları sisteminin etkinleştirilmesini, ar-ge sonuçlarının sanayiye ve üretime aktarılabilmesi için teknoloji transfer merkezleri kurulmasını, kamu kaynaklarından ar-ge yatırımlarına daha fazla kaynak aktarılmasını, ayrıca özel sektörün ar-ge teknoloji üretim yatırımlarının desteklenmesini savunmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız.

ERKAN AKÇAY (Devamla) – Milliyetçi Hareket Partisi, etkin bir üniversite-sanayi işbirliği gerçekleştirilerek üniversite-sanayi ortak araştırma merkezlerinin kurulmasını; üniversitelerin ar-ge kapasitesinden özel sektörün yararlanmasını, teknokentlerin üniversitelerin yanı sıra organize sanayi bölgelerinin bünyelerinde de açılmasını; bilgi üretim teknolojileri, biyoteknoloji ve gen teknolojileri, nanoteknoloji, üretim süreç ve teknolojileri ile malzeme teknolojilerinin kurulmasını savunmaktadır. Ayrıca, Türk dünyasının bilimsel araştırma merkezi niteliğinde Ankara Temel Araştırmalar Merkezi (ATAM)’nin kurulmasını öngörmekte ve savunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin hayallerini ve hedeflerini araştırma ve geliştirme faaliyetlerine taşımamız, kendi Edison’larımızı yetiştirmemiz dileğiyle, bu yasanın ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, muhterem heyetinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akçay.

5’inci madde üzerinde, şahsı adına, Muğla Milletvekili Mehmet Nil Hıdır söz istemiştir.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Konuşmayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki.

Gene, 5’inci madde üzerinde, şahsı adına, Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan.

Buyurunuz Sayın Ceylan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET CEYLAN (Karabük) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, ülkemizin mevcut bilgi ve teknoloji üretim seviyesini daha da yükseltmek, sanayimizin rekabet gücünü artırmak, dolayısıyla ülkemizin topyekûn küresel rekabet gücünün artırılması hususunda önemli bir görev yapacak olan bir kanun tasarısını görüşmekteyiz.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi ülkemizde son yıllarda, diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, ar-ge faaliyetlerini desteklemek, ülkemizin toplam rekabet gücünü artırma yönündeki çabaları hususunda yoğun bir çaba sarf edilmektedir. Diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler gibi, son yıllarda, gerek kamu kesiminde gerekse özel kesimde bu alanda çok önemli destekler verilmektedir.

Bu kanun tasarısıyla da çeşitli teşvik unsurları, sanayi kesimine, araştırma-geliştirme faaliyeti içinde bulunan firmalara çok önemli destekler getirilmektedir. Bu desteklerin büyük bir bölümünü bundan önceki maddelerde görüştük. Bunlar arasında ar-ge indirimi, gelir vergisi stopajı teşviki, sigorta primi desteği, damga vergisi istisnası, teknogirişim sermaye desteği, rekabet öncesi iş birliği gibi çeşitli teşvik unsurlarını daha önceki maddelerde görüşerek kabul etmiş bulunmaktayız.

Değerli arkadaşlarım, bu maddeyle de kısaca, ar-ge faaliyetleri içinde bulunan kişi ve kuruluşlara çok önemli ölçüde vergi desteği gelmektedir. Hâlen gelir ve kurumlar vergisinde mevcut olan, ar-ge faaliyetlerinin yüzde 40’ının vergi indirimine tabi olan mevzuat burada yüzde 100’e çıkarılmaktadır. Yani kişi ve kuruluşların yapmış olduğu ar-ge’ye yönelik faaliyetlerinin toplamı, şimdi artık bu kanunla birlikte yüzde 100 olarak vergiden indirme imkânı getirilmiş olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, ar-ge faaliyetlerine yönelik olarak vergi düzenlemeleri daha önceki yıllarda da vardı. İlk defa 1989’da vergi mevzuatımıza giren teşvik unsuruyla, daha önce, bu tür faaliyetler içinde bulunan firmaların toplam ar-ge harcamalarını geçmeyecek şekilde, o yıl içinde oluşan toplam vergilerinin yüzde 20’si oranındaki bir kısmı üç yıl süreyle erteleme imkânı vardı. Bu mevzuat 1984’ten 2004 yılına kadar yürürlükte kaldı. Ancak 2004 yılında AK Parti İktidarımız döneminde yapılan bir değişiklikle bu hususta önemli bir teşvik unsuru ilave edildi. O da nedir? Enflasyonun da tek haneli rakamlara inmesiyle birlikte bu yüzde 20’lik vergi ertelemesi, üç yıllık vergi ertelemesi, artık cazibesini yitirmiş durumda idi. İşte 2004 yılında yeni bir düzenleme geldi ve “Toplam ar-ge harcamalarının yüzde 40’ı ölçüsünde vergiden muaf” imkânı getirildi. Şimdi ise bu düzenlemeyle biz bu oranı hep birlikte yüzde 100’e çıkarmaktayız. Yani firmaların yapacakları ar-ge harcamalarının tamamı artık bundan sonra vergiden indirme imkânına, vergiden istisna getirme imkânına kavuşmuş olmakta. Böylece firmalarımızın yapmış olduğu ar-ge harcamaları da daha büyük ölçüde desteklenecektir.

Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle tabii ki muhalefetteki partilerimize de teşekkür ediyoruz bu kanunu destekledikleri için. Ancak zaman zaman bazı arkadaşlarımız önemli ölçüde de kanunu eleştirdiler hatta bazıları “İçi boş bir kanun.” falan dediler ve benzeri eleştiriler getirdiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen Sayın Ceylan, toparlayınız sözlerinizi.

MEHMET CEYLAN (Devamla) – Toparlıyorum Başkanım.

Değerli arkadaşlarım, bakın, son yıllarda, Hükûmetimiz döneminde, gerçekten, ar-ge harcamalarına çok büyük destek vermekteyiz. 2002 yılında ülkemizdeki toplam ar-ge harcamalarının tutarı sadece 1,9 milyar YTL iken verilen destekler -kamuya ve özel sektörün yapmış olduğu harcamalar- şimdi, 2007 yılı itibarıyla 5 katrilyona çıkmış durumda. Dolayısıyla, çok önemli ölçüde artmış durumda.

2002’deki ar-ge harcamalarının gayrisafi millî hasıla içindeki oranı binde 6,7 seviyesindeydi. Şimdi ise, 2007 yılında bu oran yüzde 1’ler seviyesine gelmiş bulunmakta.

Burada, sadece bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: O yılda, 2002’deki gayrisafi millî hasılamız 180 milyar dolardı, şimdi ise, 2007 yılı sonunda 500 milyar doları bulmuş bulunmakta. Dolayısıyla, 2002 gayrisafi millî hasılasıyla kıyasladığınızda, şu anda, biz zaten yüzde 2’ler seviyesini o yılın rakamlarıyla yakalamış bulunmaktayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET CEYLAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu kanunla ar-ge harcamaları önemli ölçüde desteklenmektedir. İnanıyorum ki bundan sonra firmalarımız da daha büyük ölçüde ar-ge faaliyeti içinde bulunacaklardır ve gerek sanayimizin gerekse ülkemizin rekabet gücünün artırılması hususunda önemli katkıda bulunacaklardır.

Kanunun hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ceylan.

5’inci madde üzerine soru-cevap işlemine geçiyoruz.

İki soru vardır: Sayın Cengiz’in ve Sayın Işık’ın.

Buyurunuz Sayın Cengiz.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ederim.

Şimdi, Sayın Bakanım -soruya geçmeden önce- yine Çanakkale’den size selam var. Özellikle Gelibolu ilçemize bağlı Süleymaniye, Çokal, Evreşe, Bolayır, Kavak, Bayramiç, Şadıllı, Bayır ve Sütlüce köyleri özellikle desteklerini alamamışlar. Sayın Bakanımız Tarım Bakanına parayı vermiyormuş. Tarım Bakanlığından “Maliye Bakanından para gelirse ödeyeceğiz.” diye, öyle açıklama gelmiş. Özellikle onlar, sizden çok acil, böyle bir şey bekliyorlar.

Tabii bir de yeni atasözü türemiş Sayın Bakanım: “Toprak işleyenin, un akıtanındır.” diye. Dolayısıyla, bu atasözü de hayırlı olsun. Bu vesileyle “Toprak işleyenin, un akıtanındır.” derken de tarım sektörümüzden de şöyle bir soru geliyor: Özellikle, Türkiye'nin, tarım sektöründe ve hayvancılık sektöründe dünya literatüründe önemli bir konumu vardır. Özellikle biz Ezine’de Ezine peyniriyle de Amerika’ya kadar ulaştık. Fakat ar-ge, araştırma-geliştirme faaliyetlerini kuramadıkları için de batma noktasındalar. Özellikle dünyaya mal olan Ezine peyniri ve Türkiye’mizin diğer önemli gıda ve hayvancılık değerleri, bu ar-ge faaliyetlerinden yeterli düzeyde destek alamadığından dolayı dünyadaki eş değer gıdaların gerisinde kaldı. Özellikle bu bazda bakıldığında, hem tarımda ve hayvanlık sektöründeki ürünlerde azalma olmakta hem de tarım üreticilerimizin gittikçe gelirleri azalmaktadır. İşte tarımı destekleye -özellikle Bakanlığımızın veya devletimizin tarımdaki tohum üretiminde hayvancılıkta da döl üretiminde Bakanlığımızın ve devletimizin ar-ge çalışmalarının varlığı nedir, geldiği nokta nedir ve bununla ilgili ne gibi sonuçlar ortaya koyabiliriz? Eğer bu konuda bizleri aydınlatırsanız…

 Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Cengiz.

Sayın Işık, buyurunuz.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Aracılığınızla, Sayın Bakanımıza sormak istiyorum: Kanunun yürürlüğe girmesini takip eden birkaç ay içerisinde, örneğin bilgisayar yazılımı ve donanımıyla uğraşan bir uluslararası şirket Türkiye’de bir şube açar ve bu şubesi kanalıyla yapılmış olan toplam harcamaların önemli bir kısmını ar-ge harcaması olarak önünüze getirir ise bunun denetimini ve desteğini diğer yerli şirketlerden nasıl ayıracağız? Bu konuda Bakanlığımız nasıl bir tedbir almayı düşünmektedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Cengiz, Çanakkale’nin birçok yerinden selamlar getirdi. Teşekkür ediyorum. Siz de benim selamlarımı lütfen iletin. Çok fazla üzülmesinler, yakında paraları verilecek çünkü ben Tarım Bakanlığına ödemeyi yaptım.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Yaptınız mı Sayın Bakan?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Yaptım, dün itibarıyla yaptım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Bunu yakın zamanda netleştirelim Sayın Bakan.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Müjdeyi veriyoruz o zaman Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Ver, ver, selamlarımı da söyle.

SIRRI SAKIK (Muş) – Bizim bölgeye müjde ne zaman Sayın Bakan?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – İkincisi: Tabii bu atasözüyle ilgili… Birisi bir şey söyleyince hemen atasözü olmaz o, biraz daha bekler. Yüzyılları süzerek gelmesi lazım. Şimdi, bu böyle, hemen bir senede söylenmiş bazı sözler atasözü sayılmaz, biraz daha devam eder. Ama ileride olabilir de yani bakın onlara.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Yakışıyor size efendim, yakışıyor size.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Unakıtan’la ilgili bir şey olabilir yani.

Üçüncüsü: Ezine peyniri hakikaten çok güzel. Bizim gurur duyduğumuz, iftihar ettiğimiz bu beyaz peynir… Ezine peyniri gibi peyniri yurt dışında da zaten bulamıyorsunuz. Buna benzer bir Bulgar peyniri var, o da tutmuyor onu. O bakımdan, peynirdeki çalışan arkadaşlarımız biraz daha geliştirebilirlerse, o içeriğindeki, bazı sıhhi şartlara, uluslararası şartlara biraz daha uyabilirlerse çok çok başarılı olacağız. Ben Amerika’da mesela, Türk beyaz peynirini buldum, aldım ve ilgili firmayı da aradım, tebrik ettim. Ama Ezine değildi o, Balıkesir’di, Gönen’di.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Ezine diye gidiyorlar.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Yok, Ezine diye yok. Ben biliyorum, ben şimdi o işi biliyorum. Bir de Edirne peyniri var tabii, onu da atlamayın yani aradan.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Kırklareli’ni unutmayın Kırklareli’ni.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Edirne peynirine, -Edirne milletvekilleri var burada- sahip çıksınlar yani. Edirne peyniri de ün salmıştır biliyorsunuz. Ben Türkiye'nin beyaz peynirciliği hakkında konuştum, hakikaten doğru.

Şimdi, bu, gerek peynir olsun gerek hayvancılıktaki diğer bizim durumlarımız, ürünlerimiz ve tarımdaki tohumculuk olsun, bunlara çok çok değer, önem vermemiz lazım. Tarım Bakanlığımız da gerekli önemi veriyor. Mesela, şimdi “1 kilo domates tohumu mu daha pahalı, 1 kilo altın mı daha pahalı?” diye sorsanız, 1 kilo domates tohumu daha pahalı. Ama bunu, artık, Antalyalılar yetiştirmeye başladı. Ben gittim, gezdim, gördüm, hakikaten de tebrik ediyorum bu arkadaşlarımızı.

Bilhassa, bir de son  zamanlarda gelişen organik tarım var. Organik tarımı bizim çok iyi desteklememiz lazım. Bu konuda hem Tarım Bakanlığımız hem Sanayi Bakanlığımız, biz de Maliye olarak -Millî Emlaktaki bazı yerlerin organik tarıma tahsisi hususunda-  çok önem veriyoruz bunlara ve giderek de Türkiye'nin buna dönük üretimleri gelişecek.

Zaten, bu ar-ge’lerden maksat, Türkiye'nin katma değeri daha yüksek ürünler üretmesi. Domates üretmemiz iyi ama domates tohumu üretip ihraç edersek çok daha iyi. Mesela, ben, şöyle, organik tarımla ilgili olarak Antalyalılarla görüştüm, Ticaret Odasıyla görüştüm, diğerleriyle görüştüm, diyorlar ki: “Gelecekteki Antalya’nın organik tarımdan beklentisi 5 milyar dolar.” Yani bu olur mu? Olur.

Bu arada, bir de çiçekçilik var biliyorsunuz, kesme çiçek. Onunla ilgili olarak da bazı yerler tahsis ettik biz, organik olarak yapılanı. Ne fark ediyor? Mesela, termal sulamayla ısıtmalarını falan yapıyorlar. Oralarda yapılıyor. Altı ayda bir çiçek  kökü değiştirirken üç senede bir çiçek kökü değiştiriyorlar. Yani fevkalade, Türkiye'nin bu potansiyeli var. Bu potansiyelini de ileri doğru yakalayacak… Çünkü çok ümit veren çalışmalar var, üniversitelerimizde de var. Üniversitelerimizle de gittim, konuştum ben yaptıklarını. Bu konuda çok ileri çalışmaları var.

Dolayısıyla, Türkiye'nin, inşallah, önümüzdeki günlerde, önümüzdeki yıllarda bu ihracatı ve bu üretimi oldukça fazla olacak.

Mesela, bu organik domates üretiminde bir arkadaşımız, Mersinli, Sayın Şandır galiba görüştü “3 kilo domates 1 lira etmiyor.” dedi. Ama şimdi, o organik yetişenleri, inanın, Avrupa “ne kadar gönderirseniz alacağız.” diyor ve bunu da gönderiyor. Aşağı yukarı 1 euro, 1,5 eurodan gönderiyorlar ki yani 2 milyonun üzerinde bir parayla gönderiyorlar.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Bakan, bizatihi kendim gördüm, arabanın üzerinde bekliyor kasayla, alan yok. Yönlendirmek lazım.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – İşte, onları yavaş yavaş bu organiğe çevirmemiz lazım Sayın Şandır. Yani bu konuda da biz destekçi oluruz.

Sayın Işık “Bilgisayar programlarıyla ilgili dışarıdan gelen birisi böyle ‘Ben ar-ge yapıyorum.’ derse nasıl onu anlayabileceksiniz?” diyor. Bu, çok kolay. Şimdi Komisyon Sayın Başkanımız beni uyarıyor. Uluslararası şirketlere de şubelerine de teşvik verilmiyor.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Burada böyle bir şey yok, şubelere yok. Burada yerli firma olursa olur.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – “Türkiye’de kurulursa verilecek bu.” diyor. “Burada kurulursa ancak söz konusu.” diyor.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Burada şube açarsa…

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Evet, o şekilde.

Bir de, değerli arkadaşlar, KOBİ’lere teşvik verilmiyor, ar-ge’den sanki dışlanıyor gibi bir şey var. Fakat burada 1’inci maddenin ikinci fıkrasında bir maddemiz var bizim. O maddeye göre de bu… Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaremiz var, KOSGEB. Şimdi, KOSGEB’in kurmuş olduğu teknoloji merkezleri var. 3624 sayılı Kanun’a göre kurulmuş teknoloji merkezlerine de tanınıyor bu ar-ge. O bakımdan… Ama ortadan birisi çıkmış “Ya ben şu ar-ge’yi yaptım.” Ne ar-ge’si yaptın kardeşim yani? Şunların şartlarına uydun mu? Yani bunun da bir zapturapta alınması lazım. Şimdi, Türkiye bu ar-ge kanunuyla önemli bir şeye kavuşmuş oluyor. Yani diğer ülkelere yetişme gayreti var. Türkiye’deki ürünlerin daha yüksek katma değerli üretilmesi için buna biz teşvik veriyoruz. Ayrıca, yurt dışında önemli uluslararası araştırma-geliştirme şirketleri var çok büyük; mesela, ilaç şirketleri. İlaç şirketleri 70 milyar dolar harcıyorlar her yıl araştırma-geliştirmelere. Gelsinler bizim ülkemizde yapsınlar. Bizim doktorlarımız yapsın. Bizim laborantlarımız yapsın. Bizim farmakolojistlerimiz yapsın. Gelsinler, baksınlar.Bu kanunu çıkardığımız zaman o imkânı da sağlayabiliyoruz.

O bakımdan, bu kanun önemli bir kanundur ve bu kanunu da bütün iş âlemi de bekliyor. O bakımdan, bu kanunu da zaten bütün partilerimiz de -aşağı yukarı, gördüğüme göre de- destekliyorlar.

Onun için, hepinize çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

5’inci madde üzerinde önerge yok.

Sayın milletvekilleri, maddenin oylamasından önce, Komisyonun madde metninin yazımıyla ilgili bir düzeltme talebi vardır.

Buyurun Sayın Başkan.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Madde 5’te “193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun” ifadesi “Kanunun” olarak değiştiriliyor ve “Gelir Vergisi” tabirini de kaldırıyoruz.

Üçüncü satırda “Kurumlar Vergisi” kelimesini kaldırıyoruz. Yine “Kanununun” denmiş, “Kanunun” diyoruz efendim.

Bu iki düzeltmeyi arz ediyorum.

BAŞKAN – Peki.

Bu düzeltmeyle maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde kabul edilmiştir.

6’ncı maddeyi okutuyorum:

Yürürlük

MADDE 6- (1) Bu Kanun 31/12/2023 tarihine kadar uygulanmak üzere, yayımını takip eden ay başında yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 6’ncı madde üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Coşkunoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

7 Şubat günü tartışmasına başladığımız, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere huzurunuzdayım.

7 Şubat günü başladık, araya diğer yasalar girdi. Hangi yasalar bunun, bu çok önemli yasanın önüne geçti bunu da takdirlerinize bırakıyorum.

Bu yasanın önemi, tekrar, ar-ge ve teknolojiyi üretmek bir ülkenin rekabet gücünü arttırmak için gereklidir. Türkiye’nin ar-ge harcamalarını arttırması gerekir. Sadece ar-ge harcamalarını arttırması değil ar-ge harcamalarının, araştırma geliştirme harcamalarının kompozisyonunu da değiştirmesi, yani daha çoğunun özel kesim daha azının kamu yapması gerekir. Bunları daha önceki konuşmamda da belirtmiştim. Bu konuda başarılı olan ülkelerde yüzde 70 ar-ge harcamasını, kabaca, özel kesim yapar, yüzde 30’unu kamu yapar. Türkiye’de bu tam tersidir. Bunu da değiştirmeye yöneliktir. Bu bakımdan yasa önemli bir yasadır. Fakat yasanın vahim bir eksiği vardır. Yasanın vahim eksiği, kısaca, herhangi bir strateji, herhangi bir teknolojik öncelikler gibi konuları ele almamasıdır. Daha da vahimi, daha da vahimi, sanki bir strateji varmış da bu stratejiyi destekliyormuş gibi yasanın sunulmasıdır.

Yasanın tümü üzerine konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı, ar-ge’den sorumlu Genel Başkan Yardımcısının konuşması çok yanıltıcıdır, bu daha da vahim bir şeydir. Aynen, 7 Şubat tutanaklarından okuyacağım bazı kısımları. Aynen okuyorum: “Kendi ar-ge’nizi yaparsınız, teknolojinizi kendiniz geliştirirsiniz ve dünyayla rekabet etme şansınızı oldukça artırırsınız. Bu arada kârınız da çok artar. Şimdi, bunları yapabilmek için ülkelerin belirli stratejilerinin olması lazım.” Peki, nerede bu strateji? Yok. Devam edelim: “Bu işleri yaparken belirli bir stratejinizin olması gerektiğini ifade etmiştim ülke olarak. Yoksa, doğrudan, işte şunun da ar-ge’sini yapalım, bunun da ar-ge’sini yapalım, bir ekonomik değer ortaya çıkartmadıktan sonra o ar-ge’lerin aslında çok büyük bir faydası olmuyor.” Burada da bir itiraf var. Şunun da ar-ge’sini destekleyelim, bunun da ar-ge’sini destekleyelim… Fayda çıkarmıyor. Bir ürüne dönüşmüyorsa, belli bir strateji izlemiyorsa, fayda çıkartmıyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı, ar-ge’den sorumlu, böyle bir açıklama yapıyor.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – AKP değil, AK Parti, AK Parti…

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) – Tutanaklardan aynen okuyorum. Devam ediyorum, aynen tutanaklardan yine: “Keşke, geçmiş hükûmetler bu stratejileri yerine getirseydi.” Hangi stratejileri? Hangi stratejileri yerine getirseydi? Sanki ortada bir strateji var gibi! “Keşke, geçmiş hükûmetler bu stratejileri yerine getirseydi, başlatsaydı bugün farklı bir noktada olurduk. Ama bugün biz başlatıyoruz.” Neyi başlatıyoruz? Hangi stratejiyi başlatıyoruz? Bu, yani kasten yapılmış olmasına inanmak istemiyorum, fakat… Devam ediyorum, aynen tutanaklardan: “Bu anlamda neler yapıyoruz? İşte, Sayın Başbakanımız, bu ‘teknolojik gelişmeler’ konusunu himayesi altına aldı ve bu teknolojik gelişmelerin gündeme getirildiği, ele alındığı en üst platform olan Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu diye bir kurul vardır. Biz her altı ayda bir Sayın Başbakanın Başkanlığında bu toplantıları yapmaktayız ve ülkenin teknolojik stratejileri konusunda çok önemli kararlar alınmakta burada. Bu önemli bir konu.” Peki, önemliyse bu teknolojik stratejiler, teknolojik öncelikler neden yer almıyor? Ben Sayın Bakana da sorumu sormuştum: “Herhangi bir ar-ge desteklenecek mi? Niye öncelikler yok?” dedim. “Yok bizde öncelik, ne olursa destekleyeceğiz.” dedi. Sayın Bakan burada. O da tutanaklarda, sorumun yanıtı tutanaklarda.

Değerli arkadaşlar, aynı minvalde devam ediyor. Bir de Kore ve Tayvan gibi örnekler veriliyor ki onların stratejisi olduğunu Sayın Denemeç çok iyi bilir. Ortada böyle bir strateji yok.

Peki, nedir bu strateji? Ne olmalıydı? Nasıl yapılsa doğru olurdu? Bakın, bir stratejinin mutlaka bir sektörel boyutu olmalıdır. Hangi sektörlerin desteklenmesi… Örneğin, savunma sanayisinin öneminin sadece savunma nedeniyle değil… Savunma sanayisinde geliştirilen teknolojilerin sivil alanda da kullanıldığı hatta sivil alanda kullanılan en önemli teknolojilerin savunma sanayisinde geliştiğini de biliyoruz.

Ben size yeni bir rakam vereyim. Yeni bir raporda, bakın İsveç’in… Şimdi, İsveç’i düşünün, İsveç’in konumunu düşünün, İsveç’in jeopolitik durumunu düşünün, İsveç’in bulunduğu coğrafyada etrafındaki tehditlerin varlığını, yokluğunu düşünün ve Türkiye’yi düşünün. İsveç’in koyduğu hedef yüzde 70 kendine yeterlilik. İsveç gibi bir ülke… Türkiye, bu içinde bulunduğumuz konumda, şu anda kendimize yeterlilik -Sayın Savunma Bakanı da buradaydı- yüzde 35,6 düzeyinde. İsveç’in yarısı. Şimdi İsveç’in konumuna bakın Türkiye’nin konumuna bakın.

Bununla ilgili bir rakam daha vereyim: Savunma harcamalarının yüzde 50’sinin yerli kaynaklardan sağlanması gerçekleşebilse, hayata geçirilebilse mevcut 1 milyar 770 milyon dolar olan yerli şirket  cirosu 5 milyar doları aşabilecektir. Bu da işin diğer rakamsal kısmıdır.

Diğer bir belge önümde, belge çok. Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu, şimdi, ar-ge’den sorumlu Sayın Genel Başkan Yardımcısı orada, işte, stratejiler var, denilmiş, unutulmuş… Önemliyse niye söylenmiyor? Başbakanın himayesi altına aldığı stratejiler var, unutulmuş, bırakılmış. Demek ki ya onlar önemsiz yahut da unutulmuş.

Elimde Dokuzuncu Plan’ın 2007 Programı var: “Öncelik 2: Özel kesimin ar-ge kapasitesini ve talebini artırması desteklenecektir”  Burada, özel sektöre verilen ar-ge destekleri artırılacaktır, yani, bu yasadan söz ediyor ve burada şunu söylüyor: Öncelikli alanlarda teknoloji yeteneğini üst düzeye çıkarmaktan söz ediyor, ama öncelikli alanlar yok! Şimdi, burada kasti bir yanıltma mı var, ne var? Ben bunu gerçekten endişeyle ve üzülerek izliyorum. Habire öncelikten bahsediliyor, habire stratejiden bahsediliyor, öte yandan bunların hiçbiri yasada yer almıyor.

Yasanın diğer eksikleri: Kamu tedarik politikası, bunun ar-ge’yle düzenlenmesi, teknoloji geliştirmeyle çok yakından ilişkilidir. Bunlara değinilmiyor. TÜBİTAK’ın 2004 yılında başlattığı TARAL Programı, bu ar-ge ve teknoloji üretiminin başarılı olması için üniversite, kamu ve özel kesim üçlü helezonunu beraber ve çalıştırmaya yönelik kurumsal yapılanma çok önemli bir kurumsal altyapıdır…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Öyle bir kurumsal altyapıya da referans verilmiyor bu yasada.

Değerli milletvekilleri, tabii, bu kısa zamanda strateji nedir, niye olması gerekir, ben bunu anlatamam. Anlatmayı çok isterdim. Fakat, sizlere şöyle bir davet çıkartayım: Bu cumartesi günü Orta Doğu Teknik Üniversitesinde Verimlilik Topluluğu öğrencileri “yönetim ve mühendislik günleri” düzenliyor, cumartesi günü Kültür Kongrede. Bu her sene düzenlenir ve her sene bir teması olur. Bu seneki teması da, tesadüfen, strateji. Buyurun hepiniz davetlisiniz. Bu kadar lafını ettiğiniz, ama bu yasada eksik olan, bütün hükûmet politikalarında eksik olan, bir yandan özelleştirerek kaybettiğimiz olanakların, ar-ge olanaklarının stratejisini orada hep beraber tekrar değerlendirme olanağı olur. Öğrenme olanağı demiyorum, belki yakışık almayabilir. Sizleri ODTÜ öğrencilerinin düzenlemiş olduğu strateji konusundaki o toplantıya davet ediyorum. Yararlı bilgiler edinmek mümkündür.

Teşekkür eder, hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Coşkunoğlu.

6’ncı madde üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Münir Kutluata söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bilgi ve teknoloji üretimini sağlayamayan ülkelerin geleceğinin karanlık olduğunu hepimiz biliyoruz. Nitekim globalleşme diye karşımıza çıkan ülkeler arası etkileşim atmosferinin daha sonra gelişmiş ülkelerden fakir ülkelere, iddialı ülkelerden iyi yönetilemeyen ülkelere doğru tek taraflı bir rüzgâra dönüşmesi hepimizin gözleri önünde olmuştur. Globalleşme, bilgi ve teknolojiyi üretebilen ülkeler veya bloklar için elde ettikleri üstünlüğü pekiştirmek ve garanti altına almak için önemli bir fırsat olurken Türkiye benzeri bazı ülkeler için her türlü olumsuzluğun açıklanmasında önemli bir mazeret olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden, araştırma ve geliştirme, bilgi ve teknoloji üretimi, bilgi çağı üretim sistemleri gibi sık sık dile getirilen konuların temenniden ibaret kalmayıp Türkiye'nin de faydasına sunulabilmesi için etraflıca ele alınıp sistematiğinin anlaşılabilmesi gerekiyor. Sistematiğin anlaşılabilmesi bu alanda mesafe katedebilmenin en önemli şartı olarak görünüyor.

Bir ülkede bilgi ve teknoloji üretim kapasitesinin, ar-ge ortamının gelişmesi birçok faktöre bağlıdır. Bütün bu unsurların konunun gelişmesi yönünde etki etmesi beklenir. Bir yandan araştırma geliştirme ortamının desteklenmesi niyetiyle tedbirler alınırken, yasalar çıkarırken diğer yandan doğal yapının gelişmesini engelleyecek politikalar uygulayarak sonuç almak mümkün değildir.

Bilgi ve teknoloji üretimi ve ar-ge açısından Türkiye'nin içinde bulunduğu durum, sistematiğin kavranamadığını gösteren en çarpıcı örneklerden bir tanesidir. Bu yüzden, ar-ge harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı üzerinden yapılan kıyaslamalar durumu açıklamaya yetmemektedir. “Şu kadar artırmak suretiyle oranı yüksek seviyeye getiriyoruz” demenin hiçbir anlamı yoktur. Sistemi oluşturmadığımız takdirde bunlar sadece birtakım cılız kalmaya mahkûm gayretler olarak kalacaktır. Nasıl ki, sağlık seviyesinde gelişmiş bir ülkeyle aynı düzeye gelebilmek için aynı oranda sağlık harcaması yapmakla meseleyi halledemiyorsak, sistemi kurmak gerekiyorsa, efendim sistemi iyiye götürücü bir tarzda işletmek gerekiyorsa burada da durum aynıdır.

Bilindiği gibi, bilgi ve teknoloji üretiminin esasını araştırma ve geliştirme oluşturuyor. Gelişmiş ülkelerde bilgi ve teknoloji üretimi eğitim sisteminin, üniversiter sistemin ve üretim sisteminin tabii bir parçasıdır, hatta fonksiyonudur. Ar-ge ise bu sistemin doğal sonucu olarak gelişmiş bir altyapı, yaygın ve müsait bir iklimdir. Bu durumu kavrayabilen ülkelerin bu alanda benzer bir yapıya ulaşmak bakımından önemli mesafeler katettiğini görüyoruz. Başta Çin olmak üzere, birçok ülke bu fırsatı gayet güzel değerlendirebilmiştir. Türkiye ise hâlâ işin önemini anlamakta olduğunu gösteren bazı işaretler vermekle meşguldür. Şu anda görüşmekte olduğumuz yasanın yıllarca gecikmiş olması da bunu gösteriyor.

Milliyetçi Hareket Partisinin bilim ve teknolojiye, ar-ge’ye, hızlı iktisadi kalkınmaya verdiği önem herkesin malumudur. 57’nci Hükûmet döneminde, Milliyetçi Hareket Partisinin öncü gayretleriyle hazırlanan  Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Yasası 2001’de çıkarılmıştı. Üzerinden yaklaşık yedi yıl geçmiş, şimdi bu yasayı görüşüyoruz. Eğer bu yasa, diyelim ki beş yıl önce çıkmış olsaydı, bugün ortaya çıkan sonuçların verimliliği ve yeni düzenlemeleri konuşuyor olacaktık. Gecikmeye rağmen bunu destekliyoruz.

Bilgi ve teknoloji üretmenin doğal yapısı araştırma ve geliştirmenin taraflarının sorumluluklarını bilmesi, anlayabilmesi ve yerine getirebilmesiyle yakından ilgilidir. Kolayca görülebileceği gibi, taraflar arz edenler ve talep edenler olmak üzere iki gruptadır. Arzın tarafları üniversiteler, özel üretici kuruluşlar, özel teknoloji üretim merkezleri ve kamunun teknoloji üretim sistem ve merkezleridir. Talep edenler veya etmesi gerekenler de firmalar, kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, fertler ve toplumun tamamıdır. Bilgi ve teknolojiyi talep etmesi gereken tarafların talepleri olmadan arz eden yönü harekete geçirmek ve onu sağlıklı işletmek mümkün görünmüyor. Bilgi ve teknolojiyi talep etmesi gerekenler eksiklerinin farkında olmadan, taleplerini ortaya koymadan arz sistemini düzene sokamıyoruz. Örnek olarak, sık sık dile getirilen üniversite-sanayi iş birliği konusunu dikkatlerinize getirmek istiyorum. Türkiye’de bir arzu, bir istek olarak devamlı üniversite ile sanayinin iş birliğinden söz edilir. Eğer üniversiteden sanayi bir talepte bulunuyor olsaydı bugüne kadar, üniversiteler bilgi ve teknoloji üretimi bakımından hazırlıklı olacaklardı. Sanayinin, iş âleminin, iş hayatının, kamunun ve diğer kesimlerin bu anlamda bir talebi olmadığı için üniversiteler hazırlıksızıdır. Dolayısıyla biz bunu birtakım tavsiyelerle “Bir araya gelin, güzel çalışmalar yapın.” demekle yaptıramıyoruz; bu bir sistem meselesidir.

Özel sektöre gelince: Özel sektör varlığını sürdürebilmek için eğer yeni bilgileri ve teknolojileri satın almak, onlara ödeme yapmak zorunda kalacak olsa sistem, özel sektör ayağında sağlıklı işliyor olacaktı; bunu da sağlayabilmiş durumda değiliz. Diğer taraftan kamunun da bu türde taleplerinin olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla talep yönü, arz edecek kurumların sağlıklı çalışmasını sağlayacak bir etki icra edememektedir.

Bilgi çağının özelliği, yenilenerek ve yenileyerek ayakta kalmaktır. Yenilenerek varlığını sürdürme insan için, insan kaynakları için söz konusudur. Hayat boyu eğitim dediğimiz ve eğitimin düzene sokulması bu konudur ve Milliyetçi Hareket Partisinin bu konudaki hassasiyeti yine herkes tarafından bilinmektedir. Türkiye iki ayağının üzerine kalkıp yürüyecek ise ayaklardan bir tanesi budur. Ancak bu konuyu şimdi geçerek tekrar teknoloji konusuna geliyorum.

Teknoloji konusunda, yenileyerek varlığını sürdürebilme anlayışı fevkalade önemlidir. Firmalar için, ürünler için yenilenerek ayakta kalabilmek söz konusudur. Eğer, pazar şansının devam etmesini istiyorsa kuruluşlar, kendi ürünlerini her gün yenilemek zorundadır. Bir ürünün varlığı devam etsin isteniyorsa o ürüne her gün yeni özellikler katmak mecburiyeti vardır. İşte bu yüzden bu yasanın 1’inci maddesine “Teknolojik bilginin ticarileştirilmesi” kavramanın girmesini -çok uzun bir gecikmeden sonra- kâr saymak mecburiyetindeyiz. İşte bu anlayış eğer yıllar önce sisteme girebilseydi, bu dediğimiz tabii mekanizma daha güzel işliyor olacaktı.

Bundan yarım asır önce, firmalar üretip de satmaya çalışmak yerine, satılabilecek olanın üretilmesi gibi bir yol keşfetmişlerdir. Daha sonra “modern pazarlama” adını alacak olan bu yol, araştırma ve geliştirmenin araştırma kısmının anlam kazanmasıdır. Satılabilecek olanı üretmek demek, gizli talebi ortaya çıkararak hangi ürünlerin talep edilebileceğini belirlemek ve daha sonra da buna uygun ürünlerin üretilebilmesini sağlamak demektir. Demek ki araştırmayı sadece laboratuvar araştırması olarak anlayamayız, bundan anlayacağımız, aynı zamanda pazar araştırmasıdır. Peki, geliştirilen nedir? Geliştirilen, ihtiyaç duyulduğu tespit edilen ürünü gerçekleştirme yolları, metotları ve usulleri ve teknolojisinin ortaya koyulmasıdır. Teknolojiye olan talebi artıracak olan bu sistemi işlettiğimiz zaman, geliştirmenin kendiliğinden vücut bulacağını ve otomatik olarak işleyebileceğini söyleyebiliriz.

Şimdi, ar-ge’yle ilgili yasalar çıkarmaya gayret ederken diğer taraftan, araştırma ve geliştirmenin önünü kesen uygulamaların üzerinde de kısaca durmak gerekiyor. Bütün iletişim sistemlerini yabancılaştırdığınız bir yapı içinde, en önemli teknolojik gelişme alanı olan iletişimde hangi yeni teknolojilerin, hangi yeni bilgilerin üretilmesi pazar bulacaktır da siz bu sahada mesafe kaydedeceksiniz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Dolayısıyla nasıl ki uluslararası pazarlarda var olabilmenin şartı markalaşmak, büyük kuruluşlar hâline gelebilmek şeklinde izah ediliyorsa bunun arkasındaki anlam, araştırma ve geliştirmeye para ödeyecek, sistemin otofinansmanına katkıda bulunacak bir arzunun, bir yapının oluşmasıdır. Dolayısıyla elden çıkarılan kuruluşlarımızı sahaları gözden geçirecek olursak bu alanlardaki araştırma ve geliştirmelerin önünü tıkamış olmamız dolayısıyla bu sahadaki tabii gelişmeleri bekleyemiyoruz.

“İhracata dayalı kalkınma modeli” adı altında ithalatı geliştirdiğimiz takdirde iflas eden, piyasadan çekilen veya saha değiştiren, ithalata yönelen, teknolojiyi dışarıdan transfer etmeyi daha ticari bulan kuruluşlarımızın varlığını desteklediğimiz sürece yine bu tabii ortamı tahrip etmiş oluyoruz. Dolayısıyla bu yasayla, eksiğimizi fark edip daha iyiye götürecek tedbiri alma gayretlerini takdir ediyoruz, ancak sistemin tabii işleyişini engelleyen bütün faktörleri ortadan kaldırmadan bunun yetersiz kalacağını ifade ediyor, hepinizi saygılarla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kutluata.

Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.16

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.33

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

95 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükûmet  yerinde.

Şimdi, 6’ncı madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Düzce Milletvekili Metin Kaşıkoğlu.

Buyurunuz Sayın Kaşıkoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 95 sıra sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, aslında 6’ncı madde bir yürürlük maddesi. Yürürlük maddesinde esas itibarıyla çok… Belki, genelde kanun düzenlemelerimizde konuşacak materyal bulmakta güçlük çekebiliriz ama bu kanuna mahsus olmak üzere 6’ncı maddeyi incelediğimizde, maalesef, üzerinde kısa sürede değil, çok uzun süreyle konuşmayı gerektirecek kadar önemli bir vizyonun yer aldığını hep birlikte göreceğiz.

Bu maddeyi okuduğumuzda “Bu Kanun 31/12/2023 tarihine kadar uygulanmak üzere, yayımını takip eden ay başında yürürlüğe girer.” düzenlemesinin yer aldığını görüyoruz. 2023 tarihi, gerçekten, Ak iktidar için çok önemli bir projeksiyondur. 2023, cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yılını hep birlikte coşkuyla kutlayacağımız bir yıl olacak ve Türkiye’nin belki de ulaşmak durumunda olduğu hedeflerin orta vadedeki somut neticelerine gideceğimiz tarih olacak. O nedenle 2023 bizim için önemlidir ve Türkiye’yi 2023’e çok daha sağlıklı şartlar altında götürmek adına bu kanun eksiklikleriyle beraber -belki çok daha iyi şartlarda, çok daha büyük imkânlarla olması arzu edilirdi ama- bugün bunun teşhis edilmiş olması ve bu konuda adım atılıyor olması da gerçekten önemli bir politikadır diye düşünüyorum.

21’inci yüzyılda gelişmiş ülkeler, bilgi ve teknolojiye hâkim olan, olduğu kadar üreten ve yenileyen toplumlar olmuşlardır. Bilgiyi üretip, teknolojiyi eklemleyen çağdaş devletler uzun vadede en büyük yatırımları gerçekleştirmektedirler. Böylelikle, refahı simgeleyen, yalnız hizmet ve servis sektöründe değil, uluslararası arenada önemli paya sahip olarak ekonomik, endüstriyel, politik, askerî alanlarda çok büyük üstünlük sağlamaktadırlar. Diğer bir deyişle, uluslararası rekabette ayakta kalmak, ancak bilim ve teknolojiye yüksek seviyelerde imkân hazırlanmasıyla mümkün olmaktadır. Bu politikanın da temel yapı taşı araştırma ve geliştirme faaliyetlerine verilen önemdir değerli arkadaşlar.

Nitekim, söz konusu tasarının temel felsefesi, Türkiye’nin bağımsız bir bilim ve üretim merkezine dönüştürülmesi, araştırma ve geliştirme alanlarında önemli bir adres olarak küresel sisteme ev sahipliği yapmasıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin uzun dönemli büyüme ve gelişme süreci, yenilikçilik kültürü, ileri teknoloji, ar-ge yatırımları, bilim adamı  ve araştırmacı sayısı, insan kaynakları kalitesi, esnek üretim modeli, girişimciliği teşvik etmesi, işletmeleri yatırıma ve üretime odaklayarak özendirmesi ve güvence altına almasıyla doğrudan paralellik arz etmektedir.

Değerli milletvekilleri, gelişmiş ülkelerde asırlardır araştırma ve geliştirme alanlarına yatırım yapılırken ülkemizde uzun yıllar bu alan ihmale uğramıştır. AK Parti İktidarıyla birlikte Türkiye'nin vizyonunda ve misyonunda yaşanan büyük dönüşüm, bu hatalı gidişata da nihayet bir son vermiştir. Hükûmetin bilene ve bilime yaptığı yatırım, verdiği değer, bunun en güzel kanıtı olmuştur.

Lütfen, rakamlara burada dikkatinizi çekmek isterim. 2002’de 28 bin olan araştırma personeli sayısı 2005 yılında 49 bine ulaşmış ve ülkemiz bilim insanı artış oranı bakımından dünyada üçüncü sıraya yükselmiştir. Ayrıca, önceden bilim insanına sahip tekelci bir statüde bulunan üniversitelerden kamuya ve özel sektöre önemli oranda geçişler sağlanmıştır. Böylelikle, üniversite, kamu, özel sektöre dağılım oranındaki eşitsizlik de göreceli olarak azalmaya başlamıştır.

Aynı şekilde yine 2002 yılını ele alacak olursak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine o yıllarda ayrılan payın 25 milyon doların altında olduğunu, 2006 yılında ise bu rakamın –bu rakamın son derece önemli olduğunu düşünüyorum- 2002’de 25 milyon dolardan 2006 yılına gelindiğinde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Kaşıkoğlu.

METİN KAŞIKOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

…eğer bu 25 milyon rakamı aradan geçen dört yıllık süre içinde 3,5 milyar dolara ulaşmışsa, bu da iktidarın gerçekten bu konuya verdiği önemi göstermektedir.

Yine bir örnek verecek olursak, 2002 yılında TÜBİTAK’a -ki ar-ge anlamında en önemli kurumlarımızdan bir tanesidir- ayrılan payın hazineden yapılan yardım olarak 100,8 milyon YTL iken 2005’te 675,4 milyon YTL’ye, 2006’da 768,4 milyon YTL’ye, 2007’de de 772 milyon YTL’ye yükselmiş ise bu da ar-ge’ye Hükûmetimizin verdiği desteği göstermektedir.

Değerli arkadaşlar, sonuç itibarıyla, bu tasarıyla, yenilikçiliğe odaklanmış, istihdamı gelişmiş, katma değeri yüksek ürünler üreten ve ithalata bağımlılığı olmayan ve yenilikçilik kapasitesinin geliştirilmesine, teşebbüsün, yenilikçiliğin ve verimliliğin teşvik edilmesine uygun bir ortam sağlanmış olacaktır.

Ülkemizi bilgi ve teknoloji çağının önemli bir aktörü olarak görmeyi diliyor, kanunun ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaşıkoğlu.

6’ncı madde üzerine, şahsı adına Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu söz istemiştir.

Buyurun Sayın Türkmenoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ar-ge yasasının 6’ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Övündüğümüz ve gurur duyduğumuz, bana göre çok önemsediğimiz ar-ge yasamızın son maddelerini görüşmek üzere bulunmaktayız. Bu kürsüden ar-ge ile ilgili, birçok arkadaşımız iyi yönde katkı da sunmuştur, ama sonuçta eleştiri oklarını da yasayı çıkaran arkadaşlarımıza iletmişlerdir. Ama bizim, Komisyonda bunu çıkarırken -bütün partili arkadaşlarımız- ittifakla birliktelik sağladığımızı da buradan ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, yasamızla ilgili “Hedefi belli değil. İçi boş. Yetersiz. Değişiklik yapılmalıdır.” hatta hatta “Maliye Bakanlığımız değil de niye Sanayi Bakanlığımızın değildir?” diye birçok arkadaşımız eleştiri oklarını iletmişlerdir. Buna bağlı olarak da ülkemizde yaşanan ekonomiyle ilgili gelişmeler de olumsuz göstermeye çalışılmıştır bu kürsüde.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, 2001’de, hepimizin de bildiği gibi ülkemiz yüzde 100 fakirleşmiştir. 2001 yılını çok çabuk unutmamalıyız. Bizim, AK Parti İktidarının hedefleri de bellidir, yapacağı çalışmalar da bellidir.

Bu yasa sanayicimizin önünü açacak. Bakın, tarım toplumundaydık sanayi toplumuna doğru adım atıyoruz. Sanayi toplumundan da şimdi bilgi ve teknoloji toplumuna adım atmaktayız. Düne kadar dünyada zengin iş adamları arasında silah tüccarları vardır. Bugün, bilgi taşıyan, bilgi toplumunu üreten tüccar arkadaşlarımız vardır. Bunu göz ardı edemeyiz.

AK Partinin iktidar olduğu hükûmetlerde birçok yasayı getirdiği gibi, inşallah, 60’ıncı Hükûmet döneminde de iki yüze yakın yasa, altı yüze yakın da ikincil düzenleme yapmak için hedef koymuştur. 2023’te hedefimiz 800 milyar dolar ihracat, kişi başına 10 bin dolar gelir getirmektir.

Bu kürsüden, bizden önceki arkadaşımız şunu ifade etmiştir, İstanbul Sanayi Odasının verilerini bir şekilde kamuoyuna aktarmaya çalışmıştır. Bakın, ben de sivil toplum kuruluşu başkanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak, meslek odası başkanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak, ben de İstanbul Ticaret Odasının verilerini açıklamak istiyorum:

Bakın, İstanbul Ticaret Odası geçenlerde bir anket yaptı ve bununla ilgili bir açıklama yaptı. 1923 ile 1938 arasında, yani Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin 1923 ile 1938 arasında büyüme hızı 7,8, enflasyon eksi 2.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – 11… 11…

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Devamla) – 1950-1960 arasında Demokrat Partinin iktidar olduğu dönemlerde büyüme hızımız yüzde 6,3, enflasyon yüzde 10.

1983-1991 yılları arasında Özal’ın, Anavatan Partisinin hükûmet olduğu dönemlerde büyüme hızımız yüzde 5, enflasyonumuz yüzde 49.

2003-2006 arası, şu anda iktidarda bulunan AK Parti Hükûmetimizin yapmış olduğu gayretli çalışmalar sonucunda büyüme hızımız yüzde 7,2, enflasyon yüzde 60’lardan yüzde 11’e inmiştir değerli arkadaşlarım.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Vatandaşa ne kadar yansıdı?

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Devamla) - Şimdi, bu rakamlar bizim siyasetçi arkadaşlarımızın söylediği rakamlar değil, sizin bu kürsüden her daim ifade ettiğiniz sivil toplum kuruluşu, meslek odası başkanının yaptığı ankettir değerli arkadaşlarım.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Vatandaşa yansıtabildiniz mi?

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Devamla) - Vatandaşa neler yansımıştır ben hemen söyleyeyim değerli arkadaşlarım. Bakın, buradan KOBİ’lere teşvik…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Türkmenoğlu, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale)- Yansıdı, yansıdı! 14 milyon yeşil kartlı, 18 milyon yoksul, 1 milyon aç! Vatandaşa yansımaz olur mu!

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Devamla) - …kullanabildiğimiz sürece sonsuz teşvikler var, yeter ki bu  teşvikleri yerinde ve iyi kullanalım değerli arkadaşlarım. Aktif iş gücü programına bakın, son beş yıl içerisinde aktif iş gücü programında kullanım oranımız yüzde 28. Demek ki bu ilde yeteri kadar teşvikimiz var ama kullanacak olan arkadaşımızı iyi tespit etmemiz lazım. Biz, bu kürsüden, lütfen insanlarımıza doğru şeyleri ifade edelim ve doğru şeyleri söyleyelim.

Değerli arkadaşlarım, ar-ge yasasında emeği geçen bütün -başta sayın bakanlarımız olmak kaydıyla- bürokratlarımızı, komisyonumuzu ve  bütün partilileri en içten, en derin sevgi ve  saygıyla selamlıyorum. Yasamızın hayırlı olmasını temenni ediyorum. Hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Türkmenoğlu.

6’ncı madde üzerinde bir soru vardır.

Buyurunuz Sayın Coşkunoğlu.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aracılığınızla Sayın Bakana üç soru sormak istiyorum. Birincisi: Bu kanun 31 Aralık 2023 tarihine kadar geçerli. Öte yandan 4691 sayılı Teknolojiyi Geliştirme Bölgeleri Kanunu’nun sağladığı olanaklar da 2003’te sona eriyor. Bu ikisi arasında bir senkronizasyon sağlayacak mısınız? Bu birinci sorum.

İkinci sorum: Sanayi politikasını… Sanayi Bakanımız da burada. Altı yıldır, toplanan İstanbul Sanayi Odasının toplantısında “Sanayi politikamız yok, olmalıdır. “denilir. Nihayet olacak. Bu önemli mi? Önemliyse bu yasayla nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

Üçüncü sorum: Sizin ünlü “Babalar gibi satarım.” sözünüz vardır. Teletaş Alcatel’e satılınca Alcatel oradaki ar-ge departmanını kapattı. Bu gibi özelleştirmeler konusunda ne düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Coşkunoğlu.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Teknoparklar Kanunu’nda “2013 yılında sonuçlandırılacak.” diyor ama bizim bütün bu kanunlarımız…  2013 yılına doğru gelince de o konuyla ilgili uzatmalar oluyor veyahut da devamlı hâle getiriliyor. 2013’e doğru da bu çalışmaların yapılacağını tahmin ediyorum ben, yapılacaktır.

Sanayi politikamız… Şimdi, Sayın Coşkunoğlu ikide bir yani “Stratejiniz var mı? Sanayi politikanız var mı? Şunun var mı?” Yani böyle günübirlik mi yapılıyor bunlar zannediyorsunuz Sayın Coşkunoğlu? Şimdi “Strateji var mı?” Yani, biliyorsunuz Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu var. Sayın Başbakanımız da başkanı ve bu her sene -tahmin ediyorum- 2 defa toplanır. Orada stratejiler de konuşuluyor, kararlar da alınıyor, bununla ilgili çeşitli sunumlar da yapılıyor. Yani, hiç stratejisi olmayan bir şey olur mu yani? “Sanayi politikası olmadan olur mu?” Olur mu tabii. Sanayi Bakanlığının çok çok önemli politikaları var ve Sayın Bakan bunları her zaman da açıklıyor. Bu politikaları açıklıyor ama duymak istemiyorsunuz onu da artık biz bilmeyiz. Ama duyanlar da duyuyor yani çünkü çarşaf çarşaf açıklanıyor, kararlar alınıyor, platformlar kuruluyor burada, her şey yapılıyor. O bakımdan, bunların politikaları da yapılıyor.

Teletaş’la ilgili sorunuzu tam anlayamadım. Onun…

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Özelleşince ar-ge tesisini kapatmış. Ne oluyor diyor?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Kim? Teletaş mı kapatmış? Bu kanundan sonra açar. Bak, neler geliyor Sayın Coşkunoğlu. Bu kanunu şimdi kabul edeceksiniz, önemli bir iş yapacaksınız. Bunu kabul edin, bir an önce, onlar, hep kapananlar açılsın, yenileri gelsin. Türk milleti bununla çok büyük bir fırsat yakalıyor. Bunda hepinizin de imzası olacağını tahmin ediyorum. Onun için herkese teşekkür ediyorum. Sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Madde üzerinde soru-cevap tamamlandı.

Önerge yok.

6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir.

7’nci maddeyi okutuyorum:

Yürütme

MADDE 7- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 7’nci madde üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam söz istemiştir.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Konuşmayacağım efendim.

BAŞKAN – Peki.

7’nci madde üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ahmet Kenan Tanrıkulu konuşmak istiyor.

Buyurun Sayın Tanrıkulu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının yürütme maddesi olan 7’nci madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini iletmek üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Daha önceki maddeler görüşülürken belirtildiği gibi, aslında görüşülmesinde oldukça geç kalmış bir tasarıyı, dar kapsamlı bulsak da şu anda kanunlaştırıyoruz. Biz, şunu isterdik ki, tasarı, Maliye Bakanlığı tarafından daha çok vergi kanunlarına uygunluk açısından düzeltmelerle değil, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımız tarafından, daha geniş çerçevede, ilgili kesimlerin görüş ve onayını da alarak hazırlanıp Genel Kurulumuza getirilmiş olsaydı tabii ki daha da iyi olurdu. Bu yüzden, bu kanunun uygulanmasında, ilerideki zamanlarda beklenen sıkıntıları da tahmin etmek hiç de kolay olmayacaktır. Ama, inanıyorum ki, çok kısa bir süre içerisinde sanayi sektörümüzün de acil ihtiyaç duyduğu gerçek ar-ge teşviklerini ve yapılandırmalarını içeren bir çalışma Genel Kurulumuza getirilecektir.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, dünya ekonomisi hızla küreselleşirken, teknoloji üreten ve ihraç eden ülkelerin rekabet üstünlüğü de giderek artmaktadır. Bilim ve teknolojiye hâkim olan ülkeler tüm ekonomik etkinlik alanlarında mutlak bir üstünlük elde edeceklerdir. Bilim ve teknoloji ve tabii ki, bunların araştırılıp geliştirilmesi, ülkelerin rekabet üstünlüğünü de belirleyici ana unsurlardan bir tanesidir. Bu bağlamda, ülkeler ulusal teknoloji politikaları üretmekte ve hayata geçirmektedirler. Bu yüzden, bilim ve teknolojiyi esas alan ar-ge ve inovasyona ağırlık veren, istihdam odaklı sanayileşme politikalarını da uyguladığımız zaman, sanayimiz hem fasonlaşmadan kurtulacak hem de araştırma ve geliştirmeler hiç şüphesiz kurumsallaşacaktır. Ancak, önümüzdeki yıllar içerisinde teknoloji üreten ülkeler arasında yer alamazsak, maalesef, ülkemiz ekonomisi de çok büyük ölçüde çok uluslu şirketlerin kontrolüne geçebilir. Bu süreçte, teknoloji üreten ülkelere fason üretim yapan ülke konumuna girmemek için planlı bir şekilde, çok ciddi teknoloji üreten yatırımları ve teşvikleri de gerçekleştirmek zorundayız.

Öte yandan, ar-ge faaliyetlerinin önemli bir bölümü ürüne, maalesef, dönememektedir. Bunun en büyük nedeni de teknoloji geliştirme bölgelerinde yer alan firmalarımızın daha çok finansman ve mevzuatla uğraşmalarıdır. Bu durumu 2000 yılında, 57’nci Hükûmet döneminde tespit ederek, yine o dönemde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, bir hatip kürsüde konuşuyor. Eski Sanayi ve Ticaret Bakanı konuşuyor. Sayın Bakanlar… Bunu yakıştıramadığım için söylüyorum. Bu, bir saygısızlık, Sayın Hatibe karşı saygısızlık, Meclise karşı saygısızlık. Komisyon Başkanı yanındakiyle konuşuyor. Sayın Bakan burada diğer grupla konuşuyor. Böyle bir tavrı hepimize nasıl layık görüyorsunuz? Bu Meclise nasıl layık görüyorsunuz Sayın Aksoy?

BAŞKAN – Sayın Şandır…

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Sizin yaptığınız saygısızlık. Biz yasa için konuşuyoruz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yasayla ilgili konuşuyorsanız…

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Biz de yasayla ilgili konuşuyoruz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama efendim, yani, öyle mi oluyor bu hadise?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Burayı  tenkit sizi ilgilendirmez, burada Başkan var.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Olmaz efendim. Ben de hatırlatıyorum. Yani, Genel Kurula saygı gerekiyor. Bunu yakıştıramadığımı ifade ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Şandır, Sayın Şandır… Bakanlar, sayın bakanlar…

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Siz onun avukatı mısınız?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkanım, bir eski Sanayi ve Ticaret Bakanı konuşuyor. Olmaz böyle bir şey!..

BAŞKAN – Sayın Bakanlar, Genel Kurulda Genel Kurula uygun bir şekilde davranacaklardır.

Lütfen, oturunuz.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yapmayalım  bu görüşmeleri efendim. Sayın Başkan, bu görüşmeleri yapmayalım. Madem öyle yapacaksak, yapmayalım.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Dinlemeyeceksiniz; yapmayalım.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Öyle şey mi olur efendim ya!

BAŞKAN – Sayın bakanlar Genel Kurulda en uygun şekilde davranacaklardır.

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaadenizle devam etmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim, siz konuşmanıza devam ediniz lütfen.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Arkadaş protesto etsin, konuşmasın.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Sayın Başkan, böyle şey olur mu efendim!

BAŞKAN – Lütfen…

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) – Müsaadenizle devam etmek istiyorum.

BAŞKAN - Konuşmanıza devam ediniz Sayın Hatip.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Meclisi kim yönetiyor?

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) – Efendim, yeni baştan biraz önceki cümlemi tekrar edersem, bu tespit edilen durum 57’nci Hükûmet döneminde, yani 2000 yılında, bilim ve teknoloji politikalarını içeren, teknoloji geliştirme bölgelerini üretime geçiren ve bir an önce yasalaşmasını temin eden bir çerçeve ile hazırlanıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmiş ve o dönemde, 26 Haziran 2001 tarihinde teknoloji geliştirme bölgeleri yasalaşmış ve yürürlüğe girmiştir.

Tabii, çok değişik sebeplerle o günden bugüne kadar Bakanlar Kurulu kararıyla 28 tane teknoloji geliştirme bölgesi kurulmuş ama maalesef bunlardan 15 tanesi faaliyette ve çalışmalarına devam eder hâle gelmiştir. Tabii, bunların büyük çoğunluğu, biraz önce de belirttiğim gibi, daha çok, finansman sıkıntısı nedeniyle çalışamaz durumdadır. O hâlde başta Sanayi ve Ticaret Bakanlığı olmak üzere ilgili diğer kuruluşların koordinasyonuyla teknoloji geliştirme bölgelerimize Avrupa Yatırım Bankası kredisi gibi -örnekte görüleceği gibi- uzun dönemli finansman seçeneklerini sunmamız belki de mümkün olabilir. Gene, bir modelleme olarak söylüyorum, finansman modeli olarak söylüyorum: Hâlen geçmişten gelen ve devam ettirilen KOSGEB’in uyguladığı ihracat ve istihdam destekli krediler vardır. Bu da bir model olarak teknoloji geliştirme bölgelerimizde ve bu ar-ge teşvik kapsamında uygulanabilir hâle getirilir.

Bir başka önemli konu da teknogirişimciliğin destek ve finansmanıdır. Girişimciliğin teşvikinde teknoloji tabanlı yeni şirketlerin, gene başlangıç döneminde, finansman sorunları en önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır değerli arkadaşlarım. Gene, ülkemizde bu konuda KOSGEB ve TÜBİTAK, maalesef, sınırlı da olsa bazı destekler verebilmektedir ama TÜBİTAK bunların bir kısmını sadece araştırma faaliyetleri için vermektedir, KOSGEB de teknoloji merkezleri tarafından, onun üzerinden bazı destekleri kullanmaktadır. Her iki destek de tabii ki gereklidir, ancak ilgili kesimler tarafından maalesef yeterli de görülmemektedir.

Bugün, değerli milletvekilleri, üniversitelerimizde birçok başarılı araştırma çalışması, ne yazık ki, katma değerli ürün veya hizmet olarak ekonomimize geri dönememektedir. Oysa bu araştırmaların üretime dönüşmesi hem ülke ekonomisi açısından hem rekabet açısından hem de üniversitelerimizin kendi finansman seçeneklerini artırması bakımından çok önemlidir. Bu bağlamda üniversitelerimizin teknoloji transfer ofisleri kurması da teşvik edilmelidir diye düşünüyorum. Tabii, üniversitelerimizin başarılı araştırmalarını, gene, tespit ederek hayata ve üretime geçirmek kamunun en baştaki görevidir.

Teknoloji geliştirme bölgelerimizde yoğun araştırma yapan şirketlerimiz yer almasına rağmen, çerçeve programı performansları da düşük olarak gözlenmektedir. Bu şirketlerimizin AB etkinlik programına da etkin olarak katılmaları temin edilmelidir. Bugün teknoloji geliştirme bölgelerinde en fazla şikâyet edilen konuların başında nitelikli ara eleman ihtiyacı gelmektedir. Tabii ki bu soruna yönelik olarak da gene teknoloji geliştirme bölgelerinde yer alan firmalarımızın kendi etkin katılımlarını da teşvik ederek nitelikli ara eleman yetiştirilmesine katkıda bulunmaları da sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde, TÜİK’in 2004-2006 dönemini kapsayan Sanayi ve Hizmet Sektöründe Yenilik Anketi’nde gerçekten çok çarpıcı ve dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bu anketi incelediğimiz zaman, bizim baştan beri bu tasarı hakkında söylediğimiz ve yaptığımız eleştiri ve önerilerin gerçekten doğrulandığını da görüyoruz. Bu ankete göre girişimlerin yüzde 69,2’si, yenilik faaliyetlerini etkileyen en önemli faktör olarak maliyetlerin çok yüksek olduğunu söylemişlerdir. Gene yüzde 65,3 ile arkasından girişim veya girişim grubunun parasal kaynak yetersizliği ve yüzde 65,7’yle nitelikli personel yetersizliği talepler olarak sıralanmıştır. Demek ki anketlerdeki ar-ge sorunlarına dahi çare olamayan ve üzerinde uzun bir süredir görüşme yaptığımız bu tasarı, maalesef Türk sanayimizin çok büyük bir çoğunluğunu teşkil eden KOBİ’lerimizin de derdine derman olamayacaktır. Tasarıya göre büyük şirketler ar-ge projesi ile başvurmaya gerek kalmadan vergi teşviklerinden yararlanabilecekken, diğer şirketler, yani daha küçük ölçekli şirketlerimiz yalnızca proje bazlı yararlanabileceklerdir. Bu konuda diğer bir önemli husus da denetim mekanizmasıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Tanrıkulu.

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) – Teşvik sistemlerindeki en önemli noktalardan biri, etkin bir biçimde değerlendirme ve denetim mekanizmalarının oluşturulmasıdır. Kıt kaynaklardan sağlanan finansmanın nereye, ne şekilde ve nasıl harcandığını bilmek de kamunun ve hepimizin görevidir diye düşünüyorum. Unutmamamız gerekir ki Avrupa yenilikçilik endeksinde en son sırada yer alan ülkemiz sanayisinin fasonlaşma olgusundan kurtulabilmesi, bağımsız bir ar-ge yapılaşmasına ve kamu yararına oluşacak sürdürülebilir bir kalkınmayı öngören sanayi ve bilim politikalarıyla mümkün olabilecektir.

Bu düşüncelerle bu yasamızın da inşallah hem sektöre hem de Türk sanayisine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (AKP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Tanrıkulu.

7’nci madde üzerine Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan söz istemiştir.

Buyurun Sayın Kaplan.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her gün önümüze yasa tasarıları geliyor ve yoğun bir zaman içinde çalışma yapıyoruz. Bugün de bir önerge verildi, işte “Zamanı uzatalım, yasa bitene kadar çalışalım...” Bir İç Tüzük taslağı çalışması da gündemde zaten.

Şimdi, bu sonuncu madde. Bütün yasa tasarılarında klasik bir madde var, diyor ki: ”Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.” Şimdi, bunun üzerinde gruplar olarak, İç Tüzük’e göre kişiler söz alıyoruz, konuşuyoruz, soru soruyoruz ve maddenin özüyle ilgili bir şey konuşmuyoruz aslında, yani genelde yine o tasarıyla ilgili konuşuyoruz. Ama madde diyor ki: ”Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.” Başkası yürütebilir mi? Bu, Anayasa hükmü zaten. Yani bir Anayasa hükmü olan bu konuda Mecliste zaman ekonomisi için bütün grupların bir uzlaşma sağlayarak İç Tüzük değişikliğine gidip bu maddeyle ilgili bir zaman tasarrufunda, bir ekonomi yapmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Meclisi bu konuda -bu gereksiz- bu maddeyle ilgili İç Tüzük’te zaman kaybını önleyici bir uzlaşmaya davet ediyorum. Bunun için söz aldım.

Saygılarımla. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.

7’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylamaya geçmeden önce, oyunun rengini açıklamak üzere, lehte, Ankara Milletvekili Emrehan Halıcı söz istemiştir.

Buyurun Sayın Halıcı.

MEHMET EMREHAN HALICI (Ankara) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.

Oyumun rengini belli etmek üzere söz aldım. Bu yasanın birtakım eksikleri olmasına rağmen, birtakım kısıtlamaları olmasına rağmen yasayı destekliyoruz ve oyumun rengi kabuldür. Çünkü, Demokratik Sol Parti olarak biz, bilim, teknoloji, ar-ge, bilişimle ilgili konularda her türlü çalışmaya elimizden geldiğince destek vermeye, katkı vermeye hazırız. Bunu daha önce de ifade etmiştik. Şimdi, bu vesileyle de bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Bu yasanın çıkarılmasında emeği geçen bütün siyasetçileri, bürokratları ve akademisyenleri yürekten kutluyorum. Ayrıca, yüce Meclisimizde, gerek komisyonlarda gerek Genel Kurulda tüm partilerimizin büyük bir olgunluk ve iş birliği içerisinde bu yasayla ilgili ortaya koymuş oldukları çalışmalardan dolayı da hepsine ayrıyeten teşekkür etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, aslında Türkiye'nin önünde çok önemli bir hedef var: Bilgi toplumuna dönüşme hedefi. Bu hedefi tek başına bir parti, tek başına bir hükûmet gerçekleştiremez. Bütün partiler eğer iş birliği içerisinde olurlarsa ve milletimizin de bu konuda kararlılığını, inancını, isteğini yanlarına alabilirlerse bu dönüşümü sağlayabiliriz. Dolayısıyla, bu yasa, aslında bilgi toplumuna dönüşme için gereken yasalardan bir tanesidir. Ben öyle umut ediyorum, istiyorum ve temenni ediyorum ki daha sonra gene bilimle, teknolojiyle ilgili yasalar Genel Kurulumuzun önüne gelir, komisyonlarımıza gelir ve bütün partiler de Türkiye’mizin sadece bugününü değil önümüzdeki on yılını, yirmi yılını, belki elli yılını şekillendirebilecek bu değişiklikleri hep birlikte Meclisten geçirebiliriz.

Oyumun renginin “kabul” olduğunu ifade etmiştim. Ama müsaade ederseniz, küçük bir üzüntümü ve eleştirimi de tekrar hatırlatmak istiyorum. Çünkü, maddeler sırasında,  görüşmeler sürerken bir önerge vermiştim ve yazılımın aslında bilgi toplumuyla ilgili çok önemli bir madde olduğunu hepimiz biliyorken ben bunu bir kez daha ifade etmiştim ve önümüze gelen fırsatların çok iyi değerlendirilerek Türkiye için çok büyük bir fırsat teşkil eden yazılım konusunun her ama her vesileyle önünün açılmasının gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istemiştim.

Bu yasada tanımlamalar yapılırken, maalesef, yazılım, tam istediğimiz, arzu ettiğimiz bir biçimde tanımlanmamaktadır ve yazılım aslında tam olarak desteklenmemektedir. Burada yazılım kullanarak yapılan ar-ge çalışmaları destekleniyor. Bu hiç küçümsenecek bir şey değildir, olumludur. Ama biz, yazılımın bizzat kendisinin de desteklenmesi gerektiğine ve yazılımın da bizzat kendisinin bir ar-ge unsuru olduğunun akıldan çıkartılmaması gerektiğine inanıyoruz. Nitekim, daha önce çıkan teknoparklar yasasında biz yazılımı tanımlarken bir ar-ge unsuru olduğunu çok açık bir biçimde ifade etmiştik. Benim gönlüm öyle arzu ediyordu ki bu yasada da yazılım çok net ve açık bir biçimde ifade edilsin ve herhangi bir ar-ge çalışmasında kullanılacak bir unsur olmaktan öte kendisi de başlı başına desteklenebilecek bir faaliyet alanı olarak kabul edilsin. Bu yasada bu gerçekleşmedi, ama ben öyle inanıyorum ki hepimizin mutabakatıyla bundan sonraki yasa çalışmalarında yazılım konusu tekrar Meclisin gündemine gelecektir ve bütün partilerimiz, bilgiyle, teknolojiyle, bilişimle ilgili, bu yasada olduğu gibi, yazılımın da Türkiye'nin gündeminde daha hak ettiği bir biçimde yer almasını sağlayacak bir kararlılık içerisinde olacaktır.

Ben, bu yasanın milletimize hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum ve bilgi toplumuna dönüşme yolunda hepimize ama hepimize üstün çalışmalar ve başarılar diliyorum.

Saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Halıcı.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı:       247

Kabul :                            242

Çekimser:                           5(x)

Böylece tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Sayın Bakanın teşekkür konuşma talebi vardır.

Teşekkür konuşması yapmak üzere, buyurunuz efendim.

Süreniz beş dakika.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, ar-ge tasarısı burada kabul edildi, Cumhurbaşkanımıza gidip onaylandıktan sonra da kanunlaşacak. Bu suretle, Türkiye’de çok önemli bir dönem açılıyor. Oylarınızla onayladınız. Efendime söyleyeyim, burada, kaç günden beri uzadı, biraz da Meclisin gündeminden dolayı uzadı ama ona rağmen bu tasarı şimdi kanunlaştı ve Türkiye’de, bundan sonra, araştırma-geliştirme faaliyetleri bu kanunla daha fazla artacak.

Şimdi, bazen soruları cevaplandırırken de söyledim burada. Bir defa, Türk ürünleri, daha fazla katma değeri olan ürünlere geçecek Türkiye. Şimdi, Türkiye, makro ekonomik yönden gerekli bütün tedbirleri aldı ve makro ekonomik göstergelerde Türkiye büyük bir iyileşme yaşadı. Bunlar nelerdir? Bunlar bütçe açıklarıdır, bunlar faizlerdir, bunlar enflasyondur ve birçok göstergeler Türkiye’de fevkalade iyileşti.

Şimdi, Türkiye ikinci dönemi yaşıyor değerli arkadaşlar. İkinci dönemde de Türkiye, rekabet gücünü artırıcı mikro ekonomik tedbirler alıyor. İşte onlardan bir tanesi bu ar-ge. Bu fevkalade önemli. Yani, maddesi az, efendim, küçük bir kanun ama bunun tesiri çok büyük olacak.

İkincisi, cari açık yönünden de Türkiye’ye önemli faydaları olacak. Neden? Bugün, mesela, bir Fransa’nın üretimi Türkiye’nin 4-5 katı. Şimdi, 4-5 katı… 4-5 kat fazla çalışmıyor bunlar. Haldır haldır bizden daha fazla iplik, bizden daha fazla hububat üretmiyorlar ama onların ürettikleri katma değerleri yüksek ürünler olduğu için hem ihracatları çok daha fazla hem gayrisafi millî hasılaları çok daha fazla. Şimdi bizde de bu ar-ge’nin neticesinde Türkiye’nin çok iyi kazanımları olacak, Türk üreticilerinin çok iyi kazanımları olacak.

İkincisi, dünyada çok büyük ar-ge hizmetleri yapılıyor ve buralara da çok para harcanıyor ve çok insan çalışıyor burada. Şimdi, bu ar-ge’ciler uluslararası kuruluşlar olduğu için, ar-ge faaliyetlerini nerede daha iyi, kaliteli yaparlar, daha ucuz maliyetle yaparlar, oraya gidiyorlar. Mesela Hindistan’a gidiyorlar, mesela başka yerlere daha gidiyorlar. İşte o cazibe alanlarından bir tanesi daha Türkiye’miz oluyor. Türkiye’mizde yabancıların ar-ge faaliyetleri dolayısıyla birçok kimseyi, Türk mühendisini, Türk doktorunu, Türkiye’nin yetişmiş elemanlarını çalıştıracaklar, onlara bir para ödeyecekler,

                      

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

ayrıca onlar da yeni know how’lar öğrenecekler, yeni meslekler edinecekler. Dolayısıyla Türkiye’nin her bakımdan faydasına olan bir kanun.

Şimdi, bu kanun görüşmeleri sırasında değerli muhalefet partisine mensup arkadaşlarımızın çok değerli konuşmaları oldu. Kendilerine teşekkür ediyorum. Ancak zaman zaman da dil sürçmesinden belki bazı şeyler oldu. Mesela bir arkadaşımız “Hükûmet buraya yeteri kadar önem vermiyor.” dedi. Hükûmet yeteri kadar önem vermese bunu hazırlar mı, bunu buraya getirir mi? Şimdiye kadar niye böyle bir kanun gelmedi? Demek ki bizim Hükûmetimiz bu işe önem veriyor.

İkincisi, çok üzüldüm ben, “Maliye Bakanlığıyla ne ilgisi var bu kanunun.” Bak bakalım! Hiç mi okumuyorsunuz bunu? Bir okuyun. Yani burada şu vergi, kurumlar vergisi şöyle olacak, gelir vergisi böyle olacak, stopaj…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Teşekkür et, eleştiri getirme.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Yedi tane teşvik getiriliyor, altısı Maliye Bakanlığıyla ilgili. Sonra biz tek parti Hükûmetiyiz. Bu, Hükûmetin bir tasarısıdır. Sanayi Bakanı da birdir burada, Maliye Bakanı da birdir, diğer bakanlar da birdir. Biz tek parti hükûmeti olduğumuz için, zaten birlikte hazırladık, Sanayi Bakanlığıyla da birlikte hazırladık. Sanayi Bakanlığınızla dostluğunuz olabilir, tanıdığınız olabilir, ama “Ne alakası var Maliye Bakanlığının?” dersen, ben üzüntülerimi belirtmek isterim o arkadaşa.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Biz, bu kanuna “evet” oyu verdik, destek oyu verdik.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Onun dışında, tabii, şimdi, burada “Bu kanunu destekliyoruz.” deyip bu kanunun yürütme maddesinde konuş, yürürlük maddesinde konuş…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Biz, bu kanuna destek verdik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz bitti. Lütfen…

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bir dakikalık süre verirseniz, tamamlıyorum.

BAŞKAN – Lütfen…

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Peki, çok teşekkür ediyorum.

Bir de tabii Bakan olarak ben orada otururken bir bakanla konuşmam ayıp bir şey değil. Bir bakanla orada fikir teatisinde bulunmam çok yakışıksız bir şey değil, ama ona karışılırsa, ona şey edilirse bu şık olmuyor. Başkan var, Başkana söylenir, Başkan gerekli ikazları yapar. Ama ben, orada kiminle konuşacağım için kimseden izin almam, kimsenin iznine… Yani, falanca arkadaşımla konuşabilir miyim diye izin istemem, o benim hakkımdır. Onun için, bu şekilde davranışlar da olmasa daha iyi olur, daha şık olur.

Hepinize, bu kanuna verdiğiniz destekten dolayı teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

Sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Unakıtan.

Sayın milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.22

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.33

BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2’nci sırada yer alan, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun görüşülmesine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/498) (S. Sayısı: 110)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72)(x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 72 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Yıldız. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

CHP GRUBU ADINA SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 72 sıra sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sağlık hizmetlerinin kusursuz biçimde sunulması için nitelikli hekimlerin yetiştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Eğitim ve uygulama hastanelerinde bu görev çoğunlukla klinik şef ve şef yardımcılarına düşmektedir. Bu yüzden, göreve getirilecek kişilerin niteliği çok önemlidir. Bu nedenle, söz konusu hastanelerde eğitim kadrolarının belirlenmesi, bilimsel ve eğitimin temel ilkelerine uygun, siyasi tercihlerden uzak olmak zorundadır.

                       

(x) 72 S. Sayılı Basmayazı tunağa eklidir.

Sağlık Bakanlığının gündeme getirdiği eğitim ve araştırma hastaneleri klinik şef ve şef yardımcılığına doçent ve profesör unvanına sahip olanların Bakanlık tarafından atanmasını öngören düzenlemeler, önceleri yönetmelik değişiklikleriyle yapılmaya çalışılmıştır. Yönetmelik hakkında Danıştay tarafından verilen iptal kararları üzerine 2005’te yasal düzenlemeye gidilmiştir ve kanun teklifi 02/07/2005 tarihinde kabul edilmiştir.

Kanun’un 6’ncı maddesi klinik şef ve şef yardımcılarının atanmasını düzenlemekteydi. Kanun, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından 19/7/2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine aşağıdaki gerekçeler nedeniyle geri gönderilmiştir. Bunları aynen okuyorum ve çok önemli, bize de ışık tutan gerekçelerdir değerli milletvekilleri:

“Profesör ve doçentlerin Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde klinik şefi ve şef yardımcılığı kadrolarına sınavsız atanmalarına ilişkin iptal edilen yönetmelik düzenlemesi, incelenen yasanın 6 ncı maddesiyle bu kez yasa kuralı olarak yeniden yapılmaktadır. Maddeye göre, profesör ya da doçent unvanını almış olmak klinik şefi ve şef yardımcılığı kadrolarına atanmak için yeterli olup, bu unvana sahip kişilerin anılan kadrolara atanabilmesi için ayrıca bir koşul ya da ek nitelik aranmamakta, bu tür atamalar için bir sınır da getirilmemektedir.” Daha sonraları yüzde 25 gibi getirildi, şimdiki teklifte yüzde 35 var.  “Eğitim ve araştırma hastanelerindeki klinik şefliği ve şef yardımcılıkları görevinin belirtilen işlevinden kaynaklanan önemine karşın bu görevlere profesör ya da doçentler arasından atama yapılırken en uygununun seçilmesi yönünde hiçbir nesnel ölçüt öngörülmemiş olması kamu yararıyla bağdaşmamaktadır. Çünkü, bu tür atamalar…” Burası da önemli değerli milletvekilleri. “…siyasal kimliği önde gelen ve çeşitli baskılar altında bulunan bakanın öznel değerlendirmelerine ve mutlak takdirine bırakılmış olmaktadır. Klinik şefi ve şef yardımcılığına atama yapılırken ‘göreve en uygun olanın’ seçilmesi yerine siyasal yandaşlık ölçütünün yeğlenmesini olanaklı kılan sistemin iş yeri huzurunu ve çalışma barışını bozacağı, hizmet kalitesini ve verimini düşüreceği açıktır.” Bunları, değerli Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer söylüyor. Fakat bu sağlam gerekçelere karşın, bu hukuksal geri gönderme gerekçelerine karşın, Yasa aynı şekliyle kabul edilerek 01/11/2005 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Bunun üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmıştır. Başvuru üzerine, 12/12/2005 tarihinde Anayasa Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarih olan 17/12/2005 gününe kadar atamalar, sakınılmadan, çekinilmeden “Nasıl olsa Anayasa Mahkemesi kararları geriye dönük işlemez.” mantığıyla sürdürülmüştür. Yani bir acele yoktu bazı yerlerde. Bakan tarafından bu süre içinde, boşluktan yararlanılarak 47 eğitim ve araştırma hastanesine 176 adet -kimilerine göre 179- klinik şef ve şef yardımcısı sınavsız bir şekilde atanmıştır.

Bakanlık, boş olan klinik şefliklerine atama yapmanın yanında, kadro yaratmak amacıyla klinikleri bölerek, yatak sayılarını da azaltarak yeni şeflikler oluşturmuştur. Ben, İstanbul’da biliyorum, Haydarpaşa’da, Göztepe’de, Kartal’da yeni şeflikler oluşturulmuştur. Klinikler bölünmüştür, yatak sayıları azaltılmıştır. Bu atanan şeflerin sayısının, klinik şef ve şef yardımcılarının toplam sayısının yedide 1’ine eşit olması, durumun boyutları hakkında, yani kadrolaşma hakkında fikir vermektedir. Bu atamalar, kadrolar ilan edilmeden ve objektif değerlendirmeler olmadan yapılmıştır değerli milletvekilleri.

Şimdi bu atamalardaki tabloya şöyle bir bakalım. 29/11/2007 tarihli Sağlık Komisyonu toplantısında Sayın Bakanın verdiği rakamları ben sizinle paylaşmak istiyorum:

Sayın Bakan “1.148 şeflik kadrosu var.” dedi, “658 tane atanmış şef, 127 tanesi profesör, doçent olarak sınavsız atanmış.” diye söyledi. Tabii bu bazı yerlerde “176” diye geçiyor. Ama Bakanın dediği rakamlara göre de boş kadro… 1.148’den 658’i çıkarırsak 490 boş kadro var. 1.148’in yüzde 35’ine –ki, yani 401 yapıyor- sınavsız atama öngörülüyor; 1.148’in 401’ine. Oysaki “127 tane atanmış.” dedi Sayın Bakan. Geriye 274 tane kalıyor. 274 tane sınavsız atama yapılacak doçent ve profesörler arasından, 216 tane de sınavlı atama yapılacak. Yani 274 tane sınavsız, 216 tane de –boş kadrolara göre söylüyorum, Sayın Bakanın açıklamalarına göre- sınavlı atanacak. 47 eğitim hastanesine 274 tane bu şekilde atanma olacak. Bu, kadrolaşma değil de nedir değerli milletvekilleri?

Yani, eğer yine bu geçerse aynı şekilde, 274 tane… Yüzde 35’i çünkü o şekilde, boş olanlar… Zaten daha evvel atanmış, “127 tane.” dedi Sayın Bakan… Bu durumda orada şef olmayı bekleyen uzmanlar ne olacak değerli arkadaşlar? Bu, barışı bozmayacak mı? Önceki Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, iç barışı, çalışma huzurunu bozmayacak mı? Orada, yıllardır şef yardımcısı, şef olmayı bekleyen uzmanlar var. Bu şekilde, hazır atamalar yapılacak. Buna dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Şef ve şef yardımcılarını yürürlüğü durdurulan yasaya göre atayan Sayın Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, atamalarını ağırlıklı olarak, Van Yüzüncü Yıl, Erzurum Atatürk, Abant İzzet Baysal, Kayseri Erciyes gibi belli üniversitelerden yaptığı görülmektedir. Bu üniversitelerden en fazla atamayı Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine yapmıştır. Profesör ve doçent unvanlı öğretim üyelerinden 64 şef ve 4 tane de şef yardımcısı devlet hastanelerine atanırken, devlet hastanelerinden de kendine yakın gördüğü kişilerden 72 şef ve 35 şef yardımcısını bu şekilde, yani keyfî bir şekilde, objektif kriterler olmadan görevlere getirmiştir.

Anayasa Mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararının ardından bu yazım aşamasına kadar geçen beş günlük süre içinde bile -12’sinde yürütmeyi durdurmuş, 17’sinde yazılmış, yani atamalar devam ediyor- hukuka saygılı olan bir bakanın, etik kurallar gereği atamaları geri alması gerekmekteydi. Ama nerede, bu beklenti nerede? Çünkü karar verilmiş, yazılma aşamasında.

Anayasa’nın 10’uncu maddesine göre devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Önümüzdeki kanun teklifi de bazı doçent ve profesörleri, Bakanlık tarafından sınavsız bir şekilde klinik şefi ve şef yardımcısı olarak  atamayı öngörmektedir. Bu durumda, Bakanlık, doğrudan, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırı davranmaktadır. Daha sonra çıkarılan 15/2/07 tarihli 5581 sayılı Kanun da, yine dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından ikinci kez öncekine benzer gerekçelerle geri gönderilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin gerekçesinde “Sağlık Bakanlığı ile üniversitelerde verilen uzmanlık eğitiminin aynı olması nedeniyle, üniversitelerdeki doçentlik kadrolarına atama prosedürü ile paralel hâle getirilmektedir.” denilmektedir.

Bakınız, üniversitelerde doçent kadrosuna atama nasıl yapılmaktadır, siz değerli milletvekilleriyle paylaşayım. Gerçi, benim söyleyeceğim burada atama yönetmeliği, itiraz edecekler olacaktır milletvekillerinden veya Sayın Bakandan. Ama bizim bu kanun teklifinde de “Hiç olmazsa objektif kriterlere dayanan bir yönetmelik çıkarılması gerekir.” diye bir atıf yok. Onun için ben buradan yönetmeliği okuyorum: “Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atama Yönetmeliği: Bir üniversitede veya yüksek teknoloji enstitüsünde açık doçentlik kadroları en  yüksek tirajlı beş gazeteden birinde Türkiye ölçüsünde ve Resmî Gazete’de rektörlükçe ilan edilir…” Burada böyle bir kriter yok. Beş tane büyük gazetede okuyacaksınız. Maddede “ilan verilir” diyor, ama beş gazetede, bir gazetede nasıl ilan verilir belli değil, orası kapalı. ”…Bu ilanda adaylara en az on beş gün başvurma süresi tanınır ve son başvurma tarihi belirtilir…” Burada da tabii “Yönetmelik çıkarılacak” diye atıf olmadığı için buradan değerlendiriyorum. Belki bu objektif kriterlerle belirlenecek yönetmelikte bunlar söylenebilir. Ama bu da yok burada, on beş gün süre tanıması da yok. “…Açılan doçentlik kadroları ve dallarına ilişkin ilan duyurulmak üzere diğer üniversiteler ile yüksek teknoloji enstitülerinin ilgili fakültelerine, enstitü ve yüksekokullarına gönderilir. Adaylar özgeçmişlerini, bilimsel çalışma ve yayınlarını kapsayan bir dosyayı dört nüsha olarak, ilanda belirtilen süre içerisinde ilgili rektörlüğe teslim ederler. Rektör, ilân edilen doçentlik kadrosuna, başvuran adayların durumlarının incelenmesi için on beş gün içinde, varsa biri ilgili birim yöneticisi olmak üzere…” Teklifte “ilgili birim” de yok “dışarıdan bir profesör veya şef” deniliyor, bu da çok önemli, ama herhâlde o yeni önergelerle belki değişecektir.

“…adayın başvurduğu bilim alanından yoksa en yakın bilim alanından en az biri o üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü dışından olmak kaydıyla üç profesör tespit eder. Aday veya adayların özgeçmişlerini, bilimsel çalışma ve yayınlarını kapsayan dosyaları bu profesörlere yollayarak, kişisel raporlarını bir ay içinde göndermelerini ister.” Burada boşluklar var, tabii bunların yönetmelikle buna benzer bir şekilde düzeltilmesi lazım, bunları aynen yazamayız, ama yönetmelikte -ben örnek olsun ve size bir ışık tutsun diye söylüyorum- bunların belirtilmesi lazım. Burada yeni şeyde keyfî olacak, ilan verilecek, kenardaki bir gazetede ilan verilecek, ilanın son başvurma tarihi belli değil, kişiler nereden başvuracak, nasıl başvuracak, jüriler belli değil. Onun için çok keyfî sonuçlar doğacaktır eğer bu şekilde çıkarsa.

“Bu profesörler aday veya adaylar hakkında ayrı ayrı tercih ve görüşlerini rektöre bildirirler. Rektör bu görüşlere dayanarak, üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunun gerekçeli görüsünü de aldıktan sonra…” Bu da çok önemli değerli milletvekilleri. Burada “Bakanlıkça atama yapılır.” diyor. Bakanlıkça yapılan atamada gerekçe önemlidir. Yani, üç tane, beş tane, kimse verilecek, niye atanmadığının belirtilmesi lazım, gerekçeli görüşün belirtilmesi lazım, bunun da söylenmesi lazım. “…gerekçeli görüşünü aldıktan sonra atama kararını verir.” diyor.

Söz bu üniversitelere gelmişken, tıpta uzmanlık eğitimi veren üniversite hastanelerinin sorunlarına da değinmek istiyorum. Bunlar esas olarak kadro ve finans sorunlarıdır. Hemen yeni alınan bir haberdi, onu da söyleyeyim: Nisan ayında açılacak tıpta uzmanlık sınavlarında üniversitelerin, yani tıp fakültelerinin kadroları ki, uzmanlık öğrencileri, bunlar araştırma görevlileridir aynı zamanda. Tıp fakültelerinde araştırma görevlileri tıpta uzmanlık sınavıyla giren uzmanlık öğrencileridir. Bunlar üniversitelerde yüzde 60’a varan oranda azaltıldı. ÖSYM’ye gönderilen YÖK’ün yeni kitapçığında ÖSYM bunu açıkladı.

Değerli milletvekilleri, biraz evvel, bundan evvel biz araştırma-geliştirme yasasını görüştük. Araştırma-geliştirmeyi Türkiye’de artıralım, geliştirelim dedik. Üniversiteler Türkiye’de en fazla araştırma ve geliştirmenin yapıldığı kurumlardır. Bu araştırma-geliştirme de öğretim üyeleri ve yardımcılarıyla yapılır. Bunlar da, araştırma görevlileri, öğretim görevlileri, diğer öğretim yardımcılarıdır. Biz bu kadroları azaltıyoruz. Niye azaltıyoruz bilemiyorum.

Aynı zamanda, gene söz buraya gelmişken, üniversite hastaneleri gelirlerinin en az yüzde 5’ini araştırmaya ayırmak zorundalar ve yüzde 15’ini de hazineye veriyorlardı bir ay öncesine kadar. Hazineye verilen bu pay yüzde 5’e indirildi. Ama, bu hazineye verilen pay eğitim hastanelerinde ve diğer kamu hastanelerinde yüzde 1. Yani, bu niye sıfırlanmıyor veya niye yüzde 1’e çekilmiyor? Üniversite hastaneleri hem kadro açısından hem maddi açıdan çok zor durumdadırlar. Bu boşluklarını gidermek için, bakım- onarım giderleri, hatta nöbet paraları bile döner sermayeden verilmektedir, ama bunların kadro ve finans sorunları çözülmemektedir.

Daha yaklaşık bir ay önce, 22 Ocak 2008’de, Malatya İnönü Üniversitesinin kadro sorunlarına ilişkin Sayın Mevlüt Aslanoğlu tarafından verilen önerge, ne hazindir ki, tüm muhalefetin, MHP ve CHP’nin desteklemesine karşın, AKP’nin Malatya milletvekillerinin de katılımıyla reddedilmiştir. Bunu da Aslanoğlu niye istiyor değerli milletvekilleri? Üniversite daha iyi çalışsın diye. Türkiye’de en fazla transplantasyonun, karaciğer naklinin, böbrek naklinin yapıldığı hastanelerden biri Malatya İnönü Üniversitesi Hastanesi. Bu hizmetler daha iyi yapılsın diye kadro istemişti. Bu kürsüden yalvardı “bin tane kadro ne olur verin.” diye, ama bu, Malatyalı AKP milletvekillerinin de katılımıyla reddedilmiştir. Ben  bunu anlamakta güçlük çekiyorum.

Ayrıca, bu kanun teklifinin komisyona gelmeden önceki hâlinde bulunmayan bir madde geçici madde olarak eklenmiştir. Maddeye göre “Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde halen klinik şefi ve şef yardımcılığı görevlerini yürütmekte olanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte yürüttükleri görevlerine ait kadrolara atanmış sayılırlar.” denmektedir. Bunlar da, o Anayasa Mahkemesinin durdurma kararına kadar olan şeylere bir kılıf hazırlamaktadır. Çünkü atamaların geri alınması için Sağlık Emekçileri Sendikası tarafından Ankara 12. İdare Mahkemesine dava açılmış, atamalar iptal edilmiştir. Bu geçici madde, komisyona sunulmak üzere yazılma aşamasında olan mahkeme kararını geçersiz kılmak için yangından mal kaçırırcasına eklenmiştir. Onlara bir hukuksuzluk nedeniyle iptale konu olan atamalar yine hukuk dışı bir uygulamayla geçerli kılınmak istenmektedir, yani hukuksuzluğa kılıf aranmaktadır. Belki önergeyle bu da kısmen düzeltilebilecektir.

Sağlık sisteminin önemli bir kolu olan eğitim hastaneleri siyasi kadrolaşmaya alet edilmektedir. Eğitim hastanelerimizde başta asistan eğitimi olmak üzere kliniklerin tüm sorumluluğunu üstlenen şef ve şef yardımcılarının atanması bir sorun hâline getirilmektedir. Ayrıca, tüm bunlar olurken, bu alanda yıllarca emek vermiş, hâlen o hastanelerde çalışan, bu kadrolara atanabilmek için bilimsel bir sınavı bekleyen yüzlerce uzman göz ardı edilmektedir. Bu anlamda onların hakları yenmektedir. Bu durum adaletle bağdaşmamaktadır. Özellikle adında “adalet” olan Adalet ve Kalkınma Partisine yakışmamaktadır, bu, hakkaniyet ve adalete yakışmamaktadır.

Bu girişimlerle, ülkemizde yıllarca emek verilerek ulaşılan tıp eğitimindeki düzey yerle bir edilmek istenmektedir. Dünyada belirli bir düzeye taşınan ülkemiz tıp eğitiminin tüm değerleri yok sayılmaktadır. Teklif, bilimsel ve objektif kriterlerden uzaktır. Kadroya atanacak profesör ve doçentlerin neye göre belirleneceği, atamalarda göz önünde bulundurulacak kriterlerin ne denli yeterli olduğu, atama yapılırken nesnel ölçütlere ne derecede dikkat edileceği şüphelidir. Çünkü, o seçilecek kimselerin belli nitelikleri olması gerekir, değerli milletvekilleri. Yapılan düzenlemeyle, atamalar, bir siyasal organ olan Bakanlığın öznel kararına terk edilmiştir.

Ben size, vaktim de azaldı ama, kısaca söyleyeyim. Mesela -konum üroloji olduğu için söylüyorum- Türk Üroloji Yeterlilik Kurumu bu konuda şeflik ve şef yardımcılığı için belli atama kriterleri getirmiştir. Ne olması lazım? Mesela şeflik için  on yıl çalışmış olması lazım. Yurt dışında iki tane, birinci isim olarak yayını çıkması lazım. Yurt içinde on tane yayınının çıkması lazım birinci isim olarak ve bu yayınlar da uluslararası kabul görmüş, Avrupa Üroloji Derneğinin, Amerikan Üroloji Derneğinin ve Türk Üroloji Derneğinin akredite ettiği dergilerde çıkması lazım. Yani şeflik ve şef yardımcılığı için bu kriterleri haiz olanlar ancak başvurabiliyorlar. Buna benzer  kriterlerin getirilmesi lazım objektiflik açısından.

Gene, basılı yayın açısından, “uluslararası kabul görmüş dergilerde en az beş çalışmada, bilimsel araştırma, derleme, olgu sunumu -bu atanacaklar- yer almalı ve olgu sunumları dışında, en az iki tanesinde birinci isim olmalıdır.” denmektedir. “Adayın birinci isim olduğu çalışmalarından bir tanesi mutlaka deneysel olması gerekir.” denmektedir. Bunlar daha var, ben özetle söylemek istiyorum.

Gene, “TÜBİTAK dizininde yer alan yurt içi hakemli dergilerde yayımlanmış ve/veya yayıma kabul edilmiş en az on çalışmada yer almalıdır.” Yani, buna benzer objektif kriterlerin getirilmesi gerekir değerli milletvekilleri. Çünkü klinik şef ve şef yardımcıları iyi eğitimciler olmak zorundadırlar, çünkü bu konu, doğrudan halk sağlığını ilgilendirmektedir. Bizlere, çocuklarımıza ve yakınlarımıza bu kadroya atananlar ve onların yetiştirdiği uzmanlar bakacaklardır, muayene edeceklerdir, ameliyat edeceklerdir.

Söz buraya gelmişken, son zamanlarda özel dal ve ayakta teşhis ve tedavi polikliniklerinin de, kliniklerinin de sıkıntısına değinmek istiyorum. Bunlar yeni bir düzenlemeyle çok zor duruma bırakılmışlardır. Burada 50 bin çalışan vardır, 3 milyar dolar civarında yatırım yapılmıştır. Bunlar tasfiye edilme durumundadır ve burada çalışanlar uluslararası ve ulusal büyük sermayenin eline atılmaktadır. Uluslararası bir sermaye var, büyük yatırım yapmakta, bunların kucağına itilmektedir. Bunların da düzeltilmesi lazım.

Gene, özel hastanelerde yer seçiminden, atanacak hekimlere kadar Sağlık Bakanlığı belirleyecek. Bir fabrikada çalışacak mühendisi acaba Sanayi Bakanlığı mı belirliyor? Ama yeni çıkan, değiştirilen 15 Şubattaki yönetmelikte, özel hastanelerde çalışacak hekimlerin seçimine kadar Sağlık Bakanlığı söz sahibi. Totaliter rejimlerde de bu gibi şeyler yok değerli milletvekilleri, bunların da düzeltilmesi lazım.

AKP Hükûmeti klinik şef ve şef yardımcıları kanalıyla, hastanelerde ve tüm sağlık kurumlarında kadrolaşma çabası ve amacı içerisindedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Yıldız.

SACİD YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu teklifin defalarca önümüze getirilmesinin tek amacı kadrolaşmadır. Sağlıkta bu çok tehlikeli ve sakıncalıdır değerli arkadaşlar. Bu, sınavla atansın ve bu yüzde 35 insin yüzde 10… Tamam, Bakanın da hakkı vardır ama bunlar, kesin, kadrolaşma amacına dönüktür. Bir ülkenin hukuk,eğitim ve sağlık kurumaları tarafsız ve her şeyden bağımsız olmak durumundadır ancak bu şekilde iyi hizmet verilebilir. Bu kurumlara el atmak, siyasete alet etmek son derece yanlış kararlar almamıza, geri dönüşü olmayan hatalar yapmamıza neden olabilir. Her şeyden önce bilime ve sağlığa siyaseti karıştırmamalıyız değerli milletvekilleri.

Sözlerime son verirken, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak 72 sıra sayılı bu Kanun Teklifi’ne bu hâliyle olumsuz oy vereceğimizi bildirir, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.

Teklifin tümü üzerine, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Bayındır. (DTP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakikadır.

DTP GRUBU ADINA SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi hakkında DTP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, sağlık yasa tasarılarının tartışıldığı bir ortamda can kayıplarının yaşanması da ne kadar sağlıklı düşündüğümüzün ve ne kadar sağlıklı kararlar aldığımızın da bir göstergesi. Her şeyden önce bir sistemin sağlıklı işlemesi lazım çünkü toplumun sağlığı, psikolojik, sosyal, kültürel, fizyolojik -hatta ben buna “ekolojik” diyerek de eklemek istiyorum Dünya Sağlık Örgütü tanımlamasını- tam bir iyilik hâlinde olması gerekiyor. Şimdi, soralım birbirimize toplum hangi açıdan tam bir iyilik hâlinde? Sosyal açıdan iyilik hâli yok, ekonomik açıdan her şey kötüye gidiyor, iyilik hâli yok. Sağlık açısından zaten insanlar hastaneye gidiyor, tekrar hasta dönüyor. Çünkü, şartlar değişmedikten sonra siz ne kadar tıbbi tedavi yapın ya da cerrahi operasyon yaparsanız yapın o toplumun sağlık sorununu gideremezsiniz, olsa olsa sağlığı geçici bir şekilde tedavi etmiş olursunuz ya da geçiştirmiş olursunuz.

O nedenle, her şeyden önce, hastane şeflerinin rollerini ve tanımlarını tanımlamadan önce Parlamentoda bulunan tüm yetkili arkadaşların bu toplumun tüm sorunlarını bir şef gibi organize etmek üzere burada olduğumuzu ve sorunların çözümünün çözümsüzlükler üzerine ya da yeni hastalıklar üretmek üzerine değil, daha doğru teşhislerin konulduğu, doğru tedavilerin uygulandığı ve sağlıklı sonuçların alındığı bir proje ekseninde bakmak gerektiğini düşünüyorum.

 O nedenle, bu Meclisin aldığı tezkere kararı bir kere toplumu psikolojik olarak, sağlık olarak, ekonomik olarak, her şeyden önce, can güvenliği açısından tehdit etmiştir ve şu an bu tehdidin yaşandığı, her gün kadınların ağladığı, annelerin ağladığı, toplumun tedirgin hâlde bulunduğu bir atmosferde biz sağlıktan, sağlık sisteminden, şeflerden bahsediyoruz. Ne kadar sağlıklı bir şekilde işleri organize ettiğimizin bir göstergesidir!

O nedenle, biz, tezkere kararlarının bir kez daha gözden geçirilmesi gerektiğini, sorunların, Türkiye’deki sorunun tedavisinin, Kürt sorununun tedavisinin ya da teşhisinin yanlış konduğunu, doğru teşhis konması gerektiğini ve hastaya sorulması gerekiyor. Hiçbir hekim hasta yerine kendisini koyamaz. Hastanın şikâyetleri üzerine tedaviyi uygular. O zaman Türkiye’de yaşayan tüm halklar, tüm inançlar, ne istiyorsa, rahatsızlığı neyse, bize düşen de bu rahatsızlığı toplumu tatmin edecek, onları ikna edecek, çözüm getirecek bir şekilde sorunlarını ele almamız gerekiyor ve yaklaşımımızın bu olması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde sistemin genel sağlık sorunu yaşandığı bir dönemde bizim hastanede işlerin de sağlıklı yürümesinde çok sağlıklı karar alamayacağımız açık ki, bunu yasa tasarısını tartışırken yine göreceğiz.

Bu nedenle, ben, konuya geçmeden önce, “Çocuğun Gördüğü Düştür Barış” şiirini sizinle paylaşmak istiyorum:

“Çocuğun gördüğü düştür barış.

Ananın gördüğü düştür barış.

Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman,

Ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,

Yangının eritip tükettiği yüreklerde

İlk tomurcukları belirdiği zaman umudun,

Ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,

Boşa akmadığını bilerek kanlarının,

Barış budur işte.” diyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Konuya gel…

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Konumuzla çok alakalıdır. Lütfen dinlemeyi öğrenelim. Evet, dinlemeyi öğrenelim. Sağlıkla çok ilgidir. Genel sağlıklı düşünemeyenlerin, sağlık alanında da sağlıklı kararlar alamayacağını şimdi hep birlikte tartışacağız.

Benden önceki konuşmacı arkadaşım da bu konuda belirtti... Bizler de zaten yasa tasarısı tartışılırken de karşı oy kullanmıştık çünkü hakikaten bundan önceki yasa tasarılarında da aynı şeyi yaşadık. Yani hâkimler- savcılar yasa tasarısı tartışıldığında burada, yine, herkes, sivil toplum örgütleri, buradaki grubu bulunan partiler feryat ettiler, böyle yapmayın dediler; çoğunluğuz yaparız, biz yaparız siz uygularsınız, biz bildiğimizi okuruz yaklaşımınızdan vazgeçin ya da torba yasalarından vazgeçelim. Torba yasasını on beş gün önce çıkardık, on beş gün sonra tekrar gözden geçirdik. Bu da bizim ne kadar sağlıklı ne kadar objektif ne kadar bilimsel görüştüğümüzün, tartıştığımızın, birbirimizi dinlediğimizin ve sorunu çözmek için birbirimizi tamamladığımızın bir göstergesi olarak hatırlatmak isterim siz sayın değerli milletvekillerine!

O anlamda, biz de, bu şef atamalarıyla ilgili neden bugüne kadar uygulanan kriterler uygulanmıyor da yeniden keşfedip, işte, sistem hantaldır, dolayısıyla bakanlık bünyesinde bir jüri oluşturulması gerekiyor, 3 kişilik bir jürinin ve bu jüri hangi kriterlere bağlı ve neye göre tercih edeceği belli olmayan bir sistemle bir atama, bir kadrolaşma sürecinden geçiyor.

Sayın Bakan, biz komisyonda tartışırken de bu tanımlarımızdan çok rahatsız olmuştu, eminim yine aynı rahatsızlığını ifade edecek, ama biz de bu rahatsızlığına dair görüşlerimizi ısrarla, inatla ifade edeceğiz.

Bu tarz bir atama yöntemi, tercih yöntemi ve yüzde 35’lik bir kadroyu kapsayacak bir atama yöntemi kesinlikle kadrolaşmadır.

Peki, ilelebet bir iktidar var mı, ebedi bir iktidar var mı? Yok. Neden o zaman hani kısa sürede parti devlet gibi örgütlenelim, bütün kurumlara yerleşelim? Bu ömrünüz… On yılı uzatabilirsiniz. Peki, bu dönemi yaşayan insanlara yaptığınız haksızlık, yapacağınız uygulamaların hesabını nerede ödeyeceksiniz? Hangi adli kararda, hangi makamda ödersiniz diye sormak isterim ben yeniden.

Hükûmet olarak ya da bu toplumun yöneticiliğine soyunmuş güçlerin elinde bulunduğu erkleri, kendi çoğulculuğuna, kendi gücüne dayalı bir tercihten ziyade, adaletse, hakkaniyetse, eşitlikse eğer, her şeyden önce kendi çıkarını gözetmeden toplumun ihtiyaçlarını ve yararını gözetir bir şekilde bu kadro dağılımını ya da yeniden görevlendirmeyi, koşullara, hizmetin iyi yürümesine bağlı tutması gerekiyor.

Yine atamalar… Bölgeler arası eşitsizlik giderilmeye çalışıldığı bir dönemde, 175 atamanın yaklaşık 40’ının bölgeden olması neyin sonucudur? Yani, bu politikayı boşa çıkarmıyor mu? Biz bölgeye sürekli işte gelişimlerde bulunuyoruz, girişimlerde bulunuyoruz, atamalarda bulunuyoruz, görevlendirmeler yapıyoruz… Peki, madem, şeflik düzeyinde görev yapabiliyorsa bulunduğu yerde görev yapmaya çalışsın. Neden Van’dan, neden Erzurum’dan, neden Dicle’den alıp başka metropollere yığılma yapıyorsunuz? Hatta özel alan yaratarak, var olan servisi ikiye bölerek daha bir çaba ve gayret içindesiniz. Bu, düpedüz, kesinlikle kadrolaşmadır.

Yine, eğitim ve araştırma hastanelerinde kadrolar, yıllardan beri, gelenekselleşmiş şekilde, Sağlık Bakanlığı tarafından yabancı dil, teorik ve pratik, üç aşamalı, klinik şeflerinden kurulan 5 kişilik jürinin yaptığı sınavla belirlenmekteydi. Ancak, 2001’den beri, ne yazık ki -bu uygulama- sürekli yasalara aykırı bir şekilde atamalar yapılmakta ve bu atamalar da yargıdan geri dönmektedir.

Yine müracaat biçimini -benden önceki konuşmacı da belirtti- neye göre ilan edeceksiniz? Müracaat nereye yapılacak? Bu müracaatın içinden nasıl tercih yapacaksınız? Bu konu da karışık. Yani yasada, yasa teklifinde, eğitim ve araştırma hastanelerinin açık bulunan şef ve şef yardımcılarının ilan edileceği… Nerede ilan edileceği, kaç gazetede, bu gazetelerin tirajları ne; bu ölçüler yok tabii ki.

İşte “Buralara tıp alanında uzmanlık kazanmış doçent ve profesörlerin müracaat edebileceği, bunların müracaatlarının Bakanlık tarafından oluşturulan 3 kişilik bir jüri tarafından değerlendirileceği ve sonucunda da Bakanlık tarafından atanacağı, bu yolla yapılacak atamaların toplam kadronun yüzde 35’ini geçemeyeceği…” şeklinde yasa tasarısında geçiyor.

Bu anlamda, adaylar hakkında değerlendirme yapacak jürinin belirlenmesinde doçentlik atama yöntemi yerine profesörlük atama yönteminin dikkate alınması gerektiği gibi, uygulamanın objektif ölçülerinin mutlaka bir yönetmelik ile belirlenmesi gerekir.

Yönetmeliğin içeriğini tabii ki burada netleştirmek mümkün değil. Ama yönetmelik, mutlaka, bugüne kadar uygulanmış uluslararası standarda uygun bir şekilde tercih etme sistemini açık bir şekilde belirtmelidir.

Yine, jüri üye sayısı eskiden olduğu gibi 5 kişiden neden 3 kişiye düşürülmüştür? Biz, jüri üye sayısının yine 5 kişiden oluşmasının, bütün üyelerin atama yapılacak uzmanlık alanından olmasının ve kura yöntemiyle oluşturulmasının nesnellik için ön koşul olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, siz, cerrahi alanda bir tercih yapacaksanız, gidip farklı bir alanla ilgili bulursanız ya da cerrahi de bile, işte, üroloji ataması yapacaksanız, üroloji dışındaki birimlerden aldığınızda, bu neye göre bu tercihini yapacak? Bunlar kesinlikle yönetmeliklerde açık bir şekilde belirtilmeli.

Yine, jürinin değerlendirmesinde, eser sadece orijinal bilimsel araştırma, yayın ve eserle sınırlı tutulmuştur. Bu da bize göre yetersizdir, çünkü her şey yazılar üzerinden olmaz, yani cerrahi ya da… Özellikle cerrahi alanlar için mutlaka pratik deneyimlerin olması gerekiyor. Nice cerrahlar gördük kasap gibiydiler. Cerrahinin kendisi bir estetik işidir. İnsan bünyesine, organizmasına doğrudan müdahale ediyorsunuz ve bu müdahalenin sağlıklı, kişiye zarar vermeden, ağır komplikasyonlara yol açmadan, kendine güvenen, emin, pratikte sınanmış, eğitici yetiştirmiş şefler, yani o kriterlere uygun kişiler arasından seçilmesi gerekiyor. Bu anlamda meslekteki başarısı ve kıdemleriyle önceden asistan yetiştirip yetiştirmediği gibi kriterler mutlaka göz ardı edilmemelidir.

Yine jüri değerlendirme öncesi ve sonrasıyla ilgili yabancı dil ve mesleki sınav bulunmamaktadır. Ayrıca, hâlen görevde bulunan şef ve şef yardımcıları ne olacak? Profesör ve doktor olmamıştır, ama yıllarca bulunduğu serviste hizmet vermiş, bilimsel olarak katkılarda bulunmuş, yeterli, yetenekli nice kadrolar var. Bu yöntemle, bu kadar emek harcamış uzmanları nereye koyacağız? Bunların bu haktan mahrum edilmesi ne kadar adil ve hakkaniyetçidir? Bunu da sormak istiyoruz. Bunun için de, en azından bulunduğu serviste on beş yıl şef yardımcılığı yapmış ya da o klinikte uzman olmuş ve kendisini kanıtlamış kişilere de mutlaka bu şans tanınmalı diye düşünüyoruz.

Bu görüşler… Tabii ki biz yasa koyucular bir yasayı oluştururken gerçekten ilgili sağlık kurulları var, Türk Tabipler Birliği var, Sağlık Emekçileri Sendikası var ve yine sivil toplum örgütleri var, yani bütün bunlar neye göre düşünce belirtiyor? Hani şeklen, sivil toplum örgütlerinden komisyonlara katılanları usulen dinliyoruz, belgelerini alıyoruz, arşivliyoruz, yani bu usuli demokrasiden, mutlaka doğrudan ve dikkate alan ve onun katılımını esas alan, yani hangi yaşam alanıyla ilgili karar alıyorsak, bu yaşam alanını ilgilendiren ilgili kurumlar ve onların kurullarının öngöreceği, kabul göreceği kriterler ve esaslardan şaşmamak gerekir. O zaman demokrasiyi usulden değil, esastan yerine getirmiş olacağız. Ne yazık ki, bugüne kadar komisyonumuz süresince gerek Sosyal Güvenlik Yasası tartışmalarında gerek hastaneler birliği tartışmalarında, yine şef atamaları boyutuyla sivil toplum örgütünün önerilerini, evet dinledik, evet onları toplantıya kattık, ama hiçbir şekilde dikkate almadık. Bunu da şeklen demokrasinin, kandırmanın, aldatmanın bir yöntemi olarak görüyorum. Dolayısıyla, bu yöntemden mutlaka vazgeçmek lazım. Eğer görüşüne başvuruyorsanız, ilgili muhatap olarak görüyorsanız ve işin erbabı uzmanlarsa mutlaka bunların görüşlerinin ve yaklaşımlarının dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.

Yine, yasa tasarısında tartışmalar boyutuyla ele aldığımızda, bugün 2001’den beri şef atamaları boyutuyla yapılan pek çok uygulamanın yürürlüğü durdurulmuş, mahkemeden dönmüştür. En son yine Tüm Sağlık Sen’in bu şef atamalarına ilişkin açtığı dava, 12. İdare Mahkemesinden geri döndürülmüştür. Bu geri döndürmenin şartları da şu şekilde belirmiştir: “Zira, madde hükmüyle hem profesör ve doçentlere hem de uzman tabiplere klinik şef ve şef yardımcılığına atanma olanağı getirildiği hâlde, bunlar arasında sınavla veya sınavsız atama ayrımı da yapıldığı için, esas atanma biçiminin hangisi, istisnai atanma biçiminin hangisi olduğu ortaya konmamıştır. Uygulama, öteden beri sınavın esas, sınavsız atamanın istisna olduğu şeklindeyse de, son yasal düzenlemeyle ortaya çıkan durum, belirgin değildir. Bu durum, madde hükmünün uygulanabilmesi açısından bir düzenleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır.” Dolayısıyla 11’inci ayın 9’u 2007 tarihinde 12. İdare Mahkemesi bu yürütmeyi durdurma kararı vermiştir. Dolayısıyla, bizim şimdiye kadar çıkardığımız, burada uzlaşı ve sivil toplum örgütlerini dinlemeden geçirdiğimiz, çoğunluğumuza dayanarak, çoğunluğa dayanarak AKP partisinin geçirdiği yasaların pek çoğu hem burada bize zaman kaybettirmekte hem de Anayasa Mahkemesinden geri dönmektedir ya da mahkeme bunların yürütmesini durdurma kararı vermektedir. Peki biz burada neden emeğimize bu kadar ucuz yaklaşıyoruz, neden erkler arasındaki ilişkiyi gözetmiyoruz, neden yasama-yürütme-yargı, bu sistemi bir ahenk içinde işletmiyoruz? “Ben çoğunluğum, ben bildiğimi çıkarırım, siz de gereğini yaparsınız” gibi bir zıtlaşmaya, birbirinin görevini yok saymaya, hiçleştirmeye dönük neden böyle bir yaklaşım içindeyiz? Bu yaklaşım tahakkümcü, bu yaklaşım kendisi dışında kimseyi tanımayan, bu yaklaşım ötekileştiren, dışlayan, tekleştiren bir yönetim biçimidir. Lütfen o zaman biz demokrasinin şeklen uygulayıcısı olduğunu düşünelim, demokrasinin özünden yoksun olduğumuzu bu uygulamalarımızla kabul edelim. Biz kabul etmesek de kamuoyu bunun kararını böyle verecektir.

Bu nedenle, özellikle, yani son yürütmeyi durdurma kararının Anayasa’nın 138’inci maddesinin gereğince yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Bu yasanın geçici maddesinin mutlaka kaldırılması gerekiyor, iptal edilmesi gerekiyor.

Yine, bu yasa bu hâliyle objektif değildir, tamamen kadrolaşmaya dayalıdır, bilimsellik ve başarı gözetilmeden gerçekleştirilmek isteniyor. Hele hele sağlık gibi bir alanda, ihtisas gerektiren, doğrudan insan yaşamının sorumluluğunu üstlendiği bir yaşam alanında, bir çalışma alanında, bir hizmet alanında bu kadar ölçüsüz, objektivizmden uzak, nesnellikten uzak, tamamen kadrolaşmaya dayalı bir atama yönteminden vazgeçelim.

Bizler de Demokratik Toplum Partisi olarak bu yasaya karşı oy belirteceğimizi iletiyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bayındır.

Teklifin tümü üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Necdet Ünüvar söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Ünüvar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NECDET ÜNÜVAR (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış buluyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, Anayasa’mızda bir hak olarak tanımlanan sağlıklı yaşama şartlarını oluşturmak, devletin sorumluluğuna tevdi edilen bir görevdir. Sağlık hizmetleri, hepimizin yine çok yakından bildiği gibi, ertelenmesi, geciktirilmesi mümkün olmayan, bundan vazgeçemeyeceğimiz bir alan. Dolayısıyla, çağdaş, etkili ve nitelikli bir sağlık hizmeti sunabilmek için uygun fiziki mekânlar, yeterli donanım, araç ve gerece ihtiyaç vardır. Fakat bütün bunların yanında, asıl önemli olan, bu kaynakları etkili ve verimli bir şekilde kullanacak olan insan gücüdür. Sağlık hizmetlerini koruyucu, tedavi edici ve rehabilite edici sağlık hizmetleri şeklinde ifade edebiliriz, ama bütün bunların hepsinin özünde, tabii ki fiziki imkâna ihtiyaç var, tabii ki içine koyacağımız alet edevata ihtiyaç var, ama en önemli unsur insandır.

Topluma bugün ve gelecekte sunulacak sağlık hizmetlerini gerçekleştirebilmek üzere, sağlık çalışanlarının yeterli nicelikte, yüksek nitelikte, düzgün bir dağılımla, zamanında ve doğru şekilde istihdam edilmesi “sağlık insan gücü planlaması” şeklinde adlandırılmaktadır. Veriye ve kanıta dayalı… Yeterli nitelik ve sayıda insan gücünden mahrum olunması sağlık sisteminin işleyişini de olumsuz yönde etkilemektedir. Bu anlamda, Sağlık Bakanlığı anayasal bir sorumluluk içerisinde olan bir bakanlıktır. Sağlık hizmetlerinin sevk ve organizasyonunu, halka ulaştırılmasını ve sağlık politikalarının belirlenmesini, planlanmasını da bu anlamda yapmaktadır. Sağlık Bakanlığımız, günün şartlarına uygun bir şekilde ve toplumun ihtiyaçlarını gidermeye matuf birtakım tedbirleri almakta.

Biraz önce bir değerli konuşmacımız Sayın Yıldız ifade etti, özel hastanelerle ilgili birtakım düzenlemeler de oluyor. Şüphesiz, yine Anayasa’nın ilgili maddesi uyarınca devlet, kamu ve özel sektörden hizmet alarak toplumun gerekli sağlık ihtiyacını karşılamak durumunda. Bu anlamda, özel hastanelerle ilgili, malumunuz, Adalet ve Kalkınma Partisi, 2003 yılında bir yönetmelik değişikliği ile önce Emekli Sandığı mensuplarının, daha sonra Bağ-Kur ve SSK’lı vatandaşlarımızın özel sektörde hizmet veren kuruluşlardan da sağlık hizmeti alabilmesinin yolunu açmıştı. Yakında -yanlış bilmiyorsam on gün kadar önce- bir yönetmelik değişikliği oldu ve Sağlık Bakanlığı özel sektörün vereceği sağlık hizmetiyle ilgili bir planlama kararı aldı. Bu aldığı karar Anayasa’dan aldığı güçle oluyor, yani Anayasa’da kamu ve özel sektörün marifetiyle verileceği ifade edilen, açıkça ifade edilen hizmetin planlamasına matuf bir karardır. Bununla aslında Sağlık Bakanlığımız bir kural koyuyor ve fiziki ortamı yeterli olmayan, o kurala uygun olmayan kuruluşlara da dört yıllık bir süre veriyor, ki oldukça da makul bir süre. Dört yıl içerisinde o hizmete uygun, fiziki şartlara uygun hâle getirilmesini sağlıyor. Yine, kamuoyunda yanlış değerlendirilen bir başka husus da istifa ettiği zaman, ayrıldığı zaman onun yerine herhangi bir sağlık personeli alamama gibi yanlış bir şekilde ifade edilen husus. Hâlbuki burada, aldığı ruhsatta ne kadar kişi yazılmışsa, kaç kişi yazılmışsa, o kadar kişiyi ikame etme hakkına sahip. Dolayısıyla, bunun da en azından kamuoyu tarafından doğru bir şekilde bilinmesi adına bu ifadeyi de kullanmak istiyorum.

Tabii, fiziki ortam, donanım ve insan gücü arasındaki ilişkiyle ilgili Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında yürütülen bir program var ve bununla ilgili çok önemli birtakım adımlar atılmıştır ve problemlerin çözülmesi noktasında çok önemli mesafeler katedilmiştir. Fiziki yapılardan başlayarak, verimlilik ve üretkenliği artıran pek çok düzenleme yapılmış ve kamu eliyle sunulan sağlık hizmetlerinde hissedilir, fark edilir birtakım gelişmeler olmuştur. Tabii, burada, Sağlık Bakanlığının yaptığı hizmetin felsefesini doğru anlamak lazım. Sağlık Bakanlığı, fiziki ortamla ilgili, şüphesiz uzun süre kamu hizmeti gören kurumlarımızın hem eski hem yorgun binalarını daha fonksiyonel hâle getirme noktasında pek çok adım atmış; bununla, performansa dayalı bir yönetim modeliyle hem hekimlerimizin hem diğer sağlık çalışanlarımızın daha fazla çalışmasını hem de bunun karşılığı olan ücreti, gelir düzeyini sağlama noktasında pek çok adım atmıştır. Bununla, öteden beri sağlık hizmeti veren kuruluşlarımızın çok daha fonksiyonel hizmet verdiğini hepimiz çok yakından biliyoruz ve vatandaşımızın sağlık hizmetlerine erişimindeki artış sebebiyle, kişi başına yıllık hekime başvuru oranında çok önemli ölçüde artış olmuştur. Bu artış, bugün itibarıyla çok önemli ölçüde artmış olmasına rağmen, hâlâ Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamasının oldukça gerisindedir.

Yine, aile hekimliği uygulaması, şu anda 13 ilde 10 milyon vatandaşımıza başarıyla uygulanıyor, Düzce’den başlayıp, şu anda içinde İzmir’in, Samsun’un da bulunduğu illerde uygulanıyor. Bu yıl, yanlış bilmiyorsam, yaklaşık 35 ilimizde daha uygulamaya geçilecek ve bununla da esasında birinci basamak sağlık hizmetlerinin çok daha etkin hâle getirileceğini ifade edebiliriz.

Tabii, konumuz Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nda değişiklikle, eğitim hastanelerinde, hekimlerimizi yetiştiren, uzman hekim yetiştiren kurumlarımızda klinik şef ve şef yardımcısı ataması. Bununla tabii, Sağlık Bakanlığımız eğitim hastanelerinde klinik şef ve şef yardımcıları atamak istiyor, daha önce de atadığı gibi, bu Hükûmetten önce de atandığı gibi. Bununla ilgili bir kanun da yapılmıştı, bir önceki Cumhurbaşkanımız tarafından geri gönderildi. Orada “objektif ölçüler olmadığı” şeklinde bir ifade vardı. Biz burada bu kanunla objektif bir ölçü getiriyoruz. Yani belli sayıda jüri oluşturuyoruz ve o jüriyle klinik şef ve şef yardımcılığı için atamalar yapacağız, aynı zamanda sınav da yapılacak. Yıllardır klinik şef ve şef yardımcılarıyla ilgili sınav yapılamıyor ama değerli arkadaşlar, sınav yapılabilmesi için önümüze konulan birtakım kriterlerde Sağlık Bakanlığı bu kanunla aşmaya çalışıyor.

Eğitim hastaneleri niçin önemli? Şu açıdan önemli: Biz bütün Türkiye’ye hizmet ediyoruz, Doğu, Güneydoğu, Karadeniz, Ege, her tarafa sağlık hizmeti götürüyoruz ve yüzde 80’ini de sağlık Bakanlığı götürüyor ve burada hekimler uzman hekim hâline geliyor. Türkiye’de, belli başlı, Ankara, İstanbul, İzmir’de eğitim hastanelerimiz var ve orada da klinik şef ve şef yardımcıları görev yapıyorlar ama sayılara baktığımız zaman yaklaşık 600’ün üzerinde bir klinik şefliği var ve bunlarda önemli ölçüde eksiklikler söz konusu. Örneğin, İstanbul iline baktığımız zaman 600 klinik var, bunların sadece 324’ünde klinik şefi var. Yani İstanbul’da 276 daha klinik şefine ihtiyaç var. Şef muavini sayısı ise daha da düşük. İstanbul’da 310 şef muavini var ve kadro açığı da 890 civarında. Keza, Ankara ve İzmir’e de baktığımız zaman yine eksiklikler söz konusu. Bununla Sağlık Bakanlığımız gereken uzman kadroyu yetiştirmek adına bir kadro açacak ve buna uygun şartları taşıyan arkadaşlarımız arasında, jüri tarafından belirlenen kriterlere uygun olanlar arasından Bakanlık atama yapacak.

Tabii, Türkiye’nin her yerinden, klinik şefleri ve şef yardımcıları atanıyor. Geçen dönemde de pek çok klinik şefi atandı ama baktığımız zaman, üniversitelerden gelen arkadaşlarımız var yani profesör, doçentlerden. 170 küsur tane klinik şefi atanmış ama 68 tanesi üniversiteden gelmiş durumda. Bendeki liste, arkadaşlardan aldığım liste bu ve bunları da biz uzaydan falan getirmiyoruz, sonuçta, üniversitelerde bunlar doçent ve profesör olarak görev yapıyorlar yani Yükseköğretim Kurumu tarafından belirlenen kriterlere uygun olarak bu arkadaşlarımız zaten doçent ve profesör olarak görev yapıyor. Yani, oradaki arkadaşlarımız, yine eğitim hastanelerine geliyorlar ve burada yine uzman hekim yetiştirecekler. Dolayısıyla, bu arkadaşlarımızın herhangi bir şekilde kadrolaşma filan dediğimiz zaman, orada da o kadrolar zaten duruyor yani onları, dışarıdaki insanları getirip orada herhangi bir kadroya atama yapmış olmuyoruz.

Ancak, değerli arkadaşlar, bu klinik şef ve şef yardımcısı atadığımız arkadaşlar uzman hekim yetiştirecekler ama şunu kabul etmemiz lazım ki Türkiye’de hekim sayısı açısından gerçekten çok ciddi bir eksiklik söz konusu. Bizim ülkemizin nüfusuna benzer nitelikteki ülkelere baktığımız zaman, Almanya’da 80 milyon nüfusa 300 bin civarında hekim varken, Türkiye’de 70 milyon nüfusa 100 binin birazcık üzerinde, 103 bin civarında bir hekim var, yani kişi başına düşen hekim sayısında oldukça geri durumdayız. Peki, bunu nasıl yapmamız lazım? Mutlaka, üniversitelerimizin elindeki mevcut potansiyeli daha aktif bir şekilde kullanması gerekiyor. Yine, Sağlık Bakanlığımızdan aldığım bilgiler çerçevesinde ifade etmeliyim ki 1986 yılında, 5.300 öğrenciyi biz yaklaşık 1.900 öğretim üyesiyle yani tıp fakültelerindeki 1.900 öğretim üyesi var iken alabiliyorduk ama şimdi bizim öğretim üyesi sayımız yaklaşık 9.000 civarına çıkmış ama biz, hâlâ, 4.600-5.000 civarında öğrenci alıyoruz. Yani bu şunu gösteriyor: Biz üniversitelerimize çok daha fazla sayıda öğrenci alabiliriz. Çünkü bizim ülkemizin ihtiyacı da var. Kaldı ki, bugün aldığınız öğrenci ancak altı yıl sonra tıp doktoru unvanını kazanabiliyor yani onun uzmanlık eğitimini falan da göz ardı ettiğimiz zaman ve altı yıl sonra ancak hekim olarak sağlık hizmetine katılabiliyor.

Burada, öğretim üyesi sayısı açısından da baktığımız zaman, ülkemizde tıp fakültelerindeki öğretim üyesi başına düşen nüfusun da Avrupa’daki pek çok ülkeden çok daha geri olduğunu görüyoruz. Bir iki tane sayı vermek isterim: Almanya’da bir tıp fakültesinde 1 öğretim üyesine yaklaşık 22,5 öğrenci düşerken, İtalya’da 11,8; Slovakya’da 7,3; hâlbuki Türkiye’de 3,6. Yani bizim potansiyelimiz çok daha fazla hekim yetiştirilebilecek kapasitede.

Kaldı ki, Sayın Bakanımız da defalarca ifade etti, bizim pek çok yeni açılan hastanelerimiz var ve bu hastanelerimizi de, tıp fakülteleri öğrenci alarak sağlık hizmetine sunabileceği doktor yetiştirmek amaçlı kullanacaksa, bu hastanelerimizi çok rahatlıkla tahsis edebileceğini ifade etti. Kaldı ki, bütün dünyada, gelişmiş ülkelerde “afiliasyon” dediğimiz bir kavram var, yani bu “ortak kullanım” dediğimiz. Binaları ortak bir şekilde üniversitelerle eğitim hastaneleri, Sağlık Bakanlığı da pekâlâ kullanıp daha fazla hekimin yetişmesini sağlayabilir.

Tabii, konu gelmişken bu ifadeyi de kullanmak isterim. Sağlık hizmetleri sadece tıp veya hemşirelik alanıyla sınırlı da değil, yani sadece doktor veya hemşireden de ibaret değil, bunun dışında pek çok yeni alanlar da var. Benim bilebildiğim kadarıyla Dünya Sağlık Örgütünde “sağlık personeli” adı altında yirmi dokuz çeşit, yirmi dokuz sınıf tanım var. Bu tanımlara da kısa zamanda bizim ulaşmamız gerekiyor. Yeni kavramları ülkemizin gündemine getirmemiz gerekiyor, eczacılıkla ilgili, hemşirelikle ilgili. Belki dal hemşireliği getirmemiz lazım, klinik eczacılığı yeniden gündeme getirmemiz lazım. Bunlarla ilgili, Sağlık Bakanlığımızda da pek çok çalışmanın yapıldığını ve yakında karşımıza geleceğini de biliyorum.

Değerli arkadaşlar, bunun dışında, kanunla ilgili, bir de yönetici atamasıyla ilgili, başhekim atamasıyla ilgili bir madde var. Burada da şunu ifade etmek isterim, artık sağlık ekonomisi, finans yönetimi, insan kaynakları yönetimi, kalite yönetimi, sağlık mevzuatı ve hukuku, sosyal güvenlik alanlarında da yetişmiş elemanları artık bizim yönetici olarak da istihdam etmemiz gerekiyor.

Gerçi son zamanlarda performansa dayalı sistemle hastanelerimizin pek çok yönetimi artık daha mütevelli heyetine benzer yönetimlere yaklaşmış durumda, ama, yine, yakında gelecek bir kanun tasarısıyla sağlık hizmetlerinde yönetimin de tıbbi hizmetler, idari hizmetler ve diğer hizmetler şeklinde ayrılacağını, herkesin kendi işini yapacağını da ifade edebilirim.

Değerli arkadaşlar, bu kanunla ilgili şunu da eklemek gerekiyor: Sağlık Bakanlığımız son iki yıl içerisinde pek çok ilimizde yeni eğitim hastaneleri kurdu. Antalya’da, Diyarbakır’da, Elâzığ’da, Kayseri’de, Konya’da, Sakarya’da, Sivas’ta, Trabzon’da, Van’da yeni eğitim hastaneleri oluşturdu, ama bu hastanelere herhangi bir klinik şefi veya şef yardımcısı ataması yapılamadı Anayasa Mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararından sonra. Buralarda da bizim eğitim ve araştırma hastanelerinin mutlaka klinik şef ve şef yardımcılarıyla zenginleştirmemiz gerekiyor.

Bu, şunun için gerekiyor, şöyle bir eleştiri geliyor: Orada bizim üniversite hastanelerimiz var ve bunlar da sağlık hizmetini yerine getiriyor, ama üniversite hastanelerimiz, şu anda gördüğümüz rakamlar, ifade edebileceğimiz rakamlar şudur ki sağlık hizmetlerinin yaklaşık yüzde 10’unu karşılayabiliyor. Yine sağlık hizmetlerinin yüzde 80’ini Sağlık Bakanlığı karşılıyor. Dolayısıyla, Sağlık Bakanlığı, burada biraz önce saydığım, gerçekten kendi bölgelerinde, çok önemli illerimizde önemli sağlık hizmetlerini yerine getiriyor. Bir yandan eğitim hizmeti, bir yandan da orada eğitim hastanesi olması sebebiyle daha kalifiye klinik şeflerimizin yetiştirebileceği hekimlerle sağlık hizmetini sunacak. Dolayısıyla bu kanunla, kanun yasalaştıktan sonra da o hastanelerimizin de klinik şef ve şef yardımcıları kadrosu, gerek atama yoluyla gerekse sınav yoluyla yerine getirilecek.

Ben bu kanunumuzun hayırlı olmasını diliyorum, çok önemli bir kanun olduğunu tekrardan ifade ediyorum. Hepinizi Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ünüvar.

Teklifin tümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’yle ilgili MHP Grubu adına görüşlerimi ifade etmek için huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz yasa Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlüğü durdurulmuş bir yasa. Şimdi, yasa tasarısı olarak gelmiyor karşımıza. Anayasa Mahkemesine karşı, esas kararını beklemeden bir yolunu bulup, teklif olarak getiriliyor. Yasa tasarısı olarak değil, yasa teklifi olarak getiriliyor. Yani, bu yasanın arkasında Bakanlar Kurulu olacakken Türkiye Büyük Millet Meclisine diyorlar ki: “Anayasa Mahkemesine karşı siz bir yolunu bulun, bunu çıkarın.” Bu, kabul edilemez. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı bir haksızlıktır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, 12/12/2005 günlü Anayasa Mahkemesi kararında: “Anayasa’ya aykırılığı konusunda güçlü belirtiler bulunduğu, uygulamaları hâlinde sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların doğabileceği gözetilerek esas hakkında karar verilinceye kadar yürürlüklerinin durdurulmasına oy birliğiyle karar verildi.” denilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesinin esas hakkındaki mütalaasını biz Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden istirham etsek, biraz çabuklaştırsalar da ona karşı, o kararı bozacak bir tavrın içine girmesek. Zannediyorum Mahkememiz bu istirhamımızı da kabul edebilir. Burada bizi bir mahkeme kararına karşı hile yapmaya zorlayıp hukuksuzluğu alışkanlık hâline getirmeye zorlamamış olurlar diye düşünüyorum.

3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda  -Ek 1’inci maddesinin ikinci fıkrasında- Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi Komisyonda görüşüldü. Klinik şefi, klinik şef yardımcısı, başasistan eğitim kadrosudur. Ama burada: “…asistan kadrolarına, açıktan atama…” diyor.

Değerli arkadaşlarım, 1990’lı yıllarda üniversiteler kendi araştırma görevlilerini, asistanlarını kendileri atarlardı. O zaman da kamuoyunda şöyle bir şikâyet vardı: “Hocaların yakınları, çocukları hep asistan oluyor, becerikli, bilgisi olan insanlar olamıyor.” diye. Sağlık Bakanlığı imtihanlarında şöyle bir durum vardı: İmtihan soruları çalınıyordu. İmtihan sonuçları ilan edilirken sıralamada hile yapılıyordu. Bir kısım şeflerin çocukları yedek 3’te olacakken listenin 2’nci sırasına geliyordu.           O günün Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürü’yle bir görüşmemiz oldu, istirham ettik, dedik ki: “Merkezî bir sınav olsun. Türkiye’de başarılı hekimler torpilliler arasında eziliyor. İyi hazırlanmış hekimler uzmanlığa giremiyorlar.” Onun için “Tıpta Uzmanlık Sınavı” diye bir sınav çıkardık. Şu anda Türkiye’de memurluğa atamada en seçkin, en geniş tabanla adaleti sağlayan bir sınavdır. Keşke mühendisliklerde de benzeri olsa, keşke diğer uzmanlıklarda da… İşte, bu yasayla TUS sınavını kaldırıyor. “Araştırma görevlisi” dediğimiz asistanı, kadro şartı aranmaksızın atıyor. Böyle bir şey yok. Yabancı dil sınavı, bilim sınavı sonrası…

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) – Kanunda öyle bir şey yok Sayın Durmuş.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Efendim, Komisyonda da söylediniz. Bakanlığın ilan ettiği kadrolar, TUS sınavına, üniversite ve eğitim hastaneleri tahsis edilir ve o sınavı başaranlar arasından, puanlama sırasına göre, hastane tercihine göre, bunlar o uzmanlık eğitimi için atanır. Nitekim, üniversitenin bazı kadroları da Bakanlık kadrolarıdır. Burada da bunu doğru yorumlarsanız, okursanız, asistanlığa atamayı da getirmişsiniz buraya. İşin aslı bu. “Böyle bir şey yok.” demek yeterli değil.

Dolayısıyla, TUS’u ortadan kaldırıyor. Sağlık Bakanlığının, daha evvel, bu konuda, bu yanlışı düzeltmek için üniversite yetkisini de Sağlık Bakanlığı yetkisini de birleştirerek, Üniversitelerarası Kurulun… Özellikle ÖSYM’nin yaptığı TUS sınavı, kaliteyi, bilgiyi en iyi değerlendiren bir sınavdır, bundan da vazgeçilmemelidir; bu, asistanlığa kalitenin gelmesini sağlayan bir yoldur.

Değerli arkadaşlarım, hâlen üniversitelerde had safhada araştırma görevlisi açığı vardır. Maliye Bakanlığımız kadro vermiyor veya var olan kadroları kapalı tutuyor, açmıyor ve o nedenle de üniversitelerin bazı bölümlerinde ciddi sıkıntılar var. Şimdi YÖK Başkanını değiştirdiniz, inşallah, bu kadroları YÖK Başkanı vesilesiyle açarsınız da üniversiteler biraz rahatlar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Tamamen kapattı.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – O da mı kapattı? Peki.

Klinik şef, klinik şef yardımcısı ve başasistan atamalarında ilgili kliniklerin atama yapmasında, belirli kontenjanlar dâhilinde doçent ve profesör atanması bizden önce de vardı, bizim zamanımızda da vardı, hâlen var. Ancak, burada, çok temayüz etmiş, öne çıkmış öğretim üyeleri ya da acil bir durumda 3; 5, bilemediniz 15 klinik şefini, Bakan, resen, profesörden atar gibi bir yetki vardı. Bu konuda, bizim zamanımızda da Danıştayla tartışmaya girildi. Ancak, 179 tane klinik şefi atıyorsunuz. Bakınız, 2001 yılında biz de bir atama yaptık. Sayı çoğalınca, ihtiyaç artınca sınavla yaptık değerli arkadaşlar. Türkiye’de otuz yıldır Tababet Uzmanlık Tüzüğü çıkarılamıyordu. İlgili kurumlar, Danıştay, Bakanlık, üniversiteler bir araya geldik, tüzüğü çıkardık. Şimdi, tıpta uzman olabilmek için asistan arkadaşım süresini tamamladığında, 5 kişilik bir jüri -3 de yedeğiyle- sınav yapar. Yani, gerek eğitim hastanesinde gerekse üniversite hastanesinde bir kliniği müstakilen yönetebilecek 1 kişiye uzman belgesini verebilmek için 5 kişilik bir jüri karar verir. Biz, son yaptığımız tüzük değişikliğinde bu jürinin en az 2 tanesinin üniversite hocası olmasını istedik.

Değerli arkadaşlarım, gerekçemiz şuydu: Geçmişte eğitim hastanelerinde, klinik şefi, kendisiyle rekabet edemeyecek, kendisini zorlamayacak bir kişiyi şef muavini yapıyordu. Şef muavini, çoğu zaman, bilgi ve beceri bakımından şefin gerisinde kalıyordu ve giderek, eğitim hastanelerimiz çökme aşamasına gelmişti. O nedenle, üniversiteden doçentin, profesörün atanması doğru bir yoldu veya bir diğer ifadeyle, bilgi ve becerisinden emin olduğumuz -aynı asistan gibi- 5 kişilik jüri huzurunda bilim sınavı, pratik sınavından geçen öğretim üyesinin atanması doğru bir yoldur. Burada şunu söylemiyorum: Profesör ve doçent eğitim hastanesinin hocasından daha becerikli, daha bilgilidir gibi bir iddianın sahibi değilim, aksine görüşlerim de var. Bir Yüksek İhtisas Hastanesinde Kemal Beyazıt Türkiye’de en çok kalp ameliyatı yapan kişiydi. Profesör falan da değildi, ama bilgisi, becerisi üst düzeydeydi, birçok hocanın da eğitiminde rol almıştı.

O hâlde esas olan şey şudur: Değerli arkadaşlarım, profesörü Amerika’dan getirebilirsiniz. Bugün benim bir arkadaşım, milletvekili arkadaşım, iki gün evvel anjiyo oldu ve bugün by-pass oldu Balıkesir Milletvekilimiz Duran Bulut Bey. (AK Parti sıralarından “Geçmiş olsun” sesleri) Bu arkadaşım bir vakıf hastanesinde anjiyo oldu. İki özel hastanede temasta bulundu, cerrahını kendi seçti. Kalp, damar cerrahını kendi seçti, güvendiği kişiye de teslim oldu. Bununla ne demek istiyorum: Bir doçent ya da profesör aramadı. İyi hekim, becerikli hekim, sonuçları tartışmalı olmayan hekim aradı. Onun için, gelin, biz Bakanımıza da destek verelim, sizin yasanıza da destek verelim. Madem ağırlıklı olarak Atatürk Üniversitesi, Van Üniversitesinden öğretim üyeleri getiriyorsunuz, o torpilinize de göz yumalım, ama hekim mesleğinin iyisi olsun. Torpilde bari kaliteyi arayalım.

Ben bununla şunu söylüyorum: Sayın Erbakan’ın eşi hayatını kaybetti, Sayın Adalet Bakanının kardeşi hayatını kaybetti. Ben Türk doktorlarına kendimi birkaç defa emanet ettim. İki hafta evveldi zannediyorum, yanılmıyorsam veya yirmi gün evvel ben kalbime stent taktırdım. Bu stenti takan arkadaşın titri doçent ya da profesör değildi, iyi bir kardiyologdu, gençti, dinamikti. Ama her stent takan benim kalbime, farklı arkadaşım. Neden? Becerilerine güvendiğim için. Ben size bir şey söylüyorum: Yarın siz bu atadığınız şeflere yakınlarınızı götüreceksiniz. Hele hele “Bizim partilimiz.” diye götüreceksiniz. Ölümcül sonuçlar, komplikasyonlar sizleri üzecektir.

Bakın, ben bir iddiada daha bulunayım: Üniversitede profesör payesini almış, vakaları üzerinde ameliyat sonrası tartışamayan hocalar var değerli arkadaşlarım. Sağlık Bakanlığına bağlı bir hastanemizde kalp cerrahisi ihtisası veriliyordu, bizim dönemimizde biz bunu iptal ettik. Sebep şu: Adam kalp cerrahı, hiç göğüs açmamış. Olur mu böyle şey? Kalbi görmeden, onun üzerinde işlem yapmadan, diplomayla kalp cerrahı olunur mu? Ben yaptım, oldu!…

Onun için değerli arkadaşlarım, gelin, bu yasayı şöyle yapalım: Asistan için 5 kişilik -3 yedek- jüri kuruyoruz, 2’sini üniversiteden alıyorsak arkadaşlarımız da profesör ve doçent iseler; 2 tanesi üniversitede doçentlik jürisine giren profesör, 3 tanesi Bakanlık hastanelerinden şef veya profesör veya doçent, 3 de yedeğiyle bu jüriyi oluşturalım. Niçin? Siz sadece uzman yetiştirecek adam seçmiyorsunuz. Eğiticileri de eğitecek adam seçiyorsunuz. Şef muavinini de o şef eğitecek, başasistanı da o eğitecek. İşlerin büyük ekseriyeti de başasistanın elindedir değerli arkadaşlarım.

Bir örnek vereyim: Bir üniversitemizde yetmiş yaşındaki bir adama kolonoskopi yapılıyor. Ben de oradayım. Başarılı bir kolonoskopi. İşlem bitiyor. Hastaya “Giyinebilirsin.” deniyor, oda terk ediliyor. İki üç dakika sonra bir çığlık sesi… Koşuyoruz. Adamın kalbi durmuş! Çok basit bir işlem, bağırsağa fazla gaz vererek yapılan bir işlem. Yaşlı adam… O gazın etkisiyle kalp durabilir. Durabilir... İşlem de rutin yapılan bir işlem. Şimdi, bu işlemde kolonoskopiyi yapan arkadaşın eli ayağı dolaşırsa -Profesör-  yanındaki arkadaşın hemen kalp masajı, ağız ağıza solunum yapması lazım, anesteziye haber vermesi lazım, birkaç dakika zamanı var, onu kurtarması lazım. Bu yapıldı. 3 defa kalp durdu, sonra adam yaşadı, yaşamayabilirdi de. Bakın, nasıl bir meslek mensubunu seçiyorsunuz: Yaptığı manipülasyondan dolayı insanlar ölebiliyor. Bu insanlar basit bir kolonoskopiden dolayı öldü diye, birileri öfkeli ve sinirli olarak üniversite bahçesinde profesör vuruyor, hastane bahçesinde uzman doktor vuruyor. Değerli arkadaşlarım, hekimlik mesleği riskli bir meslektir, ama dün, risk, hastalarının kaybedilmesi şeklindeydi, bugün hekimin kendi hayatını kaybetmesi söz konusu. Toplum, gergin bir toplum olmuş.

O hâlde, gelin, 5 kişinin 2’sini üniversiteden, doçentlik jürisine giren profesörden seçin. Ben inanıyorum ki bizim gibi yapıcı muhalefet yapan arkadaşlarım olumlu olan şeye destek verecekler, ben de destek vereceğim. Bir teklif daha… Efendim, Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinin gerekçesi şuydu: Üniversite sayımız yeterli değildi, tıp fakültesi sayımız yeterli değildi, onun için eğitim hastaneleri de uzmanlık eğitimi veriyordu. Bugün de versin, ama, şef ve şeflik müessesesi yerine, üniversitede olduğu gibi, ana bilim dalı müessesesini getirelim; yani kariyer, şef, şef muavini değil, doçent ve profesör olsun. Burada, hâlen üniversitede çalışan şef muavinlerini mağdur etmek istemiyorum. Onlar da üniversitenin hazırladığı bu sınavdan geçsinler, bilgi-becerilerini ispat etsinler, doçent ve profesör olsunlar. Bundan sonra, Numune Hastanesinin, Ankara Hastanesinin, büyük hastanelerin hepsinin şefleri doçent ya da profesör olsun.

Niçin bunu söylüyorsunuz? Ee her gün önümüze “Avrupa Birliği kriterleri” diyorsunuz, “Avrupa Birliği normları” diyorsunuz, bir şeyler getiriyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, 3 tane tanıdık profesöre veya jüri üyesine şef atattıramazsınız. Belli bir sınav kriterinizin olması lazım. Üniversitelerimizde doçentliğe müracaat edebilmek için –biraz evvel arkadaşlarım da ifade etti- birinci isim olarak kaç tane yurt dışı yayını var, bu yayınlar orijinal yayın mı, incelemeye değer mi, başkalarından intihal mı veya başkasının yayınını kendi yayını gibi göstermiş mi? Bunların hepsine dikkat etmek zorundayız. Türkiye, küresel gelişmeler içinde kendi standardını koymak istiyorsa eğitim hastanesinin hocası, hoca gibi hoca olacak, iyi öğretim üyesi olacak, dersini de iyi verecek, becerisi de iyi olacak. O bakımdan, değerli arkadaşlarım, bu yasada öngörülen şartlar sınav standardını oluşturmuyor.

Bir yanlış daha var. Yeni eğitim hastaneleri açtık, şef muavinleri burada şef olabilir. Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mızın 70’inci maddesi çok sarih, belli görevde yükseltilmek için mesleki kriterler aranır, başka kriter aranmaz. Siz, şef muavinini kalkınmakta öncelikli illerdeki klinikte şef yapıyorsunuz da büyük şehirlerde yapmıyorsunuz, bu adaletsizliktir. Bakın, doçent ve profesör olsun, teklifini ben yapıyorum, ama yıllardır orada beklemiş adama diyorsunuz ki: “Sen ikinci sınıf adamsın. Sen, kalkınmada öncelikli yerlere git.”

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Kanun metninde yok efendim.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – E, vallahi 5 defa değiştirdiniz en son hangisi bilemiyorum ki. Yani o kadar değişiyor ki bu.

Değerli arkadaşlarım, ben bir şey söylüyorum. Gelin, bu yasayı üniversiteye profesör, doçent seçer gibi jüri oluşturarak düzenleyin. Her profesör, doçentin de eğitim hastanesinde şef olamayacağını ben söylüyorum. Ameliyat yapmayı bilmeyen adamı, vaka başında tartışmayı bilmeyen adamı, kalbi durmuş adamı “resüsite”, “reanime” edip canlandıramayan adamı siz şef yaparsanız, korkarım yakınlarınızın birçoğu tıbbın gadrine uğrar. Onun için hepimizi düşünüyorum, Türkiye'nin geleceğini düşünüyorum. Torpilliyse torpilli, 179 adamınızı getirin, 5 kişilik jüride sınav yapın, başaranlar gelsin, başaramayanın yerine yenisini alın. Ona da bir şey demiyorum, “kadrolaşıyor” demiyorum. Biraz evvel Oktay Vural sordu -sataşma yok- “Orada kaç bürokrat senin zamanından kalma var?” dedi, “1 tane var, o da hukukçu, alternatifini bulamadıkları için.” dedim. Kadrolaşıp kadrolaşmadığınız ortada, bunu söylemeye gerek yok.

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Onlar da bu memleketin evladı.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Görevden aldıklarınız da bu vatanın evladıydı.

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Siz geldiğiniz zaman ne oldu?

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Benim zamanımda yüzde 80’i kaldı, sizin zamanınızda yüzde 10’u kalmadı.

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Başarısızlar gitti, başarılılar geldi Sayın Durmuş.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Öyle mi? Maşallah, maşallah! Ne güzel!

OKTAY VURAL (İzmir) – İsterseniz vatandaşlıktan da atın o zaman!

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, işin polemik tarafına, başarıya girersek ben burada başarısızları sayarım, o zaman da haksız konuma gireriz, birilerini üzeriz. Yüksek İhtisas Hastanesinin ölüm oranı yüzde 7,5’a çıktı yüzde 2’den. Başarınız buysa…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Durmuş.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Şu anda Siyami Ersek’in başhekimi de Bursa Acıbadem’de başhekimlik yapıyor. Başarınız buysa o arkadaşım uluslararası başarıları olan bir arkadaşımdır.

Bu yasa, Anayasa Mahkemesinden dönecektir; bu yasa Anayasa’nın 70’inci maddesine aykırıdır, bu yasa eşitlik ilkesine aykırıdır, bu yasa insan sağlığı bakımından da risk oluşturan bir yasadır. Bunu, kabul edilir sınırlara getirin, biz de destek verelim diyorum ve bu yasaya grubumuz olarak karşı oy vereceğimizi ifade ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Durmuş.

Sayın milletvekilleri, saat 20.30’a kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.54

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.30

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

72 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükûmet  yerinde.

Teklifin tümü üzerine, şahsı adına söz isteyen Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın…

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Yok.

BAŞKAN - Kırklareli Milletvekili…

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yok.

BAŞKAN – Şimdi soru-cevap işlemine geçiyoruz.

Sayın Cengiz, buyurunuz efendim.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bu kanunla ilgili mütalaaya geçmeden önce, Sayın Bakanıma, elimde bir gazete kupürü var, onu da görevliler tarafından göndermek istiyorum. Çanakkale ili Çan ilçesi Çan Devlet Hastanesinde 23 Ocak 2008 günü akşamı, Devlet Hastanesinde, Sağlık-Sen’e ait bir alkollü memurun o hastanede keyfî denetlemesi, personeli tehdit etmesi ve orada bazı usulsüz -görevi olmayarak kendini müfettiş veya müdür gibi görerek- hâl ve hareketleri basına yansımış ve bu konuda da çalışanlar tedirgin olmuş ve çalışanları huzursuz eden bu -şaşkın diyelim- şahıs için Bakanlığımızın bilgisi var mıdır? Gazetede çıkan bu haberle ilgili Bakanlığımızın veya İl Sağlık Müdürlüğümüzün neler yaptığını öğrenebilir miyiz? Sayın Bakanıma da bu kupürü göndereceğim birazdan.

Aynı zamanda, tabii, bu kanunun geçici 1’inci maddesinde aynen şu söylenmektedir: “Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde halen klinik şefi ve şef yardımcılığı görevlerini yürütmekte olanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte yürüttükleri görevlerine ait kadrolara atanmış sayılırlar.” Böyle bir maddeyi getirirken acaba şu anda görev yapan personelin, klinik şefi ve şef yardımcılarının bir kriterleri var mı, yok mudur veya bu kriterleri haiz midir, değil midir? Böyle bir ifade konmadan, yani oradaki kadroları “kriterlerine uygun ise” diye bir kelime konmadan… Böyle bir ibarenin yer alması acaba mevcut, yeterliliği olmayan personeli bağlayıcı kılmıyor mu? Bu da tabii, çok önemli.

İkincisi, hem Çan ilçemizde hem de Çanakkale’mizde gerçekten personelimiz yirmi dört saat görev yapmakta ve bu sağlık personelimizin, işte, dağda, bayırda, ovada, cephede, kışta, yazın çok zor şartlarda görev yapan personelimiz, özellikle yirmi dört saat görev yapan bu sağlık personeline ekonomik bir iyileştirme ve çalışanlara bir müjdemiz var mıdır?

Özellikle de beni arayan muhtarlar… Çanakkale’nin 587 köyü vardır. Bu 587 köyünün yüzde 70’i, yüzde 80’ine varan köylerimizde de ebe bulunmamaktadır. Özellikle yerleşimlere uzak olan ve beldelere ve ilçelere, il merkezine uzak olan dağ köylerimizde hem iğne hem de serum takılması noktasında büyük sıkıntılar bulunmakta. Bu gibi köylerimizin, ebesiz kalan ve yerleşimlere, yerleşim merkezlerine uzak olan köylerimizin acaba ebe ihtiyacı konusunda -Çanakkale’de çok büyük sıkıntı var ve hastanelerimizde, özellikle Çan Devlet Hastanesinde uzman hekim sıkıntısı var- bu konuda çalışmalarımız var mıdır? Düşüncelerinizi Sayın Bakanım, bu konuda alabilir miyim?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Cengiz.

Sayın Kaptan…

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakan, 3 Haziran 2007 tarihli oturumda size şu soruyu sormuştuk: Antalya’da faaliyette bulunan Andeva adlı hastane, miadı dolmuş malzemeleri kullandığını ve bunun hekim raporlarında yer aldığını söylemiş ve Sağlık Bakanlığı olarak bu konuda neler yaptığınızı sormuştuk. Siz de verdiğiniz yanıtta “Miadı geçmiş bir malzeme kullanılmışsa biz bunun için gerekeni mutlaka yaparız ve şimdi, sizin buradaki ifadenize dayanarak ben derhâl soruşturma başlatacağım.” demiştiniz.

Soruşturma başlattınız mı Sayın Bakan? Başlattıysanız, soruşturmanın sonucu nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kaptan.

Sayın Yıldız…

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana sormak istiyorum: Bilindiği gibi on hizmet yılını doldurmuş memurların istekleri hâlinde memuriyet süreleri boyunca bir defada kullanılmak üzere altı aya kadar aylıksız izin alma hakları vardır fakat bana gelen yakınmalarda, eğitim hastanelerinde, özellikle eğitim hastanelerinde hekimlere bu hakkın verilmediğini duymaktayım. Bu, olağanüstü durumlarda, olağanüstü savaş hâllerinde falan verilmeyen bir durum. Acaba bu doğru mudur, doğruysa gerekçesi nedir? Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yıldız.

Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, daha önce Bütçe Komisyonunda da sormuştum ve Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün de olduğu bir vilayetteki brinfingde Şırnak Valiliği, bize, yüzde 65 oranında uzman ve pratisyen doktor açığı bulunduğunu söylemişti. Şırnak Sağlık İl Müdürüyle yaptığımız görüşmede, 43 uzman ve 47 pratisyen açıkları bulunduğunu -ben sadece doktor bazında söylüyorum- ve bunların Ocak 2008’de tayinlerinin olacağını beklediklerini söylemişlerdi. Ancak ben iki hafta önce Cizre Devlet Hastanesine gittiğimde, bazı uzman ve pratisyenlerin atamasının yapıldığını ancak hâlâ ciddi sayıda uzman açıkları bulunduğunu bize söylediler. Sağlık ocaklarından 6-7 tanesi kapalı, eleman olmadığı için. Bu konuya girmeden, özellikle Şırnak Sağlık İl Müdürlüğünün istediği 43 uzman ile 47 pratisyenin atanıp atanmadığını, ayrıca -Cizre ilçesinde kurulan büyük bir devlet hastanesi, güzel bir hastane, bunun da gerçekten doldurulması gerekiyor- özellikle kadın doğum servisinde, oradaki kadınların, yeterince Kürtçe bilen sağlık elemanı olmadığı için çok ciddi sıkıntı çektikleri yönünde ifadeleri oldu. Bu tür talepleri değerlendirmek için bir çabanız var mıdır? 1 dil bilen sağlık elemanı vardı, o da yetersiz kaldığını söylediler. 100 bin nüfuslu bir ilçe olduğu için, bu büyük hastanemizde bu taleplerle ilgili bir çalışmanız olacak mı? Ocak ayında beklediğimiz uzman ve pratisyen atamaları tamamen yapılmadı. Ne zaman tamamlamayı düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan. Sayın Aydoğan

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Türkiye’de 7.713 köyümüzde ebenin olmadığı, yine Türkiye’de doktor başına 4.435 hastanın düştüğü… Türkiye’de bebek ölüm oranı Avrupa Birliği ortalamasının ne kadarıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aydoğan.

Buyurunuz Sayın Bakan.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Cengiz’in iki tane sorusu Çanakkale ve Çan’la alakalı.

Birincisi, bir kupür gönderdi bana, zannediyorum bir mahallî gazeteden. Orada bir isim falan da yok. Ben mahallinden araştırma yaptırıp, bu hususta bir inceleme yaptırıp, eğer gerekliyse tabii, bir soruşturma da yaptıracağım.

İkincisi, “Zor şartlarda görev yapan sağlık personeline ekonomik iyileştirme yapılacak mı?” meselesi. 59’uncu Hükûmetimiz döneminde sağlık personelimize, gerçekten geçmişle kıyaslanmayacak ölçülerde, performanslarına dayalı ek ödemelerle gelirlerinde iyileştirmeler yaptık. Bu anlamda şunu ifade edersem zannediyorum bir kıyaslama olarak ortaya çıkar: 2002 yılında 600 trilyon lira ek ödeme yapılmıştı sağlık personelimize, 2007 yılında bu ek ödeme miktarı 3,5 milyar YTL’ye yaklaşmıştır. Yani aşağı yukarı 5 mislini aşan ek ödeme şeklinde bir iyileştirmemiz vardır. Tabii ki gönlümüzden geçen, sizin de çok haklı olarak ifade ettiğiniz gibi her yönüyle fedakârca çalışan sağlık çalışanlarımızın şartlarını önümüzdeki yıllarda daha da iyileştirmektir.

Bu arada arkadaşlarım bir not getirdiler. Çan’da kaymakamlıkça bir soruşturma açılmış. Dolayısıyla bu soruşturmayı biz de takip ederiz.

“Bu mevcut klinik şefliği yapanlar için bir kriter var mı?” dediniz bunların klinik şefliklerinin devamı hususunda. Şimdi, teklifi veren arkadaşlarım bir önerge ile bunu bana ifade ettiler. Bir önerge ile yine bir jüri teşkili yapılıp bu kişilerin dosyalarının incelenmesi suretiyle karar verilmesinin daha uygun olduğunu düşündüğüm için bir önergeyle kanunu bu şekilde değiştirmeyi düşünüyoruz.

Köylerin bir kısmında ebe bulunmadığını ifade ettiniz. Bu çok tabiidir, çünkü her köyde ebe bulunmasına yönelik bir yapılanma da yok sağlıkta, zaten bu fiilen mümkün de değil. Ama grup köyler açısından, en azından ebe bulundurulabilecek yerlerde ebe bulundurmanın gerekli olduğunu biz de biliyoruz.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Büyük köylerde de yok Sayın Bakanım.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Şöyle ifade edeyim efendim: Orada da aşağı yukarı 5 binin üzerinde, 6 bine yakın sağlıkevinin 1.500’ünü  biz ebeyle devralmıştık, şu anda 4 binin üzerindeki sağlıkevimizde ebe var.

Ancak aslında burada bu soruyu vesile kılarak şunu da ifade etmeliyim ki hekimlik pratiğinde artık ağızdan verilebilecek ilaçlar yerine enjeksiyon ilaçlarını kullanmamamız gerekiyor. Biz personelimizi bu yönde eğitiyoruz, akılcı ilaç kullanımı konusunda çünkü ebelerin asıl vazifesi hamile takibidir, bebek takibidir. Nüfusu çok az olan yerlerde, takdir edersiniz ki, hamile ve bebek sayıları çok az olduğundan, bu çeşit istihdam aslında bir atıl kapasite de oluşturmaktadır. Biz bu gibi yerlerde gezici sağlık hizmetleriyle işin bu tarafını çözüyoruz, yani ebelerimiz o köylerde hamilelerimizi takip ediyorlar, bebeklerimizi takip ediyorlar, aşılamaları yapıyorlar, yapılmasına yardımcı oluyorlar. Ama bu bahsettiğiniz enjeksiyon işi gerçekten önemli bir mesele. Onun için aslında bizim tabiplik pratiğinde kas içine dediğimiz enjeksiyon şeklindeki ilaç uygulamalarının biraz gereksiz olanlarının artık uygulamadan kalkması lazım. Bu hususta da söylediğim gibi hizmet içi eğitimlerle bunu sağlamaya çalışıyoruz. Ayrıca, vekil ebe ve hemşirelerle de, biraz önce burada ifade ettiğim şekilde buralarda kapasitelerimizi artırdık.

Sayın Kaptan, Antalya’da bir hastaneyle ilgili olarak daha önce bir soru sorduğunuzu, bizim soruşturma açtıracağımızı ifade ettiğimizi söylediniz. Tabiatıyla şu anda durum nedir, hatırlamam mümkün değil. Çünkü size bunu ifade ettikten sonra arkadaşlarıma bu talimatı vermiştim. Size yazılı olarak bunun sonucunun, ben bizzat takip edip, verilmesini sağlayacağım.

Sayın Yıldız, “Eğitim hastanelerinde altı ay ücretsiz izin vermiyormuşsunuz. Böyle bir uygulama var mı?” diye bir soru sordular yani hakları var. Aslında bu altı ay ücretsiz izin meselesi, Sayın Yıldız, idarenin tasarrufuyla verilebilecek olan bir izindir. Yani idare, gerekçesine bakar, bu gerekçesini haklı görürse altı ay ücretsiz izni verir, değilse vermez.

Şimdi, şu tarz uygulamalarla karşılaştık, yani yüce Meclisimize ve size çok açık biçimde bunları ifade etmem gerekir: Son bir yıl içerisinde geçmişle mukayese edilemeyecek derecede böyle altı aylık ücretsiz izin talepleri çıktı karşımıza ve gördük ki bu biraz da hekimlerin dışarıda gidip özel sektörde bir müddet çalışıp daha sonra eğer işi olursa devam etmesi, değilse tekrar kamuya dönmesi gibi bir amaçla yapılanlar bunların içerisinde epeyce bir yekûn tutuyor. Dolayısıyla, işi biraz sıkı tuttuğumuz bir gerçektir. Bir hekim arkadaşımızın veya bir başka sağlık çalışanının, gerçekten makul bir mazereti varsa elbette bu ücretsiz izinleri veriyoruz, aksi takdirde vermiyoruz. Çünkü vatandaşa verilen sağlık hizmeti aksamış oluyor.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Efendim, bu, gerekçesiz bir izindir. Bazı olağanüstü durumlarda vermeyebilirsiniz. Gerekçe belirtilmek zorunda değil.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Ben, şimdi hukukçu arkadaşlarıma sordum, “Bu hak verilebilir.” şeklinde bir hukuki düzenleme var. Dolayısıyla, bu, idarenin tasarrufundaki bir durumdur.

Sayın Kaplan, Şırnak’la ilgili, personel ihtiyaçlarıyla ilgili bir soru sordu. Aslında, daha önce de hem yüce Meclisin çatısı altında hem başka ortamlarda Şırnak’la ilgili verileri vatandaşlarımıza ve Şırnaklımıza ulaştırmıştık. Şunu ifade etmeliyim ki: Sadece uzman hekim üzerinden konuşursak, göreve geldiğimizde aşağı yukarı Şırnak’ta 20 civarında uzman hekim vardı. Bugün uzman hekim sayısı 70’li rakamları bulmuş durumda.

Pratisyen hekim açısından da Türkiye ortalaması… Biz “Personel dağılım cetveli” diye yeni bir düzenleme getirdik. Buna göre, Türkiye’deki doktor sayılarının dengeli dağılımıyla, acaba Türkiye’de bunları dağıtırsak her şehre kaç kişi verebiliriz, bunu tespit ettik. Çünkü aslında doktor ihtiyacı çok fazla. Gerçekten Şırnak’ta da hâlâ doktor ihtiyacı var, Türkiye’nin her yerinde de doktora ihtiyaç var. Çünkü Türkiye’de 100 bin civarında doktorumuz var oysa 200 bin doktora ihtiyacımız var. Yani mevcut olanın 2 katı doktora ihtiyacımız var.

Pratisyen açısından da Şırnak’ta personel dağılım cetveli itibarıyla doluluk oranımız şu anda yüzde 81. Türkiye ortalaması da yüzde 83-85’ler civarında. Şunu açıkça ifade etmeliyim ki: Yıllar boyunca şu veya bu sebeplerle ihtiyaçları karşılanamamış, doğu, güneydoğu, orta Anadolu ve Türkiye’nin diğer bölgelerindeki özellikle şehirlere uzak ilçeler açısından gerçekten dönemimizde hem hekim hem diğer sağlık çalışanı açısından çok ciddi bir atılım yaptık. Bu demek değildir ki Şırnak’ımızın hâlâ personel ihtiyacı yok. Var. Biz bunu dikkate alıyoruz, alacağız, inşallah bundan sonra elimizden geleni de yapacağız.

Bu vesileyle şunu da ifade etmek istiyorum: Şırnak’ta, hamdolsun, Cizre’de mükemmel bir hastane yaptık. Bu yaz mevsimine kadar Şırnak’ta da böyle bir hastaneyi yapıp inşallah Şırnaklı halkımızın hizmetine sokmuş olacağız. Tabii bu hastaneler on yıllardır bekleniyordu bu bölgede. Bunları da AK Parti Hükûmetleri olarak gerçekleştirmiş olmaktan gerçekten iftihar etsek yeridir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Teklifin tümü üzerine görüşmeler tamamlanmıştır.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Karar yeter sayısı istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arayacağız efendim.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…

Sayın milletvekilleri, lütfen, oturumda bulunmanızı rica edeceğim, karar yeter sayısı arandığı zaman gelmeniz doğru olmuyor.

Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Karar yeter sayısı yok.

OKTAY VURAL (İzmir) – 134 kişi yok efendim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kim saydı burayı? İstirham ederim Sayın Başkan! 2 katip üyeye de güvenimiz yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – 1’inci maddeyi okutuyorum:

SAĞLIK HİZMETLERİ TEMEL KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ

MADDE 1- 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun ek 1 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve bu fıkradan sonra gelmek üzere maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“Klinik şefi, klinik şef yardımcısı, başasistan ve asistan kadrolarına, açıktan atama izni alınmaksızın ilgili mevzuatı çerçevesinde atama yapılır. Klinik şefi, şef yardımcısı ve başasistan kadrolarına atamalar, uzman tabipler arasından Sağlık Bakanlığınca yapılacak veya yaptırılacak sınavlara göre gerçekleştirilir. Bu sınavın esas ve usulleri ile sınavlara katılma şartları Bakanlıkça yürürlüğe konulacak yönetmelikle belirlenir.

Klinik şefi ve şef yardımcısı kadrolarına, mevcut toplam kadroların % 35’ini geçmemek üzere, profesör ve doçentlerden aşağıdaki esaslar çerçevesinde atama yapılabilir. Eğitim ve araştırma hastanelerinde açık bulunan klinik şefliği veya şef yardımcılığı kadroları, isteklilerin başvurması için ilan edilir. Bu kadrolara, doçentlik veya profesörlük unvanını almış olan adaylar müracaat edebilirler. Müracaat eden adayların durumlarını incelemek üzere Bakanlık tarafından, en az biri ilgili eğitim ve araştırma hastanesi dışından olmak üzere üç profesör veya şef tespit edilir. Bu profesör veya şefler, adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını öncelik sıralaması yaparak Bakanlığa bildirirler. Bakanlık, bu mütalaalara göre atamayı yapar.

Klinik ve laboratuvar şefi veya şef yardımcısı tabipler ile tıp alanında doçent veya profesör unvanlı tabipler eğitim ve araştırma hastanelerine; uzman tabipler veya tıp alanında doktora yapmış tabipler veyahut hukuk, kamu yönetimi, işletme ve sağlık yönetimi alanında lisans, yüksek lisans veya doktora eğitimi almış tabipler diğer hastanelere baştabip olarak atanabilirler. Ancak yüz yatağın altındaki hastanelerin baştabipliklerine atamada tabip olma şartı dışında, diğer şartlar aranmaz.”

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1’inci madde üzerinde gruplar adına söz talebi yok.

Şahsı adına Niğde Milletvekili Muharrem Selamoğlu söz istemiştir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Grubumuz adına söz talebi var.

BAŞKAN – Bildirilmediğini söylüyorlar efendim.

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Şu anda bildiriyoruz: Tekin Bingöl.

BAŞKAN – Bir dakika efendim.

Sayın Selamoğlu, gruplar adına söz hakkı varmış, size daha sonra söz vereceğim. Kusura bakmayın.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Tekin Bingöl konuşacaktır.

Buyurunuz Sayın Bingöl. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 1’inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Konuşmama başlamadan önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına iyi niyetli bir uyarı yapmak istiyorum. Bu kanun teklifi bu hâliyle -ufak tefek değişiklikler yapılsa dahi- yasalaştığında inanıyorum ki yine mahkemelerden dönecek. Zira, alelacele hazırlanan, enine boyuna tartışılmayan bu tür kanun teklifleri sadece Meclisin verimliliğini düşürmekte, zaman israfından başka bir anlama gelmemektedir.

Değerli milletvekilleri, 5413 sayılı Yasa’nın ilgili maddelerindeki atamalar, klinik şef ve şef yardımcılıklarına yapılan atamalar nedeniyle birçok mahkemeden iptal ve yürütmeyi durdurma kararlarıyla boşa çıkmıştır. Şimdi, bu hâliyle yeniden ısrar etmenin doğrusu anlaşılır bir yanı yoktur.

Değerli milletvekilleri, zaten uygulanagelen bir yöntem var: Klinik şef ve şef yardımcılarının atanması yıllardan beri, çok uygun, son derece demokratik, eşitlikçi, bütün hekimlerin de kanıksadığı ve sonuçlarını kabul ettiği bir yöntemle yapılagelmekte. Hâl böyle iken, sağlıkta çok daha ciddi sorunlar varken, vatandaşlarımızın çok ciddi sağlık sorunlarıyla uğraştığı bir dönemde alelacele bu yasayı getirmek inanın anlaşılır gibi değil. Klinik şef ve şef yardımcılarıyla ilgili mevcut yöntemin dışında yapılan atamalarla 176 klinik şef ve şef yardımcısını kurtarmayı amaçlayan bir yasa, onun ötesinde hiçbir anlam taşımıyor değerli arkadaşlar.

Bakın, bu ülkede çok ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Özellikle son birkaç aydır “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında, kamuoyuna yansıyan birtakım kanun tasarıları ve birtakım genelgeler âdeta “Sağlıkta Dönüşüm”ü  “Sağlıkta Çorba”ya dönüştürdü. Bugün, 1 Ocakta yürürlüğe konulan bir genelgeyle, hastanelerde, özellikle üniversite hastanelerinde ilaç ve tıbbi malzeme alımlarının hastaneler eliyle yapılması uygulaması, üniversite hastanelerindeki çalışmaları âdeta kilitledi değerli arkadaşlar. Hasta ve hasta yakınlarıyla, üniversitedeki hekimler ve hastane çalışanları karşı karşıya getirildi, ciddi saldırılara maruz kaldılar ve üniversitelerde ameliyatlar yapılamaz noktaya geldi. İnanıyorum ki siz değerli milletvekillerinin tamamına, ama tamamına kendi seçim bölgelerinizden bu konuyla ilgili ciddi şikâyetler ve serzenişler aldınız.

Değerli arkadaşlar, zaten Türkiye’de Sağlık Bakanlığının yanlış politikalarıyla hekimler savunmasız hâle getirildi. Bakınız, çok ciddi saldırılara maruz kalan hekimler ölümcül saldırılarla karşı karşıya kaldılar ve çok değerli hekimler ağır yaralandılar ve hatta hayatlarını kaybettiler.

Size bir metin okuyacağım: “Cumhuriyet tarihi boyunca sıtma, verem, kolera salgınlarında biz vardık. Anne ve bebek ölümleri azaltılırken, kanserle savaşılırken, Türk halkının yaşam süresi yirmi yıl uzatılırken, sigarayla ilişkili ve önlenebilir ölümler azaltılırken hep biz vardık. Gece gündüz uykusuz, eşimizi ve çocuklarımızı yok sayarak, sağlığımızı hiçe sayarak daha iyi bir sağlık hizmeti sunma adına, sağlıkta mesleğimizi mükemmel yapmak adına sizin için hep biz vardık ama şimdi bir eksiğiz.” Giresun’da katledilen Doktor Ali Menekşe’nin arkadaşlarının gazetelere verdikleri ilanı okuyorum size. Bu saldırılar, bu anlayışla artarak devam edecek değerli arkadaşlar.

Sağlık Bakanlığı yine 15 Şubatta hiç de anlaşılmayan bir yönetmelik daha yayınladı, özel sağlık kuruluşlarının, kliniklerin âdeta elini kolunu bağlayan, gelişmelerini engelleyen bir yönetmelikle son derece zor duruma soktu.

Değerli arkadaşlar, hatırlarsınız, birkaç yıl önce AKP İktidarı vatandaşların özel sağlık kuruluşlarından da yararlandığından övünçle bahsediyordu. Artık, vatandaşların sadece devlet hastanelerine mahkûm kalmadıklarından, istedikleri özel sağlık kuruluşlarından hizmet aldıklarından övünçle bahsediyorlardı. Peki, ne oldu da bir anda böyle ciddi bir dönüş söz konusu oldu? Ne oldu da AKP İktidarının övüne övüne bitiremediği, Türkiye’nin her tarafına yaygın bir şekilde yaydığımız özel sağlık kuruluşlarının, tıp merkezlerinin elini kolunu bağlamak anlayışı niye?

Değerli arkadaşlar, bunun bir tek izahı var, o da şu: “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında dayatılan anlayış, sadece ve sadece, uluslararası sağlık kuruluşlarının Türkiye’de daha rahat cirit atmasına ve Türkiye’de sağlıktan daha çok pay almasına ön ayak olmak; başka hiçbir izahı yok değerli arkadaşlar. Bu anlayışla, mütevazı sağlık kuruluşları, özel sağlık kuruluşları ve klinikleri, çok kısa bir süre sonra kapanmayla karşı karşıya kalacaklar.

Bakınız, Sayın Bakan, az önce konuşmasında, övgüyle, Cizre’ye çok modern bir hastane yaptıklarından bahsettiler; en kısa zamanda, Şırnak’a da böyle bir hastane yapacaklarından bahsettiler ama gelin görün ki son birkaç aydır, o bölgedeki hastanelerden çok yoğun bir şekilde uzman hekimlerin kaçışı söz konusu. Yine ne acıdır ki mecburi hizmete giden hekim arkadaşlarımız, mecburi hizmet yaptıkları il ve ilçelerde, mutlaka, mecburi hizmetini tamamladıktan sonra birkaç yıl kalarak orada hizmet üretirlerdi ama şimdi, mecburi hizmetini tamamlayan arkadaşlarımızın tamamına yakını süratle o bölgeleri terk ediyorlar çünkü önlerini göremiyorlar değerli arkadaşlar. Son birkaç aydır, Tam Gün Yasası, Kamu Hastaneleri Birliği Yasa Tasarısı ve benzeri yasa tasarılarıyla hekimlerin şevki kırıldı, önlerini göremez oldular. Bu anlayış “Sağlıkta Dönüşüm”de ne kadar geriye gidildiğinin ve “Sağlıkta Dönüşüm” politikasının ne kadar içi boş kavramlarla dolu olduğunun en somut göstergesi değerli arkadaşlar. Bu anlayış, Türkiye’de sağlık hizmetlerini çok daha kötü noktalara götürecektir.

Şimdi biz -konuşmamın başında da belirttim- iyi niyetle bir uyarı yapıyoruz: Gelin, bu kanun teklifini, el birliğiyle yeniden düzenleyerek, önergelerle birlikte karar vererek uygun bir şekilde, herkesin kabul edebileceği, siyasi kadrolaşmaya yol açmayacak şekilde bütün hekimlerin -uzman hekimlerin de- yararlanabileceği bir hâle dönüştürelim. Bundan kaçmanın hiçbir anlamı yok. Eğer sizin kafanızın arkasında siyasi kadrolaşma gibi bir düşünce yoksa, o zaman niçin uzatılan bu eli tutmuyorsunuz? Aynı anlayıştan MHP’li arkadaşlar da bahsettiler. Gelin, önergelerle bu kanun teklifini birlikte düzenleyelim ve bu kanun teklifinin Meclisten el birliğiyle, yeni tartışmalara yol açmayacak şekilde çıkarılmasını sağlayalım. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak buna hazırız. Bunu bütün iyi niyetimizle söylüyoruz. Katkı koymak istiyoruz, Meclisin verimli çalışmasını istiyoruz, zamanı iyi değerlendirmek istiyoruz. Ama, maalesef, dar zihniyetçi bir anlayışla, AKP’nin her zaman sürdürdüğü bir anlayışla kesinlikle iyi niyetlerimizin önü tıkanıyor.

Değerli arkadaşlar, bu yasayla, bu kanun teklifiyle, inanın, gerekçesinde bahsedilen “Doçentlik Atama Yönetmeliği’yle paralel hâle getirilme” sözünün hiçbir anlamı yok. Bir tek konuda örtüşüyor, o da Doçentlik Atama Yönetmeliği’ndeki jüri üyesinin sayısı 3, bu kanun teklifindeki jüri üyesinin sayısı da 3. Başka hiçbir benzerliği yok. Ama biz önergelerle bu kanun teklifini zenginleştirip Doçentlik Atama Yönetmeliği’ne paralel hâle getirebiliriz, bundan kaçmanın hiçbir anlamı yok.

Yıllardır devlet hastanelerinde, araştırma hastanelerinde özveriyle çalışan uzman hekimler var, şef yardımcıları var, başasistanlar var. Peki, onları niye bu yeni uygulamadan muaf tutuyoruz? Onlar idari birikimleriyle, mesleki deneyimleriyle çok daha fazla, çok daha yararlı, klinik şefi ve şef yardımcılığı yapmayı hak ediyorlar. Eğer art niyet yoksa, gelin bu kanun teklifinin içine onları da katalım; eğer art niyet yoksa, gelin bu kanun teklifinde jüri üyelerinin siyasi bir anlayışla Bakanlık tarafından belirlenmesi yerine, noter huzurunda kurayla tespitini yapalım. Hiç kimsenin kafasında en ufak bir soru işareti belirmez ve hiç kimse sizi kadrolaşmayla ilgili bir töhmet altında bırakamaz. Bütün bunları düzeltmek bizim elimizde, yeter ki iyi niyetli olalım, yeter ki Mecliste verimli çalışmanın önünü açalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın Bingöl.

TEKİN BİNGÖL (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Aksi takdirde, bahsettiğim gibi, bu yapıyla, bu anlayışla, bu hâliyle bu kanun teklifi kısa bir süre sonra Mahkemeden geri dönecek ve biz yeniden beyhude bir gayretin içerisine girmiş olacağız.

Bu hâliyle Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu kanun teklifini desteklemediğimizi belirtiyor, hepinize en derin saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bingöl.

1’inci madde üzerinde şahsı adına Niğde Milletvekili Muharrem Selamoğlu söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Selamoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 72 sıra sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin ek 1’inci maddesinin ikinci fıkrasının değiştirilmesi hususunda görüşlerimi açıklamak üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Söz konusu kanunla ilgili görüşlerimi açıklamadan önce, Kuzey Irak’ta yuvalanan terör örgütü kamplarının dağıtılması için çetin kış şartlarına rağmen kahramanca mücadele ederken şehit düşen her kademedeki askerlerimize Allah’tan rahmet, geride kalan acılı ailelerine başsağlığı dilerim.

Anayasa’mızda bir hak olarak tanımlanan sağlıklı yaşama şartlarını oluşturmak devletin sorumluluğuna tevdi edilen bir görevdir. Sağlık hizmetleri ertelenemez ve vazgeçilemez özelliklerdir. Söz konusu kanunun yürürlüğe girmesi hâlinde, Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinin şef ve şef yardımcılığı kadrolarına objektif ve bilimsel kriterlere göre atama yapılması ile aynı zamanda Sağlık Bakanlığı ve üniversiteler arasında eş değer uygulamalar sağlanmış olacaktır. Sağlık Bakanlığı ile üniversitelerde verilen uzmanlık eğitiminin aynı olması üniversitelerdeki doçentlik kadrolarına atama prosedürü ile paralel hâle getirilmesi amaçlanmıştır.

Klinik şefi ve şef yardımcısı unvanlı kadrolara yapılacak atamaların usul ve esasları ile hastane baştabipliklerine yapılacak atamaların şartları da hizmet gereklerine uygun olarak yeniden  belirlenerek Sağlık Bakanlığı eğitim - araştırma hastanelerimizdeki eğitim elemanı açığını kısa sürede gidermek ve sağlıkta Avrupa Birliği ülkeleri seviyesine ulaşmak hedeflenmiştir.

Değerli milletvekilleri, amaç bu iken atama yoluyla kadrolaşma hareketinden bahsedilmesini anlamak mümkün değildir. Şef ve şef yardımcılığı kadrosuna atanacak doçent ve profesörlerimiz, dil ve bilimsel sınavlardan geçerek objektif kriterlerle ve Üniversitelerarası Kurul tarafından bu unvanları almışlardır. Bu öğretim üyeleri, ülkemizin seçkin üniversitelerinde görev yapmaktadırlar. Bu kadrolara yapılacak atamaların daha objektif ve bilimsel seviyeye göre yapılmasını teminen atamalara ilişkin usul ve esasların yeniden belirlenmesi amaçlanmıştır. Böylece, Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinin klinik şefi ve şef yardımcısı kadrolarına atama usulü, üniversitelerin profesörlük ve doçentlik kadrolarına atama usulüne paralel hâle getirilmiştir. Böylece, yetişmiş kadroların daha fazla olan yerlerden daha az olan yerlere aktarılması sağlanmış olacaktır.

Uzman hekimlerimizin çağdaş sağlık hizmeti ihtiyaçlarını karşılayabilecek bilgi ve becerilerle donatılmış olarak yetiştirildiği kurumlardan birisi de Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastaneleridir. Bu hastanelerimizde hizmet sunumunun yanında tıpta uzmanlık eğitimi verilmekte, bilimsel yayınlar yapılmaktadır. Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim - araştırma hastanelerimizde yaklaşık olarak bugün 8.556 asistan tıpta uzmanlık eğitimi görmektedir. Üniversitelerde ise yaklaşık 12.500 asistan bu eğitimi almaktadır. Üniversitelerde bu eğitimi 8.573 öğretim üyesi verirken Sağlık Bakanlığımızın eğitim-araştırma hastanelerinde 1.282 öğretim kadrosuyla bu eğitim verilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MUHARREM SELAMOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim.

Eğitim ve araştırma hastaneleri bu hususta gerçekten çok büyük fedakârlıklarla çalışıyorlar. Dolayısıyla biz, bu öğretici kadroyu çoğaltmak ve zenginleştirmek durumundayız. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle, eğitim ve araştırma hastanelerine atanacak yeni doçent ve profesörler taze kan olarak eğitim ve hizmet sunumuna dâhil olacaklardır.

Bu kanunun hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlara teşekkür eder, ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diler, bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisi saygılarımla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Selamoğlu.

MUHARREM SELAMOĞLU (Devamla) – Ben teşekkür ederim.

BAŞKAN - 1’inci madde üzerine şahsı adına Burdur Milletvekili Bayram Özçelik söz istemiştir.

Buyurunuz Sayın Özçelik. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 72 sıra sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Öncelikle, Güneydoğu’da yiğitçe mücadele eden askerlerimizin gücünü Rabb’im artırsın. Cenabıhakk’ın huzurunda şehitlik mertebesinde Rabb’iyle beraber olanlara ne mutlu.

Sağlık, ülkenin temel gelişmişlik düzeyini gösteren ve aynı zamanda toplumların ekonomik kalkınmasında rol alan önemli faktörlerin başında gelmektedir. Ülke ekonomileri içinde sağlık sektörü önemli derecede bir pay sahibidir. Bu yüzden, kaliteli hizmet üretimi hedeflenirken kıt kaynakların verimli kullanımı diğer alanlarda olduğu gibi önem kazanmaktadır. Sınırlı kaynakların sağlık kurumlarının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde en uygun olarak dağıtılması gerekmektedir. Ancak bu dağıtım sağlık kurumlarının sundukları hizmetin hacmi ve kalitesi ile paralel olmak zorundadır.

Sağlık hizmeti, insan hayatının kalitesi ile doğrudan etkili bir sorumluluk alanı oluşturduğundan bu sektördeki finansal ve yönetim zafiyeti, diğer sektörlerdeki gibi sadece üretim düşüklüğü ile sonuçlanmayıp aynı zamanda insan hayatının kalitesinde düşme ve toplumun sağlık düzeyinin bozulması anlamına gelmektedir. Kısacası bu sektördeki kötü yönetimin bedeli insan hayatıdır.

Sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi, sağlık altyapısı ve örgütlenmenin düzenlenmesine yönelik çalışmalar sağlık politikalarında önemli değişimleri beraberinde getirmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemizde uygulanan sağlık politikaları bazen temel değişim dönemleri geçirmiştir. Refik Saydam dönemi (1923), Behçet Uz dönemi (1946), sağlık hizmetlerinde sosyalizasyon uygulanmasının başlangıcı (1963) önemli dönüm noktalarıdır. Sağlıkta Dönüşüm Programı (2003) da bu dönüm noktalarının son halkalarını oluşturmuştur.

Değerli arkadaşlar, Dünya Sağlık Örgütünün yayınlanmış olan en son verilerine göre bin kişilik nüfusa Yunanistan’da 4,4 doktor, İtalya’da 5,7 doktor, Almanya’da 3,6 doktor düşerken ülkemizde bin kişiye sadece 1,2 doktor düşmektedir.

Biz, AK Parti Hükûmeti olarak her alanda olduğu gibi, sağlık alanında da tribünlere oynamadık. Sorunları halının altına süpürüp, gizleyerek halkımızı yanıltmadık. Sağlık hizmetlerinin sistematik olarak gözden geçirilmesi ve radikal kararlar alarak sistemin yeniden düzenlenmesi için kapsamlı bir program hazırladık.

Sağlıkta önemli bir dönüşüm programı yürütüyoruz. Koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin layıkıyla sunulamadığı bir dönemden görevi devraldık. Sağlık hizmetlerinde dün yakınma konusu olan konular değişmiş, artık kuyruklardan çok hasta memnuniyeti, sağlık hizmetine erişimden çok hasta güvenliği tartışılır olmuştur. İlaç kuyruğunda bekleyen hastaların ıstırabı yerine ilaç harcamalarının miktarı medya gündemine girmiştir. Parasızlıktan rehin kalan hastalar yerine sosyal güvenliğin kapsamı ve genel sağlık sigortası ana konular olmuştur. Acil hasta nakli sorunu yerine yoğun bakım yatağı talepleri dile getirilir hâle gelmiştir. Aşılama oranlarındaki düşüklükler yerine aşı takvimine yeni aşıların eklenmesi tartışılmış, hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Sağlık personelimiz, dün gelirlerinin azlığının sancısını çekerken, bugün gelirlerinin sürekliliğinin takipçisi durumuna geçilmiştir.

Bu kanun teklifinin hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özçelik.

Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemine geçiyoruz.

Sayın Dibek, Sayın Cengiz ve Sayın Aydoğan söz istemişlerdir.

Buyurunuz Sayın Dibek.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanıma sormak istediğim soru şu: Özellikle son günlerde gazetelere yansıyan fotoğraflarda, devlet hastanelerinde çalışan kamu personelinin türbanlı olarak görevlerini yaptıklarına dair çok sayıda fotoğraf gördük.

Sorularımı sormadan önce şunu da belirtmek istiyorum: Çok kısa bir süre önce Anayasa değişikliğiyle ilgili süreçte gündeme geldiğinde türban, üniversitelerle ilgili olarak o değişiklik yapılırken, kamuda böyle bir serbestiyi kesinlikle düşünmediğini Hükûmet sözcüleri, Başbakan belirtmişti. Yani, bunu da parantez içerisinde söyleyerek sorumu şu şekilde sormak istiyorum: Bu gazetelere yansıyan, kamuya yansıyan, İnternet’e yansıyan bu fotoğraflar üzerine Bakanlığınızca gerek bu devlet hastaneleriyle ilgili olarak gerekse merkez teşkilatınızdaki bu türbanlı çalışan kamu görevlileriyle ilgili bir soruşturma açılmış mıdır tarafınızca veya açtırılmış mıdır? Açtırılmadıysa da bunların gerekçeleri nelerdir? Bunları öğrenmek istiyorum Sayın Bakan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Dibek.

Sayın Cengiz…

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, bir maruzatı bir de teşekkürü sizlere sunacağım. Özellikle Çanakkale Devlet Hastanemiz… Çanakkale’mizde bir devlet hastanesi, bir de SSK vardı. Bunlar birleştikten sonra da sadece SSK hastanesinde kadın doğum, çocuk ve diş bölümleri bırakıldı. Diğer bölümlerin hepsi de Çanakkale Devlet Hastanesinde yoğunlaştırılmış ve orada yerini almış. Fakat, özellikle ben kendim gittiğimde bir muayene için, yetmiş dördüncü sıra verildi, valideye de altmış yedinci sıra verildi. On ile on iki arasında, iki ile dört arasında sağlıklı bir tedavi yapılması mümkün değil. Dolayısıyla Çanakkale’nin bir Çan bir de Biga ilçesinde biraz kapsamlı, en kapsamlısı da Çanakkale Devlet Hastanesi. Bunun da böyle emredildiğini söyledi. Dolayısıyla bu daha iyi dağıtılarak, iki bina daha tasarruflu kullanılıp sağlık hizmetinin halkımıza daha verimli bir şekilde kullanılması mümkünken niye böyle yapıldığına bir açıklama getiremediler. Bunu ben de sormuştum. Dolayısıyla böyle bir sıkışmadan dolayı özel sektöre veya özel hastanelere bir kanalize olduğu yolunda da halk arasında bir iddia var. Böyle bir şey var mıdır? Böyle bir şey olmasını tabii ki istemiyoruz. Halkımızın alım gücü de bunlara uygun değil.

İkincisi de özellikle Çanakkale devlet hastanelerimizin de yükünü hafifletecek Ezine ilçemizin devlet hastanesi, 2003 yılından itibaren söylenmektedir. Ezine’de, ben de Belediye Başkanı iken devlet hastanemiz için belediyeden arsamızı vermiş, Meclis üyeleriyle birlikte de bu arsaların Sağlık Bakanlığına ödemesini cebimizden yaptık.

Dolayısıyla, özellikle 2006 yılında temeli atılacağı Bakanlık tarafından da ilan edilip temeli atılamamış ve geçen hafta gittiğimde de Ezine Devlet Hastanesinin temellerinin kazıldığını gördüm. Özellikle, geç de kalınsa bir yıl sonra, bir yıl rötarlı da olsa Ezine Devlet Hastanemizin orada tam teşekküllü bir yapıya kavuşmasıyla birlikte Ezine ilçemize, Bayramiç ilçemize ve Ayvacık ilçemize, 120 bin nüfusa da, aynı zamanda E-87 Karayolu’ndaki çok büyük trafik kazalarına hizmet vereceği aşikârdır. Dolayısıyla böyle bir hastanemizin o bölgede, iyi bir düzeyde teşkilatlanması bölgeyi memnun edeceği gibi halkımızın da yıllardır beklediği bir özlemi giderecektir. Bundan dolayı, dokuz yıllık Ezine Belediye Başkanı olarak teşekkür ediyorum. Bir yıl önce söz verilip yeni başlanılan hastanesine Ezine ve bölgemiz halkı ne zaman kavuşacağını merak ediyor. Açılışını ne zaman yapacağız? Bu konuda bir planımız, bir hedefimiz veya tespit ettiğimiz bir tarih var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Cengiz.

Sayın Aydoğan

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, ülkemizin önemli problemlerinden biri de sağlıktır. Sağlıkta da ciddi sorunlarımızın olduğu bir gerçek. İlimiz Marmara ilçemizde çok temel bir talebimiz var, halkımızın talebi vardır. Halkımız ciddi mağduriyet yaşamaktadır. Marmara ilçemizde uzman doktor bulunmadığından yurttaşlarımız ilaçlarını yazdıramamaktadır. Marmara Adası’ndan Balıkesir’e veya Tekirdağ’a ulaşımın özellikle bu mevsim koşullarında çok zor olması nedeniyle, raporu olan ve uzman doktorun yazması gereken ilaçları özellikle yaşlı yurttaşlarımız yazdıramadığından dolayı çok ciddi mağduriyet yaşamaktadır. Bu, ilimiz Marmara ilçesi, yani Marmara Adası’ndaki bu soruna bir çözüm bulmayı düşünür müsünüz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Aydoğan.

Buyurunuz Sayın Bakan.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.

Bazı gazetelere yansıyan fotoğraflarla ilgili olarak Sayın Milletvekilimizin sorusuna şöyle cevap vereyim: Bu hususta mülki yönetimde, mahallî yönetimde bulunan arkadaşlarımız, valilerimiz, kaymakamlarımız, il müdürlüklerimiz elbette görevlerinin bilincindedirler, hukuk çerçevesinde, mevzuat çerçevesinde gereken müdahaleleri, incelemeleri yapmaktadırlar. Ancak şunu da açık olarak ifade etmek istiyorum, Türkiye'de son zamanlarda ortaya çıkan son Anayasa değişiklikleri, ortaya çıkan tartışmalar sırasında, nerede, nasıl çekildiği belli olmayan -hakikaten baktım bu resimlere, ben de baktım- mekânın bile neresi olduğu anlaşılmayan birtakım…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Tek tek yazıyor neresi olduğu.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Efendim, bakınız, devlet gazete haberleriyle yönetilmez Değerli Milletvekilim.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Beraber gidelim o hastaneleri ziyaret edelim.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Müsaade eder misiniz.

Bir soru sordunuz, cevabını isterseniz vereyim, istemezseniz vermeyebilirim de yani.

Dolayısıyla böyle zamanlarda, ülkede, maalesef, farklı havalar estirilmeye çalışılır. Siz de ifade ettiniz, biz, Hükûmet olarak, hem Başbakanımız hem biz, tavrımızı açıkça ortaya koymuş durumdayız.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Uygulama yok.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Yani, bu husustaki tavrımız neyse, ne ifade etmişsek o şekildedir. İfade ettiğim gibi, mülki yönetimdeki değerli yöneticilerimiz de bu hususlarda gereken hassasiyeti göstermektedirler. Ancak ülkeyi yönetirken birtakım provokasyonlara gelmediğimizi, gelmeyeceğimizi de, bir kere daha, bu soruyu bir vesile addederek ifade etmek istiyorum; hiç kimsenin de gelmemesi gerektiğini, Meclisimizin çatısı altında tekrarlama fırsatını da verdiğiniz için teşekkür ediyorum.

Çanakkale Devlet Hastanesi, Sayın Cengiz’in sorusunda… Aslında, hem devlet hastanesi hem başlıca kadın doğum, çocuk olarak, çocuk hizmetleri için kullanılan hastaneler, azami bir kapasiteyle, Değerli Milletvekilim, kullanılmaktadırlar. Bunu her vesileyle ifade ediyorum.

Türkiye'de, maalesef, doktor sayımız çok yetersiz. Bakın, sizin yakındığınız, şikâyet ettiğiniz ilimiz Çanakkale, uzman hekim sıralaması açısından Türkiye'nin en iyi illerinden birisidir. Buna rağmen, ihtiyaç var. Belki hastaneye gittiğiniz zaman da fark etmişsinizdir, kamuda çalışan değerli arkadaşlarımız, politikalarımız çerçevesinde, her hekime bir muayene odası tahsis edilmek suretiyle, ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Bu anlamda, ülkede hekim sayısını artırıncaya kadar -ki, bu uzun bir süreç; maalesef, geçmiş yıllarda, bu hususta üzerlerinde görev bulunan YÖK yönetimleri kayıtsız davranmışlardır ülkenin bu ihtiyacına karşı- bu gerekli sayıya ulaşılıncaya kadar, öyle görünüyor ki, ülkenin her yerinde dengeli dağıtarak ve verimli kullanarak elimizden geleni yapmaktan başka bir çaremiz yoktur.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, fiziki mekânlar rantabl kullanılmıyor gibi bir şey var ortada.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Milletvekilim, fiziki mekânların ne kadar rantabl kullanılıp kullanılmadığını tekrar değerlendiririm ben, arkadaşlarıma talimat veririm. Ama Çanakkale’de, daha önce ben de bu hastanelerde bizzat inceleme yaptığım için aslında mekânların maksimal ölçüde kullanıldığını da biliyorum. Tekrar değerlendireceğim bu sorunuza binaen. 

Ezine için bir teşekkürünüzü ifade ettiniz. Ben de bu kadirşinaslığınız için size teşekkür ediyorum, sağ olun.

Bizim hastane yapımlarındaki prensibimiz şu: İhale sırasında kaç gün verilmiş; şu anda bilmiyorum, ama bu hastaneleri, biz, bir hukuki problem süreç içerisinde çıkmazsa -bazen biliyorsunuz, müteahhitlik işlemleriyle ilgili hukuki işlemler çıkabiliyor- iki yıl içerisinde bitirip, vatandaşımızın hizmetine sunuyoruz genellikle.

Marmara Adası’yla ilgili olarak da, buradaki ihtiyaçlarla ilgili olarak, ben değerlendirme yapıp Sayın Milletvekilimize yazılı olarak bir bilgi vereceğim.

Teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Madde üzerinde dokuz önerge vardır. Ancak her madde üzerinde milletvekillerince sadece yedi önerge verilebildiğinden, önce geliş sırasına göre ilk yedi önergeyi okutacağım, sonra bu önergeleri aykırılık derecesine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 72 sıra sayılı kanun tasarısının 1. maddesi 2. fıkrada “Bakanlık tarafından” kelimesinden sonra gelmek üzere “kura ile” ibaresinin eklenmesini arz ve talep ederiz.

 

Sevahir Bayındır

Fatma Kurtulan

Ayla Akat Ata

 

Şırnak

Van

Batman

 

 

 

 

 

Hamit Geylani

Pervin Buldan

Aysel Tuğluk

 

Hakkâri

Iğdır

Diyarbakır

 

 

 

 

 

Sırrı Sakık

 

 

 

Muş

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 72 sıra sayılı kanun tasarısının 1. maddesinde yer alan “% 35’i geçmemek” kelimesinden sonra gelmek üzere; “profesör, doçent, uzman, başasistan, şef yardımcılarından aşağıdaki esaslar çerçevesinde atama yapılabilir.” Olarak değiştirilmesini arz ve talep ederiz.

 

Sevahir Bayındır

Pervin Buldan

Ayla Akat Ata

 

Şırnak

Iğdır

Batman

 

 

 

 

 

Aysel Tuğluk

Sırrı Sakık

 

 

Diyarbakır

Muş

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 72 Sıra Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 1. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “müracaat eden adayların durumlarını incelemek üzere bakanlık tarafından en az biri ilgili eğitim ve araştırma hastanesi dışından olmak üzere üç profesör veya şef tespit edilir” ibaresinin; “müracaat eden adayların durumlarını incelemek üzere noter aracılığıyla kurayla saptanacak 3 kişilik aynı branştan klinik şefi ve profesörlerden oluşan jüri tespit edilir” şeklinde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Osman Kaptan

Sacid Yıldız

Tekin Bingöl

 

Antalya

İstanbul

Ankara

 

Bayram Ali Meral

Kemal Kılıçdaroğlu

Tansel Barış

 

İstanbul

İstanbul

Kırklareli

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 72 sıra sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 1. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “Bu profesör veya şefler, adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını öncelik sıralaması yaparak Bakanlığa bildirirler. Bakanlık, bu mütalaalara göre atamayı yapar” ibaresi yerine “profesör veya şeflerden oluşan jüri üyeleri, başvuran adayların bilimsel eserleri yanında mesleki ve idari deneyimlerini de değerlendirip puanlandırarak şef veya şef yardımcısı atamaları ile ilgili değerlendirmeyi yaparak önerilerini bakanlığa yaparlar” şeklinde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Osman Kaptan

Sacid Yıldız

Tekin Bingöl

 

Antalya

İstanbul

Ankara

 

 

 

 

 

Bayram Ali Meral

Tansel Barış

 

 

İstanbul

Kırklareli

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 72 Sıra Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 1. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “bu kadrolara doçentlik veya profesörlük unvanını almış olan adaylar müracaat edebilirler” ibaresinin “eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışan ancak akademik unvanı olmayan şef yardımcısı ve baş asistan ile doçent veya profesörler unvanı almış olan adaylar başvurabilirler” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Sacid Yıldız

Tansel Barış

Osman Kaptan

 

İstanbul

Kırklareli

Antalya

 

Tekin Bingöl

 Bayram Meral

 

 

Ankara

İstanbul

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 72 sıra sayılı Kanun Teklifinin çerçeve 1 inci maddesiyle değiştirilmesi öngörülen 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun ek 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının ve bu fıkradan sonra gelmek üzere eklenmesi öngörülen üçüncü fıkralarının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Bekir Bozdağ

Reha Denemeç

M. Vecdi Gönül

 

Yozgat

Ankara

İzmir

 

Abdulkadir Akgül

Ünal Kacır

 

 

Yozgat

 İstanbul

 

“Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinde tıpta uzmanlık eğitimi klinik şefi, klinik şef yardımcısı, ilgili dalda profesör ve doçent unvanına sahip kişiler tarafından verilir ve bu kişiler eğitim sorumlusu olarak nitelendirilir. Klinik şefi, klinik şef yardımcısı, başasistan ve asistan kadrolarına açıktan atama izni alınmaksızın ilgili mevzuatı çerçevesinde atama yapılır. Klinik şefi, klinik şef yardımcısı ve başasistan kadrolarına atamalar, ilgili dalda uzman olan tabipler arasından Bakanlıkça yapılacak veya yaptırılacak yazılı ve sözlü mesleki sınav sonuçlarına göre yapılır. Bu sınavlara mesleki çalışma, bilimsel yayın ve yabancı dilde yeterliliği bulunanlar katılabilir. Yeterlilik kriterleri ile sınavlara ilişkin usul ve esaslar yönetmelik ile düzenlenir.

Profesör veya doçentlerden klinik şefi veya klinik şef yardımcısı kadrolarına atanmak isteyenler için mevcut toplam kadroların %35’ini geçmemek üzere kadro ayrılabilir. İlgili uzmanlık alanlarında profesör veya doçentlik unvanını almış olanlar Bakanlıkça yapılacak ilanda belirtilen kadrolardan sadece birisine müracaat edebilirler. Müracaat eden adayların bilimsel çalışmalarını ve eğitimci niteliklerini değerlendirmek üzere Bakanlık tarafından, ilgili uzmanlık alanlarında üç profesör veya klinik şefi tespit edilir. Bu profesör veya klinik şefleri, adaylar hakkında mütalaalarını, öncelik sıralaması yaparak ayrı ayrı Bakanlığa bildirirler. Bakanlık bu mütalaalara göre atamaları yapar.”

BAŞKAN – Şimdi son önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 72 Sıra Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 1. maddesinin kanun teklifinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Sacid Yıldız

Tansel Barış

Osman Kaptan

 

İstanbul

Kırklareli

Antalya

 

Tekin Bingöl

Bayram Meral

Kemal Kılıçdaroğlu

 

Ankara

İstanbul

İstanbul

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Katılmıyoruz Değerli Başkanım.

BAŞKAN – Önerge hakkında söz istiyor musunuz?

Sayın Kılıçdaroğlu, buyurunuz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Önce, Başkanlık Divanına güvensizliğimizi ifade etmek istiyorum, çünkü, karar yeter sayısı yokken, 2 Divan Üyesinin “Karar yeter sayısı vardır.” diye size bilgi vermelerini Parlamentonun saygınlığı açısından son derece tehlikeli bir girişim olarak görüyorum.

İkinci önemli nokta: Değerli milletvekilleri, biz burada iki temel noktaya değindik, iki temel nokta. Birincisi şu: Klinik şefi, şef yardımcısı, ne olacaksa olacak… Dedik ki: Objektif bir sınav olsun, merkezî bir sınav; yapın, getirin. Yazılıyı yapın, sözlüyü de Bakanlık olarak yapın, sorun biter. Yargı da bunu istiyor.

İkinci konu, jüri seçiyorsunuz. “Jüride, doçentlik jürisi nasıl oluşuyorsa aynısını yapın getirin, biz de buna  ‘evet’ diyelim ve bu iş bitsin.” dedik, fakat ısrarla bunlar gelmedi. Yargının istediği iki temel nokta, bakın değerli milletvekilleri, gecenin bu saatinde, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği…

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Oy birliğiyle…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Oy birliğiyle, yürütmesini durdurma, yürütmeyi durdurma kararı verdiği bir kanunun gerekçesi dahi çıkmadan, şimdi biz, yeni bir kanun teklifi geliyor, bunu görüşüyoruz. Gerekçeyi niye beklemiyoruz acaba? Hangi gerekçeyle biz gerekçeyi beklemiyoruz? Hangi gerekçeyle Parlamentoyu lüzumsuz, iptal edileceği belli olan bir konuda meşgul ediyoruz? Bakanlıkların görevi, Parlamentoya, önemli değil, benim çoğunluğum var, ben geçireyim, Anayasa Mahkemesi iptal eder, arkadan bir daha getiririm, bir daha iptal eder, bir daha getiririm… Bu, yasa yapma tekniği midir arkadaşlar? Yasalar eğer böyle yapılacaksa o zaman Parlamentoya gerek yok ki. Sağlık Bakanlığı otursun, kendisi hazırlasın, Resmî Gazete’ye gönderelim, öyle de bir kanun çıkaralım, böylece de bu iş bitmiş olsun. Böyle bir anlayışı kabul etmek mümkün değil.

Ayrıca, Sayın Bakana geçen yasama döneminde -benim sorduğum bir soruya- klinik şef ve şef yardımcılarının atamalarıyla ilgili “Anayasa Mahkemesinin yürürlüğü durdurma kararından sonra atama yaptınız mı, yapmadınız mı?” diye bir soru sormuştum. Sayın Bakan “Atama yapmadık.” diye söylemişti bana. 2005 yılında Anayasa Mahkemesi yürürlüğü durdurma verdi. Siz, 2007 yılında tebliğ ettiniz bir klinik şef uygulamasını.

Şimdi, Sayın Bakandan istirham ediyorum. Sayın Bakan, akademik kimliğinize eğer saygınız varsa gelir yüce Parlamentonun önünde, yanlış bilgi verdiğiniz için Parlamentoya, Parlamentodan özür dilersiniz, biz de size saygı duyarız.

Teşekkür ediyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

FEVZİ ŞANVERDİ (Hatay) – Onun için mi konuştun?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Evet.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Kılıçdaroğlu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Karar yeter sayısı arıyorum.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.37

 

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.44

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

72 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Yok.

Hükûmet? Yok.

Ertelenmiştir.

Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 4 Mart 2008 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.45

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.