DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ CİLT : 13 54’üncü Birleşim 24 Ocak 2008 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- İstanbul
Milletvekili Necla Arat’ın, gazeteci yazar Uğur
Mumcu’nun 15’inci ölüm yıl dönümü münasebetiyle suikastin
nedenlerine ve faillerinin hâlâ bulunamadığına ilişkin gündem dışı konuşması 2.- Hakkâri
Milletvekili Abdulmuttalip Özbek’in, Hakkâri’de yapılan
ve yapılması gereken yatırımlara ilişkin gündem dışı konuşması 3.- Kars
Milletvekili Zeki Karabayır’ın, Sarıkamış
Harekâtı’nın 93’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması IV.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına
Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/291) (S. Sayısı: 77) 2.- Trabzon
Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili
Necdet Ünüvar’ın, Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72) 3.- Beşinci Dünya
Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu
Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/396) (S. Sayısı: 74) 4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Plan ve Komisyonu Raporu (1/490) (S. Sayısı: 97) V.-
OYLAMALAR 1.- Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına
Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın
oylaması 2.- Beşinci Dünya
Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu
Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın
oylaması VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR A) Yazılı Sorular ve Cevapları 1.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Tekelin makine ithalatındaki iddialara yönelik
girişimlere ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/877) 2.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, bazı milletvekilleri hakkında adli işlem yürütülüp
yürütülmediğine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in
cevabı (7/982) 3.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, Yunanistan ile Güney
Kıbrıs Rum Kesimi’nin Mısır’la imzaladığı Akdeniz’de Bitişik Bölge
Anlaşmalarına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/1190) 4.- Sinop
Milletvekili Engin Altay’ın, izinsiz il dışına çıkan personele ve yönetmeliğe
aykırı kıyafetli öğrencilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı (7/1211) 5.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Kocaeli İl Millî
Eğitim Müdürlüğünün uyguladığı seviye tespit sınavına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1232) 6.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer’in, Karamürsel Kaymakamının bayram kutlamasıyla ilgili
yazısına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1264) 7.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, Türk vatandaşlarının yabancı ülke askeri olmasının
sonuçlarına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/1282) 8.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan Çirkin’in, büyüme oranı hesaplamalarına ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı
(7/1286) 9.- Ordu
Milletvekili Rahmi Güner’in, Çamaş İlçe Millî Eğitim
Müdürlüğü idari kadrosunda yapılan değişikliklere ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1318) 10.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin
Güçlendirilmesi Projesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı (7/1320) 11.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, okullardaki resim
ve müzik eğitimine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/1322) 12.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, öğretmenlerin ek ders ücretlerine ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1393) I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.03’te açılarak üç oturum yaptı. Bilecik
Milletvekili Yaşar Tüzün, Teşvik Kanunu
uygulamalarından kaynaklanan olumsuzluklar ile Bilecik ilinde seramik ve
mermercilik sektöründe yaşanan sorunlara, Van Milletvekili
Kayhan Türkmenoğlu, Van Gölü’ndeki kirliliğe, Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, işçi emeklilerinin durumuna, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir ve 26 milletvekilinin, uyuşturucuyla mücadelede
(10/103), Manisa
Milletvekili Ahmet Orhan ve 26 milletvekilinin, üzüm ve bağcılık sektöründe
(10/104), Yaşanan
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kararlaştırılmış olan Temel Ceza
Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (Temel Ceza Kanunlarına Uyum
Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı) (1/335)
(S. Sayısı: 56) görüşmeleri tamamlanarak, 2’nci sırasında
bulunan, Ses ve Gaz Fişeği Atabilen Silahlar Hakkında Kanun Tasarısı (1/437)
(S. Sayısı: 54) yapılan görüşmelerden sonra, 3’üncü sırasında
bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar Konseyi
Arasında Askeri-Bilimsel ve Askeri-Teknik İşbirliği Konusunda Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/294) (S. Sayısı: 68)
görüşmelerini müteakiben yapılan açık oylamadan sonra, Kabul edildi. 4’üncü sırasında
bulunan, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve
Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı’nın (1/291) (S. Sayısı: 77) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı;
1’inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü. 24 Ocak 2008
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime
19.58’de son verildi.
No.: 76 II.- GELEN KÂĞITLAR 24 Ocak 2008 Perşembe Tasarı 1.- Coğrafi
İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/497) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.1.2008) Teklifler 1.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 18 Milletvekilinin;
Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/123)
(Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.1.2008) 2.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman’ın; 5237 Sayılı Türk Ceza
Kanununun 105. Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/124)
(Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.1.2008) 3.- Bursa
Milletvekili Mehmet Tunçak’ın; Avukatlık Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/125) (Adalet Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.1.2008) 4.- Tekirdağ
Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut’un; Yolsuzlukla
Mücadele Günü Hakkında Kanun Teklifi (2/126) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.1.2008) 5.- Tekirdağ
Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut’un; Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması
Hakkındaki Kanun Teklifi (2/127) (Adalet ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.1.2008) 6.- Tekirdağ
Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut’un; Balıkesir
İline Bağlı Marmara İlçesinin Tekirdağ İline Bağlanması Hakkında Kanun Teklifi
(2/128) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.1.2008) 7.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarız’ın; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/129) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.1.2008) 8.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun; Türk Dil
Bayramı Hakkında Kanun Teklifi (2/130) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.1.2008) Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri 1.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, sorun yaşayan bazı öğrencilere yaklaşımına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1174) 2.- Adana Milletvekili Tacidar
Seyhan’ın, Cumhurbaşkanının Türkmenistan ziyaretine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/1175) 3.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, TMSF’nin bir yayın grubunu satışına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1178) 4.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, YÖK Başkanının bir şirkete ortak olup olmadığına
ve bu şirketin aldığı ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1182) 5.- Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Heybeliada’da orman arazisine kilise
inşaatı iddiasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1185) 6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Hrant Dink cinayeti
soruşturmasında Trabzon Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Müdürlüğü görevlileri
hakkındaki tespitlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1191)
7.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Pendik Belediyesinin belli bir okula yönelik
servis hizmetine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1192) 8.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, bir milletvekilinin yurtdışına çıkışına,
İmralı’daki görevlilerin seçimine ve teröristlerin aileleriyle yapılan
görüşmelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1194) 9.- Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Heybeliada’da orman arazisine kilise
inşaatı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1195) 10.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın
özel harekat polislerine terörle mücadelede aktif
görev verilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1196) 11.- Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın,
bölücü terör örgütü mensuplarının Türkiye’ye iadesine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1197) 12.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı ve ailesi
hakkındaki bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1198) 13.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un,
konut sahibi yabancıların gelir getirici turistik faaliyetlerine ilişkin Kültür
ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/1202) 14.- İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık’ın, bir milletvekilinin bilimsel çalışmalarında
intihal yaptığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1208) 15.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün,
özürlü çocukların eğitimine ve eğitim giderlerine ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1212) 16.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, bir
yükseköğretim bölümünün ikinci öğretim harç miktarına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1213) 17.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın,
bulaşıcı sarılık hastalıklarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1214) 18.- Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’ın,
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesine bir hastane binasının tahsisine
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1215) 19.- Bursa Milletvekili Onur Öymen’in,
havalimanlarına ILS sistemi yerleştirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1219) 20.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın,
İzmir-Kordon’dan otoyol geçişine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1220) 21.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün,
İstanbul-Ankara hızlı tren projesiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1221) 24 Ocak 2008 Perşembe BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.03 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun) BAŞKAN –
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü
Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü münasebetiyle söz isteyen İstanbul
Milletvekili Necla Arat’a aittir. Sayın Arat,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları 1.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın,
gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun 15’inci ölüm yıl dönümü münasebetiyle suikastin nedenlerine ve faillerinin hâlâ bulunamadığına
ilişkin gündem dışı konuşması NECLA ARAT
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk basınının en başarılı
kalemlerinden gazeteci, araştırmacı yazar, yurtsever aydın Uğur Mumcu’yu, tam
on beş yıl önce bugün hain bir suikast sonucunda yitirmiştik. Bu siyasal
cinayeti işleyen katiller ne yazık ki hâlâ bulunamadı ve karşımızda
yanıtlanmamış bir sürü soru var. Bu soruları yanıtlama sorumluluğunu Türkiye
Büyük Millet Meclisinin de paylaştığını düşünerek tek tek
dile getireceğim. Uğur Mumcu
arabesk liberalizmimizi hicvettiği, devlet bankalarının yağmalanma öykülerini,
Türkiye’deki mali oligarşinin karanlık ilişkilerini güçlü kalemiyle halka
anlattığı için mi öldürüldü? Yeraltı dünyası ile ihale mafyaları arasındaki
bağlantıları ortaya çıkaracak, uluslararası silah ticaretinin ve beyaz zehir
kaçakçılarının Türkiye’deki uzantılarını bir bir
sergileyecek belgeleri hazırladığı için mi öldürüldü? Kafalarında
seçim sandığı taşıyan siyasetçilerin aydınlara, sanatçılara en acımasız
cezaları verenlerin, devlet başkanlarıyla kırmızı plakalı arabalara tırmanmış
başbakanların unutulacağını, ama öyküleri, karikatürleri, yazıları ile
sanatçıların hep yaşayacaklarını dile getirdiği, devletliler yarına
ilkellikleri dışında hiçbir şey bırakmayacakları hâlde, iz bırakmadan unutulup
gidecekleri hâlde, yazarların, ressamların, karikatüristlerin, şairlerin adları
okul kitaplarından çıkarılsa bile hep anılacaklarını söylediği için mi
öldürüldü? Zorunlu din
derslerinde siyasal amaçlı propagandalar yapıldığı, Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun
çiğnendiği, imam hatip lisesi mezunlarının din adamı olacak yerde devlet
bürokrasisine yerleştirildikleri, laik devletin yavaş yavaş
İslamcı kadroların eline geçtiği, bu kadrolaşma eyleminin ortaöğretimde… MURAT YILDIRIM
(Çorum) – Niye sizi rahatsız ediyor? AHMET YENİ
(Samsun) – Geçtik onları Hocam, geçtik… BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… AHMET YENİ
(Samsun) – Hoca, bunları geçtik. Hâlâ orada takılmışsınız. NECLA ARAT
(Devamla) – …üniversitelerde, ticaret odalarında, bakanlıklarda yaygınlaştığı
ve harp okullarına kadar sızmaya çalıştığı uyarısını sürekli olarak yaptığı
için mi öldürüldü? AHMET YENİ
(Samsun) – Bant takıldı Hoca, bant…Bant… BAŞKAN – Sayın
Yeni… NECLA ARAT
(Devamla) – Türbanlı genç kızları kalkan yaparak eylem alanına sürükleyen dinci
çevrelere karanlıkta göz kırparak seçim yatırımı yapan siyasetçileri kıyasıya
eleştirdiği, türbanın aslında yalnızca genç kızların başlarını örtmekle
kalmadığını… LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) – Berlin Duvarı’ndasınız. NECLA ARAT
(Devamla) – …çok uluslu İslamcı ideolojinin apaçık görülmesini, ülkedeki
yoksulluk… LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) – Berlin Duvarı’nı aşalım artık. NECLA ARAT
(Devamla) – …yolsuzluk ve değerler yitiminin algılanmasını engellemek için
kimilerinin gözlerini örtmeye yaradığını din sömürüsünün, çok uluslu güçlü
ticari ve siyasal ilişkilerin tehlikelerini gözler önüne serdiği için mi
öldürüldü? LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) – Üniversiteleri Nazi toplama kampları gibi çalıştırdınız. NECLA ARAT
(Devamla) – Siyasal amaçlı dinsel akımların mali kaynaklarını, dinsel amaçlı
vakıfları ve bu vakıf kurucularının siyasal kimlikleri ile ticari ilişkilerini
derinlemesine sorguladığı, İslamcı toplumu kurma düşüncesinin tarikatlar eliyle
yayıldığını… (AK Parti sıralarından gürültüler) ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Yaranız yoksa niye gocunuyorsunuz? AHMET YENİ
(Samsun) – Kimin yarası var be! ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Yaran yoksa sus! ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Sayın Başkanım… BAŞKAN – Sayın Kahya, lütfen. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Yaran yoksa sus! BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… NECLA ARAT
(Devamla) – …Suudi sermayesinin Türkiye’de dinsel eğitime para yatırdığını,
buna ek olarak mollalar yönetimindeki İran’lı iş
adamları aracılığıyla aynı alana destek sağlanmaya çalışıldığını, dinsel amaçlı
vakıfların açtıkları Kur’an kursları… (AK Parti
sıralarından gürültüler) ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Yaran yoksa sus! BAŞKAN – Sayın
Korkmaz, Sayın Yeni, lütfen… NECLA ARAT
(Devamla) - …mescitler, düzenlenen törenler, verilen burslarla laik devletin
yavaş yavaş İslamcı kadroların eline geçtiğini
bıkmadan, usanmadan yinelediği için mi öldürüldü? Türkiye’de yıllardır
örgütlenen ve devleti her gün adım adım ele geçiren
şeriat özlemcilerinin örgütlü, sinsi ve sistemli çalışmalarını açığa çıkardığı,
Atatürk’ün kişiliğinin ve ilkelerinin cumhuriyet kurulduğundan bu yana hiç bu
kadar ağır yara almadığını, Mustafa Kemal’in 1920’lerde yaptıklarını bizim
bugün yapamamamıza kahrolduğunu dile getirdiği için mi öldürüldü? AHMET YENİ
(Samsun) – Bittiniz, bittiniz… NECLA ARAT
(Devamla) - Uğur Mumcu, devrimcilik onuru, güçlü kalemi ve hukuka olan
saygısıyla tüm karanlık işlerin üzerine gittiği, sis perdelerini araladığı,
düzenin açmazlarını, terörün çıkmazlarını açıkladığı, geleceği gördüğü için mi
teröre kurban oldu? AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Kim öldürdüyse Allah kahretsin. NECLA ARAT
(Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm bu sorular ve daha
niceleri on beş yıldır yanıt bekliyor. Ama, hiçbir
yanıt yok. Bulunacağına söz verilen katiller, gerçek katiller, teröristler hâlâ
bulunamadılar. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Arat, bir dakikalık ek süre veriyorum. Konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun efendim. NECLA ARAT
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Oysa, toplum,
devletten yalnız Uğur Mumcu’nun değil, tüm karanlıkta kalmış siyasal
cinayetlerin, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet
Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve diğerlerinin
çözümünü, yanıtsız kalmış soruların yanıtlanmasını bekliyor. SIRRI SAKIK (Muş)
– Diğerleri kim, onları da söyle. NECLA ARAT
(Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir türlü aydınlatılamayan
karanlık cinayetlerde yitirdiğimiz değerli aydınlarımızı saygı ve rahmetle anıyor,
ülkemizin bu acıları bir daha yaşamaması için gerekli önlemlerin alınmasını
dileyerek yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) ÖZKAN ÖKSÜZ
(Konya) – Ger Meclisi, ger! AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – İstismar yapıyorsun. Tamamen istismar yapıyorsun. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Gündem dışı
ikinci söz, Hakkâri ilindeki yatırımlar ve yapılması gerekenler ile ilgili söz
isteyen Hakkâri Milletvekili Abdulmuttalip Özbek’e
aittir. Sayın Özbek,
buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) 2.- Hakkâri Milletvekili Abdulmuttalip
Özbek’in, Hakkâri’de yapılan ve yapılması gereken yatırımlara ilişkin gündem
dışı konuşması ABDULMUTTALİP
ÖZBEK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hakkâri’de yapılan
yatırımlar ve yapılması gerekenler hakkında gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime
başlarken Uğur Mumcu’yu kaybedişimizin on beşinci yılında saygıyla anıyorum. Saygıdeğer
milletvekilleri, Hakkâri, yüksek ve görkemli dağları, meşhur yaylaları, krater
gölleri ve Türkiye’nin 80 kilometrelik Zap
Vadisi’yle, onlarca barajın üzerinde kurulabileceği Zap
Nehri’yle olağanüstü güzelliklere sahip bir turizm cenneti ilimizdir. Aynı
zamanda, yayla ve dağ turizmiyle, özellikle kış turizmiyle bulunmaz bir
nimettir. Küresel ısınmayla beraber Avrupa kayak sektöründe kar sorunu
yaşanırken, Hakkâri dağlarından hiç kar eksik olmaz. Onun için, kayak turizmi
yatırımcılarımızı Hakkâri’de ağırlamaktan mutluluk duyacağımı belirtmek
istiyorum. Saygıdeğer
milletvekilleri, Hakkâri Cilo, Sat Dağlarında yirmi
bin yıllık buzulların olduğunu biliyor muydunuz? Aynı zamanda, dünyada az yerde
yetişen “ağlayan gelin” dediğimiz ters lalenin de Hakkâri’de yetiştiğini
biliyor muydunuz? Hakkâri’nin misafirperver insanları olarak, herkesi bu doğal
güzellikleri görmeye davet ediyorum ve ağırlamaktan mutluluk duyacağım. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; partimiz iktidara geldiği 2002 yılından bugüne kadar
Hakkâri’nin sorunlarına daha önce hiçbir iktidarın göstermediği duyarlılığı
göstermiş, bu amaçla ciddi yatırımlar ve projelere imza atılmıştır. KÖYDES ve
BELDES projeleri kapsamında toplam 614 proje hayata geçirilmiş ve bu amaçla 57
milyon YTL ödenek kullanılmıştır. Ayrıca, Hakkâri merkez ve Yüksekova
ilçelerinde 150 adet yatak kapasiteli tam teşekküllü devlet hastanesi 2008
yılında faaliyete geçecektir. Yine İktidarımız
tarafından yapımına başlanan Hakkâri-Van alternatif kara yolu, üç dört saatlik
mesafeden bir buçuk saate düşecek ve böylece, Hakkâri tek giriş ve çıkışlı il
olmaktan nihayet kurtulmuş olacaktır. Saygıdeğer
milletvekilleri, Hakkâri’nin Türkiye’nin diğer bölgeleriyle arasındaki
gelişmişlik farkının bir an önce kapatılması, kapsamlı ve ısrarlı bir kalkınma
hamlesinin başlatılması büyük önem arz etmektedir. Özellikle belediyelerin
sıkıntılarını yakından bilen biri olarak, yoğun göçten dolayı altyapı hizmeti
veremeyen belediyelerimizin merkezî hükûmet
tarafından desteklenmesi vatandaşlarımızı ayrıca mutlu edecektir. Tarım ve
hayvancılık alanında, Hakkâri’nin özellikle arıcılık ve cevizcilik
potansiyelinin iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Hakkâri, zengin bitki örtüsüyle
yayla çiçek balı için son derece uygun bir alandır. Bölge halkının arıcılığa
yönlendirilmesi ve bu amaçla gerekli eğitim ve teşviklerin verilmesi durumunda
hem ülke ekonomisine katkı sağlanacak hem de vatandaşlarımız için önemli bir
istihdam alanı yaratılacaktır. Yine, Hakkâri’de
bir başka ekonomik değer ve istihdam alanı olabilecek tarımsal uğraş da
cevizciliktir. Ceviz, Hakkâri’nin iklim yapısı ve toprak özelliklerine üst
düzeyde uyum sağlayan bir üründür. Nasıl ki Ordu fındık üretimiyle, Antep
fıstık üretimiyle ve Rize çay üretimiyle bir marka ise, Hakkâri de ceviz ve bal
üretimiyle bir marka hâline getirilebilir. Özellikle
Hakkâri’nin birinci derece deprem bölgesi olması sebebiyle, köye geri
dönüşlerin sağlıklı yapılabilmesi ve yukarıda arz ettiğim projelerin
uygulanabilmesi için Başbakanlık Toplu Konut İdaresi tarafından geleceğe
yönelik modern köylerin oluşturulması büyük önem arz etmektedir. Bu şekilde
köylülerimize yaşanılabilir huzurlu bir ortam sağlanacak, aynı zamanda kent
merkezlerindeki nüfus yoğunluğu ve altyapı yükü de hafifletilmiş olacaktır.
Ayrıca, ödenmekte olan köy tazminatlarının da hızlandırılması bütün
köylülerimizin beklentisidir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bilindiği gibi Hakkâri iki komşu ülkemiz olan İran ve
Irak’a sınır bir ilimizdir. Ancak, bu önemli avantaja rağmen sınır ticaretinden
nasibini yeterince alamamıştır. Bu önemli avantajın kullanılması ve sınır
ticaret kapılarının bir an önce hayata geçirilmesi sadece Hakkâri’ye değil,
bütün bölgeye katkı sağlayacaktır. Son olarak bizim
için çok önemli olan bir başka hususa değinmek istiyorum. İlimizle ilgili çıkan
bazı haberlerde bahsedilen olumsuzluklar insanlarımızı son derece rahatsız
etmektedir. Çünkü, Hakkâri’ye yatırım yapmak isteyen
iş adamlarından kamu görevlilerine kadar her kesimin Hakkâri’ye bakış açısı
değişmekte ve bu da özellikle eğitim ve sosyal alanda bölgemizin gelişmesini
ciddi şekilde etkilemektedir. Örneğin, Üçüncü
Lig amatör basketbol müsabakalarının güvenlik gerekçesiyle federasyon
tarafından başka illere alınmak istenmesi Hakkârili sporseverleri derinden
üzmüştür. Bu tür uygulamalar sporun barış, kardeşlik ve bütünleştirici ruhuna
gölge düşürmektedir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Özbek, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. ABDULMUTTALİP
ÖZBEK (Devamla) – Hâlbuki Hakkâri son derece güvenli bir ilimizdir hatta
İstanbul’dan bile çok daha güvenlidir. (AK parti sıralarından alkışlar) Nitekim, Konyalı iş adamlarımızın Kurban Bayramlarını
Hakkâri’de huzur ve kardeşlik duyguları içinde geçirmeleri bunun gerçek bir
örneğidir. SIRRI SAKIK (Muş)
– Ama onlar da Allah için gelmediler oraya! ABDULMUTTALİP
ÖZBEK (Devamla) - Bu vesileyle, başta siz sayın milletvekilleri olmak üzere,
bütün iş adamlarımızı, turizmcilerimizi Hakkâri’de görmekten mutluluk duyar,
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özbek. Gündem dışı
üçüncü söz, Sarıkamış şehitleriyle ilgili olarak söz isteyen Kars Milletvekili
Zeki Karabayır’a aittir. Sayın Karabayır, buyurun efendim. 3.- Kars Milletvekili Zeki Karabayır’ın,
Sarıkamış Harekâtı’nın 93’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması ZEKİ KARABAYIR
(Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; beş dakikalık kısa bir zaman
dilimi içerisinde, tarihimizde önemli bir yeri olan acı ve hüzünle dolu
Sarıkamış Harekâtı’nın 93’üncü yıl dönümü münasebetiyle söz aldım, yüce
heyetinizi saygıyla selamlarım. Değerli
arkadaşlar, her yıl 22 Aralık–5 Ocak tarihleri arasında Kars Valiliğimiz,
şehitlerimizi anma programları düzenlemektedir. Bu programlara seksen bir
vilâyetimizi temsilen şehit aileleri, yöre halkı, yurdun her yöresinden
vatandaşlar katılmaktadır. AK Parti iktidarları döneminde konuya daha da önem
verilmiş, her düzeyde devlet erkânının katılımları sağlanmıştır. 2007 yılı
törenlerine Başbakanımızın katılımlarıyla ilgili programlar iki ay öncesinden
yapılmasına rağmen, törenden bir gün önce Diyarbakır’daki üzücü olayın meydana
gelmesi üzerine Sayın Başbakanımız bu programını iptal ederek Diyarbakır’a
gitmiştir. Sarıkamış’taki törenlerde Millî Eğitim, Kültür ve Turizm
Bakanlarımız ile çok sayıda ilgili bürokrat görevlendirilmiştir. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; hepinizin bildiği gibi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda
Kars, Ardahan ve Batum Ayastefanos;
Sarıkamış, Berlin Antlaşması ile Ruslara verildi. Bölge kırk yıl boyunca
Rusların hâkimiyeti altında kaldı. Türkiye’nin 1914
yılında Birinci Dünya Savaşı’na girmesinin hemen başında 1 Kasım 1914’ten itibaren
Rus Kafkas ordusunun Türk hudutlarına taarruzu neticesinde bölgede savaş fiilen
başlamıştır. Osmanlı
İmparatorluğu, kırk yıllık Rus esaretine son vermek üzere 22 Aralık 1914
tarihinde Enver Paşa komutasında Üçüncü Ordu’yla Sarıkamış Harekâtı’na başladı.
On yedi gün boyunca devam eden harekât, 5 Ocak 1915’te Sarıkamış önlerinde son
buldu. 2.500- Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; Sarıkamış, Mehmetçiğin her şart altında irade, cesaret ve
disiplinden oluşan karakterini nasıl muhafaza ettiğini, tarihe altın harflerle
yazdığı bir semboldür. Sarıkamış, askerî açıdan var olma azminin, direncin,
mücadelenin, inancın, fedakârlığın en önemlisi de Türk halkı ve askerinin en zor
şartlarda dahi vatanı için neleri göze alabileceğinin abideleşmiş bir
misalidir. Sarıkamış, aynı zamanda, bu meziyetlerin kötü yönetim altında bir
facia ve bozgunda nasıl heder olacağını da gösteren bir semboldür. Değerli
arkadaşlar, tarihimiz zaferlerle dolu olduğu gibi, Yemen’de, Çanakkale’de,
Sarıkamış’ta yitip giden Anadolu çocuklarının acı hikâyelerini de barındırır.
Bu acıların en önemli iki tanesi Sarıkamış dağları ve Sina çölleridir. Sina
şehitleri bir su damlasının, Sarıkamış şehitleri ise bir güneş aksinin
hasretiyle öldüler. Birinin karı, bir madde gibi dondurdu; diğerinin güneşi de
bir kar gibi eritti. Değerli
milletvekilleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son çocukları hayatta kalarak değil,
ölerek zafer kazanmayı tercih ettiler. Biz, o büyük çınarın acımasızca kesilen
kökünden çıkan cumhuriyet nesilleriyiz. Hatasıyla, günahıyla sevabıyla Osmanlı
mirasının sahipleriyiz. Ne yenilgimizi reddederiz ne de zaferlerimizi
gölgeleriz. Değerli
milletvekilleri, sözlerimin sonunda bu kürsüde, Sarıkamış şehitlerimizin de,
Çanakkale’de olduğu gibi, devlet töreniyle anılması hususunda başlatılan
çalışmaların bir an önce bitirilmesini Millî Savunma, Kültür ve Turizm
Bakanlarımız ve Genelkurmay Başkanımızdan talep ediyorum. Bu yılki anma
törenlerimize katılan Millî Eğitim, Kültür ve Turizm Bakanlarımıza ve diğer tüm
katılımcılara teşekkür ediyorum, şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Yüce heyetinizi
yeniden saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Karabayır. Sayın
milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer
alan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve
Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler
Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/291) (S.
Sayısı: 77) (x) BAŞKAN –
Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Geçen birleşimde
tasarının 1’inci maddesi üzerinde siyasi parti grupları adına yapılan
konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, şahısları adına söz talep eden üyeleri
okuyorum: Sayın Gülşen
Orhan? Yok. Sayın Mehmet Emin
Tutan? Yok. Söz talebi yok. (x) 77 S. Sayılı Basmayazı 23/01/2008 tarihli
53’üncü Birleşim tutanağına eklidir. 1’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2’nci maddeyi
okutuyorum: MADDE 2- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi yok. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Var efendim, ben söz istiyorum. BAŞKAN – Madde
üzerinde Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir milletvekili olarak,
kendimi çok büyük bir baskı altında hissediyorum. Bunu Türk kamuoyuna açıklamak
istiyorum. Dün, burada, bu
kanunun üzerinde ben söz istedim. Bakın, Meclis Başkan Vekili kanunu müzakereye
açarken, gruplar adına şey ettikten sonra, 3 tane milletvekilinden bahsediyor,
kişisel söz istemişler. Sonra, AKP Grubu adına söz alan kişi, sözünü bitirdikten
sonra “Söz isteyen yok.” dedi. Ben de “Ben istiyorum.” dedim. Bana vermedi söz! Şimdi, değerli
milletvekilleri, burası bir çiftlik yönetimi değil. Burası, Türkiye Büyük
Millet Meclisi yönetimidir. Bütün kamuoyu bizi görüyor, gözetliyor. Şimdi, bu
Başkan Vekilinin bir huyu var. Ben, eğer Genel Kurul salonundaysam, muhakkak
AKP’li üyelere söz veriyor, ama ben yoksam “Söz isteyen yok.” diyor. Böyle
Meclis yönetilmez değerli milletvekilleri. AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Şu an konuşuyorsun ya! KAMER GENÇ (Devamla)
– Efendim, işte burada yazılı Beyefendi! Burada yazılı! Bana laf atacağınıza,
bu Meclisin hak ve adalet duygularıyla yönetilmesi konusunda, biraz siz
vicdanlı davranın. Sonra, değerli milletvekilleri, söz istiyorum, bir bakıyorum
şuradan bir AKP’li milletvekili çıkıyor, geliyor buralara. Bu, birinci defa
değil, birkaç defa… Bakın, ben size
şunu söyleyeyim: Ben Dersim milletvekiliyim beyler. Hepsi aklını başına alsın.
Ben Dersim Dağlarında siyaset yapıyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler) AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Biz de Türkiye milletvekilleriyiz. KAMER GENÇ
(Devamla) – Ben de Türkiye milletvekiliyim… Ben de Türkiye milletvekiliyim ve
benim de… LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) – Ne demek o? KAMER GENÇ
(Devamla) – Ne demek olduğunu sen bilirsin. Dersim Milletvekili Diyap Ağa... AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Niye Dersim milletvekiliyim dedin? KAMER GENÇ
(Devamla) - Bak bir dakika… Size bir laf söyleyeyim: Dersim Milletvekili Diyap Ağa, Yunanlılar Polatlı’ya geldiği zaman, birtakım
milletvekilleri burayı boşalttığı zaman, Dersim Milletvekili Diyap Ağa bu kürsüye çıktı “Biz buraya kaçmak için
gelmedik. Biz karılarımızın yanına kaçmak için gelmedik, savaşmak için geldik.”
dedi. Biz böyle bir yörenin insanlarıyız. Ayrıca da, bakın,
ben bir milletvekiliyim. Yani bir Japon, bir Güney Kore milletvekilleri gibi
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yumruk yumruğa kavga etmek istemiyorum. Böyle
bir saldırı olursa bunun baş sorumlusu Tayyip Erdoğan’dır. Bunu da size
söyleyeyim. Tamam mı? Onu da söyleyeyim size. ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Ne alakası var! LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) – “Sayın” denir Başbakana, bu denmez! KAMER GENÇ
(Devamla) – Benim de arkamda halk vardır halk! Halk var beyler! Ondan sonra
çıkacağız… AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Milletin işi gücü yok, seninle uğraşacak! KAMER GENÇ
(Devamla) – Bakın, ben, burada konuları dile getiriyorum. Şimdi, bu KEİPA
da, esas, tabii, Bülent Arınç’ın başında bulunduğu
bir kurum. Ben Bülent Arınç’ı tasvip etmiyorum.
Şimdi, soruyorum size: Bülent Arınç’ın yanında kaç
tane koruma polisi var? Evinde kaç tane polis var? Şimdi, kendisi
Meclis Başkanı iken, kendi ilinde devlete, KİT’e ait bir mülk 3 milyon dolara
satıldı ve ondan sonra, bunun çok cüzi bir miktarı altı ay sonra 14 milyon
dolara satıldı. Yani, şimdi, kendisi Meclis Başkanı iken Türkiye Cumhuriyeti
menfaatini niye kollamadı? Niye kollamadı? Soruyorum size. Bu KEİPA’da da, ben, bunun, yeterli, bu Türkiye Cumhuriyeti
menfaatini koruyacağı konusunda ciddi endişelerim var, onun için bu kanun
üzerinde konuşmak istiyordum. Soruyorum şimdi:
Yanında, evinde… Meclis kadrosundan 6 tane koruma polisi evinde var mı? 2 tane
de yanında var mı? Böyle bir şey olur mu! Yani,
evvela, insanlar, kendi icraatlarında hak ve adalet duygularıyla hareket etmek
zorundalar. Siz “Bir güç var arkamızda -340 milletvekili var- biz istediğimiz
keyfîlikleri yaparız.” diyemezsiniz değerli milletvekilleri. ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Milletin iradesi var. KAMER GENÇ
(Devamla) – Efendim, milletin iradesi olabilir. Kıbrıs’ta da referanduma
gittiniz, yüzde 65, yüzde 70 irade beyan etti. Ne oldu? Kıbrıs’ın lehine mi bir
irade beyan oldu? Şimdi, olabilir, seçimde yanılmış olabilir bu halk. Yanılmaz
mı? MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – Demokrasiyi hazmet… KAMER GENÇ
(Devamla) – Daha, o seçimde neden dolayı böyle olduğunu, onu da zaman içinde
şey ederiz. MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – Demokrasiyi biraz hazmet… KAMER GENÇ
(Devamla) - Bakın, geçen gün, soru önergeleri konusunda… Sayın milletvekilleri,
biz, buraya Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve halkının menfaatini korumak için
geldik. Bunda hemfikir misiniz? Ee nasıl koruyacağız?
Ben, size,
Kütahya Şeker Fabrikasının satılmasıyla ilgili ve orada yapılan bir hileyle
ilgili geçenlerde buraya bir soru önergesini getirdim. Sizin bir
milletvekiliniz, birisiyle, Kütahya Şeker Fabrikasını 2004 yılında, onuncu
ayında, tutuyor satın alıyor 23 milyon dolara. O zamanki, yani 2004 yılındaki
kârı da 11 trilyon lira. Bir sene sonra, tapuda -Kütahya’daki tapu kayıtlarında
belli- gidiyorlar, bir tahribat yapıyorlar, tahribat. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Genç, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. KAMER GENÇ
(Devamla) – O 112 dönümlük yerin tapudaki maliki, Türkiye Şeker Fabrikaları
Genel Müdürlüğü. Onun ismini çiziyor, altına Kütahya Şeker Fabrikaları yazıyor.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bu, devlet malı. Bu, sahtekârlık değil mi? Biz burada dile getirdiğimiz zaman bu
Meclis Başkan Vekilinin görevi midir ki bunu bu kamuoyuna yansıtmamam için
hemen benim sözümü kesiyor? Böyle, bir Meclis Başkan Vekilliği yapılmaz. Yani
sizin göreviniz eğer, soygunculara, hırsızlara kol kanat germekse o sizin bileceğiniz
şey. RECEP KORAL
(İstanbul) – Saçmalıyorsun. KAMER GENÇ
(Devamla) – Ama bizim görevimiz, burada, halkın menfaatine olan, bu halkı
soyanları bu kamuoyuna teşhir edeceğiz ki bu halk bilsin. Yani siz,
majestelerinin muhalefetini mi istiyorsunuz? Bende majestelerinin muhalefeti
olmaz, onu bilesiniz. Ben, burada, bu halkın menfaatlerini korumak için şerefim
ve haysiyetim üzerine yemin ettim, bu yeminimin gereğini yerine getiriyorum.
Lütfen, sizler de bir milletvekili olarak buna karşı görevinizi yapacaksanız
yapın, yapmazsanız beni susturmaya hakkınız yok sayın milletvekilleri. AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Senden çok konuşan yok ki zaten! KAMER GENÇ
(Devamla) - Saygılar sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Saygıdeğer
arkadaşlarım, yönetimimiz sırasında bütün arkadaşlarımızın hiçbirisinin söz
hakkını kısıtlamak diye bir görevimiz yoktur, böyle bir iş de yapmamışızdır.
Maddelerin veya tümünün oylamasına geçildikten sonra söz talepleri dikkate
alınmıyor. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Geçmedin, tutanak burada, tutanak burada işte! Çağırın, gelir biraz
sonra konuşurum. BAŞKAN – Efendim,
Sayın Genç, ben... Efendim, bakınız, siz burada altı dakika süreyle, sürekli
olarak Başbakandan başlayarak herkesi itham eder şekilde konuştunuz, biz sizi
tahammülle dinledik. Burası tahammüldür… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Ne tahammülü ya! Ne demek tahammül? Sen neye tahammül etmiyorsun?
Tahammül etmiyorsan oturma orada! BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinde, Birinci Mecliste, Dersim Milletvekili Diyap Ağa’yı rahmetle anıyoruz. O, Meclisin başka bir yere
taşınmamasını teklif etmişti ama Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Birinci
Meclisin bütün iradesi, orada görev yapan bütün milletvekilleri de Meclisin,
Polatlı’dan top sesleri duyulurken Ankara’da kalmasını temin etmiştir. O
Meclisteki bütün milletvekillerine, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak
üzere şükranlarımızı sunuyoruz. Bütün Meclisin, Büyük Millet Meclisinin,
Birinci Meclisin hepsi Gazi Meclistir ve hepsine saygımız ve hürmetimiz vardır.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu da
bilgilerinize sunuyorum. Başka talep yok. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Madde
üzerinde, bize intikal etmiş olan bir söz talebi yoktur. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, tasarının tümü açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Oylama için dört
dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen de sisteme giremeyen milletvekili
arkadaşlarımızın oy pusulalarını oylama için öngörülen dört dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten
oy kullanacak sayın bakanlarımız var ise hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan
oy pusulasını, yine oylama için öngörülen dört dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını tekraren rica ediyorum ve oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik
cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin
Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu arz ediyorum: Kullanılan oy sayısı : 224 Kabul : 217 Ret : 3 Çekimser : 4 (x) Böylece, tasarı
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Ülkemiz için ve ilgili ülkeler için hayır
getirmesini Cenabıhak’tan niyaz ediyorum. Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, 2’nci sırada yer alan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın;
Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız. 2.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl
ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın, Sağlık
Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72) BAŞKAN –
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 3’üncü sırada yer
alan, Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma İle Beşinci
Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 3.- Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve
Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/396) (S.
Sayısı: 74) (xx) BAŞKAN –
Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Komisyon raporu,
74 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının üzerinde söz alan milletvekili arkadaşlarımız: Tümü
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Oktay Vural, AK Parti
Grubu adına Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan; şahısları adına, Kocaeli
Milletvekili Azize Sibel Gönül, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve İzmir
Milletvekili Recai Birgün’ün söz talepleri vardır. (x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir. (xx) 74 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir. İlk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’ye aittir. Sayın Çöllü,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 74 sıra sayılı
Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu’yla ilgili Kanun Tasarısı üzerinde söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, kuşkusuz su yaşamın kaynağı ve devamlılığının en önemli
unsurudur. Kısaca, su hayattır. Böyle baktığımızda, suyun temel bir insan hakkı
olduğu gerçeğini dikkatlerden kaçırmamalıyız. Dünya geneline baktığımızda,
Dünya, her ne kadar “mavi gezegen” olarak adlandırılsa da su varlığının
yaklaşık yüzde 97,5 okyanus ve denizlerdeki tuzlu sudur. Kalan yüzde 2,5’a
yakın bölümü de tatlı suyun büyük bir bölümü buzullarda bulunmaktadır. Toplam
suyun ancak binde 3 civarı içilebilir niteliktedir. Yani mavi gezegende
yaşıyoruz, ancak su çok ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gereken kıt bir
kaynak durumundadır. Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı’nca “Kıtlığın Ötesinde: Güç Dengesizliği, Yoksulluk
ve Küresel Su Krizi” başlığıyla hazırlatılan 2006 Küresel İnsani Gelişme
Raporu’na göre, dünya genelinde 1,1 milyar kişi temiz suya, 2,6 milyar kişi ise
sağlık ve temizlik koşullarına hâlâ ulaşamamaktadır. Gerekli önlemler alınmazsa
2025 yılına kadar 3 milyardan fazla insan su sıkıntısı çeken ülkelerde yaşıyor
olacaktır. Bugün ise kirli suların açtığı hastalıklardan her yıl 2,2 milyon
insan ölüyor, her 8 saniyede maalesef 1 bebek can veriyor. Dünya nüfusunun üçte
1’nin, 2,4 milyar insanın su arıtma tesisi yok. Dünya nüfusunun yüzde 40’ı ise
su sıkıntısı çekmektedir. Değerli
milletvekilleri, Türkiye açısından baktığımızda da durumun hiç iç açıcı
olduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye, UNESCO’nun hazırladığı Dünya Su
Gelişme Raporu’nda su potansiyeli açısından kırk beşinci sırada bulunmaktadır. DSİ’nin belirlemelerine göre, Türkiye’de tüketilebilir
nitelikte yer üstü ve yer altı su potansiyeli ortalama 110-112 milyar metreküp
düzeyinde bulunmaktadır. Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı dünya
ortalaması Türkiye, su
potansiyelinin, DSİ’nin verilerine göre, yüzde
36’sını geliştirebilmiş durumda bulunuyor yani 40 milyar metreküp düzeyinde bir
suyu kullanıyoruz. Bunun da büyük bir bölümü tarımda vahşi sulama yöntemleriyle
tüketilmektedir. Değerli
milletvekilleri, peki, su kaynaklarını koruma ve atık su kontrolünde hangi
aşamadayız? Burada da tablo hiç parlak değildir. Türkiye İstatistik Kurumunun
2004 yılı verilerine göre, her yıl oluşan yaklaşık 3 milyar metreküp
düzeyindeki atık suyun 1 milyar metreküplük bölümü, hiçbir arıtmaya tabi
tutulmadan, göllere, akarsulara ve denizlere deşarj edilmektedir. Sanayide oluşan
atık su konusunda durum ise çok daha çarpıcı boyutlardadır. Sanayide üretilen
atık suyun yüzde 63,16’lık, bölümü, hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan, şehir
kanalizasyonuna, denize, göllere, akarsuya, arazi ve foseptik
çukurlarına deşarj edilmektedir. Peki, son beş
yıllık süreçte bu olumsuzlukların önüne geçmek için ne yapıldı, buna bir göz
atalım: Çevre Yasası çıkarıldı. Belediyelere ve sanayi kuruluşlarına atık
sularını arıtma zorunluluğu getirildi, Türk Ceza Yasası’na da hüküm kondu. Ama
ne oldu? Bu maddelerin yürürlüğe girmesi, önce iki yıl ertelendi, sonra da atık
su arıtma tesisleri için iki ile on yıl arasında ek süre daha verildi. Böyle
bir anlayışı kabul etmek mümkün değildir. Şimdi de “maden arama” adı altında
“taş ocağı” adı altında ormanlar, su kaynakları tahrip ediliyor. Eski Çevre ve
Orman Bakanı Sayın Pepe’nin bir söylemini paylaşmak istiyorum sizlerle: “Bu
yasalarla doğayı korumak mümkün değil. Ben, bu konuyu Sayın Başbakana ilettim.”
demişti. Demek ki sorumluluk bu noktadan sonra Sayın Başbakana ait. O zaman
Sayın Başbakana sormak gerekir: Bu anlayışla su kaynaklarımızı, doğamızı
korumak ve geliştirmek mümkün müdür? Ama AKP İktidarının sonuçta böyle bir
amacı da yoktur. Görünen o ki İktidarın amacı ve becerisi satmak ve aktif
pazarlama yapmaktır. Şimdi, önümüzdeki tasarının da bu aktif pazarlamanın bir
ürünü olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli
milletvekilleri, bu tasarı ne diyor? Dünya Su Forumunun beşincisi İstanbul’da
yapılacak. Peki, bu Dünya Su Konseyi nedir? Tasarının gerekçesinde deniyor ki:
“…kâr maksadı gütmeyen, hükümetler ve siyaset dışı, ayrımcılık gözetmeyen bir
sivil toplum kuruluşudur.” Yani deniyor ki, su çok önemli bir kaynak. Su
kaynaklarının daha iyi yönetilmesi için çalışmalar yapılıyor, her üç yılda bir
de dünya su forumu düzenleniyor. Peki, süreç gerçekten de böyle yüce değerler
için mi işliyor? Bu konuda birçok kesimin ciddi kaygıları ve tepkileri var. Ben
de bu kaygıları ve tepkileri paylaşıyorum. Değerli
milletvekilleri, su konusunda temel iki yaklaşım var: Birincisi ve
benim de paylaştığım yaklaşım şudur: Su, temel bir insan hakkıdır ve kamusal
bir anlayışla planlanmalıdır. İkinci yaklaşım:
Su, bir metadır, alınıp satılabilir ve fiyatını da piyasa belirler. Bu anlayışı
kabul etmek mümkün değildir. Su ve halkın geleceği serbest piyasa ekonomisinin
insafına ve uluslararası tekellerin kâr hırsına terk edilemez. Bu saflaşma
içinde arkadaşlar, Dünya Su Konseyi ikinci kategoride yer alıyor ve suyun bir
meta olduğundan hareketle de çok uluslu şirketlerin ve Dünya Bankasının
politikalarına zemin hazırlama işlevini görüyor. Size şimdi,
Ankara Üniversitesi eski öğretim üyesi Profesör Doktor Korkut Boratav’dan bir alıntı yapmak istiyorum. Sayın Boratav diyor ki: “Peki, Dünya Su Konseyi su sorununu nasıl
algılıyor? Neler öneriyor? Tüm neoliberal reçetelerde
olduğu gibi işin fikriyatı Dünya Bankasına devredilmiş. Basitleştirerek
özetleyelim: Güney coğrafyasındaki kentlerde yüksek nüfus artışı, su kaynakları
üzerine aşırı baskı getirmekte, su sunumunda kıtlık yaratmaktadır. Maliyetin
altında, yapay olarak düşük fiyatlandırıldığı için de su tüketiminde israf da
olmaktadır. Devlet ve yerel yönetimler, düşük yatırım, popülizm
ve yolsuzluk nedenleriyle bu işi becerememektedirler. Güvenli su üretimi,
dağıtımı için özel sektörü bu işe ortak yapmak, daha da açıkçası bu işlevleri
özelleştirmek gerek, diyor Dünya Su Konseyi.” Su, ucuz olduğu
için israf ediliyor; bunun fiyatını artırırsak kullanım azalır, o zaman da
kaynaklar verimli kullanılmış olur. Anlayış bu! Bunu kamu yapamaz, çünkü popülist uygulamalar olabilir. Nasıl olacak? Bunu da ancak
şirketler yapar. Yani mucize reçete: Özelleştirme. Suyu da kapsamına almak
istiyor. Çünkü su kıt bir kaynak ve küresel ısınmayla birlikte petrolden daha
değerli hâle geliyor, bu da uluslararası tekellerin kâr hırsını tetikliyor.
Şimdi, biz de aktif pazarlama kapsamında su kaynaklarımızı yabancıların
ilgisine açacağız bu forumla. Değerli
arkadaşlar, günümüzde ülkelerin büyük çoğunluğunda su, kamu yönetiminde ve kamu
tarafından işletilmektedir. Suyun yönetimi arz yönlü yapılmakta, sübvanse
edilerek, ödeme gücüne bakılmaksınız hizmet sunulmaktadır. Ancak uluslararası
su tekelleri her türlü su işletmeciliğinin özelleştirmesini istemektedirler.
Şimdi, Türkiye’de yapılacak forumla bu sürecin bir halkası daha örülmüş
olacaktır. Bu noktada, su pazarıyla ilgili size ipucu verecek bazı bilgiler
aktarmak istiyorum: Bugün, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5’i suyu –lütfen
burada dikkatlerinizi çekiyorum- ulus ötesi şirketlerden satın aldığı hâlde bu
şirketlerin yıllık gelirlerinin dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin
yarısına ulaştığı belirtilmektedir. Bu muazzam kârlılık potansiyeli ulus ötesi
şirketlerin GATS Anlaşması ve Dünya Su Konseyi gibi örgütler üzerinden
ticarileştirme çabalarını da daha da hızlandırmaktadır. 2000 yılında Fortune dergisinde su endüstrisiyle ilgili “20’nci yüzyılda
petrol, devletler ve şirketler için ne ifade ettiyse 21’inci yüzyılda da
ulusların varlık düzeyini belirleyecek değerli bir meta olan su aynı değerde
olacaktır.” değerlendirmesi yer almıştı. Aynı tarihte uzmanların su endüstrisi
için yaptıkları yıllık gelir tahminleri ise 400 milyar dolar civarındadır.
Bugün ise bu rakamın 1 trilyon dolar düzeyine çıkarıldığı belirtiliyor. Yani devasa bir pazar. Bu pazarın müşterileri de bizler
olacağız. Bir bardak su bulamadığı için yaşamını yitiren çocuklar olacak. Bunu
kabul etmek mümkün değildir. Değerli
arkadaşlar, peki, Türkiye’de su pazarı nasıl gelişiyor, bir de ona bakalım:
Şimdi, belediyelerimiz her eve sağlıklı içme suyunu ulaştırmak zorunda, ama
kötü yönetimler, kaynakların yanlış kullanımı nedeniyle, bu yapılamadığı için
insanlarımız içme suyunu dışarıdan alıyor. Neredeyse, şimdi, her evde musluğun
yanında bir de damacana var. Bu sektörün
raporuna baktım. 2005 yılı sonu rakamları itibarıyla Türkiye’de yıllık toplam
ambalajlı su tüketimi 7 milyar/litreye ulaşmış, su pazarının büyüklüğünün ise 1
milyar dolar olduğu belirtiliyor. Şimdi, bu, işin bir boyutu.
Diğer boyutu ise:
Su ve kanalizasyon şebekelerinin özelleştirilmesi var Türkiye’de. Bu süreç de
işletiliyor. Birkaç ilimizde su ve kanalizasyon şebekelerini yabancı firmalar
işletiyor. Onlara da bazı garantiler verilmiş. Kamu, kaynak aktarmaya devam
ediyor. Bunlara bir de iktidarın satış ve pazarlama becerisinin sonucu olarak
nehirlerimiz ekleniyor. Geçenlerde basına da yansıdı. DSİ, Fırat ve Dicle’nin
sularını da pazarlamak için hazırlık yapılıyormuş. Hatta hesap da yapılmış,
yirmi dokuz yıllığına bu suların kullanım hakkı devredilecek ve 3,1 milyar
dolar gelir elde edilecekmiş. Bu gidiş iyi bir
gidiş değil değerli arkadaşlar. Sata sata bir şeyimiz
kalmadı, şimdi nehirlerimizi ve suyumuzu uluslararası tekellere satacağız. Buna
izin vermemeliyiz. Değerli
arkadaşlar, bir de Dünya Su Forumu için yapılan çalışmalara değinmek istiyorum.
Bu konuda bir organizasyona gidilmiş, atamalar, görevlendirmeler yapılmış, bir
de İnternet sitesi kurulmuş. Biraz baktım bu siteye. Onursal Başkanı Kadir
Topbaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı; Forum Genel Sekreteri Prof. Dr.
Oktay Tabasaran. Ben kendisini tanımıyorum, hakkında
bir yorum da yapamam, ama bir konuya da değinmeden geçemiyorum: İsmi
İnternet’ten taradım. Malum, İnternet’te her şeyi bulmak mümkün ve hiçbir şey
unutulmuyor, bir şeylerin izlerini saklıyor devamlı. Ne çıktı bu taramanın
sonucunda? İstanbul Büyükşehir Belediyesi var, İSKİ ihaleleri var, Sayın
Başbakanın ismi var, bugünkü Çevre ve Orman Bakanının ismi var ve Beşinci Dünya
Genel Sekreterinin ismi var. Başka şeyler de var ama ben bu üç ismin geçtiği
bir köşe yazısı ile bir haberin başlığını sizinle paylaşmak istiyorum. Biri, Milliyet;
tarih: 16 Mayıs 2002; Serpil Yılmaz yazıyor; başlığı, “Tayyip Erdoğan Beni
Tutuklattı” yazısında; konu: İstanbul Belediyesi ve İSKİ’yle
ilgili yolsuzluk iddiası. İkincisi,
Radikal; tarih: 23 Ağustos 1998; haberin başlığı: “Suudili İSKİ yolsuzluğu”
Neymiş? İSKİ bir ihale yapmış, boru ihalesi açmış, en düşük teklifi veren firma
yerine başka bir firma ihaleyi almış. Yukarıda saydığım üç isim, -burada
tekrarlamak istemiyorum- yani bu üç isim bu başlık altındaki haberde de
geçiyor. Nereden nereye? Şimdi, benim kalkıp 97 yılında İSKİ’nin
yaptığı ihaleleri inceleme şansım yok. Kim kiminle bağlantılı, ne yapılmış,
nasıl yapmışlar, bunu bilemem. Yalnızca dikkatlerinize sunmak istedim. Bu
arada, bir de Genel Sekreterlik içinde aynı soy ismi taşıyan kaç kişi var, onu
da merak ettim. Janie Tabasaran,
Assistant of secretary
general. Bunun da yanıtının verilmesini istiyorum. Değerli
milletvekilleri, bir de bu organizasyonun bütçesiyle ilgili dikkatimi çeken bir
noktayı da sizlerle paylaşmak istiyorum: Tasarının gerekçesinde, forumun toplam
bütçesi, sonradan revize edilmek üzere, 17,5 milyon avro olarak öngörülmüş.
Dünya Su Konseyinin yapacağı 3 milyon avro harcamanın yüzde 50’si, yani 1,5
milyon avrosu Türkiye tarafından altı taksitle ödenecek, bunu da DSİ Vakfı
yapacak deniyor. Hatta Mart 2007’de 300 bin avro, Eylül 2007’de 150 bin avro
ödenmiş olması gerekiyor, diğerleri de ödenecek. Ben, şimdi, Sayın
Bakana sormak istiyorum: Bu vakfın 2005, 2006, 2007 gelir gider durumu nedir?
Yani, 1,5 milyon avroyu ödemeye bu vakfın gücü var mıdır? Yoksa bu kaynak
nereden gelecek ve aktarılacaktır? Peki, bu harcamaların denetimi nasıl
yapılacak? Bir de bunu sormak istiyorum. Şimdi bir yapılanmaya gidilmiş,
çalışmalar başlatılmış. Bugüne kadar da ne kadar harcandı, bundan sonra da ne
kadar harcanacak? Bunun hesabının da şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması
gerektiğini düşünüyorum. Değerli arkadaşlar,
Dünya Su Konseyinin söylemlerini de biraz değerlendirmekte fayda görüyorum.
UNICEF ve Birleşmiş Milletlerin yaptığı çalışmalardan da yararlanarak diyorlar
ki: “Milyonlarca insan susuzluk çekiyor, çocuklar susuzluktan ölüyor. Bunun
için kaynakların iyi yönetilmesi gerekir.” Evet, kaynakların iyi yönetilmesi
gerekir, buna katılmamak mümkün değil. Peki, bu noktada neden tek çıkış yolu
olarak özelleştirme gösteriliyor? Yani özelleştirme olunca kaynakların daha iyi
yönetildiğinin kanıtı nedir? Türkiye’de ne oldu? En büyük KİT’ler, Türkiye'nin
en çok değer yaratan KİT’leri birer birer
özelleştirildi. Şimdi ne oluyor? Sanayi devleri arasına giren bu şirketler
vergi listelerine giriyor mu? Tabii ki hayır. Birçok
kamu şirketi iki üç yıllık kârlarına satıldı bu ülkede. IMF ve Dünya Bankası
dayatmasıyla her alanda özelleştirme politikaları geçerli kılınmak isteniyor,
değişik uluslararası organizasyonlarla da bunun kamuoyu oluşturma süreci
yürütülüyor. Birleşmiş
Milletler Raporu’nda deniyor ki: “Herkes günde en az Dünya Su
Konseyinin belgelerinde böyle ifadeler var mı? “Su, temel insan hakkıdır,
kamusal anlayışla planlanmalıdır.” deniliyor mu? Hayır. Peki, forumlara
katılan ve düşüncelerini dile getiren insanların görüşlerini belgelerine
alıyorlar mı? Bunun yanıtı da “hayır”dır. Onlar diyor ki:
“Kaynak iyi yönetilmeli, bu alanda yatırım yapılmalı.” Ama finansman sorunu var.
Bunu nasıl aşacağız? Nasıl aşacaksınız? Suyu özel sektöre açacaksınız. Sihirli
formül özelleştirme. Şimdi, bunun
PİAR’ı yapılacak, Türkiye'nin, küresel sermayenin su pazarına eklenmesinin
altyapısı hazırlanacak. Bu süreci de iyi görmek gerekmektedir. Değerli
arkadaşlarım, peki, AKP İktidarı farklı mı düşünüyor? Hayır. “Aktif pazarlama
içindeyiz, tam gaz satmaya devam edeceğiz.” diyorlar. Türkiye'nin son
beş yılda faize ödediği para 184 milyar dolardır. 2008 yılı bütçesi içinde
faizin payı yüzde 25’tir. Yaklaşık 56 milyar YTL. Yatırıma ayrılan kaynak ne?
12 milyar YTL. Yani faize ayrılan kaynağın neredeyse beşte 1’i. Yani yatırıma
para yok, faize var. Borç ödemeyi
önceleyen politika değiştirilmediği için, suya yatırım da yapılamıyor. Tabii,
aynı anlayışla, onlar da, her şey özel sektöre açılsın, yani özelleştirelim
diyorlar. Nehirleri, akarsuları, gölleri; hepsi özelleştirilecek. Türkiye’nin şu
anda içinde bulunduğu ekonomik durum nedeniyle yoksul halkın aleyhine
olabilecek bu konudaki özelleştirme politikalarına geçit verilmemelidir. TÜİK’in yoksulluk çalışmasına göre, Türkiye’de 539 bin kişi
205 YTL’lik açlık sınırının, 13 milyona yakın insan da 549 YTL’lik yoksulluk
sınırının altında yaşamaktadır. Böyle bir ortamda özelleştirilecek ve üzerine
kâr eklenecek bir su ücretinin, halkın bu temel hakkına ulaşmasını
engelleyeceği açıktır. Türkiye’nin su
geleceği, Dünya Bankası ve uluslararası tekellerin değil, halkın temel
talepleri doğrultusunda kamusal bir anlayışla planlanmalı, yoksul halkın suya
erişmesini engelleyecek özelleştirme politikalarına geçit verilmemelidir.
Tercih, şirket çıkarları yerine, kamunun hakkını korumak olmalıdır. Küresel
ısınma var, kuraklık var, suyumuz azalıyor. Toz duman içerisinde acil değil,
akılcı çözümler geliştirilmelidir. Bir dönem de “Enerji krizi var, karanlıkta
kalacağız.” diye Türkiye’nin doğal gaza nasıl bağımlı hâle getirildiği
unutulmamalıdır. Benim Hükûmetimize tavsiyem: Eğer Türk halkının ve diğer yoksul
halkların su hakkını korumak istiyorlar ise Beşinci Dünya Su Forumunda farklı
seslerin duyulmasına da zemin hazırlaması, farklı görüşlerin de bu forumun
belgelerine geçmesine olanak tanımak için tavır göstermesidir. Bu düşüncelerle
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çöllü. Tasarının tümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
İzmir Milletvekili Oktay Vural. Buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Beşinci Dünya Su
Forumu’nun Türkiye’de düzenlenmesini ihtiva eden bir anlaşmanın uygun
bulunduğuna dair kanun tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
görüşlerini paylaşmak üzere sizlerle birlikteyim. Tabii, bu Dünya
Su Forumu aslında sivil bir girişimdir. Bu Forumun amacı, bununla ilgili
paydaşları, hükûmetleri, yerel yönetimleri, sivil
toplum örgütlerini, gençleri, kadınları hep beraber bir araya getirmek
suretiyle bu su konusunda farkındalık oluşturmak ve
böylelikle eylem içerisinde bulunmayı sağlayan bir sivil toplum girişimidir,
beşincisi düzenlenecektir. Dolayısıyla böyle bir Su Forumu’nun aslında
Türkiye’de düzenlenmiş olmasının, hem Türkiye'nin kendi su sorununa bakış
açısını hem de küresel dünyada bu su sorununa bakış açısının kendisine
getirebileceği maliyetleri dikkate alması bakımından önemli bir fırsat olduğunu
düşünüyorum. Maalesef, Türkiye’de su konusu bugüne kadar ciddi bir devlet
politikası hâlinde uygulanmış değildir. Bu bakımdan, bu Su
Forumu’nun düzenlenmesini ve özellikle bu Su Forumu düzenlenirken de işte,
Erzurum’dan Afyonkarahisar’a, Ankara’ya, Adana’ya
kadar çeşitli yerlerde bunlarla ilgili bölgesel toplantıların yapılması,
aslında, Türkiye'nin bu konudaki potansiyelini ve yapması gereken işleri,
atması gereken adımları ortaya koyması bakımından da bence çok önemli bir bilgi
birikimi ve bundan sonra da önemli bir eylem oluşturmak için büyük bir fırsat
oluşturduğunu düşünüyorum. Bunu kendi lehimize kullanmak bence son derece önemli. Tabii, suyun,
tarih boyunca aslında hayati önemi haiz olduğu, ama günümüzde de önemli bir
sorun hâline geldiği ifade edilmektedir. Su kaynaklarının yetersiz hâle
gelmesinin sebepleri, dünyada doğal su kaynaklarının ülkelere göre dağılımında
dengesizlik olması önemli bir sorun olarak ifade edilmektedir. Kaliteler
arasında farklılık vardır. Hızlı nüfus artışı, fiziksel ve kimyasal
kirlenmelerden dolayı su sorunu ortaya çıkmaktadır. Çevresel bozulmalar,
kontrolsüz ve yanlış kullanım ve tüketimin son yıllarda yüzde 400 artması,
özellikle bir su sorununu dünya gündemine getirmiştir. Daha dün Davos’ta başlayan Dünya Ekonomik Forumu’nun da tartışılacak
konulardan biri bu su meselesidir. O bakımdan, bu su konusuna dünya nasıl
bakıyor ve bu manada su piyasasına yönelik emelleri nelerdir, Türkiye bundan
nasıl etkilenecektir ve nasıl tedbirler almalıdır? Bizim buna çok önem vermemiz
gerektiğini şahsen düşünüyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak da bu
çerçevede meseleye bakılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Şimdi, bu
toplantıya göre, su kıtlığı yakın gelecekte ciddi bir güvenlik tehdidi hâline
gelecektir. Değerli arkadaşlarım, eğer su konusu ciddi bir güvenlik tehdidi
hâline gelecekse küresel makro politika oluşturanların hedefi hâlindedir,
demektir. Demek ki, su sorunu küresel açıdan bir tehditse aynen petroldeki,
enerjideki gibi bu konunun, açıkçası düzenlenmesi konusunda, global
ve küresel bir strateji oluşturma hedefi vardır. Bir kere bunu çok dikkatlice
takip etmemiz gerekmektedir. 2025 yılında otuz
devlet su kıtlığından etkilenecektir ve bu durum çatışmalara sebebiyet
verecektir. Sudan’daki Darfur olayının da ana
sebebinin su konusu olduğu ifade edilmekte. Temiz su talebini
etkileyen iki temel sebepten birisi, nüfus artışı ve ikinci sebep de iklim
değişikliğidir. Dünyadaki 1,5
milyar insanın günde Su, tabii,
doğrudan doğruya tarım açısından çok önemli, çünkü suyun yüzde 70’i tarımda
kullanılmaktadır. Önümüzdeki yüzyılda, suyun azalmasından dolayı, tarım kesimi
de çok önemli bir şekilde stratejik açıdan bu konudan etkilenecektir. Su kıtlığına
bağlı hastalıklar, dünyada yılda 1-2 milyon kişinin ölümüne sebebiyet
vermektedir. Bu bakımdan, orada vurgulanan hedef gelişmekte
olan ülkelerde, özellikle sulama tekniklerinin büyük bir israfa yol açtığı ve
bu yönüyle yaptıkları hazırlık toplantılarına göre de özellikle gelişmiş olan
ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin su tarifeleri dikkate alındığı zaman,
gelişmiş ülkelerin su tarifelerinde bakım ve onarım giderlerinin yüzde 94’ünü
karşılamasına karşılık, gelişmekte olan ülkelerde sadece yüzde 10’unu
karşıladığı ifade edilmektedir. Bu ne demektir? Bu yönüyle bakıldığı
zaman, bakım ve onarım hizmetlerini karşılayabilecek derecede bir tarife
oluşturulursa ve ayrıca kısmen sermaye ihtiyacı da karşılanacak şekilde bir
tarife oluşturulursa burası önemli bir piyasadır. Dolayısıyla bu piyasaya hâkim
olmak gerekmektedir. Soruna ekonomik açıdan bakıldığı zaman, bugün dünya su
piyasasında özellikle bu tür eğilimlerin hâkim olmamasının sebebi, petrol ve
enerji şirketleri gibi, su tarifesindeki bakım ve onarım masraflarının ve
sermaye payının yansıtılmamış olmasıdır. O zaman, gelişmekte olan ülkelerin
bizler gibi ülkelere, tüketicinin, sermayesini ve bakım onarımı dâhil olmak
kaydıyla karşılayabileceği bir tarife oluşturup, bu tarifeyle birlikte
satılabilir, pazarlanabilir şekilde suyun özelleştirilmesi gündeme gelmektedir. Değerli
arkadaşlarım, bu ifadeler şunu ortaya koyuyor: Özellikle enerjide, petrolde ve
doğal gazda önemli olan piyasaya hâkimiyettir. Dolayısıyla bugün nerede olursa
olsun bu petrol piyasasına hâkim olan güçleri ve şirketleri biliyoruz.
Önümüzdeki dönemde eğer suyla ilgili bir piyasa oluşacaksa ve bu piyasa kârlı
bir piyasa olarak oluşturulacaksa bu piyasaya hâkim olmanın altyapıları
hazırlanmaktadır. O bakımdan, özellikle yap-işlet-devretle
ilgili bizim gündemimize gelecek olan kanunda, “katkı payı” adı altında
öngörülmeyen birtakım giderlerin de verilmesiyle -ki bunlara biliyorsunuz
sulama ve diğerleri dâhil olmak kaydıyla- Hükûmetimizin
bu konuda su kaynaklarımızın özelleştirilmesi ve böyle bir piyasanın
oluşturulması yönündeki politikalarını yeniden gözden geçirmesini tavsiye
ediyoruz. Böyle bir politikayla, Türkiye’nin içinde bulunduğu su piyasasına,
bölgemizi de dikkate alırsak, başkaları hâkim olabilecek, böylelikle ülkeler
arasında ciddi tehditler ve tartışma konusu olabilecek hususlar konusunda
egemenlik hakkımız olamayabilecektir. O bakımdan, Petrol Kanunu vesilesiyle
ortaya koyduğumuz eleştirileri de dikkate alarak, bu konuda, su konusunda millî
bir politika takip edilmesi gerekmektedir. Uluslararası kartellerin,
uluslararası hedeflerin doğrultusunda bir su politikası uygulamak… Yolun
başındayız henüz, bu bakımdan, bu konuda çok dikkatli olmamız gerektiğini
düşünüyorum. Eğer siz, kendi
sahip olduğunuz kaynakları kendiniz üretip, kendiniz pazarlayamıyorsanız, buna
dayalı bir piyasada etkili olamıyorsanız, su konusunda, Türkiye’nin bu bölge
içerisinde avantajlı bir konuma geçmesini de engellemiş olursunuz. O bakımdan, Davos’ta, dünyayı yönetmeye talip büyük şirketlerin
patronlarının olduğu yerde su konusunda, deniyor ki: “Hükûmetler,
gerçek maliyeti gizleyen tarifelere son vermelidir.” Dolayısıyla böyle
bakıldığı zaman, buradaki amaç ve hedef -bu raporlara çok uluslu birtakım
şirketlerin damgasını vurduğunu da görürsek- aslında, dünya su pazarı üzerinde
bir egemenlik kavgası ve bir piyasa oluşturulması mücadelesi başlamıştır. O
zaman yapmamız gereken husus, bu pazarda kendi millî şirketlerimiz,
kaynaklarımızla birlikte hâkim olmayı sağlayabilecek millî bir politikayı
oluşturmak olmalıdır. Bu çerçevede
bakıldığı zaman ülkemizin de, özellikle su kaynakları açısından Orta Doğu
bölgesinde su stresinin yüksek olduğu bir ülke olarak bütün literatürde
vardır. Bakınız, ülkemizin içerisinde de orta Anadolu ve bir kısım bölgeler de
su stresi altında olan bölgelerden sayılmaktadır. Türkiye’nin su zengini bir
ülke olduğuna dair kanaat doğru değildir değerli arkadaşlarım. Su zengini bir
ülkede kişi başına yıllık su tüketimi 10 bin metreküp olarak kabul edilirken
ülkemizde 1.830 metreküptür. Bazı hesaplamalara göre 2 bine çıkabiliyor. Su
fakiri olduğunu iddia eden Suriye’de Bu bakımdan,
yapılan bütün tartışmalara göre, Türkiye’nin su konusunun da dâhil edildiği
savaş senaryolarında temel dayanak, biraz önce ifade edildiği gibi, su
meselesidir. Onun için de, Türkiye, sınırı aşan sular konusunda da millî
politikasını takip etmelidir; son derece önemlidir. Sınırı aşan sular konusunda
da Türkiye millî bir politika takip etmelidir. Şu ülkeye, istediğiniz kadar
veririz, size istediğiniz kadar satarız anlayışı içerisinde hareket etmek
yerine, Türkiye kendi millî menfaatlerine uygun olarak bugüne kadar ortaya
koyduğu bakış açısını devam ettirmelidir. Türkiye, özellikle Dicle ve Fırat
Nehirlerini uluslararası su olarak ortaya koyan tasarıya da ret oyu vermiştir.
O bakımdan, kabul edilmiş olmasına rağmen, Birleşmiş Milletlerin bu
Sözleşme’sine, bu Anlaşma’sına Türkiye’nin, özellikle kendi millî menfaatleri
açısından koyduğu bu ihtirazi kayıtlara göre bir
millî politika takip edilmesi gerekmektedir. Değerli
arkadaşlarım, sınırı aşan sularla ilgili dünyada iki yüz tane akarsu var.
Ülkemizde de, biliyorsunuz, Meriç Nehri, Çoruh Nehri, Aras Nehri, Kotur Çayı, Asi Nehri Afrin kolu,
Fırat Nehri ve Dicle Nehri’dir. Bu bakımdan, bunlar ya sınır oluşturuyor ya
sınırı aşıyor. Şimdi, bölgemizde Orta Doğu’da ciddi bir su sorunu problemi
oluşacağına göre ve bir tehdit, gerilim kaynağı oluşacağına göre, Türkiye’nin,
buradaki millî politikasını kendi ihtiyaçlarına göre düzenlemesi gerektiğini
düşünüyorum. O bakımdan, bu bölgede iki ülkenin suyu var; Türkiye ve İran’ın,
suyu bulunmayanlar da diğer ülkelerdir. Bu bakımdan, Birleşmiş Milletlerin
hazırladığı su raporuna göre, 2025 yılında Türkiye su sıkıntısı çekecek, 2040
yılında da elindeki su rezervleri yüzünden Türkiye’ye karşı tehdit
oluşturulacak girişimlerde bulunulabilecektir. Onun için, Türkiye’nin, elindeki
bu imkânı, hem piyasa olarak hem kaynak olarak çok iyi değerlendirmesi
gerektiğini düşünüyorum. Fransa eski
başkanlarından Mitterand’ın eşi Danielle
Mitterand, 27 Ekim 2005 günü Fransa’da düzenlediği
bir basın toplantısında, Türkiye’nin, Dicle ve Fırat sularını, kurmuş olduğu
barajlarla kelepçeleyip Suriye ve Irak halkını susuzluğa mahkûm ettiğini dahi
ileri sürmüştür. Görüyoruz ki, Irak ve Suriye, aslında, bizden su bakımından
daha zengin bir ülkedir. Bugün bölgemizde,
özellikle İsrail ve Filistin arasındaki mesele ve tartışmanın en önemli
konuları da, bildiğiniz gibi, su havzalarının paylaşımı konusudur. Çok önemli
anlaşma maddelerinde önemli bir sorun olarak ortaya koymaktadır. O bakımdan,
Orta Doğu bölgesi, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta Doğu bölgesinin de su
sorunu içerisinde olduğunu dikkate alarak, bu su kaynaklarımızı, kendi millî
menfaatlerimiz içerisinde değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Değerli
arkadaşlarım, var olan kaynaklarımız, su kaynaklarımızı verimli olarak
değerlendiriyor muyuz? Böyle bakıldığı zaman, bugün, teknik yönden, açıkçası,
110 milyar metreküplük kapasitenin 40 milyar metreküpünü kullanabiliyoruz, 70
milyar metreküplük kısmı kullanamıyoruz. Bu, bizim ihtiyacımız olmadığından
değil, ihtiyacımız var ama ihtiyacımızı karşılayabilecek projelere
yönlendirmemiş olmamızdan dolayıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin suya ihtiyacı
vardır, fazla suyumuz yoktur, gelecekte de suya ihtiyacımız olacaktır. O zaman,
bu su kaynaklarımızı, fazladır demeden kullanmamız gerekiyor. Şimdi, Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğünün yaptığı çalışmalara göre, 2030 yılına kadar, tarım
sektöründe 27,5 milyar dolar, enerji sektöründe 21 milyar dolar, hizmetler
sektöründe 20 milyar dolar, çevre sektöründe 3 milyar dolar yatırım yapılması
gerekir su kaynaklarının kullanılması için; yaklaşık 71,5 milyar dolar. Değerli
arkadaşlarım, mevcut bütçe tahminlerine göre -ki 2005 yılını vermişti Devlet Su
İşleri, şimdiki Sayın Bakan- su kaynaklarımızın geliştirilmesi için geçmesi
gereken süre kırk dört yıldır, kırk dört yıl. Bu kaynaklarla su kaynaklarımızı
milletimizin emrine vererek sağlıklı bir şekilde kullanmak için kırk dört yıla
ihtiyacımız var. O zaman -yapmamız gereken husus- muhakkak bu su kaynaklarımızın
daha çabuk bir şekilde geliştirilmesini ve kullanılmasını sağlamamız
gerekmektedir. Bugün
hidroelektrik santrali bakımından da gerekli yatırımları yapmadığımızdan dolayı
86 milyar kilovat saat elektrik denize akmaktadır, bundan yararlanamıyoruz. Amerika Birleşik
Devletleri’nin hidroelektrik potansiyeli yıllık 376 milyar kilovat saat iken
bunun yüzde 86’sını gerçekleştirebiliyor. Petrol zengini ülkelerde, Norveç’te
yüzde 68, Kanada’da yüzde 52 iken Türkiye’de hidrolik potansiyelin, teknik
potansiyelin sadece yüzde 20’sini hayata geçirebilmişiz. Dolayısıyla daha
hayata geçirebilecek bir hidroelektrik potansiyelimiz var. Elektrikte böyle. İllerimizde,
ilçelerimizde şebeke kayıplarının olduğunu dikkate alırsak, yüzde 61’inde
sağlıklı suyun olmadığını dikkate alırsak, ondan sonra da belediyelerimizin
yüzde 92’sinde arıtma tesislerinin olmadığını düşünerek su kaynaklarımızın
kirletildiğini düşünürsek, Türkiye’de ciddi bir su yönetimi problemi olduğu
açıktır. Bir taraftan su
üzerinde hâkimiyet kurmak isteyenlerin oluşturmak istediği piyasa ve
uluslararası anlaşmalar, diğer taraftan da kendi suyuna sahip çıkamayan bir
Türkiye. Bunu teslim edemeyiz, yapmamız gerekiyor. Hangi yönetim modeliyle,
nasıl olacaksa, bunu uluslararası kartellerin emrine, bu piyasalara hâkim
olacakların emrine vermeden ve bununla ilgili, suyu, ticari bir meta olarak
kullanarak su üzerinden kâr elde etmek isteyenlerin emrine vermek yerine, kendi
millî piyasamızı oluşturacak ve buradan oluşturduğumuz kaynaklarla kendi
ülkemize yatırım yapabilecek bir noktaya getirmemiz gerekmektedir. Değerli
arkadaşlarım, özellikle bütün bu gelişmeleri dikkate aldığımız zaman,
uluslararası seviyede bakıldığı zaman, bakınız, 2004 Avrupa Birliği İlerleme
Raporu’nun “ulus aşırı konular” başlıklı bölümünde şu ifade edilmektedir:
“Bölgede önemi bulunan konulardan biri kalkınma ve sulama için gerekli suya
erişimdir. Ortadoğu’da su konusunun stratejik önemi önümüzdeki yıllarda
artacaktır. Türkiye’nin katılımıyla birlikte su kaynaklarının ve altyapı
projelerinin uluslararası yönetimi (Fırat ve Dicle havzaları üzerindeki
barajlar ve sulama projeleri, İsrail ve komşuları arasında su alanında sınır
ötesi iş birliği) AB açısından önemli bir konu hâline gelebilecektir.” Değerli
arkadaşlarım, bizim için millî olan bir mesele, AB için ulus aşan bir konu
olarak, bu konunun onların menfaatleri doğrultusunda çözülmesi gerektiği ifade
ediliyor. Dicle ve Fırat’ın uluslararası su yönetimine terk edilmesi… Daha önce
ne demiştik? Dicle ve Fırat’ın uluslararası bir su olmadığına dair, Hükûmetimizin bu konuda kaydı vardır. İşte, Avrupa Birliği
sürecinde, su kaynakları konusunda getirilen uluslararası yönetimin de, millî bir
politikayı oluşturmamız önünde önemli bir engel olduğunu düşünüyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Vural, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. OKTAY VURAL
(Devamla) – İşte, bu bakımdan, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Dünya Su
Forumu’nda, bu konularda farkındalık oluşturmamız,
millî bir politika takip edebilmemiz, su piyasamız üzerinde başkalarının
hâkimiyet kurması yerine kendimizin hâkim olacağı bir su yönetimi politikasını
geliştirmemiz hayati derecede önem kazanmaktadır. Bu Su Forumu’nda bunların
dile getirilmesi, bu sorunların çözüme kavuşturulması ve toplumun, karar
vericilerin, bütün yerel yönetimlerin bu konuyla ilgili bir eylem planı, bir
stratejik plan çerçevesinde meseleye bakması gerektiğini ifade ediyoruz. Onun
için, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu Dünya Su Forumunun Düzenlenmesine
İlişkin Çerçeve Anlaşmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nı biz
destekliyoruz. Türkiye, millî bir su politikası ve millî bir su piyasası
oluşturmak durumundadır, kendi kaynaklarını kendi yönetmelidir. Bu çerçevede
hepinize saygılarımı arz ediyorum. Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Vural. AK Parti Grubu
adına Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan. Sayın Ceylan,
buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA MEHMET CEYLAN (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile
Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, bilindiği üzere, günümüz dünyasında, küresel ısınma, iklim
değişiklikleri, mevcut su kaynaklarının verimli kullanılmaması gibi çeşitli
nedenlerle dünya ülkelerinin karşı karşıya kalmış olduğu çeşitli su sorunları
yoğun bir şekilde konuşulmakta ve bundan sonra da, 21’inci yüzyıl boyunca da
konuşulmaya devam edileceği gözükmektedir. Bugün görüşmekte
olduğumuz kanun tasarısının Genel Kurulumuzda onaylanıp yürürlüğe girmesiyle
birlikte, 2009 yılının Mart ayında Beşinci Dünya Su Forumu’nun ülkemizde,
İstanbul’da toplanması mümkün olacaktır. Dolayısıyla bu Forum münasebetiyle
gerek ülkemizin karşı karşıya kalmış olduğu su sorunları gerekse dünya
ülkelerinin karşı karşıya kalmış olduğu su sorunları bu Forum boyunca
tartışılacak, değerlendirilecek ve kararlar alınacaktır. Bu vesileyle, tabii ki
2009 yılı Mart ayında İstanbul’da gerçekleşecek bu Forum münasebetiyle dünyanın
bu alandaki gözü bir kez daha Türkiye üzerinde olacak ve Türkiye üzerinde
odaklanacaktır. Bu açıdan, ülkemiz açısından da bir fırsat olarak
değerlendirmekteyim. Değerli
arkadaşlarım, Beşinci Dünya Su Forumu ve Anlaşması’yla ilgili bilgiler vermeden
önce, bu Forum’da ev sahipliği yapacak olan ülkemizle birlikte bu işi organize
eden Dünya Su Konseyiyle ilgili çok kısa olmak üzere bilgi aktarmak isterim. Dünya Su Konseyi,
22 Mart 1996 tarihinde Fransa’nın Marsilya kentinde kurulmuş, kâr maksadı
gütmeyen, hükûmetler ve siyaset dışı, ayrımcılık
gözetmeyen bir sivil toplum kuruluşudur. Dünya Su Konseyi, üyeleri aracılığı
ile bütün dünyada su konularına yönelik bağımsız ve tarafsız bir forum olarak
hizmet vermekte ve suyla ilgili her türlü konuyu gündemine almayı
hedeflemektedir. Dünya Su
Konseyinin çeşitli ülkelerin kamu, özel sektör kuruluşlarından üç yüze yakın
üyesi olup, faaliyetleri, üyeler arasından seçilen 36 kişilik Yönetim Kurulu
vasıtasıyla yürütülmektedir. Dünya Su Konseyinin 36 kişilik Yönetim Kurulunda
“guvernör” adı verilen 4 adet Türk üye de yer almaktadır. Bu 4 Türk guvernörden
birisi de, seçildiği dönemde Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak hizmet yürüten
şimdiki Çevre ve Orman Bakanımız Sayın Veysel Eroğlu
Beyefendi’dir. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü başta olmak üzere,
kamu ve özel sektörden kırka yakın kuruluş Dünya Su Konseyinin üyesi
bulunmaktadır. Dünya Su Konseyinin önemli faaliyetlerinden birisi de, her üç
yılda bir düzenlenen Dünya Su Forumu ile bu çerçevede gerçekleştirilen Bakanlar
Konferansı ve Sergisini organize etmektir. Ülkelerin sahip
oldukları bilgi ve deneyimlerin paylaşılmasına hizmet eden Forum ve Sergi her
dönem farklı bir ülkede gerçekleştirilmektedir. 16-22 Mart 2006 tarihleri
arasında Meksika’da düzenlenen Dördüncü Dünya Su Forumu ve Bakanlar
Konferansı’nda, Türkiye, 2009 yılında yapılacak olan Beşinci Dünya Su Forumu ve
Bakanlar Konferansı için ev sahibi ülke olarak seçilmiş bulunmaktadır. Dünya Su Forumu
ve Bakanlar Konferansı’nın, Birleşmiş Milletler Dünya Su Günü olan 22 Mart
esnasında, yani Mart 2009 tarihinde İstanbul’da düzenlenmesiyle su konusunda,
biraz önce de ifade ettiğim gibi, ülkemizin politikalarının etkin biçimde
ortaya konulması amaçlanmaktadır. Beşinci Dünya Su
Forumu’nun 2009 yılında İstanbul’da yapılmasıyla ilgili olarak 24 Haziran 2006
tarihinde Fransa’nın Marsilya kentinde bir çerçeve anlaşması imzalanmış
bulunmaktadır. Çerçeve anlaşma, Dünya Su Konseyi ile Türkiye arasında ortak bir
çabayla Beşinci Dünya Su Forumu’nun planlanması, finansmanı ve uygulanmasını
gösteren ayrıntılı hedefleri ve prensipleri ortaya koymaktadır. Forum’la ilgili
olarak Dünya Su Konseyine karşı sorumlu ve ülke genelindeki koordinasyonla
görevli ana kuruluş olarak Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü belirtilmiştir. Yine, bu Forum’un
ve Bakanlar Konferansı’nın gerçekleştirilmesindeki bu organizasyonu Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğünün yanı sıra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve yine
İstanbul Sular İdaresi Genel Müdürlüğü, kısa adıyla İSKİ Genel Müdürlüğü
ortaklaşa düzenleyeceklerdir. Forum, Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğünün önderliğinde Dünya Su Forumu ile iş birliği
içerisinde ülkemiz kamu, özel ve sivil toplum kuruluşları desteğinde tertip
edilecektir. Bu konuda 10 kişilik bir Forum Yönetim Kurulu ve bir Genel Sekreterya altında faaliyet gösterecek üç adet de komite
oluşturulmuş bulunmakta. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; Çerçeve Anlaşma’nın ek protokollerini kapsayan nihai
anlaşma ise yaklaşık bir yıl önce, 18 Ocak 2007 tarihinde “Beşinci Dünya Su
Forumu Anlaşma Mektubu” başlığı altında imzalanmış bulunmaktadır. Yani, her iki
anlaşma da imzalandıktan sonra yaklaşık bir yıl, hatta daha fazla süre
geçmesine rağmen, maalesef –tabii, geçen yıl, 2007 yılında gerçekleştirilen
seçimler ve benzeri münasebetle- şu ana kadar bu Anlaşma Meclis Genel
Kurulumuzda henüz onaylanmış değildir, işte, bugün huzurunuza gelmiş
bulunmaktadır. Bu Anlaşma’nın bir an önce Genel Kuruldan geçerek yürürlüğe
girmesi, bu Forum’un bundan sonraki çalışmalarının hızlanması açısından da önem
arz etmektedir. Değerli
arkadaşlarım, Forum’un toplam bütçesi 17,5 milyon avro olarak öngörülmüş olup,
bu bütçenin özellikle üç kuruluş arasında -Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
Vakfı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ Genel Müdürlüğü arasında-
paylaşılması mutabakat altına alınmış bulunmaktadır. Finansman açısından
özellikle üç kuruluşumuzun desteğiyle bu Uluslararası Forum ve Bakanlar
Konferansı gerçekleştirilecektir. Devlet Su İşleri Vakfı, Forum bütçesinin
muhasebesinden ve gerekli transferlerden sorumlu kuruluş olacaktır. Geniş kapsamlı ve
geniş katılımlı bir faaliyet olması ve 2008-2009 yıllarında Forum çerçevesinde
yapılacak bütün çalışmaları ilgilendirmesinden dolayı, gerekli hazırlıkların
etkin ve donanımla yapılabilmesi bakımından sözleşme belgelerinin bir an önce
Meclis Genel Kurulumuzda onaylanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Değerli
oylarınızla kabul edilecek Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu çalışmaları
hızlanacaktır. İnanıyorum ki, bu organizasyonla, bu Forumla, ifade ettiğim
gibi, dünyanın su sorunları ülkemizde ve İstanbul’umuzda Mart 2009 tarihinde
bir kez daha tartışılacak ve geleceğe yönelik politikalar belirlenmiş
olacaktır. İktidarıyla muhalefetiyle, kanun tasarısına destek veren
partilerimize teşekkür ediyorum. Kanunun hayırlı olmasını diliyorum. Değerli
arkadaşlarım, bu vesileyle -her zaman söz alamıyoruz; tabii, bu kanun tasarısı,
Dışişleri Komisyonumuzun asıl komisyon olarak görev yapmış olduğu bir komisyon
olarak gündemimize gelmiş bulunmaktadır-Sayın Başkanımın izniyle ve sizlerin de
müsamahasıyla, bizce önemli olan bir konuyu gündeminize taşımak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, bilindiği gibi, Dışişleri Komisyonu yoğun olarak uluslararası
sözleşmelerin onaylanmasıyla ilgili kanun tasarılarını görüşen ve Genel Kurula
sevk eden bir komisyon olarak görev yapmaktadır ve Dışişleri Komisyonunda her
yıl yaklaşık 100-150 adet buna benzer uluslararası anlaşma Komisyonumuzun
gündemine gelmektedir. Her dönem itibarıyla da yaklaşık 300 ile 500 arasında
bir uluslararası anlaşma Komisyonumuza gelmekte ve görüşülmektedir. Ama, maalesef bir durum ortaya çıkıyor ki, bu Komisyonumuzda
görüşülen kanun tasarıları yeterince -Genel Kurulda zaman bulunamadığı için-
görüşülüp onaylanamamaktadır maalesef. Bakın, geçen dönemde de -21’inci
Dönemden örnek vereyim- havale edilen 316 anlaşma var Komisyonumuza. Bunların
148’i, yani yaklaşık yarısı kanunlaşmış, 157 adedi dönem sonu kadük kalmış bulunmaktadır. 22’nci Dönemde de 490 adet
uluslararası anlaşma, ülkemiz açısından önemli olan anlaşma Komisyonumuza
gelmiş, bunların 361 adedi Komisyonumuzdan geçerek, Genel Kurulun onayından
geçmiş ve yürürlüğe girmiştir. Ama, dönem sonu itibarıyla 118 adedi kadük kalmış bulunmaktadır. 22’nci Dönemden bugüne, bizim
dönemimize, 23’üncü Döneme ise 118 adet, maalesef, kadük
kalan uluslararası anlaşma sarkmış bulunmaktadır. Bu dönemde ise 179 adet
havale edilen anlaşma bulunmaktadır. Şu ana kadar, bu anlaşmalardan yaklaşık 62
tanesi Komisyonumuzda görüşülmüş ve bunlardan 24 adedi kanunlaşmış
bulunmaktadır. 38 adedi Genel Kurul gündeminde bulunmakta ve 117’si de Komisyon
gündeminde bulunmaktadır. Tabii ki, şunu
ifade etmek istiyorum değerli arkadaşlar: Geçen dönemden bu döneme, yani
23’üncü Döneme 118 adet anlaşma intikal etmiş durumda. Her yıl da 100-150 tane
yeni anlaşmanın geldiğini düşünecek olursanız, bu anlaşmalar hızlı bir şekilde
artmaktadır. Tabii, burada ne oluyor değerli arkadaşlar? Ülkemizi çok yakından
ilgilendiren çok önemli anlaşmalar, maalesef, Genel Kurulda görüşülemediği için
onaylanamamaktadır. Bakın, daha dün
de gündeme geldi, Sırbistan-Karadağ’la ilgili bir anlaşmayı iki yıl, üç yıl
sonra, dün Genel Kurulda kabul edebildik. O zaman Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti’ydi. Bu iki ülke şimdi ayrılmasına rağmen, hâlâ
daha Sırbistan-Karadağ olarak geçti. Her ne kadar, Dışişleri Bakanlığı
yetkililerimizle bunu görüştük, bir sorun yok, Karadağ da en kısa süre içinde o
Anlaşma’yı kabul edecek ve yeni bir anlaşma yapılacak, o konuda sorun yok.
Ancak, ülkemizi yakından ilgilendiren bu tür anlaşmaların bir an önce Genel
Kurulumuzun onayından geçerek yürürlüğe girmesi önem arz etmektedir. Bunlar
arasında çeşitli serbest ticaret anlaşmaları bulunmakta, ikili teknik işbirliği
anlaşmaları bulunmakta, güvenlik alanındaki anlaşmalar bulunmakta. Yani, çok
çeşitli anlaşmalar, maalesef, Genel Kurulumuzun gündeminde yer almaktadır. Ama, bakıyoruz ki, işte, haftada iki gün kanunları
görüşebiliyoruz Genel Kurulumuzda. Bu gidişatla daha çok uzayacağı
gözükmektedir. O açıdan, grup başkan vekillerimizden istirhamımız, Komisyon
olarak, bu uluslararası anlaşmaların daha süratle Genel Kurulumuzdan geçmesi
hususunda desteğinizi ve yardımınızı beklemekteyiz. Bu vesileyle,
Beşinci Dünya Su Forumunun ve Çerçeve Anlaşması’nın ülkemize, milletimize
hayırlı olmasını diliyorum, destek veren bütün partilerimize teşekkür ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Ceylan. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan. Sayın Kaplan,
buyurun efendim. DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama
başlamadan önce Uğur Mumcu, İsmail Cem, Aydın Güven Gürkan ve ocak ayında
yitirdiğimiz birçok aydınımızın, yazarımızın anısı önünde saygıyla eğilmek
istiyorum. Umuyorum… Ocak ayı karanlıklar ayıdır, katillerin ortaya çıktığı bir
aydır; ocak ayı, ocakların söndüğü bir aydır. Daha nice siyasi cinayeti
araştırın, ocak ayında ortaya çıkar. Uluslararası çetelerin, ajanların, nedeni
ne olursa olsun, ülkemizde, bir hukuk devletinde bu tezgâhların içine girmesi
kabul edilemezdir. Bunu ifade etmek istiyorum ve son günlerde
özellikle Başbakanın da açıkladığı, İçişleri Bakanının da üzerinde durduğu son
çete operasyonunda sonuna kadar gidilmesi gerektiğini ve yüce Meclisin bu
konuda tek yürek olması gerektiğini, cinayet tezgâhlarının orduevlerinde artık
planlanmasının önüne geçilmesinin ve birilerinin kendini devletin ve Meclisin
üstünde görmesinin önüne geçilmesinin, hukuk devletinde yurttaş güvencesinin
sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu karanlık cinayetler on beş yıl önce
aydınlanmış olsaydı, inanıyorum ki, bir çok cinayet
sonradan işlenmeyecekti. En son Diyarbakır’da Gaffar Okkan cinayeti de ocak
ayına denk gelmiştir, onu da hatırlatmak istiyorum. Şu anda Antep’te bir
çatışma sürüyor. Bütün bu konularda yüce Meclisin birlik olması gerektiğini
düşünüyorum. Bugün önemli bir
konuyu görüşüyoruz aslında: Su. Su, bir ülkenin hayat damarıdır. Tarihe
baktığımız zaman, tüm uygarlıklar su kaynaklarının olduğu yerlere kurulmuş.
Dünyanın en güzel şehirleri göllerin, denizlerin, nehirlerin kıyılarında inşa
edilmiş. Babil’in, Ninova’nın,
Sümerlerin, Medlerin, Urartuların, yüzlerce
uygarlığın tarihi gösteriyor ki, en güzel yerleşim yerlerinin odağında su
vardır. Cizre’den Bircabelek Kalesi’nden kıyı kıyı çıkarsanız, sizi kuşların hocası Fake
Tayran’ın evi karşılar. Dicle kıyısındaki aynı
vadiden yürürseniz, Asur kulelerini görürsünüz. Timurlenk’in
pençelerini kayalarda, Asur kabartmalarını, Finike Kalesi’ni, Alaaddin Kasrı’nı ve Kalesi’ni, oradan, kaplıcalardan
Hasankeyf’e gelirsiniz. Ben her zaman, bıkmadan usanmadan, bu vadiyi, bu tarihi
hep sayacağım, çünkü biliyorum ki, su, problemimizle direkt bağlantılıdır ve ne
yazık ki yakın zamanda Ilısu Barajı’nın Hasankeyf’i
yutacağı günler uluslararası finans şirketlerinin iştahlarını kabartmaktadır.
Elbette su hayattır; tıpkı Nil, Mısır için nasıl hayatsa, Paris nasıl ki Sen
Nehri’nin iki yakasında yerleşmişse, Roma’ya bakın, Floransa’ya bakın, Köln’e
bakın Ren’in iki yakasında, dünya şehirlerine bakın
hep böyledir. Türkiye bulunduğu
coğrafyada, tarihinde, ilkokul kitaplarında Orta Asya’daki kuraklık nedeniyle
yaşanan göçlerden gelinen Anadolu’ya girişi ile başlar eğitim. Yakın zaman,
Türkiye çok kurak yıllar da geçirdi, belleklerimizdedir. 2007 yılı Ankara için
kara bir yıldır. Suyun sarnıcında bittiği yıldır. Ankara hâlâ, başkent olarak,
su sorununu çözememiş bir şehrimiz olarak… Tabii ki, barajlar kuruyunca su
duasına çıkılırsa da yanlış politikalarla su duasından yağacak yağmurları da
sele döndürüp onları da faydasız kılmak mümkündür. Sularımızı sadece içme,
sadece sulama, sadece bahçelerin yeşertildiği bir alan olarak görmek yanılgısı
körlüğünden de kurtulmak gerekiyor ve sormak istiyoruz: Türkiye’nin neden su ve
deniz politikası yok? Su ve deniz politikası olmayan Türkiye’nin su ve deniz
bakanlığı da yok. Dikkat edin birbiriyle ne kadar bağlantılıdır. Su ve deniz
politikası olmayan Türkiye’nin binlerce kilometre denizlerde sınırı var. Asi
Nehri’nden Çoruh’a; Dicle, Fırat’tan, Mezopotamya’dan, Trakya’ya kadar,
Yeşilırmak’tan Kızılırmak’a kadar, Karadeniz’den Ege, Gediz’e kadar bunca
nehrin çağladığı bu güzelim topraklarda son günlerde ilgi çekici doğa
olaylarına tanık oluyoruz. Farkında mısınız
Beyşehir Gölü adım adım ölüyor. Beyşehir Gölü ki,
dünyanın en nadide göllerinden birisidir. Farkında mısınız hemen yakınımızda
Tuz Gölü kuruyor. Farkında mısınız Hazar Gölü kuruyor, içindeki batıklar
çıkmaya başladı. Farkında mısınız GAP projesiyle değişen denge, doğa
ilişkileri, Keban, Atatürk Barajı’yla gelen, doğadaki bilimsel olarak tespiti
yapılan ekolojik kayma birçok yerde çeşmelerin,
kaynakların, ırmakların kuruduğunu gösteriyor. Evet, İç Anadolu
çölleşirse Manavgat Şelalesi de kurur arkadaşlar. Manavgat Şelalesi kaynağını, damarlarını
nereden alıyor ki? Denizden mi geliyor sular? Değil. Evet, biz bu konuda ciddi
bir su politikasına sahip miyiz? Su politikasını sadece ülke ekonomisine,
yaşamına, kültürüne katkısı olan, kendi alanımız, kendi ulusal politikalarımız,
kendi millî politikalarımızı hapsedebileceğimiz bir sorun değil ki. Siz,
Dicle’yi, Fırat’ı, Malatya’dan, Erzincan dağlarından doğduktan sonra Antep’ten
çıkışını durdurabilir misiniz veya Dicle’nin Habur’dan
çıkışını durdurabilir misiniz? Evet, insanlık… Bazıları diyor: “Yönünü
değiştirebilirsiniz, İskenderun Körfezi’ne akıtabilirsiniz.” Tarihte bunun
örneği yoktur. Tarihte ulusların, devletlerin, halkların örf ve âdeti vardır. Mezopotamya topraklarında hayat bulan Dicle ve Fırat, Suriye’den
bir baraj üzerinden geçip Basra’da buluştuğunda, iki ülkenin hayat damarını
nasıl ilgilendiriyorsa veya Nil, doğduğu Afrika topraklarından Akdeniz’e
ulaşana kadar kat ettiği yolculuklarda kaç ülkeye hayat veriyorsa, o ülkelerin
hepsinin bunda hakkı, hukuku ve emeği ve de vereceği, yeşerteceği her filizde
hakkı vardır. O zaman, suları millî politikalara hapsedemezsiniz.
Suların, doğanın ne dini vardır ne etnik kimliği vardır ne de öyle dar dar alanlara hapsedilecek, zapt edilecek bir güç daha
doğada yaratılmadı, hiç kimse bu gücü de yaratamaz. Ama hayat verirken sular,
hayat verirken nehirler, hayat verirken göller denilir ki: “Tarih bunlarla da
vardı.” O tarihe biz ne kadar sahip çıkıyoruz? O tarihin
kıyıcıklarında biraz dolaşırsak, Zeugma harabelerine götürürüz kendimizi.
Zeugma’dan kıyı kıyı Birecik’ten biraz giderseniz,
sular altında kalmış köylerin, minarelerin, hatta Malatya’ya doğru gittiğinizde
köprülerin ve yine minarelerin, şehirlerin, hayatların, anıların, tarihin,
mezarların kaldığını görürsünüz. Elbette ki,
ülkelerin kaderlerinde kader kararları vardır. Bazen kararlar verilir ama
hesaplamasını, planlamasını bilimsel olarak yaparsanız, o ülkenin çıkarlarına
uygun hâle getirirseniz, iştahı kabaran yabancı finans şirketlerine ülkenin
toprağını teslim etmezseniz, ola ki kendi halkınız, kendi yurttaşınız
fazlasıyla bundan yararlanabilecek politikalara erişirse o zaman doğru bir su politikasına
kavuşmuş olursunuz. Doğrusunu
isterseniz, bugün üzerinde konuştuğumuz Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu
İçin Çerçeve Anlaşması’nı bu nedenle anlamlı buluyoruz. Elbette ki, Türkiye’ye
biraz finansal olarak yükü olacak. Organizasyonda da Sayın Bakanımız başta
olmak üzere, DSİ yetkilileri var. DSİ, finansman konusunda ve organizasyon
konusunda yer alacak. Tabii, bir hafta
önce Plan ve Bütçe Komisyonuna bir yasa tasarısı geldi; yap-işlet-devret, DSİ
ile ilgili. Hani, bu yasa tasarısını -Komisyondan geçti tabii- ben okuyunca bu
suları hep şekillendirdim; satılacak barajları, gölleri, limanlarımızı… Çünkü, o yap-işlet-devret projesi, DSİ kanunuyla -ki
sıradadır, gelecek çok yakında, haftaya muhtemelen- biliyor musunuz Harem,
Kadıköy projesini, Karaköy projesini, Istranca
Dağlarını, bütün barajlarımızı, bütün sularımızı, bütün göllerimizi, bütün
ırmaklarımızı AKP İktidarının insafına ve vicdanına bırakacak. AKP İktidarı, eğer, bu korkunç güç ve yetkiyi aldığı zaman yüce
Meclisteki temsil oranını yok sayarsa yüzde 87’lerde deyip, oluşturduğu tüm
komisyonlarda sayısal çoğunluğuna güvenerek, özellikle 12 tane uluslararası
komisyona grubu olan bir partiden, Demokratik Toplum Partisinden tek üye
almayarak, dikkatinizi çekiyorum tek üye almayarak, birçok uluslararası dostluk
gruplarında 10 kişilik yönetimlerin çoğunu kendinden oluşturarak, diğer
partilerden bir tek -MHP’den 1-2 kişi komisyona aldılar, biliyorum, CHP’den de
bir o kadar- almayarak, dışlayarak, dış gezilere tek başına giderek… Bakın, dikkat edin, hiçbir İç Tüzük’te yok, grubu olan bir partiyi
her yerde, her alanda almak zorundasınız. Katılımcılık, demokrasi, çoğulculuk
budur. Hatta sadece grubu olan partileri değil, burada grup oluşturmayan
Demokratik Sol Partiyi de, ÖDP’yi de, Büyük Birlik Partisini
de, genel başkanlarını zaman zaman bu demokratik
sürece katarsanız, en azından bir fren vazifesi görür, bir denetim vazifesi
görür, iki öneri alırsınız, iki haklı eleştiri alırsınız. Şimdi, buraya
baktığım zaman, bu yasa tasarısında gerçekten, yani bu su sorunu bize neye
patlar? Şu andan, 2009’u, 22 Mart’ı, Dünya Su Günü’nü düşünmek gerekiyor. Eğer Dünya Su Günü 22 Mart’ı bugünden düşünmezsek, planlamasında
yüce Meclisin bütün seslerinin ve renklerinin katılımını sağlayamazsak ve
oradaki forumlarda, özellikle projelerde farklı partilerin görüşlerini
yansıtamazsak, korkuyorum ki, Meksika’da yapılan son Su Forumu’nun Latin
Amerika’da ve bu ülkelerdeki su kaynaklarının finans, kullanım ve
kredilendirmesi çerçevesine dönen ve hiç de sivil olmayan, akçeli bir görünüm
arz eden bir toplantıya dönüşür. Şimdi, bakıyoruz,
üç yüze yakın sivil toplum örgütünün bu Forum’da bir araya geldiği söyleniyor.
Şimdi, “1996 tarihinde Marsilya kentinde kurulu, kâr maksadı gütmeyen -ki, bu
bana inandırıcı gelmiyor- ve hükûmetler ve siyaset
dışı ayrımcılığı gözetmeyen bir sivil toplum kuruluşudur.” Demek ki, o zaman ya
bu doğrudur -ki, doğru olabilir- o zaman biz yanlış taraftayız. Bakın, bizim
“sivil” dediğimiz üyelerimize: Sayın Bakan, o zaman Devlet Su İşleri Genel
Müdürü, devletin kurumu, Sayın Bakan o zaman, sivil, Hükûmetin
emrinde bir bürokrat, çok sivil! Devam ediyorum: “Su” dedik “enerji ve güvenlik
politikasıyla bire bir bağlıdır.” Doğan Altınbilek,
Uluslararası Hidroenerji Birliği Başkanı. Çünkü, suyumuza baraj kuracaklar ya, Hasankeyf’i sular
altında bırakıp dört tane bankaya, Avusturya, İsviçre, Alman bankasına otuz yıl
para aktaracağız. Biliyoruz. “Allah için şu Hasankeyf’in kotunu biraz düşürün
de Hasankeyf sular altında kalmasın, yine enerji, yine elektrik, yine
alınabilir” diyen bilim adamlarını bile dinleme zahmetini… Hiç olmazsa, bu
Forum’da dinleme imkânı olur. Şimdi, yine çok
sivil bir forum bu! Bu sivil Forum’da Türkiye’nin sivillerine bakıyoruz:
Türkiye Müteahhitler Birliği Genel Sekreteri! Arkadaşlar, müteahhitlerin
sivil olduğunu biliyordum, ama bu kadar da sivil Müteahhitler Birliğini de ilk
defa burada gördüm. Yani müteahhit var,
yap-işlet-devret için hazır potansiyel, alacağız Dünya Bankasından veya Avrupa
Kalkınma Bankasından kredileri bilmem yüzde kaç faizle, ondan sonra ülkeyi ipotekleyeceğiz, ülkeyi satacağız, satacağız, vereceğiz,
imzalayacağız, ondan sonra “sivil forum” diyeceğiz, sular üzerinde şarkılar
söyleyeceğiz, kuğular gezdireceğiz, Kuğu Balesi’ni izleyeceğiz belki sosyal
etkinliklerde. Hayır, bu Forum para kaynaklıdır, ekonomi kaynaklıdır. Bu Forum
Dünya Bankası ve Avrupa Kalkınma Bankası başta olmak üzere diğer kaynaklara resmen su
kaynaklarını nasıl kullanabiliriz alanını açma forumudur. Bu Forum’u o kadar
insani, o kadar sivil olarak görüyorsak, TEMA Vakfı o vakfın kuruluşunda yer
alırdı. Eğer görüyorsak, çok daha -su konusunda Türkiye’de en azından on tane
dernek biliyorum- su havzalarının korunmasıyla ilgili bir sivil dernek buranın
üyesi olurdu. Üstelik daha sonra Sayın Bakan, Rezve Deresi’nden su alıp İstanbul’un içme suyunu
sağlarken, Istrancaların Longoz ormanlarından geçip,
bu doğa harikasından, doğal park alanı ilan edilen ve Dünya Bankasıyla beraber
yapılan bu alandan suyu geçirerek götürmeyi düşünürken, bu Forum’a destek vereceğiz,
bu Forum’un takipçisi olacağız, bu yasanın çıkmasına destek vereceğiz, bu
Forum’u da adım adım izleyeceğiz. Bu ülke ne bizim
ne sizin ne AKP’lilerin ne bir başka partinindir. 70 milyon çıktı son sayımda
nüfusumuz. Çocuklarımızın ve doğacak bebeklerin hepsinin geleceği bu su
kaynaklarında ve enerji politikalarındadır ve bunun uzun erimli stratejik
planlaması ve ülke güvenliği açısından da planlanması konusunda duyarlılık
göstereceğiz, bu duyarlılığımızı oraya taşıyacağız. Ama,
bunu taşırken Hükûmetten buradan açık açık talepte bulunuyoruz ve çok net söylüyoruz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Yönetimin 4-5 kişisi de üstelik ülkemizden, yine ismini saydıklarımız.
Ne olur,
Türkiye’deki gerçek sivil toplum derneklerini çağırın, doğa derneklerini
çağırın, su kaynaklarıyla ilgili dernekleri çağırın. Ne olur, GAP’ta -GAP
İdaresi ki, bunun başını çekiyor- hâlâ o sular yüzde 15 oranında sulama
sınırındadır. Onun için Şanlıurfa’da, Diyarbakır’da bir toplantı düzenleyin.
Beyşehir Gölü için Beyşehir’de toplantı düzenleyin. İlgi sorunlarımızın olduğu
kaynak alanlarda yapın ve Dicle’nin olduğu yerde, sınır ötesi gerilim
noktalarında da bir toplantı düzenleyin. GAP İdaresi oraları da görsün. Biz de
katılalım. Ama, mutlaka bütün grupları katın. Bu size
de çok şey katacaktır. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaplan. Tasarının tümü
üzerinde, şahsı adına, Isparta Milletvekili Haydar Kemal Kurt. Buyurun Sayın
Kurt. (AK Parti sıralarından alkışlar) HAYDAR KEMAL KURT
(Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 74 sıra sayılı Beşinci Dünya
Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma İle Beşinci Dünya Su Forumu
Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
üzerinde şahsi fikirlerimi açıklamak için söz almış bulunmaktayım. Muhterem arkadaşlar, 22 Mart 1996 tarihinde kurulan Dünya Su
Konseyi, sınırlı tabiat imkânlarından olan, kaynaklarından olan ve insanlık
için, hayat için gerekli olan, vazgeçilmez bir kaynak olan su üzerine, tüm
insanlığı ve yaşayan canlı tüm hayatı ilgilendiren bu vazgeçilmez kaynakla
ilgili olarak, uluslararası anlamda yapılacaklarla ilgili çalışmalar için
kurulmuş bir yapı. Bu yapı, 300’e
yakın üyesi olan, ülkemizden de ilgili kuruluşların üye olduğu bir yapı. Dünya
Su Konseyi, dünyadaki su problemlerine dikkat çekmek ve çözüm yollarını bulmak,
insanın ortak problemi üzerinde gelişen düşünceleri paylaşmak maksadı ile
birçok faaliyet içerisinde, bunlardan birisi de Dünya Su Forumu. Mart 2009
tarihinde ülkemizde gerçekleştirilmesi noktasında ülkemizin talip olduğu ve bir
önceki toplantının yapıldığı Meksika’da, 2006 Mart ayında düzenlenen dördüncü
toplantısında Türkiye’yi ev sahibi olarak seçmiş ve buna ilişkin olarak Dünya
Su Konseyi ile Haziran 2006 tarihinde bir çerçeve anlaşma yapılmış. Şimdi, bu
çerçeve anlaşma, uluslararası bir anlaşma olarak Meclisimize geldi. Meclisimiz
kabul ederse Dünya Su Forumu’nun beşinci ev sahipliğini ülkemiz yapacak. Son yıllarda, tüm
dünyada olduğu gibi ülkemizde de suya ilişkin problemler gittikçe artmış, gerek
kuraklık gerek küresel ısınma gerekse suyun tüm insanlık için olan değeri fark
edilmeye başlanmış. Bu anlamda, ülkemizin böyle bir yapı içerisinde olması ve
böyle bir toplantıya, foruma ev sahipliği yapıyor olması bizler için önemli. Biraz önce,
milletvekili arkadaşlarımız konuya ilişkin olarak görüşlerini belirttiler. Su bir ihtiyaç. İhtiyaç, aynı zamanda stratejik bir değer.
İşte, insanlığın bunu konuşacağı ortamda bizlerin bulunması, bizlerin bu
hususta ev sahipliği yapması herhâlde ilgisiz kalmaktan daha iyi olsa gerek.
Tabii burada yapılan değerlendirmeler, bu forumda ülkemizi temsil edecek olan
insanların her kelimesini, her cümlesini dikkatle izlediği, dikkatle
değerlendireceği bir husus. Bu çerçeve içerisinde ben, bu anlaşmayla, ülkemizin su sorunları
kadar insanının su sorunlarının da tekrar dünya gündemine geleceği ve
ülkemizde, bireysel tüketimden toplu tüketime kadar, tarım alanında, sanayide,
birçok alanda kullanmış olduğumuz bu değerin, özellikle geçen yıl yaşamış
olduğumuz kuraklık da dikkate alındığında ne kadar önemli olduğunu tekrar
hatırlamamıza ve bu anlamda yapılacak olan çalışmalara daha fazla enerji, daha
fazla önem vermemiz gerektiğine faydalı olacağını düşünüyorum. Bu anlamda, tasarının kabul edilmesi, Forum’un ülkemizde
gerçekleştirilmesi faydalı olacaktır. Ben, kanuna
ilişkin olarak görüşlerimi sizlerle paylaşmak için söz almıştım. Çok teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kurt. Hükûmet adına Çevre ve
Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu. Sayın Bakanım,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bendeniz, bu
Beşinci Dünya Su Forumu hakkında kısa bir bilgi arz edeceğim. Daha sonra,
saygıdeğer milletvekillerimizin konuşmalarında ifade ettikleri bazı hususlar
hakkında da açıklamalarda bulunacağım. Bir kere, Dünya
Su Konseyi, su konusunda dünyada en önemli sivil toplum kuruluşlarından birisi,
300’den fazla üyesi var, Türkiye’de kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları da
üyeleri arasında. Bu Konsey gerçekten çok önemli faaliyetler yapıyor, araştırma
geliştirme faaliyetleri yanında, bilhassa birincisi Fas’ta olmak üzere,
ikincisi Hollanda’da, üçüncüsü Japonya’da, dördüncüsü Meksika’da ve beşincisi
de Türkiye’de, İstanbul’da olmak üzere çok önemli toplantılar gerçekleşiyor. Bu
toplantılar her üç yılda bir gerçekleşiyor ve toplantılara katılım çok fazla.
Özellikle şunu ifade edeyim: Japonya’daki katılım takriben 23 bin kişiydi.
Meksika’ya ben de katıldım. Meksika’da çok önemli bir toplantı yapıldı. Bu
toplantıya 18 bin civarında, dünyanın bütün ülkelerinden uzmanlar, her türlü bu
konuda karar vericiler, mahallî idare yöneticileri, parlamenterler katıldığı
gibi, ayrıca 135 ülkenin bakanları katıldı, bakanlar toplantısı gerçekleşti.
Bunun dışında, Forum’a paralel çok sayıda oturum gerçekleştiği gibi, aynı
zamanda büyük bir sergi de yapıldı. İstanbul’da Mart
2009’da yapılacak olan bu büyük toplantı gerçekten bizim için çok önemli.
Türkiye’de şu anda çok büyük talep var. Takriben 20 bin kişinin katılacağını
tahmin ediyoruz ve sadece 20 bin uzman, bu konuda özellikle profesyonel
yönetici, kamu kurumu ve diğer sivil toplum kuruluşları yöneticileri, karar
vericiler, parlamenterler, hepsi bu toplantıya katılacak. Hazırlık yapıyoruz
zaten, hazırlıklar devam ediyor. Bunun dışında,
bir de ülkemizdeki sanayinin dışarıya tanıtılması açısından -çünkü bakanlar
gelecek, genel müdürler, bütün yöneticiler, karar vericiler gelecek- orada
gerçekten büyük çapta bir sergi, fuar da açılacak. Bunun dışında, takriben 140
ülkeden bakanların hatta başbakanların geleceğini bekliyoruz. Böylece, sadece
Forum değil, aynı zamanda sergi, fuar ve bir de bakanlar konferansı
gerçekleşecek. Yalnız özellikle şunu belirtmemde fayda var: 2009 yılında
gerçekleşecek olan bu Forum, sergi, bakanlar konferansı, sadece bir haftalık
faaliyet değil. Bu faaliyet, aslında, Meksika’dan sonra hemen Türkiye’de
başladı. Şu anda, Türkiye’de pek çok yerde bölgesel toplantılar yapılıyor,
hatta yurt dışında da yapılacak. Şu anda, misal olarak -az
önce Sayın Milletvekilimiz ifade etti bazı bölgesel toplantılar Türkiye’de
yapılsın diye- ben hemen söyleyeyim: Ankara, Konya, Antalya, Edirne, Afyonkarahisar, Isparta, Van, Erzurum, Şanlıurfa, İzmir
gibi pek çok bölgemizde, Devlet Su İşlerine ait bölgelerde bölgesel toplantılar
yapılacağı gibi, bunun dışında, özellikle bu yıldan başlamak üzere yurt
dışında, Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Doğu’da, hatta Amerika’da, Avrupa’da,
Rusya’da, yaklaşık sekiz dokuz tane büyük bölgesel toplantı yapılacağı gibi,
hazırlık olmak üzere, 2008 yılı Martında da İstanbul’da, 2009 yılına hazırlık
olarak 2 bin kişilik bir hazırlık konferansı, sergisi de gerçekleşecek. Bunu
da haber vereyim. Yani, aslında, bu
Forum’un Türkiye’de gerçekleşmesi gerçekten çok önemlidir, bunu sağlamamız
bizim için büyük başarıdır, çünkü çok büyük talep vardı. Zira,
bu Forum’un sadece ülkeler arasındaki, özellikle ilim adamlarının, uzmanların
bilgi alışverişi yanında, birtakım ortak çalışmalar, turizmin gelişmesi,
ülkemizin tanıtılması, İstanbul’un tanıtılması açısından da çok önemli olduğunu
biliyorum. Aynı zamanda, Türkiye’de kongre turizminin gelişmesi açısından da
önemli bir adımdır çünkü dünyadaki en büyük su toplantısı forumudur. Onu
özellikle belirtmek istiyorum. Şimdi, bu arada
bazı sualler oldu. Müsaadenizle bunlara da cevap vermek istiyorum. Bir kere,
Türkiye’de, suyun, zaten şu anda, Sayın Başbakanımızın talimatıyla, tek elden
yönetilmesi yönünde bir çalışma yapıldı. Bildiğiniz gibi, Devlet Su İşleri de
Çevre ve Orman Bakanlığına bağlanmak suretiyle, suyun yönetiminde ciddi bir
birliktelik sağlandı. Bu bana göre çok önemlidir. Sanıldığı gibi değil, şu anda
Devlet Su İşlerinin kısa, orta ve uzun vadeli planlamaları vardır. Tabii bunu
anlatmak saatler alır, ancak ben birkaç tane misal vermek istiyorum. Misal
olarak, Beyşehir Gölü’nün öldüğünden bahsettiler. Efendim, şu anda Beyşehir
Gölü ölmüyor, Beyşehir Gölü yaşıyor. Zira orada şu anda her yıl Beyşehir
Gölü’ne boşa akan -Sayın Milletvekilimizin de ifade ettiği gibi- suların
değerlendirilmesi maksadıyla Derebucak’ta Profesör Doktor Yılmaz Muslu Barajı inşa edildi. Gembos
derivasyonuyla yılda 135 milyon metreküp Beyşehir Gölü’ne su akıyor. Şu anda
Beyşehir Gölü’nde su seviyesi yükseliyor. Herhangi bir problem olmayacak. Gerek
Bafa Gölü, Beyşehir Gölü, diğer göllerin hepsi ele alınıyor teker teker. Şu anda biz sadece gölleri değil, sulak alanları da
kurtarmak için gerçekten ciddi adımlar attık. Misal olarak, özellikle
Develi’deki Sultan Sazlığı yakında inşallah -Zamantı
Tüneli açıldı- Zamantı Tüneli’nden buraya su
takviyesi suretiyle mutlaka kurtarılacak. Yani planlamalar yapılıyor, ancak
zamanımız sınırlı olduğu için bu konuya fazla temas etmek istemiyorum. GAP’taki
yatırımlar yapılıyor. Hükûmetimiz GAP’ı öncelikli
proje olarak ele aldı. Yani GAP’ta… Özellikle şunu söyleyeyim: Derelerin
satılması diye bir şey söz konusu değildir. Bu yanlış anlaşılıyor. Bizim yaptığımız sadece şudur: Boşa akan, hidroelektrik potansiyeli
değerlendirilmeyen bu dereler üzerinde özel sektörün de yap-işlet benzeri, yani
Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği çerçevesinde bunları yapıp enerji üretip satması,
devletin hiçbir mali yükümlülüğü olmadan, hatta bazılarında, çok fazla talep
olanlarda ne kadar fazla katkı payı verecekse bu seçimi onların yönünde tercih
etmek suretiyle gerçekten çok önemli adım atılmıştır ve kısa zamanda, dört beş
yıl içinde en az 15 bin megavat, yani 40 milyar kilovat saatlik bir enerjinin
de özel sektör tarafından devreye alınacağını, ayrıca Devlet Su İşlerinin de
zaten hâlihazırda yürümekte olan enerji yatırımlarının devam ettiğini özellikle
vurgulamak istiyorum. Bunun dışında,
şehirlerle ilgili… Biliyorsunuz şehirlerle ilgili problemler büyük ölçüde
çözüldü, herhangi bir problem yok. İnşallah… Kısa vadeli değil, biz sadece
günübirlik değil, 2023, hatta 2040 yılı planlamalarını yapıyoruz şu anda. Yani
şehirlerin içme suyu temininde, kullanma suyu temininde, sanayi suyu temininde
bir problem olmayacak. Yatırımları zamanında yapıyoruz, planlıyoruz. Sulamalarda
yap-işlet-devretten bahsedildi. Efendim, sulamalarda
yap-işlet-devret firmalara yapılan herhangi bir menfaat temini değildir.
Yıllardır merkezî yönetim bütçesiyle yapılamayan -Devlet Su İşleri yanında-
işleri bir an önce hızlandırmak açısından -ben Bütçe Plan Komisyonunda da izah
ettim- bunları yap-işlet-devret esasına göre yapsın -baraj bitmiş- sulama
tesisini yapsın, işletsin. Bunu çiftçi ödeyebildiği kadar ödeyecek, ödeyemediği
kısmını… Zaten Yap-İşlet Kanunu var, 3996 işliyor. Bizim yaptığımız, çiftçinin
ödeyemediği kısmını merkezî yönetim bütçesinden ödeyelim şeklinde, böyle bir
imkân sağlandı. Katkı payı, merkezî hükûmet katkı
payı. Yani çiftçiye bir nevi destek, projelerin bir an önce gerçekleşmesi
açısından. Bu, bana göre, şu ana kadar yapılan en büyük adımdır. Birinci büyük
adım hidroelektrik santrallerde attığımız adımdır, ikinci adım budur. İnşallah,
yüce Meclise yakında gelecek -Bütçe Plan Komisyonundan geçti- geçtikten sonra
hemen uygulamaya başlayacağız. Şimdi, bir de
Antalya Milletvekilimiz Sayın Hüsnü Çöllü özellikle Beşinci Dünya Su Forumu’nun
organizasyonundan bahsederken İSKİ’ye temas etti. Değerli dostlar, İSKİ’nin, İstanbul’un 1994 öncesi ne hâlde olduğu herkesin
malumu, bütün İstanbul’un malumu. Allah aşkına bunu -benim eski hatıralarımı
depreştirdiniz- izah edeyim: Ben 5 Mayıs 1994’te üniversitede ana bilim dalı
başkanı iken, kürsü başkanı iken İSKİ Genel Müdürlüğünü ilave olarak
yüklendiğim zaman bazı bölgelere on beş günde bir su veriliyordu. İSKİ skandalı
yüzünden İSKİ çalışanları “Ben İSKİ’de çalışıyorum.”
demekten utanıyordu… ATİLLA KART
(Konya) – Sayın Bakan, İGDAŞ’tan da söz eder misiniz? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …ve 1 milyar dolar -burada İstanbullu
milletvekillerimiz var, İstanbul’da yaşayanlar var- borcu vardı. ATİLLA KART
(Konya) – İGDAŞ’tan söz eder misin Sayın Bakan? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Her gün haciz memuru geliyordu. Şimdi, böyle
bir İSKİ’yi devraldım ben. Peki
ne yaptık? ATİLLA KART (Konya)
– İGDAŞ’taki yolsuzluktan söz eder misin Sayın Bakan? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bakın, beyler…(AK Parti sıralarından alkışlar) ATİLLA KART
(Konya) – İGDAŞ’tan söz edin, İGDAŞ’tan.
ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şunu da özellikle söylüyorum, bunun kayıtlara
geçmemesi için ben bahsetmiyordum şimdiye kadar, ama demek ki bunları bahsetmek
gerekiyor. Ben kayıtlara geçmesi için bunu da Meclis Başkanlığına vereceğim. Bakın biz ne
yaptık: Biz… ATİLLA KART
(Konya) – Sayın Bakan, İGDAŞ ne oldu,
İGDAŞ? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – İGDAŞ’ı da
anlatacağım, İGDAŞ’ı da anlatacağım. Bakın, su yoktu.
160 bin metreküplük hazne kapasitesi vardı, biz bunu 5 misli artırdık. Bakın
sizin bahsettiğiniz düktil font borular… Benden önce düktil font borular alınıyormuş, fakat inanır mısınız yüzde
100 zamlı alınıyormuş, pahalı. Nasıl alındığına dair ileride izah edeceğim,
hatıralarımı yazacağım. Suyun yüzde 65’i boşa akıyordu, kayıptı beyler! Su yok
ortada. On beş günde… ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’nın suyunu ne yaptınız Sayın Bakan? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …yirmi günde su verdiğimiz alanlar vardı, boşa
akıyordu. ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’nın suyundan haber versene! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ben hepsini haber vereceğim merak etme,
hepsini haber vereceğim. ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’nın suyunu anlat! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Netice itibarıyla bakın… ATİLLA KART
(Konya) – On beş yıl önceyi bırakın da Ankara’yı anlatın, Ankara’yı! ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Devamla) – …yüzde 65’i boşa akıyordu, biz… ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’nın suyunu anlat! ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Devamla) – Bakın, bu düktil font boruları… ATİLLA KART
(Konya) – Günümüzü anlat! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – … ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’yı anlat! ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Müsaade eder misiniz… BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen Sayın Bakanı dinleyelim efendim. ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’yı anlat! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Müsaade eder misiniz konuşayım. Rahatsız mı
oluyorsunuz? ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’yı anlat! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Niye rahatsız oluyorsunuz? NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Bakan, ciddiye almayın! ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’yı anlat! BAŞKAN – Sayın
Kart, lütfen… NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Bakan, siz Genel Kurula hitap edin. BAŞKAN –
Arkadaşlar, Sayın Bakanı dinleyelim. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Neticede, HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Devlet sizinle mi başladı? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bunun dışında, değerli milletvekilleri,
özellikle şunu belirteyim: Bu tröstü yıktık. Çok daha iyi, kaliteli, son
teknolojiye göre yapılmış, imal edilmiş boruları yüzde 40 ucuz aldık. Geçmişte YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Kâğıt üzerinde öyle Sayın Bakan! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …ve büyük tazminat paraları da kazandım.
Burada Değerli Bakanımız onu biliyor zaten, kendisi de şahittir. ATİLLA KART
(Konya) – Kim kimin şahidi? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Tazminat paralarını da kazandık. Ayrıca,
müfettişler geliyordu sürekli, her hafta bir müfettiş gelirdi. Allah’a şükür,
yüzümüz ak, alnımız ak. ATİLLA KART
(Konya) – Kim kimin şahidi? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - 1 milyar dolar borç ödediğimiz gibi, 600 tane
tesis bitirdik. İstanbul geçmişte bataklıktı Haliç’iyle, dereler pislik
akıyordu, su akmıyordu. Yirmi dört saat kaliteli, Dünya Sağlık Teşkilatının tariflediği standartlardan çok daha kaliteli su her daim akıyor.
7 milyon nüfus 14 milyon oldu, yine akıyor. Haliç tamamen lağım çukuruydu,
dikkat edin. Haliç ne hâle geldi? Şu anda 33 tür balık var. Denizlerde şu anda
yaz aylarında yüzülebiliyor. Onunla ilgili detaya girmeyeceğim. Demek ki
hatıralarımı bir an önce yazmam gerekiyor. BAŞKAN – Sayın
Bakanım, su forumuyla ilgili görüşlerinizi… ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’nın suyunu anlat! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ankara’nın suyundan da bahsedeyim. ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’nın suyunu anlat! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Bakın, Ankara’nın suyu, şu anda Ankara’nın
suyu akıyor. Siz ona bakın. Ankara’nın suyu akıyor mu akmıyor mu? Şu anda
akıyor. Bütün Türkiye… Bakın sadece Ankara değil. ATİLLA KART
(Konya) – Ankara’da su sorunu yok mu şu anda? NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Su sorunu her yerde var. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şu anda Ankara’da bir problem yok, şu anda
akıyor, akmaya devam edecek. Gerekli çalışmalar yapılıyor. Bakın, daha önce… ATİLLA KART
(Konya) – İGDAŞ’ta dokunulmazlığınızı kaldıracak
mısınız? NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Ciddiye almayın Sayın Bakan. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şimdi, efendim, onlara cevap veririz. Lütfen,
yerinizden konuşmayın. BAŞKAN – Sayın Bakanım,
şu su forumuyla ilgili görüşlerinizi izah ederseniz… ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, İGDAŞ’ta…
İflas etmiş bir İGDAŞ vardı. Abone sayısı 165 bindi. ATİLLA KART
(Konya) – Dokunulmazlığınızı kaldırmaya cesaretiniz var mı Sayın Bakan? O
cesaretiniz var mı İGDAŞ’ta? SONER AKSOY
(Kütahya) – Dinle kardeşim ya! ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Doğal gaz İstanbul’un hiçbir yerinde yoktu,
birkaç yerinde vardı. Kısa zamanda bu abone sayısını -Sayın Başbakanımız
büyükşehir belediye başkanı olduğu zaman- 165 binden biz 1 milyon 650 bine
çıkardık. İstanbul’un her tarafında doğal gaz yaygınlaştı. ATİLLA KART
(Konya) – İGDAŞ yolsuzluğundan söz eder misiniz Sayın Bakan? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Hava kirliliğinden geçilemiyordu daha önce.
Lütfen, gazetelerin promosyon olarak gaz maskesi
dağıtımı yaptığını hatırlamıyor musunuz? Kaldı ki bunu söyleyen Antalya
Milletvekili, bildiğim kadarıyla. Peki, aynı
zihniyet daha önce Antalya’da belediye başkanlığı yaptı. Şimdiki Antalya’nın
hâline bakın. Ben Antalya’ya devamlı gidiyorum. Bakıyorum, bir kavşak açılmış,
yeni, modern bir kavşak. “Ya bu ne zaman yapıldı?” diyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Helal olsun. Fark bu işte, fark bu. SONER AKSOY
(Kütahya) – Baykal da şaşırıyor bu işe. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Gerçekten herkes şaşırıyor. Herhâlde sayın
milletvekilleri Antalya’ya değil de başka yere mi gittik diye sanıyorlardır, o
kadar hızlı yürüyor ki. SONER AKSOY (Kütahya) – Aynen öyle. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ben hatırlıyorum, Antalya’da her zaman
taşkınlar olurdu şehir içinde. Şimdi taşkın var mı? Kısa zamanda bütün kanallar
yapıldı. Bakın, değerli
arkadaşlar, lütfen yapılan çalışmaları takdir edin. Bir hata varsa hep birlikte
üzerine gidelim, ama lütfen insanlarda bu takdiri… Taltif kelimelerinin
lügatten silinmesine göz yummayın. Yeter ki takdir edin çalışanları, hata varsa
hep beraber üzerine gideriz. Ben şu ana kadar
aşağı yukarı bin iki yüz tane tesis açtım. Hiçbir kişiye nasip değildir. Sayın
Başbakanımızla beraber, Allaha şükür, hepsini temel attığımız gün açılış
tarihini söyledik ve zamanında bitirdik. Bu ancak yürek ister -böyle bir şey
söylemek- şevk ister, millet sevgisi ister, bayrak sevgisi ister, vatan sevgisi
ister, bilgi ister, tecrübe ister. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla
Allah’a şükür o da bizde var. MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Bu Mecliste herkeste var vatan sevgisi, millet sevgisi. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Özellikle şunu ben ifade edeyim: Bu herhâlde
bu kadar yeter. Bunu da ben teslim ediyorum. Lütfen… Milletvekilimize de
göndereceğim. Lütfen, bakarlarsa memnun olurum. Şimdi, gelelim
Dünya Su Forumu’na. Elbette, bu Dünya Su Forumu’nda parlamenterlerimize
özellikle ihtiyacımız var, çünkü parlamenterlerin desteğine de ihtiyacımız var.
Sizlerin, uygun gördüğünüz bütün sivil toplum kuruluşlarının buraya katılması,
fikirlerini çarpıştırmaları, tenkit ve tavsiyelerini yapmalarından biz büyük
mutluluk duyarız gerçekten. Dolayısıyla herkesi davet ediyorum, gerek bölgesel
toplantılara gerek Forum’a. Biz fikirlerin tahdit edilmesinden, sınırlandırılmasından yana değiliz.
Herkes fikrini açık bir şekilde söylesin. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Sayın Bakan, forumlara daveti kabul ettik. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Çünkü, özellikle şunu
belirteyim, Ziya Paşa’nın meşhur sözü var: “Barikai
hakikat müsademei efkârdan neşet eder.” Manası, biraz
günümüzün Türkçesine çevirirsek: “Hakikat kıvılcımı fikirlerin çatışmasından
ortaya çıkar.” Dolayısıyla, lütfen, hep birlikte fikirleri çatıştıralım. En
güzel şekilde, dünyada hakikaten herkese örnek olacak şekilde bu forumu
yapalım. Herkesten yardım
istiyorum, destek istiyorum. Özellikle Beşinci Dünya Su Forumu’nun,
İstanbul’dan önce ve İstanbul’dan sonra diye anılması lazım. Herkesten, bütün
milletvekillerimizden grup farkı, parti farkı gözetmeksizin yardım istiyorum,
desteklerinizi istiyorum ve vereceğiniz desteklerden dolayı da şimdiden
teşekkür ediyorum. En derin
saygılarımı sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakanım. ATİLLA KART
(Konya) – Sayın Bakan, İGDAŞ’tan söz etmediniz! BAŞKAN – Şahsı
adına, tasarının tümü üzerinde, Karaman Milletvekili Mevlüt
Akgün. MEVLÜT AKGÜN
(Karaman) – Konuşmayacağım. BAŞKAN – Sayın
Akgün, konuşmuyorsunuz. Peki. Tasarının tümü
üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz. Sayın Ağyüz, buyurun efendim. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Teşekkür ederim. Sayın Bakanım,
vatan sevgisi, bayrak sevgisi herkeste vardır. Sadece size ve Başbakana ait
olan bir duygu değildir. Ayrıca Beşinci Su Forumu’nun ana teması, su
konusundaki farkı görüşleri bir araya getirmeyi amaçlıyor. Siz hangi görüşü
sunacaksınız? Ankara’da ASKİ DSİ’yi suçluyor, DSİ ASKİ’yi
suçluyor. İSKİ Genel Müdürünüz “Önümüzdeki yaza hazırlıklı olun.” diyor. Bir su
politikanız yok. Göller kuruyor. Politikasız bir bakanlık bu Forum’u
düzenlemiş, ne anlam ifade edecek? Belki siz İstanbul’u tanıtmaktan öteye
geçemeyeceksiniz. 2023 diyorsunuz,
2040 diyorsunuz. 2023 ile 2040 arasında on yedi sene var Sayın Bakanım, on yedi
sene! Hangi vizyonu getiriyorsunuz önümüze? İSKİ’den bahsederken
neden İGDAŞ’tan bahsetmiyorsunuz? Niye
dokunulmazlığının kaldırılması önerisine yandaş çıkmıyorsunuz? Çekmece’de, Bağcılar’da, sel suları altında insanlar can verirken
nerelerdesiniz Sayın Bakanım? Bunları bir bir önümüze
koymanın zamanı, ama bunları, siz çıkıyorsunuz yirmi dakika konuşuyorsunuz… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Ağyüz. Sayın Işık,
buyurun. ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
söz konusu Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubu’nun 5’inci maddesinde Şubat
2007 sonuna kadar ortak olarak detaylı bir sözleşmenin hazırlanacağı
belirtilmektedir. Acaba bu sözleşme hazırlanmış mıdır? Hazırlandıysa daha önce
17,5 milyon avro olarak tahmin edilen toplam forum bütçesi hakkında sözleşmede
revize edilmiş yeni bir rakam yer almakta mıdır? Bu rakam, sizin tahmininiz nedir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Işık. Sayın Enöz. MUSTAFA ENÖZ
(Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanıma iki sorum var. Bir: Küresel
ısınma ve kuraklık sebebiyle önemini 1 kat daha artıran su ihtiyacının
karşılanması bakımından boşa akıp giden suların değerlendirilmesi için baraj ve
gölet anlamında neler yapılıyor? İkinci sorum:
Nehirlerimiz ve ırmaklarımız fabrikaların kimyasal atıkları sebebiyle son
derece kirli akmaktadırlar. Bu da çevre kirliliği, ekolojik
dengenin bozulması, sudaki canlı hayatın yok olması gibi çevre
felaketlerine yol açmaktadırlar. Bu konuda neler yapılmaktadır? Ayrıca, Gediz
Nehri’nin kirlilikten kurtarılması Ege Bölgesi için son derece önemlidir. Gediz
havzasının temizlenmesi için neler planlıyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Enöz. Sayın İnan. MÜMİN İNAN
(Niğde) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
böyle bir toplantının Türkiye’de yapılmasının son derece önemli avantajları
olduğunu belirtmek istiyorum. Türkiye'nin küresel anlamdaki su kaynaklarının
kullanılması konusunda, bu konuda ev sahipliği yapması Türkiye’ye birtakım
avantajlar sağlayabilir, millî bir politikayla, bütün siyasi partilerin de
desteğiyle önemli bir avantaj elde edilebilir diye düşünüyorum. Su Forumu’nun ana
gayesinin suların verimli bir şekilde kullanılması olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla, bugün dünyada ve Türkiye'mizde boşa giden suların son derece
ülkemizi ve dünyayı sıkıntıya soktuğunu biliyoruz. Türkiye’deki boşa giden
suların, özellikle yer altı sularının bilinçsiz kullanımından dolayı, içme suyu
ve sulama suyu olarak kullanılmasından dolayı birtakım sıkıntılar yaşanıyor.
Kısa vadede bunlara bir tedbir düşünüyor musunuz? İkincisi de Niğde
özelinde. Niğde Yeşilburç Barajı’nın ne zaman bitirileceği
ve hangi safhada olduğunu öğrenmek istiyorum. Üçüncüsü… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın İnan. Sayın Orhan… AHMET ORHAN
(Manisa) – Teşekkürler. Sayın Bakanım,
ben birtakım yerel sorunlar üzerinde durmak istiyorum. Gediz Ovası’nda
tarımsal sulama faaliyetleri mevcut açık sulama kanal ve kanaletleri
vasıtasıyla yapılmaktadır. 1970’li yıllardan kalmış olan bu tesisler ciddi
hasarlı durumda olup önemli miktarda bakıma ihtiyaç duymakta, ancak bu yerine getirilmemektedir.
Bunun sonucu olarak, onca su kıtlığına rağmen, sulamada kullanılamadan suyun
önemli bir kısmı zayi olmaktadır. Gerek açık sulama sisteminin mahzurlarının
ortadan kaldırılması gerekse su zayiatının önlenmesi için herhangi bir tedbir
düşünülmekte midir? Ayrıca, mevcut
sulama sistemleri, yapılan uygulamayla, sulama birliklerine devredilmiş durumdadır.
Sulama birlikleri, sulama suyu birim fiyatlarını her sezon başında, genellikle
de genel enflasyonun 2 katı zam oranında artışlarla belirlemektedir. Bu zam
oranları çiftçimizde ciddi… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Orhan. Sayın Öztürk… HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Öncelikle, Sayın
Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda yap-işlet-devret modelini anlattığını öyle
bir sundu ki, sanki Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinin tamamı ikna olmuş bu
sunuşundan. Böyle bir şey yok. 94 seri numaralı dağıtılan kanun tasarısındaki
Demokratik Sol Parti muhalefet şerhini okumalarını tavsiye ederim. Şimdi, Dünya Su
Forumu Organizasyonu içinde AB üyesi müstakbel ortaklarımız da elbette vardır.
AB’nin Türkiye’yle ilgili ilerleme raporlarında Türkiye’ye dayattığı sınır aşan
suların yönetiminin uluslararası bir yönetime bırakılması talebini bütün milletimiz
bilmektedir. Bu Forum’un AB ülkelerinin bizden talepleriyle bağlantısı nedir?
Öncelikle onu sormak istiyorum. Zira, görüşmekte
olduğumuz tasarının, çerçeve anlaşmanın… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Öztürk. Sayın Özdemir… HASAN ÖZDEMİR
(Gaziantep) – Sayın Bakanım, malumlarınız olduğu gibi, son nüfus sayımına göre
Gaziantep 1,5 milyon nüfusu aşmış, şehir içi nüfusu ise 1 milyon 50 bin
civarındadır. İleride Ankara gibi su sıkıntısı çekmemesi için şu anda bu su
konusuyla ilgili ne gibi çalışmalar yapılmaktadır? İkincisi, ikinci
sorum: Fırat’ın bir kolu olan, Gaziantep’ten çıkıp Oğuzeli arazisini sulayan Sacır Nehri’nin arıtması son derece kötüdür ve buradaki
sulu tarım yapan çiftçilerimizin arazileri verim vermemektedir. Bu arıtmayla
ilgili, yeni arıtmayla ilgili neler düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özdemir. Sayın Cengiz… MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, bildiğiniz gibi, küresel ısınma ve küresel
kuraklıktan dolayı 2040 yılından sonra da ülkemizde bir çölleşme
beklenmektedir. Bu göz önüne alınırsa, ülkemizin sularının daha tasarruflu ve
en üst düzeyde rantabl bir şekilde kullanılması
amacıyla, sınırlarımızı terk eden veya denizlere dökülen nehirlerimizin ve
akarsularımızın, acaba kapalı devre sistemi şeklinde denizlere dökülmesi ve
sınırlarımızı aşması engellenerek, kapalı sistem şeklinde ülkemiz içinde
değerlendirilmesi düşünülüyor mu? Böyle bir proje var mı? Hem su kaynakları hem
de tarım açısından önemli bir düşünce ve proje olacağını tahmin ediyorum. Bu
konuda bir düşüncemiz var mıdır? İkinci olarak da
Çanakkale Gelibolu ilçemizdeki Çokal Barajı, yoğun yağış ve sel felaketi
dolayısıyla 4 kez yıkılmıştır. Bununla ilgili kısa zamanda bir düşüncemiz, projemiz
var mıdır? Uzun… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum. Sayın Paksoy… MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
2007 yılında sormuştum burada, Kahramanmaraş Kılavuzlu sulamasını 2010 yılında
bitireceğinizi söylemiştiniz, ama bu sene ayırdığınız ödenek 5 trilyon lira,
eski parayla. Yalnız, bunun bitmesi için 27 trilyona ihtiyaç vardı. 2010
yılında bitirilmesi için bu iki yıla yayacak mısınız kalan ödeneği? İkinci sorum: Adatepe Barajı için 2008 yılında ne kadar ödenek ayırdınız?
Söz konusu barajı ne zaman bitirmeyi düşünüyorsunuz? Üçüncü sorum:
Kahramanmaraş Andırın Geben Barajı için yatırım programına ne zaman ödenek
ayıracaksınız? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT
(Adana) – Sayın Başkana teşekkür ediyorum. Sayın Bakanımıza
sormak istiyorum. Türkiye'nin pek çok bölgesinde olduğu gibi Çukurova’da da
sulanabilir arazilerin ancak yüzde 40’ı sulanabilmektedir. Bu çerçevede, ovanın
can damarı olan ve yıllardan beri bitirilemeyen İmamoğlu, Yumurtalık ve Karataş
Sulama Projelerini bitirmeyi düşünüyor musunuz? Düşünüyor iseniz, ne kadarlık bir zaman dilimi içerisinde bu projeleri
tamamlayacaksınız? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Bakanım,
buyurun. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Çok teşekkür
ediyorum. Şimdi, özellikle
şunu ifade edeyim: Anlaşma metninde Şubat 2007 tarihine kadar yeni bir sözleşme
hazırlanması öngörülmekle birlikte, Dünya Su Konseyinden bu konuda bir talep
gelmemiş. Yapılan anlaşmalar yeterli görüldüğü için 17,5 milyon euroluk maliyette herhangi bir değişiklik söz konusu
değildir, onu özellikle belirteyim. Tabii ki, küresel
ısınma ve kuraklığa karşı baraj ve göletler yapılıyor. Şu anda, planlanmış çok
sayıda barajımız ve göletimiz mevcut. Ben Sayın
Vekilimize, Sayın Enöz’e bunların listesini, hangi barajlar
yapılıyor, planlandı, onların listesini göndereyim; burada çok zamanımız
yeterli olmayabilir. Bir de Gediz ile
ilgili sualiniz vardı. Gediz, hakikaten ele alınması gereken çok önemli bir
havza. Bu konuda şu anda, benim özellikle Manisa ve İzmir’e gidişimden sonra,
Gediz’le alakalı bütün birimlere talimat verildi. Valilikler, Çevre ve Orman
Bakanlığına ait bütün birimler şu anda çalışma yapıyor ve inşallah önümüzdeki
ay, şubat veya mart ayında İzmir’de büyük bir toplantı yapılarak Gediz
bütünüyle masaya yatırılacak. Onu özellikle belirtmek istiyorum. Sayın Cengiz’in
belirttiği, 2040 yılında çölleşmeden bahsetti. Tabii, bu bir
tahmin. Ancak, tabii ki, mutlak surette suda tasarruf gerekiyor. Yani,
suyu israf etmeye hakkımız yok. Bu bakımdan, bir kere suyun en büyük kısmı,
yüzde 75’i sulamada kullanılıyor. Geri kalan yüzde 25’i ise içme, kullanma ve
sanayi suyu ihtiyacında kullanılıyor. Yani, yaklaşık olarak yılda şu anda 40
milyar metreküp su kullanılıyor; bunun 30 milyar metreküpü -yuvarlak olarak
söylüyorum hatırda kalması için- sulama suyu olarak, geri kalan 10 milyar
metreküpü ise içme, kullanma, sanayi suyu olarak kullanılıyor. Yaklaşık 6
milyar metreküpü -yılda- içme ve kullanma suyu, 4 milyar metreküpü de sanayide.
Dolayısıyla, yaklaşık 112 milyar metreküp suyumuz var. Bunun 40 milyar
metreküpü kullanılıyor. Ancak, biz geri kalan suyumuzu, nasıl olsa suyumuz var
diye, böyle bir anlayışta değiliz. Vatandaşlarımızın suyu
tasarruflu kullanması lazım. Ayrıca, bilhassa esas tasarruf edilecek
husus sulamadır. Biz son zamanlarda karar aldık. Artık, sulama sistemlerinde
açık, iptidai sulama sistemlerinden vazgeçtik. 2003 yılından itibaren, mevcut
projeler dahi, “kapalı sistem” dediğimiz basınçlı sulama sistemlerine
dönüştürülüyor. Ayrıca Hükûmetimiz, bilhassa
damlamalı sulamada, hem Ziraat Bankası hem de Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı, biliyorsunuz damlamalı sulama için teşvik veriyor. Dolayısıyla,
bunları mutlaka geliştirmemiz gerektiği kanaatindeyim. Gelibolu Çokal
Barajı’nı bizzat inceledik. Maalesef büyük bir feyezan oldu, orada kısmi bir
hasar var; ama müteahhitle görüşüldü, bizzat ben
kendim de müteahhidi çağırarak, bunun bir an önce tamir edilip, Çokal
Barajı’nın inşaatının hızla tamamlanması talimatını verdik diye düşünüyorum. “Bazı boşa akan
suları acaba yurt içinde kullanabilir miyiz?” şeklinde bir sual vardı Sayın
Vekilimizden. Zaten bunu bazı yerlerde yapıyoruz. Misal olarak Akdeniz’e akan Zamantı Deresi üzerinde bir regülatör
yaparak, tünelle bunu Kayseri, yani Develi Ovası’na aktarıyoruz. Şu anda tünel
inşaatı bitti, regülatör inşaatı başladı. Ayrıca, az
önce belirttiğim gibi, bir misal olarak, beş yere su verilen Derebucak Gembos derivasyonu, ayrıca Mavi Tünel Konya’da, bu gibi pek
çok proje var. Denize akan suları, boşa akan suları, öncelikli olarak ihtiyacı
olan yerden başlayarak, en çok ihtiyacı olan yerlerden başlayarak… Bunlar zaten
yapılıyor, yeni planlamalar da var. Sayın Paksoy’un da ifade ettiği Kahramanmaraş Kılavuzlu sulaması
için şu anda ödenek ayrıldı, ancak… Bunu hakikaten biz de kısa zamanda
bitirmeyi planlıyoruz. Ben “2010 yılı sonuna kadar bitirmek için gayret
edilecek.” diye söylemiştim; o sözümüz hâlâ bakidir, onu belirteyim. Adatepe Barajı’yla
ilgili: Maalesef, şu anda iz bedel. Bunu, belki 2009 yılında açarak… Ben bizzat
kendim de bu barajı gördüm, hakikaten önemli bir baraj, ancak maddi imkânlar,
şu anda bütçeden ayrılacak para yeterli değil. Bir de bu baraj iz bedel olduğu için,
YPK (Yüksek Planlama Kurulu) tarafından çıkarılması gerekiyor izden. Herhâlde
2009’da çıkaracağımızı düşünüyorum. Andırın’la ilgili projelere
bakacağım. Ayrıca, özellikle
Çukurova’daki İmamoğlu sulamasından Sayın Tankut da
herhâlde bahsetmişti. İmamoğlu sulaması, 75 bin hektarlık alanı sulayacak çok
önemli bir proje, birinci öncelikli. Bunun için, Yedigöze
Barajı bekleniyordu biliyorsunuz. Yedigöze Barajı’nı
bir özel sektör yapacak. Sulaması için de proje yapımı başladı. İnşallah,
İmamoğlu’nun -75 bin hektarlık bu mümbit ovayı sulayacak- yakın bir zamanda
projesi bitirilip ihalesi yapılacak. Ya yap-işlet-devret veyahut da öz kaynakla
yapılacak, onu özellikle belirteyim. Bunun dışında,
Sayın Özdemir’in bahsettiği hususlar vardı. Onu zaten ele aldık, onunla ilgili
çalışmalarımız devam ediyor. Bunu bizzat daha önce de Sayın Vekilimizle
görüşmüştük. Ancak, Gaziantep’in içme suyuyla ilgili olarak da masaya yatırdık
bunu Gaziantep Büyükşehir Belediyemizle birlikte. Hatırlayacağınız üzere,
özellikle Kahramanmaraş tarafındaki Mizmilli
kaynaklarından çok acil olarak biz Gaziantep’e su temin ettik. Ama, şu anda yeni bir baraj projemiz var, onun planlamasını
yapıyoruz. Yani, Gaziantep’i asla susuz bırakmayacağız, onu özellikle
vurgulamak istiyorum. Diğer hususları
da Sayın Vekilim, takip ediyoruz. Yeni arıtma, Sacır
Nehri’yle ilgili konuyu ele alacağım ben. Gediz’den
bahsettim. Sulama
birlikleriyle ilgili, onlarla ilgili durum nedir? Onu, teferruatlı olduğu için
-vaktimiz sınırlı- Sayın Vekilim, detaylı şekilde ben size o konuda bilgi
sunacağım. Bir de Sayın Öztürk’ün belirttiği bir husus vardı. “Yap-işlet-devret
konusunda yeteri kadar bilgi verilmedi.” dendi. Efendim, yap-işlet-devreti, 3996 sayılı Kanun’da değişiklik yapılmasına dair
yeni bir kanun teklifinde, sadece ben üç saat orada bilgi verdim, ayrıca
Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım Beyefendi de
orada yeteri kadar bilgi verdi, tahmin ediyorum açıklığa kavuşturduk, ama tenkitler
de olabilir. Ama, Plan Bütçe Komisyonumuzdan geçerek
yüce Meclisimize, Genel Kurulumuza intikal etti. Onu, ben özellikle arz etmek
istiyorum. Tabii, bu su
yönetiminde, Türkiye, bilhassa sınırları aşan sularda gerekli hakkını, hukukunu
koruyacaktır; bu hakkını, hukukunu başka bir ülkeye veya Avrupa Birliğine
devretmesi diye bir şey asla söz konusu değildir. Bunu özellikle vurgulamak
istiyorum. Tahmin ediyorum
suallerin çoğuna cevap verdim, ama uzun olanlara yazılı olarak cevap vereceğiz. Hepinize teşekkür
ediyorum, saygılarımı sunuyorum efendim, sağ olun. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakanım. Sayın
milletvekilleri, tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 1’inci maddeyi okutuyorum: BEŞİNCİ DÜNYA SU FORUMU ORGANİZASYONU İÇİN ÇERÇEVE ANLAŞMA
İLE BEŞİNCİ DÜNYA SU FORUMU ANLAŞMA MEKTUBUNUN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI MADDE 1- 24
Haziran 2006 tarihinde Marsilya’da imzalanan “Beşinci Dünya Su Forumu
Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma” ile 18 Ocak 2007 tarihinde Ankara’da
imzalanan “Be-şinci Dünya Su Forumu Anlaşma
Mektubu”nun onaylanması uygun bulunmuştur. BAŞKAN – Madde
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kendisi komisyonda Sayın Başkan. BAŞKAN – Gruplar
adına başka söz talebi yok. Şahsı adına,
Kahramanmaraş… OKTAY VURAL
(İzmir) – MHP Grubu adına Akif Akkuş konuşacaklar efendim, bildirmiştik. BAŞKAN – Madde
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Akif Akkuş, Mersin
Milletvekilimiz. (MHP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın
Akkuş. MHP GRUBU ADINA
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 74 sıra sayılı
Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su
Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun 1’inci maddesine bağlı olarak MHP Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Şimdi, benden
önce konuşan arkadaşlarımızın hemen hemen hepsi,
Beşinci Dünya Su Forumu’nun bugüne kadar nasıl bir geçmiş izlediğini ve 2009’da
Türkiye’de yapılacağına dair bilgiler verdiler. Elbette ki bu Su Forumu’nun
İstanbul’da ve Türkiye’de düzenleniyor olması bizi mutlu etmektedir ve ülkemize
önemli katkılar sağlayacağı kanaatindeyim. Çünkü ülkemiz, bilindiği gibi, Orta
Doğu’da, yani özellikle yazların çok kurak geçtiği bir bölgede bulunmakta. İnsana
yahut tarım alanlarına su ne zaman lazım oluyor? Yaz aylarında lazım oluyor. Ama, o “kurak devre” dediğimiz yaz aylarında su yok, oldukça
da azalmış bir durumda bulunuyor. Tabii, su, hemen hemen her yerde
bulunmakta. Yani elimize aldığımızda, baktığımızda
su yokmuş gibi gördüğümüz maddeler içerisinde bile, eser miktarda da olsa, su
bulunmaktadır. Bu su, genellikle “su döngüsü” dediğimiz birtakım olayların
birlikte hareketiyle meydana gelmektedir. Atmosferden yeryüzüne düşen suyun
tamamı kullanabileceğimiz bir su değildir. Bunun bir kısmı yer altına sızar,
bir kısmı bitkiler tarafından tutulur, bir kısmı da buharlaşır, geri kalanı
denizleri ve gölleri doldurmak üzere yüzeysel akışa geçer. Elbette bu “su
döngüsü” dediğimiz döngüde eğer bir aksaklık olursa göl ve denizlere dökülen su
miktarında da birtakım değişiklikler söz konusu olacaktır. Demin bahsedildi,
su sanki bitmez tükenmez bir kaynak gibi görülüyor. Yahut nehirlerin
yataklarının değiştirilemeyeceği belirtildi. Burada Orta Asya’daki Ceyhun Nehri’ni
örnek vermek istiyorum. Ceyhun Nehri Hindikuş
Dağları’ndan kaynağını alan ve dünyanın en hızlı akışlı kollarına sahip olan
nehirlerden birisidir. Yakın bir geçmişe kadar Aral Gölü’nü besleyen önemli bir
akarsu idi. Ancak, bugün Aral Gölü çevresinde çok dramatik çevre olayları
yaşanmaktadır. Aral Gölü’nün suları süratle sığlaşmakta ve
çekilmekte. Böylece Karukum Çölü gibi, Kızılkum Çölü gibi çöl alanlarının sahası genişlemektedir. Biz genellikle
suyu yer üstü ve yer altı suları diye ayırmaktayız. Yer altı suları da bir
şekilde atmosferden yeryüzüne düşen suların yer altına sızmasıyla meydana
gelmektedir. Genellikle bugün gürül gürül akan
nehirlerimizin suları önemli oranda bu kaynaklardan beslenmektedir. Tabii,
günümüz dünyasında tabii su dolaşımı insanın etki alanı içerisine girmiştir. İnsan, doğal
bitki örtüsünü tahrip ederek yüzey sularının hızla akmasına, taşkınlara meydan
vermektedir. Yine, şehirleşme, sızma kayıplarını azaltacağından, bu da yine
şehir içerisinde taşkınlara sebep olmaktadır. Büyük barajlar
yapıyoruz, bu barajlar, buharlaşmayı artıracak, neticede, akarsuyun rejimi
üzerinde son derece etkili olacaktır. Bir başka
dramatik olaysa, bu akarsularımızın, çevresindeki birtakım yerleşim alanlarında
yaşayan insanlar tarafından kirletilmesidir. Tabii, burada,
hemen şuna girmek, şunu belirtmek istiyorum: Tabii, suyun önemi hakkında tekrar
bilgi vereceğim ama, aklıma gelmişken, biz şimdi
diyoruz ki, ülkemiz sanayileşsin, ülkemiz kalkınsın, ülkemiz üretimde büyük
boyutlara ulaşsın istiyoruz, bu bizim hakkımız. Dolayısıyla, sanayide
ilerledikçe, sanayi geliştikçe su kullanımı artacaktır, bu da bir gerçektir.
Mesela, bir otomobil üretmek için 300 ila 400 ton suya ihtiyaç vardır, bir
otomobilin üretilmesi için; bir ton çelik için 240 ton suya ihtiyacımız
bulunmaktadır, bir kilogram kumaş üretmek için ise Bugün dünyada bir
su sorunu konusu var. Bunu bazen Birleşmiş Milletler “Su Konseyi”, “Su Hukuku”
gibi kuruluşlar kurarak gündeme taşıyor, gündeme getiriyor; bazen de “sınır
aşan sular” olarak bunları gündeme getiriyor. Önümüzdeki
yıllarda dünya nüfusu hızla artacak, suya olan ihtiyaç artacak. Bunun
sonucunda, bugün, gerek Türkiye’de gerek Orta Doğu’nun birçok yerinde kırsal
kesimdeki insanlar arasında yaşanan arbedenin büyük bir kısmı su yüzünden
olduğu gibi, Orta Asya, Afrika ve Orta Doğu’daki devletler
arasındaki savaşların bir kısmının da sebebi yine su sorunudur. Tabii burada
üzerinde durmak istediğim konulardan bir tanesi, kısaca, sınır aşan sular.
Ülkemizdeki bir kısım sular sınır aşan sular kapsamı içerisine girmektedir.
Mesela Meriç Nehri, Çoruh Nehri, Dicle Nehri, Fırat Nehri, Aras Nehri, Asi
Nehri gibi nehirlerimiz bu sınır aşan sular kapsamı içerisine girmektedir. Birleşmiş
Milletler bu konuda, sınır aşan suların nasıl kullanılacağı konusunda birtakım
kararlar, kurallar ortaya atmakta, bunları ileri sürmekte ama bu karar ve
kurallar da öyle pek uygulanacak gibi gelmiyor. Bu yüzden de biz elimizdeki
imkânları kullanarak kendi ülkemizdeki suyu dikkatli kullanmak, sudan azami ölçüde
istifadeyi sağlayıp ama en az miktarda kullanarak bu yolu seçmemiz gerekir
diyorum. Değerli
milletvekilleri, bizim yapacağımız basit işler var, yani evlerde kullandığımız
suyu biraz azaltabilmek için. Diyorum ki: Musluklarınızı, sifonlarınızı daima
bakımlı tutun, bozuk olanları hemen onarın, çünkü saniyede bir damla akan su
yılda 3 metreküplük, yani 3 tonluk bir tüketime tekabül etmektedir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Akkuş, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. AKİF AKKUŞ
(Devamla) – Teşekkür ederim. Banyo yerine duşu
tercih edin. Duşta İçme suyu
dışındaki suları bir kez kullanmaya çalışın. Sebze ve meyve yıkadığınız suyla
çiçekleri ve bahçeleri sulayabilir, temizlik yapabilirsiniz. Bahçenizi sulamak
için buharlaşmanın az olduğu sabah ya da akşamüstü saatlerini tercih edin
diyor, şunları da belirtmek istiyorum: Dünya Su Konseyi, bilindiği gibi, işte kuruluşu belli. “Ülkemiz genelindeki bu Forum’un sorumlusu Devlet Su İşleri
olacak. 1 milyon euro, Türkiye tarafından, altı
taksit hâlinde, Dünya Su Konseyi Merkez Ofisi hesabına aktarılacak, ancak
Devlet Su İşleri Vakfı, Forum bütçesinin muhasebesinden ve gerekli
transferlerden sorumlu olacaktır.” diyor. Burada şöyle bir soru aklıma
geliverdi, tabii vaktim yok: Bu Devlet Su İşleri bir devlet kuruluşu… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Akkuş, artık, Sayın Bakana iletirsiniz taleplerinizi. AKİF AKKUŞ
(Devamla) – Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Şahsı adına,
Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak… Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün. Sayın Akgün,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) MEVLÜT AKGÜN
(Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Beşinci Dünya Su
Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma
Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım
adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, hayatın kaynağı olan su üzerinde konuşuyoruz. Son yıllarda
özellikle küresel ısınmanın etkilerinin iyice hissedilmesi, hızla su
kaynaklarının tükenmesine yol açmaktadır. Aslında, Türkiye, zannedildiği gibi
su zengini bir ülke değildir, su fakiri bir ülkedir ve dünya ortalamasının
neredeyse üçte 1’i oranında su varlığına sahiptir. Son yıllarda
ülkemizin bütün bölgelerinde olduğu gibi Orta Anadolu’da da kuraklığın etkileri
hızla hissediliyor. Bir çoraklaşma, bir çölleşme ve kuraklığın her alana
yayılan etkileri söz konusu. Hatta hatta, köylerimizi ziyaret ettiğimiz zaman, eskiden göllerin
bulunduğu alanlarda şimdi çökmelerin olduğu, obrukların oluştuğu ve birçok
çevre felaketinin de bununla birlikte yaşandığı bir vakıa. Özellikle Konya
Kapalı Havzası, eskiden, çok önemli sulak alanları besleyen bir havzaydı. Yakın
zamana kadar, Hotamış Su Gölü gibi, Süleymanhacı Gölü gibi, Ak Göl gibi dünyanın nadide
sazlıklarının bulunduğu bir alandı. Ama kuraklıkla birlikte ve bilinçsiz su
tüketimine bağlı olarak bu alanlar hızla kuruyor. Hatta,
bırakın bu alanları, Beyşehir, Akşehir, Meke Gölü
gibi dünyanın güzel gölleri de -nazar boncuğu olan bir Meke
Gölü de- hızla tükeniyor ve yok oluyor. İşte, özellikle bu anlamda yer altı
suyu, yer altı sulaması, tarımsal sulama önem kazanıyor. Yıllardan beri
bilinçsiz açılan kuyular, açık sulama kanalları, suyun hoyratça kullanılması,
mevcut su varlığını ve su potansiyelini yok olacak seviyeye getirdi. Devlet Su
İşlerinin yaptığı ölçümlere göre, son yirmi yılda bu bölgede, Konya Kapalı
Havzası’nda su varlığı Son dönemlerde
Ziraat Bankasının uyguladığı damlama sulamaya teşvik sisteminde bazı
aksaklıklara rağmen önemli mesafeler alındı. Bu arada, Çevre Bakanımızın
katkısıyla, bizim özellikle Karaman ve Konya bölgesinde kapalı şebekeleri
artıracak önemli bir projeye imza atıldı ve bu bölge bir pilot bölge seçildi.
Bakanlığımız, bu bölgede kapalı şebekeyi gerçekleştirmek isteyen kooperatifler,
birlikler ve çiftçilere önemli destekler vermek suretiyle önümüzdeki dönemde bu
su varlığının ekonomik olarak kullanılması için bir destek ve bir teşvik
mekanizması peşinde. Bu çalışmalarından dolayı Bakanlığa teşekkür ediyoruz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Akgün, konuşmanızı tamamlayınız. MEVLÜT AKGÜN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, özellikle yer altı suları noktasında mutlaka
bir yasal düzenleme yapılmalı, kaçak kuyuların önüne geçilmeli, mevcut sular
çok ekonomik kullanılacak modellerle kullanılmalı ve özellikle çiftçimizi,
insanımızı su tasarrufu noktasında bilinçlendirecek, ilkokuldan başlayan bir
eğitim seferberliğine, bir kültür seferberliğine topluca geçmeliyiz. Bunun için
de bir su politikası aslında oluşmalı diye düşünüyorum. Bu görüştüğümüz
kanun tasarısının hayırlar getirmesini diliyor, yüce heyetinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Akgün. Madde üzerinde
soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz. Sayın Varlı… MUHARREM VARLI
(Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan,
topraklarımızın çoraklaşmaması için en önemli unsur drenaj kanallarıdır. Çok
uzun yıllar önce drenaj kanalları açıldı, Allah devletimizden razı olsun, fakat
şu anda drenaj kanalları aşırı derecede tıkanmış durumda. Sulama birliklerine
söylüyoruz, onlar, güçlerinin yetmeyeceğini söylüyorlar, DSİ’ye
söylüyoruz, efendim, yakıt olmadığını, o işin sulama birliğine ait olduğunu
söylüyorlar, birbirlerinin üzerine atıyorlar, ama arada çiftçi ve topraklarımız
kaynıyor. Bu işe mutlaka bir çözüm bulunmalı, bir. İkincisi, sulama
birlikleri enflasyon oranını filan göz önünde bulundurmadan her yıl sulama
ücretlerine zam yapıyorlar. Zaten sıkıntıda olan çiftçimize ayrıca bir yük
getiriyor. Bunun da çözülmesi gerekiyor. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Varlı. Sayın Özkan… RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, teşekkür ederim. Sayın Bakan,
küresel ısınma ve kuraklık sonucu, Burdur, Salda, Karataş, Söğüt, Kırlı, Kestel
ve Yarışlı Göllerinde su rezervlerinde azalma ve kuruma söz konusudur.
Bölgemizde kuraklığa çare olacak Karaçal Barajı’na,
kedinin fareyle oynadığı gibi, yaraya merhem olmayan küçük çaplı ödenekler
ayrılmaktadır. Güçlü bir ödenek ayırıp bir iki yıl içinde barajı bitirmeyi
düşünüyor musunuz? Aksi hâlde su bitecek, baraj da bitmiş olacak. Taban suyu
her yıl 4- Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özkan. Sayın Enöz… MUSTAFA ENÖZ
(Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanıma
bir sorum var. Zaten az olan
suyumuzun, her yerde olduğu gibi özellikle de tarımsal sulamada verimli olarak
kullanılmasını teminen damlama sulama sistemine
acilen geçilmesi mecburiyeti vardır. Çiftçilerimiz bu konuda desteklenmektedir.
Bu destekler, Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri tarafından
yapılmaktadır. Ancak, Ziraat Bankası bu desteği yıllık yüzde 7 faizle yaparken,
aynı destek tarım kredi kooperatifleri tarafından yüzde 13,13 faizle
yapılmaktadır. Aradaki fark, neredeyse yüzde 100’e yaklaşmaktadır. Bu da hem
çiftçilerimizin hem de tarım kredi kooperatiflerinin şikâyetlerine yol
açmaktadır. Bu konuda tarım kredi kooperatiflerinin desteğini Ziraat Bankasının
düzeyine getirmeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Enöz. Sayın Öztürk… HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakanın,
sınır aşan sularla ilgili olarak Türkiye’nin hakkını, hukukunu koruyacaklarını
söylemiş olmasından ve bu beyanının tutanaklara geçmiş olmasından duyduğum
memnuniyeti ifade etmek isterim. Ancak, görüşmekte olduğumuz Çerçeve
Anlaşma’nın üçüncü bölümündeki “Dünya Su Forumu Su Dünyası için tartışmalı su
konularında paylaşılan fikirlerin geliştirilmesi, yeni ortaklıklar
oluşturulması ve işbirliği ile eylem yolunu açmak için fırsatlar sunar.”
şeklindeki ibarenin hafife alınmaması, söz konusu Forumun, aleyhimize
uluslararası kamuoyu oluşturmasına fırsat ve izin verilmemesi gerektiğini ifade
ediyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Öztürk. Sayın Genç… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Bakandan şunu öğrenmek istiyorum: Tunceli’nin hudutları
içinde, özellikle Munzur Vadisi’nde ve Bingöl’le arasında –o, Karasu galiba,
ismini bilmiyorum- kaç tane baraj yapmayı planlamışsınız? Bu barajların şu
andaki durumu nedir? Ne safhadadır? Onu öğrenmek istiyorum. Bir de geçen gün Urfa’dan bana telefon eden
bir ziraat odası başkanı dedi ki: “Efendim, bizim 6-7 bin tane kuyumuz var. Biz
buradan elektrikle su çıkarıyoruz. 2000 tarihinden bugüne kadar bize elektrik
faturaları gönderilmedi. Şimdi her aileye, gecikme zamlarıyla birlikte 600
milyar, 700 milyar fatura gönderildi.” Siz bu kuyu
sahiplerinin elektriğini kesecek misiniz? Elektrik paralarını nasıl tahsil
edeceksiniz? Onu öğrenmek istiyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç. Sayın Vural… OKTAY VURAL
(İzmir) – Teşekkür ederim. Sayın Bakana iki
sualim var. Biricisi,
İzmir’in su ihtiyacı var. İZSU Genel Müdürlüğü’nün -İzmir Büyükşehir
Belediyesi- bu konuda, Çamlı Barajı’nın yapılması konusunda talebi var. Ancak,
maalesef, bunun yatırım programına alınması mümkün değil. Acaba -İstanbul’da,
belediyeyle, su projesini, su ihtiyacını gidermek için iş birliği yapılıyor,
Ankara’da yapılıyor- İzmir Büyükşehir Belediyesinin bu konudaki talebinin uygun
görülmemesinin sebebi nedir? Bu, özellikle Çamlı Barajı ve oradaki altın
aramayla alakalı mıdır değil midir? Bunu öğrenmek istiyorum. Geçen bir sual
soruldu Sayın Enerji Bakanına. Bununla ilgili, İzmir Büyükşehir Belediyesine,
yapımından vazgeçtiğini 99 yılında bildirmiş, ama 3 Ekim 2007’de proje tanıtım
dokümanını tekrar göndermişti. Dolayısıyla, bu konuda, İzmir Çamlı Barajı’nın
yapılması konusunda olumlu bir cevabınızı bekliyorum. İstanbul’la
ilgili, özellikle Alibeyköy Deresi için yatırım
yaptınız, 49 trilyon. Başbakan dedi: “Bir sorun tarihe gömüldü.” Tarih 2006
Eylül… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Vural,
teşekkür ediyorum, otomatik kesildi… Evet, Sayın Bakan
bunlara bir cevap versin. Buyurun Sayın
Bakanım. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Hakikaten,
Sayın Varlı’nın bahsettiği drenaj kanalları çok
önemli. Esasen, tabii ki, Devlet Su İşleri işletmeci bir kurum değil aslında.
Sulama şebekelerini yapmak suretiyle, sulama birliklerine, kooperatiflere
devrediyor. İşletmesinin onlar tarafından yapılması lazım. Ancak, bazen onların
-ben de katılıyorum- güçleri yetmiyor sulama birliklerinin. Biz bakacağız,
önemli, büyük sulama drenaj kanallarına DSİ’nin
yardımcı olması konusunda talimat vereceğim, büyükler için, ama küçükleri
kendileri yapsın. Ayrıca, sulama
birlikleri zammı konusu… Tabii bu işletmeyle alakalı. Yani,
burada devletin bir şeyi yok. Yani, Bakanlığımızın bir dahli
yok. Ancak, biliyorsunuz sulama birlikleriyle alakalı yeni bir kanun teklifi
hazırlandı. İnşallah, yakın bir zamanda Meclisimize gelecek, bu mesele kökünden
herhalde çözülecek güzel bir şekilde diye düşünüyorum. Sayın Özkan’ın,
özellikle Burdur ve civarındaki göllerle ilgili konusunu biliyorum. Karaçal Barajı zaten geçmişte, bizden önceki Hükûmet döneminde, ben DSİ Genel Müdürü olmadan önceki
dönemde, biliyorsunuz, iz bedelle durdurulmuştu 2001 yılında. Ancak, bunun çok
önemli olduğunu görmek suretiyle, yerine giderek, bunu iz bedelden kurtardık ve
son dört beş yılda ciddi para ayırdık, asla azımsanmayacak bir para. Esasen,
şubat başında bendeniz de Burdur’a gideceğim, bu Karaçal
Barajı’yla ilgili son durumu yerinde göreceğim. Bunu hızla bitirmek istiyoruz. Sayın Enöz’ün bahsettiği husus, damlamalı sulamanın hakikaten
teşvik edilmesi lazım. Ziraat Bankasının yüzde 7 faizle kredi verdiğinden
bahsetti, tarım kredi kooperatiflerinin faiz nispetinin daha yüksek olduğunu belirtti.
Bunu, tabii, ben ilgili bakanlıklara intikal ettireceğim, benim Bakanlığımla
alakalı bir konu değil. Sayın Öztürk’ün sınır aşan sularla alakalı, gerçekten,
tavsiyesine ben de iştirak ediyorum. Bunun çok hassas bir şekilde üzerinde
durduğumuzu belirtmek isterim. Zaten, özellikle bu konuda Türkiye’deki
parlamenterlerimizin de Dünya Su Konseyinin bu Forumu’na katılarak, Beşinci
Dünya Su Forumu’na, katkıda bulunmasını bekliyorum ben. Özellikle, biz de bu
konuda hassas bir şekilde duracağız. Sayın Genç,
özellikle Munzur üzerindeki barajlar hakkında bilgi talep etmişti. Munzur
üzerinde şu anda kati projesi yapılan iki tane baraj var: Konaktepe
1 ve 2 şeklinde. Bunların şu an projeleri yapıldı, yakın bir zamanda herhâlde
bunlar hayata geçecek. Ancak, burada şunu ifade edeyim: Bunlar geçmişte büyük
barajlardı, biz bunları, o Munzur Vadisi’ne zarar vermeyecek şekilde, o bazı
hatları tünele almak suretiyle onu revize ettik. Onu özellikle, Sayın Genç,
ifade edeyim. Tabii ki, bu
elektrik faturaları konusu da -zaten geçenlerde siz tekrar bunu sormuştunuz-
Bakanlığımla alakalı değil, ben o konuyu ileteceğim. Şanlıurfa’daki altı yedi
bin tane kuyunun elektrik faturalarının daha önce gönderilmeyip yeni
gönderilmesiyle alakalı konu araştırılıp, size bilgi ulaştırılacak. Sayın Vural’ın
bahsettiği İzmir Çamlı Barajı… Efendim, şimdi şöyle: İzmir’le ilgili biz ciddi
bir planlama yaptık. Biliyorsunuz, İzmir’le ilgili Devlet Su İşleri tarafından
Tahtalı Barajı yapıldı. Ama, bu Tahtalı Barajı’ndan
sonra İzmir’in gelecekte uzun vadede ihtiyacının karşılanması için şu anda
Gördes Barajı yapılıyor, oradan tahsisat yapıldı. Ben özellikle ilgili
arkadaşlara şunu söyledim, dedim ki: Bakın, yapılacaksa, Gördes Barajı’nı DSİ
yapıyor, arıtma tesisi isale hattını yaparsa kolayca buradan yeteri kadar su
alması mümkün ve 2040 yılına kadar da herhangi bir mesele yok. Çamlı Barajı’yla
ilgili daha önce böyle bir talepleri olmuştu. Fakat,
sonradan, ben hatırladığım kadarıyla bundan vazgeçtiklerine dair, ileride DSİ’nin planlamasına uygun şekilde yapılmasına dair bir
yazı yazdılar. Tahmin ediyorum, şu anda zaten yeteri kadar su tahsisi yapıldı.
Çamlı Barajı’na –Devlet Su İşlerindeki arkadaşlara sordum- şu anda ihtiyaç yok,
çünkü Gördes’ten yeteri kadar su takviye ediyoruz. Bu konuda tabii ki birkaç
dakikada izah etmem zor. Çok detaylı bir malumat size iletelim. Şu anda bende
bilgi var yeteri kadar, fakat, izah etmem çok zaman
alır, bunu izah edeyim. Özeti bu, yani, şu anda Gördes Barajı çok hızlandı, hatta, 2008 yılında su tutulması talimatı verdim. Şu anda
zaten İzmir’in su ihtiyacı yok, kısa vadede. Uzun vadedeki su ihtiyacı da
Gördes’ten karşılanacak. Hakikaten İZSU yapacaksa kendi mükellefiyetinde olan
isale hattı arıtma tesisini yapsın. Böylece boşa bir yatırım yapmamış olur. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakanım. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2’nci maddeyi
okutuyorum: Madde 2- Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer. BAŞKAN – Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı. Sayın Nalcı,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Beşinci
Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çevre Anlaşması ile Beşinci Dünya Su Forumu
Anlaşması Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın
2’nci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Meksika’nın
başkenti Mexico City’de
yapılan Dördüncü Dünya Su Forumu’nda 19 Mart tarihinde yapılan oylama
neticesinde Türkiye, Beşinci Dünya Su Forumu’nu 2009’da İstanbul’da yapma
hakkını kazanmıştır. Bu Forum’da -ki, daha önceden de 1996 yılında Fransa’nın
Marsilya kentinde 22 Mart günü, Dünya Su Günü’nde de, Dünya Su Konseyinin
kuruluşu ilan edilmiştir- Türkiye 41 üyeyle, Japonya ve Fransa’dan sonra en çok
üyesi bulunan üçüncü ülke konumundadır. Değerli
milletvekilleri, ülkemiz ve dünya ciddi bir küresel ısınma tehdidi altındadır.
Meclisimizin ilk günlerinde, burada bulunan değerli milletvekillerinin de
vermiş olduğu küresel ısınma ve yenilenebilir su kaynaklarıyla ilgili önergeler
sonucunda, bilindiği gibi, su komisyonu, yani küresel ısınma ve yenilenebilir
su kaynakları üzerine bir araştırma komisyonu kuruldu ve bu komisyon
çalışmalarına bundan yaklaşık olarak iki ay öncesinde başladı. Biz, gerekli
görülen kurum, kuruluşları çağırarak bilgi ve bunlardan, yapılması gereken
çözümleri, bilgileri, burada, yüce Meclisimizde bu bilgileri temin ettik ve
bunun akabinde, problemli olan bölgelere geziler düzenledik. Geçen hafta biz
Konya, oradan Uşak’a, oradan Kütahya’ya bir gezi düzenledik. Önümüzdeki
haftalarda da Trakya bölgesine, oradan daha sonra da Urfa bölgesine geziler
yapacağız. Değerli
milletvekilleri, konunun, su konusunun en önemli problemi, tarımda gelen vahşi
sulama. Burada Bakanımızın da belli ettiği gibi, diğer arkadaşların da
konuştuğu gibi, su rezervimizin, yani 110 milyar metreküp su rezervimiz var,
biz bunun 40 milyar metreküpünü kullanabiliyoruz. Bu 40 milyar metreküpün de
yüzde 75’i vahşi sulama dediğimiz sulama sistemine gitmektedir. Ben, burada,
çok güzel, Bakanımız, kapalı sistemlere geçmemizi, damlatma sulamaya geçmemizi
ve bunun için Ziraat Bankasının kredi verdiğinden bahsetti. Fakat,
çiftçi soruyor: “Ben bunu yaptım. Bunu bağlayacak basınçlı boru hattı nerede?”
diye. Bakın, Türkiye’nin her tarafında… Yani yüzde 75’i tarımda kullanıyoruz,
fakat diğer kalan yüzde 25’in kullanım alanı olan evsel tüketim ve sanayinin
kullanmış olduğu su da diğer yüzde 50’yi kirletiyor. Biz bunları… Arıtma
sistemlerimiz mevcut olmadığı için; ki, özellikle
bulunduğum bölgede -ki önümüzdeki hafta komisyonla birlikte Trakya’ya bir gezi
yapacağız- Ergene Havzası kullanılamaz durumda. Bunun nedeni, buradaki yerleşim
bölgelerinin ve sanayinin mevcut; ki, organize sanayi
bölgelerinin arıtma tesisleri var, lakin, sanayi bölgeleri dediğimiz, ayrıyeten sadece belediyelere bağlı olan kurumların
kesinlikle arıtma tesisleri yok. Tabii ki, bu yerleşim yerlerinde de arıtma
tesisleri bulunmadığı için mevcut derelerimizi, mevcut göllerimizi ve su
kaynaklarımızı, barajlarımızı, toplamış olduğumuz barajları kirletiyoruz. Değerli
milletvekilleri, ben Bütçe Komisyonunda, burada, DSİ bütçesinde, Çevre-Orman
Bakanlığı bütçesinde konuştuğum zaman Sayın Bakanıma bir soru sordum: “Mevcut,
bu seneki, 2008’de verilen bütçeyle bu yatırımların yapılması mümkün mü?” diye; ki, ben burada yine tekrarlıyorum: 2005 yılında
İstanbul’da yapılan Dünyada Kalkınma İçin Su Sempozyumuna şimdiki bakanımız da
katıldı ve o zamanın Enerji Bakanı Hilmi Güler’in de
katılmış olduğu bir su sempozyumu yapılmış bulunmaktadır. Bu su sempozyumunda, inanın ki, bugün konuştuğumuz konuların hepsi
2005 senesinde tek tek konuşulmuş durumda. Fakat, bunun için kaynak, yeterli ödenek verilmediği için
hiçbir şey yapılmamıştır. Tabii “hiçbir şey” demek de yeterli seviyede bir
girişimde bulunulmamıştır. Şimdi, biz geçen
hafta Konya’ya gittiğimiz zaman Konya Belediye Başkanı bir şey söyledi, sadece
mücavir alanlar içinde 10 bin kaçak kuyudan bahsetti. DSİ Bölge Müdürü de
toplam Konya Havzası’nda 40 bin ile 45 bin kaçak kuyudan bahsetti. Bunların
bilgileri vardır şey olarak. Peki, şu soruyu soruyoruz biz… Bunlar biliniyor.
Yani, buraya çıkan herkes problemleri çok iyi biliyor, çözümleri de biliyor. Fakat, yapılan, fiilî uygulamaya geçildiği zaman yetki
karmaşası gündeme geliyor. Biz, DSİ Bölge Müdürüne sorduğumuz zaman: “Ne
yapıyorsunuz bunlarla ilgili? Yani, 50 bin, 45 bin kaçak kuyuyla ilgili bir
işlem yapıyor musunuz?” Hiçbir işlem yapılamadığı bilgisi… Bugün aynı durum
Ergene’de var. Biz, orada, gittiğimiz zaman, göletleri de gezdiğimiz zaman
bakın, en önemli problem çevre. Biz, suyu kullanıyoruz, suyu dereye verdiğimiz
zaman nereye gittiğine bakmıyoruz. Mevcut su kaynaklarımızı kirletiyor. Ve ben buradan
şunu söylemek istiyorum: Ben yine Bakanıma soruyorum: Bu bütçeden, bu ayrılan
bütçelerle bu imalatların yapılması mümkün mü? Sayın milletvekilleri,
ben bir konuşmamda burada, Bayındırlık Bakanlığına, İller Bankası hibe
fonundan… Çünkü, biliyorsunuz, 2006 yılında 59’uncu Hükûmet zamanında bir kararname çıkartıldı, belediyelere
belirli süreçler kondu. Bu süreçler çerçevesinde mevcut arıtmalarını ve katı
atıklarını yapmaları istendi, fakat 2006 yılında bu hibe fon 180 trilyon iken
eski parayla, yeni parayla 180 milyon YTL, 2007’de 120 milyon YTL, 2008’e
konulan para ise 40 milyon YTL. Ben bu soruyu sordum: Bu 40 milyon YTL’yle bu
yapılabilir mi? Burada resmî cevap var Bakanımızın. 40 milyon YTL’yle bunların
yapılmasının imkânı yok. Bakın, 2007
yılında 218 belediyeden sadece 77 belediyenin kredi teklifi kabul edilmiş. Biz,
Dünya Su Forumu’nda ev sahipliği yaptığımız zaman insanlar bize bu soruyu sorabilir.
İlk önce kendi evimizin önünü süpüreceğiz. Biz bunun için ne yapacağız, ne
önlemler aldık? Bakın, hiçbir önlem… Daha yeni, iki ay
öncesinde Meriç’te, Tuna’da bir sel baskını oldu. Ben soruyorum: O gün bugündür
burada yapılan herhangi bir çalışma var mı? Yok. Ergene bir önceki dönemde,
yine, Çevre Komisyonunun, Su Araştırma Komisyonunun –ki, bugün ben baktım,
buraya getirecektim- yaklaşık olarak altı yüz sayfalık bir çalışması var -Rasim
Bey de burada- ve bunlarla ilgili hiçbir işlem yapılmamış. Çok güzel, biz ev
sahipliği yapalım, lider konumuna gelelim ama bunların çözümü için kaynak
aktarılması lazım değerli milletvekilleri. Türkiye’deki çevre probleminin, su
probleminin halledilebilmesi için millî bir politika hâline getirilmesi lazım.
Mevcut bu politikayla, mevcut bu bütçelerle bu su probleminin çözülmesi
imkânsızdır. Bizim burada birbirimizi kandırmamıza gerek yok. Bunu Sayın
Bakanım da çok rahatlıkla eğer buraya çıkıp söyleyebilirse, biz bu konunun
üzerine daha iyi gidebiliriz. Tamam, güzel, evlerde biz tasarruf yapalım ama
yüzde 75’i tarımda gidiyor. Bunun yanında, çıkmış olan suyun arıtılmamasından,
geri dönüşümünün sağlanmamasından dolayı, tüm, neredeyse yüzde 60-65 su
kaynaklarımız kirletiliyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Nalcı, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. KEMALETTİN NALCI
(Devamla) – Mevcut belediyelerin -ki, şu anda 3.225 tane belediyenin- mevcut
kaynaklarla -ki, yüzde 92- ülkemizde belediyelerin atık su arıtması yok. Yüzde
61’in daha üstünde, mevcut kaçaklardan kaynaklanan, kirlenen sularımız var. Değerli
milletvekilleri, ben sözlerimi bitirmeden önce şu konunun kesinlikle altını
çizmek istiyorum: Su, yaşam için gerçekten gerekli ve bizim geleceğimiz. Otuz
sene, kırk sene sonra -burada değerli konuşmacıların da söylediği gibi- su
savaşları gündeme gelecektir. Biz kendi suyumuza sahip çıkalım ve bunun için,
millî bir politika çerçevesinde bu konunun çözülmesi için, gerekli kaynakların
gerekli bakanlığa aktarılması için çalışmalar yapmak zorundayız. Ben hepinize
teşekkür ediyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Nalcı. Şahsı adına
Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak… VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Vazgeçtim. BAŞKAN – Isparta
Milletvekili Haydar Kemal Kurt… Yok. Madde üzerinde
soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz. Sayın Orhan… AHMET ORHAN
(Manisa) – Teşekkür ederim. Sayın Bakanıma
son günlerde Türk kamuoyunu meşgul eden bir konuda sorumu yöneltmek istiyorum.
Tarımsal sulama faaliyetleri için çiftçilere hizmet vermek üzere yap-işlet-devret
formülü ile sulama tesislerinin özel sektöre de açılmak istendiği bilinmekte.
Hâlihazırdaki mevcut sulama tesisleri, Devlet Su İşlerinden yapılarak sulama
birliklerine devredilmiş, bunun sonucunda da hâlen işletilmektedir. Ancak,
sulama bedelleri yüzünden çiftçilerle bu birlikler arasında ihtilaflar devam
etmektedir. Esasen kâr amaçlı olan özel sektör kurumları eliyle tarımsal sulama
ihtiyaçlarının karşılanacağına dair bir kanaatiniz var mıdır? Bu uygulamanın
sulama ihtiyacı konusunda yardımcı olacağını düşünüyor musunuz? BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Barış… TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
Trakya’nın can damarı Ergene Nehri. Sizler Ergene’yi çok iyi biliyorsunuz, onun
için fazla söze gerek yok. Sorum şu Sayın Bakanım ve şu anda bizi binlerce
Trakyalı izliyor: Ergene eski günlerine ne zaman dönecek? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Barış. Sayın Paksoy… MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
Bakanlığınızda, örneğin DSİ teşkilatınızda bir bölge müdürü 1.750 YTL, bir
mühendis 1.250 YTL maaş alıyor. Ama, havuzdan DSİ’ye gelen bir mühendis 3.000 YTL, yine havuzdan gelen
bir güvenlik görevlisi 2.500 YTL maaş alıyor. Bu şartlar altında teknik
personelin çalışma azmi, morali ve motivasyonu olur
mu? Buradan
hareketle, teknik personelin durumunu iyileştirmeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Paksoy. Sayın Günal… MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Bakan Antalya’yla
ilgili konuşunca aklıma bir soru geldi. Kendisine sormuş idim Plan Bütçe
Komisyonunda “Manavgat suyu ne oldu Sayın Bakanım?” diye. Kendisi de müjde
olarak “Sözleşmenin ASAT’la imzalandığını.”
söylemişti. Şimdi, hem
Antalya’da çok güzel şeyler yapıldığını söyleyince aklıma ondan geldi, acaba
Antalya Belediyesi ödüllendiriliyor mu diye. Biz bir taraftan bütün kurumları
özelleştirirken, belediyenin bir iştirakine, BİT dediğimiz bir iştirakine -adı
Manavgat suyu olan- Manavgat suyunun işletilmesinin hangi gerekçelerle
verildiğini, ASAT’ın bu konuda daha önce nitelikli
çalışmaları olup olmadığını sormak istiyorum. Aydınlatırlarsa sevinirim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Günal. Sayın Cengiz… MUSTAFA KEMAL
CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, birinci sorum: Gelecek küresel çoraklık ve
çölleşme düşünülürse, Türkiye’mizin nehir, ırmak, çay, dere, göller gibi tabii
su kaynakları, şelaleler ve bunun gibi yaşam kaynağı olan bu değerlerin envanter çalışması yapılmakta mıdır? Bakanlığımızın böyle
bir çalışması var mıdır? İkinci sorum:
Çanakkale Biga’da görülen, özellikle pirinç tarlalarının kuruduğu bir ortamda, Taşoluk Barajı’nın ne zaman bitirilmesi düşünülüyor? Bu
konuda bir zaman var mıdır? Üçüncü sorum:
Çanakkale’de 2008 yılında sulama göletleriyle ilgili bir çalışmanız var mıdır?
Yatırıma alınan gölet ne kadardır ve bunlarla ilgili bir tespitiniz varsa,
öğrenebilir miyiz? BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Cengiz. Sayın Ağyüz… Yok. Sayın Öztürk… HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Görüştüğümüz
tasarının Dışişleri Komisyonu Raporu’nda, bu tasarının tali komisyon olarak
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’na da
havale edildiği görülmektedir. Bu konu daha önce de Genel Kurulda gündeme
getirildi, ancak bu tali komisyonun raporunun alındığına ilişkin ve bu
tasarının görüşüldüğüne ilişkin herhangi bir kayda rastlanmamaktadır. Daha önce
olduğu gibi, tali komisyon başkanlarının kendilerine havale edilen tasarılarla
ilgili olarak “Efendim, bizim ifade edecek bir hususumuz olmadığı için buna
görüş bildirmedik.” deme hakları yok. Eğer, Komisyonda görüşülüp, Komisyon bu
kanaate ulaşmışsa, bu kanaatini Genel Kurula iletmesi lazım. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Öztürk. Sayın Bakanım,
buyurun efendim: ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Efendim, bu
yap-işlet-devlet ile alakalı soruları vardı sayın vekillerin. Yap-işlet-devretlerin, bana göre, sulamalarda çok önemli olduğu
kanaatindeyim. Bu, yap-işlet-devret sistemi mevcut projeler için değil, şu anda
yapımı planlanan, inşaatı planlanan projeler için geçerli. Özellikle, şunu
ifade etmek istiyorum, burada yapılan şu: Merkezî yönetim bütçesiyle belki
ihale edince, on-on beş yılda bitecek bir projeyi yap-işlet-devretle
verdiğiniz zaman iki üç yılda bitiyor ve firma böylece on beş-yirmi yıl süreyle
bunu işleterek suyu temin ediyor. Bu şekilde nemasını vatandaş, çiftçi bir an
önce almış oluyor. Yani, hizmet belki on-on beş yıl önceden vatandaşın ayağına
getirilmiş oluyor. Maksat bundan ibarettir. AHMET ORHAN
(Manisa) – Fiyatlar? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Fiyatlar da
şöyle, bakın şunu ifadeyim: Fiyatların çok uygun olacağı kanaatindeyim. Çünkü, bunların tatbikat projeleri yapılıyor. Şeffaf bir
şekilde yeterlik verilecek, açık bir rekabet ortamında ilan edilecek, ihale
edilecek. Çok uygun fiyatlarla ben bunların yapılacağı kanaatindeyim. Bakın,
göreceksiniz. Zaten, her şey çok açık, şeffaf olacağı için, katılmak isteyen müteahhitler varsa buradan yeterli olan herkesi de davet
ediyorum. Ergene Nehri’yle
alakalı, bilindiği üzere -Sayın Vekilimiz Rasim Bey de biliyor- bütün
Edirneliler -Ergene civarındaki, Uzunköprü’deki- geldiler Bakanlıkta toplantı
yaptık, bu konuda planlarımız var. İnşallah, Ergene Nehri… Gediz’le beraber
Ergene Nehri’nin de ele alınacağına dair söz verdik. Gerçekten arkadaşlar,
vatandaşlarımız memnun olarak ayrıldı. Bununla ilgili detaylı çalışmaların ne
olduğunu zaten ben sizlere, bütün o civar milletvekillerimize arz edeceğim. Şimdi, tabii ki,
Sayın Paksoy’un söylediği, DSİ mensuplarının,
bilhassa teknik personelin maaşlarının yetersiz olduğunu ben de kabul ediyorum
zaten. Bu konuda dışarıdan, özelleştirmeden gelen elemanların, mevcut
elemanlara göre çok daha fazla maaş aldığı malum. Ancak, Sayın Başbakanımız
geçtiğimiz pazartesi günü Bakanlar Kurulunda özellikle bu konudaki kanun
tasarılarının bir an önce hazırlanması, eşit işe eşit maaş şeklinde bir
anlayışla bunun hazırlığının yapılması talimatını verdi. Ben, DSİ’nin eski Genel Müdürü olduğum için zaten konuyu
biliyorum. İnşallah düzelecek, düzelmesi gerektiği kanaatindeyim. Şimdi, Manavgat
ve ASAT’la ilgili kanaatime gelince… Şimdi, ASAT bir BİT değil, yani belediye iştiraki değil, ASAT bir
su, kanalizasyon idaresi; İSKİ, ASKİ neyse ASAT da o. 2560 sayılı Kanun’a göre
ASAT, Antalya Büyükşehir Belediyesi hudutları içinde ve kendisine bağlanan
yerlerde su, kanalizasyon, atık su arıtma, uzaklaştırma, yağmur suyuyla ilgili
bütün hizmetleri vermekle mükellef bir kamu kurumu. MEHMET GÜNAL (Antalya)
– Manavgat ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
- Dolayısıyla, Manavgat’ı ASAT’a vermekle şunu
yaptık: Manavgat yurt dışına satılacağı yerde, özellikle ASAT’a
vererek Manavgat’ın Zaten biz sadece ASAT’a vermiyoruz. Yaptığımız tesisleri… Tahtalı Barajı’nı
yaptık, İzmir Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi İZSU’ya verildi. Diyelim ki Bursa’da Nilüfer Barajı
yapıldı, işletmesi BUSKİ’ye verilecek. Yani Devlet Su
İşleri zaten yapıyor, işletme… Manavgat da bu şekilde. MEHMET GÜNAL
(Antalya) – Manavgat Belediyesine niye verilmedi Sayın Bakan? Kestirmeden cevap
verin, Manavgat Belediyesine niye verilmedi? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Manavgat
Belediyesine verilmiyor, Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresine
veriliyor. Manavgat Belediyesi çok küçük bir belediye İZSU’ya
göre, Antalya’ya göre. Bunu idare edecek bir kadrosu yoktur. Su ve kanalizasyon
idareleri gerçekten bu konuda yetişmiş elemanlara sahip güçlü idarelerdir.
Sebebi budur. Bunun dışında,
Sayın Cengiz tarafından “Envanter, veri tabanı vesaire, nehirlerle, derelerle
yapılıyor mu?” diye… Bu konuda şu anda 2004 yılında başlattığımız Su Veri
Tabanı Projesi var, TÜBİTAK’la beraber yürütüyoruz, birkaç üniversitemiz de bu
konuda destek veriyor. Gerçekten bu yıl sonunda
bitecek. Bununla şunu hedefliyoruz: Aşağı yukarı, düğmeye bastığınız zaman,
isteyen kullanıcılar, yetki verilen herkes, su kaynaklarıyla ilgili bütün
bilgileri coğrafi bilgi sistem altlığında, bilgisayar ortamında,
bilgisayarından, İnternetten görebilecek. Gerçekten, bu, Türkiye’de yapılan çok
önemli bir baraj, bir adım. Tabii,
Çanakkale’deki yatırımlar devam ediyor, Çanakkale’ye çok şey yaptığımızı, zaten
sayın Çanakkale milletvekillerimiz biliyor. Taşoluk Barajı da yakında bitecek, onun da müjdesini
vereyim. Bunun dışında,
Sayın Ağyüz’ün belirttiği hususlar vardı. Bir de
Sayın Öztürk’ün tali komisyon konusu var. Şimdi efendim,
şunu belirteyim: Bu zaten komisyonlardan geçti, zaten çok gecikti. Esasen, bu,
bir forumun yapılmasıyla ilgili basit bir işlem -yani bu kadar uzaması da-
doğrusu gerçekten çok uzadı, bir an önce geçmesi gerekiyor, tali komisyonlara
gidilecek bir durum yok. Basit bir forumun düzenlenmesi, bir organizasyondan
ibaret bir husustur, onu özellikle belirteyim. HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Meclis Başkanlığı göndermiş “gerek yok” denir mi? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Kanunla
ilgili maddeler az fakat yapacağı hedefler açısından büyük fakat görüldüğü gibi
maliyeti küçük olan bir organizasyon işleminden başka bir şey değil bu. Teşekkür ediyorum
efendim. BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Edirne Milletvekili Rasim Çakır. Sayın Çakır,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; yürürlük maddesi üzerinde söz aldım,
zamanınızı çok fazla almak düşüncesinde değilim ama su ile ilgili, gerek 22’nci
Dönem Parlamentosunda ve gerek bugüne kadar yapılan çalışmaları ve yapılması
gerekenleri sizlerle ve milletimle paylaşmayı uygun gördüğüm için zamanınızı
alıyorum. Hepinizi sevgi ve
saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye, dünya ülkelerine göre mukayese edildiğinde, su
kaynakları, su potansiyeli bakımından dünya ortalamalarının altında su
rezervleri olan, dolayısıyla su fakiri denilebilecek bir ülke konumunda.
Maalesef, tabii, konumumuz, bu anlamda dünya ortalamalarının altında ve fakir
noktada. Bunun yanında, Türkiye'nin şöyle bir yapısı da var: Türkiye'nin su
kaynakları, bölgeler arasında dengeli bir biçimde dağılmamış. Yani, belirli
bölgelerde su kaynaklarımız fazla iken, bazı bölgelerde su kaynaklarımız, su
potansiyelimiz çok çok düşük. Dolayısıyla,
Türkiye'nin, kalkınmakta olan bir ülke olarak, gelişmekte olan bir ülke olarak,
sanayileşen bir ülke olarak su kaynaklarını, su potansiyelini çok iyi bir
biçimde koruyabilmesi, kullanabilmesi, dengeli bir biçimde kullanabilmesi ve su
kaynaklarını kesinlikle ve kesinlikle kirletmemesi gerekiyor. Yani, sanayileşme
adına, fabrikalılaşma adına, Türkiye'nin, su kaynaklarının kirletilmesinden
ödün vermemesi gerekiyor. Bu süreç, yeni başlayan bir süreç değil. Sanayileşme
başladığı günden itibaren, Türkiye’de su kaynaklarının kirlenmesi hep
Türkiye'nin gündeminde. Ama, artık öyle bir noktaya
geldi ki, Ergene Nehri’nin kirlenmesi, Gediz’in kirlenmesi, Van Gölü’nün
kirlenmesi bir çevre problemi olmaktan çıktı. Bunlar, artık bizim için bir
çevre sorunu değil ve sadece çevrecilerin savunduğu, seslerini yükselterek
ifade ettiği bir sorun değil. Bu sorunlar, artık bizim için ekmek sorunu hâline
geldi. Yani, Gediz’in kirlenmesi, Gediz’in ekmek verdiği, bereket verdiği
insanların ekmeğinin azalmasına sebep oluyor. Ergene’nin kirlenmesi, Ergene
Nehri’nin ekmek verdiği -sulayarak ekmek verdiği- 800 bin insanın ekmeğinin
küçülmesine sebep oluyor. Yani, artık, bu sorun, yaşamsal bir sorun hâline
geldi ve başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bizler ve bu ülkeyi yöneten
herkes bu sorunu görmezliğe gelmek, hafife almak, ertelemek gibi bir lükse
sahip değiliz. 22’nci Dönem Parlamentosunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin 550
milletvekilinin tamamının elini kaldırarak, oy vererek kurmuş olduğu bir Ergene
Nehri kirliliği araştırma komisyonu görev yaptı ve gerçekten de, mükemmel bir
görev yaptı, çok ciddi bir görev yaptı, çok ciddi de bir rapor hazırladı;
çözüme yönelik önerileri içeren, Bakanlar Kuruluna ve yürütmeye teklifte
bulunan, teklif sunan, mükemmel de bir rapor hazırladı. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Ama,
o rapor şimdi nerede biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? O rapor, şimdi
Meclisin tozlu raflarında. Bu süreç içerisinde, o günün
Türkiye’de suyun en büyük patronu olan Devlet Su İşleri Genel Müdürümüz şu an
Çevre Bakanımız ve o süreci, Ergene ile ilgili komisyonun çalışma sürecini
yakinen takip etmiş ve bürokrat olarak da ciddi katkılar yapmaya gayret etmiş
olan bir arkadaşımız ve o günlerde ”Sayın Başbakan bana yetki versin, ben
Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak üç yılda bu sorunu çözerim.” deme
yürekliliğini göstermiş bir arkadaşımız. Şimdi, Sayın Başbakan Sayın
Bakana yetki verdi, onu aldı, Bakan yaptı ve bizim de, çok fazla beklemeye
tahammülümüz yok, bu soruna daha fazla katlanmaya tahammülümüz yok. Ağır metal
saçan ve Trakya’da kanser vakalarını artıran –devletin rakamlarında bellidir-
bu soruna Trakyalılar olarak daha fazla katlanmaya tahammülümüz yok. Netice
itibarıyla, biz, şu an, Dünya Su Konseyiyle ilgili bir anlaşmanın onaylanması
noktasında bir irade beyan ediyoruz. Ama maalesef, az gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerin bütün tipik özelliklerini, şu ana kadar bu konuda göstermiş
durumdayız. Hâlâ ülkemizde su ile ilgili ne yapacağımıza, nasıl yapacağımıza
dair oluşmuş bir konsensüs yok. Bir yetki karmaşası,
bir denetleme karmaşası ve kirleten kirlettiğiyle kalıyor. Geçtiğimiz dönem,
22’nci Dönem Parlamentosunda bir Çevre Yasası çıkardık. O Yasa’nın
hazırlanmasında, komisyonda ve alt komisyonda görev yaptım ve bütün ülke bir
heyecana boğuldu; bu Çevre Yasası çıkarsa işte, nehirlerimiz temizlenecek. O
günün Çevre Bakanı da böyle bir imajı, böyle bir düşünceyi, hep Parlamentoya ve
kamuoyuna pompaladı ve o günlerde hatırlarsınız, bir varil meselesi çıktı
basında. Çevre Yasası çıktı, şimdi soruyorum, hiç varil atılmıyor mu artık,
Türkiye’de? Sadece İstanbul’da 1.5 milyon ton zehirli
atık üreten bir ekonomide variller nereye gitti? Yeni yakma tesisleri mi
yaptık? Yeni ilave yatırımlar mı yaptık? Ama sorun gündemde değil, sorun bitti
mi? Hayır bitmedi, sorun büyüyerek devam ediyor. Sadece, biz sorunu görmüyoruz
ve göstermiyoruz. Yasa’ya ceza
yasaları koyduk. Arıtma tesisini yapmayan belediye başkanına, nüfusu şu
kadarsa, şu kadar yıl içerisinde yapmazsa, hapis cezası. Şimdi, ciddi bir savcı
çıksa, belediye başkanlarımızın hepsini teker teker
çağıracak, gelin bakalım diyecek ve hapse atacak. Şu an savcıların hoşgörüsüyle
gidiyor olay çünkü Yasa’da henüz daha bu işe bir çözüm bulunmuş değil. “181;
182’yi iki yıl erteleyelim, bakın, başkanlar cezaevine girer.” dedi Çevre
Bakanı bu kürsüde. Ertelemekle bu iş çözülmez, kalıcı çözüm bulalım diye biz
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak itiraz ettik ve nitekim de maalesef biz
haklı çıktık. Yine geçtiğimiz
dönem Parlamentosunda küresel ısınmayla ilgili bir komisyon kurduk. Parlamento
olarak bu konulara hassasiyetimiz hep oldu, olmaya da devam ediyor, edecek. Ama
dönem bitti, Küresel Isınma Komisyonu Raporu Mecliste maalesef onaylanamadı.
Şimdi, yine, böyle bir komisyon kurduk ve bu komisyonun üyesi olarak
çalışmalarımızı yapıyoruz. Yapıyoruz da gittiğimiz her yerde, sıkıntı aynı,
sorun aynı yani mevcut yapısal sistemimizle, mevcut yasalarımızla, mevcut
bütçelerimizle bu sorunun çözülmesi belki elli yıllar, yüz yıllar yani sorunun
çözümüne yönelik ortak aklı bulup doğru çözümler maalesef üretebilme noktasında
değil şu anki Bakanlar Kurulu. Meclis anlamında böyle bir eksikliğimizin
olduğunu düşünmüyorum. O bakımdan,
artık, su sorunu, Türkiye’de, ertelenemez, ötelenemez ve görmezliğe gelinmeyen
bir sorundur. Sularımızı süratle kirletiyoruz. Meriç akıyor, biz bakıyoruz.
Meriç Nehri’nden akan su, ciddi bir potansiyel olan su ama biz, hâlâ, Suakacağı Barajı’nı, şu veya bu nedenle yapabilme noktasına
gelemedik. Altı yıldır tartışıyoruz, benden önce bir otuz yıldır Edirneliler
hep tartıştılar veya aynı şekilde, Meriç Nehri’nin suyuyla rezervi dolacak olan
Çakmak Barajı noktasında altı yılda hâlâ gelebildiğimiz mesafe tatmin edici bir
mesafe değil, yani bir yol alındı ama tatmin edici bir mesafe değil. NECDET BUDAK
(Edirne) – Bir tek o kaldı. RASİM ÇAKIR
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, su kaynaklarımızın dengeli kullanımı ve
korunması, kirli suyun arıtılması konusunda ne kadar çok emek verirsek, ne
kadar çok gayret sarf edersek azdır, yeterli değildir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Çakır, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. RASİM ÇAKIR
(Devamla) – Hepimizin, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak gerek Bakanlar
Kurulu olarak gerek konuyla ilgili bürokratlar olarak bu konunun üzerine daha
büyük enerji, daha büyük, daha fazla akıl üreterek hep birlikte bu işi sağlıklı
bir çözüm noktasına ulaştırmak zorundayız. Yani, sadece Dünya Su Forumu’yla
ilgili, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin neden muhatap alınmış olduğunu da
anlamak mümkün değil. Eğer hakikaten yerel yönetimler de bu işin bir noktasında
olmalıysa -ki olmalı- o zaman, o yerel yönetimlerin oluşturmuş oldukları
birlikler var. Niye o belediye birlikleri muhatap alınmaz da İstanbul
Büyükşehir Belediyesi tek başına muhatap alınır, onu da anlamış değilim. Sorunun çözümü
yönünde katkı yapan bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Madde üzerinde,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Oktay Vural. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, çok teşekkür ediyorum. Tabii, bu
anlaşmanın uygun bulunduğuna dair kanun tasarısının görüşmesi vesilesiyle,
aslında, su meselesi konusunda da özellikle gruplarımız görüşlerini paylaştı.
Bu bakımdan… Aslında bu konuda Parlamentonun ve Türkiye’nin gerçekten sağlıklı
bilgilendirmeye ihtiyacının olduğu açık. Bu bakımdan, küresel ısınmayla ilgili
kurduğumuz, küresel ısınma ve su kaynaklarının yönetimiyle ilgili kurduğumuz
Meclis araştırma komisyonu raporunun da görüşülmesi ve bu konuda açıkçası
Parlamentonun bu konuda görüşlerini beraber, birlikte oluşturması son derece
önemli. Zannederim, belki sadece araştırma komisyonu değil ama,
su konusunda bir genel görüşme yapılması konusu da gerçekten bir ihtiyaç
hâlindedir. Değerli milletvekili arkadaşlarımızın bu, suyla ilgili gelişmeler
konusunda da sağlıklı bir bilgilendirmeye ihtiyacı var. Tabii, bu
vesileyle, bazen sorularla çeşitli konularda görüşlerimizi ifade ettik. Sayın
Bakanım Antalya’dan bahsederken bir milletvekilimizin suali vardı Manavgat’la
ilgili. Manavgatlı Belediye Başkanının, Manavgat Belediyesinin bunu yönetme
konusunda yetersiz olduğu ifade edildi. Manavgat Belediyesi son derece başarılı
bir belediyedir. İki dönemden beri Milliyetçi Hareket Partisinin yönetiminde de
çok başarılı hizmetler sunmuştur. Böyle bir projeyi de gerçekleştirebilecek
güce de sahiptir. Tabii, ASAT’ın bu suyu Antalya’nın ihtiyacı için kullanıp
kullanmayacağı da doğrusu merak konusudur. Yani bu su Antalya için mi
kullanılacaktır, yoksa başka yerlere pazarlamak için mi kullanılacaktır? Bu
sorunun cevabını arıyoruz. Ama Manavgat Belediyesi gerçekten son derece
başarılıdır. Umarım bu konudaki tercih bir belediyenin bir farklı partiden
olmasından kaynaklanmamıştır. Hakkını verelim Manavgat Belediyesinin.
Antalya’ya Sayın Bakanım,
özellikle -soruda ifade edecektim- 2006 yılında, Eylül ayının 14’ünde Sayın
Başbakanın İstanbul’la ilgili ifadesi vardı ve Alibeyköy
Deresi’nin ıslahıyla ilgili -49 trilyon- Sayın Başbakan “Bir sorun tarihe
gömüldü.” demişti. “Bir sorun tarihe gömüldü…” Yıl 2007, Ekim ayının 14’ü, Alibeyköy’ü sel bastı! Yani, dolayısıyla, böyle bir yatırım
bir sorunu tarihe gömerken bir yıl sonra tekrar bir sorunla karşı karşıya
kaldığımıza göre, gerçekten, acaba bu konuda yatırım mı yanlıştır, yeterli mi
değildir? Sorun sürekli İstanbul’un gündeminde. Bu vesileyle, aslında sel baskınlarının
tarih olmadığını da ortaya koydu bu projelerle. Zannederim bunun da izaha
ihtiyacı var. Bir diğer konu
da, İzmir için Çamlı Barajı’nın önemli olduğunu ifade ediyor. Değerli
arkadaşlarım, AKP’deki milletvekili arkadaşlarımıza geldi İzmir Büyükşehir
Belediyesinin su ihtiyacıyla ilgili hususlar. Sayın Bakan başka türlü söylüyor.
Zannederim bu konuda Sayın Bakanın Devlet Su İşlerini de, İzmir Büyükşehir
Belediyesini de ve tarafları da bir araya getirerek İzmir kamuoyunu İzmir’in su
ihtiyacı konusunda, bu projeyle ilgili sağlıklı bir bilgilendirmeye ihtiyacı
vardır. Bu konuda kamuoyu ikna edilmelidir. “İzmir’in ihtiyacı var.” diyor
Büyükşehir Belediyesi. Doğrusu -burada da yine tekrarlıyorum- bu Büyükşehir
Belediyesinin bir başka partiden olmasından dolayı mı iş birliği gelişmiyor? Bu
konuda kanaatleri de izale etmek amacıyla muhakkak surette İzmir kamuoyunu da
bu konu hakkında bilgilendirecek ve İzmir Büyükşehir Belediyesi de bu
ifadeleri, bu iradeyi ortaya koyduğuna göre onları da sağlıklı bir şekilde ikna
edecek bir ortak anlayışa da ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. O bakımdan,
yakın bir gelecekte böyle bir toplantı yapılırsa son derece iyi olacaktır. Dünya su
forumuyla ilgili bu anlaşmanın uygun bulunduğuna dair bu kanun tasarısını,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, su sorununu gündeme getirmesi ve millî su
politikaları konusunda uluslararası çevreleri de bilgilendirme platformu teşkil
edeceği açısından olumlu gördüğümüzü ifade ediyorum, hepinize saygılarımı arz
ediyorum. Teşekkür ederim.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Vural. Şahsı adına
Ramazan Kerim Özkan, Burdur Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar) RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konumuz, Beşinci Dünya
Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu
Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu. Bunu aynen destekliyoruz. Su, hayati bir
önem taşıyor ama hâlâ Türkiye’nin doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine
topraklarımızı suyla buluşturabilmiş değiliz. Suyun birçok arkadaşı var. Suyun, tarla arkadaşı, fidan arkadaşı, gübre arkadaşı, mazot
arkadaşı, elektrik arkadaşı, insan arkadaşı, hayvan arkadaşı. Susuz
hayat düşünülmüyor. Bütün çabalarımız, katkılarımız suya yön verme anlamında. Kuraklığı
yaşıyoruz, küresel ısınma söz konusu, ama bu süreçte vatandaşımız suyu -ülke
genelinde bu kadar su kaynağımız olmasına rağmen- 150 metreden, 200 metreden,
hele hele bazı bölgelerde 250 metreden elektrikle
çıkarıyor. Bunu,
çalışmalarımızı, Bakanlar Kurulu yürütür diyoruz ama bakanlar arasında da bir
koordinasyon olması gerekiyor. Tarımsal amaçlı sulamada gerçekten fiyatlar çok
yüksek. Kooperatiflerimiz, biliyorsunuz, bu yıl, 2007 yılında teşviklerini
alamadılar, teşviklerini alamadılar, gübreyi şu anda satın alamıyorlar. Paran
olsa da gübre yok. 18-46 gübresi 61 milyon lira olmuş. Vatandaş suyu bulmuş,
tarlayı bulmuş, traktörüyle sürmüş, mazotu bulmuş ama gübreyi bulamıyor.
Gübrede… Üretim diyoruz, üretimin ana materyali su. Bir üretimsizlik önümüzdeki
yıl baş gösterecek. Teşvikleri 2007
yılı içinde Hükûmet veremedi “2008 yılında
ödeyeceğiz.” dendi. Buzağı teşvikidir, yem bitkileri desteği, süt desteği,
kulak küpesi desteği, suni tohumlama desteği ama hâlâ birinci ayımız bitiyor
-çünkü günü belirtilmedi, 2008’in ocağı da bir ayı, aralığı da bir ayı- şubatta
mı vereceğiz, kasımda mı vereceğiz, aralıkta mı vereceğiz, haziranda mı
vereceğiz, hangi ayda vereceğiz? Sayın Bakanım,
bunun belirtilmesi gerekiyor. Köylümüz, bu teşvik primlerinin hangi ayın hangi
günü verilmesini istiyor? Çünkü tarımsal amaçlı sulamadan dolayı enerjiden
borcu var, gübreden borcu var, fidandan borcu var, tohumdan borcu var. Bu
borçlarını ödemek için sizin de bir koordinasyon bulup bu tarımsal amaçlı
kullanılan suda bir enerji indirimine veya taksitlendirmeye, geçen dönemlerde
yaptığınız gibi, bir taksitlenmeye gitmeniz gerekiyor. Vatandaş
zor durumda, üretimsizlik had safhada. Şeker pancarında üretimsizlik, haşhaşta
üretimsizlik, anasonda üretimsizlik, tütünde üretimsizlik. Bu vatandaş
“Ne üreteceğiz?” diye soruyor bizlere. Elektriği bulduk, suyu bulduk, traktörü
bulduk ama ne ekeceğim ben, önümüzdeki süreçte ne ekeceğim? Sertifikalı tohumu
da buldum, kendi tohumu olduğu hâlde -attığım tohuma çünkü teşvik
vermiyorsunuz- sertifikalı borçlandım, kendi tohumum olduğu hâlde tohum buldum,
tohumu tarlama attım ama çaresizim diyor. Bu çaresizliğin giderilmesi için,
ben, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanıyla kısa zamanda görüşülüp bu tarımsal
amaçlı sulamada bir indirime gidilmesini üreticiler adına talep ediyorum. Bu duygu ve
düşüncelerle, yasanın ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özkan. Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.00 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 18.14 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. 74 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Tasarının 3’üncü
maddesi üzerinde, şimdi söz sırası Edirne Milletvekili Necdet Budak’a aittir. Sayın Budak
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) NECDET BUDAK
(Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Aslında söz
almayı düşünmüyordum, ancak buradaki konuşmaları dikkate aldığımda, özellikle
bugüne kadar toplumda ve özellikle muhalefetin dile getirdiği bir sözcüğü
gerçekten içime sindirmekte zorlanıyorum. O da şu: “Su akar, Türk bakar.” Bu
kelimeyi, bir milletvekili olarak, gerçekten, kabullenmekte zorlanıyorum ve bu
kabullenmemenin neticesinde de özellikle Meriç’teki suyun akmasıyla ilgili
olarak geliştirmiş olduğumuz projeleri, Türkiye’ye yakışır, Türk çiftçisine
yakışır bir şekilde geliştirdiğimizi düşünüyorum. Şöyle ki: Hamzadere
Barajı 1964 yılında planlanmıştı, son iki yılda 40 trilyon ödenekle yüzde 40
fiziki gerçekleşme sağlandı. İşte, Türk’ün su akarken bakmadığının kanıtı
budur. Ben inanıyorum ki bu anlamda söz söyleyenlerin bir komisyon kurup
Trakya’daki sulama projelerimizi ziyaret etmelerinde fayda var. Bir başka olay:
Trakya’nın GAP’ı olan Çakmak Barajı’nın, yine bu kelimeyi bir partili olarak, bir
milletvekili olarak kabul etmemizin sonucunda, Sayın Başbakanımızın da desteğiyle
ihalesi yapıldı. Yine “Su akar,
Türk bakar.” kelimesini içimize sindirmemeliyiz ve bunu kabul etmemeliyiz ve
bunun için de proje ortaya koymamız gerekiyor. İşte bu anlamda da Meriç’ten
Ergene’ye İletim Kanalı Projesi… 14 trilyonluk bir proje, 12 kilometrelik bir
kanal. Bu projenin de planlama ve projeleri bitti, 10 Martta da ihalesi
yapılıyor. Sultanköy’de, Yenikarpuzlu’da, Telmata’da çok
daha büyük projelerimiz var, beş tane büyük şantiye var. “Meriç Nehri akar ve
Türk bakar.” sözünü kesinlikle kabul etmiyorum ve bunu söyleyen arkadaşların…
Bu barajların, inşaatların olduğu bölgelerde Türk Bayrağı dalgalanıyor. Biz, AK Parti Hükûmeti olarak gerçekten bu su projelerine önem veriyoruz
ve cumhuriyet tarihinde sulamaya açılan alanların dörtte 1’i bu İktidar
döneminde, AK Parti İktidarı döneminde sulamaya açılmıştır. Bu kısa bilgileri
sizlerle paylaşmak istedim. Bu inşaatların olduğu yerlerde de Türk Bayrağı
direklerde dalgalanıyor. Lütfen ama lütfen, kim olursa olsun, “Türk bakar, su
akar.” bu sözü bu kürsüden söylemeyelim. Tamamen bu
barajlarla ilgili, bu projelerle ilgili, bu cümleye istinaden söz aldım. Bir
komisyonla da bu barajların olduğu yerleri inceleyebiliriz. Hepinize saygılar
ve sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Madde üzerinde
soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz. Sayın Emek,
buyurun efendim. ATİLLA EMEK
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan,
biraz önce su sorununu bir kenara bıraktı, biraz Antalya’mızdan bahsetti.
Kendisine Antalya’ya duyduğu ilgiden dolayı teşekkür ediyorum, Göller yöresi
milletvekili olarak tabii ki bir yakınlığı var. Sayın Bakan, AKP
İktidarı döneminde, dünya turizm başkenti olan Antalya’nın havasının
kirlendiğini ve şu anda hayatı tehdit eder noktaya geldiğini bir Çevre Bakanı
olarak biliyorsunuz. Bu konuda ne gibi önlem alıyorsunuz? Diğer taraftan,
özellikle Antalya’da tahsislerden alınan 200 trilyon para karşılığı şu anda
denizler kirlenme tehdidiyle karşı karşıya. Arıtmalar konusunda ne
düşünüyorsunuz? Daha önce ranta feda etmeye çalıştığınız ve mahkeme kararlarıyla
kurtarılan Lara Park, Manavgat Sorgun Çamlık
konusunda hâlâ o eski fikrinizi sürdürmekte misiniz? Diğer taraftan… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Uslu… Yok. Sayın Çalış… HASAN ÇALIŞ
(Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
Karaman Ovası için İbrala ve Yeşildere
Barajları gerçekten hayati önem taşımaktadır. Hemşehrilerimiz
sormaktadır, acaba ne zaman bitecek? Bunlar tabii küçük çaplı barajlar, sizin
yaptığınız barajların içerisinde. Bir diğer sorum
da: Ayrancı Barajı’ndan su kaçağı vardır, Hışılayık
Projesi de bunun bir sulama ekidir. Ayrancılılar da yine, bu suyu ne zaman
alacaklarını, ne zaman kullanacaklarını soruyorlar. Bir diğer sorum:
Sarıveliler Barajı’nın ihalesi yapıldı, 1 lira ödenek koyuldu, ne zaman
başlanacak diye soruyorlar. Son sorum: KOP
projesinin devamı olan Konyalının, Karamanın hayali olan Mavi Tünel Projesi’nin
Apa Barajı’nı beslemekte zorlanacağı, bugünün
kuraklığının hesap edilmediği yönünde iddialar var. Projeyi revize etmeyi
düşünüyor musunuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Varlı… MUHARREM VARLI
(Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Yine bu
topraklarımızın çoraklaşmasını önlemek açısından yer altı drenajlarının önemi
çok büyük. Geçmiş dönemde on-on beş, yirmi yıl kadar önce Köy Hizmetleri
tarafından Çukurova bölgesinde bir kısmına yapıldı; bir kısmı, sulanmakta olan
bölüm hâlâ bekliyor. Bu konuda bir çalışmanız olacak mı? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Varlı. Sayın Susam… MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, İzmir’in iki tane büyük ovası, Menderes
ve Bakırçay Ovaları bu yıl küresel ısınmanın
getirdiği sıkıntılarla da tarımda müthiş bir kuraklığı yaşadılar. Su
kuyularından su çekemez hâle gelen İzmir çiftçisi yeni artezyenler açtırmak
durumunda kaldı. Menderes’te Ödemiş’in Beydağ Barajı’yla ilgili olarak sulama
kanallarının yapılamamış olması, sulamada ciddi sıkıntılarla köylüyü baş başa
bıraktı. Aynı zamanda, Tire Ovası’nın gölet ve bentler yapılarak yer altı
sularının güçlendirilmesi doğrultusunda herhangi bir çalışma yapılamamıştır.
Bayındır’da Zeytinova Barajı beklemekte, Zeytinova susuz bir vaziyettedir. Gediz Nehri’nin kirliliği
nedeniyle Menemen ve çevre ovalar ciddi şekilde sıkıntıdadır. Aynı şekilde,
Bergama Ovası… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET ALİ SUSAM
(İzmir) – …Yortanlı Barajı’ndaki gecikme nedeniyle sıkıntıdadır. Bunlar için çözüm
ne düşünüyorsunuz Sayın Bakan? BAŞKAN – Sayın
Dibek… TURGUT DİBEK
(Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Ben de benim
seçim bölgem olan Kırklareli’yle ilgili iki somut
sulama projesiyle ilgili soru yöneltmek istiyorum. Birincisi:
Kırklareli merkezde Kırklareli Barajı var yaklaşık 120 milyon metreküp kapasiteli.
Oradan sulama yapılıyor tarım alanlarına ama öyle bir sorun var ki hemen
barajın yanındaki çok sayıda köy ve o köyler, istikametteki diğer köyler bu
barajdan kot farkı nedeniyle sulama yapamıyorlar. Bir projeden bahsediliyor. Bu
proje kapalı devre sulama projesi bu köyler için. Bu proje ne zaman hayata
geçecek? Birincisi bu. İkincisi de:
Yine, Kırklareli ili, Pınarhisar ilçesinde, Çayırdere
Barajı ve Sulama Projesi var. Bu, Devlet Su İşlerinin 2005 yılı kesinleşmiş
ihale programında yer alıyor, fakat üç yıldan bu yana ihalesi yapılamamış. Bu Çayırdere Barajı’nın da ne zaman hayata geçeceğini Sayın
Bakana sormak istiyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın Bakanım,
buyurun. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Teşekkür
ediyorum. Öncelikle, Sayın
Vural’ın Manavgat’la alakalı sorduğu suali biraz açıklamak istiyorum. Şimdi,
efendim, ben Manavgat suyunun ASAT’a verilmesinin
sebebini izah ettim ama biraz, herhâlde, tam izah edemedim zaman darlığı
sebebiyle. Bir kere, su, kanalizasyon idareleri 2560 sayılı Kanun’la
kurulmuştur. Bunlar büyükşehir belediyesi hudutları dâhilinde hizmet
verebildiği gibi, vilayet dâhilinde, hatta başka vilayette, o su, kanalizasyon
idaresinin mesuliyeti altına alınan yerde dahi hizmet verebilecek kapasitede
güzel bir kanunla yönetilmektedir. Hâlbuki, diğer ilçe
belediyeleri sadece bulunduğu belediye hudutları içinde hizmet verebildiği için…
Manavgat suyu geniş bir alana hizmet verecek, pek çok ilçeyi, beldeyi, köyü,
yerleşim alanını, turizm alanını ilgilendiriyor. O bakımdan ASAT’a
verildi. Yoksa Manavgat Belediyesi kifayetsiz diye bir şey söylemedim ben.
Tabii, her belediye güzel çalışıyor. 2560 sayılı Kanun’dan ve bu kanuna göre
kurulan bir ASAT’tan bahsettim. Kanun, yetkiler
dolayısıyla… Onu özellikle vurgulamak istiyorum. Çamlı Barajı’yla
ilgili… Tabii ki İzmir’e gideceğiz zaten yakında, Gediz’le alakalı, orada
gerekli izahatları veririz. Esasen, bu konuda İzmir’in 2040 yılına kadar arz
talep dengesiyle ilgili çalışmalar da çıkarıldı, onları ilmî bir şekilde izah
ederiz. Şimdi, özellikle,
tabii, Karaman’la alakalı, İbrala Barajı şu anda
yürüyor; iz bedeldi, çıkarıldı, çok hızlı bir şekilde… Yani Karaman’a çok büyük
destek verdiğimizi Sayın Vekilim siz de biliyorsunuz. Katı atık konusunda
destek verildi. İbralı Barajı, ayrıca orada Deliçay
Barajı, bunlar duruyordu. Onlar, iki baraj da bitecek. Deliçay
bu sene muhtemelen biter, İbrala’nın da iki üç sene
içinde biteceğini tahmin ediyorum. Diğer, Hışılayık’la ilgili, biliyorsunuz, daha önce, benim DSİ
Genel Müdürlüğü döneminde bu kanal devreye alındı. Ancak Sarıveliler’le ilgili…
Yatırım programına alındı. Bununla ilgili, hakikaten bu göleti,
barajı yapmak istiyoruz, Sarıveliler’i, o konuda, zaten yatırım programımızda,
herhangi bir problem yok. “Mavi Tünel’le
ilgili, kuraklıktan dolayı herhangi bir proje revizyonu
yapacak mısınız?” dediniz. Efendim, bu kuraklık, bu yılki, yani 2007 yılındaki
kuraklık, bu şekilde, periyodik, belli sürelerde azalan, çoğalan bir kuraklık,
onu özellikle belirteyim. Dolayısıyla, bir yıllık kuraklık dönemine göre
projenin revizyonu yapılmaz. Zaten Mavi Tünel’le
ilgili çalışmalar, çok uzun bir çalışma periyodu sonunda hazırlandı, hatta son
tatbikat projesini de bizzat ben kendim kontrol ederek ihale kararını aldık.
Bunun ihalesi, biliyorsunuz, yapıldı, 6 Temmuz 2007 tarihinde de müteahhit firma işe başladı, her şey hazır. Dolayısıyla,
hiçbir proje revizyonu yapılmadan bundan sonra
yapılacak. Bunun dışında,
Adana’da drenaj kanallarının inşaatı devam ediyor, ama hızlanması lazım
gerektiğini, Sayın Varlı, tahmin ediyorum, sordu. Onu hızlandıracağız, o konuyu
biliyorum, Adana Ovası’nı kurtarmak açısından drenajları da yapmak gerektiği
kanaatindeyim. Tabii, Küçük
Menderes Havzası, Bakırçay, Ödemiş Beydağ Barajı
vesaire, bu konularda da çalışmalarımızı biliyorsunuz. Bakın, Değerli
Milletvekilim, Beydağ Barajı, 2004 yılında, ben, bizzat giderek ele aldığım
zaman, bu barajın yapılan hesaplara göre yetmiş altı yıl sonra biteceği hesap
edilmişti, önüme konulan liste buydu o ödeneklere göre. Biz, bir takvimle, bu
barajın süratli bir şekilde, belki dünyada en hızlı biten barajlardan birisi
olarak bitirdik, biliyorsunuz. Ancak baraj bitmeden tabii ki sulama kanallarına
başlamak mümkün değil, takdir edersiniz. Şu anda, sulama şebekesinin tatbikat
projeleri bitti, ihale hazırlıkları yapılıyor. Ama bunu özkaynakla
mı yapacağız, yoksa yap-işlet-devretle mi yapacağız
konusunda şu anda şartnameler hazırlanıyor. Onu da belirtmek isterim. Bergama’da, zaten
biliyorsunuz, Gördes Barajı yapılıyor. Bu konuda gerekli çalışmalar çok hızlı
bir şekilde gidiyor. Hatta, 2008 yılında bu Gördes
Barajı, Bergama’ya hizmet edecek bu baraj, İzmir’e su verecek olan bu baraj,
inşallah, su tutmaya başlayacak. Aslında, Yortanlı
Barajı bitti. Fakat, maalesef, orada biliyorsunuz,
Paşa Ilıcası Kaplıcası adıyla anılan, fakat tamamen harabe olan, ancak bazıları
tarafından “Allianoi Antik Kent” adıyla takdim edilen
tarihî kalıntılardan dolayı, maalesef, bu barajda su tutulamadı. Ama kazı
çalışmaları için yaklaşık 3,5 trilyon para harcadık. Neticede, Koruma Kurulu
ile ilgili mutabakata varıldı. Şubat ayında… Birtakım tespitlerin, mevcut
kalıntıların korunmasıyla alakalı Koruma Kurulunun ve Kültür ve Turizm
Bakanlığımızın bazı teklifleri var, onları şubat ayına kadar yerine getireceğiz
ve herhâlde Yortanlı Barajı’yla ilgili bütün problemler şubat ayında biter.
Aksi hâlde… Su tutmamamızın sebebi bu yani. İnşallah,
Yortanlı Barajı bittiği için, kısa zamanda su tutacağımızı tahmin ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Bakanım, konuşmanızı tamamlarsanız… ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Evet… Kırklareli
Barajı’yla alakalı konuyu biliyorum. Tabii, sulama… Sayın Vekilim, Sayın Dibek
siz de biliyorsunuz, Kırklareli Barajı’nda özellikle terfi gerektiği için bu
yapılamıyor. Ama, belki… Tekrar etüt edelim, damlama
sulamayla az su kullanacağı için terfi masrafı ekonomik olursa, bu şekilde…
Onun etüdüne tekrar bakalım. Çayırdere Barajı’yla
ilgili… İnceleyeceğim. Size, süre yetmediği için detaylı bilgi verilecek. Teşekkür
ediyorum. Saygılar
sunuyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Tasarının tümünün oylanmasından önce, oyunun rengini belirtmek
üzere, aleyhte Edirne Milletvekili Rasim Çakır. Buyurun Sayın
Çakır. (CHP sıralarından alkışlar) RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; çok olumlu bir konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak
irdeliyoruz, ama bunun yanındaki olumsuzlukları da iktidar partisi
milletvekilleri görmez, görmek istemez ama bizim görüp, söylememiz lazım. Küresel ısınma ve
iklim değişikliğinin en önemli etkisi, hepinizin bildiği gibi atmosfere salınan
sera gazları. Ama en önemli etkilerden bir tanesi de büyük metropol
kentler oluşturma, beton yığınları oluşturma. Yani, İstanbul gibi, Ankara gibi,
İzmir gibi, Adana gibi büyük yerleşim birimleri oluşturmak, beton yığınları
oluşturmak küresel ısınma ve iklim değişikliğini en fazla etkileyen nedenlerden
bir tanesi. Şimdi, biz
Hakkâriliyi İstanbul’a taşıdık, Trabzonluyu taşıdık, Urfalıyı taşıdık; o
yetmedi, Merkez Bankasını taşıyacağız, bankaları taşıyacağız. Elimizde neyimiz
varsa İstanbul’a taşıyoruz. İstanbul büyüdükçe büyüyor, daha fazla büyümesi
için de her türlü katkıyı yapıyoruz. Ama bunu yaparken, su konusunu görüşürken,
Trakya’nın Istranca Dağlarında Longoz Ormanları.
Longoz Ormanları nedir bilir misiniz? Yağmur suyunu alıp, yer altı sularına
verme özelliği olan dünyada endemik üç ormandan bir tanesi. Böyle özelliği olan
ve koruma altında olan, millî park ilan edilmiş olan, Dünya Bankası tarafından
desteklenen ormanlar ve Longoz gölleri. Biz, böyle olumlu
bir şeyi konuşurken, öbür tarafta Hükûmetimiz Longoz
Göllerini alıyor, Longoz Ormanlarını kesiyor, taş ocağı yapıyor. Bu Longoz
Göllerini alıp, İstanbul’a içme suyu olarak götürüyor. Değerli arkadaşlarım,
soruyorum size: Doğru bunun neresinde? Bu yapılırken,
geçtiğimiz dönem Çevre Bakanımız tarafından, Çevre Yasası’nın verdiği yetkiyle,
Trakya’nın 1/25.000’lik çevre düzen planlarının yapımı yetkisi “TRAKAB”
denilen, üç ilin valisinin oluşturduğu bir kurula verildi. Bu Kurul da planları
yapma yetkisini İstanbul Büyükşehir Belediyesine bedelsiz olarak devretti.
Büyükşehir Belediyesi de ona bağlı olan Metropolitan
AŞ’ye verdi. Ve Metropolitan AŞ sözcüleri
televizyonlara çıkıyor. Trakya’da şu an 1 milyon 800 bin insan yaşıyor ve
Trakya’da 5 milyon insan yaşayacakmış gibi bir planlama yapılmaya çalışılıyor,
yeni organize sanayi bölgeleri tesis edilmeye çalışılıyor, yeni yerleşim
birimleri tesis edilmeye çalışılıyor. Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanım,
soruyorum size: Doğru bunun neresinde? Yani, bu plan bu şekilde yaşama
geçtiğinde, o 5 milyon insana Trakya’dan nereden su bulacağız? Tuna Nehri’ni mi
çevireceğiz Trakya’ya? Avrupa’dan mı satın alacağız? Yani, değerli
arkadaşlarım, önemli olan, sorunun ortaya çıkmamasını sağlamak. Sorun ortaya
çıktıktan sonra, sorunun çözümü ile ilgili hem çok büyük paralar gerektiriyor
hem de çok büyük gayretler gerektiriyor. Bir taraftan
Dünya Su Forumu ile ilgili, Meclis olarak onay vermeye çalışıyoruz, öbür
taraftan Türkiye’de su dengelerini bozmak, su dengelerini yerli yerinde
kullanmamak adına Hükûmet tarafından ne icap ediyorsa
onlar yapılıyor. TRAKAB’ın Bakanlık
tarafından derhâl denetlenmesi ve Trakya’nın, hazırlanan 1/25.000’lik çevre
düzeni planlarının Trakya insanının insanca yaşayabileceği bir kaliteye, bir
formata getirilmesi gerekiyor. Zannediyorum planlar 31 Aralıkta açıklanacaktı,
mayıs ayına kaldı, ama bilinmelidir ki bu planlar açıklandıktan sonra, eğer
Trakya insanı insanca yaşayabileceği bir ortamı bulamıyorsa, bulamayacaksa,
sesini yükseltecektir, itirazlarını yükseltecektir. Ben şimdiden, bu anlamda
değerli Hükûmeti uyarmak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, seçmende beklenti yaratmak, umut yaratmak, gelecekle ilgili bir
şeyler söylemek güzeldir, gerçekten güzeldir, siyasetçiler de bunu yaparlar,
severler ama, eğer seçmende gerçeğin üzerinde daha üst
seviyede bir umut ve beklenti yaratırsanız, yarın sandık konduğunda da bu
seçmenin yüksek seviyedeki beklentilerine yanıt veremeyecek noktada olursanız,
yaptığınız iş size ve partinize faydadan çok zarar getirir. Ben, makul
ölçülerde Trakya’nın… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Çakır, konuşmanızı tamamlayın lütfen. RASİM ÇAKIR
(Devamla) – Ben, Trakya’nın toprak ve su kullanımıyla ilgili, Hükûmetimizin daha duyarlı olmasını ve şu an yapılmakta
olan yanlışın da bir an önce önüne geçilmesini bekliyorum. TRAKAB, üç ilin
valisi, karşısında Büyükşehir Belediyesi, Metropolitan
AŞ, Metropolitan AŞ’yi denetlemeye yetki verecek
İçişleri Bakanı, Başbakan, yani, muhalefetin ve halkın, planı hazırlayan
üniversitenin hiç olmadığı, tek gözlükle bakılan bir Trakya planlama çalışması.
Ama bu, şimdi kapılar arkasında yapılıyor, yarın asılacak ve o zaman da, gerek
burada gerek Trakya’da meydanlarda, hep birlikte bu konuyu tartışacağız. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çakır. KEMALETTİN GÖKTAŞ
(Trabzon) – Başkanım, oyunun rengini söylemedi. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza su-nuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Sayın
milletvekilleri, oylama için dört dakika süre vereceğim ve oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik
cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile
Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu arz ediyorum: Kullanılan oy sayısı : 273 Kabul :
267 Ret : 4 Çekimser : 2 (x) Anlaşma’nın,
ülkemiz için hayırlar getirmesini diliyorum. Sayın
milletvekilleri, 4’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Komisyonu Raporu (1/490) (S.
Sayısı: 97) (xx) BAŞKAN – Komisyon
ve Hükûmet yerinde. Komisyon raporu,
97 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü
üzerinde, Demokratik Toplum Partisi adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz; şahısları adına,
Osmaniye Milletvekili İbrahim Mete Doğruer, Muğla
Milletvekili Yüksel Özden, Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi.
İlk konuşmacı,
Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan. Buyurun Sayın
Kaplan. DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’yla ilgili Demokratik Toplum Partisinin
görüşlerini sunacağım. Ara sıra yüce
Mecliste gruplar arasında uyum, ahenk, akıl birliği olabiliyor. Bu yasa
tasarısı, özellikle Yükseköğretim Yasası’nda bir maddenin değiştirilmesi…
Fen-edebiyat bölümü gibi iki ayrı konuyu birleştiren ve çokça kurulan
fakültelerin ayrılabilmesi ve özellikle İstanbul’da Türk Deniz Eğitim Vakfı
tarafından, tüzel kişiliğine izafeten bir Piri Reis Üniversitesinin kurulması
konusu tasarıda yer alıyor. Biz bütün parti
grupları olarak bu konuda Bütçe ve Plan Komisyonunda olumlu oy kullandık.
Neden? Çünkü, özellikle denizcilik yüksekokulu ve
denizcilik alanında mühendislik fakültesi ve benzeri birtakım branşları içeren
böylesi bir üniversitenin kurulması Türkiye’de ihtiyaç konusuydu. Daha önce Su Forumu’yla ilgili yaptığım konuşmada da belirttim,
Türkiye’nin, bulunduğu coğrafya itibarıyla, Karadeniz, Marmara Denizi, Ege
Denizi, Akdeniz ve büyük gölleriyle -Van Gölü gibi- denizcilik konusunda, hem
deniz endüstrisi hem ulaşım hem balıkçılık hem deniz ürünlerinin
değerlendirilmesi konusunda, komşu ülkelerle kıyaslandığı zaman veya kuzey
ülkeleriyle karşılaştırıldığı zaman hak etmediği bir yerde olduğunu görürüz. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Bakan dışarıda görüşsünler, biz
de Hatibi dinlemiş oluruz. (x)
Açık Oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir. (xx) 97 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir. BAŞKAN –
Saygıdeğer arkadaşlarım, sükûneti sağlayalım. Genel Kurulda bulunan
milletvekili arkadaşlarımız konuşmaları takip edemiyorlarmış. Buyurun. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Özellikle İstanbul gibi bir merkez ve onun dışında İzmir, Mersin,
Antalya, Adana Ceyhan ve Trabzon gibi birçok liman merkezlerinin olduğu
ülkemizde şu eksiklik hemen dikkati çekiyor: Gemi ulaşımı konusunda son
zamanlarda metropol kentlerde bir kıpırdanma var,
özellikle İstanbul’da. Ancak büyük gemi turizmine bakıldığı zaman bir eksiklik
var. Yük taşımacılığında ve özellikle Marmara Denizi’nde, deprem araştırmaları
konusunda, ihtisas gemileri konusunda ülkemizin, ne yazık ki bu tür araştırmaları
Fransa’dan veya başka ülkelerden gemi kiralamak suretiyle, teknik uzman ve
akademisyenlerimizle birlikte bazı çalışmalar yapıp, büyük paralar ödediğini
biliyoruz. Balıkçılık
konusunda şanssız bir ülkeyiz, çünkü balıkçılık politikamız yok ve balıkçılık
politikasında, son AB süreciyle beraber, özellikle, Avrupa Birliği Müktesebatı
çerçevesinde oldukça fazla hüküm konusunda bir uyum zorunluluğu hissetmişiz,
yani, kendimizi mecburen denizciliğin kurallarına kendini uymak zorunda
hisseden bir ülke durumunda görmüşüz. Oysaki,
denizcilik, deniz sektörü, deniz endüstrisi, deniz yataklarının, petrol
yataklarının araştırılması, deniz altındaki zenginliklerin çıkarılması,
bunların tamamı ve balıkçılık, başlı başına bir ülkenin gelir kaynaklarını
ciddi suretle artırabilecek kalemlerdir. Bir İzlanda
ülkesi örneği verildiği zaman -Sadece ve sadece geçim kaynağı denizcilik olan
ve balıkçılıkla geçinen- bu ülkenin, dünyada refah düzeyi, kişi başına millî
gelir düzeyinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi olduğunu görürüz. Örneğin,
Norveç’te Oslo kentine gittiğiniz zaman, Oslo kentinde deniz kıyısında bir
deniz müzesini hemen ziyaret etmeniz önerilir. O deniz müzesine gittiğiniz
zaman, huni şeklinde çatılanmış bir büyük gemi görürsünüz. O büyük gemi
kutuplara ilk giden gemidir. O kutuplara giden ilk geminin
gemi direğinin yüksekliği ve kutuplara gidip gelmesi sonrası bir müzeye
dönüştürülmesiyle, denizcilik tarihinin tümünü orada sergileyen bu ülke, Bergen kentindeki yatçılık ve gemi endüstrisindeki
gelişmesini sürdürürken, son yıllarda, Türkiye’nin, Tuzla’daki tersanelerinin
yat turizminin gelişmesinde, gemiciliğin gelişmesinde artık dünyada hatırı
sayılır ülkeler arasına girdiğini ve nitekim bunun dördüncü sıraya kadar
yükseldiğini iftiharla öğrenebiliyoruz. Ancak bu konuda,
bütün bu gelişmeleri, bu deniz sahamızı dikkate aldığımız zaman, yeterince gemi
adamı yetiştirilebiliniyor mu? Yeterince istihdam edilen eleman var mı? Eğitim
düzeyi nedir? Ve en önemlisi, sigorta hukukları nedir? Uluslararası dolaşan gemilerimizin,
gemi adamlarının uluslararası hukuktan doğan haklarının korunması konusunda
gerçekten önemli bir tedbir alınabiliniyor mu? Örneğin, Türkiye, Hamburg’ta kurulan,
yakın zamanda, 90’lı yılların sonunda kurulan uluslararası tahkim deniz
mahkemesine bağlı olan bir ülke olarak, aynı zamanda uluslararası piyasada
rekabet açısından Boğaz trafiğinin olduğu bir ülke olarak şöylesi
bir hengâmeyle de karşı karşıyadır: Yani, ekonomi mahkemelerinin, Lüksemburg
Adalet Divanının rekabetten şirketler arası kâr hesaplaşmasına kadar birçok
alandaki hukuksal düzenlemeleri konusunda denizciliğimizin bu konularda
sağlıklı ve iyi bir hukuksal güvenceye sahip olmadığını, uluslararası alandaki
deniz hukukundan doğan ihtilaflarda da yeterince korunamadığını görüyoruz. Bir taraftan
ürünlerinizi değerlendiremeyeceksiniz, diğer taraftan uluslararası hukuktan
-çatmalardan, kayıplardan, batıklardan ve sigorta hukukundan- doğan haklarınızı
koruyamayacaksınız, yurttaşlarınızın mal varlığını koruyamayacaksınız… Böylesi
bir durum, ister istemez, gemi endüstrisinde, pahalı olma durumunu getirdiği
için, gemi sicilinden kaçma, gemi sicilinin, giderayak, az vergi ödenen başka
ülkelere dönüşmesi sonucunu doğurmuştur. Nasıl doğurmuştur? Birçok gemimizin
Türkiyeli sahiplerinin, ya Malta’nın ya da küçük Afrika ülkelerinin
bandıralarını, bayraklarını taşıdıklarını ve bununla kendilerine koruma
sağladıklarını veya en azından uluslararası sularda rahat dolaşabildiklerini
ifade ettiklerini görebiliyoruz. Şüphesiz, bu
alanda en önemli konu, eğitim konusudur. Eğitim konusunda aslında şunu açıkça
itiraf etmemizde yarar var: Vakıf üniversiteleri, kolay kolay
bilim insanı yetiştirmiyor, bilim insanını devlet üniversitelerinden hazır
alıyor ve kendi üniversitelerinde istihdam ediyor. Elbette ki, deniz
hukukundan, deniz ticaretinden, denizdeki petrolün araştırılmasından deniz
ürünlerinin değerlendirilmesine kadar, kara suları hukukundan her alana kadar
devasa sorunları olan bir konuda, denizcilik alanında bir üniversitenin
kurulması hepimizi heyecanlandırdı, duygulandırdı ve bütün gruplar olarak
hepimiz, bu konuda olumlu oy kullandık Bütçe Komisyonunda. Şunu açıkça ifade
etmek istiyoruz ki, bir devlet, devlet olmanın gereği, önce kendi servetini,
yer altı ve yer üstü zenginliklerini elbette ki değerlendirecek ve
koruyacaktır. Vatan, tabii ki sadece toprak değildir; vatan, kara sularımızdır,
denizlerimizdir; vatan, üzerinde teneffüs ettiğimiz gökyüzüdür. Vatanı bir
bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman, denizcilik alanında gerçekten de sınıfta
kaldığımızı, devletin resmî bir politikasının olmadığını ifade etmek istiyorum.
Biraz
umutlanmıştım; Başbakanımız Rizeli, Kasımpaşa’da büyüdü, babası da denizci,
denizde çok iyiydi balıkçılıkta. Hükûmet yeniden reorganize edilirken, bakanlıklar kurulurken kurar dedim
bir denizcilik bakanlığını. Bu ülkenin ihtiyacı var, mutlaka bir denizcilik
bakanlığını kurar. Karadeniz’den de epey milletvekili çıkarmış, mutlaka
istemişlerdir, ama hayal kırıklığına uğradım, açık söyleyeyim, bu beklentimde
hayal kırıklığına uğradım. Ben, gerçekten,
hâlâ eğitim konusunun, üniversite konusunun… Denizcilik alanında mevcut
üniversitelerimizde şüphesiz var, İTÜ’de var, birçok yüksekokul var
denizcilikle ilgili ama bu alanda, bu boşluğu… İstanbul Deniz Eğitim Vakfının
ve Deniz Ticaret Odasının, onları temsilen üstelik de, denizlerimizde haklı bir
ünü, namı olan, Turgutreis’te heykeli olan Piri
Reis’in ismini taşıması, elbette ki anlamlıdır. Niye anlamlıdır diyeceksiniz?
Çok anlamlıdır. Bodrum’da daha dün önce çipuralar öldü binlercesi, sonra
arkasından levrekler öldü. Kafayı karıştırdılar, dediler ki: “Balık Halinde ölü
balıkları ziyafet vereceğiz.” o ziyafet de iptal edildi. Yani, doğru dürüst
eğitim kurumlarımız olsa, bilim insanlarımız olsa, bu, denizdeki soğuk sıcaktan
mı kaynaklanıyor, bir zehirlenmeden mi kaynaklanıyor, bir başka faktörden mi
kaynaklanıyor; bu tür şeyleri araştırabilecek bir araştırmaya sahip olabilsek,
bu konuda hassasiyeti kurabilsek, gerçekten ülkenin çıkarlarını korumuş oluruz. Denizcilik,
sadece, tabii ki gemi endüstrisi, gemilerin inşası değil, bunun çalıştırılması
da bunun ulaşımda veya ticarette kullanılması da çok önemli. Görüyoruz,
Boğaz’ımız deniz trafiği açısından ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Deniz
trafiğimizde, son teorilerde, 11 Eylül saldırıları sonrası ortaya atılan
senaryolardan bir tanesi, “100 bin grostonu aşan gemilerden birisi
Karadeniz’den Boğaz’ı geçerken Boğaz’da infilak ederse İstanbul’un hâli ne
olur?” diyeydi. Bunun önlemini alabilecek kudreti olan bir devlet olmalı. Bunun
önlemiyle beraber tedbirini de geliştirebilecek bir politika ve eğitiminin de
olması gerekiyor. Su konusunu
konuşurken, projelerin içinde yer alan, örneğin, Trakya’da gemi ulaşımının, bu
tür tanker taşımacılığının veya petrol taşımacılığı için, en azından Çatalca’ya
açılacak bir kanal olayının -tabii ki mutlaka forumlarda da dikkate alınacak
ama- deniz hukuku açısından tartışılmasında yarar vardır. Tıpkı Panama Kanalı
gibi, tıpkı Atina’daki kanal gibi, tıpkı Almanya’daki Elbe
Kanalı gibi benzeri kanallar vardır. Türkiye de Boğazlarını, tarihini, tarihsel
ve kültürel varlıklarını, hem doğasıyla hem tarihiyle koruma şansına sahiptir.
Bu tür alanlarda eğitim kurumlarının elbette artırılması ülkemizin yararınadır.
Bu alanlarda deniz ürünlerimizin, özellikle trollerle yok edilen, daha
yumurtalar bırakıldığı zaman denizde bunları kazıyan balıkçılık
denetimsizliğinden tutun da mevsimlerde ve kontrollerde getirilenlerin dışında
teşviklerde de bir özen ve istihdamın ayrıca olması gerekiyor diye düşünüyoruz.
Biz, bu vakıf
üniversitelerinin finansman kaynaklarını da… Aslında dikkat
çekicidir, kurucu vakfın biraz katkısı var, kurucu vakfın katkısı dışında,
öğrenci harçları, yani öğrencinin harçlarının büyük çoğunluğu, hatta yüzde 21
ila yüzde 95 arasında, yani paralı üniversite, paralı eğitim, paralı olmasının
getirdiği, bir de devlet teşvikinin zamanla getirdiği bazı muafiyetlerle ayakta
duran bu vakıf üniversitelerinin kurulması elbette ki olumludur, elbette ki
hayırlıdır, ama bunu devletin kendi stratejik menfaatleri ve geleceği açısından
bu eğitim alanında çok daha gelişmiş bir çaba göstermesi gerektiği
kaçınılmazdır. Nitekim, denizcilik yüksekokulundan deniz adamının
yetiştirilmesi ayrı bir konudur. Tıpkı meslek yüksekokulları gibi, gemilerin,
herhangi değişik alanlardaki uzmanların yetiştirilmesi gibi, ama fakültelerin
daha ziyade teorik olan eğitim sistemlerinin biraz pratikle geliştirilmesi ve
denizlerimizin gerçekten yararlanabileceğimiz bir düzeye getirilmesi konusunda
bir yoğunlaşmaya ihtiyaç ve politikaya gereksinim duyulduğu ortadadır. Bazı
yüksekokulları fakülteye dönüştürmek mümkün elbette, ama teorik eğitimle
beraber pratik eğitimin, stajın ve staj sonrasının, uluslararası alanda da bu
konudaki çalışmaların ülkeye katkısı şüphesizdir. Denizcilik sadece
hukuk da değil, sadece ticaret hukuku da değil, denizciliğin ayrı bir özelliği,
sağlık konusu, deniz sağlığı, sağlıkla beraber sigorta alanı çok çok önemlidir. Bu konulardaki eğitimin ülkenin kalkınma
hedefleriyle direkt bağlantılı olması gerekiyor. Devlet Planlama Teşkilatının
2013 yılı planlamasına baktığımız zaman denizcilik alanında, özellikle
denizlerimizle ilgili ve kaynaklarımızla ilgili bir planlamanın yeterince yer
almamış olması, doğrusu, bir taraftan bizi üzerken diğer taraftan böylesi
çabalarla da bu alanın değerlendirilmiş olmasının büyük katkılar getireceğini
düşünüyoruz. Elbette ki yeni
kurulacak üniversitelerde fen-edebiyat fakültesi bulunma zorunluluğu bir vakıa
ve her tarafta, her kurulan üniversitede bir fen-edebiyat olayı olduğu için, şu
an fen-edebiyat mezunlarının büyük çoğunluğunun açıkta kaldığını görüyoruz.
Matematik gibi bir fakülteyi bitirenlerin, öğretmenlerin öğretmen olamadığı bir
kadro fazlası durumla karşı karşıya kalınan bir durumda, fen-edebiyat fakültesi
ayrımının yapılması, bazı şeklî zorunluluklardan vazgeçilmesi ve bunun da bu
yasayla düzeltilmiş olması, özellikle Plan ve Bütçe Komisyonumuzda yer alan
birçok akademisyenin de katkısıyla bu şekilde düzenlenmiştir. Biz, şüphesiz,
Piri Reis Üniversitesinin kurulmasının, Türkiye’de denizcilik alanında
Türkiye’ye katkı sunacağını düşünüyoruz ve inanıyoruz ki bu alanda daha fazla
bir çabanın gösterilmesiyle beraber… Üniversitesiz kalan kaç ilimiz vardı?
Dokuz ilimiz sanıyorum… Sayın Bakan duyuyordur sesimi. İnşallah, o dokuz ilimizi
de üniversitelendirerek, üniversitelere kavuşturarak
ülke sathına yayılacak bir eğitim sistemiyle yüksekokul ve üniversiteler
konusunda ileri bir adım atılabilir. Tabii ki
beklentilerimiz -YÖK’le ilgili, yükseköğrenimle ilgili- çok farklı ve çok gelişik, çok daha derindir. Ama buradan son bir söz olarak
bir temennide bulunmak istiyorum; bu bir temennim, kişisel bir temennim, bir
önerim: Metro inşaatı yapılırken İstanbul metropolünde,
Yenikapı’ya gelindiğinde batık gemilerin iskeletleri ortaya çıkınca, Kumkapı’nın, Aksaray’da Yenikapı’nın aslında bir liman
olduğu ortaya çıktı. Mademki batık gemilerin iskeletleriyle Yenikapı bir
limandır, tıpkı Oslo’daki gemi müzesinde olduğu gibi… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. HASİP KAPLAN
(Devamla) – …orayı da -tam da denizin kenarında, kıyısında- İstanbul için,
sembolik de olsa, ama önemli bir deniz müzesi hâline dönüştürmek ve o
batıklarıyla, tarihiyle buluşturmak ve diğer bölük bölük
olan denizcilikle ilgili kısımları da burada buluşturmakta büyük yarar
görüyoruz. Bazı özel kişi ve kuruluşların bu konularda müze girişimleri
olduğunu biliyoruz. Sayın Koç’un müzesi -Haliç’te- bunlardan birisi. Ancak, bu
batıklara sahip çıkmak ve bir müzeye dönüştürmek Türkiye’ye çok şey kazandıracaktır.
Bu duygularla,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum. Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Esfender
Korkmaz. Sayın Korkmaz,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet
Halk Partisi adına, İstanbul’da Türk Deniz Eğitim Vakfı tarafından kurulması
planlanan Piri Reis Üniversitesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, konuşmamı, Piri Reis Üniversitesinin kurulmasına olan ihtiyaçtan
başlayarak, vakıf üniversitelerinin -Türkiye’de otuz kadar olan vakıf
üniversitelerinin- aksayan taraflarının nasıl düzeltilmesi gerektiği noktasında
ve Türkiye’de yükseköğrenimle ilgili son önlemlerin neler olması gerektiği
üzerinde yoğunlaştırmak istiyorum. Değerli milletvekilleri, Piri Reis Üniversitesini kuran Türk
Denizcilik Vakfı, adından da anlaşılacağı üzere, kurumsal bir vakıf. Anayasa’mız, aslında, üniversitelerin kurumsal vakıflar tarafından
kurulmasını öngörmekte. Dolayısıyla, eskiden beri devam eden bir vakıf olması
ve kurumsal niteliği, bu üniversiteyi kurmaya ve bu üniversitenin kurulmasının
yararlı olacağına bir göstergedir. Türkiye’de denizcilik sektörüne katkı
açısından da, yine, bu üniversitenin kurulması olumludur. Bu açıdan, biz parti
olarak, bu üniversitenin kurulmasını destekliyoruz. Değerli
arkadaşlar, huzurlarınızda bu üniversitenin kurulup kurulmaması tartışılıyor ve
bu sizin oylarınızla ortaya çıkacaktır. Bu üniversitenin mutlaka kurulması,
diye oy kullanmak söz konusu olmayabilir, kurulmaması da gündeme gelebilir
yahut kurulmaması yönünde de bir karar alabilir yüce Meclis. Şimdi,
yani, bu yüce Meclisin kararı. Değerli
arkadaşlar, yüce Meclisin bu kararına bağlı olmakla beraber, yurt dışına
gönderilen öğrencilere yapılan tören sırasında Sayın Millî Eğitim Bakanı Çelik
aynen şöyle diyor: “Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşmeleri yapılacak
olan bir vakıf üniversitesi daha kuruyoruz.” Yani, Sayın Bakan “Böyle bir
üniversiteyi kuruyoruz.” diyerek, aslında yüce Meclisin iradesine zımni anlamda
bir ipotek koymuş olmaktadır. Burada bir bakanın, bir başbakanın konuşması
Meclisin iradesi açısından çok önem arz ediyor. Değerli
arkadaşlar, önem arz ediyor diyorum. Konumuz üniversiteler, vakıf
üniversiteleri. Yine, Sayın Başbakan yurt dışına gönderilen öğrencilere tören
sırasında aynen şöyle diyor. Bu, bugün Anadolu Ajansının haberi olduğu için
sizlere arz ediyorum, takdim ediyorum. Diyor ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan:
“Biz, Batı’nın ilmini, sanatını almadık.”, “…ilmini, sanatını almadık.” diyor, “alamadık”
değil. “Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık.” Şimdi,
değerli milletvekilleri, sizin hepinizi düşünmeye davet ediyorum. Değerli
milletvekilleri, “Biz Avrupa’nın ahlaksızlığını aldık.” derken Avrupa’daki
ülkelere hakaret etmiyor muyuz? Yani, ahlaksızlığın bir kaynağı olarak görmüş
olmuyor muyuz Avrupa’yı? Bir taraftan “Avrupa Birliğine girelim.” derken bir
taraftan “kültürler arası uyum” derken, öbür taraftan –tekrar ediyorum- “Biz,
Batı’nın ilmini, sanatını almadık. Maalesef, değerlerimize ters düşen
ahlaksızlıklarını aldık.” diyor. Şimdi, lütfen düşünün. “Batı’nın
ahlaksızlıklarını aldık.” derken -elbette ki Batı kimdir? Avrupa Birliği- o
zaman, Avrupa Birliğinin insanına bir hakaret etmiş olmuyor muyuz? Şimdi, bu
söz aynı zamanda, zımni olarak Batı’da ahlaksızlıkların yaygın olduğunu
göstermez mi? Değerli
arkadaşlar, bu ahlaksızlıkları kim aldı? Yani, Avrupa’ya gönderdiğimiz
öğrenciler mi aldı? Bunun açıklığa kavuşturulması lazım. Avrupa’da görenler mi
aldı? Peki, bu ahlaksızlıkların Türkiye’ye gelmesine, ithaline kimler izin
verdi? Örneğin, geçmiş hükûmetler mi, geçmiş hükûmetlerin yaptığı politikalar mı? Böyle söylemekle,
Sayın Başbakan geçmiş hükûmetleri suçlamış olmuyor
mu? Böyle söylemekle, yükseköğrenimi yönetenleri, eski YÖK Başkanlarını, eski
rektörleri, eski dekanları suçlamış olmuyor mu? BAYRAM ÖZÇELİK
(Burdur) – Çorba yaptın iyice ya. ESFENDER KORKMAZ
(Devamla) – Peki arkadaşlar… NECAT BİRİNCİ
(İstanbul) – Siz bile inanmıyorsunuz söylediklerinize. ESFENDER KORKMAZ
(Devamla) - Bir şey sorayım size değerli arkadaşlar: Avrupa’da, Batı’da hangi
başbakan bu şekilde “ahlaksız”, “şerefsiz” sözünü kullanıyor, “Otur oturduğun
yerde” diyor, “Ananı al git” diyor? Var mı Avrupa’da böyle bir Başbakan? Söyler
misiniz arkadaşlar, var mı? (AK Parti sıralarından gürültüler) Biz Avrupa’nın
hangi ahlaksızlığını almışız? Hangi, Avrupa’daki, başbakan böyle bir söz
söylüyor? Hangi başbakan insanları itham ediyor? Hangi başbakan insanlara
küfrediyor? MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Piri Reis, Piri Reis… Piri Reis’le ne ilgisi var Hocam? ESFENDER KORKMAZ
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan bunları, Avrupa’ya gönderilen,
yükseköğrenim için gönderilen 1.000 öğrencinin töreni sırasında konuşuyor. Konumuzla ilgili doğrudan doğruya. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Değerli
arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bakın, ben Sayın Başbakana hakaret
etmiyorum, yalnızca söylediklerinin yanlış olduğunu ifade ediyorum. AGÂH KAFKAS
(Çorum) – Sana ne! ESFENDER KORKMAZ
(Devamla) – Bana “Sana ne!” diyorsun değil mi? E, o zaman Meclisi terk edelim,
Başbakan gelsin otursun. Bize bir şey yok. Zaten uygulama öyle. Zaten uygulama
öyle. O da öyle diyor, Sayın Başbakan da diyor ki: “Yürütme de benim, yasama da
benim.” Şimdi yargı da kendisi olur, olur biter o zaman. Bize gerek yok. Şimdi, değerli
milletvekilleri, bakın, hiç birimiz sinirlenmeden konuşalım, hiç birimiz mantık
silsilesi dışına çıkmayalım. Ben çıkmamaya çalışıyorum. HASAN ANGI
(Konya) – Konuyla ne alakası var? BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen. ESFENDER KORKMAZ
(Devamla) – Şimdi, dünyada her şey denge üzerine kuruludur, değerli
milletvekilleri. Siz eğer bu dengeyi geçerseniz… Yani ekonomi de denge üzerine
kuruludur, insan vücudu da denge üzerine kuruludur, siyaset de denge üzerine
kuruludur. Sizin söyledikleriniz eğer siyasette bu dengeyi bozuyorsa, yani bu
dengelere uyulmuyorsa, bu, yönetim zafiyeti demektir. Bu, yönetim zafiyeti
demektir. Yönetim erki hiçbir şekilde başkalarını suçlamaya, başkalarını töhmet
altında bırakmaya, başka ülkelere, Batı’ya “ahlaksız” demeye icazet vermez,
vermemesi gerekiyor. Şimdi, değerli
milletvekilleri, Piri Reis Üniversitesi gerçekten Türkiye için yararlıdır.
Şimdi, neden acaba Anayasa’ya yalnızca vakıf üniversiteleri, “Vakıflar
üniversite kurabilir.” hükmü konulmuştur? Biliyorsunuz, 1970’lerde özel
üniversiteler sorunu yaşadı Türkiye. Bu şirket üniversiteleri, işte, katlarda
üniversiteler, bunlar önemli ölçüde sıkıntı yarattı. Burada kâr amacına yönelik
şirketler üniversiteler kurdu. Kâr amacını ortadan kaldırmak için, vakıflar kâr
amacı gütmediği için vakıfların üniversite kurması Anayasa’ya konuldu. Bunun
önemli bir nedeni yükseköğretim hizmetinin, yükseköğrenim hizmetinin önemli
ölçüde sosyal fayda yaratmasından kaynaklanıyor. Yükseköğretim hizmeti eğitim
yapana kişisel fayda sağlar, ama aynı zamanda toplumda bir sosyal fayda sağlar.
Yani, verimlilik artar. Aynı zamanda, yükseköğrenimde araştırma geliştirme
hizmetleri, teknoloji geliştirme hizmetleri yapılır. Dolayısıyla, kâr amacı
gütmek bütün bu sosyal faydalara aykırıdır, sosyal faydanın maksimize
edilmesini sağlayamaz. Onun için, Anayasa’da bu “Yalnızca kâr amacı gütmeyen vakıflar
tarafından yapılır.” hükmü yer almıştır. Ayrıca,
yükseköğrenim sosyal mobilite sağlar, toplumda
kastlaşmayı önler. Yani, parası olan-olmayan okursa statü değiştirir, toplumsal
kastlaşma önlenir. Bunun için, yükseköğrenim Türkiye’de hassas bir konudur.
Türkiye’nin iktisadi gelişmesinde önemli baz teşkil
eder. Bunun için, vakıf üniversitelerini gözden geçirmemiz gerekiyor. Türkiye’de otuz
vakıf üniversitesi var. Bunlar toplam öğrencilerin yüzde 6’sını okutmaktadır. Bu yararları
yanında düzeltilmesi gereken hususlar var vakıf üniversitelerinde. Bir defa
birçok vakıf üniversitesi şirket görünümündedir. Bu neden? Çünkü,
kurumlaşma yok. Bunun sebebi ne? Bütün vakıf üniversiteleri böyle değil, tabii,
bazıları. Bunun sebebi ne? Bunun sebebi, birisi, örneğin bir dershane
üniversite kurma kararı aldığı zaman önce vakıf kuruyor, sonra gidiyor onun
iznini alıyor, üniversite kurma iznini alıyor. Oysaki Anayasa’nın ruhu onu
söylemiyor, diyor ki: “Topluma mal olmuş, öteden beri var olan ve patronu
olmayan vakıflar…” Yani, dolayısıyla, burada, bu yanının
düzeltilmesi lazım, aile şirketi görünümünde olmaması lazım. Bakın, aile
şirketi görünümünde nasıl oluyor? Vakfın mütevelli heyeti, mütevelli heyet
başkanı, eğer oğlunu rektör yaparsa, bu aile şirketi demektir. Eğer mütevelli
heyet başkanı, kendinden sonra oğlunu başkan yaparsa, bu da aile şirketi
demektir. Onun için, bu taraflarını düzeltmemiz ve dolayısıyla, bu vakıfları
aile şirketi hüviyetinden kurtarmamız lazım. Bunun için ne yapmamız lazım?
Bunun için mütevelli heyet yetkilerini yeniden tadat edip, yeniden düşünmemiz
gerekiyor. Örneğin, vakıf üniversitelerinde rektör tayininden, -rektörü
öneriyor tabii- dekan, enstitü müdürlerine kadar hepsini mütevelli heyet tayin
ediyor. Şimdi,
düşünebiliyor musunuz, yani, mütevelli heyet başkanı bir profesör olmayabilir,
çoğunda da profesör değil, çoğunda da vakfı kuran. Şimdi, burada, akademik
birimleri tayin eden bir kurum hâlinde olursa, o zaman, demek ki, bunun
kurumsal niteliği olmaz. Onun için, vakıf üniversitelerinde yetkilerin
rektörlere verilmesi lazım. Vakıf
üniversitelerini apartmanlardaki üniversiteler hüviyetinden kurtarmak lazım,
aksi takdirde, şirket görünümü devam eder. Eğer, vakfın gayrimenkulü, özel
mülkü, eğer vakfın okulu, binası yoksa, ona izin
vermemek lazım. Şimdi, öğretim
üyesi yetişmiyor. Bakın, neden yetişmiyor? Çünkü vakıf üniversiteleri ya hazır
öğretim üyesini transfer ediyor… O nedenle devlet üniversitelerinde öğretim
üyesi sayısı, profesör sayısı azaldı. Örnek vereyim: İstanbul İktisat
Fakültesinde 60 profesör vardı, 40’a düştü, İstanbul Hukuk Fakültesinde yine 66
tane profesör vardı -hatırladığım kadarıyla- 24’e düştü. Yani, dolayısıyla
vakıf üniversiteleri, araştırma görevlisi alarak kendisi öğretim üyesi yetiştirmelidir.
Oysaki YÖK’ün raporuna göre, vakıf üniversitelerinde görevli okutman, yani
dışarıdan ders verenler ve okutmanlar, tüm öğretim elemanlarının yüzde 50’sini
oluşturuyor, öğretim üyesi yüzde 33’ünü oluşturuyor, araştırma görevlisi yüzde
17’sini oluşturuyor. Araştırma görevlisi, öğretim üyesi yetiştirmenin
kaynağıdır. Dolayısıyla burada yapılması gereken, vakıf üniversitelerinde de bu
piramidin sağlanması, araştırma görevlisi olmayan vakıf üniversitelerine
profesör tayini için imkân verilmemeli. Yani, bir vakıf üniversitesinde bir ana
bilim dalında üç tane araştırma görevlisi yoksa o ana bilim dalına profesör
kadrosu yahut profesör alınmasına izin verilmemesi lazım. Şimdi,
üniversiteler, vakıf üniversiteleri performans açısından çok farklılık gösteriyor
değerli milletvekilleri. Bakın, öğrenci başına harcama, yine YÖK raporunda: Bir
üniversitede 19.430 YTL öğrenci başına -yatırım hariç- harcama, bir başka
üniversitede 2.611 YTL, yani 7,5 kat fark var. Bu kadar,
öğrenci başına harcamada fark olmaması lazım. Bu, üniversitelerin
performansının çok farklı olmasına neden olacaktır. Bundan ar-ge için de, araştırma için de yeterli kaynak ayrılmıyor.
Bunun çözümü de bu üniversitelere gelirlerinin bir kısmını mutlaka araştırmaya
ayırmaları konusunda bir zorunluluk getirmek gerekiyor. Geldik devlet
yardımlarına. Şimdi, 2005-2006 yılında on üniversiteye bütçeden yardım
yapılmış. Biliyorsunuz, bu arsa, arazi konusu basında çok tartışıldı. Bu,
toplum vicdanını rahatsız edecek boyutlara ulaştı. Yani siz topluma ait
kaynakları bir vakıf üniversitesine verirseniz, o vakıf üniversitesinde paralı
eğitim olduğu için fakirden zengine kaynak transfer etmiş olursunuz. Dolayısıyla yeterli imkânı olmayan vakıf üniversitelerine izin
vermemek lazım. Aksi takdirde devlet yardımları vakıf üniversitelerinin
iştahını kabartıyor. Bunun çözümü devlet desteğini kesmektir. Nihayet -1 dakika
29 saniyem var- temel çözüm değerli milletvekilleri, yükseköğrenimi bir bütün
olarak alıp, bir defa, insan gücü planlaması yapmak lazım. Yani ne kadar
ihtiyacımız var insan gücüne? Bugün doktor eksiği var, mühendis fazlası var.
Eğer bir insan gücü planlaması olsaydı yükseköğrenimde bunun olması mümkün
olmazdı. Öte yandan formül hazır, Cumhuriyet Halk Partisinin seçim
bildirgesinde var. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Korkmaz, buyurun, konuşmanızı tamamlayınız efendim. ESFENDER KORKMAZ
(Devamla) – Lise düzeyinde ara eleman yetiştirmek lazım. Mesleğe
yönelik eleman yetiştirmek lazım. Bugün hemşire eksiği var. Hemşire eksiğinden
dolayı birçok hastane bölümü, departmanı çalışmıyor.
Ben buna şahit oldum. Dolayısıyla ara elaman yetiştirmek lazım, teknisyen
yetiştirmek lazım, mesleğe yöneltmek lazım. Bu yolla üniversite önündeki bu
birikimleri de azaltmış olacağız. Bu vesileyle,
Piri Reis Üniversitesinin kurulmasını parti olarak biz destekliyoruz. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Korkmaz. Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Samsun Milletvekili Osman Çakır. (MHP sıralarından
alkışlar) MHP GRUBU ADINA
OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bugün itibarıyla,
85’i devlet, 30’u vakıf üniversitesi olmak üzere üniversite sayısı 115’tir.
Üzerinde görüştüğümüz öneri kanunlaştığı takdirde, vakıf üniversitelerinin
sayısı 31’e, toplam üniversite sayısı da 116’ya çıkacaktır. Üniversitelerin
Anadolu’ya yayılmasına ve sayılarının önemli ölçüde artmasına rağmen
yükseköğretime girişteki talebi henüz karşılayabilmiş değiliz. Bunun yol açtığı
olumsuzluklar hemem hemen her ailede yaşanan sorunlar
arasında yer almaktadır. Ancak, bu sorunun çözümü sadece çok sayıda üniversite
açmak değil, öncelikle çok sayıda öğretim üyesi yetiştirmektir. Maalesef, Hükûmet geçmiş beş yılda bu konuda etkili ve yeterli bir
proje ortaya koyamamıştır. Geçen dönem
açılan 32 üniversitedeki profesör sayısı sadece 128’dir. Diğer unvanlardaki
öğretim üyesi sayısı da son derece yetersizdir. Hükûmetin
öğretim üyesi yetiştirmeye önemli oranda kaynak ayırması acil bir konudur.
Eğitimin, özellikle yükseköğretimin önemi herkes tarafından iyi bilinmektedir.
Yükseköğretim sisteminin kalitesi, ülke ekonomisinin en önemli girdileri
arasındadır. Ülkenin rekabet gücünün asli unsurlarından biridir. Ülkenin
sosyoekonomik politikalarının da en önemli yapı taşıdır. Refaha ulaşmak
için gereken temel stratejik kaynağın bilgi, iyi eğitim görmüş insan ve beşeri
sermaye olduğu herkesçe bilinen gerçeklerdir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda
ekonominin motoru da, refah toplumu oluşturmada da en etkili unsur yine
bilgidir. Bu kadar geçer akçe olan bilgi, kullanıldıkça, dağıtıldıkça ve
satıldıkça arttığından sahipleri açısından gerçek anlamda bir güçtür.
Dolayısıyla bilim, bilimsel zihniyet ve bilgi üretimi olmadan teknolojide ve
uygulama alanlarında ilerleme olamaz. Bilgiyi üretmeden sadece teknoloji ithali
yoluyla milletler arasında sürdürülen baş döndürücü siyasi, sosyal, ekonomik ve
kültürel rekabette mesafe almak ve medeniyetler yarışını da kazanmak mümkün
olamaz. Bu nedenle,
üniversiteler son derece stratejik öneme sahip kuruluşlardır. Milletler ve
medeniyetler arasında devam eden yarışta elde edilecek başarı, geniş ölçüde
üniversitelerin başarısına bağlıdır. Bunun için, gelişmiş ve gelişmekte olan
bütün ülkeler, birinci sınıf üniversitelere sahip olmak ve bunların sayılarını
artırmak için sürekli gayret içerisindedir. Yüksek öğretim sistemimizin küresel
yarışa uyum sağlayabilmesi, Türk milletine ve insanlığa daha çok hizmet
edebilmesi için yüksek öğretime ayrılan kamu kaynaklarının artırılması,
üniversitelerin kaynak çeşitlendirme ve kaynak yaratmasının önündeki
engellerin, yasal ve bürokratik engellerin kaldırılması gerekir. Bilim, artık Türk
insanının günlük yaşamına, sağlık, mutluluk ve refahına katkı yapmalıdır.
Bilimin yapıldığı yerlerden olan üniversitelerimiz de bunu dikkate almak
zorundadır. Artık evimizde bir bilgisayar vasıtasıyla her türlü hizmete ulaşmanın
mümkün olduğu, binlerce dersi okuyup sertifika ve hatta üniversite diploması
alma imkânının bulunduğu bir süreçte üniversitelerimiz de kendilerini süratle
bu çağa uydurmak zorundadır. Günümüzde artık
bilim adamlarımız, sporcularımız, sanatçılarımız, sanayicilerimiz, iş
adamlarımız, çiftçilerimizle her alanda dünyanın saygın ve seçkin bir üyesi
olmak zorundayız. Bu, Türk insanının hem hakkı hem en önemli görevi hem de
tarihî sorumluğu ve tarihinden gelen kaçınılmaz bir kaderidir. Teknolojinin,
finansın, bilginin ve bilgiye ulaşımın, yani enformasyonun demokratikleşmesi,
küresel dünyada uluslararası ve devletler üstü kuruluşların yanında ülkeler
üzerinde yepyeni denetim ve yaptırım mekanizmaları ortaya çıkarmıştır. Türk
üniversiteleri maalesef bunları yakından izleyememiştir. Onun için,
üniversitelerimizin bunları çok iyi takip ederek ülkemizin bu şartlara uygun
tedbirleri geliştirmesi için gereken uyarıları yapması ve yol gösterici
olmaları lazımdır. Türkiye
Cumhuriyeti, Türk milletinin kendi azmi, kendi gayreti ve kendi iradesiyle
kurduğu bir devlettir. Bu büyük mücadeleyi kazanmayı başaran ve bu uğurda büyük
fedakârlık gösteren büyük Türk milletine Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinin
de büyük bir hizmet borcu vardır. Bu nedenle, Türk üniversiteleri 21’inci
yüzyılın gerektirdiği her türlü görevi milletine olan sorumluluğunun gereği
olarak yerine getirmekle görevli olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıdır. Bilim ve
teknoloji yarışında maalesef durumumuz iyi değildir. Türk
ekonomisi dünyada ilk 20’nin içine girebilecek büyüklükte olmasına rağmen,
dünyanın 100 zengini arasına giren iş adamlarımız bulunmasına rağmen, ne acıdır
ki dünyada en iyi 100 üniversite arasına giren, 100 özel araştırma merkezi
arasına giren veya bilime destek veren 100 vakıf arasına giren ne bir
üniversitemiz ne bir vakfımız ne de bir özel şirketimiz vardır. En iyi
100 içine girebilecek üniversitelerimiz olması gerekirken maalesef ilk 500’e
razı olmaktayız ve bunu da başarı saymaktayız. Tıp, fizik ve kimya gibi temel
alanlarda Nobel ödülü almak şimdilik bir hayal gibidir. Birleşmiş
Milletler 2007 İnsani Kalkınma Endeksi’ne göre Türkiye 177 ülke arasından
Bulgaristan, Romanya, Malezya ve Çin’in ardından 84’üncü sırada yer almaktadır.
Toplumun on beş yaş üstündeki kesiminde okuma yazma oranı yüzde 87,4 olarak
ifade edilmektedir. 2005 rakamlarına göre, Kars, Diyarbakır gibi doğu illerinde
20 ila 24 yaş grubunun yalnızca yüzde 30’u ortaöğretim diplomasına sahiptir. Bu
yaş grubunda kızların ise sadece yüzde 20’si bu diplomaya sahiptir. Bu rakamlar
Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 80’ler civarındadır. Değerli
milletvekilleri, araştırmalara dayalı orijinal yayın sayısında hızlı bir artışa
rağmen, üniversitelerimizde atıf ve özellikle patent sayısında, yani ileri
teknolojiye aktarabilecek buluş sayısında oldukça geriyiz. Uluslararası Öğrenci
Değerlendirme Programı PISA’nın 2006 raporu da
yayımlandı. Bu raporda, 57 ülkenin on beş yaş gurubunda, 20 milyon öğrenciyi
temsil eden 400 bin öğrenci üzerinde bir değerlendirme yapılmış, Türkiye’den 4.942
öğrenci teste tabi tutulmuş, sonuç bir önceki seneden daha da kötüdür. Fen
bilimlerinde OECD ortalaması 500 puan iken, Türkiye 424 puanla 44’üncü
olmuştur. Önceki raporda 33’üncü sıradaydık. Matematikte ise 423 puanla 38’inci
sırada bulunmaktayız. Rapor, araştırma, matematik ve fen bilimlerinin yanında,
metin anlama ve değerlendirmeyi de kapsamaktadır. Türkiye, her üç alanda da
OECD ortalamasının altında bulunmaktadır. Metin anlamada, Türkiye 447 ortalama
puanla Yunanistan’ın ardından 37’nci sırada yer almıştır. Mevcut durum
gösteriyor ki Türk eğitim sistemi, yükseköğretim sistemiyle birlikte en kısa
zamanda çağdaş bir yapıya kavuşturulmak zorundadır. Üniversite kapısında
bekleyen yüz binler de bunu beklemektedir. Günlük politikanın bilimsel yapımızı
ve üniversiteyi etkilememesine özen gösterilmelidir. Üniversite, bilgiyi üretip
yayan, ekonominin motoru olan, çevreye ve çevrenin sorunlarına duyarlı, topluma
hizmet eden ve milletimizin kültür mirasını gelecek nesillere aktaran kurumlar
olmak zorundadır. Bilgiye dayalı
toplumun ve ekonomisinin birbirini tamamlayan dört ana temeli vardır: Bunlardan
birisi, bilginin bilimsel araştırma yoluyla üretilmesi, üretilen bilginin
eğitim ve öğretim yoluyla öğrencilere aktarılması, iletişim teknolojisi ile
yaygınlaştırılması ve teknolojik yenilenmede kullanılmasıdır. Bu dört temeli
elde etmede dünya çapında başarılı olan üniversite artık çağdaş üniversitedir. Devlet parasıyla
üçüncü sınıf üniversitelere eleman gönderilmemelidir. Ülke kaynakları bu
ülkelerin desteklenmesine harcanmamalıdır. Araştırma amacıyla yurt dışına
çıkacak doktoralı bilim adamları, ikinci, üçüncü sınıf araştırma kurumlarını
değil, piramidin en tepesindeki üniversiteleri tercih etmelidir. Siyasal,
sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı gerçekleştirebilmek, iç ve dış
sorunları çözebilmek, millî güvenliği sağlamak, hatta cumhuriyetimizi ve
bağımsızlığımızı koruyabilmek ve nihayet geçmişte olduğu gibi gelecekte de
büyük, güçlü, huzurlu, dosta güven veren, düşmanı caydıran bir millet ve devlet
olabilmek için öncelikle üniversitelerimizi güçlendirmeliyiz. Son yıllarda,
yükseköğretimin yapı, organizasyon ve görevlerinde çok önemli değişiklikler
oluşmaktadır. Üniversite dışından cereyan eden sosyal, kültürel, ekonomik ve
politik gelişmeler ve nüfus hareketliliği, genç nüfus yapımız, yükseköğretim
sistemini önemli ölçüde zorlamaktadır ve etkilemektedir. Bütün bu olup
bitenlere seyirci kalmadan gerekli önlemleri almak, Yükseköğretim Kurumunun, Hükûmetin ve Millî Eğitim Bakanlığının birinci görevi
olmalıdır. Akademik hürriyet, akademik özerklik ve hesap verebilirlik ilkeleri
yasalarda çok açık olarak tanımlanmalı, dengelenmeli ve güvence altına
alınmalıdır. Yükseköğretim
Kurumunun temel görevi, yükseköğretimde çıktı kalitesiyle ilgili standartları
belirlemek ve çağdaş bir finans sistemi geliştirmek olmalıdır. Gerisi,
üniversitenin özerk fakat mutlaka hesap verebilir bir yönetimine
bırakılmalıdır. Cepheleşmeye, kutuplaşmaya, kadrolaşmaya, huzursuzluğa, verim
ve motivasyon kaybına yol açan mevcut rektör seçim
sistemi devam ettiği sürece, yükseköğretimde bir arpa boyu yol almak hayal bile
değildir. Liyakat, çalışkanlık, başarı kriterleri,
artık yerini yandaşlık kriterine terk etmektedir. Bu durum üniversitelere
önemli ölçüde darbe vurmuştur. Seçmenlerin seçilenler tarafından atandığı bu
sistemde, üniversitenin reel ve gerçek kadro ihtiyaçları, verimlilik, bilimsel
yeterlilik, akademik başarı, yerini siyasi veya kişisel çıkar yandaşlığı veya
menfaat beklentilerine bırakmaktadır. Yükseköğretimde
okullaşma oranını artırmak gerekir. Bunun için yeni üniversitelere, mevcutlarda
da kapasite artışına ve gerekli insan gücü ile altyapıya mutlaka ihtiyaç
vardır. Yükseköğretime
istekli her insana Türkiye bu fırsatı sağlayabilmelidir. Yükseköğretim
çağındaki nüfusa oranla üniversiteye girebilenlerin sayısını kısa zamanda 2
katına çıkarabilmek için gerekli hazırlıklar ve yatırımlar mutlaka
yapılmalıdır. Programların ve
her programa ait müfredatın daha esnek olması sağlanmalı, programlar arası
dikey ve yatay geçişlerde geniş imkân tanınmalı ve çeşitlilik mutlaka
artırılmalıdır. Yükseköğretimde
başarı oranlarını artırıcı önlemlere de özel önem verilmelidir. Bundan sonra
büyük şehirlerin dışındaki küçük illerde büyük üniversiteler açılması son
derece hatalıdır. Yeni kurulan, altyapısı olmayan ve henüz hiçbir gelişme
göstermemiş olan üniversitelerde hele tıp fakülteleri açmak fevkalade
yanlıştır. Bu üniversiteler, uzun süre, ne bilgi açığının kapatılmasında işe
yarayacaktır ne de bölgenin ekonomik ve teknolojik kalkınma üssü olabilecektir.
Bunların çoğunluğu, doktora eğitimi gerektirmeyen meslek üniversitelerine
dönüştürülmelidir. İleri ülkelerdeki büyük üniversiteler bile belli konularda
özelleşmiştir. Bir üniversite
teknik, sağlık, sosyal, eğitim ve mesleki konulardan birini hedef almalı ve
ağırlığını o alana vermelidir, kaynakları heba edilmemelidir. Bizde ise daha
yeni kurulan, hiçbir altyapısı olmayan bir üniversite, günlük politikaların
etkisiyle bir de bakıyorsunuz, her konuda fakülte açma yarışına
girişebilmektedir ve biz de burada bu talepleri yerine getirebilmekteyiz. İstanbul
Üniversitesindeki öğretim üyesi, taşrada yeni kurulan 40 üniversitede bulunan
öğretim üyesinden daha fazladır. Yani bir İstanbul Üniversitesi, taşrada yeni
kurulan 40 üniversitenin öğretim üyesi sayısından daha fazla öğretim üyesine
sahiptir. İşte asıl çözüm taşraya yeni üniversiteler açmak değil, bu büyük
kentlerdeki fazlalığı verimli olarak kullanmanın yolunu bulmaktır. Akademik eleman
açığını kapatmanın en kestirme yolu, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük
illerde, sosyal, sağlık, fen ve mühendislik gibi belli konularda ihtisaslaşacak
yeni üniversiteleri oralarda açmaktır. Bu yeni illerde kurulan 10 üniversitenin
on yılda başaramadığını, bu yeni, büyük illerde açılan üniversiteler bir yılda
başarabilir ve yükseköğretimde açığın kapatılmasında da fevkalade önemli rol
oynayabilir. Diğer taraftan bu uygulamayla mevcut büyük üniversitelerdeki
öğretim üyesi birikimi de eritilecek, daha verimli ve daha sağlıklı bir yapıya
bu kurumların da kavuşturulma imkânı ortaya çıkacaktır. Az sayıda olsa da
sadece araştırma yapılan ve lisansüstü eğitim öğretim verilen araştırma
üniversiteleri açılmalıdır. Bilim üretiminde sıçrama yapabilmek için özel
yasaları olan bu tip kurumlar fevkalade yararlı olabilir. Haftada otuz kırk
saat derse giren, evinin geçimini nasıl sağlayacağını, aylık aile bütçesini
nasıl denkleştireceğini düşünen öğretim üyelerinden bilgi üretmeyi ve bilgi üretecek
bilginleri yetiştirmeyi beklersek, bilim ve teknoloji üretiminde mevcut
durumumuzu bile koruyamayız. Şimdiye kadar
kurulan ve kurulacak yeni üniversitelerin araç gereç, altyapı problemi
zamanında çözülmelidir. Üniversitedeki sınıflar, laboratuvarlar,
konferans salonları, hizmet binaları, ekonomi, ekoloji
ve estetik özellikleri bakımından çağdaş mimarinin en iyi örnekleri olmalı ve
gelecekte de ihtiyaca cevap verecek şekilde planlanmalıdır. Üniversiteler,
okul eğitimiyle ve özellikle ortaöğretimdeki eğitim öğretimle de yakından
ilgilenmelidir, çünkü işleyecekleri ham madde oradan gelmektedir. Giriş ne kadar
kaliteli olursa üniversiteden çıkış da o kadar kaliteli olur. Ortaöğretim
öğrencilerinin erken dönemde üniversiteyi ve üniversitedeki programları
yakından tanımaları, yeteneklerine göre seçim yapma imkânları artırılmalıdır.
Yükseköğretim ile ilgili politikalar, ilk ve ortaöğretim politikasından
bağımsız olamaz, hem ortaöğretimde hem de yükseköğretimde etkili bir
yönlendirme dönemine ihtiyaç vardır. Ancak uygun bir yönlendirme döneminden
geçen öğrenciler gerçek yeteneklerine en uygun programları seçme imkânına
kavuşabilir. Fen bilgisi, matematik, Türkçe, sosyal bilgiler öğretiminde daha
iyiyi yakalayabilmenin yolu, üniversite ile ortaöğretim arasında yakın ve
planlı bir iş birliğini gerçekleştirmektir. Köklü bir eğitim reformu içinde bu
konu ihmal edilmemeli ve söz konusu iş birliği için millî bir seferberlik
başlatılmalı ve her kesim de üzerine düşeni yapmalıdır. Yükseköğretimde
kalite konusu son derece önemlidir. Öğrenci sayısının artışı kalite düşüşüne
sebep olmamalıdır. Sayı artışı kalitede iyileşmeye paralel seyretmelidir. Tüm
ölçme ve değerlendirme sistemleri açık ve şeffaf olmalıdır. Kalite güvencesi,
kalite kontrolü ve değerlendirme konusunda bürokratik işlemler olabildiğince
ortadan kaldırılmalıdır. Yükseköğretim çıktısının artışına paralel olarak istihdam
olanaklarının artırılması şarttır. Programlar ve müfredatlar istihdamı
kolaylaştırıcı bir yapıda olmalıdır. Müşterisi olmayan, pazara çıkamayan
kalitesiz ürünler ne üreticisi ne de toplum için bir başarıdır. Yükseköğretimde
bir taraftan kişisel yetenekler geliştirilirken diğer taraftan da araştırma,
sorgulama temelli öğretim sürdürülmelidir. Yeteneklerinin iş çevrelerinin
isteği doğrultusunda geliştirilmesi için, yükseköğretim ile sanayi, pazar ve
tüm toplum kesimi arasındaki sıkı bağlantıların ve iş birliğinin kurulması
gerekir. İleri ülkelerde üniversite-sanayi iş birliği çok ileri boyutlara
ulaşmasına rağmen, maalesef, ülkemizde bu noktada yeterli mesafe alınamamıştır.
Özel kesim, bu yolla araştırma geliştirme faaliyetlerine daha fazla kaynak ayırmalıdır.
Sonuç, sosyal ve ekonomik kalkınmadır. Ayrıca, piyasanın ihtiyaç duyduğu
yetenekleri yetişmiş iş gücü, bu iş birliğinin bir ürünü olarak da artmaktadır.
Sanayi-üniversite iş birliği açısından bazı yüz güldürücü örnekler vardır,
ancak bunlar yeterli değildir. Öğretim
elemanlarının özlük hakları, çok önemli ölçüde iyileştirilmeyi beklemektedir.
Son yıllarda öğretim elemanlarının maaşlarında diğer bazı meslek mensuplarına
oranla büyük azalmalar olmuştur. Her alanda en yeteneklilerin bilim yoluna yönlendirilmeleri
gerekirken… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Çakır, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun efendim. OSMAN ÇAKIR
(Devamla) – Tamam efendim. …akademisyenlik
çekiciliğini yitirmiş ve daha iyi bir iş bulamayanların tercih ettiği bir alan
hâline gelmiştir. Suyu getiren ile testiyi kıranın aynı maaşı aldığı, hatta
ikinci tiplerin bir şekilde yöneticiler tarafından ödüllendirildiği bir kurumda
maalesef iyiler barınamamaktadır. Bilgi üretiminde
birinci sınıf lokomotif bilim adamlarının yeri ve önemi bunlara ayrılan maddi
kaynaklarla orantılıdır. Dünya bilgi üretimine tarihî misyonumuza
uygun oranda katkı yapabilmek ve ileri ülkelerle yarışabilmek için daha fazla
birinci sınıf bilim insanı ve araştırıcıya ihtiyacımız vardır, bunları mutlaka
yetiştirmek zorundayız. Zabitan ve gemi
adamları yetiştirmek amacıyla Türk Deniz Eğitim Vakfı tarafından kurulacak olan
Piri Reis vakıf üniversitesinin vurgulamaya çalıştığım düşüncelerime duyarlı
bir örnek teşkil etmesi dileğiyle hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım.
Grubumuz adına da bu teklife olumlu destek vereceğimizi bildirmek isterim. Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çakır. AK Parti Grubu
adına İstanbul Milletvekili Necat Birinci. Buyurun Sayın
Birinci. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mesai
saatimizin son noktasında 97 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Türk Deniz Eğitim Vakfının “Piri Reis
Üniversitesi” adıyla bir ihtisas üniversitesi kurma kararının yasalaşması
üzerinde yaptığımız görüşmelerin alanına, ülkemize, dünya denizciliğine
hayırlar getirmesini temenni eder, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. Değerli
arkadaşlar, yasa, daha ismiyle bizi heyecanlandıracak derece güzel. Piri Reis,
Türk denizciliğinin 11’inci yüzyılda Çaka Bey’le denize ulaşan, Alâiye’yi yine aynı asırlarda gerçekleştiren Türk
denizciliğinin dört asır sonra dünya denizciliğine açılmasının, Atlas
Okyanusu’nu kuzeye doğru geçmesinin ve bir görüşe göre de Amerika’nın keşfinin
adını bilmeyerek gerçekleştirilmesinin… Bu, tarihî olarak gerçekleştirilmiş
değil ama millet olarak -benim hoşuma gidiyor- gerçekleştirilirse mutlaka büyük
bir bayramdır. Böyle bir ismin verilmesi son derece önemlidir. Önemli olan bir
başka taraf, bir ihtisas üniversitesinin kurulmuş olmasıdır. AK Parti Hükûmetinin 2008 Eylem Planı’na da aldığı, Programına
yerleştirdiği üniversiteleri kendi gelişmişlik alanlarındaki uzmanlaşmasıyla
birer ihtisas üniversitesi haline getirme çalışmasının da bir örneği bu yasa
gerçekleştirirse bir vakıf tarafından uygulanmış olacaktır. Fakat, asıl konuya
değinmeden önce, bizden önceki hatiplerin… Sayın Hocam gittiler. Ona zaten
cevap vermek istemiyordum. Bence söylediklerine kendileri de inanmıyordu,
gülerek söylüyordu ama “Üniversiteler için bir şey yapılmadı.” denmesine bir
iki noktada cevap vererek veya doğruları söyleyerek karşılık vermek istiyorum. Değerli dostlar,
2002 yılında 74.134 öğretim elemanı vardır üniversitelerimizde, bugün 86.522
eleman çalışıyor. Arada bütün emeklilikleri de -sayılarını çıkarmadım-
çıktıktan sonra, 16 bin elemanın da başka kurumlara geçtiğini düşünürsek, artış
12.683. Bu önemli bir rakamdır. İkincisi: Değerli
dostlar, TÜBİTAK 5.200 burslu öğrenciyi bilim adamı yetiştirmek üzere burs
veriyor yüksek lisans öğrencilerine 1.250, doktora öğrencilerine 1.500. Bu,
araştırma görevlisi maaşlarından daha yüksek bir maaştır. Bu bir teşviktir ve
son derece önemlidir. Üçüncüsü:
Üniversitelerimizde bugün 30 bin araştırma görevlisi vardır. Bugün, 2008’de
üniversitelerimize 5 bin araştırma görevlisi alınma kararı bütçe yasasıyla
çıktı, burada sizlerin oylarıyla bu kabul edildi ve sayı… OSMAN ÇAKIR
(Samsun) – Beş yıl… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – 5 bin. OSMAN ÇAKIR
(Samsun) – Beş yıl geçti. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Efendim? OSMAN ÇAKIR
(Samsun) – Beş yıl geçti. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – 5 bin diyorum bu yıl için. OSMAN ÇAKIR
(Samsun) – Beş yıl geçtikten sonra. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Ondan öncekileri saydım, dinlemediniz mi? Tekrar başa mı alayım?
Zaten on iki dakika veriyor bana Sayın Başkanım. Yapmayın, harcamayın zamanımı
böyle! Bunları kabul edelim, yani bunlar siyaset yapılacak alanlar değil. Biz
üniversiteden geldik. OKTAY VURAL
(İzmir) – Anlatın, anlatın. BAŞKAN – Sayın
Birinci, Genel Kurula hitap ediniz efendim. Buyurun. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Peki efendim. Millî Eğitim
Bakanlığının bizim anlayışımıza göre cumhuriyetin en büyük yükseköğretim
projesi, 2006’da uygulamaya koyduğu, 2005’te raporlarını, çalışmalarını yaptığı
her yıl 5 bin öğrenciyi, beş yılda 5 bin öğrenci olarak gerek akademisyen
gerekse Türkiye’nin bütün kurumlarının ilmî alanda yetişmiş elemana sahip
olması için on dokuz dünya ülkesine göndermesidir. Bunun için sanırım 349 bilim
dalında, öğrenciler, ki bugün hocam ajanstan şey
yaptı… AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Hocam, onlar Türkiye’de de yetişir. NECAT BİRİNCİ (Devamla) – …keşke gelmiş
olsaydı ve o bugün 671 öğrenciyi teşyi etmekte beraber olsaydık. Bu da çok güzel bir mutluluk. Türkiye’nin pırıl pırıl 671 öğrencisi bugün dünyanın on dokuz üniversitesine
yelken açtılar Türkiye’nin ilmini yükseltecek çalışmaları yapmak üzere. OKTAY VURAL (İzmir) – Darısı 38’e. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Kendi imkânlarıyla ilmî araştırmalar yapanlar bunun dışında
değildir. Ayrıca, ar-ge -ki, üniversitede olanlar bunu çok iyi bilirler-
çalışmaları eskiyle kıyas kabul edilmeyecek kadar, hatta sevgili dostum
diyeceğim Sayın YÖK Başkanımızın, eski YÖK Başkanımızın bütün zorlamalarına
rağmen, engellemelerine rağmen ar-ge… OKTAY VURAL
(İzmir) – Sayın Sağlam mı? NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Hayır efendim, Sağlam değil. Bundan önceki, Sayın Erdoğan Teziç. OKTAY VURAL
(İzmir) – Burada Sadece Sayın Sağlam var da. NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Hayır, hayır. Biz edebimizi biliriz ve yapanı da biliriz. Böylece, Sayın Teziç, bütün engellemelerine ve tehditlere rağmen
üniversiteler TÜBİTAK’ın ar-ge çalışmalarına katılmıştır
ve son derece fazla sayıda genç eleman, bu projelerin çalışmaları aralığından
ilmî kariyerlerini yapıp üniversiteye eleman olacaklardır. Yani arazi
mümbittir. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, acaba açıklayabilir misiniz, Teziç nasıl tehdit etti? NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Lütfen… Lütfen laf atmayın. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır, hayır. Sayın Teziç
nasıl tehdit etti, onu lütfedip açıklarsanız… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Basından takip ediniz, eski arşivleri açın. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Hayır efendim, sizin ağzınızdan duymak isterim. BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Ben o dönemin muhasebesini… BAŞKAN – Sayın
Birinci… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Onu ayrıca yapalım. Siz biliyorsunuz nasıl ettiğini. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim, ben bilmiyorum, ama açıklarsanız
sevinirim. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Nasıl bilmiyorsunuz? KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır bilmiyorum, sizin ağzınızdan öğrenmek
istiyorum. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Peki, ben size kupürleri gönderirim. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hay hay, gönderin efendim. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Ben buradan diyaloğu hiç sevmem de sonra
konuşalım bunu. YÖK ve
üniversitenin ortak bütçesi 2002’de 2 katrilyon 495 trilyon iken 2008’de 7
katrilyon 318 trilyondur, artış yüzde 200’ün üzerindedir. OKTAY VURAL
(İzmir) – 2002 fiyatlarıyla... NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Buna özel üniversitelerin bütçelerini de eklediğimiz takdirde 13
katrilyon, yani 12 milyar dolar. Bugün, Türkiye, üniversitelerinin iş
görebilmesi, Türkiye’nin kalkınması için hizmettedir. Bu oldukça büyük bir
rakamdır. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – OECD’ye göre en düşük rakam. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Değerli dostlar, Türkiye için gelişmeyi takip edersek… Tabii ki
düşük olabilir, en düşük değil, ama millî hasılaya
vurursanız oldukça yüksektir. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – O millî hasılanın yarısı da
kayıt dışı zaten. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Rakam olarak şeydir, ama millî hasılaya
vurunuz… Siz hesapçısınız, ben anlatmayayım. 60’ıncı Hükûmetin eylem planında üniversitelerin, daha doğrusu
yükseköğretim kurumlarının yeniden yapılandırılması üzerinde önemle duruluyor.
Bu çalışmalara bağlı olarak üniversiteler tek merkezli öğretim anlayışından çıkarılarak
küresel rekabete katılabilen, dünyaya açık ve Türk toplumunun beklentilerini
karşılayabilecek dinamik kurumlara dönüştürülecektir. Üniversitelere
uluslararası standartlarda hizmet verebilmeleri ve bilimsel olarak özgür, idari
olarak özerk ve finansal olarak mali kaynak üretebilen yapılara kavuşturulması
için çalışmalar yapılacaktır. Bunlar için biraz önce de söylediğim asıl
önemlisi olan ve bizim konumuz da olan ihtisas üniversitelerini kurmak konusu
olacaktır ve ilki önümüzdedir. Ülkemiz, Avrupa,
Orta Asya ve Orta Doğu arasında doğal bir köprü olma konusuyla taşımacılık
açısından hem kara hem deniz taşımacılığı açısından son derece önemlidir. Fakat, biz artık “Ülkemiz üç tarafı denizlerle çevrili bir
kara parçasıdır.” demeyeceğiz. Bizim denizcilikteki idealimiz sadece ülkemizin
etrafındaki üç deniz değildir. Hedef dünya denizidir ve dünya denizleridir.
İnsanlar ufuklarını geniş tutarlarsa, yelkenlerini ona göre hazırlarlar ve o
yelkenleri şişirecek olan malzemeyi, teçhizatı, enerjiyi ona göre kullanırlar.
İşte, AK Parti Hükûmetinin ve bizim Grubun çalışması…
Ben Hükûmeti anlatmıyorum ama yapılan budur, görülen
budur, bunu görmek gerekir; birlikte görelim, birlikte takdir edelim. OKTAY VURAL
(İzmir) – Hangi denize açılacaksınız, hangisi? Atlas Okyanusu mu, Pasifik mi? NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – İşte bunun için gemi inşa konusunda artış yüzde 360… KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hocam, niye Panama bandıralı bayrak asıyor bizim
gemiler? NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Onu bir arkadaşım izah etti, olabilir. O ekonomik bir durumdur. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır, niye asıyor? OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Türk Bayrağı pahalı da onun için. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Artış yüzde 360 gemi inşada… Şimdi, bu CHP’yi
ben anlamıyorum ve dostumdur Kılıçdaroğlu. Niye laf
atarsınız yahu? Gelin anlaşalım. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sayın Birinci, anlaşalım da, şu araştırma fonlarının kesildiğini
de söyleyin, anlaşalım. BAŞKAN – Sayın
Birinci… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Gelin buraya bir gün… Teklifim olacak, müzakere konularının nasıl
olacağını beraber tezekkür edelim ve ona uyalım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Niye kestiniz ya? BAŞKAN –
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Sayın Birinci de birkaç dakika içinde
konuşmasını tamamlayacak, vakit de yaklaştı. OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale)
– Yani, üniversite araştırma fonlarını niye kestiğinizi söyleyin. OKTAY VURAL
(İzmir) - Efendim, süre doldu. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Yani, laf atma, polemiğe girerseniz ben polemik
ustasıyım. BAŞKAN – Sayın
Birinci… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Ben polemiğe girmek istemem. BAŞKAN – Sayın
Birinci… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Efendim, bitiriyorum. BAŞKAN – Bir iki
dakika içinde tamamlayacaksınız, fakat, benim bu bir
iki dakika için onay almam lazım, süre doldu şu anda. Sayın Birinci’nin konuşması tamamlanana kadar çalışma süremizin
uzatılmasını istirham ediyorum. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bak, kabul ediyoruz. BAŞKAN - Sayın
Hocam, siz de toparlarsanız, hızlıca, buyurun. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Benim böyle bir talebim yoktu, Sayın Başkana teşekkür ederim. OKTAY VURAL
(İzmir) – Süreniz doldu, onun için. Başkanın görevi,
mecburen. BAŞKAN – Hayır,
bir iki dakika içinde toparlayacaksınız zaten. Buyurun. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Tamam, toparlıyorum Sayın Başkanım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Önce hangi okyanusa açılacaksınız? Onu bir
söylerseniz. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Arkadaşlar, dünya o kadar küçük ki, sizin gönlünüz okyanusları
ölçemeyecek kadar küçükse, söyleyecek sözüm yok zaten. Siz o zaman Marmara’da
kâğıt yüzdürün. (AK Parti sıralarından alkışlar) Marmara’da kâğıttan gemi
yüzdürün. Başka bir şey diyemem ki. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Devamı bizim olmadıktan sonra. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Değerli dostlar… OKTAY VURAL
(İzmir) – Ege Denizi’ni kurtaralım da… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Bakınız “Ege Denizi” derseniz, ben size bir anekdot… OKTAY VURAL
(İzmir) – Ege Denizi’ndeki uzlaşmayı Başbakana anlatırsanız… NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Lütfen Sayın Başkan Vekilim... Ben size bir şey söyleyeceğim:
Atatürk, Dumlupınar’da düşman kuvvetleri bozulduğu zaman ne dedi… OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Başbakan “Hamaset yapmayın.” dedi. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Hayır, ben size bilgi veriyorum. “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir.”
dedi. Nereye gitti? OKTAY VURAL
(İzmir) – Ege’ye gitti. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - İzmir’e gitti. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – O limanı siz sattınız. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Arkadaşlar, o denizin ismi Ege değil, Ege değil, Ege değil. OKTAY VURAL (İzmir) – Akdeniz, Akdeniz. Sahip çıkalım. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Akdeniz’dir. Evet çıkalım. OKTAY VURAL
(İzmir) – “Casus belli”den vazgeçmeyin. Daha önce
Meclis Başkanı bundan vazgeçilmesi gerektiğini söylemişti. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Olur mu öyle şey! Hamaset yapmıyorum. OKTAY VURAL
(İzmir) - Bu Meclisin aldığı kararlara karşı ifadelerde bulunmuştu. Bu doğru
değildir. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) - Hamaset yapmıyorum, hamaset yapmıyorum. Lütfen, söylediğinizin neye
geldiğini… OKTAY VURAL (İzmir)
– Ege Denizi, Akdeniz’i bir Yunan denizi hâline getirecek kararlara imza
atmayın. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Arkadaşlar, bazı insanlar vardır ki dünyaları kendi beyinlerinin
vardığı nokta kadardır ve bilgileri kadardır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ama
biz bir milletin enerjisini taşıyoruz burada ve bir milletin ufkunu da
şekillendiriyoruz ve biz… OKTAY VURAL
(İzmir) – Yabancı vakıflara her tarafı veriyoruz artık! OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sayın Birinci, Karamanlis’e ne söz
verdiniz? NECAT BİRİNCİ (Devamla)
– Karamanoğlu Mehmet Bey ne dediyse kuliste anlatırım
size. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Karamanlis’e ne söz verdiniz? NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Siz zaten biliyorsunuz. Değerli dostlar,
bu, Türkiye’nin vakıf üniversitelerinde bir ihtisas üniversitesinin kurulması
bakımından son derece hayırlı, son derece Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap
verecek ve Türkiye’nin istikbalinin lojistik alanında gelişmesini sağlayacak
önemli bir projedir. Sayın Başkanım,
bir dakika verin bana. Millî Eğitim
Bakanlığının yaptığı çok önemli çalışmalar vardı. Biz lojistik meslek
liselerini kurduk. Hiç kimse duymadı. Bugün Türkiye’de lojistik alanında 400
bin insan çalışıyor. Hiçbiri eğitimli değil. Bugün gemicilik alanında
çalışanların hiçbiri eğitimli değil. Avrupa Birliğine geçiyoruz. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Sayın Hocam, Mersin’de bir yüksekokul var. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Biz onları sertifikasyona sahip kılmazsak, ne olacak? Bunlar dünya
piyasasında iş bulamayacaktır. OKTAY VURAL
(İzmir) – Kaç tane kuruldu? NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – Onun için bu üniversitenin Türkiye Cumhuriyetine, milletimize ve
dünya denizciliğine hayırlara vesile olmasını temenni eder, hepinize hayırlı
akşamlar diler, saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar) OKTAY VURAL
(İzmir) – Daha beş dakikanız var. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Birinci. Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, çalışma süremiz dolmuştur. Sözlü soru
önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için 29 Ocak 2008
salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Sizlere ve
bizleri izleyen vatandaşlarımıza hayırlı akşamlar diliyorum. Kapanma Saati: 20.04 |
|