DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ CİLT : 14 60’ıncı Birleşim 7 Şubat 2008 Perşembe I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Artvin
Milletvekili Ertekin Çolak’ın, Artvin’de inşa edilen
barajlarda kamulaştırma problemleri ve çözümlerine ilişkin gündem dışı
konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı 2.- Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir
Akcan’ın, kuş gribine ve 2008 yılı başında uygulanmaya başlanan kırmızı ette
KDV oranına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı 3.- Hatay
Milletvekili Fuat Çay’ın, Bir Kısım Motorlu Karayolu Taşıtlarının Piyasadan
Çekilmesine İlişkin Tebliğ uygulamalarından kaynaklanan olumsuzluklar ile
nakliye ve şoför esnafının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın cevabı IV.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR 1.- Artvin
Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun, Artvin ilinin
bazı sorunlarına ilişkin açıklaması V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER 1.- Avrupa
Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubunda Eskişehir Milletvekili Hasan Murat
Mercan’ın istifasıyla boşalan yedek üyeliğe, AK Parti Grubunca tekrar aday
gösterilen Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu’nun
üyeliğine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/277) 2.- İspanya’ya
resmî ziyarette bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a refakat eden heyete
katılması uygun görülen milletvekiline ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/276) 3.- Bazı
milletvekillerinin izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/278) 4.- Hastalığı
nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Kuş’a ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/279) 5.- Hastalığı
nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Sakarya
Milletvekili Erol Aslan Cebeci’ye ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/280) B) MECLİS ARAŞTIRMASI
ÖNERGELERİ 1.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 26
milletvekilinin, sanayi sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/117) 2.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve 39 milletvekilinin, kayıp ve kaçak elektrik
sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) 3.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 39 milletvekilinin,
denizlerdeki kirliliğin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/119) VI.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- 9.11.2006
Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/24) (S. Sayısı: 98) 2.- İstanbul
Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli ile
346 milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/141)
(S. Sayısı: 101) 3.- Gaziantep
Milletvekili Fatma Şahin ve 9 Milletvekilinin; Gaziantep’e İstiklal Madalyası
Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/81) (S.
Sayısı: 102) 4.- Trabzon
Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili
Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72) 5.- Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483) (S.
Sayısı: 95) VII.-
SORULAR VE CEVAPLAR A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, elektriğin fiyatlandırılmasına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in
cevabı (7/1344) 2.- Samsun Milletvekili
Suat Binici’nin, Samsun’da yapılması planlanan termik
santrallere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/1378) 3.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, TRT’nin yılbaşı programı için ödenen ücretlere ve
reklam gelirlerine, - İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın, terör ve bölücülükle mücadele kapsamında
televizyon ve radyoların denetimine, İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/1419, 1420) 4.- Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek’in, taşocağı ruhsatlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı
(7/1424) 5.- Muğla
Milletvekili Ali Arslan’ın, bir sosyal tesisteki içki
yasağına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/1428) 6.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Sultanahmet’te tarihi kalıntılar üzerine
yapıldığı iddia edilen otel inşaatına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1434) 7.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman’ın, ergen evliliği ve
gebeliğinin engellenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/1470) 8.- Bursa
Milletvekili Hamza Hamit Homriş’in, sokak
çocuklarının sorunlarına, - İstanbul
Milletvekili Atila Kaya’nın, sokakta yaşayan ve
çalışan çocukların barınmasına, - Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
bir vaazda çalışan kadınlarla ilgili olarak sarf edildiği iddia edilen sözlere, İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/1478,
1479, 1480) 9.- Kocaeli Milletvekili
Cevdet Selvi’nin, doğalgazın tarife ve kalitesinin
denetimine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/1482) 10.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, Çeviri ve Yayın Destek
Projesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1495) 11.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, millî çizgi film
endüstrisi kurulmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1496) 12.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bir televizyon
kanalında yayınlanan bir programa ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet
Aydın’ın cevabı (7/1531) 13.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan’ın, Atatürk 2008 takvimine ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı (7/1571) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.03’te açılarak üç oturum yaptı. (10/35, 43, 49,
70) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun
başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin tezkeresi Genel
Kurulun bilgisine sunuldu. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 54 ve
55’inci sıralarında yer alan 101 ve 102 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin bu
kısmın 2’nci ve 3’üncü sıralarına alınmasına ve diğer kanun tasarı ve
tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine, Genel Kurulun 6/2/2008 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü soruların
görüşülmemesine; çalışma sürelerinin 6/2/2008 Çarşamba günkü birleşiminde 101
sıra sayılı Anayasanın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi’nin görüşmeleri ve birinci tur oylamasının bitimine kadar, 7/2/2008
Perşembe günü 14.00-20.00 saatleri arasında olmasına; 8/2/2008 Cuma günü saat
14.00’te toplanarak çalışmalarını saat 19.00’a kadar sürdürmesine ve bu birleşimde
kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; 9/2/2008 Cumartesi günü saat
11.00’de toplanmasına ve bu birleşimde 101 sıra sayılı Anayasanın Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin ikinci tur
oylamasının tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine ilişkin AK Parti ve
MHP gruplarının müşterek önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi. Ankara Milletvekili Önder Sav’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündemine getirilmiş olan 101 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne ilişkin işlemlere
geçilmeden önce, Anayasa’nın 2, 4 ve 175’inci maddeleri açısından anılan
teklifin görüşülmesine yer olup olmadığına, TBMM İç Tüzüğü’nün 63’üncü maddesi
uyarınca usul görüşmesi açılmasına ilişkin önergesi üzerine yapılan usul
görüşmeleri sonunda, Oturum Başkanı ve TBMM Başkan Vekili Nevzat Pakdil, yaptığı işlemin ve sürdürdüğü usulün Anayasa ve İç
Tüzük’e uygun olduğunu, tutumunda ve görüşlerinde bir değişiklik olmayacağını
bildirdi. Eskişehir
Milletvekili H. Tayfun İçli, söz taleplerinin istem sırasına göre verilmesi
gerektiğine ilişkin bir konuşma yaptı. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 9/11/2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun (1/24)
(S. Sayısı: 98) geri gönderilen maddelerinin görüşmeleri, komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi. 2’nci sırasına
alınan, İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve Osmaniye Milletvekili
Devlet Bahçeli ile 346 milletvekilinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/141) (S. Sayısı:
101) birinci görüşmesi tamamlandı, ikinci görüşmesine en az kırk sekiz saat
geçtikten sonra başlanabileceği açıklandı. Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Ankara Milletvekili Hakkı Suha
Okay’ın, Manisa
Milletvekili Şahin Mengü, İstanbul Milletvekili
Burhan Kuzu’nun, Ankara
Milletvekili Hakkı Suha Okay,
İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu’nun, Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu’nun, İstanbul
Milletvekili Burhan Kuzu, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, İstanbul
Milletvekili Egemen Bağış, İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in, Konuşmalarında
şahıslarına; İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Yozgat Milletvekili
Bekir Bozdağ’ın konuşmasında partisine, İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet Bakanı Mehmet
Ali Şahin’in konuşmasında Genel Başkanlarına, Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ, Konya Milletvekili Atilla
Kart’ın konuşmasında partisine ve Başbakana, Sataştıkları
iddiasıyla birer konuşma yaptılar. 7 Şubat 2008
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime
03.54’te son verildi.
No.: 86 II.- GELEN KÂĞITLAR 7 Şubat 2008 Perşembe Tasarılar 1.- Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/514) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2008) 2.- Bazı Kamu
Alacaklarının Uzlaşma Usulü ile Tahsili Hakkında Kanun Tasarısı (1/515) (Plan
ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.2.2008) Teklif 1.- Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu
ve 3 Milletvekilinin; Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun ve Diğer Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/146) (Çevre; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji ile Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.2.2008) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 26 Milletvekilinin,
sanayi sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/117)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31/01/2008) 2.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve 39 Milletvekilinin, kayıp ve kaçak elektrik
sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/02/2008) 3.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu ve 39
Milletvekilinin, denizlerdeki kirliliğin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/119)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/02/2008) Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergesi 1.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Trakya’daki sel
felaketinin oluşturduğu zarara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1150) 7 Şubat 2008 Perşembe BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60’ıncı Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, Artvin’de inşa edilen barajlarda kamulaştırma problemleri ve çözümleriyle
ilgili söz isteyen Artvin Milletvekili Ertekin
Çolak’a aittir. Sayın Çolak,
buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Artvin Milletvekili Ertekin
Çolak’ın, Artvin’de inşa edilen barajlarda kamulaştırma problemleri ve
çözümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı ERTEKİN ÇOLAK
(Artvin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi
saygı, sevgi, muhabbetle selamlıyorum. Bu arada,
milletimizi derinden üzen Almanya’daki yangın felaketi sonucu ölen
vatandaşlarımıza yüce Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralı olanlara
acil şifalar temenni ediyorum. 70 milyon Türk milleti olarak Almanya’daki
vatandaşlarımızın yanında olduğumuzu da buradan söylemek istiyorum. Bilindiği gibi,
Çoruh Nehri, Artvin ilimizle özdeşleşmiş, Türkiye’nin ve dünyanın en hızlı akan
nehridir. Yaklaşık Çoruh Nehri
üzerinde planlanan yaklaşık yirmi yedi adet hidroelektrik santrali tamamlandığı
zaman, şu anda ülkemizde üretilen hidroelektrik enerjisinin yüzde 25’i
Artvin’de, yani Çoruh Havzası’nda üretilecektir. Bu nedenle, Çoruh Havzası
projeleri çok önemli projelerdir. Önemli ölçüde
enerji açığı olan ülkemizde, elbette ki, Çoruh Nehri üzerinde projeler
yapılması gerekiyordu ve AK Parti iktidarlarıyla birlikte, bu projeler hızlı
bir şekilde devam etmektedir. Şu anda, Muratlı Barajı ve Borçka Barajı yapılmış
ve tamamlanmıştır. Başbakanımızın ve sayın bakanlarımızın da katılımıyla bu
barajlar üretime açılmış durumdadır. Ancak, bu
çalışmalar sırasında yapılan kamulaştırmalar nedeniyle vatandaşlarımız zaman zaman birtakım problemler yaşamaktadır. İlimizde toprağın
çok az olması nedeniyle, dünyanın ve ülkemizin çeşitli yörelerinde toprak
gayrimenkul iken, ilimizde maalesef toprak taşınır durumdadır, yani menkul
durumdadır. Yöre insanının tek geçim kaynağı olan sebze ve meyveciliğin
yapıldığı tüm alanlar ya su altında kalmaktadır ya da baraj nedeniyle çıkan toz
duman içerisinde sebze ve meyve üretimi yapılamaz duruma gelmiştir. Diğer taraftan,
ülkemizin değişik yörelerinde kişi başına ortalama 150-200 dekar civarında
toprak düşerken, ilimizde bu miktar -Çoruh Havzası’nda- sadece 1-2 dekar
civarındadır. Bu nedenle, 1-2 dekar, vatandaşın arazisi kamulaştırıldığı zaman,
ortalama, Türkiye ortalamasına göre kamulaştırıldığı zaman, 2 dekar arazi 40
milyar civarında para etmektedir. 20 milyara da bu vatandaşımızın evi
kamulaştırıldığı zaman toplam 60 milyar civarında, vatandaşın eline para
geçmektedir. Bu 60 milyar parayla, takdir edilir ki bu şartlarda vatandaşımız
oradan bir başka yere göç ettiği zaman ne ev alması mümkün ne yeniden iş
kurması mümkün ne de çoluk çocuğunu ve ailesini geçindirmesi mümkün değildir. Kamulaştırmanın
bir başka problemi de kısmi kamulaştırmalardır. Örneğin, bir köyde arazinin bir
kısmı bu yıl kamulaştırılmakta, bir kısmı ise iki yıl sonra
kamulaştırılabilmektedir ya da bir vatandaşın iki dönüm arazisinin bir dönümü
bu yıl içerisinde kamulaştırılmakta, diğer bir bölümü ise iki üç yıl sonra
kamulaştırılmaktadır. Bu da vatandaşlar arasında birtakım sürtüşmelere ve
sosyal barışın bozulmasına neden olmaktadır. Köylerde farklı fiyatların
uygulanmasına bu sebep olmakta ve vatandaşlarımız zaman zaman
birbiri aralarında da sıkıntı yaşamaktadır. Ülkemiz için çok
önemli olan bu büyük projelerin, elbette ki yapılması gerekiyor. Yöre halkı olarak, Artvin halkı olarak biz de Türkiye projeleri
olan bu projelerin yapılmasına destek veriyoruz ancak büyük sıkıntı ve
problemler yaşayan yöre halkının daha fazla mağdur olmaması için kamulaştırma
birim fiyatlarının ilin özel yapısının dikkate alınarak yapılması, kamulaştırma
bedellerinin en kısa sürede ve birlik ve bütünlük içerisinde yapılması çok
doğru olacaktır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Çolak, konuşmanızı tamamlayınız. ERTEKİN ÇOLAK (Devamla)
– Teşekkür ederim Başkanım. Sonuç olarak şunu
diyebiliriz ki, Çoruh Havzası’nda planlanan barajlar ulusal barajlar olup bu
barajların bir an önce bitmesi hem ülkemiz açısından hem de yöremiz açısından
çok önem arz etmektedir. Bu nedenle kamulaştırma problemlerini giderip, proje
ödeneklerini artırarak bir an önce barajların tamamlanması millî
menfaatlerimizin de icabıdır. Ayrıca, baraj nedeniyle yeni yapılmakta olan
yolların da kalite ve standartlarının yükselmesi gerekiyor. Bu duygu ve
düşünceler içerisinde yüce milletimizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çolak. Gündem dışı
konuşmaya, Çevre ve Orman Bakanımız Sayın Veysel Eroğlu
cevap vereceklerdir. Sayın Bakanım,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum efendim. Şimdi, ben, Sayın
Artvin Milletvekilimiz Ertekin Çolak Beyefendi
tarafından bana tevdi edilen sualleri cevaplandırmak için söz almış
bulunuyorum. Şimdi, bir kere, Çoruh Vadisi, gerçekte, Türkiye’nin en önemli
hidroelektrik potansiyeli olan vadilerden, havzalardan birisi. Esasen, malumunuz, 2004 yılına kadar burada hiçbir tesis
açılamamıştı. Yirmi yedi tane büyük baraj yapılacak. Hakikaten, az önce Sayın
Milletvekilimizin de ifade ettiği üzere, hâlihazır potansiyelimizin yüzde
25’ine denk neredeyse büyük bir hidroelektrik potansiyel buradan elde
edilecektir. Böylece, Türkiye’nin ekonomisine çok büyük bir katkı
sağlayacaktır. Bu hidroelektrik enerji, malumunuz üzere temiz enerjidir,
yenilenebilir enerji kaynağıdır. Esasen, bu
bakımdan, bizim, bu kaynakların, potansiyelin, bir an önce tamamlanması yönünde
çok büyük adımlar attığımızı ifade etmek istiyorum. Bir kere, ilk defa,
yıllardan beri, asırlardan beri ilk defa, Çoruh Vadisi’nde malumunuz, 2005
yılında, Muratlı Hidroelektrik Barajı ve Hidroelektrik Santrali işletmeye
açıldı. Hatta o yıl, malum olduğu üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85’inci
yılıydı, bu barajın ismi de Türkiye Büyük Millet Meclisi 85. Yıl Egemenlik
Barajı olarak adlandırıldı ilk baraj olması münasebetiyle. Hemen akabinde,
Borçka’daki baraj inşa edildi ve şu anda da Deriner
Barajı süratli bir şekilde inşa edilmekte. İnşallah, önümüzdeki yıllarda, Deriner Barajı da –ki oradaki en büyük barajlardan birisi-
bu da tamamlanacak. Yusufeli Barajı’yla alakalı da kredi görüşmeleri şubat ayı
sonunda tamamlanacak, o da inşallah çözülecek. Bu arada bir
müjde vermek istiyorum. Özellikle, tabii, bunların tamamını merkezî yönetim
bütçesinden yapmak fevkalade güç ve zaman alacağı için bütçe imkânları
sebebiyle, buradaki bütün barajlar özel sektöre açılmış ve hemen hemen hepsine de, bir iki tanesi hariç olmak üzere, 27
barajın 25 tanesine müracaat edilmiştir. Hiçbir bedel ödemeden, hiçbir şart,
Hazine garantisi vesaire olmadan özel sektör bu barajları yapacak, işletecek,
azami kırk dokuz yıl sonra bilabedel Devlet Su İşleri
veya enerjiyle alakalı birimlere teslim edecektir. Bu, gerçekten, Hükûmetimiz açısından çok önemli bir açılım olmuştur. Bu
bakımdan, hakikaten önemli bir adım atıldığını ifade etmek istiyorum. Şimdi, bir diğer
husus da, bu arada, bir baraj: Artvin Barajı, ki bu
baraj, Yusufeli’yle özellikle Deriner
Barajı arasında, Artvin Barajı adıyla anılan bir barajdı. Bu da hükûmetler arası ikili iş birliği anlaşmasıyla hemen hemen yıllardan beri bekleyen, yani neredeyse on yıldan bu
yana bekleyen bir barajdı. Onu da, malumunuz, yüce Meclis
geçtiğimiz dönemde bir karar aldı hükûmetler arası,
bu şekildeki bekleyen barajların, yap-işlet benzeri, yani Su Kullanım Hakkı
Anlaşması Yönetmeliği çerçevesinde yapılmasına imkân tanındı ve o da özel
sektör –bu, şu anda Dano- hiçbir bedel, hazine
garantisi almadan, devlete, merkezî yönetim bütçesine hiçbir yük yüklemeden şu
anda yapımına başlayacak. O müjdeyi de burada vermiş olayım. Sadece o proje
değil, geçen sene yüce Meclisin çıkardığı bu kanunla hükûmetler
arası ikili iş birliği çerçevesinde bekleyen on altı tane projeye de talep
yapılmıştır. Dolayısıyla 25 milyar dolarlık bir yük, merkezî yönetim
bütçesinden kaldırılmıştır. Bunu da buradan ifade etmek istiyorum. Şimdi, hakikaten,
ben defalarca Çoruh Vadisi’ne gittim. O bölgenin şartlarını, durumunu,
insanlarını çok iyi bilen bir kişi olarak söylüyorum. Bu vadi, gelin buraya
baraj yapın, hidroelektrik enerji üretin şeklinde, sanki bu şekilde
oluşturulmuş bir vadi. Bu bakımdan buradaki hidroelektrik
santrallerin süratle yapılması lazım. Ancak, tabii ki oradaki -Sayın
Vekilimizin de belirttiği gibi- baraj gölünden veya yollardan etkilenen
insanların mağdur olmaması lazım. Bunun için şunu açıklıkla belirteyim, biz
burada vatandaşımızı asla mağdur etmek istemiyoruz. Bir kere burada iptidai
yolların tamamı -Sayın Milletvekilimiz de biliyor- büyük devasa viyadükler, muazzam tünellerle ve kara yollarının en son
standartlarına uygun olarak inşa edilmiştir. Ancak buradaki kış şartlarından
ileri gelen bazı üstyapı eksikleri de Sayın Vekilim -ben dün zaten bu konuda
toplantı yaptım, gerekli talimatlar verildi- yaz başlarında tekrar kontrol
edilecek ve üstyapı da gayet güzel hâle getirilecektir. Bakın şu anda
Artvin’den ta Muratlı’ya kadar yol yokken doğru dürüst -biliyorsunuz nasıl bir
yol vardı- şu anda muazzam yollardan, viyadüklerden,
tünellerden geçerek kısa zamanda ta Artvin’den Muratlı’ya kadar ulaşmak
mümkündür. Gerçekten bu aynı zamanda Karadeniz’in Artvin’e bağlanması açısından
da çok önemli olmuştur. Biz orada sadece baraj yapmıyoruz, Çevre ve Orman
Bakanlığı, Bakanlığıma bağlı Devlet Su İşleri orada bütün yolları, tünelleri viyadükleri de yapmaktadır, onu da arz edeyim. Tabii burada istimlaklere gelince: Tabii ki oradaki arazinin kıymetini
idrak ediyorum. Esasen biliyorsunuz oraya, bir ilçeye yeni tayin edilen hâkimin
bir şikâyetle, bir dava dilekçesiyle karşı karşıya kalınca hayretine mucip olan
bir vakayı da anlatmak istiyorum. Vatandaşın birisi gitmiş: “Efendim benim
tarlam çalındı.” Tabii hâkim, bu nasıl tarla çalınır diye şaşırmış. Tabii,
oradaki yapıyı biliyorum ben. Oradaki, neredeyse yamaçtaki arazilere insan
sırtıyla, merkep sırtıyla taşınan topraklarla orada arazi oluşturuluyor. Onun
kıymetinin, onun buradaki emeğinin takdirinin, gerçekten yapılması gerektiği
kanaatindeyim ve bunu da yapıyoruz, buna göre takdir ediliyor. Yani istimlaklarda şöyle bir karar var: Biliyorsunuz, kanuna
göre normal istimlak yapacak, yani kamulaştırma
yapacak kurum uygun bir bedel teklif ediyor, kabul etmediği takdirde mahkemeye
müracaat ediyor, mahkemece bilir kişiler marifetiyle takdir edilen bedeli idare
ödemek durumunda kalıyor. Yani yapılan işlem bu. Ama biz oradaki durumu takdir
ederek ön pazarlık değerini ona göre söylüyoruz, vatandaşların da memnun olduğu
kanaatindeyim. Ancak, burada
şöyle bir problem var: Tabii ki Türkiye’de son yıllarda çok sayıda gerek
hidroelektrik santral ve baraj gerek gölet gerek sulama tesisi yapıyoruz. Tabii
bunlar birdenbire açılınca… Biliyorsunuz, şu ana kadar 119 tane baraj ve göleti açtık. Sulama tesisleri, taşkın korumayla beraber
bu, 455’i buldu beş yılda. Bunların tabii, kamulaştırmaları gerçekten birikti. Ancak tabii ki,
bizim özellikle Artvin bölgesindekilere özel önem verdiğimizi ifade etmek
istiyorum. Misal olarak, Muratlı Barajı ve Hidroelektrik Santrali’ndeki –yani,
Türkiye Büyük Millet Meclisi 85’inci Yıl Millî Egemenlik Barajı’ndaki-
kamulaştırma işlemlerinin tamamı bitirilmiştir. Yalnız, burada sadece -2008
yılında bazı vatandaşlarımızın mahkemeye müracaat ederek- tezyidi bedel
ödememiz gereken bedeller var. Onlar belli oldukça bunlar ödenecek. Bunun da,
yaklaşık olarak 1 trilyon civarında, yani 1 milyon YTL civarında olduğunu
tahmin ediyoruz. Dolayısıyla Muratlı’da herhangi bir problem yok. Borçka Barajı’na
gelince: Bakın, Borçka Barajı’nda şu anda göl alanında kalan 269 hektarlık
alanın kamulaştırmasını yaptık ve 2007 yılı fiyatlarıyla yaklaşık olarak 93
milyon YTL ödedik. Ancak, gene, 2008 yılında mahkemeye müracaat edilerek
tezyidi bedel davası açan vatandaşlarımıza buradan da yaklaşık 1 milyon YTL
kadar bir bedelin ödeneceğini tahmin ediyoruz. Parası hazırdır, mahkeme kararı
gelince onu da ödeyeceğiz. Böylece Muratlı tamam, Borçka
tamam. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Ne kadar Bakanım, 1 milyar YTL değil mi? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – 1 milyon YTL. Yani, bu şöyle… FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Allah oraya versin, biraz da bize versin. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Az önce, tam saat 12.00’de Malatya’yla ilgili
yatırımları görüştük. Sayın vekillerimizden burada olanlar var. Onunla ilgili
size de sonra bilgi vereceğim Sayın Vekilim. Şimdi, bir
diğeri, Deriner Barajı’ndan… 2 adet köy yerleşim
yerleri ve arazileriyle birlikte 28 adet de köy kısmen etkileniyor. Bu konuda
bugüne kadar aşağı yukarı 7.707 parselden 3.794 adet için kamulaştırma
işlemleri tamamlandı, yaklaşık 50 milyon YTL para ödendi. Ancak 2008 yılında Deriner inşaatı devam ettiği için, yol inşaatları…
Özellikle Deriner Barajı ve hidroelektrik santralinde
su tutabilmemiz için, biliyorsunuz Artvin-Şavşat yolu var, şu anda inşaat devam
ediyor; Artvin-Ardanuç, bir de Artvin-Erzurum yol inşaatlarının bir an önce
tamamlanması gerekiyor. Buna ait istimlakler var, yol
güzergâhındaki, inşallah bunları biz 2008 yılında tamamlayacağız. Yalnız, bunun
için takriben 87 milyon 500 bin YTL’lik bir kamulaştırma ödeneğine ihtiyaç var,
inşallah bunu da-zaten, biz Sayın Maliye Bakanımızla görüştük, önümüzdeki hafta
Sayın Maliye Bakanımız yurt dışından gelince bu kamulaştırmalarla alakalı özel
bir toplantı yapacağız- kamulaştırmadaki ödenek eksiklerimizi bir şekilde
tamamlamanın yoluna bakacağız. Bir diğer, Yusufeli’den bahsettiniz, Yusufeli’yle
alakalı da kısa bir bilgi vereyim. Yusufeli, gerçekten Artvin
ilimizin en şirin, en müstesna beldelerinden birisi. Ben de Yusufeli’ni
gerçekten çok seviyorum, defalarca gittim ve vatandaşlarla birlikte -belki de
ilk defa- uygun bir yer seçimini yüzde yüz mutabakat sağlanarak belirledik.
Yansıtıcılar denilen bir mevki var, hemen Yusufeli’ni bir miktar gölün
yukarısına, göl manzaralı muhteşem bir şehir kuracağız orada. Şu anda bu
konuda, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, TOKİ, Afet İşleri Genel Müdürlüğü
ortaklaşa çalışmalar yapıyor. Yalnız, kredi görüşmelerinden sonra, inşallah
bunlarla ilgili kamulaştırma çalışmaları da tamamlanacak, bu konuda hiç
kimsenin tereddüdü olmasın. Gerek Yusufeli’nin yeni yerleşim yeri gerek
kamulaştırmalar konusunda, biz vatandaşı asla mağdur etmeyeceğiz, onu özellikle
belirteyim. Hatta, bununla ilgili Çevre ve Orman
Bakanlığının diğer birimleriyle alakalı birtakım çalışmalar da başlattık Sayın
Vekilim. Nasıl? Mesela, Doğa Koruma ve Millî Parklarına talimat verdim, “Burada
eko turizmi tanıtmak, geliştirmek için muhteşem bir proje hazırlayın.” dedim.
Şimdi arkadaşlar Artvin’le ilgili böyle bir çalışma yapıyor. Orman ve
Ağaçlandırma Genel Müdürlüklerine talimat verdik, burada vatandaşın istifade
edebileceği boş alanları orman köylüsüne tahsis edelim, onlara gerekirse,
uygun, bölgenin iklimine uygun ağaçlar, fidanlıklar bunlara tahsis edelim ve bu
vatandaşı mağdur etmeyelim. O yöre insanını mutlaka orada tutmak ve
kalkındırmak gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla bunları inşallah
gerçekleştireceğiz. Ben, bu
duygularla hepinizi hürmetle selamlıyorum. Saygılarımı sunuyorum efendim, sağ
olun. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Gündem dışı
ikinci söz, kuş gribi ve kırmızı ette KDV oranı hakkında söz isteyen, Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir
Akcan’a aittir. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Akcan,
buyurun. 2.- Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan’ın, kuş gribine ve 2008 yılı başında uygulanmaya
başlanan kırmızı ette KDV oranına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı ABDÜLKADİR AKCAN
(Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2008 yılı başından itibaren uygulamaya başlanan kırmızı ette
KDV oranı ve artık mevsim itibarıyla sürekli karşılaştığımız kuş gribi
vakalarıyla ilgili olarak gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum ve söz istemimize gerçekten yakın ilgi gösteren
Değerli Başkan Vekilimize de teşekkürü bir borç biliyorum. Bu vesileyle
Almanya’da hayatını kaybetmiş olan ve kısa bir süre önce Kütahya-Afyon arasında
meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Yüce
Allah’tan rahmet diliyor; yaralılara acil şifalar temenni ediyorum. Değerli
milletvekilleri, 30 Aralık 2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 2007/13033
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla büyük ve küçükbaş hayvanların etlerinin,
bağırsaklarının toptan teslimlerinde daha önce yüzde 1 olarak uygulanmakta olan
KDV oranının yüzde 8 olarak uygulanması yönünde karar alınmış ve 1/1/2008 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Bu Bakanlar
Kurulu kararıyla canlı hayvan, toptan et, perakende et ticareti zincirinde
oluşacak kayıt dışı ekonomiye, vergi kaçakçılığına davetiye çıkarılmıştır
âdeta. Bu kararla canlı hayvan ticaretinde başlayan ve
perakende ticaretine kadar uzanan ticaret akışında KDV oranının yüzde 1’e
düşürülmesiyle bu sektörde kayıt dışı ekonominin daha da azaltılması, toplamda
bu sektörden tahsil edilecek vergi miktarının artması, et fiyatlarının
düşmesinin sağlanması gibi olumlu gelişmeler hedeflenecek iken tam tersi
yapılmıştır ve âdeta kayıt dışılık teşvik edilmiştir. Niye? Çünkü, Türkiye’de et pazarı brüt değerler üzerinden oluşur.
Yani, yetiştirici, toptan et ticareti yapan insana malını kaça alacağını sorar,
o da bir rakam bildirir. Güncel olarak 9 YTL civarında olan bu rakamdan, mal
tesliminden sonra soğutma firesi, Maliye Bakanlığının veya Bağ-Kur Genel
Müdürlüğünün toplaması gereken ama toplayamadığı Bağ-Kur prim borçlarına esas
olmak üzere yüzde 1 kesinti ve stopaj veya KDV adı altında toplanan vergiler
düşüldükten sonra net rakam üreticiye verilir. Bu nedenle, burada meydana
gelebilecek, oranlarda oluşabilecek herhangi bir değişiklik, artış yönünde
meydana gelecek değişiklik doğrudan doğruya üreticinin cebinden çıkacaktır.
Yani, hiç kimse zannetmesin ki bu pazarlama zincirinde herkes kendisine düşen
KDV’yi ödeyecektir. Asla bu böyle olmamaktadır ve asla da Türkiye’de bu pazar
şartlarında oluşmayacaktır. Doğrudan doğruya üreticinin cebinden çıkacaktır. Şimdi, zaten
kaçakçılık yüzünden mağdur olmuş, et fiyatları yerde sürünürken mağdur edilmiş
besici bu işten vazgeçme noktasına gelmişken bu KDV’nin artışıyla iyice zarar
eder hâle gelecek ve bunu terk edecektir. Eğer siz üretim artışının önüne
geçmek istiyorsanız ideal bir tedbirdir KDV oranının artırılması; eğer siz
tüketiciyi yurt dışından başka üreticilerin ürünlerine muhatap kılmak
istiyorsanız aldığınız tedbir doğrudur; ama üretimi Türkiye’de artırmanın yolu
bunun tam tersi uygulamadır. Bunu hatırlatmak düşüncesiyle bu konuyu dile
getirmek istedim. Değerli milletvekilleri, ikinci konu, Türkiye’de oluşan, gözlenen
kuş gribi. Türkiye doğudan batıya, kuzeyden
güneye köprü ülke olduğu sürece biz bu kuş gribiyle sık sık
muhatap olacağız. Ancak bu krizi iyi yönetmemiz gerekir. Sağlıklı kriz
yönetiminin yolu, bir yerde çıkan hayvanları itlaf ettikten sonra, o bölgenin
dışında kalan bölgelerin olumsuz etkilenmesinin önüne geçecek tedbirleri
almaktır. Mesela, Zonguldak’ta kısa bir süre önce oluşan kuş gribinden sonra
hemen takip eden hafta, haftada yetmiş tır Irak’a yumurta gönderirken, bu
ihracat durmuştur. Niye? Irak bunu almamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’yi
bölgelere ayırarak… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Akcan, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) - …riskli bölgelerin içinde meydana
gelebilecek olayları, Dünya Hayvan Sağlığı Örgütünü de ikna etmek suretiyle
Koruma Kontrol Genel Müdürlüğümüz bünyesinde bu işi götürecek veteriner
hekimleri iyi aydınlatarak, Dış Ticaret Müsteşarlığında görev yapan değerli
bürokratların çabalarının paralelinde bir çaba sarf etmelerini sağlayarak,
ihracatın önünde meydana gelen kuş gribi gerekçesine dayalı tıkanıklığının
önüne geçmemiz lazım. Aksi takdirde,
içeride yaklaşık 1 milyon insanımızın uğraştığı kanatlı sektörü tıkanacak ve bu
işten de zarar eder hâle gelecekleri için, yumurta üretimi, tavuk eti
üretiminden vazgeçecek duruma geleceklerdir. Bu durumu aydınlatmak üzere söz
aldım. Sayın Bakanımız
inşallah eline verilen klasik bilgilerin dışına çıkarak, gerçekten yüce heyeti
tatmin edecek, ama, dünya gerçeklerine uygun
önlemlerini burada sıralar der, hepinizi tekrar saygıyla selamlarım. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Akcan. Sayın Akcan’ın
gündem dışı yapmış olduğu konuşmaya Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sayın Mehmet Mehdi Eker cevap vereceklerdir. Buyurun Sayın
Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar) TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. Sayın Başkan,
yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Abdülkadir
Akcan’ın gündem dışı konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye, göçmen kuşların uçuş güzergâhı üzerinde
bulunmakta. O nedenle de dünyada yaklaşık on yıldır yaygın hâle gelen ve her
yıl aşağı yukarı dünyanın birçok ülkesinde, Kanada’dan Çin’e, Afrika’dan
Rusya’ya, kuzey yarım küre, güney yarım küre, doğu, batı demeden, âdeta
dünyanın bütün coğrafyasını etkileyen bir kuş gribi tehdidi var, bu risk var.
Biz de, 2005 yılında ilk vaka ortaya çıkmadan, Ekim 2005 tarihinde ilk vaka
ortaya çıkmadan, gelebilecek tehlikeleri sezerek Türkiye’de bir tatbikat yaptık
Eylül 2005 tarihinde ve mücadele planımızı, karşı karşıya kaldığımız takdirde
neler yapacağımıza dair eylem planımızı da o tarihte hazırlamaya başladık,
hazırladık. 2005 tarihinden itibaren, tabii, 2006’da kısmen, 2007’de kısmen birkaç
vaka şeklinde görüldü ve aldığımız tedbirler gerçekten çok etkili, asla sıradan
değil. Elbette ki literatür bilgileri de dikkate
alındı, ama çok başarılı ve zararı asgaride tutan bir başarıyla biz bu kuş
gribinin bugüne kadar mücadelesini yürüttük. Neler yaptık? Mücadele talimatı,
acil durum planı, taşra teşkilatının bu alanda güçlendirilmesi işleri yapıldı.
Örneğin, Türkiye’de 2005 tarihinde bu hastalık ortaya çıkmadan, sadece bir iki laboratuvarımızda, bir iki enstitümüzde kuş gribi teşhis
edilebilirken, çok kısa bir süre içerisinde Türkiye'nin bütün coğrafi
bölgelerinde, toplam 8 tane araştırma enstitüsünün tamamında kuş gribi
hastalığının etkeni olan virüs teşhis edilebilir hâle geldi. 8 enstitümüzde,
bu, çok kısa bir süre içerisinde teşhis ediliyor, ayrıca, taramalar yapılıyor.
Yani bütün bölgelerde hem sulak alanlarda göçmen kuşların uçuş güzergâhı
üzerindeki, özellikle, göletler, göller, akarsular, sazlık alanlar vesaire hem
de yurt içi hayvan hareketleri yönüyle burada gerekli olan bütün tedbirler alındı
ve laboratuvarlarımızın, dediğim gibi, biyogüvenlik seviyeleri, 3 tanesinin, P3 düzeyine
yükseltildi, 5 tanesi de P2 düzeyine yükseltildi. Bu arada, 56
milyon dolar tutarında, Dünya Bankasından da katkı aldığımız bir Kuş Gribi ve
İnsana Tesir Eden Salgına Karşı Hazırlık ve Mücadele Projesi hayata geçti,
bunlar da şu anda uygulanıyor. Buna rağmen,
bununla birlikte, bir de “çıkma tavuk” diye tabir edilen halk arasında ve bu
hastalığın yurt içinde bir kere görüldükten sonra yayılmasını kolaylaştıran bir
faktör olarak düşündüğümüz buna ait birtakım tedbirler de alındı. Sonuç itibarıyla,
Türkiye’de, son üç yıl içerisinde, dünyadaki hemen hemen
hiçbir ülkede olmayan tarzda -ki, esas başarımız olarak altı çizilmesi gereken
nokta budur- hiçbir ticari işletmemizde, hiçbir profesyonel çiftlikte, diyelim
yüzlerce hayvanın veya binlerce hayvanın yoğun olarak bulunduğu hiçbir
işletmede kuş gribi görülmedi. Nerede görüldü? Kırsal alanda, bir sazlığın
kıyısında, bir köyde… Kendi yemesi için beslediği, yumurtasından istifade etmek
üzere beslediği birkaç tane tavuk sahibi vatandaş, tabii, dışarıda yayılmak
suretiyle bunları besliyor. Yaban hayatıyla temasları olan noktalarda, biz,
birtakım vakalarla karşılaştık ve bunun da gerekli tedbiri, tıbbi tedbiri ne
ise veteriner hekimlik mesleğinin öngördüğü bütün tedbirler anında alınmak
suretiyle de bugüne kadar, bu zarar ve hasarlar, bundan kaynaklanan zarar ve
hasarlar asgaride tutuldu. Gerek Avrupa Birliği gerek Birleşmiş Milletler Gıda
ve Tarım Teşkilatı gerekse diğer ilgili uluslararası kuruluşlar, Uluslararası
Salgın Hastalıklar Ofisi dâhil olmak üzere, Türkiye’yi bu başarısından dolayı
resmen kutlamışlardır ve bizim mücadele programımızı örnek alıp, birçok ülkeye
de bunu tavsiye etmişlerdir. Birçok ülke de Türkiye'nin kuş gribiyle mücadele
programını şu anda örnek alıyor ve Türkiye’den yardım talebinde bulunuyor bu
hastalıkla mücadele konusunda. Tabii, biz, bu
sene de sezon açıldığında, sezon başladığında yine birtakım çalışmalar yaptık
ve Zonguldak ili Çaycuma ilçesi Saz köyünde bir vakayla karşılaştık. Bu vakanın
sahibi bir vatandaşımızın avladığı ördek etinin atıklarını rastgele sağa sola
bırakmak suretiyle kendi avlusundaki tavuklarıyla bunun yakın teması sonucu
kendi beslediği tavuklarına geçiyor. Kaynağı bu. Öteki,
Samsun ili Ondokuzmayıs ilçesi Yörükler beldesinde de yine bir köyde, sazlık ve
sulak alan var çok yakın bir bölgede, o da yine yaban hayatı kökenli ve en son
Sakarya ili Kaynarca ilçesi Yeniçam köyünde de aynı
şekilde yine sazlık, sulak bir alan, göletin
yakınında bir virüs tespit ettik ve 3 kilometrelik alan içerisinde karantina
tedbirleri uygulanıyor, kordon tedbirleri uygulanıyor, dezenfeksiyon işlemleri
vesaire yapılıyor. Tabii, Türkiye
şeffaf bir ülke, onu da söyleyeyim. Bu hastalıkla mücadelede, başından itibaren
Türkiye Cumhuriyeti Tarım Bakanlığı bütün bilgileri kamuoyuyla paylaşmıştır,
açık ve şeffaf bir şekilde etkili mücadele yöntemlerini de vatandaşla
paylaşmış, bu konuda ilgililerle birlikte bu mücadeleyi gerçekleştirmiştir. Şimdi, tabii, bazı
ülkeler, bizden yumurta ithal eden veya tavuk ürünü, beyaz et vesaire ithal
eden ülkeler, biz bu bildirimi yaptığımızda ithalatlarını kestiler, doğrudur.
Biz bunlarla ilgili olarak da kanatlı sektörüyle görüşmek üzere onlardan da
bilgi aldık, neler yapılacağını onlarla da müşterek görüştük. Örneğin,
Gürcistan bizden alıyordu, kesmişti. Biz hemen davet ettik onları. Geldiler,
bizim sistemimizi gördüler ve o konuyla ilgili de tatmin olmuş bir şekilde
“Tamam, biz bu kararımızı gözden geçiriyoruz, ithalata devam edeceğiz
Türkiye'den.” Bu kararı da bize ilettiler. Diğer ülkelerle ilgili olarak da biz
aynı şeyi yapıyoruz. Bizim avantajımız şu: Türkiye’de hiçbir profesyonel
işletmede, hiçbir büyük ticari işletmede bu hastalık, çok şükür, görülmedi. Bu,
Türkiye’nin başarısıdır, Türk veteriner hekimlerinin başarısıdır ve Tarım
Bakanlığının tüm teşkilat mensuplarının başarısıdır. Tabii illerde
valiliklerimizin ve diğer tüm ilgili kurumlarımızın da burada çok önemli, çok
ciddi katkıları vardır. Kısaca, bu, Türkiye’nin başarısı. Bundan sonra da,
biz, bu hastalıkla birlikte yaşamasını öğreneceğiz. Bizim yapmak istediğimiz
şey budur, çünkü bu virüsün, kısa süre içerisinde dünyadan, yeryüzünden
kalkması hiçbir şekilde söz konusu değil. Bu, dolanımda, tedavülde, belirli sezonlarda,
belirli dönemlerde, göç mevsimlerinde, özellikle havaların çok soğuk geçtiği
yerlerde. Çünkü bu mikrop, soğuğa dayanaklıdır, sıcağa karşı dayanıksızdır.
Soğuk havaların uzun sürmesi hâlinde, bu virüs yaşıyor. Dolayısıyla biz,
bununla mücadelemizi asla elden bırakmadan, onunla birlikte, ona rağmen bu
sektörümüzü geliştirecek, yürütecek ve daha iyi bir noktaya getireceğiz. Türkiye’de,
kanatlı sektör, beyaz et sektörü, gerçekten birçok sektöre örnek olabilecek
tarzda, çok ileri bir noktaya gelmiş durumdadır. Hem hijyenik
şartları hem üretimde verimliliği sektörün bütünü itibarıyla dikkate
aldığımızda, son derecede başarılı bir sektördür. Daha iyi bir noktaya
gelmesiyle ilgili elimizden geleni yapıyoruz. Şimdi, dünyanın
birçok yerinde bu oluyor. Fakat, tabii bütün ülkeler
-ticari kaygılarla- bu hastalıkla ilgili durumlarını çok da fazla kimseye
söylemiyorlar. Yani konu, bizde bütün şeffaflığıyla, bütün açıklığıyla
tartışılıyor. Örneğin, geçen sene İngiltere’de ticari işletmede meydana geldi,
Macaristan kökenliydi. Ondan önce Belçika’da, Hollanda’da, İtalya’da, Amerika
Birleşik Devletleri’nde, bütün Batı ülkelerinde, standartları yüksek olan
ülkelerin hepsinde, milyonları etkileyen tarzda, bu hastalık görüldü,
işletmelerde görüldü ve ona rağmen yapıldı. Şimdi, Sayın
Akcan’ın söylediği bir husus üzerinde biz çalışıyoruz. O, Uluslararası Salgın
Hastalıklar Ofisiyle, bu hastalıkla ilgili bildirimde bölgeselleştirme
çalışması yapıyoruz. Bunu, biz zaten sektörle de paylaştık. Bu konuda belirli
bir bölge esasına indirgemek suretiyle, Türkiye’nin diğer bölgelerinin
özellikle beyaz et ve et ürünleri ticaretinden etkilenmemesi için buna ait
tedbirlerimizi de alıyoruz, bunun üzerinde de çalışıyoruz. Tabii, diğer bir konu, ette KDV konusu. Kırmızı ette, özellikle toptan teslim aşamasında katma değer
vergisi yeni düzenlemeyle yüzde 1’den yüzde 8’e getirildi. Burada, tabii, bu
katma değer vergisinin yükseltilmesi, beyaz et ve balıkla bir paralellik
sağlamak, çünkü bunlar birbirine rakip ürünler ve toptan aşamasında bir
paralellik sağlanması amacı güdülmüştür. Bundan, bizim özellikle tüketicilerin
çok fazla etkilenmeyeceğini düşünüyoruz. Hükûmet olarak da,
geçtiğimiz yıl, gıda maddelerinde aşağı yukarı beş yüze yakın maddede biz katma
değer vergisi oranını yüzde 18’den 8’e düşürdük, bazılarını yüzde 8’den yüzde
1’e düşürdük. Yani, gerekli görüldüğü zaman, biz, yüzlerce üründe katma değer
vergisini 10 puan rahatlıkla düşürdük, bundan sonra da bu düşürülüyor. Bu,
kırmızı etteki, toptan teslimlerdeki katma değer vergisi oranını da bu şekilde
mütalaa etmek gerekir. Bizim, esasen,
hayvancılığın geliştirilmesi -özellikle belirli bölgelerde, yani belirli
havzalarda, hayvancılığın avantajlı olduğu havzalarda hayvansal üretimin
geliştirilmesi- gerek besicilikte gerek süt sığırcılığında geliştirilmesiyle
ilgili projelerimiz devreye girdi. Örneğin yirmi dokuz vilayetimizde
uyguladığımız bir TARET Projesi var. Bu proje “sözleşmeli besicilik” sistemini
hayata geçiriyor. Kredilendirmek suretiyle besicilik yapmak isteyen
vatandaşlarımıza düşük faizli olarak kredi veriliyor ve bu besiyle elde ettiği
hayvanları Et Balık Kurumu kombinalarına teslim edip orada kestirdiği takdirde
kilogram başına 1 YTL de ilave prim uygulaması getiriyoruz. Bu, özellikle Doğu
Anadolu Bölgesi’nde, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde şu anda uygulanıyor. Buna benzer,
gerek yemle ilgili gerek diğer suni tohumlamayla, bir yandan ırk ıslahıyla
ilgili, bir yandan daha iyi besleme, daha iyi bakım şartları, daha çok
hastalıkla mücadele etmek suretiyle hijyenik şartları
iyileştirme ve böylece hayvansal ürünlerde verimi artırmaya dönük projeler
yapılıyor. Bunlar yapıldığı zaman… Keza, yurt içi hayvan hareketlerinin
kontrolü amacıyla çeşitli tedbirler alınıyor. Yakında bununla ilgili ilave
düzenlemeler de gündeme gelecek ve çok daha ağır -örneğin kayıt dışı olanlarda,
kulak küpesi olmayan hayvanların yakalanması durumunda kesim dâhil olmak üzere,
onlara el konulduğu yerde kestirilmesi dâhil olmak üzere- müeyyidelerle ilgili
bir düzenlememiz de yakında devreye girecek. Ben, bu sözlerle
konuşmamı bitiriyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Arifağaoğlu, kusura bakmayın, ekrana girmişsiniz ama ben
görmedim. Herhâlde Artvin’le ilgili bir katkıda bulunacaktınız. Eğer konuşma
isteğiniz devam ediyorsa, ben size kısa bir açıklama imkânı vereyim. METİN ARİFAĞAOĞLU
(Artvin) – Evet Sayın Başkan. BAŞKAN – Peki,
buyurun Sayın Ağaoğlu, iki dakikalık süre içinde tamamlayın. IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR 1.- Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu’nun,
Artvin ilinin bazı sorunlarına ilişkin açıklaması METİN ARİFAĞAOĞLU
(Artvin) – Sayın Başkanım, ben, Çoruh Havzası ile ilgili Çevre ve Orman Bakanı
Sayın Eroğlu’na sormak istiyorum. Biliyorsunuz, Deriner Barajı’na 1998 yılında başlanmıştı ve 2005 yılında
bitirilmesi planlanmıştı. Ancak Deriner Barajı iki
kere durdurulmuştur. 2,1 milyar kilovat saat elektrik üretecekti yılda. Bu,
yaklaşık 200 milyon dolar yapar, dolayısıyla üç yılda 600 milyon dolar heba
edilmiştir. 2008 yılı bütçesi veya ödeneği 65 milyon dolardır. Benim aldığım
bilgiye göre, Ardanuç ve Şavşat yolları yapımı durdurulmuştur. İlgili firma
“Ancak bu ödenek gövdeye yeter.” diyor. Bu konuda ek bir önlem düşünüyor
musunuz? İkinci sorum:
Seçimlerden önce Yusufeli Barajı’na, şantiye çalışmalarına başlandı, şantiye
kuruldu. Hâlen daha baraj inşaatına neden başlanamamıştır? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Akcan da
girmiş ama, Sayın Akcan konuşmuştu. Sayın Bakanlarımız
da burada, huzurda bulunuyorlar. Beraberce görüşerek, sorunları hâlledebilirsiniz. Onun için, bu hususu tamamlıyoruz. Şimdi, gündem
dışı üçüncü söz, Bir Kısım Motorlu Karayolu Taşıtlarının Piyasadan Çekilmesi
Hakkında Tebliğ ve nakliyecilerin sorunları konusunda söz isteyen Hatay
Milletvekili Sayın Fuat Çay’a aittir. Sayın Çay,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam) A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI (Devam) 3.- Hatay Milletvekili Fuat Çay’ın, Bir Kısım Motorlu
Karayolu Taşıtlarının Piyasadan Çekilmesine İlişkin Tebliğ uygulamalarından
kaynaklanan olumsuzluklar ile nakliye ve şoför esnafının sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşması ve Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım’ın cevabı FUAT ÇAY (Hatay)
– Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Ulaştırma Bakanlığının
çıkarmış olduğu 49 no.lu tebliğ ve diğer kararlarla, özellikle nakliye ve şoför
esnafını mağdur eden bu uygulamayla ilgili konuşmak üzere söz almış
bulunuyorum. Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Değerli arkadaşlarım,
yaşadığımız günlerde kamuoyunda var olan tartışma, Meclisin gündemini işgal
eden türban, artık Türkiye’nin bütün sorunlarını bir tarafa bırakmış, insanlar
türbanla yatıp kalkmaktadır ve gerçekten AKP burada bir başarı sağlamıştır.
Türkiye’nin sorunları üzerine tamamen bir türban örttü, dolayısıyla, esnaftı,
işçiydi, işsizlikti, yoksulluktu, ondan sonra, yetimdi, maaştı, şuydu, bunlar
unutuldu. O nedenle, kürsüye gelirken “Ya, şimdi bu kadar önemli konu varken
şoför esnafıyla mı ilgileneceksiniz?” gibi istihzayla karşılanan bir tutum
sergilenmekte. Değerli
arkadaşlarım… FATİH METİN
(Bolu) – Ne alakası var? FUAT ÇAY
(Devamla) – Siz mi söylediniz? FATİH METİN
(Bolu) – Nereden çıkarıyorsunuz? FUAT ÇAY
(Devamla) – Üzerinize almayın o zaman. FATİH METİN
(Bolu) – Bunu nereden çıkarıyorsunuz? FATİH ARIKAN
(Kahramanmaraş) – Öyle bir şey yok. FUAT ÇAY
(Devamla) – Siz üzerinize almayın. Eğer siz söylediyseniz mesele yok. BAŞKAN – Sayın
Metin… Arkadaşlar, dinleyelim. Sayın Bakan cevap verecek. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Gündem dışı konuşuyor, ona da sataşıyorsunuz. FUAT ÇAY
(Devamla) – Bu arada, Ulaştırma Bakanlığının çıkardığı tebliğle yirmi yaş ve
üstü araçların C belgesinin iptaline, otuz beş yaş ve üstü araçların da
piyasadan çekilmesine karar alınmıştır. Tabii, şoför esnafının derdini,
sorunlarını hepimiz biliyoruz. Kolay kolay başı
dertten eksilmez; vergi borcu var, SSK borcu var, Bağ-Kur borcu var, lastikçiye
borcu var, petrol fiyatının yüksekliği, rekabet, kaçak petrol ve buna benzer
sorunlarla uğraşırken, şimdi, ekmek teknesi olarak gördüğü aracı piyasadan geri
çekilecek. Bildiğiniz gibi,
Türkiye’de, nakliye filosu itibarıyla Hatay Türkiye’nin birinci ya da ikinci
sırasındadır ve bu yirmi yaş ve üstü olan araçlar Hatay’ın genellikle kırsal
kesimlerinde ve yoksul bölgelerinde kullanılmaktadır ve bunlar genellikle Orta
Doğu taşımacılığında kullanılmaktadır. Ki, Hatay nakliye filosu, Türkiye’deki
yaş sebze, meyve nakliyesinin yüzde 60, yüzde 65’ini yapmakta, Orta Doğu
ihracatının yüzde 95’ini karşılamaktadır. Bu sorunlarla insanlar uğraşırken
çıkarılan tebliğle yaklaşık on beş bin araç… Bu sene için on beş bin araç,
çünkü bu sorun bu sene bitmiyor, gelecek sene de devam eder, her sene her araç
bir sene yaş itibarıyla yaşlandığı için yine sorun devam edecektir. Şimdi, diğer
araçların çoğu Hatay, Mersin, Adana, Gaziantep, Urfa, Mardin, Şırnak, Batman,
Kilis yörelerinde ve genellikle işsizliğin en yoğun olduğu bölgelerde ve
Türkiye açısından önem taşıyan bir bölgede, bu araçların geri çekilmesiyle
birlikte, ciddi anlamda daha büyük bir işsizlik ve daha büyük sosyal sorunlar
da meydana gelecektir. Şimdi, burada
bakın size bir örnek vereceğim: Bu nakliyecilerden birisi Latif Tekin diye bir
arkadaşımız -arkadaşımız iyi biliyor, Fevzi Bey- üç eşli, yirmi beş çocuk
sahibi. Hani üç eşliye arkadaşlarımız sıcak bakarlar ya da hoşgörürler,
yirmi beş çocuk da Allah vergisi! 82 model arabası var, başka hiçbir geliri
yok. Şimdi, bu ve buna benzer arkadaşlarımızın -ki çoğu kırsal kesimde olduğu
için çok çocuklu aileler- arkalarında Başbakan yok, çocukları gemi alsın;
arkalarında Maliye Bakanı yok, çocukları mısır, yumurta satsın, köşe dönsün.
Bunlar Cumhurbaşkanı çocukları değil, Malezya’dan patent alıp Türkiye’de mısır
satsınlar. Bunlar mısır üretirler, ama mısırın değerini, daha doğrusu
maliyetini çıkarmazlar, ama ticaretini başkaları yaparlar. Şimdi, burada
daha evvel nakliyecilere teşvik verilmiş, büyük patronlar aldı, ama şoför
esnafı bu teşvikten faydalandırılmadı. Bunların da lobileri olmadığı için tabii
ki gemilere, uçaklara verilen ÖTV’siz… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Çay, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. FUAT ÇAY
(Devamla) - …yakıttan faydalandırılmamıştır. Şimdi, Sayın
Başkan, Sevgili Sayın Bakanım buradayken, şimdi bakın, bu rakının sadece
özelleştirilmesiyle birlikte Teksaslı patron bir
yılda 800 milyon dolar vurgun vurdu. Türkiye’de Ofer
bir gecede 700 milyon dolar vurgun vurdu. Bunların
istedikleri nedir? Bunların istedikleri 1970 modele kadar, 72 modele kadar olan
araçlar piyasadan çıkarılsın, diğerleri yıl itibarıyla kademeli olarak
kaldırılsın. Ayrıca, bunlara teşvik verilsin, kredi verilsin, faizsiz ya da
düşük faizli ve bu kredi çıkana kadar C yetki belgesi iptal edilmesin. Sayın Başkan,
çünkü bunlar Orta Doğu’ya ihracat, daha doğrusu nakliyat yapıyor ve üç beş ayda
bu sorun çözülür. Bu sorun şimdi çözülmediği zaman ileriki yıllarda sürekli
devam edecektir. Sayın Ulaştırma
Bakanının bu konudaki iyi niyetine güveniyorum. Çözüm bulunacağına inanıyor,
saygılar sevgiler sunuyorum. Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çay. Gündem dışı
konuşmaya Ulaştırma Bakanımız Sayın Binali Yıldırım
cevap vereceklerdir. Sayın Bakanım,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) ULAŞTIRMA BAKANI
BİNALİ YILDIRIM (Erzincan) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Hatay
Milletvekili Sayın Fuat Çay’ın, Bir Kısım Motorlu Karayolu Taşıtlarının
Piyasadan Çekilmesi Hakkındaki Tebliğ ve nakliyecilerin sorunlarıyla ilgili
gündem dışı konuşmasını cevaplamak için huzurunuzdayım. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Konuşmamın
başında, geçtiğimiz gün Almanya’da bir yangın sonucu hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum ve bu yangınla ilgili sonuçların,
araştırmaların bir an önce sonuçlandırılarak bu konunun aydınlatılması
temennisinde bulunuyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kara yolu taşımacılığı faaliyetleri, ülkemizde
yıllardan beri gelişen ekonomik, sosyal şartlara rağmen, yasal bir düzenlemeden
yoksun olarak devam etmiştir. Sektör devamlı büyümesine, arz ve talep
dengesinin sürekli arz fazlalığı olarak artmasına rağmen, bu konuda rekabet
gücümüzü arttıracak hiçbir tedbir alınamamış ve yasal bir düzenlemeye maalesef
gidilememiştir. İlk defa, 2003
yılında yüce Meclisin ittifakla onayladığı 19 Temmuz 2003 tarih ve 4925 sayılı
Karayolu Taşıma Kanunu bu Mecliste kabul edilmiş ve bu Kanun’la, sektörün
rekabet gücünün arttırılması, arz-talep dengesine göre yeniden yapılanması
öngörülmüştür. Bu Kanun’da esas
aldığımız üç kriter var. Taşımacılık sektöründe
mesleki yeterlilik, mali yeterlilik ve mesleki saygınlık gibi evrensel kriterleri içeren bu üç kriterle sektörün yeniden
yapılandırılmasıdır. Bu Kanun çıktıktan sonra, gayet tabii ki bir dizi ikincil
düzenlemeleri de yapmak gerekiyordu. Zira,
taşımacılığımızla ilgili yetkiler değişik bakanlıklara dağıtılmış durumdaydı.
Örneğin, araçların boyut ve ağırlık kontrolü Bayındırlık Bakanlığı Karayolları
Genel Müdürlüğünde, yine, araçların fennî muayenesi Karayolları Genel
Müdürlüğünde, yolların yapılması Bayındırlık Bakanlığı Karayollarında, ayrıca
araçların tescili de İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünde. Bu Kanun’la
birlikte on beş taşımacılık türü tanımlanmış ve bu on beş tür içerisinde otuz
dokuz farklı belge düzeniyle sektör yeniden yapılandırılmıştır. Yapılan bu
çalışmalar sonucunda, bugün itibarıyla, sektörün bütün, iştigal eden, gerek
taşımacılar gerek yük organizatörleri gerek uluslararası yolcu araç
taşımacıları belge düzenine kavuşmuş ve elimizde bire bir, sağlıklı bir envanter çıkarılmıştır. Bugün 13.00
itibarıyla toplam işletme belge sayısı 277.371, kayıtlı toplam araç miktarımız
693.314’tür. Bu araçların 640.962’si öz mal, yani taşımacıların kendi malı;
52.352’si ise sözleşmeli araçtır, yani bir başkasından kiralanmış araçlardan
oluşmaktadır. Böylece, gerek
yurt içi gerek yurt dışı taşımacılık yapan bütün taşımacılarımızın anbean
takibini yapabilmekteyiz. Bugün bu saatte bir trafik tescili olan, sektöre
katılan veya bugün sektörden ayrılan bir taşımacımızı biz takip eder hâle
geldik. Eskiden ne kadar aracımız var, ne kadar taşımacımız var, taşımacılıkta
rekabet gücümüz ne, hangi tedbirleri ne zaman almamız gerektiği konusunda
maalesef herhangi bir fikrimiz yoktu. Bunu böylece aşmış oluyoruz. Ama takdir
edersiniz ki değerli milletvekilleri, elli yıldır düzenlemeye tabi tutulmamış
ve sağlıksız büyümüş bu sektörün bir düzene girmesi, sektörün arz talep
dengesinin sağlanması bugünden yarına olacak bir iş değildir. Onun için, kanunu
çıkardıktan sonra bir dizi ikincil düzenleme yaptık. Bu ikincil
düzenlemeler başlıca: Araç muayene istasyonlarını Bayındırlık Bakanlığından
Bakanlığımıza aldık ve bunların yurdun her yerinde 189 sabit, 25 seyyar
istasyon olarak yeniden açılması ve denetlemelerin Avrupa Birliği normlarına
göre yapılması için çalışmalar süratle yapılıyor, istasyonlar birer birer devreye giriyor. Ayrıca, bu
kapsamda, bütün taşımacılarımızı mesleki yeterlilik eğitiminden geçirdik. Gazi
Üniversitesiyle yaptığımız bir işbirliğiyle, 1 milyonun üzerindeki sürücümüzü
bu kurslardan geçirdik ve sürücü belgelerini verdik. Yine bu kanun
kapsamında, Irak’ta terör nedeniyle hayatını kaybeden şoförlerimize,
yakınlarına tazminat verdik 40 bin YTL’ye kadar. Bu tazminatlardan, bugüne
kadar 7 milyon YTL mağdur ailelere dağıtılmıştır. Ayrıca, Tehlikeli
Madde Taşıması Sözleşmesini yine bu Meclisten geçirerek ülkemizin taraf
olmasını sağladık. En önemlisi, araçların boyut ve ağırlık kontrolünü de
Bayındırlık Bakanlığından Bakanlığımıza aldık. Bu uygulamayla, yılda sadece
30-40 bin araç denetimden geçirilirken, Bakanlığımıza bu uygulamanın geçmesiyle
birlikte, değerli milletvekilleri, dört ay içerisinde kontrol edilen araç
sayısı 650 bindir. Şimdi, 200 yeni
modern ön iş tanımalı kantar vasıtasıyla da tüm kavşak yollarına, bu kantarları
yük çıkış noktalarına koymak suretiyle ağırlık kontrolünde etkin denetimi
mutlaka gerçekleştireceğiz. Bu çok önemli. Bu
başlangıçta çok büyük direnç gördü. Ama unutmayalım ki piyasada 860 bin
aracımız var, bunların sadece 500 bini iş bulabiliyor, 360 bin aracımız sürekli
boş. Bunların yük bulabilmesinin tek şartı muhakkak ve muhakkak istiap haddinin
daha fazlasını taşımaya zorlanmalarıyla mümkün. 20 tonluk araç varsa taşımacıya
30 ton hatta 40 ton yüklemesi isteniyor, aksi hâlde iş verilmeyeceği ifade
ediliyor. Bu da birkaç sorunu beraberinde getiriyor. Bir tanesi ne? Bir kere, emniyet, yolların emniyeti. Hem taşıyanı hem
trafikte seyredenlerin emniyetini ciddi oranda riske atıyor. Ayrıca, yirmi beş
yıllığına imal ettiğimiz yollarımızın iki yıl bir süre içerisinde aşınıp
yeniden yapılmasını ve haksız rekabet -yasalara uyan, istiap haddinin üstünde
yüklemeyenle yükleyenin- içerisinde olması sonucunu da getiriyor. Bu mahsurları
ortadan kaldırmak için burada hiçbir müsamaha göstermiyoruz. Bunun için sizlere
şikâyetler de gelebilir ama kalıcı, sağlıklı bir sektörel
yapının oluşturulması için biz bunu yapmak zorundayız. Başka da çıkış yolumuz
yok. Bunu etkin uygulamak için bir şey daha yaptık. Yine bu yüce Mecliste bir
düzenleme yaptık. Cezayı sadece taşıyana değil, yükü taşıttırana da vermek
suretiyle yük taşıtmak isteyen ambarcıların, yük sahiplerinin taşımacılarımızı
bu haksız rekabet ortamında zorlamalarının önüne geçtik. Şimdi, değerli
arkadaşlar, Sayın Milletvekilimizin gündeme getirdiği yirmi yaş üzerindeki
araçların hurdaya çıkarılması yönündeki 49 sayılı Tebliğ üzerine sizleri
bilgilendirmek istiyorum. Şu anda uluslararası sefer yapan Diyarbakır,
Gaziantep, Hatay, Mardin, Şanlıurfa, Batman, Şırnak illerimizde toplam 41.251
çekici, 15.403 kamyonumuz mevcut. Hatay’ı söyleyecek olursak: 5.499 çekicimiz
var ve 172 kamyonumuz var. Peki… FUAT ÇAY (Hatay)
– 172 bin mi? ULAŞTIRMA BAKANI
BİNALİ YILDIRIM (Devamla) - Sadece 172, uluslararası… Tamamını söylemiyorum.
Sadece yurt dışına çalışan filoyu söylüyorum: 5.499 çekici, 172 kamyon.
Bunların 1987 ve daha öncesi modellerinin sayılarını veriyorum: 837 çekici, 10
tane kamyon var. Yani, 5.499’a karşılık 837’si 87 yılından önce, 172 kamyona
mukabil de 10 tanesi 1987 yılından önceki bir modele sahip. Görüldüğü gibi,
sayılar çok da fazla değil. İster fazla olsun ister olmasın, gayet tabii ki
taşımacılarınızın sorunu bizim sorunumuzdur. Burada ne
yapıyoruz, bu tebliğ neyi öngörüyor, isterseniz onu bir açıklayayım: Bu tebliğe
göre ilk iki yıl, 72 ve öncesi modele sahip kamyon, tanker, otobüs –ki,
bunların sayısı 59.442- bunları piyasadan çekeceğiz. Dün bunun başlangıcını
yaptık ve 55 model, benimle aynı doğum tarihine sahip bir kamyonun çekini
ödeyerek 7 milyon, 7 milyar YTL… NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – 7 bin YTL. ULAŞTIRMA BAKANI
BİNALİ YILDIRIM (Devamla) – 7 bin YTL, 7 milyar TL ödemek suretiyle bu aracı Makina Kimyaya teslim ettik ve bu alımlar devam ediyor. Teşekkür ederim
düzeltme için. NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Estağfurullah. ULAŞTIRMA BAKANI
BİNALİ YILDIRIM (Devamla) – Bizim eski rakamlara henüz alışkanlığımız
kaybolmadı, onun için. Tabii, burada,
bir program dâhilinde bunu yapıyoruz. Dikkatinizi çekiyorum, sadece 72 yılından
öncekilerin sayısı yaklaşık 60 bin. Bunu 87’ye doğru getirdiğimizde sayı çok
daha da artacak ve bu 60 binin parasal değeri 350 trilyon. Biz bu 350 trilyonu
taşımacılarımıza ödeyeceğiz Bakanlık olarak. İkinci kademede
de 87 ve daha sonra, -tabii, bu rakam 88, 89 olacak- yirmi yaşın üzerinde de
gelen araçları aynı usulle biz alacağız ve filonun böylece yenilenmesini,
rekabet gücü kazanmasını sağlayacağız. Bunu niye
yapıyoruz? Bunu şunun için yapıyoruz Sayın Çay: Diğer ülkeler de bunu
uyguluyor. 1 Mart 2008 tarihinden itibaren bizim ticaret yaptığımız ülkeler de
yirmi yaş uygulamasına gidiyor. Bu karşılıklı bir uygulamadır. Peki, buradaki
sorunu nasıl aşacağız? Bu insanlar ne yapacaklar? Buna da bir formül
geliştirdik. Ben bu vesileyle onu da açıklamak istiyorum. İsteyen, aracını
hurdaya vermek suretiyle ya tamamen sektörden çekilebilir veya yenisini alabilir.
Ama, aldığı hurda bedeliyle yenisini almasına imkân
yok. Onun için ne yapıyoruz? Onun için Halk Bankasıyla görüştük. Halk Bankası,
Ulaştırma Bakanlığı ve taşımacı kooperatifleri, kefalet kooperatifleriyle
birlikte, isteyen taşımacılarımıza uygun şartlarda kredi temin ediyoruz.
Böylece, hem aracını yenilemiş olacak hem de taşımacılıkta kendi namına da
ülkemizin rekabet gücü açısından da önemli bir avantajı yakalamış olacak. Gayet tabii, bu
sektörün elli yılı aşan sorunlarının beş yılda tamamen çözülmesini
bekleyemeyiz. Ama büyük oranda yol aldığımızı ifade etmek istiyorum. Bunu da
nasıl sağladık? Taşımacılarımızla oturduk, her seferinde konuştuk, onları
dinledik, onların yaşadıkları sorunları dikkate alarak çözümler ürettik. Bu
uygulamayı da hatırlarsanız, 2004’ün 26 Şubatında başlaması gerekir iken
ülkemizin gerçeklerini, taşımacılarımızın içinde bulunduğu durumu da dikkate
alarak bugüne kadar erteledik. Eğer bu bahsettiğim yenileme projesinden de
yeterince sonuç alamaz isek iki şey yapacağız. Bunun bir tanesi, yirmi yaş
üzerindeki araçların -az önce söyledim- 72 ve daha öncesini alıyor idik, bunu
hızlandıracağız, 87’ye kadar olanları da almaya başlayacağız. Bu bir opsiyon veya hâlâ sorun devam ediyorsa -bunu arkadaşlarımız
birliklerle görüşüyorlar- bu süreyi bir kez daha karşılıklı ülkelerle görüşmek
suretiyle uzatmanın yollarını arayacağız. Bu, bizim tek taraflı bir uygulamamız
değildir. FUAT ÇAY (Hatay)
– Araplar dâhil midir? ULAŞTIRMA BAKANI
BİNALİ YILDIRIM (Devamla) – Evet, Orta Doğu ülkeleri, Avrupa ülkeleri dâhil bu
uygulamayı başlatmaktadır. Bu, karşılıklı bir uygulamadır. Ama özellikle bu
bölgenin, Suriye, Irak bölgesinin özel şartlarını biz biliyoruz. Yıllardan beri
de biz, bu kanundan doğan vecibeleri o bölgede mümkün mertebe taşımacılarımızın
hayatını kolaylaştıracak şekilde esneterek uyguladık, birçok istisnaları bugüne
kadar uyguladık. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Bakanım, konuşmanızı tamamlayın lütfen. ULAŞTIRMA BAKANI
BİNALİ YILDIRIM (Devamla) – Ama bu istisnaları çok daha da sürdürmenin
taşımacılarımızın yararına olmadığını söylemek istiyorum. Onların
güçlenmesi lazım. Hurda araçlarla ancak araçların hareket etmesi… Bütün
kazançlarını ona veriyorlar. Araçlarının yenilenmesi, onların da yaptığı işten
mutlu olmalarını sağlamak için bunları yapıyoruz. Yoksa amacımız hiçbir zaman
taşımacılarımızın işini zorlaştırmak, onların işlerine engel olmak değil.
Aksine, onların gittikçe zorlaşan rekâbet şartlarında
ayakta kalabilmeleri için tedbirler alıyoruz. Bu tedbirleri eğer bugün almazsak
bu tedbirlerin bedeli ileride çok daha büyük olacaktır. Ben bu bilgileri
verdikten sonra yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakanım. FUAT ÇAY (Hatay)
– Bir şey sorabilir miyim Sayın Bakanım? Şimdi, Sayın
Başkanım, çözüm noktasına dönük olarak bir soru sorabilir miyim? BAŞKAN – Şimdi,
Sayın Bakan burada. Bakanlar Kuruluna geçecek. Sayın Çay, orada
konuşabilirsiniz. FUAT ÇAY (Hatay)
– Hayır, bir cümle Sayın Başkan. BAŞKAN – Hayır, o
şekilde olmaz. O zaman çıkamayız işin içinden. Sayın Bakanımıza
teşekkür ediyorum, size de teşekkür ediyorum. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım. Buyurun. V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER 1.- Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubunda
Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın istifasıyla boşalan yedek üyeliğe,
AK Parti Grubunca tekrar aday gösterilen Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu’nun üyeliğine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/277) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın Avrupa Konseyi
Parlamenter Meclisi Türk Grubu yedek üyeliğinden istifasıyla boşalan üyelik için,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 2. maddesinin (a) fıkrası uyarınca, AK Parti Grup Başkanlığınca
tekrar aday gösterilen Çankırı Milletvekili Suat Kınıklıoğlu’nun
üyeliği hususu, TBMM Başkanlık Divanı’nın 3.10.2007 tarih ve 5 sayılı Kararı’nı
müteakiben Genel Kurul’un bilgisine sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır. Önergeleri okutuyorum: B) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu
ve 26 milletvekilinin, sanayi sektöründe yaşanan sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/117) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Bugün; yetersiz
sermaye birikiminin dışında, makroekonomik istikrarı sağlamaktaki güçlükler,
yüksek vergiler, sermayenin ve temel sınai girdilerin
yüksek maliyetleri, teknolojik gelişmelere ayak uydurma konusundaki zorluklar,
yenilik ve yeni teknoloji üretmede yetersizlik Türk sanayiinin
rekabet gücünü olumsuz olarak etkileyen unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle son beş
yıldan bu yana; gerek dünya, gerekse Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeler,
dışsal şok ve dalgalanmalar nedeni ile özellikle üreten kesimlerde, uygulanan
ekonomi politikalarına yönelik eleştiriler gittikçe artmaya başlamıştır. KOBİ
niteliğine sahip sanayicimiz ve üreticilerimiz sorunlarına yönelik
şikâyetlerini, son birkaç yıldan bu yana sıklıkla dile getirmeye
başlamışlardır. Dünyadaki mevcut
ve muhtemel gelişmeleri, bilim ve teknolojideki eğilimleri, diğer sektörlerle
etkileşimi, sosyal yapıdaki değişim ve ihtiyaçları da dikkate alarak,
Türkiye'nin sürdürülebilir sanayi stratejisine yönelik bir çerçeve
tasarlanmasını ve kayıt dışı istihdamın kayıt altına alınması, işgücü
üzerindeki vergi yükünün azaltılması, istihdam destek hizmetlerinin
yaygınlaştırılması ve girişimciliğin teşvik edilerek ilave istihdam yaratılması
ile dinamik bir sınai işgücü oluşturulması
araştırılarak güncel sanayi politikaları oluşturmak elzem olmuştur. Gerekçesini ekte
arz ettiğimiz ve araştırma sırasında belirlenecek nedenlerle "Sanayi
Sektörü ve Sanayicilerimizin Sorunları ve Çözüm Önerilerinin Araştırılması ve
Gerekli Önlemlerin Alınması" amacıyla Anayasanın 98 inci TBMM İç Tüzüğünün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz. 31/01/2008 1) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir) 2) Oktay Vural (İzmir)
3) Mehmet Şandır (Mersin) 4) Ümit Şafak (İstanbul) 5) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
6) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri) 7) Ali Uzunırmak (Aydın) 8) Durmuşali Torlak (İstanbul) 9) Mustafa Kalaycı (Konya) 10) Kadir Ural (Mersin)
11) Beytullah Asil (Eskişehir) 12) Zeki Ertugay (Erzurum) 13) Mümin İnan (Niğde)
14) İsmet Büyükataman (Bursa) 15) Münir Kutluata (Sakarya) 16) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
17) Recep Taner (Aydın)
18) Yılmaz Tankut (Adana) 19) Hasan Çalış (Karaman)
20) Mustafa Enöz (Manisa) 21) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
22) Şenol Bal (İzmir)
23) Hasan Özdemir (Gaziantep)
24) Murat Özkan (Giresun)
25) Ahmet Bukan (Çankırı) 26) Hakan Coşkun (Osmaniye) 27) Metin Ergun (Muğla) Gerekçe: Türkiye'de
1963'ten beri uygulanan beş yıllık kalkınma planı dönemlerinde "Sanayiye
dayalı büyüme" temel amaçlardan biri olmuştur. Ancak, 1980 yılı öncesi ve
sonrasında benimsenen sanayileşme stratejileri ve uygulanan ekonomi
politikaları büyük farklılıklar arz etmiştir. 1980 yılına kadar ithal ikamesi politikası
uygulanmış; 1980 yılından sonra ise, ihracata dönük sanayileşmenin uygulamaya
konulmasıyla, piyasa ekonomisinin ilke ve esaslarının geliştirilmesi yönünde
önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bugün; yetersiz
sermaye birikiminin dışında, makroekonomik istikrarı sağlamaktaki güçlükler,
yüksek vergiler, sermayenin ve temel sınai girdilerin
yüksek maliyetleri, teknolojik gelişmelere ayak uydurma konusundaki zorluklar,
yenilik ve yeni teknoloji üretmede yetersizlik, Türk sanayiinin
rekabet gücünü olumsuz olarak etkileyen unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Küçük ölçekli
sanayi işletmeleri ise; sınırlı kapasiteleri, verimlilik, kalite, pazarlama,
teknik bilgi ve finansman alanlarında sorunlar yaşamaktadırlar. Ayrıca, haksız
bir rekabet ortamı oluşmasına neden olan kayıt dışı istihdam önlenememektedir. Sanayi;
olabildiğince yerel kaynakları harekete geçiren, çevre normlarına uygun üretim
yapan, tüketici sağlığını ve tercihlerini gözeten, yüksek nitelikli işgücü
kullanan, stratejik yönetim anlayışını uygulayan, ar-ge'ye
önem veren, teknoloji üreten, özgün tasarım ve marka yaratarak uluslararası
pazarlarda yerini alan bir yapıya acilen kavuşturulmalıdır. Türkiye'de sanayi
politikalarının temel amacı artan dünya rekabet şartları altında sanayimizin
rekabet gücünü ve verimliliğini artırarak dışa dönük bir yapı içerisinde
sürdürülebilir büyümeyi sağlamayı hedeflemelidir. Bu bağlamda, oluşturulacak
sanayi politikamız; girişimcilerin ve işletmelerin inisiyatif
alabilecekleri, fırsatlar yaratabilecekleri ve potansiyellerini
kullanabilecekleri, rekabete açık bir iş ortamını geliştirmeyi hedeflemek
olmalıdır. . AB ve OECD
ülkeleri ile yapılan kıyaslama ise en pahalı elektriğin Türk sanayi tarafından
kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra
2008 yılında elektrik zammına ilaveten doğalgaza yapılan zam, finansal kiralama'daki (leasing) KDV artışı, SSK işveren prim
yükünün ağırlığı sanayicimizin rekabet konusunda elini iyice zayıflatmıştır. Özellikle son beş
yıldan bu yana; gerek dünya, gerekse Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeler,
dışsal şok ve dalgalanmalar nedeni ile özellikle üreten kesimlerde, uygulanan
ekonomi politikalarına yönelik eleştiriler gittikçe artmaya başlamıştır. KOBİ
niteliğine sahip sanayicimiz ve üreticilerimiz sorunlarına yönelik şikâyetlerini,
son birkaç yıldan bu yana sıklıkla dile getirmeye başlamışlardır. Unutulmamalıdır
ki; hükûmetler ve bürokrasinin, zemin hazırlayıcı ve
yönlendirici desteği olmaksızın, işletmelerin çabası sonuçsuz kalacaktır. Teşvik, istihdam,
eğitim, finansmana erişim, teknoloji ve ar-ge
konuları sanayinin gelişimi için önem arz etmektedir. Yukarıda sunulan
ve araştırma sırasında belirlenecek nedenlerle Anayasanın 98 ve TBMM İç
Tüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca "Sanayi Sektörü ve
Sanayicilerimizin Sorunları ve Çözüm Önerilerinin Araştırılması" için bir
Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz. 2.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve 39 milletvekilinin,
kayıp ve kaçak elektrik sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/118) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Kaçak elektrik
kullanımı ve kayıplar konusunda ülkemizin içinde bulunduğu durumun
araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın
98. ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca araştırma açılmasını
saygılarımla arz ve talep ederiz. 1) Hasan Çalış (Karaman) 2) Reşat Doğru (Tokat) 3) Oktay Vural (İzmir) 4) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir) 5) Mehmet Şandır (Mersin) 6) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri) 7) Ümit Şafak (İstanbul) 8) Mümin İnan (Niğde) 9) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta) 10) Gürcan Dağdaş (Kars) 11) Münir Kutluata (Sakarya) 12) İzzettin Yılmaz (Hatay) 13) Mustafa Enöz (Manisa) 14) Akif Akkuş (Mersin) 15) Recep Taner (Aydın) 16) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş) 17) Ali Uzunırmak (Aydın) 18) Durmuşali Torlak (İstanbul) 19) Osman Çakır (Samsun) 20) Hasan Özdemir (Gaziantep) 21) Atila Kaya (İstanbul) 22) Rıdvan Yalçın (Ordu) 23) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın) 24) Yılmaz Tankut (Adana) 25) Emin Haluk Ayhan (Denizli) 26) Osman Ertuğrul (Aksaray) 27) Bekir Aksoy (Ankara) 28) Kamil Erdal Sipahi (İzmir) 29) Mustafa Kalaycı (Konya) 30) Ahmet Orhan (Manisa) 31) Erkan Akçay (Manisa) 32) Cemaleddin Uslu (Edirne) 33) Mehmet Günal (Antalya) 34) İsmet Büyükataman (Bursa) 35) Hakan Coşkun (Osmaniye) 36) Zeki Ertugay (Erzurum) 37) Necati Özensoy (Bursa) 38) Hamza Hamit Homriş (Bursa) 39) Süleyman Turan Çirkin (Hatay) 40) Mehmet Ekici (Yozgat) Gerekçe: Ülkemizde, kaçak
elektrik kullanımı bir türlü önlenemeyen ve önlenemediği için de devleti büyük
ölçüde maddi zarara uğratan önemli bir sorundur. Türkiye'nin
enerji krizine girmemesi için mutlaka kayıp kaçak elektrik konusunda önlem
alması gerekmektedir. Bu önlem konusunda, Türkiye'nin kapsamlı bir kayıp kaçak
elektrik haritası çıkartılmalıdır. Resmi rakamlara göre; kimi illerimizde kaçak
elektrik kullanımı yüzde 60-70 oranlarına kadar dayanmıştır. Kaçak elektrik
kullanımı ile mücadele konusunda tüm kamu kurum ve kuruluşlarımıza görev
düşmektedir. Ülkemizdeki toplam yıllık kayıp kaçak elektrik oranı ortalama
yüzde 17-20 civarında gerçekleşmektedir. Ülkemizde enerji
politikaları ithal doğal gaz ve petrole bağımlı olarak sürdürülmektedir. Ülkemizde kullanılan elektriğin
yüzde 25'i su kaynaklarıyla, yüzde 44'ü de ithal edilen doğal gazla
üretilmektedir. Elektrik üretiminde ülkemizin dışa bağımlı olması başta sanayi
çevreleri olmak üzere toplumun her kesimini olumsuz yönde etkilemektedir.
Birilerinin doğal gaz vanalarını birazcık kısması veya tamamen kapatması
hepimizi heyecanlandırmaktadır. Dünyada meydana
gelen küresel ısınma ve etkileri her alanda kendini hissettirmektedir.
Yağışların azalması, su kaynaklarının kuruması ve buna bağlı olarak
barajlarımızda su seviyesinin düşmesi sudan sağlanan elektrik üretimini de
etkileyecektir. Kayıp kaçak elektrik, ülkemizde sudan üretilen elektriğin
neredeyse tamamına yakınının kaybolup gitmesine neden olmaktadır. Bu bakımdan,
kayıp kaçakların önlenmesi ve ekonomiye kazandırılması ülkemiz açısından hayati
önem taşımaktadır. Ülkemizi karanlık
günlere teslim etmemek için zamanında tedbir alınmalıdır. Elektrik kesintileri
sanayi ve günlük hayatı olumsuz yönde etkilenecektir. Kayıp kaçakların
önlenmesi yüksek elektrik fiyatlarını da düşürecektir. Elektrikte fiyat
artışlarına en büyük sebep, kayıp kaçak ve ithal doğal gazdan yapılan
üretimlerdir. Türk sanayisi, OECD ülkeleri içinde İtalya ve Japonya'dan sonra
en pahalı elektrik kullanan ülkeler arasında yer almaktadır. Kaçak elektrik
kullanımı tüm denetimlere rağmen bazı bölgelerimizde maalesef önlenemez hale
gelmiştir. Bu ve buna benzer konuların tümü ülkemizin gelecekteki elektrik
talebinin karşılanması açısından araştırılmalıdır. Ülkemizde ortaya çıkan kayıp
kaçak elektrik oranı OECD ülkelerinin tümünden fazladır. Kayıp kaçak elektrik
kullanımının Türkiye'ye yıllık faturası da ortalama olarak 1,5 milyar dolar
civarındadır. Ülkemizdeki kayıp
kaçak oranı AB ülkelerinde ortaya çıkan kayıp kaçak oranlarının iki katıdır.
Kayıp kaçak elektrik kullanımını önleyerek, ülkemizi dışa bağımlı olmaktan
kurtarmamız gerekmektedir. Kaçak elektrik konusu ekonomik ve sosyal boyutları
ile masaya yatırılarak araştırılmalıdır. Kayıp kaçak
elektrik kullanımının önlenmesi konusunda Meclisimize büyük görev düşmektedir.
Yüce Meclisimizin bu görevi yerine getirmesi için Anayasa’nın 98. ve TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi uyarınca bir Meclis Araştırma Komisyonu
kurulması gerekmektedir. 3.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu
ve 39 milletvekilinin, denizlerdeki kirliliğin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/119) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Denizlerimizdeki
kirlilik ve kirliliğe neden olan etkenlerin araştırılarak, alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98. ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve
105. maddesi uyarınca araştırma açılmasını saygılarımla arz ve talep ederiz. 1) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir) 2) Reşat Doğru (Tokat)
3) Oktay Vural (İzmir)
4) Hasan Çalış (Karaman) 5) Mehmet Şandır (Mersin) 6) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri) 7) Ümit Şafak (İstanbul) 8) Mümin İnan (Niğde) 9) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta) 10) Gürcan Dağdaş (Kars) 11) Münir Kutluata (Sakarya) 12) İzzettin Yılmaz (Hatay) 13) Mustafa Enöz (Manisa) 14) Akif Akkuş (Mersin) 15) Recep Taner (Aydın) 16) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş) 17) Ali Uzunırmak (Aydın) 18) Durmuşali Torlak (İstanbul) 19) Osman Çakır (Samsun) 20) Hasan Özdemir (Gaziantep) 21) Atila Kaya (İstanbul) 22) Rıdvan Yalçın (Ordu) 23) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın) 24) Yılmaz Tankut (Adana) 25) Emin Haluk Ayhan (Denizli) 26) Osman Ertuğrul (Aksaray) 27) Bekir Aksoy (Ankara) 28) Kamil Erdal Sipahi (İzmir) 29) Mustafa Kalaycı (Konya) 30) Ahmet Orhan (Manisa) 31) Erkan Akçay (Manisa 32) Metin Çobanoğlu (Kırşehir) 33) Mehmet Günal (Antalya) 34) İsmet Büyükataman (Bursa) 35) Hakan Coşkun (Osmaniye) 36) Zeki Ertugay (Erzurum) 37) Necati Özensoy (Bursa) 38) Hamza Hamit Homriş (Bursa) 39) Süleyman Turan Çirkin (Hatay) 40) Mehmet Ekici (Yozgat)
Gerekçe: Denizlerimizde
son yıllarda ortaya çıkan kirlenme ve buna bağlı olarak gerçekleşen balık
ölümleri, Türk turizmini olumsuz yönde etkilemektedir. Muğla'nın Milas
İlçesi Güllük Körfezi'ndeki balık çiftliklerinde, iki hafta önce ortaya çıkan
Çipura ölümleri aşırı kirlenmeden kaynaklanmıştır. Yer yer
meydana gelen balık ölümleri turizmi de vurmaktadır. Kirlenmeden dolayı ölen
balıklar nedeniyle, Güllük Körfezi'nde bulunan otel ve tatil köylerinde çok
sayıda rezervasyon iptal edilmiştir. Muğla'nın Milas İlçesi'nde
bunlar yaşanırken, İzmit Körfezi ve Marmara Denizi'nde görülen jeli andıran
beyaz tabaka, giderek daha geniş bir alana yayılmaktadır. Denizin yüzeyi
yaklaşık altı aydır bu madde ile kaplanmıştır. Dalgalanma ile zaman zaman yer değiştiren yüzeydeki tabaka denizin altına doğru Türkiye
bütçesinin önemli bir bölümünü turizm gelirleri oluşturmaktadır. Deniz, kum ve
güneş için ülkemizi her yıl milyonlarca yabancı turist ziyaret etmektedir.
Ülkemizin mevcut yabancı turist potansiyelini korumak ve daha da yukarılara
taşımak için denizlerimizdeki kirlenme konusunda çok ciddi önlemler alınarak
uygulamaya konulmalıdır. Dünya
denizlerinde yaşanan kirliliğin nedenleri ve sonuçlarına ilişkin yapılan bir
çalışma, denizlerin dünyanın önemli çöp depolama alanlarından birisi haline
geldiğini gözler önüne sermiştir. Plansız ve düzensiz olarak artan balıkçılık,
iyi planlanmadan deniz doldurularak yapılan limanlar, otoyollar ve arazi
kazanma çalışmaları denizlerimizin doğal zengin yapılarını bozmaktadır. Ayrıca
arıtılmadan denizlere akıtılan kirli sular ve katı atıklar da pek çok deniz
alanlarının kirlenmesine neden olmaktadır. Deniz kıyısında bulunan kent merkezleri ve sanayi tesislerinden
çıkan ve arıtılmadan denize boşaltılan atıklar, Tarımsal alanlarda erozyon
sonucu akarsularla denize karışan toprak ve diğer kirleticiler, Denizlerde
kurulmuş bulunan platform ve boru hatlarından oluşan sızıntılar, Gemiler ve
diğer deniz araçlarından oluşan kirlilik, kıyılara yakın kurulan balık
çiftlikleri, kıyı inşaat ve atıklarının denize karışması Deniz kirliliğine
neden olan belli başlı faktörler arasında yer almaktadır. Bütün bu ve buna benzer kirleticilerle ilgili araştırma yapılmalıdır.
Bu unsurlardan denizlerimizin ne kadar kirlendiği ortaya konulmalıdır. Karadeniz,
Marmara, Ege ve Akdeniz'de meydana gelen kirlilikle ilgili önlemlerin alınması
konusunda Meclisimize büyük görev düşmektedir. Yüce Meclisimizin bu görevi
yerine getirmesi için Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddesi
uyarınca bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması gerekmektedir. BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler
gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler,
sırası geldiğinde yapılacaktır. Başbakanlığın,
Anayasa’nın 82’nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır, okutup
oylarınıza sunacağım: A) TEZKERELER (Devam) 2.- İspanya’ya resmî ziyarette bulunan Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’a refakat eden heyete katılması uygun görülen milletvekiline
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/276) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Medeniyetler
İttifakı Forumu’na katılmak ve görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle
birlikte, 13-16 Ocak 2008 tarihlerinde İspanya’ya yaptığım resmî ziyarete
İstanbul milletvekili Egemen Bağış’ın da iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu
konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir. Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim. Recep
Tayyip Erdoğan Başbakan BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, bazı sayın
milletvekillerinin izinli sayılmalarına dair bir tezkeresi vardır, okutup
oylarınıza sunacağım: 3.- Bazı milletvekillerinin izinli
sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/278) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Aşağıda adları yazılı sayın milletvekillerinin hizalarında
gösterilen süre ve nedenlerle izinli sayılmaları Başkanlık Divanının 18 Ocak
2008 tarihli toplantısında uygun görülmüştür. Genel Kurulun onayına sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı “Adana
Milletvekili Ömer Çelik, hastalığı nedeniyle 23/09/2007
tarihinden itibaren 20 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Kars
Milletvekili Mahmut Esat Güven, hastalığı nedeniyle 24/09/2007
tarihinden itibaren 16 gün” K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Karar yeter sayısı… BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Evet, karar yeter
sayısı yoktur, birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 15.32 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.45 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60’ıncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Bazı sayın
milletvekillerinin izinli sayılmaları hakkındaki Başkanlık tezkeresinde Kars
Milletvekili Mahmut Esat Güven’in hastalığı nedeniyle 24/09/2007
tarihinden itibaren on altı gün izinli sayılmasının oylamasında karar yeter
sayısı bulunamamıştı. Şimdi oylamayı
tekrarlayacağım ve karar yeter sayısını arayacağım: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Evet, sayın
milletvekilleri, ihtilaf vardır, elektronik cihazla oylama yapacağım. Oylama için dört
dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik
cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır, Başkanlık tezkeresi kabul
edilmiştir. “Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoy, hastalığı nedeniyle 30/09/2007 tarihinden itibaren 21 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “İstanbul
Milletvekili Ahmet Tan, hastalığı nedeniyle 30/10/2007
tarihinden itibaren 23 gün ve 20/11/2007 tarihinden itibaren de 20 gün olmak
üzere toplam 43 gün” BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. “Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Kuş, hastalığı nedeniyle 01/11/2007
tarihinden itibaren 18 gün ve 19/11/2007 tarihinden itibaren de 3 ay” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Sinop
Milletvekili Kadir Tıngıroğlu, hastalığı nedeniyle 06/11/2007 tarihinden itibaren 16 gün, 22/11/2007 tarihinden
itibaren 18 gün ve 10/12/2007 tarihinden itibaren 20 gün olmak üzere toplam 54
gün ve 02/01/2008 tarihinden itibaren de 30 gün, BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu, hastalığı
nedeniyle 26/11/2007 tarihinden itibaren 20 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Sakarya
Milletvekili Erol Aslan Cebeci, hastalığı nedeniyle 01/12/2007
tarihinden itibaren 31 gün ve 31/12/2007 tarihinden itibaren de 30 gün olmak
üzere toplam 61 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Rize
Milletvekili Bayram Ali Bayramoğlu, hastalığı
nedeniyle 03/01/2008 tarihinden itibaren 20 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Kırşehir
Milletvekili Mikail Arslan, mazereti nedeniyle 29/09/2007 tarihinden itibaren 14 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Kırşehir
Milletvekili Abdullah Çalışkan, mazereti nedeniyle 29/09/2007
tarihinden itibaren 14 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Kars
Milletvekili Mahmut Esat Güven, mazereti nedeniyle 28/11/2007
tarihinden itibaren 29 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Samsun
Milletvekili Birnur Şahinoğlu,
mazereti nedeniyle 04/12/2007 tarihinden itibaren 11
gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Yozgat
Milletvekili Abdulkadir Akgül,
mazereti nedeniyle 07/12/2007 tarihinden itibaren 24
gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Erzincan
Milletvekili Erol Tınastepe, mazereti nedeniyle 09/12/2007 tarihinden itibaren 11 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Elazığ
Milletvekili Hamza Yanılmaz, mazereti nedeniyle 11/12/2007
tarihinden itibaren 23 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “İstanbul
Milletvekili Ömer Dinçer, mazereti nedeniyle 14/12/2007 tarihinden itibaren 13 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “İstanbul
Milletvekili Fuat Bol, mazereti nedeniyle 14/12/2007
tarihinden itibaren 14 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur,
mazereti nedeniyle 04/01/2008 tarihinden itibaren 16 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. “Bitlis
Milletvekili Zeki Ergezen, mazereti nedeniyle 02/01/2008 tarihinden itibaren 15 gün” BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki milletvekiline
ödenek ve yolluğunun verilebilmesi için iki tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım. 4.- Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki
aydan fazla izin alan Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş’a ödenek ve yolluğunun
verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/279) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Hastalığı
nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Şanlıurfa Milletvekili
Mustafa Kuş’a İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun
verilebilmesi, Başkanlık Divanının 18 Ocak 2008 tarihli toplantısında uygun
görülmüştür. Genel Kurulun
onayına sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 5.- Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki
aydan fazla izin alan Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci’ye ödenek ve
yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/280) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Hastalığı
nedeniyle bu yasama yılında aralıksız iki aydan fazla izin alan Sakarya
Milletvekili Erol Aslan Cebeci’ye İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek
ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının 18 Ocak 2008 tarihli
toplantısında uygun görülmüştür. Genel Kurulun
onayına sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Sayın
milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer
alan, 9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Anayasanın 89 uncu ve
104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ve
Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- 9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/24) (S. Sayısı: 98) BAŞKAN –
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 2.- İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve Osmaniye
Milletvekili Devlet Bahçeli ile 346 milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu (2/141) (S. Sayısı: 101) BAŞKAN - 2’inci
sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan ve Osmaniye
Milletvekili Devlet Bahçeli ile 346 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin
ikinci görüşmesine, birinci görüşmenin bitiminden itibaren kırk sekiz saat
geçmediğinden başlayamıyoruz. 3’üncü sırada yer
alan, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 9 Milletvekilinin; Gaziantep’e
İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 3.- Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 9
Milletvekilinin; Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun
Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/81) (S. Sayısı: 102) (x) BAŞKAN –
Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. Komisyon raporu
102 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Teklifin tümü
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Akif Ekici, Gaziantep
Milletvekili; şahısları adına, Gülşen Orhan, Van Milletvekili; Mehmet Emin
Tutan, Bursa Milletvekili; Oktay Vural, İzmir Milletvekili; Recai Birgün, İzmir Milletvekilinin söz talepleri vardır. Evet, ilk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’ye aittir. Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar) (x)
102 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. CHP GRUBU ADINA
AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gaziantep’e
İstiklal Madalyası Verilmesiyle İlgili Kanun Teklifi üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlarım. Dört gün önce
Almanya’da Gaziantepli hemşehrilerimizin yaşadığı
apartmanda çıkan yangın olayı bizleri acıya boğmuştur. Yangının çıkış sebebiyle
ilgili farklı söylemler var. Şu ana kadar, Alman Hükûmeti
tarafından bizi tatmin edeci ciddi bir açıklama henüz yapılmış değildir. Ancak
görgü tanığı çocukların verdiği ifadeler, olayın bir ırkçı saldırı olduğu
ihtimalini güçlendiriyor. 1993 yılında Almanya’nın Solingen
kentinde ırkçılar tarafından evleri yakılan 5 Türk vatandaşımız yanarak
ölmüştü. Umarım bu olayda benzer bir durum söz konusu değildir. Bu olayın
aydınlanmasında Hükûmetten ciddiye alınacak
girişimler beklemekteyiz. Olayla ilgili soru işaretlerinin bir an önce
aydınlatılması büyük önem taşımaktadır. Acı olayda hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza rahmet, yaralı vatandaşlarımıza acil şifa, yakınlarına da
sabır diliyorum. Bu gazi şehrin
evlatlarını, karınlarını doyurmak için el kapılarına mahkûm eden, bugün de bu
sorunları çözmek yerine basit gündemlerle Türkiye kamuoyunu meşgul edenleri
lanetliyor ve kınıyorum! (CHP sıralarından alkışlar) 8 Şubat... Bir
Gaziantep Milletvekili olarak, Gaziantep’in gazilik unvanını alışının 87’nci
yıl dönümünü yaşamanın gururu ve coşkusu içerisindeyim. 8 Şubat 1921 tarihinde
gazilik unvanını alan Gaziantep, gecikmeli de olsa İstiklal Madalyası’na da
kavuşmanın sevincini yaşamaktadır. Bilindiği gibi, gazilik unvanı yanında, gazi
şehrimize İstiklal Madalyası verilip verilmediği uzun yıllar tartışma konusu
olmuştur. Ancak, yapılan araştırmalar neticesinde, Gaziantep Milletvekili Kılıç
Ali’nin Mecliste, bu konuda bir yasa teklifi sunduğu ve bu yasa teklifinin
Genel Kurula inmediği ve yasalaşmadığı ortaya çıkmıştır. İstiklal
Madalyası, Kurtuluş Savaşı’na katılmış ve büyük yararlılıklar göstermiş şehit
ve gazilere Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tevcih edilmiş en kutsal
madalyadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, vatanımızın düşman işgalinden
kurtulması ve milletimizin tam bağımsızlığı için hayatlarını feda eden
kahramanlar bu kutsal hazineyle taltif edilmişlerdir. Bu sebeple, bu kutsal
hazinenin gazi şehrimize kazandırılması, ifade edilmeyecek kadar büyük bir
şereftir. Değerli
arkadaşlar, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladığında, Gaziantep, 14 bin
nüfuslu bir sancak merkeziydi. Birinci Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918’de
imzalanan Mondros Müterakesi’yle Osmanlı İmparatorluğu’nun
sonu olmuştur. Bu anlaşma üzerine itilaf devletleri, paylaştıkları topraklara
sahip olmak amacıyla hızla harekete geçmişlerdir. 17 Aralık 1918, İngilizler
Antep’e girdiler. İngilizlerin Antep’i işgali yaklaşık bir yıl sürdü. 1919
Eylülünde yapılan antlaşmayla İngilizler Musul üzerindeki nezaret hakkından
vazgeçtiler. Önce Suriye’yi sonra Antep, Urfa ve Maraş’ı boşalttılar. Bu arada,
bu boşaltma esnasında Gaziantep’teki, mutfakta kullanılan bıçaklar dâhil
toplanmıştır, halk silahsızlandırılmıştır. Bu defa da Fransızlar 29 Ekim
1919’da Kilis’i, 5 Kasım 1919’da Antep’i işgal ettiler. İşgale katılan Fransız
askerleri arasında bölgeden daha önce göç etmemiş Ermeniler de bulunmaktaydı.
Fransızlarla iş birliği yapan Ermeniler Anteplilere, büyük zulüm, işkence ve
eziyet yaptılar. Şehir merkezi ve çevresinde çok şiddetli çatışmalar yaşandı.
Ancak, dışarıdan hiçbir yardım görmeden tamamen kendi imkânlarıyla, on ay,
dokuz gün mücadelesini düşmana karşı sürdüren halk açlık ve cephanesizlik
sebebiyle 9 Şubat 1921’de Fransızlara teslim olmak zorunda kaldı. Bu suretle, 1
Nisan 1920’de başlayan Gaziantep savunması on bir ay sürdükten sonra açlık
yüzünden sona ermiştir. Bu süre içerisinde şehir bir kül ve enkaz yığını hâline
getirilmiştir. Antepliler şehirlerinin savunması uğruna, 14 bin nüfusunun 6.317
evladını şehit vermiştir. Gaziantep
savunması son günlerini yaşarken, bu savunmanın olağanüstü anlam ve önemini
takdir eden Türkiye Büyük Millet Meclisi 8 Şubat 1921 tarihli toplantısında 93
numaralı Kanun’la dünyada başka hiçbir şehre nasip olmayan “gazi”lik unvanını
vermiştir. Gaziantep
savunması, dost-düşman herkesin hayranlık ve takdirini kazanan Kurtuluş Savaşı
tarihimizde eşsiz kahramanlığıyla hem kendini hem Güneydoğu Anadolu’yu düşman
işgalinden kurtuluşunda bir zafer işareti olmuştur. Birliğin ve millî benliğin
bir şahlanışıdır bu hadise. Gaziantep savunmasında Şehit Kâmiller “Anamın
peçesi açılmasın, mabedimin göğsüne namahrem eli değmesin.” diye düşmana karşı
kahramanca mücadele ettiler. Şahin Bey ve çeteleri “Düşman cesedimizi
çiğnemeden Antep’e giremez.” diyerek oracıkta şehit olmadan düşmanı bir adım
ileriye bırakmadılar. Değerli
arkadaşlar, Gaziantep, büyük Kurtuluş Savaşı’nın kıvılcımını ateşleyen kenttir.
Gaziantep’te yanan bu kıvılcım, Millî Mücadele’ye de ışık olmuştur. İşte bu
nedenledir ki, cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk, Antep savunması
karşısında “Türk'üm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü,
Gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilirler.” veciz sözüyle Gaziantep
savunmasını tarihe mal etmiştir. Kurtuluş Savaşı ateşinin yakılmasında bütün
Anadolu’ya örnek gösterilen Gaziantepliler, bugün de sahip olduğu girişimci
ruh, sanayi ve ticaretteki başarılarıyla ülkemize örnek ve önder olmaya devam
etmektedir. Devletten çok fazla
destek beklemeden yaşadığı sorunların çözümünü kendi içinde arayan, altyapısını
kendisi yapan, kendine sürekli yeni hedefler belirleyen Gaziantep, bugün
Türkiye'nin önde gelen sanayi metropollerinden biri
olmuştur. Müteşebbis Gaziantep, oluşturduğu sanayi bölgeleriyle son derece
modern bir sanayi altyapısına sahiptir. Yaklaşık yedi yüz işletmenin faaliyet
gösterdiği ve 100 bin kişiye istihdam sağlanan, 24 milyon metrekareden oluşan,
dört kısım organize sanayi bölgesine sahiptir. Dünyada sadece üç ülkede bulunan
örnek sanayi sitesi Gaziantep’tedir. Binlerce tezgâhın çalıştığı küçük sanayi
sitesi ve üretime yönelik serbest bölgeleriyle Gaziantep, gerçek anlamda bir
sanayi metropolüdür. Tekstilden gıdaya, kimyadan
makineye ve yedek parçaya çok geniş bir sektörel
yelpazeye sahip olan Gaziantep sanayisi, yıllık 3 milyar dolar civarında
ihracat yapıyor, 140 ülkeye mal gönderiliyor. Ham madde ve yarı işlenmiş
mamullerle dolaylı yapılan ihracatla, bu rakam, yaklaşık 6 milyar dolara
tekabül etmektedir. Geçmişiyle gurur duyulan ve geleceğiyle Türkiye'ye umut
dağıtan Gaziantep’in bugünlere gelişinin altında yatan en önemli etken cesur,
girişimci, akıllı ve dinamik insanların varlığıdır. Gaziantep insanı bu
özellikleri sayesinde kendine has bir kimlik oluşturmayı başarmıştır. Bu
kimlikte “Üretmeden tüketmek olmaz.” yazmaktadır. Gerçekten de Gaziantep insanı
tarihin hiçbir döneminde rant ekonomisine
yönelmemiştir, tavrını her zaman üretimden yana koymuş, üreterek tüketmeyi
kendine ilke edinmiştir. Bundan dolayıdır ki Gaziantep “Güneydoğu’nun Paris’i”,
“Anadolu’nun kaplanları”, “model şehir Gaziantep” olarak anılmaktadır. Bu
tanımların gerçek nedeni kentin sanayisi, sanayicisi ve girişimci ruhudur. Ancak, bugün
gelinen noktada Gaziantep’in üzerinde karabulutlar dolaşmaya başlamıştır. AKP
İktidarı döneminde Gaziantep’in başarıları teşvik edileceği yerde Gaziantep
başarılarının önüne set çekilmeye çalışılmaktadır. Tabii, bu bir tek
Gaziantep’i kapsamamaktadır. Gaziantep, Denizli, Kayseri, Adana gibi sanayide
rüştünü ispat etmiş şehirler, ne olduğu bilinmeyen ucube bir Teşvik Yasası’yla,
tabir yerindeyse Türkiye sanayisine yapılan bir ihanetle, Gaziantep sanayisi ve
biraz önce saydığım sanayide gelişmiş, rüştünü ispatlamış, sanayi metropolü olmuş şehirlerdeki sanayiler yerle bir edilir
duruma gelmiştir. Bir başka ifadeyle, Gaziantep’te beş yıl önceki günleri arar
duruma gelmiştir Gaziantepli. Organize sanayi bölgelerinde fabrikalar kapanma
noktasına gelmiştir. Rekabet edemeyen sanayici çareyi işçi çıkartmakta
bulmuştur. Her gün yüzlerce göç alan ve işsizliğin Türkiye ortalamasının
üzerinde olduğu Gaziantep’te bu durum daha da vahim bir tablo ortaya
çıkarmıştır. Gaziantep etrafı teşvikli illerle sarılmıştır. Siz
yeteri kadar ilerlediniz, sanayide yeteri kadar başarı elde ettiniz, ülke
sanayisine, ülke ekonomisine yeteri kadar katkıda bulundunuz; siz şurada durun
-Gaziantep ve diğer saydığım iller- biz, sanayi altyapısı olmayan, yetişmiş
insan gücü olmayan, sanayi birikimi olmayan illeri, biraz önce söylediğim
ihanet düşüncesi içerisinde, sanayiye ihanet düşüncesi içerisinde sizlere
yetiştireceğiz anlamında bir ifade ortaya çıkmıştır. Dünyanın çok
değişik ülkelerinde teşvik uygulamaları yapılmıştır. Daha önce ülkemizde de
yapıldı. Teşvik, bir ili, bir sektörü veya bir bölgeyi kalkındırmak için
verilir. Maalesef, burada bu görülmüyor. Önce, 1.500 doların altında… O kadar
acemice hazırlanmış, işin esas sahipleri, esas içinde yaşayan, olayın hâkimi
insanlara bir tek cümle sorulmadan, “ben yaptım oldu” mantığıyla hazırlanmış
bir Teşvik Yasası’yla karşı karşıyayız. Önce, kişi başına düşen millî geliri
1.500 doların altında olan iller -36 il- sonra olmadı, yanılmışız, bu sayıyı
49’a çıkaralım, kişi başına düşen millî geliri de 2.000 dolara çıkartalım; var
mı böyle bir şey? Şimdi, siz, Akdeniz Bölgesi’nde veya Afyon gibi, Osmaniye
gibi, Düzce gibi sanayi metropollerine yakın şehirler
varken, Hakkâri’de sanayi yatırımı yapabilecek hangi mantığı görürsünüz, hangi
yapıyı görürsünüz? Hangi düşünceyle bu kanun hazırlandı? Bugün, Türkiye
sanayisi ve Gaziantep sanayisi, bu mantığın ürünü olarak bu hâle
getirilmiştir. Ben, üzülerek
izliyorum. Ben, Gaziantep sanayi bölgesinde, uzun yıllar yönetimde bulundum,
uzun yıllar başkanlığını yaptım. Buradaki Gaziantepli milletvekili arkadaşlarım
bilir. Gaziantep’te her tüten fabrika, benim kendi şahsım gibiydi, şahsımın
fabrikası gibiydi. Bugün, Gaziantep’e gittiğimde, inanın, çok ciddi zorluk
çekiyorum. Sanayiye gittiğim anda yüzlerce sanayici arkadaşımız geliyor,
sizlere oy vermiş, bu partiye oy vermiş arkadaşlar geliyor: “7 milletvekili
verdi, Gaziantepli, AKP’ye, bize bu zulmü yapsın diye mi verdi?” (CHP
sıralarından alkışlar) Fabrikaların
kapılarında şu bez levhalar var: “Vakıfbanktan
satılık, şu bankadan satılık…” Her satılan fabrikada en az 200 işçi işsiz
kalıyor, aşsız kalıyor. Bunun hesabını, bunun vebalini nasıl ödeyeceğiz? Biz,
bunu yapmamız gerektiği yerde, dün yaptığımız gibi, Türkiye toplumunun,
Türkiye’nin sorunu olmayan, ülkenin sorunu olmayan bir konuyla bir aydan beri
hem bu Meclisi hem ülkeyi meşgul etmekteyiz. Aklıselime davet ediyorum…
Aklıselimi olmayan… ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Allah Allah… AKİF EKİCİ
(Devamla) – Senin aklın yetmez, oradan konuşma öyle! Oturduğun yerden konuşma,
çıkar burada konuşursun! Öyle, oturduğun yerden laf atıp durma! BAŞKAN – Sayın
Ekici, lütfen… AKİF EKİCİ
(Devamla) – Bedava kabadayılık yok burada! Bedava kabadayılık yok! (CHP
sıralarından alkışlar) Yok bedava kabadayılık! Kimse bedava kabadayılık
yapmasın! Konuşacaksan, çıkar konuşursun burada! ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Devam et, devam et. AKİF EKİCİ
(Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, bu, gafleti aşan ihanetin bir an önce
çözümlenmesi gerekiyor. Sadece son iki ay içerisinde Gaziantep’te 4.780 kişi
işten çıkartılmıştır, 4.050 kişi de ücretsiz izne gönderilmiştir. Ne zaman işe
döneceği belli olmayan bir şekilde işveren tarafından ücretsiz izne
gönderilmiştir. Yani, sadece son iki ay içerisinde 8.803 kişi -bu rakamları ben
söylemiyorum, bunlar resmî tespitli rakamlardır- işini, aşını, ekmeğini
kaybetmiştir. Son sekiz ay içerisinde 20 bin civarında insan işini, aşını
kaybetmiştir. İşsizlik sorunu, en başta güvenlik sorunlarını doğurarak, suç
oranlarında da patlamayı karşımıza çıkartmaktadır. Şimdilerde sektörel bazda teşvik
numaralarıyla yine Gaziantepli uyutulmak isteniyor. Öyle bir şeyi getirseniz
bile, son beş yılını nasıl telafi edeceksiniz Gaziantep’in ve benzeri illerin?
Nasıl telafi edeceksiniz? Eğitim sorunu,
hızla sanayileşen ve genç olan bir kent olan Gaziantep’in kanayan yarası olmaya
devam etmektedir. Toplu taşıma felç
olmuştur, insanlar işlerine gidemez olmuştur. Toplu taşıma sorununu çözmek
için, Ankara’dan, miadını doldurmuş otobüsler Gaziantep’e hibe olarak
gönderilmiştir. Gaziantep Çocuk
Hastanesinde durum içler acısıdır. Bu örnekleri
vermek istiyorum. Neden vermek istiyorum? Canını, kanını vermiş, bu ülkesini
kurtarmış insanlara bugünkü şu durum reva görülmüştür, onun için bilinmesini
istiyorum. Gaziantep Çocuk
Hastanesinde 10 kişilik koğuşlarda analı çocuklu 50 kişi balık istifi
kalmaktadır. Koğuşlarda yerlere yatak sererek yatan insanlar vardır. Bu,
gözlenmiş ve şu anda yaşanan hadise. Söylendiğinde,
Türkiye’de sağlık sorunu çözülmüş deniyor! Gaziantep’in
bugün geldiği nokta işte budur değerli arkadaşlar. Hükûmet,
Gaziantep’i ötelemiştir. Gaziantep’e gazilik unvanının verilişinin 87’nci yıl dönümünde,
başta cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bütün aziz
şehitlerimizi bir defa daha rahmetle, gazilerimizi minnetle anıyor; üretmeyi,
devletin yanında olmayı kendine şiar edinen, geçmişiyle övünen, geleceğine
güvenen, çalışarak Gaziantep’i model bir kent konumuna getiren tüm Gaziantepli hemşehrilerimizin İstiklal Madalyası’nı gönülden
kutluyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP, MHP ve DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Teklifin tümü
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın
Hasan Özdemir. Buyurun Sayın
Özdemir. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 102 sayılı Gaziantep’e İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi
ile ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Doğu ve batı
arasında bir köprü niteliği taşıyan Gaziantep, Güneydoğu Anadolu’nun Kurtuluş
Savaşı esnasında şanlı savunmasıyla destanlaşmış çok önemli bir ilimizdir.
Şüphesiz, o kara yıllarda her şehir kendi üzerine düşeni yapmış. Bizim burada
ele aldığımız konu, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ben,
Gazianteplilerin nasıl gözlerinden öpmem ki? Onlar, yalnız Gaziantep’i değil,
Türkiye’yi de kurtardılar.” iltifatına mazhar olan gazi şehrimizin yarım kalan
İstiklal Madalyası işleminin tamamlanması hususudur. Burada şunu da
itiraf etmekte yarar vardır: Gaziantep’e gazilik unvanı verildikten sonra,
Büyük Atatürk, Ulu Önder Atatürk, kendi nüfus kaydını Gaziantep’in Şahinbey
ilçesine kaydettirmiştir. Atatürk, Gazianteplidir ve Şahinbey ilçesi nüfusuna
kayıtlıdır. Birinci Dünya
Savaşı sırasında, Mondros Antlaşması hükümleri uyarınca, önce emperyalist
İngilizler, daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Antep, Şehit
Kâmillerce, Şahin Beylerce, Karayılanlarca ve resmî kayıtlara göre 6.317
şehitle -fakat, gerçekte, açlık, sefalet ve zulüm
neticesinde, bunun birkaç misli şehit verilerek- kahramanca savunulmuştur. Üzülerek
belirtmekte yarar vardır ki, binlerce Fransız ve onların iş birlikçisi Ermeni
saldırganların başaramadığını açlık denilen sinsi düşman başarmış ve Antep,
yaklaşık yirmi beş ay süren şanlı bir müdafaanın ardından Fransızlara teslim
olmuş, halk, kalesine, Türk Bayrağı’mızın yanında
beyaz kefen bezini bayrak olarak beraberce göndere çekmek mecburiyetinde
kalmıştır. O günden sonra, Gaziantep Kalesi “Beyaz Kefenli Kale” olarak
anılmaktadır. Aynı günlerde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, gazi şehre, 8 Şubat 1921 tarihli ve 93 numaralı
Kanun’la “gazi”lik unvanını tevcih etmiştir. Fransızlarla
akdedilen Ankara Anlaşması hükümleri mucibince, 25 Aralık 1921 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetine teslim edilen
Gaziantep’e, Kurtuluş Savaşı sonrası, 25 Aralık yıllarında bir İstiklal
Madalyası tevcihi dönemin Gaziantep Milletvekili olan Kılıç Ali tarafından
gündeme getirilmiş, Kılıç Ali, hazırladığı kanun teklifiyle, Gaziantep’e
İstiklal Madalyası verilmesi için Meclis Başkanlığına başvurmuştu. Mecliste
görüşülen ancak sonuçlandırılmayan teklif, seksen üç yıl sonra, bir gazetenin
başlattığı “İstiklal Madalyamızı istiyoruz” kampanyasıyla tekrar gündeme
gelmiş, parti ayrımı yapılmadan bütün Gaziantep tek bir yürek olarak İstiklal
Madalyası için bir araya gelmiştir. Millî birlik ve beraberliğe her zamankinden
daha fazla ihtiyacımız olduğu şu günlerde, Gaziantep tek yürek ve tek vücut
olarak İstiklal Madalyası için birleşmiştir. Gaziantep’in 10 milletvekili,
parti gözetmeksizin, İstiklal Madalyası’yla ilgili kanun teklifi yapmış ve
İçişleri Komisyonunda oy birliğiyle kabul edilerek yüce Meclisimize gelmiştir.
Yüce Meclisimize düşen görev, Gazianteplilerin bu dileğini gerçekleştirmektir.
Meclisimizin halkımızın bu dileğini gerçekleştireceğine yürekten inanmaktayım. Ancak
Gazianteplilerin yüce Meclisimizden bir isteği daha vardır ki, o da Gaziantep’e
İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkındaki Kanun’un bir an önce yasalaşması, Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp 8 Şubat 2008 tarihli Resmî Gazete’de
yayınlanıp yürürlüğe girmesidir. Bu tarih çok önemlidir, çünkü gazi
Meclisimizin Gaziantep’e gazilik unvanının verilişinin yıl dönümüdür. Gaziantep’e
İstiklal Madalyası verilmesi millî bir konudur ve Gaziantepliler için hayati
bir önem taşımaktadır. Tüm Gaziantepliler heyecanla yüce Meclisimizin vereceği
İstiklal Madalyasını beklemekte ve âdeta bu konuya kilitlenmiş durumdadırlar. Öte yandan,
ülkemiz üzerinde oynanmaya çalışılan bölücü ve yıkıcı faaliyetlere karşı da
Gaziantep ilimiz, bölgede millî birlik, beraberlik ve Türklük şuurunun kalesi
konumunda olan çok ciddi ve önemli bir ilimizdir. Gecikmiş bu madalya,
Gaziantep’in ve Gazianteplilerin şahsında millî birlik ve beraberlik duygusunu
motive edip bölge üzerinde pozitif duygulara sebep olacaktır. Madalyanın dün
hak edilişi kadar, içinde bulunduğumuz bugünlerde madalyayla birlikte yeniden
gündeme gelecek olan millî ruh, her bakımdan bölgede olumlu sonuçlara vesile
olacaktır. Gaziantep’e
İstiklal Madalyası verilmesi için hazırlanan kanun teklifi üzerine aldığım bu
söz vesilesiyle Gaziantep’in sorunlarına da kısaca değinmekte yarar görüyorum. Gaziantep,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en önemli büyük, Türkiye’nin ise altıncı büyük
kentidir. UNESCO kayıtlarına göre dünyada yaşamını sürdüren en eski ildir. Beş
bin altı yüz yıllık geçmişiyle bütün medeniyetlere katkı sağlamıştır. Ayrıca,
Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden bu yana Gaziantep, serhat bir Türk şehri
olarak varlığını geliştirerek devam ettirmektedir. Batı ile Orta Doğu’yu
birbirine bağlayan, tarihî İpek Yolu üzerinde kurulu, Güneydoğu Anadolu’muzun
önemli merkezi durumundadır. 1920 yılında
nüfusu 213 bin kişi olan bu gazi kent, Kurtuluş Savaşı’nın yaralarını acilen
sarmadan, el sanatları ve küçük işletmelere, yeni cumhuriyetin önder
kentlerinden birisi olmuştur. Kurtuluş Savaşı ve millî mücadele yıllarında
örnek gösterilen Gaziantep ve Gaziantepliler, günümüzde iş ve ekonomi alanında
da örnek gösterilen bir kent hâline gelmiştir. Seksen yedi yıl önce cumhuriyet hükûmetinden ve hiçbir yerden destek almadan düşmanı
topraklarından gönderen Gaziantepliler, 2008 yılına geldiğimizde aynı mücadele
ve girişimci ruh ile, devletten doğrudan ve dolaylı
mali sübvansiyon almadan bugünkü modern Gaziantep’i ortaya çıkarmışlardır.
Gaziantep’in nüfusu, 2000 nüfus sayımına göre, 1 milyon 285 bin 449 iken,
adrese dayalı son nüfus sayımına göre, 1 milyon 506 bin 23 kişi olmuş, sadece
Gaziantep merkezinin nüfusu 1 milyon 50 bine ulaşmıştır. Ülkemizde yıllık
nüfus artışı hızı, ortalama, yaklaşık yüzde 1,8 iken, Gaziantep’in nüfus artışı
yüzde 6 olmuştur. Bu çok ciddi bir rakamdır. Bu yüzde 6’lık nüfus artışının
büyük kısmı ise göçlerle meydana gelmektedir. Gaziantep’teki
büyük iş yerlerinin sayısı Türkiye toplamının yüzde 4’ünü, küçük sanayi iş
yerlerinin sayısı yüzde 6’sını meydana getirirken, ihracatı ise, 2007
itibarıyla, 2,5-3 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye ekonomisi
için önemli olan ve “tekstil” denince ilk akla gelen şehirlerden olan bu güzel
şehrin, ülkemiz genel ekonomik durumundan kaynaklanan sorunlar yanında, AKP
iktidarları döneminde teşvik kapsamı dışında bırakılmanın yarattığı
sıkıntılarla baş etmeye çalışmış ve çalışmaktadır. Teşvik
kanunlarıyla Gaziantep’i çevreleyen Şanlıurfa, Adıyaman, Kahramanmaraş, Osmaniye
ve Kilis illeri dâhil kırk dokuz il devlet desteğinden yararlanmaktadır. Son
Teşvik Yasası’na kadar Gaziantep sanayi ve ekonomisi rekor üstüne rekor
kırarken bu Yasa’yla önüne ciddi engeller konulmuştur. Gaziantep, gelişmişlik
düzeyi çevresindeki illerden daha yüksek görülerek teşvik kapsamı dışında
bırakılmıştır. Gaziantep’in çevresindeki teşvikli illerin Gaziantep’in ürettiği
benzer ürünleri daha az maliyetle üretmesi Gaziantep’in rekabet gücünü ortadan
kaldırmakta ve aynı bölgede bulunan iller arasında haksız rekabete yol
açmaktadır. Dolayısıyla, sanayicilerimiz, Gaziantep’in çevresindeki
Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Kilis, Şanlıurfa gibi teşvik kapsamına
alınan illere yardım yapılmaya zorlanmış ve zorlanmaktadır. Hatta,
bazı sanayicilerimiz AKP Hükûmetinin yanlış
politikaları nedeniyle çevre iller dışında, Suriye, Irak, Mısır gibi ülkelere
yatırım yapmaya dolaylı olarak teşvik edilmiştir. Gaziantep’in
bölgedeki tek teşviksiz il olması yatırımcıların yatırım yapma konusunda
çekimser davranmalarına neden olmaktadır. 2004-2006 yılları arasında
Gaziantep’e yapılan yatırımların yüzde 68 civarında azaldığını görüyoruz.
Teşvik yürürlüğe girmeden önce, 2004 yılında 3.852 kişiye yeni istihdam
imkânları sağlanırken, 2005 yılında yüzde 39’luk artışla 2.357 kişiye, 2006
yılında ise yüzde 46 artışla 1.261 kişiye istihdam sağlanmıştır. Teşvik Yasası
uygulanmaya başlandıktan sonra, Gaziantep’te 16 bin olan kayıtsız işsiz sayısı
30 bine çıkmış, yüzde 100’lük olan yatırım oranı ise yüzde 10’lara kadar
düşmüştür. Bugüne kadar kendi öz sermayesiyle üretim yaparak bölgede lokomotif
görevini üstlenen ve bölge ekonomisinin temel direği olan Gaziantep, bölge
ekonomisi ve ihracatı yanında, bölgedeki göçe kalkan olmak gibi önemli bir misyonu da üstlenmiştir. Bu son derece önemlidir. Biraz önce
belirttiğim gibi, nüfus artışı yüzde 6’dır. Bu yüzde 6’nın çoğu göçle
gelmektedir ve Gaziantep bu göçü önlemektedir. Gaziantep bölgedeki göçün önüne
set çekerek göçün batıdaki diğer illere ulaşmasını önlemektedir. Bu husus göz önüne
alındığında, civar illere verilen teşvikin Gaziantep’e yapılan büyük bir
haksızlık olduğu daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Maalesef teşviksizlik göçü
önleyememiştir. Bugün, civar illerde yaşayanlar için Gaziantep hâlâ bir ümit
kapısıdır ve umut kapısı olarak kalmaya devam etmektedir. Gaziantep’e teşvik
verilmesi konusundaki her girişimin karşısına gelişmişlik düzeyi gibi anlamsız
ve mesnetsiz kriterler konulması karşısında,
Gaziantep’in GAP Projesi kapsamında bulunan illerden biri olduğu savı sürekli gündemde
tutulmalıdır. Gaziantep, Doğu
ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde komşu ülkeye sınırı olan ve teşvik kapsamı
dışında kalan tek ildir. Bu güzel şehrimiz GAP Projesi’nin bir parçası olduğu
akıldan çıkarılmamalı, teşvik kapsamı dışında tutularak oluşturulan bu haksız
rekabet hemen önlenmelidir. Doğum yoluyla ve
bilhassa göçle nüfusu hızla artan Gaziantep’in okul ve derslik ihtiyacı nüfus
artışına paralel olamamıştır. Halen il merkezinin kenar semtlerinde bazı ilk ve
orta dereceli okullarda sınıf mevcutlarının ortalaması 70’i bulmaktadır. Bu
durumda, bazı okullarda bir sıraya maalesef 4 veya 5 öğrenci düşmektedir.
Ekonomik refah düzeyine yakışır bir eğitim düzeyinde olmayan Gaziantep, gerek
OKS gerekse ÖSS sonuçlarında Türkiye sıralamasının çok altındadır. Gaziantep,
2007 ÖSS sınavları sayısalda 51, eşit ağırlıkta 60, sözelde 63’üncü sıralarda
yer almıştır. Yine, 2007 OKS sınavında Türkçe-Matematik alanında 62,
Matematik-Fende ise 61’inci sırada yer almıştır. Şehrimiz sanayi
ve ticaret alanında yakaladığı başarıyı eğitim alanında gösterememe
nedenlerinin başında, derslik ve öğretmen sayısının yetersiz olmasıyla -bana
göre en önemlisi bu kursların çokluğudur- fakir fukara çocuğunu gönderdiği
okullarda yetersiz eğitim vardır. Her yerde derslikler vardır. Bu dersliklere
de herkes çocuklarını gönderememektedir. Ayrıca, meslek
liseleriyle ilgili, tüm Türkiye’nin olduğu gibi Gaziantep’in de ciddi bir açığı
ve kaliteli ara eleman eksiği bulunmaktadır. Gaziantep’te okulların sınavlarda
başarılı olması için çalışmalar yapılmalı ve meslek liselerine girişle ilgili,
yeni meslek lisesi kurulması teşvik edilmelidir. Üzülerek söylemekte yarar vardır, Gaziantep
Üniversitesi ise kentin günlük yaşantısında ve sanayide gerektiği kadar etkili
değildir. Bu durumda, zaman içinde iyileştirilmesinde ve Gaziantep’in
sanayisinin daha da gelişmesinden üniversitenin teknik ve teknolojik
yatırımlarla lokomotif görevi üstlenmesinde fayda vardır. Büyükşehrin
havasının giderek kirlendiği ve insan sağlığına zararlı hâle geldiği herkes tarafından
bilinmektedir. Gaziantep ise -uzmanların söylediğine göre- 1990’lardan beri,
Türkiye’nin havası en kirli on il arasında yer almaktadır. Şehrimizde duman
kirliliği gözle görülür bir hâl almıştır. Gaziantepli vatandaşlarımızdan, her
geçen gün, bu konuda gelen şikâyetler artmaktadır. Maalesef, üzülerek
söylüyorum, AKP İktidarının vatandaşlara dağıttıkları kalitesiz kömürler hava
kirliliğinin daha da artmasında önemli bir sebep olmuştur. Gaziantep’in
sanayi ve ticaret alanında olduğu kadar sosyal ve kültürel bakımdan da Güney
Doğu Anadolu Bölgesi’nin merkezi durumdadır. Fakat her geçen gün daha da
büyüyen ilimizde -yine üzülerek söylüyorum- büyük bir kültür ve kongre
merkezinin bulunmayışı önemli bir eksikliktir. Bu eksiklik, sosyal ve kültürel
alanda yaşanacak faaliyetler ve sunulacak hizmetlere engel olmaktadır. Bu kadar
zengin bir tarihî geçmişe sahip olan kentimizde daha büyük ve içeriğine yakışır
bir müzeye acilen ihtiyaç vardır. Gaziantep sadece
sanayi kenti olarak değil turizm kenti olarak da anılmalıdır. Şehrimizin tarihî
yapısı her platformda işlenerek yerli ve yabancı turistler için cazibe merkezi
olmalıdır. Gaziantep Kalesi, Dülük Antik Kent’i,
Zeugma, Rumkale, Yesemek ve
benzeri kültür turizmi bölgelerimiz yeterince tanıtılmamaktadır. Bölgenin
kültür başkenti Gaziantep ilan edilmeli. Bu anlamda, diğer şehirlerle ortak bir
sinerji oluşturulup beraber hareket edilmeli, bu
kapsamda müze ve tarihî değerlerimiz ön plana çıkarılmalıdır. Hatırlayacağınız
gibi, iki hafta önce Gaziantep’te üç ayrı yerde El Kaide terör örgütü
hücrelerine polisimiz başarılı bir operasyon yapmış, bu operasyonda 1 polisimiz
şehit olmuş ve 5 polisimiz yaralanmıştır. 4 El Kaide terör örgütü mensubu ölü,
20’nin üzerinde de örgüt militanı silah ve bombalarıyla ele geçirilmiştir. Uzun müddet
Gaziantep’te bu tür büyük olayların olmamasından dolayı halk bu kenti huzurlu
zannetmektedir. Bu son olay göstermiştir ki, Gaziantep, yıkıcı ve bölücü
faaliyetlerle ilgili son derece güvenlik problemi olan, kritik bir ildir.
Gaziantep’te acilen polis ve jandarmanın güvenlikle ilgili araç gereç, personel
ve teknolojik eksiklikleri giderilmeli, her iki kolluk birimlerinin güvenlikle
ilgili yeni yatırımları planlanmalıdır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizin millî birlik ve beraberliği için kanı ve
canı pahasına mücadele eden ve gazilik madalyasıyla taltif edilen tüm kahraman
gazilerimize de namerde muhtaç olmayacak şekilde bir ücret politikasıyla
maaşlarının artırılmasında yarar olduğunu, bu vesileyle söylemekte ben yarar
görüyorum. Şunu da
belirtmekte yarar var: Almanya’da meydana gelen üzücü ev yangını olayında
hayatını kaybeden Gaziantepli hemşehrilerimize
Allah’tan rahmet diliyorum, kederli ailelerine ve yaralılara acil şifalar
diliyor ve olayın… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Özdemir, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. HASAN ÖZDEMİR
(Devamla) - …gerçek sebeplerinin Alman Hükûmetinden
bir an evvel çıkarılmasını bekliyoruz. Ve yine sözlerime
son verirken İçişleri Komisyonunda bütün üyelerin oy birliğiyle diğer
milletvekillerinin tümünün iştirakiyle kabul edilen Gaziantep’e İstiklal
Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi’ne MHP Grubu olarak olumlu oy
vereceğiz. İstiklal Madalyası, Gaziantep’in gazilik unvanının mütemmim bir
cüzüdür. Gaziantep’e İstiklal
Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi’ne tüm milletvekillerimizin olumlu
oy vereceğine inanıyor, bu vesileyle ve bu duygularla yüce heyetinizi sevgi ve
saygılarımla selamlıyorum. Teşekkür
ediyorum. (MHP, AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özdemir. Teklifin tümü
üzerinde AK Parti Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Fatma Şahin. Buyurun Sayın
Şahin. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA FATMA ŞAHİN (Gaziantep) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesiyle ilgili teklif üzerine
grubum adına söz almış bulunuyorum ve yüce heyetinize saygılar sunuyorum. Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu kadar gündem yoğunluğu
içerisinde İstiklal Madalyası’nın Genel Kurula bu kadar hızlı bir şekilde
getirilmesinin nedenlerini açıklamadan önce, Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak
üzere Meclis Başkanımıza ve Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket
Partisi, Demokratik Toplum Partisi, AK Partinin grup başkan vekillerine,
İçişleri Komisyonuna, İçişleri Komisyonunun bütün milletvekili üyelerine
teşekkürlerimi sunarak sözlerime başlamak istiyorum. İş birliği ve güç birliği içerisinde, ne kadar hızlı hareket
edebileceğimizin de en güzel örneğini vermiş olduğumuzu da söylemek istiyorum. Değerli
milletvekili arkadaşlarım, bu madalyayla alakalı süreci sizlerle paylaşmadan
önce, 1918 ve 1921 tarih sayfalarına şöyle bir dönüp baktığımızda Kurtuluş
Savaşı’nın başlangıcı, Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle Batılı devletler,
“hasta adam” dedikleri, Anadolu’nun her tarafını işgal etmişler ve her
tarafının, her toprağının üzerinde de bir hesap içerisine girmişlerdi. Gaziantep önce
İngilizler, daha sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmişti. O günün
şartlarına baktığımız zaman, 20 bin askeriyle, yüzlerce tankı, tüfeğiyle,
uçağıyla karşımızda, 1.500 Ermeni’nin de beraber gönüllü desteğiyle, koca bir
Fransız tümeni karşımızdaydı. Bizim tarafımıza baktığımız zaman, yalnızca 2.900
tane burada gönlünü veren ve “Vurun Antepliler, namus günüdür.” diyecek kadar
yüreğini bu işe veren bir fotoğrafla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Bu
iki manzarayı tarttığımızda, bu iki dengesizliğe baktığımızda, onlar için
Gaziantep çok kolay bir lokmaydı ve çok kısa sürede işgal edilebilir, hemen
alınabilir topraklardı. Ama bir şeyi unuttular. Anteplim dedi ki: “Benim
cesedimin üzerinden geçmeden bayrağımı çiğnetmem. Ben, asla esaret zincirini
daha önce atalarımdan taktırmadım, bundan sonra da bu zinciri taktırmam.” dedi
ve “Ben Şahinim Ağam ey!” dedi. “Mavzer omzuma yük/ Yumruklarımla dövüşeceğim/
Yumruklarım memleket kadar büyük.” dedi ve bu manzara karşısında on bir ay
boyunca Antep’in etrafı kuşatıldı. Her seferinde girmeye çalıştıklarında ve her
seferinde “Bu defa başardık, bu defa teslim aldık.” dediklerinde Şahin Beyler,
Karayılanlar, Şehit Kâmiller, adını şu anda hatırlayamadığımız binlerce adsız
kahramanlar “Buna izin veremeyiz.” dediler. On bir ay boyunca
açlık çektiler, on bir ay boyunca burada sefalet çektiler, direndiler ve on bir
ay sonunda, her seferinde Ankara’ya telgraf gönderen Özdemir Bey’e Ankara’dan
gelen cevap: “Millî Mücadelede batı cephesinin çok önemli bir strateji
olduğunu, batı cephesindeki bir zayıflamanın Türkiye açısından çok daha büyük
bir problem olacağını, Gaziantep’e bu şekilde yardım edilemeyeceğini…” Telgrafın
cevabı alındığında Özdemir Bey, o günün şartlarında halkın motivasyonunu
kırmamak için “Ankara yolda, yardım getiriyor, dayanın arkadaşlar.” demiştir ve
on bir ay boyunca açlığa karşı zerdali çekirdeğinden ekmekler yapılıp,
ağaçlardan karınlar doyurulmuş ve bu mücadele verilmiştir. Bu mücadele devam
ederken Gaziantep’in motivasyonu, komşuların
motivasyonu çok önemliydi. Gaziantep’ten mutlaka bir zafer sesi gelmesi
gerekiyordu. Bunu hisseden Türkiye Büyük Millet Meclisi 8 Şubat 1921’de
Gaziantep’e “Gazilik” unvanını verdi. 1921’de verilen bu “Gazilik” unvanı
Gaziantep’e motivasyon oldu, heyecan oldu ve bunun
millî mücadeleyi ateşleyen, körükleyen bir madalya olarak karşımıza gelmesi
gerekiyordu. Değerli
arkadaşlarım, 1925 yılına geldiğimiz zaman burada yaşadığımız bir süreç var.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kılıç Ali Paşa’yı Gaziantep’e göndermesi Gaziantep’in
biraz toparlanmasına, kendi içindeki dinamikleri hayata geçirmesine vesile
olmuştur. Kılıç Ali Paşa da Gaziantep’in bu ruhunu görünce dönüşte bir tezkere
hazırlayarak Başvekil olarak İsmet İnönü Paşa’ya göndermişti. Bu tezkerenin
içerisinde -şu anda sizlerle paylaşmak istiyorum- Türkiye Büyük Millet Meclisi
tutanaklarından çıkardığımız bu tezkerenin içerisinde aynen yazılı olan şudur:
“Vatanın harimi ismetine vuku bulan tecavüze karşı ilk defa müdafaatta
bulunan Gaziantep ve Maraş vilayetleri şahsiyeti maneviyelerinin
birer kıt’a kırmızı kurdeleli İstiklâl Madalyası ile telaifleri
hakkında Başvekalet tezkeresinde Başvekil İsmet İnönü imzası ile teklif İcra
Vekilleri Heyetinin 5/4/1925 tarihli ictimaında tensip kılınmıştır. 400 numaralı Kanun mucibince
gereğinin ifasına ve neticesinin işarına müsaade buyurulmasını
rica ederim.” denilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine teklif gönderilmişti.
22 Nisan 1925 tarihinde de bu teklif Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülmüştü. Şimdi, yaklaşık
üç yıl önce Gaziantep kamuoyundan, yine 8 Şubat arifesinde yerel basından ve
sivil toplum kuruluşlarından “Bizim bir madalyamız var. Bu madalya nerede? Bu
madalya kayıp mı oldu?” şeklinde kamuoyundan gelen ses Ankara’da yankısını
bulmuş ve Gaziantepli bütün milletvekili arkadaşlarım… Bütün milletvekili
arkadaşlarım, özellikle söylüyorum, burada, daha önceki döneme ait milletvekili
arkadaşlarımın da bunda emeği var. Biz bu emeği görmezlikten gelemeyiz. Bu
haber üzerine “bizim madalyamız nerede” diye yaptığımız araştırmada, burada
Devlet Malzeme Ofisi, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Türk Tarih Kurumu,
Genelkurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığına bire bir gidip görüşerek ve
tarihteki bu dokümanları incelediğimizde baktık ki her şey tamam, ama
Darphanede madalya basılmamış. Meclis karar vermiş “Bu madalya Gaziantep’in
hakkı.” demiş, ama Darphanede bu madalyanın basıldığına dair bir belge
bulunamadı. O zaman Millî Savunma Bakanımızla yaptığımız görüşmede, Millî
Savunma Bakanlığının “Gazişehir” demek, gazilik
madalyasını beraber alması demek olduğunu, bunun Gaziantep’in hakkı olduğunu, fakat, ancak bir yasayla bunun yeniden getirilmesi
gerektiğini ve ancak madalyanın ondan sonra basılabileceğini söyledikten sonra,
biz, bütün milletvekili arkadaşlarımızla bir kanun teklifi hazırladık. Yine
söylediğim gibi burada Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve
AK Partiden bütün milletvekili arkadaşlarımız bire bir gayret ederek bu teklifi
hazırladık ve burada en büyük teşekkürüm… Bunu söylediğimiz zaman, asla bizi
şehir milliyetçisi olarak görmediler. Baktılar ve inandılar, elimizdeki
arşivleri taradığımızda, incelediler ve “Bu, Gaziantep’in hakkı.” dediler. Ben
bu konuda bize yardımcı olan ve bu yapmaya çalıştığımız, 1925’te aldığımız
hakkı yerine bugün getirmiş olmanın hakkını ve bu konuda bize yardımcı olan
bütün herkese teşekkürlerimi bir borç biliyorum. Değerli
milletvekili arkadaşlarım, o günün ruhuyla baktığımız zaman, korkunç bir millî
mücadele ruhu verildi. Bugünün dünyasında ve bugünün Türkiye’sinde biz bu
atalara yakışır torunlar olarak da, bu mücadeleye devam ediyoruz ve iki şeyi
çok önemsiyoruz: Birincisi, tam ekonomik kalkınma; ikincisi, tam
demokratikleşmiş bir Türkiye. Bu iki bacağı beraber götürdüğümüz zaman ve bu
enerjiyle el ele gönül gönüle verdiğimiz zaman ben
inanıyorum ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün bize göstermiş olduğu çağdaş uygarlık
seviyesine en kısa sürede ulaşacağız. Burada tek yapacağımız şey, birbirimizin
niyetini okumamamız, birbirimizde gizli ajandalar bulmamamız ve basının
üzerinden birbirimizi eleştirmemiz, birbirimizi anlamaya çalışmamız ve
birbirimizin ne yapmak istediğini iyi görmemiz, iyi anlamamız gerektiğini
düşünüyorum. Tek ihtiyacımız olan şeyin de bu olduğunu düşünüyorum. Şimdi, tabii,
madalya konuşulurken teşvik, Gaziantep’in sorunları da diğer milletvekili
arkadaşlarım tarafından gündeme getirilince, ben de tabii bu konulara girmek
zorunda kaldım. Çünkü, aslında yüreğimden bugün bu
konulara çok girmek de gelmiyordu. Bugün çünkü çok özel bir günümüz. 1925’in
hatırlatıldığı, hatırlanması gereken çok özel bir gündü, ama madem
arkadaşlarımız bunu gündeme getirdiler, ben de birkaç sözle bu konuda kendi
fikrimi ve kendi partimin, kendi hükûmetimin
görüşlerini belirtmek durumundayım. Değerli
arkadaşlarım, 2002’ye baktığımız zaman Gaziantep en büyük göç alan şehirlerden
biri. Eğitim ve sağlık eğer bir topluluğun en önemli kriteri
ise, eğitimde ve sağlıkta altmışıncı sıradayız. Derslik sayısında ve yatak
sayısında altıncı büyük şehirsiniz ve altmışıncı sıradasınız! Biz, beş yıldan
beri bu aradaki makası kapatmaya çalıştık. Şu anda hangi durumdasınız derseniz,
yalnızca derslik sayısında size bir örnek vermek istiyorum: Seksen küsur yılda
4.250 derslik yapılmış. Biz beş yıl içerisinde Millî Eğitim Bakanlığından ve il
özel idaresinden aldığımız destekle bugün itibarıyla 1.800 dersliği ilave
yaptık. Bakın seksen küsur yılda 4.200, beş yılda 1.800 derslik. Şimdi 2008’in
sonunda o altmışıncı sıralarda olan derslik sayısında, inşallah, şu andaki
hedefimiz ilk otuza girmek. Şimdi altıncı büyük şehirsek, bu konuda da
hedefimiz ilk altıyı yakalamak durumundayız. Hastanedeki yatak
sayısına gelip bakacak olursak. Vekillerimin söylediği doğru tespitler, ama
biraz bardağın boş tarafından bakılarak söylenen tespitler. Çocuk hastanesinde
bizden önceki durum buydu, doğruydu ve televizyonlara, ulusal basınlara bu
şekilde çıkıyorduk. Biz gelir gelmez hemen 200 yataklı çocuk hastanesine ilave
150 yatak yaptırdık. Sayın Sağlık Bakanımız dedi ki: “Bu Antep’e yakışmaz.”
Hızlı bir şekilde 200 yataklı modern bir sağlık hastanesinin temeli atıldı ve
arkadaşlar, bakın, yirmi yılda değil, iki yılda bitti. İnşallah bir ay sonra bu
konuda da çocuk hastanemizin temeli atılacak ve hizmet vermeye başlayacak. Biz Gaziantep’i
bir cazibe merkezi yapmaya ve sıkıntılarımızı hep beraber çözmeye kararlıyız.
Ticarette merkez olacağız, turizmde merkez olacağız, tarımda merkez olacağız,
üretimde merkez olacağız. Bakın, bir şeyi
bir örnekle size söylemek istiyorum. Biz geldiğimiz zaman ihtisas fuarları diye
bir şeyi Antep bilmiyordu. Ama, bugün itibarıyla
2008’de Sanayi Odamızın altı tane ihtisas fuarı arka arkaya sıralanmış durumda.
Irak’ın uluslararası fuarı Gaziantep’te yapılıyor. Şimdi fotoğrafın
tamamına bakalım. Eksilerimizi de görelim, artılarımızı da görelim. Ama, bizim ihtiyacımız olan şey, fotoğrafın tamamını
görebilmemiz lazım. Yapacak daha çok işimiz var, biz bunun farkındayız. Ama, şehirde beş tane beş yıldızlı otel yapılıyorsa, bu
oteller boşuna yapılmıyor. Geliyorlar fizibilite yapıyorlar, bu şehirde bir
cazibe merkezi olma yönünde artıları görüyorlar, yatırımını ona göre
yapıyorlar. Biz inanıyoruz ki, bu hızla devam edersek… 2002’nin Gaziantep’i şu
andaki Gaziantep’e göre çok daha kötüydü. Ama,
yarınlar adına çok daha ümitliyiz. Ve bunu yine söylüyorum: Bütün diğer
partilerdeki milletvekili arkadaşlarımızla el ele, gönül gönüle
yapmak gibi bir gayretimiz var. Biz, aydınlık
Türkiye’yi beraber yakalayacağız arkadaşlar. Millî Mücadele ruhunu,
Çanakkale’yi bize yaşatanlara bir sözümüz var. O günün Türkiye’sinde bu nasıl
başarıldıysa, bugün, ancak enerjimizi birbirimize kullanarak ve enerjimizi iş
odaklı, proje odaklı, aş odaklı yaptığımız zaman bunu başaracağımıza inanıyorum
ve bu konuda bu gayreti ben milletvekili arkadaşlarımın hepsinde görüyorum, Hükûmetimizde görüyorum, bu Parlamentoda görüyorum. Bu
Parlamento, geçmiş dönem, en çok demokratikleşmeye yasa çıkarmış bir
parlamentodur. Bu Parlamentonun bir mensubu olmaktan da büyük gurur ve onur
duyuyorum. Değerli
arkadaşlarım, sözlerimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün, millî mücadele günümüzde
bizim göstermiş olduğumuz destekten dolayı söylemiş olduğu iki sözle bitirmek
istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk “Kahramanlık misalini görmek istiyorsanız,
gidin, Gaziantep’i kendinize örnek alın.” demiştir. Mustafa Kemal Atatürk “Ben
Gazianteplilerin gözlerinden nasıl öpmem ki, onlar yalnız Gaziantep’i değil,
bütün Türkiye’yi kurtarmıştır.” demiştir. Mustafa Kemal
Atatürk’ü ve bütün silah arkadaşlarını saygıyla, sevgiyle, şükranla anıyorum ve
hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şahin. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına, Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan. Sayın Kaplan,
buyurun. DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında Grubumuz
adına, biz de yasa teklifine desteklerimizi sunmak ve bugün Gaziantep halkının
yanında olmak için söz alma gereğini duydum. Plan ve Bütçe Komisyonundaydım… Aslında, bu
konuda çok şey söylemek gerekmiyor diye düşünüyorum. Eğer söylenmesi gereken
bir söz varsa, yazılması gereken bir şey varsa, onu tarih yazmıştır, onu
şairlerimiz destan hâline getirmiştir. Şairlerimiz, Antep’i, Antep’in
yiğitliğini, kahramanlığını zaten dizelere dökmüştür. Ne demiş Nazım Hikmet?
“Adana, Antep, Urfa, Maraş: düşmüş, dövüşüyordu… Ateşi ve ihaneti
gördük, Ve kanlı
bankerler pazarında Memleketi Alamana
satanlar, Yan gelip
ölülerin üzerinde yatanlar düştüler can kaygusuna Ve kurtarmak için
başlarını halkın gazabından karanlığa karışarak basıp
gittiler. Yaralıydı,
yorgundu, fakirdi millet, en azılı düvellerle dövüşüyordu
fakat, dövüşüyordu, köle olmamak
için iki kat, iki kat soyulmamak
için. Ateşi ve ihaneti
gördük, Murat nehri, Canik dağları ve Fırat, Yeşilırmak,
Kızılırmak, Gültepe, Tilbeşar ovası, gördü uzun dişli
İngiliz’i. Ve Aksu’yla Köpsu, Karagöl’le Söğüt gölü.” Ve Nazım Hikmet,
burada çok güzel bir tanımlamayla, aslında sevgili Antep milletvekilleri bunu
ezbere okurlar, Karayılan Destanı’nı çok özünden vurur, der ki: “Karayılan
olmazdan önce, Antep
köylüklerinde ırgattı. Belki rahatsızdı,
belki rahattı, Bunu düşünmeye
vakit bırakmıyordular, yaşıyordu bir tarla sıçanı
gibi ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar. Yiğitlik atla,
silahla olur, Onun atı, silahı,
toprağı yoktu. Boynu yine böyle
çöp gibi ince Ve böyle kocaman
kafalıydı. Karayılan Karayılan olmazdan önce. Düşman Antep’e
girince Antepliler onu Korkusunu
saklayan Bir fıstık
ağacından alıp indirdiler. Altına bir at
çekip eline bir mavzer verdiler. Antep çetin
yerdir. Kırmızı kayalarda Yeşil kertenkeleler. Sıcak bulutlar
dolaşır havada ileri geri. “der. Evet, Antep’le
ilgili çok şey söylenir, ama Antep’in bir gerçekliği vardır. Aslında,
cumhuriyetin kuruluşunda Türk’üyle, Kürt’üyle bütün kardeşlerin birlik olarak
mücadelesini, şair çok güzel anlatır ve bu gerçekliği de dizelerinde şöyle dile
getirir: “Karayılan der ki
harbe oturak, Kilis yollarından
kelle getirek, Nerde düşman
varsa orda bitirek, Vurun Kürt uşağı
namus günüdür.” Der. Evet, büyük ozan,
dünyaca tanınmış, sürgünde yaşamını yitiren Nazım Hikmet bunu böyle der ve
şöyle tamamlar: “Ve biz de bunu
böylece duyduk, ve çetesinin başında yıllarca namı
yürüyen, Karayılan'ı, ve Anteplileri, ve Antep'i, aynen duyup
işittiğimiz gibi, destanımızın birinci babına
koyduk.” Meclis de bunun
gereğini yapmalıdır diyoruz ve bu tasarıya olumlu oy veriyoruz. Saygılarımla
hepinizi selamlıyorum. (DTP, AK Parti, CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaplan. Teklifin tümü
üzerinde başka söz talebi yoktur. Ekrana girmiş
olan arkadaşlarımız var, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz. Evet, şu anda beş
arkadaşımız var. Sayın Uzunırmak… ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Sayın Başkan teşekkür ediyorum. Bunu bir manada,
ben, soru-cevap olarak değil ama kısa bir söz gibi de kullanmak istiyorum eğer
müsaade ederseniz. Tabii ki, işgal
edilmiş bir ülkenin netice itibarıyla dört bir yanında gerek bireysel gerekse
halk hareketi olarak çok kahramanlıklar gösterilmiştir, şehirler vardır,
bölgeler vardır. Dolayısıyla, Antep’imiz de gaziliği, Urfalımız şanlılığı,
Maraş’ımız kahramanlığı mutlaka ki hak etmiş illerimizdir. Ama,
bir Aydın Milletvekili olarak üzüldüğüm bir şey var: Türkiye’de millî kurtuluş
başlamazdan önce ilk kongrenin yapıldığı yer Nazilli Kongresi’dir işgale karşı
ama bunlar bilinmez ve bahsedilmez. Aynı zamanda, Aydın’da, sivil hareket
olarak birisi Yörük Ali Efe’nin, diğeri Demirci Mehmet Efe’nin önderliğinde,
iki tane, alay seviyesinde millî direniş hareketi organize edilmiştir, alay
seviyesinde iki sivil güç ve Aydın efeleri Türkiye’ye de mal olmuşlardır.
Oysaki Aydın’a ne şanlılık kalmıştır ne kahramanlık ne de gazilik kalmıştır.
Bu, üzücü bir hadisedir ve ben, bugün, bu vesileyle, ilk 1921’de görüşülen
Meclisimizdeki tasarı üzerinden hareketle, o zamanki görüşmelerde illerin
taleplerinin sürekli olmasının bir gelenek şekline dönüşmesinden endişe
edildiğinden dolayı bazı konularda imtina edilmiş olduğunu gördüm. Oysaki bugün, yüce Meclisimize ve Sayın Bakana şunu ifade etmek
istiyorum: Eğer uygun olursa artık, şanlılık, kahramanlık gitmiş, ben, Aydınlı
sivil toplum örgütlerimize ve hemşehrilerimize
danışarak Aydın için acaba, millî kurtuluşa bu seviyede katkıda bulunmuş ve
Türkiye’ye de efelik unvanıyla, efelik deyişiyle ve duruşuyla mal olmuş bir ile
ne isim verilebilir ve nasıl taltif edilebiliri… Hemşehrilerime
gidip önümüzdeki hafta Aydın’da basın toplantısı yaparak, sivil toplum
örgütlerimizi bu işin içerisine, mahallî idaremizi bu işin içerisine katarak,
Aydın’ın nasıl taltif edilmesi mümkündür
-isimle, madalyayla- bunu tartışarak, yüce Meclisimize bir teklif olarak
getirmek istiyorum ve inanıyorum ki sayın milletvekili arkadaşlarımız,
Türkiye’nin dört bir yanından milletvekili olan arkadaşlarımız, Aydın’ın millî
mücadeledeki katkılarını ve duruşunu bilmektedirler ve takdir edeceklerdir, bu
konuda desteklerini isteyeceğim. Sayın Bakanımıza
sormak istediğim, Aydın olarak böyle bir teklifle geldiğimizde nasıl bakarlar,
kendilerinden bunu öğrenmek istiyorum. Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Evet,
şehirlerimizin hepsine kahramanlık, gazilik yakışır ama arkadaşlarımız tabii
uygun süreyi de kullanacaklardır. Onun için bugün arkadaşlarımıza bir dakikalık
uygulamayı yapmayacağım. Buyurun Sayın
Atılgan. KÜRŞAT ATILGAN
(Adana) – Sayın Başkan teşekkür ediyorum. İllerimiz arasında kahramanlık takısı
alan üç ilimiz var: Kahramanmaraş
-sizin de milletvekili olduğunuz il- Gaziantep ve Şanlıurfa. Ben tabii,
Şanlıurfa milletvekilimiz olmadığı için fahri Şanlıurfa milletvekili olarak
konuşuyorum. 22 Nisan 1925’te Gaziantep’e bu İstiklal Madalyası verilmesi
konuşulurken Şanlıurfa da aynı talepte bulunmuştur. Acaba bu kanun kapsamında
Şanlıurfa ilimize de madalya vermeyi düşünür müsünüz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Atılgan. Sayın Korkmaz. S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum. Gaziantep
halkının ezan sesinin dinmemesi ve ay yıldızlı al bayrağın ilelebet Gaziantep
semalarında dalgalanabilmesi için verdiği kutlu direnişi, maalesef bugün hepsi
de bayraklaşmış 6.317 evladının şehit olmasına, yine binlerce evladının
yaralanıp sakat kalmasına neden olmuştur. Bunun müsebbibi, bugün evrensel
barış, hoşgörü ve diyalog çağrıları yapan emperyalist Batı’dır, terör
odaklarının hamisi Fransa’dır. Bu kadar şehit verilen bir ilin bu hukuksuz
işgali ve şehirde Fransız askerleri ile yerli işbirlikçileri tarafından
yapılan, uygulanan kanlı terörü unutmamak ve unutturmamak üzere merkezî ve
yerel otoritelerce sembolik anmalar dışında neler yapılmaktadır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT
(Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Gaziantep gibi
Kurtuluş Savaşı’nda destansı mücadeleler gösteren ve sömürgeci işgal
kuvvetlerini kovan ve millî mücadelemize büyük katkı sağlayan illerimize,
elbette ki, kahramanlıklarına atfen İstiklal Madalyası verilmesi, aziz şehit ve
gazilerimizin torunları olarak hepimizin yürekten destekleyeceği bir kanun
teklifidir. Ancak bu illerimizin yanı sıra İstiklal Savaşı’nda büyük
kahramanlıklar gösteren diğer illerimize de benzer şekilde İstiklal Madalyası
verilmesi gerekmiyor mu? Örneğin, Gazi Mustafa Kemal’in “Bende bu vakayiin ilk hissî teşebbüsü bu memlekette, bu güzel
Adana’da vücut bulmuştur.” sözlerine mazhar olan ve İbo
Osman, Şeyh Cemil, Süleyman Cerdun gibi kahramanların
önderliğinde millî mücadeleyi başaran ve istiklalimizi kazandıran ve de 22/4/1925 yılında da Türkiye Büyük Millet Meclisinde
önergelerle talep edilen İstiklal Madalyası’nın Adana’mıza da bu çerçevede
verilmesi icap etmiyor mu? Hükûmet olarak, Sayın
Bakan’ın bu konudaki düşüncelerini öğrenebilir miyim? Teşekkür
ediyorum. MUHARREM VARLI
(Adana) – Bravo! BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Tankut. Sayın Homriş… H. HAMİT HOMRİŞ
(Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakana
aracılığınızla sormak istiyorum: Gaziantep’in “gazi” adını almasının nedeni,
Fransız mezalimine karşı verdiği muhteşem mücadeledir. Bu vesileyle, Fransa’nın
Gaziantep’te yaptıkları soykırım ve mezalimi kınayan ve bunun adına bir anıt
yapılması için bir karar çıkarmayı düşünür müsünüz efendim? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Homriş. Sayın Durmuş… OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum:
Gaziantep bizim de vefa borcumuzu ödemek için kalp damar cerrahisi hastanesi
açmaya çalıştığımız bir ilimizdi. Oraya ilgili dallardan doktorlarımızı da
göndermiştik. Her ne kadar Konukoğlu’nun hastanesinde
bu imkânlar varsa da Gaziantep Üniversite Hastanesinin ve Sağlık Bakanlığı Kalp
Damar Cerrahisinin ihya edilmesi için bir gayretiniz olacak mı? Sağlık
Bakanlığıyla bu konuda bir görüşmeniz olacak mı? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Durmuş. Arkadaşlarımızın
bu soru, dilek ve temennilerine Sayın Bakanımız, Sayın Komisyon Başkanımız
neler diyecekler? Buyurun. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan,
çok değerli milletvekillerimiz; ben Gaziantep’e böyle bir gazilik madalyası
verilmesi vesilesiyle, hükûmet temsilcisi olarak
burada bulunmaktan gerçekten gurur duyduğumu evvela ifade etmek istiyorum. ALİ OKSAL
(Mersin) – İstiklal Madalyası efendim. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Gerçekten bu
konuda özellikle bayrağımızı yere düşürmemek için, ezan seslerinin susmaması
için, bu topraklara düşman çizmesinin basmaması için canlarını veren bu
kahramanlara Allah’tan rahmet diliyorum, onları gerçekten hayırla, rahmetle
anıyorum. Gazilerimizi de… Tabii, sadece bir gazimiz kaldı bildiğim kadarıyla
İstiklal Harbi’nden, ona da hayırlı, uzun ömür diliyorum. Şimdi, tabii,
burada bazı sualler müşterek. Aydın’la alakalı… Tabii, Aydın’ın, gerçekten
millî mücadelede oradaki efelerin ne derece önemli rol üstlendiğini hepimiz
biliyoruz, takdir ediyoruz. Elbette bu konuda Hükûmetimiz
-sadece yetkili olarak ben değilim ama- Aydın’la alakalı da bazı hususlar
düşünebilir. Ancak, burada
özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Gaziantep’e madalya verilmesi gazi
olmasından dolayı. Dikkat ederseniz Şanlıurfa, Kahramanmaraş vilayetlerimiz de
var. Ama gazi olmasından dolayı bir madalya verilmesi gerekiyor. Sebebi bundan
dolayıdır. Yoksa bütün şehirlerimiz, gerçekten, Aydın’dan İzmir’e, Adana’ya
kadar, Afyonkarahisar’a kadar bütün şehirlerimiz,
tabii ki Şanlıurfa’dan Kahramanmaraş’a, Mardin’e kadar ve tabii ki Gaziantep’e
kadar seksen vilayetimiz -daha sonra seksen birinci vilayet olarak Hatay da bu
büyük mücadeleye katıldı- dolayısıyla hepsi kahramanca mücadele vermişlerdir.
Hepsini, tabii hayırla yâd ediyoruz, gerçekten şükranla yâd ediyoruz. Tabii, bu arada
Sayın Korkmaz “Ne gibi merasimler yapılabilir?” dedi. Tabii, bunların,
özellikle yeni nesillere mutlaka tanıtılması gerektiği kanaatindeyim. Yani,
nesiller zaman geçtikçe unutuyor. Ben şahsen dedemden, ninemden bu İstiklal
Harbi’yle ilgili çok şey dinledim ama bu insanlar vefat ettikçe, dünyadan ayağı
çekildikçe, artık, nesiller arasında bağ kopuyor. Dolayısıyla,
mutlaka tanıtımların bundan sonra çok iyi bir şekilde yapılması lazım. Bu
konuda, ben, Kültür ve Turizm Bakanımıza gerekli desteği vermesi konusunda
ricada bulunacağım. Ayrıca “Bazı
anıtlar dikilebilir mi?” şeklinde bir görüş belirtildi. Tabii, bu da aynı
çerçevede Kültür ve Turizm Bakanımızı ilgilendiriyor, onu da ben kendilerine
arz edeceğim. Sayın Bakan Durmuş’un, özetle, Gaziantep’teki kalp damar hastanesiyle
ilgili durumu Sayın Sağlık Bakanıma aktarmamı benden rica etti. Bu konuyu,
Sayın Durmuş, özellikle Bakana ileteceğim. Tabii, özellikle
bir de şunu belirtmek istiyorum. Gerçekten, benim Gaziantep DSİ Genel
Müdürlüğüm sırasında da en az 7-8 defa gittiğim ve çok büyük destek verdiğim
bir vilayet. Misal olarak, orada yıllardır sürüncemede kalan Kayacık Barajı
biliyorsunuz açıldı. Şu anda Kayacık sulaması çok hızlı bir şekilde ilerliyor. Ayrıca, yıllarca
gerçekten bir problem olan Alleben Göleti vardı, onu da bitirdik. Ayrıca, buna
ilaveten, biliyorsunuz, geçtiğimiz yıl kuraklıkta Gaziantep’in su sıkıntısı
çekmemesi açısından, Kahramanmaraş ile Gaziantep arasındaki yer altı suyu
kaynaklarını yıldırım harekâtıyla Gaziantep’e akıttık, çok sayıda dere
ıslahları vesaire yaptık. Onları da burada özetle belirtmek istiyorum ve bu
duygularla, bütün Gazianteplileri ve Millî Mücadele’de gerçekten canlarını
veren bütün kahramanları rahmetle anıyorum. Hepinizi hürmetle
selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakanım. Gaziantep’in
İstiklal Madalyası, böylece şehitlerimizin ve gazilerimizin rahmetle anılmasına
da vesile oldu. Evet, maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 1’inci maddeyi
okutuyorum: GAZİANTEP’E İSTİKLAL MADALYASI VERİLMESİ HAKKINDA KANUN
TEKLİFİ MADDE 1- Kurtuluş
Savaşı esnasında verdiği destansı mücadele ile büyük kahramanlık gösteren
Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmiştir. BAŞKAN – Madde
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın
Yaşar Ağyüz. Buyurun Sayın Ağyüz. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; 9
milletvekili arkadaşımızla birlikte 10 kişi olarak verdiğimiz Gaziantep’imize
İstiklal Madalyası Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu
Raporu üzerine görüşlerimi belirtmek amacıyla, Cumhuriyet Halk Partisi adına
söz almış bulunuyorum. Şahsım ve grubum adına sizleri saygıyla selamlıyorum. Sözlerimin
başında, bu haftanın başında Almanya’da oturdukları mekânda yanarak ölen,
çıkarılan yangının normal veya sabotaj olmadığı bu saate kadar belli olmayan
yangında hayatlarını kaybeden, yakılarak öldürüldüğü ihtimali büyük olan
değerli hemşerilerime Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Hemşerilerime de içtenlikle geçmiş olsun diyor, başsağlığı diliyorum. Bu tür
yakarak, yakılarak öldürmelerin gerek ülkemizde gerek dünyada son bulması için
elimizden gelen çabayı ülke olarak göstermemiz gerektiğine inanıyorum. Ayrıca
da Alman yetkililerin bu yangın olayını hiçbir şüpheye meydan bırakmadan tüm
sonuçlarıyla kısa sürede meydana çıkarmasını, açıklamasını ve Hükûmetimizin de bugüne kadar gösterdiği tutarlı tavrı
artırarak sonuna kadar devam etmesini diliyorum. Değerli
arkadaşlarım, Gaziantep beş bin altı yüz yıllık tarihî geçmişi olan bir kent. Bu kent çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan, tarihî
kimliği, turistik kimliği, ticaret, sanayi ve esnaf ağırlıklı kimliğiyle öne
çıkan bir kent ve Gaziantep, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün emperyalizme,
işgalcilere karşı verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın
sayfaları arasında çok anlı şanlı, diğer mücadele eden kentlerimiz gibi, bir
sayfa, bir destan sayfası işgal etmektedir. Bu “gazilik”
unvanımızın üzerine, bugün İstiklal Madalyası’yla ödüllendirilmemiz bizim için
onurdur, gururdur. Bu duygularla Gaziantepli hemşehrilerim
adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımıza, İçişleri Komisyonunun değerli
üyelerine, milletvekili arkadaşlarıma ve emeği geçen, katkıda bulunan değerli
zevata huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, önce İngiliz, sonra Fransız işgali altında bir mücadele veren
Gaziantep halkının verdiği mücadele, gerçekten açlıkla, yoklukla verilen 6.317
şehitle sonuçlanan bir çete harbidir, bir semt savaşıdır değerli arkadaşlarım.
Onun için bölgesinde önder gösterilmiştir, onun için Gaziantep savunması
tarihimizin sayfaları arasında övünülerek yer almıştır. On ay boyunca devam
eden bu savunmada milis güçlerimiz 2.500 kişiyi geçmemiş ama Fransızların,
İngilizlerin düzenli ordusuyla, bugün, tüm dünyada kıyamet koparan Ermeni
milislerin iş birliğine karşı 2.500 milis, kadınlarımız, kızlarımız incir
çekirdeğini savunma yapılan yerlere, siperlere taşıyarak on ay boyunca mücadele
etmişlerdir. Bu savaş
sonucunda 8 Şubat 1921 tarihinde Ulu Önder Atatürk, bugün, verdiği mücadeleyle
bu Meclisi kuran, cumhuriyeti bize armağan eden Ulu Önder Atatürk ve silah
arkadaşları Gaziantep’e “gazilik” unvanı verilmesini kararlaştırmışlardır.
Bugün de İstiklal Madalyası’yla ödüllendirilmesini, ben yarın kutlanacak olan 8
Şubat gazilik gününün 87’nci yıl dönümüne rastlaması nedeniyle de ayrıca çok
önemsiyorum değerli arkadaşlarım. Bu gururu hep birlikte taşıdığımız için de,
milletvekilleriniz olarak, tekrar sizlere şükranlarımızı sunuyorum. Değerli
arkadaşlarım, Gaziantep, sanayi, ticaret ve esnaf ağırlıklı bir kenttir.
1920’li yıllarda verdiği kurtuluş savaşının üzerine sonradan verdiği ekonomik kalkınmayla
da, kendi göbeğini kendi kesmek zorunda kalan, durumunda kalan bir kenttir
değerli arkadaşlarım. İstihdam amaçlı kamu yatırımlarının çok az olduğu bir
kenttir. Özellikle cumhuriyetten bugüne kadar, bir Tekel içki fabrikası var
idi, bir çimento fabrikası var idi ve bazılarımızın bugün “Tüm Türkiye raylarla
donatıldı.” diye alay edilen etkin İpek Yolu üzerinde demir yolu ağı vardı
değerli arkadaşlarım. Bugün ne oldu? Tekel içki fabrikası özelleştirildi, o
alan üzerinde imar tadilatı yapılıyor ve büyük ölçüde elden çıkıyor. Çimento
fabrikası özelleşti ve bugün, özelleştirme furyası içerisinde Gaziantep de
nasibini aldı değerli arkadaşlarım. Tabii, kendi göbeğini kendi kesen bir kent
olma özelliğini yıllardır savunan ve beceren bu kentte, ne kadar yalvarsak ne
kadar ağlasak ne kadar derdimizi anlatsak da hiçbir Hükûmet,
sadece bu Hükûmet değil hiçbir Hükûmet
Gaziantep’e dönüp de “Ne diyorsunuz?” diye bakmadı. En son darbeyi de… Etrafı
teşvik uygulaması kentlerle sarılınca da, iki yıldır da maalesef, bu ihmal, bu
kanayan yara kangren olmaya başladı değerli arkadaşlarım. Tabii
güneydoğunun cazibe merkezi olan kentimiz çok büyük göç alıyor, içeriden ve
dışarıdan çok büyük göç alıyor. İşsizlik, kapanan fabrikaların büyük ölçüde
artması, tekstilin içinde bulunduğu kriz Gaziantep’i büyük ölçüde sarsıyor
değerli arkadaşlarım. Hem kendi özelindeki sorunlar hem tüm ülkemizde yaşanan
ekonomik sorunlardan etkilenmemesi mümkün olmayan kentimiz, bu İstiklal
Madalyası’yla ödüllendirilirken, Hükûmetimizden de
bazı beklentileri var. Biliyorsunuz, kentimiz GAP’ın cazibe merkezi. GAP’tan
yeterli payı alıyor mu diye baktığımız zaman da maalesef alamıyor değerli
arkadaşlarım. Sulama
projelerimiz çok büyük ölçüde kaynak yetersizliğinden, Nizip’te, Barak
Ovası’nda, Oğuzeli’nde, Karkamış’ta, İslahiye’de,
Araban’da büyük ölçüde bekleme içerisinde. Sayın Bakanımızın Gaziantep’i GAP
amacıyla ziyaretinde verilen taahhütler de maalesef, büyük ölçüde umut verici
değil. Bu projelerin yaşama geçmesi lazım. Çünkü köyden kente göçü veya
dışarıdan göçü önlemek istiyorsak insanları doğduğu mekânda doyurmak
zorundayız. Köyde yaşayan insanlarımız ne kadar geçim sıkıntısından kurtulursa,
şehirdeki esnafımızla ekonomik iş birliği buna göre etkin olur değerli
arkadaşlarım. Tabii, bu
özelleştirme furyasından payını alan kentimizin, içinde bulunduğu ekonomik
sıkıntıları sadece buraya özgü saymak da mümkün değil. Ulu Önder Atatürk’ün bir
sözü var: “Unutulmasın ki, ekonomik bağımsızlığını kaybedenler siyasal
bağımsızlıklarını da kaybederler.” Onun için, bugün, bu Meclisi bize armağan
eden; bugün, çağdaş, laik, demokratik cumhuriyeti bize armağan eden Ulu Önder
Atatürk’ün aydınlanma yolundan ayrılmamak zorundayız değerli arkadaşlarım. Ülkemizin
bağımsızlığını düşünen, ulusal onurumuzu düşünen ve her insanımızın yaşadığı
yerde mutlu olmasını, gelecek kaygısı içerisinde yaşamamasını dilemek ve
uygulamak bizlerin tabi görevi ise biz bunu gerçekleştirmek için elimizden
gelen çabayı göstermek zorundayız. Gaziantep’i ve diğer ezilen yerleri, teşvik
mağduriyeti olan il konumundan çıkarmak zorundayız. Tarihî ve kültürel kent
kimliği olan Gaziantep’e turizm önceliği vermek zorundayız. Bugüne kadar ödenek
yokluğundan dolayı bekleyen yatırımları canlı hâlde tutmak zorundayız değerli
arkadaşlarım. Ayrıca, civarda
devam eden kazılarımız var, höyük kazılarımız var. Bugün, Yesemek
Açık Hava Heykel Müzesi, Nizip ilçe sınırları içinde bulunan Zeugma
değerlendirilmesi gereken ve turizme açılması gereken konumda olan yerlerdir
değerli arkadaşlarım. İşte, bu ek kaynakları yaratmadığımız müddetçe, Gaziantep
1,5 milyon nüfusuyla SOS vermeye devam edecek, esnaf büyük ölçüde ezilecek,
köylü köyünden şehre göç edecek ama iş bulamayacak, fabrika kapılarında eli boş
umutsuz olarak geriye dönmeye devam edecek. Elbette ki bu İstiklal
Madalyası’yla ödüllendirildiğimiz gün, bizim ülkemizde yaşanan ekonomik
sıkıntılarla birlikte her bölgede rahatlığı istiyorsak Gaziantep’in de ekonomik
kalkınmışlıkla, ekonomik tedbirlerle taçlandırılmasını istiyoruz değerli
arkadaşlarım. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ağyüz, konuşmanızı tamamlayınız. YAŞAR AĞYÜZ
(Devamla) – Gaziantepli hemşehrilerimizin bizden
bekledikleri bu değerli arkadaşlarım. Bunların tüm
ülkemizde gerçekleşmesini umut ederken, Gaziantep’e İktidarımızın el uzatmasını
ve ekonomik olarak yandaş çıkmasını diliyorum değerli arkadaşlarım. Bakın Ulu
Önder Atatürk Gaziantep için ne demiş? “Ben Gazianteplileri gözlerinden nasıl
öpmem ki onlar yalnız Gaziantep’i değil Türkiye’yi de kurtardılar.” Şimdi, Gaziantep,
var olan AKP İktidarından kurtarıcı olmasını bekliyor; İktidarın, elinden
tutmasını bekliyor, Ulu Önder Atatürk gibi Gazianteplinin gözlerinden öpmesini
bekliyor değerli arkadaşlarım. Bu duygularla, 8
Şubat gazilik günümüzün Gaziantepli hemşehrilerime ve
Türkiye’ye hayırlı olmasını diliyorum. İstiklal Madalyası’na içtenlikle destek
olan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Diliyor ve umuyorum ki, ülkemiz ve mazlum
ülkeler bir daha kurtuluş savaşı vermek zorunda kalmasınlar. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Ağyüz. Madde üzerinde,
Gaziantep Milletvekili Sayın Mehmet Erdoğan. Buyurun Sayın
Erdoğan. MEHMET ERDOĞAN
(Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gaziantep’e İstiklal
Madalyası verilmesi maksadıyla hazırlanan kanun teklifiyle ilgili, şahsım
adına, 1’inci madde üzerinde söz almış bulunuyorum. O zamanki adıyla Ayıntap, gaziliğini hak etmek için kan, can, servet ve
verebileceği her şeyi veriyor, yetmiyor. Açlık ve âcizlik
içinde kıvranan şehir ve halkı mecburiyetten teslim olurken emperyalist
Fransızlara ve dünyaya da bir ilk olarak ders vermekten de geri kalmıyor,
teslim bayrağının yanında şanlı Türk Bayrağı’mızı da
beraberce göndere çekiyor. Bayrak şehidi,
efsane komutan Yüzbaşı Şahin Bey, Elmalı Köprü’sünde 28 Mart 1920’de şehit
olduğu gün, aynı tepenin eteğinde çok acı bir trajedi daha yaşandı. Buranın Açlığa yenildi
Gaziantepli, ama ay yıldızlı bayrak inmedi, ezan dinmedi. Bu vaka, katliamı
yapanların tarihinde, kanlı ve kirli sayfalarında yer alırken bizim tarihimizde
altın harflerle yerini aldı. Onlar, yandaşları olan Ermenilere sözde anıt
dikerken, katlettiği masum insanların kanına bulaşmış ellerini nasıl
temizleyecekler? “Atatürk, bir
Gazianteplinin gözlerinden öperken ben Anteplilerin gözlerinden nasıl öpmem ki
onlar yalnız Gaziantep’i değil Türkiye’yi de kurtardılar. Millî mücadelede
mutlak muvaffak olacağımız inancını, bütün Türklere Antep müdafaasını takip
ettiği seyir ilham etmiştir.” Mareşal Fevzi Çakmak. Bununla birlikte
Mustafa İsmet İnönü, 25 Aralık 1968’de şöyle diyordu: “Gaziantep’in Kurtuluş
Savaşı’nda yaptığı muharebeleri ve çektiği ıstırapları Genelkurmay Başkanı
olarak günü gününe yaşadım. Benim Garp Cephesi Komutanlığım Gaziantep
mücahitlerini izledikten sonra başlar ve bütün harbin sonuna kadar Gaziantep’in
fedakârlığı ufkumda bir kuvvet olmuştur. Milleti için hiçbir fedakârlığı
esirgemeyen genç ve yaşlı millet evlatlarının bütün memlekete, ümitsiz günlerde
nasıl cesaret verdiklerini yakından görmüşümdür.” Evet, değerli
arkadaşlar, Gaziantep halkı silahlı ordusuyla değil, masum halkıyla, evdeki
nenesiyle, dedesiyle, yaşlısıyla, kadınıyla, kızıyla bunlarla Fransızlara
direnmişlerdir. Buradaki mücadele, bir savaş mücadelesi değildir, masum halkın
üzerine obüs toplarıyla saldırıların bir sembolü olmuş kentin mücadelesi. Bu kent neyi
başarmıştır? Bu kent, Fransızlara şu kadar zayiat verdirmeyi belki
başaramamıştır, ama teslim olmama erdemliğini göstermiştir. On bir ay direnerek
Anadolu’ya bir meşale, bir kıvılcım olmuştur Gaziantepli. İşte, bunun için
İstiklal Madalyası’nı istiyor Gaziantepli. Değerli
arkadaşlar, Atatürk’ün de dediği gibi “Türkiye’nin her köşesinde düşmanla
mücadele olmuş, bütün şehirlerimiz, köylerimiz, vatanımız için, dünümüz için,
bayrağımız için dövüşmüşlerdir.” Anadolu,
Anadolu’nun tamamı aynı kahramanlığı göstermişlerdir, çünkü kan aynı kandır.
Ancak Antep, 20 bin düşmana karşı 2.920 kişilik çetesiyle kendisini savunurken
büyük acılar çekmiştir. Atatürk’e “Türküm
diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü, Gazianteplileri kahramanlık
misali olarak alabilirler” dedirten Antep Harbi nedir? Şahin Bey’i, Şehit
Kâmil’i, Karayılan’ı ve çoluk-çocuk, kadın, ihtiyar masum halkı katleden
Fransız Şark Orduları Komutanı General Gobo, büyük
topları, 300 makineli tüfeği, 6 uçağı ve 4 tankıyla, 20 bin kişilik Fransız tümeni
ve 1.500 kişilik Ermeni gönüllüsüyle geldi Antep’in üstüne. Aylarca bombaladı,
yaktı, yıktı, çembere aldı. Hiçbir yerden yardım gelmedi. Antepli ustalar
barutu da, fişeği de yaptılar. Aç kaldılar, acı çekirdek ekmeği, ot yediler. On
ay sekiz gün düşmanı Antep’e sokmadılar. 6.310 şehit verdiler, ama
dedelerimizin yattığı toprağı çiğnetmediler, bayrağımızı yere düşürmediler.
Türkiye Büyük Millet Meclisi de, Antep’e gazilik unvanını verdi. Antep’i almaya
gelen, alamadan Suriye’ye dönen General Gobo, Fransa’yı
temsilen Londra Konferansına katıldı. İngiliz delegelerinin “Yunanlılara daha
çok destek verelim de Türklerin işini çabuk bitirsinler” sözü üstüne kürsüye
çıktı: “Beyler, siz hayal görüyorsunuz! Biz, koca Fransa devleti, bir Antep
sancağı ile başa çıkamadık. Anadolu’da daha bin Antep var.” Vatan için
canlarını veren şehitlerimizi, gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyoruz. Gaziantep,
gazilik unvanını 8 Şubatta almıştı. Gazilik unvanının tamamlayıcısı olan, Ali
Oksal kardeşimin deyimiyle “mütemmim cüzü” yine, Bekir Aksoy’un deyimiyle
“mütemmim cüzü” olan, sembolü olan, Gaziantep’in ve Gazianteplilerin yıllardır
beklediği ve fazlasıyla da hak ettiği gazilik madalyası için, hiçbir parti
ayırımı yapmadan, Antepliye yakışan birlik ve beraberlikle Gaziantep Milletvekili
olarak verdiğimiz kanun teklifine desteklerinizi bekliyoruz. Yine, diğer
arkadaşlarımın da söylediği gibi, Antep’e sembol olmuş bir dörtlüğü kısaca
söyleyerek geçireceğim: “Ben Antepliyem, şahinem ağam/ Mavzer omzuma yük./ Ben yumruklarımla dövüşeceğim./
Yumruklarım memleket kadar büyük.” Bu madalyaya
emeği geçen İçişleri Komisyonu Başkanımız ve tüm üyelerine, oy birliğiyle
destek veren tüm üyelerine, tüm parti temsilcilerime ve Cumhurbaşkanımızdan
Başbakanımıza emeği geçen tüm parlamenter heyetine teşekkür ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Bulut,
sizin söz talebiniz vardı ama doğrusu ben onu sehven atladım. Konuşacaksınız
değil mi efendim? AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Evet… BAŞKAN – O zaman,
grup adına sözler geçti ama şahsınız adına söz vereyim konuşun, ben o arada ek
süre varsa onu vereyim. Çünkü atladık, şahıslara geçtik ama konuşmanızı devam
ettireyim. Ben size o konuda müsamahakâr olayım, hata benden kaynaklandı. Buyurun. AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) – Sayın Başkanım, Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmek üzere
getirilen kanun tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Gaziantep’in
gazilik unvanını alışının yıl dönümünü kutluyor, siz değerli heyeti ve bizleri
ekranları başında izleyen yüce milletimizi şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Tarihi insanlık tarihiyle başlayan, tarih yapmaktan tarih yazmaya
vakit bulamayan, gittiği her yere medeniyeti, adaleti götüren, tarihin
kaydettiği Britanya, Bizans, Roma imparatorluklarından sonra en uzun süre
dünyada hâkim olmuş imparatorluğu kurmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun sahipleri
olan yüce Türk milleti, adaletli yönetimiyle, hoşgörülü anlayışıyla, insanları
Yunus’ça sarışıyla, Mevlânâ’ca hoşgörüsüyle altı yüzü
aşkın yıl, tarihin kaydettiği en uzun süreli imparatorluğun sahibi olmuştur. Kendi tebaasına
hoşgörülü davranışıyla, dünyadaki mağdur, mazlum milletlere yardım edişiyle,
tarihte ender görülen, takdir toplayan bir millet. Fransızlara, para
kazansınlar, geçimlerini temin etsinler diye, Osmanlı bayrağını takmaları
kaydıyla, Osmanlının hükümran olduğu bütün bölgelerde ticaret yapmalarına,
dolaşmalarına izin verecek kadar hoşgörülü bir millet. Ancak, tarihte
görüyoruz ki, Türk milletinin bu hoşgörüsünü, bu yardımseverliğini hep kötüye
kullanan bu milletler, Osmanlının, para kazanmak için dolaştığı topraklarını
bir gün ele geçireyim, nasıl ele geçirelim, nasıl bu toprakları işgal edelim
hesaplarını hep gütmüşler. Osmanlının
ülkeleri içerisinde kurdukları okullarla, kurdukları vakıflarla, oralarda
kendileri lehinde faaliyet gösterecek ajan faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Saint Joseph, Saint Benoit, Robert, Galatasaray, Gaziantep’te kurdukları
Amerikan hastanesi, Urfa’da kurdukları İtalyan hastanesi… Böyle yardımsever
görüntüler arkasında, oralarda, insanlarımızın kimliksiz, kişiliksiz -“Vatanım rûy-i zemin, milletim nev’i
beşer.” yani “Vatanım bütün dünya, milletim de bütün insanlık.” dercesine-
kendi kimliğini, kendi kişiliğini unutturmak, Türklüğünden vazgeçirtmek, bu
toprakların bedelinin ne olduğunu unutturmak adına yürüttükleri kültür
emperyalizmi, misyonerlik faaliyetleriyle Osmanlının yıkılışını hazırlamışlar. O topraklarımıza
bizim rızamızla gelerek, bizim ekmeğimizi yiyen, kursağında lokmamız olan
Fransız’ıyla, İngiliz’iyle, Yunan’ıyla, diğer ülkeleriyle birleşerek Anadolu’ya
saldırmış, kendi ülkesine, kendi ülkesinin insanlarına hizmet, yatırım yapmakta
zorluk çektiği hâlde Balkanlara, oralara çok büyük yatırımlar yapan Osmanlı,
Anadolu’ya çekilmek zorunda kalmış. Ayvalık’ta
172’nci Tugay Komutanı Ali Çetinkaya’ya İstanbul Hükûmeti “Silahlarınızı teslim edin.” emrini verir. “Bir
elime ayı, diğer elime güneşi verseniz, ben silahımı teslim etmem, vatanıma
düşman ayağı bastırmam.” diyerek düşmana ilk kurşunu Ayvalık’tan sıkarlar.
Ayvalık’ın Kerem köyünde ilk toplanır Kuvayımilliye,
askerle birleşir, dağlara çıkarlar. Anadolu’ya saldıran, giren düşmana Ege’den
başlattıkları bu mücadele dalga dalga yayılır. “Sen şarkın
kınına girmeyen bir kılıcısın/Vurula vurula tavlanır, vurula vurula kırılırsın/Yine her parçandan bir kıvılcım, yine her
parçandan ilahi bir ışık çıkar Ey Türk…” (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun.
AHMET DURAN BULUT
(Devamla) - …diye şairin belirttiği Türk milleti, bu haksızca ve hayasızca saldırıya Antep’te, Urfa’da, İzmir’de,
Çanakkale’de, Balıkesir’de, Aydın’da, Anadolu’nun her yerinde, Sakarya’da,
Büyük Önder, Büyük Kahraman Mustafa Kemal’in önderliğinde karşı koyar. O Büyük
Önderi, silah arkadaşlarını, Antepli Şahin’i, Karayılan’ı, Ali Çetinkaya’yı, adsız o kahramanları bugün minnetle,
rahmetle, şükranla anıyorum. Gaziantep, Büyük Atatürk’ün dediği gibi, işte Türkiye’nin
kurtuluşunun yolunu açan o yüreği orada çarptırtmış, Antepli Şahin’in o
yumruklarından aldığı güçle dünyanın en donanımlı ordularına karşı koymuş ve bu
toprağın sahibinin kim olduğunu, bu toprağın bedelinin ne olduğunu, o
topraklarda bağımsızlığımızın, istiklalimizin sembolü olan ay yıldızlı bayrağın
inmesine kimsenin gücünün yetmeyeceğini, geçmişte Türk, gelecekte de Antep’in
Türk kalacağını yedi düvele, dünyaya haykıran Gaziantepli, haklı olarak gazilik
unvanını aldığı gibi bugün de bu tasarıyla o gazilik sancağını inşallah
İstiklal Madalyası’yla taçlandırarak bir örnek olmuş olacak. Ancak haksızlık yapmamamız gerekiyor, Çanakkale’yi geçilmez yapan,
orada 280 bin memleket evladının düşman askerleriyle koyun koyuna yattığı, ama
dünyanın en güçlü donanmalarını o Boğaz’a gömen Çanakkale’nin bu madalyada
hakkı yok mu? Düşmana ilk kurşunu sıkan, Kuvayımilliyeyi
başlatan Balıkesir’in bu madalyada hakkı yok mu? İzmir’in, Aydın’ın, Afyon’un,
Sakarya’nın… Değerli sayın
milletvekilleri, gelin, kurtuluş bayramlarını kutlayan… Kurtuluş demeyelim,
neden kurtulduk, bu vatan bizimdi zaten. Geldiler saldırdılar, biz onları
kovduk ve bu zafer bayramlarını da kutlayan her ilimize birer gazilik ödülü
verilmesini diliyorum. Gaziantepliye buradan minnetlerimizi, şükranlarımızı
sunuyoruz; kendilerine hayırlı, uğurlu olsun. O madalyayı görerek, o sancağı
selamlayarak yetişecek çocukların Karayılan’ı da unutmamasını, Şahin’i de
unutmamasını, bu vatanın kurtuluşu için alın terini, kanını, canını veren bu
insanların bu vatanda yaşama hakkının, ortak değerlerde buluşmanın ve “Ne mutlu
Türküm diyene!” ifadesinde yer almanın haklı gururunu taşımaları dileğiyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bulut. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Birleşime on beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 17.42 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 17.59 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60’ıncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 102 sıra sayılı
Kanun Teklifi’nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. 2’nci maddeyi
okutuyorum: MADDE 2- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Madde
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, yüce Meclisin çok değerli
milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum. Öncelikle, tüm
Antep’i, tüm Anteplileri yürekten kutluyorum. Tabii, bir ülkeyi
ülke yapan insanlarıdır. “İstiklal” diyoruz. İstiklalin temel
amacı istiklal ve bağımsızlık. Tabii, burada en önemli unsur insan unsuru. Ben,
insan unsuru, Antep sanayicisi ve Antep’in yaratıcılığına o pencereden
bakacağım arkadaşlar. Değerli
arkadaşlar, Antep insanı, yıllar yılı, taa
cumhuriyetimizin ilk gününden beri ülkenin bağımsız bütünlüğüne ve Kurtuluş
Savaşı’ndan itibaren dimdik duran ve ülkeye sahip çıkan bir ilimizdir Antep ve
Antepliler. Tabii buradaki en önemli unsur “insan unsuru” dedim. Tabii Antepli,
değerli arkadaşlar, Antepli yaratıcıdır, Antepli üreticidir, Antepli marka
yaratır, Antepli sabah beşte kalkar, çalışır, didinir, adam çalıştırır, her
taraftan göç alır, o insanlara ekmek verir, akşam da gider çoluk çocuğuyla en
iyi şekilde yer bunu. Bu, Antep’in özelliğidir arkadaşlar; yemesini de bilir,
çalışmasını da bilir, çalıştırmasını da bilir ve marka yaratır hep didinerek. Ben, kısaca,
size, 80’li yıllardan itibaren Antep ekonomisindeki gelişmeleri sunup ve bugüne
geleceğim arkadaşlar. Değerli
arkadaşlar, Antep bunu hak etmiştir. Ayrıca, ben, tüm Gaziantep
milletvekillerime teşekkür ediyorum, tüm Meclise baklava ikram ettiler ve tüm
Gaziantep halkının da yaşamları hep tatlı olsun, hep huzurlu olsun. Ben,
Meclisteki diğer arkadaşlar adına Gaziantep milletvekillerime teşekkür
ediyorum. Değerli
arkadaşlar, tabii Antep ekonomisi Türkiye’de bir modeldir, Denizli ve Antep.
Yani, 80’li yıllardan itibaren Türkiye’de iki ilimizin ekonomisi en ön plana
çıkmıştır. CAHİT BAĞCI
(Çorum) – Konya da var. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) - İlk, ilk, arkadaşlar. Herkesin hakkını… Ben kimsenin
hakkını yemem. Bu işin Türkiye’deki -yani illerin büyümesinde, illerin
sanayileşmesinde- ilk modeli Denizli ve Antep’tir. Diğer illere örnek
olmuşlardır, diğer illere önder olmuşlardır. Tabii hep devleti
dolandırmamışlardır, altını çiziyorum. O günün Türkiyesi’nde
teşviki -önemli ölçüde teşvik sistemi vardı arkadaşlar, size bir anımı
anlatacağım- devletten aldığı her teşviki, kendilerinden daha fazlasını katarak
üretime gömmüşlerdir Antepli sanayiciler ve ta boyunlarına kadar, ülke için,
üretmek için risk almışlardır. Asla devlete hiçbir zarar vermemişlerdir Antepli
sanayici. Devletin bir kuruş parasını çarçur etmemiştir. Her aldıkları teşviki
yerine koymuşlardır. Saygı duyulacak insanlar. Antep sanayicisi bu konuda önder
olmuştur, lider olmuştur arkadaşlar. Bir anımı
anlatacağım: Eskiden orta vadeli krediler vardı. Yani, Merkez Bankası verirdi
ve düşük faizliydi. Allah rahmet eylesin, çok ünlü bir sanayici -Gaziantepli-
bana geldi, elinde teşvik belgesi var. Tabii diyor ki: “Devlet söz verdi bana.”
Bir de bankalar aracı olurdu, Merkez Bankasından alır -riski bankalar alır-
krediyi firmaya verirdi. “Bana devlet söz verdi.” diyor. “Devlet söz verdiyse,
devlet görevini yerine getirsin.” diyor. “Ben hakkımı istiyorum.” diyor ve biz
onunla gittik Merkez Bankasına “Arkadaş, bana teşvik belgesi vermişsiniz. Bu benim
hakkım…” dedi. Tabii, eskiden sıraya koyuyorlardı, bir yıl falan alamıyorlardı
Merkez Bankası kaynağından. “Sıraya koyduk işte…” “Hayır, arkadaş, devlet söz
verirse yerine getirecek…” Aynen şunu söyledi Merkez Bankası yetkilileri:
“Allah aşkına, bu Gaziantepli hemşehrimizin şu
parasını verin de gitsin üretimini yapsın.” Yani, sahip çıktı meselesine. Antep
sanayicisi, arkadaşlar, böyledir. Değerli
arkadaşlar, tabii, ben, Gaziantep sanayicisinin şu anda -tabii, demin
arkadaşlarım söyledi, motive edilmek, motive etmek, motive olan insan daha
fazla üretir- içinde olduğu koşulları hiç şey yapmayalım, gerçekleri konuşalım.
Arkadaşlar, hepiniz biliyorsunuz bu Teşvik Yasası ülke ekonomisine hiçbir şey
vermeyen bir teşvik yasasıdır. Bunu hepiniz biliyorsunuz. Burada defalarca
konuştuk. Hepiniz, bu Teşvik Yasası’nın yasak savma bir teşvik yasası olduğunu
biliyorsunuz. Ama, gelin, yeni Şehit Kâmiller, yeni
Karayılanlar, Antep’te yeni kahramanlar, yeni sanayici kahramanlar yaratmak
için, gelin, bu insanların kolunu kesmeyin. Kolunu kestiniz! Arkadaşlar,
etrafı, hepsi teşvikli il, Maraş, Adıyaman, Şanlıurfa, Osmaniye… Değerli
arkadaşlarım, Araban’dan çıkınca, Besni’yle Araban arasında Değerli
arkadaşlarım, madalya almak Antep sanayicisinin ve Antep’in hakikaten hakkıdır,
hepimizin gururudur. Ama bugün Antep’in içinde olduğu ve o koşan Antep’in,
üreten Antep’in, üreten Antep sanayicisinin, bu ülkede örnek olan, Türkiye’de
örnek olan, yıllar önce örnek olan insanların azmini, heyecanını yeniden vermek
zorundayız arkadaşlar. Ben bir kez daha bunu hepinizin bilgisine sunuyorum. Ben
olayın bu tarafına bakıyorum. Anadolu
aslanları… Anadolu aslanlarının ilk çıkış yeri, bu ülkede üreten, bu ülkede,
özellikle KOBİ’lerin ve marka üreten KOBİ’lerin ilk çıkış yeri Gaziantep’tir,
Gaziantepli sanayicilerdir. Bu insanlara yardım etmek bir görevimizdir.
Yıllarca o kapı açılmadı ve burada tüm bakanlıklara büyük iş düşüyor. Çünkü, hepimizin bir açılış kapısı… Benim ilimin de faydası
olacak. Eğer Gaziantepli sanayici daha çok üretir, daha çok
satarsa etrafına daha çok fayda verecektir. Bu Teşvik Yasası,
özellikle Gaziantep sanayisi açısından, son derece insanların şalterini
indirdiği bir teşvik yasasıdır. Hepimiz gerçekleri konuşalım. Onun için
Gaziantepli sanayiciyi birer Şehit Kâmil, birer Karayılan yapmak hepimizin
görevidir. Ancak bununla Gaziantep hep bağımsız olur, hep o İstiklal
Madalyası’nı başında taşır, ne kadar çok üretirse, ne kadar çok ekmek verirse…
Sonuna kadar, Gaziantep, yıllarca Türkiye’deki tüm insanları kucaklayan,
herkesi misafir eden Gaziantep etrafındaki tüm illeri misafir etmiştir.
Gaziantep en büyük misafirperverlik örneği göstermiştir. Gaziantep’e giden,
etrafındaki illerden bir tane giden insana hep kucağını açmıştır Gaziantep.
Hepimizde emeği vardır, herkeste emeği vardır arkadaşlar. Onun için,
Gaziantepli sanayicinin gelin önünü açalım ve Gaziantep büyürse… Biz kimseyi
kıskanmayız. Hangi Bakanım? Faruk Bakanım burada. Bak bir de madalyadan,
bağımsızlıktan… Faruk Bakanım, Gaziantepsporun
sigorta borcu var ve tüm takımlarımızın. Ama bugün eğer burada bir madalya
veriliyorsa tüm spor kulüplerimizde bugün sizin madalya vermek zorunluluğunuz
var. Madalya, üretilerek verilir. Madalya verirken sözde madalya verilmez.
Örneğin, Gaziantepspor -bugün konumuz Gaziantep- ve
tüm spor kulüplerimizin sigorta borçları var; hepimizin, herkesin. Olmayan var
mı arkadaşlar? Bir kere, hoş geldiniz buraya, iyi ki geldiniz. Söz veriyor
musunuz Faruk Bakanım? ÇALIŞMA VE SOSYAL
GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Tabii. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederiz. Ben, tüm
Gaziantep’e, tüm Gazianteplilere bugüne kadar Türkiye’nin, Gaziantep’in
kurtuluşunda emek veren tüm şehitlerimize ve rahmetli olan gazilerimize
Allah’tan rahmet diliyorum ve Gaziantep’in, Gaziantep ekonomisinin gelecekteki
günlere daha bağımsız, daha İstiklal Madalyası almış Gaziantep’in daha
haykıracağına inanıyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aslanoğlu. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Mehmet Şandır. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Tabii, yorgun bir
günün ve gecenin ertesinde bugün Meclisimizde çok önemli bir kanunu görüşüyoruz
ama bana göre yeterli duyarlılık, yeterli kalabalığımız, çoğunluğumuz maalesef
yok. Ben bu görüşmekte olduğumuz kanunun yürürlük maddesinde konuşmak
arzumun sebebini öncelikle ifade edeyim: Bizi kulislerde sohbet ederek dinleyen
arkadaşlarımızın da dikkatine sunuyorum ama öncelikle Sayın Hükûmetimizin,
sayın milletvekillerimizin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Mecliste grubu
bulunan partilerin yöneticilerinin, grup başkan vekillerinin, basınımızın,
hatta ilim dünyamızın, ilim adamlarımızın dikkatine bir teklifim olacak bu
güzel gün, bu güzel sebep dolayısıyla, bundan faydalanarak. Bu teklifi ifade etmeden önce gerekçesini arz etmeye çalışacağım. Değerli
milletvekilleri, sizler de biliyorsunuz, insan topluluklarını milletleştiren
süreçlerden en etkili olanı ya bir acının, bir travmanın,
yaşanan bir acının nesillere aktarılarak o acının paylaşılması etrafında bir
ortak kimlik oluşturarak millet olabilirsiniz ya da bir yaşanan kahramanlığı
yine paylaşarak, gelecek nesillere aktararak, onun etrafında birlik oluşturarak
millet olabilirsiniz. Türk milleti
derken, tespitinde aciz kaldığımız binlerce yıl -işte, sekiz bin yıl deniliyor,
on bin yıl deniliyor- ve dünyanın en büyük coğrafyasında yaşanan, yaşanırken
kahramanlıklarıyla, acılarıyla paylaşılan bir tarihin günümüze ulaştırdığı şu
süreçte Gaziantep’e İstiklal Madalyası’nın verilmesini konuşuyoruz. Türk milletinin
ateşle imtihan edildiği o yılları şöyle bir hatırlamanız gerekiyor. Ben
beklerdim ki, bugün burada, sayın Gaziantep
milletvekilleri, partilerimizin değerli konuşmacıları, Gaziantep ilimizin
yaşadığı o günlerin acısını, ıstırabını buraya taşıyabilsinler. Gönüllerimiz o
günleri yaşasın, hatırlasın ve içinde yaşadığımız Türkiye’nin değerini,
kıymetini yeniden bir hatırlayalım arzu ederdim ama burada başka şeyler
konuşuldu. Anlaşılıyor ki, yeterince hazırlık yapılamamıştı. Değerli milletvekilleri, Türk milletinin bin yıldır devam eden
-Anadolu’da, Ön Asya’daki, Avrupa’sıyla beraber- bu coğrafyadaki mücadelesi,
hayatı, işte 1910’lu yıllardan sonra başlayan o felaket yılların sonunda bu
toprakları da elimizden almaya kasteden, bin yıldır bu topraklara sefer
düzenleyen güçler, Batılı güçler tarafından Gaziantep’in yaşadığı,
Kahramanmaraş’ın, Adana’nın, Ege’nin, Erzurum’un bütün Anadolu’nun yaşadığı o
felakete karşı bu millet bir direnç ortaya koymuş, bir millî mücadele vermiş ve
bu millî mücadelenin sonunda -bugün içinde bulunmakla şeref, onur duyduğumuz
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurduğu o Millî Mücadele sonunda- Türkiye
Cumhuriyeti devletini kurmuş. Dolayısıyla, biz,
esir bir millet, esaret altında bir millet değil, onuruyla bin yıldır bağımsız
yaşamış bir milletin topraklarına saldırılmasına karşı bir Millî Mücadele
vermişiz. Teklifim şudur:
Artık hiçbir şehrimiz, hiçbir ilimiz kurtuluş günü kutlamasın. Biz, niye
kendimizi esarete layık görüyoruz da kurtulmayı anıyoruz, onu bayram diye
kutluyoruz? Biz, bir Millî
Mücadele verdik değerli milletvekilleri. Bizim atalarımız binlerce şehit
vererek, bu toprakları kanlarıyla vatanlaştırarak, bu toprakları işgal etmek,
elimizden almak isteyen müstevlilere, işgalcilere karşı Millî Mücadele verdik
ve zafer kazandık. Bizim devletimizin kuruluşunun başlangıcında 30 Ağustos
Zafer Bayramı yatar, “Kurtuluş Savaşı” tabiri yanlıştır. Bunu, tüm ilgililerin
dikkatine sunuyorum: “Millî Mücadele”dir onun adı. Gaziantep’te verilen,
Kahramanmaraş’ta verilen, Adana’da verilen mücadele bir millî mücadeledir. O millî mücadelenin üzerinde biz bugün
bağımsız devletimizi kurmuşuz ve bir mucize yaratmışız. Dolayısıyla, ilim
adamlarına, siyaset kurumlarına, Sayın Hükûmete,
medyaya buradan teklif ediyorum, hatta gruplarımıza teklif ediyorum: Gelin, bir
ortak kanun teklifi verelim. Kurtuluş günü kutlayan tüm şehirlerimizin bu
günlerini zafer günü olarak kutlamalarını kanunlaştıralım. (MHP sıralarından
alkışlar) “Kurtuluş” bize yakışmıyor. Biz kendi topraklarımızda esir miydik ki
kurtulmayı bayramlaştırıyoruz? Biz, bize saldıranları kazma sapıyla… Kar Boğazı
mücadelesini size hatırlatmak istiyorum. Mersin’de, Gözne’de
verilen mücadeleyi hatırlatmak istiyorum. İsim isim
belli. 38 kişi, Kar Boğazı’nda Fransızlara karşı mücadele verip Fransız
güçlerinin Pozantı’yı aşıp İç Anadolu’ya geçişini engelleyen kahramanın sayısı.
Şahin Bey’in verdiği mücadele, Kahramanmaraş’ta verilen mücadele ve ülkemizin
her şehrinde verilen mücadele, böyle bir millî mücadeledir. Dolayısıyla,
bakın, bugün, geç kalmış, bir anlamda geciktirilmiş bir hakkın teslimi için
kanun çıkartıyoruz, Gaziantep’imize İstiklal Madalya’sının verilmesinin
kanunlaşmasını sağlıyoruz. Aslında bu madalya tüm Millî Mücadele şehitleri
adına, o gün gazi olsa bile bugün rahmanı ahirete
intikal etmiş tüm gazilerimiz adına Gaziantep’e emanet ediliyor. Dolayısıyla,
bütün illerimizi kapsayacak şekilde, bütün bu Millî Mücadele’yi
sembolleştirecek şekilde bir kanun teklifiyle, biz, Millî Mücadele’mizi, Millî
Mücadele’de yaşananları gelecek nesillere aktarmak adına bir kanun teklifiyle
kurtuluş gününü zafer gününe dönüştürelim. Bunu çok
önemsiyorum. Gaziantep’e İstiklal Madalyası’nın verilmesini, bir hakkın
gecikmiş bir tecellisi olarak yerine getirilmesini çok önemsiyorum ama bu
vesileyle, bunu fırsat bilerek aslında yapmamız gerekenin tarihimize, o Millî
Mücadele’ye borcumuz olanın böyle bir hukuk olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple,
değerli milletvekilleri, Millî Mücadele’de hayatını kaybetmiş… Nüfusumuzun
yarısını kaybetmişiz. Yalnız şehirlerimiz değil, Balkanları terk eden, yollarda
telef olan insanlarımızı geri dönüp bir tarihi okumamız lazım. Bugünler kolay
kazanılmadı. Bugünlerin kıymetini bilebilmek için dünü unutmamak gerekiyor. Tüm
bu Millî Mücadele’nin kahramanlarına Türkiye Büyük Millet Meclisi adına,
Milliyetçi Hareket Partisi adına şükranlarımızı, saygılarımızı sunuyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Şandır, konuşmanızı tamamlayınız. MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Ayrıca bir acı hadiseyi de bu vesileyle ifade etmek istiyorum.
Gaziantep’imizin millî mücadelesini anıtlaştırırken bir acı haberle sarsıldık.
Almanya’da yaşanan elim hadise gerçekten yüreklerimizi burktu, 21’inci yüzyıla
yakışmayan, işte, Avrupa’nın aslında gerçek yüzünü de ortaya koyan… 9 tane
insanımız -ki bunun büyük kısmının Gaziantepli olduğunu biliyoruz- yanarak can
verdiklerini, öldüklerini biliyoruz. Milliyetçi
Hareket Partisi adına, başta Sayın Genel Başkanımız olmak üzere, tüm
şehitlerimize ve Almanya’da kundaklama sonucu yanarak öldüklerini öğrenmeye
başladığımız Gaziantepli vatandaşlarımıza yüce Allah’tan rahmetler diliyorum. Teklifimi dikkate
almanızı ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şandır. Şahsı adına
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Fatih Arıkan,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) FATİH ARIKAN
(Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi
saygı ve hürmetle selamlıyorum. Gaziantep’in bu
güzel madalyaya sahip olmasından da çok büyük mutluluk ve gurur duyuyorum.
Yalnız, İçişleri Komisyonu Raporu’ndaki bir yanlışlığın burada düzeltilmesi
hususunu sizlere arz etmek istiyorum. Şimdi, burada, tutanaklarda “…Kurtuluş
Savaşı’ndaki mücadelesini taltif amacıyla 8/2/1921
tarihli ve 93 numaralı Kararla Antep’e ‘Gazi’ unvanı verilmiştir. Gaziantep’e
ve Maraş’a İstiklal Madalyası verilmesinin uygun olacağına dair Başbakanlık
tezkeresi 22/4/1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda görüşülmüş ancak konu sonuçlandırılmamıştır.”
ifadesinden “Kahramanmaraş” isminin çıkarılmasını istiyorum. Çünkü
Kahramanmaraş’ın İstiklal Madalyası’nın tarihi… Burada bakın. Kendisini de
getirdim buraya, örneğini: “Kahramanmaraş’ın
metni bu kâğıdın arkasında yazılı 66 no.lu Kanun gereğince verilecek olan
İstiklal Madalyası vesikası. Millet Meclisinin
5/4/1341 -yani 1925- tarihinde vuku bulan İkinci Dönem
94’üncü Birleşim Birinci Oturumunda aşağıda kimliği yazılı Maraş şehrine bir
adet kırmızı şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir. İstiklal Madalyasını alan zatın kimliği: Maraş şehri. Resmî mühür 13/4/1341 -yani 1925.- Gazi Mustafa Kemal Atatürk, imza.” Evet, bunun
düzeltilmesini arz ediyorum. Gaziantep’e de madalyanın hayırlı olmasını diliyorum. Teşekkür ederim.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Arıkan. Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili ve Grup
Başkan Vekili Sayın Oktay Vural. Buyurun efendim. MHP GRUBU ADINA
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, teşekkür ediyorum. Aslında bundan
seksen dört yıl önce ecdadımızın yüce Mecliste yaptığı bir müzakereye atfen,
yine, biz, bugün, geçmişte yapılan bu müzakereyi zikrederek, Gaziantep’imize
İstiklal Madalyası verilmesine yönelik bir kanunu kabul edeceğiz. Ancak söz almamın
sebebi, aslında, o günün şartlarında bu Millî Mücadele’yi yürüten ecdadımızın,
Maraş ve Gaziantep’e İstiklal Madalyası verilmesiyle ilgili bir Başbakanlık
tezkeresi görüşülürken, millete hizmet yolunda, can verme yolunda ne kadar
büyük bir gayret içerisinde olduklarını ve hepsinin de bu şerefi istediklerini tarihen zapta tekrar geçirmek için huzurlarınızdayım. Evet, Başbakanlığın bir tezkeresiyle “Maraş ve Gaziantep’e
İstiklal Madalyası verilmesi gerekir.” diye ifade edilirken, aynı zamanda üç
tane önerge ile “Dönemin en büyük devletlerinden biriyle yalnız başına iki sene
harp ederek memleketlerini kurtaran Adana ilinin manevi şahsiyetinin bir
İstiklal Madalyasıyla taltifini saygılarımızla arz ederiz.” diyen Adana Mebusu
Zamir, Adana Mebusu Kemal Beyleri elbette yâd etmemiz gerekiyor. Yine “Millî
mücadelenin ilk gününden itibaren bütün evlat ve mevcudiyetiyle iştirak ederek
sonucunda harap olmuş olan Aydın ilinin manevi şahsiyetinin bir İstiklal
Madalyasıyla taltifini saygılarımızla arz ederiz.” diyen Aydın Milletvekili
Mithat Bey ve İzmir Milletvekili Osman Zade’yi rahmetle anmamız gerekiyor. Yine “Millî
mücadeleye bütün varlığıyla iştirak ederek, aylarca Fransız kuvvetleriyle boğaz
boğaza harp ederek, mukaddes gayesine zaferle varan Urfa ilinin manevi şahsiyetinin
bir İstiklal Madalyasıyla taltifini saygılarımızla arz ederiz.” diyen Urfa
Milletvekili Refet Beyi rahmetle anmamız gerekiyor. Bakın, Urfa
Milletvekili zaferden bahsediyor. Bugün, biraz önce Grup Başkan Vekilimiz
“Kurtuluş günü olmasın, zafer olsun.” dedi. Milletimiz tarihe bunu zafer olarak
yazmıştır. Bizim de zafer olarak anmamız gerekmektedir. İşin özü odur. Bununla
yetinmiyor değerli arkadaşlarım, İzmir mebusu kalkıyor, Ankara mebusu kalkıyor,
kendileri de ifade ediyorlar, çok önemli görüşmeler yapılıyor, ama oradaki
heyecan şu: Oradaki heyecan, millî mücadeleyi herkesin nasıl beraber, birlikte
yürüttüğünü, nasıl bir imanla yürüttüğünü ortaya koyan ifadeler. Onların bu
konudaki görüş ve ifadeleri zinhar ve zinhar Antep’e ya da şuraya buraya İstiklal
Madalyası verilmesin değildir. Biz sanki tarihin yanlış yaptığını iddia ederek
meseleye bakmamız gerekmiyor. Doğru yaptılar. Şunu söylüyorlar: “Bütün
köylerimin, bütün illerimin hepsi İstiklal Madalyası istemiştir. O zaman, biz
Antep’e İstiklal Madalyası verilmesine ilişkin bir tezkereyi reddetmek yerine
ya da kabul etmek yerine, diğerlerini dışlamak yerine bunun yeterince müzakere
edildiğini ifade ederek sonuçlandırmayalım.” diyerek büyük bir erdem
göstermişlerdir. Hiçbirisi
reddetmemiştir, ama hepsi sahiplenmiştir. Onlara gerçekten Allah’tan rahmet
diliyorum, gerçekten her bir ilimiz, her bir köyümüz, canını feda eden hepsi,
İstiklal Madalyası gibi, bu Millî Mücadele’ye katkıda bulunmuştur. Ancak, bazı
illerimize elbette “kahraman”lık, bazılarımıza “gazi”, bazılarımıza da “şanlı”
ifadesiyle Türk milleti bu yöre ahalisine olan minnetini ve şükranını da ifade
etmiştir ve orada şunları ifade ediyorlar -oradaki tutanakların sırf bugün
girmesi için söz aldım- diyor ki, Refik Bey söylüyor: “Hepimizin göğsünü dünyaya…
kabartan Türk evladıdır ve zaferi ihraz eden de
Türkiye evladıdır. Türk vatanıdır. O hâlde bu şeref ve fazilet; tarihi
unutulmaz şerefle dolu olan Türk milletinindir ve bu şeref ve fazilet bu
vatanın evladına nasip olmuştur. Gaziantep’e verilmesi lazım gelen İstiklal
Madalyası; memleketin her köşesine, her yurduna, hatta üç evden ibaret olan en
ücra köşede yaşayan Türk köyüne de verilmesi icap eden bir nişanedir.” diyor.
Dolayısıyla, biz bugün Antep’e İstiklal Madalyası verilmesini kabul ederken, aslında
o mücadeleyi sürdüren her köye ve her ilimize de İstiklal Madalyası verme
konusundaki irademizi de teyit etmiş oluyoruz. Ama,
herkese de vermek, özellikle de yaygınlaştırmanın gerçekten sıkıntılı olduğu
bir ortamdayız. Halis Turgut Bey,
Sivas milletvekili diyor: “Efendim; Mücadelei Milliyenin başlangıcı esasen Türk için bir şereftir. Bu
şerefin başlangıcı, onu takip eden seyri ve cereyanı tarihçe meçhul değildir.
Gaziantep, Maraş, bilhassa bu hususta fiilî yararlılıklar göstermişlerdir.
Binaenaleyh şunu tercih ederek, diğerini kıskanarak yeni bir vaziyet ihdas
etmek memleket hesabına ve nefiy namına doğru değildir.” Yani, birbirimizi
ayırt etmeyelim, hepimiz beraber, birlikte olduk. Onun için ecdadımız o gün
bunu görüşmemiş. Reddetmek değil, Millî Mücadelenin çok yoğunlaştığı bir
ortamda, oradaki mebusların gerçekten, o konuda gösterdikleri kahramanlıklara
cevap verilmesi amacıyla ortaya koydukları bir iradedir. Bu bakımdan, onları
rahmetle anmak istiyorum. Millî Savunma
Bakanı Recep Bey bütün bunlar ifade edildikten sonra diyor ki: “Bendenizce
Türkiye vatanının hakikaten hiçbir köşesi, hiçbir cüzü yoktur ki nimeti
istiklale kavuşmak uğrunda lazım gelen fedakârlığı sarf etmesin. Türkiye
vatanının mümkün olsa her ferdine bir İstiklal Madalyası, birer timsali
istiklal ihda etmek kabil olsa bunu yapmak lazımdır.”
diye ifade ediyor. Gerçekten biz bu
vatanı hak ettik. İstiklal Madalyası’nı da her vatandaşımız hak etti. Gaziantep
şehrinin de, Gazianteplilerin de aldığı İstiklal Madalyası -ben inanıyorum ki-
Aydın’ın da, İzmir’in de, Ankara’nın da, Urfa’nın da şerefle yâd edeceği bir
İstiklal Madalyası olacaktır. O bakımdan, bu müzakereler
sırasında bu konuda, Türk milletinin Millî Mücadelesine sahip çıkma ve onurunu
taşıma noktasında bu görüşlerini dile getiren eski milletvekillerimizin hepsine
Allah’tan rahmet diliyorum ve Gaziantep’in şerefle bu İstiklal Madalyası’nı,
hepimiz, her yörenin milletvekili olarak, taşımasından da gurur duyacağımızı
ifade ederek, Milliyetçi Hareket Partisinin bu tasarıya, bu teklife olumlu oy
kullanacağını bildirerek hepinize sevgilerimi, saygılarımı arz ediyorum. Teşekkür ederim.
(MHP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Vural. Madde üzerinde
şahsı adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi
Kaynak. Buyurun Sayın
Kaynak. VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Konuşmayacağım. BAŞKAN –
Konuşmayacaksınız. Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Teklifin tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, bir kısım vatan topraklarına düşman ulaşmadığı için
o topraktaki insanlar belki kurtuluş mücadelesi verememişlerdir veya Sayın Şandır’ın dediği gibi zaferi kazanmamışlardır. Ama “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, bu satıh da bütün
bir vatandır.” denilen bir ortam içerisinde yurdun her tarafındaki zaferlerde,
Anadolu coğrafyasının bugün Misakımillî içinde bulunan veya bulunmayan bütün
insanlarının katkıları vardır ve o gazilerimizi, şehitlerimizi rahmetle anıyor,
Antep’in geç de olsa almış olduğu bu İstiklal Madalyası’nın da kendilerine ve
milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Birleşime beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.34 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.47 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Yaşar TÜZÜN
(Bilecik), BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60’ıncı Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum. 4’üncü sırada yer
alan Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana
Milletvekili Necdet Ünüvar’ın Sağlık Hizmetleri Temel
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 4.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl
ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72) BAŞKAN –
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 5’inci sırada yer
alan Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 5.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi
Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483) (S. Sayısı: 95) (x) BAŞKAN –
Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. Komisyon raporu
95 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Tacidar Seyhan, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Oktay Vural; şahısları adına Erzurum
Milletvekili Muzaffer Gülyurt, İstanbul Milletvekili
Mehmet Domaç, Adana Milletvekili Tacidar
Seyhan ve Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi’nin söz
talepleri vardır. İlk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Tacidar
Seyhan’a aittir. Sayın Seyhan,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
TACİDAR SEYHAN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, tabii Türkiye için çok önemli bir kanun ve geç kalmış bir kanun
aslında. Bir şekilde Türkiye’de araştırma ve geliştirme faaliyetleri
destekleniyor, hem bunu yapan özel sektör var yüzde 30 civarında, yüzde 70
civarında da kamuda yapılıyor, ama bu denge yurt dışında, Avrupa Birliği
ülkelerinde, OECD ülkelerinde bunun tam tersi, yüzde 70’i özel, yüzde 30’u kamu
yapıyor. (x)
95 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Şimdi, burada
Türkiye’nin en büyük sorunu şu: Eğer biz sanayimize rekabet gücü
kazandıracaksak yapabileceğimiz en iyi şey ar-ge
faaliyetlerinin desteklenmesini sağlamaktır. Birincisi bu. Burada amaç ne
olmalıdır? Buradaki amaç kesinlikle, değerli arkadaşlarım, sanayinin rekabet
gücünü artırmak olmalıdır. Bunu hedefleyeceksiniz ve nereye, ne kadar
araştırma-geliştirme harcayacağınızı bilmek zorundasınız. Yani bir hedefiniz
olmak zorunda. Bu kanun çok güzel, tüm aşamalarını destekliyorum ama ciddi eleştirilerim
de var. Zaten bizim teknoloji geliştirme merkezlerimizde bu faaliyeti yürüten
bir dolu şirketimiz var. TÜBİTAK bir başka koldan yürütüyor. Ancak bizim
eksiğimiz şu: Stratejik olarak sektörler belirleyip, ürünler belirleyip, bu
ürünler üzerinde ve sektörler üzerinde tercihlerimizi belirleyip bir ar-ge teşviki yapmaktır. Yani neye ne kadar destek
verebileceğini bilen bir Türkiye arıyoruz. Bakın, bu
tasarıdaki en büyük eksiklik şu: Tasarının belli bir hedefi yok arkadaşlar.
Şimdi, bir tasarıyı gündeme getirdiğiniz zaman dersiniz ki Türkiye’de ar-ge yapan personel sayısı 5 bin, ben bu sayıyı 15 bine
çıkaracağım ve şu alanlarda çıkaracağım dersiniz, bunu anlarım. Türkiye’deki
ar-ge’nin yatırım harcamaları nedir? Gayrisafi millî hasıla içerisinde 0,79. Öyle bir ar-ge
destek kanunu getirirsiniz ki dersiniz: Ben iki yıl içerisinde bu oranı yüzde
2’ye çıkaracağım, OECD ülkelerini yakalayacağım. Bunu da anlarım. Ama bu
kanunun böyle bir hedefi yok arkadaşlar. Bu kanunda
yapacağımız şey şu: Birkaç şey yapıyoruz. Bir: Ar-ge
merkezlerinin kurulması. Ar-ge merkezlerinde kimler
çalışıyor, hangi sayıda çalışıyor? En az 50 kişilik araştırma-geliştirme
kadrosu olan şirketlerimize sen ar-ge merkezi kur
diyoruz, ama 50 kişilik bir ar-ge personeli olmak
zorunda, yoksa ar-ge merkezi kuramayacak, yani 10
kişi, 20 kişiyle kuramayacak. Burası güzel. Kurdu ar-ge
merkezini. Ve elimizde ne kadar para var bu kanuna göre? 2007 yılı için
ayrılmış para miktarı 10 milyon YTL’dir. Bütün hepsi bu. Eski
tutar tanımlamasıyla 10 trilyon bu, arkadaşlar. Bunun da nasıl
paylaştırılacağı, müracaata göre mi verileceği henüz kanunda tanımlanmamış.
Bunun nasıl paylaştırılacağı da belli değil. Sayın ki bu 10 milyon YTL’nin
hepsi firmalara dağıtılmış olsun. Türkiye’nin 0,79 olan gayrisafi millî hasıla
içerisindeki ar-ge oranı ancak 0,20 düzeyinde yükselecektir. Daha
fazlası yok. Hedef bu kadar. Peki, vergi teşvikleri,
vergi indirimleri de var, bunlar ne olacak diye düşünürseniz, Hazinedeki
arkadaşlarımız hesap yaptı, asgari 20 milyon ile 30 milyon dolar arasında
Hazineye bu 500’ün üzerinde personel çalıştıranların vergi ve diğer yükleri
var. Yani, toplam rakam nedir? 30 milyon YTL, 30 trilyon. Değerli
arkadaşlar, 30 trilyonluk tutar yurt dışında sadece bir kamu sektöründe bir
projeye ayrılan paradır. Bu parayla siz Türkiye’yi Avrupa Birliği seviyesinde
bir ar-ge düzeyine ulaştıramazsınız. Mutlaka
iktidarın önümüzdeki yıllar içerisinde ar-ge’ye
ayrılacak payı yeniden düzenlemesi lazım, dört başı mamur bir ar-ge yasasını buraya getirmesi lazım. Aslına
bakarsanız bu bir ar-ge yasası değil, bu vergi teşvik
yasası statüsünde bir destek yasasıdır. Bakın, şimdi bir
yasa daha var. Bence o yasa daha güzeldi. 2001 yılında çıkarılmış Teknoloji
Merkezleri Yasası vardı. O Yasa’daki tanımlar, buradaki tanımlara göre daha
dikkatli yapılmış ve hedefi belli bir Yasa. Nereye vereceği, ne kadar vereceği
belirli ve teknoloji merkezleri, teknoparklar bu Yasa çerçevesinde bir yere
geldi. Bundan sonra yapacağımız bizim çalışmalar bunu daha ileriye götürecek
bir çalışma olmalıydı. Ama bu götürür mü? Bence götürmez. Bu yasa bana şunu
hatırlatıyor: Bu ülkenin ar-ge’ye ihtiyacı var, biz
de bir ucundan başlayalım. Arkadaşlar, yarım
ar-ge olmaz, yarım teşvik olmaz. Ne yapacağını
belirleyemediğiniz belli bir hedefini koyamadığınız, belli bir
yöne sevk edemediğiniz ar-ge yasasına ar-ge diyemezsiniz. Burada çıksın arkadaşlarım bana söylesin
ki: Sektörel olarak biz ar-ge
yasasında Türkiye’yi şuraya sevk ediyoruz, hedefimiz şu. Yok
böyle bir şey. Herhangi bir sektör de hedeflenmemiş. Kaldı ki değerli
arkadaşlarım, buradaki ikinci tanımlama eksikliği şurada: Daha önceleri,
biliyorsunuz, bir teşvik yasası çıkmıştı. Teşvik yasasını kırk dokuz ile
verdik. Şimdi diğer illerimize teşvik verelim mi vermeyelim mi diye
tartışıyoruz. Aslında sektörel teşvik, yani cluster’lar üzerine tanımlanmış, özel, nihai hedefi belli
olan, belli bölgelerde nihai hacmi, sınırları belirlenmiş bir teşvik ar-ge demektir. Dünyanın her yerinde böyle tanımlanır.
Stratejik bir alan belirlersiniz, o stratejik alan içerisinde özel bir sektör
belirlersiniz, orada yatırım harcamalarından üretim harcamalarına kadar her
türlü teşviki koyarsınız, bu da bir ar-ge’ye hizmet
eder. Ama, şimdi size soruyorum: Elinizde 10 milyon
YTL var, harcayacaksınız. Sektörel teşviki belli mi bu
ülkenin? Yani öncelikli sektörlerini belirlemiş bir ülke miyiz biz? Hayır. Peki, şimdi
çalışmalar yapılıyor, Sanayi Bakanlığımızda yapılıyor bu çalışma; bir sanayi envanteri çıkarılıyor, bir sektör haritası çıkaracaklar
arkasından. Bu sektör haritası çıktığında, o sektörlere buradaki ar-ge’yi nasıl monte edeceksiniz, aynı koşullarla mı? Aynı
koşullarla monte ederseniz, oranın öncelikli teşvik sistemi içerisinde yer
almış olmasında haksızlık etmiş olursunuz. Dolayısıyla, buradaki sayı
aranmadan, buradaki teşviklerin tamamından, ar-ge
teşvikinin tamamından öncelikli sektörlerinizi yararlandırmanız lazım. Dünyanın
her yerinde böyledir, bölgesel teşvik unsurları kazandırılan yerde de böyledir.
Sektörel teşvikin mikro düzeyde, ilçe düzeyinde
yapılan yerlerde de mutlaka ar-ge yatırım
harcamalarından o sektörler yararlandırılır, çünkü o hükûmet
rotasını oraya çizmiştir. Ben, şimdi, bu
kanuna benzeyen bir kanun var mı diye dünyadaki bütün ar-ge
kanunlarını incelemesem de en az on ülkeyi inceledim ama bire bir örtüştüren
bir kanun bulamadım. Değerli
arkadaşlar, yapmamız gereken şu: Kamu olarak da hedefiniz olacak. Burada
arkadaşlarıma sordum: Özel sektörün payını artıralım mı? Rekabet gücünü
artıracaksak özel sektörü liberal ekonomide desteklemeli miyiz? Evet, buna
katılıyorum, ama bunu yaparken bir şeyi daha düşüneceksiniz. Her ülke için
stratejik alanlar vardır, olmazsa olmaz, kamu orada olmalı, kamu o yükü
çekmeli. Bu, tamamı için söylemiyorum, yüzde 80’ini liberal ekonomiye bırakın,
özel sektör orada gitsin. Ama siz bu tasarıyla olmasa da başka bir tasarıyla
kamu-özel sektör-üniversite iş birliği yaratarak üçünün yerini bir ar-ge kanununda birleştirmek zorundasınız. Bunu yapmadığınız
sürece bilimden uzaklaşırsınız, liyakatten uzaklaşırsınız, verimlilikten uzaklaşırsınız,
yönetişimden uzaklaşırsınız. Kamu iradesini
stratejik sektörlerde güçlendirmezseniz o sektörlerde sadece özel sektör eliyle
ulusal sermayenizi güçlendiremezsiniz. Örneğin, şöyle bir örnekleme yapalım:
Türkiye'nin en verimli alanlarından biri nedir? Bor üretimi. Boru kim üretiyor?
Etibor üretiyor. Araştırmayı neresi yapıyor? Etibor Enstitüsü yapıyor. Geçen dönemde, değerli komisyon
üyesi arkadaşlarımızla birlikte bu Enstitünün kurulması için ciddi bir çalışma
yaptık. Bu Enstitü ne durumda biliyor musunuz arkadaşlar? Orada da ar-ge faaliyetleri yapılıyor. En az otuz proje için bu Enstitü
ödenek bulamamış, TÜBİTAK’a başvurmuş, proje için ar-ge
desteği istiyor. Peki şimdi eğer borik asit üretim
tesisi kurarsa bir özel sektör, siz borik asit tesisi içerisinde ar-ge yapmak isteyen özel sektöre 50 kişi çalıştırdığında
teşvik vereceksiniz, ama Etibor İşletmeleri
içerisinde ayrılmış ar-ge bölümünde kamu desteği
olmayacak. Böyle bir şey olabilir mi? Burada entegreyi
kamu, stratejik alanlarda kamu-özel sektör iş birliğine dönüştürmeniz lazım.
Ulusal sermaye böyle gelişiyor. Bakın, yine bu
kanunda yabancı şirketlerin de Türkiye’de 50 kişilik ar-ge
personeli istihdam etmek koşuluyla araştırma-geliştirme merkezlerini açmasına
bu kanun elveriyor, imkân veriyor. Şimdi, şöyle düşünün arkadaşlar ve 500
kişilik ar-ge personeli çalıştıran, yurt içinde
yönetişim merkezi olan bütün merkezleri de vergi hakkından yararlandırıyor. Peki, dünyadaki
şirketlere şöyle bir göz atın. Artık birçok büyük şirketin yönetimine baktığınızda
ve sermayesine baktığınızda kamunun millî sermayesinin o şirketlerin içerisinde
hâkim olduğunu görüyorsunuz. Yani, Türkiye’ye gelen bir yabancı firma, millî
sermayesine kamu hâkimse gelecek Türkiye’de araştırma, geliştirme yapacak,
eğitim merkezini kuracak, o merkeze Türk kaynaklarından finans aktaracak, 500
kişiyi geçince teşvikini alacak ama siz kamuyu planlamayıp bu işten mahrum
edeceksiniz. Böyle şey olmaz. Kamunun yerini doğru belirlemelisiniz. Bunu
yaparsak ne olur biliyor musunuz? Bunu yaparsak, her alan için söylüyorum,
bütün sektörel yatırım alanları için de söylüyorum,
kendinizi korumadığınız stratejik yatırım alanlarında monopole
bu ülkeyi teslim edersiniz. Bir başka ülkenin millî şirketlerinin Türkiye’de
hâkim piyasa yaratmasına izin verirsiniz. Bu, serbest piyasayı, rekabet
sisteminizi bozar. Bu ülkede yatırım yapmış diğer yabancı şirketler de bundan zarar görür.
Buna çok dikkat edin, bütün kanunlarda, rica ediyorum, sanayide, teşvik
kanunlarında dikkat edin, çünkü dünyada bizim gibi ülkelerde monopol
çok yaygın. Oraya sermayesine hâkim kamu şirketleri, büyük şirketler girdi mi o
ülkenin sanayisi, gelişmesi duruyor. Onlar piyasaya hâkim oluyor. İstediğiniz
kadar ar-ge yaparsanız yapın onların ulaştığı noktaya
ulaşmanız çok zor. Peki, çok üstünde
durduğum işte “Ar-ge’nin rengi belli olmalı.”
diyorum. Peki, bunu niye söylüyorum arkadaşlar, ne hedefliyorum? Şunu hedefliyorum: diyelim ki bizim ülkemizde bir sektör var, bizim
için de hiç önemli değil, hiç önemli bir sektör değil, ülke açısından hiçbir
esprisi yok bu sektörün, katma değer yaratmıyor, yüksek teknoloji üretmiyor
-hedefiniz yoksa- 50 kişilik bir laboratuvar kurdu mu
onu da destekliyorum, 500 kişi çalıştırdı mı ar-ge’de,
onu da destekliyorum. Ama ülke olarak bana katma değer sağlamıyor,
istihdam da sağlamıyor. E peki, böyle bir
hakkı olmamalı mı? Elbette olsun. Ama kamu olarak benim görevim neyi teşvik
edeceğini bilecek bir ar-ge yasası hazırlamaktır.
Yani bize diyebilmelisiniz ki: “Türkiye’de ar-ge var,
ar-ge şu şu alanlarda
sanayimizi destekliyor, teknolojik olarak yapıyı geliştiriyor ve ülkenin on yıl
sonra hedefi şu olacak.” Yok böyle bir şey. Sonra çok önemli
bir şey daha var. Milletvekili arkadaşlarımdan da rica ediyorum, gruplardan da,
genel başkanlardan da. Arkadaşlar, bir ülkede bir sektörü geliştirmek, bir
ürünü geliştirmek siyasi bir tercihtir. Eğer siz siyasetçi olarak genel
davranışınızda, sosyal hayatınızda, iletişiminizde bir duruş gösterirseniz bir
alanda, onu söylem hâline getirirseniz, o teşvikin arkasında durursanız, onun
kültürel ve tanıtımında öncülük yaparsanız o sektör o ülkede ilerler. Bir
başbakanın elinde, koltuğunun altında, kendi ülkesinde üretilmiş bir laptop olduğunu düşünün. Bunun faydasını anlayabiliyor
musunuz? Ya da başka bir ürün düşünün tanıtıldığını. Tamam, anlaşılıyor.
Dünyanın birçok yerinde ar-ge önce askerî istihbarat
amacıyla başlamış, daha sonra kamu, diğer alanlarda yaygınlaştırılmış. Her şey
önce askerî ihtiyaçtan çıkıyor. Ama artık hepimizin görevi insanı daha iyi
yaşatmak ve o insanın yaşamını kolaylaştırmak. Ama bizim ülkemiz için bir başka
şey daha var ar-ge’de öncelik kılacağımız: 1) Yatırım
alanları açmak, o yatırım alanlarını zenginleştirmek, o kuruluşları
güçlendirmek, uluslararası rekabet gücünü artırmak. 2) İstihdam. 3) Bütçe için katma
değer. Bunların üçünü
nasıl birleştireceksiniz? Eğer teşvikte olduğu gibi nereye gideceği, nereye
yönlendireceği belli olmayan bir ar-ge yasasıyla
toplumun önüne çıkarsanız, aynı teşvikteki şey başımıza gelir. Üç tane büyük
şirket bu alana yatırım yapar, dördüncü şirketi göremezsiniz, KOBİ’leri mahrum
edersiniz. Arkadaşlarımızdan
çoğu diyor ki: “KOBİ’ler eksik.” Tasarıda KOBİ tanımlanmış mı? Elbette, bir
KOBİ hedefi var bu tasarıda, ne olduğu çok anlaşılmayan bir şey var. Sadece ar-ge merkezleriyle desteklenmiyor tasarı, diyor ki: “Bana bir
ar-ge projesi getir. O ar-ge
projesine de ben belli bir ödenek ayırayım. Sen o ar-ge
projesini de geliştir.” Tasarı bunu diyor, evet. Bunun dışında, KOBİ’ler için
“rekabet öncesi iş birliği” diye bir ayrı bölüm tanımlanmış. Buradaki amaç şu:
“Eğer üç beş firma aynı ürün üzerinde çalışma yapmak istiyorsa, ortaklaşa
çalışma yapmak istiyorsa bunun fizibilitesini yapsın, bunun genel maliyetini de
ortaya koysun -bu tasarıdaki anlatım bu- onunla bize gelsin. Biz o projeye de
destek verelim. Böylece, KOBİ’leri de ar-ge içerisine
almış oluruz.” Değerli
arkadaşlar, bu işlemez. Yani, Türkiye’de beş tane küçük KOBİ’yi bir araya
getirip bir tek üründe birleştirecek bir anlayışı yerleştirmek belki bizim uzun
yıllarımızı alır. Bu kültürü yerleştirmek için birlikte çalışma alışkanlığını,
birlikte başarma alışkanlığını, yani imeceyi önce yaygınlaştırmamız lazım.
Türkiye’de bu tutmaz. Buna ayrılan parayla da bu kadar KOBİ’nin yararlanması
mümkün değil, ama biz bir yandan bu 50 rakamının da düşürülmesini tehlikeli
buluyoruz. İkincisi, değerli
arkadaşlar, zamanım az kaldı, bir de hukuki yanını toparlamak istiyorum:
Arkadaşlar, bu paranın nasıl paylaştırılacağı belli değil, kimin tarafından
paylaştırılacağı belli değil. TÜBİTAK görevlendirilmiş ama,
önceliğinin nereye göre belirleneceği de belli değil. Yani, bu kanunun uygulama
esasları yok, bu kanunun denetim esasları da yok. Neye göre denetleyeceksiniz?
“Biz yönetmeliğe bıraktık.” Arkadaşlar, bunun ikisi asli düzenleme yetkisidir.
Asli düzenleme yetkisi, Anayasa’ya göre yürütmeye devredilemez. Bu nedenle, bu
kanun orada Anayasa’ya aykırılık teşkil eder, onun burada belirlenmesi
lazımdır. İkincisi şu: Ben
size parayı verdim -ortak bir veri tabanı öngörmüyor bu kanun- çalışma
yaptınız. İki yıl sonra, bu çalışmadan elde ettiğiniz ürün, prototip
ya da ar-ge, her neyse, bunun için fikir ve telif
haklarını almadınız, o çalışmayı durdurdunuz. Dediniz ki: “Benim ar-ge’m burada tıkandı.” Devlet de buna ödenek verdi. Ee, peki, bu elde edilen ürün ya da prototip nerede toplanıyor? Bunun sahibi kim? Şirket. Ben,
devlet olarak para harcayacağım, teşvik vereceğim, ama o prototipten
vatandaşım veya ülkem yararlanmayacak. Bir merkez
kurarsınız, yarım kalmış projeleri, onların veri tabanını o merkezde toplarsınız,
yeni araştırma görevlileri geldiğinde o prototiplerden
yararlanır arkadaşlar. Aynı iş bir daha yapılmaz. Bu ülke, genel
bir veri tabanını ar-ge’de oluşturup ortak kullanıma
ve bilgi edinmeye açmadıktan sonra, ar-ge’de başarılı
olmamız imkânsız. Zaten bir kaynak sorunumuz var. Buraya ayırdığımız kaynağın
kötü amaçla kullanılmaması için, sonuca ulaşmış ya da ulaşmamış bütün
projelerin mutlaka kamu denetiminde değerlendirilmesi lazım. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun.
TACİDAR SEYHAN
(Devamla) – Bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum Değerli Komisyon Başkanımıza. Şimdi, deniliyor
ki: “Bu eksiklikleri bir de tekno girişimciyle
kapatıyoruz.” Tekno girişimci neler yapabiliyor? Tekno girişim sermayesini kime veriyoruz? Yüksek lisans
yapana, bir yıl kalmış olana, yüksek lisans veya doktorasını yapıp bitirene ve
doktora tarihinin üzerinden en fazla beş yıl geçmiş olan kimselere tekno girişim sermayesi veriyoruz. Şimdi, kanun
çıktı. Neden beş yıl geriye gidiyorsunuz? Ee, kardeşim,
beş yıldır tekno girişim sermayesi alamamışsa, o
artık alamasın. Bu makul düşünce olabilir, bu işe de bir sınır koymak lazım, ama, peki, kanun daha yeni çıkıyor. Böyle bir imkân yoktu ki
mezunlarımızın elinde. Eğer, şimdi, bu girişim ruhunu taşıyan arkadaşlarımız
varsa ve çalışacaksa, kanuna iki yıllık bir süre koyun, hiç değilse o iki yıl
üzerinde üniversite bağlantısı… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) TACİDAR SEYHAN
(Devamla) – Hemen tamamlıyorum. Çok özür diliyorum, hemen bağlıyorum burayı,
çok önemli çünkü. Üniversite
bağlantısı kesileli eğer bugün altı yıl olmuşsa tekno
girişimci olamayacak. Niye arkadaşlar? Kanun yoktu ki. Eğer böyle bir çalışması
varsa, bu arkadaşımızı da yararlandıralım. Bu maddedeki başlangıç tarihine “iki
yıl sonra başlar” diyelim, o zaman yararlansın, ama,
ondan sonra bu beş yıl kuralı işlesin. Çok yetenekli arkadaşlarımız olabilir.
Kanunla mutlaka sınırlama getireceğiz diye onun özgürlüğünü, çalışma alanlarını
kısıtlamanın ülkeye bir faydası olmaz. Değerli arkadaşlarım,
bu kanunu destekliyoruz ve kısa bir şey öneriyorum: Bir önceki kanunla ve
üniversitelerle… BAŞKAN – Sayın
Seyhan… TACİDAR SEYHAN
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan. Çok özür dileyerek hemen bitiriyorum. BAŞKAN – Hayır,
prensiplerimi ihlal edersem, diğer arkadaşlara karşı aynı tutumu sergilemem
lazım. Lütfen… TACİDAR SEYHAN
(Devamla) – Çok teşekkür ederim. Peki, bitiriyorum. Bir önceki
teknoloji merkezleriyle ilgili Kanun’la, lütfen, rica ediyorum, Bakanlıktan da
rica ediyorum, bu kanunu birleştirin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne
yeni bir ar-ge kanunu getirin. O Kanun’un süresi
2013’te bitiyor. O teknoloji merkezleri askıda kalacak. Bu kanunun yürürlük
süresi devam edecek. Hem bunu ortadan kaldıralım hem de bunu sadece bazı
şirketler için vergi teşvik kanunu olmaktan çıkarıp, Türkiye’de hem KOBİ’lere
hem büyük sektörlere hem de amacına ulaşacak özel bölümleri, vizyonları
oluşturabilecek yeni alanlar oluşturalım. Bu duygu ve
düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyor, Sayın Başkana toleransı için çok çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Bir arkadaşımın
bir ricası oldu. Onun için, konuşma düzeninde bir değişiklik yapacağım.
Arkadaşlarım beni mazur görsünler. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.
Sayın Kaplan,
buyurun. Süreniz yirmi
dakikadır. DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ar-ge faaliyetleri denince, biliyorsunuz ki, hepimizi üzen,
ASELSAN’da ar-ge çalışmaları yapan 3 bilim insanının
intiharları, TÜBİTAK’taki ölüm vakaları, bu esrarengiz olaylar akla hemen
geliveriyor. Bunu niçin ifade ettim? Bu konuda zaten Meclis denetimine
başvurduk, soru önergeleri ve araştırma önergeleri var. Bu ar-ge faaliyetleri, sadece sanayi ve teknoloji alanında
yapılan bilim araştırmalarıyla sınırlı değil. Aynı zamanda ülke ekonomisi ve
güvenliğiyle de direkt bağlantılı. Böyle olunca, ar-ge yasa tasarısını Demokratik Toplum Partisi olarak
değerlendirirken üç farklı noktadan ele alacağız. Bir: Bu yasayla Hükûmet neyi hedefliyor? İki: Hükûmet
ve TÜBİTAK ilişkileri nedir? En önemlisi, üç: Hükûmet
ısrarla neden meslek ve emek örgütlerini ve işveren örgütlerini dinlemek
istemiyor, önerilerini dikkate almıyor? Bu üç noktada yoğunlaştıracağım. Değerli
milletvekilleri, bunlara başlamadan önce, konuşmalarımın daha iyi anlaşılır
olması için sermaye ve beyin sermayesi konusunda bir cümle söylemek istiyorum:
21’inci yüzyılda her şey sermayeyle olmuyor. Olsaydı, Bill Gates isminde bir
Amerikalı, Microsoft devini kurup, Türkiye de devlet olarak, kendi, TÜBİTAK’ın
geliştirdiği yazılım endüstrisi yerine onun endüstrisini kullanmazdı. Bu
noktaya getirdiğim zaman, Bill Gates’in, bilgisayar alanındaki bu dâhinin bir
kişi olarak faaliyete başladığını ifade etmek istiyorum. Yani illa 50 kişi, 500
kişi olarak bu araştırma ve geliştirmeleri yapmak gibi bir şart yok, bir kere
oradan başlayalım, birbirimizi daha iyi anlarız. Hükûmetin
de niyetini ve neden bu yasa tasarısının da Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap
vermeyeceğini, bunun suistimale ve partizanca
çalışmalara rahatlıkla alet olabilecek bir yanı olduğunu da açığa koymak
gerekiyor. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonunda kabul edilen Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi
Hakkında Kanun Tasarısı, ar-ge çalışması yapan
şirketlere, sektör ya da faaliyet kolu ayırımı gözetmeksizin, 2023 yılına kadar
bazı teşvik ve destekler getiriyor. Tasarıya göre, ar-ge
faaliyetlerini teşvik etmek amacıyla, Kurumlar ve Gelir Vergisi Kanunları
uyarınca daha önce mükelleflere tanınan ar-ge
harcamalarındaki yüzde 40’lık matrah indirimi yüzde 100’e çıkarılıyor, yani,
vergide bir bağışıklık. Yapılacak ar-ge
harcamalarının tamamı, yapıldığı yılda vergiden düşülüyor, ayrıca bu gider, amortisman yoluyla daha sonraki yıllarda da vergi
matrahından indirilebiliyor. Tasarıda,
kanundan faydalanmak isteyen şirketlerin en az 50 ar-ge
personeli çalıştırma zorunluluğu getirilmesine rağmen, söz konusu personelin
niteliği konusunda esnek hükümler öngörülüyor. Tasarıda ar-ge
personeli, araştırmacılar, teknisyenler olarak sıralanıyor. Araştırmacıların en
az lisans mezunu olması öngörülürken, teknisyenler için lise mezuniyeti yeterli
bulunuyor. Tasarıda sözü edilen destek personellerinde ise mezuniyet şartı da
aranmıyor. Teşviklerden yararlanacak olan destek personelinin sayısı toplam ar-ge personeli sayısının yüzde 10’unu geçemeyecek, tasarıda
böyle. Böyle olunca, diğer yandan 500’den fazla ar-ge
personeli çalıştırıyorsa -asıl noktaya gelelim- ar-ge
harcamalarının tamamının vergi matrahından düşülmesi yanında, bir yıl önceye
göre fazladan yaptıkları ar-ge harcamalarının
yarısının da vergi matrahından düşülmesine olanak sağlanıyor. Ar-ge personelinin ücretleri üzerinden hesaplanan gelir
vergisinin yüzde 80’i, doktoralı olanlarda ise yüzde 90’ı alınmayacak. Ar-ge personelinin ücretleri üzerinden hesaplanacak sigorta
pirimi işveren hissesinin yarısı beş yıl süreyle bütçeden karşılanacak,
vergilerimizden. Peki, soruyorum: Türkiye’de ar-ge
araştırması yapabilecek 500 kişiyi bir araya getirecek gücümüz var mı? Biz, bu
tasarıyla yabancı şirketlere kapıları sonuna kadar şimdiden açmıyor muyuz
yabancı tekellere, holdinglere? Bir kere bu 500 sınırlaması bu noktada dikkatle
ele alınmalı. Örgün öğretim
veren üniversitelerin son sınıf öğrencileri, yüksek lisans veya doktora
öğrencileriyle yüksek lisans veya doktora programlarına en az beş yıl önce
başvurmuş olanlara, teminat aranmaksızın, 100 bin YTL’ye kadar “tekno girişim sermayesi” adı altında destek verilecek, bu
tasarıya göre. Kamu idaresi
tarafından onaylanacak projeler için verilecek desteğin miktarı, farklı
kurumlar tarafından destek verilmesi durumunda da yıllık toplam 100 bin YTL’yi
geçemeyecek. Tasarıda,
kanundan faydalanarak teşvik ve destek alan şirketlerin sayıları, kriterleri yerine getirip getirmedikleri konusunda
tespitlerin en geç üç yıllık süreler itibarıyla yapılacağı belirtilirken,
denetimi kimin yapacağı ise belirtilmemiş, tasarının uygulanmasına ve
denetimine ilişkin usul ve esaslar, TÜBİTAK’ın görüşü alınarak -dikkat
çekiyorum, TÜBİTAK’ın görüşü alınarak- Maliye ve Sanayi ve Ticaret
Bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek. Yani, Meclisin, yasama
meclisinin görevi olan bir konuda, çok vahim, çok önemli bir denetim
mekanizmasını yönetmeliğe bırakmak, gerçekten akıl kârı değil. Yani, böylesine
akçeli ve Türkiye'nin iktisadi geleceğini belirleyecek böylesine önemli bir
konuyu yönetmeliğe bırakmak, “le passe
de passe”, bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler demekten
başka hiçbir şey değildir. Kısaca “ar-ge” diye anılan araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin de
iki boyutu vardır. Araştırma, daha çok, yeni bir buluş yapılması, yeni bir ürün
geliştirilmesi anlamına gelmektedir. Teknolojiyi önemli ölçüde ithal eden Türkiye
gibi ülkeler için yeni teknoloji araştırmalarının yanı sıra geliştirme
faaliyetleri de büyük ölçüde önemlidir. Bir ürünün Türkiye şartlarına
uyumlaştırılması veya bir başka proje için verimi artırılarak kullanılması,
geliştirme kapsamında değerlendirilmektedir. Araştırma faaliyetleri, genel
olarak tüm dünyada büyük bütçeli şirketler veya büyük kaynaklarla desteklenen
bilimsel kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Geliştirme kapsamındaki
faaliyetler ise KOBİ kapsamına girecek düşük bütçeli, az sayıda ar-ge personeli çalıştıran şirketler ve araştırma kuruluşları
tarafından gerçekleştirilmektedir. Taslakta yer alan 50 ar-ge
personeli çalıştırma zorunluluğu, KOBİ’lerin bu taslak ile getirilen
teşviklerden yararlanmasına engel olacaktır. Bunu, çok net olarak söylüyoruz.
Türkiye’de imalat sanayi alanında faaliyet gösteren KOBİ’lerin yüzde 98,1’inin
toplam personel sayısı 50’nin altında kalmaktadır. Buradan açıkça ifade
ediyorum. Hükûmet temsilcileri burada, keşke Sanayi
Bakanımız da şu an burada olsaydı ve bu KOBİ’lerin yüzde 98,1’inin 50 rakamı
altında mı, kaçının altında, kaçının üstünde olduğunu bize açıklayabilseler,
yüce Meclis de bilgilense. Bu hâliyle
taslaktan yararlanacak olan şirketlerin sayısı oldukça sınırlı kalacaktır.
500’den fazla ar-ge personeli istihdamının ise ancak
yabancı şirketler tarafından ve birlikte iş yapacak birkaç yerli dünya şirketi
tarafından sağlanma olasılığı bulunuyor. Peki, ülkemizin kaderini üç tane ar-ge tekeline ve holdingine bırakma lüksümüz var mıdır? Bunun
da cevabı aranmalı. Bu teşviklerden,
Avrupa pazarına yakın olması ve ucuz iş gücü nedeniyle Türkiye'de yatırım yapma
veya ar-ge merkezlerini Türkiye'ye taşıma olasılığı
bulunan birkaç yabancı şirket faydalanacaktır. Tasarı, yalnızca, sayıları bir
elin parmağını geçmeyecek yerli şirketi ve yabancı şirketleri teşvik
etmektedir. Fransızlar İsviçre’ye, Cenova’ya gidip şirketlerini
kuruyorlar, daha fazla vergi ödemesinler diye, yüzde 60 yerine yüzde 50.
Almanlar farklı bir yöntem uyguluyorlar. E, Türkiye'de iş gücü bol, ucuz,
kiralar ucuz, her şey ucuz. Bütün Avrupa’daki ar-ge
faaliyetlerini yürüten merkezler, gelip Türkiye'de merkezlerini artık
rahatlıkla kurabilirler. Evet, kurabilirler ama,
parayı da götürebilirler, cüzdanlarıyla, kasalarıyla. Onu da görmek gerek. Katma değeri en
yüksek alanlardan biri olarak öne çıkan yazılım alanında, yazılım endüstrisinde
ise 50 ar-ge personeli bulundurma zorunluluğu, yerli
firmaların neredeyse tamamı için mümkün değildir. Bunu, yakın
zamanda Bilkent Üniversitesinde katıldığımız, EMO (Elektrik Mühendisleri
Odası)’nun, Türkiye Mimar Mühendis Odalarının da
katıldığı bir konferansta, diğer parti temsilcilerinin de huzurunda, yazılım
endüstrisinde Türkiye’nin dördüncü sınıfta, en kötü sıralamada yer aldığı ifade
edilmiş ve Türkiye’nin, Avrupa ülkeleri içinde de, ne yazık ki, en geri
sıralarda olduğu dikkate alınmış ve bu nedenle de Hükûmet,
bu konudaki puanı artırmak için, bazı çalışmalar yapacağını ifade etmişti. Ar-ge faaliyetlerinin desteklenmesi, ithalatın azaltılması ve
cari açığın kapatılması için büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin ihtiyacı olan
teknoloji ve buna bağlı ürünlerin Türkiye’de üretilmesi ve geliştirilmesi
hayati önem taşımaktadır. Ar-ge’ye verilen teşviklerin denetlenmesi ve verimli
kullanılmasının sağlanması, diğer bir önemli nokta olarak ön plana çıkıyor.
Hâlen ar-ge teşviki alan şirketin, bu kaynakları
başka alanlarda kullandığı veya bu kaynaklarla yapılan faaliyetlerin ar-ge olmadığı görülüyor. Hâlen teşvik
kapsamında teknokentlerde yürütülen çalışmalarda istenilen
düzeye ise ulaşılamamıştır. Teknokentler,
üniversiteler tarafından, yalnızca kira geliri, şirketler tarafından da
vergisiz alanlar olarak görülmeye devam edilmektedir. Teknokentlerde
yapılan faaliyetlerin yeterince denetlenmemesi, teşvik sağlanan projelerdeki
verimi düşürmektedir. Teknokentler dışındaki ar-ge faaliyetlerine teşvik verilmesini öngören bu tasarıda
da, ne yazık ki, yapılan faaliyetin ar-ge olup
olmadığı konusunda bilimsel kriterlerle yapılacak
denetim konusu eksik bırakılmıştır. Yasa tasarısında,
“TÜBİTAK’ın görüşü alınarak, Maliye Bakanlığı…” deniliyor, o da “…yönetmelikle
belirlenecek.” deniliyor. Hangi kurumun, hangi bilimsel ölçütlerle çalışmaları
denetleyeceği belirsizdir. Bu cümleyi tekrar okuyorum: Hangi kurumun, hangi
bilimsel ölçütlerle çalışmaları denetleyeceği belirsizdir. Bu durum, tasarıyı,
özel sektöre kaynak aktarmaktan daha ileriye taşımamaktadır. Getirilen 50
personel sınırlandırması da, aktarılan kaynağın birkaç yerli büyük şirketin
yanında yabancı tekellere gitmesine neden olacaktır. Bu durumda, tabii
ki, TÜBİTAK’ın verilerine de biraz değinmekte yarar görüyorum, Hükûmet ve TÜBİTAK ilişkilerine de değinmekte… TÜBİTAK,
araştırma geliştirme alanlarına olan katkısıyla zaten dikkati çekiyor mevcut
durumda. TÜBİTAK, KOBİ ve büyük şirkete yönelik proje destek programları
yürütüyor. Uzun yıllardır, sanayi ar-ge proje
destekleme programına, 95 ile 2007 tarihleri arasında 4.799 proje başvurmuş,
bunlardan 2.766 adedini, yani yüzde 58’ini KOBİ’ler oluşturuyor. İşte, bu
tasarıyla, bu KOBİ’lerin hiç birisi 50’nin üstüne çıkmadığı için çalışma
yapamayacaktır. Ar-ge proje sayısı 3.525 olup, bunlardan 1.964 adedi -yüzde
56- KOBİ’lere ar-ge nitelikli proje harcamaları için
destek, yüzde 50-60’a varan oranlarda geri ödemesiz şekilde sağlanıyor. Böyle olunca, TÜBİTAK’ın önemini bir başka noktadan da algılamak
lazım. Uzay teknolojisinden savunma sanayisine,
Ulusal Akademik Ağ’dan UlakNet gözlemevine, deprem
bilimlerinden ulusal elektronik ve kriptolara, test
analiz laboratuvarlarından sanayiye, Avrupa Birliği
çerçeve programlarına, yazılım, bilişim, iletişimden stratejiye kadar çok geniş
bir alanda çalışan, fizik güvenliği, özel güvenliği olan TÜBİTAK, ülkemizin
siyasetler üstü olması, özerk ve bağımsız olması gereken en önemli kurumlardan
birisidir. İşte böylesine önemli kurumlar da hükûmetlerin
iştahını kabartıyor ve nitekim, 59’uncu AKP Hükûmeti, TÜBİTAK’a çok kısa sürede el atmaktan da geri
durmamıştır. Ne yapmıştır TÜBİTAK’ta? Saltanat yasası diyorum ben buna, bir
defaya mahsus olmak üzere Başbakana 6 bilim kurulu üyesini seçme hakkını
vermiştir. Bir yasayla bir defaya mahsus olmak üzere 6… Zaten yönetimin sayısı
13, bu şekilde TÜBİTAK’ı ele geçiriyorsunuz. TÜBİTAK ele
geçiriliyor, TÜBİTAK Başkan Vekili bunun için yargıya gidiyor. İdare mahkemesi
mali ve idari özerkliğe sahip olan TÜBİTAK’ın ülkemizin en saygın
kuruluşlarından olduğuna dikkat çekiyor ve böylesi bir kurumun siyasi denetim
altına alınması, kadrolaşmasının istenmesinin hukuka aykırı olduğunu
belirliyor. TÜBİTAK mahkemelik oluyor ve görevden alınan Başkan Vekili dava
açıyor, 7 bin YTL manevi tazminat alıyor. TÜBİTAK kangren olan bir durumda ve
Anayasa Mahkemesindeki 2005/81 esas derdest dava henüz kararını vermedi. Şimdi, böylesi
bir üniversite söz konusu ve üniversitelerin çoğu TÜBİTAK parası olmadan
araştırmalarını yürütemiyor. Bu durumu keskinleştirmek, üniversiteleri
yandaşlarıyla doldurmak, TÜBİTAK’a bağımlı kılmak için AK Parti Hükûmeti üniversitenin parasını keserek para kaynaklarını
TÜBİTAK’a aktarmış. Sonra araştırma parasını artırdıklarından bahsediyorlar.
Gerçek: Araştırma parasının belli politik görüşte olanların ellerine
verilmesinden başka da bir icraat yapılmadı. Durum böyle
olunca, bilimsel ve teknolojik gelişmeye fikrî zenginlik katma yerine, felsefe
derslerini müfredattan çıkarmak, ülkemizin farklı inançta yurttaşlarını yok
saymak, zorunlu din derslerini koymak, ezberci eğitim sistemini ayakta tutmak,
tarihi padişahların sayı ve anlaşmalarına indirgemek, çağ dışı YÖK anlayışına
21’nci yüzyılda kendi dinî, muhafazakar anlayışını
ekleyerek bilimsel özgürlüğe müdahale, aynı zamanda ar-ge
çalışmalarını yürüten bilimsel araştırmalara destek sağlayan öğrenci ve öğretim
üyelerini bu yöne sevk etmeye çalışan az sayıda ve önemli kuruluşun bilimsel
özerkliğine darbe vuruluyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun,
konuşmanızı tamamlayınız. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Ülkemiz, yüz yıllık macerası içinde, bilimsel gelişmeleri çok
yerlerden takip eden, teknoloji ithal eden, aktaran, kendi bilimsel ve
teknolojik yöntemini yaratamayan bir ülke hâline getiriliyor. Bilime,
çağdaşlığa, ilerleme ve aydınlık yarınlarımıza indirilecek bu darbe karşısında
sessiz ve tepkisiz kalınamaz. Yargıyı, sporu,
üniversiteleri, bilimi, basını, hukuku, demokrasiyi siyasallaştırmak, ülkede
demokrasiyi saltanata çevirme hırs ve ihtirası, güçler ayrılığıyla oynama,
özenme, parti ve grup çıkarlarını ülke çıkarlarının önüne koyma anlayışı son
derece tehlikelidir. Biz bunu niçin
ifade ettik? Çünkü, bu tasarı sonrası, ar-ge alanı, biraz ballı bir alan, Dünya Bankası, IMF, Avrupa
Yatırım Bankası, Avrupa Birliği projelerinden çokça para gelecek, vergiler
ödenmeyecek, gelişmelere açık, dinamik bir alan. Devlet Planlama Teşkilatından,
-e-Dönüşüm Türkiye Projesi kapsamında da görülse- Sanayi Bakanlığından,
KOSGEB’inden tutun, birçok alanda, bu konudaki çalışmalarla, bu KOBİ’lerimiz
destek görecek. BAŞKAN – Sayın
Kaplan, konuşmanızı tamamlarsanız… Bir buçuk dakikayı buldu. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Şunu ifade etmek
istiyorum: Sayın milletvekilleri, bu konuda dikkatli olmak gerekiyor.
Olmazsanız, TÜBİTAK’ın yaptığı yazılım, işletim yerine, Pardus’un
yerine yabancı Microsoft firmasını kullanmaya devam edersiniz. Para da
verirsiniz, gelirler, burada 500 kişilik şirketlerini de kurarlar, ülkemizi
sömürürler, giderler, bunun da müsebbibi 60’ıncı Hükûmet,
AK Parti Hükûmeti olur. Uyarıyorum, 50 sayısını
yarısına, 500 sayısını da yarısına indirin; işveren istiyor, emek örgütü
istiyor, meslek örgütü istiyor. Biraz da halkı dinleyin. Bu olumsuzlukları
nedeniyle, biz, bu tasarıya ret oyu vereceğimizi Demokratik Toplum Partisi
olarak ifade ediyoruz ve bu tehlikelere dikkat çekiyoruz. Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaplan. AK Parti Grubu
adına, Ankara Milletvekili Sayın Reha Denemeç. Sayın Denemeç, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA REHA DENEMEÇ (Ankara) – Değerli milletvekilleri, Araştırma ve Geliştirme
Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı hakkında AK Parti
Grubunun görüşlerini belirtmek üzere şu an söz almış bulunuyorum. Değerli
arkadaşlar, şöyle, kırk elli yıllık teknolojinin gelişmesine baktığımızda,
dünyadaki gelişmelere baktığımızda önemli değişimleri gözlemlemekteyiz. Bunlardan biri,
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, biliyorsunuz, çok büyük bir ekonomik güç ve
teknolojik güç olarak ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletleri’nin teknolojide
de büyük bir güç olduğunu hepimiz gözlemledik. Fakat,
zaman içerisinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin dışında da, birtakım ülkeler
de öne çıkmaya başladılar. Japonya’sı çıktı, Avrupa’daki bazı güçler ortaya
çıktı, Fransa’sı, Almanya’sı, ama daha ilginci, birkaç küçük gibi görünen ülke,
çok kısa bir sürede, yani, bir devlet ömrü anlamında kısa sürede öne çıktı.
Kimlerdi bunlar? Bir Tayvan vardı, bir Güney Kore var, bir İsrail var. Bunlar
da, yirmi yıllık bir süreç içerisinde teknolojilerini ekonomilerini
tetikleyecek şekilde kullanarak öne çıktılar ve şu an, dünya ekonomilerinde
kendi boyutlarından çok daha büyük yer kaplamakta ve önem atfedilmekte bu
ülkelere. Bunları şunun
için söylüyorum: Bir ürünü üretirken farklı metotlar kullanabilirsiniz, en
basiti, hazır bir teknolojiyi, bilinen bir teknolojiyi, üzerinde zaten bir
koruma da yoktur, onu kullanırsınız ama rekabet etmeniz mümkün değildir. İkinci bir şansınız daha vardır, belirli bir ücret ödersiniz o
teknolojiye ve ödediğiniz o ücretle ürün başına o teknolojiyi geliştiren ülkeye
veya firmaya bir bedel ödersiniz, bir müddet rekabet edebilir gibi, kâr
edebilir gibi görünürsünüz ama belirli bir ölçeğe geldiğiniz zaman firma
olarak, size o teknolojiyi veren firmaya rakip olmaya başladığınız zaman, ne
kadar para verirseniz verin o teknolojiyi almanız da mümkün değildir. Üçüncü yol, biraz
daha uzun bir yol, uzun soluklu bir yol, meşakkatli, maliyeti biraz daha
yüksek, ama uzun vadede getirisi olan ve ülkeyi soluklandıracak bir yol; kendi
ar-ge’nizi yaparsınız, teknolojinizi kendiniz
geliştirirsiniz ve dünyayla rekabet etme şansınızı oldukça artırırsınız. Bu
arada kârınız da çok artar, baktığınızda. Şimdi, bunları
yapabilmek için ülkelerin belirli stratejilerinin olması lazım. Ben, buraya
gelip konuşmalarını yapan, kendi grupları adına görüşlerini belirten
arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Bu kanunu zaten Cumhuriyet Halk Partisi
destekleyeceğini söylemişti, sağ olsunlar. Bazı eleştirileri vardı, o
eleştirilere de açıklık getirmek istiyorum. Bu işleri yaparken belirli bir
stratejinizin olması gerektiğini ifade etmiştim ülke olarak. Yoksa,
doğrudan, işte şunun da ar-ge’sini yapalım, bunun da
ar-ge’sini yapalım, ama sonuçta ar-ge’si yapılan o ürünleri birleştirerek katma değeri yüksek
bir ürüne, Türkiye’nin rekabetini sağlayacak, Türkiye’nin dünyayla rekabet
edebileceği bir ürüne çeviremedikten sonra, yani bir ekonomik değer ortaya
çıkartmadıktan sonra o ar-ge’lerin aslında çok büyük
bir faydası olmuyor. Şimdi, şöyle bir
dünyaya baktığımızda, gelişmiş ülkelerde dahi ar-ge
faaliyetlerinin, şu anki bulundukları konumlara gelmelerine asgari yüzde 50 ile
80 arasında katkıda bulunduğunu görüyoruz. Bilimsel çalışmalarla ispatlanmış.
Biraz evvel ifade ettiğim İsrail gibi, Kore gibi, Tayvan gibi ülkelerde bu,
yüzde 50-80’in çok
çok daha üzerinde. Yani Türkiye, son kırk yılda, elli
yılda şu an bizim gündeme getirdiğimiz ar-ge
faaliyetlerini başlatabilmiş olsaydı, belirli bir stratejisi olmuş olsaydı şu
an 400 milyar dolar olan millî gelirimiz çok rahatlıkla 800 milyar ile 1
trilyon dolar arasında olurdu, çok daha fazla da olabilirdi. Yani, millî
gelirimiz fert başına 20 bin doların üzerinde olurdu ki, Avrupa standardını
hemen hemen yakalamış olurduk, eğer bunları zamanında
yapabilmiş olsaydık, ama yapamadık. Fakat yapamamamız demek buna başlamamamız
anlamına gelmiyor, bir yerden başlamak gerekiyordu. İşte, şunu söylüyoruz:
Keşke, geçmiş hükûmetler bu stratejileri yerine
getirseydi, başlatsaydı, bugün farklı bir noktada olurduk. Ama bugün biz
başlatıyoruz, bunun meyvelerini de yarın toplayabilecek durumda değiliz, bunu
da biliyoruz, bunun bilincindeyiz, üç yıllık, beş yıllık bir dönemden sonra
yavaş yavaş bunun meyvelerini toplamaya başlayacağız
ülke olarak. Bu belki bize nasip olacak, belki başkasına, ama bize düşün vazife
bunu yerine getirmek. Şimdi, teknolojik
gelişmeyi destekleyen politikaların ekonomik büyüme stratejileri üzerinde
önemli bir rolü olduğunu AK Parti İktidarı olarak biliyoruz ve bunun
gereklerini yerine getirmenin gayreti içerisindeyiz. Bu anlamda neler
yapıyoruz? İşte, Sayın Başbakanımız, bu “teknolojik
gelişmeler” konusunu himayesi altına aldı ve bu teknolojik gelişmelerin gündeme
getirildiği, ele alındığı en üst platform olan Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu
diye bir kurul vardır, 1983 yılında kurulmuş ve her altı ayda bir Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanının başkanlığında toplanması gereken bu kurula, 2004’ün
Eylülünden beri Sayın Başbakan her altı aydır Başkanlık etmekte. Şimdi, bunu niye
söyledim? Bunu şunun için söyledim: 2004’e kadar geçen yaklaşık yirmi bir
yıllık sürede bu kurulun kırk kere veya kırk bir kere toplanması lazımdı. Ama
bakıyoruz, ne kadar toplandı? Dokuz kez ancak toplanabildi. Yani, geçmişi
suçlamak anlamında söylemiyorum ama bir başıboşluk vardı bu alanda, teknoloji
geliştirilmesi anlamında, iktidarların çok da öncelikli alanları içerisinde
değildi ama biz her altı ayda bir, Sayın Başbakanın başkanlığında bu
toplantıları yapmaktayız ve ülkenin teknolojik stratejileri konusunda çok
önemli kararlar alınmakta burada. Bu, önemli bir konu. Peki, bu
toplantılar yapılıyor, ne oluyor? Yani, her yerde toplantı yapılır. Ortaya
somut bir şeyler çıkıyor mu? Evet, çıkıyor, yani bunlar lafta kalmıyor. Bakın, 1993
yılında yapılmış olan bir toplantıda da bir karar alındı. O zaman da
Türkiye'nin ar-ge harcamalarının gayrisafi millî hasılaya oranı 2002 yılları seviyesindeydi, yani yüzde
0,60’lar düzeyinde. 0,60; yüzde 1’in altında. Hedef konulmuştu
o zaman, denmişti ki: “Önümüzdeki on-on beş yıllık süreç içerisinde bu ar-ge harcamalarının gayrisafi millî hasılaya
oranını yüzde 2’ye çıkartacağız.” Bu kadar süre geçti, 2002’ye gelindi, baktık,
hâlâ 0,67. Bir adım, bir milim yol katedilmemiş. Dedik ki: “Bunu biz, 2010’lu yıllarda -2010,
2012’de- gayrisafi millî hasılamızın yüzde 2’sine
çıkartacağız, bu bizim hedefimiz olmalı.” Bilim Teknoloji Yüksek Kurulunun
aldığı kararlardan biridir, stratejik bir karardır bu ve bunun gereği yerine
getirilmeye başlandı. Yani, lafta kalınmadı, teknoloji anlamında, ar-ge harcamaları anlamında, Hükûmetimiz
kaynak ayırdı ve bu kaynakları kamusunda, özel sektöründe, üniversitelerinde
kullandırttı. İşte, bundan
sonra şöyle bakıyoruz: 2005 yılına geldiğimizde bu rakam 0,79’a geldi. Çok az
gibi görünüyor değil mi? Çok az. Evet, iğneyle kuyu kazmak
gibi, ama işin gerçeği bu. TÜİK’in rakamları
açıklandığı zaman, –ki, böyle, bir yıl geç geliyor bu
rakamlar- 2007’de, inşallah, yüzde 1’i yakalamış olacağız. Ama,
işte bu yüzde 1’i yakalayabilmek için bile harcanan parayı ben size ifade
edeyim 2005’in sabit fiyatlarıyla: Kamuda, özel sektörde ve üniversitelerimizde
harcanan para yaklaşık 2 milyar YTL’ydi 2002 yılında. Bu, her sene arttı ve
2007 yılında yılda harcanan para 5 milyar YTL’ye geldi. İşte, bu kadar para
harcadığınız hâlde, bu kadar kaynak ayırdığınız hâlde aldığınız mesafe,
0,67’den 1’e çıkmak gibi bir mesafe. O anlamda söylüyorum “iğneyle kuyu kazmak”
gibi, ama yapmamız gereken bir olay. İnşallah bunu başaracağız. Şimdi, birçok
konuda destekler veriyor TÜBİTAK; kamuda, savunma sanayisinde, üniversitelerde.
2002 yılında 25 milyon dolarlık bir destek vermiş sanayiye, 374 projeyi
desteklemiş. 2007 yılında bu 8 kat artmış, 200 milyon dolarlık bir destek ve
yaklaşık 1.400, net rakamla 1.399 proje desteklenmiş. Bu, yaklaşımı gösteriyor.
Kaynak ayırıyorsunuz ve pratik olarak da bu ayırdığınız kaynakları kullandırttırıyorsunuz. TÜBİTAK’ın
bütçesine baktığınızda -bu kaynağı kullandıran kurumumuza- yine sabit
rakamlarla 200 milyon YTL olan bu rakam 925 milyon YTL’ye 2007 rakamlarıyla
gelmiş. Yani, burada da 4,5 kat bir artış var. Sadece projeler desteklenmiyor,
onu da ifade etmek isterim. Burada, bu projeleri gerçekleştirecek olan bilim
insanlarının yetişmesi de çok önemli arkadaşlar. Yani, insan olmadan bir kaynak
aktardığınız zaman, bir yere varmanız mümkün değil. Ama,
insana da değer vermeniz, ona da bir kaynak aktarmanız lazım. O anlamda, tam
zaman eş değer bilim insanı sayısı 2002 yılında 29 bin araştırmacıdan, 2005
yılında 49 bine çıkmış. Yani, üç yıl içerisinde 29’dan 49’a çıkmış. Araştırmacı
sayısı da 24 binden 39 bine çıkmış. Peki, bu insanların sayısını artırıyorsunuz
da, bunlara başka bir destek veriyor musunuz? Evet veriliyor. 2002 yılında,
destek programlarıyla, bin bilim insanımız desteklenirken, bu rakam 2007
yılında -beş yıl sonra- 8.200’e çıkmış. Bu insanlarımızı, yurt dışına
programlara gönderiyoruz, eğitiyoruz, geliştiriyoruz, becerilerini artırıyoruz.
Bunlar çok önemli hususlar. İnsan olmadan bir yere varmanız mümkün değildir.
Özellikle ar-ge gibi hassas bir konuda yetişmiş,
kalifiye insan gücüne her zaman ihtiyaç var. Şimdi gelelim bu
kanunun felsefesine, mantığına. Niye çıktı? İşte, biraz evvel ifade ettim,
birkaç ülke koydum, küçük ülke… Stratejik bir karar vererek ar-ge harcamalarını artırarak, ar-ge
harcamalarını ve teknolojik gelişimi ekonomilerini tetiklemede kullanan ülkeler
ekonomilerini patlattılar, büyüttüler, yirmi yılda, yirmi beş yılda çok önemli
noktalara geldiler. İşte, bunu yapmamız lazım. Bu anlamda, böyle bir kanuna
ihtiyacımız vardı. Bu anlamda, bu
karar verilince şöyle bir resme baktık, Türkiye'nin ihracatı artıyor, 100
milyar doları geçtik. Evet, doğru. Her zaman eleştiriliyoruz, ithalatı daha
fazla artıyor rakam olarak, oran olarak değil ama rakam olarak. Bu da doğru. Peki, bunu nasıl önleyebiliriz? Bir başka
eleştiri daha var, ihracatın içerisindeki yarı mamul madde ithalatı gittikçe
artmakta, sonuçta şöyle bir paradoks gündeme getirilmekte, siyaseten
işlenmekte: “Ya, ihracat yapmasan daha az ithalat yaparsın, ihracat yapmasan
daha kârlı olursun” gibi bir şeye geliniyor. Doğru değil ama bunun önüne
geçmenin tek yolu, katma değerli ürün üretimini artırmamız ve ar-ge. Yani, eğer biz yüksek teknolojili
ürünleri kendimiz üretebilirsek, ithalatla ihracatımız arasında, yani cari
açığa en fazla neden olan unsuru, o makası gittikçe kapatırız, belirli bir
noktadan sonra da inşallah, Kore’de de olduğu gibi, Tayvan’da da olduğu gibi,
İsrail’de de olduğu gibi, Almanya’da da olduğu gibi ihracat rakamlarımız
ithalat rakamlarımızı geçebilir, bu mümkün ama bu yolu izlerseniz. İşte
bu stratejik karar verildi. O anlamda,
baktık, Türkiye'nin motoru olan, pazarı olan bazı sektörleri de var. Nelerdir
bunlar? Otomotiv: 21 milyar dolar ihracat yapmışsınız. Beyaz eşya, elektronik:
Avrupa’ya gittiğinizde, Almanya’ya gittiğinizde her 2 evden 1’inde Türk
televizyonu, her 3 evden 1’inde Türk beyaz eşyası var. Kuvvetli firmalarımız
var; Vestel, Beko, Profilo gibi. Bunların ihracatları var. Peki, bunların bu
pazarlarını biz nasıl daha fazla geliştiririz? Bununla birlikte, diğer geri
kalan –biraz evvel eleştirildik- KOBİ’lere bir şey verilmiyor, küçüğe hiçbir
şey verilmiyor. Aslında kanun iyi okunursa böyle bir ayrım yok. Bu kanunla, ar-ge faaliyetlerini teşvik eden bu kanunla, bir kişi bile
olsa, iki kişi bile olsa veriliyor. Birazdan açıklayacağım. Şimdi, bunu
yaptık, dedik ki ar-ge faaliyetleri önemli
faaliyetler, yüksek katma değerle üretilen faaliyetler; onun için, bir hedef
koyalım kendimize. Bir 50 rakamı belirleyelim önce ki, firmalar buraya
erişebilecek kadar çaba sarf etsinler. Peki, 50’nin altında başka bir bizim
alternatifimiz de var. Tacidar Bey gündeme getirdi.
Teknoparklarımız var. Teknoparklarda böyle bir sınır yok, ama,
teknoparkların getirdiği bir sıkıntı var. Özellikle üretim yapan firmaların
burada üretim yapması mümkün değil. Yazılım firmaları yazılım yapabiliyorlar, ama, üretimi, bir otomotiv fabrikası bir bölümünü taşıyamaz,
pratikte de mümkün değil. Daha küçük ölçekte üretim de yapmak mümkün değil
buralarda. Buna bir çözüm bulmamız gerekiyor. İşte, küçük ölçekli firmalar
üretim yapmamak şartıyla ar-ge faaliyetlerini burada
devam ettirebilirler 2013 yılına kadar. Bu rakam beş yıldı biz göreve
geldiğimizde, süre bitmek üzereydi, firmalar yatırım yapmıyorlardı 2003 yılında
bu teknoloji geliştirme bölgelerine ve bizim çıkardığımız bir kanunla bunu
2013’e öteledik. Gerekirse daha da öteye itme imkânımız var, hep beraber
yaparız, çünkü Türkiye’nin faydası var burada; bu bir. İkincisi, bu 50
rakamı ulaşılması gereken bir rakam, ama, küçükler
nasıl yararlanacak ve bu 50 rakamını nasıl kontrol edeceğiz? İşte, burada
Türkiye’nin bir kamu kurumu TÜBİTAK devreye giriyor. Kontrol edecek, 50 ve
50’nin üzerinde ar-ge personeli olan firmaları tespit
edecek, başvuracak firmaları tespit edecek ve iki yılda bir kontrolü yapılacak.
Peki, küçükleri nasıl yapacağız? 50’nin altındakilere ne veriyoruz? İşte, orada
şu veriliyor: Bakın, “Destek ve teşvik unsurları” diye bir başlık var 3’üncü
maddede. Diyor ki: “Ar-Ge indirimi: Teknoloji merkezi
işletmelerinde, Ar-Ge merkezlerinde…” Bundan sonrası
önemli: “…kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar tarafından…”
Ki, bu, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfıdır bunlardan biri. “Kamu kurum
kuruluşları” dediği TÜBİTAK’tır, bu tür ar-ge
faaliyetlerine destek veren Devlet Planlama Teşkilatıdır. “…veya uluslararası
fonlarca desteklenen…” Avrupa Birliği var, altıncı çerçeveden proje aldıysa,
Dünya Bankasından böyle bir teknoloji projesi aldıysa, bunlarca desteklenen
“…Ar-Ge ve yenilik projelerinde ve teknogirişim sermaye desteklerinden yararlananlarca…” Ki, teknogirişim sermayesi de, biliyorsunuz, üniversiteyi
bitirmişsiniz, işte, master’ınız var, doktoranız var;
beş yıl içerisinde iyi bir proje getirebildiyseniz, ar-ge
projesi, 100 bin YTL karşılığında, karşılıksız bir para alıyorsunuz işinizi
kurmak için, yanınıza elemanlar… Bu kategoriye giren tüm firmalar -ister 1 kişi
olsun ister 2 kişi olsun ister 5 kişi olsun hiç fark etmiyor- bu ar-ge teşviklerinden aynen 50 ve üzerinde ar-ge personeli çalıştıran firmalar gibi faydalanıyorlar,
hiçbir fark yok. Tek fark şu: 50 ve üzerini TÜBİTAK kontrol ediyor, her iki
yılda bir kontrol ediyor, 50’nin altında bu şartları yerine getiren, yani
gerçek bir projesi olan ve bu projesini getirdiği zaman, belgelediği zaman,
işte o kontrol mekanizması da bu, TÜBİTAK yerine bir proje almış olmak. Başka nereden?
KOSGEB’den de proje almış olabiliyor, Sanayi Bakanlığından. San-Tez projeleri
var, sanayi tez projeleri var. Eğer bir San-Tez projesi aldıysanız, Sanayi
Bakanlığınca kabul gördüyse bu proje, işte o San-Tez projeleri de aynen bu
kapsamda, 50 ve üzerinde ar-ge personeli çalıştıran
kuruluşlar gibi değerlendiriliyor. Nelerden yararlanıyor? Gelir vergisi
stopajından yararlanıyor, sigorta prim desteği, bundan yararlanıyor, damga
vergisi istisnasından yararlanıyor. Başka bir şey
daha var: Biraz, böyle, tam anlaşılmadı herhâlde, rekabet öncesi iş birliği. Bu
da çok önemli bir yenilik aslında arkadaşlar. Tacidar
Bey dedi: “Ben bu kanuna baktım, dünyada hiçbir benzeri yok.” Doğru. Bu bizim
özümüze uygun bir kanun. Bizim, birçok Türkiye’de yatırım yapmış olan otomotiv
firması var ama bu firma… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Denemeç, çok az da bir süremiz kaldı. Konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun. REHA DENEMEÇ
(Devamla) – Sayın Başkanım, sekize kadar bitireceğim, söz. Önemli çünkü. Burada
bizi de destekliyorlar, bilgi verelim. Zaten üç dört dakikamız var. BAŞKAN – Buyurun.
REHA DENEMEÇ
(Devamla) – İşte, bu anlamda rekabet öncesi iş birliği şöyle: Çok basit bir
örnek vereceğim: Otomotiv firmaları 21 milyar dolar ihracat yapıyor ama bu
ürünlerinin tamamını kendileri üretmiyor aslında. Bu ürünlerde, bu araçlarda,
mamul ürünlerde birçok girdi kullanıyor; far kullanıyor, fren kullanıyor, işte,
koltuktu, emniyet kemeriydi… Bunların hepsini yan sanayiye ürettiriyor. İşte,
yan sanayideki 2 tane firma, 3 tane firma bir araya gelirse veyahut yan sanayideki
bu küçük firmalar o otomotiv sektöründeki büyük firmanın ar-ge
şirketinin altında bir araya gelirse, onlar da aynı bu kapsamda
faydalanıyorlar, bu imkânlardan faydalanıyorlar. Bu yeni bir konsept.
Bir arabanın cam sileceğinin motoru -bu basit bir şey- aynıdır, ama arabanın o
cam sileceği motoru için bir ar-ge faaliyetini iki üç
firma yapıyorsa, beraber rekabet öncesi iş birliğine giriyor, aynı ürünü çok
farklı firmalar kullanabiliyor. Aynı şeyi bize Vestel
ve Arçelik’in ar-ge departmanlarının başındakiler, yöneticileri de söyledi.
“Böyle bir şeye gireriz.” dediler. Bir buzdolabı üretiyoruz mesela. Bu
buzdolabının kompresörünü beraber geliştirirsek, daha verimli, daha az elektrik
enerjisi sağlayan bu buzdolabının kompresörünü biz üretiriz. Sonuçta A firmasında,
B firmasında, C firmasında aynı mamulün kullanılması müşteri açısından bir şey
değil, verimli, çok kaliteli bir ürün. O çünkü markasına bakıyor, diğer müşteri
alırken diğer özelliklerine bakıyor buzdolabının. Bu anlamda, bir yeniliktir bu
ve sanayimize oldukça pozitif anlamda etki yapacak bir husus. Bunları ben DTP’li arkadaşlarımıza da izah ettim, anladıklarını
zannediyorum ama kanunu desteklemiyorlar. Bir demokrasi var,
desteklemeyebilirler. Orada şunu söylediler: “Yabancı şirket, ar-ge ve monopol.” Şimdi, şuna çok
dikkat etmemiz lazım arkadaşlar: Yüksek teknoloji ürünü üreten firmaların
üretimdeki insan maliyeti yüzde 15 ile 20 arasında değişiyor. En büyük girdi bu
firmalarda teknoloji üretimi ve ar-ge, mühendislik.
İşte bunları biz kendi ülkemize çekip –bir kısmını en azından- burada ar-ge’lerini yaptırabilirsek, o ar-ge’yi
yapacak insanlar, bizim kendi insanlarımız, Türk mühendisleri, Türk insanı.
Onlar, merak etmeyin, gitmeyecekler, bu ülkenin şartları iyi olduğu müddetçe
burada kalacaklar, o bilgi birikimini de inşallah kendi kuracakları şirketlerde
hayata geçirecekler, daha da yüksek katma değerler üretebilecekler. Onun için,
firmanın farklı olması çok önemli değil, o bilginin bu ülkeye, Türkiye’ye
gelmesi ve bizim insanımızca kullanılması, Türkiye’de teknoloji anlamında büyük
bir birikime yol açacaktır. İşte bizim getirmeye çalıştığımız bu ar-ge kanununun temel başlıkları, bu ar-ge
kanununun arkasında yatan felsefe budur. Ben, hepinizi
saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Denemeç. Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, çalışma süremiz tamamlanmıştır. Alınan karar
gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 8 Şubat 2008
Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum, sizlere ve
bizleri izleyen vatandaşlarımıza hayırlı akşamlar diliyorum. Kapanma Saati: 20.00 |
|