DÖNEM: 23                                                                YASAMA YILI: 2

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 14

60’ıncı Birleşim

7 Şubat 2008 Perşembe

 

 I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Artvin Milletvekili Ertekin Çolak’ın, Artvin’de inşa edilen barajlarda kamulaştırma problemleri ve çözümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

2.- Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, kuş gribine ve 2008 yılı başında uygulanmaya başlanan kırmızı ette KDV oranına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

3.- Hatay Milletvekili Fuat Çay’ın, Bir Kısım Motorlu Karayolu Taşıtlarının Piyasadan Çekilmesine İlişkin Tebliğ uygulamalarından kaynaklanan olumsuzluklar ile nakliye ve şoför esnafının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR

1.- Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Artvin ilinin bazı sorunlarına ilişkin açıklaması

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER

1.- Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubunda Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın istifasıyla boşalan yedek üyeliğe, AK Parti Grubunca tekrar aday gösterilen Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu’nun üyeliğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/277)

2.- İspanya’ya resmî ziyarette bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a refakat eden heyete katılması uygun görülen milletvekiline ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/276)

3.- Bazı milletvekillerinin izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/278)

4.- Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş’a ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/279)

5.- Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci’ye ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/280)

B) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 26 milletvekilinin, sanayi sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/117)

2.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 39 milletvekilinin, kayıp ve kaçak elektrik sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118)

3.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 39 milletvekilinin, denizlerdeki kirliliğin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/119)

 

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- 9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/24) (S. Sayısı: 98)

2.- İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli ile 346 milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/141) (S. Sayısı: 101)

3.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 9 Milletvekilinin; Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/81) (S. Sayısı: 102)

4.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72)

5.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483) (S. Sayısı: 95)

 

VII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, elektriğin fiyatlandırılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/1344)

2.- Samsun Milletvekili Suat Binici’nin, Samsun’da yapılması planlanan termik santrallere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/1378)

3.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, TRT’nin yılbaşı programı için ödenen ücretlere ve reklam gelirlerine,

- İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın, terör ve bölücülükle mücadele kapsamında televizyon ve radyoların denetimine,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/1419, 1420)

4.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, taşocağı ruhsatlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/1424)

5.- Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın, bir sosyal tesisteki içki yasağına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/1428)

6.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Sultanahmet’te tarihi kalıntılar üzerine yapıldığı iddia edilen otel inşaatına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1434)

7.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, ergen evliliği ve gebeliğinin engellenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/1470)

8.- Bursa Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, sokak çocuklarının sorunlarına,

- İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, sokakta yaşayan ve çalışan çocukların barınmasına,

- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, bir vaazda çalışan kadınlarla ilgili olarak sarf edildiği iddia edilen sözlere,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/1478, 1479, 1480)

9.- Kocaeli Milletvekili Cevdet Selvi’nin, doğalgazın tarife ve kalitesinin denetimine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/1482)

10.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, Çeviri ve Yayın Destek Projesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1495)

11.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, millî çizgi film endüstrisi kurulmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1496)

12.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bir televizyon kanalında yayınlanan bir programa ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/1531)

13.- Manisa Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Atatürk 2008 takvimine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1571)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.03’te açılarak üç oturum yaptı.

(10/35, 43, 49, 70) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 54 ve 55’inci sıralarında yer alan 101 ve 102 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin bu kısmın 2’nci ve 3’üncü sıralarına alınmasına ve diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine, Genel Kurulun 6/2/2008 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine; çalışma sürelerinin 6/2/2008 Çarşamba günkü birleşiminde 101 sıra sayılı Anayasanın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin görüşmeleri ve birinci tur oylamasının bitimine kadar, 7/2/2008 Perşembe günü 14.00-20.00 saatleri arasında olmasına; 8/2/2008 Cuma günü saat 14.00’te toplanarak çalışmalarını saat 19.00’a kadar sürdürmesine ve bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 9/2/2008 Cumartesi günü saat 11.00’de toplanmasına ve bu birleşimde 101 sıra sayılı Anayasanın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin ikinci tur oylamasının tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine ilişkin AK Parti ve MHP gruplarının müşterek önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Ankara Milletvekili Önder Sav’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmiş olan 101 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne ilişkin işlemlere geçilmeden önce, Anayasa’nın 2, 4 ve 175’inci maddeleri açısından anılan teklifin görüşülmesine yer olup olmadığına, TBMM İç Tüzüğü’nün 63’üncü maddesi uyarınca usul görüşmesi açılmasına ilişkin önergesi üzerine yapılan usul görüşmeleri sonunda, Oturum Başkanı ve TBMM Başkan Vekili Nevzat Pakdil, yaptığı işlemin ve sürdürdüğü usulün Anayasa ve İç Tüzük’e uygun olduğunu, tutumunda ve görüşlerinde bir değişiklik olmayacağını bildirdi.

Eskişehir Milletvekili H. Tayfun İçli, söz taleplerinin istem sırasına göre verilmesi gerektiğine ilişkin bir konuşma yaptı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 9/11/2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun (1/24) (S. Sayısı: 98) geri gönderilen maddelerinin görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

2’nci sırasına alınan, İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli ile 346 milletvekilinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/141) (S. Sayısı: 101) birinci görüşmesi tamamlandı, ikinci görüşmesine en az kırk sekiz saat geçtikten sonra başlanabileceği açıklandı.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay’ın,

Manisa Milletvekili Şahin Mengü, İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu’nun,

Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu’nun,

Tunceli Milletvekili Kamer Genç, İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu’nun,

İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in,

İstanbul Milletvekili Egemen Bağış, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in,

Konuşmalarında şahıslarına;

İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın konuşmasında partisine,

İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in konuşmasında Genel Başkanlarına,

Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Konya Milletvekili Atilla Kart’ın konuşmasında partisine ve Başbakana,

Sataştıkları iddiasıyla birer konuşma yaptılar.

7 Şubat 2008 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime 03.54’te son verildi.

 

 

Nevzat PAKDİL

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Yaşar TÜZÜN

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

Bilecik

 

Bursa

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

                                                                                                                                                                                No.:        86

II.- GELEN KÂĞITLAR

7 Şubat 2008 Perşembe

Tasarılar

1.- Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/514) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2008)

2.- Bazı Kamu Alacaklarının Uzlaşma Usulü ile Tahsili Hakkında Kanun Tasarısı (1/515) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.2.2008)

Teklif

1.- Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu ve 3 Milletvekilinin; Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Diğer Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/146) (Çevre; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.2.2008)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 26 Milletvekilinin, sanayi sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/117) (Başkanlığa geliş tarihi: 31/01/2008)

2.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 39 Milletvekilinin, kayıp ve kaçak elektrik sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/02/2008)

3.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 39 Milletvekilinin, denizlerdeki kirliliğin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/119) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/02/2008)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergesi

1.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Trakya’daki sel felaketinin oluşturduğu zarara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1150)

7 Şubat 2008 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60’ıncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Artvin’de inşa edilen barajlarda kamulaştırma problemleri ve çözümleriyle ilgili söz isteyen Artvin Milletvekili Ertekin Çolak’a aittir.

Sayın Çolak, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Artvin Milletvekili Ertekin Çolak’ın, Artvin’de inşa edilen barajlarda kamulaştırma problemleri ve çözümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygı, sevgi, muhabbetle selamlıyorum.

Bu arada, milletimizi derinden üzen Almanya’daki yangın felaketi sonucu ölen vatandaşlarımıza yüce Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralı olanlara acil şifalar temenni ediyorum. 70 milyon Türk milleti olarak Almanya’daki vatandaşlarımızın yanında olduğumuzu da buradan söylemek istiyorum.

Bilindiği gibi, Çoruh Nehri, Artvin ilimizle özdeşleşmiş, Türkiye’nin ve dünyanın en hızlı akan nehridir. Yaklaşık 431 kilometre uzunluğundaki nehrin 410 kilometrelik bölümü ülkemiz sınırları içerisinde, yaklaşık 21 kilometresi ise Gürcistan sınırları içerisindedir. Gürcistan’ın Batum şehrinde Karadeniz’e dökülen Çoruh Nehri o kadar hızlı ve hırçın akmaktadır ki, yılda yaklaşık 5,8 milyon metreküp toprağımızı ülkemiz sınırlarından alarak Gürcistan sınırları içerisine götürmektedir.

Çoruh Nehri üzerinde planlanan yaklaşık yirmi yedi adet hidroelektrik santrali tamamlandığı zaman, şu anda ülkemizde üretilen hidroelektrik enerjisinin yüzde 25’i Artvin’de, yani Çoruh Havzası’nda üretilecektir. Bu nedenle, Çoruh Havzası projeleri çok önemli projelerdir.

Önemli ölçüde enerji açığı olan ülkemizde, elbette ki, Çoruh Nehri üzerinde projeler yapılması gerekiyordu ve AK Parti iktidarlarıyla birlikte, bu projeler hızlı bir şekilde devam etmektedir. Şu anda, Muratlı Barajı ve Borçka Barajı yapılmış ve tamamlanmıştır. Başbakanımızın ve sayın bakanlarımızın da katılımıyla bu barajlar üretime açılmış durumdadır.

Ancak, bu çalışmalar sırasında yapılan kamulaştırmalar nedeniyle vatandaşlarımız zaman zaman birtakım problemler yaşamaktadır. İlimizde toprağın çok az olması nedeniyle, dünyanın ve ülkemizin çeşitli yörelerinde toprak gayrimenkul iken, ilimizde maalesef toprak taşınır durumdadır, yani menkul durumdadır. Yöre insanının tek geçim kaynağı olan sebze ve meyveciliğin yapıldığı tüm alanlar ya su altında kalmaktadır ya da baraj nedeniyle çıkan toz duman içerisinde sebze ve meyve üretimi yapılamaz duruma gelmiştir.

Diğer taraftan, ülkemizin değişik yörelerinde kişi başına ortalama 150-200 dekar civarında toprak düşerken, ilimizde bu miktar -Çoruh Havzası’nda- sadece 1-2 dekar civarındadır. Bu nedenle, 1-2 dekar, vatandaşın arazisi kamulaştırıldığı zaman, ortalama, Türkiye ortalamasına göre kamulaştırıldığı zaman, 2 dekar arazi 40 milyar civarında para etmektedir. 20 milyara da bu vatandaşımızın evi kamulaştırıldığı zaman toplam 60 milyar civarında, vatandaşın eline para geçmektedir. Bu 60 milyar parayla, takdir edilir ki bu şartlarda vatandaşımız oradan bir başka yere göç ettiği zaman ne ev alması mümkün ne yeniden iş kurması mümkün ne de çoluk çocuğunu ve ailesini geçindirmesi mümkün değildir.

Kamulaştırmanın bir başka problemi de kısmi kamulaştırmalardır. Örneğin, bir köyde arazinin bir kısmı bu yıl kamulaştırılmakta, bir kısmı ise iki yıl sonra kamulaştırılabilmektedir ya da bir vatandaşın iki dönüm arazisinin bir dönümü bu yıl içerisinde kamulaştırılmakta, diğer bir bölümü ise iki üç yıl sonra kamulaştırılmaktadır. Bu da vatandaşlar arasında birtakım sürtüşmelere ve sosyal barışın bozulmasına neden olmaktadır. Köylerde farklı fiyatların uygulanmasına bu sebep olmakta ve vatandaşlarımız zaman zaman birbiri aralarında da sıkıntı yaşamaktadır.

Ülkemiz için çok önemli olan bu büyük projelerin, elbette ki yapılması gerekiyor. Yöre halkı olarak, Artvin halkı olarak biz de Türkiye projeleri olan bu projelerin yapılmasına destek veriyoruz ancak büyük sıkıntı ve problemler yaşayan yöre halkının daha fazla mağdur olmaması için kamulaştırma birim fiyatlarının ilin özel yapısının dikkate alınarak yapılması, kamulaştırma bedellerinin en kısa sürede ve birlik ve bütünlük içerisinde yapılması çok doğru olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çolak, konuşmanızı tamamlayınız.

ERTEKİN ÇOLAK (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki, Çoruh Havzası’nda planlanan barajlar ulusal barajlar olup bu barajların bir an önce bitmesi hem ülkemiz açısından hem de yöremiz açısından çok önem arz etmektedir. Bu nedenle kamulaştırma problemlerini giderip, proje ödeneklerini artırarak bir an önce barajların tamamlanması millî menfaatlerimizin de icabıdır. Ayrıca, baraj nedeniyle yeni yapılmakta olan yolların da kalite ve standartlarının yükselmesi gerekiyor.

Bu duygu ve düşünceler içerisinde yüce milletimizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çolak.

Gündem dışı konuşmaya, Çevre ve Orman Bakanımız Sayın Veysel Eroğlu cevap vereceklerdir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum efendim.

Şimdi, ben, Sayın Artvin Milletvekilimiz Ertekin Çolak Beyefendi tarafından bana tevdi edilen sualleri cevaplandırmak için söz almış bulunuyorum.

Şimdi, bir kere, Çoruh Vadisi, gerçekte, Türkiye’nin en önemli hidroelektrik potansiyeli olan vadilerden, havzalardan birisi. Esasen, malumunuz, 2004 yılına kadar burada hiçbir tesis açılamamıştı. Yirmi yedi tane büyük baraj yapılacak. Hakikaten, az önce Sayın Milletvekilimizin de ifade ettiği üzere, hâlihazır potansiyelimizin yüzde 25’ine denk neredeyse büyük bir hidroelektrik potansiyel buradan elde edilecektir. Böylece, Türkiye’nin ekonomisine çok büyük bir katkı sağlayacaktır. Bu hidroelektrik enerji, malumunuz üzere temiz enerjidir, yenilenebilir enerji kaynağıdır.

Esasen, bu bakımdan, bizim, bu kaynakların, potansiyelin, bir an önce tamamlanması yönünde çok büyük adımlar attığımızı ifade etmek istiyorum. Bir kere, ilk defa, yıllardan beri, asırlardan beri ilk defa, Çoruh Vadisi’nde malumunuz, 2005 yılında, Muratlı Hidroelektrik Barajı ve Hidroelektrik Santrali işletmeye açıldı. Hatta o yıl, malum olduğu üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85’inci yılıydı, bu barajın ismi de Türkiye Büyük Millet Meclisi 85. Yıl Egemenlik Barajı olarak adlandırıldı ilk baraj olması münasebetiyle. Hemen akabinde, Borçka’daki baraj inşa edildi ve şu anda da Deriner Barajı süratli bir şekilde inşa edilmekte. İnşallah, önümüzdeki yıllarda, Deriner Barajı da –ki oradaki en büyük barajlardan birisi- bu da tamamlanacak. Yusufeli Barajı’yla alakalı da kredi görüşmeleri şubat ayı sonunda tamamlanacak, o da inşallah çözülecek.

Bu arada bir müjde vermek istiyorum. Özellikle, tabii, bunların tamamını merkezî yönetim bütçesinden yapmak fevkalade güç ve zaman alacağı için bütçe imkânları sebebiyle, buradaki bütün barajlar özel sektöre açılmış ve hemen hemen hepsine de, bir iki tanesi hariç olmak üzere, 27 barajın 25 tanesine müracaat edilmiştir. Hiçbir bedel ödemeden, hiçbir şart, Hazine garantisi vesaire olmadan özel sektör bu barajları yapacak, işletecek, azami kırk dokuz yıl sonra bilabedel Devlet Su İşleri veya enerjiyle alakalı birimlere teslim edecektir. Bu, gerçekten, Hükûmetimiz açısından çok önemli bir açılım olmuştur. Bu bakımdan, hakikaten önemli bir adım atıldığını ifade etmek istiyorum.

Şimdi, bir diğer husus da, bu arada, bir baraj: Artvin Barajı, ki bu baraj, Yusufeli’yle özellikle Deriner Barajı arasında, Artvin Barajı adıyla anılan bir barajdı. Bu da hükûmetler arası ikili iş birliği anlaşmasıyla hemen hemen yıllardan beri bekleyen, yani neredeyse on yıldan bu yana bekleyen bir barajdı. Onu da, malumunuz, yüce Meclis geçtiğimiz dönemde bir karar aldı hükûmetler arası, bu şekildeki bekleyen barajların, yap-işlet benzeri, yani Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği çerçevesinde yapılmasına imkân tanındı ve o da özel sektör –bu, şu anda Dano- hiçbir bedel, hazine garantisi almadan, devlete, merkezî yönetim bütçesine hiçbir yük yüklemeden şu anda yapımına başlayacak. O müjdeyi de burada vermiş olayım.

Sadece o proje değil, geçen sene yüce Meclisin çıkardığı bu kanunla hükûmetler arası ikili iş birliği çerçevesinde bekleyen on altı tane projeye de talep yapılmıştır. Dolayısıyla 25 milyar dolarlık bir yük, merkezî yönetim bütçesinden kaldırılmıştır. Bunu da buradan ifade etmek istiyorum.

Şimdi, hakikaten, ben defalarca Çoruh Vadisi’ne gittim. O bölgenin şartlarını, durumunu, insanlarını çok iyi bilen bir kişi olarak söylüyorum. Bu vadi, gelin buraya baraj yapın, hidroelektrik enerji üretin şeklinde, sanki bu şekilde oluşturulmuş bir vadi. Bu bakımdan buradaki hidroelektrik santrallerin süratle yapılması lazım. Ancak, tabii ki oradaki -Sayın Vekilimizin de belirttiği gibi- baraj gölünden veya yollardan etkilenen insanların mağdur olmaması lazım. Bunun için şunu açıklıkla belirteyim, biz burada vatandaşımızı asla mağdur etmek istemiyoruz. Bir kere burada iptidai yolların tamamı -Sayın Milletvekilimiz de biliyor- büyük devasa viyadükler, muazzam tünellerle ve kara yollarının en son standartlarına uygun olarak inşa edilmiştir. Ancak buradaki kış şartlarından ileri gelen bazı üstyapı eksikleri de Sayın Vekilim -ben dün zaten bu konuda toplantı yaptım, gerekli talimatlar verildi- yaz başlarında tekrar kontrol edilecek ve üstyapı da gayet güzel hâle getirilecektir.

Bakın şu anda Artvin’den ta Muratlı’ya kadar yol yokken doğru dürüst -biliyorsunuz nasıl bir yol vardı- şu anda muazzam yollardan, viyadüklerden, tünellerden geçerek kısa zamanda ta Artvin’den Muratlı’ya kadar ulaşmak mümkündür. Gerçekten bu aynı zamanda Karadeniz’in Artvin’e bağlanması açısından da çok önemli olmuştur. Biz orada sadece baraj yapmıyoruz, Çevre ve Orman Bakanlığı, Bakanlığıma bağlı Devlet Su İşleri orada bütün yolları, tünelleri viyadükleri de yapmaktadır, onu da arz edeyim.

Tabii burada istimlaklere gelince: Tabii ki oradaki arazinin kıymetini idrak ediyorum. Esasen biliyorsunuz oraya, bir ilçeye yeni tayin edilen hâkimin bir şikâyetle, bir dava dilekçesiyle karşı karşıya kalınca hayretine mucip olan bir vakayı da anlatmak istiyorum. Vatandaşın birisi gitmiş: “Efendim benim tarlam çalındı.” Tabii hâkim, bu nasıl tarla çalınır diye şaşırmış. Tabii, oradaki yapıyı biliyorum ben. Oradaki, neredeyse yamaçtaki arazilere insan sırtıyla, merkep sırtıyla taşınan topraklarla orada arazi oluşturuluyor. Onun kıymetinin, onun buradaki emeğinin takdirinin, gerçekten yapılması gerektiği kanaatindeyim ve bunu da yapıyoruz, buna göre takdir ediliyor. Yani istimlaklarda şöyle bir karar var: Biliyorsunuz, kanuna göre normal istimlak yapacak, yani kamulaştırma yapacak kurum uygun bir bedel teklif ediyor, kabul etmediği takdirde mahkemeye müracaat ediyor, mahkemece bilir kişiler marifetiyle takdir edilen bedeli idare ödemek durumunda kalıyor. Yani yapılan işlem bu. Ama biz oradaki durumu takdir ederek ön pazarlık değerini ona göre söylüyoruz, vatandaşların da memnun olduğu kanaatindeyim.

Ancak, burada şöyle bir problem var: Tabii ki Türkiye’de son yıllarda çok sayıda gerek hidroelektrik santral ve baraj gerek gölet gerek sulama tesisi yapıyoruz. Tabii bunlar birdenbire açılınca… Biliyorsunuz, şu ana kadar 119 tane baraj ve göleti açtık. Sulama tesisleri, taşkın korumayla beraber bu, 455’i buldu beş yılda. Bunların tabii, kamulaştırmaları gerçekten birikti.

Ancak tabii ki, bizim özellikle Artvin bölgesindekilere özel önem verdiğimizi ifade etmek istiyorum. Misal olarak, Muratlı Barajı ve Hidroelektrik Santrali’ndeki –yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi 85’inci Yıl Millî Egemenlik Barajı’ndaki- kamulaştırma işlemlerinin tamamı bitirilmiştir. Yalnız, burada sadece -2008 yılında bazı vatandaşlarımızın mahkemeye müracaat ederek- tezyidi bedel ödememiz gereken bedeller var. Onlar belli oldukça bunlar ödenecek. Bunun da, yaklaşık olarak 1 trilyon civarında, yani 1 milyon YTL civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Dolayısıyla Muratlı’da herhangi bir problem yok.

Borçka Barajı’na gelince: Bakın, Borçka Barajı’nda şu anda göl alanında kalan 269 hektarlık alanın kamulaştırmasını yaptık ve 2007 yılı fiyatlarıyla yaklaşık olarak 93 milyon YTL ödedik. Ancak, gene, 2008 yılında mahkemeye müracaat edilerek tezyidi bedel davası açan vatandaşlarımıza buradan da yaklaşık 1 milyon YTL kadar bir bedelin ödeneceğini tahmin ediyoruz. Parası hazırdır, mahkeme kararı gelince onu da ödeyeceğiz. Böylece Muratlı tamam, Borçka tamam.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ne kadar Bakanım, 1 milyar YTL değil mi?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – 1 milyon YTL. Yani, bu şöyle…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Allah oraya versin, biraz da bize versin.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Az önce, tam saat 12.00’de Malatya’yla ilgili yatırımları görüştük. Sayın vekillerimizden burada olanlar var. Onunla ilgili size de sonra bilgi vereceğim Sayın Vekilim.

Şimdi, bir diğeri, Deriner Barajı’ndan… 2 adet köy yerleşim yerleri ve arazileriyle birlikte 28 adet de köy kısmen etkileniyor. Bu konuda bugüne kadar aşağı yukarı 7.707 parselden 3.794 adet için kamulaştırma işlemleri tamamlandı, yaklaşık 50 milyon YTL para ödendi. Ancak 2008 yılında Deriner inşaatı devam ettiği için, yol inşaatları… Özellikle Deriner Barajı ve hidroelektrik santralinde su tutabilmemiz için, biliyorsunuz Artvin-Şavşat yolu var, şu anda inşaat devam ediyor; Artvin-Ardanuç, bir de Artvin-Erzurum yol inşaatlarının bir an önce tamamlanması gerekiyor. Buna ait istimlakler var, yol güzergâhındaki, inşallah bunları biz 2008 yılında tamamlayacağız. Yalnız, bunun için takriben 87 milyon 500 bin YTL’lik bir kamulaştırma ödeneğine ihtiyaç var, inşallah bunu da-zaten, biz Sayın Maliye Bakanımızla görüştük, önümüzdeki hafta Sayın Maliye Bakanımız yurt dışından gelince bu kamulaştırmalarla alakalı özel bir toplantı yapacağız- kamulaştırmadaki ödenek eksiklerimizi bir şekilde tamamlamanın yoluna bakacağız.

Bir diğer, Yusufeli’den bahsettiniz, Yusufeli’yle alakalı da kısa bir bilgi vereyim. Yusufeli, gerçekten Artvin ilimizin en şirin, en müstesna beldelerinden birisi. Ben de Yusufeli’ni gerçekten çok seviyorum, defalarca gittim ve vatandaşlarla birlikte -belki de ilk defa- uygun bir yer seçimini yüzde yüz mutabakat sağlanarak belirledik. Yansıtıcılar denilen bir mevki var, hemen Yusufeli’ni bir miktar gölün yukarısına, göl manzaralı muhteşem bir şehir kuracağız orada. Şu anda bu konuda, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, TOKİ, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ortaklaşa çalışmalar yapıyor. Yalnız, kredi görüşmelerinden sonra, inşallah bunlarla ilgili kamulaştırma çalışmaları da tamamlanacak, bu konuda hiç kimsenin tereddüdü olmasın. Gerek Yusufeli’nin yeni yerleşim yeri gerek kamulaştırmalar konusunda, biz vatandaşı asla mağdur etmeyeceğiz, onu özellikle belirteyim. Hatta, bununla ilgili Çevre ve Orman Bakanlığının diğer birimleriyle alakalı birtakım çalışmalar da başlattık Sayın Vekilim. Nasıl? Mesela, Doğa Koruma ve Millî Parklarına talimat verdim, “Burada eko turizmi tanıtmak, geliştirmek için muhteşem bir proje hazırlayın.” dedim. Şimdi arkadaşlar Artvin’le ilgili böyle bir çalışma yapıyor.

Orman ve Ağaçlandırma Genel Müdürlüklerine talimat verdik, burada vatandaşın istifade edebileceği boş alanları orman köylüsüne tahsis edelim, onlara gerekirse, uygun, bölgenin iklimine uygun ağaçlar, fidanlıklar bunlara tahsis edelim ve bu vatandaşı mağdur etmeyelim. O yöre insanını mutlaka orada tutmak ve kalkındırmak gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla bunları inşallah gerçekleştireceğiz.

Ben, bu duygularla hepinizi hürmetle selamlıyorum. Saygılarımı sunuyorum efendim, sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gündem dışı ikinci söz, kuş gribi ve kırmızı ette KDV oranı hakkında söz isteyen, Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’a aittir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Akcan, buyurun.

2.- Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, kuş gribine ve 2008 yılı başında uygulanmaya başlanan kırmızı ette KDV oranına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 yılı başından itibaren uygulamaya başlanan kırmızı ette KDV oranı ve artık mevsim itibarıyla sürekli karşılaştığımız kuş gribi vakalarıyla ilgili olarak gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum ve söz istemimize gerçekten yakın ilgi gösteren Değerli Başkan Vekilimize de teşekkürü bir borç biliyorum.

Bu vesileyle Almanya’da hayatını kaybetmiş olan ve kısa bir süre önce Kütahya-Afyon arasında meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Yüce Allah’tan rahmet diliyor; yaralılara acil şifalar temenni ediyorum.

Değerli milletvekilleri, 30 Aralık 2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla büyük ve küçükbaş hayvanların etlerinin, bağırsaklarının toptan teslimlerinde daha önce yüzde 1 olarak uygulanmakta olan KDV oranının yüzde 8 olarak uygulanması yönünde karar alınmış ve 1/1/2008 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.

Bu Bakanlar Kurulu kararıyla canlı hayvan, toptan et, perakende et ticareti zincirinde oluşacak kayıt dışı ekonomiye, vergi kaçakçılığına davetiye çıkarılmıştır âdeta. Bu kararla canlı hayvan ticaretinde başlayan ve perakende ticaretine kadar uzanan ticaret akışında KDV oranının yüzde 1’e düşürülmesiyle bu sektörde kayıt dışı ekonominin daha da azaltılması, toplamda bu sektörden tahsil edilecek vergi miktarının artması, et fiyatlarının düşmesinin sağlanması gibi olumlu gelişmeler hedeflenecek iken tam tersi yapılmıştır ve âdeta kayıt dışılık teşvik edilmiştir. Niye? Çünkü, Türkiye’de et pazarı brüt değerler üzerinden oluşur. Yani, yetiştirici, toptan et ticareti yapan insana malını kaça alacağını sorar, o da bir rakam bildirir. Güncel olarak 9 YTL civarında olan bu rakamdan, mal tesliminden sonra soğutma firesi, Maliye Bakanlığının veya Bağ-Kur Genel Müdürlüğünün toplaması gereken ama toplayamadığı Bağ-Kur prim borçlarına esas olmak üzere yüzde 1 kesinti ve stopaj veya KDV adı altında toplanan vergiler düşüldükten sonra net rakam üreticiye verilir. Bu nedenle, burada meydana gelebilecek, oranlarda oluşabilecek herhangi bir değişiklik, artış yönünde meydana gelecek değişiklik doğrudan doğruya üreticinin cebinden çıkacaktır. Yani, hiç kimse zannetmesin ki bu pazarlama zincirinde herkes kendisine düşen KDV’yi ödeyecektir. Asla bu böyle olmamaktadır ve asla da Türkiye’de bu pazar şartlarında oluşmayacaktır. Doğrudan doğruya üreticinin cebinden çıkacaktır.

Şimdi, zaten kaçakçılık yüzünden mağdur olmuş, et fiyatları yerde sürünürken mağdur edilmiş besici bu işten vazgeçme noktasına gelmişken bu KDV’nin artışıyla iyice zarar eder hâle gelecek ve bunu terk edecektir. Eğer siz üretim artışının önüne geçmek istiyorsanız ideal bir tedbirdir KDV oranının artırılması; eğer siz tüketiciyi yurt dışından başka üreticilerin ürünlerine muhatap kılmak istiyorsanız aldığınız tedbir doğrudur; ama üretimi Türkiye’de artırmanın yolu bunun tam tersi uygulamadır. Bunu hatırlatmak düşüncesiyle bu konuyu dile getirmek istedim.

Değerli milletvekilleri, ikinci konu, Türkiye’de oluşan, gözlenen kuş gribi. Türkiye doğudan batıya, kuzeyden güneye köprü ülke olduğu sürece biz bu kuş gribiyle sık sık muhatap olacağız. Ancak bu krizi iyi yönetmemiz gerekir. Sağlıklı kriz yönetiminin yolu, bir yerde çıkan hayvanları itlaf ettikten sonra, o bölgenin dışında kalan bölgelerin olumsuz etkilenmesinin önüne geçecek tedbirleri almaktır. Mesela, Zonguldak’ta kısa bir süre önce oluşan kuş gribinden sonra hemen takip eden hafta, haftada yetmiş tır Irak’a yumurta gönderirken, bu ihracat durmuştur. Niye? Irak bunu almamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’yi bölgelere ayırarak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akcan, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - …riskli bölgelerin içinde meydana gelebilecek olayları, Dünya Hayvan Sağlığı Örgütünü de ikna etmek suretiyle Koruma Kontrol Genel Müdürlüğümüz bünyesinde bu işi götürecek veteriner hekimleri iyi aydınlatarak, Dış Ticaret Müsteşarlığında görev yapan değerli bürokratların çabalarının paralelinde bir çaba sarf etmelerini sağlayarak, ihracatın önünde meydana gelen kuş gribi gerekçesine dayalı tıkanıklığının önüne geçmemiz lazım. Aksi takdirde, içeride yaklaşık 1 milyon insanımızın uğraştığı kanatlı sektörü tıkanacak ve bu işten de zarar eder hâle gelecekleri için, yumurta üretimi, tavuk eti üretiminden vazgeçecek duruma geleceklerdir. Bu durumu aydınlatmak üzere söz aldım.

Sayın Bakanımız inşallah eline verilen klasik bilgilerin dışına çıkarak, gerçekten yüce heyeti tatmin edecek, ama, dünya gerçeklerine uygun önlemlerini burada sıralar der, hepinizi tekrar saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akcan.

Sayın Akcan’ın gündem dışı yapmış olduğu konuşmaya Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehmet Mehdi Eker cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Abdülkadir Akcan’ın gündem dışı konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, göçmen kuşların uçuş güzergâhı üzerinde bulunmakta. O nedenle de dünyada yaklaşık on yıldır yaygın hâle gelen ve her yıl aşağı yukarı dünyanın birçok ülkesinde, Kanada’dan Çin’e, Afrika’dan Rusya’ya, kuzey yarım küre, güney yarım küre, doğu, batı demeden, âdeta dünyanın bütün coğrafyasını etkileyen bir kuş gribi tehdidi var, bu risk var. Biz de, 2005 yılında ilk vaka ortaya çıkmadan, Ekim 2005 tarihinde ilk vaka ortaya çıkmadan, gelebilecek tehlikeleri sezerek Türkiye’de bir tatbikat yaptık Eylül 2005 tarihinde ve mücadele planımızı, karşı karşıya kaldığımız takdirde neler yapacağımıza dair eylem planımızı da o tarihte hazırlamaya başladık, hazırladık. 2005 tarihinden itibaren, tabii, 2006’da kısmen, 2007’de kısmen birkaç vaka şeklinde görüldü ve aldığımız tedbirler gerçekten çok etkili, asla sıradan değil. Elbette ki literatür bilgileri de dikkate alındı, ama çok başarılı ve zararı asgaride tutan bir başarıyla biz bu kuş gribinin bugüne kadar mücadelesini yürüttük. Neler yaptık? Mücadele talimatı, acil durum planı, taşra teşkilatının bu alanda güçlendirilmesi işleri yapıldı. Örneğin, Türkiye’de 2005 tarihinde bu hastalık ortaya çıkmadan, sadece bir iki laboratuvarımızda, bir iki enstitümüzde kuş gribi teşhis edilebilirken, çok kısa bir süre içerisinde Türkiye'nin bütün coğrafi bölgelerinde, toplam 8 tane araştırma enstitüsünün tamamında kuş gribi hastalığının etkeni olan virüs teşhis edilebilir hâle geldi. 8 enstitümüzde, bu, çok kısa bir süre içerisinde teşhis ediliyor, ayrıca, taramalar yapılıyor. Yani bütün bölgelerde hem sulak alanlarda göçmen kuşların uçuş güzergâhı üzerindeki, özellikle, göletler, göller, akarsular, sazlık alanlar vesaire hem de yurt içi hayvan hareketleri yönüyle burada gerekli olan bütün tedbirler alındı ve laboratuvarlarımızın, dediğim gibi, biyogüvenlik seviyeleri, 3 tanesinin, P3 düzeyine yükseltildi, 5 tanesi de P2 düzeyine yükseltildi.

Bu arada, 56 milyon dolar tutarında, Dünya Bankasından da katkı aldığımız bir Kuş Gribi ve İnsana Tesir Eden Salgına Karşı Hazırlık ve Mücadele Projesi hayata geçti, bunlar da şu anda uygulanıyor.

Buna rağmen, bununla birlikte, bir de “çıkma tavuk” diye tabir edilen halk arasında ve bu hastalığın yurt içinde bir kere görüldükten sonra yayılmasını kolaylaştıran bir faktör olarak düşündüğümüz buna ait birtakım tedbirler de alındı.

Sonuç itibarıyla, Türkiye’de, son üç yıl içerisinde, dünyadaki hemen hemen hiçbir ülkede olmayan tarzda -ki, esas başarımız olarak altı çizilmesi gereken nokta budur- hiçbir ticari işletmemizde, hiçbir profesyonel çiftlikte, diyelim yüzlerce hayvanın veya binlerce hayvanın yoğun olarak bulunduğu hiçbir işletmede kuş gribi görülmedi. Nerede görüldü? Kırsal alanda, bir sazlığın kıyısında, bir köyde… Kendi yemesi için beslediği, yumurtasından istifade etmek üzere beslediği birkaç tane tavuk sahibi vatandaş, tabii, dışarıda yayılmak suretiyle bunları besliyor. Yaban hayatıyla temasları olan noktalarda, biz, birtakım vakalarla karşılaştık ve bunun da gerekli tedbiri, tıbbi tedbiri ne ise veteriner hekimlik mesleğinin öngördüğü bütün tedbirler anında alınmak suretiyle de bugüne kadar, bu zarar ve hasarlar, bundan kaynaklanan zarar ve hasarlar asgaride tutuldu. Gerek Avrupa Birliği gerek Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı gerekse diğer ilgili uluslararası kuruluşlar, Uluslararası Salgın Hastalıklar Ofisi dâhil olmak üzere, Türkiye’yi bu başarısından dolayı resmen kutlamışlardır ve bizim mücadele programımızı örnek alıp, birçok ülkeye de bunu tavsiye etmişlerdir. Birçok ülke de Türkiye'nin kuş gribiyle mücadele programını şu anda örnek alıyor ve Türkiye’den yardım talebinde bulunuyor bu hastalıkla mücadele konusunda.

Tabii, biz, bu sene de sezon açıldığında, sezon başladığında yine birtakım çalışmalar yaptık ve Zonguldak ili Çaycuma ilçesi Saz köyünde bir vakayla karşılaştık. Bu vakanın sahibi bir vatandaşımızın avladığı ördek etinin atıklarını rastgele sağa sola bırakmak suretiyle kendi avlusundaki tavuklarıyla bunun yakın teması sonucu kendi beslediği tavuklarına geçiyor. Kaynağı bu. Öteki, Samsun ili Ondokuzmayıs ilçesi Yörükler beldesinde de yine bir köyde, sazlık ve sulak alan var çok yakın bir bölgede, o da yine yaban hayatı kökenli ve en son Sakarya ili Kaynarca ilçesi Yeniçam köyünde de aynı şekilde yine sazlık, sulak bir alan, göletin yakınında bir virüs tespit ettik ve 3 kilometrelik alan içerisinde karantina tedbirleri uygulanıyor, kordon tedbirleri uygulanıyor, dezenfeksiyon işlemleri vesaire yapılıyor.

Tabii, Türkiye şeffaf bir ülke, onu da söyleyeyim. Bu hastalıkla mücadelede, başından itibaren Türkiye Cumhuriyeti Tarım Bakanlığı bütün bilgileri kamuoyuyla paylaşmıştır, açık ve şeffaf bir şekilde etkili mücadele yöntemlerini de vatandaşla paylaşmış, bu konuda ilgililerle birlikte bu mücadeleyi gerçekleştirmiştir.

Şimdi, tabii, bazı ülkeler, bizden yumurta ithal eden veya tavuk ürünü, beyaz et vesaire ithal eden ülkeler, biz bu bildirimi yaptığımızda ithalatlarını kestiler, doğrudur. Biz bunlarla ilgili olarak da kanatlı sektörüyle görüşmek üzere onlardan da bilgi aldık, neler yapılacağını onlarla da müşterek görüştük. Örneğin, Gürcistan bizden alıyordu, kesmişti. Biz hemen davet ettik onları. Geldiler, bizim sistemimizi gördüler ve o konuyla ilgili de tatmin olmuş bir şekilde “Tamam, biz bu kararımızı gözden geçiriyoruz, ithalata devam edeceğiz Türkiye'den.” Bu kararı da bize ilettiler. Diğer ülkelerle ilgili olarak da biz aynı şeyi yapıyoruz. Bizim avantajımız şu: Türkiye’de hiçbir profesyonel işletmede, hiçbir büyük ticari işletmede bu hastalık, çok şükür, görülmedi. Bu, Türkiye’nin başarısıdır, Türk veteriner hekimlerinin başarısıdır ve Tarım Bakanlığının tüm teşkilat mensuplarının başarısıdır. Tabii illerde valiliklerimizin ve diğer tüm ilgili kurumlarımızın da burada çok önemli, çok ciddi katkıları vardır. Kısaca, bu, Türkiye’nin başarısı.

Bundan sonra da, biz, bu hastalıkla birlikte yaşamasını öğreneceğiz. Bizim yapmak istediğimiz şey budur, çünkü bu virüsün, kısa süre içerisinde dünyadan, yeryüzünden kalkması hiçbir şekilde söz konusu değil. Bu, dolanımda, tedavülde, belirli sezonlarda, belirli dönemlerde, göç mevsimlerinde, özellikle havaların çok soğuk geçtiği yerlerde. Çünkü bu mikrop, soğuğa dayanaklıdır, sıcağa karşı dayanıksızdır. Soğuk havaların uzun sürmesi hâlinde, bu virüs yaşıyor. Dolayısıyla biz, bununla mücadelemizi asla elden bırakmadan, onunla birlikte, ona rağmen bu sektörümüzü geliştirecek, yürütecek ve daha iyi bir noktaya getireceğiz.

Türkiye’de, kanatlı sektör, beyaz et sektörü, gerçekten birçok sektöre örnek olabilecek tarzda, çok ileri bir noktaya gelmiş durumdadır. Hem hijyenik şartları hem üretimde verimliliği sektörün bütünü itibarıyla dikkate aldığımızda, son derecede başarılı bir sektördür. Daha iyi bir noktaya gelmesiyle ilgili elimizden geleni yapıyoruz.

Şimdi, dünyanın birçok yerinde bu oluyor. Fakat, tabii bütün ülkeler -ticari kaygılarla- bu hastalıkla ilgili durumlarını çok da fazla kimseye söylemiyorlar. Yani konu, bizde bütün şeffaflığıyla, bütün açıklığıyla tartışılıyor. Örneğin, geçen sene İngiltere’de ticari işletmede meydana geldi, Macaristan kökenliydi. Ondan önce Belçika’da, Hollanda’da, İtalya’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde, bütün Batı ülkelerinde, standartları yüksek olan ülkelerin hepsinde, milyonları etkileyen tarzda, bu hastalık görüldü, işletmelerde görüldü ve ona rağmen yapıldı.

Şimdi, Sayın Akcan’ın söylediği bir husus üzerinde biz çalışıyoruz. O, Uluslararası Salgın Hastalıklar Ofisiyle, bu hastalıkla ilgili bildirimde bölgeselleştirme çalışması yapıyoruz. Bunu, biz zaten sektörle de paylaştık. Bu konuda belirli bir bölge esasına indirgemek suretiyle, Türkiye’nin diğer bölgelerinin özellikle beyaz et ve et ürünleri ticaretinden etkilenmemesi için buna ait tedbirlerimizi de alıyoruz, bunun üzerinde de çalışıyoruz.

Tabii, diğer bir konu, ette KDV konusu. Kırmızı ette, özellikle toptan teslim aşamasında katma değer vergisi yeni düzenlemeyle yüzde 1’den yüzde 8’e getirildi. Burada, tabii, bu katma değer vergisinin yükseltilmesi, beyaz et ve balıkla bir paralellik sağlamak, çünkü bunlar birbirine rakip ürünler ve toptan aşamasında bir paralellik sağlanması amacı güdülmüştür. Bundan, bizim özellikle tüketicilerin çok fazla etkilenmeyeceğini düşünüyoruz.

Hükûmet olarak da, geçtiğimiz yıl, gıda maddelerinde aşağı yukarı beş yüze yakın maddede biz katma değer vergisi oranını yüzde 18’den 8’e düşürdük, bazılarını yüzde 8’den yüzde 1’e düşürdük. Yani, gerekli görüldüğü zaman, biz, yüzlerce üründe katma değer vergisini 10 puan rahatlıkla düşürdük, bundan sonra da bu düşürülüyor. Bu, kırmızı etteki, toptan teslimlerdeki katma değer vergisi oranını da bu şekilde mütalaa etmek gerekir.

Bizim, esasen, hayvancılığın geliştirilmesi -özellikle belirli bölgelerde, yani belirli havzalarda, hayvancılığın avantajlı olduğu havzalarda hayvansal üretimin geliştirilmesi- gerek besicilikte gerek süt sığırcılığında geliştirilmesiyle ilgili projelerimiz devreye girdi. Örneğin yirmi dokuz vilayetimizde uyguladığımız bir TARET Projesi var. Bu proje “sözleşmeli besicilik” sistemini hayata geçiriyor. Kredilendirmek suretiyle besicilik yapmak isteyen vatandaşlarımıza düşük faizli olarak kredi veriliyor ve bu besiyle elde ettiği hayvanları Et Balık Kurumu kombinalarına teslim edip orada kestirdiği takdirde kilogram başına 1 YTL de ilave prim uygulaması getiriyoruz. Bu, özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde şu anda uygulanıyor.

Buna benzer, gerek yemle ilgili gerek diğer suni tohumlamayla, bir yandan ırk ıslahıyla ilgili, bir yandan daha iyi besleme, daha iyi bakım şartları, daha çok hastalıkla mücadele etmek suretiyle hijyenik şartları iyileştirme ve böylece hayvansal ürünlerde verimi artırmaya dönük projeler yapılıyor. Bunlar yapıldığı zaman… Keza, yurt içi hayvan hareketlerinin kontrolü amacıyla çeşitli tedbirler alınıyor. Yakında bununla ilgili ilave düzenlemeler de gündeme gelecek ve çok daha ağır -örneğin kayıt dışı olanlarda, kulak küpesi olmayan hayvanların yakalanması durumunda kesim dâhil olmak üzere, onlara el konulduğu yerde kestirilmesi dâhil olmak üzere- müeyyidelerle ilgili bir düzenlememiz de yakında devreye girecek.

Ben, bu sözlerle konuşmamı bitiriyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Arifağaoğlu, kusura bakmayın, ekrana girmişsiniz ama ben görmedim. Herhâlde Artvin’le ilgili bir katkıda bulunacaktınız. Eğer konuşma isteğiniz devam ediyorsa, ben size kısa bir açıklama imkânı vereyim.

METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) – Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki, buyurun Sayın Ağaoğlu, iki dakikalık süre içinde tamamlayın.

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR

1.- Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Artvin ilinin bazı sorunlarına ilişkin açıklaması

METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) – Sayın Başkanım, ben, Çoruh Havzası ile ilgili Çevre ve Orman Bakanı Sayın Eroğlu’na sormak istiyorum.

Biliyorsunuz, Deriner Barajı’na 1998 yılında başlanmıştı ve 2005 yılında bitirilmesi planlanmıştı. Ancak Deriner Barajı iki kere durdurulmuştur. 2,1 milyar kilovat saat elektrik üretecekti yılda. Bu, yaklaşık 200 milyon dolar yapar, dolayısıyla üç yılda 600 milyon dolar heba edilmiştir. 2008 yılı bütçesi veya ödeneği 65 milyon dolardır. Benim aldığım bilgiye göre, Ardanuç ve Şavşat yolları yapımı durdurulmuştur. İlgili firma “Ancak bu ödenek gövdeye yeter.” diyor. Bu konuda ek bir önlem düşünüyor musunuz?

İkinci sorum: Seçimlerden önce Yusufeli Barajı’na, şantiye çalışmalarına başlandı, şantiye kuruldu. Hâlen daha baraj inşaatına neden başlanamamıştır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Akcan da girmiş ama, Sayın Akcan konuşmuştu. Sayın Bakanlarımız da burada, huzurda bulunuyorlar. Beraberce görüşerek, sorunları hâlledebilirsiniz. Onun için, bu hususu tamamlıyoruz.

Şimdi, gündem dışı üçüncü söz, Bir Kısım Motorlu Karayolu Taşıtlarının Piyasadan Çekilmesi Hakkında Tebliğ ve nakliyecilerin sorunları konusunda söz isteyen Hatay Milletvekili Sayın Fuat Çay’a aittir.

Sayın Çay, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI (Devam)

3.- Hatay Milletvekili Fuat Çay’ın, Bir Kısım Motorlu Karayolu Taşıtlarının Piyasadan Çekilmesine İlişkin Tebliğ uygulamalarından kaynaklanan olumsuzluklar ile nakliye ve şoför esnafının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı

FUAT ÇAY (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Ulaştırma Bakanlığının çıkarmış olduğu 49 no.lu tebliğ ve diğer kararlarla, özellikle nakliye ve şoför esnafını mağdur eden bu uygulamayla ilgili konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, yaşadığımız günlerde kamuoyunda var olan tartışma, Meclisin gündemini işgal eden türban, artık Türkiye’nin bütün sorunlarını bir tarafa bırakmış, insanlar türbanla yatıp kalkmaktadır ve gerçekten AKP burada bir başarı sağlamıştır. Türkiye’nin sorunları üzerine tamamen bir türban örttü, dolayısıyla, esnaftı, işçiydi, işsizlikti, yoksulluktu, ondan sonra, yetimdi, maaştı, şuydu, bunlar unutuldu. O nedenle, kürsüye gelirken “Ya, şimdi bu kadar önemli konu varken şoför esnafıyla mı ilgileneceksiniz?” gibi istihzayla karşılanan bir tutum sergilenmekte.

Değerli arkadaşlarım…

FATİH METİN (Bolu) – Ne alakası var?

FUAT ÇAY (Devamla) – Siz mi söylediniz?

FATİH METİN (Bolu) – Nereden çıkarıyorsunuz?

FUAT ÇAY (Devamla) – Üzerinize almayın o zaman.

FATİH METİN (Bolu) – Bunu nereden çıkarıyorsunuz?

FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) – Öyle bir şey yok.

FUAT ÇAY (Devamla) – Siz üzerinize almayın. Eğer siz söylediyseniz mesele yok.

BAŞKAN – Sayın Metin… Arkadaşlar, dinleyelim. Sayın Bakan cevap verecek.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Gündem dışı konuşuyor, ona da sataşıyorsunuz.

FUAT ÇAY (Devamla) – Bu arada, Ulaştırma Bakanlığının çıkardığı tebliğle yirmi yaş ve üstü araçların C belgesinin iptaline, otuz beş yaş ve üstü araçların da piyasadan çekilmesine karar alınmıştır. Tabii, şoför esnafının derdini, sorunlarını hepimiz biliyoruz. Kolay kolay başı dertten eksilmez; vergi borcu var, SSK borcu var, Bağ-Kur borcu var, lastikçiye borcu var, petrol fiyatının yüksekliği, rekabet, kaçak petrol ve buna benzer sorunlarla uğraşırken, şimdi, ekmek teknesi olarak gördüğü aracı piyasadan geri çekilecek.

Bildiğiniz gibi, Türkiye’de, nakliye filosu itibarıyla Hatay Türkiye’nin birinci ya da ikinci sırasındadır ve bu yirmi yaş ve üstü olan araçlar Hatay’ın genellikle kırsal kesimlerinde ve yoksul bölgelerinde kullanılmaktadır ve bunlar genellikle Orta Doğu taşımacılığında kullanılmaktadır. Ki, Hatay nakliye filosu, Türkiye’deki yaş sebze, meyve nakliyesinin yüzde 60, yüzde 65’ini yapmakta, Orta Doğu ihracatının yüzde 95’ini karşılamaktadır. Bu sorunlarla insanlar uğraşırken çıkarılan tebliğle yaklaşık on beş bin araç… Bu sene için on beş bin araç, çünkü bu sorun bu sene bitmiyor, gelecek sene de devam eder, her sene her araç bir sene yaş itibarıyla yaşlandığı için yine sorun devam edecektir.

Şimdi, diğer araçların çoğu Hatay, Mersin, Adana, Gaziantep, Urfa, Mardin, Şırnak, Batman, Kilis yörelerinde ve genellikle işsizliğin en yoğun olduğu bölgelerde ve Türkiye açısından önem taşıyan bir bölgede, bu araçların geri çekilmesiyle birlikte, ciddi anlamda daha büyük bir işsizlik ve daha büyük sosyal sorunlar da meydana gelecektir.

Şimdi, burada bakın size bir örnek vereceğim: Bu nakliyecilerden birisi Latif Tekin diye bir arkadaşımız -arkadaşımız iyi biliyor, Fevzi Bey- üç eşli, yirmi beş çocuk sahibi. Hani üç eşliye arkadaşlarımız sıcak bakarlar ya da hoşgörürler, yirmi beş çocuk da Allah vergisi! 82 model arabası var, başka hiçbir geliri yok. Şimdi, bu ve buna benzer arkadaşlarımızın -ki çoğu kırsal kesimde olduğu için çok çocuklu aileler- arkalarında Başbakan yok, çocukları gemi alsın; arkalarında Maliye Bakanı yok, çocukları mısır, yumurta satsın, köşe dönsün. Bunlar Cumhurbaşkanı çocukları değil, Malezya’dan patent alıp Türkiye’de mısır satsınlar. Bunlar mısır üretirler, ama mısırın değerini, daha doğrusu maliyetini çıkarmazlar, ama ticaretini başkaları yaparlar.

Şimdi, burada daha evvel nakliyecilere teşvik verilmiş, büyük patronlar aldı, ama şoför esnafı bu teşvikten faydalandırılmadı. Bunların da lobileri olmadığı için tabii ki gemilere, uçaklara verilen ÖTV’siz

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çay, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

FUAT ÇAY (Devamla) - …yakıttan faydalandırılmamıştır.

Şimdi, Sayın Başkan, Sevgili Sayın Bakanım buradayken, şimdi bakın, bu rakının sadece özelleştirilmesiyle birlikte Teksaslı patron bir yılda 800 milyon dolar vurgun vurdu. Türkiye’de Ofer bir gecede 700 milyon dolar vurgun vurdu.

Bunların istedikleri nedir? Bunların istedikleri 1970 modele kadar, 72 modele kadar olan araçlar piyasadan çıkarılsın, diğerleri yıl itibarıyla kademeli olarak kaldırılsın. Ayrıca, bunlara teşvik verilsin, kredi verilsin, faizsiz ya da düşük faizli ve bu kredi çıkana kadar C yetki belgesi iptal edilmesin.

Sayın Başkan, çünkü bunlar Orta Doğu’ya ihracat, daha doğrusu nakliyat yapıyor ve üç beş ayda bu sorun çözülür. Bu sorun şimdi çözülmediği zaman ileriki yıllarda sürekli devam edecektir.

Sayın Ulaştırma Bakanının bu konudaki iyi niyetine güveniyorum. Çözüm bulunacağına inanıyor, saygılar sevgiler sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çay.

Gündem dışı konuşmaya Ulaştırma Bakanımız Sayın Binali Yıldırım cevap vereceklerdir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ULAŞTIRMA BAKANI BİNALİ YILDIRIM (Erzincan) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Hatay Milletvekili Sayın Fuat Çay’ın, Bir Kısım Motorlu Karayolu Taşıtlarının Piyasadan Çekilmesi Hakkındaki Tebliğ ve nakliyecilerin sorunlarıyla ilgili gündem dışı konuşmasını cevaplamak için huzurunuzdayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamın başında, geçtiğimiz gün Almanya’da bir yangın sonucu hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum ve bu yangınla ilgili sonuçların, araştırmaların bir an önce sonuçlandırılarak bu konunun aydınlatılması temennisinde bulunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kara yolu taşımacılığı faaliyetleri, ülkemizde yıllardan beri gelişen ekonomik, sosyal şartlara rağmen, yasal bir düzenlemeden yoksun olarak devam etmiştir. Sektör devamlı büyümesine, arz ve talep dengesinin sürekli arz fazlalığı olarak artmasına rağmen, bu konuda rekabet gücümüzü arttıracak hiçbir tedbir alınamamış ve yasal bir düzenlemeye maalesef gidilememiştir.

İlk defa, 2003 yılında yüce Meclisin ittifakla onayladığı 19 Temmuz 2003 tarih ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu bu Mecliste kabul edilmiş ve bu Kanun’la, sektörün rekabet gücünün arttırılması, arz-talep dengesine göre yeniden yapılanması öngörülmüştür.

Bu Kanun’da esas aldığımız üç kriter var. Taşımacılık sektöründe mesleki yeterlilik, mali yeterlilik ve mesleki saygınlık gibi evrensel kriterleri içeren bu üç kriterle sektörün yeniden yapılandırılmasıdır. Bu Kanun çıktıktan sonra, gayet tabii ki bir dizi ikincil düzenlemeleri de yapmak gerekiyordu. Zira, taşımacılığımızla ilgili yetkiler değişik bakanlıklara dağıtılmış durumdaydı. Örneğin, araçların boyut ve ağırlık kontrolü Bayındırlık Bakanlığı Karayolları Genel Müdürlüğünde, yine, araçların fennî muayenesi Karayolları Genel Müdürlüğünde, yolların yapılması Bayındırlık Bakanlığı Karayollarında, ayrıca araçların tescili de İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünde.

Bu Kanun’la birlikte on beş taşımacılık türü tanımlanmış ve bu on beş tür içerisinde otuz dokuz farklı belge düzeniyle sektör yeniden yapılandırılmıştır. Yapılan bu çalışmalar sonucunda, bugün itibarıyla, sektörün bütün, iştigal eden, gerek taşımacılar gerek yük organizatörleri gerek uluslararası yolcu araç taşımacıları belge düzenine kavuşmuş ve elimizde bire bir, sağlıklı bir envanter çıkarılmıştır.

Bugün 13.00 itibarıyla toplam işletme belge sayısı 277.371, kayıtlı toplam araç miktarımız 693.314’tür. Bu araçların 640.962’si öz mal, yani taşımacıların kendi malı; 52.352’si ise sözleşmeli araçtır, yani bir başkasından kiralanmış araçlardan oluşmaktadır.

Böylece, gerek yurt içi gerek yurt dışı taşımacılık yapan bütün taşımacılarımızın anbean takibini yapabilmekteyiz. Bugün bu saatte bir trafik tescili olan, sektöre katılan veya bugün sektörden ayrılan bir taşımacımızı biz takip eder hâle geldik. Eskiden ne kadar aracımız var, ne kadar taşımacımız var, taşımacılıkta rekabet gücümüz ne, hangi tedbirleri ne zaman almamız gerektiği konusunda maalesef herhangi bir fikrimiz yoktu. Bunu böylece aşmış oluyoruz.

Ama takdir edersiniz ki değerli milletvekilleri, elli yıldır düzenlemeye tabi tutulmamış ve sağlıksız büyümüş bu sektörün bir düzene girmesi, sektörün arz talep dengesinin sağlanması bugünden yarına olacak bir iş değildir. Onun için, kanunu çıkardıktan sonra bir dizi ikincil düzenleme yaptık.

Bu ikincil düzenlemeler başlıca: Araç muayene istasyonlarını Bayındırlık Bakanlığından Bakanlığımıza aldık ve bunların yurdun her yerinde 189 sabit, 25 seyyar istasyon olarak yeniden açılması ve denetlemelerin Avrupa Birliği normlarına göre yapılması için çalışmalar süratle yapılıyor, istasyonlar birer birer devreye giriyor.

Ayrıca, bu kapsamda, bütün taşımacılarımızı mesleki yeterlilik eğitiminden geçirdik. Gazi Üniversitesiyle yaptığımız bir işbirliğiyle, 1 milyonun üzerindeki sürücümüzü bu kurslardan geçirdik ve sürücü belgelerini verdik.

Yine bu kanun kapsamında, Irak’ta terör nedeniyle hayatını kaybeden şoförlerimize, yakınlarına tazminat verdik 40 bin YTL’ye kadar. Bu tazminatlardan, bugüne kadar 7 milyon YTL mağdur ailelere dağıtılmıştır.

Ayrıca, Tehlikeli Madde Taşıması Sözleşmesini yine bu Meclisten geçirerek ülkemizin taraf olmasını sağladık. En önemlisi, araçların boyut ve ağırlık kontrolünü de Bayındırlık Bakanlığından Bakanlığımıza aldık. Bu uygulamayla, yılda sadece 30-40 bin araç denetimden geçirilirken, Bakanlığımıza bu uygulamanın geçmesiyle birlikte, değerli milletvekilleri, dört ay içerisinde kontrol edilen araç sayısı 650 bindir.

Şimdi, 200 yeni modern ön iş tanımalı kantar vasıtasıyla da tüm kavşak yollarına, bu kantarları yük çıkış noktalarına koymak suretiyle ağırlık kontrolünde etkin denetimi mutlaka gerçekleştireceğiz. Bu çok önemli. Bu başlangıçta çok büyük direnç gördü. Ama unutmayalım ki piyasada 860 bin aracımız var, bunların sadece 500 bini iş bulabiliyor, 360 bin aracımız sürekli boş. Bunların yük bulabilmesinin tek şartı muhakkak ve muhakkak istiap haddinin daha fazlasını taşımaya zorlanmalarıyla mümkün. 20 tonluk araç varsa taşımacıya 30 ton hatta 40 ton yüklemesi isteniyor, aksi hâlde iş verilmeyeceği ifade ediliyor. Bu da birkaç sorunu beraberinde getiriyor. Bir tanesi ne? Bir kere, emniyet, yolların emniyeti. Hem taşıyanı hem trafikte seyredenlerin emniyetini ciddi oranda riske atıyor. Ayrıca, yirmi beş yıllığına imal ettiğimiz yollarımızın iki yıl bir süre içerisinde aşınıp yeniden yapılmasını ve haksız rekabet -yasalara uyan, istiap haddinin üstünde yüklemeyenle yükleyenin- içerisinde olması sonucunu da getiriyor. Bu mahsurları ortadan kaldırmak için burada hiçbir müsamaha göstermiyoruz. Bunun için sizlere şikâyetler de gelebilir ama kalıcı, sağlıklı bir sektörel yapının oluşturulması için biz bunu yapmak zorundayız. Başka da çıkış yolumuz yok. Bunu etkin uygulamak için bir şey daha yaptık. Yine bu yüce Mecliste bir düzenleme yaptık. Cezayı sadece taşıyana değil, yükü taşıttırana da vermek suretiyle yük taşıtmak isteyen ambarcıların, yük sahiplerinin taşımacılarımızı bu haksız rekabet ortamında zorlamalarının önüne geçtik.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın Milletvekilimizin gündeme getirdiği yirmi yaş üzerindeki araçların hurdaya çıkarılması yönündeki 49 sayılı Tebliğ üzerine sizleri bilgilendirmek istiyorum. Şu anda uluslararası sefer yapan Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Mardin, Şanlıurfa, Batman, Şırnak illerimizde toplam 41.251 çekici, 15.403 kamyonumuz mevcut. Hatay’ı söyleyecek olursak: 5.499 çekicimiz var ve 172 kamyonumuz var. Peki…

FUAT ÇAY (Hatay) – 172 bin mi?

ULAŞTIRMA BAKANI BİNALİ YILDIRIM (Devamla) - Sadece 172, uluslararası… Tamamını söylemiyorum. Sadece yurt dışına çalışan filoyu söylüyorum: 5.499 çekici, 172 kamyon. Bunların 1987 ve daha öncesi modellerinin sayılarını veriyorum: 837 çekici, 10 tane kamyon var. Yani, 5.499’a karşılık 837’si 87 yılından önce, 172 kamyona mukabil de 10 tanesi 1987 yılından önceki bir modele sahip. Görüldüğü gibi, sayılar çok da fazla değil. İster fazla olsun ister olmasın, gayet tabii ki taşımacılarınızın sorunu bizim sorunumuzdur.

Burada ne yapıyoruz, bu tebliğ neyi öngörüyor, isterseniz onu bir açıklayayım: Bu tebliğe göre ilk iki yıl, 72 ve öncesi modele sahip kamyon, tanker, otobüs –ki, bunların sayısı 59.442- bunları piyasadan çekeceğiz. Dün bunun başlangıcını yaptık ve 55 model, benimle aynı doğum tarihine sahip bir kamyonun çekini ödeyerek 7 milyon, 7 milyar YTL…

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – 7 bin YTL.

ULAŞTIRMA BAKANI BİNALİ YILDIRIM (Devamla) – 7 bin YTL, 7 milyar TL ödemek suretiyle bu aracı Makina Kimyaya teslim ettik ve bu alımlar devam ediyor.

Teşekkür ederim düzeltme için.

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Estağfurullah.

ULAŞTIRMA BAKANI BİNALİ YILDIRIM (Devamla) – Bizim eski rakamlara henüz alışkanlığımız kaybolmadı, onun için.

Tabii, burada, bir program dâhilinde bunu yapıyoruz. Dikkatinizi çekiyorum, sadece 72 yılından öncekilerin sayısı yaklaşık 60 bin. Bunu 87’ye doğru getirdiğimizde sayı çok daha da artacak ve bu 60 binin parasal değeri 350 trilyon. Biz bu 350 trilyonu taşımacılarımıza ödeyeceğiz Bakanlık olarak.

İkinci kademede de 87 ve daha sonra, -tabii, bu rakam 88, 89 olacak- yirmi yaşın üzerinde de gelen araçları aynı usulle biz alacağız ve filonun böylece yenilenmesini, rekabet gücü kazanmasını sağlayacağız.

Bunu niye yapıyoruz? Bunu şunun için yapıyoruz Sayın Çay: Diğer ülkeler de bunu uyguluyor. 1 Mart 2008 tarihinden itibaren bizim ticaret yaptığımız ülkeler de yirmi yaş uygulamasına gidiyor. Bu karşılıklı bir uygulamadır.

Peki, buradaki sorunu nasıl aşacağız? Bu insanlar ne yapacaklar? Buna da bir formül geliştirdik. Ben bu vesileyle onu da açıklamak istiyorum. İsteyen, aracını hurdaya vermek suretiyle ya tamamen sektörden çekilebilir veya yenisini alabilir. Ama, aldığı hurda bedeliyle yenisini almasına imkân yok. Onun için ne yapıyoruz? Onun için Halk Bankasıyla görüştük. Halk Bankası, Ulaştırma Bakanlığı ve taşımacı kooperatifleri, kefalet kooperatifleriyle birlikte, isteyen taşımacılarımıza uygun şartlarda kredi temin ediyoruz. Böylece, hem aracını yenilemiş olacak hem de taşımacılıkta kendi namına da ülkemizin rekabet gücü açısından da önemli bir avantajı yakalamış olacak.

Gayet tabii, bu sektörün elli yılı aşan sorunlarının beş yılda tamamen çözülmesini bekleyemeyiz. Ama büyük oranda yol aldığımızı ifade etmek istiyorum. Bunu da nasıl sağladık? Taşımacılarımızla oturduk, her seferinde konuştuk, onları dinledik, onların yaşadıkları sorunları dikkate alarak çözümler ürettik. Bu uygulamayı da hatırlarsanız, 2004’ün 26 Şubatında başlaması gerekir iken ülkemizin gerçeklerini, taşımacılarımızın içinde bulunduğu durumu da dikkate alarak bugüne kadar erteledik. Eğer bu bahsettiğim yenileme projesinden de yeterince sonuç alamaz isek iki şey yapacağız. Bunun bir tanesi, yirmi yaş üzerindeki araçların -az önce söyledim- 72 ve daha öncesini alıyor idik, bunu hızlandıracağız, 87’ye kadar olanları da almaya başlayacağız. Bu bir opsiyon veya hâlâ sorun devam ediyorsa -bunu arkadaşlarımız birliklerle görüşüyorlar- bu süreyi bir kez daha karşılıklı ülkelerle görüşmek suretiyle uzatmanın yollarını arayacağız. Bu, bizim tek taraflı bir uygulamamız değildir.

FUAT ÇAY (Hatay) – Araplar dâhil midir?

ULAŞTIRMA BAKANI BİNALİ YILDIRIM (Devamla) – Evet, Orta Doğu ülkeleri, Avrupa ülkeleri dâhil bu uygulamayı başlatmaktadır. Bu, karşılıklı bir uygulamadır. Ama özellikle bu bölgenin, Suriye, Irak bölgesinin özel şartlarını biz biliyoruz. Yıllardan beri de biz, bu kanundan doğan vecibeleri o bölgede mümkün mertebe taşımacılarımızın hayatını kolaylaştıracak şekilde esneterek uyguladık, birçok istisnaları bugüne kadar uyguladık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakanım, konuşmanızı tamamlayın lütfen.

ULAŞTIRMA BAKANI BİNALİ YILDIRIM (Devamla) – Ama bu istisnaları çok daha da sürdürmenin taşımacılarımızın yararına olmadığını söylemek istiyorum. Onların güçlenmesi lazım. Hurda araçlarla ancak araçların hareket etmesi… Bütün kazançlarını ona veriyorlar. Araçlarının yenilenmesi, onların da yaptığı işten mutlu olmalarını sağlamak için bunları yapıyoruz. Yoksa amacımız hiçbir zaman taşımacılarımızın işini zorlaştırmak, onların işlerine engel olmak değil. Aksine, onların gittikçe zorlaşan rekâbet şartlarında ayakta kalabilmeleri için tedbirler alıyoruz. Bu tedbirleri eğer bugün almazsak bu tedbirlerin bedeli ileride çok daha büyük olacaktır. Ben bu bilgileri verdikten sonra yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

FUAT ÇAY (Hatay) – Bir şey sorabilir miyim Sayın Bakanım?

Şimdi, Sayın Başkanım, çözüm noktasına dönük olarak bir soru sorabilir miyim?

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Bakan burada. Bakanlar Kuruluna geçecek. Sayın Çay, orada konuşabilirsiniz.

FUAT ÇAY (Hatay) – Hayır, bir cümle Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hayır, o şekilde olmaz. O zaman çıkamayız işin içinden.

Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum, size de teşekkür ediyorum.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

Buyurun.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER

1.- Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubunda Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın istifasıyla boşalan yedek üyeliğe, AK Parti Grubunca tekrar aday gösterilen Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu’nun üyeliğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/277)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubu yedek üyeliğinden istifasıyla boşalan üyelik için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2. maddesinin (a) fıkrası uyarınca, AK Parti Grup Başkanlığınca tekrar aday gösterilen Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu’nun üyeliği hususu, TBMM Başkanlık Divanı’nın 3.10.2007 tarih ve 5 sayılı Kararı’nı müteakiben Genel Kurul’un bilgisine sunulur.

                                                                                                            Köksal Toptan

                                                                                                 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır. Önergeleri okutuyorum:

B) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 26 milletvekilinin, sanayi sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/117)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bugün; yetersiz sermaye birikiminin dışında, makroekonomik istikrarı sağlamaktaki güçlükler, yüksek vergiler, sermayenin ve temel sınai girdilerin yüksek maliyetleri, teknolojik gelişmelere ayak uydurma konusundaki zorluklar, yenilik ve yeni teknoloji üretmede yetersizlik Türk sanayiinin rekabet gücünü olumsuz olarak etkileyen unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle son beş yıldan bu yana; gerek dünya, gerekse Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeler, dışsal şok ve dalgalanmalar nedeni ile özellikle üreten kesimlerde, uygulanan ekonomi politikalarına yönelik eleştiriler gittikçe artmaya başlamıştır. KOBİ niteliğine sahip sanayicimiz ve üreticilerimiz sorunlarına yönelik şikâyetlerini, son birkaç yıldan bu yana sıklıkla dile getirmeye başlamışlardır.

Dünyadaki mevcut ve muhtemel gelişmeleri, bilim ve teknolojideki eğilimleri, diğer sektörlerle etkileşimi, sosyal yapıdaki değişim ve ihtiyaçları da dikkate alarak, Türkiye'nin sürdürülebilir sanayi stratejisine yönelik bir çerçeve tasarlanmasını ve kayıt dışı istihdamın kayıt altına alınması, işgücü üzerindeki vergi yükünün azaltılması, istihdam destek hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve girişimciliğin teşvik edilerek ilave istihdam yaratılması ile dinamik bir sınai işgücü oluşturulması araştırılarak güncel sanayi politikaları oluşturmak elzem olmuştur.

Gerekçesini ekte arz ettiğimiz ve araştırma sırasında belirlenecek nedenlerle "Sanayi Sektörü ve Sanayicilerimizin Sorunları ve Çözüm Önerilerinin Araştırılması ve Gerekli Önlemlerin Alınması" amacıyla Anayasanın 98 inci TBMM İç Tüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz. 31/01/2008

1) Ahmet Kenan Tanrıkulu             (İzmir)

2) Oktay Vural                               (İzmir)

3) Mehmet Şandır                           (Mersin)

4) Ümit Şafak                                 (İstanbul)

5) Abdülkadir Akcan                      (Afyonkarahisar)

6) Sabahattin Çakmakoğlu              (Kayseri)

7) Ali Uzunırmak                           (Aydın)

8) Durmuşali Torlak                       (İstanbul)

9) Mustafa Kalaycı                         (Konya)

10) Kadir Ural                                (Mersin)

11) Beytullah Asil                          (Eskişehir)

12) Zeki Ertugay                             (Erzurum)

13) Mümin İnan                             (Niğde)

14) İsmet Büyükataman                  (Bursa)

15) Münir Kutluata                         (Sakarya)

16) Kamil Erdal Sipahi                   (İzmir)

17) Recep Taner                             (Aydın)

18) Yılmaz Tankut                          (Adana)

19) Hasan Çalış                              (Karaman)

20) Mustafa Enöz                           (Manisa)

21) Emin Haluk Ayhan                  (Denizli)

22) Şenol Bal                                  (İzmir)

23) Hasan Özdemir                        (Gaziantep)

24) Murat Özkan                            (Giresun)

25) Ahmet Bukan                           (Çankırı)

26) Hakan Coşkun                         (Osmaniye)

27) Metin Ergun                             (Muğla)

Gerekçe:

Türkiye'de 1963'ten beri uygulanan beş yıllık kalkınma planı dönemlerinde "Sanayiye dayalı büyüme" temel amaçlardan biri olmuştur. Ancak, 1980 yılı öncesi ve sonrasında benimsenen sanayileşme stratejileri ve uygulanan ekonomi politikaları büyük farklılıklar arz etmiştir. 1980 yılına kadar ithal ikamesi politikası uygulanmış; 1980 yılından sonra ise, ihracata dönük sanayileşmenin uygulamaya konulmasıyla, piyasa ekonomisinin ilke ve esaslarının geliştirilmesi yönünde önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

Bugün; yetersiz sermaye birikiminin dışında, makroekonomik istikrarı sağlamaktaki güçlükler, yüksek vergiler, sermayenin ve temel sınai girdilerin yüksek maliyetleri, teknolojik gelişmelere ayak uydurma konusundaki zorluklar, yenilik ve yeni teknoloji üretmede yetersizlik, Türk sanayiinin rekabet gücünü olumsuz olarak etkileyen unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Küçük ölçekli sanayi işletmeleri ise; sınırlı kapasiteleri, verimlilik, kalite, pazarlama, teknik bilgi ve finansman alanlarında sorunlar yaşamaktadırlar. Ayrıca, haksız bir rekabet ortamı oluşmasına neden olan kayıt dışı istihdam önlenememektedir.

Sanayi; olabildiğince yerel kaynakları harekete geçiren, çevre normlarına uygun üretim yapan, tüketici sağlığını ve tercihlerini gözeten, yüksek nitelikli işgücü kullanan, stratejik yönetim anlayışını uygulayan, ar-ge'ye önem veren, teknoloji üreten, özgün tasarım ve marka yaratarak uluslararası pazarlarda yerini alan bir yapıya acilen kavuşturulmalıdır.

Türkiye'de sanayi politikalarının temel amacı artan dünya rekabet şartları altında sanayimizin rekabet gücünü ve verimliliğini artırarak dışa dönük bir yapı içerisinde sürdürülebilir büyümeyi sağlamayı hedeflemelidir. Bu bağlamda, oluşturulacak sanayi politikamız; girişimcilerin ve işletmelerin inisiyatif alabilecekleri, fırsatlar yaratabilecekleri ve potansiyellerini kullanabilecekleri, rekabete açık bir iş ortamını geliştirmeyi hedeflemek olmalıdır.      .

AB ve OECD ülkeleri ile yapılan kıyaslama ise en pahalı elektriğin Türk sanayi tarafından kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Bunun yanı sıra 2008 yılında elektrik zammına ilaveten doğalgaza yapılan zam, finansal kiralama'daki (leasing) KDV artışı, SSK işveren prim yükünün ağırlığı sanayicimizin rekabet konusunda elini iyice zayıflatmıştır.

Özellikle son beş yıldan bu yana; gerek dünya, gerekse Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeler, dışsal şok ve dalgalanmalar nedeni ile özellikle üreten kesimlerde, uygulanan ekonomi politikalarına yönelik eleştiriler gittikçe artmaya başlamıştır. KOBİ niteliğine sahip sanayicimiz ve üreticilerimiz sorunlarına yönelik şikâyetlerini, son birkaç yıldan bu yana sıklıkla dile getirmeye başlamışlardır.

Unutulmamalıdır ki; hükûmetler ve bürokrasinin, zemin hazırlayıcı ve yönlendirici desteği olmaksızın, işletmelerin çabası sonuçsuz kalacaktır.

Teşvik, istihdam, eğitim, finansmana erişim, teknoloji ve ar-ge konuları sanayinin gelişimi için önem arz etmektedir.

Yukarıda sunulan ve araştırma sırasında belirlenecek nedenlerle Anayasanın 98 ve TBMM İç Tüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca "Sanayi Sektörü ve Sanayicilerimizin Sorunları ve Çözüm Önerilerinin Araştırılması" için bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

2.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 39 milletvekilinin, kayıp ve kaçak elektrik sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kaçak elektrik kullanımı ve kayıplar konusunda ülkemizin içinde bulunduğu durumun araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98. ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca araştırma açılmasını saygılarımla arz ve talep ederiz.

1) Hasan Çalış                                      (Karaman)

2) Reşat Doğru                                     (Tokat)

3) Oktay Vural                                      (İzmir)

4) Ahmet Kenan Tanrıkulu                   (İzmir)

5) Mehmet Şandır                                 (Mersin)

6) Sabahattin Çakmakoğlu                    (Kayseri)

7) Ümit Şafak                                       (İstanbul)

8) Mümin İnan                                      (Niğde)

9) Süleyman Nevzat Korkmaz              (Isparta)

10) Gürcan Dağdaş                               (Kars)

11) Münir Kutluata                               (Sakarya)

12) İzzettin Yılmaz                                (Hatay)

13) Mustafa Enöz                                 (Manisa)

14) Akif Akkuş                                    (Mersin)

15) Recep Taner                                    (Aydın)

16) Mehmet Akif Paksoy                     (Kahramanmaraş)

17) Ali Uzunırmak                                (Aydın)

18) Durmuşali Torlak                           (İstanbul)

19) Osman Çakır                                  (Samsun)

20) Hasan Özdemir                               (Gaziantep)

21) Atila Kaya                                      (İstanbul)

22) Rıdvan Yalçın                                 (Ordu)

23) Ertuğrul Kumcuoğlu                       (Aydın)

24) Yılmaz Tankut                                (Adana)

25) Emin Haluk Ayhan                         (Denizli)

26) Osman Ertuğrul                              (Aksaray)

27) Bekir Aksoy                                   (Ankara)

28) Kamil Erdal Sipahi                         (İzmir)

29) Mustafa Kalaycı                             (Konya)

30) Ahmet Orhan                                  (Manisa)

31) Erkan Akçay                                   (Manisa)

32) Cemaleddin Uslu                            (Edirne)

33) Mehmet Günal                                (Antalya)

34) İsmet Büyükataman                        (Bursa)

35) Hakan Coşkun                                (Osmaniye)

36) Zeki Ertugay                                   (Erzurum)

37) Necati Özensoy                              (Bursa)

38) Hamza Hamit Homriş                     (Bursa)

39) Süleyman Turan Çirkin                  (Hatay)

40) Mehmet Ekici                                 (Yozgat)

Gerekçe:

Ülkemizde, kaçak elektrik kullanımı bir türlü önlenemeyen ve önlenemediği için de devleti büyük ölçüde maddi zarara uğratan önemli bir sorundur.

Türkiye'nin enerji krizine girmemesi için mutlaka kayıp kaçak elektrik konusunda önlem alması gerekmektedir. Bu önlem konusunda, Türkiye'nin kapsamlı bir kayıp kaçak elektrik haritası çıkartılmalıdır. Resmi rakamlara göre; kimi illerimizde kaçak elektrik kullanımı yüzde 60-70 oranlarına kadar dayanmıştır. Kaçak elektrik kullanımı ile mücadele konusunda tüm kamu kurum ve kuruluşlarımıza görev düşmektedir. Ülkemizdeki toplam yıllık kayıp kaçak elektrik oranı ortalama yüzde 17-20 civarında gerçekleşmektedir.

Ülkemizde enerji politikaları ithal doğal gaz ve petrole bağımlı olarak sürdürülmektedir.                Ülkemizde kullanılan elektriğin yüzde 25'i su kaynaklarıyla, yüzde 44'ü de ithal edilen doğal gazla üretilmektedir. Elektrik üretiminde ülkemizin dışa bağımlı olması başta sanayi çevreleri olmak üzere toplumun her kesimini olumsuz yönde etkilemektedir. Birilerinin doğal gaz vanalarını birazcık kısması veya tamamen kapatması hepimizi heyecanlandırmaktadır.

Dünyada meydana gelen küresel ısınma ve etkileri her alanda kendini hissettirmektedir. Yağışların azalması, su kaynaklarının kuruması ve buna bağlı olarak barajlarımızda su seviyesinin düşmesi sudan sağlanan elektrik üretimini de etkileyecektir. Kayıp kaçak elektrik, ülkemizde sudan üretilen elektriğin neredeyse tamamına yakınının kaybolup gitmesine neden olmaktadır. Bu bakımdan, kayıp kaçakların önlenmesi ve ekonomiye kazandırılması ülkemiz açısından hayati önem taşımaktadır.

Ülkemizi karanlık günlere teslim etmemek için zamanında tedbir alınmalıdır. Elektrik kesintileri sanayi ve günlük hayatı olumsuz yönde etkilenecektir. Kayıp kaçakların önlenmesi yüksek elektrik fiyatlarını da düşürecektir. Elektrikte fiyat artışlarına en büyük sebep, kayıp kaçak ve ithal doğal gazdan yapılan üretimlerdir. Türk sanayisi, OECD ülkeleri içinde İtalya ve Japonya'dan sonra en pahalı elektrik kullanan ülkeler arasında yer almaktadır.

Kaçak elektrik kullanımı tüm denetimlere rağmen bazı bölgelerimizde maalesef önlenemez hale gelmiştir. Bu ve buna benzer konuların tümü ülkemizin gelecekteki elektrik talebinin karşılanması açısından araştırılmalıdır. Ülkemizde ortaya çıkan kayıp kaçak elektrik oranı OECD ülkelerinin tümünden fazladır. Kayıp kaçak elektrik kullanımının Türkiye'ye yıllık faturası da ortalama olarak 1,5 milyar dolar civarındadır.

Ülkemizdeki kayıp kaçak oranı AB ülkelerinde ortaya çıkan kayıp kaçak oranlarının iki katıdır. Kayıp kaçak elektrik kullanımını önleyerek, ülkemizi dışa bağımlı olmaktan kurtarmamız gerekmektedir. Kaçak elektrik konusu ekonomik ve sosyal boyutları ile masaya yatırılarak araştırılmalıdır.

Kayıp kaçak elektrik kullanımının önlenmesi konusunda Meclisimize büyük görev düşmektedir. Yüce Meclisimizin bu görevi yerine getirmesi için Anayasa’nın 98. ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması gerekmektedir.

3.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 39 milletvekilinin, denizlerdeki kirliliğin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/119)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Denizlerimizdeki kirlilik ve kirliliğe neden olan etkenlerin araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98. ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca araştırma açılmasını saygılarımla arz ve talep ederiz.

1) Ahmet Kenan Tanrıkulu             (İzmir)

2) Reşat Doğru                               (Tokat)

3) Oktay Vural                               (İzmir)

4) Hasan Çalış                                (Karaman)

5) Mehmet Şandır                           (Mersin)

6) Sabahattin Çakmakoğlu              (Kayseri)

7) Ümit Şafak                                 (İstanbul)

8) Mümin İnan                               (Niğde)

9) Süleyman Nevzat Korkmaz        (Isparta)

10) Gürcan Dağdaş                        (Kars)

11) Münir Kutluata                         (Sakarya)

12) İzzettin Yılmaz                         (Hatay)

13) Mustafa Enöz                           (Manisa)

14) Akif Akkuş                              (Mersin)

15) Recep Taner                             (Aydın)

16) Mehmet Akif Paksoy               (Kahramanmaraş)

17) Ali Uzunırmak                         (Aydın)

18) Durmuşali Torlak                     (İstanbul)

19) Osman Çakır                            (Samsun)

20) Hasan Özdemir                        (Gaziantep)

21) Atila Kaya                                (İstanbul)

22) Rıdvan Yalçın                          (Ordu)

23) Ertuğrul Kumcuoğlu                (Aydın)

24) Yılmaz Tankut                          (Adana)

25) Emin Haluk Ayhan                  (Denizli)

26) Osman Ertuğrul                        (Aksaray)

27) Bekir Aksoy                             (Ankara)

28) Kamil Erdal Sipahi                   (İzmir)

29) Mustafa Kalaycı                       (Konya)

30) Ahmet Orhan                           (Manisa)

31) Erkan Akçay                            (Manisa

32) Metin Çobanoğlu                     (Kırşehir)

33) Mehmet Günal                         (Antalya)

34) İsmet Büyükataman                  (Bursa)

35) Hakan Coşkun                         (Osmaniye)

36) Zeki Ertugay                             (Erzurum)

37) Necati Özensoy                        (Bursa)

38) Hamza Hamit Homriş              (Bursa)

39) Süleyman Turan Çirkin            (Hatay)

40) Mehmet Ekici                           (Yozgat)

Gerekçe:

Denizlerimizde son yıllarda ortaya çıkan kirlenme ve buna bağlı olarak gerçekleşen balık ölümleri, Türk turizmini olumsuz yönde etkilemektedir.

Muğla'nın Milas İlçesi Güllük Körfezi'ndeki balık çiftliklerinde, iki hafta önce ortaya çıkan Çipura ölümleri aşırı kirlenmeden kaynaklanmıştır. Yer yer meydana gelen balık ölümleri turizmi de vurmaktadır. Kirlenmeden dolayı ölen balıklar nedeniyle, Güllük Körfezi'nde bulunan otel ve tatil köylerinde çok sayıda rezervasyon iptal edilmiştir.

Muğla'nın Milas İlçesi'nde bunlar yaşanırken, İzmit Körfezi ve Marmara Denizi'nde görülen jeli andıran beyaz tabaka, giderek daha geniş bir alana yayılmaktadır. Denizin yüzeyi yaklaşık altı aydır bu madde ile kaplanmıştır. Dalgalanma ile zaman zaman yer değiştiren yüzeydeki tabaka denizin altına doğru 15 metre derine inmiştir. Denizlerimizdeki kirlilik boyutu her geçen yıl biraz daha artmaktadır.

Türkiye bütçesinin önemli bir bölümünü turizm gelirleri oluşturmaktadır. Deniz, kum ve güneş için ülkemizi her yıl milyonlarca yabancı turist ziyaret etmektedir. Ülkemizin mevcut yabancı turist potansiyelini korumak ve daha da yukarılara taşımak için denizlerimizdeki kirlenme konusunda çok ciddi önlemler alınarak uygulamaya konulmalıdır.

Dünya denizlerinde yaşanan kirliliğin nedenleri ve sonuçlarına ilişkin yapılan bir çalışma, denizlerin dünyanın önemli çöp depolama alanlarından birisi haline geldiğini gözler önüne sermiştir. Plansız ve düzensiz olarak artan balıkçılık, iyi planlanmadan deniz doldurularak yapılan limanlar, otoyollar ve arazi kazanma çalışmaları denizlerimizin doğal zengin yapılarını bozmaktadır. Ayrıca arıtılmadan denizlere akıtılan kirli sular ve katı atıklar da pek çok deniz alanlarının kirlenmesine neden olmaktadır.

Deniz kıyısında bulunan kent merkezleri ve sanayi tesislerinden çıkan ve arıtılmadan denize boşaltılan atıklar, Tarımsal alanlarda erozyon sonucu akarsularla denize karışan toprak ve diğer kirleticiler, Denizlerde kurulmuş bulunan platform ve boru hatlarından oluşan sızıntılar, Gemiler ve diğer deniz araçlarından oluşan kirlilik, kıyılara yakın kurulan balık çiftlikleri, kıyı inşaat ve atıklarının denize karışması Deniz kirliliğine neden olan belli başlı faktörler arasında yer almaktadır. Bütün bu ve buna benzer kirleticilerle ilgili araştırma yapılmalıdır. Bu unsurlardan denizlerimizin ne kadar kirlendiği ortaya konulmalıdır.

Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz'de meydana gelen kirlilikle ilgili önlemlerin alınması konusunda Meclisimize büyük görev düşmektedir. Yüce Meclisimizin bu görevi yerine getirmesi için Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması gerekmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Başbakanlığın, Anayasa’nın 82’nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

A) TEZKERELER (Devam)

2.- İspanya’ya resmî ziyarette bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a refakat eden heyete katılması uygun görülen milletvekiline ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/276)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Medeniyetler İttifakı Forumu’na katılmak ve görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte, 13-16 Ocak 2008 tarihlerinde İspanya’ya yaptığım resmî ziyarete İstanbul milletvekili Egemen Bağış’ın da iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                                                                                                      Recep Tayyip Erdoğan

                                                                                                                Başbakan

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, bazı sayın milletvekillerinin izinli sayılmalarına dair bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

3.- Bazı milletvekillerinin izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/278)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Aşağıda adları yazılı sayın milletvekillerinin hizalarında gösterilen süre ve nedenlerle izinli sayılmaları Başkanlık Divanının 18 Ocak 2008 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

                                                                                                            Köksal Toptan

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

“Adana Milletvekili Ömer Çelik, hastalığı nedeniyle 23/09/2007 tarihinden itibaren 20 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Kars Milletvekili Mahmut Esat Güven, hastalığı nedeniyle 24/09/2007 tarihinden itibaren 16 gün”

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısı…

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Evet, karar yeter sayısı yoktur, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 15.32

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.45

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60’ıncı Birleşiminin İkinci Oturumunu  açıyorum.

Bazı sayın milletvekillerinin izinli sayılmaları hakkındaki Başkanlık tezkeresinde Kars Milletvekili Mahmut Esat Güven’in hastalığı nedeniyle 24/09/2007 tarihinden itibaren on altı gün izinli sayılmasının oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi oylamayı tekrarlayacağım ve karar yeter sayısını arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

Evet, sayın milletvekilleri, ihtilaf vardır, elektronik cihazla oylama yapacağım.

Oylama için dört dakika süre veriyorum ve oylama işlemini  başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, Başkanlık tezkeresi kabul edilmiştir.

“Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy, hastalığı nedeniyle 30/09/2007 tarihinden itibaren 21 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“İstanbul Milletvekili Ahmet Tan, hastalığı nedeniyle 30/10/2007 tarihinden itibaren 23 gün ve 20/11/2007 tarihinden itibaren de 20 gün olmak üzere toplam 43 gün”

 BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş, hastalığı nedeniyle 01/11/2007 tarihinden itibaren 18 gün ve 19/11/2007 tarihinden itibaren de 3 ay”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Sinop Milletvekili Kadir Tıngıroğlu, hastalığı nedeniyle 06/11/2007 tarihinden itibaren 16 gün, 22/11/2007 tarihinden itibaren 18 gün ve 10/12/2007 tarihinden itibaren 20 gün olmak üzere toplam 54 gün ve 02/01/2008 tarihinden itibaren de 30 gün,

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu, hastalığı nedeniyle 26/11/2007 tarihinden itibaren 20 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci, hastalığı nedeniyle 01/12/2007 tarihinden itibaren 31 gün ve 31/12/2007 tarihinden itibaren de 30 gün olmak üzere toplam 61 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Rize Milletvekili Bayram Ali Bayramoğlu, hastalığı nedeniyle 03/01/2008 tarihinden itibaren 20 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan, mazereti nedeniyle 29/09/2007 tarihinden itibaren 14 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Kırşehir Milletvekili Abdullah Çalışkan, mazereti nedeniyle 29/09/2007 tarihinden itibaren 14 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Kars Milletvekili Mahmut Esat Güven, mazereti nedeniyle 28/11/2007 tarihinden itibaren 29 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Samsun Milletvekili Birnur Şahinoğlu, mazereti nedeniyle 04/12/2007 tarihinden itibaren 11 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Yozgat Milletvekili Abdulkadir Akgül, mazereti nedeniyle 07/12/2007 tarihinden itibaren 24 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe, mazereti nedeniyle 09/12/2007 tarihinden itibaren 11 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Elazığ Milletvekili Hamza Yanılmaz, mazereti nedeniyle 11/12/2007 tarihinden itibaren 23 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“İstanbul Milletvekili Ömer Dinçer, mazereti nedeniyle 14/12/2007 tarihinden itibaren 13 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“İstanbul Milletvekili Fuat Bol, mazereti nedeniyle 14/12/2007 tarihinden itibaren 14 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur, mazereti nedeniyle 04/01/2008 tarihinden itibaren 16  gün

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

“Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen, mazereti nedeniyle 02/01/2008 tarihinden itibaren 15 gün”

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki milletvekiline ödenek ve yolluğunun verilebilmesi için iki tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

4.- Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş’a ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/279)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş’a İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının 18 Ocak 2008 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

                                                                                                            Köksal Toptan

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

5.- Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci’ye ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/280)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci’ye İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının 18 Ocak 2008 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

                                                                                                            Köksal Toptan

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, 9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi  ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

 GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- 9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/24) (S. Sayısı: 98)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2.- İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli ile 346 milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/141) (S. Sayısı: 101)

BAŞKAN - 2’inci sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli ile 346 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin ikinci görüşmesine, birinci görüşmenin bitiminden itibaren kırk sekiz saat geçmediğinden başlayamıyoruz.

3’üncü sırada yer alan, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 9 Milletvekilinin; Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 9 Milletvekilinin; Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/81) (S. Sayısı: 102) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 102 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Akif Ekici, Gaziantep Milletvekili; şahısları adına, Gülşen Orhan, Van Milletvekili; Mehmet Emin Tutan, Bursa Milletvekili; Oktay Vural, İzmir Milletvekili; Recai Birgün, İzmir Milletvekilinin söz talepleri vardır.

Evet, ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’ye aittir.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

                               

(x) 102 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

CHP GRUBU ADINA AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesiyle İlgili Kanun Teklifi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Dört gün önce Almanya’da Gaziantepli hemşehrilerimizin yaşadığı apartmanda çıkan yangın olayı bizleri acıya boğmuştur. Yangının çıkış sebebiyle ilgili farklı söylemler var. Şu ana kadar, Alman Hükûmeti tarafından bizi tatmin edeci ciddi bir açıklama henüz yapılmış değildir. Ancak görgü tanığı çocukların verdiği ifadeler, olayın bir ırkçı saldırı olduğu ihtimalini güçlendiriyor. 1993 yılında Almanya’nın Solingen kentinde ırkçılar tarafından evleri yakılan 5 Türk vatandaşımız yanarak ölmüştü. Umarım bu olayda benzer bir durum söz konusu değildir. Bu olayın aydınlanmasında Hükûmetten ciddiye alınacak girişimler beklemekteyiz. Olayla ilgili soru işaretlerinin bir an önce aydınlatılması büyük önem taşımaktadır. Acı olayda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, yaralı vatandaşlarımıza acil şifa, yakınlarına da sabır diliyorum.

Bu gazi şehrin evlatlarını, karınlarını doyurmak için el kapılarına mahkûm eden, bugün de bu sorunları çözmek yerine basit gündemlerle Türkiye kamuoyunu meşgul edenleri lanetliyor ve kınıyorum! (CHP sıralarından alkışlar)

8 Şubat... Bir Gaziantep Milletvekili olarak, Gaziantep’in gazilik unvanını alışının 87’nci yıl dönümünü yaşamanın gururu ve coşkusu içerisindeyim. 8 Şubat 1921 tarihinde gazilik unvanını alan Gaziantep, gecikmeli de olsa İstiklal Madalyası’na da kavuşmanın sevincini yaşamaktadır. Bilindiği gibi, gazilik unvanı yanında, gazi şehrimize İstiklal Madalyası verilip verilmediği uzun yıllar tartışma konusu olmuştur. Ancak, yapılan araştırmalar neticesinde, Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali’nin Mecliste, bu konuda bir yasa teklifi sunduğu ve bu yasa teklifinin Genel Kurula inmediği ve yasalaşmadığı ortaya çıkmıştır.

İstiklal Madalyası, Kurtuluş Savaşı’na katılmış ve büyük yararlılıklar göstermiş şehit ve gazilere Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tevcih edilmiş en kutsal madalyadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, vatanımızın düşman işgalinden kurtulması ve milletimizin tam bağımsızlığı için hayatlarını feda eden kahramanlar bu kutsal hazineyle taltif edilmişlerdir. Bu sebeple, bu kutsal hazinenin gazi şehrimize kazandırılması, ifade edilmeyecek kadar büyük bir şereftir.

Değerli arkadaşlar, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladığında, Gaziantep, 14 bin nüfuslu bir sancak merkeziydi. Birinci Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Müterakesi’yle Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu olmuştur. Bu anlaşma üzerine itilaf devletleri, paylaştıkları topraklara sahip olmak amacıyla hızla harekete geçmişlerdir. 17 Aralık 1918, İngilizler Antep’e girdiler. İngilizlerin Antep’i işgali yaklaşık bir yıl sürdü. 1919 Eylülünde yapılan antlaşmayla İngilizler Musul üzerindeki nezaret hakkından vazgeçtiler. Önce Suriye’yi sonra Antep, Urfa ve Maraş’ı boşalttılar. Bu arada, bu boşaltma esnasında Gaziantep’teki, mutfakta kullanılan bıçaklar dâhil toplanmıştır, halk silahsızlandırılmıştır. Bu defa da Fransızlar 29 Ekim 1919’da Kilis’i, 5 Kasım 1919’da Antep’i işgal ettiler. İşgale katılan Fransız askerleri arasında bölgeden daha önce göç etmemiş Ermeniler de bulunmaktaydı. Fransızlarla iş birliği yapan Ermeniler Anteplilere, büyük zulüm, işkence ve eziyet yaptılar. Şehir merkezi ve çevresinde çok şiddetli çatışmalar yaşandı. Ancak, dışarıdan hiçbir yardım görmeden tamamen kendi imkânlarıyla, on ay, dokuz gün mücadelesini düşmana karşı sürdüren halk açlık ve cephanesizlik sebebiyle 9 Şubat 1921’de Fransızlara teslim olmak zorunda kaldı. Bu suretle, 1 Nisan 1920’de başlayan Gaziantep savunması on bir ay sürdükten sonra açlık yüzünden sona ermiştir. Bu süre içerisinde şehir bir kül ve enkaz yığını hâline getirilmiştir. Antepliler şehirlerinin savunması uğruna, 14 bin nüfusunun 6.317 evladını şehit vermiştir.

Gaziantep savunması son günlerini yaşarken, bu savunmanın olağanüstü anlam ve önemini takdir eden Türkiye Büyük Millet Meclisi 8 Şubat 1921 tarihli toplantısında 93 numaralı Kanun’la dünyada başka hiçbir şehre nasip olmayan “gazi”lik unvanını vermiştir.

Gaziantep savunması, dost-düşman herkesin hayranlık ve takdirini kazanan Kurtuluş Savaşı tarihimizde eşsiz kahramanlığıyla hem kendini hem Güneydoğu Anadolu’yu düşman işgalinden kurtuluşunda bir zafer işareti olmuştur. Birliğin ve millî benliğin bir şahlanışıdır bu hadise. Gaziantep savunmasında Şehit Kâmiller “Anamın peçesi açılmasın, mabedimin göğsüne namahrem eli değmesin.” diye düşmana karşı kahramanca mücadele ettiler. Şahin Bey ve çeteleri “Düşman cesedimizi çiğnemeden Antep’e giremez.” diyerek oracıkta şehit olmadan düşmanı bir adım ileriye bırakmadılar.

Değerli arkadaşlar, Gaziantep, büyük Kurtuluş Savaşı’nın kıvılcımını ateşleyen kenttir. Gaziantep’te yanan bu kıvılcım, Millî Mücadele’ye de ışık olmuştur. İşte bu nedenledir ki, cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk, Antep savunması karşısında “Türk'üm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü, Gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilirler.” veciz sözüyle Gaziantep savunmasını tarihe mal etmiştir. Kurtuluş Savaşı ateşinin yakılmasında bütün Anadolu’ya örnek gösterilen Gaziantepliler, bugün de sahip olduğu girişimci ruh, sanayi ve ticaretteki başarılarıyla ülkemize örnek ve önder olmaya devam etmektedir.

Devletten çok fazla destek beklemeden yaşadığı sorunların çözümünü kendi içinde arayan, altyapısını kendisi yapan, kendine sürekli yeni hedefler belirleyen Gaziantep, bugün Türkiye'nin önde gelen sanayi metropollerinden biri olmuştur. Müteşebbis Gaziantep, oluşturduğu sanayi bölgeleriyle son derece modern bir sanayi altyapısına sahiptir. Yaklaşık yedi yüz işletmenin faaliyet gösterdiği ve 100 bin kişiye istihdam sağlanan, 24 milyon metrekareden oluşan, dört kısım organize sanayi bölgesine sahiptir. Dünyada sadece üç ülkede bulunan örnek sanayi sitesi Gaziantep’tedir. Binlerce tezgâhın çalıştığı küçük sanayi sitesi ve üretime yönelik serbest bölgeleriyle Gaziantep, gerçek anlamda bir sanayi metropolüdür. Tekstilden gıdaya, kimyadan makineye ve yedek parçaya çok geniş bir sektörel yelpazeye sahip olan Gaziantep sanayisi, yıllık 3 milyar dolar civarında ihracat yapıyor, 140 ülkeye mal gönderiliyor. Ham madde ve yarı işlenmiş mamullerle dolaylı yapılan ihracatla, bu rakam, yaklaşık 6 milyar dolara tekabül etmektedir. Geçmişiyle gurur duyulan ve geleceğiyle Türkiye'ye umut dağıtan Gaziantep’in bugünlere gelişinin altında yatan en önemli etken cesur, girişimci, akıllı ve dinamik insanların varlığıdır. Gaziantep insanı bu özellikleri sayesinde kendine has bir kimlik oluşturmayı başarmıştır. Bu kimlikte “Üretmeden tüketmek olmaz.” yazmaktadır. Gerçekten de Gaziantep insanı tarihin hiçbir döneminde rant ekonomisine yönelmemiştir, tavrını her zaman üretimden yana koymuş, üreterek tüketmeyi kendine ilke edinmiştir. Bundan dolayıdır ki Gaziantep “Güneydoğu’nun Paris’i”, “Anadolu’nun kaplanları”, “model şehir Gaziantep” olarak anılmaktadır. Bu tanımların gerçek nedeni kentin sanayisi, sanayicisi ve girişimci ruhudur.

Ancak, bugün gelinen noktada Gaziantep’in üzerinde karabulutlar dolaşmaya başlamıştır. AKP İktidarı döneminde Gaziantep’in başarıları teşvik edileceği yerde Gaziantep başarılarının önüne set çekilmeye çalışılmaktadır. Tabii, bu bir tek Gaziantep’i kapsamamaktadır. Gaziantep, Denizli, Kayseri, Adana gibi sanayide rüştünü ispat etmiş şehirler, ne olduğu bilinmeyen ucube bir Teşvik Yasası’yla, tabir yerindeyse Türkiye sanayisine yapılan bir ihanetle, Gaziantep sanayisi ve biraz önce saydığım sanayide gelişmiş, rüştünü ispatlamış, sanayi metropolü olmuş şehirlerdeki sanayiler yerle bir edilir duruma gelmiştir. Bir başka ifadeyle, Gaziantep’te beş yıl önceki günleri arar duruma gelmiştir Gaziantepli. Organize sanayi bölgelerinde fabrikalar kapanma noktasına gelmiştir. Rekabet edemeyen sanayici çareyi işçi çıkartmakta bulmuştur. Her gün yüzlerce göç alan ve işsizliğin Türkiye ortalamasının üzerinde olduğu Gaziantep’te bu durum daha da vahim bir tablo ortaya çıkarmıştır. Gaziantep etrafı teşvikli illerle sarılmıştır. Siz yeteri kadar ilerlediniz, sanayide yeteri kadar başarı elde ettiniz, ülke sanayisine, ülke ekonomisine yeteri kadar katkıda bulundunuz; siz şurada durun -Gaziantep ve diğer saydığım iller- biz, sanayi altyapısı olmayan, yetişmiş insan gücü olmayan, sanayi birikimi olmayan illeri, biraz önce söylediğim ihanet düşüncesi içerisinde, sanayiye ihanet düşüncesi içerisinde sizlere yetiştireceğiz anlamında bir ifade ortaya çıkmıştır.

Dünyanın çok değişik ülkelerinde teşvik uygulamaları yapılmıştır. Daha önce ülkemizde de yapıldı. Teşvik, bir ili, bir sektörü veya bir bölgeyi kalkındırmak için verilir. Maalesef, burada bu görülmüyor. Önce, 1.500 doların altında… O kadar acemice hazırlanmış, işin esas sahipleri, esas içinde yaşayan, olayın hâkimi insanlara bir tek cümle sorulmadan, “ben yaptım oldu” mantığıyla hazırlanmış bir Teşvik Yasası’yla karşı karşıyayız. Önce, kişi başına düşen millî geliri 1.500 doların altında olan iller -36 il- sonra olmadı, yanılmışız, bu sayıyı 49’a çıkaralım, kişi başına düşen millî geliri de 2.000 dolara çıkartalım; var mı böyle bir şey? Şimdi, siz, Akdeniz Bölgesi’nde veya Afyon gibi, Osmaniye gibi, Düzce gibi sanayi metropollerine yakın şehirler varken, Hakkâri’de sanayi yatırımı yapabilecek hangi mantığı görürsünüz, hangi yapıyı görürsünüz? Hangi düşünceyle bu kanun hazırlandı? Bugün, Türkiye sanayisi ve Gaziantep sanayisi, bu mantığın ürünü olarak bu hâle getirilmiştir. 

Ben, üzülerek izliyorum. Ben, Gaziantep sanayi bölgesinde, uzun yıllar yönetimde bulundum, uzun yıllar başkanlığını yaptım. Buradaki Gaziantepli milletvekili arkadaşlarım bilir. Gaziantep’te her tüten fabrika, benim kendi şahsım gibiydi, şahsımın fabrikası gibiydi. Bugün, Gaziantep’e gittiğimde, inanın, çok ciddi zorluk çekiyorum. Sanayiye gittiğim anda yüzlerce sanayici arkadaşımız geliyor, sizlere oy vermiş, bu partiye oy vermiş arkadaşlar geliyor: “7 milletvekili verdi, Gaziantepli, AKP’ye, bize bu zulmü yapsın diye mi verdi?” (CHP sıralarından alkışlar)

Fabrikaların kapılarında şu bez levhalar var: “Vakıfbanktan satılık, şu bankadan satılık…” Her satılan fabrikada en az 200 işçi işsiz kalıyor, aşsız kalıyor. Bunun hesabını, bunun vebalini nasıl ödeyeceğiz? Biz, bunu yapmamız gerektiği yerde, dün yaptığımız gibi, Türkiye toplumunun, Türkiye’nin sorunu olmayan, ülkenin sorunu olmayan bir konuyla bir aydan beri hem bu Meclisi hem ülkeyi meşgul etmekteyiz. Aklıselime davet ediyorum… Aklıselimi olmayan…

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Allah Allah

AKİF EKİCİ (Devamla) – Senin aklın yetmez, oradan konuşma öyle! Oturduğun yerden konuşma, çıkar burada konuşursun! Öyle, oturduğun yerden laf atıp durma!

BAŞKAN – Sayın Ekici, lütfen…

AKİF EKİCİ (Devamla) – Bedava kabadayılık yok burada! Bedava kabadayılık yok! (CHP sıralarından alkışlar) Yok bedava kabadayılık! Kimse bedava kabadayılık yapmasın! Konuşacaksan, çıkar konuşursun burada!

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Devam et, devam et.

AKİF EKİCİ (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, bu, gafleti aşan ihanetin bir an önce çözümlenmesi gerekiyor. Sadece son iki ay içerisinde Gaziantep’te 4.780 kişi işten çıkartılmıştır, 4.050 kişi de ücretsiz izne gönderilmiştir. Ne zaman işe döneceği belli olmayan bir şekilde işveren tarafından ücretsiz izne gönderilmiştir. Yani, sadece son iki ay içerisinde 8.803 kişi -bu rakamları ben söylemiyorum, bunlar resmî tespitli rakamlardır- işini, aşını, ekmeğini kaybetmiştir. Son sekiz ay içerisinde 20 bin civarında insan işini, aşını kaybetmiştir. İşsizlik sorunu, en başta güvenlik sorunlarını doğurarak, suç oranlarında da patlamayı karşımıza çıkartmaktadır.

Şimdilerde sektörel bazda teşvik numaralarıyla yine Gaziantepli uyutulmak isteniyor. Öyle bir şeyi getirseniz bile, son beş yılını nasıl telafi edeceksiniz Gaziantep’in ve benzeri illerin? Nasıl telafi edeceksiniz?

Eğitim sorunu, hızla sanayileşen ve genç olan bir kent olan Gaziantep’in kanayan yarası olmaya devam etmektedir.

Toplu taşıma felç olmuştur, insanlar işlerine gidemez olmuştur. Toplu taşıma sorununu çözmek için, Ankara’dan, miadını doldurmuş otobüsler Gaziantep’e hibe olarak gönderilmiştir.

Gaziantep Çocuk Hastanesinde durum içler acısıdır.

Bu örnekleri vermek istiyorum. Neden vermek istiyorum? Canını, kanını vermiş, bu ülkesini kurtarmış insanlara bugünkü şu durum reva görülmüştür, onun için bilinmesini istiyorum.

Gaziantep Çocuk Hastanesinde 10 kişilik koğuşlarda analı çocuklu 50 kişi balık istifi kalmaktadır. Koğuşlarda yerlere yatak sererek yatan insanlar vardır. Bu, gözlenmiş ve şu anda yaşanan hadise.

Söylendiğinde, Türkiye’de sağlık sorunu çözülmüş deniyor!

Gaziantep’in bugün geldiği nokta işte budur değerli arkadaşlar. Hükûmet, Gaziantep’i ötelemiştir.

Gaziantep’e gazilik unvanının verilişinin 87’nci yıl dönümünde, başta cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bütün aziz şehitlerimizi bir defa daha rahmetle, gazilerimizi minnetle anıyor; üretmeyi, devletin yanında olmayı kendine şiar edinen, geçmişiyle övünen, geleceğine güvenen, çalışarak Gaziantep’i model bir kent konumuna getiren tüm Gaziantepli hemşehrilerimizin İstiklal Madalyası’nı gönülden kutluyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP, MHP ve DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Teklifin tümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Hasan Özdemir.

Buyurun Sayın Özdemir. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 102 sayılı Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğu ve batı arasında bir köprü niteliği taşıyan Gaziantep, Güneydoğu Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı esnasında şanlı savunmasıyla destanlaşmış çok önemli bir ilimizdir. Şüphesiz, o kara yıllarda her şehir kendi üzerine düşeni yapmış. Bizim burada ele aldığımız konu, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ben, Gazianteplilerin nasıl gözlerinden öpmem ki? Onlar, yalnız Gaziantep’i değil, Türkiye’yi de kurtardılar.” iltifatına mazhar olan gazi şehrimizin yarım kalan İstiklal Madalyası işleminin tamamlanması hususudur.

Burada şunu da itiraf etmekte yarar vardır: Gaziantep’e gazilik unvanı verildikten sonra, Büyük Atatürk, Ulu Önder Atatürk, kendi nüfus kaydını Gaziantep’in Şahinbey ilçesine kaydettirmiştir. Atatürk, Gazianteplidir ve Şahinbey ilçesi nüfusuna kayıtlıdır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Mondros Antlaşması hükümleri uyarınca, önce emperyalist İngilizler, daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Antep, Şehit Kâmillerce, Şahin Beylerce, Karayılanlarca ve resmî kayıtlara göre 6.317 şehitle -fakat, gerçekte, açlık, sefalet ve zulüm neticesinde, bunun birkaç misli şehit verilerek- kahramanca savunulmuştur.

Üzülerek belirtmekte yarar vardır ki, binlerce Fransız ve onların iş birlikçisi Ermeni saldırganların başaramadığını açlık denilen sinsi düşman başarmış ve Antep, yaklaşık yirmi beş ay süren şanlı bir müdafaanın ardından Fransızlara teslim olmuş, halk, kalesine, Türk Bayrağı’mızın yanında beyaz kefen bezini bayrak olarak beraberce göndere çekmek mecburiyetinde kalmıştır. O günden sonra, Gaziantep Kalesi “Beyaz Kefenli Kale” olarak anılmaktadır.

Aynı günlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, gazi şehre, 8 Şubat 1921 tarihli ve 93 numaralı Kanun’la “gazi”lik unvanını tevcih etmiştir. Fransızlarla akdedilen Ankara Anlaşması hükümleri mucibince, 25 Aralık 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetine teslim edilen Gaziantep’e, Kurtuluş Savaşı sonrası, 25 Aralık yıllarında bir İstiklal Madalyası tevcihi dönemin Gaziantep Milletvekili olan Kılıç Ali tarafından gündeme getirilmiş, Kılıç Ali, hazırladığı kanun teklifiyle, Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesi için Meclis Başkanlığına başvurmuştu. Mecliste görüşülen ancak sonuçlandırılmayan teklif, seksen üç yıl sonra, bir gazetenin başlattığı “İstiklal Madalyamızı istiyoruz” kampanyasıyla tekrar gündeme gelmiş, parti ayrımı yapılmadan bütün Gaziantep tek bir yürek olarak İstiklal Madalyası için bir araya gelmiştir. Millî birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu şu günlerde, Gaziantep tek yürek ve tek vücut olarak İstiklal Madalyası için birleşmiştir.

Gaziantep’in 10 milletvekili, parti gözetmeksizin, İstiklal Madalyası’yla ilgili kanun teklifi yapmış ve İçişleri Komisyonunda oy birliğiyle kabul edilerek yüce Meclisimize gelmiştir. Yüce Meclisimize düşen görev, Gazianteplilerin bu dileğini gerçekleştirmektir. Meclisimizin halkımızın bu dileğini gerçekleştireceğine yürekten inanmaktayım.

Ancak Gazianteplilerin yüce Meclisimizden bir isteği daha vardır ki, o da Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkındaki Kanun’un bir an önce yasalaşması, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp 8 Şubat 2008 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanıp yürürlüğe girmesidir. Bu tarih çok önemlidir, çünkü gazi Meclisimizin Gaziantep’e gazilik unvanının verilişinin yıl dönümüdür.

Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesi millî bir konudur ve Gaziantepliler için hayati bir önem taşımaktadır. Tüm Gaziantepliler heyecanla yüce Meclisimizin vereceği İstiklal Madalyasını beklemekte ve âdeta bu konuya kilitlenmiş durumdadırlar.

Öte yandan, ülkemiz üzerinde oynanmaya çalışılan bölücü ve yıkıcı faaliyetlere karşı da Gaziantep ilimiz, bölgede millî birlik, beraberlik ve Türklük şuurunun kalesi konumunda olan çok ciddi ve önemli bir ilimizdir. Gecikmiş bu madalya, Gaziantep’in ve Gazianteplilerin şahsında millî birlik ve beraberlik duygusunu motive edip bölge üzerinde pozitif duygulara sebep olacaktır. Madalyanın dün hak edilişi kadar, içinde bulunduğumuz bugünlerde madalyayla birlikte yeniden gündeme gelecek olan millî ruh, her bakımdan bölgede olumlu sonuçlara vesile olacaktır.

Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesi için hazırlanan kanun teklifi üzerine aldığım bu söz vesilesiyle Gaziantep’in sorunlarına da kısaca değinmekte yarar görüyorum.

Gaziantep, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en önemli büyük, Türkiye’nin ise altıncı büyük kentidir. UNESCO kayıtlarına göre dünyada yaşamını sürdüren en eski ildir. Beş bin altı yüz yıllık geçmişiyle bütün medeniyetlere katkı sağlamıştır. Ayrıca, Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden bu yana Gaziantep, serhat bir Türk şehri olarak varlığını geliştirerek devam ettirmektedir. Batı ile Orta Doğu’yu birbirine bağlayan, tarihî İpek Yolu üzerinde kurulu, Güneydoğu Anadolu’muzun önemli merkezi durumundadır.

1920 yılında nüfusu 213 bin kişi olan bu gazi kent, Kurtuluş Savaşı’nın yaralarını acilen sarmadan, el sanatları ve küçük işletmelere, yeni cumhuriyetin önder kentlerinden birisi olmuştur. Kurtuluş Savaşı ve millî mücadele yıllarında örnek gösterilen Gaziantep ve Gaziantepliler, günümüzde iş ve ekonomi alanında da örnek gösterilen bir kent hâline gelmiştir. Seksen yedi yıl önce cumhuriyet hükûmetinden ve hiçbir yerden destek almadan düşmanı topraklarından gönderen Gaziantepliler, 2008 yılına geldiğimizde aynı mücadele ve girişimci ruh ile, devletten doğrudan ve dolaylı mali sübvansiyon almadan bugünkü modern Gaziantep’i ortaya çıkarmışlardır. Gaziantep’in nüfusu, 2000 nüfus sayımına göre, 1 milyon 285 bin 449 iken, adrese dayalı son nüfus sayımına göre, 1 milyon 506 bin 23 kişi olmuş, sadece Gaziantep merkezinin nüfusu 1 milyon 50 bine ulaşmıştır.

Ülkemizde yıllık nüfus artışı hızı, ortalama, yaklaşık yüzde 1,8 iken, Gaziantep’in nüfus artışı yüzde 6 olmuştur. Bu çok ciddi bir rakamdır. Bu yüzde 6’lık nüfus artışının büyük kısmı ise göçlerle meydana gelmektedir.

Gaziantep’teki büyük iş yerlerinin sayısı Türkiye toplamının yüzde 4’ünü, küçük sanayi iş yerlerinin sayısı yüzde 6’sını meydana getirirken, ihracatı ise, 2007 itibarıyla, 2,5-3 milyar dolara ulaşmıştır.

Türkiye ekonomisi için önemli olan ve “tekstil” denince ilk akla gelen şehirlerden olan bu güzel şehrin, ülkemiz genel ekonomik durumundan kaynaklanan sorunlar yanında, AKP iktidarları döneminde teşvik kapsamı dışında bırakılmanın yarattığı sıkıntılarla baş etmeye çalışmış ve çalışmaktadır.

Teşvik kanunlarıyla Gaziantep’i çevreleyen Şanlıurfa, Adıyaman, Kahramanmaraş, Osmaniye ve Kilis illeri dâhil kırk dokuz il devlet desteğinden yararlanmaktadır. Son Teşvik Yasası’na kadar Gaziantep sanayi ve ekonomisi rekor üstüne rekor kırarken bu Yasa’yla önüne ciddi engeller konulmuştur. Gaziantep, gelişmişlik düzeyi çevresindeki illerden daha yüksek görülerek teşvik kapsamı dışında bırakılmıştır. Gaziantep’in çevresindeki teşvikli illerin Gaziantep’in ürettiği benzer ürünleri daha az maliyetle üretmesi Gaziantep’in rekabet gücünü ortadan kaldırmakta ve aynı bölgede bulunan iller arasında haksız rekabete yol açmaktadır. Dolayısıyla, sanayicilerimiz, Gaziantep’in çevresindeki Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Kilis, Şanlıurfa gibi teşvik kapsamına alınan illere yardım yapılmaya zorlanmış ve zorlanmaktadır. Hatta, bazı sanayicilerimiz AKP Hükûmetinin yanlış politikaları nedeniyle çevre iller dışında, Suriye, Irak, Mısır gibi ülkelere yatırım yapmaya dolaylı olarak teşvik edilmiştir.

Gaziantep’in bölgedeki tek teşviksiz il olması yatırımcıların yatırım yapma konusunda çekimser davranmalarına neden olmaktadır. 2004-2006 yılları arasında Gaziantep’e yapılan yatırımların yüzde 68 civarında azaldığını görüyoruz. Teşvik yürürlüğe girmeden önce, 2004 yılında 3.852 kişiye yeni istihdam imkânları sağlanırken, 2005 yılında yüzde 39’luk artışla 2.357 kişiye, 2006 yılında ise yüzde 46 artışla 1.261 kişiye istihdam sağlanmıştır.

Teşvik Yasası uygulanmaya başlandıktan sonra, Gaziantep’te 16 bin olan kayıtsız işsiz sayısı 30 bine çıkmış, yüzde 100’lük olan yatırım oranı ise yüzde 10’lara kadar düşmüştür. Bugüne kadar kendi öz sermayesiyle üretim yaparak bölgede lokomotif görevini üstlenen ve bölge ekonomisinin temel direği olan Gaziantep, bölge ekonomisi ve ihracatı yanında, bölgedeki göçe kalkan olmak gibi önemli bir misyonu da üstlenmiştir. Bu son derece önemlidir. Biraz önce belirttiğim gibi, nüfus artışı yüzde 6’dır. Bu yüzde 6’nın çoğu göçle gelmektedir ve Gaziantep bu göçü önlemektedir. Gaziantep bölgedeki göçün önüne set çekerek göçün batıdaki diğer illere ulaşmasını önlemektedir. Bu husus göz önüne alındığında, civar illere verilen teşvikin Gaziantep’e yapılan büyük bir haksızlık olduğu daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Maalesef teşviksizlik göçü önleyememiştir. Bugün, civar illerde yaşayanlar için Gaziantep hâlâ bir ümit kapısıdır ve umut kapısı olarak kalmaya devam etmektedir. Gaziantep’e teşvik verilmesi konusundaki her girişimin karşısına gelişmişlik düzeyi gibi anlamsız ve mesnetsiz kriterler konulması karşısında, Gaziantep’in GAP Projesi kapsamında bulunan illerden biri olduğu savı sürekli gündemde tutulmalıdır.

Gaziantep, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde komşu ülkeye sınırı olan ve teşvik kapsamı dışında kalan tek ildir. Bu güzel şehrimiz GAP Projesi’nin bir parçası olduğu akıldan çıkarılmamalı, teşvik kapsamı dışında tutularak oluşturulan bu haksız rekabet hemen önlenmelidir.

Doğum yoluyla ve bilhassa göçle nüfusu hızla artan Gaziantep’in okul ve derslik ihtiyacı nüfus artışına paralel olamamıştır. Halen il merkezinin kenar semtlerinde bazı ilk ve orta dereceli okullarda sınıf mevcutlarının ortalaması 70’i bulmaktadır. Bu durumda, bazı okullarda bir sıraya maalesef 4 veya 5 öğrenci düşmektedir. Ekonomik refah düzeyine yakışır bir eğitim düzeyinde olmayan Gaziantep, gerek OKS gerekse ÖSS sonuçlarında Türkiye sıralamasının çok altındadır. Gaziantep, 2007 ÖSS sınavları sayısalda 51, eşit ağırlıkta 60, sözelde 63’üncü sıralarda yer almıştır. Yine, 2007 OKS sınavında Türkçe-Matematik alanında 62, Matematik-Fende ise 61’inci sırada yer almıştır.

Şehrimiz sanayi ve ticaret alanında yakaladığı başarıyı eğitim alanında gösterememe nedenlerinin başında, derslik ve öğretmen sayısının yetersiz olmasıyla -bana göre en önemlisi bu kursların çokluğudur- fakir fukara çocuğunu gönderdiği okullarda yetersiz eğitim vardır. Her yerde derslikler vardır. Bu dersliklere de herkes çocuklarını gönderememektedir.

Ayrıca, meslek liseleriyle ilgili, tüm Türkiye’nin olduğu gibi Gaziantep’in de ciddi bir açığı ve kaliteli ara eleman eksiği bulunmaktadır. Gaziantep’te okulların sınavlarda başarılı olması için çalışmalar yapılmalı ve meslek liselerine girişle ilgili, yeni meslek lisesi kurulması teşvik edilmelidir.

 Üzülerek söylemekte yarar vardır, Gaziantep Üniversitesi ise kentin günlük yaşantısında ve sanayide gerektiği kadar etkili değildir. Bu durumda, zaman içinde iyileştirilmesinde ve Gaziantep’in sanayisinin daha da gelişmesinden üniversitenin teknik ve teknolojik yatırımlarla lokomotif görevi üstlenmesinde fayda vardır.

Büyükşehrin havasının giderek kirlendiği ve insan sağlığına zararlı hâle geldiği herkes tarafından bilinmektedir. Gaziantep ise -uzmanların söylediğine göre- 1990’lardan beri, Türkiye’nin havası en kirli on il arasında yer almaktadır. Şehrimizde duman kirliliği gözle görülür bir hâl almıştır. Gaziantepli vatandaşlarımızdan, her geçen gün, bu konuda gelen şikâyetler artmaktadır. Maalesef, üzülerek söylüyorum, AKP İktidarının vatandaşlara dağıttıkları kalitesiz kömürler hava kirliliğinin daha da artmasında önemli bir sebep olmuştur.

Gaziantep’in sanayi ve ticaret alanında olduğu kadar sosyal ve kültürel bakımdan da Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nin merkezi durumdadır. Fakat her geçen gün daha da büyüyen ilimizde -yine üzülerek söylüyorum- büyük bir kültür ve kongre merkezinin bulunmayışı önemli bir eksikliktir. Bu eksiklik, sosyal ve kültürel alanda yaşanacak faaliyetler ve sunulacak hizmetlere engel olmaktadır. Bu kadar zengin bir tarihî geçmişe sahip olan kentimizde daha büyük ve içeriğine yakışır bir müzeye acilen ihtiyaç vardır.

Gaziantep sadece sanayi kenti olarak değil turizm kenti olarak da anılmalıdır. Şehrimizin tarihî yapısı her platformda işlenerek yerli ve yabancı turistler için cazibe merkezi olmalıdır. Gaziantep Kalesi, Dülük Antik Kent’i, Zeugma, Rumkale, Yesemek ve benzeri kültür turizmi bölgelerimiz yeterince tanıtılmamaktadır. Bölgenin kültür başkenti Gaziantep ilan edilmeli. Bu anlamda, diğer şehirlerle ortak bir sinerji oluşturulup beraber hareket edilmeli, bu kapsamda müze ve tarihî değerlerimiz ön plana çıkarılmalıdır.

Hatırlayacağınız gibi, iki hafta önce Gaziantep’te üç ayrı yerde El Kaide terör örgütü hücrelerine polisimiz başarılı bir operasyon yapmış, bu operasyonda 1 polisimiz şehit olmuş ve 5 polisimiz yaralanmıştır. 4 El Kaide terör örgütü mensubu ölü, 20’nin üzerinde de örgüt militanı silah ve bombalarıyla ele geçirilmiştir.

Uzun müddet Gaziantep’te bu tür büyük olayların olmamasından dolayı halk bu kenti huzurlu zannetmektedir. Bu son olay göstermiştir ki, Gaziantep, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerle ilgili son derece güvenlik problemi olan, kritik bir ildir. Gaziantep’te acilen polis ve jandarmanın güvenlikle ilgili araç gereç, personel ve teknolojik eksiklikleri giderilmeli, her iki kolluk birimlerinin güvenlikle ilgili yeni yatırımları planlanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin millî birlik ve beraberliği için kanı ve canı pahasına mücadele eden ve gazilik madalyasıyla taltif edilen tüm kahraman gazilerimize de namerde muhtaç olmayacak şekilde bir ücret politikasıyla maaşlarının artırılmasında yarar olduğunu, bu vesileyle söylemekte ben yarar görüyorum.

Şunu da belirtmekte yarar var: Almanya’da meydana gelen üzücü ev yangını olayında hayatını kaybeden Gaziantepli hemşehrilerimize Allah’tan rahmet diliyorum, kederli ailelerine ve yaralılara acil şifalar diliyor ve olayın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özdemir, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

HASAN ÖZDEMİR (Devamla) - …gerçek sebeplerinin Alman Hükûmetinden bir an evvel çıkarılmasını bekliyoruz.

Ve yine sözlerime son verirken İçişleri Komisyonunda bütün üyelerin oy birliğiyle diğer milletvekillerinin tümünün iştirakiyle kabul edilen Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi’ne MHP Grubu olarak olumlu oy vereceğiz. İstiklal Madalyası, Gaziantep’in gazilik unvanının mütemmim bir cüzüdür.

Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi’ne tüm milletvekillerimizin olumlu oy vereceğine inanıyor, bu vesileyle ve bu duygularla yüce heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP, AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özdemir.

Teklifin tümü üzerinde AK Parti Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Fatma Şahin.

Buyurun Sayın Şahin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesiyle ilgili teklif üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum ve yüce heyetinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu kadar gündem yoğunluğu içerisinde İstiklal Madalyası’nın Genel Kurula bu kadar hızlı bir şekilde getirilmesinin nedenlerini açıklamadan önce, Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere Meclis Başkanımıza ve Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Demokratik Toplum Partisi, AK Partinin grup başkan vekillerine, İçişleri Komisyonuna, İçişleri Komisyonunun bütün milletvekili üyelerine teşekkürlerimi sunarak sözlerime başlamak istiyorum. İş birliği ve güç birliği içerisinde, ne kadar hızlı hareket edebileceğimizin de en güzel örneğini vermiş olduğumuzu da söylemek istiyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu madalyayla alakalı süreci sizlerle paylaşmadan önce, 1918 ve 1921 tarih sayfalarına şöyle bir dönüp baktığımızda Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı, Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle Batılı devletler, “hasta adam” dedikleri, Anadolu’nun her tarafını işgal etmişler ve her tarafının, her toprağının üzerinde de bir hesap içerisine girmişlerdi.

Gaziantep önce İngilizler, daha sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmişti. O günün şartlarına baktığımız zaman, 20 bin askeriyle, yüzlerce tankı, tüfeğiyle, uçağıyla karşımızda, 1.500 Ermeni’nin de beraber gönüllü desteğiyle, koca bir Fransız tümeni karşımızdaydı. Bizim tarafımıza baktığımız zaman, yalnızca 2.900 tane burada gönlünü veren ve “Vurun Antepliler, namus günüdür.” diyecek kadar yüreğini bu işe veren bir fotoğrafla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Bu iki manzarayı tarttığımızda, bu iki dengesizliğe baktığımızda, onlar için Gaziantep çok kolay bir lokmaydı ve çok kısa sürede işgal edilebilir, hemen alınabilir topraklardı. Ama bir şeyi unuttular. Anteplim dedi ki: “Benim cesedimin üzerinden geçmeden bayrağımı çiğnetmem. Ben, asla esaret zincirini daha önce atalarımdan taktırmadım, bundan sonra da bu zinciri taktırmam.” dedi ve “Ben Şahinim Ağam ey!” dedi. “Mavzer omzuma yük/ Yumruklarımla dövüşeceğim/ Yumruklarım memleket kadar büyük.” dedi ve bu manzara karşısında on bir ay boyunca Antep’in etrafı kuşatıldı. Her seferinde girmeye çalıştıklarında ve her seferinde “Bu defa başardık, bu defa teslim aldık.” dediklerinde Şahin Beyler, Karayılanlar, Şehit Kâmiller, adını şu anda hatırlayamadığımız binlerce adsız kahramanlar “Buna izin veremeyiz.” dediler. On bir ay boyunca açlık çektiler, on bir ay boyunca burada sefalet çektiler, direndiler ve on bir ay sonunda, her seferinde Ankara’ya telgraf gönderen Özdemir Bey’e Ankara’dan gelen cevap: “Millî Mücadelede batı cephesinin çok önemli bir strateji olduğunu, batı cephesindeki bir zayıflamanın Türkiye açısından çok daha büyük bir problem olacağını, Gaziantep’e bu şekilde yardım edilemeyeceğini…” Telgrafın cevabı alındığında Özdemir Bey, o günün şartlarında halkın motivasyonunu kırmamak için “Ankara yolda, yardım getiriyor, dayanın arkadaşlar.” demiştir ve on bir ay boyunca açlığa karşı zerdali çekirdeğinden ekmekler yapılıp, ağaçlardan karınlar doyurulmuş ve bu mücadele verilmiştir.

Bu mücadele devam ederken Gaziantep’in motivasyonu, komşuların motivasyonu çok önemliydi. Gaziantep’ten mutlaka bir zafer sesi gelmesi gerekiyordu. Bunu hisseden Türkiye Büyük Millet Meclisi 8 Şubat 1921’de Gaziantep’e “Gazilik” unvanını verdi. 1921’de verilen bu “Gazilik” unvanı Gaziantep’e motivasyon oldu, heyecan oldu ve bunun millî mücadeleyi ateşleyen, körükleyen bir madalya olarak karşımıza gelmesi gerekiyordu.

Değerli arkadaşlarım, 1925 yılına geldiğimiz zaman burada yaşadığımız bir süreç var. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kılıç Ali Paşa’yı Gaziantep’e göndermesi Gaziantep’in biraz toparlanmasına, kendi içindeki dinamikleri hayata geçirmesine vesile olmuştur. Kılıç Ali Paşa da Gaziantep’in bu ruhunu görünce dönüşte bir tezkere hazırlayarak Başvekil olarak İsmet İnönü Paşa’ya göndermişti. Bu tezkerenin içerisinde -şu anda sizlerle paylaşmak istiyorum- Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarından çıkardığımız bu tezkerenin içerisinde aynen yazılı olan şudur: “Vatanın harimi ismetine vuku bulan tecavüze karşı ilk defa müdafaatta bulunan Gaziantep ve Maraş vilayetleri şahsiyeti maneviyelerinin birer kıt’a kırmızı kurdeleli İstiklâl Madalyası ile telaifleri hakkında Başvekalet tezkeresinde Başvekil İsmet İnönü imzası ile teklif İcra Vekilleri Heyetinin 5/4/1925 tarihli ictimaında tensip kılınmıştır. 400 numaralı Kanun mucibince gereğinin ifasına ve neticesinin işarına müsaade buyurulmasını rica ederim.” denilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine teklif gönderilmişti. 22 Nisan 1925 tarihinde de bu teklif Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmüştü.

Şimdi, yaklaşık üç yıl önce Gaziantep kamuoyundan, yine 8 Şubat arifesinde yerel basından ve sivil toplum kuruluşlarından “Bizim bir madalyamız var. Bu madalya nerede? Bu madalya kayıp mı oldu?” şeklinde kamuoyundan gelen ses Ankara’da yankısını bulmuş ve Gaziantepli bütün milletvekili arkadaşlarım… Bütün milletvekili arkadaşlarım, özellikle söylüyorum, burada, daha önceki döneme ait milletvekili arkadaşlarımın da bunda emeği var. Biz bu emeği görmezlikten gelemeyiz. Bu haber üzerine “bizim madalyamız nerede” diye yaptığımız araştırmada, burada Devlet Malzeme Ofisi, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Türk Tarih Kurumu, Genelkurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığına bire bir gidip görüşerek ve tarihteki bu dokümanları incelediğimizde baktık ki her şey tamam, ama Darphanede madalya basılmamış. Meclis karar vermiş “Bu madalya Gaziantep’in hakkı.” demiş, ama Darphanede bu madalyanın basıldığına dair bir belge bulunamadı. O zaman Millî Savunma Bakanımızla yaptığımız görüşmede, Millî Savunma Bakanlığının “Gazişehir” demek, gazilik madalyasını beraber alması demek olduğunu, bunun Gaziantep’in hakkı olduğunu, fakat, ancak bir yasayla bunun yeniden getirilmesi gerektiğini ve ancak madalyanın ondan sonra basılabileceğini söyledikten sonra, biz, bütün milletvekili arkadaşlarımızla bir kanun teklifi hazırladık. Yine söylediğim gibi burada Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve AK Partiden bütün milletvekili arkadaşlarımız bire bir gayret ederek bu teklifi hazırladık ve burada en büyük teşekkürüm… Bunu söylediğimiz zaman, asla bizi şehir milliyetçisi olarak görmediler. Baktılar ve inandılar, elimizdeki arşivleri taradığımızda, incelediler ve “Bu, Gaziantep’in hakkı.” dediler. Ben bu konuda bize yardımcı olan ve bu yapmaya çalıştığımız, 1925’te aldığımız hakkı yerine bugün getirmiş olmanın hakkını ve bu konuda bize yardımcı olan bütün herkese teşekkürlerimi bir borç biliyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, o günün ruhuyla baktığımız zaman, korkunç bir millî mücadele ruhu verildi. Bugünün dünyasında ve bugünün Türkiye’sinde biz bu atalara yakışır torunlar olarak da, bu mücadeleye devam ediyoruz ve iki şeyi çok önemsiyoruz: Birincisi, tam ekonomik kalkınma; ikincisi, tam demokratikleşmiş bir Türkiye. Bu iki bacağı beraber götürdüğümüz zaman ve bu enerjiyle el ele gönül gönüle verdiğimiz zaman ben inanıyorum ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün bize göstermiş olduğu çağdaş uygarlık seviyesine en kısa sürede ulaşacağız. Burada tek yapacağımız şey, birbirimizin niyetini okumamamız, birbirimizde gizli ajandalar bulmamamız ve basının üzerinden birbirimizi eleştirmemiz, birbirimizi anlamaya çalışmamız ve birbirimizin ne yapmak istediğini iyi görmemiz, iyi anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Tek ihtiyacımız olan şeyin de bu olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, tabii, madalya konuşulurken teşvik, Gaziantep’in sorunları da diğer milletvekili arkadaşlarım tarafından gündeme getirilince, ben de tabii bu konulara girmek zorunda kaldım. Çünkü, aslında yüreğimden bugün bu konulara çok girmek de gelmiyordu. Bugün çünkü çok özel bir günümüz. 1925’in hatırlatıldığı, hatırlanması gereken çok özel bir gündü, ama madem arkadaşlarımız bunu gündeme getirdiler, ben de birkaç sözle bu konuda kendi fikrimi ve kendi partimin, kendi hükûmetimin görüşlerini belirtmek durumundayım.

Değerli arkadaşlarım, 2002’ye baktığımız zaman Gaziantep en büyük göç alan şehirlerden biri. Eğitim ve sağlık eğer bir topluluğun en önemli kriteri ise, eğitimde ve sağlıkta altmışıncı sıradayız. Derslik sayısında ve yatak sayısında altıncı büyük şehirsiniz ve altmışıncı sıradasınız! Biz, beş yıldan beri bu aradaki makası kapatmaya çalıştık. Şu anda hangi durumdasınız derseniz, yalnızca derslik sayısında size bir örnek vermek istiyorum: Seksen küsur yılda 4.250 derslik yapılmış. Biz beş yıl içerisinde Millî Eğitim Bakanlığından ve il özel idaresinden aldığımız destekle bugün itibarıyla 1.800 dersliği ilave yaptık. Bakın seksen küsur yılda 4.200, beş yılda 1.800 derslik. Şimdi 2008’in sonunda o altmışıncı sıralarda olan derslik sayısında, inşallah, şu andaki hedefimiz ilk otuza girmek. Şimdi altıncı büyük şehirsek, bu konuda da hedefimiz ilk altıyı yakalamak durumundayız.

Hastanedeki yatak sayısına gelip bakacak olursak. Vekillerimin söylediği doğru tespitler, ama biraz bardağın boş tarafından bakılarak söylenen tespitler. Çocuk hastanesinde bizden önceki durum buydu, doğruydu ve televizyonlara, ulusal basınlara bu şekilde çıkıyorduk. Biz gelir gelmez hemen 200 yataklı çocuk hastanesine ilave 150 yatak yaptırdık. Sayın Sağlık Bakanımız dedi ki: “Bu Antep’e yakışmaz.” Hızlı bir şekilde 200 yataklı modern bir sağlık hastanesinin temeli atıldı ve arkadaşlar, bakın, yirmi yılda değil, iki yılda bitti. İnşallah bir ay sonra bu konuda da çocuk hastanemizin temeli atılacak ve hizmet vermeye başlayacak.

Biz Gaziantep’i bir cazibe merkezi yapmaya ve sıkıntılarımızı hep beraber çözmeye kararlıyız. Ticarette merkez olacağız, turizmde merkez olacağız, tarımda merkez olacağız, üretimde merkez olacağız.

Bakın, bir şeyi bir örnekle size söylemek istiyorum. Biz geldiğimiz zaman ihtisas fuarları diye bir şeyi Antep bilmiyordu. Ama, bugün itibarıyla 2008’de Sanayi Odamızın altı tane ihtisas fuarı arka arkaya sıralanmış durumda. Irak’ın uluslararası fuarı Gaziantep’te yapılıyor.

Şimdi fotoğrafın tamamına bakalım. Eksilerimizi de görelim, artılarımızı da görelim. Ama, bizim ihtiyacımız olan şey, fotoğrafın tamamını görebilmemiz lazım. Yapacak daha çok işimiz var, biz bunun farkındayız. Ama, şehirde beş tane beş yıldızlı otel yapılıyorsa, bu oteller boşuna yapılmıyor. Geliyorlar fizibilite yapıyorlar, bu şehirde bir cazibe merkezi olma yönünde artıları görüyorlar, yatırımını ona göre yapıyorlar. Biz inanıyoruz ki, bu hızla devam edersek… 2002’nin Gaziantep’i şu andaki Gaziantep’e göre çok daha kötüydü. Ama, yarınlar adına çok daha ümitliyiz. Ve bunu yine söylüyorum: Bütün diğer partilerdeki milletvekili arkadaşlarımızla el ele, gönül gönüle yapmak gibi bir gayretimiz var.

Biz, aydınlık Türkiye’yi beraber yakalayacağız arkadaşlar. Millî Mücadele ruhunu, Çanakkale’yi bize yaşatanlara bir sözümüz var. O günün Türkiye’sinde bu nasıl başarıldıysa, bugün, ancak enerjimizi birbirimize kullanarak ve enerjimizi iş odaklı, proje odaklı, aş odaklı yaptığımız zaman bunu başaracağımıza inanıyorum ve bu konuda bu gayreti ben milletvekili arkadaşlarımın hepsinde görüyorum, Hükûmetimizde görüyorum, bu Parlamentoda görüyorum. Bu Parlamento, geçmiş dönem, en çok demokratikleşmeye yasa çıkarmış bir parlamentodur. Bu Parlamentonun bir mensubu olmaktan da büyük gurur ve onur duyuyorum.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün, millî mücadele günümüzde bizim göstermiş olduğumuz destekten dolayı söylemiş olduğu iki sözle bitirmek istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk “Kahramanlık misalini görmek istiyorsanız, gidin, Gaziantep’i kendinize örnek alın.” demiştir. Mustafa Kemal Atatürk “Ben Gazianteplilerin gözlerinden nasıl öpmem ki, onlar yalnız Gaziantep’i değil, bütün Türkiye’yi kurtarmıştır.” demiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ü ve bütün silah arkadaşlarını saygıyla, sevgiyle, şükranla anıyorum ve hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şahin.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Sayın Kaplan, buyurun.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında Grubumuz adına, biz de yasa teklifine desteklerimizi sunmak ve bugün Gaziantep halkının yanında olmak için söz alma gereğini duydum. Plan ve Bütçe Komisyonundaydım…

Aslında, bu konuda çok şey söylemek gerekmiyor diye düşünüyorum. Eğer söylenmesi gereken bir söz varsa, yazılması gereken bir şey varsa, onu tarih yazmıştır, onu şairlerimiz destan hâline getirmiştir. Şairlerimiz, Antep’i, Antep’in yiğitliğini, kahramanlığını zaten dizelere dökmüştür.

Ne demiş Nazım Hikmet?

“Adana,

Antep,

Urfa,

Maraş:

düşmüş, dövüşüyordu…

Ateşi ve ihaneti gördük,

Ve kanlı bankerler pazarında

Memleketi Alamana satanlar,

Yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar

düştüler can kaygusuna

Ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından

karanlığa karışarak basıp gittiler.

Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,

en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,

dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,

iki kat soyulmamak için.

Ateşi ve ihaneti gördük,

Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,

Yeşilırmak, Kızılırmak,

Gültepe, Tilbeşar ovası,

gördü uzun dişli İngiliz’i.

Ve Aksu’yla Köpsu,

Karagöl’le Söğüt gölü.”

Ve Nazım Hikmet, burada çok güzel bir tanımlamayla, aslında sevgili Antep milletvekilleri bunu ezbere okurlar, Karayılan Destanı’nı çok özünden vurur, der ki:

“Karayılan olmazdan önce,

Antep köylüklerinde ırgattı.

Belki rahatsızdı, belki rahattı,

Bunu düşünmeye vakit bırakmıyordular,

yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi

ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.

Yiğitlik atla, silahla olur,

Onun atı, silahı, toprağı yoktu.

Boynu yine böyle çöp gibi ince

Ve böyle kocaman kafalıydı.

Karayılan Karayılan olmazdan önce.

Düşman Antep’e girince

Antepliler onu

Korkusunu saklayan

Bir fıstık ağacından

alıp indirdiler.

Altına bir at çekip

eline bir mavzer

verdiler.

Antep çetin yerdir.

Kırmızı kayalarda

Yeşil kertenkeleler.

Sıcak bulutlar dolaşır havada

ileri geri. “der.

Evet, Antep’le ilgili çok şey söylenir, ama Antep’in bir gerçekliği vardır. Aslında, cumhuriyetin kuruluşunda Türk’üyle, Kürt’üyle bütün kardeşlerin birlik olarak mücadelesini, şair çok güzel anlatır ve bu gerçekliği de dizelerinde şöyle dile getirir:

“Karayılan der ki harbe oturak,

Kilis yollarından kelle getirek,

Nerde düşman varsa orda bitirek,

Vurun Kürt uşağı namus günüdür.”

Der.

Evet, büyük ozan, dünyaca tanınmış, sürgünde yaşamını yitiren Nazım Hikmet bunu böyle der ve şöyle tamamlar:

“Ve biz de bunu böylece duyduk,

ve çetesinin başında yıllarca namı yürüyen,

Karayılan'ı,

ve Anteplileri,

ve Antep'i,

aynen duyup işittiğimiz gibi,

destanımızın birinci babına koyduk.”

Meclis de bunun gereğini yapmalıdır diyoruz ve bu tasarıya olumlu oy veriyoruz.

Saygılarımla hepinizi selamlıyorum. (DTP, AK Parti, CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Teklifin tümü üzerinde başka söz talebi yoktur.

Ekrana girmiş olan arkadaşlarımız var, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Evet, şu anda beş arkadaşımız var.

Sayın Uzunırmak

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan teşekkür ediyorum.

Bunu bir manada, ben, soru-cevap olarak değil ama kısa bir söz gibi de kullanmak istiyorum eğer müsaade ederseniz.

Tabii ki, işgal edilmiş bir ülkenin netice itibarıyla dört bir yanında gerek bireysel gerekse halk hareketi olarak çok kahramanlıklar gösterilmiştir, şehirler vardır, bölgeler vardır. Dolayısıyla, Antep’imiz de gaziliği, Urfalımız şanlılığı, Maraş’ımız kahramanlığı mutlaka ki hak etmiş illerimizdir. Ama, bir Aydın Milletvekili olarak üzüldüğüm bir şey var: Türkiye’de millî kurtuluş başlamazdan önce ilk kongrenin yapıldığı yer Nazilli Kongresi’dir işgale karşı ama bunlar bilinmez ve bahsedilmez. Aynı zamanda, Aydın’da, sivil hareket olarak birisi Yörük Ali Efe’nin, diğeri Demirci Mehmet Efe’nin önderliğinde, iki tane, alay seviyesinde millî direniş hareketi organize edilmiştir, alay seviyesinde iki sivil güç ve Aydın efeleri Türkiye’ye de mal olmuşlardır. Oysaki Aydın’a ne şanlılık kalmıştır ne kahramanlık ne de gazilik kalmıştır. Bu, üzücü bir hadisedir ve ben, bugün, bu vesileyle, ilk 1921’de görüşülen Meclisimizdeki tasarı üzerinden hareketle, o zamanki görüşmelerde illerin taleplerinin sürekli olmasının bir gelenek şekline dönüşmesinden endişe edildiğinden dolayı bazı konularda imtina edilmiş olduğunu gördüm.

Oysaki bugün, yüce Meclisimize ve Sayın Bakana şunu ifade etmek istiyorum: Eğer uygun olursa artık, şanlılık, kahramanlık gitmiş, ben, Aydınlı sivil toplum örgütlerimize ve hemşehrilerimize danışarak Aydın için acaba, millî kurtuluşa bu seviyede katkıda bulunmuş ve Türkiye’ye de efelik unvanıyla, efelik deyişiyle ve duruşuyla mal olmuş bir ile ne isim verilebilir ve nasıl taltif edilebiliri… Hemşehrilerime gidip önümüzdeki hafta Aydın’da basın toplantısı yaparak, sivil toplum örgütlerimizi bu işin içerisine, mahallî idaremizi bu işin içerisine katarak, Aydın’ın nasıl taltif edilmesi mümkündür   -isimle, madalyayla- bunu tartışarak, yüce Meclisimize bir teklif olarak getirmek istiyorum ve inanıyorum ki sayın milletvekili arkadaşlarımız, Türkiye’nin dört bir yanından milletvekili olan arkadaşlarımız, Aydın’ın millî mücadeledeki katkılarını ve duruşunu bilmektedirler ve takdir edeceklerdir, bu konuda desteklerini isteyeceğim.

Sayın Bakanımıza sormak istediğim, Aydın olarak böyle bir teklifle geldiğimizde nasıl bakarlar, kendilerinden bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Evet, şehirlerimizin hepsine kahramanlık, gazilik yakışır ama arkadaşlarımız tabii uygun süreyi de kullanacaklardır. Onun için bugün arkadaşlarımıza bir dakikalık uygulamayı yapmayacağım.

Buyurun Sayın Atılgan.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan teşekkür ediyorum. İllerimiz arasında kahramanlık takısı alan üç ilimiz var: Kahramanmaraş       -sizin de milletvekili olduğunuz il- Gaziantep ve Şanlıurfa. Ben tabii, Şanlıurfa milletvekilimiz olmadığı için fahri Şanlıurfa milletvekili olarak konuşuyorum. 22 Nisan 1925’te Gaziantep’e bu İstiklal Madalyası verilmesi konuşulurken Şanlıurfa da aynı talepte bulunmuştur. Acaba bu kanun kapsamında Şanlıurfa ilimize de madalya vermeyi düşünür müsünüz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Atılgan.

Sayın Korkmaz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum.

Gaziantep halkının ezan sesinin dinmemesi ve ay yıldızlı al bayrağın ilelebet Gaziantep semalarında dalgalanabilmesi için verdiği kutlu direnişi, maalesef bugün hepsi de bayraklaşmış 6.317 evladının şehit olmasına, yine binlerce evladının yaralanıp sakat kalmasına neden olmuştur. Bunun müsebbibi, bugün evrensel barış, hoşgörü ve diyalog çağrıları yapan emperyalist Batı’dır, terör odaklarının hamisi Fransa’dır. Bu kadar şehit verilen bir ilin bu hukuksuz işgali ve şehirde Fransız askerleri ile yerli işbirlikçileri tarafından yapılan, uygulanan kanlı terörü unutmamak ve unutturmamak üzere merkezî ve yerel otoritelerce sembolik anmalar dışında neler yapılmaktadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Gaziantep gibi Kurtuluş Savaşı’nda destansı mücadeleler gösteren ve sömürgeci işgal kuvvetlerini kovan ve millî mücadelemize büyük katkı sağlayan illerimize, elbette ki, kahramanlıklarına atfen İstiklal Madalyası verilmesi, aziz şehit ve gazilerimizin torunları olarak hepimizin yürekten destekleyeceği bir kanun teklifidir. Ancak bu illerimizin yanı sıra İstiklal Savaşı’nda büyük kahramanlıklar gösteren diğer illerimize de benzer şekilde İstiklal Madalyası verilmesi gerekmiyor mu? Örneğin, Gazi Mustafa Kemal’in “Bende bu vakayiin ilk hissî teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur.” sözlerine mazhar olan ve İbo Osman, Şeyh Cemil, Süleyman Cerdun gibi kahramanların önderliğinde millî mücadeleyi başaran ve istiklalimizi kazandıran ve de 22/4/1925 yılında da Türkiye Büyük Millet Meclisinde önergelerle talep edilen İstiklal Madalyası’nın Adana’mıza da bu çerçevede verilmesi icap etmiyor mu? Hükûmet olarak, Sayın Bakan’ın bu konudaki düşüncelerini öğrenebilir miyim?

Teşekkür ediyorum.

MUHARREM VARLI (Adana) – Bravo!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tankut.

Sayın Homriş

H. HAMİT HOMRİŞ (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakana aracılığınızla sormak istiyorum: Gaziantep’in “gazi” adını almasının nedeni, Fransız mezalimine karşı verdiği muhteşem mücadeledir. Bu vesileyle, Fransa’nın Gaziantep’te yaptıkları soykırım ve mezalimi kınayan ve bunun adına bir anıt yapılması için bir karar çıkarmayı düşünür müsünüz efendim?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Homriş.

Sayın Durmuş…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Gaziantep bizim de vefa borcumuzu ödemek için kalp damar cerrahisi hastanesi açmaya çalıştığımız bir ilimizdi. Oraya ilgili dallardan doktorlarımızı da göndermiştik. Her ne kadar Konukoğlu’nun hastanesinde bu imkânlar varsa da Gaziantep Üniversite Hastanesinin ve Sağlık Bakanlığı Kalp Damar Cerrahisinin ihya edilmesi için bir gayretiniz olacak mı? Sağlık Bakanlığıyla bu konuda bir görüşmeniz olacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Durmuş.

Arkadaşlarımızın bu soru, dilek ve temennilerine Sayın Bakanımız, Sayın Komisyon Başkanımız neler diyecekler?

Buyurun.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekillerimiz; ben Gaziantep’e böyle bir gazilik madalyası verilmesi vesilesiyle, hükûmet temsilcisi olarak burada bulunmaktan gerçekten gurur duyduğumu evvela ifade etmek istiyorum.

ALİ OKSAL (Mersin) – İstiklal Madalyası efendim.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Gerçekten bu konuda özellikle bayrağımızı yere düşürmemek için, ezan seslerinin susmaması için, bu topraklara düşman çizmesinin basmaması için canlarını veren bu kahramanlara Allah’tan rahmet diliyorum, onları gerçekten hayırla, rahmetle anıyorum. Gazilerimizi de… Tabii, sadece bir gazimiz kaldı bildiğim kadarıyla İstiklal Harbi’nden, ona da hayırlı, uzun ömür diliyorum.

Şimdi, tabii, burada bazı sualler müşterek. Aydın’la alakalı… Tabii, Aydın’ın, gerçekten millî mücadelede oradaki efelerin ne derece önemli rol üstlendiğini hepimiz biliyoruz, takdir ediyoruz. Elbette bu konuda Hükûmetimiz -sadece yetkili olarak ben değilim ama- Aydın’la alakalı da bazı hususlar düşünebilir.

Ancak, burada özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Gaziantep’e madalya verilmesi gazi olmasından dolayı. Dikkat ederseniz Şanlıurfa, Kahramanmaraş vilayetlerimiz de var. Ama gazi olmasından dolayı bir madalya verilmesi gerekiyor. Sebebi bundan dolayıdır. Yoksa bütün şehirlerimiz, gerçekten, Aydın’dan İzmir’e, Adana’ya kadar, Afyonkarahisar’a kadar bütün şehirlerimiz, tabii ki Şanlıurfa’dan Kahramanmaraş’a, Mardin’e kadar ve tabii ki Gaziantep’e kadar seksen vilayetimiz -daha sonra seksen birinci vilayet olarak Hatay da bu büyük mücadeleye katıldı- dolayısıyla hepsi kahramanca mücadele vermişlerdir. Hepsini, tabii hayırla yâd ediyoruz, gerçekten şükranla yâd ediyoruz.

Tabii, bu arada Sayın Korkmaz “Ne gibi merasimler yapılabilir?” dedi. Tabii, bunların, özellikle yeni nesillere mutlaka tanıtılması gerektiği kanaatindeyim. Yani, nesiller zaman geçtikçe unutuyor. Ben şahsen dedemden, ninemden bu İstiklal Harbi’yle ilgili çok şey dinledim ama bu insanlar vefat ettikçe, dünyadan ayağı çekildikçe, artık, nesiller arasında bağ kopuyor. Dolayısıyla, mutlaka tanıtımların bundan sonra çok iyi bir şekilde yapılması lazım. Bu konuda, ben, Kültür ve Turizm Bakanımıza gerekli desteği vermesi konusunda ricada bulunacağım.

Ayrıca “Bazı anıtlar dikilebilir mi?” şeklinde bir görüş belirtildi. Tabii, bu da aynı çerçevede Kültür ve Turizm Bakanımızı ilgilendiriyor, onu da ben kendilerine arz edeceğim.

Sayın Bakan Durmuş’un, özetle, Gaziantep’teki kalp damar hastanesiyle ilgili durumu Sayın Sağlık Bakanıma aktarmamı benden rica etti. Bu konuyu, Sayın Durmuş, özellikle Bakana ileteceğim.

Tabii, özellikle bir de şunu belirtmek istiyorum. Gerçekten, benim Gaziantep DSİ Genel Müdürlüğüm sırasında da en az 7-8 defa gittiğim ve çok büyük destek verdiğim bir vilayet. Misal olarak, orada yıllardır sürüncemede kalan Kayacık Barajı biliyorsunuz açıldı. Şu anda Kayacık sulaması çok hızlı bir şekilde ilerliyor.

Ayrıca, yıllarca gerçekten bir problem olan Alleben Göleti vardı, onu da bitirdik.

Ayrıca, buna ilaveten, biliyorsunuz, geçtiğimiz yıl kuraklıkta Gaziantep’in su sıkıntısı çekmemesi açısından, Kahramanmaraş ile Gaziantep arasındaki yer altı suyu kaynaklarını yıldırım harekâtıyla Gaziantep’e akıttık, çok sayıda dere ıslahları vesaire yaptık. Onları da burada özetle belirtmek istiyorum ve bu duygularla, bütün Gazianteplileri ve Millî Mücadele’de gerçekten canlarını veren bütün kahramanları rahmetle anıyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Gaziantep’in İstiklal Madalyası, böylece şehitlerimizin ve gazilerimizin rahmetle anılmasına da vesile oldu.

Evet, maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

GAZİANTEP’E İSTİKLAL MADALYASI VERİLMESİ HAKKINDA KANUN TEKLİFİ

MADDE 1- Kurtuluş Savaşı esnasında verdiği destansı mücadele ile büyük kahramanlık gösteren Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmiştir.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Yaşar Ağyüz.

Buyurun Sayın Ağyüz. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 9 milletvekili arkadaşımızla birlikte 10 kişi olarak verdiğimiz Gaziantep’imize İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu üzerine görüşlerimi belirtmek amacıyla, Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Şahsım ve grubum adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, bu haftanın başında Almanya’da oturdukları mekânda yanarak ölen, çıkarılan yangının normal veya sabotaj olmadığı bu saate kadar belli olmayan yangında hayatlarını kaybeden, yakılarak öldürüldüğü ihtimali büyük olan değerli hemşerilerime Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Hemşerilerime de içtenlikle geçmiş olsun diyor, başsağlığı diliyorum. Bu tür yakarak, yakılarak öldürmelerin gerek ülkemizde gerek dünyada son bulması için elimizden gelen çabayı ülke olarak göstermemiz gerektiğine inanıyorum. Ayrıca da Alman yetkililerin bu yangın olayını hiçbir şüpheye meydan bırakmadan tüm sonuçlarıyla kısa sürede meydana çıkarmasını, açıklamasını ve Hükûmetimizin de bugüne kadar gösterdiği tutarlı tavrı artırarak sonuna kadar devam etmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, Gaziantep beş bin altı yüz yıllık tarihî geçmişi olan bir kent. Bu kent çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan, tarihî kimliği, turistik kimliği, ticaret, sanayi ve esnaf ağırlıklı kimliğiyle öne çıkan bir kent ve Gaziantep, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün emperyalizme, işgalcilere karşı verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın sayfaları arasında çok anlı şanlı, diğer mücadele eden kentlerimiz gibi, bir sayfa, bir destan sayfası işgal etmektedir.

Bu “gazilik” unvanımızın üzerine, bugün İstiklal Madalyası’yla ödüllendirilmemiz bizim için onurdur, gururdur. Bu duygularla Gaziantepli hemşehrilerim adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımıza, İçişleri Komisyonunun değerli üyelerine, milletvekili arkadaşlarıma ve emeği geçen, katkıda bulunan değerli zevata huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, önce İngiliz, sonra Fransız işgali altında bir mücadele veren Gaziantep halkının verdiği mücadele, gerçekten açlıkla, yoklukla verilen 6.317 şehitle sonuçlanan bir çete harbidir, bir semt savaşıdır değerli arkadaşlarım. Onun için bölgesinde önder gösterilmiştir, onun için Gaziantep savunması tarihimizin sayfaları arasında övünülerek yer almıştır. On ay boyunca devam eden bu savunmada milis güçlerimiz 2.500 kişiyi geçmemiş ama Fransızların, İngilizlerin düzenli ordusuyla, bugün, tüm dünyada kıyamet koparan Ermeni milislerin iş birliğine karşı 2.500 milis, kadınlarımız, kızlarımız incir çekirdeğini savunma yapılan yerlere, siperlere taşıyarak on ay boyunca mücadele etmişlerdir.

Bu savaş sonucunda 8 Şubat 1921 tarihinde Ulu Önder Atatürk, bugün, verdiği mücadeleyle bu Meclisi kuran, cumhuriyeti bize armağan eden Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşları Gaziantep’e “gazilik” unvanı verilmesini kararlaştırmışlardır. Bugün de İstiklal Madalyası’yla ödüllendirilmesini, ben yarın kutlanacak olan 8 Şubat gazilik gününün 87’nci yıl dönümüne rastlaması nedeniyle de ayrıca çok önemsiyorum değerli arkadaşlarım. Bu gururu hep birlikte taşıdığımız için de, milletvekilleriniz olarak, tekrar sizlere şükranlarımızı sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, Gaziantep, sanayi, ticaret ve esnaf ağırlıklı bir kenttir. 1920’li yıllarda verdiği kurtuluş savaşının üzerine sonradan verdiği ekonomik kalkınmayla da, kendi göbeğini kendi kesmek zorunda kalan, durumunda kalan bir kenttir değerli arkadaşlarım. İstihdam amaçlı kamu yatırımlarının çok az olduğu bir kenttir. Özellikle cumhuriyetten bugüne kadar, bir Tekel içki fabrikası var idi, bir çimento fabrikası var idi ve bazılarımızın bugün “Tüm Türkiye raylarla donatıldı.” diye alay edilen etkin İpek Yolu üzerinde demir yolu ağı vardı değerli arkadaşlarım. Bugün ne oldu? Tekel içki fabrikası özelleştirildi, o alan üzerinde imar tadilatı yapılıyor ve büyük ölçüde elden çıkıyor. Çimento fabrikası özelleşti ve bugün, özelleştirme furyası içerisinde Gaziantep de nasibini aldı değerli arkadaşlarım. Tabii, kendi göbeğini kendi kesen bir kent olma özelliğini yıllardır savunan ve beceren bu kentte, ne kadar yalvarsak ne kadar ağlasak ne kadar derdimizi anlatsak da hiçbir Hükûmet, sadece bu Hükûmet değil hiçbir Hükûmet Gaziantep’e dönüp de “Ne diyorsunuz?” diye bakmadı. En son darbeyi de… Etrafı teşvik uygulaması kentlerle sarılınca da, iki yıldır da maalesef, bu ihmal, bu kanayan yara kangren olmaya başladı değerli arkadaşlarım.

Tabii güneydoğunun cazibe merkezi olan kentimiz çok büyük göç alıyor, içeriden ve dışarıdan çok büyük göç alıyor. İşsizlik, kapanan fabrikaların büyük ölçüde artması, tekstilin içinde bulunduğu kriz Gaziantep’i büyük ölçüde sarsıyor değerli arkadaşlarım. Hem kendi özelindeki sorunlar hem tüm ülkemizde yaşanan ekonomik sorunlardan etkilenmemesi mümkün olmayan kentimiz, bu İstiklal Madalyası’yla ödüllendirilirken, Hükûmetimizden de bazı beklentileri var. Biliyorsunuz, kentimiz GAP’ın cazibe merkezi. GAP’tan yeterli payı alıyor mu diye baktığımız zaman da maalesef alamıyor değerli arkadaşlarım.

Sulama projelerimiz çok büyük ölçüde kaynak yetersizliğinden, Nizip’te, Barak Ovası’nda, Oğuzeli’nde, Karkamış’ta, İslahiye’de, Araban’da büyük ölçüde bekleme içerisinde. Sayın Bakanımızın Gaziantep’i GAP amacıyla ziyaretinde verilen taahhütler de maalesef, büyük ölçüde umut verici değil. Bu projelerin yaşama geçmesi lazım. Çünkü köyden kente göçü veya dışarıdan göçü önlemek istiyorsak insanları doğduğu mekânda doyurmak zorundayız. Köyde yaşayan insanlarımız ne kadar geçim sıkıntısından kurtulursa, şehirdeki esnafımızla ekonomik iş birliği buna göre etkin olur değerli arkadaşlarım.

Tabii, bu özelleştirme furyasından payını alan kentimizin, içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları sadece buraya özgü saymak da mümkün değil. Ulu Önder Atatürk’ün bir sözü var: “Unutulmasın ki, ekonomik bağımsızlığını kaybedenler siyasal bağımsızlıklarını da kaybederler.” Onun için, bugün, bu Meclisi bize armağan eden; bugün, çağdaş, laik, demokratik cumhuriyeti bize armağan eden Ulu Önder Atatürk’ün aydınlanma yolundan ayrılmamak zorundayız değerli arkadaşlarım.

Ülkemizin bağımsızlığını düşünen, ulusal onurumuzu düşünen ve her insanımızın yaşadığı yerde mutlu olmasını, gelecek kaygısı içerisinde yaşamamasını dilemek ve uygulamak bizlerin tabi görevi ise biz bunu gerçekleştirmek için elimizden gelen çabayı göstermek zorundayız. Gaziantep’i ve diğer ezilen yerleri, teşvik mağduriyeti olan il konumundan çıkarmak zorundayız. Tarihî ve kültürel kent kimliği olan Gaziantep’e turizm önceliği vermek zorundayız. Bugüne kadar ödenek yokluğundan dolayı bekleyen yatırımları canlı hâlde tutmak zorundayız değerli arkadaşlarım.

Ayrıca, civarda devam eden kazılarımız var, höyük kazılarımız var. Bugün, Yesemek Açık Hava Heykel Müzesi, Nizip ilçe sınırları içinde bulunan Zeugma değerlendirilmesi gereken ve turizme açılması gereken konumda olan yerlerdir değerli arkadaşlarım. İşte, bu ek kaynakları yaratmadığımız müddetçe, Gaziantep 1,5 milyon nüfusuyla SOS vermeye devam edecek, esnaf büyük ölçüde ezilecek, köylü köyünden şehre göç edecek ama iş bulamayacak, fabrika kapılarında eli boş umutsuz olarak geriye dönmeye devam edecek. Elbette ki bu İstiklal Madalyası’yla ödüllendirildiğimiz gün, bizim ülkemizde yaşanan ekonomik sıkıntılarla birlikte her bölgede rahatlığı istiyorsak Gaziantep’in de ekonomik kalkınmışlıkla, ekonomik tedbirlerle taçlandırılmasını istiyoruz değerli arkadaşlarım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, konuşmanızı tamamlayınız.

YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) – Gaziantepli hemşehrilerimizin bizden bekledikleri bu değerli arkadaşlarım.

Bunların tüm ülkemizde gerçekleşmesini umut ederken, Gaziantep’e İktidarımızın el uzatmasını ve ekonomik olarak yandaş çıkmasını diliyorum değerli arkadaşlarım. Bakın Ulu Önder Atatürk Gaziantep için ne demiş? “Ben Gazianteplileri gözlerinden nasıl öpmem ki onlar yalnız Gaziantep’i değil Türkiye’yi de kurtardılar.” Şimdi, Gaziantep, var olan AKP İktidarından kurtarıcı olmasını bekliyor; İktidarın, elinden tutmasını bekliyor, Ulu Önder Atatürk gibi Gazianteplinin gözlerinden öpmesini bekliyor değerli arkadaşlarım.

Bu duygularla, 8 Şubat gazilik günümüzün Gaziantepli hemşehrilerime ve Türkiye’ye hayırlı olmasını diliyorum. İstiklal Madalyası’na içtenlikle destek olan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Diliyor ve umuyorum ki, ülkemiz ve mazlum ülkeler bir daha kurtuluş savaşı vermek zorunda kalmasınlar.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ağyüz.

Madde üzerinde, Gaziantep Milletvekili Sayın Mehmet Erdoğan.

Buyurun Sayın Erdoğan.

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesi maksadıyla hazırlanan kanun teklifiyle ilgili, şahsım adına, 1’inci madde üzerinde söz almış bulunuyorum. O zamanki adıyla Ayıntap, gaziliğini hak etmek için kan, can, servet ve verebileceği her şeyi veriyor, yetmiyor. Açlık ve âcizlik içinde kıvranan şehir ve halkı mecburiyetten teslim olurken emperyalist Fransızlara ve dünyaya da bir ilk olarak ders vermekten de geri kalmıyor, teslim bayrağının yanında şanlı Türk Bayrağı’mızı da beraberce göndere çekiyor.

Bayrak şehidi, efsane komutan Yüzbaşı Şahin Bey, Elmalı Köprü’sünde 28 Mart 1920’de şehit olduğu gün, aynı tepenin eteğinde çok acı bir trajedi daha yaşandı. Buranın 300 metre doğusundaki Dokurcum Değirmeni’ne saklanan 14 silahsız çocuğu, emperyalist Fransızlar, Şahin Bey ve çetelerine yiyecek getirdiği için değirmenin önündeki dik kayaların önüne dizip, ellerini birbirine bağlayıp önce kurşuna dizdiler, sonra da süngülediler. Böylece, millî mücadelede resmî kayıtlardaki Gaziantep’in verdiği şehit sayısı 6.317 oluyordu. Bugün, bu tarih yazan şehitlerimiz Gaziantep’te Şıh Camisi’nin bahçesinde  ebedî istirahattadırlar.

Açlığa yenildi Gaziantepli, ama ay yıldızlı bayrak inmedi, ezan dinmedi. Bu vaka, katliamı yapanların tarihinde, kanlı ve kirli sayfalarında yer alırken bizim tarihimizde altın harflerle yerini aldı. Onlar, yandaşları olan Ermenilere sözde anıt dikerken, katlettiği masum insanların kanına bulaşmış ellerini nasıl temizleyecekler?

“Atatürk, bir Gazianteplinin gözlerinden öperken ben Anteplilerin gözlerinden nasıl öpmem ki onlar yalnız Gaziantep’i değil Türkiye’yi de kurtardılar. Millî mücadelede mutlak muvaffak olacağımız inancını, bütün Türklere Antep müdafaasını takip ettiği seyir ilham etmiştir.” Mareşal Fevzi Çakmak.

Bununla birlikte Mustafa İsmet İnönü, 25 Aralık 1968’de şöyle diyordu: “Gaziantep’in Kurtuluş Savaşı’nda yaptığı muharebeleri ve çektiği ıstırapları Genelkurmay Başkanı olarak günü gününe yaşadım. Benim Garp Cephesi Komutanlığım Gaziantep mücahitlerini izledikten sonra başlar ve bütün harbin sonuna kadar Gaziantep’in fedakârlığı ufkumda bir kuvvet olmuştur. Milleti için hiçbir fedakârlığı esirgemeyen genç ve yaşlı millet evlatlarının bütün memlekete, ümitsiz günlerde nasıl cesaret verdiklerini yakından görmüşümdür.”

Evet, değerli arkadaşlar, Gaziantep halkı silahlı ordusuyla değil, masum halkıyla, evdeki nenesiyle, dedesiyle, yaşlısıyla, kadınıyla, kızıyla bunlarla Fransızlara direnmişlerdir. Buradaki mücadele, bir savaş mücadelesi değildir, masum halkın üzerine obüs toplarıyla saldırıların bir sembolü olmuş kentin mücadelesi.

Bu kent neyi başarmıştır? Bu kent, Fransızlara şu kadar zayiat verdirmeyi belki başaramamıştır, ama teslim olmama erdemliğini göstermiştir. On bir ay direnerek Anadolu’ya bir meşale, bir kıvılcım olmuştur Gaziantepli. İşte, bunun için İstiklal Madalyası’nı istiyor Gaziantepli.

Değerli arkadaşlar, Atatürk’ün de dediği gibi “Türkiye’nin her köşesinde düşmanla mücadele olmuş, bütün şehirlerimiz, köylerimiz, vatanımız için, dünümüz için, bayrağımız için dövüşmüşlerdir.”

Anadolu, Anadolu’nun tamamı aynı kahramanlığı göstermişlerdir, çünkü kan aynı kandır. Ancak Antep, 20 bin düşmana karşı 2.920 kişilik çetesiyle kendisini savunurken büyük acılar çekmiştir.

Atatürk’e “Türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü, Gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilirler” dedirten Antep Harbi nedir? Şahin Bey’i, Şehit Kâmil’i, Karayılan’ı ve çoluk-çocuk, kadın, ihtiyar masum halkı katleden Fransız Şark Orduları Komutanı General Gobo, büyük topları, 300 makineli tüfeği, 6 uçağı ve 4 tankıyla, 20 bin kişilik Fransız tümeni ve 1.500 kişilik Ermeni gönüllüsüyle geldi Antep’in üstüne. Aylarca bombaladı, yaktı, yıktı, çembere aldı. Hiçbir yerden yardım gelmedi. Antepli ustalar barutu da, fişeği de yaptılar. Aç kaldılar, acı çekirdek ekmeği, ot yediler. On ay sekiz gün düşmanı Antep’e sokmadılar. 6.310 şehit verdiler, ama dedelerimizin yattığı toprağı çiğnetmediler, bayrağımızı yere düşürmediler. Türkiye Büyük Millet Meclisi de, Antep’e gazilik unvanını verdi.

Antep’i almaya gelen, alamadan Suriye’ye dönen General Gobo, Fransa’yı temsilen Londra Konferansına katıldı. İngiliz delegelerinin “Yunanlılara daha çok destek verelim de Türklerin işini çabuk bitirsinler” sözü üstüne kürsüye çıktı: “Beyler, siz hayal görüyorsunuz! Biz, koca Fransa devleti, bir Antep sancağı ile başa çıkamadık. Anadolu’da daha bin Antep var.”

Vatan için canlarını veren şehitlerimizi, gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyoruz.

Gaziantep, gazilik unvanını 8 Şubatta almıştı. Gazilik unvanının tamamlayıcısı olan, Ali Oksal kardeşimin deyimiyle “mütemmim cüzü” yine, Bekir Aksoy’un deyimiyle “mütemmim cüzü” olan, sembolü olan, Gaziantep’in ve Gazianteplilerin yıllardır beklediği ve fazlasıyla da hak ettiği gazilik madalyası için, hiçbir parti ayırımı yapmadan, Antepliye yakışan birlik ve beraberlikle Gaziantep Milletvekili olarak verdiğimiz kanun teklifine desteklerinizi bekliyoruz.

Yine, diğer arkadaşlarımın da söylediği gibi, Antep’e sembol olmuş bir dörtlüğü kısaca söyleyerek geçireceğim: “Ben Antepliyem, şahinem ağam/ Mavzer omzuma yük./ Ben yumruklarımla dövüşeceğim./ Yumruklarım memleket kadar büyük.”

Bu madalyaya emeği geçen İçişleri Komisyonu Başkanımız ve tüm üyelerine, oy birliğiyle destek veren tüm üyelerine, tüm parti temsilcilerime ve Cumhurbaşkanımızdan Başbakanımıza emeği geçen tüm parlamenter heyetine teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bulut, sizin söz talebiniz vardı ama doğrusu ben onu sehven atladım.

Konuşacaksınız değil mi efendim?

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Evet…

BAŞKAN – O zaman, grup adına sözler geçti ama şahsınız adına söz vereyim konuşun, ben o arada ek süre varsa onu vereyim. Çünkü atladık, şahıslara geçtik ama konuşmanızı devam ettireyim. Ben size o konuda müsamahakâr olayım, hata benden kaynaklandı.

Buyurun.

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkanım, Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmek üzere getirilen kanun tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Gaziantep’in gazilik unvanını alışının yıl dönümünü kutluyor, siz değerli heyeti ve bizleri ekranları başında izleyen yüce milletimizi şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Tarihi insanlık tarihiyle başlayan, tarih yapmaktan tarih yazmaya vakit bulamayan, gittiği her yere medeniyeti, adaleti götüren, tarihin kaydettiği Britanya, Bizans, Roma imparatorluklarından sonra en uzun süre dünyada hâkim olmuş imparatorluğu kurmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun sahipleri olan yüce Türk milleti, adaletli yönetimiyle, hoşgörülü anlayışıyla, insanları Yunus’ça sarışıyla, Mevlânâ’ca hoşgörüsüyle altı yüzü aşkın yıl, tarihin kaydettiği en uzun süreli imparatorluğun sahibi olmuştur.

Kendi tebaasına hoşgörülü davranışıyla, dünyadaki mağdur, mazlum milletlere yardım edişiyle, tarihte ender görülen, takdir toplayan bir millet.

Fransızlara, para kazansınlar, geçimlerini temin etsinler diye, Osmanlı bayrağını takmaları kaydıyla, Osmanlının hükümran olduğu bütün bölgelerde ticaret yapmalarına, dolaşmalarına izin verecek kadar hoşgörülü bir millet.

Ancak, tarihte görüyoruz ki, Türk milletinin bu hoşgörüsünü, bu yardımseverliğini hep kötüye kullanan bu milletler, Osmanlının, para kazanmak için dolaştığı topraklarını bir gün ele geçireyim, nasıl ele geçirelim, nasıl bu toprakları işgal edelim hesaplarını hep gütmüşler.

Osmanlının ülkeleri içerisinde kurdukları okullarla, kurdukları vakıflarla, oralarda kendileri lehinde faaliyet gösterecek ajan faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Saint Joseph, Saint Benoit, Robert, Galatasaray, Gaziantep’te kurdukları Amerikan hastanesi, Urfa’da kurdukları İtalyan hastanesi… Böyle yardımsever görüntüler arkasında, oralarda, insanlarımızın kimliksiz, kişiliksiz -“Vatanım rûy-i zemin, milletim nev’i beşer.” yani “Vatanım bütün dünya, milletim de bütün insanlık.” dercesine- kendi kimliğini, kendi kişiliğini unutturmak, Türklüğünden vazgeçirtmek, bu toprakların bedelinin ne olduğunu unutturmak adına yürüttükleri kültür emperyalizmi, misyonerlik faaliyetleriyle Osmanlının yıkılışını hazırlamışlar.

O topraklarımıza bizim rızamızla gelerek, bizim ekmeğimizi yiyen, kursağında lokmamız olan Fransız’ıyla, İngiliz’iyle, Yunan’ıyla, diğer ülkeleriyle birleşerek Anadolu’ya saldırmış, kendi ülkesine, kendi ülkesinin insanlarına hizmet, yatırım yapmakta zorluk çektiği hâlde Balkanlara, oralara çok büyük yatırımlar yapan Osmanlı, Anadolu’ya çekilmek zorunda kalmış.

Ayvalık’ta 172’nci Tugay Komutanı Ali Çetinkaya’ya İstanbul Hükûmeti “Silahlarınızı teslim edin.” emrini verir. “Bir elime ayı, diğer elime güneşi verseniz, ben silahımı teslim etmem, vatanıma düşman ayağı bastırmam.” diyerek düşmana ilk kurşunu Ayvalık’tan sıkarlar. Ayvalık’ın Kerem köyünde ilk toplanır Kuvayımilliye, askerle birleşir, dağlara çıkarlar. Anadolu’ya saldıran, giren düşmana Ege’den başlattıkları bu mücadele dalga dalga yayılır.

“Sen şarkın kınına girmeyen bir kılıcısın/Vurula vurula tavlanır, vurula vurula kırılırsın/Yine her parçandan bir kıvılcım, yine her parçandan ilahi bir ışık çıkar Ey Türk…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

AHMET DURAN BULUT (Devamla) - …diye şairin belirttiği Türk milleti, bu haksızca ve hayasızca saldırıya Antep’te, Urfa’da, İzmir’de, Çanakkale’de, Balıkesir’de, Aydın’da, Anadolu’nun her yerinde, Sakarya’da, Büyük Önder, Büyük Kahraman Mustafa Kemal’in önderliğinde karşı koyar. O Büyük Önderi, silah arkadaşlarını, Antepli Şahin’i, Karayılan’ı, Ali Çetinkaya’yı, adsız o kahramanları bugün minnetle, rahmetle, şükranla anıyorum.

Gaziantep, Büyük Atatürk’ün dediği gibi, işte Türkiye’nin kurtuluşunun yolunu açan o yüreği orada çarptırtmış, Antepli Şahin’in o yumruklarından aldığı güçle dünyanın en donanımlı ordularına karşı koymuş ve bu toprağın sahibinin kim olduğunu, bu toprağın bedelinin ne olduğunu, o topraklarda bağımsızlığımızın, istiklalimizin sembolü olan ay yıldızlı bayrağın inmesine kimsenin gücünün yetmeyeceğini, geçmişte Türk, gelecekte de Antep’in Türk kalacağını yedi düvele, dünyaya haykıran Gaziantepli, haklı olarak gazilik unvanını aldığı gibi bugün de bu tasarıyla o gazilik sancağını inşallah İstiklal Madalyası’yla taçlandırarak bir örnek olmuş olacak. Ancak haksızlık yapmamamız gerekiyor, Çanakkale’yi geçilmez yapan, orada 280 bin memleket evladının düşman askerleriyle koyun koyuna yattığı, ama dünyanın en güçlü donanmalarını o Boğaz’a gömen Çanakkale’nin bu madalyada hakkı yok mu? Düşmana ilk kurşunu sıkan, Kuvayımilliyeyi başlatan Balıkesir’in bu madalyada hakkı yok mu? İzmir’in, Aydın’ın, Afyon’un, Sakarya’nın…

Değerli sayın milletvekilleri, gelin, kurtuluş bayramlarını kutlayan… Kurtuluş demeyelim, neden kurtulduk, bu vatan bizimdi zaten. Geldiler saldırdılar, biz onları kovduk ve bu zafer bayramlarını da kutlayan her ilimize birer gazilik ödülü verilmesini diliyorum. Gaziantepliye buradan minnetlerimizi, şükranlarımızı sunuyoruz; kendilerine hayırlı, uğurlu olsun. O madalyayı görerek, o sancağı selamlayarak yetişecek çocukların Karayılan’ı da unutmamasını, Şahin’i de unutmamasını, bu vatanın kurtuluşu için alın terini, kanını, canını veren bu insanların bu vatanda yaşama hakkının, ortak değerlerde buluşmanın ve “Ne mutlu Türküm diyene!” ifadesinde yer almanın haklı gururunu taşımaları dileğiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bulut.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

 

 

Kapanma Saati: 17.42

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.59

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60’ıncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu  açıyorum.

102 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, yüce Meclisin çok değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.

Öncelikle, tüm Antep’i, tüm Anteplileri yürekten kutluyorum.

Tabii, bir ülkeyi ülke yapan insanlarıdır. “İstiklal” diyoruz. İstiklalin temel amacı istiklal ve bağımsızlık. Tabii, burada en önemli unsur insan unsuru. Ben, insan unsuru, Antep sanayicisi ve Antep’in yaratıcılığına o pencereden bakacağım arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, Antep insanı, yıllar yılı, taa cumhuriyetimizin ilk gününden beri ülkenin bağımsız bütünlüğüne ve Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren dimdik duran ve ülkeye sahip çıkan bir ilimizdir Antep ve Antepliler. Tabii buradaki en önemli unsur “insan unsuru” dedim.

Tabii Antepli, değerli arkadaşlar, Antepli yaratıcıdır, Antepli üreticidir, Antepli marka yaratır, Antepli sabah beşte kalkar, çalışır, didinir, adam çalıştırır, her taraftan göç alır, o insanlara ekmek verir, akşam da gider çoluk çocuğuyla en iyi şekilde yer bunu. Bu, Antep’in özelliğidir arkadaşlar; yemesini de bilir, çalışmasını da bilir, çalıştırmasını da bilir ve marka yaratır hep didinerek.

Ben, kısaca, size, 80’li yıllardan itibaren Antep ekonomisindeki gelişmeleri sunup ve bugüne geleceğim arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, Antep bunu hak etmiştir. Ayrıca, ben, tüm Gaziantep milletvekillerime teşekkür ediyorum, tüm Meclise baklava ikram ettiler ve tüm Gaziantep halkının da yaşamları hep tatlı olsun, hep huzurlu olsun. Ben, Meclisteki diğer arkadaşlar adına Gaziantep milletvekillerime teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii Antep ekonomisi Türkiye’de bir modeldir, Denizli ve Antep. Yani, 80’li yıllardan itibaren Türkiye’de iki ilimizin ekonomisi en ön plana çıkmıştır.

CAHİT BAĞCI (Çorum) – Konya da var.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - İlk, ilk, arkadaşlar. Herkesin hakkını… Ben kimsenin hakkını yemem. Bu işin Türkiye’deki -yani illerin büyümesinde, illerin sanayileşmesinde- ilk modeli Denizli ve Antep’tir. Diğer illere örnek olmuşlardır, diğer illere önder olmuşlardır.

Tabii hep devleti dolandırmamışlardır, altını çiziyorum. O günün Türkiyesi’nde teşviki -önemli ölçüde teşvik sistemi vardı arkadaşlar, size bir anımı anlatacağım- devletten aldığı her teşviki, kendilerinden daha fazlasını katarak üretime gömmüşlerdir Antepli sanayiciler ve ta boyunlarına kadar, ülke için, üretmek için risk almışlardır. Asla devlete hiçbir zarar vermemişlerdir Antepli sanayici. Devletin bir kuruş parasını çarçur etmemiştir. Her aldıkları teşviki yerine koymuşlardır. Saygı duyulacak insanlar. Antep sanayicisi bu konuda önder olmuştur, lider olmuştur arkadaşlar.

Bir anımı anlatacağım: Eskiden orta vadeli krediler vardı. Yani, Merkez Bankası verirdi ve düşük faizliydi. Allah rahmet eylesin, çok ünlü bir sanayici -Gaziantepli- bana geldi, elinde teşvik belgesi var. Tabii diyor ki: “Devlet söz verdi bana.” Bir de bankalar aracı olurdu, Merkez Bankasından alır -riski bankalar alır- krediyi firmaya verirdi. “Bana devlet söz verdi.” diyor. “Devlet söz verdiyse, devlet görevini yerine getirsin.” diyor. “Ben hakkımı istiyorum.” diyor ve biz onunla gittik Merkez Bankasına “Arkadaş, bana teşvik belgesi vermişsiniz. Bu benim hakkım…” dedi. Tabii, eskiden sıraya koyuyorlardı, bir yıl falan alamıyorlardı Merkez Bankası kaynağından. “Sıraya koyduk işte…” “Hayır, arkadaş, devlet söz verirse yerine getirecek…” Aynen şunu söyledi Merkez Bankası yetkilileri: “Allah aşkına, bu Gaziantepli hemşehrimizin şu parasını verin de gitsin üretimini yapsın.” Yani, sahip çıktı meselesine. Antep sanayicisi, arkadaşlar, böyledir.

Değerli arkadaşlar, tabii, ben, Gaziantep sanayicisinin şu anda -tabii, demin arkadaşlarım söyledi, motive edilmek, motive etmek, motive olan insan daha fazla üretir- içinde olduğu koşulları hiç şey yapmayalım, gerçekleri konuşalım. Arkadaşlar, hepiniz biliyorsunuz bu Teşvik Yasası ülke ekonomisine hiçbir şey vermeyen bir teşvik yasasıdır. Bunu hepiniz biliyorsunuz. Burada defalarca konuştuk. Hepiniz, bu Teşvik Yasası’nın yasak savma bir teşvik yasası olduğunu biliyorsunuz. Ama, gelin, yeni Şehit Kâmiller, yeni Karayılanlar, Antep’te yeni kahramanlar, yeni sanayici kahramanlar yaratmak için, gelin, bu insanların kolunu kesmeyin. Kolunu kestiniz! Arkadaşlar, etrafı, hepsi teşvikli il, Maraş, Adıyaman, Şanlıurfa, Osmaniye…

Değerli arkadaşlarım, Araban’dan çıkınca, Besni’yle Araban arasında 1 kilometre bu tarafta bir iplik fabrikası, 1 kilometre sonra bir iplik fabrikası. Sadece 1 kilo iplikte, elektrik parası olarak, 200 lira fark ediyor arkadaşlar.

Değerli arkadaşlarım, madalya almak Antep sanayicisinin ve Antep’in hakikaten hakkıdır, hepimizin gururudur. Ama bugün Antep’in içinde olduğu ve o koşan Antep’in, üreten Antep’in, üreten Antep sanayicisinin, bu ülkede örnek olan, Türkiye’de örnek olan, yıllar önce örnek olan insanların azmini, heyecanını yeniden vermek zorundayız arkadaşlar. Ben bir kez daha bunu hepinizin bilgisine sunuyorum. Ben olayın bu tarafına bakıyorum.

Anadolu aslanları… Anadolu aslanlarının ilk çıkış yeri, bu ülkede üreten, bu ülkede, özellikle KOBİ’lerin ve marka üreten KOBİ’lerin ilk çıkış yeri Gaziantep’tir, Gaziantepli sanayicilerdir. Bu insanlara yardım etmek bir görevimizdir. Yıllarca o kapı açılmadı ve burada tüm bakanlıklara büyük iş düşüyor. Çünkü, hepimizin bir açılış kapısı… Benim ilimin de faydası olacak. Eğer Gaziantepli sanayici daha çok üretir, daha çok satarsa etrafına daha çok fayda verecektir.

Bu Teşvik Yasası, özellikle Gaziantep sanayisi açısından, son derece insanların şalterini indirdiği bir teşvik yasasıdır. Hepimiz gerçekleri konuşalım. Onun için Gaziantepli sanayiciyi birer Şehit Kâmil, birer Karayılan yapmak hepimizin görevidir. Ancak bununla Gaziantep hep bağımsız olur, hep o İstiklal Madalyası’nı başında taşır, ne kadar çok üretirse, ne kadar çok ekmek verirse… Sonuna kadar, Gaziantep, yıllarca Türkiye’deki tüm insanları kucaklayan, herkesi misafir eden Gaziantep etrafındaki tüm illeri misafir etmiştir. Gaziantep en büyük misafirperverlik örneği göstermiştir. Gaziantep’e giden, etrafındaki illerden bir tane giden insana hep kucağını açmıştır Gaziantep. Hepimizde emeği vardır, herkeste emeği vardır arkadaşlar.

Onun için, Gaziantepli sanayicinin gelin önünü açalım ve Gaziantep büyürse… Biz kimseyi kıskanmayız. Hangi Bakanım? Faruk Bakanım burada. Bak bir de madalyadan, bağımsızlıktan… Faruk Bakanım, Gaziantepsporun sigorta borcu var ve tüm takımlarımızın. Ama bugün eğer burada bir madalya veriliyorsa tüm spor kulüplerimizde bugün sizin madalya vermek zorunluluğunuz var. Madalya, üretilerek verilir. Madalya verirken sözde madalya verilmez. Örneğin, Gaziantepspor -bugün konumuz Gaziantep- ve tüm spor kulüplerimizin sigorta borçları var; hepimizin, herkesin. Olmayan var mı arkadaşlar? Bir kere, hoş geldiniz buraya, iyi ki geldiniz. Söz veriyor musunuz Faruk Bakanım?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Tabii.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederiz.

Ben, tüm Gaziantep’e, tüm Gazianteplilere bugüne kadar Türkiye’nin, Gaziantep’in kurtuluşunda emek veren tüm şehitlerimize ve rahmetli olan gazilerimize Allah’tan rahmet diliyorum ve Gaziantep’in, Gaziantep ekonomisinin gelecekteki günlere daha bağımsız, daha İstiklal Madalyası almış Gaziantep’in daha haykıracağına inanıyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, yorgun bir günün ve gecenin ertesinde bugün Meclisimizde çok önemli bir kanunu görüşüyoruz ama bana göre yeterli duyarlılık, yeterli kalabalığımız, çoğunluğumuz maalesef yok.

Ben bu görüşmekte olduğumuz kanunun yürürlük maddesinde konuşmak arzumun sebebini öncelikle ifade edeyim: Bizi kulislerde sohbet ederek dinleyen arkadaşlarımızın da dikkatine sunuyorum ama öncelikle Sayın Hükûmetimizin, sayın milletvekillerimizin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Mecliste grubu bulunan partilerin yöneticilerinin, grup başkan vekillerinin, basınımızın, hatta ilim dünyamızın, ilim adamlarımızın dikkatine bir teklifim olacak bu güzel gün, bu güzel sebep dolayısıyla, bundan faydalanarak. Bu teklifi ifade etmeden önce gerekçesini arz etmeye çalışacağım.

Değerli milletvekilleri, sizler de biliyorsunuz, insan topluluklarını milletleştiren süreçlerden en etkili olanı ya bir acının, bir travmanın, yaşanan bir acının nesillere aktarılarak o acının paylaşılması etrafında bir ortak kimlik oluşturarak millet olabilirsiniz ya da bir yaşanan kahramanlığı yine paylaşarak, gelecek nesillere aktararak, onun etrafında birlik oluşturarak millet olabilirsiniz.

Türk milleti derken, tespitinde aciz kaldığımız binlerce yıl -işte, sekiz bin yıl deniliyor, on bin yıl deniliyor- ve dünyanın en büyük coğrafyasında yaşanan, yaşanırken kahramanlıklarıyla, acılarıyla paylaşılan bir tarihin günümüze ulaştırdığı şu süreçte Gaziantep’e İstiklal Madalyası’nın verilmesini konuşuyoruz.

Türk milletinin ateşle imtihan edildiği o yılları şöyle bir hatırlamanız gerekiyor. Ben beklerdim ki, bugün burada, sayın Gaziantep milletvekilleri, partilerimizin değerli konuşmacıları, Gaziantep ilimizin yaşadığı o günlerin acısını, ıstırabını buraya taşıyabilsinler. Gönüllerimiz o günleri yaşasın, hatırlasın ve içinde yaşadığımız Türkiye’nin değerini, kıymetini yeniden bir hatırlayalım arzu ederdim ama burada başka şeyler konuşuldu. Anlaşılıyor ki, yeterince hazırlık yapılamamıştı.

Değerli milletvekilleri, Türk milletinin bin yıldır devam eden -Anadolu’da, Ön Asya’daki, Avrupa’sıyla beraber- bu coğrafyadaki mücadelesi, hayatı, işte 1910’lu yıllardan sonra başlayan o felaket yılların sonunda bu toprakları da elimizden almaya kasteden, bin yıldır bu topraklara sefer düzenleyen güçler, Batılı güçler tarafından Gaziantep’in yaşadığı, Kahramanmaraş’ın, Adana’nın, Ege’nin, Erzurum’un bütün Anadolu’nun yaşadığı o felakete karşı bu millet bir direnç ortaya koymuş, bir millî mücadele vermiş ve bu millî mücadelenin sonunda -bugün içinde bulunmakla şeref, onur duyduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurduğu o Millî Mücadele sonunda- Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuş. Dolayısıyla, biz, esir bir millet, esaret altında bir millet değil, onuruyla bin yıldır bağımsız yaşamış bir milletin topraklarına saldırılmasına karşı bir Millî Mücadele vermişiz.

Teklifim şudur: Artık hiçbir şehrimiz, hiçbir ilimiz kurtuluş günü kutlamasın. Biz, niye kendimizi esarete layık görüyoruz da kurtulmayı anıyoruz, onu bayram diye kutluyoruz?

Biz, bir Millî Mücadele verdik değerli milletvekilleri. Bizim atalarımız binlerce şehit vererek, bu toprakları kanlarıyla vatanlaştırarak, bu toprakları işgal etmek, elimizden almak isteyen müstevlilere, işgalcilere karşı Millî Mücadele verdik ve zafer kazandık. Bizim devletimizin kuruluşunun başlangıcında 30 Ağustos Zafer Bayramı yatar, “Kurtuluş Savaşı” tabiri yanlıştır. Bunu, tüm ilgililerin dikkatine sunuyorum: “Millî Mücadele”dir onun adı. Gaziantep’te verilen, Kahramanmaraş’ta verilen, Adana’da verilen mücadele bir millî mücadeledir.  O millî mücadelenin üzerinde biz bugün bağımsız devletimizi kurmuşuz ve bir mucize yaratmışız.

Dolayısıyla, ilim adamlarına, siyaset kurumlarına, Sayın Hükûmete, medyaya buradan teklif ediyorum, hatta gruplarımıza teklif ediyorum: Gelin, bir ortak kanun teklifi verelim. Kurtuluş günü kutlayan tüm şehirlerimizin bu günlerini zafer günü olarak kutlamalarını kanunlaştıralım. (MHP sıralarından alkışlar) “Kurtuluş” bize yakışmıyor. Biz kendi topraklarımızda esir miydik ki kurtulmayı bayramlaştırıyoruz? Biz, bize saldıranları kazma sapıyla… Kar Boğazı mücadelesini size hatırlatmak istiyorum. Mersin’de, Gözne’de verilen mücadeleyi hatırlatmak istiyorum. İsim isim belli. 38 kişi, Kar Boğazı’nda Fransızlara karşı mücadele verip Fransız güçlerinin Pozantı’yı aşıp İç Anadolu’ya geçişini engelleyen kahramanın sayısı. Şahin Bey’in verdiği mücadele, Kahramanmaraş’ta verilen mücadele ve ülkemizin her şehrinde verilen mücadele, böyle bir millî mücadeledir.

Dolayısıyla, bakın, bugün, geç kalmış, bir anlamda geciktirilmiş bir hakkın teslimi için kanun çıkartıyoruz, Gaziantep’imize İstiklal Madalya’sının verilmesinin kanunlaşmasını sağlıyoruz. Aslında bu madalya tüm Millî Mücadele şehitleri adına, o gün gazi olsa bile bugün rahmanı ahirete intikal etmiş tüm gazilerimiz adına Gaziantep’e emanet ediliyor. Dolayısıyla, bütün illerimizi kapsayacak şekilde, bütün bu Millî Mücadele’yi sembolleştirecek şekilde bir kanun teklifiyle, biz, Millî Mücadele’mizi, Millî Mücadele’de yaşananları gelecek nesillere aktarmak adına bir kanun teklifiyle kurtuluş gününü zafer gününe dönüştürelim.

Bunu çok önemsiyorum. Gaziantep’e İstiklal Madalyası’nın verilmesini, bir hakkın gecikmiş bir tecellisi olarak yerine getirilmesini çok önemsiyorum ama bu vesileyle, bunu fırsat bilerek aslında yapmamız gerekenin tarihimize, o Millî Mücadele’ye borcumuz olanın böyle bir hukuk olduğunu düşünüyorum.

Bu sebeple, değerli milletvekilleri, Millî Mücadele’de hayatını kaybetmiş… Nüfusumuzun yarısını kaybetmişiz. Yalnız şehirlerimiz değil, Balkanları terk eden, yollarda telef olan insanlarımızı geri dönüp bir tarihi okumamız lazım. Bugünler kolay kazanılmadı. Bugünlerin kıymetini bilebilmek için dünü unutmamak gerekiyor. Tüm bu Millî Mücadele’nin kahramanlarına Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Milliyetçi Hareket Partisi adına şükranlarımızı, saygılarımızı sunuyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şandır, konuşmanızı tamamlayınız.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ayrıca bir acı hadiseyi de bu vesileyle ifade etmek istiyorum. Gaziantep’imizin millî mücadelesini anıtlaştırırken bir acı haberle sarsıldık. Almanya’da yaşanan elim hadise gerçekten yüreklerimizi burktu, 21’inci yüzyıla yakışmayan, işte, Avrupa’nın aslında gerçek yüzünü de ortaya koyan… 9 tane insanımız -ki bunun büyük kısmının Gaziantepli olduğunu biliyoruz- yanarak can verdiklerini, öldüklerini biliyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi adına, başta Sayın Genel Başkanımız olmak üzere, tüm şehitlerimize ve Almanya’da kundaklama sonucu yanarak öldüklerini öğrenmeye başladığımız Gaziantepli vatandaşlarımıza yüce Allah’tan rahmetler diliyorum.

Teklifimi dikkate almanızı ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır.

Şahsı adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Fatih Arıkan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum.

Gaziantep’in bu güzel madalyaya sahip olmasından da çok büyük mutluluk ve gurur duyuyorum. Yalnız, İçişleri Komisyonu Raporu’ndaki bir yanlışlığın burada düzeltilmesi hususunu sizlere arz etmek istiyorum. Şimdi, burada, tutanaklarda “…Kurtuluş Savaşı’ndaki mücadelesini taltif amacıyla 8/2/1921 tarihli ve 93 numaralı Kararla Antep’e ‘Gazi’ unvanı verilmiştir. Gaziantep’e ve Maraş’a İstiklal Madalyası verilmesinin uygun olacağına dair Başbakanlık tezkeresi 22/4/1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmüş ancak konu sonuçlandırılmamıştır.” ifadesinden “Kahramanmaraş” isminin çıkarılmasını istiyorum. Çünkü Kahramanmaraş’ın İstiklal Madalyası’nın tarihi… Burada bakın. Kendisini de getirdim buraya, örneğini:

“Kahramanmaraş’ın metni bu kâğıdın arkasında yazılı 66 no.lu Kanun gereğince verilecek olan İstiklal Madalyası vesikası.

Millet Meclisinin 5/4/1341 -yani 1925- tarihinde vuku bulan İkinci Dönem 94’üncü Birleşim Birinci Oturumunda aşağıda kimliği yazılı Maraş şehrine bir adet kırmızı şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir.

İstiklal Madalyasını alan zatın kimliği: Maraş şehri.

Resmî mühür 13/4/1341 -yani 1925.- Gazi Mustafa Kemal Atatürk, imza.”

Evet, bunun düzeltilmesini arz ediyorum. Gaziantep’e de madalyanın hayırlı olmasını diliyorum.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arıkan.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural.

Buyurun efendim.

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, teşekkür ediyorum.

Aslında bundan seksen dört yıl önce ecdadımızın yüce Mecliste yaptığı bir müzakereye atfen, yine, biz, bugün, geçmişte yapılan bu müzakereyi zikrederek, Gaziantep’imize İstiklal Madalyası verilmesine yönelik bir kanunu kabul edeceğiz.

Ancak söz almamın sebebi, aslında, o günün şartlarında bu Millî Mücadele’yi yürüten ecdadımızın, Maraş ve Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesiyle ilgili bir Başbakanlık tezkeresi görüşülürken, millete hizmet yolunda, can verme yolunda ne kadar büyük bir gayret içerisinde olduklarını ve hepsinin de bu şerefi istediklerini tarihen zapta tekrar geçirmek için huzurlarınızdayım.

Evet, Başbakanlığın bir tezkeresiyle “Maraş ve Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesi gerekir.” diye ifade edilirken, aynı zamanda üç tane önerge ile “Dönemin en büyük devletlerinden biriyle yalnız başına iki sene harp ederek memleketlerini kurtaran Adana ilinin manevi şahsiyetinin bir İstiklal Madalyasıyla taltifini saygılarımızla arz ederiz.” diyen Adana Mebusu Zamir, Adana Mebusu Kemal Beyleri elbette yâd etmemiz gerekiyor.

Yine “Millî mücadelenin ilk gününden itibaren bütün evlat ve mevcudiyetiyle iştirak ederek sonucunda harap olmuş olan Aydın ilinin manevi şahsiyetinin bir İstiklal Madalyasıyla taltifini saygılarımızla arz ederiz.” diyen Aydın Milletvekili Mithat Bey ve İzmir Milletvekili Osman Zade’yi rahmetle anmamız gerekiyor.

Yine “Millî mücadeleye bütün varlığıyla iştirak ederek, aylarca Fransız kuvvetleriyle boğaz boğaza harp ederek, mukaddes gayesine zaferle varan Urfa ilinin manevi şahsiyetinin bir İstiklal Madalyasıyla taltifini saygılarımızla arz ederiz.” diyen Urfa Milletvekili Refet Beyi rahmetle anmamız gerekiyor.

Bakın, Urfa Milletvekili zaferden bahsediyor. Bugün, biraz önce Grup Başkan Vekilimiz “Kurtuluş günü olmasın, zafer olsun.” dedi. Milletimiz tarihe bunu zafer olarak yazmıştır. Bizim de zafer olarak anmamız gerekmektedir. İşin özü odur.

Bununla yetinmiyor değerli arkadaşlarım, İzmir mebusu kalkıyor, Ankara mebusu kalkıyor, kendileri de ifade ediyorlar, çok önemli görüşmeler yapılıyor, ama oradaki heyecan şu: Oradaki heyecan, millî mücadeleyi herkesin nasıl beraber, birlikte yürüttüğünü, nasıl bir imanla yürüttüğünü ortaya koyan ifadeler. Onların bu konudaki görüş ve ifadeleri zinhar ve zinhar Antep’e ya da şuraya buraya İstiklal Madalyası verilmesin değildir. Biz sanki tarihin yanlış yaptığını iddia ederek meseleye bakmamız gerekmiyor. Doğru yaptılar. Şunu söylüyorlar: “Bütün köylerimin, bütün illerimin hepsi İstiklal Madalyası istemiştir. O zaman, biz Antep’e İstiklal Madalyası verilmesine ilişkin bir tezkereyi reddetmek yerine ya da kabul etmek yerine, diğerlerini dışlamak yerine bunun yeterince müzakere edildiğini ifade ederek sonuçlandırmayalım.” diyerek büyük bir erdem göstermişlerdir.

Hiçbirisi reddetmemiştir, ama hepsi sahiplenmiştir. Onlara gerçekten Allah’tan rahmet diliyorum, gerçekten her bir ilimiz, her bir köyümüz, canını feda eden hepsi, İstiklal Madalyası gibi, bu Millî Mücadele’ye katkıda bulunmuştur. Ancak, bazı illerimize elbette “kahraman”lık, bazılarımıza “gazi”, bazılarımıza da “şanlı” ifadesiyle Türk milleti bu yöre ahalisine olan minnetini ve şükranını da ifade etmiştir ve orada şunları ifade ediyorlar -oradaki tutanakların sırf bugün girmesi için söz aldım- diyor ki, Refik Bey söylüyor: “Hepimizin göğsünü dünyaya… kabartan Türk evladıdır ve zaferi ihraz eden de Türkiye evladıdır. Türk vatanıdır. O hâlde bu şeref ve fazilet; tarihi unutulmaz şerefle dolu olan Türk milletinindir ve bu şeref ve fazilet bu vatanın evladına nasip olmuştur. Gaziantep’e verilmesi lazım gelen İstiklal Madalyası; memleketin her köşesine, her yurduna, hatta üç evden ibaret olan en ücra köşede yaşayan Türk köyüne de verilmesi icap eden bir nişanedir.” diyor. Dolayısıyla, biz bugün Antep’e İstiklal Madalyası verilmesini kabul ederken, aslında o mücadeleyi sürdüren her köye ve her ilimize de İstiklal Madalyası verme konusundaki irademizi de teyit etmiş oluyoruz. Ama, herkese de vermek, özellikle de yaygınlaştırmanın gerçekten sıkıntılı olduğu bir ortamdayız.

Halis Turgut Bey, Sivas milletvekili diyor: “Efendim; Mücadelei Milliyenin başlangıcı esasen Türk için bir şereftir. Bu şerefin başlangıcı, onu takip eden seyri ve cereyanı tarihçe meçhul değildir. Gaziantep, Maraş, bilhassa bu hususta fiilî yararlılıklar göstermişlerdir. Binaenaleyh şunu tercih ederek, diğerini kıskanarak yeni bir vaziyet ihdas etmek memleket hesabına ve nefiy namına doğru değildir.” Yani, birbirimizi ayırt etmeyelim, hepimiz beraber, birlikte olduk. Onun için ecdadımız o gün bunu görüşmemiş. Reddetmek değil, Millî Mücadelenin çok yoğunlaştığı bir ortamda, oradaki mebusların gerçekten, o konuda gösterdikleri kahramanlıklara cevap verilmesi amacıyla ortaya koydukları bir iradedir. Bu bakımdan, onları rahmetle anmak istiyorum.

Millî Savunma Bakanı Recep Bey bütün bunlar ifade edildikten sonra diyor ki: “Bendenizce Türkiye vatanının hakikaten hiçbir köşesi, hiçbir cüzü yoktur ki nimeti istiklale kavuşmak uğrunda lazım gelen fedakârlığı sarf etmesin. Türkiye vatanının mümkün olsa her ferdine bir İstiklal Madalyası, birer timsali istiklal ihda etmek kabil olsa bunu yapmak lazımdır.” diye ifade ediyor.

Gerçekten biz bu vatanı hak ettik. İstiklal Madalyası’nı da her vatandaşımız hak etti. Gaziantep şehrinin de, Gazianteplilerin de aldığı İstiklal Madalyası -ben inanıyorum ki- Aydın’ın da, İzmir’in de, Ankara’nın da, Urfa’nın da şerefle yâd edeceği bir İstiklal Madalyası olacaktır. O bakımdan, bu müzakereler sırasında bu konuda, Türk milletinin Millî Mücadelesine sahip çıkma ve onurunu taşıma noktasında bu görüşlerini dile getiren eski milletvekillerimizin hepsine Allah’tan rahmet diliyorum ve Gaziantep’in şerefle bu İstiklal Madalyası’nı, hepimiz, her yörenin milletvekili olarak, taşımasından da gurur duyacağımızı ifade ederek, Milliyetçi Hareket Partisinin bu tasarıya, bu teklife olumlu oy kullanacağını bildirerek hepinize sevgilerimi, saygılarımı arz ediyorum.

Teşekkür ederim. (MHP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Vural.

Madde üzerinde şahsı adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi Kaynak.

Buyurun Sayın Kaynak.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – Konuşmayacaksınız.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, bir kısım vatan topraklarına düşman ulaşmadığı için o topraktaki insanlar belki kurtuluş mücadelesi verememişlerdir veya Sayın Şandır’ın dediği gibi zaferi kazanmamışlardır. Ama “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, bu satıh da bütün bir vatandır.” denilen bir ortam içerisinde yurdun her tarafındaki zaferlerde, Anadolu coğrafyasının bugün Misakımillî içinde bulunan veya bulunmayan bütün insanlarının katkıları vardır ve o gazilerimizi, şehitlerimizi rahmetle anıyor, Antep’in geç de olsa almış olduğu bu İstiklal Madalyası’nın da kendilerine ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.34

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.47

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Yaşar TÜZÜN (Bilecik),

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60’ıncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

4’üncü sırada yer alan Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

5’inci sırada yer alan Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

5.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483) (S. Sayısı: 95) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 95 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Tacidar Seyhan, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Oktay Vural; şahısları adına Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt, İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç, Adana Milletvekili Tacidar Seyhan ve Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi’nin söz talepleri vardır.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’a aittir.

Sayın Seyhan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TACİDAR SEYHAN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii Türkiye için çok önemli bir kanun ve geç kalmış bir kanun aslında. Bir şekilde Türkiye’de araştırma ve geliştirme faaliyetleri destekleniyor, hem bunu yapan özel sektör var yüzde 30 civarında, yüzde 70 civarında da kamuda yapılıyor, ama bu denge yurt dışında, Avrupa Birliği ülkelerinde, OECD ülkelerinde bunun tam tersi, yüzde 70’i özel, yüzde 30’u kamu yapıyor.

                               

(x) 95 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Şimdi, burada Türkiye’nin en büyük sorunu şu: Eğer biz sanayimize rekabet gücü kazandıracaksak yapabileceğimiz en iyi şey ar-ge faaliyetlerinin desteklenmesini sağlamaktır. Birincisi bu. Burada amaç ne olmalıdır? Buradaki amaç kesinlikle, değerli arkadaşlarım, sanayinin rekabet gücünü artırmak olmalıdır. Bunu hedefleyeceksiniz ve nereye, ne kadar araştırma-geliştirme harcayacağınızı bilmek zorundasınız. Yani bir hedefiniz olmak zorunda. Bu kanun çok güzel, tüm aşamalarını destekliyorum ama ciddi eleştirilerim de var. Zaten bizim teknoloji geliştirme merkezlerimizde bu faaliyeti yürüten bir dolu şirketimiz var. TÜBİTAK bir başka koldan yürütüyor. Ancak bizim eksiğimiz şu: Stratejik olarak sektörler belirleyip, ürünler belirleyip, bu ürünler üzerinde ve sektörler üzerinde tercihlerimizi belirleyip bir ar-ge teşviki yapmaktır. Yani neye ne kadar destek verebileceğini bilen bir Türkiye arıyoruz.

Bakın, bu tasarıdaki en büyük eksiklik şu: Tasarının belli bir hedefi yok arkadaşlar. Şimdi, bir tasarıyı gündeme getirdiğiniz zaman dersiniz ki Türkiye’de ar-ge yapan personel sayısı 5 bin, ben bu sayıyı 15 bine çıkaracağım ve şu alanlarda çıkaracağım dersiniz, bunu anlarım. Türkiye’deki ar-ge’nin yatırım harcamaları nedir? Gayrisafi millî hasıla içerisinde 0,79. Öyle bir ar-ge destek kanunu getirirsiniz ki dersiniz: Ben iki yıl içerisinde bu oranı yüzde 2’ye çıkaracağım, OECD ülkelerini yakalayacağım. Bunu da anlarım. Ama bu kanunun böyle bir hedefi yok arkadaşlar.

Bu kanunda yapacağımız şey şu: Birkaç şey yapıyoruz. Bir: Ar-ge merkezlerinin kurulması. Ar-ge merkezlerinde kimler çalışıyor, hangi sayıda çalışıyor? En az 50 kişilik araştırma-geliştirme kadrosu olan şirketlerimize sen ar-ge merkezi kur diyoruz, ama 50 kişilik bir ar-ge personeli olmak zorunda, yoksa ar-ge merkezi kuramayacak, yani 10 kişi, 20 kişiyle kuramayacak. Burası güzel. Kurdu ar-ge merkezini. Ve elimizde ne kadar para var bu kanuna göre? 2007 yılı için ayrılmış para miktarı 10 milyon YTL’dir. Bütün hepsi bu. Eski tutar tanımlamasıyla 10 trilyon bu, arkadaşlar. Bunun da nasıl paylaştırılacağı, müracaata göre mi verileceği henüz kanunda tanımlanmamış. Bunun nasıl paylaştırılacağı da belli değil. Sayın ki bu 10 milyon YTL’nin hepsi firmalara dağıtılmış olsun. Türkiye’nin 0,79 olan gayrisafi millî hasıla içerisindeki ar-ge oranı ancak  0,20 düzeyinde yükselecektir. Daha fazlası yok. Hedef bu kadar. Peki, vergi teşvikleri, vergi indirimleri de var, bunlar ne olacak diye düşünürseniz, Hazinedeki arkadaşlarımız hesap yaptı, asgari 20 milyon ile 30 milyon dolar arasında Hazineye bu 500’ün üzerinde personel çalıştıranların vergi ve diğer yükleri var. Yani, toplam rakam nedir? 30 milyon YTL, 30 trilyon.

Değerli arkadaşlar, 30 trilyonluk tutar yurt dışında sadece bir kamu sektöründe bir projeye ayrılan paradır. Bu parayla siz Türkiye’yi Avrupa Birliği seviyesinde bir ar-ge düzeyine ulaştıramazsınız. Mutlaka iktidarın önümüzdeki yıllar içerisinde ar-ge’ye ayrılacak payı yeniden düzenlemesi lazım, dört başı mamur bir ar-ge yasasını  buraya getirmesi lazım. Aslına bakarsanız bu bir ar-ge yasası değil, bu vergi teşvik yasası statüsünde bir destek yasasıdır.

Bakın, şimdi bir yasa daha var. Bence o yasa daha güzeldi. 2001 yılında çıkarılmış Teknoloji Merkezleri Yasası vardı. O Yasa’daki tanımlar, buradaki tanımlara göre daha dikkatli yapılmış ve hedefi belli bir Yasa. Nereye vereceği, ne kadar vereceği belirli ve teknoloji merkezleri, teknoparklar bu Yasa çerçevesinde bir yere geldi. Bundan sonra yapacağımız bizim çalışmalar bunu daha ileriye götürecek bir çalışma olmalıydı. Ama bu götürür mü? Bence götürmez. Bu yasa bana şunu hatırlatıyor: Bu ülkenin ar-ge’ye ihtiyacı var, biz de bir ucundan başlayalım.

Arkadaşlar, yarım ar-ge olmaz, yarım teşvik olmaz. Ne yapacağını  belirleyemediğiniz belli bir hedefini koyamadığınız, belli bir yöne sevk edemediğiniz ar-ge yasasına ar-ge diyemezsiniz. Burada çıksın arkadaşlarım bana söylesin ki: Sektörel olarak biz ar-ge yasasında Türkiye’yi şuraya sevk ediyoruz, hedefimiz şu. Yok böyle bir şey. Herhangi bir sektör de hedeflenmemiş.

Kaldı ki değerli arkadaşlarım, buradaki ikinci tanımlama eksikliği şurada: Daha önceleri, biliyorsunuz, bir teşvik yasası çıkmıştı. Teşvik yasasını kırk dokuz ile verdik. Şimdi diğer illerimize teşvik verelim mi vermeyelim mi diye tartışıyoruz. Aslında sektörel teşvik, yani cluster’lar üzerine tanımlanmış, özel, nihai hedefi belli olan, belli bölgelerde nihai hacmi, sınırları belirlenmiş bir teşvik ar-ge demektir. Dünyanın her yerinde böyle tanımlanır. Stratejik bir alan belirlersiniz, o stratejik alan içerisinde özel bir sektör belirlersiniz, orada yatırım harcamalarından üretim harcamalarına kadar her türlü teşviki koyarsınız, bu da bir ar-ge’ye hizmet eder. Ama, şimdi size soruyorum: Elinizde 10 milyon YTL var, harcayacaksınız. Sektörel teşviki belli mi bu ülkenin? Yani öncelikli sektörlerini belirlemiş bir ülke miyiz biz? Hayır.

Peki, şimdi çalışmalar yapılıyor, Sanayi Bakanlığımızda yapılıyor bu çalışma; bir sanayi envanteri çıkarılıyor, bir sektör haritası çıkaracaklar arkasından. Bu sektör haritası çıktığında, o sektörlere buradaki ar-ge’yi nasıl monte edeceksiniz, aynı koşullarla mı? Aynı koşullarla monte ederseniz, oranın öncelikli teşvik sistemi içerisinde yer almış olmasında haksızlık etmiş olursunuz. Dolayısıyla, buradaki sayı aranmadan, buradaki teşviklerin tamamından, ar-ge teşvikinin tamamından öncelikli sektörlerinizi yararlandırmanız lazım. Dünyanın her yerinde böyledir, bölgesel teşvik unsurları kazandırılan yerde de böyledir. Sektörel teşvikin mikro düzeyde, ilçe düzeyinde yapılan yerlerde de mutlaka ar-ge yatırım harcamalarından o sektörler yararlandırılır, çünkü o hükûmet rotasını oraya çizmiştir.

Ben, şimdi, bu kanuna benzeyen bir kanun var mı diye dünyadaki bütün ar-ge kanunlarını incelemesem de en az on ülkeyi inceledim ama bire bir örtüştüren bir kanun bulamadım.

Değerli arkadaşlar, yapmamız gereken şu: Kamu olarak da hedefiniz olacak. Burada arkadaşlarıma sordum: Özel sektörün payını artıralım mı? Rekabet gücünü artıracaksak özel sektörü liberal ekonomide desteklemeli miyiz? Evet, buna katılıyorum, ama bunu yaparken bir şeyi daha düşüneceksiniz. Her ülke için stratejik alanlar vardır, olmazsa olmaz, kamu orada olmalı, kamu o yükü çekmeli. Bu, tamamı için söylemiyorum, yüzde 80’ini liberal ekonomiye bırakın, özel sektör orada gitsin. Ama siz bu tasarıyla olmasa da başka bir tasarıyla kamu-özel sektör-üniversite iş birliği yaratarak üçünün yerini bir ar-ge kanununda birleştirmek zorundasınız. Bunu yapmadığınız sürece bilimden uzaklaşırsınız, liyakatten uzaklaşırsınız, verimlilikten uzaklaşırsınız, yönetişimden uzaklaşırsınız.

Kamu iradesini stratejik sektörlerde güçlendirmezseniz o sektörlerde sadece özel sektör eliyle ulusal sermayenizi güçlendiremezsiniz. Örneğin, şöyle bir örnekleme yapalım: Türkiye'nin en verimli alanlarından biri nedir? Bor üretimi. Boru kim üretiyor? Etibor üretiyor. Araştırmayı neresi yapıyor? Etibor Enstitüsü yapıyor. Geçen dönemde, değerli komisyon üyesi arkadaşlarımızla birlikte bu Enstitünün kurulması için ciddi bir çalışma yaptık. Bu Enstitü ne durumda biliyor musunuz arkadaşlar? Orada da ar-ge faaliyetleri yapılıyor. En az otuz proje için bu Enstitü ödenek bulamamış, TÜBİTAK’a başvurmuş, proje için ar-ge desteği istiyor. Peki şimdi eğer borik asit üretim tesisi kurarsa bir özel sektör, siz borik asit tesisi içerisinde ar-ge yapmak isteyen özel sektöre 50 kişi çalıştırdığında teşvik vereceksiniz, ama Etibor İşletmeleri içerisinde ayrılmış ar-ge bölümünde kamu desteği olmayacak. Böyle bir şey olabilir mi? Burada entegreyi kamu, stratejik alanlarda kamu-özel sektör iş birliğine dönüştürmeniz lazım. Ulusal sermaye böyle gelişiyor.

Bakın, yine bu kanunda yabancı şirketlerin de Türkiye’de 50 kişilik  ar-ge personeli istihdam etmek koşuluyla araştırma-geliştirme merkezlerini açmasına bu kanun elveriyor, imkân veriyor. Şimdi, şöyle düşünün arkadaşlar ve 500 kişilik ar-ge personeli çalıştıran, yurt içinde yönetişim merkezi olan bütün merkezleri de vergi hakkından yararlandırıyor.

Peki, dünyadaki şirketlere şöyle bir göz atın. Artık birçok büyük şirketin yönetimine baktığınızda ve sermayesine baktığınızda kamunun millî sermayesinin o şirketlerin içerisinde hâkim olduğunu görüyorsunuz. Yani, Türkiye’ye gelen bir yabancı firma, millî sermayesine kamu hâkimse gelecek Türkiye’de araştırma, geliştirme yapacak, eğitim merkezini kuracak, o merkeze Türk kaynaklarından finans aktaracak, 500 kişiyi geçince teşvikini alacak ama siz kamuyu planlamayıp bu işten mahrum edeceksiniz. Böyle şey olmaz. Kamunun yerini doğru belirlemelisiniz. Bunu yaparsak ne olur biliyor musunuz? Bunu yaparsak, her alan için söylüyorum, bütün sektörel yatırım alanları için de söylüyorum, kendinizi korumadığınız stratejik yatırım alanlarında monopole bu ülkeyi teslim edersiniz. Bir başka ülkenin millî şirketlerinin Türkiye’de hâkim piyasa yaratmasına izin verirsiniz. Bu, serbest piyasayı, rekabet sisteminizi bozar. Bu ülkede yatırım yapmış diğer yabancı şirketler de bundan  zarar görür. Buna çok dikkat edin, bütün kanunlarda, rica ediyorum, sanayide, teşvik kanunlarında dikkat edin, çünkü dünyada bizim gibi ülkelerde monopol çok yaygın. Oraya sermayesine hâkim kamu şirketleri, büyük şirketler girdi mi o ülkenin sanayisi, gelişmesi duruyor. Onlar piyasaya hâkim oluyor. İstediğiniz kadar ar-ge yaparsanız yapın onların ulaştığı noktaya ulaşmanız çok zor.

Peki, çok üstünde durduğum işte “Ar-ge’nin rengi belli olmalı.” diyorum. Peki, bunu niye söylüyorum arkadaşlar, ne hedefliyorum? Şunu hedefliyorum: diyelim ki bizim ülkemizde bir sektör var, bizim için de hiç önemli değil, hiç önemli bir sektör değil, ülke açısından hiçbir esprisi yok bu sektörün, katma değer yaratmıyor, yüksek teknoloji üretmiyor -hedefiniz yoksa- 50 kişilik bir laboratuvar kurdu mu onu da destekliyorum, 500 kişi çalıştırdı mı ar-ge’de, onu da destekliyorum. Ama ülke olarak bana katma değer sağlamıyor, istihdam da sağlamıyor.

E peki, böyle bir hakkı olmamalı mı? Elbette olsun. Ama kamu olarak benim görevim neyi teşvik edeceğini bilecek bir ar-ge yasası hazırlamaktır. Yani bize diyebilmelisiniz ki: “Türkiye’de ar-ge var, ar-ge şu şu alanlarda sanayimizi destekliyor, teknolojik olarak yapıyı geliştiriyor ve ülkenin on yıl sonra hedefi şu olacak.” Yok böyle bir şey.

Sonra çok önemli bir şey daha var. Milletvekili arkadaşlarımdan da rica ediyorum, gruplardan da, genel başkanlardan da. Arkadaşlar, bir ülkede bir sektörü geliştirmek, bir ürünü geliştirmek siyasi bir tercihtir. Eğer siz siyasetçi olarak genel davranışınızda, sosyal hayatınızda, iletişiminizde bir duruş gösterirseniz bir alanda, onu söylem hâline getirirseniz, o teşvikin arkasında durursanız, onun kültürel ve tanıtımında öncülük yaparsanız o sektör o ülkede ilerler. Bir başbakanın elinde, koltuğunun altında, kendi ülkesinde üretilmiş bir laptop olduğunu düşünün. Bunun faydasını anlayabiliyor musunuz? Ya da başka bir ürün düşünün tanıtıldığını. Tamam, anlaşılıyor. Dünyanın birçok yerinde ar-ge önce askerî istihbarat amacıyla başlamış, daha sonra kamu, diğer alanlarda yaygınlaştırılmış. Her şey önce askerî ihtiyaçtan çıkıyor. Ama artık hepimizin görevi insanı daha iyi yaşatmak ve o insanın yaşamını kolaylaştırmak. Ama bizim ülkemiz için bir başka şey daha var ar-ge’de öncelik kılacağımız:

1) Yatırım alanları açmak, o yatırım alanlarını zenginleştirmek, o kuruluşları güçlendirmek, uluslararası rekabet gücünü artırmak.

2) İstihdam.

3) Bütçe için katma değer.

Bunların üçünü nasıl birleştireceksiniz? Eğer teşvikte olduğu gibi nereye gideceği, nereye yönlendireceği belli olmayan bir ar-ge yasasıyla toplumun önüne çıkarsanız, aynı teşvikteki şey başımıza gelir. Üç tane büyük şirket bu alana yatırım yapar, dördüncü şirketi göremezsiniz, KOBİ’leri mahrum edersiniz.

Arkadaşlarımızdan çoğu diyor ki: “KOBİ’ler eksik.” Tasarıda KOBİ tanımlanmış mı? Elbette, bir KOBİ hedefi var bu tasarıda, ne olduğu çok anlaşılmayan bir şey var. Sadece ar-ge merkezleriyle desteklenmiyor tasarı, diyor ki: “Bana bir ar-ge projesi getir. O ar-ge projesine de ben belli bir ödenek ayırayım. Sen o ar-ge projesini de geliştir.” Tasarı bunu diyor, evet. Bunun dışında, KOBİ’ler için “rekabet öncesi iş birliği” diye bir ayrı bölüm tanımlanmış. Buradaki amaç şu: “Eğer üç beş firma aynı ürün üzerinde çalışma yapmak istiyorsa, ortaklaşa çalışma yapmak istiyorsa bunun fizibilitesini yapsın, bunun genel maliyetini de ortaya koysun -bu tasarıdaki anlatım bu- onunla bize gelsin. Biz o projeye de destek verelim. Böylece, KOBİ’leri de ar-ge içerisine almış oluruz.”

Değerli arkadaşlar, bu işlemez. Yani, Türkiye’de beş tane küçük KOBİ’yi bir araya getirip bir tek üründe birleştirecek bir anlayışı yerleştirmek belki bizim uzun yıllarımızı alır. Bu kültürü yerleştirmek için birlikte çalışma alışkanlığını, birlikte başarma alışkanlığını, yani imeceyi önce yaygınlaştırmamız lazım. Türkiye’de bu tutmaz. Buna ayrılan parayla da bu kadar KOBİ’nin yararlanması mümkün değil, ama biz bir yandan bu 50 rakamının da düşürülmesini tehlikeli buluyoruz.

İkincisi, değerli arkadaşlar, zamanım az kaldı, bir de hukuki yanını toparlamak istiyorum: Arkadaşlar, bu paranın nasıl paylaştırılacağı belli değil, kimin tarafından paylaştırılacağı belli değil. TÜBİTAK görevlendirilmiş ama, önceliğinin nereye göre belirleneceği de belli değil. Yani, bu kanunun uygulama esasları yok, bu kanunun denetim esasları da yok. Neye göre denetleyeceksiniz? “Biz yönetmeliğe bıraktık.” Arkadaşlar, bunun ikisi asli düzenleme yetkisidir. Asli düzenleme yetkisi, Anayasa’ya göre yürütmeye devredilemez. Bu nedenle, bu kanun orada Anayasa’ya aykırılık teşkil eder, onun burada belirlenmesi lazımdır.

İkincisi şu: Ben size parayı verdim -ortak bir veri tabanı öngörmüyor bu kanun- çalışma yaptınız. İki yıl sonra, bu çalışmadan elde ettiğiniz ürün, prototip ya da ar-ge, her neyse, bunun için fikir ve telif haklarını almadınız, o çalışmayı durdurdunuz. Dediniz ki: “Benim ar-ge’m burada tıkandı.” Devlet de buna ödenek verdi.

Ee, peki, bu elde edilen ürün ya da prototip nerede toplanıyor? Bunun sahibi kim? Şirket. Ben, devlet olarak para harcayacağım, teşvik vereceğim, ama o prototipten vatandaşım veya ülkem yararlanmayacak.

Bir merkez kurarsınız, yarım kalmış projeleri, onların veri tabanını o merkezde toplarsınız, yeni araştırma görevlileri geldiğinde o prototiplerden yararlanır arkadaşlar. Aynı iş bir daha yapılmaz.

Bu ülke, genel bir veri tabanını ar-ge’de oluşturup ortak kullanıma ve bilgi edinmeye açmadıktan sonra, ar-ge’de başarılı olmamız imkânsız. Zaten bir kaynak sorunumuz var. Buraya ayırdığımız kaynağın kötü amaçla kullanılmaması için, sonuca ulaşmış ya da ulaşmamış bütün projelerin mutlaka kamu denetiminde değerlendirilmesi lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) – Bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum Değerli Komisyon Başkanımıza.

Şimdi, deniliyor ki: “Bu eksiklikleri bir de tekno girişimciyle kapatıyoruz.” Tekno girişimci neler yapabiliyor? Tekno girişim sermayesini kime veriyoruz? Yüksek lisans yapana, bir yıl kalmış olana, yüksek lisans veya doktorasını yapıp bitirene ve doktora tarihinin üzerinden en fazla beş yıl geçmiş olan kimselere tekno girişim sermayesi veriyoruz.

Şimdi, kanun çıktı. Neden beş yıl geriye gidiyorsunuz? Ee, kardeşim, beş yıldır tekno girişim sermayesi alamamışsa, o artık alamasın. Bu makul düşünce olabilir, bu işe de bir sınır koymak lazım, ama, peki, kanun daha yeni çıkıyor. Böyle bir imkân yoktu ki mezunlarımızın elinde. Eğer, şimdi, bu girişim ruhunu taşıyan arkadaşlarımız varsa ve çalışacaksa, kanuna iki yıllık bir süre koyun, hiç değilse o iki yıl üzerinde üniversite bağlantısı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TACİDAR SEYHAN (Devamla) – Hemen tamamlıyorum. Çok özür diliyorum, hemen bağlıyorum burayı, çok önemli çünkü.

Üniversite bağlantısı kesileli eğer bugün altı yıl olmuşsa tekno girişimci olamayacak. Niye arkadaşlar? Kanun yoktu ki. Eğer böyle bir çalışması varsa, bu arkadaşımızı da yararlandıralım. Bu maddedeki başlangıç tarihine “iki yıl sonra başlar” diyelim, o zaman yararlansın, ama, ondan sonra bu beş yıl kuralı işlesin. Çok yetenekli arkadaşlarımız olabilir. Kanunla mutlaka sınırlama getireceğiz diye onun özgürlüğünü, çalışma alanlarını kısıtlamanın ülkeye bir faydası olmaz.

Değerli arkadaşlarım, bu kanunu destekliyoruz ve kısa bir şey öneriyorum: Bir önceki kanunla ve üniversitelerle…

BAŞKAN – Sayın Seyhan…

TACİDAR SEYHAN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan. Çok özür dileyerek hemen bitiriyorum.

BAŞKAN – Hayır, prensiplerimi ihlal edersem, diğer arkadaşlara karşı aynı tutumu sergilemem lazım.

Lütfen…

TACİDAR SEYHAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim. Peki, bitiriyorum.

Bir önceki teknoloji merkezleriyle ilgili Kanun’la, lütfen, rica ediyorum, Bakanlıktan da rica ediyorum, bu kanunu birleştirin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne yeni bir ar-ge kanunu getirin. O Kanun’un süresi 2013’te bitiyor. O teknoloji merkezleri askıda kalacak. Bu kanunun yürürlük süresi devam edecek. Hem bunu ortadan kaldıralım hem de bunu sadece bazı şirketler için vergi teşvik kanunu olmaktan çıkarıp, Türkiye’de hem KOBİ’lere hem büyük sektörlere hem de amacına ulaşacak özel bölümleri, vizyonları oluşturabilecek yeni alanlar oluşturalım.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyor, Sayın Başkana toleransı için çok çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Bir arkadaşımın bir ricası oldu. Onun için, konuşma düzeninde bir değişiklik yapacağım. Arkadaşlarım beni mazur görsünler.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Sayın Kaplan, buyurun.

Süreniz yirmi dakikadır.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ar-ge faaliyetleri denince, biliyorsunuz ki, hepimizi üzen, ASELSAN’da ar-ge çalışmaları yapan 3 bilim insanının intiharları, TÜBİTAK’taki ölüm vakaları, bu esrarengiz olaylar akla hemen geliveriyor. Bunu niçin ifade ettim? Bu konuda zaten Meclis denetimine başvurduk, soru önergeleri ve araştırma önergeleri var. Bu ar-ge faaliyetleri, sadece sanayi ve teknoloji alanında yapılan bilim araştırmalarıyla sınırlı değil. Aynı zamanda ülke ekonomisi ve güvenliğiyle de direkt bağlantılı.

Böyle olunca, ar-ge yasa tasarısını Demokratik Toplum Partisi olarak değerlendirirken üç farklı noktadan ele alacağız. Bir: Bu yasayla Hükûmet neyi hedefliyor? İki: Hükûmet ve TÜBİTAK ilişkileri nedir? En önemlisi, üç: Hükûmet ısrarla neden meslek ve emek örgütlerini ve işveren örgütlerini dinlemek istemiyor, önerilerini dikkate almıyor? Bu üç noktada yoğunlaştıracağım.

Değerli milletvekilleri, bunlara başlamadan önce, konuşmalarımın daha iyi anlaşılır olması için sermaye ve beyin sermayesi konusunda bir cümle söylemek istiyorum: 21’inci yüzyılda her şey sermayeyle olmuyor. Olsaydı, Bill Gates isminde bir Amerikalı, Microsoft devini kurup, Türkiye de devlet olarak, kendi, TÜBİTAK’ın geliştirdiği yazılım endüstrisi yerine onun endüstrisini kullanmazdı. Bu noktaya getirdiğim zaman, Bill Gates’in, bilgisayar alanındaki bu dâhinin bir kişi olarak faaliyete başladığını ifade etmek istiyorum. Yani illa 50 kişi, 500 kişi olarak bu araştırma ve geliştirmeleri yapmak gibi bir şart yok, bir kere oradan başlayalım, birbirimizi daha iyi anlarız. Hükûmetin de niyetini ve neden bu yasa tasarısının da Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap vermeyeceğini, bunun suistimale ve partizanca çalışmalara rahatlıkla alet olabilecek bir yanı olduğunu da açığa koymak gerekiyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda kabul edilen Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı, ar-ge çalışması yapan şirketlere, sektör ya da faaliyet kolu ayırımı gözetmeksizin, 2023 yılına kadar bazı teşvik ve destekler getiriyor. Tasarıya göre, ar-ge faaliyetlerini teşvik etmek amacıyla, Kurumlar ve Gelir Vergisi Kanunları uyarınca daha önce mükelleflere tanınan ar-ge harcamalarındaki yüzde 40’lık matrah indirimi yüzde 100’e çıkarılıyor, yani, vergide bir bağışıklık. Yapılacak ar-ge harcamalarının tamamı, yapıldığı yılda vergiden düşülüyor, ayrıca bu gider, amortisman yoluyla daha sonraki yıllarda da vergi matrahından indirilebiliyor.

Tasarıda, kanundan faydalanmak isteyen şirketlerin en az 50 ar-ge personeli çalıştırma zorunluluğu getirilmesine rağmen, söz konusu personelin niteliği konusunda esnek hükümler öngörülüyor. Tasarıda ar-ge personeli, araştırmacılar, teknisyenler olarak sıralanıyor. Araştırmacıların en az lisans mezunu olması öngörülürken, teknisyenler için lise mezuniyeti yeterli bulunuyor. Tasarıda sözü edilen destek personellerinde ise mezuniyet şartı da aranmıyor. Teşviklerden yararlanacak olan destek personelinin sayısı toplam ar-ge personeli sayısının yüzde 10’unu geçemeyecek, tasarıda böyle. Böyle olunca, diğer yandan 500’den fazla ar-ge personeli çalıştırıyorsa -asıl noktaya gelelim- ar-ge harcamalarının tamamının vergi matrahından düşülmesi yanında, bir yıl önceye göre fazladan yaptıkları ar-ge harcamalarının yarısının da vergi matrahından düşülmesine olanak sağlanıyor.

Ar-ge personelinin ücretleri üzerinden hesaplanan gelir vergisinin yüzde 80’i, doktoralı olanlarda ise yüzde 90’ı alınmayacak. Ar-ge personelinin ücretleri üzerinden hesaplanacak sigorta pirimi işveren hissesinin yarısı beş yıl süreyle bütçeden karşılanacak, vergilerimizden. Peki, soruyorum: Türkiye’de ar-ge araştırması yapabilecek 500 kişiyi bir araya getirecek gücümüz var mı? Biz, bu tasarıyla yabancı şirketlere kapıları sonuna kadar şimdiden açmıyor muyuz yabancı tekellere, holdinglere? Bir kere bu 500 sınırlaması bu noktada dikkatle ele alınmalı.

Örgün öğretim veren üniversitelerin son sınıf öğrencileri, yüksek lisans veya doktora öğrencileriyle yüksek lisans veya doktora programlarına en az beş yıl önce başvurmuş olanlara, teminat aranmaksızın, 100 bin YTL’ye kadar “tekno girişim sermayesi” adı altında destek verilecek, bu tasarıya göre.

Kamu idaresi tarafından onaylanacak projeler için verilecek desteğin miktarı, farklı kurumlar tarafından destek verilmesi durumunda da yıllık toplam 100 bin YTL’yi geçemeyecek.

Tasarıda, kanundan faydalanarak teşvik ve destek alan şirketlerin sayıları, kriterleri yerine getirip getirmedikleri konusunda tespitlerin en geç üç yıllık süreler itibarıyla yapılacağı belirtilirken, denetimi kimin yapacağı ise belirtilmemiş, tasarının uygulanmasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar, TÜBİTAK’ın görüşü alınarak -dikkat çekiyorum, TÜBİTAK’ın görüşü alınarak- Maliye ve Sanayi ve Ticaret Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek. Yani, Meclisin, yasama meclisinin görevi olan bir konuda, çok vahim, çok önemli bir denetim mekanizmasını yönetmeliğe bırakmak, gerçekten akıl kârı değil. Yani, böylesine akçeli ve Türkiye'nin iktisadi geleceğini belirleyecek böylesine önemli bir konuyu yönetmeliğe bırakmak, “le passe de passe”, bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler demekten başka hiçbir şey değildir.

Kısaca “ar-ge” diye anılan araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin de iki boyutu vardır. Araştırma, daha çok, yeni bir buluş yapılması, yeni bir ürün geliştirilmesi anlamına gelmektedir. Teknolojiyi önemli ölçüde ithal eden Türkiye gibi ülkeler için yeni teknoloji araştırmalarının yanı sıra geliştirme faaliyetleri de büyük ölçüde önemlidir. Bir ürünün Türkiye şartlarına uyumlaştırılması veya bir başka proje için verimi artırılarak kullanılması, geliştirme kapsamında değerlendirilmektedir. Araştırma faaliyetleri, genel olarak tüm dünyada büyük bütçeli şirketler veya büyük kaynaklarla desteklenen bilimsel kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Geliştirme kapsamındaki faaliyetler ise KOBİ kapsamına girecek düşük bütçeli, az sayıda ar-ge personeli çalıştıran şirketler ve araştırma kuruluşları tarafından gerçekleştirilmektedir. Taslakta yer alan 50 ar-ge personeli çalıştırma zorunluluğu, KOBİ’lerin bu taslak ile getirilen teşviklerden yararlanmasına engel olacaktır. Bunu, çok net olarak söylüyoruz. Türkiye’de imalat sanayi alanında faaliyet gösteren KOBİ’lerin yüzde 98,1’inin toplam personel sayısı 50’nin altında kalmaktadır. Buradan açıkça ifade ediyorum. Hükûmet temsilcileri burada, keşke Sanayi Bakanımız da şu an burada olsaydı ve bu KOBİ’lerin yüzde 98,1’inin 50 rakamı altında mı, kaçının altında, kaçının üstünde olduğunu bize açıklayabilseler, yüce Meclis de bilgilense.

Bu hâliyle taslaktan yararlanacak olan şirketlerin sayısı oldukça sınırlı kalacaktır. 500’den fazla ar-ge personeli istihdamının ise ancak yabancı şirketler tarafından ve birlikte iş yapacak birkaç yerli dünya şirketi tarafından sağlanma olasılığı bulunuyor. Peki, ülkemizin kaderini üç tane ar-ge tekeline ve holdingine bırakma lüksümüz var mıdır? Bunun da cevabı aranmalı.

Bu teşviklerden, Avrupa pazarına yakın olması ve ucuz iş gücü nedeniyle Türkiye'de yatırım yapma veya ar-ge merkezlerini Türkiye'ye taşıma olasılığı bulunan birkaç yabancı şirket faydalanacaktır. Tasarı, yalnızca, sayıları bir elin parmağını geçmeyecek yerli şirketi ve yabancı şirketleri teşvik etmektedir. Fransızlar İsviçre’ye, Cenova’ya  gidip şirketlerini kuruyorlar, daha fazla vergi ödemesinler diye, yüzde 60 yerine yüzde 50. Almanlar farklı bir yöntem uyguluyorlar. E, Türkiye'de iş gücü bol, ucuz, kiralar ucuz, her şey ucuz. Bütün Avrupa’daki ar-ge faaliyetlerini yürüten merkezler, gelip Türkiye'de merkezlerini artık rahatlıkla kurabilirler. Evet, kurabilirler ama, parayı da götürebilirler, cüzdanlarıyla, kasalarıyla. Onu da görmek gerek.

Katma değeri en yüksek alanlardan biri olarak öne çıkan yazılım alanında, yazılım endüstrisinde ise 50 ar-ge personeli bulundurma zorunluluğu, yerli firmaların neredeyse tamamı için mümkün değildir. Bunu, yakın zamanda Bilkent Üniversitesinde katıldığımız, EMO (Elektrik Mühendisleri Odası)’nun, Türkiye Mimar Mühendis Odalarının da katıldığı bir konferansta, diğer parti temsilcilerinin de huzurunda, yazılım endüstrisinde Türkiye’nin dördüncü sınıfta, en kötü sıralamada yer aldığı ifade edilmiş ve Türkiye’nin, Avrupa ülkeleri içinde de, ne yazık ki, en geri sıralarda olduğu dikkate alınmış ve bu nedenle de Hükûmet, bu konudaki puanı artırmak için, bazı çalışmalar yapacağını ifade etmişti.

Ar-ge faaliyetlerinin desteklenmesi, ithalatın azaltılması ve cari açığın kapatılması için büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin ihtiyacı olan teknoloji ve buna bağlı ürünlerin Türkiye’de üretilmesi ve geliştirilmesi hayati önem taşımaktadır.

Ar-ge’ye verilen teşviklerin denetlenmesi ve verimli kullanılmasının sağlanması, diğer bir önemli nokta olarak ön plana çıkıyor. Hâlen ar-ge teşviki alan şirketin, bu kaynakları başka alanlarda kullandığı veya bu kaynaklarla yapılan faaliyetlerin ar-ge olmadığı görülüyor.

Hâlen teşvik kapsamında teknokentlerde yürütülen çalışmalarda istenilen düzeye ise ulaşılamamıştır. Teknokentler, üniversiteler tarafından, yalnızca kira geliri, şirketler tarafından da vergisiz alanlar olarak görülmeye devam edilmektedir. Teknokentlerde yapılan faaliyetlerin yeterince denetlenmemesi, teşvik sağlanan projelerdeki verimi düşürmektedir.

Teknokentler dışındaki ar-ge faaliyetlerine teşvik verilmesini öngören bu tasarıda da, ne yazık ki, yapılan faaliyetin ar-ge olup olmadığı konusunda bilimsel kriterlerle yapılacak denetim konusu eksik bırakılmıştır.

Yasa tasarısında, “TÜBİTAK’ın görüşü alınarak, Maliye Bakanlığı…” deniliyor, o da “…yönetmelikle belirlenecek.” deniliyor. Hangi kurumun, hangi bilimsel ölçütlerle çalışmaları denetleyeceği belirsizdir. Bu cümleyi tekrar okuyorum: Hangi kurumun, hangi bilimsel ölçütlerle çalışmaları denetleyeceği belirsizdir. Bu durum, tasarıyı, özel sektöre kaynak aktarmaktan daha ileriye taşımamaktadır. Getirilen 50 personel sınırlandırması da, aktarılan kaynağın birkaç yerli büyük şirketin yanında yabancı tekellere gitmesine neden olacaktır.

Bu durumda, tabii ki, TÜBİTAK’ın verilerine de biraz değinmekte yarar görüyorum, Hükûmet ve TÜBİTAK ilişkilerine de değinmekte…

TÜBİTAK, araştırma geliştirme alanlarına olan katkısıyla zaten dikkati çekiyor mevcut durumda. TÜBİTAK, KOBİ ve büyük şirkete yönelik proje destek programları yürütüyor. Uzun yıllardır, sanayi ar-ge proje destekleme programına, 95 ile 2007 tarihleri arasında 4.799 proje başvurmuş, bunlardan 2.766 adedini, yani yüzde 58’ini KOBİ’ler oluşturuyor. İşte, bu tasarıyla, bu KOBİ’lerin hiç birisi 50’nin üstüne çıkmadığı için çalışma yapamayacaktır.

Ar-ge proje sayısı 3.525 olup, bunlardan 1.964 adedi -yüzde 56- KOBİ’lere ar-ge nitelikli proje harcamaları için destek, yüzde 50-60’a varan oranlarda geri ödemesiz şekilde sağlanıyor.

Böyle olunca, TÜBİTAK’ın önemini bir başka noktadan da algılamak lazım. Uzay teknolojisinden savunma sanayisine, Ulusal Akademik Ağ’dan UlakNet gözlemevine, deprem bilimlerinden ulusal elektronik ve kriptolara, test analiz laboratuvarlarından sanayiye, Avrupa Birliği çerçeve programlarına, yazılım, bilişim, iletişimden stratejiye kadar çok geniş bir alanda çalışan, fizik güvenliği, özel güvenliği olan TÜBİTAK, ülkemizin siyasetler üstü olması, özerk ve bağımsız olması gereken en önemli kurumlardan birisidir. İşte böylesine önemli kurumlar da hükûmetlerin iştahını kabartıyor ve nitekim, 59’uncu AKP Hükûmeti, TÜBİTAK’a çok kısa sürede el atmaktan da geri durmamıştır. Ne yapmıştır TÜBİTAK’ta? Saltanat yasası diyorum ben buna, bir defaya mahsus olmak üzere Başbakana 6 bilim kurulu üyesini seçme hakkını vermiştir. Bir yasayla bir defaya mahsus olmak üzere 6… Zaten yönetimin sayısı 13, bu şekilde TÜBİTAK’ı ele geçiriyorsunuz.

TÜBİTAK ele geçiriliyor, TÜBİTAK Başkan Vekili bunun için yargıya gidiyor. İdare mahkemesi mali ve idari özerkliğe sahip olan TÜBİTAK’ın ülkemizin en saygın kuruluşlarından olduğuna dikkat çekiyor ve böylesi bir kurumun siyasi denetim altına alınması, kadrolaşmasının istenmesinin hukuka aykırı olduğunu belirliyor. TÜBİTAK mahkemelik oluyor ve görevden alınan Başkan Vekili dava açıyor, 7 bin YTL manevi tazminat alıyor. TÜBİTAK kangren olan bir durumda ve Anayasa Mahkemesindeki 2005/81 esas derdest dava henüz kararını vermedi.

Şimdi, böylesi bir üniversite söz konusu ve üniversitelerin çoğu TÜBİTAK parası olmadan araştırmalarını yürütemiyor. Bu durumu keskinleştirmek, üniversiteleri yandaşlarıyla doldurmak, TÜBİTAK’a bağımlı kılmak için AK Parti Hükûmeti üniversitenin parasını keserek para kaynaklarını TÜBİTAK’a aktarmış. Sonra araştırma parasını artırdıklarından bahsediyorlar. Gerçek: Araştırma parasının belli politik görüşte olanların ellerine verilmesinden başka da bir icraat yapılmadı.

Durum böyle olunca, bilimsel ve teknolojik gelişmeye fikrî zenginlik katma yerine, felsefe derslerini müfredattan çıkarmak, ülkemizin farklı inançta yurttaşlarını yok saymak, zorunlu din derslerini koymak, ezberci eğitim sistemini ayakta tutmak, tarihi padişahların sayı ve anlaşmalarına indirgemek, çağ dışı YÖK anlayışına 21’nci yüzyılda kendi dinî, muhafazakar anlayışını ekleyerek bilimsel özgürlüğe müdahale, aynı zamanda ar-ge çalışmalarını yürüten bilimsel araştırmalara destek sağlayan öğrenci ve öğretim üyelerini bu yöne sevk etmeye çalışan az sayıda ve önemli kuruluşun bilimsel özerkliğine darbe vuruluyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, konuşmanızı tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Ülkemiz, yüz yıllık macerası içinde, bilimsel gelişmeleri çok yerlerden takip eden, teknoloji ithal eden, aktaran, kendi bilimsel ve teknolojik yöntemini yaratamayan bir ülke hâline getiriliyor. Bilime, çağdaşlığa, ilerleme ve aydınlık yarınlarımıza indirilecek bu darbe karşısında sessiz ve tepkisiz kalınamaz.

Yargıyı, sporu, üniversiteleri, bilimi, basını, hukuku, demokrasiyi siyasallaştırmak, ülkede demokrasiyi saltanata çevirme hırs ve ihtirası, güçler ayrılığıyla oynama, özenme, parti ve grup çıkarlarını ülke çıkarlarının önüne koyma anlayışı son derece tehlikelidir.

Biz bunu niçin ifade ettik? Çünkü, bu tasarı sonrası, ar-ge alanı, biraz ballı bir alan, Dünya Bankası, IMF, Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa Birliği projelerinden çokça para gelecek, vergiler ödenmeyecek, gelişmelere açık, dinamik bir alan. Devlet Planlama Teşkilatından, -e-Dönüşüm Türkiye Projesi kapsamında da görülse- Sanayi Bakanlığından, KOSGEB’inden tutun, birçok alanda, bu konudaki çalışmalarla, bu KOBİ’lerimiz destek görecek.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlarsanız… Bir buçuk dakikayı buldu.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Şunu ifade etmek istiyorum: Sayın milletvekilleri, bu konuda dikkatli olmak gerekiyor. Olmazsanız, TÜBİTAK’ın yaptığı yazılım, işletim yerine, Pardus’un yerine yabancı Microsoft firmasını kullanmaya devam edersiniz. Para da verirsiniz, gelirler, burada 500 kişilik şirketlerini de kurarlar, ülkemizi sömürürler, giderler, bunun da müsebbibi 60’ıncı Hükûmet, AK Parti Hükûmeti olur. Uyarıyorum, 50 sayısını yarısına, 500 sayısını da yarısına indirin; işveren istiyor, emek örgütü istiyor, meslek örgütü istiyor. Biraz da halkı dinleyin.

Bu olumsuzlukları nedeniyle, biz, bu tasarıya ret oyu vereceğimizi Demokratik Toplum Partisi olarak ifade ediyoruz ve bu tehlikelere dikkat çekiyoruz.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

AK Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Reha Denemeç.

Sayın Denemeç, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA REHA DENEMEÇ (Ankara) – Değerli milletvekilleri, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı hakkında AK Parti Grubunun görüşlerini belirtmek üzere şu an söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, şöyle, kırk elli yıllık teknolojinin gelişmesine baktığımızda, dünyadaki gelişmelere baktığımızda önemli değişimleri gözlemlemekteyiz.

Bunlardan biri, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, biliyorsunuz, çok büyük bir ekonomik güç ve teknolojik güç olarak ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletleri’nin teknolojide de büyük bir güç olduğunu hepimiz gözlemledik. Fakat, zaman içerisinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin dışında da, birtakım ülkeler de öne çıkmaya başladılar. Japonya’sı çıktı, Avrupa’daki bazı güçler ortaya çıktı, Fransa’sı, Almanya’sı, ama daha ilginci, birkaç küçük gibi görünen ülke, çok kısa bir sürede, yani, bir devlet ömrü anlamında kısa sürede öne çıktı. Kimlerdi bunlar? Bir Tayvan vardı, bir Güney Kore var, bir İsrail var. Bunlar da, yirmi yıllık bir süreç içerisinde teknolojilerini ekonomilerini tetikleyecek şekilde kullanarak öne çıktılar ve şu an, dünya ekonomilerinde kendi boyutlarından çok daha büyük yer kaplamakta ve önem atfedilmekte bu ülkelere.

Bunları şunun için söylüyorum: Bir ürünü üretirken farklı metotlar kullanabilirsiniz, en basiti, hazır bir teknolojiyi, bilinen bir teknolojiyi, üzerinde zaten bir koruma da yoktur, onu kullanırsınız ama rekabet etmeniz mümkün değildir.

İkinci bir şansınız daha vardır, belirli bir ücret ödersiniz o teknolojiye ve ödediğiniz o ücretle ürün başına o teknolojiyi geliştiren ülkeye veya firmaya bir bedel ödersiniz, bir müddet rekabet edebilir gibi, kâr edebilir gibi görünürsünüz ama belirli bir ölçeğe geldiğiniz zaman firma olarak, size o teknolojiyi veren firmaya rakip olmaya başladığınız zaman, ne kadar para verirseniz verin o teknolojiyi almanız da mümkün değildir.

Üçüncü yol, biraz daha uzun bir yol, uzun soluklu bir yol, meşakkatli, maliyeti biraz daha yüksek, ama uzun vadede getirisi olan ve ülkeyi soluklandıracak bir yol; kendi ar-ge’nizi yaparsınız, teknolojinizi kendiniz geliştirirsiniz ve dünyayla rekabet etme şansınızı oldukça artırırsınız. Bu arada kârınız da çok artar, baktığınızda.

Şimdi, bunları yapabilmek için ülkelerin belirli stratejilerinin olması lazım. Ben, buraya gelip konuşmalarını yapan, kendi grupları adına görüşlerini belirten arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Bu kanunu zaten Cumhuriyet Halk Partisi destekleyeceğini söylemişti, sağ olsunlar. Bazı eleştirileri vardı, o eleştirilere de açıklık getirmek istiyorum. Bu işleri yaparken belirli bir stratejinizin olması gerektiğini ifade etmiştim ülke olarak. Yoksa, doğrudan, işte şunun da ar-ge’sini yapalım, bunun da ar-ge’sini yapalım, ama sonuçta ar-ge’si yapılan o ürünleri birleştirerek katma değeri yüksek bir ürüne, Türkiye’nin rekabetini sağlayacak, Türkiye’nin dünyayla rekabet edebileceği bir ürüne çeviremedikten sonra, yani bir ekonomik değer ortaya çıkartmadıktan sonra o ar-ge’lerin aslında çok büyük bir faydası olmuyor.

Şimdi, şöyle bir dünyaya baktığımızda, gelişmiş ülkelerde dahi ar-ge faaliyetlerinin, şu anki bulundukları konumlara gelmelerine asgari yüzde 50 ile 80 arasında katkıda bulunduğunu görüyoruz. Bilimsel çalışmalarla ispatlanmış. Biraz evvel ifade ettiğim İsrail gibi, Kore gibi, Tayvan gibi ülkelerde bu, yüzde 50-80’in  çok çok daha üzerinde. Yani Türkiye, son kırk yılda, elli yılda şu an bizim gündeme getirdiğimiz ar-ge faaliyetlerini başlatabilmiş olsaydı, belirli bir stratejisi olmuş olsaydı şu an 400 milyar dolar olan millî gelirimiz çok rahatlıkla 800 milyar ile 1 trilyon dolar arasında olurdu, çok daha fazla da olabilirdi. Yani, millî gelirimiz fert başına 20 bin doların üzerinde olurdu ki, Avrupa standardını hemen hemen yakalamış olurduk, eğer bunları zamanında yapabilmiş olsaydık, ama yapamadık. Fakat yapamamamız demek buna başlamamamız anlamına gelmiyor, bir yerden başlamak gerekiyordu. İşte, şunu söylüyoruz: Keşke, geçmiş hükûmetler bu stratejileri yerine getirseydi, başlatsaydı, bugün farklı bir noktada olurduk. Ama bugün biz başlatıyoruz, bunun meyvelerini de yarın toplayabilecek durumda değiliz, bunu da biliyoruz, bunun bilincindeyiz, üç yıllık, beş yıllık bir dönemden sonra yavaş yavaş bunun meyvelerini toplamaya başlayacağız ülke olarak. Bu belki bize nasip olacak, belki başkasına, ama bize düşün vazife bunu yerine getirmek.

Şimdi, teknolojik gelişmeyi destekleyen politikaların ekonomik büyüme stratejileri üzerinde önemli bir rolü olduğunu AK Parti İktidarı olarak biliyoruz ve bunun gereklerini yerine getirmenin gayreti içerisindeyiz. Bu anlamda neler yapıyoruz? İşte, Sayın Başbakanımız, bu “teknolojik gelişmeler” konusunu himayesi altına aldı ve bu teknolojik gelişmelerin gündeme getirildiği, ele alındığı en üst platform olan Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu diye bir kurul vardır, 1983 yılında kurulmuş ve her altı ayda bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının başkanlığında toplanması gereken bu kurula, 2004’ün Eylülünden beri Sayın Başbakan her altı aydır Başkanlık etmekte.

Şimdi, bunu niye söyledim? Bunu şunun için söyledim: 2004’e kadar geçen yaklaşık yirmi bir yıllık sürede bu kurulun kırk kere veya kırk bir kere toplanması lazımdı. Ama bakıyoruz, ne kadar toplandı? Dokuz kez ancak toplanabildi. Yani, geçmişi suçlamak anlamında söylemiyorum ama bir başıboşluk vardı bu alanda, teknoloji geliştirilmesi anlamında, iktidarların çok da öncelikli alanları içerisinde değildi ama biz her altı ayda bir, Sayın Başbakanın başkanlığında bu toplantıları yapmaktayız ve ülkenin teknolojik stratejileri konusunda çok önemli kararlar alınmakta burada. Bu, önemli bir konu.

Peki, bu toplantılar yapılıyor, ne oluyor? Yani, her yerde toplantı yapılır. Ortaya somut bir şeyler çıkıyor mu? Evet, çıkıyor, yani bunlar lafta kalmıyor.

Bakın, 1993 yılında yapılmış olan bir toplantıda da bir karar alındı. O zaman da Türkiye'nin ar-ge harcamalarının gayrisafi millî hasılaya oranı 2002 yılları seviyesindeydi, yani yüzde 0,60’lar düzeyinde. 0,60; yüzde 1’in altında.

Hedef konulmuştu o zaman, denmişti ki: “Önümüzdeki on-on beş yıllık süreç içerisinde bu ar-ge harcamalarının gayrisafi millî hasılaya oranını yüzde 2’ye çıkartacağız.” Bu kadar süre geçti, 2002’ye gelindi, baktık, hâlâ 0,67. Bir adım, bir milim yol katedilmemiş.  Dedik ki: “Bunu biz, 2010’lu yıllarda -2010, 2012’de- gayrisafi millî hasılamızın yüzde 2’sine çıkartacağız, bu bizim hedefimiz olmalı.” Bilim Teknoloji Yüksek Kurulunun aldığı kararlardan biridir, stratejik bir karardır bu ve bunun gereği yerine getirilmeye başlandı. Yani, lafta kalınmadı, teknoloji anlamında, ar-ge harcamaları anlamında, Hükûmetimiz kaynak ayırdı ve bu kaynakları kamusunda, özel sektöründe, üniversitelerinde kullandırttı.

İşte, bundan sonra şöyle bakıyoruz: 2005 yılına geldiğimizde bu rakam 0,79’a geldi. Çok az gibi görünüyor değil mi? Çok az. Evet, iğneyle kuyu kazmak gibi, ama işin gerçeği bu. TÜİK’in rakamları açıklandığı zaman, –ki, böyle, bir yıl geç geliyor bu rakamlar- 2007’de, inşallah, yüzde 1’i yakalamış olacağız. Ama, işte bu yüzde 1’i yakalayabilmek için bile harcanan parayı ben size ifade edeyim 2005’in sabit fiyatlarıyla: Kamuda, özel sektörde ve üniversitelerimizde harcanan para yaklaşık 2 milyar YTL’ydi 2002 yılında. Bu, her sene arttı ve 2007 yılında yılda harcanan para 5 milyar YTL’ye geldi. İşte, bu kadar para harcadığınız hâlde, bu kadar kaynak ayırdığınız hâlde aldığınız mesafe, 0,67’den 1’e çıkmak gibi bir mesafe. O anlamda söylüyorum “iğneyle kuyu kazmak” gibi, ama yapmamız gereken bir olay. İnşallah bunu başaracağız.

Şimdi, birçok konuda destekler veriyor TÜBİTAK; kamuda, savunma sanayisinde, üniversitelerde. 2002 yılında 25 milyon dolarlık bir destek vermiş sanayiye, 374 projeyi desteklemiş. 2007 yılında bu 8 kat artmış, 200 milyon dolarlık bir destek ve yaklaşık 1.400, net rakamla 1.399 proje desteklenmiş. Bu, yaklaşımı gösteriyor. Kaynak ayırıyorsunuz ve pratik olarak da bu ayırdığınız kaynakları kullandırttırıyorsunuz.

TÜBİTAK’ın bütçesine baktığınızda -bu kaynağı kullandıran kurumumuza- yine sabit rakamlarla 200 milyon YTL olan bu rakam 925 milyon YTL’ye 2007 rakamlarıyla gelmiş. Yani, burada da 4,5 kat bir artış var. Sadece projeler desteklenmiyor, onu da ifade etmek isterim. Burada, bu projeleri gerçekleştirecek olan bilim insanlarının yetişmesi de çok önemli arkadaşlar. Yani, insan olmadan bir kaynak aktardığınız zaman, bir yere varmanız mümkün değil. Ama, insana da değer vermeniz, ona da bir kaynak aktarmanız lazım. O anlamda, tam zaman eş değer bilim insanı sayısı 2002 yılında 29 bin araştırmacıdan, 2005 yılında 49 bine çıkmış. Yani, üç yıl içerisinde 29’dan 49’a çıkmış. Araştırmacı sayısı da 24 binden 39 bine çıkmış. Peki, bu insanların sayısını artırıyorsunuz da, bunlara başka bir destek veriyor musunuz? Evet veriliyor. 2002 yılında, destek programlarıyla, bin bilim insanımız desteklenirken, bu rakam 2007 yılında -beş yıl sonra- 8.200’e çıkmış. Bu insanlarımızı, yurt dışına programlara gönderiyoruz, eğitiyoruz, geliştiriyoruz, becerilerini artırıyoruz. Bunlar çok önemli hususlar. İnsan olmadan bir yere varmanız mümkün değildir. Özellikle ar-ge gibi hassas bir konuda yetişmiş, kalifiye insan gücüne her zaman ihtiyaç var.

Şimdi gelelim bu kanunun felsefesine, mantığına. Niye çıktı? İşte, biraz evvel ifade ettim, birkaç ülke koydum, küçük ülke… Stratejik bir karar vererek ar-ge harcamalarını artırarak, ar-ge harcamalarını ve teknolojik gelişimi ekonomilerini tetiklemede kullanan ülkeler ekonomilerini patlattılar, büyüttüler, yirmi yılda, yirmi beş yılda çok önemli noktalara geldiler. İşte, bunu yapmamız lazım. Bu anlamda, böyle bir kanuna ihtiyacımız vardı.

Bu anlamda, bu karar verilince şöyle bir resme baktık, Türkiye'nin ihracatı artıyor, 100 milyar doları geçtik. Evet, doğru. Her zaman eleştiriliyoruz, ithalatı daha fazla artıyor rakam olarak, oran olarak değil ama rakam olarak. Bu da doğru. Peki, bunu nasıl önleyebiliriz? Bir başka eleştiri daha var, ihracatın içerisindeki yarı mamul madde ithalatı gittikçe artmakta, sonuçta şöyle bir paradoks gündeme getirilmekte, siyaseten işlenmekte: “Ya, ihracat yapmasan daha az ithalat yaparsın, ihracat yapmasan daha kârlı olursun” gibi bir şeye geliniyor. Doğru değil ama bunun önüne geçmenin tek yolu, katma değerli ürün üretimini artırmamız ve ar-ge. Yani, eğer biz yüksek teknolojili ürünleri kendimiz üretebilirsek, ithalatla ihracatımız arasında, yani cari açığa en fazla neden olan unsuru, o makası gittikçe kapatırız, belirli bir noktadan sonra da inşallah, Kore’de de olduğu gibi, Tayvan’da da olduğu gibi, İsrail’de de olduğu gibi, Almanya’da da olduğu gibi ihracat rakamlarımız ithalat rakamlarımızı geçebilir, bu mümkün ama bu yolu izlerseniz. İşte bu stratejik karar verildi.

O anlamda, baktık, Türkiye'nin motoru olan, pazarı olan bazı sektörleri de var. Nelerdir bunlar? Otomotiv: 21 milyar dolar ihracat yapmışsınız. Beyaz eşya, elektronik: Avrupa’ya gittiğinizde, Almanya’ya gittiğinizde her 2 evden 1’inde Türk televizyonu, her 3 evden 1’inde Türk beyaz eşyası var. Kuvvetli firmalarımız var; Vestel, Beko, Profilo gibi. Bunların ihracatları var. Peki, bunların bu pazarlarını biz nasıl daha fazla geliştiririz? Bununla birlikte, diğer geri kalan –biraz evvel eleştirildik- KOBİ’lere bir şey verilmiyor, küçüğe hiçbir şey verilmiyor. Aslında kanun iyi okunursa böyle bir ayrım yok. Bu kanunla, ar-ge faaliyetlerini teşvik eden bu kanunla, bir kişi bile olsa, iki kişi bile olsa veriliyor. Birazdan açıklayacağım.

Şimdi, bunu yaptık, dedik ki ar-ge faaliyetleri önemli faaliyetler, yüksek katma değerle üretilen faaliyetler; onun için, bir hedef koyalım kendimize. Bir 50 rakamı belirleyelim önce ki, firmalar buraya erişebilecek kadar çaba sarf etsinler. Peki, 50’nin altında başka bir bizim alternatifimiz de var. Tacidar Bey gündeme getirdi. Teknoparklarımız var. Teknoparklarda böyle bir sınır yok, ama, teknoparkların getirdiği bir sıkıntı var. Özellikle üretim yapan firmaların burada üretim yapması mümkün değil. Yazılım firmaları yazılım yapabiliyorlar, ama, üretimi, bir otomotiv fabrikası bir bölümünü taşıyamaz, pratikte de mümkün değil. Daha küçük ölçekte üretim de yapmak mümkün değil buralarda. Buna bir çözüm bulmamız gerekiyor. İşte, küçük ölçekli firmalar üretim yapmamak şartıyla ar-ge faaliyetlerini burada devam ettirebilirler 2013 yılına kadar. Bu rakam beş yıldı biz göreve geldiğimizde, süre bitmek üzereydi, firmalar yatırım yapmıyorlardı 2003 yılında bu teknoloji geliştirme bölgelerine ve bizim çıkardığımız bir kanunla bunu 2013’e öteledik. Gerekirse daha da öteye itme imkânımız var, hep beraber yaparız, çünkü Türkiye’nin faydası var burada; bu bir.

İkincisi, bu 50 rakamı ulaşılması gereken bir rakam, ama, küçükler nasıl yararlanacak ve bu 50 rakamını nasıl kontrol edeceğiz? İşte, burada Türkiye’nin bir kamu kurumu TÜBİTAK devreye giriyor. Kontrol edecek, 50 ve 50’nin üzerinde ar-ge personeli olan firmaları tespit edecek, başvuracak firmaları tespit edecek ve iki yılda bir kontrolü yapılacak. Peki, küçükleri nasıl yapacağız? 50’nin altındakilere ne veriyoruz? İşte, orada şu veriliyor: Bakın, “Destek ve teşvik unsurları” diye bir başlık var 3’üncü maddede. Diyor ki: “Ar-Ge indirimi: Teknoloji merkezi işletmelerinde, Ar-Ge merkezlerinde…” Bundan sonrası önemli: “…kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından…” Ki, bu, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfıdır bunlardan biri. “Kamu kurum kuruluşları” dediği TÜBİTAK’tır, bu tür ar-ge faaliyetlerine destek veren Devlet Planlama Teşkilatıdır. “…veya uluslararası fonlarca desteklenen…” Avrupa Birliği var, altıncı çerçeveden proje aldıysa, Dünya Bankasından böyle bir teknoloji projesi aldıysa, bunlarca desteklenen “…Ar-Ge ve yenilik projelerinde ve teknogirişim sermaye desteklerinden yararlananlarca…” Ki, teknogirişim sermayesi de, biliyorsunuz, üniversiteyi bitirmişsiniz, işte, master’ınız var, doktoranız var; beş yıl içerisinde iyi bir proje getirebildiyseniz, ar-ge projesi, 100 bin YTL karşılığında, karşılıksız bir para alıyorsunuz işinizi kurmak için, yanınıza elemanlar… Bu kategoriye giren tüm firmalar -ister 1 kişi olsun ister 2 kişi olsun ister 5 kişi olsun hiç fark etmiyor- bu ar-ge teşviklerinden aynen 50 ve üzerinde ar-ge personeli çalıştıran firmalar gibi faydalanıyorlar, hiçbir fark yok. Tek fark şu: 50 ve üzerini TÜBİTAK kontrol ediyor, her iki yılda bir kontrol ediyor, 50’nin altında bu şartları yerine getiren, yani gerçek bir projesi olan ve bu projesini getirdiği zaman, belgelediği zaman, işte o kontrol mekanizması da bu, TÜBİTAK yerine bir proje almış olmak.

Başka nereden? KOSGEB’den de proje almış olabiliyor, Sanayi Bakanlığından. San-Tez projeleri var, sanayi tez projeleri var. Eğer bir San-Tez projesi aldıysanız, Sanayi Bakanlığınca kabul gördüyse bu proje, işte o San-Tez projeleri de aynen bu kapsamda, 50 ve üzerinde ar-ge personeli çalıştıran kuruluşlar gibi değerlendiriliyor. Nelerden yararlanıyor? Gelir vergisi stopajından yararlanıyor, sigorta prim desteği, bundan yararlanıyor, damga vergisi istisnasından yararlanıyor.

Başka bir şey daha var: Biraz, böyle, tam anlaşılmadı herhâlde, rekabet öncesi iş birliği. Bu da çok önemli bir yenilik aslında arkadaşlar. Tacidar Bey dedi: “Ben bu kanuna baktım, dünyada hiçbir benzeri yok.” Doğru. Bu bizim özümüze uygun bir kanun. Bizim, birçok Türkiye’de yatırım yapmış olan otomotiv firması var ama bu firma…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Denemeç, çok az da bir süremiz kaldı. Konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

REHA DENEMEÇ (Devamla) – Sayın Başkanım, sekize kadar bitireceğim, söz. Önemli çünkü. Burada bizi de destekliyorlar, bilgi verelim. Zaten üç dört dakikamız var.

BAŞKAN – Buyurun.

REHA DENEMEÇ (Devamla) – İşte, bu anlamda rekabet öncesi iş birliği şöyle: Çok basit bir örnek vereceğim: Otomotiv firmaları 21 milyar dolar ihracat yapıyor ama bu ürünlerinin tamamını kendileri üretmiyor aslında. Bu ürünlerde, bu araçlarda, mamul ürünlerde birçok girdi kullanıyor; far kullanıyor, fren kullanıyor, işte, koltuktu, emniyet kemeriydi… Bunların hepsini yan sanayiye ürettiriyor. İşte, yan sanayideki 2 tane firma, 3 tane firma bir araya gelirse veyahut yan sanayideki bu küçük firmalar o otomotiv sektöründeki büyük firmanın ar-ge şirketinin altında bir araya gelirse, onlar da aynı bu kapsamda faydalanıyorlar, bu imkânlardan faydalanıyorlar. Bu yeni bir konsept. Bir arabanın cam sileceğinin motoru -bu basit bir şey- aynıdır, ama arabanın o cam sileceği motoru için bir ar-ge faaliyetini iki üç firma yapıyorsa, beraber rekabet öncesi iş birliğine giriyor, aynı ürünü çok farklı firmalar kullanabiliyor. Aynı şeyi bize Vestel ve Arçelik’in ar-ge departmanlarının başındakiler, yöneticileri de söyledi. “Böyle bir şeye gireriz.” dediler. Bir buzdolabı üretiyoruz mesela. Bu buzdolabının kompresörünü beraber geliştirirsek, daha verimli, daha az elektrik enerjisi sağlayan bu buzdolabının kompresörünü biz üretiriz. Sonuçta A firmasında, B firmasında, C firmasında aynı mamulün kullanılması müşteri açısından bir şey değil, verimli, çok kaliteli bir ürün. O çünkü markasına bakıyor, diğer müşteri alırken diğer özelliklerine bakıyor buzdolabının. Bu anlamda, bir yeniliktir bu ve sanayimize oldukça pozitif anlamda etki yapacak bir husus.

Bunları ben DTP’li arkadaşlarımıza da izah ettim, anladıklarını zannediyorum ama kanunu desteklemiyorlar. Bir demokrasi var, desteklemeyebilirler. Orada şunu söylediler: “Yabancı şirket, ar-ge ve monopol.”

Şimdi, şuna çok dikkat etmemiz lazım arkadaşlar: Yüksek teknoloji ürünü üreten firmaların üretimdeki insan maliyeti yüzde 15 ile 20 arasında değişiyor. En büyük girdi bu firmalarda teknoloji üretimi ve ar-ge, mühendislik. İşte bunları biz kendi ülkemize çekip –bir kısmını en azından- burada ar-ge’lerini yaptırabilirsek, o ar-ge’yi yapacak insanlar, bizim kendi insanlarımız, Türk mühendisleri, Türk insanı. Onlar, merak etmeyin, gitmeyecekler, bu ülkenin şartları iyi olduğu müddetçe burada kalacaklar, o bilgi birikimini de inşallah kendi kuracakları şirketlerde hayata geçirecekler, daha da yüksek katma değerler üretebilecekler. Onun için, firmanın farklı olması çok önemli değil, o bilginin bu ülkeye, Türkiye’ye gelmesi ve bizim insanımızca kullanılması, Türkiye’de teknoloji anlamında büyük bir birikime yol açacaktır. İşte bizim getirmeye çalıştığımız bu ar-ge kanununun temel başlıkları, bu ar-ge kanununun arkasında yatan felsefe budur.

Ben, hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Denemeç.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, çalışma süremiz tamamlanmıştır.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 8 Şubat 2008 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum, sizlere ve bizleri izleyen vatandaşlarımıza hayırlı akşamlar diliyorum.

Kapanma Saati: 20.00

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.