DÖNEM: 23 CİLT: 15 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 71’inci
Birleşim 28 Şubat 2008 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L
E R I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ II. - YOKLAMA III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, esnaf ve sanatkârların sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı 2.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin ilinin
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması 3.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, Millî Eğitim Bakanlığı
Talim Terbiye Kurulunun işlevine ve önemine ilişkin gündem dışı konuşması IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer
Çağlayan’ın konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- Mısır Halk
Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanının davetine istinaden, Mısır’a resmî bir
ziyarette bulunacak olan TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan heyeti
belirlemek üzere, siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin
Başkanlık Tezkeresi (3/287) 2.- Kosova
Cumhuriyeti ve Birleşik Arap Emirlikleri Parlamentoları ile TBMM arasında parlamentolararası dostluk grubu kurulmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/288) VI.- ÖNERİLER A) Danışma Kurulu Önerileri 1.- Genel Kurulun
28/2/2008 Perşembe günkü birleşiminde 72 sıra sayılı
Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483)
(S. Sayısı: 95) 2.- Seçimlerin
Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/498) (S. Sayısı: 110) 3.- Trabzon
Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili
Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72) VIII.-
OYLAMALAR 1.- Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın oylaması IX.- SORULAR VE CEVAPLAR A) Yazılı Sorular ve Cevapları 1.- Adana
Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, Adalet ve Kalkınma
Partisi aylık yayın organında bazı kamu kurumlarının reklam ve tanıtım
metinlerinin yer almasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/1643) * Ek Cevap 2.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Filyos Vadi
Projesi kapsamındaki imar çalışmalarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Faruk Nafız Özak’ın
cevabı (7/1734) 3.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, vergi incelemelerine
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın
cevabı (7/1839) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.00’te açılarak üç oturum yaptı. Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur,
toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemeye, Isparta
Milletvekili S. Nevzat Korkmaz, Sümer Halının özelleştirme kapsamına
alınmasına, Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu,
yurt dışı gezilerinde vatandaşlarımızın karşılaştığı vize sorununa, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl ve 19 milletvekilinin, özel dershanelerin eğitim
sistemindeki yerinin araştırılması (10/136), İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve 25 milletvekilinin, kredi kartları ve bireysel
krediler alanlarındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi (10/137), Amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu;
önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı. Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler” kısmının 97’nci
sırasında yer alan (10/123) esas nolu kapatılması söz
konusu olan belediyeler başta olmak üzere il ve ilçe merkezi olmayan
belediyelerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesine dair Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin 27/02/2008 Çarşamba günü yapılmasına ilişkin MHP Grubu
önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı’nın (1/483) (S. Sayısı: 95) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi 2’nci sırasında
bulunan, Uzman Jandarma Kanununda Değişiklik Yapılmasına (1/451) (S. Sayısı:
91), 3’üncü sırasında
bulunan, 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına (1/502)
(S. Sayısı: 108), Dair Kanun
Tasarılarının, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilip kanunlaştığı açıklandı. 4’üncü sırasında
bulunan, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/498) (S. Sayısı: 110) tümü
üzerinde bir süre görüşüldü. Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün’ün konuşmasında
partisine, Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan, Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan’ın konuşmasında 57’nci Hükûmete, Sataştıkları
iddiasıyla birer konuşma yaptılar. 28 Şubat 2008
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime
20.00’de son verildi.
28 Şubat 2008
Perşembe BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşimini açıyorum. II. - YOKLAMA BAŞKAN -
Elektronik cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için üç
dakika süre veriyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, esnaf ve sanatkârların sorunları hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili
Fevzi Topuz’a aittir. Buyurun Sayın
Topuz. (CHP sıralarından alkışlar) III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları 1.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, esnaf ve
sanatkârların sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı
Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı FEVZİ TOPUZ
(Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esnaf ve sanatkârlarımızın
sorunlarına ilişkin görüşlerimi açıklamak üzere gündem dışı söz aldım. Bu duygu
ve düşüncelerle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, ülkemizde perakende sektöründe hızlı ve kontrolsüz değişimler
yaşanmaktadır. Kuralsızca sürdürülen bu haksız rekabet, ekonomik ve sosyal
yaşamı da ne yazık ki olumsuz etkilemektedir. Esnafımızın ve sanatkârlarımızın,
yabancı sermayenin ülkemizde yatırım ve üretim yapmadan salt düşük maliyetlerle
ithal ettiği ürünlerle rekabet etme şansı yoktur. Yabancı sermayenin, ülkemizde
yatırım ve istihdam yaratma yerine, kuralları konulmamış serbest piyasa
koşullarında vatandaşın cebindeki paraya uzanma ve piyasaya hâkim olma
gayretleri artık görülmelidir. Hipermarketler yasa tasarısını Türkiye Büyük
Millet Meclisinden kaçıran AKP Hükûmeti, bu
kuralsızlığa, kontrolsüzlüğe ve haksız rekabete çanak tutmakta, bundan rant sağlayan belli kesim ve iş birlikçilerine destek
olmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin kurucusu
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde yapmış
olduğu konuşmasında, yurdun bağımsızlığının korunması için yerli malların
üretilmesi ve kullanılmasının önemini, dönemin Başbakanı merhum İsmet İnönü’nün
12 Aralık 1929 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapmış olduğu
konuşmasında, ulusal ekonominin yerli malı kullanmasının önemini ve tutumlu
olmanın zorunluluğunu ortaya koyması boşuna değildir. Birinci ve İkinci
Kalkınma Planları’nda kalkınma planının amacı, ham maddesinin Türkiye’de
olmasına karşın dışarıdan ithal etmek zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde
üretilmesini sağlamak olarak vurgulanmıştır. Bugün, Anayasa’nın 173’üncü
maddesinde devletin esnaf ve sanatkârları koruyucu ve destekleyici tedbirler
almakla yükümlü tutulması da boşuna değildir. Değerli
milletvekilleri, yerli kaynak ve yerli girdi olanaklarımız var iken ithal girdi
kullanmak, hem dışa bağımlı olmayı getirmekte hem de ülkemizdeki üreticilerin
üretim ve istihdamlarının azalmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, ithal
edilen ve satın alınan her mal ülkemizdeki işsiz insanlar yerine malın geldiği
ülkenin insanlarına iş imkânı yaratmaktadır. Bugün, altmış üç iş kolu yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve kepenk indiren 650 bin esnaf bakkallarını
kapatmışlardır. Şöyle örnek olarak sıralamak istersek, Muğla ilinde -kendi
bölgemde- Milas ilçemizde 500, Fethiye ilçemizde 398, Marmaris ilçemizde 720,
Bodrum ilçemizde 214 esnaf ve sanatkâr iş yerlerini kapatmayla karşı karşıya
kalmışlardır. Yine, Ankara
Ticaret Odasının verilerine göre, dört yıldan bu yana Ankara’da ortalama olarak
yılda 5 bin civarında iş yeri kapanmaktadır. Yine, Ankara Ticaret Odasının
başkentin en işlek 42 alışveriş ve ticaret merkezindeki toplam 4.046 iş yerinde
yaptığı ekonomik anketlere göre, her 100 işletmeden yüzde 30’u işçi
çıkarmaktadır. Yine, Ankara Ticaret Odasının ticaret sicil kayıtları ile Merkez
Bankası verilerinden derlenen bilgilere göre yaptığı bir çalışmada ise, Türkiye
ekonomisinin büyümesine rağmen derin ekonomik krizi yaşayan esnaf ve tüccarın
haciz şoklarıyla sarsıldığı ortadadır. Değerli
milletvekilleri, başta kendileri olmak üzere, yanlarında çalıştırdıkları yüz
binlerce kalfa ve çırağa olanak yaratan ve ülke ekonomisini ayakta tutan en
önemli ögelerden biri olan esnaf ve sanatkârlarımız
ne yazık ki zor günler geçirmektedir. Esnaf ve sanatkârlarımızın varlıklarını
sürdürebilmesi, ülkenin katma değerine ve istihdama katkılarının devam
edebilmesi iddiası da… Sanayi ve Ticaret Bakanının 23 Mayıs 2006 tarihinde
İzmir’de yapmış olduğu açıklama önemlidir. Sayın Coşkun açıklamasında
“Beklentilerinizi yerine getirememenin üzüntüsünü çekiyorum. Geçen yıl, bu yasa
tasarısı güç odakları yüzünden geri çekilmek zorunda kalmıştır.” demiştir. Bu
durumun kendisinin siyasetten çekilmesine neden olduğunu herkes bilmektedir.
Yine, çok uluslu şirketlerle Sayın Başbakanın yapmış olduğu toplantıda, Metro Group CEO’sunun sırtını sıvazlayarak, hipermarketler
yasasını çıkartmayacaklarının güvencesini ve müjdesini kendisine vermiştir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Konuşmanızı tamamlayınız. Buyurunuz. FEVZİ TOPUZ
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, 19 Şubat 2008
tarihinde, Başbakanın yapmış olduğu grup toplantısında “Artık dünyada
sermayenin yerlisi yabancısı olmaz. Her zaman söylüyoruz, para bir cıva
gibidir. Sermaye uygun limanı ve uygun zemini bulduğu yere kaçar, ister yerli
ister yabancı olsun.” açıklamaları ülkemizdeki esnaf ve sanatkârlara ne kadar
önem verdiği ve onlara ne kadar sahip çıktığının bir göstergesidir. Yine aynı
şekilde, 24 Ocak tarihinde “Bakkal rekabet için önce camını temiz tutsun.”
ifadeleri esnaflarımıza, bakkallarımıza hakareti manidardır. Sayın Başbakana,
Ulu Önder Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın zorlukları ortadan kalkmadan söylemiş
olduğu sözü anımsatarak sözlerimi tamamlamak istiyorum: “Askerî zaferler ne
kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmazsa, kazanılacak
zaferler yaşayamaz, kısa zamanda söner.” Değerli
arkadaşlarım, her gün binlerce esnaf kepenk kapatırken, evine ekmek götüremez
iken milletvekili maaşlarının artırılmasını sosyal güvenlik yasa tasarısı
içerisine sıkıştırmaya çalışan AKP temsilcileri bu girişimin AKP Hükûmetinin bilgisi içinde olup olmadığını bu kürsüden
yanıtlamalıdır. Değerli
arkadaşlar, bugün esnafların durumunu pembe tablolar içerisinde gösteren AKP Hükûmetinin… Her gün basınımızda “Esnaf kan ağlıyor.”
manşetleriyle çıkıyor. Yine bugün Ankara gazetelerinde, ulusal bir gazetede
taksici esnafının durumunu gösteren durum ortadadır. Taksiciler işsizlikten
sıra bekleyen konuma gelmiştir. Değerli
arkadaşlarım, esnaflarımıza sahip çıkmadan, üreticiye sahip çıkmadan, onların
sorunlarıyla ilgilenmeden burada çıkacak yasa tasarılarının hiç önemi yoktur. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Topuz… FEVZİ TOPUZ
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ülkenin esnafının, sanatkârlarının,
kaynaklarının, ürünlerinin ve tüketicisinin haklarını ve çıkarlarını koruyacak
yasal düzenlemelerin bir an önce Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesini
diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Topuz. Sanayi ve Ticaret
Bakanı Sayın Zafer Çağlayan cevap verecektir. Sayın Bakan,
buyurunuz.(AK Parti sıralarından alkışlar) SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi en samimi duygularımla selamlıyorum. CHP Muğla
Milletvekili Sayın Fevzi Topuz’un gündem dışı konuşmasında esnaf ve
sanatkârların sorunlarına ilişkin olarak gündeme getirmiş olduğu konulara cevap
vermek üzere huzurlarınızdayım. Evet, öncelikle
Bakanlığıma bağlı bulunan esnaf ve sanatkârlarla ilgili yapılmış olan çalışmadan,
birkaç tespitimi ve Sayın Milletvekilimizin dile getirmiş olduğu birkaç hususta
ben de sizlere görüşlerimi aktarmak istiyorum. Efendim,
öncelikle şunu ifade etmemiz lazım ki, esnaf ve sanatkâr cumhuriyet tarihinde
en fazla ilgiyi, en fazla desteği, en fazla alakayı 2002-2007 döneminde 58 ve
59’uncu AK Parti Hükûmetleri döneminde görmüştür.
Bunu, tabii, laf olsun diye söylemiyorum, bunu rakamlar söylüyor. Mehmet Ali
Bey, siz de bunu bilirsiniz, rakamlar söylüyor. (CHP sıralarından gürültüler) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Onun için perişan oldular. ATİLA EMEK
(Antalya) – Nasıl itham ediyorsunuz? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Efendim, bir dinleyin, önce bir
dinleyin Sayın Milletvekilim. ATİLA EMEK
(Antalya) – Öyle bir şey olur mu Sayın Bakan! Cumhuriyet dönemindeki bütün hükûmetler görev yapmıştır. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Milletvekilim, önce bir
dinleyin. Bakın, önce bir dinlemeyi öğrenin. ATİLA EMEK
(Antalya) – Görev yapmamış olur mu? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Önce bir dinleyin. Bakın, dinlemek de
bir… ATİLA EMEK
(Antalya) – Bütün hükûmetler görev yapmıştır. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, 2002-2007 döneminde, AK Parti Hükûmetlerinin yapmış olduğu çalışmaları ben şimdi
söyleyeceğim, arkadaşların buna verecek cevaplarının ne olduğunu da gerçekten
merak ediyorum. Değerli
arkadaşlar, ben, sizler gibi esnaflığı, sizler gibi sanayiciliği kitaptan
defterden öğrenmedim. Ben, sanayiciliği, esnaflığı bizzat yaşamış bir insanım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Biz de içinde yaşadık Sayın Bakan, biz de! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bu konuda benimle konuşurken dikkatli
konuşun. (AK Parti sıralarından alkışlar) OKTAY VURAL
(İzmir) – Esnaf, sanayici bize geliyordu sizden önce. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Efendim, 2002 yılında, Türkiye’de… OKTAY VURAL
(İzmir) – Siz milletin mi vekilisiniz, sanayicinin mi? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – …özellikle 2001 kriziyle beraber
esnaflar kepenk kapattı. ATİLA EMEK
(Antalya) – Ankara’da esnafı dolaşalım… SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın
Başkanım, lütfen sükûneti getirir misiniz. BAŞKAN – Lütfen
sakin dinleyiniz sayın milletvekilleri. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bu şekilde bir usul varsa konuşayım. ATİLA EMEK
(Antalya) – Öyle bir iddiayı ortaya koyuyorsunuz, Ankara’da esnafı birlikte
dolaşalım. BAŞKAN – Karşılıklı
konuşmayınız ve lütfen sakin dinleyiniz. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Dün dündür, bugün bugündür galiba. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, tabii, bu gelişimi
hazmetmek bazen zordur ama hazmedeceğiz, başka çaresi yok. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Rakamlar ortada, miktarlar ortada. 2001 senesinde,
esnafın kepenk kapatıp sokaklarda yürüdüğü günleri hatırlıyor musunuz?
Hatırlıyorsunuz. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Şu anda da yürür esasında. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, 2002 senesinde, Türkiye’de
esnafa verilen kredi, değerli arkadaşlar, 5 bin YTL idi. İsterseniz, rakamı
biraz zenginleştireyim, 5 milyar TL idi. OKTAY VURAL
(İzmir) – “2002 yılında alınan ekonomik reformlar olmasaydı bu Hükûmet yapamazdı.” diyen sen değil miydin? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Ve 2002 senesinde esnafa verilen,
toplam esnafa verilen kredi toplamı 153 milyon YTL idi. Aksini söyleyen varsa
bunun aksini söylesin bana. 153 milyon YTL, esnafa toplam destek verilirken…
(CHP sıralarından gürültüler) OKTAY VURAL
(İzmir) – “57’nci Hükûmette yapısal reformlar
olmasaydı olmazdı” diyen sen değil miydin? ABDULLAH ÖZER
(Bursa) – Sayın Bakan, zor duruma düşen esnaf kredi kullanır. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen konuşmacıyı sakin bir şekilde dinleyiniz. Buyurunuz Sayın
Çağlayan.(MHP sıralarından gürültüler) Sayın
milletvekilleri, lütfen sakin bir şekilde dinleyiniz. Buyurunuz
efendim. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Başkanım, ya arkadaşlar konuşsun
ya ben konuşayım. BAŞKAN –
Buyurunuz, konuşunuz Sayın Çağlayan. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, yine, 2002
yılında, bu 5 bin YTL olarak verilen kredilerin faizlerini hatırlıyor musunuz?
Beş sene geçti ama belki içinizde hatırlayanınız vardır. Yüzde 59, yüzde 49
faizlerle kredi veriliyordu ve toplam verilen kredinin toplamı 153 milyon
YTL’ydi. OKTAY VURAL
(İzmir) – Enflasyon kaçtı? ÖMER FARUK ÖZ
(Malatya) – Enflasyonu kim indirdi? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Dolayısıyla, o tarihte en fazla 50 bin
YTL, 50 bin kişiye kredi veriliyordu. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sen milleti borçlandırmaktan keyif alıyorsun. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Şimdi, bugün, 2007 yılına geldiğimiz
zaman, bakın -bu, TESK’in kendi teyididir, bütün
rakamlarda vardır- esnafa verilen kredi bugün… OKTAY VURAL
(İzmir) – Millet keyfinden mi borçlanıyor? RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Aldığı krediyi ödüyordu esnaf o zaman, ama şimdi ödeyemiyor. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – 35 bin, 50 bin YTL’ye çıkmıştır, 10
katına yükselmiştir, beş yılda 10 katına yükselmiştir. OKTAY VURAL
(İzmir) – Milleti borçlandırdınız. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, beş yıl önce 50 bin esnaf kredi
alırken bugün 752 bin esnafımız kredi almaktadır. OKTAY VURAL
(İzmir) – Bir bankanın kârı 2,5 katrilyon ya! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – 17 katına çıkmıştır. Beş yıl önce 153
milyon YTL esnafa toplam kredi hacmi kullandırılırken, bugün bu rakam 2,7
milyar YTL’ye, 2,7 katrilyona çıkmıştır. TAYFUR SÜNER
(Antalya) – Esnaflar yalan söylüyor o zaman! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bunlar cumhuriyet tarihinin ilki değil
de nedir, ben size soruyorum arkadaşlar Allah aşkına! (AK Parti sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar) Dolayısıyla
söylediklerimizi çok önemli ve çok ciddi bir şekilde söylemek zorundayız. OKTAY VURAL
(İzmir) – Esnaf dinliyor sizi, esnaf dinliyor. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Şunu söylüyorum: Diyorum ki, değerli
arkadaşlar, bakın… OKTAY VURAL
(İzmir) – Tekstil sanayicisi dinliyor sizi. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Esnafla ilgili yapılan çalışmalar çok
net ortaya çıkmıştır. Zaman zaman bazı arkadaşlarımız
ortaya çıkarak, efendim, “Şu kadar esnaf kapandı, şu kadar bakkal kapandı.” OKTAY VURAL
(İzmir) – Tatile gönderdiniz onları, öyle mi? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Doğru, esnaf da kapanıyor, bakkal da
kapanıyor. OKTAY VURAL (İzmir) –
Darısı başınıza. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Ancak, biz meselelere iki gözümüzle
bakmak zorundayız. Yani sadece kalkıp kapanan bazında bakarsak, peki açılanı
kim söyleyecek? SAFFET KAYA
(Ardahan) – Çok doğru. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Ankara Ticaret Odasının verileri… En
sağlam veri, benim Bakanlığımdaki veri, çünkü benim Bakanlığıma bağlı e-esnaf
sicil belgesinde 1 milyon 861 bin esnafın kayıtlarını ben on-line ortamda dakika dakika
izliyorum. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Nüfus artıyor. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Dolayısıyla bu konuda kaç esnafın
kapandığını, kaç tanesinin kapandığını söyleyeyim de hiç olmazsa ona göre
arkadaşlarımız en azından bilgi sahibi olsunlar. (AK Parti sıralarından
alkışlar) MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sayın Bakan, o rakamlar kapatılan esnafın rakamları, iflas edenin değil.
Ben biliyorum rakamları. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın,
esnaf sayısı itibarıyla söylenen şu: Efendim, deniliyor ki, kapanan sayısına
baktığımız zaman 2002 yılında 123.393 açılan esnaf var, kapanan 117.600. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Bir gidin sokağa görün, bir çarşıya gidin! Gidebiliyorsanız gidin! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – 2003 yılında 141.291 açılan var,
kapanan 104.400. 2004 yılında 146 bin açılan var, kapanan 92 bin -rakamları
yuvarlatıyorum- toplamına geldiğimiz zaman, 2002-2007 arasında toplam 625.693
esnafımız kapanmış, doğru. Ama bunun karşılığında 1 milyon 27 bin 774 yeni
esnaf da açılmış. Kapananların bir kısmı da 2005 yılında çıkarılmış olan Esnaf
Kanunu’nda yapılan düzenlemeye göre olan kapatımlardır.
Bir kısmı ölümdür, bir kısmı mesleği bırakmıştır. Şimdi, dönelim
gelelim bakkal meselesine. Evet, bakkal konusu da fazlasıyla speküle edilen bir konudur. Değerli
arkadaşlar, bakkal rakamlarına bakıyorum, açılan kapanan bakkal rakamlarına:
2003 yılında kapanan bakkal sayısı 8.978, açılan bakkal sayısı 14.780. 2004
yılını örnek veriyorum size: Kapanan bakkal sayısı 8.448, açılan bakkal sayısı
14.451. Zamanınızı almak istemiyorum. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sayın Bakan, şöyle düzeltirseniz doğru olur: Bakın, “Sicilden kayıt
sildiren” derseniz doğru olur. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - 2003-2007 arasına baktığımız zaman,
kapanan bakkal sayısı 61 bin, açılan bakkal sayısı ise 79.260. Yani, şunu çok
net bilin: Türkiye’de kapanan her 77 bakkala karşılık 100 yeni bakkal
açılmıştır. Şimdi, bilmemiz
gereken bir şey var: Türkiye çok önemli bir değişim ve dönüşümden geçiyor,
dünya ekonomisi çok önemli bir değişim ve dönüşümden geçiyor. Böyle bir
ortamda, tabii ki, bütün işletmelerimizin, bütün yapıların yeniden bu değişim
ve dönüşüm sürecine ayak uydurması şarttır. Bunun karşısında duramazsınız. Eğer
dünya ekonomisinin bir parçası iseniz, dünya ekonomisinde söz sahibi olmak
istiyorsanız, dünya ekonomisine kayıtsız kalamayacağınıza göre, bu getirilmiş
olan değişikliklerin hepsine de, dönüşüme de uymak mecburiyetindesiniz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Esnafı kapatacaksınız, sanayiciyi bitireceksiniz. Ofer,
Oger açacak, devlet kapatacak. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Şimdi, bu noktada bakın size birkaç
örnek vereceğim: Şimdi, bunları… Arkadaşlar, tekrar söylüyorum: Kitaptaki
bilgilerle bu iş olmaz, bu iş yaşayarak, görerek, gezerek, esnafın içine
girerek olur. (CHP sıralarından gürültüler) MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Esnaf yaşıyor, millet yaşıyor Sayın Bakan, biz yaşıyoruz. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Ben bunu yapıyorum yıllardır, benim
yıllardır yaptığım iş bu. Ben yirmi yedi sene bu ülkede sanayicilik yaptım. (AK
Parti sıralarından alkışlar) OKTAY VURAL
(İzmir) – Siteler’e gidelim Sayın Çağlayan. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Şimdi, bakın arkadaşlar, ekonominin
iyiye gitmesiyle beraber, faizlerin düşmesiyle beraber, kişi başına millî
gelirin artmasıyla beraber… Rakamları tekrar bir hatırlayalım, zaman zaman hatırlatmakta fayda var. OKTAY VURAL
(İzmir) – Bakalım. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) -
2002 yılında Türkiye gayrisafi millî hasılası
181 milyar dolar. OKTAY VURAL (İzmir) – Evet. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 2007 sonu
itibarıyla Türkiye’nin gayrisafi millî hasılası, yani
toplam cirosu 489 milyar dolar. OKTAY VURAL
(İzmir) – Borcun ne kadar? KÜRŞAT ATILGAN
(Adana) – Kaç euro? MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Türk lirasına çevirelim Sayın Bakan. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - 308 milyar dolar… MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakan, Türk lirasına çevirerek konuşun. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Hepsine cevap vereyim. Bakın, şimdi,
bunların hepsine çok rahat cevap vereceğim. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Bakan… SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Anlatayım size. Acele etmeyin. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Bakan… SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Cevap vereyim efendim, acele etmeyin.
Size söyleyeceğim. OKTAY VURAL
(İzmir) – Ya, artık TL çıktı TL! TL’ye çevirelim şunu Sayın Bakan. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Gelin Türk lirasıyla konuşalım. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Grup Başkan Vekilim, bakın, her
konuyu anlatayım size. Peki.. MEHMET ŞANDIR (
Mersin) – TL ile konuş, niye dolarla konuşuyorsun! (AK Parti ve MHP
sıralarından gürültüler) SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Onların anlamaya niyeti yok. Anlamaya
niyetleri yok. Evet, şunu ifade
edeyim, değerli arkadaşlar, bundan beş sene evvel… (AK Parti ve CHP
Sıralarından gürültüler) HASAN ANGI
(Konya) – 100 lira toplayıp, 117 lira ödüyorduk… SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Angı...
…beş sene evvel
ihracatımız 36 milyar dolar idi. Değerli
arkadaşlar, bakın, bugün sadece bir otomotiv sektörü 21 milyar dolar ihracat
yapıyor. Deniliyor ki, efendim, otomobil ihracatında ithalat girdisi, fazlası…
Arkadaşlar, bilmeyenlere tekrar bir adres göstereyim, Otomobil Sanayicileri
Derneğinin İnternet sitesine girin, çok basit, çok kolay buraya girmek. OKTAY VURAL (İzmir)
– Nedir? Web sayfası ne? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Otomobil Sanayicileri Derneğinin
İnternet sitesinde Türkiye’de 21 milyar dolarlık otomotiv ihracatının ve yan sanayi
ihracatının, her bir 100 dolarlık ihracatın 43 doları bugün ithalatta yapılmaya
başlamış. Giderek ithalat girdisi azalıyor. Zaman zaman
fikirlerimizi, bilgilerimizi güncellemekte fayda var. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Yapmayın bunu, yapmayın! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Onun için de gelin bakın çok güzel
nimetler var, on-line ortamda bunları görebilirsiniz. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Rakamları bu kadar çarpıtmayın ya! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Şimdi bunları niye söylüyorum? Bakın
bunlar, ekonomideki gelişmeler ve kredi faizlerinin yüzde 59’lardan bugün yüzde
20’ler seviyesine düşmüş olması son derece önemli. OKTAY VURAL
(İzmir) – Ne imiş? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Yüzde 59, yüzde 49 faizle esnafa kredi
verirken… MUHARREM VARLI
(Adana) – Enflasyon kaç, enflasyon? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – …o kredi faizini verenler bugün yüzde
13 faiz konusunda ne diyorlar, şaşıyorum. MUHARREM VARLI
(Adana) – Faiz kaç? OKTAY VURAL
(İzmir) – Esnafı, sanayiciyi borçlandırdık diye övünülür mü yani! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Ve özellikle banka kredilerinin
azalması… OKTAY VURAL
(İzmir) – Milleti ipotekli gelire döndürdünüz! Hayatı ipotekli! SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) –
…bankaların, tefecilerin elinden esnafın kurtulmasıyla beraber. değerli arkadaşlar, bakın, bugün gelmiş olduğumuz ortamda… OKTAY VURAL
(İzmir) – “Borç alan emir alır.” demişti Başbakanınız. Nereden emir
alıyorsunuz? SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN
(Devamla) – …Türkiye’de yaklaşık 400 bin araç satılıyor her sene. 400 bin
aracın satıldığı ortamda… OKTAY VURAL
(İzmir) – Nereden emir alıyorsunuz? ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Milletten. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – …çok net ifade edeyim, otomobiller
sıfır kilometre ve bu otomobillerin büyük bir çoğunluğu, yüzde 100’e yakını beş
yıllık ücretsiz bakım garantisiyle satılıyor. İçinizde sıfır otomobil alan var
mı beş sene içinde? Bunu çok yakın bir şekilde görmüştür. Şimdi ben seçim
zamanı Nallıhan’a gittim, Nallıhan’da 3 oto elektrik ustası yan yana.
“İşleriniz nasıl?” dedim. “İşlerimiz yok.” dediler. Yani beklediğim bir
cevaptı. Şimdi, değerli
arkadaşlar, sıfır otomobilin ülkede satıldığı ve bunların beş yıllık ücretsiz
bakım garantisiyle satıldığı bir ortamda bu insanlar tabii ki oradaki oto
sanatkârı esnafının yeniden çalışmasını gözden geçirmesi gerekiyor. Bizim oto
sanatkârlarımız da bir araya gelerek, kaportacısının, boyacısının, mekanikçisinin,
egzozcusunun bir araya gelerek belli şekilde yapılar oluşturması lazım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sanayici batıyor Sayın Bakan! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Bakın, bu konuda KOSGEB olarak, bu
konuda Bakanlık olarak, bununla ilgili çalışma yapıyoruz. Değerli
arkadaşlar, bakın, tekrar söyleyeyim… OKTAY VURAL
(İzmir) – Sizin, AKP’nin değil, sanayicinin dertlerini dile getirmeniz
lazım. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Sayın Başkanım, yani bu şekilde… Ben
cevap verebilirim arkadaşlara ama Genel Kurulun adabına uymayacağı
kanaatindeyim. BAŞKAN – Siz
konuşmanıza devam edin Sayın Çağlayan. Buyurunuz. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Siz devam edin, Başkan takip ediyor. Başkanlık görevini siz yapmayın,
Başkan gereğini yapar. ÖMER FARUK ÖZ
(Malatya) – Yapmıyor canım! BAŞKAN –
Buyurunuz, konuşmanıza devam ediniz Sayın Çağlayan. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) -
Ve bakın, şunu ifade edeyim… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Başkan gereğini yapar. Siz buyurun! BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen konuşmacıyı biraz daha sakin dinleyiniz. Buyurunuz Sayın
Çağlayan, devam ediniz. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, bakın,
tekrar söylüyorum: Lütfen dinlemeyi bilelim, bilmiyorsak öğrenelim. OKTAY VURAL
(İzmir) – Ama doğru bilgileri verin! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Öğrendiklerimiz yanlışsa yenisini
öğrenelim, doğrusunu öğrenelim. Bu konuda isterseniz bununla ilgili
Bakanlığımızın İnternet sitesine girin hepsini görürsünüz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Defteri ben vereyim Sayın Bakan, burada, sizin günah defteriniz
burada! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Efendim, netice itibarıyla, gelmiş
olduğumuz ortam şu: Evet, Türkiye ekonomisi çok güçlü, Türkiye ekonomisi son
derece dinamik ve dünyadan doğrudan yabancı sermayenin sürekli gelmiş olduğu
bir ülkedir. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Hangi bedelle geliyor? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bugün, Türkiye, 2007 sonu itibarıyla,
22 milyar dolar –yine cumhuriyet tarihinde bir ilktir bu- doğrudan yabancı
sermaye almıştır. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Hangi bedeli alarak yabancı sermaye geliyor? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Doğrudan yabancı sermaye, bu ülkenin
geleceğine, siyasi istikrarına, ekonomik istikrarına güvendiği ve bildiği için
bu ülkeye geliyor. OKTAY VURAL
(İzmir) – Ne kadar istihdam getirmiş? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - 22 milyar dolarlık yabancı sermaye,
Türkiye açısından, Türkiye'nin siyasi istikrarının ve ekonomik istikrarının son
derece artırılması noktasında önemlidir. OKTAY VURAL
(İzmir) – İstihdam ne kadar getirdi? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - İstihdam konusunda da, değerli
arkadaşlar, ben bu konuda gerçekten ders verebilirim. Bakın, tekrar söylüyorum,
benim kadar istihdam konusunu Türkiye’de gündeme getiren, çözüm önerisini
geliştiren başka biri varsa, tartışmaya da hazırım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Onun için çözülmedi Sayın Bakan! RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Norveç’e kaç kişi müracaat etti? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - İstihdam konusunda neler yapılacağını,
ne yapacağımızı çok net bilmekte fayda var. (AKP sıralarından alkışlar) OKTAY VURAL
(İzmir) – Sanayi Odası Başkanı iken öyleydiniz, AKP olunca unuttunuz! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Bakın, tekrar söylüyorum: Değerli
arkadaşlar, bu konularda, eğer dinlerseniz, bakın eğer dinlerseniz, hakikaten
bir şeyler öğrenebilirsiniz diye düşünüyorum çünkü fayda var. Yani en azından
yanlış bilgiler varsa, yanlış bilgileri düzeltelim. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Öyle mi? OKTAY VURAL
(İzmir) – Elhamdülillah! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şunu çok net ifade
edeyim: Siz bakmayın birilerinin “efendim, esnaf kapandı.” Doğru, kapanıyor ama
biraz evvel rakamları verdim yani 100 yeni açılan var, 77 kapanan var. Bu son derece
doğaldır serbest piyasa ekonomilerinde. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Toplamı söyleyin! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Bunlar tabii ki olacaktır. Bunların sebeplerini iyi görmek lazım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Ölen ölür kalan sağlar bizimdir, öyle mi? Vay anasını be! Bravo size
vallahi! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Ancak şunu ifade edeyim: Özellikle
faizin düşmesiyle beraber, bu dönemde, bakın, çalışma alanımızı değiştiriyoruz.
KOSGEB bugüne kadar sadece imalat sanayisine kredi verir bir yapı içindeydi.
Bakanlığıma bağlı KOSGEB, sadece iki ayda vermiş olduğu destekle 16.500 kişiyi
istihdam etmiştir. Bu konuda, istihdam konusunda soru soranlara zannediyorum
cevap olacaktır bu. KOSGEB, iki ayda vermiş olduğu 85 milyon YTL’lik sadece
faiz desteğiyle, değerli arkadaşlar, Kasım-Aralık 2007’de 16.500 istihdam
sağlamıştır ve bu 16.500 istihdamın yaklaşık yüzde 50’si ilk defa işe
girenlerdir. Şimdi KOSGEB’in
tanımını, kavramını değiştiriyoruz. KOSGEB’in stratejik planını yeniden
değiştiriyoruz, üzerinde çalışma yapıyoruz. Buraya hizmetler sektörünü de
katarak KOSGEB’in daha etkin, hem sanayiye hem imalat sektörüne hem de
hizmetler sektörüne görev yapacak ve bunlara fayda verecek bir alan çalışması
içindeyiz. Bunu yaparken önümüzdeki dönem çok önemli çalışmalar yapıyoruz. Evet, esnaf
kardeşlerimizin zaman zaman dile getirmiş olduğu 5362
sayılı Kanun’daki eksiklik ve aksaklıkların düzeltilmesi noktasında
Bakanlığımız sıkı bir çalışma içinde. Yine, on yıldır
yapılmayan, en son 1998 yılında yapılan esnaf şûrasını, inşallah, bu sene Mayıs
ayında yapıyoruz. Bununla ilgili çok önemli, çok güzel bir platform olacak. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sorunları yok ki neyi yapıyorsunuz? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – 1998 senesinden 2002 senesine kadar
yapmayanlara ithaf ederek bunu söylüyorum. Bugün gelmiş olduğumuz durumda,
esnaf şûrasında yapılacak olan bu çalışmalarla esnafımızın bütün sorunlarının
yeniden değerlendirileceği, yeniden açılım sağlanacağı bir ortamı getirmek
istiyoruz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Hani yoktu sorunu! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bu konuda şunu ifade edeyim. Bakın,
yine size buradan bir mesaj daha vereyim. Evet, bir başbakan, TESK’i ilk defa… Sayın Başbakanımızla beraber bir ay önce
TESK konfederasyonunu ziyaret ettik ve Konfederasyonda bütün birlik başkanları,
bütün federasyon başkanlarıyla bir araya gelerek, onlarla beraber konuyu
değerlendirdik. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Doğru değil! Daha önce TESK’i başka
başbakanlar da ziyaret etti. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Başka başbakanlar da gitti. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Tansu Çiller de gitti, Süleyman Demirel de gitti. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bizim esnafa olan
bağlılığımız, esnafa olan çalışma şartlarımız, prensiplerimizi biz
yaptıklarımızla, icraatlarımızla zaten ortaya koymuşuz. Evet, Türkiye
önemli çalışmalar, önemli açılımlar yapıyor. Sadece Bakanlığıma ait olmak üzere
yirminin üzerinde kanun düzenlemesi var. Büyük mağazalar kanunu da bu
çerçevede, Bakanlığım tarafından bütün kesimlerin görüşleri dikkate alınarak,
bütün kesimlerin gündeme getirmiş olduğu konular, hepsi dikkate alınarak
hazırlanmış ve Başbakanlığa gönderilmiştir. OKTAY VURAL (İzmir)
– Şehir dışına çıkaracak mısınız? SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Başbakanlık da tabii önümüzdeki
günlerde yapılacak olan görüşmeyle beraber Meclis gündemine getirecektir. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Beş yıldır dinliyoruz! MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Beş yıldır, beş! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bunu yaparken şunu yapıyoruz, şunu
yaptığımızı çok net bilin. Bakın, sizin bilmeniz gereken bir konu daha
söylüyorum. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Bir günde yasa getiriyorsunuz mahallî idarelerle ilgili. Bir günde
yasayı getirip, yasayı geçiriyorsunuz. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, biz yaptığımız
bütün kanunları değerlendirme etki analizleri yaparak ve değerlendirme etki
analizleri çerçevesinde bunların ne getirip ne götüreceğinin hesabını yaparak
bu şekilde getiriyoruz ve yapacağımız… OKTAY VURAL
(İzmir) – Boş ver Sayın Bakan, AKP’nin günahına ortak olma. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Ali Coşkun da böyle söz verdi, ondan sonra özür diledi. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayalım. Buyurunuz Sayın
Çağlayan, devam ediniz. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Sayın Başkanım, ben Meclise yeni
gelenlerden biriyim, fakat tecrübeli insanların da Meclis düzeni konusundaki
hareketlerini görünce, inanın ki hayretle karşılıyorum bu işi. BAŞKAN – Lütfen,
siz konuşmanıza devam edin Sayın Çağlayan. Buyurunuz,
konuşmanıza devam edin. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Ama, konuşurken yanıltmamak lazım.
Dinleyenleri de yanıltmamak lazım. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, netice
olarak size şunu söyleyeyim: Hani arkadaşlar diyor ya “Esnaf battı, esnaf şu
yaptı, bu yaptı…” MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Esnaf da söylüyor, biz de söylüyoruz. SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, size soruyorum, bu
ülkede AK Partiye yüzde 47 kim oy verdi Allah aşkına ya! (AK Parti sıralarından
alkışlar) OKTAY VURAL
(İzmir) – Kapanan esnaf! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Yani, bu ülkede 2 kişiden 1’i bu
partiye oy verdiyse bu esnaf ve sanatkâr kardeşlerimiz kendilerine geçmiş
dönemde yapılan çalışmaları dikkate alarak bu çalışmaları yaptılar. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Hesabını soracaklar! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Onun için, şunu çok net bilin ki bugün
şunun altını çizmek lazım: Evet, Türkiye’de yeni bir yapılanma, yeni bir
değişim süreci yaşanıyor. Bunun için ardı ardına birçok kanunu Büyük Millet
Meclisimiz Genel Kurulunda görüşüyor, gerçekleştiriyor. Türkiye yeni bir
ekonomi, yeni bir dünya anlayışıyla beraber yeniden yapılanıyor. Bu noktada esnaf
ve sanatkârımızın da yeniden yapılanması noktasında, özellikle KOSGEB başta
olmak üzere, kümelenme dalında çok önemli çalışmalar yapıyoruz. BİLGİN PAÇARIZ
(Edirne) – Esnaf battı, battı. Esnaf bitti! Hayal görme Bakan, esnaf bitti! SANAYİ VE TİCARET
BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) – Esnafımızın güçlerinin birleştirilmesi
ve sektörel anlamda birliktelik sağlamak üzere çok
yoğun çalışma yapıyorlar. Yine, bilmeyen
arkadaşlarım açısından önemle ifade ediyorum: Şu anda İnegöl’de yetmiş beş
bakkal bir araya geldiler, bunlar ortak tedarik yapmaya başladılar, kendi güçlerini
birleştirdiler ve ortak tedarikle mallarını daha ucuza almaya, daha uzun vadeli
almaya ve tek fiyat, tek logo anlamıyla satmaya
başladılar. Evet, geleceğimiz
nokta bu. Artık, bundan sonraki dönem özellikle esnaf ve sanatkârımız başta
olmak üzere sanayimizin kümelenmesi, belli alanlarda ihtisaslaşması, belli
alanlarda müşterek hareket etmesi ve bu noktada, yine KOSGEB olarak önümüzdeki
günlerde yapacağımız çalışmalarla, esnafımızın sürekli yeni model sistemde
yenilenmesi, teçhiz edilmesi noktasında sürekli çalışmalar yapıyoruz. Bizim
sabah akşam yaptığımız iş bu. Sabah saat sekiz buçukta mesaiye başlıyoruz,
gecenin saat ikisine kadar biz, esnaf ve sanatkârımız, sanayicimiz, tüccarımız
için neler yapabiliriz, onların şartlarını nasıl daha iyi yaparız, şartlarını
daha modern hâle nasıl getiririz, bunun çalışması, bunun çabası içindeyiz. Onun dışında,
tekrar ifade ediyorum, zaman zaman çekler, senetler
gündeme getiriliyor. Size son bir rakam vererek konuşmamı bitirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bakın, ekonomide hangi parametrelere bakılacağı
uluslararası kurallara bağlanmıştır. 2002 yılında Türkiye’de toplanan mevduatın
krediye dönüşüm oranı yüzde 31,8. 2007 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de toplam
mevduatın yüzde 81’i krediye dönüşüyor. 2001 yılında toplam mevduatın yüzde
31,8’i krediye dönüşürken bu kredilerin yüzde 37,5’u yani üçte 1’inden fazlası
takibe uğramış kredilerdir. Bugün ise 2007 yılı sonu itibarıyla kredi hacmi
–bakın, altını çizerek söylüyorum, bu rakamlar önemli rakamlar- bugün 362
milyar YTL’lik bir kredi hacminden, değerli arkadaşlar, takibe uğrayan kredi
miktarı yüzde 3,5’dur. Yüzde 31,8; yüzde 37,5; yüzde 81 ve yüzde 81’in yüzde
3,5’u. OKTAY VURAL
(İzmir) – Nereden nereye! SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Devamla) - Evet,
nereden nereye. “Nereden nereye!”
derken işte bu rakamlar… Eğer ekonomiye bakılacaksa bu parametrede bakılır. Efendim, ben bu
duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum, sağ olun. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Çağlayan. Gündem dışı
ikinci söz Mersin ilinin sorunları hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’a aittir. Buyurun Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar) 2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
Mersin ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ümit ederim Sayın Sanayi ve
Ticaret Bakanımız salondan ayrılmazlar. Aslında ben sorunları konuşacaktım ama
Sayın Bakanın bu konuşmasından sonra sorunları konuşmak çok anlamsızlaşacak. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Sayın Bakan tebrikleri kabul ediyor Sayın Şandır. MUHARREM VARLI
(Adana) - Onların en iyi yaptığı iş tebrik etmek zaten. MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Sayın Bakan tebrikleri kabul ediyor ama kendisine bir soru soruyorum.
Bir sonuç olarak, sayın bakanlar… OKTAY VURAL
(İzmir) – Dinle, dinle Sayın Bakanım! BAŞKAN – Lütfen,
buyurunuz, Genel Kurula hitap ediniz Sayın Şandır. OKTAY VURAL
(İzmir) – Uyarır mısınız Bakanlar Kurulu sıralarını efendim, dinlesinler Sayın
Hatibi. Uğultu yapıyorlar sayın bakanlar orada. MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Sayın bakanlar, Sayın Meclis, Sayın Genel Kurul; bir sonuç olarak
söylüyorum: Mersin’de -burada bir metin var ama- her 4 kişiden 1’i işsiz
geziyorsa -yüzde 23,7 TÜİK’in rakamları- hangi iyilikten
bahsediyorsunuz Sayın Sanayi Bakanı? OKTAY VURAL
(İzmir) – Nereden nereye! MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Sayın Bakan onlara iş bulur. MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Hangi iyilikten bahsediyorsunuz? “Felaket tellallığı yapmayın.”
diyorsunuz. Mersin’de bunu söylediniz. Felaket
tellallığını Sayın Maliye Bakanı yapıyor. “Martın sonunda esas krizin büyüğünü
görün.” diye Sayın Maliye Bakanının beyanı var. Sayın Nazım Ekren
Bey’in beyanları var: “Beş parametrede önemli kırılmalar yaşanacak. Yeni ve
özel inisiyatifler geliştirmek gerekir.” diyen sizin
ekonomiden sorumlu Bakanınız. Değerli Başkanım,
sayın milletvekilleri; aslında zenginlik ve güzellikler bölgesi olan Mersin ve
Mersin ilinin sorunlarını dile getirmek ve AKP İktidarını halkıma şikâyet etmek
üzere söz aldım. Ama Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanı burada esnafların durumunu
konuşurken, yazık, heyhat, AKP’nin geçmiş beş yılını yeni seçilen ve bir sivil
toplum kuruluşunun başkanı olarak gerçekten geçmiş dönemde çok sıkıntılı sözler
söyleyen bir Sayın Bakanın ifade etmesi de böyle bir acı talih demek lazım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Takdiriilahî; MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Ama bir şey söylüyorum: Şimdi, Mersin gerçekten güzellik ve
zenginlikler bölgesi. Yılın üç yüz günü güneşlik. Şimdi, Sayın
Bakan söylüyor. Bende de rakamlar var: Mersin’de 2002 yılında 112 bin olan
esnaf sayısı, 22 Temmuz seçimlerine gittiğimizde 84 bine düşmüştü. OKTAY VURAL
(İzmir) – Nereden nereye! MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Nereden nereye! Şimdi, Sanayi
Bakanı şunu söylemeli: Mersin’in merkezine “Forum” diye bir toplu ticaret
merkezi açıldı, yüzlerce esnaf kapandı. Buna çözüm üretmek gerekmiyor mu? Buna
nasıl çözüm üreteceğinizi söylemeniz, esnafı savunurken, esnafın iyi olduğunu
iddia ederken buna bir çözüm üretmek durumunuz yok mu? Değerli
milletvekilleri, burada dile getirmek istediğim sorunlar vardı, Mersin
milletvekilleri olarak dile getirmemiz gereken bir sorun var. Bir şeyi söylemek
istiyorum: Mersin, gerçekten Türkiye'nin koçbaşı olabilecek, bu küresel dünyanın
küresel kapısı olabilecek zenginliklerin ve güzelliklerin merkezi, ama
Mersin’de, maalesef, demin söylediğim gibi her 4 kişiden 1’i işsiz geziyor,
hatta çalışabilir nüfusun yarısı işsiz geziyor. Ben bu hafta sonu
Mersin’deydim. Domatesin 3 kilosu 1 lira, alan yok. Çiftçinin ürettiği limon,
portakal dalında kururken Mersin Limanı’nda Arjantin’den gelen ithal limon
satılıyor. Mersin’in sorunu bu, ama Mersin’in yolunun açılacağı yer turizmdir.
Turizmde yeni bir handikap yaşıyoruz. Bunu sizinle
paylaşmak için söz aldım. 1970’li yıllarda başlayan uluslararası turizm
yatırımları maalesef Mersin’de engellenmiştir, ikinci konuta yönlendirilmiştir
Mersin. Antalya ve Ege kıyıları uluslararası turizme açılırken Mersin heba
edilmiştir. Şimdi Mersin’de
yeni bir turizm atağı planlanıyor, bir gayret var. Sayın milletvekillerim de
biliyor, AKP’li milletvekilleri de biliyor. Ama AKP Hükûmeti,
Sayın Tarım Bakanımızın girişimiyle, Mersin sahillerine, Muğla’daki, Ege’deki
balık çiftliklerinin taşınmasının hazırlığı yapılıyormuş. Değerli
milletvekilleri, Mersin gibi, yani işsizi çok, çok sorunu olan, göç sorunu
olan, asayiş sorunu olan… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurunuz efendim, devam ediniz. MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – …bu güzel ilimizde, bu güzel bölgemizde bir çıkış yolu olarak
düşünülen turizm eğer balık çiftlikleriyle önlenirse, bence, bu, AKP’nin zulmü
olur. Sayın AKP’nin Mersin milletvekillerini de uyarıyorum, özellikle de Sayın
Bakanımız Kürşad Tüzmen’i uyarıyorum. Bunu engellemek lazım. Bu doğru olmaz. Mersin’de 320 bin
yatak kapasiteli bakir turizm potansiyeli var. Her iki yatak bir istihdam
yaratıyor. Bundan daha büyük istihdam imkânı yok. Bu sebeple, Mersin’in bu
yönüyle önü açılmalıdır. Bu yönde Mersin’e engel olacak girişimlerden Hükûmetimiz ve sayın bakanlar ısrarla kaçınmalıdır. Buradan
soruyorum, özellikle Sayın Kürşad Tüzmen’e soruyorum:
Mersin havaalanının sözünü vermiştiniz. Bu sözünüzde duracak mısınız durmayacak
mısınız? Mersin’de üç yöne kara yolu var, üçü de acınacak durumda.
Mersin-Antalya, Mersin-Konya, Mersin-Ankara kara yolları gerçekten çok kötü
durumda. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Şandır, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Bitirmek istiyorum efendim. Sayın Bakanımıza
soruyoruz: Bu yollarla ilgili bir yatırım projeniz var mı? Özellikle
Mersin-Antalya yolunu ne zaman bitirmeyi planlıyorsunuz? Havaalanının temelini
atacak mısınız? Değerli
milletvekilleri, Mersin’in dağlarında inanınız ki insanlar kayaları düzeltiyorlar,
toprak taşıyorlar, sera kuruyorlar, sebze ve meyve üretiyorlar; onurlarıyla,
doğdukları yerde kendi emekleriyle yaşamanın gayretindedirler. Ama size bir acı
gerçeği söyleyeyim: Sayın Ali Er’in memleketinde Değerli
milletvekilleri, sözün özü ve sonu şudur: Mersin’in, bu güzellikler ve
zenginlikler şehri Mersin’in… Mersin’de insanların anası ağlıyor, bunu
bilesiniz. Bu zor şartlar altında Mersinlilerin onurlu yaşamak için verdikleri
gayret çok büyük, anaları ağlıyor. Ama bilesiniz ki Mersinlinin anasını alıp
gidecek bir başka yeri de yok. Gelin,
sözlerinizi tutunuz, vaatlerinizde durunuz ve Mersin’e, Mersinlilere hizmet ediniz
diyor, hepinizi Mersin’in güzelliklerine davet ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Şandır. Gündem dışı
üçüncü söz, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunun işlevi ve önemi
hakkında söz isteyen Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’a
aittir. Buyurunuz Sayın Koçal. (CHP sıralarından alkışlar) 3.- Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın,
Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunun işlevine ve önemine ilişkin
gündem dışı konuşması ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Tabii, Sayın
Bakanımızın bu konuşmasından sonra, gerçekten ben de Zonguldak’ımızın durumunu
gözümün önüne getirdim. Orada, hepimiz biliyoruz ki yüzde 25 oranında işsizlik
vardır ve esnafların yüzde 60’ı icralıktır. Esnaflar icra dairelerinin
kapılarında zamanını geçirmektedir, ticaret yapacak fırsat bulamamaktadırlar.
Sayın Bakanın bunları bilmesini arzu ederiz ve bu söylediklerini de ticaret ve
sanayi odası başkanlarının huzurunda söylemesini temenni ediyoruz. Öyle olursa
herhâlde karşılıklı daha iyi anlaşacaklardır. Sayın Bakanın herhâlde, tabii
tuzu kuru. Çünkü, Türkiye’de sayılı zenginler
arasındadır kendileri. Çok değerli
arkadaşlar, ben Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının
işlevi ve önemiyle ilgili gündem dışı söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi, AKP İktidarı döneminde Milli Eğitim
Bakanlığında taşlar yerinden iyice oynatılmış ve her şey altüst edilmiştir. En
küçük birimdeki okul müdüründen en üstteki müsteşara kadar bir kadrolaşma
yapılmış ve eğitim bilimsel özünden çıkartılarak dinselleştirme çabası içine
girilmiştir. Bu kadrolaşmanın en çok da Talim Terbiye Kurulu bünyesinde
gerçekleştirilmesi ise düşündürücüdür. Çünkü Talim ve Terbiye Kurulu Millî
Eğitimin beynidir, bilimsel danışma ve karar organıdır, çağdaş yöntemlerle
eğitimin gerçekleşmesini sağlamakla görevlidir. Anayasa’mızın 42’nci maddesi ve
1739 sayılı Millî Eğitim Temel Yasası da eğitimin çağdaş, demokratik, laik, Atatürk
ilke ve devrimleri ile cumhuriyet esasları çerçevesinde olması gerektiğini
hükme bağlamıştır. Hâl böyle iken Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı cemaat ve
tarikatların öngörüleri doğrultusunda cumhuriyetin tüm kazanımlarını yok etme,
Atatürk ilke ve devrimleriyle laikliği ortadan kaldırma adına çalışmalarını
sürdürme çabası içindedir. Talim ve Terbiye Kurulunda ise bu anlayışın
egemenliğe fırsat hazırlama noktasında onarılması güç bir yıkım içerisinde
olduğu görülmektedir. Değerli
milletvekilleri, demokratik ve laik cumhuriyet kurumları örselenerek genç
beyinlerin yıkanmaya çalışıldığını, çağdaş bilgiler yerine çocuklarımızın
beyinlerine cinler, periler, şeytanlar sokulduğunu hepimiz yakından
gözlemliyoruz. Abdest suyunun faydalarını anlatanların üst düzey yönetici
yapıldığını da biliyoruz. Ders kitaplarındaki rantı
paylaşmak için kadrolar kurulduğunu, pedagojik formasyonu olmayanların Millî
Eğitim Bakanlığı kademelerinde yüksek makamlara getirildiğini de biliyoruz.
Millî Eğitim Bakanımızın Bakanlığını kendi çiftliği gibi yönetmek istediğini de
hep birlikte müşahede ediyoruz ve görülüyor ki Sayın Bakan tarikat ve
cemaatlere olan diyet borcunu ödemek için çok büyük çaba sarf etmektedir. Ve
yine hepinizin bildiği gibi Sayın Bakan yönetmelikleri sık sık
değiştirerek yönetici atamalarında liyakate önem vermemiş, eğitimi kendi
düşünceleri doğrultusunda yönlendirecek kadrolar yaratmıştır. Böylece, eğitim
özünden saptırılmış, yasa ve yönetmeliklere aykırı olan atamalarla bir kısım
eğitimciye işkence çektirilmiş, bir kısmı da ödüllendirilmiştir. Değerli
arkadaşlar, bu işin şakası kalmamıştır. Günümüzde, Atatürk ilke ve devrimleri
ile cumhuriyet düşmanları prim yapmaya başlamıştır ve çağdaş eğitimin rafa
kaldırılması öngörülmeye başlamıştır. Değerli
arkadaşlar, bilmelisiniz ki yıkımı tamamlanan Talim ve Terbiye Kurulunda yıllık
400 trilyonluk ders kitapları rantı vardır. Bu rant yeniden yapılandırılmakta, yandaş yeni milyonerler
yaratılmakta ve devlet zarara uğratılmaktadır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ALİ KOÇAL
(Devamla) – Bugüne kadar çıkan kitaplara ve yayınevlerine bakıldığında bu rantın nasıl paylaşıldığı ve paylaşılacağı çok açık olarak
ortadadır. Diğer bir konu,
ders kitaplarının içeriğinin boşaltılması ve bilimsel ölçütlerden yoksun bırakılmasıdır.
Ders kitaplarından bazı konuların çıkartılması, bazı kitaplarda ise tarikat ve
cemaatlerin övülmesi, hurafelere yer verilmesi ve bunun gibi, basında yer alan
birçok olumsuzluk mevcuttur. En son da sosyal bilgiler 7’nci sınıf kitabında
“Devletin Nitelikleri” başlığı altında verilmesi gereken laiklik ilkesine yer
verilmemiş ve ilköğretim 3’üncü sınıf Türkçe kitabında Çanakkale Zaferi’yle
ilgili metinde, altı sayfalık metinde Atatürk’e yer verilmemiştir. Herkesçe
bilindiği gibi, ders kitapları program, kriter ve
yönetmeliklere göre hazırlanır ve düzenlenir. Ancak Millî Eğitim Bakanlığı,
kitaba göre yönetmelik ve kriterlerle oynamaktadır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Koçal, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. ALİ KOÇAL
(Devamla) – Bununla ilgili birçok örnekler mevcuttur ve değerli arkadaşlar,
Eylül 2007’de açıklanması gereken tarih, inkılap
tarihi, kimya, biyoloji ve İngilizce ders programları ancak 15 Aralık 2007’de
açıklanabilmiştir. Oysaki bu ders kitaplarının altı ay önceden konularının ve
programının açıklanması gerekirken aralık ayında açıklanabilmiş, mart ayında da
sonuçları beklenmektedir. Değerli
arkadaşlar, bu sıkıntılar göz önüne alınarak Talim ve Terbiye Kurulunun mutlaka
özerk olması, siyasetten uzak olması, siyaset aracı yapılmaması gerektiğini
hepimiz bilmemiz ve ona göre hareket etmemiz söz konusudur. Talim ve Terbiye
Kurulu, Millî Eğitim Bakanlığımızın ve geleceğimizin beynidir. Talim ve Terbiye
Kuruluyla, bundan sonraki çalışmalarımızda oynamayalım. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Koçal. ALİ KOÇAL
(Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Sayın Koçal, teşekkür ediyoruz. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sayın Başkanım, Sanayi ve Ticaret Bakanımız konuşmasında şahsımla
ilgili olarak bir şey söyledi, açıklamak istiyorum. BAŞKAN – Sayın
Susam, isteğiniz üzerine tutanakları incelettim, 69’uncu madde uyarınca iki
dakika söz veriyorum. Buyurunuz. (CHP
sıralarından alkışlar) IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın, Sanayi ve
Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın konuşmasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanımız
gündem dışı konuşmaya cevap verirken rakamlarla ilgili olarak “Mehmet Ali Bey
de rakamları bilir.” diye adımı zikrederek yanlış rakamları burada doğruymuş
gibi göstermeye çalıştı. Sayın Bakanın buraya gelmesini istiyorum, dışarıda da
televizyondan beni duyuyordur. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) - Duymuyor. OKTAY VURAL
(İzmir) - Esnaflar dışarıya çağırmış. MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, esnaf ve sanatkârların durumu çok kötü olduğu
için Sayın Bakan burada çok tepki görmek zorunda kaldı. Buradaki
milletvekilleri tepki gösterirken bir tüzük ihlali yapmak için değil, sokağa
çıktıklarında telefonla kendilerine şikâyet eden esnaf, sanatkârların
sıkıntılarını dile getirmek için tepki söylediler. Sayın Bakan, açılış ve
kapanış rakamlarını söylerken bir yanlış yapıyor, sicil rakamlarını veriyor,
sicilde açılan ve kapananları. Ama arkadaşlar, esnaf iflas ediyor. İflas etmiş
olan esnaf gidip kaydını sildirmiyor ki, bunların hiçbiri sicile girmiyor ki.
Çünkü iflas etmiş esnafın Bağ-Kur borcu var, oda borcu var, vergi borcu var.
Bunların çoğu kaydını sildirmemiş esnaflar. YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Yeni açılanlar var. MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, yeni açılanlar da gelişen birçok iş
kollarındadır, o da teknolojiyle ilgili telefon ve benzeri kollardır. Değerli
arkadaşlar, açılmanın nedeni de iş bulamayan kesimlerin, emekli olan kesimlerin
“Acaba ticarette bir şey yapabilir miyim?” umuduyla açtıkları işletmelerdir.
Her gün bu işletmeler ciddi şekilde zarar edip kapatılmaktadır. İkinci konu:
Kredi faizlerinde geçmişte nasıldı, şimdi nasıl? Bu da bir aldatmacadır.
Geçmişte kredi faizlerinde yüzde 50’yle kredi alan esnaf, -o zaman enflasyon
yüzde 60’tı, yani- enflasyonun altında faiz alıyordu. Şimdi enflasyon kaç? OKTAY VURAL
(İzmir) – Beklenen yüzde 4. MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Yüzde 7. Kaçla faiz alıyor? Yüzde 20. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Susam, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Yüzde 7 enflasyonun olduğu dönemde yüzde 20’yle faiz alan esnafın
ayakta kalması mümkün mü? Bunu anlatırken doğru anlatacağız arkadaşlar. Bunun
da bir tek ölçüsü vardır: Gücünüz yetiyorsa, yüreğiniz yetiyorsa çıkın oto
sanayi sitelerine, gidin sanayi sitelerine, gidin çarşılara, bakın oradaki
esnafın içi nasıl yanıyor, onu görürsünüz. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Susam. İKRAM DİNÇER
(Van) – Her gün oradayız biz! FEVZİ ŞANVERDİ
(Hatay) – Biz her zaman halkla iç içeyiz. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula Sunuşları vardır. SIRRI SAKIK (Muş)
– Başkanım, benim bir söz talebim vardı, yerimden söz talebim. BAŞKAN – Ne
konuda? SIRRI SAKIK (Muş)
– Sizin tutumunuzla ilgili bir söz talebim vardı. Efendim, sizin Divandaki
tutumuzdan dolayı söz talebim var, yerimden buna değinmek istiyorum. BAŞKAN – Hangi
tutumla ilgili, pardon? SIRRI SAKIK (Muş)
– Efendim, bizim söz talebimiz oluyor, siz otuz yönetimdir orada oturuyorsunuz
bir tek gün DTP’li bir vekile söz hakkı vermediniz.
Bakın, iki gündür CHP’den 4 arkadaşımız konuşuyor. Ben otuz günlük bilançoyu
çıkardım. Bu bilanço içerisinde 16 kez CHP’lilere söz hakkı veriyorsunuz, AK
Partililere 5 kez, MHP’ye 8 kez, DSP’ye 1 kez veriyorsunuz. Bu adil değildir.
Sizin tutumunuz adil olmadığı gibi biraz da taraftır. Buradan, iki gün
önce bu kürsüden bize ve DTP’li vekillere, DTP’li seçmenlere buradan hakaret ediliyor ve siz seyirci
kalıyorsunuz ve müdahale etmiyorsunuz. Sizin göreviniz seyirci kalmak mıdır,
yoksa adil bir Meclis idare etmek midir? BAŞKAN – Ben,
adil bir şekilde Meclis idare ediyorum Sayın Sakık. SIRRI SAKIK (Muş)
– Adaletiniz bu mudur? BAŞKAN –
Talebiniz dikkate alınacaktır. Adaletim… Takdir hakkımı kullanarak söz veriyorum.
SIRRI SAKIK (Muş)
– Size bir hafta önceden başvurularımız oluyor. Ama siz militan gibi
davranıyorsunuz, size bunlar yakışmıyor. BAŞKAN – Sayın Sakık… OKTAY VURAL
(İzmir) – Güvenimiz vardır Sayın Başkanım size. BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen sözlerinize dikkat ediniz. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Meclis Başkanına böyle bir şey söylenmez, o da size yakışmıyor. BAŞKAN – Takdir
hakkımı kullanarak yapıyorum ve gündeme uygun olarak yapıyorum. Teşekkür
ederim. Sayın
milletvekilleri… SIRRI SAKIK (Muş)
– Şimdi, hiç kimse bu hakkı size vermez. Burada, eğer Meclis Başkanı orada
vekâleten oturuyorsa adil davranması gerekir. (CHP sıralarından “Adil” sesleri)
Çok mu adil? Siz 4 kişi iki gün içerisinde konuşacaksınız ve buradan bizim bir
hafta önce taleplerimiz olacak, söz vermeyecek… BAŞKAN – Burada
bulunan her Başkan Vekili ve Başkan… SIRRI SAKIK (Muş)
- …bize hakaret edilecek, Sayın Başkan orada seyirci kalacak, siz buna “adalet”
diyeceksiniz… ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Ne zaman? Ne zaman yapılmış bu? SIRRI SAKIK (Muş)
– İki gün önce yapıldı. Açın tutanaklara bakın. Ben, MHP Grup Başkan Vekiline
de ilettim bunları. BAŞKAN – Sayın Sakık… ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Ne zaman oldu, bugün mü oldu? On gün önce olan meseleyi bugün
gündeme getiriyorsunuz. SIRRI SAKIK (Muş)
– İki gün önce oldu, on gün önce değil. Açın tutanaklara bakın. OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Başkan, devam edin. BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen... Gündeme
geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize
sunacağım: V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- Mısır Halk Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanının
davetine istinaden, Mısır’a resmî bir ziyarette bulunacak olan TBMM Dışişleri
Komisyonu üyelerinden oluşan heyeti belirlemek üzere, siyasi parti gruplarınca
bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık Tezkeresi (3/287) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Mısır Halk
Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı’nın davetine istinaden, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu’nun Mısır’a resmî bir ziyarette bulunması
Genel Kurul’un 14 Şubat 2008 tarihli 65. Birleşiminde kabul edilmiştir. Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi hakkında 3620 Sayılı Kanunun
ikinci maddesi uyarınca heyeti oluşturmak üzere siyasi parti gruplarının
bildirmiş olduğu isimler Genel Kurul’un bilgilerine sunulur.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır, okutup oylarınıza
sunacağım: 2.- Kosova Cumhuriyeti ve Birleşik Arap Emirlikleri
Parlamentoları ile TBMM arasında parlamentolararası
dostluk grubu kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/288) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 Sayılı Kanun’un
4. maddesi uyarınca, Kosova Cumhuriyeti ve Birleşik Arap Emirlikleri
parlamentoları ile TBMM arasında parlamentolararası
dostluk grubu kurulması Genel Kurul’un tasvibine sunulur.
BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Danışma Kurulunun
bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım: VI.- ÖNERİLER A) Danışma Kurulu Önerileri 1.- Genel Kurulun 28/2/2008
Perşembe günkü birleşiminde 72 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu
önerisi Danışma Kurulu
Önerisi No:26 Tarihi:
28.2.2008 Genel Kurulun 28.2.2008 Perşembe günkü Birleşiminde gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 3
üncü sırasındaki 72 sıra sayılı Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl
ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel
Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca önerilmiştir.
BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer
alan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi
Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483) (S. Sayısı: 95) (x) BAŞKAN – Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. 4’üncü maddeyi
okutuyorum: Uygulama ve
denetim esasları MADDE 4- (1) Bu
Kanun kapsamındaki destek ve teşvik unsurlarından yararlananların bu Kanunda
öngörülen şartları taşıdıklarına ilişkin tespitler en geç iki yıllık süreler
itibarıyla yapılır. (2) Bu Kanunun 3
üncü maddesinde belirtilen gelir vergisi stopajı ve sigorta primi işveren
hissesine ilişkin teşviklerden yararlanacak olan destek personelinin tam zaman
eşdeğeri sayısı, toplam tam zamanlı Ar-Ge personeli
sayısının yüzde onunu geçemez. (3) Asgari Ar-Ge personeli sayısının hesabında fiilen ve tam zamanlı
olarak çalışan personelin üçer aylık dönemler itibarıyla ortalaması esas
alınır. (4) Bu Kanunda
öngörülen şartların ihlali veya teşvik ve destek unsurlarının amacı dışında
kullanılması halinde, zamanında tahakkuk ettirilmemiş vergiler yönünden vergi ziyaı doğmuş sayılır. Sağlanan vergi dışı destekler ise 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ve gecikme zammı uygulanmak suretiyle
tahsil edilir. (5) Bu Kanun
kapsamındaki indirim, istisna, destek ve teşviklerden yararlananlar; 193 sayılı
Kanunun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendi, 5520 sayılı
Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ve 29/1/2004
tarihli ve 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun aynı mahiyetteki hükümlerinden ayrıca
yararlanamazlar. (6) Bu Kanunun
uygulamasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar, TÜBİTAK’ın görüşü alınmak
suretiyle Maliye Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından birlikte
çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. BAŞKAN – 4’üncü
madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Mehmet
Ali Susam söz istemiştir… (x) 95 S. Sayılı Basmayazı 7/2/2008 tarihli 60’ıncı Birleşim Tutanağı’na eklidir. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Kürşat Atılgan söz istemiştir. Buyurunuz Sayın
Atılgan. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz on
dakikadır. MHP GRUBU ADINA
KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Değerli
milletvekilleri, ar-ge’nin desteklenmesi hakkındaki
kanunun 4’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle,
konuşmama başlamadan önce gerçekten merak ettiğim bir konuyu buradan Sayın
Bakana ve Komisyona sormak istiyorum. Ar-ge ile Maliye Bakanlığının ilgisi nedir? Bana
bir açıklar mısınız. Sadece para vermenin ötesinde. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) - Çok… KÜRŞAT ATILGAN
(Devamla) – Yani ben konuşmamı daha çok Sanayi Bakanının burada olacağı tezi
üzerine hazırlamıştım, kişisel olarak da Sanayi Bakanımıza bazı şeyler
söyleyecektim, çünkü aramızda dostluğumuz da var ama burada olmadığını
görüyorum, lütfen, Meclisteyse Genel Kurula da davet ediyorum. Değerli
milletvekilleri, uluslararası ticarette rekabet edilebilirlik her dönemde
geçerli bir kuralken, 21’inci yüzyılda bu kural daha belirgin bilimsel ve
teknolojik içerik kazanmıştır. Küresel rekabet bugünün ekonomilerinde son
derece önemlidir. Küresel rekabet yapamayan ülke ekonomilerinin yaşaması mümkün
değildir. Dolayısıyla bugün görüştüğümüz bu kanun ülkemizin ekonomisinin ve
geleceğinin, hatta bağımsızlığının en önemli bir aracıdır. Teknolojik
gelişmeler, geçtiğimiz yüzyılda, yani 20’nci yüzyılda genel anlamda devrimsel
diyebileceğimiz süreçler yirmi beş–otuz yıldı; ikinci elli yıllık periyodunda
ise bu süreç on beş–yirmi yıla düştü; bugün ise bu süreç beş–on yıllık sürelere
tekabül etmektedir. Bu konuda geleceklerini ar-ge’ye
yatıracakları yatırımlarda gören büyük ülkeler, gayrisafi millî hasılalarından, 1960’tan başlamak üzere, günümüze kadar,
artan oranlarda pay ayırmaktadırlar. Bu konuyla ilgili, yine, kişisel olarak,
1990 yılında, önemli bir teknoloji unsuru olan hava sanayisinin Avrupa’daki
şirketlerinden biri olan Marcel Dassault’un
gezisi esnasında yapılan brifingde, şirketin
mühendislerinin yüzde 50’sinin, yıllık cirosunda yüzde 10’unun ar-ge yatırımlara ayrıldığını söylemişlerdi. Değerli
milletvekilleri, yani teknolojik gelişmeler durup dururken olmuyor. Gelişmiş
ülkeler, refahın ve geleceğin en önemli unsurunu ar-ge’ye
yaptıkları yatırımlarda görmektedirler. Yine, Paris’te, eğitimdeyken, 1990
yılında, Dijon’a Mirage
2000’le uçmaya giderken, karayoluyla seyahati bir Amerikalı albayla beraber
yaptık. O da uçmaya gidiyordu. Sohbet esnasında kendisine sordum -birçok konu
konuştuk ama- dedim ki: 21’inci yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri’nin en
önemli stratejik hedefi ne olacaktır? Verdiği cevap çok enteresandı –ben,
aslında, başka şey bekliyordum- dedi ki: “21’inci yüzyılda teknolojinin
zirvesinde kalmaya devam edeceğiz. Bizi bu konuda en çok zorlayacak ülke
Japonya olacaktır.” Umuyorum ve ümit
etmek istiyorum, bu kanun, 21’inci yüzyılın ikinci yarısında Türkiye
Cumhuriyeti devletinin şirketlerini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni, büyük güçler,
kendilerine rakip olarak gördüğü bir ülke olmanın ön habercisi olsun. Değerli
milletvekilleri, kanunun 4’üncü maddesine geçmeden önce, ar-ge
harcamalarının genel görüntüsünü kısaca izah etmek istiyorum. Amerika Birleşik
Devletleri, dünya ekonomisinden yüzde 38’lik aldığı payla ar-ge harcamalarında öndedir. 810 milyar dolarlık 2003
yılındaki ar-ge harcamalarının yüzde 34’ü Amerika
Birleşik Devletleri’ne ayrılmıştır. OECD ülkelerinin tamamı, bu 810 milyar
doların 232 milyar dolarını ar-ge’ye harcamışlardır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin, satın alma paritesine
göre, yine, bu 810 milyar dolardan 343 milyar dolar payı vardır. Onun
arkasında, Almanya 66, Fransa 42, İngiltere 35 milyar dolar. Yakın bir
gelecekte süper güç olacağı kabul edilen Çin ise 144 milyar dolarla ABD’den
sonra ikinci sıradadır. Japonya 130 milyar dolar. Dikkat çeken bir diğer ülke
vardır, İsrail. Ülkemizle de son derece ar-ge
konusunda işbirliği olan bir ülkedir. Bu ise gayrisafi millî hasılasından
4,7 ayrımıyla dünyada en çok dikkati çeken ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye ise son
yıllarda ciddi bir artış yaşamakla beraber, hâlâ, 2006 TÜİK verilerine göre
binde 7,9’dur, yani, yüzde 1’in altında bir ar-ge’ye
para ayrılmıştır. Bu da, gayrisafi millî hasılayı
dikkate aldığımız zaman, satın alma paritesine göre, 4,3 milyar dolar
yapmaktadır. Şimdi, bir
kıyaslama yapmak için söylüyorum: Ali Rıza Alaboyun’ Değerli
arkadaşlarım, burada en önemli husus, yurt dışına giden beyin göçünü geri
çekecek tedbirler almaktır. Hatta başka ülkelerin beyin gücünü de çekecek
tedbirler almaktır. Bu alandaki en önemli yer üniversitelerdi, ama İktidar,
üniversiteleri Türkiye’nin millî menfaatleri doğrultusunda yönlendirmek için
asgari müşterek alanları bulmak yerine, cezalandırmak, kavga etmek, kısır
çekişmeler içinde beş yılı geçirmekle geçirdi. Hâlbuki ar-ge
konusu, üniversitelerle millî menfaatlerimiz üzerinde önemli bir buluşma
noktası olabilirdi. Ama yine de hiçbir şey için geç değildir, üniversiteleri
mutlaka bu alanlara yönlendirmek gerekir. Aksi takdirde… Bu konuların en önemli
unsuru bilim adamlarıdır, 5-15 kişilik bilim adamlarıdır. Maalesef Türkiye’de yapılan
bu ar-ge konusu 500 üzeri, 50’nin üzeri gibi
rakamlardır. ABD’de -ki ABD’de ar-ge şirketi olan
önemli bir, gene, bilim adamını Ali Rıza Alaboyun’la
beraber ziyaret ettik Seattle’da- 500 kişinin altına
göredir, 500 kişinin üzerinde ar-ge yapılmaz. Genel
olarak da 5 ile 15 kişilik bilim adamlarıdır, 5-15 kişilik bilim adamlarıyla
yapılır ve bunların mutfaklarını destekleyecek unsurları da ona göre kurmak
gerekir. Bu kanun çok yetersizdir, yani 500 kişiye göre hesaplandığı için yüzde
10’luk ön mutfakta olacak kişiler destek unsuru olarak görülmüştür. Hâlbuki bir
işletmenin asgari ihtiyaçları vardır -güvenlikçi, daktilocu, sekreter,
laborant- onlar düşünülmeli, arkasına bu yüzde 10 ilave edilmeliydi. ABD’de bu
konuda federal hükûmetin ve merkezî hükûmetin kanunları vardır, küçük şirketlerin desteklenmesi
için büyük şirkete mecburiyetleri vardır. Dolayısıyla, dünyadaki ar-ge kanunlarını mutlaka iyi incelemek gerekir, çünkü insan
beyninin bulduğu çözümler dünyanın her tarafında aşağı yukarı birbirine benzer.
O nedenle, bizden daha ileride olan ülkelerin ar-ge
kanunlarını, onlardaki birtakım hassasiyetleri mutlaka bulmamız gerekirdi. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. KÜRŞAT ATILGAN
(Devamla) - Diğer yandan, bu kanunun 4’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında “ar-ge personel sayısı hesabı üçer aylık dönemlerde yapılır.”
demektedir. Hiçbir ar-ge personeli üçer aylık
dönemlerle bir şirkette çalışmaz. O nedenle, bu periyodu da mutlaka bir yıla
yükseltmek gerekir. Diğer bir konu
ise yönetmelikle ilgilidir. “Yönetmelik çıkarılırken TÜBİTAK, Maliye Bakanlığı
ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle hazırlanır.”
demektedir. En önemli husus, savunma sanayisi şirketleridir ve savunma
sanayisidir. Türkiye’deki ar-ge harcamalarının en
büyük payını savunma sanayisi almaktadır. Sayın Savunma Bakanının, en son,
derneğin toplantısında yaptığı konuşmada, 3 milyar dolardır savunma sanayisi
şirketlerinin aldığı. Dolayısıyla, ar-ge ile ilgili,
devletin içindeki ve dışındaki yönetmeliği hazırlarken mutlaka bu unsurların da
görüşlerini almak lazımdır ki yönetmelik icraata uygun bir şekilde çıksın. Aksi
takdirde, yönetmeliği çıkarırsınız çok büyük sorunlar çıkar. Ben, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak bu kanuna olumlu oy vereceğimizi ama yarından
itibaren de kanunun dünya şartlarına uygun bir şekilde hazırlanması için
faaliyet gösterilmesini söylüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Atılgan. 4’üncü madde üzerine,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal
konuşacaktır. Buyurunuz Sayın
Ünsal. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 4’üncü
maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Tabii bu
konuşmayı yaparken, bu kanun tasarısının muhatabı özellikle Sanayi Bakanımızın
da burada olmasını çok arzuluyor idik. Sanırım, kendisinin ya programı yoğun
yahut da bu kanun tasarısı Sanayi Bakanımızı fazla ilgilendirmiyor anlaşılan,
derhâl gitti. Görüşmekte
olduğumuz kanun tasarısı üzerinde şu ana kadar değerli milletvekili
arkadaşlarım epeyce görüşlerini söylediler, fakat bu kanun tasarısının ulusal
sanayimize, KOBİ’lerimize fazla bir fayda getirmeyeceğini ifade ederek,
özellikle bu kanun üzerinde çok ısrarlıca duran Hükûmetimizi
ve AKP Grubunu bir kez daha uyarma isteği var bende. Değerli
arkadaşlarım, kanun, en az 50, tam zamana eş değer ar-ge
personeli ve istihdamı zorunluluğunu getiriyor. Kurumlar vergisi ve gelir
vergisi indirimlerinin, 500 ve üzerinde, tam zamana eş değer ar-ge personeli şartı aranması ile ülke sanayicisini
destekleyeceğini iddia ediyor. Şimdi soruyorum
sizlere: 50 tane personel çalıştıran bir KOBİ var mı, bir ülke sanayicisi var
mı? Sanayi Bakanımızın Sanayi Bakanı olmazdan evvel –ortaklığı devam ediyor mu
etmiyor mu, bilmiyorum- ortağı olduğu şirket, acaba, bu ar-ge
yasasından yararlanma şansı bulacak mı? Bulamayacak; bu besbelli, ortada ve bu
sanayiyle ilgili destek, ar-ge yasası –araştırma ve
geliştirme yasası- özellikle, KOBİ’lere değil, belli holdinglere –ki,
Türkiye’de sayısı 10’u geçmeyecek- ve uluslararası tekellere yarayacak. Başka
hiçbir çaresi yok. Zaten bu konuyla
ilgili, ar-ge’yle ilgili, Sayın Maliye Bakanımız da
bir konuşmasında özellikle belirtmiş. Bir otomobil fabrikasının açılışında
Sayın Bakanım, “Yeni ar-ge teşviki Bakanlar
Kurulunda. Ar-ge’leri teknoparklara hapsetmeyip, ar-ge masraflarını 2 katı yazdırıp, vergi avantajı sağlayıp
üretim yapana istediği yerde yaptıracağız. Hyundai’nin 10 civarında ar-ge çalışanı var. Ar-ge
çalışmalarınızı Türkiye’de yapabilirsiniz. Çünkü burada
maliyet düşük. Teknik lise mezunlarının işe başladığı ilk yıllarda vergi
ve SSK’larında indirim yapacağız.” böyle bir şey söylemişsiniz bir Hyundai
fabrikasının Matrix tanıtımında. Sayın Bakanım,
ülke sanayicisi hiç aklınıza gelmiyor mu? Ulusal sanayici hiç aklınıza gelmiyor
mu? KOBİ’ler hiç aklınıza gelmiyor mu? Avrupa’nın yenilikçilik endeksinde Türkiye en son sırada. Türkiye'nin sanayisi giderek fasonlaşmaya başladı. Biz de bu
memleketin çocuğuyuz; gittiğimiz yerlerde, sanayi bölgelerinde organize
sanayileri geziyoruz, insanların nerelere nasıl iş yaptığını biliyoruz;
fasonlaştılar. Artık Avrupa’nın fason ülkesi olduk, fason sanayicileri olduk.
Bu ar-ge yasası bir fayda getirmeyecek. Bir konuya daha
özellikle eğilmemiz gerekiyor: Bu kanun, üniversitelerin bilim kurulları ile
sanayi kuruluşları arasında bir koordinasyon ve iş birliği sağlamamaktadır.
Üniversiteler bu kanun kapsamı içine alınmamıştır. Teknolojik gelişmeleri, bu
kanunda yazılan makaleleri, deneyleri, tüm çalışmaları yakından takip eden ve
bu kendi çalışmalarını da uluslararası şartlarda üniversitelerle paylaşan
üniversitelerimiz, maalesef bu kanunun içerisinde yoktur. Bunu nasıl izah
edeceğiz? Ar-ge uzmanlarını kimler yetiştirecek? Bu
üniversitelerimiz yetiştirmeyecek mi? Araştırma merkezlerinde görev alan,
lisans eğitimi yapan, doktora eğitimi yapan üniversiteler değil mi? Saygıdeğer
milletvekilleri, bu kanun KOBİ’leri de göz ardı etmiştir. Şimdi, sizler
bölgenize döndüğünüzde, gittiğiniz şehirlerde KOBİ’leri düşünün, hangisinin en
az 50, tam zamana eş değer personel çalıştırma şansı vardır bir bakın. Yok,
öyle bir şey yok. Bu kanun, KOBİ’lerin gelişimine, yenilenmesine, çağdaş
teknolojik gelişmelerden faydalanmasına cevap vermemektedir. Bu kanun ülkenin
sanayicisine seslenmiyor, bu kanun birtakım şirket, tekel ve yabancı sermayeye
sesleniyor. Tasarının 3’üncü
maddesinin birinci fıkrası 500 personelden söz ediyor. Bu şart Türkiye’de on
firmaya, en fazla on beş firmaya uygun bir şart. Böylece, Türkiye’ye yabancı
yatırımı hedefleniyor, yani Sayın Maliye Bakanımızın davet ettiği gibi, Güney
Kore menşeli firmalar yavaş yavaş Türkiye’ye
gelecekler. Giderek sanayimiz, özelleştirmenin dışında, yabancılaşma eğilimine
de dönüşecek. İşte, ulusal sanayi özelliğimiz de bundan sonra ortadan kalkacak
diye ifade etmek istiyorum. Şimdi, sanayiyle
ilgili bir çalışma yapayım dedim, İnternet’e girdim, Sanayi Bakanımızın ortak
olduğu şirketin tanıtımının altında bir yazı okudum ve sonuna kadar katıldığım
bir yazı: “Yaptığımız iş çok zor ve meşakkatli ve zor yoldayız.” diyor, mensubu
olduğu, ortağı olduğu şirketin tanıtımının altında. Değerli arkadaşlarım, gerçekten sanayicilik, özellikle küçük ve
orta boy işletmeler ve ulusal sanayicilerimiz çok zor durumdalar ve kendi
aralarında artık -çok özür diliyorum- “Sanayicilik enayicilik oldu.” diyorlar
ve çok konuştuğumuz, özellikle tekstil sektöründe, giyim sektöründe ve organize
sanayi bölgelerinde, o kendi yağlarıyla kavrulan sanayicilerimizin hepsi -gidin
bölgelerinize sorun- bir ay sonrasını göremiyorlar, önlerini göremiyorlar
artık, bu duruma geldiler. Yani ekonomiyi
rakamlarla, çıkar Maliye Bakanımız şimdi güzel güzel
anlatmaya başlar, ama gerçek o değil, realite o sanayi bölgelerinde. Benim,
özellikle Sayın Sanayi Bakanımızın, mutfaktan gelen birisi olarak, özellikle de
bütçe konuşmasında yaptığı o iyi niyetli konuşmaları görünce umutlu bir bakışım
vardı, ama bu da şu anda kalktı. Bakın, bu sözleri
biz söylemiyoruz. Sizin çıkardığınız bu yasayla ilgili Türk Sanayicileri ve
İşadamları Derneğinin (TÜSİAD) sözlerini söylüyorum: “Ar-ge
personeli sayısı koşuluna gidilmemeli, indirime gidilmeli, teknoparklar da bu
tanımın kapsamı içine alınmalı.” uyarısında bulundular. Daha yeni, TÜSİAD yaptı
bunu. “Ar-ge merkezinin tanımında bulunan en az 50
tam zamanlı personel istihdam etme şartını, imalat sanayisi işletmelerinin KOBİ
ağırlıklı olması nedeniyle, KOBİ gerçeğine uyumlu hâle getirin.” diyorlar. Bunu
TÜSİAD diyor, biz demiyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi demiyor. Bu ülkede sizin
de iktidar olmanıza katkıda bulunan insanlar diyorlar. Lütfen, bu ar-ge yasasını bu anlam içerisinde değerlendirmeye çalışalım.
Bir geriye dönüşümüz varsa bu imkânımızı hep beraber kullanalım. “Rekabet öncesi
iş birliği projeleri” ve “tekno girişim sermayesi”
kavramlarını tanımlarken anılan statüye hangi makamın nasıl karar veya izin
vereceğine ilişkin düzenlemenin olmadığını TÜSİAD ifade ediyor. Sadece TÜSİAD
değil, bir başka meslek grubu, Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği Makine
Mühendisleri Odası da bu kanalda Türk sanayicisine bir fayda getirmeyeceğini
söylüyor. Tasarıda öngörülen gelir vergisi stopajı teşviki, sigorta prim
desteği, damga vergisi istisnasından KOBİ’lerin dışlandığını açıklıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bunlar bir tarafta TÜSİAD’ın,
bir tarafta mimar, mühendis odalarının makine mühendislerinin görüşleri. Ar-ge yasasıyla teşvik etmeye çalıştığımız Türk sanayisinin ve
sanayicilerinin durumu içler acısıdır. Daha yakın zamanda, yine sizin iktidar
olmanızda katkıları olan İstanbul Sanayi Odasının feryatlarını gazetelerde boy boy okuduk. İzin verirseniz sizlere onları da bir okumak
istiyorum. Bakın, İstanbul Sanayi Odası ne diyor: “İşletmelerin 2008 yılı TÜFE
tahmini yüzde 8,4.” başlıklı bir yazı. “2007 yılının ilk altı ayında
işletmelerde yüzde 23,1 istihdamda azalma oldu, bu ikinci altı ayda ise yüzde
26,9’a düştü.” diyor İstanbul Sanayi Odası. Yine İstanbul Sanayi Odası “Bir
karşılıksız çek ve protestolu senet tarihî rekor kırdı.” diyor ve “2006’nın ilk
yarısında bu ara yüzde 54,8’ken ikinci yarıda 61,9’a çıktı. 2007 yılında yüzde
64 iken 2007’nin ikinci yarısında ise yüzde 72,7’ye çıktı.” Protestolu senet
sayısı, karşılıksız çek… Sanayicilerin durumu, tüccarın
durumu bu. Bakın, demin
Sanayi Bakanımız “Yüzde 46’yla kim iktidar oldu?” diye sordu. O yüzde 46’yı
size temin eden arkadaşlarımızın, yine onların görüşleri. Tanıl Küçük… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Ünsal, lütfen sözlerinizi tamamlayın. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Bitiriyorum efendim. …ekonominin önüne
siyasi gündemin alınmaması gerektiğini belirterek, “AK Parti ekonomideki
başarısı nedeniyle oylarını artırdı, bunun devamını istiyorsa, AK Partinin
gündemi tekrardan ekonomi olmalıdır.” Değerli arkadaşlarım, sanayi odaları,
TÜSİAD ve Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliğinin sizlere üç tane görüşünü
okudum. Değerli
arkadaşlarım, hazırlamakta olduğunuz, biraz sonra oylamasına geçeceğiniz bu
yasa, ulusal sanayimize hiçbir fayda getirmiyor, bunu bilin. Dolayısıyla bu
yasanın faydalı hâle gelmesini sağlayacak oylar sizin elinizde. Bu sıradan bir
şey değil, geleceğimizi, ekonomimizi ilgilendiren bu konu. Dolayısıyla takdiri
yüce Meclise bırakıyorum. Hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ünsal. 4’üncü madde
üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Reha Denemeç konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Denemeç. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA REHA DENEMEÇ (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Değerli
arkadaşlar, 95 sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi
Hakkında Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi hakkında AK Parti Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Biraz Meclisteki
süreç uzadı aslında, ama sonuçta kanunun son maddesinde yer alan hükme göre bir
hazırlık safhası var, yayımlandığı tarihten bir ay sonra yürürlüğe girecek bir
hazırlık safhası gerektiriyor. Ama, şunu ben sevinçle
mülahaza etmekteyim ki, arkadaşlarımızın, diğer gruptaki arkadaşlarımızın da,
tabii ki, belirli konularda kritik yapmakla birlikte, geneli hakkındaki
görüşleri olumlu bu kanun hakkında. Ama, siyasi olarak
da bazı şeyler burada değerlendiriliyor. Ben bu değerlendirmeler hakkında
arkadaşlarımızın biraz daha fikir sahibi olması için bir iki konuyu açmak
istiyorum. Öncelikle Hüseyin
Bey’in dile getirdiği gibi, “Bu kanunun hiçbir şekilde hiçbir firmamıza ve
Türkiye’ye katkısı olmayacak.” yorumuna katılmıyorum. Olmaması mümkün değil.
Hani kritik edilebilir, ama bu kadar biraz fazla oluyor. Çünkü,
burada belirli hükümler var, onları açmak istiyorum. Bir tanesi, en çok
eleştirilen konu, 50 ar-ge personeli sayısının çok
olduğu söyleniyor. Dünyadaki ortalama firma bazına bakıldığı zaman bu rakam 100
civarındadır. Yani küçük bir gerçek anlamda ar-ge
yapan firmanın istihdam ettiği ar-ge personelinin
sayısı. Biz bunu 50 olarak aldık. Tabii, Türkiye şartlarında bu 50 de çok
görülebilir, ama bu bir alt sınır değil arkadaşlar. Onu çok net olarak ifade
ediyorum. Onu açmadan evvel de, Türkiye’de 50’nin üzerinde ar-ge personeli istihdam eden firma sayısının da 87 olduğunun
altını çizmek istiyorum. Yani hâlihazırda şu an 87 firmamız zaten bu kanunun
gereğini yerine getirmekte. Bunun dışında,
kanun tasarısının 3’üncü maddesinin ilk satırlarında şöyle bir cümle yer
alıyor: “Kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından veya
uluslararası fonlarca desteklenen ar-ge ve yenilik
projeleri ve teknogirişim sermayelerinden
faydalananlar bu kanun hükmünden faydalanırlar.” Bu şu demek: Böyle yüzlerce
bizim KOBİ’miz var. Yani belirli bir projeyi almış TÜBİTAK’tan veyahut
uluslararası bir kurumdan ar-ge projesini almış bu
KOBİ’lerimiz bu kanun hükmünden faydalanıyor. Bunların
sayıları çok net. 2007 yılındaki ben rakamı vereyim: Toplam böyle 1.052
firma var. Bu 1.052 firmanın 142 tanesi büyük firma, 910 tanesi KOBİ dediğimiz,
artık 3’ten -ne bileyim- 50, 100, 150’ye kadar olan, belki içindeki ar-ge personeli 50 olan firma sayısı. Bunlar yararlanıyor.
Yani “KOBİ’ler yararlanmıyor.” demek bir yanılsama. Çünkü büyük firma sayısının
6 katı kadar KOBİ firması sonuçta bu kanundan faydalanacak. Ha 2000 yılında bu
rakam neydi: 61 büyük firma vardı, 115 KOBİ vardı. Yani o zaman yarı yarıya bir
durum söz konusuydu. Yani KOBİ’lerin sayısı 2 misliydi. Şu an 6 misli,. KOBİ, TÜBİTAK projelerinden faydalanıyor ve bu KOBİ’lerin
hepsi de bu ar-ge kanunundan faydalanacaklar, bu çok
net. İkinci husus:
Sadece belirli firmalara yönelik değil arkadaşlar. Bu ar-ge
kanununun tamamı bir kere teknoloji geliştirme bölgesi dediğimiz teknoparkların
içerisinde geçerli. Hiçbir fark yok, hatta orada yazılımla ilgili bir KDV
istisnası da söz konusudur ve teknoparklar o anlamda biraz daha avantaja sahip
bu ar-ge kanununa göre. Ama,
hemen hemen maddeler tamamen örtüşüyor. Oradaki tek
husus, üretim yapma imkânı yok bu teknoloji parklarında, teknoloji geliştirme
bölgelerinde. İşte bu kanun buna cevaz veriyor. Bir firma üretim tesisinin
yanında ar-ge’sini çok rahatlıkla yapabilecek. Hem
ar-ge’sini yapacak hem de bir proje aldıysa, o
firmada 10 tane ar-ge personeli çalışıyorsa da, bu
kanundan hakkıyla yararlanacak ve 87 firma da zaten şu an hâlihazırda bu
kanunun içerisine giriyor. Sadece
yabancılara dönük olduğu göz önüne getirildi burada. Tabii ki Türkiye’de yer
alan firmaları biz yabancı-yerli diye ayırmıyoruz. Burada yer alan firmalar,
yabancı sermayeli firmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin ticaret kanunlarına göre kurulmuştur
ve bu firmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarına tabidir ve bu firmalarda
çalışan insanların hemen hemen tamamı Türk işçisi ve
Türk mühendisidir. Burada yabancı ayrımı yapmak zaten yanlış.
O zaman, baktığımız zaman, Çin’de yatırım yapmış olan firmaların çok
büyüğü yabancı. Yani Çinli firma da var ama, adamlar
açmışlar kapılarını. Olaya şöyle bakmak lazım. Teknoloji
getirecek olan firmaları bizim Türkiye’ye taşımamızda, onlara imkân vermemizde
hiçbir sakınca yok. O firmaların burada geliştirdikleri teknolojiyi kimlerle
geliştirecekler? Bizim kendi işçimizle, mühendisimizle, teknik imkânlarımızla o
ar-ge’lerini yapacaklar, teknolojiyi geliştirecekler,
belki kendi bünyelerindeki firmalara aktaracaklar, ama o bilgi birikimi sonuç
olarak bu ülkede kalacak. Bunu iyi bilmemiz lazım ve bu
ülkede kalan teknoloji bilgi birikimini o insanlarımız, o yabancı firmalarda
çalışan mühendislerimiz, teknik insanlarımız, belki üç beş yıl sonra kendi
kuracakları kendi firmalarında daha da geliştirecekler ve dünyayla rekabet
edebilir hâle gelecekler, çünkü o bilgi birikimlerini daha ileriye
götürecekler; belirli iletişim imkânları var, o ülkelerdeki o firmaların
temsilcilerini veyahut iş yaptığı diğer firmaları tanıdıkları için bir açılım
yapabilme imkânına da sahip olacaklar; bu anlamda, bu kanunun getirdiği bir
avantaj. Yani, burada yabancı düşmanlığı yapmanın hiç gereği yok.
Gelsinler, yani çimento fabrikası kurmaya geliyorsa buraya, otomobil fabrikası
kurmaya geliyorsa, sadece üretim yapmayı bile destekliyorsak biz Türkiye
olarak, ar-ge’sini burada yapmakta olan firmaları
desteklemememiz için hiçbir neden yok, onları da destekleriz. Dediğim gibi,
uzun vadede ülke faydasına, yararına olacak bir husus bu. O anlamda, ben,
bu kanunun ülkemiz sanayisine, ülkemizin gelişmesine çok artı değerler
getireceğine inanıyorum. Tabii ki ufak tefek bazı eksiklikleri olabilir, ama
olmayan bir kanundan çok daha iyidir bu kanunun olması ve yolda devam ederken
zaten hedef aldığımız yıl da aslında çok önemli, 2023, anlamlı bir yıl. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yılıdır hedef alınan tarih. İnşallah, o
tarihe kadar, önümüzdeki on iki yıllık süreç içerisinde, Türkiye, bu anlamda,
bu kanunla büyük bir gelişim sağlayacaktır. Bu ülke
hepimizin, Türkiye Cumhuriyeti hepimizin, kimsenin tekelinde değil, bunun da
idraki içerisindeyiz, başkalarının da bunun idraki içerisinde olması gerekiyor.
Buradan kimse siyasi bir nema kendisine çıkartmasın. Hepimiz, bu Türkiye
Cumhuriyeti topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerini içselleştirmiş
insanlarız. Hepinizi saygı ve
sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Denemeç. 4’üncü madde
üzerinde, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan konuşacaktır. Buyurunuz Sayın
Kaplan. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; doğrusu biraz önce üzücü bir olaya tanık olduk. Meclis İdare
Amirimiz olan milletvekilimiz Sayın Sırrı Sakık,
gündem dışı söz almada ne yazık ki bugüne kadar -sayılarını çıkarmıştı,
istatistiklerini- Demokratik Toplum Partisinin, söz verilmesi konusunda
dışlandığını ifade etti. Bu konuda Sayın Başkanın ve diğer başkanların da
duyarlı olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece gündem dışı söz alınması
konusunda değil, özellikle uluslararası komisyonlarda ve yurt dışına yapılan
gezilerde de grubu olan bir partiyi dışlamanın Mecliste hiçbir haklı,
demokratik yanı yoktur ve özellikle dış gezilerde de yine grubumuzun dışlandığı
konusunda çok ciddi verilerimiz vardır. Umarım, herkes bu konuda duyarlı olur. Zaman zaman bazı olayları sorun yapmak istemiyoruz. Geçen gün
burada konuşurken bir talepte bulundum, yorgunduk, akşamüzeriydi. Meclis
tutanaklarına bizim partimizi hedef alan, hakaret teşkil eden sözler geçiyor.
“Sayın Başkan, tutanaklardan bunlar çıkartılsın.” dedik. Umuyorum, böyle
taleplerimiz olduğu zaman evet veya hayır, olumlu veya olumsuz bu konuda bir
yanıt verilir. Meclis Başkanlık Divanını İç Tüzük’ün gereğini yerine getirmesi
konusunda daha duyarlı olmaya davet ediyorum. Grubumuz adına
4’üncü maddeyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Ar-ge
konusunda uygulama ve denetim esasları, özellikle ar-ge’ye,
araştırma ve geliştirme çalışmalarına verilen teşviklerin geçmişte denetlenmesi
ve verimli kullanılmasının sağlanması bir diğer önemli nokta olarak ortaya
çıkıyor. Özellikle, ar-ge merkezli projeler, 500 kişiden oluşan büyük projeler de
dikkate alındığı zaman, bu denetimin önemi daha da ortaya çıkıyor. Hâlen ar-ge teşviki alan şirketlerin bu kaynakları başka alanlarda
kullandığı veya bu kaynaklardan yapılan faaliyetlerin de ar-ge
olmadığını görüyoruz. Hâlen teşvik kapsamındaki teknokentlerde
yürütülen çalışmaların da istenilen düzeylere ulaşmadığını, teknokentlerin
üniversiteler tarafından yalnızca kira geliri, şirketler tarafından da vergisiz
alanlar olarak görülmeye devam edildiğini görüyoruz. Teknokentlerde
yapılan faaliyetlerin yeterince denetlenmemesi sonucu, teşvik sağlanan
projelerdeki verimi de düşürmektedir. Aslında, teşvik
deyince sadece ar-ge alanında değil, tarım,
hayvancılık, kalkınma, sanayi alanında diğer teşvik yasalarıyla verilen
teşviklerin denetlenmesinde de görülmüştür ki, ne yazık ki, Türkiye olarak bu
konuda parlak bir sicilimiz yoktur. Özellikle hayvancılıkla ilgili verilen
teşviklerin, atılan temellerin hiçbirinin yerinde olmadığını da biliyoruz. Teknokentler dışındaki ar-ge faaliyetlerine teşvik verilmesini öngören bu tasarıda,
ayrıca, ne yazık ki, yapılan faaliyetlerin ar-ge olup
olmadığı konusundaki bilimsel kriterlerle yapılacak
denetim konusu nasıl olacaktır? Yani, en önemli konu bilimsel denetim
konusudur. Maalesef, bu konuda bu tasarı da yeterli değildir. Sadece 4’üncü
maddenin sonunda, işte TÜBİTAK’ın, Maliye Bakanlığının ve Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının bir araya geleceği, bir yönetmelik çıkarılacağı, tek taraflı… Yüce
Meclisin denetiminden, yasamanın denetiminden alacaksınız, kendinize göre,
istediğiniz bir yönetmelik çıkaracaksınız, ondan sonra zarar görenler idare
mahkemesine gitsin, mahkeme kapılarında dolaşsın. Bu yasama faaliyetinin
uygulama alanını yani pratik alanını Meclisin denetiminden kaçırmak doğru
değildir diye düşünüyoruz. Değerli
arkadaşlar, özellikle 500 ve üzerinde tam zaman eş değer istihdam ar-ge personeli, ülkemizde en fazla 10-15 firmayı tanımıyla
kapsamaktadır. Bu durumda, bu maddeye göre “Türkiye’de yatırım yapacak yabancı
sermaye gel.” Şimdi, arkadaşlarımız bağışlasınlar, ikide bir “Yaa, yabancı sermayeden niye korkuyorsunuz? Yabancı sermaye
gelsin.” Zaten yabancı sermaye Türkiye’yi sarmış yani korkmanın bir anlamı yok,
her alanda sarmış, bu alan kalmıştı. Bu alanda da getirirken birileri bunu
çıkar amaçlı “Yüzde 2 hisse oranına da ben sahip olayım, bir yabancı şirket
bulayım gelsin.” Bu böyle olunca “Yabancı sermaye düşmanlığı yapmayın.” Olay
yabancı sermaye düşmanlığı değil, bu ar-ge
faaliyetleri, ar-ge merkezleriyle ilgili, bilimsel
olup olmadığı, fayda sağlayıp sağlamayacağıdır çünkü bunun için bu teşvikler
verilmektedir, vergiden muaf tutulmaktadır, sigortalarının ödenmesinden muaf tutulmaktadır.
Bilmiyorum,
tabii, Sayın Bakan bize açıklasa da… Bu Güney Kore’de “Gelin, gelin size hazır
potansiyel var.” demişti. Sayın Maliye Bakanı yokmuş burada, Sayın Veysel Bey
varmış… Ben merak ediyorum, Güney Kore’ye Sayın Maliye Bakanımız Unakıtan demişti “Gelin, 500 büyük ar-ge
merkezleri kuracağız. Gelin, gelin Türkiye uygun potansiyeldir.” Acaba, bu
tasarı Meclise geldikten sonra Güney Kore’den bir talep geldi mi, bir ilgi
doğdu mu, merak ediyorum. Bizi aydınlatırlarsa -yüce Meclisi- çok sevineceğiz çünkü
bu tasarıya baktığımız zaman farklı bir durumla karşı karşıya kalıyoruz.
KOBİ’lerin desteklenmediği, maalesef desteklenmediği bu konuda, ben sadece
TÜBİTAK’ın, çıkarılan bir yasayla, bir kereye mahsus olmak üzere, 6 üyesinin
–ki zaten toplam 13 üyeden oluşuyor- Başbakan tarafından atanması suretiyle…
Bakın, bu çok vahim bir durumdur, çıkarılan yasayla, TÜBİTAK’ın yönetimi, 6
bilim kurulu üyesi, 59’uncu Hükûmet döneminde, 5376
sayılı Yasa’yla, değiştirildi. Peki, Anayasa Mahkemesi bu Yasa’yı iptal ederse
ne olacak TÜBİTAK’ın hâli? Bunu düşünmek gerekiyor. Şimdi, TÜBİTAK’ı
alacağız, bu ar-ge projelerinin denetim
mekanizmasının büyük sorumluluğu onda olacak çünkü Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,
verse verse ruhsatını verir, sertifikasını verir; Maliye
Bakanlığı da verdiği parayı, giriş çıkışını denetler ama bilimsel olarak,
üniversitelerimizin asli görevi olan bilimsel denetimi yapacak olan, kriterleri belirleyecek olan neresidir? TÜBİTAK’tır. TÜBİTAK
gibi bir bilimsel kuruluşu, tutup bir yasayla, bir defada, bir defaya mahsus
olmak üzere Başbakan atarsa, onun yönetimini de ele geçirirse TÜBİTAK’ın
gerçekten yapacağı denetim konusunda, iktidara yakın bir yönetimin ne kadar
tarafsız olacağı konusunda çok ciddi kaygılarımız vardır. Bilimin ancak özerk
bir ortamda gelişebileceğini, uluslararası platformda giderek daha fazla çağdaş
bir yer kazandığını biliyoruz. Bilimsel özerkliği aksatacak devlet politikası
yerine, parti politikasını, çıkarını koyacak anlayış bu ülke için maceradır,
gerçekten maceradır. TÜBİTAK’ın üst yönetiminin değiştirilmesiyle maalesef
böyle bir hata yapmıştır iktidar partisi. Bilimsel ve teknolojik gelişmeye
fikrî zenginlik katmak yerine de, felsefe derslerini müfredattan çıkararak,
ülkemizde farklı inançta yurttaşlarını yok sayarak… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Kaplan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Tamamlıyorum. Zorunlu din derslerini koyarak, ezberci eğitim sistemini ayakta
tutarak, tarihi, padişahların sayısına ve anlaşmalarına ve zevcelerine
indirgeyerek, çağ dışı YÖK anlayışına karşı 21’inci yüzyılda bilim özgürlüğüne
hiçbir katkı sunmaksızın sadece şekille uğraşarak, kendi inanç, muhafazakârlık
anlayışını bilim özgürlüğüne tercih eden bir anlayışın elinde, bu ar-ge fonlarının, ar-ge
teşviklerinin, dışarıdan alınacak kredilerin çok sağlıklı harcanacağına
inanmıyoruz. Ülkemiz, yüzyıllık macerası
içinde, bilimsel gelişmeleri çok gerilerden takip eden, teknoloji ithal eden,
aktaran bir ülke olmuş, kendi bilimsel ve teknolojik gündemini yaratan bir ülke
olamamıştır. Bunda AK Parti İktidarının büyük sorumluluğu vardır. Bu nedenle bu
sorumluluğa katlanmayacağız, hayır diyeceğiz. Teşekkür ederim.
(DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaplan. 4’üncü madde
üzerinde şahsı adına Yozgat Milletvekili Osman Coşkun söz istemiştir. Buyurunuz Sayın
Coşkun. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakika. OSMAN COŞKUN
(Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ar-ge
faaliyetlerinin desteklenmesi kanununun 4’üncü maddesi üzerinde şahsım adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Yaşadığımız
21’inci yüzyıl fırtınalı bir denize benziyor. Böylesi bir denizde bir geminin
hedefine ulaşabilmesi için, mutlaka kaptanın ve tayfalarının ortak yönde
çalışması önem arz ediyor. Ülkemiz için, ülkemizin hedefine ulaşmasında
böylesine önemli olan bir yasada iktidar ve muhalefetle birlikte çalışarak bu
yasayı çıkaracak olmamız beni gerçekten mutlu ediyor. Özellikle ar-ge konusunda öğretim üyeliği süresi içerisinde yaptığım
çalışma ve tecrübeleri kısaca sizinle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum, çünkü
bu konuda birtakım eksikliklerin olduğu kanaatini taşıdığım için. Bir bilimsel
araştırma yapılmak istendiğinde, o araştırmanın -yani, o ar-ge
çalışmasının- beş safhadan geçmedikçe bilimsel bir araştırma değeri
kazanmadığını belirtmek istiyorum. Bu aşamalardan birincisi “literatür
tarama” dediğimiz kısımdır. Öncelikle, araştırma yapılacak konuda daha önce
herhangi bir çalışma yapılmış mı yapılmamış mı, yapılmışsa nereye kadar
gelmişler, bunun tespit edilmesi gerekir. Hepinizin çok yakinen bildiği ve
ampulün keşfini yapan Thomas Edison’un bin iki yüze yakın patenti olduğu
söylenir ve tamamına yakınında da, bu yaptığı literatür çalışması sonucunda,
başkalarının, enerjisi yetmediği için, ömrü vefa etmediği için, parası
kalmadığı için yarıda kalan projelerini tamamlayarak bu patentlere sahip olduğu söylenir. Dolayısıyla,
bizim zamanımız ve paramız çok kıymetli. Bu anlamda, tabii ki, yapılacak çalışmalar
öncekilerin bıraktığı yerden başlanarak yapılırsa tasarruf sağlanmış olacak ve
günümüzde biz çok şanslıyız, bu tür araştırmaları elektronik ortamda yapmamız
çok çok mümkün. Bugün Sayın
Sanayi Bakanımızla birlikte Hacettepe Üniversitesinde teknokent
ve ar-ge binalarının açılışına katıldık ve gerçekten
heyecan duydum, gerçekten çok mutlu oldum. Bir bilişim firmamız tek başına
Amerika’ya hazırladığı bir programla 300 milyon dolarlık bir anlaşmaya imza
atmış ve gerçekten, yapılan çalışmalarla 6 kat, yani kendilerine verilen
katkının 6 katı tekrar dönüş yaptığını oradaki profesörlerimiz ve ilgili
başkanlarımız açıkladılar. Bu bizi gerçekten çok çok
mutlu etti çünkü bu anlamda yapılacak bütün katkının en az bu şekilde ülkemize
geri dönüş yapması çok önemli. İşte bunun için,
ikinci aşama, araştırma laboratuvarlarına mutlaka o
çalışmanın götürülmesi gerekir ki burada izlenen yol gözlemdir ve çalışmaya
müdahale edilmez ve bütün ilimlerde de bu böyledir. Ancak gözlem yoluyla laboratuvardan geçmiş olan bütün çalışmalar tespit edilir
ve fişlenir. Üçüncü aşama,
kritik safhası dediğimiz aşamadır. Burada izlenecek metot, önce analiz, sonra
sentez yapmaktır. Analiz, gerek literatür etütte elde
edilen bilgiler gerekse deney laboratuvarlarında elde
edilen ana unsurlar bir analize tabi tutulur, sonra da burada metoduna uygun
olarak aynı şeylerin ilişkileri tespit edilip bir sentez yapılır. Dördüncü aşama,
deney laboratuvarları dediğimiz kısımdır. Kritik
safhada elde edilen netice deney laboratuvarlarında
denenir. Her ilmin kendi bünyesine uygun mutlaka laboratuvarları
vardır. Buradaki metot, kritik safhasında elde edilmiş senteze göre çalışmayı
yönlendirme, çalışmaya müdahale etmedir. Bu çalışma, araştırma safhasındaki
gibi sadece bir iki denemeden ibaret olmaz, yüzlerce kere tekrar eder. Nihayet
sentezdeki durumu tecrübe laboratuvarı teyit
ediyorsa, şimdiye kadar gelinen yol doğrudur ve bir neticeye varmış, bir
hakikati elde etmişiz demektir ama yetmez. Önemli olan
beşinci aşamadır ki günümüze kadar bu konuda bazı eksiklikler vardır. Çünkü
beşinci aşama, yapılan ar-ge çalışmasının hedefi,
insana hizmet için bir sonuca varılmıştır. Bunun mutlaka uygulama sahasına
konulması gerekir. Uygulama sahasında elde edilen sonuçlara göre çalışma,
değişen ihtiyaçlara uyumlu olacak şekilde revize edilir, geliştirilir ki bütün
ilmî araştırmalar bu beş safhadan geçer fakat her bir safhanın araştırma
esnasındaki metodu kendi metoduyla yapılır. O zaman ilmî esaslara ulaşılmış
olur. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözünüzü tamamlayınız. OSMAN COŞKUN
(Devamla) – Peki Sayın Başkan. Tabii ki bu
çalışmanın mutlaka hedefi vardır. Önemli olan üç sacayağını burada sizinle
paylaşmak istiyorum. Birincisi, bilgi. Bilgiden kastım üniversiteler. İkincisi,
güvenlik güçlerimiz. Burada iç ve dış güvenlikten sorumlu silahlı
kuvvetlerimizi ve emniyet teşkilatımızı kastediyorum. Üçüncü aşama da mutlaka
sanayi kuruluşlarımızdır. Üniversite, sanayi ve güvenlik kuruluşlarının
ortaklaşa çalışması mutlaka gerekir ve bunun sonucunda yapılacak çalışmaların
bu üç grubun hizmetine sunulması gerekir ki artık önümüzdeki dönemde mayına
basan askerlerimizin olmaması lazım. Bu çalışmanın
ülkemize ve özellikle üniversitemize, sanayimize ve güvenlik güçlerimize
faydalı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Coşkun. 4’üncü madde
üzerine Konya Milletvekili Hasan Angı söz istemiştir. Buyurunuz Sayın Angı. (AK Parti sıralarından alkışlar) HASAN ANGI
(Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 95 sıra
sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Önemli bir yasayı
görüşmekteyiz değerli arkadaşlar. Onun için de bu yasa tasarısının
hazırlanmasından Genel Kurulumuza geliş sürecindeki, katkıda bulunan, emek
veren herkesi kutluyorum. Bizden önceki
yapılmış çalışmaların, hem 22’nci Dönemde hem de 23’üncü Dönemde üzerine
yenilerinin ilave ediliyor olmasının hepimizi mutlu etmesi gerekir. 2001
yılında Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’yla Türkiye’de üniversite-sanayi
iş birliğinin ilk adımları atılmış, 2003 yılında bu süre 2013 yılına kadar
uzatılmış. 28 tane bölgenin oluşumu, 18 tanenin de faaliyete geçmiş olması
Türkiye’de üniversite-sanayi iş birliğinin nereye geldiğini gösteriyor. Buraya çıkan
değerli konuşmacı arkadaşlarımızdan bazılarının üniversitelerin bu kapsam
dışında olduğu veya oradaki yapılan çalışmaların çok yeterli olmadığı
şeklindeki ifadelerine katılmadığımı belirtmek istiyorum. Biraz önce değerli
konuşmacının da ifade ettiği gibi, bugün sabah Hacettepe Üniversitesinde ar-ge binalarının açılışı vardı. Değerli Sanayi ve Ticaret
Bakanımız da bu açılışta bulundu. Ama ne yazık ki Rektör Bey orada yoktu. Niye?
Üniversitelerarası Kurul Toplantısı… AK Parti Hükûmeti işinin başında. Bize düşen, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bu tür çalışmalarda ortaya koyduğu katkıları artırmak, Türkiye’deki birçok
yenilikleri hazırlayabilmek, bunların sonuçlarından da insanımızın rahatını,
mutluluğunu yakalamasına vesile olabilmektir. Bugünkü bu açılışla, bölgedeki çalışan firmaların gelecekle ilgili
önemli projelerini görmüş olmak ve bundan sonraki diğer çalışmalarda da
firmaların kendi bünyelerinde 50 kişiyle başlatacakları ar-ge
birimlerinin -veya bunun 500 kişiyi aşmasıyla daha büyük ar-ge
çalışmaları- Türkiye’deki mevcut teknik personelin, üniversite mezunlarımızın
ve bilim adamlarımızın çok daha önemli çalışmalara imza atmasına fırsat
verecektir. Burada, ulusal
sanayinin bu mevzuattan yararlanamayacağı, buradaki getirilen teşviklerden
faydalanamayacağı gibi ifadeler doğru yaklaşımlar değil. Hem ulusal sanayimizin
hem de küresel sermayenin, küresel firmaların iş birliği hâlinde Türkiye’deki
pek çok değişik alanlarda bu çalışmalarla Türkiye'nin önü açılacaktır. Zaman zaman şu da deniliyor: “Hangi sektörlerde, hangi
teşvikler?” Bunu, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu yaptığı mutat toplantılarla
ülkenin ihtiyacı olan alanları çok daha önceleyen bir başlıkta planlayacak ve
yürütecektir. Burada ana çerçevesi çizilmiştir. Maliye Bakanlığının bu
çalışmaya önemli katkısı, vergi mevzuatı açısından vergi teşviklerinin
getirilmiş olması, SSK primleriyle ilgili işveren payının yarısının beş yıllık
dönemde Maliye Bakanlığınca karşılanacak olması önemli. Teknogirişim sermayesiyle de
bireysel girişimlerin, genç mühendislerin 100 bin YTL’ye kadar alacağı destekle
önünü açan, KOBİ’lerimizin teknoloji gelişim merkezlerindeki çalışmalarını da
yürümesi adına bir imkânın olduğunu görmekteyiz. 25 kişinin
aşağıya çekilmesi, teknoloji geliştirme merkezlerini belki zorlayabilir.
Burada, hem teknoloji geliştirme merkezlerinin hem ar-ge
birimlerinin hem de bireysel projelerin birlikte yürütüleceği bir tasarı. Ben
bu tasarının ülkemize, ilgililerine hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Angı. Madde üzerinde
soru-cevap işlemine geçiyoruz. Bir soru var, Sayın Ağyüz’ün. Buyurunuz Sayın Ağyüz. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan, bu
yasa, işletmelerin etkinlik ve verimliliğinin artırılmasını ve yenileşmeyi
sağlamayı hedefliyor, teknolojik yenileşmeyi. Üniversitelerle
iş birliğinin yapılması temel hedeflerinden biri. Yasa, üniversitelerle
iş birliğini teşvik ediyor. Üniversitelerin bağlı olduğu YÖK’ün başında
yenileşmeye, bilimselliğe kapalı olan, her türlü idare ve bilimsel özerkliğe
karşı, kızdığı zaman rektörlere, araştırma görevlilerinin kadrosunu iptal eden
bir YÖK Başkanıyla bu üniversitedeki açılımı nasıl sağlayacaksınız? Kendi
görevini yapmayıp türban konusunda iktidarın tetikçiliğini yapan bir YÖK
Başkanı bu işe açık olur mu? Ayrıca, bu ar-ge desteklerini kamuda sürdürmeyi düşünüyor musunuz? Raylar
kırılıyor, insanlar ölüyor. Uzman tabip istifalarıyla hastaneler kapanıyor.
Enerji Bakanlığı rüşvet ve yolsuzluk kapısı oldu. Bunların ar-ge’ye ihtiyacı yok mu?
Böyle bir şey yapılırsa destekleyecek misiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ağyüz. Buyurunuz Sayın
Bakan. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – YÖK
Başkanıyla alakalı söylediğiniz sözlere katılmıyorum Sayın Milletvekili. TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Katılsanız şaşardım! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Yani YÖK
Başkanı, mevcut, meri esaslara, mevzuata uygun olarak seçilmiştir. Daha yeni
başladı, vazifesini de layıkıyla yapmaya çalışıyor. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Görevinden başka her şeyi yapıyor! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Diğer konuya
gelince: Özellikle tabii bu teşvik çok önemli. Kamuda tabii, personelle ilgili
herhangi bir indirim yok ama kamu, özel sektörle birlikte iş birliği yaptığı
zaman tabii onlar da teşvik alacaktır. Yani, özellikle bu konuda herhâlde
sorunuza cevap vermiş bulunuyorum. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Hapishaneler bürokrattan geçilmiyor Sayın Bakan! BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Hapishanelerde yer kalmadı yer! BAŞKAN – Şimdi,
4’üncü madde üzerinde iki adet önerge vardır. Önergeleri sırayla okutuyorum: 23.1.2008 TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan
95 sıra sayılı yasanın 4. maddesinin 6. fıkrasının sonuna eklenmek üzere
aşağıdaki cümlenin eklenmesi arz ederiz. Saygılarımızla.
“Ar-Ge merkezlerinin faaliyetlerinin ve faaliyet sonuçlarının
denetimi bu yönetmelik usullerine göre 3568 sayılı kanuna göre denetim
yetkisine sahip meslek mensupları tarafından yapılır.” Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan
95 sıra sayılı Tasarının 4. maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
(7) Ayrıca,
yıllık bütçesinin en az %1’ini AR-GE faaliyetleri için kullanan işletmeler de
bu yasada belirtilen teşviklerden yararlanabilir. BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu? SANAYİ, TİCARET, ENERJİ,
TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ HASAN ANGI (Konya)
– Katılamıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Önerge
hakkında konuşmak isteyen? Sayın Işık
buyurunuz. Süreniz beş
dakikadır. ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Değerli
milletvekilleri, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Biraz önce,
buraya çıkmadan önce, Sayın Maliye Bakanımız orada oturuyordu. Önergenin
mahiyetini kendisine anlatmaya çalıştım acaba ikna edebilir miyim diye. O biraz
ikna olmadı. Şu anda kendisinin burada olmamasını bir şans kabul ediyorum çünkü
Sayın Bakanın -en azından teknik donanımlı bir kişi- beni daha iyi anlayacağını
tahmin ediyorum. Ar-ge yasasının önemini burada kabul etmeyen, anlamayan hiç
kimsenin olması mümkün değil. Çünkü, bir ülkenin
gelişmesi, ekonomisinin hızla ilerlemesi doğal olarak kendi ürünlerinin
uluslararası piyasadaki rekabet şansının yüksekliğine bağlı. Bunun da özünde
ar-ge faaliyetleri yatıyor. O açıdan, bu ar-ge yasasının, her ne kadar Türkiye şartlarına biraz az uysa
da, hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, çünkü gerçekten
önemli bir yasa olduğuna inanıyorum. Ancak, sizler de çok iyi
biliyorsunuz ki bir aylık geçmiş dönemde bu yasanın 4 kez inkıtaya
uğratılmış olmasını da bir talihsizlik olarak görüyorum, çünkü bunu geriye
atıp, bunun yerine tartıştığımız ve geçirdiğimiz yasalarla kıyasladığım zaman,
şahsen yirmi beş yıllık bir dönemini üniversitede ar-ge
faaliyetiyle geçirmiş bir kişi olarak, bunun bu kadar sürüncemede bırakılmasını
da bir şanssızlık olarak görüyorum. Kanunun
kısıtlarını zaman zaman dile getirmeye çalıştık,
benden önce konuşan birçok milletvekili de bunlara değindi, üç ana konuda bunun
yetersiz olduğunu ileri sürüyoruz. Bunlardan birisi,
ar-ge merkezlerinde en az 50 ar-ge
personelinin çalıştırılmış olması zorunluluğu ki, bu Türkiye'yi gerçekten
zorlayan bir kısıt, maalesef bu değişmedi. İkincisi, genç
girişimlerin desteklenmesini amaçlayan tekno girişim
sermayesinden yararlanacakların sayısıyla ilgili bir konuydu. Bu maksimum
100’le sınırlandı. Yetmeyecektir. Bunun, ömrümüz olur, önümüzdeki yıllarda bu
müracaat yapanların sayısını görürsek, ne kadar doğru olduğunu göreceğiz;
maalesef, bu da değişmedi. Şimdi, üçüncü bir
konu var, bu önergeyle dile getirdiğimiz konu. Diyoruz ki: “Evet, bundan
yararlananlar yararlansın, büyük şirketler yararlansın.” Binde 1 ar-ge faaliyetinde harcama yapmış olsa dahi bunlar
yararlanıyor, ama bu önergeyle şunu amaçlıyoruz: “Herhangi bir nedenle bu
yasadan yararlanamayan Türk sanayicisi, bütçesinin yüzde 1’ini ar-ge faaliyetine harcamışsa, diğer sınırlara takılsa bile
belgelemesi kaydıyla bu teşvikten yararlansın.” diyoruz. Bu
önerinin özü bu. Sayın Maliye
Bakanı kabul etmeme gerekçesini şöyle açıkladı: “Denetleyemeyiz. Birçok insan
gelecek, işte, 100 birim bütçenin 1’ini buraya harcadın. Bunlarla uğraşamayız.”
diyor. Uğraşmak zorundayız. Denetim birimini
kurduğunuz zaman, belgeleyen ve ar-ge faaliyetinde
harcadığı parayı belgeleriyle beraber bu denetim birimine getiren insanlarımız
niçin bundan yararlanmasın? O nedenle, yüce
Meclisin ben buna olumlu bakacağını ümit ediyorum. Yüzde 1 ve üzerinde ar-ge’ye harcama yapan işletmelerin sayısının artması,
bunların teşvik edilmesi, ancak bu ülkedeki ar-ge
faaliyetlerinin yoğunlaşmasına ve ülke ekonomisine katkı yapmasına yarar.
Bunların önünü kesmeyelim. Yüzde 2-3 oranında harcama yapmış bir insan, 50 kişi
çalıştıramıyor diye bu yasanın dışında kalmasın ya da teknoparkta yer tutamadı,
oraya ayrıca masraf yapmadı, harcama yapmadı düşüncesiyle bu teşvik kapsamı
dışında kalmasın istiyoruz. Çünkü, bu insanların
desteklenmesi, toplamda Türkiye'nin yararına olacaktır. Bu vesileyle,
ben, önergemizin kabul edilmesini temenni ediyorum. Sizlerin en az benim kadar
bu konuda heyecanlı olduğunuza da inanıyorum. Önergemize destek
olacağınız ümidiyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Yasanın da
hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi
okutuyorum: TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan
95 sıra sayılı yasanın 4. maddesinin 6. fıkrasının sonuna eklenmek üzere
aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ederiz. Hüseyin
Mert (İstanbul) ve arkadaşları “Ar-Ge merkezlerinin faaliyetlerinin ve faaliyet sonuçlarının
denetimi bu yönetmelik usullerine göre 3568 sayılı kanuna göre denetim
yetkisine sahip meslek mensupları tarafından yapılır.” BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu? SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ HASAN ANGI
(Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan. BAŞKAN – Önerge
hakkında söz isteyen… Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe: Fıkrada
denetim yetkisinin kime bırakıldığı açıkça belirtilmemiş, yönetmeliğe
bırakılmıştır. Önerge denetimin kimin tarafından yapılacağına açıklık getirmeyi
amaçlamaktadır. BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir. 4’üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde kabul
edilmiştir. 5’inci maddeyi
okutuyorum: Değiştirilen hükümler MADDE 5- 1) 193 sayılı
Gelir Vergisi Kanununun 89 uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı
bendi ile 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 10 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinde yer alan “araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının
%40’ı oranında” ibareleri “araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının %100’ü
oranında” şeklinde değiştirilmiştir. BAŞKAN – 5’inci
madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüsnü
Çöllü söz istemişlerdir. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Susam konuşacaklar. BAŞKAN –
Buyurunuz Sayın Susam. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ar-ge yasası ile ilgili olarak nihayet bugün yasayı bitirip,
yürürlüğe girmesini sağlayacak süreci başlatacağız. Ar-ge yasasının bu kadar sürüncemede kalmasını ben de Sayın Alim gibi gerçekten bir talihsizlik olarak görüyorum. Bu
kadar geç kalmasını protesto etti sanıyorum Sayın Soner Aksoy da; Komisyon
Başkanımız da burada yok. Değerli
arkadaşlar, bu yasaya hep destek verdik. Neden? Bu yasanın ülke için gerekli
olduğuna inanıyoruz. Yaptığımız eleştiriler konusunda haksız ithamlarla da
karşı karşıya kaldık. Az önce Sayın Denemeç dedi ki:
“Yabancı sermaye gelsin, yapsın. Niye buna karşı çıkıyorsunuz? Burada yabancı
sermaye düşmanlığı yapmaya gerek yok.” Arkadaşımız, konuşan arkadaşımız yabancı
sermaye düşmanlığı yapmak için bir şey söylemedi. Biz, bu ülkede yabancı
sermaye düşmanlığını yapmayız. Ancak, birincil önceliğimiz her zaman ulusal
sermayedir, her zaman ülke kalkınmasıdır. Uluslararası sermaye ile
ilişkilerimizi kurarken de önceliğimiz, ülkenin yararı, çıkarı ve ülkenin
uluslararasında rekabet gücünün artırılmasıdır. Bu çerçeve içerisinde bakar ve
böyle algılarız. Değerli
arkadaşlar, onun için bu yasada neye itiraz ediyoruz? Bu yasa şöyle olmalıydı:
Ülkenin uluslararası rekabet şansını artırabilecek güçleri olan KOBİ’lerin ar-ge birimlerini destekleyecek bir yasa olmalıydı. AKP’li
arkadaşlar örnek veriyorlar, diyorlar ki: “Bu yasadan 87 tane firma yararlanacak,
bunun dışında KOBİ’ler de yararlanacak. Siz anlamıyorsunuz.” Kaç tane KOBİ
yararlanacakmış? “1.052 taneden -bunun çoğunluğu KOBİ- 600-700 tanesi
yararlanacak.” diyor. Türkiye’de 700 binin üzerinde KOBİ var… REHA DENEMEÇ
(Ankara) – 710… MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – … 700 tane yararlanacakmış, bunu bir övgü kaynağı olarak
söylüyorlar. Değerli
arkadaşlar, ülkenin ekonomik politikasını oturtacağınız temel direkler sizin
ülkenizin KOBİ’leri olmalı, çünkü ülke sanayisindeki işletmelerin yüzde 99’u
küçük ve orta boy işletme. Bunlar rekabetçi konuma gelmeli ki ancak o zaman,
siz, ülkede cari açığı da yabancı sermaye ihtiyacını da ülkedeki işsizliği de
önleyebilirsiniz. Bakın, bu yasa
tasarısı konuşulurken hiç tarım kesimi konuşulmadı. Tarımın ar-ge ihtiyacı yok mu? Tarıma destek var mı? Tarım bugün can
çekişiyor, tarımda ar-ge çalışmalarına ihtiyaç yok
mu? Gen teknolojisinin geliştirilmesine Türkiye’de ihtiyaç yok mu? Gübrede,
tohumda, tohum ıslahında, hayvancılığın geliştirilmesinde ar-ge’ye ihtiyaç yok mu? Peki, nasıl alacak tarım işletmeleri
buradan, ar-ge’den desteği? Değerli
arkadaşlar, kafanızda ne tarım var ne KOBİ var ne ulusal sermaye var. Kafanızda
sadece Türkiye’ye para getirmek var, cari açığı kapatmak var, ekonomiyi
döndürmek var; başka bir şey yok. Ondan dolayı size itiraz ediyoruz. Onun için
itirazımız. Değerli
arkadaşlarım, içinizde birçok, meslek örgütü başkanlığı yapmış arkadaşlar var.
Sanayi ve Ticaret Bakanımıza deminden itirazımız da ondandı. Meslek odası
başkanlığı yaptığı dönemde bu ülke KOBİ’lerinin sahipsiz olduğunu söyleyen
insanlar, gelir gelmez bu ülkede ne değişti ki ülkeyi güllük gülistanlık
gösterme gayreti içerisine giriyorlar? Değerli
arkadaşlarım, işsizlik üretiyor ekonomimiz. Bakınız, TÜİK’in
açıkladığı son rakamlar, ilk defa, ekonomide işsizlik üretildiğinin altını bir
kez daha çiziyor. TÜİK’in rakamları ne kadar ülke
gerçeğini yansıtır yansıtmaz onu bilmiyorum, ama bir ülke ekonomisi büyüme
göstermesine rağmen eğer işsizlik üretiyorsa orada oturup düşünmeniz lazım.
Ülke ekonomisi büyüyorsa işsizliğin azalması gerekir. Neden işsizlik azalmıyor?
Çünkü üretime teşvik yok, çünkü KOBİ’lere destek yok, çünkü Türkiye’de tarıma
verilmeyen destekler nedeniyle tarımdan müthiş bir şekilde işsizlik büyük
kentlere geliyor. Değerli arkadaşlarım, onun için bu ar-ge
yasasında, bağırarak çağırarak sizi ikna etmeye çalışıyoruz, vicdanlarınıza
seslenmeye çalışıyoruz. Diyoruz ki: Arkadaşlar, bu ar-ge
yasasındaki destekler ülke insanına verilsin, üretime verilsin, kalkınmaya,
bilgiye, teknolojiye verilsin. Bakınız Avrupa
Birliğinin kalkınmada son projesi KOBİ’lere dayalı. Avrupa Birliği, artık,
küçük işletme sayısının arttırılmasına yönelik desteklere öncelik veriyor, ama
biz burada, AKP’li sözcülerden, övgüyle, ölçek ekonomisinin vazgeçilmezliğini
dinliyoruz. Değerli arkadaşlar, dünyada bir kriz yaşanıyor. Bu kriz büyük
ülkelerde yaşanıyor. Amerika’da yaşanıyor, İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da
yaşanıyor. Niye yaşanıyor biliyor musunuz? Ölçek ekonomisinin geldiği nokta
itibarıyla tıkanmışlığından dolayı yaşanıyor. “Ölçek ekonomisi” adı altında
dünya pazarını ele geçirmeye çalışan uluslararası tekelci sermaye, bugün,
ülkelerde işsizliği artırıyor ve o ülkelerin sanayisini yok ediyor, işsizlik
yaratıyor, bütün piyasaya hâkim olup o ülkelerde sorun yaratıyor. Ama aynı
zamanda ne yaratıyor biliyor musunuz? Böyle bir hantal yapı nedeniyle de bir
sürü yolsuzluk yaratıyor. İşte Fransa’da milyar dolarlarca bir bankadan
kaçırılan olaylar, işte Amerika’da Enron ve benzeri
olaylar hep o büyük ekonomiye özenen insanların geldikleri noktadır. Küçük
ekonomilerin her zaman ülkenin kalkınmasında çok önemli yerleri vardır. O
ülkenin küçüklerini, KOBİ ve orta boy işletmelerini desteklemek zorundasınız;
esnafını, sanatkârını desteklemek zorundasınız. Dünyada bugün işsizlik ciddi
bir tehlikeyse, dünyada ölçek ekonomisi nedeniyle işletme sayısının
azalmasından dolayıdır. Ülkemizde de işletme sayılarını azaltmaya çalışıyorlar.
Ne diyorlar? Az önce örnek verdiler, dediler ki: ”Oto tamircileri… Artık herkes
yeni araba alıyor, eski arabalara da garanti veriyor. Oto tamircisi olmasın.”
Peki, ne yapacaksınız oto tamircisine, bir yol gösteriyor musunuz, soruyorum
size? Ne yapacak oto tamircilerine? Bugüne kadar mesleğini yapmış, geçinen
insanlar nasıl geçinecek? Bu KOBİ’lere bir yol gösterip önünü açıyor musunuz?
Bu çıkardığınız yasa tasarısında bir destek veriyor musunuz? Yok. Öyle bir
desteğiniz yok. REHA DENEMEÇ
(Ankara) – Yok. MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Evet, yok, aynen söylüyorum, bana ispatlayın göreyim. REHA DENEMEÇ (Ankara)
– Oto tamircisine destek verin. MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Ama, var, yapılabilir oto tamircisine
destek. Oto tamircisini yok edemezsiniz, o insan sizin vatandaşınız. Onun
gelişmesinin önündeki engeli aşarsınız. Ne yaparsınız biliyor musunuz? REHA DENEMEÇ
(Ankara) – Ar-ge teşviki. MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Onların bir araya gelip bu büyüklerle rekabet etmesini teşvik
edecek destekler verirsiniz. O destekleri verebilmek için de oto sanayi
sitelerine ar-ge birimleri oluşturup onların vizyonunu çizersiniz, onlara yol gösterirsiniz, onlar
yapılabilir. Sayın Denemeç, ben bu işin içindeyim,
onu biliyorum, onun için çok rahatlıkla söylüyorum. Değerli
arkadaşlar, bugün, ülkemizde ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşanıyor. Bu ekonomik
sıkıntının temelinde 2001’den itibaren uygulanan ekonomik politikanın sonuçları
yatmaktadır. Bu ekonomik politika, makro dengeleri düzenleme adına yapılan
ekonomik politika, ülkedeki üretimi, KOBİ’leri, esnafı, sanatkârı düşünmeyen;
tarımı, köylüyü düşünmeyen ve onları kendi kaderine bırakan bir anlayış olduğu
içindir. Bizim hemen özümüze dönmeye ihtiyacımız var, hemen tarıma… Onların, bu
kadar geniş toprakları olan tarımın dünyaya ihracat yapabilecek noktaya gelmesi
için ar-ge’lerle desteklenmesine ihtiyaç var. Tire
Ovası’nda ne ekileceğini, bundan sonra dünyanın hangi pazarında, hangi ürüne
ihtiyaç olduğunu orada oturan Tireli köylü mü bilecek, yoksa Hükûmetin organize ettiği kuruluşlarla ona yön verecek
politikalar mı olacak? Duyduğu şekliyle üretim yapıyor; nar para ediyor, nar
ekiyor… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Susam, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. MEHMET ALİ SUSAM
(Devamla) – Şu para ediyor, ona göre köylü yöneliyor. Siz, tarımınızın
makro politikasını çizmek zorundasınız, o makro politikayı çizecek elemanlar
yetiştirmek zorundasınız; ülkemizde boş, işsiz gezen ziraat mühendislerini,
tarım mühendislerini bu alanlara sürmek zorundasınız. Onun için,
kooperatiflere, süt üretim kooperatiflerine, tarım kooperatiflerine, çiçekçilik
kooperatiflerine, hepsine ar-ge yapabilecek ortamlar
sağlamalısınız, ama hiçbirini bu yasanın içine koymadınız. Bu yasada tek şey
var beyler: Cari açığı kapatmak için, ithalat ile ihracatın arasındaki uçurumu
azaltmak için büyük firmalara verilecek destek. Bunun dışında hiçbir şey yok. Huzurlarınızı
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Susam. 5’inci madde
üzerine, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Erkan Akçay
söz istemiştir. (MHP sıralarından alkışlar) Buyurunuz Sayın
Akçay. MHP GRUBU ADINA
ERKAN AKÇAY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 5’inci
maddesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Muhterem heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, biraz önce, esnaf ve sanatkârlarımızla ilgili bir gündem dışı
konuşma üzerine Sanayi ve Ticaret Bakanının konuşmalarına tanık olduk. Sayın
Sanayi ve Ticaret Bakanına ve Hükûmete hatırlatmak
istediğimiz bir husus var. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak 24 Ocak
tarihinde esnaf ve sanatkârlarımızın sorunlarının tespiti ve çözüm yollarının
bulunması için bir Meclis araştırması önergesi verdik. Sayın Bakan esnaflarla
ilgili görüşlerinde samimi ise bu araştırma önergemize destek verilmesini
istiyoruz ve bekliyoruz. Değerli
milletvekilleri, bildiğimiz üzere “kanuna saygı” kavramı vardır. Kanuna
saygıdan genellikle kanuna uymayı, kanunun uygulanmasını, getirdiği kurallara
riayet edilmesini, kanunun ihlal edilmemesini anlıyoruz. Oysa,
bir kanuna, daha kanunlaşmadan, hazırlık sırasında, taslak ve tasarı aşamasında
ve yasama süreçlerinde de gereken saygı ve özenin gösterilmesi gerekmektedir.
Bu bakımdan, görüştüğümüz tasarı talihsiz bir tasarıdır ve ilginç bir örnektir.
Öncelikle, araştırma ve geliştirme faaliyetini ilgilendiren bir yasanın Maliye
Bakanlığınca değil Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca veya TÜBİTAK’ın bağlı olduğu
bakanlık tarafından hazırlanması gerekirdi. Ancak adı her ne kadar ar-ge’nin desteklenmesi yasası olsa da tasarı tamamen vergisel
düzenlemeleri içerdiği için, hazırlığın Maliye Bakanlığı tarafından yapılmasını
normal karşılıyoruz ve yaptıkları bu çalışma nedeniyle de Maliye Bakanlığını ve
değerli personelini tebrik ediyoruz. Vergi değişikliklerini içeren ve maliye
politikasını yakından ilgilendiren bu tasarı, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı tarafından Plan ve Bütçe Komisyonuna sevk edilmesi gerekirken,
Sanayi ve Ticaret Komisyonuna havale edilmiştir. Bu Komisyonu da tebrik
ediyorum. Tutanakları inceledim, tasarıyı iyi bir vukufiyetle
değerlendirmişlerdir. Ancak, bu tasarının Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülmesi gerekirdi. Bütün bunlar
oldu, bu defa tasarı Genel Kurula geliyor, kaç defa gündeme alındıysa, her
defasında önüne başka kanunlar geçiyor. Bir madde görüşülmeden başka kanunlara
geçildi. Bir ayı aşkın bir süredir, bu ar-ge
tasarısı, deyim yerindeyse, itilip kakılmakta, üvey evlat muamelesi
görmektedir. Demek ki, bu tasarı Hükûmet için önemli
bir kanun tasarısı değildir. Bu kanun âdeta sahipsiz bir kanun olacağa
benziyor. Klasik AKP yaklaşımıyla bu kanunun daha uygulanamadan
değiştirileceğini düşünüyoruz ve değiştirilmemesini, daha da geliştirilmesini
temenni ediyoruz. Değerli
milletvekilleri, ülkemiz ekonomisinin gelişmesini, kalkınmasını, uluslararası
arenada başarıyla rekabet edebilir hâle gelmesini sağlayan faktörlerin başında
mevcut teknoloji ve bilgi kapasitesi gelmektedir. Teknoloji ve bilgi
kapasitesini artıran en temel unsurların başında da araştırma, geliştirme
faaliyetlerinin yoğunluğu ile bilgi üretimi gelmektedir. Görüşmekte
olduğumuz ar-ge tasarısı, genel kapsamı itibarıyla,
daha ziyade, özel sektörün ar-ge faaliyetlerinin vergi
teşvikleriyle desteklenmesinden ibaret, kapsamı dar, mütevazı bir yasadır. Bu
kanundan araştırma ve geliştirme adına çok şey beklemek doğru değildir. Bu
hâliyle iddialı bir başlık taşıyan özel bir kanun çıkarmaktansa, Gelir ve
Kurumlar Vergisi Kanunlarında bir iki değişiklikle yetinilebilinirdi. Değerli
milletvekilleri, iyi bir ar-ge yasası, ülkemizin
birikim ve potansiyelini harekete geçirmeli, ülkemizde bir araştırma ve
geliştirme iklimi oluşturmalı, ar-ge çalışmalarını
üretimle buluşturmalı, ar-ge faaliyetlerinin
ilkelerini, usul ve esaslarını belirlemeli, koordinasyon ve iş birliğini
sağlamalı, araştırmacı insan kaynağını harekete geçirmelidir. Ancak böylesine
kapsamlı ve geniş ufuklu bir düzenlemeyle rekabet gücü artırılabilir, ar-ge harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıladaki
payı artırılabilir, katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimi yapılabilir,
verimlilik artışı sağlanabilir ve araştırmacı nitelikteki iş gücü
desteklenebilir. Ayrıca, iyi bir
ar-ge yasasının, araştırma ve geliştirme faaliyetleriyle
yakından ilgili olan üniversiteler, bakanlıkların ilgili birimleri, kamu
araştırma enstitüleri, TÜBİTAK, Türk Standartları Enstitüsü, Türk Patent
Enstitüsü, Akreditasyon Kurumu, meslek odaları, ilgili vakıflar ve özel sektör
kuruluşlarıyla iş birliği ve koordinasyonu sağlayacak düzenlemeleri de içermesi
uygun olurdu. Her şirketin ve
araştırmacının, yapılacak kapsamlı bir düzenlemeyle, Amerika’yı yeniden
keşfetmesine gerek kalmadan, bütün araştırma ve geliştirme faaliyetlerini,
araştırma ve geliştirme süreçlerini dikkate alarak, âdeta bir ar-ge bilgi bankası anlayışı içinde, ülkemizin ve dünyanın
sahip olduğu araştırma ve geliştirme birikimini ve potansiyelini servis yapacak
mekanizmalar oluşturulmalıdır. Türkiye’nin, ar-ge konusunda, hem özel sektörün hem de kamu sektörünün
koordineli bir şekilde adım atması, yeni atılımlar gerçekleştirmesi
gerekmektedir. Üniversite ile sanayinin bir araya getirilmesi çok önemlidir.
Ar-ge faaliyetlerinin finansman yönünün
güçlendirilmesi için üniversitelerin ve kamu araştırma enstitülerinin döner
sermayelerini de güçlendirecek tedbirler alınmalıdır. Kamunun mevcut
araştırma enstitülerini kapatıyorsunuz, tasfiye ediyorsunuz, kamu araştırma
enstitülerine hor bakıyorsunuz, hoyrat davranıyorsunuz ve her türlü imkândan
mahrum bırakıyorsunuz, sonra da ar-ge faaliyetlerini
destekliyorum diyerek, vergi teşvik düzenlemeleriyle özel sektörden ar-ge adına medet bekliyorsunuz. Türkiye, elindeki
mevcut kurumları, potansiyeli ve birikimleri yok ederek, bir tarafa iterek,
sadece vergi teşvikleriyle bir yere varamaz. Şimdi soruyorum: Manisa Tavukçuluk
Araştırma Enstitüsü kapatıldı -ki bölgenin, Orta Doğu’nun en büyük ve en önemli
araştırma enstitüsü idi- yerine ne koyabildiniz? Bu kuruluşun kurumsal
hafızası, birikimleri, tecrübeleri, potansiyeli ne oldu? Aşı üretiminde Türkiye
ne duruma geldi? İthalata mı bağımlıyız yoksa kendimiz mi üretiyoruz? Enstitü
varken kendimiz üretiyorduk, şimdi ithal ediyoruz. Enstitü kapatıldı, daha
sonra kuş gribi çıktı. Manisa Tavukçuluk Araştırma Enstitüsü, Türkiye’nin
kanatlı hayvan gen merkezi idi. 2005 yılında meydana gelen kuş gribi riski
karşısında Orta Doğu, Balkanlar ve Orta Asya’nın tek enstitüsünü neden
kapattınız? 2005 yılında Tarım Bakanı Sayın Mehdi Eker enstitüyü açacağım dedi,
hâlâ neden açmıyorsunuz. Birkaç sektörü, birkaç işletmeyi bazı araştırmacıları
vergi teşvikleriyle destekleyerek araştırma ve geliştirme faaliyetlerini
istediğimiz düzeye getiremeyiz. Ayrıca dile getirmeliyiz ki -KOBİ’lerin
yoğunlukta olduğu ülkemizde- bu yasada KOBİ’ler desteklenmemektedir, KOBİ’ler
âdeta dışlanmıştır. Değerli
milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi ar-ge
faaliyetlerine ve buna ilişkin çalışmalara özel önem vermektedir. Bu vesileyle
Milliyetçi Hareket Partisinin programında ve beyannamelerinde yer alan
araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ilişkin görüşlerimizi de yüce
heyetinizle paylaşmak istiyorum. Milliyetçi
Hareket Partisi, bilimsel ve teknolojik araştırmaların yenilikler ve buna bağlı
olarak verilecek patentler aracılığıyla üretime ve toplumsal faydaya
dönüşmesinin sağlanmasını, bunun için gerekli olan millî yenilik sisteminin
kurulmasını, teknolojik yenilikler ve teknolojik ürünleri yenilemek için
gerekli olan ar-ge çalışmalarına destek verilmesini,
ar-ge harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payının beş yıl içinde yüzde 2,5’a
çıkarılmasını; patent, ticari marka, endüstriyel tasarım ve telif haklarının
korunması amacıyla fikrî mülkiyet hakları sisteminin etkinleştirilmesini, ar-ge sonuçlarının sanayiye ve üretime aktarılabilmesi için
teknoloji transfer merkezleri kurulmasını, kamu kaynaklarından ar-ge yatırımlarına daha fazla kaynak aktarılmasını, ayrıca
özel sektörün ar-ge teknoloji üretim yatırımlarının
desteklenmesini savunmaktadır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi tamamlayınız. ERKAN AKÇAY (Devamla) – Milliyetçi Hareket Partisi, etkin bir
üniversite-sanayi işbirliği gerçekleştirilerek üniversite-sanayi ortak
araştırma merkezlerinin kurulmasını; üniversitelerin ar-ge
kapasitesinden özel sektörün yararlanmasını, teknokentlerin
üniversitelerin yanı sıra organize sanayi bölgelerinin bünyelerinde de
açılmasını; bilgi üretim teknolojileri, biyoteknoloji
ve gen teknolojileri, nanoteknoloji, üretim süreç ve
teknolojileri ile malzeme teknolojilerinin kurulmasını savunmaktadır. Ayrıca, Türk dünyasının bilimsel araştırma merkezi niteliğinde
Ankara Temel Araştırmalar Merkezi (ATAM)’nin
kurulmasını öngörmekte ve savunmaktadır. Değerli
milletvekilleri, ülkemizin hayallerini ve hedeflerini araştırma ve geliştirme
faaliyetlerine taşımamız, kendi Edison’larımızı yetiştirmemiz dileğiyle, bu
yasanın ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, muhterem heyetinize
saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Akçay. 5’inci madde
üzerinde, şahsı adına, Muğla Milletvekili Mehmet Nil Hıdır söz istemiştir. MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – Konuşmayacağım Sayın Başkan. BAŞKAN – Peki. Gene, 5’inci madde üzerinde, şahsı adına, Karabük Milletvekili
Mehmet Ceylan. Buyurunuz Sayın
Ceylan. (AK Parti sıralarından alkışlar) MEHMET CEYLAN
(Karabük) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bugün, ülkemizin
mevcut bilgi ve teknoloji üretim seviyesini daha da yükseltmek, sanayimizin
rekabet gücünü artırmak, dolayısıyla ülkemizin topyekûn küresel rekabet gücünün
artırılması hususunda önemli bir görev yapacak olan bir kanun tasarısını
görüşmekteyiz. Değerli
arkadaşlarım, bilindiği gibi ülkemizde son yıllarda, diğer gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, ar-ge
faaliyetlerini desteklemek, ülkemizin toplam rekabet gücünü artırma yönündeki
çabaları hususunda yoğun bir çaba sarf edilmektedir. Diğer gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler gibi, son yıllarda, gerek kamu kesiminde gerekse özel
kesimde bu alanda çok önemli destekler verilmektedir. Bu kanun
tasarısıyla da çeşitli teşvik unsurları, sanayi kesimine, araştırma-geliştirme
faaliyeti içinde bulunan firmalara çok önemli destekler getirilmektedir. Bu
desteklerin büyük bir bölümünü bundan önceki maddelerde görüştük. Bunlar
arasında ar-ge indirimi, gelir vergisi stopajı
teşviki, sigorta primi desteği, damga vergisi istisnası, teknogirişim
sermaye desteği, rekabet öncesi iş birliği gibi çeşitli teşvik unsurlarını daha
önceki maddelerde görüşerek kabul etmiş bulunmaktayız. Değerli
arkadaşlarım, bu maddeyle de kısaca, ar-ge
faaliyetleri içinde bulunan kişi ve kuruluşlara çok önemli ölçüde vergi desteği
gelmektedir. Hâlen gelir ve kurumlar vergisinde mevcut olan, ar-ge faaliyetlerinin yüzde 40’ının vergi indirimine tabi olan
mevzuat burada yüzde 100’e çıkarılmaktadır. Yani kişi ve kuruluşların yapmış
olduğu ar-ge’ye yönelik faaliyetlerinin toplamı,
şimdi artık bu kanunla birlikte yüzde 100 olarak vergiden indirme imkânı
getirilmiş olacaktır. Değerli
arkadaşlarım, ar-ge faaliyetlerine yönelik olarak
vergi düzenlemeleri daha önceki yıllarda da vardı. İlk defa 1989’da vergi
mevzuatımıza giren teşvik unsuruyla, daha önce, bu tür faaliyetler içinde
bulunan firmaların toplam ar-ge harcamalarını
geçmeyecek şekilde, o yıl içinde oluşan toplam vergilerinin yüzde 20’si
oranındaki bir kısmı üç yıl süreyle erteleme imkânı vardı. Bu mevzuat 1984’ten
2004 yılına kadar yürürlükte kaldı. Ancak 2004 yılında AK Parti İktidarımız
döneminde yapılan bir değişiklikle bu hususta önemli bir teşvik unsuru ilave
edildi. O da nedir? Enflasyonun da tek haneli rakamlara inmesiyle birlikte bu
yüzde 20’lik vergi ertelemesi, üç yıllık vergi ertelemesi, artık cazibesini
yitirmiş durumda idi. İşte 2004 yılında yeni bir düzenleme geldi ve “Toplam ar-ge harcamalarının yüzde 40’ı ölçüsünde vergiden muaf”
imkânı getirildi. Şimdi ise bu düzenlemeyle biz bu oranı hep birlikte yüzde
100’e çıkarmaktayız. Yani firmaların yapacakları ar-ge
harcamalarının tamamı artık bundan sonra vergiden indirme imkânına, vergiden
istisna getirme imkânına kavuşmuş olmakta. Böylece firmalarımızın yapmış olduğu
ar-ge harcamaları da daha büyük ölçüde
desteklenecektir. Değerli
arkadaşlarım, bu vesileyle tabii ki muhalefetteki partilerimize de teşekkür
ediyoruz bu kanunu destekledikleri için. Ancak zaman zaman
bazı arkadaşlarımız önemli ölçüde de kanunu eleştirdiler hatta bazıları “İçi
boş bir kanun.” falan dediler ve benzeri eleştiriler getirdiler. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
Sayın Ceylan, toparlayınız sözlerinizi. MEHMET CEYLAN
(Devamla) – Toparlıyorum Başkanım. Değerli
arkadaşlarım, bakın, son yıllarda, Hükûmetimiz
döneminde, gerçekten, ar-ge harcamalarına çok büyük
destek vermekteyiz. 2002 yılında ülkemizdeki toplam ar-ge
harcamalarının tutarı sadece 1,9 milyar YTL iken verilen destekler -kamuya ve
özel sektörün yapmış olduğu harcamalar- şimdi, 2007 yılı itibarıyla 5
katrilyona çıkmış durumda. Dolayısıyla, çok önemli ölçüde artmış durumda. 2002’deki ar-ge harcamalarının gayrisafi millî hasıla
içindeki oranı binde 6,7 seviyesindeydi. Şimdi ise, 2007 yılında bu oran yüzde
1’ler seviyesine gelmiş bulunmakta. Burada, sadece
bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: O yılda, 2002’deki gayrisafi millî hasılamız 180 milyar dolardı, şimdi ise, 2007 yılı sonunda
500 milyar doları bulmuş bulunmakta. Dolayısıyla, 2002 gayrisafi millî hasılasıyla kıyasladığınızda, şu anda, biz zaten yüzde 2’ler
seviyesini o yılın rakamlarıyla yakalamış bulunmaktayız. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET CEYLAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu kanunla ar-ge
harcamaları önemli ölçüde desteklenmektedir. İnanıyorum ki bundan sonra
firmalarımız da daha büyük ölçüde ar-ge faaliyeti
içinde bulunacaklardır ve gerek sanayimizin gerekse ülkemizin rekabet gücünün artırılması
hususunda önemli katkıda bulunacaklardır. Kanunun hayırlı
olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ceylan. 5’inci madde
üzerine soru-cevap işlemine geçiyoruz. İki soru vardır:
Sayın Cengiz’in ve Sayın Işık’ın. Buyurunuz Sayın
Cengiz. MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ederim. Şimdi, Sayın
Bakanım -soruya geçmeden önce- yine Çanakkale’den size selam var. Özellikle
Gelibolu ilçemize bağlı Süleymaniye, Çokal, Evreşe, Bolayır, Kavak, Bayramiç, Şadıllı,
Bayır ve Sütlüce köyleri özellikle desteklerini alamamışlar. Sayın Bakanımız
Tarım Bakanına parayı vermiyormuş. Tarım Bakanlığından “Maliye Bakanından para
gelirse ödeyeceğiz.” diye, öyle açıklama gelmiş. Özellikle onlar, sizden çok
acil, böyle bir şey bekliyorlar. Tabii bir de yeni
atasözü türemiş Sayın Bakanım: “Toprak işleyenin, un akıtanındır.” diye.
Dolayısıyla, bu atasözü de hayırlı olsun. Bu vesileyle “Toprak işleyenin, un
akıtanındır.” derken de tarım sektörümüzden de şöyle bir soru geliyor:
Özellikle, Türkiye'nin, tarım sektöründe ve hayvancılık sektöründe dünya literatüründe önemli bir konumu vardır. Özellikle biz
Ezine’de Ezine peyniriyle de Amerika’ya kadar ulaştık. Fakat ar-ge, araştırma-geliştirme faaliyetlerini kuramadıkları için
de batma noktasındalar. Özellikle dünyaya mal olan Ezine peyniri ve
Türkiye’mizin diğer önemli gıda ve hayvancılık değerleri, bu ar-ge faaliyetlerinden yeterli düzeyde destek alamadığından
dolayı dünyadaki eş değer gıdaların gerisinde kaldı. Özellikle bu bazda bakıldığında, hem tarımda ve hayvanlık sektöründeki
ürünlerde azalma olmakta hem de tarım üreticilerimizin gittikçe gelirleri
azalmaktadır. İşte tarımı destekleye -özellikle Bakanlığımızın veya
devletimizin tarımdaki tohum üretiminde hayvancılıkta da döl
üretiminde Bakanlığımızın ve devletimizin ar-ge
çalışmalarının varlığı nedir, geldiği nokta nedir ve bununla ilgili ne gibi
sonuçlar ortaya koyabiliriz? Eğer bu konuda bizleri aydınlatırsanız… Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Cengiz. Sayın Işık,
buyurunuz. ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Aracılığınızla, Sayın Bakanımıza sormak istiyorum: Kanunun
yürürlüğe girmesini takip eden birkaç ay içerisinde, örneğin bilgisayar
yazılımı ve donanımıyla uğraşan bir uluslararası şirket Türkiye’de bir şube
açar ve bu şubesi kanalıyla yapılmış olan toplam harcamaların önemli bir
kısmını ar-ge harcaması olarak önünüze getirir ise
bunun denetimini ve desteğini diğer yerli şirketlerden nasıl ayıracağız? Bu konuda Bakanlığımız nasıl bir tedbir almayı düşünmektedir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Işık. Buyurunuz Sayın
Bakan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Cengiz,
Çanakkale’nin birçok yerinden selamlar getirdi. Teşekkür ediyorum. Siz de benim
selamlarımı lütfen iletin. Çok fazla üzülmesinler, yakında paraları verilecek
çünkü ben Tarım Bakanlığına ödemeyi yaptım. MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Yaptınız mı Sayın Bakan? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Yaptım, dün itibarıyla yaptım. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Bunu yakın zamanda netleştirelim Sayın Bakan. MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Müjdeyi veriyoruz o zaman Sayın Bakan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Ver, ver, selamlarımı da söyle. SIRRI SAKIK (Muş)
– Bizim bölgeye müjde ne zaman Sayın Bakan? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – İkincisi: Tabii bu atasözüyle ilgili… Birisi bir
şey söyleyince hemen atasözü olmaz o, biraz daha bekler. Yüzyılları
süzerek gelmesi lazım. Şimdi, bu böyle, hemen bir senede söylenmiş bazı
sözler atasözü sayılmaz, biraz daha devam eder. Ama ileride olabilir de yani
bakın onlara. MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Yakışıyor size efendim, yakışıyor size. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Unakıtan’la ilgili bir
şey olabilir yani. Üçüncüsü: Ezine peyniri hakikaten çok güzel. Bizim gurur duyduğumuz, iftihar ettiğimiz bu beyaz peynir… Ezine
peyniri gibi peyniri yurt dışında da zaten bulamıyorsunuz. Buna benzer bir
Bulgar peyniri var, o da tutmuyor onu. O bakımdan, peynirdeki çalışan
arkadaşlarımız biraz daha geliştirebilirlerse, o içeriğindeki, bazı sıhhi
şartlara, uluslararası şartlara biraz daha uyabilirlerse çok çok başarılı olacağız. Ben Amerika’da mesela, Türk beyaz peynirini
buldum, aldım ve ilgili firmayı da aradım, tebrik ettim. Ama Ezine değildi o,
Balıkesir’di, Gönen’di. MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Ezine diye gidiyorlar. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Yok, Ezine diye yok. Ben biliyorum, ben şimdi o
işi biliyorum. Bir de Edirne peyniri var tabii, onu da atlamayın yani aradan. TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Kırklareli’ni unutmayın Kırklareli’ni. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Edirne peynirine, -Edirne milletvekilleri var
burada- sahip çıksınlar yani. Edirne peyniri de ün salmıştır biliyorsunuz. Ben
Türkiye'nin beyaz peynirciliği hakkında konuştum, hakikaten doğru. Şimdi, bu, gerek
peynir olsun gerek hayvancılıktaki diğer bizim durumlarımız, ürünlerimiz ve
tarımdaki tohumculuk olsun, bunlara çok çok değer,
önem vermemiz lazım. Tarım Bakanlığımız da gerekli önemi veriyor. Mesela, şimdi
“1 kilo domates tohumu mu daha pahalı, 1 kilo altın mı daha pahalı?” diye
sorsanız, 1 kilo domates tohumu daha pahalı. Ama bunu, artık, Antalyalılar
yetiştirmeye başladı. Ben gittim, gezdim, gördüm, hakikaten de tebrik ediyorum
bu arkadaşlarımızı. Bilhassa, bir de son zamanlarda
gelişen organik tarım var. Organik tarımı bizim çok iyi desteklememiz lazım. Bu
konuda hem Tarım Bakanlığımız hem Sanayi Bakanlığımız, biz de Maliye olarak
-Millî Emlaktaki bazı yerlerin organik tarıma tahsisi
hususunda- çok önem veriyoruz bunlara ve
giderek de Türkiye'nin buna dönük üretimleri gelişecek. Zaten, bu ar-ge’lerden maksat, Türkiye'nin katma değeri daha yüksek
ürünler üretmesi. Domates üretmemiz iyi ama domates tohumu üretip ihraç edersek
çok daha iyi. Mesela, ben, şöyle, organik tarımla ilgili olarak Antalyalılarla
görüştüm, Ticaret Odasıyla görüştüm, diğerleriyle görüştüm, diyorlar ki:
“Gelecekteki Antalya’nın organik tarımdan beklentisi 5 milyar dolar.” Yani bu
olur mu? Olur. Bu arada, bir de
çiçekçilik var biliyorsunuz, kesme çiçek. Onunla ilgili olarak da bazı yerler
tahsis ettik biz, organik olarak yapılanı. Ne fark ediyor? Mesela, termal
sulamayla ısıtmalarını falan yapıyorlar. Oralarda yapılıyor. Altı ayda bir çiçek kökü
değiştirirken üç senede bir çiçek kökü değiştiriyorlar. Yani fevkalade,
Türkiye'nin bu potansiyeli var. Bu potansiyelini de ileri doğru yakalayacak…
Çünkü çok ümit veren çalışmalar var, üniversitelerimizde de var.
Üniversitelerimizle de gittim, konuştum ben yaptıklarını. Bu konuda çok ileri
çalışmaları var. Dolayısıyla,
Türkiye'nin, inşallah, önümüzdeki günlerde, önümüzdeki yıllarda bu ihracatı ve
bu üretimi oldukça fazla olacak. Mesela, bu
organik domates üretiminde bir arkadaşımız, Mersinli, Sayın Şandır galiba
görüştü “3 kilo domates 1 lira etmiyor.” dedi. Ama şimdi, o organik
yetişenleri, inanın, Avrupa “ne kadar gönderirseniz alacağız.” diyor ve bunu da
gönderiyor. Aşağı yukarı 1 euro, 1,5 eurodan gönderiyorlar ki yani 2 milyonun üzerinde bir
parayla gönderiyorlar. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakan, bizatihi kendim gördüm, arabanın üzerinde bekliyor
kasayla, alan yok. Yönlendirmek lazım. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – İşte, onları yavaş yavaş
bu organiğe çevirmemiz lazım Sayın Şandır. Yani bu konuda da biz destekçi
oluruz. Sayın Işık
“Bilgisayar programlarıyla ilgili dışarıdan gelen birisi böyle ‘Ben ar-ge yapıyorum.’ derse nasıl onu anlayabileceksiniz?” diyor. Bu, çok kolay. Şimdi Komisyon Sayın Başkanımız beni
uyarıyor. Uluslararası şirketlere de şubelerine de teşvik verilmiyor. SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – Burada böyle bir şey yok, şubelere yok. Burada yerli firma olursa
olur. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – “Türkiye’de kurulursa verilecek bu.” diyor.
“Burada kurulursa ancak söz konusu.” diyor. ALİM IŞIK (Kütahya) –
Burada şube açarsa… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Evet, o şekilde. Bir de, değerli
arkadaşlar, KOBİ’lere teşvik verilmiyor, ar-ge’den
sanki dışlanıyor gibi bir şey var. Fakat burada 1’inci maddenin ikinci
fıkrasında bir maddemiz var bizim. O maddeye göre de bu… Küçük ve Orta Ölçekli
Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaremiz var, KOSGEB. Şimdi, KOSGEB’in kurmuş
olduğu teknoloji merkezleri var. 3624 sayılı Kanun’a göre kurulmuş teknoloji
merkezlerine de tanınıyor bu ar-ge. O bakımdan… Ama
ortadan birisi çıkmış “Ya ben şu ar-ge’yi yaptım.” Ne
ar-ge’si yaptın kardeşim yani? Şunların şartlarına
uydun mu? Yani bunun da bir zapturapta alınması lazım. Şimdi, Türkiye bu ar-ge kanunuyla önemli bir şeye kavuşmuş oluyor. Yani diğer
ülkelere yetişme gayreti var. Türkiye’deki ürünlerin daha yüksek katma değerli
üretilmesi için buna biz teşvik veriyoruz. Ayrıca, yurt dışında önemli
uluslararası araştırma-geliştirme şirketleri var çok büyük; mesela, ilaç
şirketleri. İlaç şirketleri 70 milyar dolar harcıyorlar her yıl
araştırma-geliştirmelere. Gelsinler bizim ülkemizde yapsınlar. Bizim doktorlarımız
yapsın. Bizim laborantlarımız yapsın. Bizim farmakolojistlerimiz
yapsın. Gelsinler, baksınlar.Bu kanunu çıkardığımız
zaman o imkânı da sağlayabiliyoruz. O bakımdan, bu
kanun önemli bir kanundur ve bu kanunu da bütün iş âlemi de bekliyor. O bakımdan,
bu kanunu da zaten bütün partilerimiz de -aşağı yukarı, gördüğüme göre de-
destekliyorlar. Onun için,
hepinize çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan. 5’inci madde
üzerinde önerge yok. Sayın
milletvekilleri, maddenin oylamasından önce, Komisyonun madde metninin
yazımıyla ilgili bir düzeltme talebi vardır. Buyurun Sayın
Başkan. SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – Madde 5’te “193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun” ifadesi “Kanunun”
olarak değiştiriliyor ve “Gelir Vergisi” tabirini de kaldırıyoruz. Üçüncü satırda
“Kurumlar Vergisi” kelimesini kaldırıyoruz. Yine “Kanununun” denmiş, “Kanunun”
diyoruz efendim. Bu iki düzeltmeyi
arz ediyorum. BAŞKAN – Peki. Bu düzeltmeyle maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde kabul
edilmiştir. 6’ncı maddeyi
okutuyorum: Yürürlük MADDE 6- (1) Bu
Kanun 31/12/2023 tarihine kadar uygulanmak üzere,
yayımını takip eden ay başında yürürlüğe girer. BAŞKAN – 6’ncı madde
üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu söz istemiştir. Buyurunuz Sayın Coşkunoğlu. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on
dakika. CHP GRUBU ADINA
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. 7 Şubat günü
tartışmasına başladığımız, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin
Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerine Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini belirtmek üzere huzurunuzdayım. 7 Şubat günü
başladık, araya diğer yasalar girdi. Hangi yasalar bunun, bu çok önemli yasanın
önüne geçti bunu da takdirlerinize bırakıyorum. Bu yasanın önemi,
tekrar, ar-ge ve teknolojiyi üretmek bir ülkenin
rekabet gücünü arttırmak için gereklidir. Türkiye’nin ar-ge
harcamalarını arttırması gerekir. Sadece ar-ge
harcamalarını arttırması değil ar-ge harcamalarının,
araştırma geliştirme harcamalarının kompozisyonunu da değiştirmesi, yani daha
çoğunun özel kesim daha azının kamu yapması gerekir. Bunları daha önceki
konuşmamda da belirtmiştim. Bu konuda başarılı olan ülkelerde yüzde 70 ar-ge harcamasını, kabaca, özel kesim yapar, yüzde 30’unu kamu
yapar. Türkiye’de bu tam tersidir. Bunu da değiştirmeye yöneliktir. Bu bakımdan
yasa önemli bir yasadır. Fakat yasanın vahim bir eksiği vardır. Yasanın vahim
eksiği, kısaca, herhangi bir strateji, herhangi bir teknolojik öncelikler gibi
konuları ele almamasıdır. Daha da vahimi, daha da vahimi, sanki bir strateji
varmış da bu stratejiyi destekliyormuş gibi yasanın sunulmasıdır. Yasanın tümü
üzerine konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı, ar-ge’den
sorumlu Genel Başkan Yardımcısının konuşması çok yanıltıcıdır, bu daha da vahim
bir şeydir. Aynen, 7 Şubat tutanaklarından okuyacağım bazı kısımları. Aynen
okuyorum: “Kendi ar-ge’nizi yaparsınız, teknolojinizi
kendiniz geliştirirsiniz ve dünyayla rekabet etme şansınızı oldukça
artırırsınız. Bu arada kârınız da çok artar. Şimdi, bunları yapabilmek için
ülkelerin belirli stratejilerinin olması lazım.” Peki, nerede bu strateji? Yok.
Devam edelim: “Bu işleri yaparken belirli bir stratejinizin olması gerektiğini
ifade etmiştim ülke olarak. Yoksa, doğrudan, işte
şunun da ar-ge’sini yapalım, bunun da ar-ge’sini yapalım, bir ekonomik değer ortaya çıkartmadıktan
sonra o ar-ge’lerin aslında çok büyük bir faydası
olmuyor.” Burada da bir itiraf var. Şunun da ar-ge’sini
destekleyelim, bunun da ar-ge’sini destekleyelim…
Fayda çıkarmıyor. Bir ürüne dönüşmüyorsa, belli bir strateji izlemiyorsa, fayda
çıkartmıyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı, ar-ge’den
sorumlu, böyle bir açıklama yapıyor. SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – AKP değil, AK Parti, AK Parti… OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) – Tutanaklardan aynen okuyorum. Devam ediyorum, aynen tutanaklardan
yine: “Keşke, geçmiş hükûmetler bu stratejileri
yerine getirseydi.” Hangi stratejileri? Hangi stratejileri yerine getirseydi?
Sanki ortada bir strateji var gibi! “Keşke, geçmiş hükûmetler
bu stratejileri yerine getirseydi, başlatsaydı bugün farklı bir noktada
olurduk. Ama bugün biz başlatıyoruz.” Neyi başlatıyoruz? Hangi stratejiyi
başlatıyoruz? Bu, yani kasten yapılmış olmasına inanmak istemiyorum, fakat…
Devam ediyorum, aynen tutanaklardan: “Bu anlamda neler yapıyoruz? İşte, Sayın
Başbakanımız, bu ‘teknolojik gelişmeler’ konusunu himayesi altına aldı ve bu
teknolojik gelişmelerin gündeme getirildiği, ele alındığı en üst platform olan
Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu diye bir kurul vardır. Biz her altı ayda bir
Sayın Başbakanın Başkanlığında bu toplantıları yapmaktayız ve ülkenin teknolojik
stratejileri konusunda çok önemli kararlar alınmakta burada. Bu
önemli bir konu.” Peki, önemliyse bu teknolojik stratejiler, teknolojik
öncelikler neden yer almıyor? Ben Sayın Bakana da sorumu sormuştum: “Herhangi
bir ar-ge desteklenecek mi? Niye öncelikler yok?”
dedim. “Yok bizde öncelik, ne olursa destekleyeceğiz.”
dedi. Sayın Bakan burada. O da tutanaklarda, sorumun yanıtı tutanaklarda. Değerli
arkadaşlar, aynı minvalde devam ediyor. Bir de Kore ve Tayvan gibi örnekler
veriliyor ki onların stratejisi olduğunu Sayın Denemeç
çok iyi bilir. Ortada böyle bir strateji yok. Peki, nedir bu
strateji? Ne olmalıydı? Nasıl yapılsa doğru olurdu? Bakın, bir stratejinin
mutlaka bir sektörel boyutu olmalıdır. Hangi
sektörlerin desteklenmesi… Örneğin, savunma sanayisinin öneminin sadece savunma
nedeniyle değil… Savunma sanayisinde geliştirilen teknolojilerin sivil alanda
da kullanıldığı hatta sivil alanda kullanılan en önemli teknolojilerin savunma
sanayisinde geliştiğini de biliyoruz. Ben size yeni bir
rakam vereyim. Yeni bir raporda, bakın İsveç’in… Şimdi, İsveç’i düşünün,
İsveç’in konumunu düşünün, İsveç’in jeopolitik durumunu düşünün, İsveç’in
bulunduğu coğrafyada etrafındaki tehditlerin varlığını, yokluğunu düşünün ve
Türkiye’yi düşünün. İsveç’in koyduğu hedef yüzde 70 kendine yeterlilik. İsveç
gibi bir ülke… Türkiye, bu içinde bulunduğumuz konumda, şu anda kendimize
yeterlilik -Sayın Savunma Bakanı da buradaydı- yüzde 35,6 düzeyinde. İsveç’in
yarısı. Şimdi İsveç’in konumuna bakın Türkiye’nin konumuna bakın. Bununla ilgili
bir rakam daha vereyim: Savunma harcamalarının yüzde 50’sinin yerli
kaynaklardan sağlanması gerçekleşebilse, hayata geçirilebilse mevcut 1 milyar
770 milyon dolar olan yerli şirket cirosu 5 milyar doları aşabilecektir.
Bu da işin diğer rakamsal kısmıdır. Diğer bir belge önümde, belge çok. Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu, şimdi, ar-ge’den
sorumlu Sayın Genel Başkan Yardımcısı orada, işte, stratejiler var, denilmiş,
unutulmuş… Önemliyse niye söylenmiyor? Başbakanın himayesi altına aldığı
stratejiler var, unutulmuş, bırakılmış. Demek ki ya onlar önemsiz yahut da
unutulmuş. Elimde Dokuzuncu
Plan’ın 2007 Programı var: “Öncelik 2: Özel kesimin ar-ge
kapasitesini ve talebini artırması desteklenecektir” Burada, özel sektöre verilen ar-ge destekleri artırılacaktır, yani, bu yasadan söz ediyor
ve burada şunu söylüyor: Öncelikli alanlarda teknoloji yeteneğini üst düzeye
çıkarmaktan söz ediyor, ama öncelikli alanlar yok! Şimdi, burada kasti bir
yanıltma mı var, ne var? Ben bunu gerçekten endişeyle ve üzülerek izliyorum. Habire öncelikten bahsediliyor, habire
stratejiden bahsediliyor, öte yandan bunların hiçbiri yasada yer almıyor. Yasanın diğer
eksikleri: Kamu tedarik politikası, bunun ar-ge’yle
düzenlenmesi, teknoloji geliştirmeyle çok yakından ilişkilidir. Bunlara
değinilmiyor. TÜBİTAK’ın 2004 yılında başlattığı TARAL Programı, bu ar-ge ve teknoloji üretiminin başarılı olması için üniversite,
kamu ve özel kesim üçlü helezonunu beraber ve çalıştırmaya yönelik kurumsal
yapılanma çok önemli bir kurumsal altyapıdır… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Öyle bir kurumsal
altyapıya da referans verilmiyor bu yasada. Değerli
milletvekilleri, tabii, bu kısa zamanda strateji nedir, niye olması gerekir,
ben bunu anlatamam. Anlatmayı çok isterdim. Fakat,
sizlere şöyle bir davet çıkartayım: Bu cumartesi günü Orta Doğu Teknik
Üniversitesinde Verimlilik Topluluğu öğrencileri “yönetim ve mühendislik
günleri” düzenliyor, cumartesi günü Kültür Kongrede. Bu her sene düzenlenir ve
her sene bir teması olur. Bu seneki teması da, tesadüfen,
strateji. Buyurun hepiniz davetlisiniz. Bu kadar lafını ettiğiniz, ama
bu yasada eksik olan, bütün hükûmet politikalarında
eksik olan, bir yandan özelleştirerek kaybettiğimiz olanakların, ar-ge olanaklarının stratejisini orada hep beraber tekrar
değerlendirme olanağı olur. Öğrenme olanağı demiyorum, belki yakışık
almayabilir. Sizleri ODTÜ öğrencilerinin düzenlemiş olduğu strateji konusundaki
o toplantıya davet ediyorum. Yararlı bilgiler edinmek mümkündür. Teşekkür eder,
hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Coşkunoğlu. 6’ncı madde
üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Münir Kutluata söz istemiştir. Buyurunuz Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 6’ncı
maddesi vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Bilgi ve
teknoloji üretimini sağlayamayan ülkelerin geleceğinin karanlık olduğunu
hepimiz biliyoruz. Nitekim globalleşme diye karşımıza
çıkan ülkeler arası etkileşim atmosferinin daha sonra gelişmiş ülkelerden fakir
ülkelere, iddialı ülkelerden iyi yönetilemeyen ülkelere doğru tek taraflı bir
rüzgâra dönüşmesi hepimizin gözleri önünde olmuştur. Globalleşme, bilgi ve
teknolojiyi üretebilen ülkeler veya bloklar için elde ettikleri üstünlüğü
pekiştirmek ve garanti altına almak için önemli bir fırsat olurken Türkiye
benzeri bazı ülkeler için her türlü olumsuzluğun açıklanmasında önemli bir
mazeret olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden, araştırma ve geliştirme, bilgi ve
teknoloji üretimi, bilgi çağı üretim sistemleri gibi sık sık
dile getirilen konuların temenniden ibaret kalmayıp Türkiye'nin de faydasına
sunulabilmesi için etraflıca ele alınıp sistematiğinin anlaşılabilmesi
gerekiyor. Sistematiğin anlaşılabilmesi bu alanda mesafe katedebilmenin
en önemli şartı olarak görünüyor. Bir ülkede bilgi
ve teknoloji üretim kapasitesinin, ar-ge ortamının
gelişmesi birçok faktöre bağlıdır. Bütün bu unsurların konunun gelişmesi
yönünde etki etmesi beklenir. Bir yandan araştırma geliştirme ortamının
desteklenmesi niyetiyle tedbirler alınırken, yasalar çıkarırken diğer yandan
doğal yapının gelişmesini engelleyecek politikalar uygulayarak sonuç almak
mümkün değildir. Bilgi ve
teknoloji üretimi ve ar-ge açısından Türkiye'nin
içinde bulunduğu durum, sistematiğin kavranamadığını gösteren en çarpıcı
örneklerden bir tanesidir. Bu yüzden, ar-ge
harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
üzerinden yapılan kıyaslamalar durumu açıklamaya yetmemektedir. “Şu kadar
artırmak suretiyle oranı yüksek seviyeye getiriyoruz” demenin hiçbir anlamı
yoktur. Sistemi oluşturmadığımız takdirde bunlar sadece birtakım cılız kalmaya
mahkûm gayretler olarak kalacaktır. Nasıl ki, sağlık seviyesinde gelişmiş bir
ülkeyle aynı düzeye gelebilmek için aynı oranda sağlık harcaması yapmakla
meseleyi halledemiyorsak, sistemi kurmak gerekiyorsa, efendim sistemi iyiye
götürücü bir tarzda işletmek gerekiyorsa burada da durum aynıdır. Bilindiği gibi,
bilgi ve teknoloji üretiminin esasını araştırma ve geliştirme oluşturuyor.
Gelişmiş ülkelerde bilgi ve teknoloji üretimi eğitim sisteminin, üniversiter sistemin ve üretim sisteminin tabii bir
parçasıdır, hatta fonksiyonudur. Ar-ge ise bu
sistemin doğal sonucu olarak gelişmiş bir altyapı, yaygın ve müsait bir
iklimdir. Bu durumu kavrayabilen ülkelerin bu alanda benzer bir yapıya ulaşmak
bakımından önemli mesafeler katettiğini görüyoruz.
Başta Çin olmak üzere, birçok ülke bu fırsatı gayet güzel
değerlendirebilmiştir. Türkiye ise hâlâ işin önemini anlamakta olduğunu
gösteren bazı işaretler vermekle meşguldür. Şu anda görüşmekte olduğumuz
yasanın yıllarca gecikmiş olması da bunu gösteriyor. Milliyetçi
Hareket Partisinin bilim ve teknolojiye, ar-ge’ye,
hızlı iktisadi kalkınmaya verdiği önem herkesin malumudur. 57’nci Hükûmet döneminde, Milliyetçi Hareket Partisinin öncü
gayretleriyle hazırlanan
Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Yasası 2001’de çıkarılmıştı.
Üzerinden yaklaşık yedi yıl geçmiş, şimdi bu yasayı görüşüyoruz. Eğer bu yasa,
diyelim ki beş yıl önce çıkmış olsaydı, bugün ortaya çıkan sonuçların
verimliliği ve yeni düzenlemeleri konuşuyor olacaktık. Gecikmeye rağmen bunu destekliyoruz.
Bilgi ve
teknoloji üretmenin doğal yapısı araştırma ve geliştirmenin taraflarının
sorumluluklarını bilmesi, anlayabilmesi ve yerine getirebilmesiyle yakından
ilgilidir. Kolayca görülebileceği gibi, taraflar arz edenler ve talep edenler
olmak üzere iki gruptadır. Arzın tarafları üniversiteler, özel üretici
kuruluşlar, özel teknoloji üretim merkezleri ve kamunun teknoloji üretim sistem
ve merkezleridir. Talep edenler veya etmesi gerekenler de firmalar, kamu
kurumları, sivil toplum örgütleri, fertler ve toplumun tamamıdır. Bilgi ve
teknolojiyi talep etmesi gereken tarafların talepleri olmadan arz eden yönü
harekete geçirmek ve onu sağlıklı işletmek mümkün görünmüyor. Bilgi ve
teknolojiyi talep etmesi gerekenler eksiklerinin farkında olmadan, taleplerini
ortaya koymadan arz sistemini düzene sokamıyoruz. Örnek olarak, sık sık dile getirilen üniversite-sanayi iş birliği konusunu
dikkatlerinize getirmek istiyorum. Türkiye’de bir arzu, bir istek olarak
devamlı üniversite ile sanayinin iş birliğinden söz edilir. Eğer üniversiteden
sanayi bir talepte bulunuyor olsaydı bugüne kadar, üniversiteler bilgi ve
teknoloji üretimi bakımından hazırlıklı olacaklardı. Sanayinin, iş âleminin, iş
hayatının, kamunun ve diğer kesimlerin bu anlamda bir talebi olmadığı için üniversiteler
hazırlıksızıdır. Dolayısıyla biz bunu birtakım tavsiyelerle “Bir araya gelin,
güzel çalışmalar yapın.” demekle yaptıramıyoruz; bu bir sistem meselesidir. Özel sektöre
gelince: Özel sektör varlığını sürdürebilmek için eğer yeni bilgileri ve teknolojileri
satın almak, onlara ödeme yapmak zorunda kalacak olsa sistem, özel sektör
ayağında sağlıklı işliyor olacaktı; bunu da sağlayabilmiş durumda değiliz.
Diğer taraftan kamunun da bu türde taleplerinin olmadığını görüyoruz.
Dolayısıyla talep yönü, arz edecek kurumların sağlıklı çalışmasını sağlayacak
bir etki icra edememektedir. Bilgi çağının
özelliği, yenilenerek ve yenileyerek ayakta kalmaktır. Yenilenerek varlığını
sürdürme insan için, insan kaynakları için söz konusudur. Hayat boyu eğitim
dediğimiz ve eğitimin düzene sokulması bu konudur ve Milliyetçi Hareket
Partisinin bu konudaki hassasiyeti yine herkes tarafından bilinmektedir.
Türkiye iki ayağının üzerine kalkıp yürüyecek ise ayaklardan bir tanesi budur.
Ancak bu konuyu şimdi geçerek tekrar teknoloji konusuna geliyorum. Teknoloji
konusunda, yenileyerek varlığını sürdürebilme anlayışı fevkalade önemlidir.
Firmalar için, ürünler için yenilenerek ayakta kalabilmek söz konusudur. Eğer,
pazar şansının devam etmesini istiyorsa kuruluşlar, kendi ürünlerini her gün
yenilemek zorundadır. Bir ürünün varlığı devam etsin isteniyorsa o ürüne her
gün yeni özellikler katmak mecburiyeti vardır. İşte bu yüzden bu yasanın 1’inci
maddesine “Teknolojik bilginin ticarileştirilmesi” kavramanın girmesini -çok
uzun bir gecikmeden sonra- kâr saymak mecburiyetindeyiz. İşte bu anlayış eğer
yıllar önce sisteme girebilseydi, bu dediğimiz tabii mekanizma daha güzel
işliyor olacaktı. Bundan yarım asır
önce, firmalar üretip de satmaya çalışmak yerine, satılabilecek olanın üretilmesi
gibi bir yol keşfetmişlerdir. Daha sonra “modern pazarlama” adını alacak olan
bu yol, araştırma ve geliştirmenin araştırma kısmının anlam kazanmasıdır.
Satılabilecek olanı üretmek demek, gizli talebi ortaya çıkararak hangi
ürünlerin talep edilebileceğini belirlemek ve daha sonra da buna uygun
ürünlerin üretilebilmesini sağlamak demektir. Demek ki araştırmayı sadece laboratuvar araştırması olarak anlayamayız, bundan
anlayacağımız, aynı zamanda pazar araştırmasıdır. Peki, geliştirilen nedir?
Geliştirilen, ihtiyaç duyulduğu tespit edilen ürünü gerçekleştirme yolları,
metotları ve usulleri ve teknolojisinin ortaya koyulmasıdır. Teknolojiye olan
talebi artıracak olan bu sistemi işlettiğimiz zaman, geliştirmenin
kendiliğinden vücut bulacağını ve otomatik olarak işleyebileceğini
söyleyebiliriz. Şimdi, ar-ge’yle ilgili yasalar çıkarmaya gayret ederken diğer
taraftan, araştırma ve geliştirmenin önünü kesen uygulamaların üzerinde de
kısaca durmak gerekiyor. Bütün iletişim sistemlerini yabancılaştırdığınız bir yapı
içinde, en önemli teknolojik gelişme alanı olan iletişimde hangi yeni
teknolojilerin, hangi yeni bilgilerin üretilmesi pazar bulacaktır da siz bu
sahada mesafe kaydedeceksiniz? (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. MÜNİR KUTLUATA
(Devamla) - Dolayısıyla nasıl ki uluslararası pazarlarda var olabilmenin şartı
markalaşmak, büyük kuruluşlar hâline gelebilmek şeklinde izah ediliyorsa bunun
arkasındaki anlam, araştırma ve geliştirmeye para ödeyecek, sistemin otofinansmanına katkıda bulunacak bir arzunun, bir yapının
oluşmasıdır. Dolayısıyla elden çıkarılan kuruluşlarımızı sahaları gözden
geçirecek olursak bu alanlardaki araştırma ve geliştirmelerin önünü tıkamış
olmamız dolayısıyla bu sahadaki tabii gelişmeleri bekleyemiyoruz. “İhracata dayalı
kalkınma modeli” adı altında ithalatı geliştirdiğimiz takdirde iflas eden,
piyasadan çekilen veya saha değiştiren, ithalata yönelen, teknolojiyi dışarıdan
transfer etmeyi daha ticari bulan kuruluşlarımızın varlığını desteklediğimiz
sürece yine bu tabii ortamı tahrip etmiş oluyoruz. Dolayısıyla bu yasayla,
eksiğimizi fark edip daha iyiye götürecek tedbiri alma gayretlerini takdir
ediyoruz, ancak sistemin tabii işleyişini engelleyen bütün faktörleri ortadan
kaldırmadan bunun yetersiz kalacağını ifade ediyor, hepinizi saygılarla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kutluata. Sayın
milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 17.16 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.33 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. 95 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Şimdi, 6’ncı
madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Düzce Milletvekili Metin Kaşıkoğlu. Buyurunuz Sayın Kaşıkoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakikadır. METİN KAŞIKOĞLU
(Düzce) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 95 sıra sayılı Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı’nın 6’ncı
maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, aslında 6’ncı madde bir yürürlük maddesi. Yürürlük maddesinde esas
itibarıyla çok… Belki, genelde kanun düzenlemelerimizde konuşacak materyal
bulmakta güçlük çekebiliriz ama bu kanuna mahsus olmak üzere 6’ncı maddeyi
incelediğimizde, maalesef, üzerinde kısa sürede değil, çok uzun süreyle
konuşmayı gerektirecek kadar önemli bir vizyonun yer
aldığını hep birlikte göreceğiz. Bu maddeyi
okuduğumuzda “Bu Kanun 31/12/2023 tarihine kadar
uygulanmak üzere, yayımını takip eden ay başında yürürlüğe girer.”
düzenlemesinin yer aldığını görüyoruz. 2023 tarihi, gerçekten, Ak iktidar için
çok önemli bir projeksiyondur. 2023, cumhuriyetimizin
kuruluşunun 100’üncü yılını hep birlikte coşkuyla kutlayacağımız bir yıl olacak
ve Türkiye’nin belki de ulaşmak durumunda olduğu hedeflerin orta vadedeki somut
neticelerine gideceğimiz tarih olacak. O nedenle 2023 bizim
için önemlidir ve Türkiye’yi 2023’e çok daha sağlıklı şartlar altında götürmek
adına bu kanun eksiklikleriyle beraber -belki çok daha iyi şartlarda, çok daha
büyük imkânlarla olması arzu edilirdi ama- bugün bunun teşhis edilmiş olması ve
bu konuda adım atılıyor olması da gerçekten önemli bir politikadır diye
düşünüyorum. 21’inci yüzyılda
gelişmiş ülkeler, bilgi ve teknolojiye hâkim olan, olduğu kadar üreten ve
yenileyen toplumlar olmuşlardır. Bilgiyi üretip, teknolojiyi eklemleyen çağdaş
devletler uzun vadede en büyük yatırımları gerçekleştirmektedirler. Böylelikle,
refahı simgeleyen, yalnız hizmet ve servis sektöründe değil, uluslararası arenada
önemli paya sahip olarak ekonomik, endüstriyel, politik, askerî alanlarda çok
büyük üstünlük sağlamaktadırlar. Diğer bir deyişle, uluslararası rekabette
ayakta kalmak, ancak bilim ve teknolojiye yüksek seviyelerde imkân
hazırlanmasıyla mümkün olmaktadır. Bu politikanın da temel yapı taşı araştırma
ve geliştirme faaliyetlerine verilen önemdir değerli arkadaşlar. Nitekim, söz konusu
tasarının temel felsefesi, Türkiye’nin bağımsız bir bilim ve üretim merkezine
dönüştürülmesi, araştırma ve geliştirme alanlarında önemli bir adres olarak
küresel sisteme ev sahipliği yapmasıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin uzun dönemli
büyüme ve gelişme süreci, yenilikçilik kültürü, ileri teknoloji, ar-ge yatırımları, bilim adamı ve araştırmacı sayısı, insan
kaynakları kalitesi, esnek üretim modeli, girişimciliği teşvik etmesi,
işletmeleri yatırıma ve üretime odaklayarak özendirmesi ve güvence altına
almasıyla doğrudan paralellik arz etmektedir. Değerli
milletvekilleri, gelişmiş ülkelerde asırlardır araştırma ve geliştirme alanlarına
yatırım yapılırken ülkemizde uzun yıllar bu alan ihmale uğramıştır. AK Parti
İktidarıyla birlikte Türkiye'nin vizyonunda ve
misyonunda yaşanan büyük dönüşüm, bu hatalı gidişata da nihayet bir son
vermiştir. Hükûmetin bilene ve bilime yaptığı
yatırım, verdiği değer, bunun en güzel kanıtı olmuştur. Lütfen, rakamlara
burada dikkatinizi çekmek isterim. 2002’de 28 bin olan araştırma personeli
sayısı 2005 yılında 49 bine ulaşmış ve ülkemiz bilim insanı artış oranı
bakımından dünyada üçüncü sıraya yükselmiştir. Ayrıca, önceden bilim insanına
sahip tekelci bir statüde bulunan üniversitelerden kamuya ve özel sektöre
önemli oranda geçişler sağlanmıştır. Böylelikle, üniversite, kamu, özel sektöre
dağılım oranındaki eşitsizlik de göreceli olarak azalmaya başlamıştır. Aynı şekilde yine
2002 yılını ele alacak olursak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine o
yıllarda ayrılan payın 25 milyon doların altında olduğunu, 2006 yılında ise bu
rakamın –bu rakamın son derece önemli olduğunu düşünüyorum- 2002’de 25 milyon
dolardan 2006 yılına gelindiğinde… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Kaşıkoğlu. METİN KAŞIKOĞLU
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. …eğer bu 25
milyon rakamı aradan geçen dört yıllık süre içinde 3,5 milyar dolara ulaşmışsa,
bu da iktidarın gerçekten bu konuya verdiği önemi göstermektedir. Yine bir örnek verecek olursak, 2002 yılında TÜBİTAK’a -ki ar-ge anlamında en önemli kurumlarımızdan bir tanesidir-
ayrılan payın hazineden yapılan yardım olarak 100,8 milyon YTL iken 2005’te
675,4 milyon YTL’ye, 2006’da 768,4 milyon YTL’ye, 2007’de de 772 milyon YTL’ye
yükselmiş ise bu da ar-ge’ye Hükûmetimizin
verdiği desteği göstermektedir. Değerli
arkadaşlar, sonuç itibarıyla, bu tasarıyla, yenilikçiliğe odaklanmış, istihdamı
gelişmiş, katma değeri yüksek ürünler üreten ve ithalata bağımlılığı olmayan ve
yenilikçilik kapasitesinin geliştirilmesine, teşebbüsün, yenilikçiliğin ve
verimliliğin teşvik edilmesine uygun bir ortam sağlanmış olacaktır. Ülkemizi bilgi ve
teknoloji çağının önemli bir aktörü olarak görmeyi diliyor, kanunun ülkemize ve
milletimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaşıkoğlu. 6’ncı madde
üzerine, şahsı adına Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu söz istemiştir. Buyurun Sayın
Türkmenoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar) KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ar-ge yasasının 6’ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. Övündüğümüz ve
gurur duyduğumuz, bana göre çok önemsediğimiz ar-ge
yasamızın son maddelerini görüşmek üzere bulunmaktayız. Bu kürsüden ar-ge ile ilgili, birçok arkadaşımız iyi yönde katkı da
sunmuştur, ama sonuçta eleştiri oklarını da yasayı çıkaran arkadaşlarımıza
iletmişlerdir. Ama bizim, Komisyonda bunu çıkarırken -bütün partili
arkadaşlarımız- ittifakla birliktelik sağladığımızı da buradan ifade etmek
istiyorum. Değerli arkadaşlar,
yasamızla ilgili “Hedefi belli değil. İçi boş. Yetersiz. Değişiklik
yapılmalıdır.” hatta hatta “Maliye Bakanlığımız değil
de niye Sanayi Bakanlığımızın değildir?” diye birçok arkadaşımız eleştiri
oklarını iletmişlerdir. Buna bağlı olarak da ülkemizde yaşanan ekonomiyle
ilgili gelişmeler de olumsuz göstermeye çalışılmıştır bu kürsüde. Değerli
milletvekili arkadaşlarım, 2001’de, hepimizin de bildiği gibi ülkemiz yüzde 100
fakirleşmiştir. 2001 yılını çok çabuk unutmamalıyız. Bizim, AK Parti
İktidarının hedefleri de bellidir, yapacağı çalışmalar da bellidir. Bu yasa
sanayicimizin önünü açacak. Bakın, tarım toplumundaydık sanayi toplumuna doğru
adım atıyoruz. Sanayi toplumundan da şimdi bilgi ve teknoloji toplumuna adım
atmaktayız. Düne kadar dünyada zengin iş adamları arasında silah tüccarları
vardır. Bugün, bilgi taşıyan, bilgi toplumunu üreten tüccar arkadaşlarımız
vardır. Bunu göz ardı edemeyiz. AK Partinin
iktidar olduğu hükûmetlerde birçok yasayı getirdiği
gibi, inşallah, 60’ıncı Hükûmet döneminde de iki yüze
yakın yasa, altı yüze yakın da ikincil düzenleme yapmak için hedef koymuştur.
2023’te hedefimiz 800 milyar dolar ihracat, kişi başına 10 bin dolar gelir
getirmektir. Bu kürsüden,
bizden önceki arkadaşımız şunu ifade etmiştir, İstanbul Sanayi Odasının
verilerini bir şekilde kamuoyuna aktarmaya çalışmıştır. Bakın, ben de sivil
toplum kuruluşu başkanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak, meslek odası
başkanlığı yapmış bir arkadaşınız olarak, ben de İstanbul Ticaret Odasının
verilerini açıklamak istiyorum: Bakın, İstanbul
Ticaret Odası geçenlerde bir anket yaptı ve bununla ilgili bir açıklama yaptı.
1923 ile 1938 arasında, yani Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin 1923
ile 1938 arasında büyüme hızı 7,8, enflasyon eksi 2. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – 11… 11… KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Devamla) – 1950-1960 arasında Demokrat Partinin iktidar olduğu
dönemlerde büyüme hızımız yüzde 6,3, enflasyon yüzde 10. 1983-1991 yılları
arasında Özal’ın, Anavatan Partisinin hükûmet olduğu
dönemlerde büyüme hızımız yüzde 5, enflasyonumuz yüzde 49. 2003-2006 arası,
şu anda iktidarda bulunan AK Parti Hükûmetimizin
yapmış olduğu gayretli çalışmalar sonucunda büyüme hızımız yüzde 7,2, enflasyon
yüzde 60’lardan yüzde 11’e inmiştir değerli arkadaşlarım. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Vatandaşa ne kadar yansıdı? KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Devamla) - Şimdi, bu rakamlar bizim siyasetçi arkadaşlarımızın
söylediği rakamlar değil, sizin bu kürsüden her daim ifade ettiğiniz sivil
toplum kuruluşu, meslek odası başkanının yaptığı ankettir değerli arkadaşlarım.
AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Vatandaşa yansıtabildiniz mi? KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Devamla) - Vatandaşa neler yansımıştır ben hemen söyleyeyim
değerli arkadaşlarım. Bakın, buradan KOBİ’lere teşvik… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Türkmenoğlu,
lütfen sözlerinizi tamamlayınız. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale)- Yansıdı, yansıdı! 14 milyon yeşil kartlı, 18 milyon yoksul, 1
milyon aç! Vatandaşa yansımaz olur mu! KAYHAN
TÜRKMENOĞLU (Devamla) - …kullanabildiğimiz sürece sonsuz teşvikler var, yeter
ki bu teşvikleri
yerinde ve iyi kullanalım değerli arkadaşlarım. Aktif iş gücü programına bakın,
son beş yıl içerisinde aktif iş gücü programında kullanım oranımız yüzde 28.
Demek ki bu ilde yeteri kadar teşvikimiz var ama kullanacak olan arkadaşımızı iyi
tespit etmemiz lazım. Biz, bu kürsüden, lütfen insanlarımıza doğru şeyleri
ifade edelim ve doğru şeyleri söyleyelim. Değerli
arkadaşlarım, ar-ge yasasında emeği geçen bütün
-başta sayın bakanlarımız olmak kaydıyla- bürokratlarımızı, komisyonumuzu ve bütün partilileri
en içten, en derin sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. Yasamızın hayırlı olmasını temenni ediyorum. Hepinize saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Türkmenoğlu. 6’ncı madde
üzerinde bir soru vardır. Buyurunuz Sayın Coşkunoğlu. OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla
Sayın Bakana üç soru sormak istiyorum. Birincisi: Bu kanun 31 Aralık 2023
tarihine kadar geçerli. Öte yandan 4691 sayılı Teknolojiyi Geliştirme Bölgeleri
Kanunu’nun sağladığı olanaklar da 2003’te sona eriyor. Bu ikisi arasında bir senkronizasyon sağlayacak mısınız? Bu
birinci sorum. İkinci sorum:
Sanayi politikasını… Sanayi Bakanımız da burada. Altı yıldır, toplanan İstanbul
Sanayi Odasının toplantısında “Sanayi politikamız yok, olmalıdır. “denilir.
Nihayet olacak. Bu önemli mi? Önemliyse bu yasayla nasıl ilişkilendiriyorsunuz? Üçüncü sorum:
Sizin ünlü “Babalar gibi satarım.” sözünüz vardır. Teletaş
Alcatel’e satılınca Alcatel
oradaki ar-ge departmanını
kapattı. Bu gibi özelleştirmeler konusunda ne düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Coşkunoğlu. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Teknoparklar
Kanunu’nda “2013 yılında sonuçlandırılacak.” diyor ama bizim bütün bu
kanunlarımız… 2013 yılına doğru gelince
de o konuyla ilgili uzatmalar oluyor veyahut da devamlı hâle getiriliyor.
2013’e doğru da bu çalışmaların yapılacağını tahmin ediyorum ben, yapılacaktır.
Sanayi
politikamız… Şimdi, Sayın Coşkunoğlu ikide bir yani
“Stratejiniz var mı? Sanayi politikanız var mı? Şunun var mı?” Yani böyle
günübirlik mi yapılıyor bunlar zannediyorsunuz Sayın Coşkunoğlu?
Şimdi “Strateji var mı?” Yani, biliyorsunuz Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu
var. Sayın Başbakanımız da başkanı ve bu her sene -tahmin ediyorum- 2 defa
toplanır. Orada stratejiler de konuşuluyor, kararlar da alınıyor, bununla
ilgili çeşitli sunumlar da yapılıyor. Yani, hiç stratejisi olmayan bir şey olur
mu yani? “Sanayi politikası olmadan olur mu?” Olur mu
tabii. Sanayi Bakanlığının çok çok önemli
politikaları var ve Sayın Bakan bunları her zaman da açıklıyor. Bu politikaları
açıklıyor ama duymak istemiyorsunuz onu da artık biz bilmeyiz. Ama duyanlar da
duyuyor yani çünkü çarşaf çarşaf açıklanıyor,
kararlar alınıyor, platformlar kuruluyor burada, her şey yapılıyor. O bakımdan,
bunların politikaları da yapılıyor. Teletaş’la ilgili sorunuzu
tam anlayamadım. Onun… SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – Özelleşince ar-ge tesisini kapatmış. Ne
oluyor diyor? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Kim? Teletaş mı
kapatmış? Bu kanundan sonra açar. Bak, neler geliyor Sayın Coşkunoğlu.
Bu kanunu şimdi kabul edeceksiniz, önemli bir iş yapacaksınız. Bunu kabul edin,
bir an önce, onlar, hep kapananlar açılsın, yenileri gelsin. Türk milleti
bununla çok büyük bir fırsat yakalıyor. Bunda hepinizin de imzası olacağını
tahmin ediyorum. Onun için herkese teşekkür ediyorum. Sağ olun. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan. Madde üzerinde
soru-cevap tamamlandı. Önerge yok. 6’ncı maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul
edilmiştir. 7’nci maddeyi
okutuyorum: Yürütme MADDE 7- (1) Bu
Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 7’nci madde üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir
Milletvekili Mehmet Ali Susam söz istemiştir. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Konuşmayacağım efendim. BAŞKAN – Peki. 7’nci madde
üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ahmet Kenan Tanrıkulu
konuşmak istiyor. Buyurun Sayın Tanrıkulu. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz tasarının yürütme maddesi olan 7’nci madde üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun görüşlerini iletmek üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Daha önceki
maddeler görüşülürken belirtildiği gibi, aslında görüşülmesinde oldukça geç
kalmış bir tasarıyı, dar kapsamlı bulsak da şu anda kanunlaştırıyoruz. Biz,
şunu isterdik ki, tasarı, Maliye Bakanlığı tarafından daha çok vergi
kanunlarına uygunluk açısından düzeltmelerle değil, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığımız tarafından, daha geniş çerçevede, ilgili kesimlerin görüş ve
onayını da alarak hazırlanıp Genel Kurulumuza getirilmiş olsaydı tabii ki daha
da iyi olurdu. Bu yüzden, bu kanunun uygulanmasında, ilerideki zamanlarda
beklenen sıkıntıları da tahmin etmek hiç de kolay olmayacaktır. Ama, inanıyorum ki, çok kısa bir süre içerisinde sanayi
sektörümüzün de acil ihtiyaç duyduğu gerçek ar-ge
teşviklerini ve yapılandırmalarını içeren bir çalışma Genel Kurulumuza
getirilecektir. Değerli
milletvekilleri, bildiğiniz gibi, dünya ekonomisi hızla küreselleşirken,
teknoloji üreten ve ihraç eden ülkelerin rekabet üstünlüğü de giderek
artmaktadır. Bilim ve teknolojiye hâkim olan ülkeler tüm ekonomik etkinlik
alanlarında mutlak bir üstünlük elde edeceklerdir. Bilim ve teknoloji ve tabii
ki, bunların araştırılıp geliştirilmesi, ülkelerin rekabet üstünlüğünü de
belirleyici ana unsurlardan bir tanesidir. Bu bağlamda, ülkeler ulusal
teknoloji politikaları üretmekte ve hayata geçirmektedirler. Bu yüzden, bilim
ve teknolojiyi esas alan ar-ge ve inovasyona
ağırlık veren, istihdam odaklı sanayileşme politikalarını da uyguladığımız
zaman, sanayimiz hem fasonlaşmadan kurtulacak hem de araştırma ve geliştirmeler
hiç şüphesiz kurumsallaşacaktır. Ancak, önümüzdeki yıllar içerisinde teknoloji
üreten ülkeler arasında yer alamazsak, maalesef, ülkemiz ekonomisi de çok büyük
ölçüde çok uluslu şirketlerin kontrolüne geçebilir. Bu süreçte, teknoloji
üreten ülkelere fason üretim yapan ülke konumuna girmemek için planlı bir
şekilde, çok ciddi teknoloji üreten yatırımları ve teşvikleri de
gerçekleştirmek zorundayız. Öte yandan, ar-ge faaliyetlerinin önemli bir bölümü ürüne, maalesef,
dönememektedir. Bunun en büyük nedeni de teknoloji geliştirme bölgelerinde yer
alan firmalarımızın daha çok finansman ve mevzuatla uğraşmalarıdır. Bu durumu
2000 yılında, 57’nci Hükûmet döneminde tespit ederek,
yine o dönemde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından… MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, bir hatip kürsüde konuşuyor. Eski Sanayi ve Ticaret
Bakanı konuşuyor. Sayın Bakanlar… Bunu yakıştıramadığım için söylüyorum. Bu,
bir saygısızlık, Sayın Hatibe karşı saygısızlık, Meclise karşı saygısızlık.
Komisyon Başkanı yanındakiyle konuşuyor. Sayın Bakan burada diğer grupla
konuşuyor. Böyle bir tavrı hepimize nasıl layık görüyorsunuz? Bu Meclise nasıl
layık görüyorsunuz Sayın Aksoy? BAŞKAN – Sayın
Şandır… SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – Sizin yaptığınız saygısızlık. Biz yasa için konuşuyoruz. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yasayla ilgili konuşuyorsanız… SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – Biz de yasayla ilgili konuşuyoruz. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ama efendim, yani, öyle mi oluyor bu hadise? SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – Burayı
tenkit sizi ilgilendirmez, burada Başkan var. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Olmaz efendim. Ben de hatırlatıyorum. Yani, Genel Kurula saygı
gerekiyor. Bunu yakıştıramadığımı ifade ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Şandır, Sayın Şandır… Bakanlar, sayın bakanlar… ABDÜLKADİR AKCAN
(Afyonkarahisar) – Siz onun avukatı mısınız? MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım, bir eski Sanayi ve Ticaret Bakanı konuşuyor. Olmaz
böyle bir şey!.. BAŞKAN – Sayın
Bakanlar, Genel Kurulda Genel Kurula uygun bir şekilde davranacaklardır. Lütfen, oturunuz. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Yapmayalım
bu görüşmeleri efendim. Sayın Başkan, bu görüşmeleri yapmayalım.
Madem öyle yapacaksak, yapmayalım. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Dinlemeyeceksiniz; yapmayalım. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) - Öyle şey mi olur efendim ya! BAŞKAN – Sayın
bakanlar Genel Kurulda en uygun şekilde davranacaklardır. AHMET KENAN
TANRIKULU (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaadenizle devam etmek istiyorum. BAŞKAN – Buyurun
efendim, siz konuşmanıza devam ediniz lütfen. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Arkadaş protesto etsin, konuşmasın. SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – Sayın Başkan, böyle şey olur mu efendim! BAŞKAN – Lütfen… AHMET KENAN
TANRIKULU (Devamla) – Müsaadenizle devam etmek istiyorum. BAŞKAN -
Konuşmanıza devam ediniz Sayın Hatip. SANAYİ, TİCARET,
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY
(Kütahya) – Meclisi kim yönetiyor? AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) – Efendim, yeni baştan biraz
önceki cümlemi tekrar edersem, bu tespit edilen durum 57’nci Hükûmet döneminde, yani 2000 yılında, bilim ve teknoloji
politikalarını içeren, teknoloji geliştirme bölgelerini üretime geçiren ve bir
an önce yasalaşmasını temin eden bir çerçeve ile hazırlanıp, Türkiye Büyük
Millet Meclisine getirilmiş ve o dönemde, 26 Haziran 2001 tarihinde teknoloji
geliştirme bölgeleri yasalaşmış ve yürürlüğe girmiştir. Tabii, çok
değişik sebeplerle o günden bugüne kadar Bakanlar Kurulu kararıyla 28 tane
teknoloji geliştirme bölgesi kurulmuş ama maalesef bunlardan 15 tanesi
faaliyette ve çalışmalarına devam eder hâle gelmiştir. Tabii, bunların büyük
çoğunluğu, biraz önce de belirttiğim gibi, daha çok, finansman sıkıntısı
nedeniyle çalışamaz durumdadır. O hâlde başta Sanayi ve Ticaret Bakanlığı olmak
üzere ilgili diğer kuruluşların koordinasyonuyla teknoloji geliştirme
bölgelerimize Avrupa Yatırım Bankası kredisi gibi -örnekte görüleceği gibi-
uzun dönemli finansman seçeneklerini sunmamız belki de mümkün olabilir. Gene,
bir modelleme olarak söylüyorum, finansman modeli olarak söylüyorum: Hâlen
geçmişten gelen ve devam ettirilen KOSGEB’in uyguladığı ihracat ve istihdam
destekli krediler vardır. Bu da bir model olarak teknoloji geliştirme
bölgelerimizde ve bu ar-ge teşvik kapsamında
uygulanabilir hâle getirilir. Bir başka önemli
konu da teknogirişimciliğin destek ve finansmanıdır.
Girişimciliğin teşvikinde teknoloji tabanlı yeni şirketlerin, gene başlangıç
döneminde, finansman sorunları en önemli sorun olarak karşımıza çıkmaktadır
değerli arkadaşlarım. Gene, ülkemizde bu konuda KOSGEB ve TÜBİTAK, maalesef,
sınırlı da olsa bazı destekler verebilmektedir ama TÜBİTAK bunların bir kısmını
sadece araştırma faaliyetleri için vermektedir, KOSGEB de teknoloji merkezleri
tarafından, onun üzerinden bazı destekleri kullanmaktadır. Her iki destek de
tabii ki gereklidir, ancak ilgili kesimler tarafından maalesef yeterli de
görülmemektedir. Bugün, değerli
milletvekilleri, üniversitelerimizde birçok başarılı araştırma çalışması, ne
yazık ki, katma değerli ürün veya hizmet olarak ekonomimize geri
dönememektedir. Oysa bu araştırmaların üretime dönüşmesi hem ülke ekonomisi
açısından hem rekabet açısından hem de üniversitelerimizin kendi finansman
seçeneklerini artırması bakımından çok önemlidir. Bu bağlamda
üniversitelerimizin teknoloji transfer ofisleri kurması da teşvik edilmelidir
diye düşünüyorum. Tabii, üniversitelerimizin başarılı araştırmalarını, gene,
tespit ederek hayata ve üretime geçirmek kamunun en baştaki görevidir. Teknoloji
geliştirme bölgelerimizde yoğun araştırma yapan şirketlerimiz yer almasına
rağmen, çerçeve programı performansları da düşük olarak gözlenmektedir. Bu
şirketlerimizin AB etkinlik programına da etkin olarak katılmaları temin edilmelidir.
Bugün teknoloji geliştirme bölgelerinde en fazla şikâyet edilen konuların
başında nitelikli ara eleman ihtiyacı gelmektedir. Tabii ki bu soruna yönelik
olarak da gene teknoloji geliştirme bölgelerinde yer alan firmalarımızın kendi
etkin katılımlarını da teşvik ederek nitelikli ara eleman yetiştirilmesine
katkıda bulunmaları da sağlanmalıdır. Değerli
milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde, TÜİK’in
2004-2006 dönemini kapsayan Sanayi ve Hizmet Sektöründe Yenilik Anketi’nde
gerçekten çok çarpıcı ve dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bu anketi
incelediğimiz zaman, bizim baştan beri bu tasarı hakkında söylediğimiz ve
yaptığımız eleştiri ve önerilerin gerçekten doğrulandığını da görüyoruz. Bu
ankete göre girişimlerin yüzde 69,2’si, yenilik faaliyetlerini etkileyen en
önemli faktör olarak maliyetlerin çok yüksek olduğunu söylemişlerdir. Gene
yüzde 65,3 ile arkasından girişim veya girişim grubunun parasal kaynak
yetersizliği ve yüzde 65,7’yle nitelikli personel yetersizliği talepler olarak
sıralanmıştır. Demek ki anketlerdeki ar-ge
sorunlarına dahi çare olamayan ve üzerinde uzun bir süredir görüşme yaptığımız
bu tasarı, maalesef Türk sanayimizin çok büyük bir çoğunluğunu teşkil eden
KOBİ’lerimizin de derdine derman olamayacaktır. Tasarıya göre büyük şirketler
ar-ge projesi ile başvurmaya gerek kalmadan vergi
teşviklerinden yararlanabilecekken, diğer şirketler, yani daha küçük ölçekli
şirketlerimiz yalnızca proje bazlı
yararlanabileceklerdir. Bu konuda diğer bir önemli husus da denetim
mekanizmasıdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Tanrıkulu. AHMET KENAN
TANRIKULU (Devamla) – Teşvik sistemlerindeki en önemli noktalardan biri, etkin
bir biçimde değerlendirme ve denetim mekanizmalarının oluşturulmasıdır. Kıt
kaynaklardan sağlanan finansmanın nereye, ne şekilde ve nasıl harcandığını
bilmek de kamunun ve hepimizin görevidir diye düşünüyorum. Unutmamamız gerekir
ki Avrupa yenilikçilik endeksinde en son sırada yer alan ülkemiz sanayisinin
fasonlaşma olgusundan kurtulabilmesi, bağımsız bir ar-ge
yapılaşmasına ve kamu yararına oluşacak sürdürülebilir bir kalkınmayı öngören
sanayi ve bilim politikalarıyla mümkün olabilecektir. Bu düşüncelerle
bu yasamızın da inşallah hem sektöre hem de Türk sanayisine hayırlı ve uğurlu
olmasını diliyor, hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (AKP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Tanrıkulu. 7’nci madde
üzerine Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan söz istemiştir. Buyurun Sayın
Kaplan. DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her gün önümüze
yasa tasarıları geliyor ve yoğun bir zaman içinde çalışma yapıyoruz. Bugün de
bir önerge verildi, işte “Zamanı uzatalım, yasa bitene kadar çalışalım...” Bir
İç Tüzük taslağı çalışması da gündemde zaten. Şimdi, bu sonuncu madde. Bütün yasa
tasarılarında klasik bir madde var, diyor ki: ”Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.” Şimdi, bunun üzerinde gruplar olarak, İç Tüzük’e göre kişiler
söz alıyoruz, konuşuyoruz, soru soruyoruz ve maddenin özüyle ilgili bir şey
konuşmuyoruz aslında, yani genelde yine o tasarıyla ilgili konuşuyoruz. Ama
madde diyor ki: ”Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.” Başkası
yürütebilir mi? Bu, Anayasa hükmü zaten. Yani bir Anayasa hükmü olan bu konuda
Mecliste zaman ekonomisi için bütün grupların bir uzlaşma sağlayarak İç Tüzük
değişikliğine gidip bu maddeyle ilgili bir zaman tasarrufunda, bir ekonomi
yapmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Meclisi bu konuda -bu gereksiz- bu
maddeyle ilgili İç Tüzük’te zaman kaybını önleyici bir uzlaşmaya davet
ediyorum. Bunun için söz aldım. Saygılarımla.
(DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaplan. 7’nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir. Tasarının tümünü
oylamaya geçmeden önce, oyunun rengini açıklamak üzere, lehte, Ankara
Milletvekili Emrehan Halıcı söz istemiştir. Buyurun Sayın
Halıcı. MEHMET EMREHAN
HALICI (Ankara) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken
hepinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum. Oyumun rengini
belli etmek üzere söz aldım. Bu yasanın birtakım eksikleri olmasına rağmen,
birtakım kısıtlamaları olmasına rağmen yasayı destekliyoruz ve oyumun rengi
kabuldür. Çünkü, Demokratik Sol Parti olarak biz,
bilim, teknoloji, ar-ge, bilişimle ilgili konularda
her türlü çalışmaya elimizden geldiğince destek vermeye, katkı vermeye hazırız.
Bunu daha önce de ifade etmiştik. Şimdi, bu vesileyle de bir kez daha ifade
etmek istiyorum. Bu yasanın
çıkarılmasında emeği geçen bütün siyasetçileri, bürokratları ve akademisyenleri
yürekten kutluyorum. Ayrıca, yüce Meclisimizde, gerek komisyonlarda gerek Genel
Kurulda tüm partilerimizin büyük bir olgunluk ve iş birliği içerisinde bu
yasayla ilgili ortaya koymuş oldukları çalışmalardan dolayı da hepsine ayrıyeten teşekkür etmek istiyorum. Değerli
milletvekilleri, aslında Türkiye'nin önünde çok önemli bir hedef var: Bilgi
toplumuna dönüşme hedefi. Bu hedefi tek başına bir parti, tek başına bir hükûmet gerçekleştiremez. Bütün partiler eğer iş birliği
içerisinde olurlarsa ve milletimizin de bu konuda kararlılığını, inancını,
isteğini yanlarına alabilirlerse bu dönüşümü sağlayabiliriz. Dolayısıyla, bu
yasa, aslında bilgi toplumuna dönüşme için gereken yasalardan bir tanesidir.
Ben öyle umut ediyorum, istiyorum ve temenni ediyorum ki daha sonra gene
bilimle, teknolojiyle ilgili yasalar Genel Kurulumuzun önüne gelir,
komisyonlarımıza gelir ve bütün partiler de Türkiye’mizin sadece bugününü değil
önümüzdeki on yılını, yirmi yılını, belki elli yılını şekillendirebilecek bu
değişiklikleri hep birlikte Meclisten geçirebiliriz. Oyumun renginin
“kabul” olduğunu ifade etmiştim. Ama müsaade ederseniz, küçük bir üzüntümü ve
eleştirimi de tekrar hatırlatmak istiyorum. Çünkü,
maddeler sırasında, görüşmeler sürerken
bir önerge vermiştim ve yazılımın aslında bilgi toplumuyla ilgili çok önemli
bir madde olduğunu hepimiz biliyorken ben bunu bir kez daha ifade etmiştim ve
önümüze gelen fırsatların çok iyi değerlendirilerek Türkiye için çok büyük bir
fırsat teşkil eden yazılım konusunun her ama her vesileyle önünün açılmasının
gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istemiştim. Bu yasada
tanımlamalar yapılırken, maalesef, yazılım, tam istediğimiz, arzu ettiğimiz bir
biçimde tanımlanmamaktadır ve yazılım aslında tam olarak desteklenmemektedir.
Burada yazılım kullanarak yapılan ar-ge çalışmaları
destekleniyor. Bu hiç küçümsenecek bir şey değildir, olumludur. Ama biz,
yazılımın bizzat kendisinin de desteklenmesi gerektiğine ve yazılımın da bizzat
kendisinin bir ar-ge unsuru olduğunun akıldan
çıkartılmaması gerektiğine inanıyoruz. Nitekim, daha
önce çıkan teknoparklar yasasında biz yazılımı tanımlarken bir ar-ge unsuru olduğunu çok açık bir biçimde ifade etmiştik.
Benim gönlüm öyle arzu ediyordu ki bu yasada da yazılım çok net ve açık bir
biçimde ifade edilsin ve herhangi bir ar-ge
çalışmasında kullanılacak bir unsur olmaktan öte kendisi de başlı başına
desteklenebilecek bir faaliyet alanı olarak kabul edilsin. Bu yasada bu
gerçekleşmedi, ama ben öyle inanıyorum ki hepimizin mutabakatıyla bundan
sonraki yasa çalışmalarında yazılım konusu tekrar Meclisin gündemine gelecektir
ve bütün partilerimiz, bilgiyle, teknolojiyle, bilişimle ilgili, bu yasada
olduğu gibi, yazılımın da Türkiye'nin gündeminde daha hak ettiği bir biçimde
yer almasını sağlayacak bir kararlılık içerisinde olacaktır. Ben, bu yasanın
milletimize hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum ve bilgi toplumuna dönüşme
yolunda hepimize ama hepimize üstün çalışmalar ve başarılar diliyorum. Saygılar
sunuyorum efendim. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Halıcı. Tasarının tümü
açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Oylama için üç
dakika süre veriyorum. (Elektronik
cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında
Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu açıklıyorum: Kullanılan oy sayısı: 247 Kabul : 242 Çekimser: 5(x) Böylece tasarı
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Sayın Bakanın
teşekkür konuşma talebi vardır. Teşekkür
konuşması yapmak üzere, buyurunuz efendim. Süreniz beş
dakika. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, ar-ge tasarısı burada kabul edildi, Cumhurbaşkanımıza gidip
onaylandıktan sonra da kanunlaşacak. Bu suretle, Türkiye’de çok önemli bir
dönem açılıyor. Oylarınızla onayladınız. Efendime söyleyeyim, burada, kaç
günden beri uzadı, biraz da Meclisin gündeminden dolayı uzadı ama ona rağmen bu
tasarı şimdi kanunlaştı ve Türkiye’de, bundan sonra, araştırma-geliştirme
faaliyetleri bu kanunla daha fazla artacak. Şimdi, bazen
soruları cevaplandırırken de söyledim burada. Bir defa, Türk ürünleri, daha
fazla katma değeri olan ürünlere geçecek Türkiye. Şimdi, Türkiye, makro
ekonomik yönden gerekli bütün tedbirleri aldı ve makro ekonomik göstergelerde
Türkiye büyük bir iyileşme yaşadı. Bunlar nelerdir? Bunlar bütçe açıklarıdır,
bunlar faizlerdir, bunlar enflasyondur ve birçok göstergeler Türkiye’de
fevkalade iyileşti. Şimdi, Türkiye
ikinci dönemi yaşıyor değerli arkadaşlar. İkinci dönemde de Türkiye, rekabet
gücünü artırıcı mikro ekonomik tedbirler alıyor. İşte onlardan bir tanesi bu
ar-ge. Bu fevkalade önemli. Yani,
maddesi az, efendim, küçük bir kanun ama bunun tesiri çok büyük olacak. İkincisi, cari
açık yönünden de Türkiye’ye önemli faydaları olacak. Neden? Bugün, mesela, bir
Fransa’nın üretimi Türkiye’nin 4-5 katı. Şimdi, 4-5 katı… 4-5 kat fazla
çalışmıyor bunlar. Haldır haldır bizden daha fazla
iplik, bizden daha fazla hububat üretmiyorlar ama onların ürettikleri katma
değerleri yüksek ürünler olduğu için hem ihracatları çok daha fazla hem
gayrisafi millî hasılaları çok daha fazla. Şimdi bizde
de bu ar-ge’nin neticesinde Türkiye’nin çok iyi
kazanımları olacak, Türk üreticilerinin çok iyi kazanımları olacak. İkincisi, dünyada
çok büyük ar-ge hizmetleri yapılıyor ve buralara da
çok para harcanıyor ve çok insan çalışıyor burada. Şimdi, bu ar-ge’ciler uluslararası kuruluşlar olduğu için, ar-ge faaliyetlerini nerede daha iyi, kaliteli yaparlar, daha
ucuz maliyetle yaparlar, oraya gidiyorlar. Mesela Hindistan’a gidiyorlar, mesela
başka yerlere daha gidiyorlar. İşte o cazibe alanlarından bir tanesi daha
Türkiye’miz oluyor. Türkiye’mizde yabancıların ar-ge
faaliyetleri dolayısıyla birçok kimseyi, Türk mühendisini, Türk doktorunu,
Türkiye’nin yetişmiş elemanlarını çalıştıracaklar, onlara bir para ödeyecekler,
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını
gösteren tablo tutanağa eklidir. ayrıca onlar da yeni know how’lar
öğrenecekler, yeni meslekler edinecekler. Dolayısıyla
Türkiye’nin her bakımdan faydasına olan bir kanun. Şimdi, bu kanun
görüşmeleri sırasında değerli muhalefet partisine mensup arkadaşlarımızın çok
değerli konuşmaları oldu. Kendilerine teşekkür ediyorum. Ancak zaman zaman da dil sürçmesinden belki bazı şeyler oldu. Mesela
bir arkadaşımız “Hükûmet buraya yeteri kadar önem
vermiyor.” dedi. Hükûmet yeteri kadar önem vermese
bunu hazırlar mı, bunu buraya getirir mi? Şimdiye kadar niye böyle bir kanun
gelmedi? Demek ki bizim Hükûmetimiz bu işe önem
veriyor. İkincisi, çok
üzüldüm ben, “Maliye Bakanlığıyla ne ilgisi var bu kanunun.” Bak bakalım! Hiç
mi okumuyorsunuz bunu? Bir okuyun. Yani burada şu vergi, kurumlar vergisi şöyle
olacak, gelir vergisi böyle olacak, stopaj… OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Teşekkür et, eleştiri getirme. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Yedi tane teşvik getiriliyor, altısı Maliye
Bakanlığıyla ilgili. Sonra biz tek parti Hükûmetiyiz.
Bu, Hükûmetin bir tasarısıdır. Sanayi Bakanı da
birdir burada, Maliye Bakanı da birdir, diğer bakanlar da birdir. Biz tek parti
hükûmeti olduğumuz için, zaten birlikte hazırladık,
Sanayi Bakanlığıyla da birlikte hazırladık. Sanayi Bakanlığınızla dostluğunuz
olabilir, tanıdığınız olabilir, ama “Ne alakası var Maliye Bakanlığının?”
dersen, ben üzüntülerimi belirtmek isterim o arkadaşa. OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale)
– Biz, bu kanuna “evet” oyu verdik, destek oyu verdik. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Onun dışında, tabii, şimdi, burada “Bu kanunu
destekliyoruz.” deyip bu kanunun yürütme maddesinde konuş, yürürlük maddesinde
konuş… OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Biz, bu kanuna destek verdik. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Bakan, süreniz bitti. Lütfen… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bir dakikalık süre verirseniz, tamamlıyorum. BAŞKAN – Lütfen… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Peki, çok teşekkür ediyorum. Bir de tabii
Bakan olarak ben orada otururken bir bakanla konuşmam ayıp bir şey değil. Bir
bakanla orada fikir teatisinde bulunmam çok yakışıksız bir şey değil, ama ona
karışılırsa, ona şey edilirse bu şık olmuyor. Başkan var, Başkana söylenir,
Başkan gerekli ikazları yapar. Ama ben, orada kiminle konuşacağım için kimseden
izin almam, kimsenin iznine… Yani, falanca arkadaşımla konuşabilir miyim diye
izin istemem, o benim hakkımdır. Onun için, bu şekilde davranışlar da olmasa
daha iyi olur, daha şık olur. Hepinize, bu
kanuna verdiğiniz destekten dolayı teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. Sağ olun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Unakıtan. Sayın
milletvekilleri, on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.22 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.33 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum. 2’nci sırada yer
alan, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu’nun
görüşülmesine kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2.- Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu
(1/498) (S. Sayısı: 110) BAŞKAN -
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 3’üncü sırada yer
alan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana
Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri
Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl
ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı:
72)(x) BAŞKAN –
Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. Komisyon raporu
72 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Teklifin tümü
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız söz istemiştir. Buyurunuz Sayın
Yıldız. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakikadır. CHP GRUBU ADINA
SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 72 sıra sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi grubum ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum. Sağlık
hizmetlerinin kusursuz biçimde sunulması için nitelikli hekimlerin
yetiştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Eğitim ve uygulama hastanelerinde bu
görev çoğunlukla klinik şef ve şef yardımcılarına düşmektedir. Bu yüzden,
göreve getirilecek kişilerin niteliği çok önemlidir. Bu nedenle, söz konusu
hastanelerde eğitim kadrolarının belirlenmesi, bilimsel ve eğitimin temel
ilkelerine uygun, siyasi tercihlerden uzak olmak zorundadır. (x) 72 S. Sayılı Basmayazı tunağa eklidir. Sağlık
Bakanlığının gündeme getirdiği eğitim ve araştırma hastaneleri klinik şef ve
şef yardımcılığına doçent ve profesör unvanına sahip olanların Bakanlık
tarafından atanmasını öngören düzenlemeler, önceleri yönetmelik
değişiklikleriyle yapılmaya çalışılmıştır. Yönetmelik hakkında Danıştay
tarafından verilen iptal kararları üzerine 2005’te yasal düzenlemeye
gidilmiştir ve kanun teklifi 02/07/2005 tarihinde
kabul edilmiştir. Kanun’un 6’ncı
maddesi klinik şef ve şef yardımcılarının atanmasını düzenlemekteydi. Kanun,
dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından 19/7/2005
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine aşağıdaki gerekçeler nedeniyle geri
gönderilmiştir. Bunları aynen okuyorum ve çok önemli, bize de ışık tutan
gerekçelerdir değerli milletvekilleri: “Profesör ve
doçentlerin Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde klinik
şefi ve şef yardımcılığı kadrolarına sınavsız atanmalarına ilişkin iptal edilen
yönetmelik düzenlemesi, incelenen yasanın 6 ncı
maddesiyle bu kez yasa kuralı olarak yeniden yapılmaktadır. Maddeye göre,
profesör ya da doçent unvanını almış olmak klinik şefi ve şef yardımcılığı
kadrolarına atanmak için yeterli olup, bu unvana sahip kişilerin anılan
kadrolara atanabilmesi için ayrıca bir koşul ya da ek nitelik aranmamakta, bu
tür atamalar için bir sınır da getirilmemektedir.” Daha sonraları yüzde 25 gibi
getirildi, şimdiki teklifte yüzde 35 var.
“Eğitim ve araştırma hastanelerindeki klinik şefliği ve şef
yardımcılıkları görevinin belirtilen işlevinden kaynaklanan önemine karşın bu
görevlere profesör ya da doçentler arasından atama yapılırken en uygununun
seçilmesi yönünde hiçbir nesnel ölçüt öngörülmemiş olması kamu yararıyla
bağdaşmamaktadır. Çünkü, bu tür atamalar…” Burası da önemli değerli milletvekilleri. “…siyasal kimliği
önde gelen ve çeşitli baskılar altında bulunan bakanın öznel
değerlendirmelerine ve mutlak takdirine bırakılmış olmaktadır. Klinik şefi ve
şef yardımcılığına atama yapılırken ‘göreve en uygun olanın’ seçilmesi yerine
siyasal yandaşlık ölçütünün yeğlenmesini olanaklı kılan sistemin iş yeri
huzurunu ve çalışma barışını bozacağı, hizmet kalitesini ve verimini düşüreceği
açıktır.” Bunları, değerli Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer söylüyor. Fakat bu
sağlam gerekçelere karşın, bu hukuksal geri gönderme gerekçelerine karşın, Yasa
aynı şekliyle kabul edilerek 01/11/2005 tarihinde
yürürlüğe konulmuştur. Bunun üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından
Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmıştır. Başvuru üzerine, 12/12/2005 tarihinde Anayasa Mahkemesi yürütmeyi durdurma
kararı verdi. Kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarih olan 17/12/2005 gününe kadar atamalar, sakınılmadan, çekinilmeden
“Nasıl olsa Anayasa Mahkemesi kararları geriye dönük işlemez.” mantığıyla
sürdürülmüştür. Yani bir acele yoktu bazı yerlerde. Bakan tarafından bu süre
içinde, boşluktan yararlanılarak 47 eğitim ve araştırma hastanesine 176 adet
-kimilerine göre 179- klinik şef ve şef yardımcısı sınavsız bir şekilde
atanmıştır. Bakanlık, boş
olan klinik şefliklerine atama yapmanın yanında, kadro yaratmak amacıyla
klinikleri bölerek, yatak sayılarını da azaltarak yeni şeflikler oluşturmuştur.
Ben, İstanbul’da biliyorum, Haydarpaşa’da, Göztepe’de, Kartal’da yeni şeflikler
oluşturulmuştur. Klinikler bölünmüştür, yatak sayıları azaltılmıştır. Bu atanan
şeflerin sayısının, klinik şef ve şef yardımcılarının toplam sayısının yedide
1’ine eşit olması, durumun boyutları hakkında, yani kadrolaşma hakkında fikir
vermektedir. Bu atamalar, kadrolar ilan edilmeden ve objektif değerlendirmeler
olmadan yapılmıştır değerli milletvekilleri. Şimdi bu
atamalardaki tabloya şöyle bir bakalım. 29/11/2007
tarihli Sağlık Komisyonu toplantısında Sayın Bakanın verdiği rakamları ben
sizinle paylaşmak istiyorum: Sayın Bakan
“1.148 şeflik kadrosu var.” dedi, “658 tane atanmış şef, 127 tanesi profesör,
doçent olarak sınavsız atanmış.” diye söyledi. Tabii bu bazı yerlerde “ Yani, eğer yine
bu geçerse aynı şekilde, 274 tane… Yüzde 35’i çünkü o şekilde, boş olanlar…
Zaten daha evvel atanmış, “127 tane.” dedi Sayın Bakan… Bu durumda orada şef
olmayı bekleyen uzmanlar ne olacak değerli arkadaşlar? Bu, barışı bozmayacak
mı? Önceki Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, iç barışı, çalışma huzurunu
bozmayacak mı? Orada, yıllardır şef yardımcısı, şef olmayı bekleyen uzmanlar
var. Bu şekilde, hazır atamalar yapılacak. Buna dikkatlerinizi çekmek
istiyorum. Şef ve şef
yardımcılarını yürürlüğü durdurulan yasaya göre atayan Sayın Sağlık Bakanı
Recep Akdağ’ın, atamalarını ağırlıklı olarak, Van
Yüzüncü Yıl, Erzurum Atatürk, Abant İzzet Baysal, Kayseri Erciyes gibi belli
üniversitelerden yaptığı görülmektedir. Bu üniversitelerden en fazla atamayı
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine yapmıştır. Profesör ve doçent
unvanlı öğretim üyelerinden 64 şef ve 4 tane de şef yardımcısı devlet
hastanelerine atanırken, devlet hastanelerinden de kendine yakın gördüğü
kişilerden 72 şef ve 35 şef yardımcısını bu şekilde, yani keyfî bir şekilde,
objektif kriterler olmadan görevlere getirmiştir. Anayasa
Mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararının ardından bu yazım aşamasına kadar
geçen beş günlük süre içinde bile -12’sinde yürütmeyi durdurmuş, 17’sinde
yazılmış, yani atamalar devam ediyor- hukuka saygılı olan bir bakanın, etik
kurallar gereği atamaları geri alması gerekmekteydi. Ama nerede, bu beklenti
nerede? Çünkü karar verilmiş, yazılma aşamasında. Anayasa’nın
10’uncu maddesine göre devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Önümüzdeki kanun teklifi de bazı doçent ve profesörleri, Bakanlık tarafından
sınavsız bir şekilde klinik şefi ve şef yardımcısı olarak atamayı öngörmektedir. Bu durumda,
Bakanlık, doğrudan, Anayasa’nın 10’uncu maddesine aykırı davranmaktadır. Daha
sonra çıkarılan 15/2/07 tarihli 5581 sayılı Kanun da,
yine dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından ikinci kez öncekine
benzer gerekçelerle geri gönderilmiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; teklifin gerekçesinde “Sağlık Bakanlığı ile
üniversitelerde verilen uzmanlık eğitiminin aynı olması nedeniyle,
üniversitelerdeki doçentlik kadrolarına atama prosedürü
ile paralel hâle getirilmektedir.” denilmektedir. Bakınız,
üniversitelerde doçent kadrosuna atama nasıl yapılmaktadır, siz değerli
milletvekilleriyle paylaşayım. Gerçi, benim söyleyeceğim burada atama
yönetmeliği, itiraz edecekler olacaktır milletvekillerinden veya Sayın
Bakandan. Ama bizim bu kanun teklifinde de “Hiç olmazsa objektif kriterlere dayanan bir yönetmelik çıkarılması gerekir.” diye
bir atıf yok. Onun için ben buradan yönetmeliği okuyorum: “Öğretim Üyeliğine
Yükseltilme ve Atama Yönetmeliği: Bir üniversitede veya yüksek teknoloji
enstitüsünde açık doçentlik kadroları en yüksek tirajlı beş gazeteden birinde
Türkiye ölçüsünde ve Resmî Gazete’de rektörlükçe ilan edilir…” Burada böyle bir
kriter yok. Beş tane büyük gazetede okuyacaksınız.
Maddede “ilan verilir” diyor, ama beş gazetede, bir gazetede nasıl ilan verilir
belli değil, orası kapalı. ”…Bu ilanda adaylara en az on beş gün başvurma
süresi tanınır ve son başvurma tarihi belirtilir…” Burada da tabii “Yönetmelik
çıkarılacak” diye atıf olmadığı için buradan değerlendiriyorum. Belki bu
objektif kriterlerle belirlenecek yönetmelikte bunlar
söylenebilir. Ama bu da yok burada, on beş gün süre tanıması da yok. “…Açılan
doçentlik kadroları ve dallarına ilişkin ilan duyurulmak üzere diğer
üniversiteler ile yüksek teknoloji enstitülerinin ilgili fakültelerine, enstitü
ve yüksekokullarına gönderilir. Adaylar özgeçmişlerini, bilimsel çalışma ve
yayınlarını kapsayan bir dosyayı dört nüsha olarak, ilanda belirtilen süre
içerisinde ilgili rektörlüğe teslim ederler. Rektör, ilân edilen doçentlik
kadrosuna, başvuran adayların durumlarının incelenmesi için on beş gün içinde,
varsa biri ilgili birim yöneticisi olmak üzere…” Teklifte “ilgili birim” de yok
“dışarıdan bir profesör veya şef” deniliyor, bu da çok önemli, ama herhâlde o
yeni önergelerle belki değişecektir. “…adayın
başvurduğu bilim alanından yoksa en yakın bilim alanından en az biri o
üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü dışından olmak kaydıyla üç profesör
tespit eder. Aday veya adayların özgeçmişlerini, bilimsel çalışma ve
yayınlarını kapsayan dosyaları bu profesörlere yollayarak, kişisel raporlarını
bir ay içinde göndermelerini ister.” Burada boşluklar var, tabii bunların
yönetmelikle buna benzer bir şekilde düzeltilmesi lazım, bunları aynen
yazamayız, ama yönetmelikte -ben örnek olsun ve size bir ışık tutsun diye
söylüyorum- bunların belirtilmesi lazım. Burada yeni şeyde keyfî olacak, ilan
verilecek, kenardaki bir gazetede ilan verilecek, ilanın son başvurma tarihi belli
değil, kişiler nereden başvuracak, nasıl başvuracak, jüriler belli değil. Onun
için çok keyfî sonuçlar doğacaktır eğer bu şekilde çıkarsa. “Bu profesörler
aday veya adaylar hakkında ayrı ayrı tercih ve
görüşlerini rektöre bildirirler. Rektör bu görüşlere dayanarak, üniversite veya
yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunun gerekçeli görüsünü de aldıktan
sonra…” Bu da çok önemli değerli milletvekilleri. Burada
“Bakanlıkça atama yapılır.” diyor. Bakanlıkça yapılan atamada gerekçe
önemlidir. Yani, üç tane, beş tane, kimse verilecek, niye atanmadığının
belirtilmesi lazım, gerekçeli görüşün belirtilmesi lazım, bunun da söylenmesi
lazım. “…gerekçeli görüşünü aldıktan sonra atama kararını verir.” diyor. Söz bu
üniversitelere gelmişken, tıpta uzmanlık eğitimi veren üniversite
hastanelerinin sorunlarına da değinmek istiyorum. Bunlar esas olarak kadro ve
finans sorunlarıdır. Hemen yeni alınan bir haberdi, onu da söyleyeyim: Nisan
ayında açılacak tıpta uzmanlık sınavlarında üniversitelerin, yani tıp
fakültelerinin kadroları ki, uzmanlık öğrencileri, bunlar araştırma
görevlileridir aynı zamanda. Tıp fakültelerinde araştırma görevlileri tıpta
uzmanlık sınavıyla giren uzmanlık öğrencileridir. Bunlar üniversitelerde yüzde
60’a varan oranda azaltıldı. ÖSYM’ye gönderilen YÖK’ün yeni kitapçığında ÖSYM
bunu açıkladı. Değerli
milletvekilleri, biraz evvel, bundan evvel biz araştırma-geliştirme yasasını
görüştük. Araştırma-geliştirmeyi Türkiye’de artıralım, geliştirelim dedik.
Üniversiteler Türkiye’de en fazla araştırma ve geliştirmenin yapıldığı
kurumlardır. Bu araştırma-geliştirme de öğretim üyeleri ve yardımcılarıyla
yapılır. Bunlar da, araştırma görevlileri, öğretim görevlileri, diğer öğretim
yardımcılarıdır. Biz bu kadroları azaltıyoruz. Niye azaltıyoruz bilemiyorum. Aynı zamanda,
gene söz buraya gelmişken, üniversite hastaneleri gelirlerinin en az yüzde
5’ini araştırmaya ayırmak zorundalar ve yüzde 15’ini de hazineye veriyorlardı
bir ay öncesine kadar. Hazineye verilen bu pay yüzde 5’e indirildi. Ama, bu hazineye verilen pay eğitim hastanelerinde ve diğer
kamu hastanelerinde yüzde 1. Yani, bu niye sıfırlanmıyor veya niye yüzde 1’e
çekilmiyor? Üniversite hastaneleri hem kadro açısından hem maddi açıdan çok zor
durumdadırlar. Bu boşluklarını gidermek için, bakım- onarım giderleri, hatta
nöbet paraları bile döner sermayeden verilmektedir, ama bunların kadro ve
finans sorunları çözülmemektedir. Daha yaklaşık bir
ay önce, 22 Ocak 2008’de, Malatya İnönü Üniversitesinin kadro sorunlarına
ilişkin Sayın Mevlüt Aslanoğlu
tarafından verilen önerge, ne hazindir ki, tüm muhalefetin, MHP ve CHP’nin
desteklemesine karşın, AKP’nin Malatya milletvekillerinin de katılımıyla
reddedilmiştir. Bunu da Aslanoğlu niye istiyor
değerli milletvekilleri? Üniversite daha iyi çalışsın diye. Türkiye’de en fazla
transplantasyonun, karaciğer naklinin, böbrek naklinin
yapıldığı hastanelerden biri Malatya İnönü Üniversitesi Hastanesi. Bu hizmetler
daha iyi yapılsın diye kadro istemişti. Bu kürsüden yalvardı “bin tane kadro ne
olur verin.” diye, ama bu, Malatyalı AKP milletvekillerinin de katılımıyla
reddedilmiştir. Ben
bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Ayrıca, bu kanun
teklifinin komisyona gelmeden önceki hâlinde bulunmayan bir madde geçici madde
olarak eklenmiştir. Maddeye göre “Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma
hastanelerinde halen klinik şefi ve şef yardımcılığı görevlerini yürütmekte
olanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte yürüttükleri görevlerine ait
kadrolara atanmış sayılırlar.” denmektedir. Bunlar da, o Anayasa Mahkemesinin
durdurma kararına kadar olan şeylere bir kılıf hazırlamaktadır. Çünkü
atamaların geri alınması için Sağlık Emekçileri Sendikası tarafından Ankara 12.
İdare Mahkemesine dava açılmış, atamalar iptal edilmiştir. Bu geçici madde,
komisyona sunulmak üzere yazılma aşamasında olan mahkeme kararını geçersiz
kılmak için yangından mal kaçırırcasına eklenmiştir. Onlara bir hukuksuzluk
nedeniyle iptale konu olan atamalar yine hukuk dışı bir uygulamayla geçerli
kılınmak istenmektedir, yani hukuksuzluğa kılıf aranmaktadır. Belki önergeyle
bu da kısmen düzeltilebilecektir. Sağlık sisteminin
önemli bir kolu olan eğitim hastaneleri siyasi kadrolaşmaya alet edilmektedir.
Eğitim hastanelerimizde başta asistan eğitimi olmak üzere kliniklerin tüm
sorumluluğunu üstlenen şef ve şef yardımcılarının atanması bir sorun hâline
getirilmektedir. Ayrıca, tüm bunlar olurken, bu alanda yıllarca emek vermiş,
hâlen o hastanelerde çalışan, bu kadrolara atanabilmek için bilimsel bir sınavı
bekleyen yüzlerce uzman göz ardı edilmektedir. Bu anlamda onların hakları
yenmektedir. Bu durum adaletle bağdaşmamaktadır. Özellikle adında “adalet” olan
Adalet ve Kalkınma Partisine yakışmamaktadır, bu, hakkaniyet ve adalete
yakışmamaktadır. Bu girişimlerle,
ülkemizde yıllarca emek verilerek ulaşılan tıp eğitimindeki düzey yerle bir
edilmek istenmektedir. Dünyada belirli bir düzeye taşınan ülkemiz tıp
eğitiminin tüm değerleri yok sayılmaktadır. Teklif, bilimsel ve objektif kriterlerden uzaktır. Kadroya atanacak profesör ve
doçentlerin neye göre belirleneceği, atamalarda göz önünde bulundurulacak kriterlerin ne denli yeterli olduğu, atama yapılırken nesnel
ölçütlere ne derecede dikkat edileceği şüphelidir. Çünkü,
o seçilecek kimselerin belli nitelikleri olması gerekir, değerli
milletvekilleri. Yapılan düzenlemeyle, atamalar, bir siyasal organ olan
Bakanlığın öznel kararına terk edilmiştir. Ben size, vaktim
de azaldı ama, kısaca söyleyeyim. Mesela -konum
üroloji olduğu için söylüyorum- Türk Üroloji Yeterlilik Kurumu bu konuda şeflik
ve şef yardımcılığı için belli atama kriterleri
getirmiştir. Ne olması lazım? Mesela şeflik için on yıl çalışmış olması lazım. Yurt
dışında iki tane, birinci isim olarak yayını çıkması lazım. Yurt içinde on tane
yayınının çıkması lazım birinci isim olarak ve bu yayınlar da uluslararası
kabul görmüş, Avrupa Üroloji Derneğinin, Amerikan Üroloji Derneğinin ve Türk
Üroloji Derneğinin akredite ettiği dergilerde çıkması lazım. Yani şeflik ve şef
yardımcılığı için bu kriterleri haiz olanlar ancak
başvurabiliyorlar. Buna benzer kriterlerin getirilmesi lazım
objektiflik açısından. Gene, basılı
yayın açısından, “uluslararası kabul görmüş dergilerde en az beş çalışmada,
bilimsel araştırma, derleme, olgu sunumu -bu atanacaklar- yer almalı ve olgu
sunumları dışında, en az iki tanesinde birinci isim olmalıdır.” denmektedir.
“Adayın birinci isim olduğu çalışmalarından bir tanesi mutlaka deneysel olması
gerekir.” denmektedir. Bunlar daha var, ben özetle söylemek istiyorum. Gene, “TÜBİTAK
dizininde yer alan yurt içi hakemli dergilerde yayımlanmış ve/veya yayıma kabul
edilmiş en az on çalışmada yer almalıdır.” Yani, buna benzer objektif kriterlerin getirilmesi gerekir değerli milletvekilleri.
Çünkü klinik şef ve şef yardımcıları iyi eğitimciler olmak zorundadırlar, çünkü
bu konu, doğrudan halk sağlığını ilgilendirmektedir. Bizlere, çocuklarımıza ve
yakınlarımıza bu kadroya atananlar ve onların yetiştirdiği uzmanlar
bakacaklardır, muayene edeceklerdir, ameliyat edeceklerdir. Söz buraya
gelmişken, son zamanlarda özel dal ve ayakta teşhis ve tedavi polikliniklerinin
de, kliniklerinin de sıkıntısına değinmek istiyorum. Bunlar yeni bir
düzenlemeyle çok zor duruma bırakılmışlardır. Burada 50 bin çalışan vardır, 3
milyar dolar civarında yatırım yapılmıştır. Bunlar tasfiye edilme durumundadır
ve burada çalışanlar uluslararası ve ulusal büyük sermayenin eline
atılmaktadır. Uluslararası bir sermaye var, büyük yatırım yapmakta, bunların
kucağına itilmektedir. Bunların da düzeltilmesi lazım. Gene, özel
hastanelerde yer seçiminden, atanacak hekimlere kadar Sağlık Bakanlığı belirleyecek.
Bir fabrikada çalışacak mühendisi acaba Sanayi Bakanlığı mı belirliyor? Ama
yeni çıkan, değiştirilen 15 Şubattaki yönetmelikte, özel hastanelerde çalışacak
hekimlerin seçimine kadar Sağlık Bakanlığı söz sahibi. Totaliter rejimlerde de
bu gibi şeyler yok değerli milletvekilleri, bunların da düzeltilmesi lazım. AKP Hükûmeti klinik şef ve şef yardımcıları kanalıyla,
hastanelerde ve tüm sağlık kurumlarında kadrolaşma çabası ve amacı
içerisindedir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Yıldız. SACİD YILDIZ
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bu teklifin
defalarca önümüze getirilmesinin tek amacı kadrolaşmadır. Sağlıkta bu çok
tehlikeli ve sakıncalıdır değerli arkadaşlar. Bu, sınavla atansın ve bu yüzde
35 insin yüzde 10… Tamam, Bakanın da hakkı vardır ama bunlar, kesin, kadrolaşma
amacına dönüktür. Bir ülkenin hukuk,eğitim ve sağlık
kurumaları tarafsız ve her şeyden bağımsız olmak durumundadır ancak bu şekilde
iyi hizmet verilebilir. Bu kurumlara el atmak, siyasete alet etmek son derece
yanlış kararlar almamıza, geri dönüşü olmayan hatalar yapmamıza neden olabilir.
Her şeyden önce bilime ve sağlığa siyaseti karıştırmamalıyız değerli
milletvekilleri. Sözlerime son
verirken, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak 72 sıra sayılı bu Kanun
Teklifi’ne bu hâliyle olumsuz oy vereceğimizi bildirir, yüce heyetinizi
saygıyla selamlarım. Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Yıldız. Teklifin tümü
üzerine, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır söz istemiştir. Buyurunuz Sayın
Bayındır. (DTP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakikadır. DTP GRUBU ADINA
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de
Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
hakkında DTP Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, sağlık
yasa tasarılarının tartışıldığı bir ortamda can kayıplarının yaşanması da ne
kadar sağlıklı düşündüğümüzün ve ne kadar sağlıklı kararlar aldığımızın da bir
göstergesi. Her şeyden önce bir sistemin sağlıklı işlemesi lazım çünkü toplumun
sağlığı, psikolojik, sosyal, kültürel, fizyolojik -hatta ben buna “ekolojik” diyerek de eklemek istiyorum Dünya Sağlık Örgütü
tanımlamasını- tam bir iyilik hâlinde olması gerekiyor. Şimdi, soralım
birbirimize toplum hangi açıdan tam bir iyilik hâlinde? Sosyal açıdan iyilik
hâli yok, ekonomik açıdan her şey kötüye gidiyor, iyilik hâli yok. Sağlık
açısından zaten insanlar hastaneye gidiyor, tekrar hasta dönüyor. Çünkü, şartlar değişmedikten sonra siz ne kadar tıbbi tedavi
yapın ya da cerrahi operasyon yaparsanız yapın o toplumun sağlık sorununu
gideremezsiniz, olsa olsa sağlığı geçici bir şekilde
tedavi etmiş olursunuz ya da geçiştirmiş olursunuz. O nedenle, her şeyden önce, hastane şeflerinin rollerini ve
tanımlarını tanımlamadan önce Parlamentoda bulunan tüm yetkili arkadaşların bu
toplumun tüm sorunlarını bir şef gibi organize etmek üzere burada olduğumuzu ve
sorunların çözümünün çözümsüzlükler üzerine ya da yeni hastalıklar üretmek
üzerine değil, daha doğru teşhislerin konulduğu, doğru tedavilerin uygulandığı
ve sağlıklı sonuçların alındığı bir proje ekseninde bakmak gerektiğini
düşünüyorum. O nedenle, bu Meclisin aldığı tezkere kararı
bir kere toplumu psikolojik olarak, sağlık olarak, ekonomik olarak, her şeyden
önce, can güvenliği açısından tehdit etmiştir ve şu an bu tehdidin yaşandığı,
her gün kadınların ağladığı, annelerin ağladığı, toplumun tedirgin hâlde bulunduğu
bir atmosferde biz sağlıktan, sağlık sisteminden, şeflerden bahsediyoruz. Ne
kadar sağlıklı bir şekilde işleri organize ettiğimizin bir göstergesidir! O nedenle, biz,
tezkere kararlarının bir kez daha gözden geçirilmesi gerektiğini, sorunların,
Türkiye’deki sorunun tedavisinin, Kürt sorununun tedavisinin ya da teşhisinin
yanlış konduğunu, doğru teşhis konması gerektiğini ve hastaya sorulması
gerekiyor. Hiçbir hekim hasta yerine kendisini koyamaz. Hastanın şikâyetleri
üzerine tedaviyi uygular. O zaman Türkiye’de yaşayan tüm halklar, tüm inançlar,
ne istiyorsa, rahatsızlığı neyse, bize düşen de bu rahatsızlığı toplumu tatmin
edecek, onları ikna edecek, çözüm getirecek bir şekilde sorunlarını ele almamız
gerekiyor ve yaklaşımımızın bu olması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde
sistemin genel sağlık sorunu yaşandığı bir dönemde bizim hastanede işlerin de
sağlıklı yürümesinde çok sağlıklı karar alamayacağımız açık ki, bunu yasa
tasarısını tartışırken yine göreceğiz. Bu nedenle, ben,
konuya geçmeden önce, “Çocuğun Gördüğü Düştür Barış” şiirini sizinle paylaşmak
istiyorum: “Çocuğun gördüğü
düştür barış. Ananın gördüğü
düştür barış. Ağaçlar altında
söylenen sevda sözleridir barış. Evrenin yüzündeki
yara izleri kapandığı zaman, Ağaçlar
dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara, Yangının eritip
tükettiği yüreklerde İlk tomurcukları
belirdiği zaman umudun, Ölüler rahatça
uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık, Boşa akmadığını
bilerek kanlarının, Barış budur
işte.” diyorum. (DTP sıralarından alkışlar) YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Konuya gel… SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) – Konumuzla çok alakalıdır. Lütfen dinlemeyi öğrenelim. Evet,
dinlemeyi öğrenelim. Sağlıkla çok ilgidir. Genel sağlıklı düşünemeyenlerin,
sağlık alanında da sağlıklı kararlar alamayacağını şimdi hep birlikte
tartışacağız. Benden önceki
konuşmacı arkadaşım da bu konuda belirtti... Bizler de zaten yasa tasarısı
tartışılırken de karşı oy kullanmıştık çünkü hakikaten bundan önceki yasa
tasarılarında da aynı şeyi yaşadık. Yani hâkimler- savcılar yasa tasarısı
tartışıldığında burada, yine, herkes, sivil toplum örgütleri, buradaki grubu
bulunan partiler feryat ettiler, böyle yapmayın dediler; çoğunluğuz yaparız,
biz yaparız siz uygularsınız, biz bildiğimizi okuruz yaklaşımınızdan vazgeçin
ya da torba yasalarından vazgeçelim. Torba yasasını on beş gün önce çıkardık,
on beş gün sonra tekrar gözden geçirdik. Bu da bizim ne kadar sağlıklı ne kadar
objektif ne kadar bilimsel görüştüğümüzün, tartıştığımızın, birbirimizi
dinlediğimizin ve sorunu çözmek için birbirimizi tamamladığımızın bir
göstergesi olarak hatırlatmak isterim siz sayın değerli milletvekillerine! O anlamda, biz
de, bu şef atamalarıyla ilgili neden bugüne kadar uygulanan kriterler
uygulanmıyor da yeniden keşfedip, işte, sistem hantaldır, dolayısıyla bakanlık
bünyesinde bir jüri oluşturulması gerekiyor, 3 kişilik bir jürinin ve bu jüri
hangi kriterlere bağlı ve neye göre tercih edeceği belli olmayan bir sistemle
bir atama, bir kadrolaşma sürecinden geçiyor. Sayın Bakan, biz
komisyonda tartışırken de bu tanımlarımızdan çok rahatsız olmuştu, eminim yine
aynı rahatsızlığını ifade edecek, ama biz de bu rahatsızlığına dair
görüşlerimizi ısrarla, inatla ifade edeceğiz. Bu tarz bir atama
yöntemi, tercih yöntemi ve yüzde 35’lik bir kadroyu kapsayacak bir atama
yöntemi kesinlikle kadrolaşmadır. Peki, ilelebet
bir iktidar var mı, ebedi bir iktidar var mı? Yok. Neden o zaman hani kısa
sürede parti devlet gibi örgütlenelim, bütün kurumlara yerleşelim? Bu ömrünüz…
On yılı uzatabilirsiniz. Peki, bu dönemi yaşayan insanlara yaptığınız
haksızlık, yapacağınız uygulamaların hesabını nerede ödeyeceksiniz? Hangi adli
kararda, hangi makamda ödersiniz diye sormak isterim ben yeniden. Hükûmet olarak ya da bu toplumun yöneticiliğine soyunmuş güçlerin elinde
bulunduğu erkleri, kendi çoğulculuğuna, kendi gücüne dayalı bir tercihten
ziyade, adaletse, hakkaniyetse, eşitlikse eğer, her şeyden önce kendi çıkarını
gözetmeden toplumun ihtiyaçlarını ve yararını gözetir bir şekilde bu kadro
dağılımını ya da yeniden görevlendirmeyi, koşullara, hizmetin iyi yürümesine
bağlı tutması gerekiyor. Yine atamalar…
Bölgeler arası eşitsizlik giderilmeye çalışıldığı bir dönemde, 175 atamanın
yaklaşık 40’ının bölgeden olması neyin sonucudur? Yani, bu politikayı boşa
çıkarmıyor mu? Biz bölgeye sürekli işte gelişimlerde bulunuyoruz, girişimlerde
bulunuyoruz, atamalarda bulunuyoruz, görevlendirmeler yapıyoruz… Peki, madem,
şeflik düzeyinde görev yapabiliyorsa bulunduğu yerde görev yapmaya çalışsın.
Neden Van’dan, neden Erzurum’dan, neden Dicle’den alıp başka metropollere
yığılma yapıyorsunuz? Hatta özel alan yaratarak, var olan servisi ikiye bölerek
daha bir çaba ve gayret içindesiniz. Bu, düpedüz, kesinlikle kadrolaşmadır. Yine, eğitim ve
araştırma hastanelerinde kadrolar, yıllardan beri, gelenekselleşmiş şekilde,
Sağlık Bakanlığı tarafından yabancı dil, teorik ve pratik, üç aşamalı, klinik
şeflerinden kurulan 5 kişilik jürinin yaptığı sınavla belirlenmekteydi. Ancak,
2001’den beri, ne yazık ki -bu uygulama- sürekli yasalara aykırı bir şekilde atamalar
yapılmakta ve bu atamalar da yargıdan geri dönmektedir. Yine müracaat
biçimini -benden önceki konuşmacı da belirtti- neye göre ilan edeceksiniz?
Müracaat nereye yapılacak? Bu müracaatın içinden nasıl tercih yapacaksınız? Bu konu da karışık. Yani yasada, yasa teklifinde, eğitim ve
araştırma hastanelerinin açık bulunan şef ve şef yardımcılarının ilan
edileceği… Nerede ilan edileceği, kaç gazetede, bu gazetelerin tirajları ne; bu ölçüler yok tabii ki. İşte “Buralara
tıp alanında uzmanlık kazanmış doçent ve profesörlerin müracaat edebileceği,
bunların müracaatlarının Bakanlık tarafından oluşturulan 3 kişilik bir jüri
tarafından değerlendirileceği ve sonucunda da Bakanlık tarafından atanacağı, bu
yolla yapılacak atamaların toplam kadronun yüzde 35’ini geçemeyeceği…” şeklinde
yasa tasarısında geçiyor. Bu anlamda,
adaylar hakkında değerlendirme yapacak jürinin belirlenmesinde doçentlik atama
yöntemi yerine profesörlük atama yönteminin dikkate alınması gerektiği gibi,
uygulamanın objektif ölçülerinin mutlaka bir yönetmelik ile belirlenmesi
gerekir. Yönetmeliğin
içeriğini tabii ki burada netleştirmek mümkün değil. Ama yönetmelik, mutlaka,
bugüne kadar uygulanmış uluslararası standarda uygun bir şekilde tercih etme
sistemini açık bir şekilde belirtmelidir. Yine, jüri üye
sayısı eskiden olduğu gibi 5 kişiden neden 3 kişiye düşürülmüştür? Biz, jüri
üye sayısının yine 5 kişiden oluşmasının, bütün üyelerin atama yapılacak
uzmanlık alanından olmasının ve kura yöntemiyle oluşturulmasının nesnellik için
ön koşul olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, siz, cerrahi
alanda bir tercih yapacaksanız, gidip farklı bir alanla ilgili bulursanız ya da
cerrahi de bile, işte, üroloji ataması yapacaksanız, üroloji dışındaki
birimlerden aldığınızda, bu neye göre bu tercihini yapacak? Bunlar kesinlikle
yönetmeliklerde açık bir şekilde belirtilmeli. Yine, jürinin
değerlendirmesinde, eser sadece orijinal bilimsel araştırma, yayın ve eserle
sınırlı tutulmuştur. Bu da bize göre yetersizdir, çünkü her şey yazılar
üzerinden olmaz, yani cerrahi ya da… Özellikle cerrahi alanlar için mutlaka
pratik deneyimlerin olması gerekiyor. Nice cerrahlar gördük kasap gibiydiler.
Cerrahinin kendisi bir estetik işidir. İnsan bünyesine, organizmasına doğrudan
müdahale ediyorsunuz ve bu müdahalenin sağlıklı, kişiye zarar vermeden, ağır komplikasyonlara yol açmadan, kendine güvenen, emin,
pratikte sınanmış, eğitici yetiştirmiş şefler, yani o kriterlere uygun kişiler
arasından seçilmesi gerekiyor. Bu anlamda meslekteki başarısı ve kıdemleriyle
önceden asistan yetiştirip yetiştirmediği gibi kriterler
mutlaka göz ardı edilmemelidir. Yine jüri
değerlendirme öncesi ve sonrasıyla ilgili yabancı dil ve mesleki sınav
bulunmamaktadır. Ayrıca, hâlen görevde bulunan şef ve şef yardımcıları ne
olacak? Profesör ve doktor olmamıştır, ama yıllarca bulunduğu serviste hizmet
vermiş, bilimsel olarak katkılarda bulunmuş, yeterli, yetenekli nice kadrolar
var. Bu yöntemle, bu kadar emek harcamış uzmanları nereye koyacağız? Bunların
bu haktan mahrum edilmesi ne kadar adil ve hakkaniyetçidir? Bunu da sormak
istiyoruz. Bunun için de, en azından bulunduğu serviste on beş yıl şef
yardımcılığı yapmış ya da o klinikte uzman olmuş ve kendisini kanıtlamış
kişilere de mutlaka bu şans tanınmalı diye düşünüyoruz. Bu görüşler…
Tabii ki biz yasa koyucular bir yasayı oluştururken gerçekten ilgili sağlık
kurulları var, Türk Tabipler Birliği var, Sağlık Emekçileri Sendikası var ve
yine sivil toplum örgütleri var, yani bütün bunlar neye göre düşünce
belirtiyor? Hani şeklen, sivil toplum örgütlerinden komisyonlara katılanları
usulen dinliyoruz, belgelerini alıyoruz, arşivliyoruz, yani bu usuli demokrasiden, mutlaka doğrudan ve dikkate alan ve
onun katılımını esas alan, yani hangi yaşam alanıyla ilgili karar alıyorsak, bu
yaşam alanını ilgilendiren ilgili kurumlar ve onların kurullarının öngöreceği,
kabul göreceği kriterler ve esaslardan şaşmamak
gerekir. O zaman demokrasiyi usulden değil, esastan yerine getirmiş olacağız.
Ne yazık ki, bugüne kadar komisyonumuz süresince gerek Sosyal Güvenlik Yasası
tartışmalarında gerek hastaneler birliği tartışmalarında, yine şef atamaları
boyutuyla sivil toplum örgütünün önerilerini, evet dinledik, evet onları
toplantıya kattık, ama hiçbir şekilde dikkate almadık. Bunu da şeklen
demokrasinin, kandırmanın, aldatmanın bir yöntemi olarak görüyorum. Dolayısıyla, bu yöntemden mutlaka vazgeçmek lazım. Eğer
görüşüne başvuruyorsanız, ilgili muhatap olarak görüyorsanız ve işin erbabı
uzmanlarsa mutlaka bunların görüşlerinin ve yaklaşımlarının dikkate alınması
gerektiğini düşünüyorum. Yine, yasa
tasarısında tartışmalar boyutuyla ele aldığımızda, bugün 2001’den beri şef
atamaları boyutuyla yapılan pek çok uygulamanın yürürlüğü durdurulmuş,
mahkemeden dönmüştür. En son yine Tüm Sağlık Sen’in bu şef atamalarına ilişkin
açtığı dava, 12. İdare Mahkemesinden geri döndürülmüştür. Bu geri döndürmenin
şartları da şu şekilde belirmiştir: “Zira, madde
hükmüyle hem profesör ve doçentlere hem de uzman tabiplere klinik şef ve şef
yardımcılığına atanma olanağı getirildiği hâlde, bunlar arasında sınavla veya
sınavsız atama ayrımı da yapıldığı için, esas atanma biçiminin hangisi,
istisnai atanma biçiminin hangisi olduğu ortaya konmamıştır. Uygulama, öteden
beri sınavın esas, sınavsız atamanın istisna olduğu şeklindeyse de, son yasal
düzenlemeyle ortaya çıkan durum, belirgin değildir. Bu durum, madde hükmünün
uygulanabilmesi açısından bir düzenleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır.”
Dolayısıyla 11’inci ayın 9’u 2007 tarihinde 12. İdare Mahkemesi bu yürütmeyi
durdurma kararı vermiştir. Dolayısıyla, bizim şimdiye kadar çıkardığımız,
burada uzlaşı ve sivil toplum örgütlerini dinlemeden geçirdiğimiz,
çoğunluğumuza dayanarak, çoğunluğa dayanarak AKP partisinin geçirdiği yasaların
pek çoğu hem burada bize zaman kaybettirmekte hem de Anayasa Mahkemesinden geri
dönmektedir ya da mahkeme bunların yürütmesini durdurma kararı vermektedir. Peki biz burada neden emeğimize bu kadar ucuz yaklaşıyoruz,
neden erkler arasındaki ilişkiyi gözetmiyoruz, neden yasama-yürütme-yargı, bu
sistemi bir ahenk içinde işletmiyoruz? “Ben çoğunluğum, ben bildiğimi
çıkarırım, siz de gereğini yaparsınız” gibi bir zıtlaşmaya, birbirinin görevini
yok saymaya, hiçleştirmeye dönük neden böyle bir yaklaşım içindeyiz? Bu
yaklaşım tahakkümcü, bu yaklaşım kendisi dışında kimseyi tanımayan, bu yaklaşım
ötekileştiren, dışlayan, tekleştiren bir yönetim biçimidir. Lütfen o zaman biz
demokrasinin şeklen uygulayıcısı olduğunu düşünelim, demokrasinin özünden
yoksun olduğumuzu bu uygulamalarımızla kabul edelim. Biz kabul etmesek de
kamuoyu bunun kararını böyle verecektir. Bu nedenle,
özellikle, yani son yürütmeyi durdurma kararının Anayasa’nın 138’inci
maddesinin gereğince yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Bu yasanın geçici
maddesinin mutlaka kaldırılması gerekiyor, iptal edilmesi gerekiyor. Yine, bu yasa bu
hâliyle objektif değildir, tamamen kadrolaşmaya dayalıdır, bilimsellik ve
başarı gözetilmeden gerçekleştirilmek isteniyor. Hele hele
sağlık gibi bir alanda, ihtisas gerektiren, doğrudan insan yaşamının
sorumluluğunu üstlendiği bir yaşam alanında, bir çalışma alanında, bir hizmet
alanında bu kadar ölçüsüz, objektivizmden uzak, nesnellikten uzak, tamamen
kadrolaşmaya dayalı bir atama yönteminden vazgeçelim. Bizler de
Demokratik Toplum Partisi olarak bu yasaya karşı oy belirteceğimizi iletiyorum
ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bayındır. Teklifin tümü
üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Necdet Ünüvar söz istemiştir. Buyurunuz Sayın Ünüvar. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA NECDET ÜNÜVAR (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış buluyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, Anayasa’mızda bir hak olarak
tanımlanan sağlıklı yaşama şartlarını oluşturmak, devletin sorumluluğuna tevdi
edilen bir görevdir. Sağlık hizmetleri, hepimizin yine çok yakından bildiği
gibi, ertelenmesi, geciktirilmesi mümkün olmayan, bundan vazgeçemeyeceğimiz bir
alan. Dolayısıyla, çağdaş, etkili ve nitelikli bir sağlık hizmeti sunabilmek
için uygun fiziki mekânlar, yeterli donanım, araç ve gerece ihtiyaç vardır.
Fakat bütün bunların yanında, asıl önemli olan, bu kaynakları etkili ve verimli
bir şekilde kullanacak olan insan gücüdür. Sağlık hizmetlerini koruyucu, tedavi
edici ve rehabilite edici sağlık hizmetleri şeklinde
ifade edebiliriz, ama bütün bunların hepsinin özünde, tabii ki fiziki imkâna
ihtiyaç var, tabii ki içine koyacağımız alet edevata ihtiyaç var, ama en önemli
unsur insandır. Topluma bugün ve
gelecekte sunulacak sağlık hizmetlerini gerçekleştirebilmek üzere, sağlık
çalışanlarının yeterli nicelikte, yüksek nitelikte, düzgün bir dağılımla,
zamanında ve doğru şekilde istihdam edilmesi “sağlık insan gücü planlaması”
şeklinde adlandırılmaktadır. Veriye ve kanıta dayalı… Yeterli nitelik ve sayıda
insan gücünden mahrum olunması sağlık sisteminin işleyişini de olumsuz yönde
etkilemektedir. Bu anlamda, Sağlık Bakanlığı anayasal bir sorumluluk içerisinde
olan bir bakanlıktır. Sağlık hizmetlerinin sevk ve organizasyonunu, halka
ulaştırılmasını ve sağlık politikalarının belirlenmesini, planlanmasını da bu
anlamda yapmaktadır. Sağlık Bakanlığımız, günün şartlarına uygun bir şekilde ve
toplumun ihtiyaçlarını gidermeye matuf birtakım tedbirleri almakta. Biraz önce bir
değerli konuşmacımız Sayın Yıldız ifade etti, özel hastanelerle ilgili birtakım
düzenlemeler de oluyor. Şüphesiz, yine Anayasa’nın ilgili maddesi
uyarınca devlet, kamu ve özel sektörden hizmet alarak toplumun gerekli sağlık
ihtiyacını karşılamak durumunda. Bu anlamda, özel hastanelerle ilgili,
malumunuz, Adalet ve Kalkınma Partisi, 2003 yılında bir yönetmelik değişikliği
ile önce Emekli Sandığı mensuplarının, daha sonra Bağ-Kur ve SSK’lı
vatandaşlarımızın özel sektörde hizmet veren kuruluşlardan da sağlık hizmeti
alabilmesinin yolunu açmıştı. Yakında -yanlış bilmiyorsam on gün kadar önce-
bir yönetmelik değişikliği oldu ve Sağlık Bakanlığı özel sektörün vereceği
sağlık hizmetiyle ilgili bir planlama kararı aldı. Bu aldığı karar Anayasa’dan
aldığı güçle oluyor, yani Anayasa’da kamu ve özel sektörün marifetiyle
verileceği ifade edilen, açıkça ifade edilen hizmetin planlamasına matuf bir
karardır. Bununla aslında Sağlık Bakanlığımız bir kural koyuyor ve fiziki
ortamı yeterli olmayan, o kurala uygun olmayan kuruluşlara da dört yıllık bir
süre veriyor, ki oldukça da makul bir süre. Dört yıl
içerisinde o hizmete uygun, fiziki şartlara uygun hâle getirilmesini sağlıyor.
Yine, kamuoyunda yanlış değerlendirilen bir başka husus da istifa ettiği zaman,
ayrıldığı zaman onun yerine herhangi bir sağlık personeli alamama gibi yanlış
bir şekilde ifade edilen husus. Hâlbuki burada, aldığı ruhsatta ne kadar kişi yazılmışsa,
kaç kişi yazılmışsa, o kadar kişiyi ikame etme hakkına sahip. Dolayısıyla,
bunun da en azından kamuoyu tarafından doğru bir şekilde bilinmesi adına bu
ifadeyi de kullanmak istiyorum. Tabii, fiziki
ortam, donanım ve insan gücü arasındaki ilişkiyle ilgili Sağlıkta Dönüşüm
Programı adı altında yürütülen bir program var ve bununla ilgili çok önemli
birtakım adımlar atılmıştır ve problemlerin çözülmesi noktasında çok önemli
mesafeler katedilmiştir. Fiziki yapılardan
başlayarak, verimlilik ve üretkenliği artıran pek çok düzenleme yapılmış ve
kamu eliyle sunulan sağlık hizmetlerinde hissedilir, fark edilir birtakım
gelişmeler olmuştur. Tabii, burada, Sağlık Bakanlığının
yaptığı hizmetin felsefesini doğru anlamak lazım. Sağlık Bakanlığı, fiziki
ortamla ilgili, şüphesiz uzun süre kamu hizmeti gören kurumlarımızın hem eski
hem yorgun binalarını daha fonksiyonel hâle getirme noktasında pek çok adım
atmış; bununla, performansa dayalı bir yönetim modeliyle hem hekimlerimizin hem
diğer sağlık çalışanlarımızın daha fazla çalışmasını hem de bunun karşılığı
olan ücreti, gelir düzeyini sağlama noktasında pek çok adım atmıştır. Bununla,
öteden beri sağlık hizmeti veren kuruluşlarımızın çok daha fonksiyonel hizmet
verdiğini hepimiz çok yakından biliyoruz ve vatandaşımızın sağlık hizmetlerine
erişimindeki artış sebebiyle, kişi başına yıllık hekime başvuru oranında çok
önemli ölçüde artış olmuştur. Bu artış, bugün itibarıyla çok önemli ölçüde
artmış olmasına rağmen, hâlâ Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamasının oldukça gerisindedir.
Yine, aile
hekimliği uygulaması, şu anda 13 ilde 10 milyon vatandaşımıza başarıyla
uygulanıyor, Düzce’den başlayıp, şu anda içinde İzmir’in, Samsun’un da
bulunduğu illerde uygulanıyor. Bu yıl, yanlış bilmiyorsam, yaklaşık 35 ilimizde
daha uygulamaya geçilecek ve bununla da esasında birinci basamak sağlık
hizmetlerinin çok daha etkin hâle getirileceğini ifade edebiliriz. Tabii, konumuz
Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nda değişiklikle, eğitim hastanelerinde,
hekimlerimizi yetiştiren, uzman hekim yetiştiren kurumlarımızda klinik şef ve
şef yardımcısı ataması. Bununla tabii, Sağlık Bakanlığımız eğitim
hastanelerinde klinik şef ve şef yardımcıları atamak istiyor, daha önce de
atadığı gibi, bu Hükûmetten önce de atandığı gibi.
Bununla ilgili bir kanun da yapılmıştı, bir önceki Cumhurbaşkanımız tarafından
geri gönderildi. Orada “objektif ölçüler olmadığı” şeklinde bir ifade vardı.
Biz burada bu kanunla objektif bir ölçü getiriyoruz. Yani belli sayıda jüri
oluşturuyoruz ve o jüriyle klinik şef ve şef yardımcılığı için atamalar
yapacağız, aynı zamanda sınav da yapılacak. Yıllardır klinik şef ve şef
yardımcılarıyla ilgili sınav yapılamıyor ama değerli arkadaşlar, sınav
yapılabilmesi için önümüze konulan birtakım kriterlerde
Sağlık Bakanlığı bu kanunla aşmaya çalışıyor. Eğitim
hastaneleri niçin önemli? Şu açıdan önemli: Biz bütün Türkiye’ye hizmet
ediyoruz, Doğu, Güneydoğu, Karadeniz, Ege, her tarafa sağlık hizmeti
götürüyoruz ve yüzde 80’ini de sağlık Bakanlığı götürüyor ve burada hekimler
uzman hekim hâline geliyor. Türkiye’de, belli başlı, Ankara, İstanbul, İzmir’de
eğitim hastanelerimiz var ve orada da klinik şef ve şef yardımcıları görev
yapıyorlar ama sayılara baktığımız zaman yaklaşık 600’ün üzerinde bir klinik
şefliği var ve bunlarda önemli ölçüde eksiklikler söz konusu. Örneğin, İstanbul
iline baktığımız zaman 600 klinik var, bunların sadece 324’ünde klinik şefi
var. Yani İstanbul’da 276 daha klinik şefine ihtiyaç var. Şef
muavini sayısı ise daha da düşük. İstanbul’da 310 şef muavini var ve
kadro açığı da 890 civarında. Keza, Ankara ve İzmir’e de baktığımız zaman yine
eksiklikler söz konusu. Bununla Sağlık Bakanlığımız gereken uzman kadroyu
yetiştirmek adına bir kadro açacak ve buna uygun şartları taşıyan
arkadaşlarımız arasında, jüri tarafından belirlenen kriterlere
uygun olanlar arasından Bakanlık atama yapacak. Tabii,
Türkiye’nin her yerinden, klinik şefleri ve şef yardımcıları atanıyor. Geçen
dönemde de pek çok klinik şefi atandı ama baktığımız zaman, üniversitelerden
gelen arkadaşlarımız var yani profesör, doçentlerden. 170 küsur tane klinik
şefi atanmış ama 68 tanesi üniversiteden gelmiş durumda. Bendeki liste,
arkadaşlardan aldığım liste bu ve bunları da biz uzaydan falan getirmiyoruz,
sonuçta, üniversitelerde bunlar doçent ve profesör olarak görev yapıyorlar yani
Yükseköğretim Kurumu tarafından belirlenen kriterlere
uygun olarak bu arkadaşlarımız zaten doçent ve profesör olarak görev yapıyor.
Yani, oradaki arkadaşlarımız, yine eğitim hastanelerine geliyorlar ve burada
yine uzman hekim yetiştirecekler. Dolayısıyla, bu arkadaşlarımızın herhangi bir
şekilde kadrolaşma filan dediğimiz zaman, orada da o kadrolar zaten duruyor
yani onları, dışarıdaki insanları getirip orada herhangi bir kadroya atama
yapmış olmuyoruz. Ancak, değerli
arkadaşlar, bu klinik şef ve şef yardımcısı atadığımız arkadaşlar uzman hekim
yetiştirecekler ama şunu kabul etmemiz lazım ki Türkiye’de hekim sayısı
açısından gerçekten çok ciddi bir eksiklik söz konusu. Bizim ülkemizin nüfusuna
benzer nitelikteki ülkelere baktığımız zaman, Almanya’da 80 milyon nüfusa 300
bin civarında hekim varken, Türkiye’de 70 milyon nüfusa 100 binin birazcık
üzerinde, 103 bin civarında bir hekim var, yani kişi başına düşen hekim
sayısında oldukça geri durumdayız. Peki, bunu nasıl yapmamız lazım? Mutlaka,
üniversitelerimizin elindeki mevcut potansiyeli daha aktif bir şekilde
kullanması gerekiyor. Yine, Sağlık Bakanlığımızdan aldığım
bilgiler çerçevesinde ifade etmeliyim ki 1986 yılında, 5.300 öğrenciyi biz
yaklaşık 1.900 öğretim üyesiyle yani tıp fakültelerindeki 1.900 öğretim üyesi
var iken alabiliyorduk ama şimdi bizim öğretim üyesi sayımız yaklaşık 9.000
civarına çıkmış ama biz, hâlâ, 4.600-5.000 civarında öğrenci alıyoruz. Yani
bu şunu gösteriyor: Biz üniversitelerimize çok daha fazla sayıda öğrenci alabiliriz.
Çünkü bizim ülkemizin ihtiyacı da var. Kaldı ki, bugün aldığınız öğrenci ancak
altı yıl sonra tıp doktoru unvanını kazanabiliyor yani onun uzmanlık eğitimini
falan da göz ardı ettiğimiz zaman ve altı yıl sonra ancak hekim olarak sağlık
hizmetine katılabiliyor. Burada, öğretim
üyesi sayısı açısından da baktığımız zaman, ülkemizde tıp fakültelerindeki
öğretim üyesi başına düşen nüfusun da Avrupa’daki pek çok ülkeden çok daha geri
olduğunu görüyoruz. Bir iki tane sayı vermek isterim: Almanya’da bir tıp
fakültesinde 1 öğretim üyesine yaklaşık 22,5 öğrenci düşerken, İtalya’da 11,8;
Slovakya’da 7,3; hâlbuki Türkiye’de 3,6. Yani bizim potansiyelimiz çok daha
fazla hekim yetiştirilebilecek kapasitede. Kaldı ki, Sayın
Bakanımız da defalarca ifade etti, bizim pek çok yeni açılan hastanelerimiz var
ve bu hastanelerimizi de, tıp fakülteleri öğrenci alarak sağlık hizmetine
sunabileceği doktor yetiştirmek amaçlı kullanacaksa, bu hastanelerimizi çok
rahatlıkla tahsis edebileceğini ifade etti. Kaldı ki, bütün dünyada, gelişmiş
ülkelerde “afiliasyon” dediğimiz bir kavram var, yani
bu “ortak kullanım” dediğimiz. Binaları ortak bir şekilde üniversitelerle
eğitim hastaneleri, Sağlık Bakanlığı da pekâlâ kullanıp daha fazla hekimin
yetişmesini sağlayabilir. Tabii, konu
gelmişken bu ifadeyi de kullanmak isterim. Sağlık hizmetleri sadece tıp veya
hemşirelik alanıyla sınırlı da değil, yani sadece doktor veya hemşireden de
ibaret değil, bunun dışında pek çok yeni alanlar da var. Benim bilebildiğim
kadarıyla Dünya Sağlık Örgütünde “sağlık personeli” adı altında yirmi dokuz
çeşit, yirmi dokuz sınıf tanım var. Bu tanımlara da kısa zamanda bizim
ulaşmamız gerekiyor. Yeni kavramları ülkemizin gündemine getirmemiz gerekiyor,
eczacılıkla ilgili, hemşirelikle ilgili. Belki dal hemşireliği getirmemiz
lazım, klinik eczacılığı yeniden gündeme getirmemiz lazım. Bunlarla ilgili,
Sağlık Bakanlığımızda da pek çok çalışmanın yapıldığını ve yakında karşımıza
geleceğini de biliyorum. Değerli
arkadaşlar, bunun dışında, kanunla ilgili, bir de yönetici atamasıyla ilgili,
başhekim atamasıyla ilgili bir madde var. Burada da şunu ifade etmek isterim,
artık sağlık ekonomisi, finans yönetimi, insan kaynakları yönetimi, kalite
yönetimi, sağlık mevzuatı ve hukuku, sosyal güvenlik alanlarında da yetişmiş
elemanları artık bizim yönetici olarak da istihdam etmemiz gerekiyor. Gerçi son
zamanlarda performansa dayalı sistemle hastanelerimizin pek çok yönetimi artık
daha mütevelli heyetine benzer yönetimlere yaklaşmış durumda, ama, yine, yakında gelecek bir kanun tasarısıyla sağlık
hizmetlerinde yönetimin de tıbbi hizmetler, idari hizmetler ve diğer hizmetler
şeklinde ayrılacağını, herkesin kendi işini yapacağını da ifade edebilirim. Değerli
arkadaşlar, bu kanunla ilgili şunu da eklemek gerekiyor: Sağlık Bakanlığımız
son iki yıl içerisinde pek çok ilimizde yeni eğitim hastaneleri kurdu.
Antalya’da, Diyarbakır’da, Elâzığ’da, Kayseri’de, Konya’da, Sakarya’da,
Sivas’ta, Trabzon’da, Van’da yeni eğitim hastaneleri oluşturdu, ama bu
hastanelere herhangi bir klinik şefi veya şef yardımcısı ataması yapılamadı
Anayasa Mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararından sonra. Buralarda da bizim
eğitim ve araştırma hastanelerinin mutlaka klinik şef ve şef yardımcılarıyla
zenginleştirmemiz gerekiyor. Bu, şunun için
gerekiyor, şöyle bir eleştiri geliyor: Orada bizim üniversite hastanelerimiz
var ve bunlar da sağlık hizmetini yerine getiriyor, ama üniversite
hastanelerimiz, şu anda gördüğümüz rakamlar, ifade edebileceğimiz rakamlar
şudur ki sağlık hizmetlerinin yaklaşık yüzde 10’unu karşılayabiliyor. Yine
sağlık hizmetlerinin yüzde 80’ini Sağlık Bakanlığı karşılıyor. Dolayısıyla,
Sağlık Bakanlığı, burada biraz önce saydığım, gerçekten kendi bölgelerinde, çok
önemli illerimizde önemli sağlık hizmetlerini yerine getiriyor. Bir yandan eğitim
hizmeti, bir yandan da orada eğitim hastanesi olması sebebiyle daha kalifiye
klinik şeflerimizin yetiştirebileceği hekimlerle sağlık hizmetini sunacak.
Dolayısıyla bu kanunla, kanun yasalaştıktan sonra da o hastanelerimizin de
klinik şef ve şef yardımcıları kadrosu, gerek atama yoluyla gerekse sınav
yoluyla yerine getirilecek. Ben bu
kanunumuzun hayırlı olmasını diliyorum, çok önemli bir kanun olduğunu tekrardan
ifade ediyorum. Hepinizi Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Ünüvar. Teklifin tümü
üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Osman
Durmuş söz istemiştir. Buyurunuz Sayın
Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’yle
ilgili MHP Grubu adına görüşlerimi ifade etmek için huzurlarınızdayım. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, görüştüğümüz yasa Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlüğü
durdurulmuş bir yasa. Şimdi, yasa tasarısı olarak gelmiyor karşımıza. Anayasa
Mahkemesine karşı, esas kararını beklemeden bir yolunu bulup, teklif olarak getiriliyor.
Yasa tasarısı olarak değil, yasa teklifi olarak getiriliyor. Yani, bu yasanın
arkasında Bakanlar Kurulu olacakken Türkiye Büyük Millet Meclisine diyorlar ki:
“Anayasa Mahkemesine karşı siz bir yolunu bulun, bunu çıkarın.” Bu, kabul
edilemez. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı bir haksızlıktır diye
düşünüyorum. Değerli
arkadaşlarım, 12/12/2005 günlü Anayasa Mahkemesi
kararında: “Anayasa’ya aykırılığı konusunda güçlü belirtiler bulunduğu,
uygulamaları hâlinde sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve
zararların doğabileceği gözetilerek esas hakkında karar verilinceye kadar
yürürlüklerinin durdurulmasına oy birliğiyle karar verildi.” denilmektedir. Değerli
arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesinin esas hakkındaki mütalaasını biz Türkiye
Büyük Millet Meclisi kürsüsünden istirham etsek, biraz çabuklaştırsalar da ona
karşı, o kararı bozacak bir tavrın içine girmesek. Zannediyorum Mahkememiz bu
istirhamımızı da kabul edebilir. Burada bizi bir mahkeme kararına karşı hile
yapmaya zorlayıp hukuksuzluğu alışkanlık hâline getirmeye zorlamamış olurlar
diye düşünüyorum. 3359 sayılı
Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda -Ek
1’inci maddesinin ikinci fıkrasında- Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi Komisyonda görüşüldü. Klinik şefi, klinik şef yardımcısı, başasistan
eğitim kadrosudur. Ama burada: “…asistan kadrolarına, açıktan atama…” diyor. Değerli
arkadaşlarım, 1990’lı yıllarda üniversiteler kendi araştırma görevlilerini,
asistanlarını kendileri atarlardı. O zaman da kamuoyunda şöyle bir şikâyet
vardı: “Hocaların yakınları, çocukları hep asistan oluyor, becerikli, bilgisi
olan insanlar olamıyor.” diye. Sağlık Bakanlığı imtihanlarında şöyle bir durum
vardı: İmtihan soruları çalınıyordu. İmtihan sonuçları ilan edilirken
sıralamada hile yapılıyordu. Bir kısım şeflerin çocukları yedek 3’te olacakken
listenin 2’nci sırasına geliyordu.
O günün Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürü’yle bir görüşmemiz oldu,
istirham ettik, dedik ki: “Merkezî bir sınav olsun. Türkiye’de başarılı
hekimler torpilliler arasında eziliyor. İyi hazırlanmış hekimler uzmanlığa
giremiyorlar.” Onun için “Tıpta Uzmanlık Sınavı” diye bir sınav çıkardık. Şu
anda Türkiye’de memurluğa atamada en seçkin, en geniş tabanla adaleti sağlayan
bir sınavdır. Keşke mühendisliklerde de benzeri olsa, keşke diğer uzmanlıklarda
da… İşte, bu yasayla TUS sınavını kaldırıyor. “Araştırma görevlisi” dediğimiz
asistanı, kadro şartı aranmaksızın atıyor. Böyle bir şey yok. Yabancı dil
sınavı, bilim sınavı sonrası… SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) – Kanunda öyle
bir şey yok Sayın Durmuş. OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Efendim, Komisyonda da söylediniz. Bakanlığın ilan ettiği kadrolar,
TUS sınavına, üniversite ve eğitim hastaneleri tahsis edilir ve o sınavı
başaranlar arasından, puanlama sırasına göre, hastane tercihine göre, bunlar o
uzmanlık eğitimi için atanır. Nitekim, üniversitenin
bazı kadroları da Bakanlık kadrolarıdır. Burada da bunu doğru yorumlarsanız,
okursanız, asistanlığa atamayı da getirmişsiniz buraya. İşin
aslı bu. “Böyle bir şey yok.” demek yeterli değil. Dolayısıyla,
TUS’u ortadan kaldırıyor. Sağlık Bakanlığının, daha evvel, bu konuda, bu
yanlışı düzeltmek için üniversite yetkisini de Sağlık Bakanlığı yetkisini de
birleştirerek, Üniversitelerarası Kurulun… Özellikle ÖSYM’nin yaptığı TUS
sınavı, kaliteyi, bilgiyi en iyi değerlendiren bir sınavdır, bundan da
vazgeçilmemelidir; bu, asistanlığa kalitenin gelmesini sağlayan bir yoldur. Değerli
arkadaşlarım, hâlen üniversitelerde had safhada araştırma görevlisi açığı
vardır. Maliye Bakanlığımız kadro vermiyor veya var olan kadroları kapalı
tutuyor, açmıyor ve o nedenle de üniversitelerin bazı bölümlerinde ciddi
sıkıntılar var. Şimdi YÖK Başkanını değiştirdiniz, inşallah, bu kadroları YÖK
Başkanı vesilesiyle açarsınız da üniversiteler biraz rahatlar. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Tamamen kapattı. OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – O da mı kapattı? Peki. Klinik şef,
klinik şef yardımcısı ve başasistan atamalarında ilgili kliniklerin atama
yapmasında, belirli kontenjanlar dâhilinde doçent ve profesör atanması bizden
önce de vardı, bizim zamanımızda da vardı, hâlen var. Ancak, burada, çok
temayüz etmiş, öne çıkmış öğretim üyeleri ya da acil bir durumda 3; 5,
bilemediniz 15 klinik şefini, Bakan, resen, profesörden atar gibi bir yetki
vardı. Bu konuda, bizim zamanımızda da Danıştayla
tartışmaya girildi. Ancak, 179 tane klinik şefi atıyorsunuz. Bakınız, 2001
yılında biz de bir atama yaptık. Sayı çoğalınca, ihtiyaç artınca sınavla yaptık
değerli arkadaşlar. Türkiye’de otuz yıldır Tababet Uzmanlık Tüzüğü
çıkarılamıyordu. İlgili kurumlar, Danıştay, Bakanlık, üniversiteler bir araya
geldik, tüzüğü çıkardık. Şimdi, tıpta uzman olabilmek için asistan arkadaşım
süresini tamamladığında, 5 kişilik bir jüri -3 de yedeğiyle- sınav yapar. Yani,
gerek eğitim hastanesinde gerekse üniversite hastanesinde bir kliniği müstakilen yönetebilecek 1 kişiye uzman belgesini
verebilmek için 5 kişilik bir jüri karar verir. Biz, son yaptığımız tüzük
değişikliğinde bu jürinin en az 2 tanesinin üniversite hocası olmasını istedik.
Değerli
arkadaşlarım, gerekçemiz şuydu: Geçmişte eğitim hastanelerinde, klinik şefi,
kendisiyle rekabet edemeyecek, kendisini zorlamayacak bir kişiyi şef muavini
yapıyordu. Şef muavini, çoğu zaman, bilgi ve beceri bakımından şefin gerisinde
kalıyordu ve giderek, eğitim hastanelerimiz çökme aşamasına gelmişti. O
nedenle, üniversiteden doçentin, profesörün atanması doğru bir yoldu veya bir
diğer ifadeyle, bilgi ve becerisinden emin olduğumuz -aynı asistan gibi- 5
kişilik jüri huzurunda bilim sınavı, pratik sınavından geçen öğretim üyesinin
atanması doğru bir yoldur. Burada şunu söylemiyorum: Profesör ve doçent eğitim
hastanesinin hocasından daha becerikli, daha bilgilidir gibi bir iddianın
sahibi değilim, aksine görüşlerim de var. Bir Yüksek İhtisas Hastanesinde Kemal
Beyazıt Türkiye’de en çok kalp ameliyatı yapan kişiydi. Profesör falan da
değildi, ama bilgisi, becerisi üst düzeydeydi, birçok hocanın da eğitiminde rol
almıştı. O hâlde esas olan
şey şudur: Değerli arkadaşlarım, profesörü Amerika’dan getirebilirsiniz. Bugün
benim bir arkadaşım, milletvekili arkadaşım, iki gün evvel anjiyo oldu ve bugün
by-pass oldu Balıkesir
Milletvekilimiz Duran Bulut Bey. (AK Parti sıralarından “Geçmiş olsun” sesleri)
Bu arkadaşım bir vakıf hastanesinde anjiyo oldu. İki özel hastanede temasta
bulundu, cerrahını kendi seçti. Kalp, damar cerrahını kendi seçti, güvendiği
kişiye de teslim oldu. Bununla ne demek istiyorum: Bir doçent ya da profesör
aramadı. İyi hekim, becerikli hekim, sonuçları tartışmalı olmayan hekim aradı.
Onun için, gelin, biz Bakanımıza da destek verelim, sizin yasanıza da destek
verelim. Madem ağırlıklı olarak Atatürk Üniversitesi, Van Üniversitesinden
öğretim üyeleri getiriyorsunuz, o torpilinize de göz yumalım, ama hekim
mesleğinin iyisi olsun. Torpilde bari kaliteyi arayalım. Ben bununla şunu
söylüyorum: Sayın Erbakan’ın eşi hayatını kaybetti, Sayın Adalet Bakanının
kardeşi hayatını kaybetti. Ben Türk doktorlarına kendimi birkaç defa emanet
ettim. İki hafta evveldi zannediyorum, yanılmıyorsam veya yirmi gün evvel ben
kalbime stent taktırdım. Bu stenti
takan arkadaşın titri doçent ya da profesör değildi,
iyi bir kardiyologdu, gençti, dinamikti. Ama her stent
takan benim kalbime, farklı arkadaşım. Neden? Becerilerine güvendiğim için. Ben
size bir şey söylüyorum: Yarın siz bu atadığınız şeflere yakınlarınızı
götüreceksiniz. Hele hele “Bizim partilimiz.” diye
götüreceksiniz. Ölümcül sonuçlar, komplikasyonlar
sizleri üzecektir. Bakın, ben bir
iddiada daha bulunayım: Üniversitede profesör payesini almış, vakaları üzerinde
ameliyat sonrası tartışamayan hocalar var değerli arkadaşlarım. Sağlık
Bakanlığına bağlı bir hastanemizde kalp cerrahisi ihtisası veriliyordu, bizim
dönemimizde biz bunu iptal ettik. Sebep şu: Adam kalp cerrahı, hiç göğüs
açmamış. Olur mu böyle şey? Kalbi görmeden, onun
üzerinde işlem yapmadan, diplomayla kalp cerrahı olunur mu? Ben yaptım, oldu!… Onun için değerli
arkadaşlarım, gelin, bu yasayı şöyle yapalım: Asistan için 5 kişilik -3 yedek-
jüri kuruyoruz, 2’sini üniversiteden alıyorsak arkadaşlarımız da profesör ve
doçent iseler; 2 tanesi üniversitede doçentlik jürisine giren profesör, 3
tanesi Bakanlık hastanelerinden şef veya profesör veya doçent, 3 de yedeğiyle
bu jüriyi oluşturalım. Niçin? Siz sadece uzman yetiştirecek adam seçmiyorsunuz.
Eğiticileri de eğitecek adam seçiyorsunuz. Şef muavinini de o şef eğitecek,
başasistanı da o eğitecek. İşlerin büyük ekseriyeti de başasistanın elindedir
değerli arkadaşlarım. Bir örnek
vereyim: Bir üniversitemizde yetmiş yaşındaki bir adama kolonoskopi
yapılıyor. Ben de oradayım. Başarılı bir kolonoskopi.
İşlem bitiyor. Hastaya “Giyinebilirsin.” deniyor, oda terk ediliyor. İki üç
dakika sonra bir çığlık sesi… Koşuyoruz. Adamın kalbi durmuş! Çok basit bir
işlem, bağırsağa fazla gaz vererek yapılan bir işlem. Yaşlı adam… O gazın
etkisiyle kalp durabilir. Durabilir... İşlem de rutin yapılan bir işlem. Şimdi,
bu işlemde kolonoskopiyi yapan arkadaşın eli ayağı
dolaşırsa -Profesör- yanındaki arkadaşın
hemen kalp masajı, ağız ağıza solunum yapması lazım,
anesteziye haber vermesi lazım, birkaç dakika zamanı var, onu kurtarması lazım.
Bu yapıldı. 3 defa kalp durdu, sonra adam yaşadı, yaşamayabilirdi de. Bakın,
nasıl bir meslek mensubunu seçiyorsunuz: Yaptığı manipülasyondan
dolayı insanlar ölebiliyor. Bu insanlar basit bir kolonoskopiden
dolayı öldü diye, birileri öfkeli ve sinirli olarak üniversite bahçesinde
profesör vuruyor, hastane bahçesinde uzman doktor vuruyor. Değerli
arkadaşlarım, hekimlik mesleği riskli bir meslektir, ama dün, risk, hastalarının
kaybedilmesi şeklindeydi, bugün hekimin kendi hayatını kaybetmesi söz konusu.
Toplum, gergin bir toplum olmuş. O hâlde, gelin, 5
kişinin 2’sini üniversiteden, doçentlik jürisine giren profesörden seçin. Ben
inanıyorum ki bizim gibi yapıcı muhalefet yapan arkadaşlarım olumlu olan şeye
destek verecekler, ben de destek vereceğim. Bir teklif daha… Efendim, Sağlık
Bakanlığı eğitim hastanelerinin gerekçesi şuydu: Üniversite sayımız yeterli
değildi, tıp fakültesi sayımız yeterli değildi, onun için eğitim hastaneleri de
uzmanlık eğitimi veriyordu. Bugün de versin, ama, şef
ve şeflik müessesesi yerine, üniversitede olduğu gibi, ana bilim dalı
müessesesini getirelim; yani kariyer, şef, şef muavini değil, doçent ve
profesör olsun. Burada, hâlen üniversitede çalışan şef muavinlerini mağdur
etmek istemiyorum. Onlar da üniversitenin hazırladığı bu sınavdan geçsinler,
bilgi-becerilerini ispat etsinler, doçent ve profesör olsunlar. Bundan sonra,
Numune Hastanesinin, Ankara Hastanesinin, büyük hastanelerin hepsinin şefleri
doçent ya da profesör olsun. Niçin bunu
söylüyorsunuz? Ee her gün önümüze “Avrupa Birliği kriterleri” diyorsunuz, “Avrupa Birliği normları”
diyorsunuz, bir şeyler getiriyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, 3 tane tanıdık
profesöre veya jüri üyesine şef atattıramazsınız. Belli bir sınav kriterinizin olması lazım. Üniversitelerimizde doçentliğe
müracaat edebilmek için –biraz evvel arkadaşlarım da ifade etti- birinci isim
olarak kaç tane yurt dışı yayını var, bu yayınlar orijinal yayın mı, incelemeye
değer mi, başkalarından intihal mı veya başkasının yayınını kendi yayını gibi
göstermiş mi? Bunların hepsine dikkat etmek zorundayız. Türkiye, küresel
gelişmeler içinde kendi standardını koymak istiyorsa eğitim hastanesinin
hocası, hoca gibi hoca olacak, iyi öğretim üyesi olacak, dersini de iyi
verecek, becerisi de iyi olacak. O bakımdan, değerli arkadaşlarım, bu yasada
öngörülen şartlar sınav standardını oluşturmuyor. Bir yanlış daha
var. Yeni eğitim hastaneleri açtık, şef muavinleri burada şef olabilir. Değerli
arkadaşlarım, Anayasa’mızın 70’inci maddesi çok sarih, belli görevde
yükseltilmek için mesleki kriterler aranır, başka kriter
aranmaz. Siz, şef muavinini kalkınmakta öncelikli illerdeki klinikte şef
yapıyorsunuz da büyük şehirlerde yapmıyorsunuz, bu adaletsizliktir. Bakın,
doçent ve profesör olsun, teklifini ben yapıyorum, ama yıllardır orada beklemiş
adama diyorsunuz ki: “Sen ikinci sınıf adamsın. Sen, kalkınmada öncelikli
yerlere git.” SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Kanun
metninde yok efendim. OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – E, vallahi 5 defa değiştirdiniz en son hangisi bilemiyorum ki. Yani
o kadar değişiyor ki bu. Değerli
arkadaşlarım, ben bir şey söylüyorum. Gelin, bu yasayı üniversiteye profesör,
doçent seçer gibi jüri oluşturarak düzenleyin. Her profesör, doçentin de eğitim
hastanesinde şef olamayacağını ben söylüyorum. Ameliyat yapmayı bilmeyen adamı,
vaka başında tartışmayı bilmeyen adamı, kalbi durmuş adamı “resüsite”,
“reanime” edip canlandıramayan adamı siz şef
yaparsanız, korkarım yakınlarınızın birçoğu tıbbın gadrine uğrar. Onun için
hepimizi düşünüyorum, Türkiye'nin geleceğini düşünüyorum. Torpilliyse torpilli,
179 adamınızı getirin, 5 kişilik jüride sınav yapın, başaranlar gelsin,
başaramayanın yerine yenisini alın. Ona da bir şey demiyorum, “kadrolaşıyor”
demiyorum. Biraz evvel Oktay Vural sordu -sataşma yok- “Orada kaç bürokrat
senin zamanından kalma var?” dedi, “1 tane var, o da hukukçu, alternatifini
bulamadıkları için.” dedim. Kadrolaşıp kadrolaşmadığınız ortada, bunu söylemeye
gerek yok. BAYRAM ÖZÇELİK
(Burdur) – Onlar da bu memleketin evladı. OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Görevden aldıklarınız da bu vatanın evladıydı. BAYRAM ÖZÇELİK
(Burdur) – Siz geldiğiniz zaman ne oldu? OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Benim zamanımda yüzde 80’i kaldı, sizin zamanınızda yüzde 10’u
kalmadı. KEMALETTİN AYDIN
(Gümüşhane) – Başarısızlar gitti, başarılılar geldi Sayın Durmuş. OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Öyle mi? Maşallah, maşallah! Ne güzel! OKTAY VURAL
(İzmir) – İsterseniz vatandaşlıktan da atın o zaman! OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, işin polemik
tarafına, başarıya girersek ben burada başarısızları sayarım, o zaman da haksız
konuma gireriz, birilerini üzeriz. Yüksek İhtisas Hastanesinin ölüm oranı yüzde
7,5’a çıktı yüzde 2’den. Başarınız buysa… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Durmuş. OSMAN DURMUŞ
(Devamla) – Şu anda Siyami Ersek’in
başhekimi de Bursa Acıbadem’de başhekimlik yapıyor. Başarınız buysa o arkadaşım
uluslararası başarıları olan bir arkadaşımdır. Bu yasa, Anayasa
Mahkemesinden dönecektir; bu yasa Anayasa’nın 70’inci maddesine aykırıdır, bu
yasa eşitlik ilkesine aykırıdır, bu yasa insan sağlığı bakımından da risk
oluşturan bir yasadır. Bunu, kabul edilir sınırlara getirin, biz de destek
verelim diyorum ve bu yasaya grubumuz olarak karşı oy vereceğimizi ifade
ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Durmuş. Sayın
milletvekilleri, saat 20.30’a kadar ara veriyorum. Kapanma Saati: 19.54 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 20.30 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum. 72 sıra sayılı
Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Teklifin tümü
üzerine, şahsı adına söz isteyen Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın… BEKİR BOZDAĞ (Yozgat)
- Yok. BAŞKAN -
Kırklareli Milletvekili… BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Yok. BAŞKAN – Şimdi
soru-cevap işlemine geçiyoruz. Sayın Cengiz,
buyurunuz efendim. MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Bu kanunla ilgili
mütalaaya geçmeden önce, Sayın Bakanıma, elimde bir gazete kupürü
var, onu da görevliler tarafından göndermek istiyorum. Çanakkale
ili Çan ilçesi Çan Devlet Hastanesinde 23 Ocak 2008 günü akşamı, Devlet
Hastanesinde, Sağlık-Sen’e ait bir alkollü memurun o hastanede keyfî
denetlemesi, personeli tehdit etmesi ve orada bazı usulsüz -görevi olmayarak
kendini müfettiş veya müdür gibi görerek- hâl ve hareketleri basına yansımış ve
bu konuda da çalışanlar tedirgin olmuş ve çalışanları huzursuz eden bu -şaşkın
diyelim- şahıs için Bakanlığımızın bilgisi var mıdır? Gazetede çıkan bu
haberle ilgili Bakanlığımızın veya İl Sağlık Müdürlüğümüzün neler yaptığını
öğrenebilir miyiz? Sayın Bakanıma da bu kupürü
göndereceğim birazdan. Aynı zamanda,
tabii, bu kanunun geçici 1’inci maddesinde aynen şu söylenmektedir: “Sağlık
Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde halen klinik şefi ve şef
yardımcılığı görevlerini yürütmekte olanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte yürüttükleri görevlerine ait kadrolara atanmış sayılırlar.” Böyle bir
maddeyi getirirken acaba şu anda görev yapan personelin, klinik şefi ve şef
yardımcılarının bir kriterleri var mı, yok mudur veya
bu kriterleri haiz midir, değil midir? Böyle bir ifade konmadan, yani oradaki
kadroları “kriterlerine uygun ise” diye bir kelime
konmadan… Böyle bir ibarenin yer alması acaba mevcut, yeterliliği olmayan
personeli bağlayıcı kılmıyor mu? Bu da tabii, çok önemli. İkincisi, hem Çan
ilçemizde hem de Çanakkale’mizde gerçekten personelimiz yirmi dört saat görev
yapmakta ve bu sağlık personelimizin, işte, dağda, bayırda, ovada, cephede,
kışta, yazın çok zor şartlarda görev yapan personelimiz, özellikle yirmi dört
saat görev yapan bu sağlık personeline ekonomik bir iyileştirme ve çalışanlara
bir müjdemiz var mıdır? Özellikle de beni
arayan muhtarlar… Çanakkale’nin 587 köyü vardır. Bu 587 köyünün yüzde 70’i,
yüzde 80’ine varan köylerimizde de ebe bulunmamaktadır. Özellikle yerleşimlere
uzak olan ve beldelere ve ilçelere, il merkezine uzak olan dağ köylerimizde hem
iğne hem de serum takılması noktasında büyük sıkıntılar bulunmakta. Bu gibi
köylerimizin, ebesiz kalan ve yerleşimlere, yerleşim merkezlerine uzak olan
köylerimizin acaba ebe ihtiyacı konusunda -Çanakkale’de çok büyük sıkıntı var
ve hastanelerimizde, özellikle Çan Devlet Hastanesinde uzman hekim sıkıntısı
var- bu konuda çalışmalarımız var mıdır? Düşüncelerinizi Sayın Bakanım, bu
konuda alabilir miyim? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Cengiz. Sayın Kaptan… OSMAN KAPTAN
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakan, 3
Haziran 2007 tarihli oturumda size şu soruyu sormuştuk: Antalya’da faaliyette
bulunan Andeva adlı hastane, miadı dolmuş malzemeleri
kullandığını ve bunun hekim raporlarında yer aldığını söylemiş ve Sağlık
Bakanlığı olarak bu konuda neler yaptığınızı sormuştuk. Siz de verdiğiniz
yanıtta “Miadı geçmiş bir malzeme kullanılmışsa biz bunun için gerekeni mutlaka
yaparız ve şimdi, sizin buradaki ifadenize dayanarak ben derhâl soruşturma
başlatacağım.” demiştiniz. Soruşturma
başlattınız mı Sayın Bakan? Başlattıysanız, soruşturmanın sonucu nedir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaptan. Sayın Yıldız… SACİD YILDIZ
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakana
sormak istiyorum: Bilindiği gibi on hizmet yılını doldurmuş memurların
istekleri hâlinde memuriyet süreleri boyunca bir defada kullanılmak üzere altı
aya kadar aylıksız izin alma hakları vardır fakat bana gelen yakınmalarda,
eğitim hastanelerinde, özellikle eğitim hastanelerinde hekimlere bu hakkın
verilmediğini duymaktayım. Bu, olağanüstü durumlarda, olağanüstü savaş
hâllerinde falan verilmeyen bir durum. Acaba bu doğru mudur, doğruysa gerekçesi
nedir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Yıldız. Sayın Kaplan… HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Bakan, daha önce Bütçe Komisyonunda da sormuştum ve Sayın
Cumhurbaşkanı Gül’ün de olduğu bir vilayetteki brinfingde
Şırnak Valiliği, bize, yüzde 65 oranında uzman ve pratisyen doktor açığı
bulunduğunu söylemişti. Şırnak Sağlık İl Müdürüyle yaptığımız görüşmede, 43 uzman
ve 47 pratisyen açıkları bulunduğunu -ben sadece doktor bazında söylüyorum- ve
bunların Ocak 2008’de tayinlerinin olacağını beklediklerini söylemişlerdi.
Ancak ben iki hafta önce Cizre Devlet Hastanesine gittiğimde, bazı uzman ve
pratisyenlerin atamasının yapıldığını ancak hâlâ ciddi sayıda uzman açıkları
bulunduğunu bize söylediler. Sağlık ocaklarından 6-7
tanesi kapalı, eleman olmadığı için. Bu konuya girmeden,
özellikle Şırnak Sağlık İl Müdürlüğünün istediği 43 uzman ile 47 pratisyenin
atanıp atanmadığını, ayrıca -Cizre ilçesinde kurulan büyük bir devlet
hastanesi, güzel bir hastane, bunun da gerçekten doldurulması gerekiyor-
özellikle kadın doğum servisinde, oradaki kadınların, yeterince Kürtçe bilen
sağlık elemanı olmadığı için çok ciddi sıkıntı çektikleri yönünde ifadeleri
oldu. Bu tür talepleri değerlendirmek için bir çabanız var mıdır? 1 dil
bilen sağlık elemanı vardı, o da yetersiz kaldığını söylediler. 100 bin nüfuslu
bir ilçe olduğu için, bu büyük hastanemizde bu taleplerle ilgili bir çalışmanız
olacak mı? Ocak ayında beklediğimiz uzman ve pratisyen atamaları tamamen
yapılmadı. Ne zaman tamamlamayı düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Kaplan. Sayın Aydoğan… ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
Türkiye’de 7.713 köyümüzde ebenin olmadığı, yine Türkiye’de doktor başına 4.435
hastanın düştüğü… Türkiye’de bebek ölüm oranı Avrupa Birliği ortalamasının ne
kadarıdır? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Aydoğan. Buyurunuz Sayın Bakan. SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Cengiz’in
iki tane sorusu Çanakkale ve Çan’la alakalı. Birincisi, bir kupür gönderdi bana, zannediyorum bir mahallî gazeteden.
Orada bir isim falan da yok. Ben mahallinden araştırma yaptırıp, bu hususta bir
inceleme yaptırıp, eğer gerekliyse tabii, bir soruşturma da yaptıracağım. İkincisi, “Zor
şartlarda görev yapan sağlık personeline ekonomik iyileştirme yapılacak mı?”
meselesi. 59’uncu Hükûmetimiz döneminde sağlık personelimize,
gerçekten geçmişle kıyaslanmayacak ölçülerde, performanslarına dayalı ek
ödemelerle gelirlerinde iyileştirmeler yaptık. Bu anlamda şunu ifade edersem
zannediyorum bir kıyaslama olarak ortaya çıkar: 2002 yılında 600 trilyon lira
ek ödeme yapılmıştı sağlık personelimize, 2007 yılında bu ek ödeme miktarı 3,5
milyar YTL’ye yaklaşmıştır. Yani aşağı yukarı 5 mislini aşan ek ödeme şeklinde
bir iyileştirmemiz vardır. Tabii ki gönlümüzden geçen, sizin de çok haklı
olarak ifade ettiğiniz gibi her yönüyle fedakârca çalışan sağlık
çalışanlarımızın şartlarını önümüzdeki yıllarda daha da iyileştirmektir. Bu arada
arkadaşlarım bir not getirdiler. Çan’da kaymakamlıkça bir soruşturma açılmış.
Dolayısıyla bu soruşturmayı biz de takip ederiz. “Bu mevcut klinik
şefliği yapanlar için bir kriter var mı?” dediniz
bunların klinik şefliklerinin devamı hususunda. Şimdi, teklifi veren
arkadaşlarım bir önerge ile bunu bana ifade ettiler. Bir önerge ile yine bir
jüri teşkili yapılıp bu kişilerin dosyalarının incelenmesi suretiyle karar
verilmesinin daha uygun olduğunu düşündüğüm için bir önergeyle kanunu bu
şekilde değiştirmeyi düşünüyoruz. Köylerin bir
kısmında ebe bulunmadığını ifade ettiniz. Bu çok tabiidir, çünkü her köyde ebe
bulunmasına yönelik bir yapılanma da yok sağlıkta, zaten bu fiilen mümkün de
değil. Ama grup köyler açısından, en azından ebe bulundurulabilecek yerlerde
ebe bulundurmanın gerekli olduğunu biz de biliyoruz. MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Büyük köylerde de yok Sayın Bakanım. SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Şöyle ifade edeyim efendim: Orada da aşağı yukarı 5
binin üzerinde, 6 bine yakın sağlıkevinin 1.500’ünü biz ebeyle
devralmıştık, şu anda 4 binin üzerindeki sağlıkevimizde
ebe var. Ancak aslında
burada bu soruyu vesile kılarak şunu da ifade etmeliyim ki hekimlik pratiğinde
artık ağızdan verilebilecek ilaçlar yerine enjeksiyon
ilaçlarını kullanmamamız gerekiyor. Biz personelimizi bu yönde eğitiyoruz,
akılcı ilaç kullanımı konusunda çünkü ebelerin asıl vazifesi hamile takibidir,
bebek takibidir. Nüfusu çok az olan yerlerde, takdir edersiniz ki, hamile ve
bebek sayıları çok az olduğundan, bu çeşit istihdam aslında bir atıl kapasite
de oluşturmaktadır. Biz bu gibi yerlerde gezici sağlık hizmetleriyle işin bu
tarafını çözüyoruz, yani ebelerimiz o köylerde hamilelerimizi takip ediyorlar,
bebeklerimizi takip ediyorlar, aşılamaları yapıyorlar, yapılmasına yardımcı
oluyorlar. Ama bu bahsettiğiniz enjeksiyon işi
gerçekten önemli bir mesele. Onun için aslında bizim tabiplik pratiğinde kas
içine dediğimiz enjeksiyon şeklindeki ilaç
uygulamalarının biraz gereksiz olanlarının artık uygulamadan kalkması lazım. Bu
hususta da söylediğim gibi hizmet içi eğitimlerle bunu sağlamaya çalışıyoruz.
Ayrıca, vekil ebe ve hemşirelerle de, biraz önce burada ifade ettiğim şekilde
buralarda kapasitelerimizi artırdık. Sayın Kaptan,
Antalya’da bir hastaneyle ilgili olarak daha önce bir soru sorduğunuzu, bizim
soruşturma açtıracağımızı ifade ettiğimizi söylediniz. Tabiatıyla şu anda durum
nedir, hatırlamam mümkün değil. Çünkü size bunu ifade ettikten sonra
arkadaşlarıma bu talimatı vermiştim. Size yazılı olarak bunun sonucunun, ben
bizzat takip edip, verilmesini sağlayacağım. Sayın Yıldız,
“Eğitim hastanelerinde altı ay ücretsiz izin vermiyormuşsunuz. Böyle bir
uygulama var mı?” diye bir soru sordular yani hakları var. Aslında bu altı ay
ücretsiz izin meselesi, Sayın Yıldız, idarenin tasarrufuyla verilebilecek olan
bir izindir. Yani idare, gerekçesine bakar, bu gerekçesini haklı görürse altı
ay ücretsiz izni verir, değilse vermez. Şimdi, şu tarz uygulamalarla karşılaştık, yani yüce Meclisimize ve
size çok açık biçimde bunları ifade etmem gerekir: Son bir yıl içerisinde
geçmişle mukayese edilemeyecek derecede böyle altı aylık ücretsiz izin
talepleri çıktı karşımıza ve gördük ki bu biraz da hekimlerin dışarıda gidip
özel sektörde bir müddet çalışıp daha sonra eğer işi olursa devam etmesi,
değilse tekrar kamuya dönmesi gibi bir amaçla yapılanlar bunların içerisinde
epeyce bir yekûn tutuyor. Dolayısıyla, işi
biraz sıkı tuttuğumuz bir gerçektir. Bir hekim arkadaşımızın veya bir başka
sağlık çalışanının, gerçekten makul bir mazereti varsa elbette bu ücretsiz
izinleri veriyoruz, aksi takdirde vermiyoruz. Çünkü vatandaşa verilen sağlık
hizmeti aksamış oluyor. SACİD YILDIZ
(İstanbul) – Efendim, bu, gerekçesiz bir izindir. Bazı olağanüstü durumlarda
vermeyebilirsiniz. Gerekçe belirtilmek zorunda değil. SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Ben, şimdi hukukçu arkadaşlarıma sordum, “Bu hak
verilebilir.” şeklinde bir hukuki düzenleme var. Dolayısıyla, bu, idarenin
tasarrufundaki bir durumdur. Sayın Kaplan,
Şırnak’la ilgili, personel ihtiyaçlarıyla ilgili bir soru sordu. Aslında, daha
önce de hem yüce Meclisin çatısı altında hem başka ortamlarda Şırnak’la ilgili
verileri vatandaşlarımıza ve Şırnaklımıza ulaştırmıştık. Şunu ifade etmeliyim
ki: Sadece uzman hekim üzerinden konuşursak, göreve geldiğimizde aşağı yukarı
Şırnak’ta 20 civarında uzman hekim vardı. Bugün uzman hekim sayısı 70’li
rakamları bulmuş durumda. Pratisyen hekim
açısından da Türkiye ortalaması… Biz “Personel dağılım cetveli” diye yeni bir
düzenleme getirdik. Buna göre, Türkiye’deki doktor sayılarının dengeli
dağılımıyla, acaba Türkiye’de bunları dağıtırsak her şehre kaç kişi
verebiliriz, bunu tespit ettik. Çünkü aslında doktor ihtiyacı
çok fazla. Gerçekten Şırnak’ta da hâlâ doktor ihtiyacı var, Türkiye’nin
her yerinde de doktora ihtiyaç var. Çünkü Türkiye’de 100 bin civarında
doktorumuz var oysa 200 bin doktora ihtiyacımız var. Yani mevcut olanın 2 katı
doktora ihtiyacımız var. Pratisyen
açısından da Şırnak’ta personel dağılım cetveli itibarıyla doluluk oranımız şu
anda yüzde 81. Türkiye ortalaması da yüzde 83-85’ler civarında. Şunu açıkça
ifade etmeliyim ki: Yıllar boyunca şu veya bu sebeplerle ihtiyaçları
karşılanamamış, doğu, güneydoğu, orta Anadolu ve Türkiye’nin diğer
bölgelerindeki özellikle şehirlere uzak ilçeler açısından gerçekten dönemimizde
hem hekim hem diğer sağlık çalışanı açısından çok ciddi bir atılım yaptık. Bu
demek değildir ki Şırnak’ımızın hâlâ personel ihtiyacı yok. Var. Biz bunu
dikkate alıyoruz, alacağız, inşallah bundan sonra elimizden geleni de
yapacağız. Bu vesileyle şunu
da ifade etmek istiyorum: Şırnak’ta, hamdolsun, Cizre’de mükemmel bir hastane
yaptık. Bu yaz mevsimine kadar Şırnak’ta da böyle bir hastaneyi yapıp inşallah
Şırnaklı halkımızın hizmetine sokmuş olacağız. Tabii bu hastaneler on yıllardır
bekleniyordu bu bölgede. Bunları da AK Parti Hükûmetleri
olarak gerçekleştirmiş olmaktan gerçekten iftihar etsek yeridir. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan. Teklifin tümü
üzerine görüşmeler tamamlanmıştır. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Karar yeter sayısı istiyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Karar
yeter sayısı arayacağız efendim. Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Sayın
milletvekilleri, lütfen, oturumda bulunmanızı rica edeceğim, karar yeter sayısı
arandığı zaman gelmeniz doğru olmuyor. Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Karar yeter sayısı yok. OKTAY VURAL
(İzmir) – 134 kişi yok efendim. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kim saydı burayı? İstirham ederim Sayın Başkan! 2 katip üyeye de güvenimiz yok Sayın Başkan. BAŞKAN – 1’inci
maddeyi okutuyorum: SAĞLIK HİZMETLERİ TEMEL KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI
HAKKINDA KANUN TEKLİFİ MADDE 1- 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanununun ek 1 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş
ve bu fıkradan sonra gelmek üzere maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “Klinik şefi,
klinik şef yardımcısı, başasistan ve asistan kadrolarına, açıktan atama izni
alınmaksızın ilgili mevzuatı çerçevesinde atama yapılır. Klinik şefi, şef
yardımcısı ve başasistan kadrolarına atamalar, uzman tabipler arasından Sağlık
Bakanlığınca yapılacak veya yaptırılacak sınavlara göre gerçekleştirilir. Bu
sınavın esas ve usulleri ile sınavlara katılma şartları Bakanlıkça yürürlüğe
konulacak yönetmelikle belirlenir. Klinik şefi ve
şef yardımcısı kadrolarına, mevcut toplam kadroların % 35’ini geçmemek üzere,
profesör ve doçentlerden aşağıdaki esaslar çerçevesinde atama yapılabilir.
Eğitim ve araştırma hastanelerinde açık bulunan klinik şefliği veya şef
yardımcılığı kadroları, isteklilerin başvurması için ilan edilir. Bu kadrolara,
doçentlik veya profesörlük unvanını almış olan adaylar müracaat edebilirler.
Müracaat eden adayların durumlarını incelemek üzere Bakanlık tarafından, en az
biri ilgili eğitim ve araştırma hastanesi dışından olmak üzere üç profesör veya
şef tespit edilir. Bu profesör veya şefler, adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını öncelik sıralaması yaparak Bakanlığa
bildirirler. Bakanlık, bu mütalaalara göre atamayı yapar. Klinik ve laboratuvar şefi veya şef
yardımcısı tabipler ile tıp alanında doçent veya profesör unvanlı tabipler
eğitim ve araştırma hastanelerine; uzman tabipler veya tıp alanında doktora
yapmış tabipler veyahut hukuk, kamu yönetimi, işletme ve sağlık yönetimi
alanında lisans, yüksek lisans veya doktora eğitimi almış tabipler diğer
hastanelere baştabip olarak atanabilirler. Ancak yüz yatağın altındaki hastanelerin baştabipliklerine atamada
tabip olma şartı dışında, diğer şartlar aranmaz.” BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, 1’inci madde üzerinde gruplar adına söz talebi yok. Şahsı adına Niğde
Milletvekili Muharrem Selamoğlu söz istemiştir. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Grubumuz adına söz talebi var. BAŞKAN –
Bildirilmediğini söylüyorlar efendim. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Şu anda bildiriyoruz: Tekin Bingöl. BAŞKAN – Bir
dakika efendim. Sayın Selamoğlu, gruplar adına söz hakkı varmış, size daha sonra
söz vereceğim. Kusura bakmayın. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Tekin Bingöl konuşacaktır. Buyurunuz Sayın
Bingöl. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
TEKİN BİNGÖL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin
1’inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Konuşmama
başlamadan önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına iyi niyetli bir uyarı
yapmak istiyorum. Bu kanun teklifi bu hâliyle -ufak tefek değişiklikler yapılsa
dahi- yasalaştığında inanıyorum ki yine mahkemelerden dönecek. Zira, alelacele hazırlanan, enine boyuna tartışılmayan bu
tür kanun teklifleri sadece Meclisin verimliliğini düşürmekte, zaman israfından
başka bir anlama gelmemektedir. Değerli
milletvekilleri, 5413 sayılı Yasa’nın ilgili maddelerindeki atamalar, klinik
şef ve şef yardımcılıklarına yapılan atamalar nedeniyle birçok mahkemeden iptal
ve yürütmeyi durdurma kararlarıyla boşa çıkmıştır. Şimdi, bu hâliyle yeniden
ısrar etmenin doğrusu anlaşılır bir yanı yoktur. Değerli
milletvekilleri, zaten uygulanagelen bir yöntem var:
Klinik şef ve şef yardımcılarının atanması yıllardan beri, çok uygun, son
derece demokratik, eşitlikçi, bütün hekimlerin de kanıksadığı ve sonuçlarını
kabul ettiği bir yöntemle yapılagelmekte. Hâl böyle
iken, sağlıkta çok daha ciddi sorunlar varken, vatandaşlarımızın çok ciddi
sağlık sorunlarıyla uğraştığı bir dönemde alelacele bu yasayı getirmek inanın
anlaşılır gibi değil. Klinik şef ve şef yardımcılarıyla ilgili mevcut yöntemin
dışında yapılan atamalarla 176 klinik şef ve şef yardımcısını kurtarmayı
amaçlayan bir yasa, onun ötesinde hiçbir anlam taşımıyor değerli arkadaşlar. Bakın, bu ülkede
çok ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Özellikle son birkaç aydır “Sağlıkta
Dönüşüm” adı altında, kamuoyuna yansıyan birtakım kanun tasarıları ve birtakım
genelgeler âdeta “Sağlıkta Dönüşüm”ü
“Sağlıkta Çorba”ya dönüştürdü. Bugün, 1 Ocakta yürürlüğe konulan bir
genelgeyle, hastanelerde, özellikle üniversite hastanelerinde ilaç ve tıbbi
malzeme alımlarının hastaneler eliyle yapılması uygulaması, üniversite
hastanelerindeki çalışmaları âdeta kilitledi değerli arkadaşlar. Hasta ve hasta
yakınlarıyla, üniversitedeki hekimler ve hastane çalışanları karşı karşıya
getirildi, ciddi saldırılara maruz kaldılar ve üniversitelerde ameliyatlar
yapılamaz noktaya geldi. İnanıyorum ki siz değerli milletvekillerinin tamamına,
ama tamamına kendi seçim bölgelerinizden bu konuyla ilgili ciddi şikâyetler ve
serzenişler aldınız. Değerli
arkadaşlar, zaten Türkiye’de Sağlık Bakanlığının yanlış politikalarıyla
hekimler savunmasız hâle getirildi. Bakınız, çok ciddi saldırılara maruz kalan
hekimler ölümcül saldırılarla karşı karşıya kaldılar ve çok değerli hekimler
ağır yaralandılar ve hatta hayatlarını kaybettiler. Size bir metin
okuyacağım: “Cumhuriyet tarihi boyunca sıtma, verem, kolera salgınlarında biz
vardık. Anne ve bebek ölümleri azaltılırken, kanserle savaşılırken, Türk
halkının yaşam süresi yirmi yıl uzatılırken, sigarayla ilişkili ve önlenebilir
ölümler azaltılırken hep biz vardık. Gece gündüz uykusuz, eşimizi ve
çocuklarımızı yok sayarak, sağlığımızı hiçe sayarak daha iyi bir sağlık hizmeti
sunma adına, sağlıkta mesleğimizi mükemmel yapmak adına sizin için hep biz vardık
ama şimdi bir eksiğiz.” Giresun’da katledilen Doktor Ali Menekşe’nin
arkadaşlarının gazetelere verdikleri ilanı okuyorum size. Bu saldırılar, bu
anlayışla artarak devam edecek değerli arkadaşlar. Sağlık Bakanlığı
yine 15 Şubatta hiç de anlaşılmayan bir yönetmelik daha yayınladı, özel sağlık
kuruluşlarının, kliniklerin âdeta elini kolunu bağlayan, gelişmelerini
engelleyen bir yönetmelikle son derece zor duruma soktu. Değerli
arkadaşlar, hatırlarsınız, birkaç yıl önce AKP İktidarı vatandaşların özel sağlık
kuruluşlarından da yararlandığından övünçle bahsediyordu. Artık, vatandaşların
sadece devlet hastanelerine mahkûm kalmadıklarından, istedikleri özel sağlık
kuruluşlarından hizmet aldıklarından övünçle bahsediyorlardı. Peki, ne oldu da
bir anda böyle ciddi bir dönüş söz konusu oldu? Ne oldu da AKP İktidarının
övüne övüne bitiremediği, Türkiye’nin her tarafına
yaygın bir şekilde yaydığımız özel sağlık kuruluşlarının, tıp merkezlerinin
elini kolunu bağlamak anlayışı niye? Değerli
arkadaşlar, bunun bir tek izahı var, o da şu: “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında
dayatılan anlayış, sadece ve sadece, uluslararası sağlık kuruluşlarının
Türkiye’de daha rahat cirit atmasına ve Türkiye’de sağlıktan daha çok pay
almasına ön ayak olmak; başka hiçbir izahı yok değerli arkadaşlar. Bu
anlayışla, mütevazı sağlık kuruluşları, özel sağlık kuruluşları ve klinikleri,
çok kısa bir süre sonra kapanmayla karşı karşıya kalacaklar. Bakınız, Sayın
Bakan, az önce konuşmasında, övgüyle, Cizre’ye çok modern bir hastane
yaptıklarından bahsettiler; en kısa zamanda, Şırnak’a da böyle bir hastane
yapacaklarından bahsettiler ama gelin görün ki son birkaç aydır, o bölgedeki
hastanelerden çok yoğun bir şekilde uzman hekimlerin kaçışı söz konusu. Yine ne
acıdır ki mecburi hizmete giden hekim arkadaşlarımız, mecburi hizmet yaptıkları
il ve ilçelerde, mutlaka, mecburi hizmetini tamamladıktan sonra birkaç yıl
kalarak orada hizmet üretirlerdi ama şimdi, mecburi hizmetini tamamlayan
arkadaşlarımızın tamamına yakını süratle o bölgeleri terk ediyorlar çünkü
önlerini göremiyorlar değerli arkadaşlar. Son birkaç aydır, Tam Gün Yasası,
Kamu Hastaneleri Birliği Yasa Tasarısı ve benzeri yasa tasarılarıyla hekimlerin
şevki kırıldı, önlerini göremez oldular. Bu anlayış “Sağlıkta Dönüşüm”de ne
kadar geriye gidildiğinin ve “Sağlıkta Dönüşüm” politikasının ne kadar içi boş
kavramlarla dolu olduğunun en somut göstergesi değerli arkadaşlar. Bu anlayış,
Türkiye’de sağlık hizmetlerini çok daha kötü noktalara götürecektir. Şimdi biz
-konuşmamın başında da belirttim- iyi niyetle bir uyarı yapıyoruz: Gelin, bu
kanun teklifini, el birliğiyle yeniden düzenleyerek, önergelerle birlikte karar
vererek uygun bir şekilde, herkesin kabul edebileceği, siyasi kadrolaşmaya yol
açmayacak şekilde bütün hekimlerin -uzman hekimlerin de- yararlanabileceği bir
hâle dönüştürelim. Bundan kaçmanın hiçbir anlamı yok. Eğer sizin kafanızın
arkasında siyasi kadrolaşma gibi bir düşünce yoksa, o
zaman niçin uzatılan bu eli tutmuyorsunuz? Aynı anlayıştan MHP’li arkadaşlar da
bahsettiler. Gelin, önergelerle bu kanun teklifini birlikte düzenleyelim ve bu
kanun teklifinin Meclisten el birliğiyle, yeni tartışmalara yol açmayacak
şekilde çıkarılmasını sağlayalım. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak
buna hazırız. Bunu bütün iyi niyetimizle söylüyoruz. Katkı koymak istiyoruz,
Meclisin verimli çalışmasını istiyoruz, zamanı iyi değerlendirmek istiyoruz. Ama, maalesef, dar zihniyetçi bir anlayışla, AKP’nin her
zaman sürdürdüğü bir anlayışla kesinlikle iyi niyetlerimizin önü tıkanıyor. Değerli
arkadaşlar, bu yasayla, bu kanun teklifiyle, inanın, gerekçesinde bahsedilen
“Doçentlik Atama Yönetmeliği’yle paralel hâle getirilme” sözünün hiçbir anlamı
yok. Bir tek konuda örtüşüyor, o da Doçentlik Atama Yönetmeliği’ndeki jüri
üyesinin sayısı 3, bu kanun teklifindeki jüri üyesinin sayısı da 3. Başka
hiçbir benzerliği yok. Ama biz önergelerle bu kanun teklifini zenginleştirip
Doçentlik Atama Yönetmeliği’ne paralel hâle getirebiliriz, bundan kaçmanın
hiçbir anlamı yok. Yıllardır devlet
hastanelerinde, araştırma hastanelerinde özveriyle çalışan uzman hekimler var,
şef yardımcıları var, başasistanlar var. Peki, onları niye bu yeni uygulamadan
muaf tutuyoruz? Onlar idari birikimleriyle, mesleki deneyimleriyle çok daha
fazla, çok daha yararlı, klinik şefi ve şef yardımcılığı yapmayı hak ediyorlar.
Eğer art niyet yoksa, gelin bu kanun teklifinin içine
onları da katalım; eğer art niyet yoksa, gelin bu kanun teklifinde jüri
üyelerinin siyasi bir anlayışla Bakanlık tarafından belirlenmesi yerine, noter
huzurunda kurayla tespitini yapalım. Hiç kimsenin kafasında en ufak bir soru
işareti belirmez ve hiç kimse sizi kadrolaşmayla ilgili bir töhmet altında
bırakamaz. Bütün bunları düzeltmek bizim elimizde, yeter ki iyi niyetli olalım,
yeter ki Mecliste verimli çalışmanın önünü açalım. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Bingöl. TEKİN BİNGÖL
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Aksi takdirde,
bahsettiğim gibi, bu yapıyla, bu anlayışla, bu hâliyle bu kanun teklifi kısa bir
süre sonra Mahkemeden geri dönecek ve biz yeniden beyhude bir gayretin
içerisine girmiş olacağız. Bu hâliyle
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu kanun teklifini desteklemediğimizi
belirtiyor, hepinize en derin saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bingöl. 1’inci madde
üzerinde şahsı adına Niğde Milletvekili Muharrem Selamoğlu
söz istemiştir. Buyurunuz Sayın Selamoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakikadır. MUHARREM
SELAMOĞLU (Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 72
sıra sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi’nin ek 1’inci maddesinin ikinci fıkrasının değiştirilmesi
hususunda görüşlerimi açıklamak üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Söz konusu
kanunla ilgili görüşlerimi açıklamadan önce, Kuzey Irak’ta yuvalanan terör
örgütü kamplarının dağıtılması için çetin kış şartlarına rağmen kahramanca
mücadele ederken şehit düşen her kademedeki askerlerimize Allah’tan rahmet,
geride kalan acılı ailelerine başsağlığı dilerim. Anayasa’mızda bir
hak olarak tanımlanan sağlıklı yaşama şartlarını oluşturmak devletin
sorumluluğuna tevdi edilen bir görevdir. Sağlık hizmetleri ertelenemez ve vazgeçilemez
özelliklerdir. Söz konusu kanunun yürürlüğe girmesi hâlinde, Sağlık Bakanlığına
bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinin şef ve şef yardımcılığı kadrolarına
objektif ve bilimsel kriterlere göre atama yapılması
ile aynı zamanda Sağlık Bakanlığı ve üniversiteler arasında eş değer
uygulamalar sağlanmış olacaktır. Sağlık Bakanlığı ile üniversitelerde verilen
uzmanlık eğitiminin aynı olması üniversitelerdeki doçentlik kadrolarına atama prosedürü ile paralel hâle getirilmesi amaçlanmıştır. Klinik şefi ve
şef yardımcısı unvanlı kadrolara yapılacak atamaların usul ve esasları ile
hastane baştabipliklerine yapılacak atamaların şartları da hizmet gereklerine
uygun olarak yeniden
belirlenerek Sağlık Bakanlığı eğitim - araştırma
hastanelerimizdeki eğitim elemanı açığını kısa sürede gidermek ve sağlıkta
Avrupa Birliği ülkeleri seviyesine ulaşmak hedeflenmiştir. Değerli
milletvekilleri, amaç bu iken atama yoluyla kadrolaşma hareketinden
bahsedilmesini anlamak mümkün değildir. Şef ve şef yardımcılığı kadrosuna
atanacak doçent ve profesörlerimiz, dil ve bilimsel sınavlardan geçerek
objektif kriterlerle ve Üniversitelerarası Kurul
tarafından bu unvanları almışlardır. Bu öğretim üyeleri, ülkemizin seçkin
üniversitelerinde görev yapmaktadırlar. Bu kadrolara yapılacak atamaların daha
objektif ve bilimsel seviyeye göre yapılmasını teminen
atamalara ilişkin usul ve esasların yeniden belirlenmesi amaçlanmıştır.
Böylece, Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinin klinik şefi ve şef
yardımcısı kadrolarına atama usulü, üniversitelerin profesörlük ve doçentlik
kadrolarına atama usulüne paralel hâle getirilmiştir. Böylece, yetişmiş
kadroların daha fazla olan yerlerden daha az olan yerlere aktarılması sağlanmış
olacaktır. Uzman
hekimlerimizin çağdaş sağlık hizmeti ihtiyaçlarını karşılayabilecek bilgi ve
becerilerle donatılmış olarak yetiştirildiği kurumlardan birisi de Sağlık
Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastaneleridir. Bu hastanelerimizde
hizmet sunumunun yanında tıpta uzmanlık eğitimi verilmekte, bilimsel yayınlar
yapılmaktadır. Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim - araştırma hastanelerimizde
yaklaşık olarak bugün 8.556 asistan tıpta uzmanlık eğitimi görmektedir.
Üniversitelerde ise yaklaşık 12.500 asistan bu eğitimi almaktadır.
Üniversitelerde bu eğitimi 8.573 öğretim üyesi verirken Sağlık Bakanlığımızın
eğitim-araştırma hastanelerinde 1.282 öğretim kadrosuyla bu eğitim
verilmektedir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. MUHARREM
SELAMOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim. Eğitim ve
araştırma hastaneleri bu hususta gerçekten çok büyük fedakârlıklarla
çalışıyorlar. Dolayısıyla biz, bu öğretici kadroyu çoğaltmak ve zenginleştirmek
durumundayız. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle, eğitim ve araştırma
hastanelerine atanacak yeni doçent ve profesörler taze kan olarak eğitim ve
hizmet sunumuna dâhil olacaklardır. Bu kanunun
hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlara teşekkür eder, ülkemize hayırlı
ve uğurlu olmasını diler, bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisi saygılarımla
selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Selamoğlu. MUHARREM
SELAMOĞLU (Devamla) – Ben teşekkür ederim. BAŞKAN - 1’inci
madde üzerine şahsı adına Burdur Milletvekili Bayram Özçelik
söz istemiştir. Buyurunuz Sayın Özçelik. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAYRAM ÖZÇELİK
(Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 72 sıra sayılı Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin
1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlarım. Öncelikle,
Güneydoğu’da yiğitçe mücadele eden askerlerimizin gücünü Rabb’im
artırsın. Cenabıhakk’ın huzurunda şehitlik mertebesinde Rabb’iyle
beraber olanlara ne mutlu. Sağlık, ülkenin
temel gelişmişlik düzeyini gösteren ve aynı zamanda toplumların ekonomik
kalkınmasında rol alan önemli faktörlerin başında gelmektedir. Ülke ekonomileri
içinde sağlık sektörü önemli derecede bir pay sahibidir. Bu yüzden, kaliteli
hizmet üretimi hedeflenirken kıt kaynakların verimli kullanımı diğer alanlarda
olduğu gibi önem kazanmaktadır. Sınırlı kaynakların sağlık kurumlarının
ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde en uygun olarak dağıtılması gerekmektedir.
Ancak bu dağıtım sağlık kurumlarının sundukları hizmetin hacmi ve kalitesi ile
paralel olmak zorundadır. Sağlık hizmeti,
insan hayatının kalitesi ile doğrudan etkili bir sorumluluk alanı
oluşturduğundan bu sektördeki finansal ve yönetim zafiyeti, diğer sektörlerdeki
gibi sadece üretim düşüklüğü ile sonuçlanmayıp aynı zamanda insan hayatının
kalitesinde düşme ve toplumun sağlık düzeyinin bozulması anlamına gelmektedir.
Kısacası bu sektördeki kötü yönetimin bedeli insan hayatıdır. Sağlık
hizmetlerinin iyileştirilmesi, sağlık altyapısı ve örgütlenmenin düzenlenmesine
yönelik çalışmalar sağlık politikalarında önemli değişimleri beraberinde
getirmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemizde uygulanan sağlık
politikaları bazen temel değişim dönemleri geçirmiştir. Refik Saydam dönemi
(1923), Behçet Uz dönemi (1946), sağlık hizmetlerinde sosyalizasyon
uygulanmasının başlangıcı (1963) önemli dönüm noktalarıdır. Sağlıkta Dönüşüm
Programı (2003) da bu dönüm noktalarının son halkalarını oluşturmuştur. Değerli
arkadaşlar, Dünya Sağlık Örgütünün yayınlanmış olan en son verilerine göre bin
kişilik nüfusa Yunanistan’da 4,4 doktor, İtalya’da 5,7
doktor, Almanya’da 3,6 doktor düşerken ülkemizde bin kişiye sadece 1,2 doktor
düşmektedir. Biz, AK Parti Hükûmeti olarak her alanda olduğu gibi, sağlık alanında da
tribünlere oynamadık. Sorunları halının altına süpürüp, gizleyerek halkımızı
yanıltmadık. Sağlık hizmetlerinin sistematik olarak gözden geçirilmesi ve
radikal kararlar alarak sistemin yeniden düzenlenmesi için kapsamlı bir program
hazırladık. Sağlıkta önemli
bir dönüşüm programı yürütüyoruz. Koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin
layıkıyla sunulamadığı bir dönemden görevi devraldık. Sağlık hizmetlerinde dün
yakınma konusu olan konular değişmiş, artık kuyruklardan çok hasta memnuniyeti,
sağlık hizmetine erişimden çok hasta güvenliği tartışılır olmuştur. İlaç
kuyruğunda bekleyen hastaların ıstırabı yerine ilaç harcamalarının miktarı
medya gündemine girmiştir. Parasızlıktan rehin kalan hastalar yerine sosyal
güvenliğin kapsamı ve genel sağlık sigortası ana konular olmuştur. Acil hasta
nakli sorunu yerine yoğun bakım yatağı talepleri dile getirilir hâle gelmiştir.
Aşılama oranlarındaki düşüklükler yerine aşı takvimine yeni aşıların eklenmesi
tartışılmış, hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Sağlık personelimiz, dün
gelirlerinin azlığının sancısını çekerken, bugün gelirlerinin sürekliliğinin
takipçisi durumuna geçilmiştir. Bu kanun
teklifinin hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Özçelik. Sayın
milletvekilleri, soru-cevap işlemine geçiyoruz. Sayın Dibek,
Sayın Cengiz ve Sayın Aydoğan söz istemişlerdir. Buyurunuz Sayın
Dibek. TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum. Sayın Bakanıma
sormak istediğim soru şu: Özellikle son günlerde gazetelere yansıyan
fotoğraflarda, devlet hastanelerinde çalışan kamu personelinin türbanlı olarak
görevlerini yaptıklarına dair çok sayıda fotoğraf gördük. Sorularımı
sormadan önce şunu da belirtmek istiyorum: Çok kısa bir süre önce Anayasa
değişikliğiyle ilgili süreçte gündeme geldiğinde türban, üniversitelerle ilgili
olarak o değişiklik yapılırken, kamuda böyle bir serbestiyi
kesinlikle düşünmediğini Hükûmet sözcüleri, Başbakan
belirtmişti. Yani, bunu da parantez içerisinde söyleyerek sorumu şu şekilde
sormak istiyorum: Bu gazetelere yansıyan, kamuya yansıyan, İnternet’e yansıyan
bu fotoğraflar üzerine Bakanlığınızca gerek bu devlet hastaneleriyle ilgili
olarak gerekse merkez teşkilatınızdaki bu türbanlı çalışan kamu görevlileriyle
ilgili bir soruşturma açılmış mıdır tarafınızca veya açtırılmış mıdır?
Açtırılmadıysa da bunların gerekçeleri nelerdir? Bunları öğrenmek istiyorum
Sayın Bakan. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Dibek. Sayın Cengiz… MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Teşekkür ederim. Sayın Bakanım,
bir maruzatı bir de teşekkürü sizlere sunacağım. Özellikle Çanakkale Devlet
Hastanemiz… Çanakkale’mizde bir devlet hastanesi, bir de SSK vardı. Bunlar
birleştikten sonra da sadece SSK hastanesinde kadın doğum, çocuk ve diş
bölümleri bırakıldı. Diğer bölümlerin hepsi de Çanakkale Devlet Hastanesinde
yoğunlaştırılmış ve orada yerini almış. Fakat,
özellikle ben kendim gittiğimde bir muayene için, yetmiş dördüncü sıra verildi,
valideye de altmış yedinci sıra verildi. On ile on iki arasında, iki ile dört
arasında sağlıklı bir tedavi yapılması mümkün değil. Dolayısıyla Çanakkale’nin
bir Çan bir de Biga ilçesinde biraz kapsamlı, en kapsamlısı da Çanakkale Devlet
Hastanesi. Bunun da böyle emredildiğini söyledi. Dolayısıyla bu daha iyi
dağıtılarak, iki bina daha tasarruflu kullanılıp sağlık hizmetinin halkımıza
daha verimli bir şekilde kullanılması mümkünken niye böyle yapıldığına bir
açıklama getiremediler. Bunu ben de sormuştum. Dolayısıyla böyle bir sıkışmadan
dolayı özel sektöre veya özel hastanelere bir kanalize
olduğu yolunda da halk arasında bir iddia var. Böyle bir şey var mıdır? Böyle
bir şey olmasını tabii ki istemiyoruz. Halkımızın alım gücü de bunlara uygun
değil. İkincisi de
özellikle Çanakkale devlet hastanelerimizin de yükünü hafifletecek Ezine
ilçemizin devlet hastanesi, 2003 yılından itibaren söylenmektedir. Ezine’de,
ben de Belediye Başkanı iken devlet hastanemiz için belediyeden arsamızı
vermiş, Meclis üyeleriyle birlikte de bu arsaların Sağlık Bakanlığına ödemesini
cebimizden yaptık. Dolayısıyla,
özellikle 2006 yılında temeli atılacağı Bakanlık tarafından da ilan edilip
temeli atılamamış ve geçen hafta gittiğimde de Ezine Devlet Hastanesinin
temellerinin kazıldığını gördüm. Özellikle, geç de kalınsa bir yıl sonra, bir
yıl rötarlı da olsa Ezine Devlet Hastanemizin orada tam teşekküllü bir yapıya
kavuşmasıyla birlikte Ezine ilçemize, Bayramiç ilçemize ve Ayvacık ilçemize,
120 bin nüfusa da, aynı zamanda E-87 Karayolu’ndaki çok büyük trafik kazalarına
hizmet vereceği aşikârdır. Dolayısıyla böyle bir hastanemizin o bölgede, iyi
bir düzeyde teşkilatlanması bölgeyi memnun edeceği gibi halkımızın da yıllardır
beklediği bir özlemi giderecektir. Bundan dolayı, dokuz yıllık Ezine Belediye
Başkanı olarak teşekkür ediyorum. Bir yıl önce söz verilip yeni başlanılan
hastanesine Ezine ve bölgemiz halkı ne zaman kavuşacağını merak ediyor.
Açılışını ne zaman yapacağız? Bu konuda bir planımız, bir hedefimiz veya tespit
ettiğimiz bir tarih var mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Cengiz. Sayın Aydoğan… ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
ülkemizin önemli problemlerinden biri de sağlıktır. Sağlıkta
da ciddi sorunlarımızın olduğu bir gerçek. İlimiz Marmara ilçemizde çok
temel bir talebimiz var, halkımızın talebi vardır. Halkımız ciddi mağduriyet
yaşamaktadır. Marmara ilçemizde uzman doktor bulunmadığından yurttaşlarımız
ilaçlarını yazdıramamaktadır. Marmara Adası’ndan Balıkesir’e veya Tekirdağ’a
ulaşımın özellikle bu mevsim koşullarında çok zor olması nedeniyle, raporu olan
ve uzman doktorun yazması gereken ilaçları özellikle yaşlı yurttaşlarımız
yazdıramadığından dolayı çok ciddi mağduriyet yaşamaktadır. Bu, ilimiz Marmara
ilçesi, yani Marmara Adası’ndaki bu soruna bir çözüm bulmayı düşünür müsünüz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Aydoğan. Buyurunuz Sayın
Bakan. SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum. Bazı gazetelere
yansıyan fotoğraflarla ilgili olarak Sayın Milletvekilimizin sorusuna şöyle
cevap vereyim: Bu hususta mülki yönetimde, mahallî yönetimde bulunan
arkadaşlarımız, valilerimiz, kaymakamlarımız, il müdürlüklerimiz elbette
görevlerinin bilincindedirler, hukuk çerçevesinde, mevzuat çerçevesinde gereken
müdahaleleri, incelemeleri yapmaktadırlar. Ancak şunu da açık olarak ifade
etmek istiyorum, Türkiye'de son zamanlarda ortaya çıkan son Anayasa
değişiklikleri, ortaya çıkan tartışmalar sırasında, nerede, nasıl çekildiği
belli olmayan -hakikaten baktım bu resimlere, ben de baktım- mekânın bile
neresi olduğu anlaşılmayan birtakım… TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Tek tek yazıyor neresi olduğu. SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Efendim, bakınız, devlet gazete haberleriyle yönetilmez
Değerli Milletvekilim. TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Beraber gidelim o hastaneleri ziyaret edelim. SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Müsaade eder misiniz. Bir soru
sordunuz, cevabını isterseniz vereyim, istemezseniz vermeyebilirim de yani. Dolayısıyla böyle
zamanlarda, ülkede, maalesef, farklı havalar estirilmeye çalışılır. Siz de
ifade ettiniz, biz, Hükûmet olarak, hem Başbakanımız
hem biz, tavrımızı açıkça ortaya koymuş durumdayız. TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Uygulama yok. SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Yani, bu husustaki tavrımız neyse, ne ifade etmişsek o
şekildedir. İfade ettiğim gibi, mülki yönetimdeki değerli yöneticilerimiz de bu
hususlarda gereken hassasiyeti göstermektedirler. Ancak ülkeyi yönetirken
birtakım provokasyonlara gelmediğimizi,
gelmeyeceğimizi de, bir kere daha, bu soruyu bir vesile addederek ifade etmek
istiyorum; hiç kimsenin de gelmemesi gerektiğini, Meclisimizin çatısı altında
tekrarlama fırsatını da verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Çanakkale Devlet
Hastanesi, Sayın Cengiz’in sorusunda… Aslında, hem devlet hastanesi hem başlıca
kadın doğum, çocuk olarak, çocuk hizmetleri için kullanılan hastaneler, azami
bir kapasiteyle, Değerli Milletvekilim, kullanılmaktadırlar. Bunu her vesileyle
ifade ediyorum. Türkiye'de,
maalesef, doktor sayımız çok yetersiz. Bakın, sizin yakındığınız, şikâyet
ettiğiniz ilimiz Çanakkale, uzman hekim sıralaması açısından Türkiye'nin en iyi
illerinden birisidir. Buna rağmen, ihtiyaç var. Belki hastaneye gittiğiniz
zaman da fark etmişsinizdir, kamuda çalışan değerli arkadaşlarımız,
politikalarımız çerçevesinde, her hekime bir muayene odası tahsis edilmek
suretiyle, ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Bu
anlamda, ülkede hekim sayısını artırıncaya kadar -ki, bu uzun bir süreç;
maalesef, geçmiş yıllarda, bu hususta üzerlerinde görev bulunan YÖK yönetimleri
kayıtsız davranmışlardır ülkenin bu ihtiyacına karşı- bu gerekli sayıya
ulaşılıncaya kadar, öyle görünüyor ki, ülkenin her yerinde dengeli dağıtarak ve
verimli kullanarak elimizden geleni yapmaktan başka bir çaremiz yoktur. MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, fiziki mekânlar rantabl
kullanılmıyor gibi bir şey var ortada. SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Değerli Milletvekilim, fiziki mekânların ne kadar rantabl kullanılıp kullanılmadığını tekrar değerlendiririm
ben, arkadaşlarıma talimat veririm. Ama Çanakkale’de, daha önce ben de bu
hastanelerde bizzat inceleme yaptığım için aslında mekânların maksimal ölçüde kullanıldığını da biliyorum. Tekrar
değerlendireceğim bu sorunuza binaen. Ezine için bir
teşekkürünüzü ifade ettiniz. Ben de bu kadirşinaslığınız için size teşekkür
ediyorum, sağ olun. Bizim hastane
yapımlarındaki prensibimiz şu: İhale sırasında kaç gün verilmiş; şu anda
bilmiyorum, ama bu hastaneleri, biz, bir hukuki problem süreç içerisinde
çıkmazsa -bazen biliyorsunuz, müteahhitlik
işlemleriyle ilgili hukuki işlemler çıkabiliyor- iki yıl içerisinde bitirip,
vatandaşımızın hizmetine sunuyoruz genellikle. Marmara Adası’yla
ilgili olarak da, buradaki ihtiyaçlarla ilgili olarak, ben değerlendirme yapıp
Sayın Milletvekilimize yazılı olarak bir bilgi vereceğim. Teşekkür ediyorum
Değerli Başkanım. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Bakan. Madde üzerinde
dokuz önerge vardır. Ancak her madde üzerinde milletvekillerince sadece yedi
önerge verilebildiğinden, önce geliş sırasına göre ilk yedi önergeyi
okutacağım, sonra bu önergeleri aykırılık derecesine göre işleme alacağım. İlk önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan
72 sıra sayılı kanun tasarısının 1. maddesi 2. fıkrada “Bakanlık tarafından”
kelimesinden sonra gelmek üzere “kura ile” ibaresinin eklenmesini arz ve talep
ederiz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan
72 sıra sayılı kanun tasarısının 1. maddesinde yer alan “% 35’i geçmemek”
kelimesinden sonra gelmek üzere; “profesör, doçent, uzman, başasistan, şef
yardımcılarından aşağıdaki esaslar çerçevesinde atama yapılabilir.” Olarak
değiştirilmesini arz ve talep ederiz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan
72 Sıra Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi’nin 1. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “müracaat eden adayların
durumlarını incelemek üzere bakanlık tarafından en az biri ilgili eğitim ve
araştırma hastanesi dışından olmak üzere üç profesör veya şef tespit edilir”
ibaresinin; “müracaat eden adayların durumlarını incelemek üzere noter
aracılığıyla kurayla saptanacak 3 kişilik aynı branştan
klinik şefi ve profesörlerden oluşan jüri tespit edilir” şeklinde
düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan
72 sıra sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi’nin 1. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “Bu profesör veya
şefler, adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını
öncelik sıralaması yaparak Bakanlığa bildirirler. Bakanlık, bu mütalaalara göre
atamayı yapar” ibaresi yerine “profesör veya şeflerden oluşan jüri üyeleri,
başvuran adayların bilimsel eserleri yanında mesleki ve idari deneyimlerini de
değerlendirip puanlandırarak şef veya şef yardımcısı atamaları ile ilgili
değerlendirmeyi yaparak önerilerini bakanlığa yaparlar” şeklinde düzenlenmesini
arz ve teklif ederiz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 72 Sıra Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 1. maddesinin 3. fıkrasında yer
alan “bu kadrolara doçentlik veya profesörlük unvanını almış olan adaylar
müracaat edebilirler” ibaresinin “eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışan
ancak akademik unvanı olmayan şef yardımcısı ve baş asistan ile doçent veya
profesörler unvanı almış olan adaylar başvurabilirler” şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan
72 sıra sayılı Kanun Teklifinin çerçeve 1 inci maddesiyle değiştirilmesi
öngörülen 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununun ek 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının ve bu
fıkradan sonra gelmek üzere eklenmesi öngörülen üçüncü fıkralarının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Sağlık Bakanlığı
eğitim ve araştırma hastanelerinde tıpta uzmanlık eğitimi klinik şefi, klinik
şef yardımcısı, ilgili dalda profesör ve doçent unvanına sahip kişiler
tarafından verilir ve bu kişiler eğitim sorumlusu olarak nitelendirilir. Klinik
şefi, klinik şef yardımcısı, başasistan ve asistan kadrolarına açıktan atama
izni alınmaksızın ilgili mevzuatı çerçevesinde atama yapılır. Klinik şefi,
klinik şef yardımcısı ve başasistan kadrolarına atamalar, ilgili dalda uzman
olan tabipler arasından Bakanlıkça yapılacak veya yaptırılacak yazılı ve sözlü
mesleki sınav sonuçlarına göre yapılır. Bu sınavlara mesleki çalışma, bilimsel
yayın ve yabancı dilde yeterliliği bulunanlar katılabilir. Yeterlilik kriterleri ile sınavlara ilişkin usul ve esaslar yönetmelik
ile düzenlenir. Profesör veya
doçentlerden klinik şefi veya klinik şef yardımcısı kadrolarına atanmak
isteyenler için mevcut toplam kadroların %35’ini geçmemek üzere kadro
ayrılabilir. İlgili uzmanlık alanlarında profesör veya doçentlik unvanını almış
olanlar Bakanlıkça yapılacak ilanda belirtilen kadrolardan sadece birisine
müracaat edebilirler. Müracaat eden adayların bilimsel çalışmalarını ve
eğitimci niteliklerini değerlendirmek üzere Bakanlık tarafından, ilgili
uzmanlık alanlarında üç profesör veya klinik şefi tespit edilir. Bu profesör
veya klinik şefleri, adaylar hakkında mütalaalarını, öncelik sıralaması yaparak
ayrı ayrı Bakanlığa bildirirler. Bakanlık bu
mütalaalara göre atamaları yapar.” BAŞKAN – Şimdi
son önergeyi okutup işleme alacağım. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan
72 Sıra Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi’nin 1. maddesinin kanun teklifinden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu? SAĞLIK, AİLE,
ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? SAĞLIK BAKANI
RECEP AKDAĞ (Erzurum) – Katılmıyoruz Değerli Başkanım. BAŞKAN – Önerge
hakkında söz istiyor musunuz? Sayın Kılıçdaroğlu, buyurunuz. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Önce, Başkanlık
Divanına güvensizliğimizi ifade etmek istiyorum, çünkü,
karar yeter sayısı yokken, 2 Divan Üyesinin “Karar yeter sayısı vardır.” diye
size bilgi vermelerini Parlamentonun saygınlığı açısından son derece tehlikeli
bir girişim olarak görüyorum. İkinci önemli
nokta: Değerli milletvekilleri, biz burada iki temel noktaya değindik, iki
temel nokta. Birincisi şu: Klinik şefi, şef yardımcısı, ne olacaksa olacak…
Dedik ki: Objektif bir sınav olsun, merkezî bir sınav; yapın, getirin. Yazılıyı
yapın, sözlüyü de Bakanlık olarak yapın, sorun biter. Yargı da bunu istiyor. İkinci konu, jüri
seçiyorsunuz. “Jüride, doçentlik jürisi nasıl oluşuyorsa aynısını yapın
getirin, biz de buna ‘evet’ diyelim ve
bu iş bitsin.” dedik, fakat ısrarla bunlar gelmedi. Yargının istediği iki temel
nokta, bakın değerli milletvekilleri, gecenin bu saatinde, Anayasa Mahkemesinin
iptal ettiği… SACİD YILDIZ
(İstanbul) – Oy birliğiyle… KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Oy birliğiyle, yürütmesini durdurma, yürütmeyi
durdurma kararı verdiği bir kanunun gerekçesi dahi çıkmadan, şimdi biz, yeni
bir kanun teklifi geliyor, bunu görüşüyoruz. Gerekçeyi niye beklemiyoruz acaba?
Hangi gerekçeyle biz gerekçeyi beklemiyoruz? Hangi gerekçeyle Parlamentoyu
lüzumsuz, iptal edileceği belli olan bir konuda meşgul ediyoruz? Bakanlıkların
görevi, Parlamentoya, önemli değil, benim çoğunluğum var, ben geçireyim,
Anayasa Mahkemesi iptal eder, arkadan bir daha getiririm, bir daha iptal eder,
bir daha getiririm… Bu, yasa yapma tekniği midir arkadaşlar? Yasalar eğer böyle
yapılacaksa o zaman Parlamentoya gerek yok ki. Sağlık Bakanlığı otursun,
kendisi hazırlasın, Resmî Gazete’ye gönderelim, öyle de bir kanun çıkaralım,
böylece de bu iş bitmiş olsun. Böyle bir anlayışı kabul etmek mümkün değil. Ayrıca, Sayın
Bakana geçen yasama döneminde -benim sorduğum bir soruya- klinik şef ve şef
yardımcılarının atamalarıyla ilgili “Anayasa Mahkemesinin yürürlüğü durdurma
kararından sonra atama yaptınız mı, yapmadınız mı?” diye bir soru sormuştum.
Sayın Bakan “Atama yapmadık.” diye söylemişti bana. 2005 yılında Anayasa
Mahkemesi yürürlüğü durdurma verdi. Siz, 2007 yılında tebliğ ettiniz bir klinik
şef uygulamasını. Şimdi, Sayın
Bakandan istirham ediyorum. Sayın Bakan, akademik kimliğinize eğer saygınız
varsa gelir yüce Parlamentonun önünde, yanlış bilgi verdiğiniz için
Parlamentoya, Parlamentodan özür dilersiniz, biz de size saygı duyarız. Teşekkür ediyorum
arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) FEVZİ ŞANVERDİ
(Hatay) – Onun için mi konuştun? KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Evet. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kılıçdaroğlu. Önergeyi
oylarınıza sunuyorum… KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Karar
yeter sayısı arıyorum. Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur. Birleşime beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 21.37 BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 21.44 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71’inci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum. 72 sıra sayılı
Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon? Yok. Hükûmet? Yok. Ertelenmiştir. Sözlü soru
önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 4 Mart 2008
Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 21.45 |
|