DÖNEM: 23                                                                YASAMA YILI: 2

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 13

54’üncü Birleşim

24 Ocak 2008 Perşembe

İ Ç İ N D E K İ L E R

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın, gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun 15’inci ölüm yıl dönümü münasebetiyle suikastin nedenlerine ve faillerinin hâlâ bulunamadığına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Hakkâri Milletvekili Abdulmuttalip Özbek’in, Hakkâri’de yapılan ve yapılması gereken yatırımlara ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Kars Milletvekili Zeki Karabayır’ın, Sarıkamış Harekâtı’nın 93’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/291) (S. Sayısı: 77)

2.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın, Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72)

3.- Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/396) (S. Sayısı: 74)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Komisyonu Raporu (1/490) (S. Sayısı: 97)

 

V.- OYLAMALAR

1.- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

2.- Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması

 

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazılı Sorular ve Cevapları

1.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Tekelin makine ithalatındaki iddialara yönelik girişimlere ilişkin sorusu ve  Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/877)

2.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, bazı milletvekilleri hakkında adli işlem yürütülüp yürütülmediğine ilişkin sorusu ve  Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/982)

3.- Bursa Milletvekili Onur Öymen’in, Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Mısır’la imzaladığı Akdeniz’de Bitişik Bölge Anlaşmalarına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/1190)

4.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, izinsiz il dışına çıkan personele ve yönetmeliğe aykırı kıyafetli öğrencilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1211)

5.- Kocaeli Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Kocaeli İl Millî Eğitim Müdürlüğünün uyguladığı seviye tespit sınavına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1232)

6.- Bursa Milletvekili Abdullah Özer’in, Karamürsel Kaymakamının bayram kutlamasıyla ilgili yazısına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/1264)

7.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Türk vatandaşlarının yabancı ülke askeri olmasının sonuçlarına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın cevabı (7/1282)

8.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, büyüme oranı hesaplamalarına ilişkin sorusu  ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/1286)

9.- Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in, Çamaş İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü idari kadrosunda yapılan değişikliklere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1318)

10.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1320)

11.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, okullardaki resim ve müzik eğitimine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1322)

12.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, öğretmenlerin ek ders ücretlerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/1393)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.03’te açılarak üç oturum yaptı.

Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün, Teşvik Kanunu uygulamalarından kaynaklanan olumsuzluklar ile Bilecik ilinde seramik ve mermercilik sektöründe yaşanan sorunlara,

Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu, Van Gölü’ndeki kirliliğe,

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, işçi emeklilerinin durumuna,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir ve 26 milletvekilinin, uyuşturucuyla mücadelede (10/103),

Manisa Milletvekili Ahmet Orhan ve 26 milletvekilinin, üzüm ve bağcılık sektöründe (10/104),

Yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kararlaştırılmış olan Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı) (1/335) (S. Sayısı: 56) görüşmeleri tamamlanarak,

2’nci sırasında bulunan, Ses ve Gaz Fişeği Atabilen Silahlar Hakkında Kanun Tasarısı (1/437) (S. Sayısı: 54) yapılan görüşmelerden sonra,

3’üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar Konseyi Arasında Askeri-Bilimsel ve Askeri-Teknik İşbirliği Konusunda Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/294) (S. Sayısı: 68) görüşmelerini müteakiben yapılan açık oylamadan sonra,

Kabul edildi.

4’üncü sırasında bulunan, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın (1/291) (S. Sayısı: 77) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı; 1’inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

24 Ocak 2008 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.58’de son verildi.

                     

 

Nevzat PAKDİL

 

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

Murat ÖZKAN

 

Konya

 

Giresun

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

 

 

Bursa

 

 

 

Kâtip Üye

 

                                                                                                                                       

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                        No.: 76

II.- GELEN KÂĞITLAR

24 Ocak 2008 Perşembe

Tasarı

1.- Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/497) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.1.2008)

Teklifler

1.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 18 Milletvekilinin; Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/123) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.1.2008)

2.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın; 5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 105. Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/124) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.1.2008)

3.- Bursa Milletvekili Mehmet Tunçak’ın; Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/125) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.1.2008)

4.- Tekirdağ Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut’un; Yolsuzlukla Mücadele Günü Hakkında Kanun Teklifi (2/126) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.1.2008)

5.- Tekirdağ Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut’un; Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Teklifi (2/127) (Adalet ve İçişleri Komisyonlarına)  (Başkanlığa geliş tarihi: 14.1.2008)

6.- Tekirdağ Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut’un; Balıkesir İline Bağlı Marmara İlçesinin Tekirdağ İline Bağlanması Hakkında Kanun Teklifi (2/128) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.1.2008)

7.- Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız’ın; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/129) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.1.2008)

8.- Karaman Milletvekili Hasan Çalış ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun; Türk Dil Bayramı Hakkında Kanun Teklifi (2/130) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.1.2008)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.-    İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, sorun yaşayan bazı öğrencilere yaklaşımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1174)

2.-    Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, Cumhurbaşkanının Türkmenistan ziyaretine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1175)

3.-    İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, TMSF’nin bir yayın grubunu satışına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1178)

4.-    Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, YÖK Başkanının bir şirkete ortak olup olmadığına ve bu şirketin aldığı ihalelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1182)

5.-    Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Heybeliada’da orman arazisine kilise inşaatı iddiasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1185)

6.-    İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Hrant Dink cinayeti soruşturmasında Trabzon Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkındaki tespitlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1191)

7.-    İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Pendik Belediyesinin belli bir okula yönelik servis hizmetine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1192)

8.-    Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, bir milletvekilinin yurtdışına çıkışına, İmralı’daki görevlilerin seçimine ve teröristlerin aileleriyle yapılan görüşmelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1194)

9.-    Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Heybeliada’da orman arazisine kilise inşaatı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1195)

10.-  Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın özel harekat polislerine terörle mücadelede aktif görev verilmesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1196)

11.-  Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, bölücü terör örgütü mensuplarının Türkiye’ye iadesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1197)

12.-  Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı ve ailesi hakkındaki bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1198)

13.-  Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, konut sahibi yabancıların gelir getirici turistik faaliyetlerine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/1202)

14.-  İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık’ın, bir milletvekilinin bilimsel çalışmalarında intihal yaptığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1208)

15.-  Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, özürlü çocukların eğitimine ve eğitim giderlerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1212)

16.-  Edirne Milletvekili Rasim Çakır’ın, bir yükseköğretim bölümünün ikinci öğretim harç miktarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1213)

17.-  Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, bulaşıcı sarılık hastalıklarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1214)

18.-  Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’ın, Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesine bir hastane binasının tahsisine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1215)

19.-  Bursa Milletvekili Onur Öymen’in, havalimanlarına ILS sistemi yerleştirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1219)

20.-  İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, İzmir-Kordon’dan otoyol geçişine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1220)

21.-  Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, İstanbul-Ankara hızlı tren projesiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1221)

 

 

 

 

24 Ocak 2008 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.03

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

 

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Necla Arat’a aittir.

Sayın Arat, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın, gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun 15’inci ölüm yıl dönümü münasebetiyle suikastin nedenlerine ve faillerinin hâlâ bulunamadığına ilişkin gündem dışı konuşması

NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk basınının en başarılı kalemlerinden gazeteci, araştırmacı yazar, yurtsever aydın Uğur Mumcu’yu, tam on beş yıl önce bugün hain bir suikast sonucunda yitirmiştik. Bu siyasal cinayeti işleyen katiller ne yazık ki hâlâ bulunamadı ve karşımızda yanıtlanmamış bir sürü soru var. Bu soruları yanıtlama sorumluluğunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin de paylaştığını düşünerek tek tek dile getireceğim.

Uğur Mumcu arabesk liberalizmimizi hicvettiği, devlet bankalarının yağmalanma öykülerini, Türkiye’deki mali oligarşinin karanlık ilişkilerini güçlü kalemiyle halka anlattığı için mi öldürüldü? Yeraltı dünyası ile ihale mafyaları arasındaki bağlantıları ortaya çıkaracak, uluslararası silah ticaretinin ve beyaz zehir kaçakçılarının Türkiye’deki uzantılarını bir bir sergileyecek belgeleri hazırladığı için mi öldürüldü? Kafalarında seçim sandığı taşıyan siyasetçilerin aydınlara, sanatçılara en acımasız cezaları verenlerin, devlet başkanlarıyla kırmızı plakalı arabalara tırmanmış başbakanların unutulacağını, ama öyküleri, karikatürleri, yazıları ile sanatçıların hep yaşayacaklarını dile getirdiği, devletliler yarına ilkellikleri dışında hiçbir şey bırakmayacakları hâlde, iz bırakmadan unutulup gidecekleri hâlde, yazarların, ressamların, karikatüristlerin, şairlerin adları okul kitaplarından çıkarılsa bile hep anılacaklarını söylediği için mi öldürüldü?

Zorunlu din derslerinde siyasal amaçlı propagandalar yapıldığı, Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun çiğnendiği, imam hatip lisesi mezunlarının din adamı olacak yerde devlet bürokrasisine yerleştirildikleri, laik devletin yavaş yavaş İslamcı kadroların eline geçtiği, bu kadrolaşma eyleminin ortaöğretimde…

MURAT YILDIRIM (Çorum) – Niye sizi rahatsız ediyor?

AHMET YENİ (Samsun) – Geçtik onları Hocam, geçtik…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

AHMET YENİ (Samsun) – Hoca, bunları geçtik. Hâlâ orada takılmışsınız.

NECLA ARAT (Devamla) – …üniversitelerde, ticaret odalarında, bakanlıklarda yaygınlaştığı ve harp okullarına kadar sızmaya çalıştığı uyarısını sürekli olarak yaptığı için mi öldürüldü?

AHMET YENİ (Samsun) – Bant takıldı Hoca, bant…Bant

BAŞKAN – Sayın Yeni…

NECLA ARAT (Devamla) – Türbanlı genç kızları kalkan yaparak eylem alanına sürükleyen dinci çevrelere karanlıkta göz kırparak seçim yatırımı yapan siyasetçileri kıyasıya eleştirdiği, türbanın aslında yalnızca genç kızların başlarını örtmekle kalmadığını…

LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Berlin Duvarı’ndasınız.

NECLA ARAT (Devamla) – …çok uluslu İslamcı ideolojinin apaçık görülmesini, ülkedeki yoksulluk…

LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Berlin Duvarı’nı aşalım artık.

NECLA ARAT (Devamla) – …yolsuzluk ve değerler yitiminin algılanmasını engellemek için kimilerinin gözlerini örtmeye yaradığını din sömürüsünün, çok uluslu güçlü ticari ve siyasal ilişkilerin tehlikelerini gözler önüne serdiği için mi öldürüldü?

LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Üniversiteleri Nazi toplama kampları gibi çalıştırdınız.

NECLA ARAT (Devamla) – Siyasal amaçlı dinsel akımların mali kaynaklarını, dinsel amaçlı vakıfları ve bu vakıf kurucularının siyasal kimlikleri ile ticari ilişkilerini derinlemesine sorguladığı, İslamcı toplumu kurma düşüncesinin tarikatlar eliyle yayıldığını… (AK Parti sıralarından gürültüler)

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Yaranız yoksa niye gocunuyorsunuz?

AHMET YENİ (Samsun) – Kimin yarası var be!

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Yaran yoksa sus!

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Sayın Kahya, lütfen.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Yaran yoksa sus!

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

NECLA ARAT (Devamla) – …Suudi sermayesinin Türkiye’de dinsel eğitime para yatırdığını, buna ek olarak mollalar yönetimindeki İran’lı iş adamları aracılığıyla aynı alana destek sağlanmaya çalışıldığını, dinsel amaçlı vakıfların açtıkları Kur’an kursları… (AK Parti sıralarından gürültüler)

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Yaran yoksa sus!

BAŞKAN – Sayın Korkmaz, Sayın Yeni, lütfen…

NECLA ARAT (Devamla) - …mescitler, düzenlenen törenler, verilen burslarla laik devletin yavaş yavaş İslamcı kadroların eline geçtiğini bıkmadan, usanmadan yinelediği için mi öldürüldü? Türkiye’de yıllardır örgütlenen ve devleti her gün adım adım ele geçiren şeriat özlemcilerinin örgütlü, sinsi ve sistemli çalışmalarını açığa çıkardığı, Atatürk’ün kişiliğinin ve ilkelerinin cumhuriyet kurulduğundan bu yana hiç bu kadar ağır yara almadığını, Mustafa Kemal’in 1920’lerde yaptıklarını bizim bugün yapamamamıza kahrolduğunu dile getirdiği için mi öldürüldü?

AHMET YENİ (Samsun) – Bittiniz, bittiniz…

NECLA ARAT (Devamla) - Uğur Mumcu, devrimcilik onuru, güçlü kalemi ve hukuka olan saygısıyla tüm karanlık işlerin üzerine gittiği, sis perdelerini araladığı, düzenin açmazlarını, terörün çıkmazlarını açıkladığı, geleceği gördüğü için mi teröre kurban oldu?

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Kim öldürdüyse Allah kahretsin.

NECLA ARAT (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm bu sorular ve daha niceleri on beş yıldır yanıt bekliyor. Ama, hiçbir yanıt yok. Bulunacağına söz verilen katiller, gerçek katiller, teröristler hâlâ bulunamadılar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Arat, bir dakikalık ek süre veriyorum. Konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

NECLA ARAT (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Oysa, toplum, devletten yalnız Uğur Mumcu’nun değil, tüm karanlıkta kalmış siyasal cinayetlerin, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve diğerlerinin çözümünü, yanıtsız kalmış soruların yanıtlanmasını bekliyor.

SIRRI SAKIK (Muş) – Diğerleri kim, onları da söyle.

NECLA ARAT (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir türlü aydınlatılamayan karanlık cinayetlerde yitirdiğimiz değerli aydınlarımızı saygı ve rahmetle anıyor, ülkemizin bu acıları bir daha yaşamaması için gerekli önlemlerin alınmasını dileyerek yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Ger Meclisi, ger!

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – İstismar yapıyorsun. Tamamen istismar yapıyorsun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündem dışı ikinci söz, Hakkâri ilindeki yatırımlar ve yapılması gerekenler ile ilgili söz isteyen Hakkâri Milletvekili Abdulmuttalip Özbek’e aittir.

Sayın Özbek, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- Hakkâri Milletvekili Abdulmuttalip Özbek’in, Hakkâri’de yapılan ve yapılması gereken yatırımlara ilişkin gündem dışı konuşması

ABDULMUTTALİP ÖZBEK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hakkâri’de yapılan yatırımlar ve yapılması gerekenler hakkında gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken Uğur Mumcu’yu kaybedişimizin on beşinci yılında saygıyla anıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, Hakkâri, yüksek ve görkemli dağları, meşhur yaylaları, krater gölleri ve Türkiye’nin 80 kilometrelik Zap Vadisi’yle, onlarca barajın üzerinde kurulabileceği Zap Nehri’yle olağanüstü güzelliklere sahip bir turizm cenneti ilimizdir. Aynı zamanda, yayla ve dağ turizmiyle, özellikle kış turizmiyle bulunmaz bir nimettir. Küresel ısınmayla beraber Avrupa kayak sektöründe kar sorunu yaşanırken, Hakkâri dağlarından hiç kar eksik olmaz. Onun için, kayak turizmi yatırımcılarımızı Hakkâri’de ağırlamaktan mutluluk duyacağımı belirtmek istiyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, Hakkâri Cilo, Sat Dağlarında yirmi bin yıllık buzulların olduğunu biliyor muydunuz? Aynı zamanda, dünyada az yerde yetişen “ağlayan gelin” dediğimiz ters lalenin de Hakkâri’de yetiştiğini biliyor muydunuz? Hakkâri’nin misafirperver insanları olarak, herkesi bu doğal güzellikleri görmeye davet ediyorum ve ağırlamaktan mutluluk duyacağım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partimiz iktidara geldiği 2002 yılından bugüne kadar Hakkâri’nin sorunlarına daha önce hiçbir iktidarın göstermediği duyarlılığı göstermiş, bu amaçla ciddi yatırımlar ve projelere imza atılmıştır. KÖYDES ve BELDES projeleri kapsamında toplam 614 proje hayata geçirilmiş ve bu amaçla 57 milyon YTL ödenek kullanılmıştır. Ayrıca, Hakkâri merkez ve Yüksekova ilçelerinde 150 adet yatak kapasiteli tam teşekküllü devlet hastanesi 2008 yılında faaliyete geçecektir.

Yine İktidarımız tarafından yapımına başlanan Hakkâri-Van alternatif kara yolu, üç dört saatlik mesafeden bir buçuk saate düşecek ve böylece, Hakkâri tek giriş ve çıkışlı il olmaktan nihayet kurtulmuş olacaktır.

Saygıdeğer milletvekilleri, Hakkâri’nin Türkiye’nin diğer bölgeleriyle arasındaki gelişmişlik farkının bir an önce kapatılması, kapsamlı ve ısrarlı bir kalkınma hamlesinin başlatılması büyük önem arz etmektedir. Özellikle belediyelerin sıkıntılarını yakından bilen biri olarak, yoğun göçten dolayı altyapı hizmeti veremeyen belediyelerimizin merkezî hükûmet tarafından desteklenmesi vatandaşlarımızı ayrıca mutlu edecektir.

Tarım ve hayvancılık alanında, Hakkâri’nin özellikle arıcılık ve cevizcilik potansiyelinin iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Hakkâri, zengin bitki örtüsüyle yayla çiçek balı için son derece uygun bir alandır. Bölge halkının arıcılığa yönlendirilmesi ve bu amaçla gerekli eğitim ve teşviklerin verilmesi durumunda hem ülke ekonomisine katkı sağlanacak hem de vatandaşlarımız için önemli bir istihdam alanı yaratılacaktır.

Yine, Hakkâri’de bir başka ekonomik değer ve istihdam alanı olabilecek tarımsal uğraş da cevizciliktir. Ceviz, Hakkâri’nin iklim yapısı ve toprak özelliklerine üst düzeyde uyum sağlayan bir üründür. Nasıl ki Ordu fındık üretimiyle, Antep fıstık üretimiyle ve Rize çay üretimiyle bir marka ise, Hakkâri de ceviz ve bal üretimiyle bir marka hâline getirilebilir.

Özellikle Hakkâri’nin birinci derece deprem bölgesi olması sebebiyle, köye geri dönüşlerin sağlıklı yapılabilmesi ve yukarıda arz ettiğim projelerin uygulanabilmesi için Başbakanlık Toplu Konut İdaresi tarafından geleceğe yönelik modern köylerin oluşturulması büyük önem arz etmektedir. Bu şekilde köylülerimize yaşanılabilir huzurlu bir ortam sağlanacak, aynı zamanda kent merkezlerindeki nüfus yoğunluğu ve altyapı yükü de hafifletilmiş olacaktır. Ayrıca, ödenmekte olan köy tazminatlarının da hızlandırılması bütün köylülerimizin beklentisidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi Hakkâri iki komşu ülkemiz olan İran ve Irak’a sınır bir ilimizdir. Ancak, bu önemli avantaja rağmen sınır ticaretinden nasibini yeterince alamamıştır. Bu önemli avantajın kullanılması ve sınır ticaret kapılarının bir an önce hayata geçirilmesi sadece Hakkâri’ye değil, bütün bölgeye katkı sağlayacaktır.

Son olarak bizim için çok önemli olan bir başka hususa değinmek istiyorum. İlimizle ilgili çıkan bazı haberlerde bahsedilen olumsuzluklar insanlarımızı son derece rahatsız etmektedir. Çünkü, Hakkâri’ye yatırım yapmak isteyen iş adamlarından kamu görevlilerine kadar her kesimin Hakkâri’ye bakış açısı değişmekte ve bu da özellikle eğitim ve sosyal alanda bölgemizin gelişmesini ciddi şekilde etkilemektedir.

Örneğin, Üçüncü Lig amatör basketbol müsabakalarının güvenlik gerekçesiyle federasyon tarafından başka illere alınmak istenmesi Hakkârili sporseverleri derinden üzmüştür. Bu tür uygulamalar sporun barış, kardeşlik ve bütünleştirici ruhuna gölge düşürmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özbek, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ABDULMUTTALİP ÖZBEK (Devamla) – Hâlbuki Hakkâri son derece güvenli bir ilimizdir hatta İstanbul’dan bile çok daha güvenlidir. (AK parti sıralarından alkışlar) Nitekim, Konyalı iş adamlarımızın Kurban Bayramlarını Hakkâri’de huzur ve kardeşlik duyguları içinde geçirmeleri bunun gerçek bir örneğidir.

SIRRI SAKIK (Muş) – Ama onlar da Allah için gelmediler oraya!

ABDULMUTTALİP ÖZBEK (Devamla) - Bu vesileyle, başta siz sayın milletvekilleri olmak üzere, bütün iş adamlarımızı, turizmcilerimizi Hakkâri’de görmekten mutluluk duyar, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özbek.

Gündem dışı üçüncü söz, Sarıkamış şehitleriyle ilgili olarak söz isteyen Kars Milletvekili Zeki Karabayır’a aittir.

Sayın Karabayır, buyurun efendim.

3.- Kars Milletvekili Zeki Karabayır’ın, Sarıkamış Harekâtı’nın 93’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

ZEKİ KARABAYIR (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; beş dakikalık kısa bir zaman dilimi içerisinde, tarihimizde önemli bir yeri olan acı ve hüzünle dolu Sarıkamış Harekâtı’nın 93’üncü yıl dönümü münasebetiyle söz aldım, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, her yıl 22 Aralık–5 Ocak tarihleri arasında Kars Valiliğimiz, şehitlerimizi anma programları düzenlemektedir. Bu programlara seksen bir vilâyetimizi temsilen şehit aileleri, yöre halkı, yurdun her yöresinden vatandaşlar katılmaktadır. AK Parti iktidarları döneminde konuya daha da önem verilmiş, her düzeyde devlet erkânının katılımları sağlanmıştır. 2007 yılı törenlerine Başbakanımızın katılımlarıyla ilgili programlar iki ay öncesinden yapılmasına rağmen, törenden bir gün önce Diyarbakır’daki üzücü olayın meydana gelmesi üzerine Sayın Başbakanımız bu programını iptal ederek Diyarbakır’a gitmiştir. Sarıkamış’taki törenlerde Millî Eğitim, Kültür ve Turizm Bakanlarımız ile çok sayıda ilgili bürokrat görevlendirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizin bildiği gibi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Kars, Ardahan ve Batum Ayastefanos; Sarıkamış, Berlin Antlaşması ile Ruslara verildi. Bölge kırk yıl boyunca Rusların hâkimiyeti altında kaldı.

Türkiye’nin 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’na girmesinin hemen başında 1 Kasım 1914’ten itibaren Rus Kafkas ordusunun Türk hudutlarına taarruzu neticesinde bölgede savaş fiilen başlamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, kırk yıllık Rus esaretine son vermek üzere 22 Aralık 1914 tarihinde Enver Paşa komutasında Üçüncü Ordu’yla Sarıkamış Harekâtı’na başladı. On yedi gün boyunca devam eden harekât, 5 Ocak 1915’te Sarıkamış önlerinde son buldu. 2.500-3.000 metre yüksekliğinde yer yer 1 metreyi aşan karla kaplı geçit vermeyen dağlık bir arazi, eksi 35-40 derecede soğuk ve dondurucu bir hava, sırtında yazlık elbise, ayağında çarık, ulaşım, beslenme ve barınma imkânlarından mahrumiyet, buna bir de yetersiz sağlık koşulları eklenince, harekâtın ne kadar zor şartlarda cereyan ettiği görülmektedir. Çeşitli kaynaklarda Türk ordusunun bu savaşlarda 60-90 bin arası şehit verdiği belirtilmektedir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sarıkamış, Mehmetçiğin her şart altında irade, cesaret ve disiplinden oluşan karakterini nasıl muhafaza ettiğini, tarihe altın harflerle yazdığı bir semboldür. Sarıkamış, askerî açıdan var olma azminin, direncin, mücadelenin, inancın, fedakârlığın en önemlisi de Türk halkı ve askerinin en zor şartlarda dahi vatanı için neleri göze alabileceğinin abideleşmiş bir misalidir. Sarıkamış, aynı zamanda, bu meziyetlerin kötü yönetim altında bir facia ve bozgunda nasıl heder olacağını da gösteren bir semboldür.

Değerli arkadaşlar, tarihimiz zaferlerle dolu olduğu gibi, Yemen’de, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta yitip giden Anadolu çocuklarının acı hikâyelerini de barındırır. Bu acıların en önemli iki tanesi Sarıkamış dağları ve Sina çölleridir. Sina şehitleri bir su damlasının, Sarıkamış şehitleri ise bir güneş aksinin hasretiyle öldüler. Birinin karı, bir madde gibi dondurdu; diğerinin güneşi de bir kar gibi eritti.

Değerli milletvekilleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son çocukları hayatta kalarak değil, ölerek zafer kazanmayı tercih ettiler. Biz, o büyük çınarın acımasızca kesilen kökünden çıkan cumhuriyet nesilleriyiz. Hatasıyla, günahıyla sevabıyla Osmanlı mirasının sahipleriyiz. Ne yenilgimizi reddederiz ne de zaferlerimizi gölgeleriz.

Değerli milletvekilleri, sözlerimin sonunda bu kürsüde, Sarıkamış şehitlerimizin de, Çanakkale’de olduğu gibi, devlet töreniyle anılması hususunda başlatılan çalışmaların bir an önce bitirilmesini Millî Savunma, Kültür ve Turizm Bakanlarımız ve Genelkurmay Başkanımızdan talep ediyorum.

Bu yılki anma törenlerimize katılan Millî Eğitim, Kültür ve Turizm Bakanlarımıza ve diğer tüm katılımcılara teşekkür ediyorum, şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

Yüce heyetinizi yeniden saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karabayır.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/291) (S. Sayısı: 77) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Geçen birleşimde tasarının 1’inci maddesi üzerinde siyasi parti grupları adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, şahısları adına söz talep eden üyeleri okuyorum:

Sayın Gülşen Orhan? Yok.

Sayın Mehmet Emin Tutan? Yok.

Söz talebi yok.

                             

(x) 77 S. Sayılı Basmayazı 23/01/2008 tarihli 53’üncü Birleşim tutanağına eklidir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Var efendim, ben söz istiyorum.

BAŞKAN – Madde üzerinde Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir milletvekili olarak, kendimi çok büyük bir baskı altında hissediyorum. Bunu Türk kamuoyuna açıklamak istiyorum.

Dün, burada, bu kanunun üzerinde ben söz istedim. Bakın, Meclis Başkan Vekili kanunu müzakereye açarken, gruplar adına şey ettikten sonra, 3 tane milletvekilinden bahsediyor, kişisel söz istemişler. Sonra, AKP Grubu adına söz alan kişi, sözünü bitirdikten sonra “Söz isteyen yok.” dedi. Ben de “Ben istiyorum.” dedim. Bana vermedi söz!

Şimdi, değerli milletvekilleri, burası bir çiftlik yönetimi değil. Burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetimidir. Bütün kamuoyu bizi görüyor, gözetliyor. Şimdi, bu Başkan Vekilinin bir huyu var. Ben, eğer Genel Kurul salonundaysam, muhakkak AKP’li üyelere söz veriyor, ama ben yoksam “Söz isteyen yok.” diyor. Böyle Meclis yönetilmez değerli milletvekilleri.

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Şu an konuşuyorsun ya!

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, işte burada yazılı Beyefendi! Burada yazılı! Bana laf atacağınıza, bu Meclisin hak ve adalet duygularıyla yönetilmesi konusunda, biraz siz vicdanlı davranın. Sonra, değerli milletvekilleri, söz istiyorum, bir bakıyorum şuradan bir AKP’li milletvekili çıkıyor, geliyor buralara. Bu, birinci defa değil, birkaç defa…

Bakın, ben size şunu söyleyeyim: Ben Dersim milletvekiliyim beyler. Hepsi aklını başına alsın. Ben Dersim Dağlarında siyaset yapıyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Biz de Türkiye milletvekilleriyiz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben de Türkiye milletvekiliyim… Ben de Türkiye milletvekiliyim ve benim de…

LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – Ne demek o?

KAMER GENÇ (Devamla) – Ne demek olduğunu sen bilirsin. Dersim Milletvekili Diyap Ağa...

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Niye Dersim milletvekiliyim dedin?

KAMER GENÇ (Devamla) - Bak bir dakika… Size bir laf söyleyeyim: Dersim Milletvekili Diyap Ağa, Yunanlılar Polatlı’ya geldiği zaman, birtakım milletvekilleri burayı boşalttığı zaman, Dersim Milletvekili Diyap Ağa bu kürsüye çıktı “Biz buraya kaçmak için gelmedik. Biz karılarımızın yanına kaçmak için gelmedik, savaşmak için geldik.” dedi. Biz böyle bir yörenin insanlarıyız.

Ayrıca da, bakın, ben bir milletvekiliyim. Yani bir Japon, bir Güney Kore milletvekilleri gibi Türkiye Büyük Millet Meclisinde yumruk yumruğa kavga etmek istemiyorum. Böyle bir saldırı olursa bunun baş sorumlusu Tayyip Erdoğan’dır. Bunu da size söyleyeyim. Tamam mı? Onu da söyleyeyim size.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Ne alakası var!

LÜTFİ ÇIRAKOĞLU (Rize) – “Sayın” denir Başbakana, bu denmez!

KAMER GENÇ (Devamla) – Benim de arkamda halk vardır halk! Halk var beyler! Ondan sonra çıkacağız…

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Milletin işi gücü yok, seninle uğraşacak!

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, ben, burada konuları dile getiriyorum.

Şimdi, bu KEİPA da, esas, tabii, Bülent Arınç’ın başında bulunduğu bir kurum. Ben Bülent Arınç’ı tasvip etmiyorum. Şimdi, soruyorum size: Bülent Arınç’ın yanında kaç tane koruma polisi var? Evinde kaç tane polis var?

Şimdi, kendisi Meclis Başkanı iken, kendi ilinde devlete, KİT’e ait bir mülk 3 milyon dolara satıldı ve ondan sonra, bunun çok cüzi bir miktarı altı ay sonra 14 milyon dolara satıldı. Yani, şimdi, kendisi Meclis Başkanı iken Türkiye Cumhuriyeti menfaatini niye kollamadı? Niye kollamadı? Soruyorum size. Bu KEİPA’da da, ben, bunun, yeterli, bu Türkiye Cumhuriyeti menfaatini koruyacağı konusunda ciddi endişelerim var, onun için bu kanun üzerinde konuşmak istiyordum.

Soruyorum şimdi: Yanında, evinde… Meclis kadrosundan 6 tane koruma polisi evinde var mı? 2 tane de yanında var mı? Böyle bir şey olur mu! Yani, evvela, insanlar, kendi icraatlarında hak ve adalet duygularıyla hareket etmek zorundalar. Siz “Bir güç var arkamızda -340 milletvekili var- biz istediğimiz keyfîlikleri yaparız.” diyemezsiniz değerli milletvekilleri.

ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Milletin iradesi var.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, milletin iradesi olabilir. Kıbrıs’ta da referanduma gittiniz, yüzde 65, yüzde 70 irade beyan etti. Ne oldu? Kıbrıs’ın lehine mi bir irade beyan oldu? Şimdi, olabilir, seçimde yanılmış olabilir bu halk. Yanılmaz mı?

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Demokrasiyi hazmet…

KAMER GENÇ (Devamla) – Daha, o seçimde neden dolayı böyle olduğunu, onu da zaman içinde şey ederiz.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Demokrasiyi biraz hazmet…

KAMER GENÇ (Devamla) - Bakın, geçen gün, soru önergeleri konusunda… Sayın milletvekilleri, biz, buraya Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve halkının menfaatini korumak için geldik. Bunda hemfikir misiniz? Ee nasıl koruyacağız?

Ben, size, Kütahya Şeker Fabrikasının satılmasıyla ilgili ve orada yapılan bir hileyle ilgili geçenlerde buraya bir soru önergesini getirdim. Sizin bir milletvekiliniz, birisiyle, Kütahya Şeker Fabrikasını 2004 yılında, onuncu ayında, tutuyor satın alıyor 23 milyon dolara. O zamanki, yani 2004 yılındaki kârı da 11 trilyon lira. Bir sene sonra, tapuda -Kütahya’daki tapu kayıtlarında belli- gidiyorlar, bir tahribat yapıyorlar, tahribat.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

KAMER GENÇ (Devamla) – O 112 dönümlük yerin tapudaki maliki, Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü. Onun ismini çiziyor, altına Kütahya Şeker Fabrikaları yazıyor.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bu, devlet malı. Bu, sahtekârlık değil mi? Biz burada dile getirdiğimiz zaman bu Meclis Başkan Vekilinin görevi midir ki bunu bu kamuoyuna yansıtmamam için hemen benim sözümü kesiyor? Böyle, bir Meclis Başkan Vekilliği yapılmaz. Yani sizin göreviniz eğer, soygunculara, hırsızlara kol kanat germekse o sizin bileceğiniz şey.

RECEP KORAL (İstanbul) – Saçmalıyorsun.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ama bizim görevimiz, burada, halkın menfaatine olan, bu halkı soyanları bu kamuoyuna teşhir edeceğiz ki bu halk bilsin. Yani siz, majestelerinin muhalefetini mi istiyorsunuz? Bende majestelerinin muhalefeti olmaz, onu bilesiniz. Ben, burada, bu halkın menfaatlerini korumak için şerefim ve haysiyetim üzerine yemin ettim, bu yeminimin gereğini yerine getiriyorum. Lütfen, sizler de bir milletvekili olarak buna karşı görevinizi yapacaksanız yapın, yapmazsanız beni susturmaya hakkınız yok sayın milletvekilleri.

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Senden çok konuşan yok ki zaten!

KAMER GENÇ (Devamla) - Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Saygıdeğer arkadaşlarım, yönetimimiz sırasında bütün arkadaşlarımızın hiçbirisinin söz hakkını kısıtlamak diye bir görevimiz yoktur, böyle bir iş de yapmamışızdır. Maddelerin veya tümünün oylamasına geçildikten sonra söz talepleri dikkate alınmıyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Geçmedin, tutanak burada, tutanak burada işte! Çağırın, gelir biraz sonra konuşurum.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Genç, ben... Efendim, bakınız, siz burada altı dakika süreyle, sürekli olarak Başbakandan başlayarak herkesi itham eder şekilde konuştunuz, biz sizi tahammülle dinledik. Burası tahammüldür…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne tahammülü ya! Ne demek tahammül? Sen neye tahammül etmiyorsun? Tahammül etmiyorsan oturma orada!

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Birinci Mecliste, Dersim Milletvekili Diyap Ağa’yı rahmetle anıyoruz. O, Meclisin başka bir yere taşınmamasını teklif etmişti ama Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Birinci Meclisin bütün iradesi, orada görev yapan bütün milletvekilleri de Meclisin, Polatlı’dan top sesleri duyulurken Ankara’da kalmasını temin etmiştir. O Meclisteki bütün milletvekillerine, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere şükranlarımızı sunuyoruz. Bütün Meclisin, Büyük Millet Meclisinin, Birinci Meclisin hepsi Gazi Meclistir ve hepsine saygımız ve hürmetimiz vardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bunu da bilgilerinize sunuyorum.

Başka talep yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, bize intikal etmiş olan bir söz talebi yoktur.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için dört dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen de sisteme giremeyen milletvekili arkadaşlarımızın oy pusulalarını oylama için öngörülen dört dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlarımız var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen dört dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını tekraren rica ediyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu arz ediyorum:

Kullanılan oy sayısı :            224

Kabul                       :            217

Ret                           :                3

Çekimser                  :                4     (x)

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Ülkemiz için ve ilgili ülkeler için hayır getirmesini Cenabıhak’tan niyaz ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 2’nci sırada yer alan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın; Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve Adana Milletvekili Necdet Ünüvar’ın, Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/65) (S. Sayısı: 72)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma İle Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/396) (S. Sayısı: 74) (xx)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon raporu, 74 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının üzerinde söz alan milletvekili arkadaşlarımız: Tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Oktay Vural, AK Parti Grubu adına Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan; şahısları adına, Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün söz talepleri vardır.

                             

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

(xx) 74 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’ye aittir.

Sayın Çöllü, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 74 sıra sayılı Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu’yla ilgili Kanun Tasarısı üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kuşkusuz su yaşamın kaynağı ve devamlılığının en önemli unsurudur. Kısaca, su hayattır. Böyle baktığımızda, suyun temel bir insan hakkı olduğu gerçeğini dikkatlerden kaçırmamalıyız. Dünya geneline baktığımızda, Dünya, her ne kadar “mavi gezegen” olarak adlandırılsa da su varlığının yaklaşık yüzde 97,5 okyanus ve denizlerdeki tuzlu sudur. Kalan yüzde 2,5’a yakın bölümü de tatlı suyun büyük bir bölümü buzullarda bulunmaktadır. Toplam suyun ancak binde 3 civarı içilebilir niteliktedir. Yani mavi gezegende yaşıyoruz, ancak su çok ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gereken kıt bir kaynak durumundadır.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nca “Kıtlığın Ötesinde: Güç Dengesizliği, Yoksulluk ve Küresel Su Krizi” başlığıyla hazırlatılan 2006 Küresel İnsani Gelişme Raporu’na göre, dünya genelinde 1,1 milyar kişi temiz suya, 2,6 milyar kişi ise sağlık ve temizlik koşullarına hâlâ ulaşamamaktadır. Gerekli önlemler alınmazsa 2025 yılına kadar 3 milyardan fazla insan su sıkıntısı çeken ülkelerde yaşıyor olacaktır. Bugün ise kirli suların açtığı hastalıklardan her yıl 2,2 milyon insan ölüyor, her 8 saniyede maalesef 1 bebek can veriyor. Dünya nüfusunun üçte 1’nin, 2,4 milyar insanın su arıtma tesisi yok. Dünya nüfusunun yüzde 40’ı ise su sıkıntısı çekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye açısından baktığımızda da durumun hiç iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye, UNESCO’nun hazırladığı Dünya Su Gelişme Raporu’nda su potansiyeli açısından kırk beşinci sırada bulunmaktadır. DSİ’nin belirlemelerine göre, Türkiye’de tüketilebilir nitelikte yer üstü ve yer altı su potansiyeli ortalama 110-112 milyar metreküp düzeyinde bulunmaktadır. Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı dünya ortalaması 7.500 metreküp olarak hesaplanırken, Türkiye’de ise bu miktar yaklaşık 1.500 metreküp düzeyindedir yani Türkiye, su azlığı yaşayan ülkeler arasındadır. Gerekli önlemlerin alınmaması durumunda önümüzdeki yıllarda su fakiri olma durumuna düşme ihtimalimiz de yüksektir.

Türkiye, su potansiyelinin, DSİ’nin verilerine göre, yüzde 36’sını geliştirebilmiş durumda bulunuyor yani 40 milyar metreküp düzeyinde bir suyu kullanıyoruz. Bunun da büyük bir bölümü tarımda vahşi sulama yöntemleriyle tüketilmektedir.

Değerli milletvekilleri, peki, su kaynaklarını koruma ve atık su kontrolünde hangi aşamadayız? Burada da tablo hiç parlak değildir. Türkiye İstatistik Kurumunun 2004 yılı verilerine göre, her yıl oluşan yaklaşık 3 milyar metreküp düzeyindeki atık suyun 1 milyar metreküplük bölümü, hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan, göllere, akarsulara ve denizlere deşarj edilmektedir. 1 litre kirli suyun 8 litre temiz suyu kirlettiği dikkate alındığında, 1 milyar metreküplük atık suyun yaratacağı kirliliği dikkatlerinize sunuyorum.

Sanayide oluşan atık su konusunda durum ise çok daha çarpıcı boyutlardadır. Sanayide üretilen atık suyun yüzde 63,16’lık, bölümü, hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan, şehir kanalizasyonuna, denize, göllere, akarsuya, arazi ve foseptik çukurlarına deşarj edilmektedir.

Peki, son beş yıllık süreçte bu olumsuzlukların önüne geçmek için ne yapıldı, buna bir göz atalım: Çevre Yasası çıkarıldı. Belediyelere ve sanayi kuruluşlarına atık sularını arıtma zorunluluğu getirildi, Türk Ceza Yasası’na da hüküm kondu. Ama ne oldu? Bu maddelerin yürürlüğe girmesi, önce iki yıl ertelendi, sonra da atık su arıtma tesisleri için iki ile on yıl arasında ek süre daha verildi. Böyle bir anlayışı kabul etmek mümkün değildir. Şimdi de “maden arama” adı altında “taş ocağı” adı altında ormanlar, su kaynakları tahrip ediliyor.

Eski Çevre ve Orman Bakanı Sayın Pepe’nin bir söylemini paylaşmak istiyorum sizlerle: “Bu yasalarla doğayı korumak mümkün değil. Ben, bu konuyu Sayın Başbakana ilettim.” demişti. Demek ki sorumluluk bu noktadan sonra Sayın Başbakana ait. O zaman Sayın Başbakana sormak gerekir: Bu anlayışla su kaynaklarımızı, doğamızı korumak ve geliştirmek mümkün müdür? Ama AKP İktidarının sonuçta böyle bir amacı da yoktur. Görünen o ki İktidarın amacı ve becerisi satmak ve aktif pazarlama yapmaktır. Şimdi, önümüzdeki tasarının da bu aktif pazarlamanın bir ürünü olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu tasarı ne diyor? Dünya Su Forumunun beşincisi İstanbul’da yapılacak. Peki, bu Dünya Su Konseyi nedir? Tasarının gerekçesinde deniyor ki: “…kâr maksadı gütmeyen, hükümetler ve siyaset dışı, ayrımcılık gözetmeyen bir sivil toplum kuruluşudur.” Yani deniyor ki, su çok önemli bir kaynak. Su kaynaklarının daha iyi yönetilmesi için çalışmalar yapılıyor, her üç yılda bir de dünya su forumu düzenleniyor. Peki, süreç gerçekten de böyle yüce değerler için mi işliyor? Bu konuda birçok kesimin ciddi kaygıları ve tepkileri var. Ben de bu kaygıları ve tepkileri paylaşıyorum.

Değerli milletvekilleri, su konusunda temel iki yaklaşım var:

Birincisi ve benim de paylaştığım yaklaşım şudur: Su, temel bir insan hakkıdır ve kamusal bir anlayışla planlanmalıdır.

İkinci yaklaşım: Su, bir metadır, alınıp satılabilir ve fiyatını da piyasa belirler. Bu anlayışı kabul etmek mümkün değildir. Su ve halkın geleceği serbest piyasa ekonomisinin insafına ve uluslararası tekellerin kâr hırsına terk edilemez.

Bu saflaşma içinde arkadaşlar, Dünya Su Konseyi ikinci kategoride yer alıyor ve suyun bir meta olduğundan hareketle de çok uluslu şirketlerin ve Dünya Bankasının politikalarına zemin hazırlama işlevini görüyor.

Size şimdi, Ankara Üniversitesi eski öğretim üyesi Profesör Doktor Korkut Boratav’dan bir alıntı yapmak istiyorum. Sayın Boratav diyor ki: “Peki, Dünya Su Konseyi su sorununu nasıl algılıyor? Neler öneriyor? Tüm neoliberal reçetelerde olduğu gibi işin fikriyatı Dünya Bankasına devredilmiş. Basitleştirerek özetleyelim: Güney coğrafyasındaki kentlerde yüksek nüfus artışı, su kaynakları üzerine aşırı baskı getirmekte, su sunumunda kıtlık yaratmaktadır. Maliyetin altında, yapay olarak düşük fiyatlandırıldığı için de su tüketiminde israf da olmaktadır. Devlet ve yerel yönetimler, düşük yatırım, popülizm ve yolsuzluk nedenleriyle bu işi becerememektedirler. Güvenli su üretimi, dağıtımı için özel sektörü bu işe ortak yapmak, daha da açıkçası bu işlevleri özelleştirmek gerek, diyor Dünya Su Konseyi.”

Su, ucuz olduğu için israf ediliyor; bunun fiyatını artırırsak kullanım azalır, o zaman da kaynaklar verimli kullanılmış olur. Anlayış bu! Bunu kamu yapamaz, çünkü popülist uygulamalar olabilir. Nasıl olacak? Bunu da ancak şirketler yapar. Yani mucize reçete: Özelleştirme. Suyu da kapsamına almak istiyor. Çünkü su kıt bir kaynak ve küresel ısınmayla birlikte petrolden daha değerli hâle geliyor, bu da uluslararası tekellerin kâr hırsını tetikliyor. Şimdi, biz de aktif pazarlama kapsamında su kaynaklarımızı yabancıların ilgisine açacağız bu forumla.

Değerli arkadaşlar, günümüzde ülkelerin büyük çoğunluğunda su, kamu yönetiminde ve kamu tarafından işletilmektedir. Suyun yönetimi arz yönlü yapılmakta, sübvanse edilerek, ödeme gücüne bakılmaksınız hizmet sunulmaktadır. Ancak uluslararası su tekelleri her türlü su işletmeciliğinin özelleştirmesini istemektedirler. Şimdi, Türkiye’de yapılacak forumla bu sürecin bir halkası daha örülmüş olacaktır. Bu noktada, su pazarıyla ilgili size ipucu verecek bazı bilgiler aktarmak istiyorum: Bugün, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 5’i suyu –lütfen burada dikkatlerinizi çekiyorum- ulus ötesi şirketlerden satın aldığı hâlde bu şirketlerin yıllık gelirlerinin dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaştığı belirtilmektedir. Bu muazzam kârlılık potansiyeli ulus ötesi şirketlerin GATS Anlaşması ve Dünya Su Konseyi gibi örgütler üzerinden ticarileştirme çabalarını da daha da hızlandırmaktadır.

2000 yılında Fortune dergisinde su endüstrisiyle ilgili “20’nci yüzyılda petrol, devletler ve şirketler için ne ifade ettiyse 21’inci yüzyılda da ulusların varlık düzeyini belirleyecek değerli bir meta olan su aynı değerde olacaktır.” değerlendirmesi yer almıştı. Aynı tarihte uzmanların su endüstrisi için yaptıkları yıllık gelir tahminleri ise 400 milyar dolar civarındadır. Bugün ise bu rakamın 1 trilyon dolar düzeyine çıkarıldığı belirtiliyor. Yani devasa bir pazar. Bu pazarın müşterileri de bizler olacağız. Bir bardak su bulamadığı için yaşamını yitiren çocuklar olacak. Bunu kabul etmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, peki, Türkiye’de su pazarı nasıl gelişiyor, bir de ona bakalım: Şimdi, belediyelerimiz her eve sağlıklı içme suyunu ulaştırmak zorunda, ama kötü yönetimler, kaynakların yanlış kullanımı nedeniyle, bu yapılamadığı için insanlarımız içme suyunu dışarıdan alıyor. Neredeyse, şimdi, her evde musluğun yanında bir de damacana var.

Bu sektörün raporuna baktım. 2005 yılı sonu rakamları itibarıyla Türkiye’de yıllık toplam ambalajlı su tüketimi 7 milyar/litreye ulaşmış, su pazarının büyüklüğünün ise 1 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Şimdi, bu, işin bir boyutu.

Diğer boyutu ise: Su ve kanalizasyon şebekelerinin özelleştirilmesi var Türkiye’de. Bu süreç de işletiliyor. Birkaç ilimizde su ve kanalizasyon şebekelerini yabancı firmalar işletiyor. Onlara da bazı garantiler verilmiş. Kamu, kaynak aktarmaya devam ediyor. Bunlara bir de iktidarın satış ve pazarlama becerisinin sonucu olarak nehirlerimiz ekleniyor. Geçenlerde basına da yansıdı. DSİ, Fırat ve Dicle’nin sularını da pazarlamak için hazırlık yapılıyormuş. Hatta hesap da yapılmış, yirmi dokuz yıllığına bu suların kullanım hakkı devredilecek ve 3,1 milyar dolar gelir elde edilecekmiş.

Bu gidiş iyi bir gidiş değil değerli arkadaşlar. Sata sata bir şeyimiz kalmadı, şimdi nehirlerimizi ve suyumuzu uluslararası tekellere satacağız. Buna izin vermemeliyiz.

Değerli arkadaşlar, bir de Dünya Su Forumu için yapılan çalışmalara değinmek istiyorum. Bu konuda bir organizasyona gidilmiş, atamalar, görevlendirmeler yapılmış, bir de İnternet sitesi kurulmuş. Biraz baktım bu siteye. Onursal Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı; Forum Genel Sekreteri Prof. Dr. Oktay Tabasaran. Ben kendisini tanımıyorum, hakkında bir yorum da yapamam, ama bir konuya da değinmeden geçemiyorum: İsmi İnternet’ten taradım. Malum, İnternet’te her şeyi bulmak mümkün ve hiçbir şey unutulmuyor, bir şeylerin izlerini saklıyor devamlı. Ne çıktı bu taramanın sonucunda? İstanbul Büyükşehir Belediyesi var, İSKİ ihaleleri var, Sayın Başbakanın ismi var, bugünkü Çevre ve Orman Bakanının ismi var ve Beşinci Dünya Genel Sekreterinin ismi var. Başka şeyler de var ama ben bu üç ismin geçtiği bir köşe yazısı ile bir haberin başlığını sizinle paylaşmak istiyorum.

Biri, Milliyet; tarih: 16 Mayıs 2002; Serpil Yılmaz yazıyor; başlığı, “Tayyip Erdoğan Beni Tutuklattı” yazısında; konu: İstanbul Belediyesi ve İSKİ’yle ilgili yolsuzluk iddiası.

İkincisi, Radikal; tarih: 23 Ağustos 1998; haberin başlığı: “Suudili İSKİ yolsuzluğu” Neymiş? İSKİ bir ihale yapmış, boru ihalesi açmış, en düşük teklifi veren firma yerine başka bir firma ihaleyi almış. Yukarıda saydığım üç isim, -burada tekrarlamak istemiyorum- yani bu üç isim bu başlık altındaki haberde de geçiyor. Nereden nereye? Şimdi, benim kalkıp 97 yılında İSKİ’nin yaptığı ihaleleri inceleme şansım yok. Kim kiminle bağlantılı, ne yapılmış, nasıl yapmışlar, bunu bilemem. Yalnızca dikkatlerinize sunmak istedim. Bu arada, bir de Genel Sekreterlik içinde aynı soy ismi taşıyan kaç kişi var, onu da merak ettim. Janie Tabasaran, Assistant of secretary general. Bunun da yanıtının verilmesini istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bir de bu organizasyonun bütçesiyle ilgili dikkatimi çeken bir noktayı da sizlerle paylaşmak istiyorum: Tasarının gerekçesinde, forumun toplam bütçesi, sonradan revize edilmek üzere, 17,5 milyon avro olarak öngörülmüş. Dünya Su Konseyinin yapacağı 3 milyon avro harcamanın yüzde 50’si, yani 1,5 milyon avrosu Türkiye tarafından altı taksitle ödenecek, bunu da DSİ Vakfı yapacak deniyor. Hatta Mart 2007’de 300 bin avro, Eylül 2007’de 150 bin avro ödenmiş olması gerekiyor, diğerleri de ödenecek.

Ben, şimdi, Sayın Bakana sormak istiyorum: Bu vakfın 2005, 2006, 2007 gelir gider durumu nedir? Yani, 1,5 milyon avroyu ödemeye bu vakfın gücü var mıdır? Yoksa bu kaynak nereden gelecek ve aktarılacaktır? Peki, bu harcamaların denetimi nasıl yapılacak? Bir de bunu sormak istiyorum. Şimdi bir yapılanmaya gidilmiş, çalışmalar başlatılmış. Bugüne kadar da ne kadar harcandı, bundan sonra da ne kadar harcanacak? Bunun hesabının da şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, Dünya Su Konseyinin söylemlerini de biraz değerlendirmekte fayda görüyorum. UNICEF ve Birleşmiş Milletlerin yaptığı çalışmalardan da yararlanarak diyorlar ki: “Milyonlarca insan susuzluk çekiyor, çocuklar susuzluktan ölüyor. Bunun için kaynakların iyi yönetilmesi gerekir.” Evet, kaynakların iyi yönetilmesi gerekir, buna katılmamak mümkün değil. Peki, bu noktada neden tek çıkış yolu olarak özelleştirme gösteriliyor? Yani özelleştirme olunca kaynakların daha iyi yönetildiğinin kanıtı nedir? Türkiye’de ne oldu? En büyük KİT’ler, Türkiye'nin en çok değer yaratan KİT’leri birer birer özelleştirildi. Şimdi ne oluyor? Sanayi devleri arasına giren bu şirketler vergi listelerine giriyor mu? Tabii ki hayır. Birçok kamu şirketi iki üç yıllık kârlarına satıldı bu ülkede. IMF ve Dünya Bankası dayatmasıyla her alanda özelleştirme politikaları geçerli kılınmak isteniyor, değişik uluslararası organizasyonlarla da bunun kamuoyu oluşturma süreci yürütülüyor.

Birleşmiş Milletler Raporu’nda deniyor ki: “Herkes günde en az 20 litre suya sahip olmalıdır ve yoksullara bu bedava dağıtılmalıdır.” UNICEF diyor ki: “25 litre su insanlara ücretsiz olarak sağlanmalıdır.”

Dünya Su Konseyinin belgelerinde böyle ifadeler var mı? “Su, temel insan hakkıdır, kamusal anlayışla planlanmalıdır.” deniliyor mu? Hayır.

Peki, forumlara katılan ve düşüncelerini dile getiren insanların görüşlerini belgelerine alıyorlar mı? Bunun yanıtı da “hayır”dır.

Onlar diyor ki: “Kaynak iyi yönetilmeli, bu alanda yatırım yapılmalı.” Ama finansman sorunu var. Bunu nasıl aşacağız? Nasıl aşacaksınız? Suyu özel sektöre açacaksınız. Sihirli formül özelleştirme.

Şimdi, bunun PİAR’ı yapılacak, Türkiye'nin, küresel sermayenin su pazarına eklenmesinin altyapısı hazırlanacak. Bu süreci de iyi görmek gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, peki, AKP İktidarı farklı mı düşünüyor? Hayır. “Aktif pazarlama içindeyiz, tam gaz satmaya devam edeceğiz.” diyorlar.

Türkiye'nin son beş yılda faize ödediği para 184 milyar dolardır. 2008 yılı bütçesi içinde faizin payı yüzde 25’tir. Yaklaşık 56 milyar YTL. Yatırıma ayrılan kaynak ne? 12 milyar YTL. Yani faize ayrılan kaynağın neredeyse beşte 1’i. Yani yatırıma para yok, faize var.

Borç ödemeyi önceleyen politika değiştirilmediği için, suya yatırım da yapılamıyor. Tabii, aynı anlayışla, onlar da, her şey özel sektöre açılsın, yani özelleştirelim diyorlar. Nehirleri, akarsuları, gölleri; hepsi özelleştirilecek.

Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu ekonomik durum nedeniyle yoksul halkın aleyhine olabilecek bu konudaki özelleştirme politikalarına geçit verilmemelidir. TÜİK’in yoksulluk çalışmasına göre, Türkiye’de 539 bin kişi 205 YTL’lik açlık sınırının, 13 milyona yakın insan da 549 YTL’lik yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Böyle bir ortamda özelleştirilecek ve üzerine kâr eklenecek bir su ücretinin, halkın bu temel hakkına ulaşmasını engelleyeceği açıktır.

Türkiye’nin su geleceği, Dünya Bankası ve uluslararası tekellerin değil, halkın temel talepleri doğrultusunda kamusal bir anlayışla planlanmalı, yoksul halkın suya erişmesini engelleyecek özelleştirme politikalarına geçit verilmemelidir. Tercih, şirket çıkarları yerine, kamunun hakkını korumak olmalıdır. Küresel ısınma var, kuraklık var, suyumuz azalıyor. Toz duman içerisinde acil değil, akılcı çözümler geliştirilmelidir. Bir dönem de “Enerji krizi var, karanlıkta kalacağız.” diye Türkiye’nin doğal gaza nasıl bağımlı hâle getirildiği unutulmamalıdır.

Benim Hükûmetimize tavsiyem: Eğer Türk halkının ve diğer yoksul halkların su hakkını korumak istiyorlar ise Beşinci Dünya Su Forumunda farklı seslerin duyulmasına da zemin hazırlaması, farklı görüşlerin de bu forumun belgelerine geçmesine olanak tanımak için tavır göstermesidir.

Bu düşüncelerle saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çöllü.

Tasarının tümü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Oktay Vural.

Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Beşinci Dünya Su Forumu’nun Türkiye’de düzenlenmesini ihtiva eden bir anlaşmanın uygun bulunduğuna dair kanun tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini paylaşmak üzere sizlerle birlikteyim.

Tabii, bu Dünya Su Forumu aslında sivil bir girişimdir. Bu Forumun amacı, bununla ilgili paydaşları, hükûmetleri, yerel yönetimleri, sivil toplum örgütlerini, gençleri, kadınları hep beraber bir araya getirmek suretiyle bu su konusunda farkındalık oluşturmak ve böylelikle eylem içerisinde bulunmayı sağlayan bir sivil toplum girişimidir, beşincisi düzenlenecektir. Dolayısıyla böyle bir Su Forumu’nun aslında Türkiye’de düzenlenmiş olmasının, hem Türkiye'nin kendi su sorununa bakış açısını hem de küresel dünyada bu su sorununa bakış açısının kendisine getirebileceği maliyetleri dikkate alması bakımından önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Maalesef, Türkiye’de su konusu bugüne kadar ciddi bir devlet politikası hâlinde uygulanmış değildir. Bu bakımdan, bu Su Forumu’nun düzenlenmesini ve özellikle bu Su Forumu düzenlenirken de işte, Erzurum’dan Afyonkarahisar’a, Ankara’ya, Adana’ya kadar çeşitli yerlerde bunlarla ilgili bölgesel toplantıların yapılması, aslında, Türkiye'nin bu konudaki potansiyelini ve yapması gereken işleri, atması gereken adımları ortaya koyması bakımından da bence çok önemli bir bilgi birikimi ve bundan sonra da önemli bir eylem oluşturmak için büyük bir fırsat oluşturduğunu düşünüyorum. Bunu kendi lehimize kullanmak bence son derece önemli.

Tabii, suyun, tarih boyunca aslında hayati önemi haiz olduğu, ama günümüzde de önemli bir sorun hâline geldiği ifade edilmektedir. Su kaynaklarının yetersiz hâle gelmesinin sebepleri, dünyada doğal su kaynaklarının ülkelere göre dağılımında dengesizlik olması önemli bir sorun olarak ifade edilmektedir. Kaliteler arasında farklılık vardır. Hızlı nüfus artışı, fiziksel ve kimyasal kirlenmelerden dolayı su sorunu ortaya çıkmaktadır. Çevresel bozulmalar, kontrolsüz ve yanlış kullanım ve tüketimin son yıllarda yüzde 400 artması, özellikle bir su sorununu dünya gündemine getirmiştir. Daha dün Davos’ta başlayan Dünya Ekonomik Forumu’nun da tartışılacak konulardan biri bu su meselesidir. O bakımdan, bu su konusuna dünya nasıl bakıyor ve bu manada su piyasasına yönelik emelleri nelerdir, Türkiye bundan nasıl etkilenecektir ve nasıl tedbirler almalıdır? Bizim buna çok önem vermemiz gerektiğini şahsen düşünüyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak da bu çerçevede meseleye bakılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Şimdi, bu toplantıya göre, su kıtlığı yakın gelecekte ciddi bir güvenlik tehdidi hâline gelecektir. Değerli arkadaşlarım, eğer su konusu ciddi bir güvenlik tehdidi hâline gelecekse küresel makro politika oluşturanların hedefi hâlindedir, demektir. Demek ki, su sorunu küresel açıdan bir tehditse aynen petroldeki, enerjideki gibi bu konunun, açıkçası düzenlenmesi konusunda, global ve küresel bir strateji oluşturma hedefi vardır. Bir kere bunu çok dikkatlice takip etmemiz gerekmektedir.

2025 yılında otuz devlet su kıtlığından etkilenecektir ve bu durum çatışmalara sebebiyet verecektir. Sudan’daki Darfur olayının da ana sebebinin su konusu olduğu ifade edilmekte.

Temiz su talebini etkileyen iki temel sebepten birisi, nüfus artışı ve ikinci sebep de iklim değişikliğidir.

Dünyadaki 1,5 milyar insanın günde 50 litre temiz suya ihtiyacı vardır, bunu karşılayamamaktadır. Bu, önemli bir sorun olarak ortaya konmaktadır. 1995 yılında gelişmiş olan ülkelerin su tüketimi 48 litre iken gelişmekte olan ülkelerin 27 litredir. Dolayısıyla gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin su tüketimi arasındaki farklılıklara baktığımız zaman, bu oranların 2025 yılında gelişmiş ülkelerde 55’e, gelişmekte olan ülkelerde 45 litreye çıkacağı ifade edilmektedir.

Su, tabii, doğrudan doğruya tarım açısından çok önemli, çünkü suyun yüzde 70’i tarımda kullanılmaktadır. Önümüzdeki yüzyılda, suyun azalmasından dolayı, tarım kesimi de çok önemli bir şekilde stratejik açıdan bu konudan etkilenecektir.

Su kıtlığına bağlı hastalıklar, dünyada yılda 1-2 milyon kişinin ölümüne sebebiyet vermektedir. Bu bakımdan, orada vurgulanan hedef gelişmekte olan ülkelerde, özellikle sulama tekniklerinin büyük bir israfa yol açtığı ve bu yönüyle yaptıkları hazırlık toplantılarına göre de özellikle gelişmiş olan ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin su tarifeleri dikkate alındığı zaman, gelişmiş ülkelerin su tarifelerinde bakım ve onarım giderlerinin yüzde 94’ünü karşılamasına karşılık, gelişmekte olan ülkelerde sadece yüzde 10’unu karşıladığı ifade edilmektedir. Bu ne demektir? Bu yönüyle bakıldığı zaman, bakım ve onarım hizmetlerini karşılayabilecek derecede bir tarife oluşturulursa ve ayrıca kısmen sermaye ihtiyacı da karşılanacak şekilde bir tarife oluşturulursa burası önemli bir piyasadır. Dolayısıyla bu piyasaya hâkim olmak gerekmektedir. Soruna ekonomik açıdan bakıldığı zaman, bugün dünya su piyasasında özellikle bu tür eğilimlerin hâkim olmamasının sebebi, petrol ve enerji şirketleri gibi, su tarifesindeki bakım ve onarım masraflarının ve sermaye payının yansıtılmamış olmasıdır. O zaman, gelişmekte olan ülkelerin bizler gibi ülkelere, tüketicinin, sermayesini ve bakım onarımı dâhil olmak kaydıyla karşılayabileceği bir tarife oluşturup, bu tarifeyle birlikte satılabilir, pazarlanabilir şekilde suyun özelleştirilmesi gündeme gelmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu ifadeler şunu ortaya koyuyor: Özellikle enerjide, petrolde ve doğal gazda önemli olan piyasaya hâkimiyettir. Dolayısıyla bugün nerede olursa olsun bu petrol piyasasına hâkim olan güçleri ve şirketleri biliyoruz. Önümüzdeki dönemde eğer suyla ilgili bir piyasa oluşacaksa ve bu piyasa kârlı bir piyasa olarak oluşturulacaksa bu piyasaya hâkim olmanın altyapıları hazırlanmaktadır. O bakımdan, özellikle yap-işlet-devretle ilgili bizim gündemimize gelecek olan kanunda, “katkı payı” adı altında öngörülmeyen birtakım giderlerin de verilmesiyle -ki bunlara biliyorsunuz sulama ve diğerleri dâhil olmak kaydıyla- Hükûmetimizin bu konuda su kaynaklarımızın özelleştirilmesi ve böyle bir piyasanın oluşturulması yönündeki politikalarını yeniden gözden geçirmesini tavsiye ediyoruz. Böyle bir politikayla, Türkiye’nin içinde bulunduğu su piyasasına, bölgemizi de dikkate alırsak, başkaları hâkim olabilecek, böylelikle ülkeler arasında ciddi tehditler ve tartışma konusu olabilecek hususlar konusunda egemenlik hakkımız olamayabilecektir. O bakımdan, Petrol Kanunu vesilesiyle ortaya koyduğumuz eleştirileri de dikkate alarak, bu konuda, su konusunda millî bir politika takip edilmesi gerekmektedir. Uluslararası kartellerin, uluslararası hedeflerin doğrultusunda bir su politikası uygulamak… Yolun başındayız henüz, bu bakımdan, bu konuda çok dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Eğer siz, kendi sahip olduğunuz kaynakları kendiniz üretip, kendiniz pazarlayamıyorsanız, buna dayalı bir piyasada etkili olamıyorsanız, su konusunda, Türkiye’nin bu bölge içerisinde avantajlı bir konuma geçmesini de engellemiş olursunuz. O bakımdan, Davos’ta, dünyayı yönetmeye talip büyük şirketlerin patronlarının olduğu yerde su konusunda, deniyor ki: “Hükûmetler, gerçek maliyeti gizleyen tarifelere son vermelidir.” Dolayısıyla böyle bakıldığı zaman, buradaki amaç ve hedef -bu raporlara çok uluslu birtakım şirketlerin damgasını vurduğunu da görürsek- aslında, dünya su pazarı üzerinde bir egemenlik kavgası ve bir piyasa oluşturulması mücadelesi başlamıştır. O zaman yapmamız gereken husus, bu pazarda kendi millî şirketlerimiz, kaynaklarımızla birlikte hâkim olmayı sağlayabilecek millî bir politikayı oluşturmak olmalıdır.

Bu çerçevede bakıldığı zaman ülkemizin de, özellikle su kaynakları açısından Orta Doğu bölgesinde su stresinin yüksek olduğu bir ülke olarak bütün literatürde vardır. Bakınız, ülkemizin içerisinde de orta Anadolu ve bir kısım bölgeler de su stresi altında olan bölgelerden sayılmaktadır. Türkiye’nin su zengini bir ülke olduğuna dair kanaat doğru değildir değerli arkadaşlarım. Su zengini bir ülkede kişi başına yıllık su tüketimi 10 bin metreküp olarak kabul edilirken ülkemizde 1.830 metreküptür. Bazı hesaplamalara göre 2 bine çıkabiliyor. Su fakiri olduğunu iddia eden Suriye’de 2.362 metreküp, Irak’ta 5.192 metreküptür. Eğer gerekli tedbirleri almazsak 2010 yılından itibaren su bakımından yoksulluk sınırının altına düşeceğiz. Bir de kıt olacak bir konu. Böyle bir konunun, açıkçası yönetimi açısından, bu piyasa açısından da son derece dikkatli olmamız gerekmektedir.

Bu bakımdan, yapılan bütün tartışmalara göre, Türkiye’nin su konusunun da dâhil edildiği savaş senaryolarında temel dayanak, biraz önce ifade edildiği gibi, su meselesidir. Onun için de, Türkiye, sınırı aşan sular konusunda da millî politikasını takip etmelidir; son derece önemlidir. Sınırı aşan sular konusunda da Türkiye millî bir politika takip etmelidir. Şu ülkeye, istediğiniz kadar veririz, size istediğiniz kadar satarız anlayışı içerisinde hareket etmek yerine, Türkiye kendi millî menfaatlerine uygun olarak bugüne kadar ortaya koyduğu bakış açısını devam ettirmelidir. Türkiye, özellikle Dicle ve Fırat Nehirlerini uluslararası su olarak ortaya koyan tasarıya da ret oyu vermiştir. O bakımdan, kabul edilmiş olmasına rağmen, Birleşmiş Milletlerin bu Sözleşme’sine, bu Anlaşma’sına Türkiye’nin, özellikle kendi millî menfaatleri açısından koyduğu bu ihtirazi kayıtlara göre bir millî politika takip edilmesi gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, sınırı aşan sularla ilgili dünyada iki yüz tane akarsu var. Ülkemizde de, biliyorsunuz, Meriç Nehri, Çoruh Nehri, Aras Nehri, Kotur Çayı, Asi Nehri Afrin kolu, Fırat Nehri ve Dicle Nehri’dir. Bu bakımdan, bunlar ya sınır oluşturuyor ya sınırı aşıyor. Şimdi, bölgemizde Orta Doğu’da ciddi bir su sorunu problemi oluşacağına göre ve bir tehdit, gerilim kaynağı oluşacağına göre, Türkiye’nin, buradaki millî politikasını kendi ihtiyaçlarına göre düzenlemesi gerektiğini düşünüyorum. O bakımdan, bu bölgede iki ülkenin suyu var; Türkiye ve İran’ın, suyu bulunmayanlar da diğer ülkelerdir. Bu bakımdan, Birleşmiş Milletlerin hazırladığı su raporuna göre, 2025 yılında Türkiye su sıkıntısı çekecek, 2040 yılında da elindeki su rezervleri yüzünden Türkiye’ye karşı tehdit oluşturulacak girişimlerde bulunulabilecektir. Onun için, Türkiye’nin, elindeki bu imkânı, hem piyasa olarak hem kaynak olarak çok iyi değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum.

Fransa eski başkanlarından Mitterand’ın eşi Danielle Mitterand, 27 Ekim 2005 günü Fransa’da düzenlediği bir basın toplantısında, Türkiye’nin, Dicle ve Fırat sularını, kurmuş olduğu barajlarla kelepçeleyip Suriye ve Irak halkını susuzluğa mahkûm ettiğini dahi ileri sürmüştür. Görüyoruz ki, Irak ve Suriye, aslında, bizden su bakımından daha zengin bir ülkedir.

Bugün bölgemizde, özellikle İsrail ve Filistin arasındaki mesele ve tartışmanın en önemli konuları da, bildiğiniz gibi, su havzalarının paylaşımı konusudur. Çok önemli anlaşma maddelerinde önemli bir sorun olarak ortaya koymaktadır. O bakımdan, Orta Doğu bölgesi, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta Doğu bölgesinin de su sorunu içerisinde olduğunu dikkate alarak, bu su kaynaklarımızı, kendi millî menfaatlerimiz içerisinde değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, var olan kaynaklarımız, su kaynaklarımızı verimli olarak değerlendiriyor muyuz? Böyle bakıldığı zaman, bugün, teknik yönden, açıkçası, 110 milyar metreküplük kapasitenin 40 milyar metreküpünü kullanabiliyoruz, 70 milyar metreküplük kısmı kullanamıyoruz. Bu, bizim ihtiyacımız olmadığından değil, ihtiyacımız var ama ihtiyacımızı karşılayabilecek projelere yönlendirmemiş olmamızdan dolayıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin suya ihtiyacı vardır, fazla suyumuz yoktur, gelecekte de suya ihtiyacımız olacaktır. O zaman, bu su kaynaklarımızı, fazladır demeden kullanmamız gerekiyor.

Şimdi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün yaptığı çalışmalara göre, 2030 yılına kadar, tarım sektöründe 27,5 milyar dolar, enerji sektöründe 21 milyar dolar, hizmetler sektöründe 20 milyar dolar, çevre sektöründe 3 milyar dolar yatırım yapılması gerekir su kaynaklarının kullanılması için; yaklaşık 71,5 milyar dolar.

Değerli arkadaşlarım, mevcut bütçe tahminlerine göre -ki 2005 yılını vermişti Devlet Su İşleri, şimdiki Sayın Bakan- su kaynaklarımızın geliştirilmesi için geçmesi gereken süre kırk dört yıldır, kırk dört yıl. Bu kaynaklarla su kaynaklarımızı milletimizin emrine vererek sağlıklı bir şekilde kullanmak için kırk dört yıla ihtiyacımız var. O zaman -yapmamız gereken husus- muhakkak bu su kaynaklarımızın daha çabuk bir şekilde geliştirilmesini ve kullanılmasını sağlamamız gerekmektedir.

Bugün hidroelektrik santrali bakımından da gerekli yatırımları yapmadığımızdan dolayı 86 milyar kilovat saat elektrik denize akmaktadır, bundan yararlanamıyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri’nin hidroelektrik potansiyeli yıllık 376 milyar kilovat saat iken bunun yüzde 86’sını gerçekleştirebiliyor. Petrol zengini ülkelerde, Norveç’te yüzde 68, Kanada’da yüzde 52 iken Türkiye’de hidrolik potansiyelin, teknik potansiyelin sadece yüzde 20’sini hayata geçirebilmişiz. Dolayısıyla daha hayata geçirebilecek bir hidroelektrik potansiyelimiz var. Elektrikte böyle.

İllerimizde, ilçelerimizde şebeke kayıplarının olduğunu dikkate alırsak, yüzde 61’inde sağlıklı suyun olmadığını dikkate alırsak, ondan sonra da belediyelerimizin yüzde 92’sinde arıtma tesislerinin olmadığını düşünerek su kaynaklarımızın kirletildiğini düşünürsek, Türkiye’de ciddi bir su yönetimi problemi olduğu açıktır.

Bir taraftan su üzerinde hâkimiyet kurmak isteyenlerin oluşturmak istediği piyasa ve uluslararası anlaşmalar, diğer taraftan da kendi suyuna sahip çıkamayan bir Türkiye. Bunu teslim edemeyiz, yapmamız gerekiyor. Hangi yönetim modeliyle, nasıl olacaksa, bunu uluslararası kartellerin emrine, bu piyasalara hâkim olacakların emrine vermeden ve bununla ilgili, suyu, ticari bir meta olarak kullanarak su üzerinden kâr elde etmek isteyenlerin emrine vermek yerine, kendi millî piyasamızı oluşturacak ve buradan oluşturduğumuz kaynaklarla kendi ülkemize yatırım yapabilecek bir noktaya getirmemiz gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, özellikle bütün bu gelişmeleri dikkate aldığımız zaman, uluslararası seviyede bakıldığı zaman, bakınız, 2004 Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nun “ulus aşırı konular” başlıklı bölümünde şu ifade edilmektedir: “Bölgede önemi bulunan konulardan biri kalkınma ve sulama için gerekli suya erişimdir. Ortadoğu’da su konusunun stratejik önemi önümüzdeki yıllarda artacaktır. Türkiye’nin katılımıyla birlikte su kaynaklarının ve altyapı projelerinin uluslararası yönetimi (Fırat ve Dicle havzaları üzerindeki barajlar ve sulama projeleri, İsrail ve komşuları arasında su alanında sınır ötesi iş birliği) AB açısından önemli bir konu hâline gelebilecektir.”

Değerli arkadaşlarım, bizim için millî olan bir mesele, AB için ulus aşan bir konu olarak, bu konunun onların menfaatleri doğrultusunda çözülmesi gerektiği ifade ediliyor. Dicle ve Fırat’ın uluslararası su yönetimine terk edilmesi… Daha önce ne demiştik? Dicle ve Fırat’ın uluslararası bir su olmadığına dair, Hükûmetimizin bu konuda kaydı vardır. İşte, Avrupa Birliği sürecinde, su kaynakları konusunda getirilen uluslararası yönetimin de, millî bir politikayı oluşturmamız önünde önemli bir engel olduğunu düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Vural, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

OKTAY VURAL (Devamla) – İşte, bu bakımdan, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Dünya Su Forumu’nda, bu konularda farkındalık oluşturmamız, millî bir politika takip edebilmemiz, su piyasamız üzerinde başkalarının hâkimiyet kurması yerine kendimizin hâkim olacağı bir su yönetimi politikasını geliştirmemiz hayati derecede önem kazanmaktadır. Bu Su Forumu’nda bunların dile getirilmesi, bu sorunların çözüme kavuşturulması ve toplumun, karar vericilerin, bütün yerel yönetimlerin bu konuyla ilgili bir eylem planı, bir stratejik plan çerçevesinde meseleye bakması gerektiğini ifade ediyoruz. Onun için, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu Dünya Su Forumunun Düzenlenmesine İlişkin Çerçeve Anlaşmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nı biz destekliyoruz. Türkiye, millî bir su politikası ve millî bir su piyasası oluşturmak durumundadır, kendi kaynaklarını kendi yönetmelidir. Bu çerçevede hepinize saygılarımı arz ediyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

AK Parti Grubu adına Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan.

Sayın Ceylan, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET CEYLAN (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği üzere, günümüz dünyasında, küresel ısınma, iklim değişiklikleri, mevcut su kaynaklarının verimli kullanılmaması gibi çeşitli nedenlerle dünya ülkelerinin karşı karşıya kalmış olduğu çeşitli su sorunları yoğun bir şekilde konuşulmakta ve bundan sonra da, 21’inci yüzyıl boyunca da konuşulmaya devam edileceği gözükmektedir.

Bugün görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının Genel Kurulumuzda onaylanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte, 2009 yılının Mart ayında Beşinci Dünya Su Forumu’nun ülkemizde, İstanbul’da toplanması mümkün olacaktır. Dolayısıyla bu Forum münasebetiyle gerek ülkemizin karşı karşıya kalmış olduğu su sorunları gerekse dünya ülkelerinin karşı karşıya kalmış olduğu su sorunları bu Forum boyunca tartışılacak, değerlendirilecek ve kararlar alınacaktır. Bu vesileyle, tabii ki 2009 yılı Mart ayında İstanbul’da gerçekleşecek bu Forum münasebetiyle dünyanın bu alandaki gözü bir kez daha Türkiye üzerinde olacak ve Türkiye üzerinde odaklanacaktır. Bu açıdan, ülkemiz açısından da bir fırsat olarak değerlendirmekteyim.

Değerli arkadaşlarım, Beşinci Dünya Su Forumu ve Anlaşması’yla ilgili bilgiler vermeden önce, bu Forum’da ev sahipliği yapacak olan ülkemizle birlikte bu işi organize eden Dünya Su Konseyiyle ilgili çok kısa olmak üzere bilgi aktarmak isterim.

Dünya Su Konseyi, 22 Mart 1996 tarihinde Fransa’nın Marsilya kentinde kurulmuş, kâr maksadı gütmeyen, hükûmetler ve siyaset dışı, ayrımcılık gözetmeyen bir sivil toplum kuruluşudur. Dünya Su Konseyi, üyeleri aracılığı ile bütün dünyada su konularına yönelik bağımsız ve tarafsız bir forum olarak hizmet vermekte ve suyla ilgili her türlü konuyu gündemine almayı hedeflemektedir.

Dünya Su Konseyinin çeşitli ülkelerin kamu, özel sektör kuruluşlarından üç yüze yakın üyesi olup, faaliyetleri, üyeler arasından seçilen 36 kişilik Yönetim Kurulu vasıtasıyla yürütülmektedir. Dünya Su Konseyinin 36 kişilik Yönetim Kurulunda “guvernör” adı verilen 4 adet Türk üye de yer almaktadır. Bu 4 Türk guvernörden birisi de, seçildiği dönemde Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak hizmet yürüten şimdiki Çevre ve Orman Bakanımız Sayın Veysel Eroğlu Beyefendi’dir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü başta olmak üzere, kamu ve özel sektörden kırka yakın kuruluş Dünya Su Konseyinin üyesi bulunmaktadır. Dünya Su Konseyinin önemli faaliyetlerinden birisi de, her üç yılda bir düzenlenen Dünya Su Forumu ile bu çerçevede gerçekleştirilen Bakanlar Konferansı ve Sergisini organize etmektir.

Ülkelerin sahip oldukları bilgi ve deneyimlerin paylaşılmasına hizmet eden Forum ve Sergi her dönem farklı bir ülkede gerçekleştirilmektedir. 16-22 Mart 2006 tarihleri arasında Meksika’da düzenlenen Dördüncü Dünya Su Forumu ve Bakanlar Konferansı’nda, Türkiye, 2009 yılında yapılacak olan Beşinci Dünya Su Forumu ve Bakanlar Konferansı için ev sahibi ülke olarak seçilmiş bulunmaktadır.

Dünya Su Forumu ve Bakanlar Konferansı’nın, Birleşmiş Milletler Dünya Su Günü olan 22 Mart esnasında, yani Mart 2009 tarihinde İstanbul’da düzenlenmesiyle su konusunda, biraz önce de ifade ettiğim gibi, ülkemizin politikalarının etkin biçimde ortaya konulması amaçlanmaktadır.

Beşinci Dünya Su Forumu’nun 2009 yılında İstanbul’da yapılmasıyla ilgili olarak 24 Haziran 2006 tarihinde Fransa’nın Marsilya kentinde bir çerçeve anlaşması imzalanmış bulunmaktadır. Çerçeve anlaşma, Dünya Su Konseyi ile Türkiye arasında ortak bir çabayla Beşinci Dünya Su Forumu’nun planlanması, finansmanı ve uygulanmasını gösteren ayrıntılı hedefleri ve prensipleri ortaya koymaktadır.

Forum’la ilgili olarak Dünya Su Konseyine karşı sorumlu ve ülke genelindeki koordinasyonla görevli ana kuruluş olarak Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü belirtilmiştir.

Yine, bu Forum’un ve Bakanlar Konferansı’nın gerçekleştirilmesindeki bu organizasyonu Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün yanı sıra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve yine İstanbul Sular İdaresi Genel Müdürlüğü, kısa adıyla İSKİ Genel Müdürlüğü ortaklaşa düzenleyeceklerdir.

Forum, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün önderliğinde Dünya Su Forumu ile iş birliği içerisinde ülkemiz kamu, özel ve sivil toplum kuruluşları desteğinde tertip edilecektir. Bu konuda 10 kişilik bir Forum Yönetim Kurulu ve bir Genel Sekreterya altında faaliyet gösterecek üç adet de komite oluşturulmuş bulunmakta.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Çerçeve Anlaşma’nın ek protokollerini kapsayan nihai anlaşma ise yaklaşık bir yıl önce, 18 Ocak 2007 tarihinde “Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubu” başlığı altında imzalanmış bulunmaktadır. Yani, her iki anlaşma da imzalandıktan sonra yaklaşık bir yıl, hatta daha fazla süre geçmesine rağmen, maalesef –tabii, geçen yıl, 2007 yılında gerçekleştirilen seçimler ve benzeri münasebetle- şu ana kadar bu Anlaşma Meclis Genel Kurulumuzda henüz onaylanmış değildir, işte, bugün huzurunuza gelmiş bulunmaktadır. Bu Anlaşma’nın bir an önce Genel Kuruldan geçerek yürürlüğe girmesi, bu Forum’un bundan sonraki çalışmalarının hızlanması açısından da önem arz etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Forum’un toplam bütçesi 17,5 milyon avro olarak öngörülmüş olup, bu bütçenin özellikle üç kuruluş arasında -Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Vakfı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ Genel Müdürlüğü arasında- paylaşılması mutabakat altına alınmış bulunmaktadır. Finansman açısından özellikle üç kuruluşumuzun desteğiyle bu Uluslararası Forum ve Bakanlar Konferansı gerçekleştirilecektir. Devlet Su İşleri Vakfı, Forum bütçesinin muhasebesinden ve gerekli transferlerden sorumlu kuruluş olacaktır.

Geniş kapsamlı ve geniş katılımlı bir faaliyet olması ve 2008-2009 yıllarında Forum çerçevesinde yapılacak bütün çalışmaları ilgilendirmesinden dolayı, gerekli hazırlıkların etkin ve donanımla yapılabilmesi bakımından sözleşme belgelerinin bir an önce Meclis Genel Kurulumuzda onaylanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Değerli oylarınızla kabul edilecek Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu çalışmaları hızlanacaktır. İnanıyorum ki, bu organizasyonla, bu Forumla, ifade ettiğim gibi, dünyanın su sorunları ülkemizde ve İstanbul’umuzda Mart 2009 tarihinde bir kez daha tartışılacak ve geleceğe yönelik politikalar belirlenmiş olacaktır. İktidarıyla muhalefetiyle, kanun tasarısına destek veren partilerimize teşekkür ediyorum. Kanunun hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle -her zaman söz alamıyoruz; tabii, bu kanun tasarısı, Dışişleri Komisyonumuzun asıl komisyon olarak görev yapmış olduğu bir komisyon olarak gündemimize gelmiş bulunmaktadır-Sayın Başkanımın izniyle ve sizlerin de müsamahasıyla, bizce önemli olan bir konuyu gündeminize taşımak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, Dışişleri Komisyonu yoğun olarak uluslararası sözleşmelerin onaylanmasıyla ilgili kanun tasarılarını görüşen ve Genel Kurula sevk eden bir komisyon olarak görev yapmaktadır ve Dışişleri Komisyonunda her yıl yaklaşık 100-150 adet buna benzer uluslararası anlaşma Komisyonumuzun gündemine gelmektedir. Her dönem itibarıyla da yaklaşık 300 ile 500 arasında bir uluslararası anlaşma Komisyonumuza gelmekte ve görüşülmektedir. Ama, maalesef bir durum ortaya çıkıyor ki, bu Komisyonumuzda görüşülen kanun tasarıları yeterince -Genel Kurulda zaman bulunamadığı için- görüşülüp onaylanamamaktadır maalesef. Bakın, geçen dönemde de -21’inci Dönemden örnek vereyim- havale edilen 316 anlaşma var Komisyonumuza. Bunların 148’i, yani yaklaşık yarısı kanunlaşmış, 157 adedi dönem sonu kadük kalmış bulunmaktadır. 22’nci Dönemde de 490 adet uluslararası anlaşma, ülkemiz açısından önemli olan anlaşma Komisyonumuza gelmiş, bunların 361 adedi Komisyonumuzdan geçerek, Genel Kurulun onayından geçmiş ve yürürlüğe girmiştir. Ama, dönem sonu itibarıyla 118 adedi kadük kalmış bulunmaktadır. 22’nci Dönemden bugüne, bizim dönemimize, 23’üncü Döneme ise 118 adet, maalesef, kadük kalan uluslararası anlaşma sarkmış bulunmaktadır. Bu dönemde ise 179 adet havale edilen anlaşma bulunmaktadır. Şu ana kadar, bu anlaşmalardan yaklaşık 62 tanesi Komisyonumuzda görüşülmüş ve bunlardan 24 adedi kanunlaşmış bulunmaktadır. 38 adedi Genel Kurul gündeminde bulunmakta ve 117’si de Komisyon gündeminde bulunmaktadır.

Tabii ki, şunu ifade etmek istiyorum değerli arkadaşlar: Geçen dönemden bu döneme, yani 23’üncü Döneme 118 adet anlaşma intikal etmiş durumda. Her yıl da 100-150 tane yeni anlaşmanın geldiğini düşünecek olursanız, bu anlaşmalar hızlı bir şekilde artmaktadır. Tabii, burada ne oluyor değerli arkadaşlar? Ülkemizi çok yakından ilgilendiren çok önemli anlaşmalar, maalesef, Genel Kurulda görüşülemediği için onaylanamamaktadır.

Bakın, daha dün de gündeme geldi, Sırbistan-Karadağ’la ilgili bir anlaşmayı iki yıl, üç yıl sonra, dün Genel Kurulda kabul edebildik. O zaman Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti’ydi. Bu iki ülke şimdi ayrılmasına rağmen, hâlâ daha Sırbistan-Karadağ olarak geçti. Her ne kadar, Dışişleri Bakanlığı yetkililerimizle bunu görüştük, bir sorun yok, Karadağ da en kısa süre içinde o Anlaşma’yı kabul edecek ve yeni bir anlaşma yapılacak, o konuda sorun yok. Ancak, ülkemizi yakından ilgilendiren bu tür anlaşmaların bir an önce Genel Kurulumuzun onayından geçerek yürürlüğe girmesi önem arz etmektedir. Bunlar arasında çeşitli serbest ticaret anlaşmaları bulunmakta, ikili teknik işbirliği anlaşmaları bulunmakta, güvenlik alanındaki anlaşmalar bulunmakta. Yani, çok çeşitli anlaşmalar, maalesef, Genel Kurulumuzun gündeminde yer almaktadır. Ama, bakıyoruz ki, işte, haftada iki gün kanunları görüşebiliyoruz Genel Kurulumuzda. Bu gidişatla daha çok uzayacağı gözükmektedir. O açıdan, grup başkan vekillerimizden istirhamımız, Komisyon olarak, bu uluslararası anlaşmaların daha süratle Genel Kurulumuzdan geçmesi hususunda desteğinizi ve yardımınızı beklemekteyiz.

Bu vesileyle, Beşinci Dünya Su Forumunun ve Çerçeve Anlaşması’nın ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum, destek veren bütün partilerimize teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ceylan.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Sayın Kaplan, buyurun efendim.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce Uğur Mumcu, İsmail Cem, Aydın Güven Gürkan ve ocak ayında yitirdiğimiz birçok aydınımızın, yazarımızın anısı önünde saygıyla eğilmek istiyorum. Umuyorum… Ocak ayı karanlıklar ayıdır, katillerin ortaya çıktığı bir aydır; ocak ayı, ocakların söndüğü bir aydır. Daha nice siyasi cinayeti araştırın, ocak ayında ortaya çıkar. Uluslararası çetelerin, ajanların, nedeni ne olursa olsun, ülkemizde, bir hukuk devletinde bu tezgâhların içine girmesi kabul edilemezdir. Bunu ifade etmek istiyorum ve son günlerde özellikle Başbakanın da açıkladığı, İçişleri Bakanının da üzerinde durduğu son çete operasyonunda sonuna kadar gidilmesi gerektiğini ve yüce Meclisin bu konuda tek yürek olması gerektiğini, cinayet tezgâhlarının orduevlerinde artık planlanmasının önüne geçilmesinin ve birilerinin kendini devletin ve Meclisin üstünde görmesinin önüne geçilmesinin, hukuk devletinde yurttaş güvencesinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu karanlık cinayetler on beş yıl önce aydınlanmış olsaydı, inanıyorum ki, bir çok cinayet sonradan işlenmeyecekti. En son Diyarbakır’da Gaffar Okkan cinayeti de ocak ayına denk gelmiştir, onu da hatırlatmak istiyorum. Şu anda Antep’te bir çatışma sürüyor. Bütün bu konularda yüce Meclisin birlik olması gerektiğini düşünüyorum.

Bugün önemli bir konuyu görüşüyoruz aslında: Su. Su, bir ülkenin hayat damarıdır. Tarihe baktığımız zaman, tüm uygarlıklar su kaynaklarının olduğu yerlere kurulmuş. Dünyanın en güzel şehirleri göllerin, denizlerin, nehirlerin kıyılarında inşa edilmiş. Babil’in, Ninova’nın, Sümerlerin, Medlerin, Urartuların, yüzlerce uygarlığın tarihi gösteriyor ki, en güzel yerleşim yerlerinin odağında su vardır. Cizre’den Bircabelek Kalesi’nden kıyı kıyı çıkarsanız, sizi kuşların hocası Fake Tayran’ın evi karşılar. Dicle kıyısındaki aynı vadiden yürürseniz, Asur kulelerini görürsünüz. Timurlenk’in pençelerini kayalarda, Asur kabartmalarını, Finike Kalesi’ni, Alaaddin Kasrı’nı ve Kalesi’ni, oradan, kaplıcalardan Hasankeyf’e gelirsiniz. Ben her zaman, bıkmadan usanmadan, bu vadiyi, bu tarihi hep sayacağım, çünkü biliyorum ki, su, problemimizle direkt bağlantılıdır ve ne yazık ki yakın zamanda Ilısu Barajı’nın Hasankeyf’i yutacağı günler uluslararası finans şirketlerinin iştahlarını kabartmaktadır. Elbette su hayattır; tıpkı Nil, Mısır için nasıl hayatsa, Paris nasıl ki Sen Nehri’nin iki yakasında yerleşmişse, Roma’ya bakın, Floransa’ya bakın, Köln’e bakın Ren’in iki yakasında, dünya şehirlerine bakın hep böyledir.

Türkiye bulunduğu coğrafyada, tarihinde, ilkokul kitaplarında Orta Asya’daki kuraklık nedeniyle yaşanan göçlerden gelinen Anadolu’ya girişi ile başlar eğitim. Yakın zaman, Türkiye çok kurak yıllar da geçirdi, belleklerimizdedir. 2007 yılı Ankara için kara bir yıldır. Suyun sarnıcında bittiği yıldır. Ankara hâlâ, başkent olarak, su sorununu çözememiş bir şehrimiz olarak… Tabii ki, barajlar kuruyunca su duasına çıkılırsa da yanlış politikalarla su duasından yağacak yağmurları da sele döndürüp onları da faydasız kılmak mümkündür. Sularımızı sadece içme, sadece sulama, sadece bahçelerin yeşertildiği bir alan olarak görmek yanılgısı körlüğünden de kurtulmak gerekiyor ve sormak istiyoruz: Türkiye’nin neden su ve deniz politikası yok? Su ve deniz politikası olmayan Türkiye’nin su ve deniz bakanlığı da yok. Dikkat edin birbiriyle ne kadar bağlantılıdır. Su ve deniz politikası olmayan Türkiye’nin binlerce kilometre denizlerde sınırı var. Asi Nehri’nden Çoruh’a; Dicle, Fırat’tan, Mezopotamya’dan, Trakya’ya kadar, Yeşilırmak’tan Kızılırmak’a kadar, Karadeniz’den Ege, Gediz’e kadar bunca nehrin çağladığı bu güzelim topraklarda son günlerde ilgi çekici doğa olaylarına tanık oluyoruz.

Farkında mısınız Beyşehir Gölü adım adım ölüyor. Beyşehir Gölü ki, dünyanın en nadide göllerinden birisidir. Farkında mısınız hemen yakınımızda Tuz Gölü kuruyor. Farkında mısınız Hazar Gölü kuruyor, içindeki batıklar çıkmaya başladı. Farkında mısınız GAP projesiyle değişen denge, doğa ilişkileri, Keban, Atatürk Barajı’yla gelen, doğadaki bilimsel olarak tespiti yapılan ekolojik kayma birçok yerde çeşmelerin, kaynakların, ırmakların kuruduğunu gösteriyor.

Evet, İç Anadolu çölleşirse Manavgat Şelalesi de kurur arkadaşlar. Manavgat Şelalesi kaynağını, damarlarını nereden alıyor ki? Denizden mi geliyor sular? Değil. Evet, biz bu konuda ciddi bir su politikasına sahip miyiz? Su politikasını sadece ülke ekonomisine, yaşamına, kültürüne katkısı olan, kendi alanımız, kendi ulusal politikalarımız, kendi millî politikalarımızı hapsedebileceğimiz bir sorun değil ki. Siz, Dicle’yi, Fırat’ı, Malatya’dan, Erzincan dağlarından doğduktan sonra Antep’ten çıkışını durdurabilir misiniz veya Dicle’nin Habur’dan çıkışını durdurabilir misiniz? Evet, insanlık… Bazıları diyor: “Yönünü değiştirebilirsiniz, İskenderun Körfezi’ne akıtabilirsiniz.” Tarihte bunun örneği yoktur. Tarihte ulusların, devletlerin, halkların örf ve âdeti vardır. Mezopotamya topraklarında hayat bulan Dicle ve Fırat, Suriye’den bir baraj üzerinden geçip Basra’da buluştuğunda, iki ülkenin hayat damarını nasıl ilgilendiriyorsa veya Nil, doğduğu Afrika topraklarından Akdeniz’e ulaşana kadar kat ettiği yolculuklarda kaç ülkeye hayat veriyorsa, o ülkelerin hepsinin bunda hakkı, hukuku ve emeği ve de vereceği, yeşerteceği her filizde hakkı vardır. O zaman, suları millî politikalara hapsedemezsiniz. Suların, doğanın ne dini vardır ne etnik kimliği vardır ne de öyle dar dar alanlara hapsedilecek, zapt edilecek bir güç daha doğada yaratılmadı, hiç kimse bu gücü de yaratamaz. Ama hayat verirken sular, hayat verirken nehirler, hayat verirken göller denilir ki: “Tarih bunlarla da vardı.” O tarihe biz ne kadar sahip çıkıyoruz?

O tarihin kıyıcıklarında biraz dolaşırsak, Zeugma harabelerine götürürüz kendimizi. Zeugma’dan kıyı kıyı Birecik’ten biraz giderseniz, sular altında kalmış köylerin, minarelerin, hatta Malatya’ya doğru gittiğinizde köprülerin ve yine minarelerin, şehirlerin, hayatların, anıların, tarihin, mezarların kaldığını görürsünüz.

Elbette ki, ülkelerin kaderlerinde kader kararları vardır. Bazen kararlar verilir ama hesaplamasını, planlamasını bilimsel olarak yaparsanız, o ülkenin çıkarlarına uygun hâle getirirseniz, iştahı kabaran yabancı finans şirketlerine ülkenin toprağını teslim etmezseniz, ola ki kendi halkınız, kendi yurttaşınız fazlasıyla bundan yararlanabilecek politikalara erişirse o zaman doğru bir su politikasına kavuşmuş olursunuz.

Doğrusunu isterseniz, bugün üzerinde konuştuğumuz Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşması’nı bu nedenle anlamlı buluyoruz. Elbette ki, Türkiye’ye biraz finansal olarak yükü olacak. Organizasyonda da Sayın Bakanımız başta olmak üzere, DSİ yetkilileri var. DSİ, finansman konusunda ve organizasyon konusunda yer alacak.

Tabii, bir hafta önce Plan ve Bütçe Komisyonuna bir yasa tasarısı geldi; yap-işlet-devret, DSİ ile ilgili. Hani, bu yasa tasarısını -Komisyondan geçti tabii- ben okuyunca bu suları hep şekillendirdim; satılacak barajları, gölleri, limanlarımızı… Çünkü, o yap-işlet-devret projesi, DSİ kanunuyla -ki sıradadır, gelecek çok yakında, haftaya muhtemelen- biliyor musunuz Harem, Kadıköy projesini, Karaköy projesini, Istranca Dağlarını, bütün barajlarımızı, bütün sularımızı, bütün göllerimizi, bütün ırmaklarımızı AKP İktidarının insafına ve vicdanına bırakacak.

AKP İktidarı, eğer, bu korkunç güç ve yetkiyi aldığı zaman yüce Meclisteki temsil oranını yok sayarsa yüzde 87’lerde deyip, oluşturduğu tüm komisyonlarda sayısal çoğunluğuna güvenerek, özellikle 12 tane uluslararası komisyona grubu olan bir partiden, Demokratik Toplum Partisinden tek üye almayarak, dikkatinizi çekiyorum tek üye almayarak, birçok uluslararası dostluk gruplarında 10 kişilik yönetimlerin çoğunu kendinden oluşturarak, diğer partilerden bir tek -MHP’den 1-2 kişi komisyona aldılar, biliyorum, CHP’den de bir o kadar- almayarak, dışlayarak, dış gezilere tek başına giderek… Bakın, dikkat edin, hiçbir İç Tüzük’te yok, grubu olan bir partiyi her yerde, her alanda almak zorundasınız. Katılımcılık, demokrasi, çoğulculuk budur. Hatta sadece grubu olan partileri değil, burada grup oluşturmayan Demokratik Sol Partiyi de, ÖDP’yi de, Büyük Birlik Partisini de, genel başkanlarını zaman zaman bu demokratik sürece katarsanız, en azından bir fren vazifesi görür, bir denetim vazifesi görür, iki öneri alırsınız, iki haklı eleştiri alırsınız.

Şimdi, buraya baktığım zaman, bu yasa tasarısında gerçekten, yani bu su sorunu bize neye patlar? Şu andan, 2009’u, 22 Mart’ı, Dünya Su Günü’nü düşünmek gerekiyor. Eğer Dünya Su Günü 22 Mart’ı bugünden düşünmezsek, planlamasında yüce Meclisin bütün seslerinin ve renklerinin katılımını sağlayamazsak ve oradaki forumlarda, özellikle projelerde farklı partilerin görüşlerini yansıtamazsak, korkuyorum ki, Meksika’da yapılan son Su Forumu’nun Latin Amerika’da ve bu ülkelerdeki su kaynaklarının finans, kullanım ve kredilendirmesi çerçevesine dönen ve hiç de sivil olmayan, akçeli bir görünüm arz eden bir toplantıya dönüşür.

Şimdi, bakıyoruz, üç yüze yakın sivil toplum örgütünün bu Forum’da bir araya geldiği söyleniyor. Şimdi, “1996 tarihinde Marsilya kentinde kurulu, kâr maksadı gütmeyen -ki, bu bana inandırıcı gelmiyor- ve hükûmetler ve siyaset dışı ayrımcılığı gözetmeyen bir sivil toplum kuruluşudur.” Demek ki, o zaman ya bu doğrudur -ki, doğru olabilir- o zaman biz yanlış taraftayız.

Bakın, bizim “sivil” dediğimiz üyelerimize: Sayın Bakan, o zaman Devlet Su İşleri Genel Müdürü, devletin kurumu, Sayın Bakan o zaman, sivil, Hükûmetin emrinde bir bürokrat, çok sivil! Devam ediyorum: “Su” dedik “enerji ve güvenlik politikasıyla bire bir bağlıdır.” Doğan Altınbilek, Uluslararası Hidroenerji Birliği Başkanı. Çünkü, suyumuza baraj kuracaklar ya, Hasankeyf’i sular altında bırakıp dört tane bankaya, Avusturya, İsviçre, Alman bankasına otuz yıl para aktaracağız. Biliyoruz. “Allah için şu Hasankeyf’in kotunu biraz düşürün de Hasankeyf sular altında kalmasın, yine enerji, yine elektrik, yine alınabilir” diyen bilim adamlarını bile dinleme zahmetini… Hiç olmazsa, bu Forum’da dinleme imkânı olur.

Şimdi, yine çok sivil bir forum bu! Bu sivil Forum’da Türkiye’nin sivillerine bakıyoruz: Türkiye Müteahhitler Birliği Genel Sekreteri! Arkadaşlar, müteahhitlerin sivil olduğunu biliyordum, ama bu kadar da sivil Müteahhitler Birliğini de ilk defa burada gördüm. Yani müteahhit var, yap-işlet-devret için hazır potansiyel, alacağız Dünya Bankasından veya Avrupa Kalkınma Bankasından kredileri bilmem yüzde kaç faizle, ondan sonra ülkeyi ipotekleyeceğiz, ülkeyi satacağız, satacağız, vereceğiz, imzalayacağız, ondan sonra “sivil forum” diyeceğiz, sular üzerinde şarkılar söyleyeceğiz, kuğular gezdireceğiz, Kuğu Balesi’ni izleyeceğiz belki sosyal etkinliklerde. Hayır, bu Forum para kaynaklıdır, ekonomi kaynaklıdır. Bu Forum Dünya Bankası ve Avrupa Kalkınma Bankası başta olmak üzere  diğer kaynaklara resmen su kaynaklarını nasıl kullanabiliriz alanını açma forumudur. Bu Forum’u o kadar insani, o kadar sivil olarak görüyorsak, TEMA Vakfı o vakfın kuruluşunda yer alırdı. Eğer görüyorsak, çok daha -su konusunda Türkiye’de en azından on tane dernek biliyorum- su havzalarının korunmasıyla ilgili bir sivil dernek buranın üyesi olurdu. Üstelik daha sonra Sayın Bakan, Rezve Deresi’nden su alıp İstanbul’un içme suyunu sağlarken, Istrancaların Longoz ormanlarından geçip, bu doğa harikasından, doğal park alanı ilan edilen ve Dünya Bankasıyla beraber yapılan bu alandan suyu geçirerek götürmeyi düşünürken, bu Forum’a destek vereceğiz, bu Forum’un takipçisi olacağız, bu yasanın çıkmasına destek vereceğiz, bu Forum’u da adım adım izleyeceğiz.

Bu ülke ne bizim ne sizin ne AKP’lilerin ne bir başka partinindir. 70 milyon çıktı son sayımda nüfusumuz. Çocuklarımızın ve doğacak bebeklerin hepsinin geleceği bu su kaynaklarında ve enerji politikalarındadır ve bunun uzun erimli stratejik planlaması ve ülke güvenliği açısından da planlanması konusunda duyarlılık göstereceğiz, bu duyarlılığımızı oraya taşıyacağız. Ama, bunu taşırken Hükûmetten buradan açık açık talepte bulunuyoruz ve çok net söylüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Yönetimin 4-5 kişisi de üstelik ülkemizden, yine ismini saydıklarımız.

Ne olur, Türkiye’deki gerçek sivil toplum derneklerini çağırın, doğa derneklerini çağırın, su kaynaklarıyla ilgili dernekleri çağırın. Ne olur, GAP’ta -GAP İdaresi ki, bunun başını çekiyor- hâlâ o sular yüzde 15 oranında sulama sınırındadır. Onun için Şanlıurfa’da, Diyarbakır’da bir toplantı düzenleyin. Beyşehir Gölü için Beyşehir’de toplantı düzenleyin. İlgi sorunlarımızın olduğu kaynak alanlarda yapın ve Dicle’nin olduğu yerde, sınır ötesi gerilim noktalarında da bir toplantı düzenleyin. GAP İdaresi oraları da görsün. Biz de katılalım. Ama, mutlaka bütün grupları katın. Bu size de çok şey katacaktır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Isparta Milletvekili Haydar Kemal Kurt.

Buyurun Sayın Kurt. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HAYDAR KEMAL KURT (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 74 sıra sayılı Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma İle Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsi fikirlerimi açıklamak için söz almış bulunmaktayım.

Muhterem arkadaşlar, 22 Mart 1996 tarihinde kurulan Dünya Su Konseyi, sınırlı tabiat imkânlarından olan, kaynaklarından olan ve insanlık için, hayat için gerekli olan, vazgeçilmez bir kaynak olan su üzerine, tüm insanlığı ve yaşayan canlı tüm hayatı ilgilendiren bu vazgeçilmez kaynakla ilgili olarak, uluslararası anlamda yapılacaklarla ilgili çalışmalar için kurulmuş bir yapı. Bu yapı, 300’e yakın üyesi olan, ülkemizden de ilgili kuruluşların üye olduğu bir yapı. Dünya Su Konseyi, dünyadaki su problemlerine dikkat çekmek ve çözüm yollarını bulmak, insanın ortak problemi üzerinde gelişen düşünceleri paylaşmak maksadı ile birçok faaliyet içerisinde, bunlardan birisi de Dünya Su Forumu. Mart 2009 tarihinde ülkemizde gerçekleştirilmesi noktasında ülkemizin talip olduğu ve bir önceki toplantının yapıldığı Meksika’da, 2006 Mart ayında düzenlenen dördüncü toplantısında Türkiye’yi ev sahibi olarak seçmiş ve buna ilişkin olarak Dünya Su Konseyi ile Haziran 2006 tarihinde bir çerçeve anlaşma yapılmış. Şimdi, bu çerçeve anlaşma, uluslararası bir anlaşma olarak Meclisimize geldi. Meclisimiz kabul ederse Dünya Su Forumu’nun beşinci ev sahipliğini ülkemiz yapacak.

Son yıllarda, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de suya ilişkin problemler gittikçe artmış, gerek kuraklık gerek küresel ısınma gerekse suyun tüm insanlık için olan değeri fark edilmeye başlanmış. Bu anlamda, ülkemizin böyle bir yapı içerisinde olması ve böyle bir toplantıya, foruma ev sahipliği yapıyor olması bizler için önemli.

Biraz önce, milletvekili arkadaşlarımız konuya ilişkin olarak görüşlerini belirttiler. Su bir ihtiyaç. İhtiyaç, aynı zamanda stratejik bir değer. İşte, insanlığın bunu konuşacağı ortamda bizlerin bulunması, bizlerin bu hususta ev sahipliği yapması herhâlde ilgisiz kalmaktan daha iyi olsa gerek. Tabii burada yapılan değerlendirmeler, bu forumda ülkemizi temsil edecek olan insanların her kelimesini, her cümlesini dikkatle izlediği, dikkatle değerlendireceği bir husus.

Bu çerçeve içerisinde ben, bu anlaşmayla, ülkemizin su sorunları kadar insanının su sorunlarının da tekrar dünya gündemine geleceği ve ülkemizde, bireysel tüketimden toplu tüketime kadar, tarım alanında, sanayide, birçok alanda kullanmış olduğumuz bu değerin, özellikle geçen yıl yaşamış olduğumuz kuraklık da dikkate alındığında ne kadar önemli olduğunu tekrar hatırlamamıza ve bu anlamda yapılacak olan çalışmalara daha fazla enerji, daha fazla önem vermemiz gerektiğine faydalı olacağını düşünüyorum. Bu anlamda, tasarının kabul edilmesi, Forum’un ülkemizde gerçekleştirilmesi faydalı olacaktır.

Ben, kanuna ilişkin olarak görüşlerimi sizlerle paylaşmak için söz almıştım. Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurt.

Hükûmet adına Çevre ve Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bendeniz, bu Beşinci Dünya Su Forumu hakkında kısa bir bilgi arz edeceğim. Daha sonra, saygıdeğer milletvekillerimizin konuşmalarında ifade ettikleri bazı hususlar hakkında da açıklamalarda bulunacağım.

Bir kere, Dünya Su Konseyi, su konusunda dünyada en önemli sivil toplum kuruluşlarından birisi, 300’den fazla üyesi var, Türkiye’de kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları da üyeleri arasında. Bu Konsey gerçekten çok önemli faaliyetler yapıyor, araştırma geliştirme faaliyetleri yanında, bilhassa birincisi Fas’ta olmak üzere, ikincisi Hollanda’da, üçüncüsü Japonya’da, dördüncüsü Meksika’da ve beşincisi de Türkiye’de, İstanbul’da olmak üzere çok önemli toplantılar gerçekleşiyor. Bu toplantılar her üç yılda bir gerçekleşiyor ve toplantılara katılım çok fazla. Özellikle şunu ifade edeyim: Japonya’daki katılım takriben 23 bin kişiydi. Meksika’ya ben de katıldım. Meksika’da çok önemli bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya 18 bin civarında, dünyanın bütün ülkelerinden uzmanlar, her türlü bu konuda karar vericiler, mahallî idare yöneticileri, parlamenterler katıldığı gibi, ayrıca 135 ülkenin bakanları katıldı, bakanlar toplantısı gerçekleşti. Bunun dışında, Forum’a paralel çok sayıda oturum gerçekleştiği gibi, aynı zamanda büyük bir sergi de yapıldı.

İstanbul’da Mart 2009’da yapılacak olan bu büyük toplantı gerçekten bizim için çok önemli. Türkiye’de şu anda çok büyük talep var. Takriben 20 bin kişinin katılacağını tahmin ediyoruz ve sadece 20 bin uzman, bu konuda özellikle profesyonel yönetici, kamu kurumu ve diğer sivil toplum kuruluşları yöneticileri, karar vericiler, parlamenterler, hepsi bu toplantıya katılacak. Hazırlık yapıyoruz zaten, hazırlıklar devam ediyor.

Bunun dışında, bir de ülkemizdeki sanayinin dışarıya tanıtılması açısından -çünkü bakanlar gelecek, genel müdürler, bütün yöneticiler, karar vericiler gelecek- orada gerçekten büyük çapta bir sergi, fuar da açılacak. Bunun dışında, takriben 140 ülkeden bakanların hatta başbakanların geleceğini bekliyoruz. Böylece, sadece Forum değil, aynı zamanda sergi, fuar ve bir de bakanlar konferansı gerçekleşecek. Yalnız özellikle şunu belirtmemde fayda var: 2009 yılında gerçekleşecek olan bu Forum, sergi, bakanlar konferansı, sadece bir haftalık faaliyet değil. Bu faaliyet, aslında, Meksika’dan sonra hemen Türkiye’de başladı. Şu anda, Türkiye’de pek çok yerde bölgesel toplantılar yapılıyor, hatta yurt dışında da yapılacak. Şu anda, misal olarak -az önce Sayın Milletvekilimiz ifade etti bazı bölgesel toplantılar Türkiye’de yapılsın diye- ben hemen söyleyeyim: Ankara, Konya, Antalya, Edirne, Afyonkarahisar, Isparta, Van, Erzurum, Şanlıurfa, İzmir gibi pek çok bölgemizde, Devlet Su İşlerine ait bölgelerde bölgesel toplantılar yapılacağı gibi, bunun dışında, özellikle bu yıldan başlamak üzere yurt dışında, Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Doğu’da, hatta Amerika’da, Avrupa’da, Rusya’da, yaklaşık sekiz dokuz tane büyük bölgesel toplantı yapılacağı gibi, hazırlık olmak üzere, 2008 yılı Martında da İstanbul’da, 2009 yılına hazırlık olarak 2 bin kişilik bir hazırlık konferansı, sergisi de gerçekleşecek. Bunu da haber vereyim.

Yani, aslında, bu Forum’un Türkiye’de gerçekleşmesi gerçekten çok önemlidir, bunu sağlamamız bizim için büyük başarıdır, çünkü çok büyük talep vardı. Zira, bu Forum’un sadece ülkeler arasındaki, özellikle ilim adamlarının, uzmanların bilgi alışverişi yanında, birtakım ortak çalışmalar, turizmin gelişmesi, ülkemizin tanıtılması, İstanbul’un tanıtılması açısından da çok önemli olduğunu biliyorum. Aynı zamanda, Türkiye’de kongre turizminin gelişmesi açısından da önemli bir adımdır çünkü dünyadaki en büyük su toplantısı forumudur. Onu özellikle belirtmek istiyorum.

Şimdi, bu arada bazı sualler oldu. Müsaadenizle bunlara da cevap vermek istiyorum. Bir kere, Türkiye’de, suyun, zaten şu anda, Sayın Başbakanımızın talimatıyla, tek elden yönetilmesi yönünde bir çalışma yapıldı. Bildiğiniz gibi, Devlet Su İşleri de Çevre ve Orman Bakanlığına bağlanmak suretiyle, suyun yönetiminde ciddi bir birliktelik sağlandı. Bu bana göre çok önemlidir. Sanıldığı gibi değil, şu anda Devlet Su İşlerinin kısa, orta ve uzun vadeli planlamaları vardır. Tabii bunu anlatmak saatler alır, ancak ben birkaç tane misal vermek istiyorum. Misal olarak, Beyşehir Gölü’nün öldüğünden bahsettiler. Efendim, şu anda Beyşehir Gölü ölmüyor, Beyşehir Gölü yaşıyor. Zira orada şu anda her yıl Beyşehir Gölü’ne boşa akan -Sayın Milletvekilimizin de ifade ettiği gibi- suların değerlendirilmesi maksadıyla Derebucak’ta Profesör Doktor Yılmaz Muslu Barajı inşa edildi. Gembos derivasyonuyla yılda 135 milyon metreküp Beyşehir Gölü’ne su akıyor. Şu anda Beyşehir Gölü’nde su seviyesi yükseliyor. Herhangi bir problem olmayacak. Gerek Bafa Gölü, Beyşehir Gölü, diğer göllerin hepsi ele alınıyor teker teker. Şu anda biz sadece gölleri değil, sulak alanları da kurtarmak için gerçekten ciddi adımlar attık. Misal olarak, özellikle Develi’deki Sultan Sazlığı yakında inşallah -Zamantı Tüneli açıldı- Zamantı Tüneli’nden buraya su takviyesi suretiyle mutlaka kurtarılacak. Yani planlamalar yapılıyor, ancak zamanımız sınırlı olduğu için bu konuya fazla temas etmek istemiyorum.

GAP’taki yatırımlar yapılıyor. Hükûmetimiz GAP’ı öncelikli proje olarak ele aldı. Yani GAP’ta… Özellikle şunu söyleyeyim: Derelerin satılması diye bir şey söz konusu değildir. Bu yanlış anlaşılıyor. Bizim yaptığımız sadece şudur: Boşa akan, hidroelektrik potansiyeli değerlendirilmeyen bu dereler üzerinde özel sektörün de yap-işlet benzeri, yani Su Kullanım Hakkı Yönetmeliği çerçevesinde bunları yapıp enerji üretip satması, devletin hiçbir mali yükümlülüğü olmadan, hatta bazılarında, çok fazla talep olanlarda ne kadar fazla katkı payı verecekse bu seçimi onların yönünde tercih etmek suretiyle gerçekten çok önemli adım atılmıştır ve kısa zamanda, dört beş yıl içinde en az 15 bin megavat, yani 40 milyar kilovat saatlik bir enerjinin de özel sektör tarafından devreye alınacağını, ayrıca Devlet Su İşlerinin de zaten hâlihazırda yürümekte olan enerji yatırımlarının devam ettiğini özellikle vurgulamak istiyorum.

Bunun dışında, şehirlerle ilgili… Biliyorsunuz şehirlerle ilgili problemler büyük ölçüde çözüldü, herhangi bir problem yok. İnşallah… Kısa vadeli değil, biz sadece günübirlik değil, 2023, hatta 2040 yılı planlamalarını yapıyoruz şu anda. Yani şehirlerin içme suyu temininde, kullanma suyu temininde, sanayi suyu temininde bir problem olmayacak. Yatırımları zamanında yapıyoruz, planlıyoruz.

Sulamalarda yap-işlet-devretten bahsedildi. Efendim, sulamalarda yap-işlet-devret firmalara yapılan herhangi bir menfaat temini değildir. Yıllardır merkezî yönetim bütçesiyle yapılamayan -Devlet Su İşleri yanında- işleri bir an önce hızlandırmak açısından -ben Bütçe Plan Komisyonunda da izah ettim- bunları yap-işlet-devret esasına göre yapsın -baraj bitmiş- sulama tesisini yapsın, işletsin. Bunu çiftçi ödeyebildiği kadar ödeyecek, ödeyemediği kısmını… Zaten Yap-İşlet Kanunu var, 3996 işliyor. Bizim yaptığımız, çiftçinin ödeyemediği kısmını merkezî yönetim bütçesinden ödeyelim şeklinde, böyle bir imkân sağlandı. Katkı payı, merkezî hükûmet katkı payı. Yani çiftçiye bir nevi destek, projelerin bir an önce gerçekleşmesi açısından. Bu, bana göre, şu ana kadar yapılan en büyük adımdır. Birinci büyük adım hidroelektrik santrallerde attığımız adımdır, ikinci adım budur. İnşallah, yüce Meclise yakında gelecek -Bütçe Plan Komisyonundan geçti- geçtikten sonra hemen uygulamaya başlayacağız.

Şimdi, bir de Antalya Milletvekilimiz Sayın Hüsnü Çöllü özellikle Beşinci Dünya Su Forumu’nun organizasyonundan bahsederken İSKİ’ye temas etti.

Değerli dostlar, İSKİ’nin, İstanbul’un 1994 öncesi ne hâlde olduğu herkesin malumu, bütün İstanbul’un malumu. Allah aşkına bunu -benim eski hatıralarımı depreştirdiniz- izah edeyim: Ben 5 Mayıs 1994’te üniversitede ana bilim dalı başkanı iken, kürsü başkanı iken İSKİ Genel Müdürlüğünü ilave olarak yüklendiğim zaman bazı bölgelere on beş günde bir su veriliyordu. İSKİ skandalı yüzünden İSKİ çalışanları “Ben İSKİ’de çalışıyorum.” demekten utanıyordu…

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, İGDAŞ’tan da söz eder misiniz?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …ve 1 milyar dolar -burada İstanbullu milletvekillerimiz var, İstanbul’da yaşayanlar var- borcu vardı.

ATİLLA KART (Konya) – İGDAŞ’tan söz eder misin Sayın Bakan?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Her gün haciz memuru geliyordu. Şimdi, böyle bir İSKİ’yi devraldım ben. Peki ne yaptık?

ATİLLA KART (Konya) – İGDAŞ’taki yolsuzluktan söz eder misin Sayın Bakan?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bakın, beyler…(AK Parti sıralarından alkışlar)

ATİLLA KART (Konya) – İGDAŞ’tan söz edin, İGDAŞ’tan.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şunu da özellikle söylüyorum, bunun kayıtlara geçmemesi için ben bahsetmiyordum şimdiye kadar, ama demek ki bunları bahsetmek gerekiyor. Ben kayıtlara geçmesi için bunu da Meclis Başkanlığına vereceğim.

Bakın biz ne yaptık: Biz…

ATİLLA KART (Konya) –  Sayın Bakan, İGDAŞ ne oldu, İGDAŞ?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – İGDAŞ’ı da anlatacağım, İGDAŞ’ı da anlatacağım.

Bakın, su yoktu. 160 bin metreküplük hazne kapasitesi vardı, biz bunu 5 misli artırdık. Bakın sizin bahsettiğiniz düktil font borular… Benden önce düktil font borular alınıyormuş, fakat inanır mısınız yüzde 100 zamlı alınıyormuş, pahalı. Nasıl alındığına dair ileride izah edeceğim, hatıralarımı yazacağım. Suyun yüzde 65’i boşa akıyordu, kayıptı beyler! Su yok ortada. On beş günde…

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’nın suyunu ne yaptınız Sayın Bakan?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …yirmi günde su verdiğimiz alanlar vardı, boşa akıyordu.

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’nın suyundan haber versene!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ben hepsini haber vereceğim merak etme, hepsini haber vereceğim.

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’nın suyunu anlat!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Netice itibarıyla bakın…

ATİLLA KART (Konya) – On beş yıl önceyi bırakın da Ankara’yı anlatın, Ankara’yı!

ÇEVRE VE ORMAN  BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …yüzde 65’i boşa akıyordu, biz…

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’nın suyunu anlat!

ÇEVRE VE ORMAN  BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) –  Bakın, bu düktil font boruları…

ATİLLA KART (Konya) – Günümüzü anlat!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – … 5.900 kilometre, yüz yılda bu kadar yapılmış, biz bunu 11 bin…

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’yı anlat!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Müsaade eder misiniz…

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen Sayın Bakanı dinleyelim efendim.

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’yı anlat!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Müsaade eder misiniz konuşayım. Rahatsız mı oluyorsunuz?

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’yı anlat!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Niye rahatsız oluyorsunuz?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Bakan, ciddiye almayın!

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’yı anlat!

BAŞKAN – Sayın Kart, lütfen…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Bakan, siz Genel Kurula hitap edin.

BAŞKAN – Arkadaşlar, Sayın Bakanı dinleyelim.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Neticede, 11.785 kilometre boru ulaştırdık ve yüzde 98’ini tamamen yeniledik. Peki, ne oldu? Geçmişte alınıyordu, fakat çok zamlı alınıyordu. Biz ne yaptık? Biz, düktil font boruyla ilgili tröst vardı, al gülüm ver gülüm, bizden önce. Yönetmelik falan yoktu. İlk defa İSKİ’de İhale Yönetmeliği’ni biz çıkardık. (AK Parti sıralarından alkışlar) Tamamen Kamu İhale Yönetmeliği’ne uygundur. Lütfen baksınlar.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Devlet sizinle mi başladı?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bunun dışında, değerli milletvekilleri, özellikle şunu belirteyim: Bu tröstü yıktık. Çok daha iyi, kaliteli, son teknolojiye göre yapılmış, imal edilmiş boruları yüzde 40 ucuz aldık. Geçmişte 1.000 kilometre boru yerine, biz aynı parayla 1.750 kilometre aldık (AK Parti sıralarından alkışlar) ve bununla ilgili gazeteden bahsediyorsunuz ve onların hepsine de tazminat davası açıldı…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Kâğıt üzerinde öyle Sayın Bakan!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …ve büyük tazminat paraları da kazandım. Burada Değerli Bakanımız onu biliyor zaten, kendisi de şahittir.

ATİLLA KART (Konya) – Kim kimin şahidi?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Tazminat paralarını da kazandık. Ayrıca, müfettişler geliyordu sürekli, her hafta bir müfettiş gelirdi. Allah’a şükür, yüzümüz ak, alnımız ak.

ATİLLA KART (Konya) – Kim kimin şahidi?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - 1 milyar dolar borç ödediğimiz gibi, 600 tane tesis bitirdik. İstanbul geçmişte bataklıktı Haliç’iyle, dereler pislik akıyordu, su akmıyordu. Yirmi dört saat kaliteli, Dünya Sağlık Teşkilatının tariflediği standartlardan çok daha kaliteli su her daim akıyor. 7 milyon nüfus 14 milyon oldu, yine akıyor. Haliç tamamen lağım çukuruydu, dikkat edin. Haliç ne hâle geldi? Şu anda 33 tür balık var. Denizlerde şu anda yaz aylarında yüzülebiliyor. Onunla ilgili detaya girmeyeceğim. Demek ki hatıralarımı bir an önce yazmam gerekiyor.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, su forumuyla ilgili görüşlerinizi…

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’nın suyunu anlat!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ankara’nın suyundan da bahsedeyim.

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’nın suyunu anlat!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) - Bakın, Ankara’nın suyu, şu anda Ankara’nın suyu akıyor. Siz ona bakın. Ankara’nın suyu akıyor mu akmıyor mu? Şu anda akıyor. Bütün Türkiye… Bakın sadece Ankara değil.

ATİLLA KART (Konya) – Ankara’da su sorunu yok mu şu anda?

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Su sorunu her yerde var.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şu anda Ankara’da bir problem yok, şu anda akıyor, akmaya devam edecek. Gerekli çalışmalar yapılıyor. Bakın, daha önce…

ATİLLA KART (Konya) – İGDAŞ’ta dokunulmazlığınızı kaldıracak mısınız?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ciddiye almayın Sayın Bakan.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şimdi, efendim, onlara cevap veririz. Lütfen, yerinizden konuşmayın.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, şu su forumuyla ilgili görüşlerinizi izah ederseniz…

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, İGDAŞ’ta… İflas etmiş bir İGDAŞ vardı. Abone sayısı 165 bindi.

ATİLLA KART (Konya) – Dokunulmazlığınızı kaldırmaya cesaretiniz var mı Sayın Bakan? O cesaretiniz var mı İGDAŞ’ta?

SONER AKSOY (Kütahya) – Dinle kardeşim ya!

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Doğal gaz İstanbul’un hiçbir yerinde yoktu, birkaç yerinde vardı. Kısa zamanda bu abone sayısını -Sayın Başbakanımız büyükşehir belediye başkanı olduğu zaman- 165 binden biz 1 milyon 650 bine çıkardık. İstanbul’un her tarafında doğal gaz yaygınlaştı.

ATİLLA KART (Konya) – İGDAŞ yolsuzluğundan söz eder misiniz Sayın Bakan?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Hava kirliliğinden geçilemiyordu daha önce. Lütfen, gazetelerin promosyon olarak gaz maskesi dağıtımı yaptığını hatırlamıyor musunuz? Kaldı ki bunu söyleyen Antalya Milletvekili, bildiğim kadarıyla.

Peki, aynı zihniyet daha önce Antalya’da belediye başkanlığı yaptı. Şimdiki Antalya’nın hâline bakın. Ben Antalya’ya devamlı gidiyorum. Bakıyorum, bir kavşak açılmış, yeni, modern bir kavşak. “Ya bu ne zaman yapıldı?” diyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Helal olsun. Fark bu işte, fark bu.

SONER AKSOY (Kütahya) – Baykal da şaşırıyor bu işe.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Gerçekten herkes şaşırıyor. Herhâlde sayın milletvekilleri Antalya’ya değil de başka yere mi gittik diye sanıyorlardır, o kadar hızlı yürüyor ki.

SONER AKSOY (Kütahya) – Aynen öyle.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ben hatırlıyorum, Antalya’da her zaman taşkınlar olurdu şehir içinde. Şimdi taşkın var mı? Kısa zamanda bütün kanallar yapıldı.

Bakın, değerli arkadaşlar, lütfen yapılan çalışmaları takdir edin. Bir hata varsa hep birlikte üzerine gidelim, ama lütfen insanlarda bu takdiri… Taltif kelimelerinin lügatten silinmesine göz yummayın. Yeter ki takdir edin çalışanları, hata varsa hep beraber üzerine gideriz.

Ben şu ana kadar aşağı yukarı bin iki yüz tane tesis açtım. Hiçbir kişiye nasip değildir. Sayın Başbakanımızla beraber, Allaha şükür, hepsini temel attığımız gün açılış tarihini söyledik ve zamanında bitirdik. Bu ancak yürek ister -böyle bir şey söylemek- şevk ister, millet sevgisi ister, bayrak sevgisi ister, vatan sevgisi ister, bilgi ister, tecrübe ister. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla Allah’a şükür o da bizde var.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Bu Mecliste herkeste var vatan sevgisi, millet sevgisi.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Özellikle şunu ben ifade edeyim: Bu herhâlde bu kadar yeter. Bunu da ben teslim ediyorum. Lütfen… Milletvekilimize de göndereceğim. Lütfen, bakarlarsa memnun olurum.

Şimdi, gelelim Dünya Su Forumu’na. Elbette, bu Dünya Su Forumu’nda parlamenterlerimize özellikle ihtiyacımız var, çünkü parlamenterlerin desteğine de ihtiyacımız var. Sizlerin, uygun gördüğünüz bütün sivil toplum kuruluşlarının buraya katılması, fikirlerini çarpıştırmaları, tenkit ve tavsiyelerini yapmalarından biz büyük mutluluk duyarız gerçekten. Dolayısıyla herkesi davet ediyorum, gerek bölgesel toplantılara gerek Forum’a.

Biz fikirlerin tahdit edilmesinden, sınırlandırılmasından yana değiliz. Herkes fikrini açık bir şekilde söylesin.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakan, forumlara daveti kabul ettik.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Çünkü, özellikle şunu belirteyim, Ziya Paşa’nın meşhur sözü var: “Barikai hakikat müsademei efkârdan neşet eder.” Manası, biraz günümüzün Türkçesine çevirirsek: “Hakikat kıvılcımı fikirlerin çatışmasından ortaya çıkar.” Dolayısıyla, lütfen, hep birlikte fikirleri çatıştıralım. En güzel şekilde, dünyada hakikaten herkese örnek olacak şekilde bu forumu yapalım.

Herkesten yardım istiyorum, destek istiyorum. Özellikle Beşinci Dünya Su Forumu’nun, İstanbul’dan önce ve İstanbul’dan sonra diye anılması lazım. Herkesten, bütün milletvekillerimizden grup farkı, parti farkı gözetmeksizin yardım istiyorum, desteklerinizi istiyorum ve vereceğiniz desteklerden dolayı da şimdiden teşekkür ediyorum.

En derin saygılarımı sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, İGDAŞ’tan söz etmediniz!

BAŞKAN – Şahsı adına, tasarının tümü üzerinde, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün.

MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – Sayın Akgün, konuşmuyorsunuz. Peki.

Tasarının tümü üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Ağyüz, buyurun efendim.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, vatan sevgisi, bayrak sevgisi herkeste vardır. Sadece size ve Başbakana ait olan bir duygu değildir. Ayrıca Beşinci Su Forumu’nun ana teması, su konusundaki farkı görüşleri bir araya getirmeyi amaçlıyor. Siz hangi görüşü sunacaksınız?

Ankara’da ASKİ DSİ’yi suçluyor, DSİ ASKİ’yi suçluyor. İSKİ Genel Müdürünüz “Önümüzdeki yaza hazırlıklı olun.” diyor. Bir su politikanız yok. Göller kuruyor. Politikasız bir bakanlık bu Forum’u düzenlemiş, ne anlam ifade edecek? Belki siz İstanbul’u tanıtmaktan öteye geçemeyeceksiniz.

2023 diyorsunuz, 2040 diyorsunuz. 2023 ile 2040 arasında on yedi sene var Sayın Bakanım, on yedi sene! Hangi vizyonu getiriyorsunuz önümüze?

İSKİ’den bahsederken neden İGDAŞ’tan bahsetmiyorsunuz? Niye dokunulmazlığının kaldırılması önerisine yandaş çıkmıyorsunuz? Çekmece’de, Bağcılar’da, sel suları altında insanlar can verirken nerelerdesiniz Sayın Bakanım? Bunları bir bir önümüze koymanın zamanı, ama bunları, siz çıkıyorsunuz yirmi dakika konuşuyorsunuz…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ağyüz.

Sayın Işık, buyurun.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, söz konusu Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubu’nun 5’inci maddesinde Şubat 2007 sonuna kadar ortak olarak detaylı bir sözleşmenin hazırlanacağı belirtilmektedir. Acaba bu sözleşme hazırlanmış mıdır? Hazırlandıysa daha önce 17,5 milyon avro olarak tahmin edilen toplam forum bütçesi hakkında sözleşmede revize edilmiş yeni bir rakam yer almakta mıdır? Bu rakam, sizin tahmininiz nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Enöz.

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanıma iki sorum var.

Bir: Küresel ısınma ve kuraklık sebebiyle önemini 1 kat daha artıran su ihtiyacının karşılanması bakımından boşa akıp giden suların değerlendirilmesi için baraj ve gölet anlamında neler yapılıyor?

İkinci sorum: Nehirlerimiz ve ırmaklarımız fabrikaların kimyasal atıkları sebebiyle son derece kirli akmaktadırlar. Bu da çevre kirliliği, ekolojik dengenin bozulması, sudaki canlı hayatın yok olması gibi çevre felaketlerine yol açmaktadırlar. Bu konuda neler yapılmaktadır?

Ayrıca, Gediz Nehri’nin kirlilikten kurtarılması Ege Bölgesi için son derece önemlidir. Gediz havzasının temizlenmesi için neler planlıyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Enöz.

Sayın İnan.

MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, böyle bir toplantının Türkiye’de yapılmasının son derece önemli avantajları olduğunu belirtmek istiyorum. Türkiye'nin küresel anlamdaki su kaynaklarının kullanılması konusunda, bu konuda ev sahipliği yapması Türkiye’ye birtakım avantajlar sağlayabilir, millî bir politikayla, bütün siyasi partilerin de desteğiyle önemli bir avantaj elde edilebilir diye düşünüyorum.

Su Forumu’nun ana gayesinin suların verimli bir şekilde kullanılması olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, bugün dünyada ve Türkiye'mizde boşa giden suların son derece ülkemizi ve dünyayı sıkıntıya soktuğunu biliyoruz. Türkiye’deki boşa giden suların, özellikle yer altı sularının bilinçsiz kullanımından dolayı, içme suyu ve sulama suyu olarak kullanılmasından dolayı birtakım sıkıntılar yaşanıyor. Kısa vadede bunlara bir tedbir düşünüyor musunuz?

İkincisi de Niğde özelinde. Niğde Yeşilburç Barajı’nın ne zaman bitirileceği ve hangi safhada olduğunu öğrenmek istiyorum.

Üçüncüsü…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.

Sayın Orhan…

AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkürler.

Sayın Bakanım, ben birtakım yerel sorunlar üzerinde durmak istiyorum.

Gediz Ovası’nda tarımsal sulama faaliyetleri mevcut açık sulama kanal ve kanaletleri vasıtasıyla yapılmaktadır. 1970’li yıllardan kalmış olan bu tesisler ciddi hasarlı durumda olup önemli miktarda bakıma ihtiyaç duymakta, ancak bu yerine getirilmemektedir. Bunun sonucu olarak, onca su kıtlığına rağmen, sulamada kullanılamadan suyun önemli bir kısmı zayi olmaktadır. Gerek açık sulama sisteminin mahzurlarının ortadan kaldırılması gerekse su zayiatının önlenmesi için herhangi bir tedbir düşünülmekte midir?

Ayrıca, mevcut sulama sistemleri, yapılan uygulamayla, sulama birliklerine devredilmiş durumdadır. Sulama birlikleri, sulama suyu birim fiyatlarını her sezon başında, genellikle de genel enflasyonun 2 katı zam oranında artışlarla belirlemektedir. Bu zam oranları çiftçimizde ciddi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Orhan.

Sayın Öztürk

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öncelikle, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda yap-işlet-devret modelini anlattığını öyle bir sundu ki, sanki Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinin tamamı ikna olmuş bu sunuşundan. Böyle bir şey yok. 94 seri numaralı dağıtılan kanun tasarısındaki Demokratik Sol Parti muhalefet şerhini okumalarını tavsiye ederim.

Şimdi, Dünya Su Forumu Organizasyonu içinde AB üyesi müstakbel ortaklarımız da elbette vardır. AB’nin Türkiye’yle ilgili ilerleme raporlarında Türkiye’ye dayattığı sınır aşan suların yönetiminin uluslararası bir yönetime bırakılması talebini bütün milletimiz bilmektedir. Bu Forum’un AB ülkelerinin bizden talepleriyle bağlantısı nedir? Öncelikle onu sormak istiyorum. Zira, görüşmekte olduğumuz tasarının, çerçeve anlaşmanın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Bakanım, malumlarınız olduğu gibi, son nüfus sayımına göre Gaziantep 1,5 milyon nüfusu aşmış, şehir içi nüfusu ise 1 milyon 50 bin civarındadır. İleride Ankara gibi su sıkıntısı çekmemesi için şu anda bu su konusuyla ilgili ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?

İkincisi, ikinci sorum: Fırat’ın bir kolu olan, Gaziantep’ten çıkıp Oğuzeli arazisini sulayan Sacır Nehri’nin arıtması son derece kötüdür ve buradaki sulu tarım yapan çiftçilerimizin arazileri verim vermemektedir. Bu arıtmayla ilgili, yeni arıtmayla ilgili neler düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özdemir.

Sayın Cengiz…

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, bildiğiniz gibi, küresel ısınma ve küresel kuraklıktan dolayı 2040 yılından sonra da ülkemizde bir çölleşme beklenmektedir. Bu göz önüne alınırsa, ülkemizin sularının daha tasarruflu ve en üst düzeyde rantabl bir şekilde kullanılması amacıyla, sınırlarımızı terk eden veya denizlere dökülen nehirlerimizin ve akarsularımızın, acaba kapalı devre sistemi şeklinde denizlere dökülmesi ve sınırlarımızı aşması engellenerek, kapalı sistem şeklinde ülkemiz içinde değerlendirilmesi düşünülüyor mu? Böyle bir proje var mı? Hem su kaynakları hem de tarım açısından önemli bir düşünce ve proje olacağını tahmin ediyorum. Bu konuda bir düşüncemiz var mıdır?

İkinci olarak da Çanakkale Gelibolu ilçemizdeki Çokal Barajı, yoğun yağış ve sel felaketi dolayısıyla 4 kez yıkılmıştır. Bununla ilgili kısa zamanda bir düşüncemiz, projemiz var mıdır? Uzun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, 2007 yılında sormuştum burada, Kahramanmaraş Kılavuzlu sulamasını 2010 yılında bitireceğinizi söylemiştiniz, ama bu sene ayırdığınız ödenek 5 trilyon lira, eski parayla. Yalnız, bunun bitmesi için 27 trilyona ihtiyaç vardı. 2010 yılında bitirilmesi için bu iki yıla yayacak mısınız kalan ödeneği?

İkinci sorum: Adatepe Barajı için 2008 yılında ne kadar ödenek ayırdınız? Söz konusu barajı ne zaman bitirmeyi düşünüyorsunuz?

Üçüncü sorum: Kahramanmaraş Andırın Geben Barajı için yatırım programına ne zaman ödenek ayıracaksınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkana teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanımıza sormak istiyorum. Türkiye'nin pek çok bölgesinde olduğu gibi Çukurova’da da sulanabilir arazilerin ancak yüzde 40’ı sulanabilmektedir. Bu çerçevede, ovanın can damarı olan ve yıllardan beri bitirilemeyen İmamoğlu, Yumurtalık ve Karataş Sulama Projelerini bitirmeyi düşünüyor musunuz? Düşünüyor iseniz, ne kadarlık bir zaman dilimi içerisinde bu projeleri tamamlayacaksınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, buyurun.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Çok teşekkür ediyorum.

Şimdi, özellikle şunu ifade edeyim: Anlaşma metninde Şubat 2007 tarihine kadar yeni bir sözleşme hazırlanması öngörülmekle birlikte, Dünya Su Konseyinden bu konuda bir talep gelmemiş. Yapılan anlaşmalar yeterli görüldüğü için 17,5 milyon euroluk maliyette herhangi bir değişiklik söz konusu değildir, onu özellikle belirteyim.

Tabii ki, küresel ısınma ve kuraklığa karşı baraj ve göletler yapılıyor. Şu anda, planlanmış çok sayıda barajımız ve göletimiz mevcut. Ben Sayın Vekilimize, Sayın Enöz’e bunların listesini, hangi barajlar yapılıyor, planlandı, onların listesini göndereyim; burada çok zamanımız yeterli olmayabilir.

Bir de Gediz ile ilgili sualiniz vardı. Gediz, hakikaten ele alınması gereken çok önemli bir havza. Bu konuda şu anda, benim özellikle Manisa ve İzmir’e gidişimden sonra, Gediz’le alakalı bütün birimlere talimat verildi. Valilikler, Çevre ve Orman Bakanlığına ait bütün birimler şu anda çalışma yapıyor ve inşallah önümüzdeki ay, şubat veya mart ayında İzmir’de büyük bir toplantı yapılarak Gediz bütünüyle masaya yatırılacak. Onu özellikle belirtmek istiyorum.

Sayın Cengiz’in belirttiği, 2040 yılında çölleşmeden bahsetti. Tabii, bu bir tahmin. Ancak, tabii ki, mutlak surette suda tasarruf gerekiyor. Yani, suyu israf etmeye hakkımız yok. Bu bakımdan, bir kere suyun en büyük kısmı, yüzde 75’i sulamada kullanılıyor. Geri kalan yüzde 25’i ise içme, kullanma ve sanayi suyu ihtiyacında kullanılıyor. Yani, yaklaşık olarak yılda şu anda 40 milyar metreküp su kullanılıyor; bunun 30 milyar metreküpü -yuvarlak olarak söylüyorum hatırda kalması için- sulama suyu olarak, geri kalan 10 milyar metreküpü ise içme, kullanma, sanayi suyu olarak kullanılıyor. Yaklaşık 6 milyar metreküpü -yılda- içme ve kullanma suyu, 4 milyar metreküpü de sanayide. Dolayısıyla, yaklaşık 112 milyar metreküp suyumuz var. Bunun 40 milyar metreküpü kullanılıyor. Ancak, biz geri kalan suyumuzu, nasıl olsa suyumuz var diye, böyle bir anlayışta değiliz. Vatandaşlarımızın suyu tasarruflu kullanması lazım. Ayrıca, bilhassa esas tasarruf edilecek husus sulamadır. Biz son zamanlarda karar aldık. Artık, sulama sistemlerinde açık, iptidai sulama sistemlerinden vazgeçtik. 2003 yılından itibaren, mevcut projeler dahi, “kapalı sistem” dediğimiz basınçlı sulama sistemlerine dönüştürülüyor. Ayrıca Hükûmetimiz, bilhassa damlamalı sulamada, hem Ziraat Bankası hem de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, biliyorsunuz damlamalı sulama için teşvik veriyor. Dolayısıyla, bunları mutlaka geliştirmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Gelibolu Çokal Barajı’nı bizzat inceledik. Maalesef büyük bir feyezan oldu, orada kısmi bir hasar var; ama müteahhitle görüşüldü, bizzat ben kendim de müteahhidi çağırarak, bunun bir an önce tamir edilip, Çokal Barajı’nın inşaatının hızla tamamlanması talimatını verdik diye düşünüyorum.

“Bazı boşa akan suları acaba yurt içinde kullanabilir miyiz?” şeklinde bir sual vardı Sayın Vekilimizden. Zaten bunu bazı yerlerde yapıyoruz. Misal olarak Akdeniz’e akan Zamantı Deresi üzerinde bir regülatör yaparak, tünelle bunu Kayseri, yani Develi Ovası’na aktarıyoruz. Şu anda tünel inşaatı bitti, regülatör inşaatı başladı. Ayrıca, az önce belirttiğim gibi, bir misal olarak, beş yere su verilen Derebucak Gembos derivasyonu, ayrıca Mavi Tünel Konya’da, bu gibi pek çok proje var. Denize akan suları, boşa akan suları, öncelikli olarak ihtiyacı olan yerden başlayarak, en çok ihtiyacı olan yerlerden başlayarak… Bunlar zaten yapılıyor, yeni planlamalar da var.

Sayın Paksoy’un da ifade ettiği Kahramanmaraş Kılavuzlu sulaması için şu anda ödenek ayrıldı, ancak… Bunu hakikaten biz de kısa zamanda bitirmeyi planlıyoruz. Ben “2010 yılı sonuna kadar bitirmek için gayret edilecek.” diye söylemiştim; o sözümüz hâlâ bakidir, onu belirteyim.

Adatepe Barajı’yla ilgili: Maalesef, şu anda iz bedel. Bunu, belki 2009 yılında açarak… Ben bizzat kendim de bu barajı gördüm, hakikaten önemli bir baraj, ancak maddi imkânlar, şu anda bütçeden ayrılacak para yeterli değil. Bir de bu baraj iz bedel olduğu için, YPK (Yüksek Planlama Kurulu) tarafından çıkarılması gerekiyor izden. Herhâlde 2009’da çıkaracağımızı düşünüyorum.

Andırın’la ilgili projelere bakacağım.

Ayrıca, özellikle Çukurova’daki İmamoğlu sulamasından Sayın Tankut da herhâlde bahsetmişti. İmamoğlu sulaması, 75 bin hektarlık alanı sulayacak çok önemli bir proje, birinci öncelikli. Bunun için, Yedigöze Barajı bekleniyordu biliyorsunuz. Yedigöze Barajı’nı bir özel sektör yapacak. Sulaması için de proje yapımı başladı. İnşallah, İmamoğlu’nun -75 bin hektarlık bu mümbit ovayı sulayacak- yakın bir zamanda projesi bitirilip ihalesi yapılacak. Ya yap-işlet-devret veyahut da öz kaynakla yapılacak, onu özellikle belirteyim.

Bunun dışında, Sayın Özdemir’in bahsettiği hususlar vardı. Onu zaten ele aldık, onunla ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Bunu bizzat daha önce de Sayın Vekilimizle görüşmüştük. Ancak, Gaziantep’in içme suyuyla ilgili olarak da masaya yatırdık bunu Gaziantep Büyükşehir Belediyemizle birlikte. Hatırlayacağınız üzere, özellikle Kahramanmaraş tarafındaki Mizmilli kaynaklarından çok acil olarak biz Gaziantep’e su temin ettik. Ama, şu anda yeni bir baraj projemiz var, onun planlamasını yapıyoruz. Yani, Gaziantep’i asla susuz bırakmayacağız, onu özellikle vurgulamak istiyorum.

Diğer hususları da Sayın Vekilim, takip ediyoruz. Yeni arıtma, Sacır Nehri’yle ilgili konuyu ele alacağım ben.

Gediz’den bahsettim.

Sulama birlikleriyle ilgili, onlarla ilgili durum nedir? Onu, teferruatlı olduğu için -vaktimiz sınırlı- Sayın Vekilim, detaylı şekilde ben size o konuda bilgi sunacağım.

Bir de Sayın Öztürk’ün belirttiği bir husus vardı. “Yap-işlet-devret konusunda yeteri kadar bilgi verilmedi.” dendi. Efendim, yap-işlet-devreti, 3996 sayılı Kanun’da değişiklik yapılmasına dair yeni bir kanun teklifinde, sadece ben üç saat orada bilgi verdim, ayrıca Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım Beyefendi de orada yeteri kadar bilgi verdi, tahmin ediyorum açıklığa kavuşturduk, ama tenkitler de olabilir. Ama, Plan Bütçe Komisyonumuzdan geçerek yüce Meclisimize, Genel Kurulumuza intikal etti. Onu, ben özellikle arz etmek istiyorum.

Tabii, bu su yönetiminde, Türkiye, bilhassa sınırları aşan sularda gerekli hakkını, hukukunu koruyacaktır; bu hakkını, hukukunu başka bir ülkeye veya Avrupa Birliğine devretmesi diye bir şey asla söz konusu değildir. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Tahmin ediyorum suallerin çoğuna cevap verdim, ama uzun olanlara yazılı olarak cevap vereceğiz.

Hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum efendim, sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Sayın milletvekilleri, tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

BEŞİNCİ DÜNYA SU FORUMU ORGANİZASYONU İÇİN ÇERÇEVE ANLAŞMA İLE BEŞİNCİ DÜNYA SU FORUMU ANLAŞMA MEKTUBUNUN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 24 Haziran 2006 tarihinde Marsilya’da imzalanan “Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma” ile 18 Ocak 2007 tarihinde Ankara’da imzalanan “Be-şinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubu”nun onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Kendisi komisyonda Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gruplar adına başka söz talebi yok.

Şahsı adına, Kahramanmaraş…

OKTAY VURAL (İzmir) – MHP Grubu adına Akif Akkuş konuşacaklar efendim, bildirmiştik.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Akif Akkuş, Mersin Milletvekilimiz. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Akkuş.

MHP GRUBU ADINA AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 74 sıra sayılı Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun 1’inci maddesine bağlı olarak MHP Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Şimdi, benden önce konuşan arkadaşlarımızın hemen hemen hepsi, Beşinci Dünya Su Forumu’nun bugüne kadar nasıl bir geçmiş izlediğini ve 2009’da Türkiye’de yapılacağına dair bilgiler verdiler. Elbette ki bu Su Forumu’nun İstanbul’da ve Türkiye’de düzenleniyor olması bizi mutlu etmektedir ve ülkemize önemli katkılar sağlayacağı kanaatindeyim. Çünkü ülkemiz, bilindiği gibi, Orta Doğu’da, yani özellikle yazların çok kurak geçtiği bir bölgede bulunmakta. İnsana yahut tarım alanlarına su ne zaman lazım oluyor? Yaz aylarında lazım oluyor. Ama, o “kurak devre” dediğimiz yaz aylarında su yok, oldukça da azalmış bir durumda bulunuyor.

Tabii, su, hemen hemen her yerde bulunmakta. Yani elimize aldığımızda, baktığımızda su yokmuş gibi gördüğümüz maddeler içerisinde bile, eser miktarda da olsa, su bulunmaktadır. Bu su, genellikle “su döngüsü” dediğimiz birtakım olayların birlikte hareketiyle meydana gelmektedir. Atmosferden yeryüzüne düşen suyun tamamı kullanabileceğimiz bir su değildir. Bunun bir kısmı yer altına sızar, bir kısmı bitkiler tarafından tutulur, bir kısmı da buharlaşır, geri kalanı denizleri ve gölleri doldurmak üzere yüzeysel akışa geçer. Elbette bu “su döngüsü” dediğimiz döngüde eğer bir aksaklık olursa göl ve denizlere dökülen su miktarında da birtakım değişiklikler söz konusu olacaktır.

Demin bahsedildi, su sanki bitmez tükenmez bir kaynak gibi görülüyor. Yahut nehirlerin yataklarının değiştirilemeyeceği belirtildi. Burada Orta Asya’daki Ceyhun Nehri’ni örnek vermek istiyorum. Ceyhun Nehri Hindikuş Dağları’ndan kaynağını alan ve dünyanın en hızlı akışlı kollarına sahip olan nehirlerden birisidir. Yakın bir geçmişe kadar Aral Gölü’nü besleyen önemli bir akarsu idi. Ancak, bugün Aral Gölü çevresinde çok dramatik çevre olayları yaşanmaktadır. Aral Gölü’nün suları süratle sığlaşmakta ve çekilmekte. Böylece Karukum Çölü gibi, Kızılkum Çölü gibi çöl alanlarının sahası genişlemektedir.

Biz genellikle suyu yer üstü ve yer altı suları diye ayırmaktayız. Yer altı suları da bir şekilde atmosferden yeryüzüne düşen suların yer altına sızmasıyla meydana gelmektedir. Genellikle bugün gürül gürül akan nehirlerimizin suları önemli oranda bu kaynaklardan beslenmektedir. Tabii, günümüz dünyasında tabii su dolaşımı insanın etki alanı içerisine girmiştir.

İnsan, doğal bitki örtüsünü tahrip ederek yüzey sularının hızla akmasına, taşkınlara meydan vermektedir. Yine, şehirleşme, sızma kayıplarını azaltacağından, bu da yine şehir içerisinde taşkınlara sebep olmaktadır.

Büyük barajlar yapıyoruz, bu barajlar, buharlaşmayı artıracak, neticede, akarsuyun rejimi üzerinde son derece etkili olacaktır.

Bir başka dramatik olaysa, bu akarsularımızın, çevresindeki birtakım yerleşim alanlarında yaşayan insanlar tarafından kirletilmesidir.

Tabii, burada, hemen şuna girmek, şunu belirtmek istiyorum: Tabii, suyun önemi hakkında tekrar bilgi vereceğim ama, aklıma gelmişken, biz şimdi diyoruz ki, ülkemiz sanayileşsin, ülkemiz kalkınsın, ülkemiz üretimde büyük boyutlara ulaşsın istiyoruz, bu bizim hakkımız. Dolayısıyla, sanayide ilerledikçe, sanayi geliştikçe su kullanımı artacaktır, bu da bir gerçektir. Mesela, bir otomobil üretmek için 300 ila 400 ton suya ihtiyaç vardır, bir otomobilin üretilmesi için; bir ton çelik için 240 ton suya ihtiyacımız bulunmaktadır, bir kilogram kumaş üretmek için ise 200 litre su kullanılmaktadır. Yani, biz, suyu, genellikle, sadece, herhâlde, geçtiğimiz yaz Ankara’nın büyük bir su sorunuyla karşılaşmasından dolayı sadece içme suyu gibi düşünüyoruz ama, su, bunun yanında, tarım alanlarının sulanması, hidroelektrik elde edilmesi, temizliklerin yapılması gibi özelliklerinin yanında, sanayinin de son derece önemli bir ham maddesidir, bu bakımdan da ele alınması, değerlendirilmesi gerekir. Kısaca su, insanın çeşitli ihtiyaçları için kullanabileceği bir madde olarak karşımıza çıkıyor.

Bugün dünyada bir su sorunu konusu var. Bunu bazen Birleşmiş Milletler “Su Konseyi”, “Su Hukuku” gibi kuruluşlar kurarak gündeme taşıyor, gündeme getiriyor; bazen de “sınır aşan sular” olarak bunları gündeme getiriyor.

Önümüzdeki yıllarda dünya nüfusu hızla artacak, suya olan ihtiyaç artacak. Bunun sonucunda, bugün, gerek Türkiye’de gerek Orta Doğu’nun birçok yerinde kırsal kesimdeki insanlar arasında yaşanan arbedenin büyük bir kısmı su yüzünden olduğu gibi, Orta Asya, Afrika ve Orta Doğu’daki devletler arasındaki savaşların bir kısmının da sebebi yine su sorunudur.

Tabii burada üzerinde durmak istediğim konulardan bir tanesi, kısaca, sınır aşan sular. Ülkemizdeki bir kısım sular sınır aşan sular kapsamı içerisine girmektedir. Mesela Meriç Nehri, Çoruh Nehri, Dicle Nehri, Fırat Nehri, Aras Nehri, Asi Nehri gibi nehirlerimiz bu sınır aşan sular kapsamı içerisine girmektedir.

Birleşmiş Milletler bu konuda, sınır aşan suların nasıl kullanılacağı konusunda birtakım kararlar, kurallar ortaya atmakta, bunları ileri sürmekte ama bu karar ve kurallar da öyle pek uygulanacak gibi gelmiyor. Bu yüzden de biz elimizdeki imkânları kullanarak kendi ülkemizdeki suyu dikkatli kullanmak, sudan azami ölçüde istifadeyi sağlayıp ama en az miktarda kullanarak bu yolu seçmemiz gerekir diyorum.

Değerli milletvekilleri, bizim yapacağımız basit işler var, yani evlerde kullandığımız suyu biraz azaltabilmek için. Diyorum ki: Musluklarınızı, sifonlarınızı daima bakımlı tutun, bozuk olanları hemen onarın, çünkü saniyede bir damla akan su yılda 3 metreküplük, yani 3 tonluk bir tüketime tekabül etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akkuş, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Teşekkür ederim.

Banyo yerine duşu tercih edin. Duşta 50 litre, banyoda 150 litre su kullanıyoruz.

İçme suyu dışındaki suları bir kez kullanmaya çalışın. Sebze ve meyve yıkadığınız suyla çiçekleri ve bahçeleri sulayabilir, temizlik yapabilirsiniz. Bahçenizi sulamak için buharlaşmanın az olduğu sabah ya da akşamüstü saatlerini tercih edin diyor, şunları da belirtmek istiyorum:

Dünya Su Konseyi, bilindiği gibi, işte kuruluşu belli. “Ülkemiz genelindeki bu Forum’un sorumlusu Devlet Su İşleri olacak. 1 milyon euro, Türkiye tarafından, altı taksit hâlinde, Dünya Su Konseyi Merkez Ofisi hesabına aktarılacak, ancak Devlet Su İşleri Vakfı, Forum bütçesinin muhasebesinden ve gerekli transferlerden sorumlu olacaktır.” diyor. Burada şöyle bir soru aklıma geliverdi, tabii vaktim yok: Bu Devlet Su İşleri bir devlet kuruluşu…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akkuş, artık, Sayın Bakana iletirsiniz taleplerinizi.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahsı adına, Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak…

Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün.

Sayın Akgün, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, hayatın kaynağı olan su üzerinde konuşuyoruz. Son yıllarda özellikle küresel ısınmanın etkilerinin iyice hissedilmesi, hızla su kaynaklarının tükenmesine yol açmaktadır. Aslında, Türkiye, zannedildiği gibi su zengini bir ülke değildir, su fakiri bir ülkedir ve dünya ortalamasının neredeyse üçte 1’i oranında su varlığına sahiptir.

Son yıllarda ülkemizin bütün bölgelerinde olduğu gibi Orta Anadolu’da da kuraklığın etkileri hızla hissediliyor. Bir çoraklaşma, bir çölleşme ve kuraklığın her alana yayılan etkileri söz konusu. Hatta hatta, köylerimizi ziyaret ettiğimiz zaman, eskiden göllerin bulunduğu alanlarda şimdi çökmelerin olduğu, obrukların oluştuğu ve birçok çevre felaketinin de bununla birlikte yaşandığı bir vakıa.

Özellikle Konya Kapalı Havzası, eskiden, çok önemli sulak alanları besleyen bir havzaydı. Yakın zamana kadar, Hotamış Su Gölü gibi, Süleymanhacı Gölü gibi, Ak Göl gibi dünyanın nadide sazlıklarının bulunduğu bir alandı. Ama kuraklıkla birlikte ve bilinçsiz su tüketimine bağlı olarak bu alanlar hızla kuruyor. Hatta, bırakın bu alanları, Beyşehir, Akşehir, Meke Gölü gibi dünyanın güzel gölleri de -nazar boncuğu olan bir Meke Gölü de- hızla tükeniyor ve yok oluyor. İşte, özellikle bu anlamda yer altı suyu, yer altı sulaması, tarımsal sulama önem kazanıyor.

Yıllardan beri bilinçsiz açılan kuyular, açık sulama kanalları, suyun hoyratça kullanılması, mevcut su varlığını ve su potansiyelini yok olacak seviyeye getirdi. Devlet Su İşlerinin yaptığı ölçümlere göre, son yirmi yılda bu bölgede, Konya Kapalı Havzası’nda su varlığı 25 metre civarında çekilmiş durumda ve Devlet Su İşlerinin yine yaptığı ölçümlere göre, bu kapalı havzadaki su varlığı, neredeyse Tuz Gölü’nün su seviyesine yaklaşmış durumda. İşte, yer altı suları ve buradaki su varlığı şu anda çok önemli bir kurumayla karşı karşıya. Neredeyse, eskiden hububat alanı olan, Türkiye’nin hububat ambarı olan Konya, Karaman Ovaları kuraklıkla, çölleşmeyle karşı karşıya. Bu anlamda, özellikle son yıllarda bölge için önemli birtakım projelere Hükûmetimiz destek veriyor. Bunlardan birisi Mavi Tünel (KOP) Projesi, yani boşa akıp giden Göksu Nehri’nin verimli Karaman ve Konya Ovası’yla buluşturulması projesi. Belki otuz beş yıldır dillendirilen, hemen hemen her iktidarın bu anlamda söz verdiği projelerden olan bu Mavi Tünel Projesi’nin, geçtiğimiz yıllarda, Hükûmetimiz döneminde, yatırım programına alınmak suretiyle temel atma töreni gerçekleşmiş ve hızla yapımına başlanmış durumda. Bu proje bittiği zaman özellikle Konya bölgesinde ve Karaman bölgesinde çok önemli bir alan sulama imkânına kavuşmuş bulunacak. Bu, bölgeye hayat verecek bir proje. Bu projeye emek veren Bakanımız ve diğer yetkililere teşekkür ediyorum. Ancak, mevcudu az olan su kaynaklarının kullanımı açısından mutlaka kapalı şebekeleri özendirmemiz lazım. Yani yağmurlama ve damlama su sistemlerini bu bölgede yaygınlaştıracak projelere daha fazla destek vermemiz lazım.

Son dönemlerde Ziraat Bankasının uyguladığı damlama sulamaya teşvik sisteminde bazı aksaklıklara rağmen önemli mesafeler alındı. Bu arada, Çevre Bakanımızın katkısıyla, bizim özellikle Karaman ve Konya bölgesinde kapalı şebekeleri artıracak önemli bir projeye imza atıldı ve bu bölge bir pilot bölge seçildi. Bakanlığımız, bu bölgede kapalı şebekeyi gerçekleştirmek isteyen kooperatifler, birlikler ve çiftçilere önemli destekler vermek suretiyle önümüzdeki dönemde bu su varlığının ekonomik olarak kullanılması için bir destek ve bir teşvik mekanizması peşinde. Bu çalışmalarından dolayı Bakanlığa teşekkür ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akgün, konuşmanızı tamamlayınız.

MEVLÜT AKGÜN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, özellikle yer altı suları noktasında mutlaka bir yasal düzenleme yapılmalı, kaçak kuyuların önüne geçilmeli, mevcut sular çok ekonomik kullanılacak modellerle kullanılmalı ve özellikle çiftçimizi, insanımızı su tasarrufu noktasında bilinçlendirecek, ilkokuldan başlayan bir eğitim seferberliğine, bir kültür seferberliğine topluca geçmeliyiz. Bunun için de bir su politikası aslında oluşmalı diye düşünüyorum.

Bu görüştüğümüz kanun tasarısının hayırlar getirmesini diliyor, yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akgün.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Varlı…

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, topraklarımızın çoraklaşmaması için en önemli unsur drenaj kanallarıdır. Çok uzun yıllar önce drenaj kanalları açıldı, Allah devletimizden razı olsun, fakat şu anda drenaj kanalları aşırı derecede tıkanmış durumda. Sulama birliklerine söylüyoruz, onlar, güçlerinin yetmeyeceğini söylüyorlar, DSİ’ye söylüyoruz, efendim, yakıt olmadığını, o işin sulama birliğine ait olduğunu söylüyorlar, birbirlerinin üzerine atıyorlar, ama arada çiftçi ve topraklarımız kaynıyor. Bu işe mutlaka bir çözüm bulunmalı, bir.

İkincisi, sulama birlikleri enflasyon oranını filan göz önünde bulundurmadan her yıl sulama ücretlerine zam yapıyorlar. Zaten sıkıntıda olan çiftçimize ayrıca bir yük getiriyor. Bunun da çözülmesi gerekiyor.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Varlı.

Sayın Özkan…

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Sayın Bakan, küresel ısınma ve kuraklık sonucu, Burdur, Salda, Karataş, Söğüt, Kırlı, Kestel ve Yarışlı Göllerinde su rezervlerinde azalma ve kuruma söz konusudur. Bölgemizde kuraklığa çare olacak Karaçal Barajı’na, kedinin fareyle oynadığı gibi, yaraya merhem olmayan küçük çaplı ödenekler ayrılmaktadır. Güçlü bir ödenek ayırıp bir iki yıl içinde barajı bitirmeyi düşünüyor musunuz? Aksi hâlde su bitecek, baraj da bitmiş olacak. Taban suyu her yıl 4-5 metre uzaklaşarak şu anda Burdur bölgesinde 150-200 metrelerden vatandaşlarımız su çıkararak üretim yapmaktadır. Bu konuya, acilen para katkısıyla yardımcı olmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özkan.

Sayın Enöz

MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanıma bir sorum var.

Zaten az olan suyumuzun, her yerde olduğu gibi özellikle de tarımsal sulamada verimli olarak kullanılmasını teminen damlama sulama sistemine acilen geçilmesi mecburiyeti vardır. Çiftçilerimiz bu konuda desteklenmektedir. Bu destekler, Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri tarafından yapılmaktadır. Ancak, Ziraat Bankası bu desteği yıllık yüzde 7 faizle yaparken, aynı destek tarım kredi kooperatifleri tarafından yüzde 13,13 faizle yapılmaktadır. Aradaki fark, neredeyse yüzde 100’e yaklaşmaktadır. Bu da hem çiftçilerimizin hem de tarım kredi kooperatiflerinin şikâyetlerine yol açmaktadır. Bu konuda tarım kredi kooperatiflerinin desteğini Ziraat Bankasının düzeyine getirmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Enöz.

Sayın Öztürk

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanın, sınır aşan sularla ilgili olarak Türkiye’nin hakkını, hukukunu koruyacaklarını söylemiş olmasından ve bu beyanının tutanaklara geçmiş olmasından duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim. Ancak, görüşmekte olduğumuz Çerçeve Anlaşma’nın üçüncü bölümündeki “Dünya Su Forumu Su Dünyası için tartışmalı su konularında paylaşılan fikirlerin geliştirilmesi, yeni ortaklıklar oluşturulması ve işbirliği ile eylem yolunu açmak için fırsatlar sunar.” şeklindeki ibarenin hafife alınmaması, söz konusu Forumun, aleyhimize uluslararası kamuoyu oluşturmasına fırsat ve izin verilmemesi gerektiğini ifade ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Bakandan şunu öğrenmek istiyorum: Tunceli’nin hudutları içinde, özellikle Munzur Vadisi’nde ve Bingöl’le arasında –o, Karasu galiba, ismini bilmiyorum- kaç tane baraj yapmayı planlamışsınız? Bu barajların şu andaki durumu nedir? Ne safhadadır? Onu öğrenmek istiyorum.

 Bir de geçen gün Urfa’dan bana telefon eden bir ziraat odası başkanı dedi ki: “Efendim, bizim 6-7 bin tane kuyumuz var. Biz buradan elektrikle su çıkarıyoruz. 2000 tarihinden bugüne kadar bize elektrik faturaları gönderilmedi. Şimdi her aileye, gecikme zamlarıyla birlikte 600 milyar, 700 milyar fatura gönderildi.”

Siz bu kuyu sahiplerinin elektriğini kesecek misiniz? Elektrik paralarını nasıl tahsil edeceksiniz? Onu öğrenmek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakana iki sualim var.

Biricisi, İzmir’in su ihtiyacı var. İZSU Genel Müdürlüğü’nün -İzmir Büyükşehir Belediyesi- bu konuda, Çamlı Barajı’nın yapılması konusunda talebi var. Ancak, maalesef, bunun yatırım programına alınması mümkün değil. Acaba -İstanbul’da, belediyeyle, su projesini, su ihtiyacını gidermek için iş birliği yapılıyor, Ankara’da yapılıyor- İzmir Büyükşehir Belediyesinin bu konudaki talebinin uygun görülmemesinin sebebi nedir? Bu, özellikle Çamlı Barajı ve oradaki altın aramayla alakalı mıdır değil midir? Bunu öğrenmek istiyorum.

Geçen bir sual soruldu Sayın Enerji Bakanına. Bununla ilgili, İzmir Büyükşehir Belediyesine, yapımından vazgeçtiğini 99 yılında bildirmiş, ama 3 Ekim 2007’de proje tanıtım dokümanını tekrar göndermişti. Dolayısıyla, bu konuda, İzmir Çamlı Barajı’nın yapılması konusunda olumlu bir cevabınızı bekliyorum.

İstanbul’la ilgili, özellikle Alibeyköy Deresi için yatırım yaptınız, 49 trilyon. Başbakan dedi: “Bir sorun tarihe gömüldü.” Tarih 2006 Eylül…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Vural, teşekkür ediyorum, otomatik kesildi…

Evet, Sayın Bakan bunlara bir cevap versin.

Buyurun Sayın Bakanım.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Hakikaten, Sayın Varlı’nın bahsettiği drenaj kanalları çok önemli. Esasen, tabii ki, Devlet Su İşleri işletmeci bir kurum değil aslında. Sulama şebekelerini yapmak suretiyle, sulama birliklerine, kooperatiflere devrediyor. İşletmesinin onlar tarafından yapılması lazım. Ancak, bazen onların -ben de katılıyorum- güçleri yetmiyor sulama birliklerinin. Biz bakacağız, önemli, büyük sulama drenaj kanallarına DSİ’nin yardımcı olması konusunda talimat vereceğim, büyükler için, ama küçükleri kendileri yapsın.

Ayrıca, sulama birlikleri zammı konusu… Tabii bu işletmeyle alakalı. Yani, burada devletin bir şeyi yok. Yani, Bakanlığımızın bir dahli yok. Ancak, biliyorsunuz sulama birlikleriyle alakalı yeni bir kanun teklifi hazırlandı. İnşallah, yakın bir zamanda Meclisimize gelecek, bu mesele kökünden herhalde çözülecek güzel bir şekilde diye düşünüyorum.

Sayın Özkan’ın, özellikle Burdur ve civarındaki göllerle ilgili konusunu biliyorum. Karaçal Barajı zaten geçmişte, bizden önceki Hükûmet döneminde, ben DSİ Genel Müdürü olmadan önceki dönemde, biliyorsunuz, iz bedelle durdurulmuştu 2001 yılında. Ancak, bunun çok önemli olduğunu görmek suretiyle, yerine giderek, bunu iz bedelden kurtardık ve son dört beş yılda ciddi para ayırdık, asla azımsanmayacak bir para. Esasen, şubat başında bendeniz de Burdur’a gideceğim, bu Karaçal Barajı’yla ilgili son durumu yerinde göreceğim. Bunu hızla bitirmek istiyoruz.

Sayın Enöz’ün bahsettiği husus, damlamalı sulamanın hakikaten teşvik edilmesi lazım. Ziraat Bankasının yüzde 7 faizle kredi verdiğinden bahsetti, tarım kredi kooperatiflerinin faiz nispetinin daha yüksek olduğunu belirtti. Bunu, tabii, ben ilgili bakanlıklara intikal ettireceğim, benim Bakanlığımla alakalı bir konu değil.

Sayın Öztürk’ün sınır aşan sularla alakalı, gerçekten, tavsiyesine ben de iştirak ediyorum. Bunun çok hassas bir şekilde üzerinde durduğumuzu belirtmek isterim. Zaten, özellikle bu konuda Türkiye’deki parlamenterlerimizin de Dünya Su Konseyinin bu Forumu’na katılarak, Beşinci Dünya Su Forumu’na, katkıda bulunmasını bekliyorum ben. Özellikle, biz de bu konuda hassas bir şekilde duracağız.

Sayın Genç, özellikle Munzur üzerindeki barajlar hakkında bilgi talep etmişti. Munzur üzerinde şu anda kati projesi yapılan iki tane baraj var: Konaktepe 1 ve 2 şeklinde. Bunların şu an projeleri yapıldı, yakın bir zamanda herhâlde bunlar hayata geçecek. Ancak, burada şunu ifade edeyim: Bunlar geçmişte büyük barajlardı, biz bunları, o Munzur Vadisi’ne zarar vermeyecek şekilde, o bazı hatları tünele almak suretiyle onu revize ettik. Onu özellikle, Sayın Genç, ifade edeyim.

Tabii ki, bu elektrik faturaları konusu da -zaten geçenlerde siz tekrar bunu sormuştunuz- Bakanlığımla alakalı değil, ben o konuyu ileteceğim. Şanlıurfa’daki altı yedi bin tane kuyunun elektrik faturalarının daha önce gönderilmeyip yeni gönderilmesiyle alakalı konu araştırılıp, size bilgi ulaştırılacak.

Sayın Vural’ın bahsettiği İzmir Çamlı Barajı… Efendim, şimdi şöyle: İzmir’le ilgili biz ciddi bir planlama yaptık. Biliyorsunuz, İzmir’le ilgili Devlet Su İşleri tarafından Tahtalı Barajı yapıldı. Ama, bu Tahtalı Barajı’ndan sonra İzmir’in gelecekte uzun vadede ihtiyacının karşılanması için şu anda Gördes Barajı yapılıyor, oradan tahsisat yapıldı. Ben özellikle ilgili arkadaşlara şunu söyledim, dedim ki: Bakın, yapılacaksa, Gördes Barajı’nı DSİ yapıyor, arıtma tesisi isale hattını yaparsa kolayca buradan yeteri kadar su alması mümkün ve 2040 yılına kadar da herhangi bir mesele yok. Çamlı Barajı’yla ilgili daha önce böyle bir talepleri olmuştu. Fakat, sonradan, ben hatırladığım kadarıyla bundan vazgeçtiklerine dair, ileride DSİ’nin planlamasına uygun şekilde yapılmasına dair bir yazı yazdılar. Tahmin ediyorum, şu anda zaten yeteri kadar su tahsisi yapıldı. Çamlı Barajı’na –Devlet Su İşlerindeki arkadaşlara sordum- şu anda ihtiyaç yok, çünkü Gördes’ten yeteri kadar su takviye ediyoruz. Bu konuda tabii ki birkaç dakikada izah etmem zor. Çok detaylı bir malumat size iletelim. Şu anda bende bilgi var yeteri kadar, fakat, izah etmem çok zaman alır, bunu izah edeyim. Özeti bu, yani, şu anda Gördes Barajı çok hızlandı, hatta, 2008 yılında su tutulması talimatı verdim. Şu anda zaten İzmir’in su ihtiyacı yok, kısa vadede. Uzun vadedeki su ihtiyacı da Gördes’ten karşılanacak. Hakikaten İZSU yapacaksa kendi mükellefiyetinde olan isale hattı arıtma tesisini yapsın. Böylece boşa bir yatırım yapmamış olur.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

Madde 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı.

Sayın Nalcı, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çevre Anlaşması ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşması Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Meksika’nın başkenti Mexico City’de yapılan Dördüncü Dünya Su Forumu’nda 19 Mart tarihinde yapılan oylama neticesinde Türkiye, Beşinci Dünya Su Forumu’nu 2009’da İstanbul’da yapma hakkını kazanmıştır. Bu Forum’da -ki, daha önceden de 1996 yılında Fransa’nın Marsilya kentinde 22 Mart günü, Dünya Su Günü’nde de, Dünya Su Konseyinin kuruluşu ilan edilmiştir- Türkiye 41 üyeyle, Japonya ve Fransa’dan sonra en çok üyesi bulunan üçüncü ülke konumundadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz ve dünya ciddi bir küresel ısınma tehdidi altındadır. Meclisimizin ilk günlerinde, burada bulunan değerli milletvekillerinin de vermiş olduğu küresel ısınma ve yenilenebilir su kaynaklarıyla ilgili önergeler sonucunda, bilindiği gibi, su komisyonu, yani küresel ısınma ve yenilenebilir su kaynakları üzerine bir araştırma komisyonu kuruldu ve bu komisyon çalışmalarına bundan yaklaşık olarak iki ay öncesinde başladı. Biz, gerekli görülen kurum, kuruluşları çağırarak bilgi ve bunlardan, yapılması gereken çözümleri, bilgileri, burada, yüce Meclisimizde bu bilgileri temin ettik ve bunun akabinde, problemli olan bölgelere geziler düzenledik.

Geçen hafta biz Konya, oradan Uşak’a, oradan Kütahya’ya bir gezi düzenledik. Önümüzdeki haftalarda da Trakya bölgesine, oradan daha sonra da Urfa bölgesine geziler yapacağız.

Değerli milletvekilleri, konunun, su konusunun en önemli problemi, tarımda gelen vahşi sulama. Burada Bakanımızın da belli ettiği gibi, diğer arkadaşların da konuştuğu gibi, su rezervimizin, yani 110 milyar metreküp su rezervimiz var, biz bunun 40 milyar metreküpünü kullanabiliyoruz. Bu 40 milyar metreküpün de yüzde 75’i vahşi sulama dediğimiz sulama sistemine gitmektedir. Ben, burada, çok güzel, Bakanımız, kapalı sistemlere geçmemizi, damlatma sulamaya geçmemizi ve bunun için Ziraat Bankasının kredi verdiğinden bahsetti. Fakat, çiftçi soruyor: “Ben bunu yaptım. Bunu bağlayacak basınçlı boru hattı nerede?” diye. Bakın, Türkiye’nin her tarafında… Yani yüzde 75’i tarımda kullanıyoruz, fakat diğer kalan yüzde 25’in kullanım alanı olan evsel tüketim ve sanayinin kullanmış olduğu su da diğer yüzde 50’yi kirletiyor. Biz bunları… Arıtma sistemlerimiz mevcut olmadığı için; ki, özellikle bulunduğum bölgede -ki önümüzdeki hafta komisyonla birlikte Trakya’ya bir gezi yapacağız- Ergene Havzası kullanılamaz durumda. Bunun nedeni, buradaki yerleşim bölgelerinin ve sanayinin mevcut; ki, organize sanayi bölgelerinin arıtma tesisleri var, lakin, sanayi bölgeleri dediğimiz, ayrıyeten sadece belediyelere bağlı olan kurumların kesinlikle arıtma tesisleri yok. Tabii ki, bu yerleşim yerlerinde de arıtma tesisleri bulunmadığı için mevcut derelerimizi, mevcut göllerimizi ve su kaynaklarımızı, barajlarımızı, toplamış olduğumuz barajları kirletiyoruz.

Değerli milletvekilleri, ben Bütçe Komisyonunda, burada, DSİ bütçesinde, Çevre-Orman Bakanlığı bütçesinde konuştuğum zaman Sayın Bakanıma bir soru sordum: “Mevcut, bu seneki, 2008’de verilen bütçeyle bu yatırımların yapılması mümkün mü?” diye; ki, ben burada yine tekrarlıyorum: 2005 yılında İstanbul’da yapılan Dünyada Kalkınma İçin Su Sempozyumuna şimdiki bakanımız da katıldı ve o zamanın Enerji Bakanı Hilmi Güler’in de katılmış olduğu bir su sempozyumu yapılmış bulunmaktadır. Bu su sempozyumunda, inanın ki, bugün konuştuğumuz konuların hepsi 2005 senesinde tek tek konuşulmuş durumda. Fakat, bunun için kaynak, yeterli ödenek verilmediği için hiçbir şey yapılmamıştır. Tabii “hiçbir şey” demek de yeterli seviyede bir girişimde bulunulmamıştır.

Şimdi, biz geçen hafta Konya’ya gittiğimiz zaman Konya Belediye Başkanı bir şey söyledi, sadece mücavir alanlar içinde 10 bin kaçak kuyudan bahsetti. DSİ Bölge Müdürü de toplam Konya Havzası’nda 40 bin ile 45 bin kaçak kuyudan bahsetti. Bunların bilgileri vardır şey olarak. Peki, şu soruyu soruyoruz biz… Bunlar biliniyor. Yani, buraya çıkan herkes problemleri çok iyi biliyor, çözümleri de biliyor. Fakat, yapılan, fiilî uygulamaya geçildiği zaman yetki karmaşası gündeme geliyor. Biz, DSİ Bölge Müdürüne sorduğumuz zaman: “Ne yapıyorsunuz bunlarla ilgili? Yani, 50 bin, 45 bin kaçak kuyuyla ilgili bir işlem yapıyor musunuz?” Hiçbir işlem yapılamadığı bilgisi… Bugün aynı durum Ergene’de var. Biz, orada, gittiğimiz zaman, göletleri de gezdiğimiz zaman bakın, en önemli problem çevre. Biz, suyu kullanıyoruz, suyu dereye verdiğimiz zaman nereye gittiğine bakmıyoruz. Mevcut su kaynaklarımızı kirletiyor.

Ve ben buradan şunu söylemek istiyorum: Ben yine Bakanıma soruyorum: Bu bütçeden, bu ayrılan bütçelerle bu imalatların yapılması mümkün mü?

Sayın milletvekilleri, ben bir konuşmamda burada, Bayındırlık Bakanlığına, İller Bankası hibe fonundan… Çünkü, biliyorsunuz, 2006 yılında 59’uncu Hükûmet zamanında bir kararname çıkartıldı, belediyelere belirli süreçler kondu. Bu süreçler çerçevesinde mevcut arıtmalarını ve katı atıklarını yapmaları istendi, fakat 2006 yılında bu hibe fon 180 trilyon iken eski parayla, yeni parayla 180 milyon YTL, 2007’de 120 milyon YTL, 2008’e konulan para ise 40 milyon YTL. Ben bu soruyu sordum: Bu 40 milyon YTL’yle bu yapılabilir mi? Burada resmî cevap var Bakanımızın. 40 milyon YTL’yle bunların yapılmasının imkânı yok.

Bakın, 2007 yılında 218 belediyeden sadece 77 belediyenin kredi teklifi kabul edilmiş. Biz, Dünya Su Forumu’nda ev sahipliği yaptığımız zaman insanlar bize bu soruyu sorabilir. İlk önce kendi evimizin önünü süpüreceğiz. Biz bunun için ne yapacağız, ne önlemler aldık? Bakın, hiçbir önlem…

Daha yeni, iki ay öncesinde Meriç’te, Tuna’da bir sel baskını oldu. Ben soruyorum: O gün bugündür burada yapılan herhangi bir çalışma var mı? Yok. Ergene bir önceki dönemde, yine, Çevre Komisyonunun, Su Araştırma Komisyonunun –ki, bugün ben baktım, buraya getirecektim- yaklaşık olarak altı yüz sayfalık bir çalışması var -Rasim Bey de burada- ve bunlarla ilgili hiçbir işlem yapılmamış.

Çok güzel, biz ev sahipliği yapalım, lider konumuna gelelim ama bunların çözümü için kaynak aktarılması lazım değerli milletvekilleri. Türkiye’deki çevre probleminin, su probleminin halledilebilmesi için millî bir politika hâline getirilmesi lazım. Mevcut bu politikayla, mevcut bu bütçelerle bu su probleminin çözülmesi imkânsızdır. Bizim burada birbirimizi kandırmamıza gerek yok.

Bunu Sayın Bakanım da çok rahatlıkla eğer buraya çıkıp söyleyebilirse, biz bu konunun üzerine daha iyi gidebiliriz. Tamam, güzel, evlerde biz tasarruf yapalım ama yüzde 75’i tarımda gidiyor. Bunun yanında, çıkmış olan suyun arıtılmamasından, geri dönüşümünün sağlanmamasından dolayı, tüm, neredeyse yüzde 60-65 su kaynaklarımız kirletiliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Nalcı, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

KEMALETTİN NALCI (Devamla) – Mevcut belediyelerin -ki, şu anda 3.225 tane belediyenin- mevcut kaynaklarla -ki, yüzde 92- ülkemizde belediyelerin atık su arıtması yok. Yüzde 61’in daha üstünde, mevcut kaçaklardan kaynaklanan, kirlenen sularımız var.

Değerli milletvekilleri, ben sözlerimi bitirmeden önce şu konunun kesinlikle altını çizmek istiyorum: Su, yaşam için gerçekten gerekli ve bizim geleceğimiz. Otuz sene, kırk sene sonra -burada değerli konuşmacıların da söylediği gibi- su savaşları gündeme gelecektir. Biz kendi suyumuza sahip çıkalım ve bunun için, millî bir politika çerçevesinde bu konunun çözülmesi için, gerekli kaynakların gerekli bakanlığa aktarılması için çalışmalar yapmak zorundayız.

Ben hepinize teşekkür ediyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nalcı.

Şahsı adına Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak…

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Vazgeçtim.

BAŞKAN – Isparta Milletvekili Haydar Kemal Kurt… Yok.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Orhan…

AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanıma son günlerde Türk kamuoyunu meşgul eden bir konuda sorumu yöneltmek istiyorum. Tarımsal sulama faaliyetleri için çiftçilere hizmet vermek üzere yap-işlet-devret formülü ile sulama tesislerinin özel sektöre de açılmak istendiği bilinmekte. Hâlihazırdaki mevcut sulama tesisleri, Devlet Su İşlerinden yapılarak sulama birliklerine devredilmiş, bunun sonucunda da hâlen işletilmektedir. Ancak, sulama bedelleri yüzünden çiftçilerle bu birlikler arasında ihtilaflar devam etmektedir. Esasen kâr amaçlı olan özel sektör kurumları eliyle tarımsal sulama ihtiyaçlarının karşılanacağına dair bir kanaatiniz var mıdır? Bu uygulamanın sulama ihtiyacı konusunda yardımcı olacağını düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Barış…

TANSEL BARIŞ (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Trakya’nın can damarı Ergene Nehri. Sizler Ergene’yi çok iyi biliyorsunuz, onun için fazla söze gerek yok. Sorum şu Sayın Bakanım ve şu anda bizi binlerce Trakyalı izliyor: Ergene eski günlerine ne zaman dönecek?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Barış.

Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Bakanlığınızda, örneğin DSİ teşkilatınızda bir bölge müdürü 1.750 YTL, bir mühendis 1.250 YTL maaş alıyor. Ama, havuzdan DSİ’ye gelen bir mühendis 3.000 YTL, yine havuzdan gelen bir güvenlik görevlisi 2.500 YTL maaş alıyor. Bu şartlar altında teknik personelin çalışma azmi, morali ve motivasyonu olur mu?

Buradan hareketle, teknik personelin durumunu iyileştirmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Paksoy.

Sayın Günal

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakan Antalya’yla ilgili konuşunca aklıma bir soru geldi. Kendisine sormuş idim Plan Bütçe Komisyonunda “Manavgat suyu ne oldu Sayın Bakanım?” diye. Kendisi de müjde olarak “Sözleşmenin ASAT’la imzalandığını.” söylemişti.

Şimdi, hem Antalya’da çok güzel şeyler yapıldığını söyleyince aklıma ondan geldi, acaba Antalya Belediyesi ödüllendiriliyor mu diye. Biz bir taraftan bütün kurumları özelleştirirken, belediyenin bir iştirakine, BİT dediğimiz bir iştirakine -adı Manavgat suyu olan- Manavgat suyunun işletilmesinin hangi gerekçelerle verildiğini, ASAT’ın bu konuda daha önce nitelikli çalışmaları olup olmadığını sormak istiyorum. Aydınlatırlarsa sevinirim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günal.

Sayın Cengiz…

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, birinci sorum: Gelecek küresel çoraklık ve çölleşme düşünülürse, Türkiye’mizin nehir, ırmak, çay, dere, göller gibi tabii su kaynakları, şelaleler ve bunun gibi yaşam kaynağı olan bu değerlerin envanter çalışması yapılmakta mıdır? Bakanlığımızın böyle bir çalışması var mıdır?

İkinci sorum: Çanakkale Biga’da görülen, özellikle pirinç tarlalarının kuruduğu bir ortamda, Taşoluk Barajı’nın ne zaman bitirilmesi düşünülüyor? Bu konuda bir zaman var mıdır?

Üçüncü sorum: Çanakkale’de 2008 yılında sulama göletleriyle ilgili bir çalışmanız var mıdır? Yatırıma alınan gölet ne kadardır ve bunlarla ilgili bir tespitiniz varsa, öğrenebilir miyiz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Cengiz.

Sayın Ağyüz… Yok.

Sayın Öztürk

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Görüştüğümüz tasarının Dışişleri Komisyonu Raporu’nda, bu tasarının tali komisyon olarak Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’na da havale edildiği görülmektedir. Bu konu daha önce de Genel Kurulda gündeme getirildi, ancak bu tali komisyonun raporunun alındığına ilişkin ve bu tasarının görüşüldüğüne ilişkin herhangi bir kayda rastlanmamaktadır. Daha önce olduğu gibi, tali komisyon başkanlarının kendilerine havale edilen tasarılarla ilgili olarak “Efendim, bizim ifade edecek bir hususumuz olmadığı için buna görüş bildirmedik.” deme hakları yok. Eğer, Komisyonda görüşülüp, Komisyon bu kanaate ulaşmışsa, bu kanaatini Genel Kurula iletmesi lazım.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

Sayın Bakanım, buyurun efendim:

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Efendim, bu yap-işlet-devlet ile alakalı soruları vardı sayın vekillerin. Yap-işlet-devretlerin, bana göre, sulamalarda çok önemli olduğu kanaatindeyim. Bu, yap-işlet-devret sistemi mevcut projeler için değil, şu anda yapımı planlanan, inşaatı planlanan projeler için geçerli.

Özellikle, şunu ifade etmek istiyorum, burada yapılan şu: Merkezî yönetim bütçesiyle belki ihale edince, on-on beş yılda bitecek bir projeyi yap-işlet-devretle verdiğiniz zaman iki üç yılda bitiyor ve firma böylece on beş-yirmi yıl süreyle bunu işleterek suyu temin ediyor. Bu şekilde nemasını vatandaş, çiftçi bir an önce almış oluyor. Yani, hizmet belki on-on beş yıl önceden vatandaşın ayağına getirilmiş oluyor. Maksat bundan ibarettir.

AHMET ORHAN (Manisa) – Fiyatlar?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Fiyatlar da şöyle, bakın şunu ifadeyim: Fiyatların çok uygun olacağı kanaatindeyim. Çünkü, bunların tatbikat projeleri yapılıyor. Şeffaf bir şekilde yeterlik verilecek, açık bir rekabet ortamında ilan edilecek, ihale edilecek. Çok uygun fiyatlarla ben bunların yapılacağı kanaatindeyim. Bakın, göreceksiniz. Zaten, her şey çok açık, şeffaf olacağı için, katılmak isteyen müteahhitler varsa buradan yeterli olan herkesi de davet ediyorum.

Ergene Nehri’yle alakalı, bilindiği üzere -Sayın Vekilimiz Rasim Bey de biliyor- bütün Edirneliler -Ergene civarındaki, Uzunköprü’deki- geldiler Bakanlıkta toplantı yaptık, bu konuda planlarımız var. İnşallah, Ergene Nehri… Gediz’le beraber Ergene Nehri’nin de ele alınacağına dair söz verdik. Gerçekten arkadaşlar, vatandaşlarımız memnun olarak ayrıldı. Bununla ilgili detaylı çalışmaların ne olduğunu zaten ben sizlere, bütün o civar milletvekillerimize arz edeceğim.

Şimdi, tabii ki, Sayın Paksoy’un söylediği, DSİ mensuplarının, bilhassa teknik personelin maaşlarının yetersiz olduğunu ben de kabul ediyorum zaten. Bu konuda dışarıdan, özelleştirmeden gelen elemanların, mevcut elemanlara göre çok daha fazla maaş aldığı malum. Ancak, Sayın Başbakanımız geçtiğimiz pazartesi günü Bakanlar Kurulunda özellikle bu konudaki kanun tasarılarının bir an önce hazırlanması, eşit işe eşit maaş şeklinde bir anlayışla bunun hazırlığının yapılması talimatını verdi. Ben, DSİ’nin eski Genel Müdürü olduğum için zaten konuyu biliyorum. İnşallah düzelecek, düzelmesi gerektiği kanaatindeyim.

Şimdi, Manavgat ve ASAT’la ilgili kanaatime gelince… Şimdi, ASAT bir BİT değil, yani belediye iştiraki değil, ASAT bir su, kanalizasyon idaresi; İSKİ, ASKİ neyse ASAT da o. 2560 sayılı Kanun’a göre ASAT, Antalya Büyükşehir Belediyesi hudutları içinde ve kendisine bağlanan yerlerde su, kanalizasyon, atık su arıtma, uzaklaştırma, yağmur suyuyla ilgili bütün hizmetleri vermekle mükellef bir kamu kurumu.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Manavgat 76 kilometre.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Dolayısıyla, Manavgat’ı ASAT’a vermekle şunu yaptık: Manavgat yurt dışına satılacağı yerde, özellikle ASAT’a vererek Manavgat’ın 30 kilometre doğusunda veyahut da 30 kilometre batısındaki bütün yerleşim alanlarının, özellikle turistik alanlar, köyler, kasabalar, ne kadar ilçe varsa, bunların suyunun temini Manavgat’tan yapılacak, hazır olduğu için çok kolay bir şekilde yapılacak. ASAT’ın bu işleri çok kolaylıkla başaracağı kanaatindeyiz.

Zaten biz sadece ASAT’a vermiyoruz. Yaptığımız tesisleri… Tahtalı Barajı’nı yaptık, İzmir Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi İZSU’ya verildi. Diyelim ki Bursa’da Nilüfer Barajı yapıldı, işletmesi BUSKİ’ye verilecek. Yani Devlet Su İşleri zaten yapıyor, işletme… Manavgat da bu şekilde.

MEHMET GÜNAL (Antalya) – Manavgat Belediyesine niye verilmedi Sayın Bakan? Kestirmeden cevap verin, Manavgat Belediyesine niye verilmedi?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Manavgat Belediyesine verilmiyor, Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresine veriliyor. Manavgat Belediyesi çok küçük bir belediye İZSU’ya göre, Antalya’ya göre. Bunu idare edecek bir kadrosu yoktur. Su ve kanalizasyon idareleri gerçekten bu konuda yetişmiş elemanlara sahip güçlü idarelerdir. Sebebi budur.

Bunun dışında, Sayın Cengiz tarafından “Envanter, veri tabanı vesaire, nehirlerle, derelerle yapılıyor mu?” diye… Bu konuda şu anda 2004 yılında başlattığımız Su Veri Tabanı Projesi var, TÜBİTAK’la beraber yürütüyoruz, birkaç üniversitemiz de bu konuda destek veriyor. Gerçekten bu yıl sonunda bitecek. Bununla şunu hedefliyoruz: Aşağı yukarı, düğmeye bastığınız zaman, isteyen kullanıcılar, yetki verilen herkes, su kaynaklarıyla ilgili bütün bilgileri coğrafi bilgi sistem altlığında, bilgisayar ortamında, bilgisayarından, İnternetten görebilecek. Gerçekten, bu, Türkiye’de yapılan çok önemli bir baraj, bir adım.

Tabii, Çanakkale’deki yatırımlar devam ediyor, Çanakkale’ye çok şey yaptığımızı, zaten sayın Çanakkale milletvekillerimiz biliyor. Taşoluk Barajı da yakında bitecek, onun da müjdesini vereyim.

Bunun dışında, Sayın Ağyüz’ün belirttiği hususlar vardı. Bir de Sayın Öztürk’ün tali komisyon konusu var.

Şimdi efendim, şunu belirteyim: Bu zaten komisyonlardan geçti, zaten çok gecikti. Esasen, bu, bir forumun yapılmasıyla ilgili basit bir işlem -yani bu kadar uzaması da- doğrusu gerçekten çok uzadı, bir an önce geçmesi gerekiyor, tali komisyonlara gidilecek bir durum yok. Basit bir forumun düzenlenmesi, bir organizasyondan ibaret bir husustur, onu özellikle belirteyim.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Meclis Başkanlığı göndermiş “gerek yok” denir mi?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Kanunla ilgili maddeler az fakat yapacağı hedefler açısından büyük fakat görüldüğü gibi maliyeti küçük olan bir organizasyon işleminden başka bir şey değil bu.

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Edirne Milletvekili Rasim Çakır.

Sayın Çakır, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA RASİM ÇAKIR (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yürürlük maddesi üzerinde söz aldım, zamanınızı çok fazla almak düşüncesinde değilim ama su ile ilgili, gerek 22’nci Dönem Parlamentosunda ve gerek bugüne kadar yapılan çalışmaları ve yapılması gerekenleri sizlerle ve milletimle paylaşmayı uygun gördüğüm için zamanınızı alıyorum.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, dünya ülkelerine göre mukayese edildiğinde, su kaynakları, su potansiyeli bakımından dünya ortalamalarının altında su rezervleri olan, dolayısıyla su fakiri denilebilecek bir ülke konumunda. Maalesef, tabii, konumumuz, bu anlamda dünya ortalamalarının altında ve fakir noktada. Bunun yanında, Türkiye'nin şöyle bir yapısı da var: Türkiye'nin su kaynakları, bölgeler arasında dengeli bir biçimde dağılmamış. Yani, belirli bölgelerde su kaynaklarımız fazla iken, bazı bölgelerde su kaynaklarımız, su potansiyelimiz çok çok düşük. Dolayısıyla, Türkiye'nin, kalkınmakta olan bir ülke olarak, gelişmekte olan bir ülke olarak, sanayileşen bir ülke olarak su kaynaklarını, su potansiyelini çok iyi bir biçimde koruyabilmesi, kullanabilmesi, dengeli bir biçimde kullanabilmesi ve su kaynaklarını kesinlikle ve kesinlikle kirletmemesi gerekiyor. Yani, sanayileşme adına, fabrikalılaşma adına, Türkiye'nin, su kaynaklarının kirletilmesinden ödün vermemesi gerekiyor. Bu süreç, yeni başlayan bir süreç değil. Sanayileşme başladığı günden itibaren, Türkiye’de su kaynaklarının kirlenmesi hep Türkiye'nin gündeminde. Ama, artık öyle bir noktaya geldi ki, Ergene Nehri’nin kirlenmesi, Gediz’in kirlenmesi, Van Gölü’nün kirlenmesi bir çevre problemi olmaktan çıktı. Bunlar, artık bizim için bir çevre sorunu değil ve sadece çevrecilerin savunduğu, seslerini yükselterek ifade ettiği bir sorun değil. Bu sorunlar, artık bizim için ekmek sorunu hâline geldi. Yani, Gediz’in kirlenmesi, Gediz’in ekmek verdiği, bereket verdiği insanların ekmeğinin azalmasına sebep oluyor. Ergene’nin kirlenmesi, Ergene Nehri’nin ekmek verdiği -sulayarak ekmek verdiği- 800 bin insanın ekmeğinin küçülmesine sebep oluyor. Yani, artık, bu sorun, yaşamsal bir sorun hâline geldi ve başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bizler ve bu ülkeyi yöneten herkes bu sorunu görmezliğe gelmek, hafife almak, ertelemek gibi bir lükse sahip değiliz.

22’nci Dönem Parlamentosunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin 550 milletvekilinin tamamının elini kaldırarak, oy vererek kurmuş olduğu bir Ergene Nehri kirliliği araştırma komisyonu görev yaptı ve gerçekten de, mükemmel bir görev yaptı, çok ciddi bir görev yaptı, çok ciddi de bir rapor hazırladı; çözüme yönelik önerileri içeren, Bakanlar Kuruluna ve yürütmeye teklifte bulunan, teklif sunan, mükemmel de bir rapor hazırladı. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Ama, o rapor şimdi nerede biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? O rapor, şimdi Meclisin tozlu raflarında. Bu süreç içerisinde, o günün Türkiye’de suyun en büyük patronu olan Devlet Su İşleri Genel Müdürümüz şu an Çevre Bakanımız ve o süreci, Ergene ile ilgili komisyonun çalışma sürecini yakinen takip etmiş ve bürokrat olarak da ciddi katkılar yapmaya gayret etmiş olan bir arkadaşımız ve o günlerde ”Sayın Başbakan bana yetki versin, ben Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak üç yılda bu sorunu çözerim.” deme yürekliliğini göstermiş bir arkadaşımız. Şimdi, Sayın Başbakan Sayın Bakana yetki verdi, onu aldı, Bakan yaptı ve bizim de, çok fazla beklemeye tahammülümüz yok, bu soruna daha fazla katlanmaya tahammülümüz yok. Ağır metal saçan ve Trakya’da kanser vakalarını artıran –devletin rakamlarında bellidir- bu soruna Trakyalılar olarak daha fazla katlanmaya tahammülümüz yok.

Netice itibarıyla, biz, şu an, Dünya Su Konseyiyle ilgili bir anlaşmanın onaylanması noktasında bir irade beyan ediyoruz. Ama maalesef, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bütün tipik özelliklerini, şu ana kadar bu konuda göstermiş durumdayız. Hâlâ ülkemizde su ile ilgili ne yapacağımıza, nasıl yapacağımıza dair oluşmuş bir konsensüs yok. Bir yetki karmaşası, bir denetleme karmaşası ve kirleten kirlettiğiyle kalıyor.

Geçtiğimiz dönem, 22’nci Dönem Parlamentosunda bir Çevre Yasası çıkardık. O Yasa’nın hazırlanmasında, komisyonda ve alt komisyonda görev yaptım ve bütün ülke bir heyecana boğuldu; bu Çevre Yasası çıkarsa işte, nehirlerimiz temizlenecek. O günün Çevre Bakanı da böyle bir imajı, böyle bir düşünceyi, hep Parlamentoya ve kamuoyuna pompaladı ve o günlerde hatırlarsınız, bir varil meselesi çıktı basında. Çevre Yasası çıktı, şimdi soruyorum, hiç varil atılmıyor mu artık, Türkiye’de? Sadece İstanbul’da 1.5 milyon ton zehirli atık üreten bir ekonomide variller nereye gitti? Yeni yakma tesisleri mi yaptık? Yeni ilave yatırımlar mı yaptık? Ama sorun gündemde değil, sorun bitti mi? Hayır bitmedi, sorun büyüyerek devam ediyor. Sadece, biz sorunu görmüyoruz ve göstermiyoruz.

Yasa’ya ceza yasaları koyduk. Arıtma tesisini yapmayan belediye başkanına, nüfusu şu kadarsa, şu kadar yıl içerisinde yapmazsa, hapis cezası. Şimdi, ciddi bir savcı çıksa, belediye başkanlarımızın hepsini teker teker çağıracak, gelin bakalım diyecek ve hapse atacak. Şu an savcıların hoşgörüsüyle gidiyor olay çünkü Yasa’da henüz daha bu işe bir çözüm bulunmuş değil. “181; 182’yi iki yıl erteleyelim, bakın, başkanlar cezaevine girer.” dedi Çevre Bakanı bu kürsüde. Ertelemekle bu iş çözülmez, kalıcı çözüm bulalım diye biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak itiraz ettik ve nitekim de maalesef biz haklı çıktık.

Yine geçtiğimiz dönem Parlamentosunda küresel ısınmayla ilgili bir komisyon kurduk. Parlamento olarak bu konulara hassasiyetimiz hep oldu, olmaya da devam ediyor, edecek. Ama dönem bitti, Küresel Isınma Komisyonu Raporu Mecliste maalesef onaylanamadı. Şimdi, yine, böyle bir komisyon kurduk ve bu komisyonun üyesi olarak çalışmalarımızı yapıyoruz. Yapıyoruz da gittiğimiz her yerde, sıkıntı aynı, sorun aynı yani mevcut yapısal sistemimizle, mevcut yasalarımızla, mevcut bütçelerimizle bu sorunun çözülmesi belki elli yıllar, yüz yıllar yani sorunun çözümüne yönelik ortak aklı bulup doğru çözümler maalesef üretebilme noktasında değil şu anki Bakanlar Kurulu. Meclis anlamında böyle bir eksikliğimizin olduğunu düşünmüyorum.

O bakımdan, artık, su sorunu, Türkiye’de, ertelenemez, ötelenemez ve görmezliğe gelinmeyen bir sorundur. Sularımızı süratle kirletiyoruz. Meriç akıyor, biz bakıyoruz. Meriç Nehri’nden akan su, ciddi bir potansiyel olan su ama biz, hâlâ, Suakacağı Barajı’nı, şu veya bu nedenle yapabilme noktasına gelemedik. Altı yıldır tartışıyoruz, benden önce bir otuz yıldır Edirneliler hep tartıştılar veya aynı şekilde, Meriç Nehri’nin suyuyla rezervi dolacak olan Çakmak Barajı noktasında altı yılda hâlâ gelebildiğimiz mesafe tatmin edici bir mesafe değil, yani bir yol alındı ama tatmin edici bir mesafe değil.

NECDET BUDAK (Edirne) – Bir tek o kaldı.

RASİM ÇAKIR (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, su kaynaklarımızın dengeli kullanımı ve korunması, kirli suyun arıtılması konusunda ne kadar çok emek verirsek, ne kadar çok gayret sarf edersek azdır, yeterli değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çakır, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

RASİM ÇAKIR (Devamla) – Hepimizin, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak gerek Bakanlar Kurulu olarak gerek konuyla ilgili bürokratlar olarak bu konunun üzerine daha büyük enerji, daha büyük, daha fazla akıl üreterek hep birlikte bu işi sağlıklı bir çözüm noktasına ulaştırmak zorundayız. Yani, sadece Dünya Su Forumu’yla ilgili, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin neden muhatap alınmış olduğunu da anlamak mümkün değil. Eğer hakikaten yerel yönetimler de bu işin bir noktasında olmalıysa -ki olmalı- o zaman, o yerel yönetimlerin oluşturmuş oldukları birlikler var. Niye o belediye birlikleri muhatap alınmaz da İstanbul Büyükşehir Belediyesi tek başına muhatap alınır, onu da anlamış değilim.

Sorunun çözümü yönünde katkı yapan bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, çok teşekkür ediyorum.

Tabii, bu anlaşmanın uygun bulunduğuna dair kanun tasarısının görüşmesi vesilesiyle, aslında, su meselesi konusunda da özellikle gruplarımız görüşlerini paylaştı. Bu bakımdan… Aslında bu konuda Parlamentonun ve Türkiye’nin gerçekten sağlıklı bilgilendirmeye ihtiyacının olduğu açık. Bu bakımdan, küresel ısınmayla ilgili kurduğumuz, küresel ısınma ve su kaynaklarının yönetimiyle ilgili kurduğumuz Meclis araştırma komisyonu raporunun da görüşülmesi ve bu konuda açıkçası Parlamentonun bu konuda görüşlerini beraber, birlikte oluşturması son derece önemli. Zannederim, belki sadece araştırma komisyonu değil ama, su konusunda bir genel görüşme yapılması konusu da gerçekten bir ihtiyaç hâlindedir. Değerli milletvekili arkadaşlarımızın bu, suyla ilgili gelişmeler konusunda da sağlıklı bir bilgilendirmeye ihtiyacı var.

Tabii, bu vesileyle, bazen sorularla çeşitli konularda görüşlerimizi ifade ettik. Sayın Bakanım Antalya’dan bahsederken bir milletvekilimizin suali vardı Manavgat’la ilgili. Manavgatlı Belediye Başkanının, Manavgat Belediyesinin bunu yönetme konusunda yetersiz olduğu ifade edildi. Manavgat Belediyesi son derece başarılı bir belediyedir. İki dönemden beri Milliyetçi Hareket Partisinin yönetiminde de çok başarılı hizmetler sunmuştur. Böyle bir projeyi de gerçekleştirebilecek güce de sahiptir.

Tabii, ASAT’ın bu suyu Antalya’nın ihtiyacı için kullanıp kullanmayacağı da doğrusu merak konusudur. Yani bu su Antalya için mi kullanılacaktır, yoksa başka yerlere pazarlamak için mi kullanılacaktır? Bu sorunun cevabını arıyoruz. Ama Manavgat Belediyesi gerçekten son derece başarılıdır. Umarım bu konudaki tercih bir belediyenin bir farklı partiden olmasından kaynaklanmamıştır. Hakkını verelim Manavgat Belediyesinin. Antalya’ya 76 kilometre olan bir belediyenin bir içme suyunu yönetme konusunda… Kendi içme suyunu yönetiyor, dolayısıyla bence bunu da yönetebilir diye düşünüyorum.

Sayın Bakanım, özellikle -soruda ifade edecektim- 2006 yılında, Eylül ayının 14’ünde Sayın Başbakanın İstanbul’la ilgili ifadesi vardı ve Alibeyköy Deresi’nin ıslahıyla ilgili -49 trilyon- Sayın Başbakan “Bir sorun tarihe gömüldü.” demişti. “Bir sorun tarihe gömüldü…” Yıl 2007, Ekim ayının 14’ü, Alibeyköy’ü sel bastı! Yani, dolayısıyla, böyle bir yatırım bir sorunu tarihe gömerken bir yıl sonra tekrar bir sorunla karşı karşıya kaldığımıza göre, gerçekten, acaba bu konuda yatırım mı yanlıştır, yeterli mi değildir? Sorun sürekli İstanbul’un gündeminde. Bu vesileyle, aslında sel baskınlarının tarih olmadığını da ortaya koydu bu projelerle. Zannederim bunun da izaha ihtiyacı var.

Bir diğer konu da, İzmir için Çamlı Barajı’nın önemli olduğunu ifade ediyor.

Değerli arkadaşlarım, AKP’deki milletvekili arkadaşlarımıza geldi İzmir Büyükşehir Belediyesinin su ihtiyacıyla ilgili hususlar. Sayın Bakan başka türlü söylüyor. Zannederim bu konuda Sayın Bakanın Devlet Su İşlerini de, İzmir Büyükşehir Belediyesini de ve tarafları da bir araya getirerek İzmir kamuoyunu İzmir’in su ihtiyacı konusunda, bu projeyle ilgili sağlıklı bir bilgilendirmeye ihtiyacı vardır. Bu konuda kamuoyu ikna edilmelidir. “İzmir’in ihtiyacı var.” diyor Büyükşehir Belediyesi. Doğrusu -burada da yine tekrarlıyorum- bu Büyükşehir Belediyesinin bir başka partiden olmasından dolayı mı iş birliği gelişmiyor? Bu konuda kanaatleri de izale etmek amacıyla muhakkak surette İzmir kamuoyunu da bu konu hakkında bilgilendirecek ve İzmir Büyükşehir Belediyesi de bu ifadeleri, bu iradeyi ortaya koyduğuna göre onları da sağlıklı bir şekilde ikna edecek bir ortak anlayışa da ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. O bakımdan, yakın bir gelecekte böyle bir toplantı yapılırsa son derece iyi olacaktır.

Dünya su forumuyla ilgili bu anlaşmanın uygun bulunduğuna dair bu kanun tasarısını, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, su sorununu gündeme getirmesi ve millî su politikaları konusunda uluslararası çevreleri de bilgilendirme platformu teşkil edeceği açısından olumlu gördüğümüzü ifade ediyorum, hepinize saygılarımı arz ediyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

Şahsı adına Ramazan Kerim Özkan, Burdur Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konumuz, Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu. Bunu aynen destekliyoruz.

Su, hayati bir önem taşıyor ama hâlâ Türkiye’nin doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine topraklarımızı suyla buluşturabilmiş değiliz. Suyun birçok arkadaşı var. Suyun, tarla arkadaşı, fidan arkadaşı, gübre arkadaşı, mazot arkadaşı, elektrik arkadaşı, insan arkadaşı, hayvan arkadaşı. Susuz hayat düşünülmüyor. Bütün çabalarımız, katkılarımız suya yön verme anlamında.

Kuraklığı yaşıyoruz, küresel ısınma söz konusu, ama bu süreçte vatandaşımız suyu -ülke genelinde bu kadar su kaynağımız olmasına rağmen- 150 metreden, 200 metreden, hele hele bazı bölgelerde 250 metreden elektrikle çıkarıyor.

Bunu, çalışmalarımızı, Bakanlar Kurulu yürütür diyoruz ama bakanlar arasında da bir koordinasyon olması gerekiyor. Tarımsal amaçlı sulamada gerçekten fiyatlar çok yüksek. Kooperatiflerimiz, biliyorsunuz, bu yıl, 2007 yılında teşviklerini alamadılar, teşviklerini alamadılar, gübreyi şu anda satın alamıyorlar. Paran olsa da gübre yok. 18-46 gübresi 61 milyon lira olmuş. Vatandaş suyu bulmuş, tarlayı bulmuş, traktörüyle sürmüş, mazotu bulmuş ama gübreyi bulamıyor. Gübrede… Üretim diyoruz, üretimin ana materyali su. Bir üretimsizlik önümüzdeki yıl baş gösterecek.

Teşvikleri 2007 yılı içinde Hükûmet veremedi “2008 yılında ödeyeceğiz.” dendi. Buzağı teşvikidir, yem bitkileri desteği, süt desteği, kulak küpesi desteği, suni tohumlama desteği ama hâlâ birinci ayımız bitiyor -çünkü günü belirtilmedi, 2008’in ocağı da bir ayı, aralığı da bir ayı- şubatta mı vereceğiz, kasımda mı vereceğiz, aralıkta mı vereceğiz, haziranda mı vereceğiz, hangi ayda vereceğiz?

Sayın Bakanım, bunun belirtilmesi gerekiyor. Köylümüz, bu teşvik primlerinin hangi ayın hangi günü verilmesini istiyor? Çünkü tarımsal amaçlı sulamadan dolayı enerjiden borcu var, gübreden borcu var, fidandan borcu var, tohumdan borcu var. Bu borçlarını ödemek için sizin de bir koordinasyon bulup bu tarımsal amaçlı kullanılan suda bir enerji indirimine veya taksitlendirmeye, geçen dönemlerde yaptığınız gibi, bir taksitlenmeye gitmeniz gerekiyor. Vatandaş zor durumda, üretimsizlik had safhada. Şeker pancarında üretimsizlik, haşhaşta üretimsizlik, anasonda üretimsizlik, tütünde üretimsizlik. Bu vatandaş “Ne üreteceğiz?” diye soruyor bizlere. Elektriği bulduk, suyu bulduk, traktörü bulduk ama ne ekeceğim ben, önümüzdeki süreçte ne ekeceğim? Sertifikalı tohumu da buldum, kendi tohumu olduğu hâlde -attığım tohuma çünkü teşvik vermiyorsunuz- sertifikalı borçlandım, kendi tohumum olduğu hâlde tohum buldum, tohumu tarlama attım ama çaresizim diyor. Bu çaresizliğin giderilmesi için, ben, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanıyla kısa zamanda görüşülüp bu tarımsal amaçlı sulamada bir indirime gidilmesini üreticiler adına talep ediyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, yasanın ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özkan.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.00

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.14

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Harun TÜFEKCİ (Konya)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

74 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Tasarının 3’üncü maddesi üzerinde, şimdi söz sırası Edirne Milletvekili Necdet Budak’a aittir.

Sayın Budak buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NECDET BUDAK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Aslında söz almayı düşünmüyordum, ancak buradaki konuşmaları dikkate aldığımda, özellikle bugüne kadar toplumda ve özellikle muhalefetin dile getirdiği bir sözcüğü gerçekten içime sindirmekte zorlanıyorum. O da şu: “Su akar, Türk bakar.” Bu kelimeyi, bir milletvekili olarak, gerçekten, kabullenmekte zorlanıyorum ve bu kabullenmemenin neticesinde de özellikle Meriç’teki suyun akmasıyla ilgili olarak geliştirmiş olduğumuz projeleri, Türkiye’ye yakışır, Türk çiftçisine yakışır bir şekilde geliştirdiğimizi düşünüyorum. Şöyle ki: Hamzadere Barajı 1964 yılında planlanmıştı, son iki yılda 40 trilyon ödenekle yüzde 40 fiziki gerçekleşme sağlandı. İşte, Türk’ün su akarken bakmadığının kanıtı budur. Ben inanıyorum ki bu anlamda söz söyleyenlerin bir komisyon kurup Trakya’daki sulama projelerimizi ziyaret etmelerinde fayda var.

Bir başka olay: Trakya’nın GAP’ı olan Çakmak Barajı’nın, yine bu kelimeyi bir partili olarak, bir milletvekili olarak kabul etmemizin sonucunda, Sayın Başbakanımızın da desteğiyle ihalesi yapıldı.

Yine “Su akar, Türk bakar.” kelimesini içimize sindirmemeliyiz ve bunu kabul etmemeliyiz ve bunun için de proje ortaya koymamız gerekiyor. İşte bu anlamda da Meriç’ten Ergene’ye İletim Kanalı Projesi… 14 trilyonluk bir proje, 12 kilometrelik bir kanal. Bu projenin de planlama ve projeleri bitti, 10 Martta da ihalesi yapılıyor.

Sultanköy’de, Yenikarpuzlu’da, Telmata’da çok daha büyük projelerimiz var, beş tane büyük şantiye var. “Meriç Nehri akar ve Türk bakar.” sözünü kesinlikle kabul etmiyorum ve bunu söyleyen arkadaşların… Bu barajların, inşaatların olduğu bölgelerde Türk Bayrağı dalgalanıyor.

Biz, AK Parti Hükûmeti olarak gerçekten bu su projelerine önem veriyoruz ve cumhuriyet tarihinde sulamaya açılan alanların dörtte 1’i bu İktidar döneminde, AK Parti İktidarı döneminde sulamaya açılmıştır.

Bu kısa bilgileri sizlerle paylaşmak istedim. Bu inşaatların olduğu yerlerde de Türk Bayrağı direklerde dalgalanıyor. Lütfen ama lütfen, kim olursa olsun, “Türk bakar, su akar.” bu sözü bu kürsüden söylemeyelim.

Tamamen bu barajlarla ilgili, bu projelerle ilgili, bu cümleye istinaden söz aldım. Bir komisyonla da bu barajların olduğu yerleri inceleyebiliriz.

Hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Emek, buyurun efendim.

ATİLLA EMEK (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce su sorununu bir kenara bıraktı, biraz Antalya’mızdan bahsetti. Kendisine Antalya’ya duyduğu ilgiden dolayı teşekkür ediyorum, Göller yöresi milletvekili olarak tabii ki bir yakınlığı var.

Sayın Bakan, AKP İktidarı döneminde, dünya turizm başkenti olan Antalya’nın havasının kirlendiğini ve şu anda hayatı tehdit eder noktaya geldiğini bir Çevre Bakanı olarak biliyorsunuz. Bu konuda ne gibi önlem alıyorsunuz?

Diğer taraftan, özellikle Antalya’da tahsislerden alınan 200 trilyon para karşılığı şu anda denizler kirlenme tehdidiyle karşı karşıya. Arıtmalar konusunda ne düşünüyorsunuz?

Daha önce ranta feda etmeye çalıştığınız ve mahkeme kararlarıyla kurtarılan Lara Park, Manavgat Sorgun Çamlık konusunda hâlâ o eski fikrinizi sürdürmekte misiniz?

Diğer taraftan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Uslu… Yok.

Sayın Çalış…

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, Karaman Ovası için İbrala ve Yeşildere Barajları gerçekten hayati önem taşımaktadır. Hemşehrilerimiz sormaktadır, acaba ne zaman bitecek? Bunlar tabii küçük çaplı barajlar, sizin yaptığınız barajların içerisinde.

Bir diğer sorum da: Ayrancı Barajı’ndan su kaçağı vardır, Hışılayık Projesi de bunun bir sulama ekidir. Ayrancılılar da yine, bu suyu ne zaman alacaklarını, ne zaman kullanacaklarını soruyorlar.

Bir diğer sorum: Sarıveliler Barajı’nın ihalesi yapıldı, 1 lira ödenek koyuldu, ne zaman başlanacak diye soruyorlar.

Son sorum: KOP projesinin devamı olan Konyalının, Karamanın hayali olan Mavi Tünel Projesi’nin Apa Barajı’nı beslemekte zorlanacağı, bugünün kuraklığının hesap edilmediği yönünde iddialar var. Projeyi revize etmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Varlı…

MUHARREM VARLI (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yine bu topraklarımızın çoraklaşmasını önlemek açısından yer altı drenajlarının önemi çok büyük. Geçmiş dönemde on-on beş, yirmi yıl kadar önce Köy Hizmetleri tarafından Çukurova bölgesinde bir kısmına yapıldı; bir kısmı, sulanmakta olan bölüm hâlâ bekliyor. Bu konuda bir çalışmanız olacak mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Varlı.

Sayın Susam…

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, İzmir’in iki tane büyük ovası, Menderes ve Bakırçay Ovaları bu yıl küresel ısınmanın getirdiği sıkıntılarla da tarımda müthiş bir kuraklığı yaşadılar. Su kuyularından su çekemez hâle gelen İzmir çiftçisi yeni artezyenler açtırmak durumunda kaldı. Menderes’te Ödemiş’in Beydağ Barajı’yla ilgili olarak sulama kanallarının yapılamamış olması, sulamada ciddi sıkıntılarla köylüyü baş başa bıraktı. Aynı zamanda, Tire Ovası’nın gölet ve bentler yapılarak yer altı sularının güçlendirilmesi doğrultusunda herhangi bir çalışma yapılamamıştır. Bayındır’da Zeytinova Barajı beklemekte, Zeytinova susuz bir vaziyettedir. Gediz Nehri’nin kirliliği nedeniyle Menemen ve çevre ovalar ciddi şekilde sıkıntıdadır. Aynı şekilde, Bergama Ovası…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – …Yortanlı Barajı’ndaki gecikme nedeniyle sıkıntıdadır.

Bunlar için çözüm ne düşünüyorsunuz Sayın Bakan?

BAŞKAN – Sayın Dibek…

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Ben de benim seçim bölgem olan Kırklareli’yle ilgili iki somut sulama projesiyle ilgili soru yöneltmek istiyorum.

Birincisi: Kırklareli merkezde Kırklareli Barajı var yaklaşık 120 milyon metreküp kapasiteli. Oradan sulama yapılıyor tarım alanlarına ama öyle bir sorun var ki hemen barajın yanındaki çok sayıda köy ve o köyler, istikametteki diğer köyler bu barajdan kot farkı nedeniyle sulama yapamıyorlar. Bir projeden bahsediliyor. Bu proje kapalı devre sulama projesi bu köyler için. Bu proje ne zaman hayata geçecek? Birincisi bu.

İkincisi de: Yine, Kırklareli ili, Pınarhisar ilçesinde, Çayırdere Barajı ve Sulama Projesi var. Bu, Devlet Su İşlerinin 2005 yılı kesinleşmiş ihale programında yer alıyor, fakat üç yıldan bu yana ihalesi yapılamamış. Bu Çayırdere Barajı’nın da ne zaman hayata geçeceğini Sayın Bakana sormak istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, buyurun.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Teşekkür ediyorum.

Öncelikle, Sayın Vural’ın Manavgat’la alakalı sorduğu suali biraz açıklamak istiyorum. Şimdi, efendim, ben Manavgat suyunun ASAT’a verilmesinin sebebini izah ettim ama biraz, herhâlde, tam izah edemedim zaman darlığı sebebiyle. Bir kere, su, kanalizasyon idareleri 2560 sayılı Kanun’la kurulmuştur. Bunlar büyükşehir belediyesi hudutları dâhilinde hizmet verebildiği gibi, vilayet dâhilinde, hatta başka vilayette, o su, kanalizasyon idaresinin mesuliyeti altına alınan yerde dahi hizmet verebilecek kapasitede güzel bir kanunla yönetilmektedir. Hâlbuki, diğer ilçe belediyeleri sadece bulunduğu belediye hudutları içinde hizmet verebildiği için… Manavgat suyu geniş bir alana hizmet verecek, pek çok ilçeyi, beldeyi, köyü, yerleşim alanını, turizm alanını ilgilendiriyor. O bakımdan ASAT’a verildi. Yoksa Manavgat Belediyesi kifayetsiz diye bir şey söylemedim ben. Tabii, her belediye güzel çalışıyor. 2560 sayılı Kanun’dan ve bu kanuna göre kurulan bir ASAT’tan bahsettim. Kanun, yetkiler dolayısıyla… Onu özellikle vurgulamak istiyorum.

Çamlı Barajı’yla ilgili… Tabii ki İzmir’e gideceğiz zaten yakında, Gediz’le alakalı, orada gerekli izahatları veririz. Esasen, bu konuda İzmir’in 2040 yılına kadar arz talep dengesiyle ilgili çalışmalar da çıkarıldı, onları ilmî bir şekilde izah ederiz.

Şimdi, özellikle, tabii, Karaman’la alakalı, İbrala Barajı şu anda yürüyor; iz bedeldi, çıkarıldı, çok hızlı bir şekilde… Yani Karaman’a çok büyük destek verdiğimizi Sayın Vekilim siz de biliyorsunuz. Katı atık konusunda destek verildi. İbralı Barajı, ayrıca orada Deliçay Barajı, bunlar duruyordu. Onlar, iki baraj da bitecek. Deliçay bu sene muhtemelen biter, İbrala’nın da iki üç sene içinde biteceğini tahmin ediyorum.

Diğer, Hışılayık’la ilgili, biliyorsunuz, daha önce, benim DSİ Genel Müdürlüğü döneminde bu kanal devreye alındı. Ancak Sarıveliler’le ilgili… Yatırım programına alındı. Bununla ilgili, hakikaten bu göleti, barajı yapmak istiyoruz, Sarıveliler’i, o konuda, zaten yatırım programımızda, herhangi bir problem yok.

“Mavi Tünel’le ilgili, kuraklıktan dolayı herhangi bir proje revizyonu yapacak mısınız?” dediniz. Efendim, bu kuraklık, bu yılki, yani 2007 yılındaki kuraklık, bu şekilde, periyodik, belli sürelerde azalan, çoğalan bir kuraklık, onu özellikle belirteyim. Dolayısıyla, bir yıllık kuraklık dönemine göre projenin revizyonu yapılmaz. Zaten Mavi Tünel’le ilgili çalışmalar, çok uzun bir çalışma periyodu sonunda hazırlandı, hatta son tatbikat projesini de bizzat ben kendim kontrol ederek ihale kararını aldık. Bunun ihalesi, biliyorsunuz, yapıldı, 6 Temmuz 2007 tarihinde de müteahhit firma işe başladı, her şey hazır. Dolayısıyla, hiçbir proje revizyonu yapılmadan bundan sonra yapılacak. 17 kilometre uzunluğunda dev tünel ve Bağbaşı Tüneli gerçekleşecek, onu özellikle vurgulamak istiyorum.

Bunun dışında, Adana’da drenaj kanallarının inşaatı devam ediyor, ama hızlanması lazım gerektiğini, Sayın Varlı, tahmin ediyorum, sordu. Onu hızlandıracağız, o konuyu biliyorum, Adana Ovası’nı kurtarmak açısından drenajları da yapmak gerektiği kanaatindeyim.

Tabii, Küçük Menderes Havzası, Bakırçay, Ödemiş Beydağ Barajı vesaire, bu konularda da çalışmalarımızı biliyorsunuz.

Bakın, Değerli Milletvekilim, Beydağ Barajı, 2004 yılında, ben, bizzat giderek ele aldığım zaman, bu barajın yapılan hesaplara göre yetmiş altı yıl sonra biteceği hesap edilmişti, önüme konulan liste buydu o ödeneklere göre. Biz, bir takvimle, bu barajın süratli bir şekilde, belki dünyada en hızlı biten barajlardan birisi olarak bitirdik, biliyorsunuz. Ancak baraj bitmeden tabii ki sulama kanallarına başlamak mümkün değil, takdir edersiniz. Şu anda, sulama şebekesinin tatbikat projeleri bitti, ihale hazırlıkları yapılıyor. Ama bunu özkaynakla mı yapacağız, yoksa yap-işlet-devretle mi yapacağız konusunda şu anda şartnameler hazırlanıyor. Onu da belirtmek isterim.

Bergama’da, zaten biliyorsunuz, Gördes Barajı yapılıyor. Bu konuda gerekli çalışmalar çok hızlı bir şekilde gidiyor. Hatta, 2008 yılında bu Gördes Barajı, Bergama’ya hizmet edecek bu baraj, İzmir’e su verecek olan bu baraj, inşallah, su tutmaya başlayacak.

Aslında, Yortanlı Barajı bitti. Fakat, maalesef, orada biliyorsunuz, Paşa Ilıcası Kaplıcası adıyla anılan, fakat tamamen harabe olan, ancak bazıları tarafından “Allianoi Antik Kent” adıyla takdim edilen tarihî kalıntılardan dolayı, maalesef, bu barajda su tutulamadı. Ama kazı çalışmaları için yaklaşık 3,5 trilyon para harcadık. Neticede, Koruma Kurulu ile ilgili mutabakata varıldı. Şubat ayında… Birtakım tespitlerin, mevcut kalıntıların korunmasıyla alakalı Koruma Kurulunun ve Kültür ve Turizm Bakanlığımızın bazı teklifleri var, onları şubat ayına kadar yerine getireceğiz ve herhâlde Yortanlı Barajı’yla ilgili bütün problemler şubat ayında biter. Aksi hâlde… Su tutmamamızın sebebi bu yani. İnşallah, Yortanlı Barajı bittiği için, kısa zamanda su tutacağımızı tahmin ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, konuşmanızı tamamlarsanız…

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Evet…

Kırklareli Barajı’yla alakalı konuyu biliyorum. Tabii, sulama… Sayın Vekilim, Sayın Dibek siz de biliyorsunuz, Kırklareli Barajı’nda özellikle terfi gerektiği için bu yapılamıyor. Ama, belki… Tekrar etüt edelim, damlama sulamayla az su kullanacağı için terfi masrafı ekonomik olursa, bu şekilde… Onun etüdüne tekrar bakalım.

Çayırdere Barajı’yla ilgili… İnceleyeceğim. Size, süre yetmediği için detaylı bilgi verilecek.

Teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünün oylanmasından önce, oyunun rengini belirtmek üzere, aleyhte Edirne Milletvekili Rasim Çakır.

Buyurun Sayın Çakır. (CHP sıralarından alkışlar)

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; çok olumlu bir konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak irdeliyoruz, ama bunun yanındaki olumsuzlukları da iktidar partisi milletvekilleri görmez, görmek istemez ama bizim görüp, söylememiz lazım.

Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin en önemli etkisi, hepinizin bildiği gibi atmosfere salınan sera gazları. Ama en önemli etkilerden bir tanesi de büyük metropol kentler oluşturma, beton yığınları oluşturma. Yani, İstanbul gibi, Ankara gibi, İzmir gibi, Adana gibi büyük yerleşim birimleri oluşturmak, beton yığınları oluşturmak küresel ısınma ve iklim değişikliğini en fazla etkileyen nedenlerden bir tanesi.

Şimdi, biz Hakkâriliyi İstanbul’a taşıdık, Trabzonluyu taşıdık, Urfalıyı taşıdık; o yetmedi, Merkez Bankasını taşıyacağız, bankaları taşıyacağız. Elimizde neyimiz varsa İstanbul’a taşıyoruz. İstanbul büyüdükçe büyüyor, daha fazla büyümesi için de her türlü katkıyı yapıyoruz. Ama bunu yaparken, su konusunu görüşürken, Trakya’nın Istranca Dağlarında Longoz Ormanları. Longoz Ormanları nedir bilir misiniz? Yağmur suyunu alıp, yer altı sularına verme özelliği olan dünyada endemik üç ormandan bir tanesi. Böyle özelliği olan ve koruma altında olan, millî park ilan edilmiş olan, Dünya Bankası tarafından desteklenen ormanlar ve Longoz gölleri.

Biz, böyle olumlu bir şeyi konuşurken, öbür tarafta Hükûmetimiz Longoz Göllerini alıyor, Longoz Ormanlarını kesiyor, taş ocağı yapıyor. Bu Longoz Göllerini alıp, İstanbul’a içme suyu olarak götürüyor. Değerli arkadaşlarım, soruyorum size: Doğru bunun neresinde?

Bu yapılırken, geçtiğimiz dönem Çevre Bakanımız tarafından, Çevre Yasası’nın verdiği yetkiyle, Trakya’nın 1/25.000’lik çevre düzen planlarının yapımı yetkisi “TRAKAB” denilen, üç ilin valisinin oluşturduğu bir kurula verildi. Bu Kurul da planları yapma yetkisini İstanbul Büyükşehir Belediyesine bedelsiz olarak devretti. Büyükşehir Belediyesi de ona bağlı olan Metropolitan AŞ’ye verdi. Ve Metropolitan AŞ sözcüleri televizyonlara çıkıyor. Trakya’da şu an 1 milyon 800 bin insan yaşıyor ve Trakya’da 5 milyon insan yaşayacakmış gibi bir planlama yapılmaya çalışılıyor, yeni organize sanayi bölgeleri tesis edilmeye çalışılıyor, yeni yerleşim birimleri tesis edilmeye çalışılıyor. Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanım, soruyorum size: Doğru bunun neresinde? Yani, bu plan bu şekilde yaşama geçtiğinde, o 5 milyon insana Trakya’dan nereden su bulacağız? Tuna Nehri’ni mi çevireceğiz Trakya’ya? Avrupa’dan mı satın alacağız?

Yani, değerli arkadaşlarım, önemli olan, sorunun ortaya çıkmamasını sağlamak. Sorun ortaya çıktıktan sonra, sorunun çözümü ile ilgili hem çok büyük paralar gerektiriyor hem de çok büyük gayretler gerektiriyor.

Bir taraftan Dünya Su Forumu ile ilgili, Meclis olarak onay vermeye çalışıyoruz, öbür taraftan Türkiye’de su dengelerini bozmak, su dengelerini yerli yerinde kullanmamak adına Hükûmet tarafından ne icap ediyorsa onlar yapılıyor.

TRAKAB’ın Bakanlık tarafından derhâl denetlenmesi ve Trakya’nın, hazırlanan 1/25.000’lik çevre düzeni planlarının Trakya insanının insanca yaşayabileceği bir kaliteye, bir formata getirilmesi gerekiyor. Zannediyorum planlar 31 Aralıkta açıklanacaktı, mayıs ayına kaldı, ama bilinmelidir ki bu planlar açıklandıktan sonra, eğer Trakya insanı insanca yaşayabileceği bir ortamı bulamıyorsa, bulamayacaksa, sesini yükseltecektir, itirazlarını yükseltecektir. Ben şimdiden, bu anlamda değerli Hükûmeti uyarmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, seçmende beklenti yaratmak, umut yaratmak, gelecekle ilgili bir şeyler söylemek güzeldir, gerçekten güzeldir, siyasetçiler de bunu yaparlar, severler ama, eğer seçmende gerçeğin üzerinde daha üst seviyede bir umut ve beklenti yaratırsanız, yarın sandık konduğunda da bu seçmenin yüksek seviyedeki beklentilerine yanıt veremeyecek noktada olursanız, yaptığınız iş size ve partinize faydadan çok zarar getirir. Ben, makul ölçülerde Trakya’nın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çakır, konuşmanızı tamamlayın lütfen.

RASİM ÇAKIR (Devamla) – Ben, Trakya’nın toprak ve su kullanımıyla ilgili, Hükûmetimizin daha duyarlı olmasını ve şu an yapılmakta olan yanlışın da bir an önce önüne geçilmesini bekliyorum. TRAKAB, üç ilin valisi, karşısında Büyükşehir Belediyesi, Metropolitan AŞ, Metropolitan AŞ’yi denetlemeye yetki verecek İçişleri Bakanı, Başbakan, yani, muhalefetin ve halkın, planı hazırlayan üniversitenin hiç olmadığı, tek gözlükle bakılan bir Trakya planlama çalışması. Ama bu, şimdi kapılar arkasında yapılıyor, yarın asılacak ve o zaman da, gerek burada gerek Trakya’da meydanlarda, hep birlikte bu konuyu tartışacağız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Başkanım, oyunun rengini söylemedi.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza su-nuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, oylama için dört dakika süre vereceğim ve oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Beşinci Dünya Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu arz ediyorum:

Kullanılan oy sayısı   :           273

Kabul                        :           267

Ret                             :               4

Çekimser                   :               2     (x)

Anlaşma’nın, ülkemiz için hayırlar getirmesini diliyorum.

Sayın milletvekilleri, 4’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Komisyonu Raporu (1/490) (S. Sayısı: 97) (xx)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu, 97 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Demokratik Toplum Partisi adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz; şahısları adına, Osmaniye Milletvekili İbrahim Mete Doğruer, Muğla Milletvekili Yüksel Özden, Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi.

İlk konuşmacı, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Buyurun Sayın Kaplan.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’yla ilgili Demokratik Toplum Partisinin görüşlerini sunacağım.

Ara sıra yüce Mecliste gruplar arasında uyum, ahenk, akıl birliği olabiliyor. Bu yasa tasarısı, özellikle Yükseköğretim Yasası’nda bir maddenin değiştirilmesi… Fen-edebiyat bölümü gibi iki ayrı konuyu birleştiren ve çokça kurulan fakültelerin ayrılabilmesi ve özellikle İstanbul’da Türk Deniz Eğitim Vakfı tarafından, tüzel kişiliğine izafeten bir Piri Reis Üniversitesinin kurulması konusu tasarıda yer alıyor.

Biz bütün parti grupları olarak bu konuda Bütçe ve Plan Komisyonunda olumlu oy kullandık. Neden? Çünkü, özellikle denizcilik yüksekokulu ve denizcilik alanında mühendislik fakültesi ve benzeri birtakım branşları içeren böylesi bir üniversitenin kurulması Türkiye’de ihtiyaç konusuydu. Daha önce Su Forumu’yla ilgili yaptığım konuşmada da belirttim, Türkiye’nin, bulunduğu coğrafya itibarıyla, Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi, Akdeniz ve büyük gölleriyle -Van Gölü gibi- denizcilik konusunda, hem deniz endüstrisi hem ulaşım hem balıkçılık hem deniz ürünlerinin değerlendirilmesi konusunda, komşu ülkelerle kıyaslandığı zaman veya kuzey ülkeleriyle karşılaştırıldığı zaman hak etmediği bir yerde olduğunu görürüz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Bakan dışarıda görüşsünler, biz de Hatibi dinlemiş oluruz.

                             

(x) Açık Oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

(xx) 97 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

BAŞKAN – Saygıdeğer arkadaşlarım, sükûneti sağlayalım. Genel Kurulda bulunan milletvekili arkadaşlarımız konuşmaları takip edemiyorlarmış.

Buyurun.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Özellikle İstanbul gibi bir merkez ve onun dışında İzmir, Mersin, Antalya, Adana Ceyhan ve Trabzon gibi birçok liman merkezlerinin olduğu ülkemizde şu eksiklik hemen dikkati çekiyor: Gemi ulaşımı konusunda son zamanlarda metropol kentlerde bir kıpırdanma var, özellikle İstanbul’da. Ancak büyük gemi turizmine bakıldığı zaman bir eksiklik var. Yük taşımacılığında ve özellikle Marmara Denizi’nde, deprem araştırmaları konusunda, ihtisas gemileri konusunda ülkemizin, ne yazık ki bu tür araştırmaları Fransa’dan veya başka ülkelerden gemi kiralamak suretiyle, teknik uzman ve akademisyenlerimizle birlikte bazı çalışmalar yapıp, büyük paralar ödediğini biliyoruz.

Balıkçılık konusunda şanssız bir ülkeyiz, çünkü balıkçılık politikamız yok ve balıkçılık politikasında, son AB süreciyle beraber, özellikle, Avrupa Birliği Müktesebatı çerçevesinde oldukça fazla hüküm konusunda bir uyum zorunluluğu hissetmişiz, yani, kendimizi mecburen denizciliğin kurallarına kendini uymak zorunda hisseden bir ülke durumunda görmüşüz. Oysaki, denizcilik, deniz sektörü, deniz endüstrisi, deniz yataklarının, petrol yataklarının araştırılması, deniz altındaki zenginliklerin çıkarılması, bunların tamamı ve balıkçılık, başlı başına bir ülkenin gelir kaynaklarını ciddi suretle artırabilecek kalemlerdir.

Bir İzlanda ülkesi örneği verildiği zaman -Sadece ve sadece geçim kaynağı denizcilik olan ve balıkçılıkla geçinen- bu ülkenin, dünyada refah düzeyi, kişi başına millî gelir düzeyinin en yüksek olduğu ülkelerden birisi olduğunu görürüz. Örneğin, Norveç’te Oslo kentine gittiğiniz zaman, Oslo kentinde deniz kıyısında bir deniz müzesini hemen ziyaret etmeniz önerilir. O deniz müzesine gittiğiniz zaman, huni şeklinde çatılanmış bir büyük gemi görürsünüz. O büyük gemi kutuplara ilk giden gemidir. O kutuplara giden ilk geminin gemi direğinin yüksekliği ve kutuplara gidip gelmesi sonrası bir müzeye dönüştürülmesiyle, denizcilik tarihinin tümünü orada sergileyen bu ülke, Bergen kentindeki yatçılık ve gemi endüstrisindeki gelişmesini sürdürürken, son yıllarda, Türkiye’nin, Tuzla’daki tersanelerinin yat turizminin gelişmesinde, gemiciliğin gelişmesinde artık dünyada hatırı sayılır ülkeler arasına girdiğini ve nitekim bunun dördüncü sıraya kadar yükseldiğini iftiharla öğrenebiliyoruz.

Ancak bu konuda, bütün bu gelişmeleri, bu deniz sahamızı dikkate aldığımız zaman, yeterince gemi adamı yetiştirilebiliniyor mu? Yeterince istihdam edilen eleman var mı? Eğitim düzeyi nedir? Ve en önemlisi, sigorta hukukları nedir? Uluslararası dolaşan gemilerimizin, gemi adamlarının uluslararası hukuktan doğan haklarının korunması konusunda gerçekten önemli bir tedbir alınabiliniyor mu?

Örneğin, Türkiye, Hamburg’ta kurulan, yakın zamanda, 90’lı yılların sonunda kurulan uluslararası tahkim deniz mahkemesine bağlı olan bir ülke olarak, aynı zamanda uluslararası piyasada rekabet açısından Boğaz trafiğinin olduğu bir ülke olarak şöylesi bir hengâmeyle de karşı karşıyadır: Yani, ekonomi mahkemelerinin, Lüksemburg Adalet Divanının rekabetten şirketler arası kâr hesaplaşmasına kadar birçok alandaki hukuksal düzenlemeleri konusunda denizciliğimizin bu konularda sağlıklı ve iyi bir hukuksal güvenceye sahip olmadığını, uluslararası alandaki deniz hukukundan doğan ihtilaflarda da yeterince korunamadığını görüyoruz.

Bir taraftan ürünlerinizi değerlendiremeyeceksiniz, diğer taraftan uluslararası hukuktan -çatmalardan, kayıplardan, batıklardan ve sigorta hukukundan- doğan haklarınızı koruyamayacaksınız, yurttaşlarınızın mal varlığını koruyamayacaksınız… Böylesi bir durum, ister istemez, gemi endüstrisinde, pahalı olma durumunu getirdiği için, gemi sicilinden kaçma, gemi sicilinin, giderayak, az vergi ödenen başka ülkelere dönüşmesi sonucunu doğurmuştur. Nasıl doğurmuştur? Birçok gemimizin Türkiyeli sahiplerinin, ya Malta’nın ya da küçük Afrika ülkelerinin bandıralarını, bayraklarını taşıdıklarını ve bununla kendilerine koruma sağladıklarını veya en azından uluslararası sularda rahat dolaşabildiklerini ifade ettiklerini görebiliyoruz.

Şüphesiz, bu alanda en önemli konu, eğitim konusudur. Eğitim konusunda aslında şunu açıkça itiraf etmemizde yarar var: Vakıf üniversiteleri, kolay kolay bilim insanı yetiştirmiyor, bilim insanını devlet üniversitelerinden hazır alıyor ve kendi üniversitelerinde istihdam ediyor.

Elbette ki, deniz hukukundan, deniz ticaretinden, denizdeki petrolün araştırılmasından deniz ürünlerinin değerlendirilmesine kadar, kara suları hukukundan her alana kadar devasa sorunları olan bir konuda, denizcilik alanında bir üniversitenin kurulması hepimizi heyecanlandırdı, duygulandırdı ve bütün gruplar olarak hepimiz, bu konuda olumlu oy kullandık Bütçe Komisyonunda.

Şunu açıkça ifade etmek istiyoruz ki, bir devlet, devlet olmanın gereği, önce kendi servetini, yer altı ve yer üstü zenginliklerini elbette ki değerlendirecek ve koruyacaktır. Vatan, tabii ki sadece toprak değildir; vatan, kara sularımızdır, denizlerimizdir; vatan, üzerinde teneffüs ettiğimiz gökyüzüdür. Vatanı bir bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman, denizcilik alanında gerçekten de sınıfta kaldığımızı, devletin resmî bir politikasının olmadığını ifade etmek istiyorum.

Biraz umutlanmıştım; Başbakanımız Rizeli, Kasımpaşa’da büyüdü, babası da denizci, denizde çok iyiydi balıkçılıkta. Hükûmet yeniden reorganize edilirken, bakanlıklar kurulurken kurar dedim bir denizcilik bakanlığını. Bu ülkenin ihtiyacı var, mutlaka bir denizcilik bakanlığını kurar. Karadeniz’den de epey milletvekili çıkarmış, mutlaka istemişlerdir, ama hayal kırıklığına uğradım, açık söyleyeyim, bu beklentimde hayal kırıklığına uğradım.

Ben, gerçekten, hâlâ eğitim konusunun, üniversite konusunun… Denizcilik alanında mevcut üniversitelerimizde şüphesiz var, İTÜ’de var, birçok yüksekokul var denizcilikle ilgili ama bu alanda, bu boşluğu… İstanbul Deniz Eğitim Vakfının ve Deniz Ticaret Odasının, onları temsilen üstelik de, denizlerimizde haklı bir ünü, namı olan, Turgutreis’te heykeli olan Piri Reis’in ismini taşıması, elbette ki anlamlıdır. Niye anlamlıdır diyeceksiniz? Çok anlamlıdır. Bodrum’da daha dün önce çipuralar öldü binlercesi, sonra arkasından levrekler öldü. Kafayı karıştırdılar, dediler ki: “Balık Halinde ölü balıkları ziyafet vereceğiz.” o ziyafet de iptal edildi. Yani, doğru dürüst eğitim kurumlarımız olsa, bilim insanlarımız olsa, bu, denizdeki soğuk sıcaktan mı kaynaklanıyor, bir zehirlenmeden mi kaynaklanıyor, bir başka faktörden mi kaynaklanıyor; bu tür şeyleri araştırabilecek bir araştırmaya sahip olabilsek, bu konuda hassasiyeti kurabilsek, gerçekten ülkenin çıkarlarını korumuş oluruz.

Denizcilik, sadece, tabii ki gemi endüstrisi, gemilerin inşası değil, bunun çalıştırılması da bunun ulaşımda veya ticarette kullanılması da çok önemli. Görüyoruz, Boğaz’ımız deniz trafiği açısından ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Deniz trafiğimizde, son teorilerde, 11 Eylül saldırıları sonrası ortaya atılan senaryolardan bir tanesi, “100 bin grostonu aşan gemilerden birisi Karadeniz’den Boğaz’ı geçerken Boğaz’da infilak ederse İstanbul’un hâli ne olur?” diyeydi. Bunun önlemini alabilecek kudreti olan bir devlet olmalı. Bunun önlemiyle beraber tedbirini de geliştirebilecek bir politika ve eğitiminin de olması gerekiyor.

Su konusunu konuşurken, projelerin içinde yer alan, örneğin, Trakya’da gemi ulaşımının, bu tür tanker taşımacılığının veya petrol taşımacılığı için, en azından Çatalca’ya açılacak bir kanal olayının -tabii ki mutlaka forumlarda da dikkate alınacak ama- deniz hukuku açısından tartışılmasında yarar vardır. Tıpkı Panama Kanalı gibi, tıpkı Atina’daki kanal gibi, tıpkı Almanya’daki Elbe Kanalı gibi benzeri kanallar vardır. Türkiye de Boğazlarını, tarihini, tarihsel ve kültürel varlıklarını, hem doğasıyla hem tarihiyle koruma şansına sahiptir. Bu tür alanlarda eğitim kurumlarının elbette artırılması ülkemizin yararınadır. Bu alanlarda deniz ürünlerimizin, özellikle trollerle yok edilen, daha yumurtalar bırakıldığı zaman denizde bunları kazıyan balıkçılık denetimsizliğinden tutun da mevsimlerde ve kontrollerde getirilenlerin dışında teşviklerde de bir özen ve istihdamın ayrıca olması gerekiyor diye düşünüyoruz.

Biz, bu vakıf üniversitelerinin finansman kaynaklarını da… Aslında dikkat çekicidir, kurucu vakfın biraz katkısı var, kurucu vakfın katkısı dışında, öğrenci harçları, yani öğrencinin harçlarının büyük çoğunluğu, hatta yüzde 21 ila yüzde 95 arasında, yani paralı üniversite, paralı eğitim, paralı olmasının getirdiği, bir de devlet teşvikinin zamanla getirdiği bazı muafiyetlerle ayakta duran bu vakıf üniversitelerinin kurulması elbette ki olumludur, elbette ki hayırlıdır, ama bunu devletin kendi stratejik menfaatleri ve geleceği açısından bu eğitim alanında çok daha gelişmiş bir çaba göstermesi gerektiği kaçınılmazdır. Nitekim, denizcilik yüksekokulundan deniz adamının yetiştirilmesi ayrı bir konudur. Tıpkı meslek yüksekokulları gibi, gemilerin, herhangi değişik alanlardaki uzmanların yetiştirilmesi gibi, ama fakültelerin daha ziyade teorik olan eğitim sistemlerinin biraz pratikle geliştirilmesi ve denizlerimizin gerçekten yararlanabileceğimiz bir düzeye getirilmesi konusunda bir yoğunlaşmaya ihtiyaç ve politikaya gereksinim duyulduğu ortadadır.

Bazı yüksekokulları fakülteye dönüştürmek mümkün elbette, ama teorik eğitimle beraber pratik eğitimin, stajın ve staj sonrasının, uluslararası alanda da bu konudaki çalışmaların ülkeye katkısı şüphesizdir.

Denizcilik sadece hukuk da değil, sadece ticaret hukuku da değil, denizciliğin ayrı bir özelliği, sağlık konusu, deniz sağlığı, sağlıkla beraber sigorta alanı çok çok önemlidir. Bu konulardaki eğitimin ülkenin kalkınma hedefleriyle direkt bağlantılı olması gerekiyor. Devlet Planlama Teşkilatının 2013 yılı planlamasına baktığımız zaman denizcilik alanında, özellikle denizlerimizle ilgili ve kaynaklarımızla ilgili bir planlamanın yeterince yer almamış olması, doğrusu, bir taraftan bizi üzerken diğer taraftan böylesi çabalarla da bu alanın değerlendirilmiş olmasının büyük katkılar getireceğini düşünüyoruz.

Elbette ki yeni kurulacak üniversitelerde fen-edebiyat fakültesi bulunma zorunluluğu bir vakıa ve her tarafta, her kurulan üniversitede bir fen-edebiyat olayı olduğu için, şu an fen-edebiyat mezunlarının büyük çoğunluğunun açıkta kaldığını görüyoruz. Matematik gibi bir fakülteyi bitirenlerin, öğretmenlerin öğretmen olamadığı bir kadro fazlası durumla karşı karşıya kalınan bir durumda, fen-edebiyat fakültesi ayrımının yapılması, bazı şeklî zorunluluklardan vazgeçilmesi ve bunun da bu yasayla düzeltilmiş olması, özellikle Plan ve Bütçe Komisyonumuzda yer alan birçok akademisyenin de katkısıyla bu şekilde düzenlenmiştir.

Biz, şüphesiz, Piri Reis Üniversitesinin kurulmasının, Türkiye’de denizcilik alanında Türkiye’ye katkı sunacağını düşünüyoruz ve inanıyoruz ki bu alanda daha fazla bir çabanın gösterilmesiyle beraber… Üniversitesiz kalan kaç ilimiz vardı? Dokuz ilimiz sanıyorum… Sayın Bakan duyuyordur sesimi. İnşallah, o dokuz ilimizi de üniversitelendirerek, üniversitelere kavuşturarak ülke sathına yayılacak bir eğitim sistemiyle yüksekokul ve üniversiteler konusunda ileri bir adım atılabilir.

Tabii ki beklentilerimiz -YÖK’le ilgili, yükseköğrenimle ilgili- çok farklı ve çok gelişik, çok daha derindir. Ama buradan son bir söz olarak bir temennide bulunmak istiyorum; bu bir temennim, kişisel bir temennim, bir önerim: Metro inşaatı yapılırken İstanbul metropolünde, Yenikapı’ya gelindiğinde batık gemilerin iskeletleri ortaya çıkınca, Kumkapı’nın, Aksaray’da Yenikapı’nın aslında bir liman olduğu ortaya çıktı. Mademki batık gemilerin iskeletleriyle Yenikapı bir limandır, tıpkı Oslo’daki gemi müzesinde olduğu gibi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

HASİP KAPLAN (Devamla) – …orayı da -tam da denizin kenarında, kıyısında- İstanbul için, sembolik de olsa, ama önemli bir deniz müzesi hâline dönüştürmek ve o batıklarıyla, tarihiyle buluşturmak ve diğer bölük bölük olan denizcilikle ilgili kısımları da burada buluşturmakta büyük yarar görüyoruz. Bazı özel kişi ve kuruluşların bu konularda müze girişimleri olduğunu biliyoruz. Sayın Koç’un müzesi -Haliç’te- bunlardan birisi. Ancak, bu batıklara sahip çıkmak ve bir müzeye dönüştürmek Türkiye’ye çok şey kazandıracaktır.

Bu duygularla, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz.

Sayın Korkmaz, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi adına, İstanbul’da Türk Deniz Eğitim Vakfı tarafından kurulması planlanan Piri Reis Üniversitesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, konuşmamı, Piri Reis Üniversitesinin kurulmasına olan ihtiyaçtan başlayarak, vakıf üniversitelerinin -Türkiye’de otuz kadar olan vakıf üniversitelerinin- aksayan taraflarının nasıl düzeltilmesi gerektiği noktasında ve Türkiye’de yükseköğrenimle ilgili son önlemlerin neler olması gerektiği üzerinde yoğunlaştırmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Piri Reis Üniversitesini kuran Türk Denizcilik Vakfı, adından da anlaşılacağı üzere, kurumsal bir vakıf. Anayasa’mız, aslında, üniversitelerin kurumsal vakıflar tarafından kurulmasını öngörmekte. Dolayısıyla, eskiden beri devam eden bir vakıf olması ve kurumsal niteliği, bu üniversiteyi kurmaya ve bu üniversitenin kurulmasının yararlı olacağına bir göstergedir. Türkiye’de denizcilik sektörüne katkı açısından da, yine, bu üniversitenin kurulması olumludur. Bu açıdan, biz parti olarak, bu üniversitenin kurulmasını destekliyoruz.

Değerli arkadaşlar, huzurlarınızda bu üniversitenin kurulup kurulmaması tartışılıyor ve bu sizin oylarınızla ortaya çıkacaktır. Bu üniversitenin mutlaka kurulması, diye oy kullanmak söz konusu olmayabilir, kurulmaması da gündeme gelebilir yahut kurulmaması yönünde de bir karar alabilir yüce Meclis. Şimdi, yani, bu yüce Meclisin kararı.

Değerli arkadaşlar, yüce Meclisin bu kararına bağlı olmakla beraber, yurt dışına gönderilen öğrencilere yapılan tören sırasında Sayın Millî Eğitim Bakanı Çelik aynen şöyle diyor: “Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşmeleri yapılacak olan bir vakıf üniversitesi daha kuruyoruz.” Yani, Sayın Bakan “Böyle bir üniversiteyi kuruyoruz.” diyerek, aslında yüce Meclisin iradesine zımni anlamda bir ipotek koymuş olmaktadır. Burada bir bakanın, bir başbakanın konuşması Meclisin iradesi açısından çok önem arz ediyor.

Değerli arkadaşlar, önem arz ediyor diyorum. Konumuz üniversiteler, vakıf üniversiteleri. Yine, Sayın Başbakan yurt dışına gönderilen öğrencilere tören sırasında aynen şöyle diyor. Bu, bugün Anadolu Ajansının haberi olduğu için sizlere arz ediyorum, takdim ediyorum. Diyor ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “Biz, Batı’nın ilmini, sanatını almadık.”, “…ilmini, sanatını almadık.” diyor, “alamadık” değil. “Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık.” Şimdi, değerli milletvekilleri, sizin hepinizi düşünmeye davet ediyorum. Değerli milletvekilleri, “Biz Avrupa’nın ahlaksızlığını aldık.” derken Avrupa’daki ülkelere hakaret etmiyor muyuz? Yani, ahlaksızlığın bir kaynağı olarak görmüş olmuyor muyuz Avrupa’yı? Bir taraftan “Avrupa Birliğine girelim.” derken bir taraftan “kültürler arası uyum” derken, öbür taraftan –tekrar ediyorum- “Biz, Batı’nın ilmini, sanatını almadık. Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık.” diyor. Şimdi, lütfen düşünün. “Batı’nın ahlaksızlıklarını aldık.” derken -elbette ki Batı kimdir? Avrupa Birliği- o zaman, Avrupa Birliğinin insanına bir hakaret etmiş olmuyor muyuz? Şimdi, bu söz aynı zamanda, zımni olarak Batı’da ahlaksızlıkların yaygın olduğunu göstermez mi?

Değerli arkadaşlar, bu ahlaksızlıkları kim aldı? Yani, Avrupa’ya gönderdiğimiz öğrenciler mi aldı? Bunun açıklığa kavuşturulması lazım. Avrupa’da görenler mi aldı? Peki, bu ahlaksızlıkların Türkiye’ye gelmesine, ithaline kimler izin verdi? Örneğin, geçmiş hükûmetler mi, geçmiş hükûmetlerin yaptığı politikalar mı? Böyle söylemekle, Sayın Başbakan geçmiş hükûmetleri suçlamış olmuyor mu? Böyle söylemekle, yükseköğrenimi yönetenleri, eski YÖK Başkanlarını, eski rektörleri, eski dekanları suçlamış olmuyor mu?

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Çorba yaptın iyice ya.

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Peki arkadaşlar…

NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Siz bile inanmıyorsunuz söylediklerinize.

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) - Bir şey sorayım size değerli arkadaşlar: Avrupa’da, Batı’da hangi başbakan bu şekilde “ahlaksız”, “şerefsiz” sözünü kullanıyor, “Otur oturduğun yerde” diyor, “Ananı al git” diyor? Var mı Avrupa’da böyle bir Başbakan? Söyler misiniz arkadaşlar, var mı? (AK Parti sıralarından gürültüler) Biz Avrupa’nın hangi ahlaksızlığını almışız? Hangi, Avrupa’daki, başbakan böyle bir söz söylüyor? Hangi başbakan insanları itham ediyor? Hangi başbakan insanlara küfrediyor?

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) – Piri Reis, Piri Reis… Piri Reis’le ne ilgisi var Hocam?

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan bunları, Avrupa’ya gönderilen, yükseköğrenim için gönderilen 1.000 öğrencinin töreni sırasında konuşuyor. Konumuzla ilgili doğrudan doğruya. (AK Parti sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bakın, ben Sayın Başbakana hakaret etmiyorum, yalnızca söylediklerinin yanlış olduğunu ifade ediyorum.

AGÂH KAFKAS (Çorum) – Sana ne!

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Bana “Sana ne!” diyorsun değil mi? E, o zaman Meclisi terk edelim, Başbakan gelsin otursun. Bize bir şey yok. Zaten uygulama öyle. Zaten uygulama öyle. O da öyle diyor, Sayın Başbakan da diyor ki: “Yürütme de benim, yasama da benim.” Şimdi yargı da kendisi olur, olur biter o zaman. Bize gerek yok.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, hiç birimiz sinirlenmeden konuşalım, hiç birimiz mantık silsilesi dışına çıkmayalım. Ben çıkmamaya çalışıyorum.

HASAN ANGI (Konya) – Konuyla ne alakası var?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen.

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Şimdi, dünyada her şey denge üzerine kuruludur, değerli milletvekilleri. Siz eğer bu dengeyi geçerseniz… Yani ekonomi de denge üzerine kuruludur, insan vücudu da denge üzerine kuruludur, siyaset de denge üzerine kuruludur. Sizin söyledikleriniz eğer siyasette bu dengeyi bozuyorsa, yani bu dengelere uyulmuyorsa, bu, yönetim zafiyeti demektir. Bu, yönetim zafiyeti demektir. Yönetim erki hiçbir şekilde başkalarını suçlamaya, başkalarını töhmet altında bırakmaya, başka ülkelere, Batı’ya “ahlaksız” demeye icazet vermez, vermemesi gerekiyor.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Piri Reis Üniversitesi gerçekten Türkiye için yararlıdır. Şimdi, neden acaba Anayasa’ya yalnızca vakıf üniversiteleri, “Vakıflar üniversite kurabilir.” hükmü konulmuştur? Biliyorsunuz, 1970’lerde özel üniversiteler sorunu yaşadı Türkiye. Bu şirket üniversiteleri, işte, katlarda üniversiteler, bunlar önemli ölçüde sıkıntı yarattı. Burada kâr amacına yönelik şirketler üniversiteler kurdu. Kâr amacını ortadan kaldırmak için, vakıflar kâr amacı gütmediği için vakıfların üniversite kurması Anayasa’ya konuldu. Bunun önemli bir nedeni yükseköğretim hizmetinin, yükseköğrenim hizmetinin önemli ölçüde sosyal fayda yaratmasından kaynaklanıyor. Yükseköğretim hizmeti eğitim yapana kişisel fayda sağlar, ama aynı zamanda toplumda bir sosyal fayda sağlar. Yani, verimlilik artar. Aynı zamanda, yükseköğrenimde araştırma geliştirme hizmetleri, teknoloji geliştirme hizmetleri yapılır. Dolayısıyla, kâr amacı gütmek bütün bu sosyal faydalara aykırıdır, sosyal faydanın maksimize edilmesini sağlayamaz. Onun için, Anayasa’da bu “Yalnızca kâr amacı gütmeyen vakıflar tarafından yapılır.” hükmü yer almıştır.

Ayrıca, yükseköğrenim sosyal mobilite sağlar, toplumda kastlaşmayı önler. Yani, parası olan-olmayan okursa statü değiştirir, toplumsal kastlaşma önlenir. Bunun için, yükseköğrenim Türkiye’de hassas bir konudur. Türkiye’nin iktisadi gelişmesinde önemli baz teşkil eder. Bunun için, vakıf üniversitelerini gözden geçirmemiz gerekiyor.

Türkiye’de otuz vakıf üniversitesi var. Bunlar toplam öğrencilerin yüzde 6’sını okutmaktadır.

Bu yararları yanında düzeltilmesi gereken hususlar var vakıf üniversitelerinde. Bir defa birçok vakıf üniversitesi şirket görünümündedir. Bu neden? Çünkü, kurumlaşma yok. Bunun sebebi ne? Bütün vakıf üniversiteleri böyle değil, tabii, bazıları. Bunun sebebi ne? Bunun sebebi, birisi, örneğin bir dershane üniversite kurma kararı aldığı zaman önce vakıf kuruyor, sonra gidiyor onun iznini alıyor, üniversite kurma iznini alıyor. Oysaki Anayasa’nın ruhu onu söylemiyor, diyor ki: “Topluma mal olmuş, öteden beri var olan ve patronu olmayan vakıflar…” Yani, dolayısıyla, burada, bu yanının düzeltilmesi lazım, aile şirketi görünümünde olmaması lazım.

Bakın, aile şirketi görünümünde nasıl oluyor? Vakfın mütevelli heyeti, mütevelli heyet başkanı, eğer oğlunu rektör yaparsa, bu aile şirketi demektir. Eğer mütevelli heyet başkanı, kendinden sonra oğlunu başkan yaparsa, bu da aile şirketi demektir. Onun için, bu taraflarını düzeltmemiz ve dolayısıyla, bu vakıfları aile şirketi hüviyetinden kurtarmamız lazım. Bunun için ne yapmamız lazım? Bunun için mütevelli heyet yetkilerini yeniden tadat edip, yeniden düşünmemiz gerekiyor. Örneğin, vakıf üniversitelerinde rektör tayininden, -rektörü öneriyor tabii- dekan, enstitü müdürlerine kadar hepsini mütevelli heyet tayin ediyor.

Şimdi, düşünebiliyor musunuz, yani, mütevelli heyet başkanı bir profesör olmayabilir, çoğunda da profesör değil, çoğunda da vakfı kuran. Şimdi, burada, akademik birimleri tayin eden bir kurum hâlinde olursa, o zaman, demek ki, bunun kurumsal niteliği olmaz. Onun için, vakıf üniversitelerinde yetkilerin rektörlere verilmesi lazım.

Vakıf üniversitelerini apartmanlardaki üniversiteler hüviyetinden kurtarmak lazım, aksi takdirde, şirket görünümü devam eder. Eğer, vakfın gayrimenkulü, özel mülkü, eğer vakfın okulu, binası yoksa, ona izin vermemek lazım.

Şimdi, öğretim üyesi yetişmiyor. Bakın, neden yetişmiyor? Çünkü vakıf üniversiteleri ya hazır öğretim üyesini transfer ediyor… O nedenle devlet üniversitelerinde öğretim üyesi sayısı, profesör sayısı azaldı. Örnek vereyim: İstanbul İktisat Fakültesinde 60 profesör vardı, 40’a düştü, İstanbul Hukuk Fakültesinde yine 66 tane profesör vardı -hatırladığım kadarıyla- 24’e düştü. Yani, dolayısıyla vakıf üniversiteleri, araştırma görevlisi alarak kendisi öğretim üyesi yetiştirmelidir. Oysaki YÖK’ün raporuna göre, vakıf üniversitelerinde görevli okutman, yani dışarıdan ders verenler ve okutmanlar, tüm öğretim elemanlarının yüzde 50’sini oluşturuyor, öğretim üyesi yüzde 33’ünü oluşturuyor, araştırma görevlisi yüzde 17’sini oluşturuyor. Araştırma görevlisi, öğretim üyesi yetiştirmenin kaynağıdır. Dolayısıyla burada yapılması gereken, vakıf üniversitelerinde de bu piramidin sağlanması, araştırma görevlisi olmayan vakıf üniversitelerine profesör tayini için imkân verilmemeli. Yani, bir vakıf üniversitesinde bir ana bilim dalında üç tane araştırma görevlisi yoksa o ana bilim dalına profesör kadrosu yahut profesör alınmasına izin verilmemesi lazım.

Şimdi, üniversiteler, vakıf üniversiteleri performans açısından çok farklılık gösteriyor değerli milletvekilleri. Bakın, öğrenci başına harcama, yine YÖK raporunda: Bir üniversitede 19.430 YTL öğrenci başına -yatırım hariç- harcama, bir başka üniversitede 2.611 YTL, yani 7,5 kat fark var. Bu kadar, öğrenci başına harcamada fark olmaması lazım. Bu, üniversitelerin performansının çok farklı olmasına neden olacaktır. Bundan ar-ge için de, araştırma için de yeterli kaynak ayrılmıyor. Bunun çözümü de bu üniversitelere gelirlerinin bir kısmını mutlaka araştırmaya ayırmaları konusunda bir zorunluluk getirmek gerekiyor.

Geldik devlet yardımlarına. Şimdi, 2005-2006 yılında on üniversiteye bütçeden yardım yapılmış. Biliyorsunuz, bu arsa, arazi konusu basında çok tartışıldı. Bu, toplum vicdanını rahatsız edecek boyutlara ulaştı. Yani siz topluma ait kaynakları bir vakıf üniversitesine verirseniz, o vakıf üniversitesinde paralı eğitim olduğu için fakirden zengine kaynak transfer etmiş olursunuz. Dolayısıyla yeterli imkânı olmayan vakıf üniversitelerine izin vermemek lazım. Aksi takdirde devlet yardımları vakıf üniversitelerinin iştahını kabartıyor. Bunun çözümü devlet desteğini kesmektir.

Nihayet -1 dakika 29 saniyem var- temel çözüm değerli milletvekilleri, yükseköğrenimi bir bütün olarak alıp, bir defa, insan gücü planlaması yapmak lazım. Yani ne kadar ihtiyacımız var insan gücüne? Bugün doktor eksiği var, mühendis fazlası var. Eğer bir insan gücü planlaması olsaydı yükseköğrenimde bunun olması mümkün olmazdı. Öte yandan formül hazır, Cumhuriyet Halk Partisinin seçim bildirgesinde var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Korkmaz, buyurun, konuşmanızı tamamlayınız efendim.

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Lise düzeyinde ara eleman yetiştirmek lazım. Mesleğe yönelik eleman yetiştirmek lazım. Bugün hemşire eksiği var. Hemşire eksiğinden dolayı birçok hastane bölümü, departmanı çalışmıyor. Ben buna şahit oldum. Dolayısıyla ara elaman yetiştirmek lazım, teknisyen yetiştirmek lazım, mesleğe yöneltmek lazım. Bu yolla üniversite önündeki bu birikimleri de azaltmış olacağız.

Bu vesileyle, Piri Reis Üniversitesinin kurulmasını parti olarak biz destekliyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkmaz.

Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Osman Çakır. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün itibarıyla, 85’i devlet, 30’u vakıf üniversitesi olmak üzere üniversite sayısı 115’tir. Üzerinde görüştüğümüz öneri kanunlaştığı takdirde, vakıf üniversitelerinin sayısı 31’e, toplam üniversite sayısı da 116’ya çıkacaktır. Üniversitelerin Anadolu’ya yayılmasına ve sayılarının önemli ölçüde artmasına rağmen yükseköğretime girişteki talebi henüz karşılayabilmiş değiliz. Bunun yol açtığı olumsuzluklar hemem hemen her ailede yaşanan sorunlar arasında yer almaktadır. Ancak, bu sorunun çözümü sadece çok sayıda üniversite açmak değil, öncelikle çok sayıda öğretim üyesi yetiştirmektir. Maalesef, Hükûmet geçmiş beş yılda bu konuda etkili ve yeterli bir proje ortaya koyamamıştır.

Geçen dönem açılan 32 üniversitedeki profesör sayısı sadece 128’dir. Diğer unvanlardaki öğretim üyesi sayısı da son derece yetersizdir. Hükûmetin öğretim üyesi yetiştirmeye önemli oranda kaynak ayırması acil bir konudur. Eğitimin, özellikle yükseköğretimin önemi herkes tarafından iyi bilinmektedir. Yükseköğretim sisteminin kalitesi, ülke ekonomisinin en önemli girdileri arasındadır. Ülkenin rekabet gücünün asli unsurlarından biridir. Ülkenin sosyoekonomik politikalarının da en önemli yapı taşıdır.

Refaha ulaşmak için gereken temel stratejik kaynağın bilgi, iyi eğitim görmüş insan ve beşeri sermaye olduğu herkesçe bilinen gerçeklerdir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ekonominin motoru da, refah toplumu oluşturmada da en etkili unsur yine bilgidir. Bu kadar geçer akçe olan bilgi, kullanıldıkça, dağıtıldıkça ve satıldıkça arttığından sahipleri açısından gerçek anlamda bir güçtür. Dolayısıyla bilim, bilimsel zihniyet ve bilgi üretimi olmadan teknolojide ve uygulama alanlarında ilerleme olamaz. Bilgiyi üretmeden sadece teknoloji ithali yoluyla milletler arasında sürdürülen baş döndürücü siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel rekabette mesafe almak ve medeniyetler yarışını da kazanmak mümkün olamaz.

Bu nedenle, üniversiteler son derece stratejik öneme sahip kuruluşlardır. Milletler ve medeniyetler arasında devam eden yarışta elde edilecek başarı, geniş ölçüde üniversitelerin başarısına bağlıdır. Bunun için, gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkeler, birinci sınıf üniversitelere sahip olmak ve bunların sayılarını artırmak için sürekli gayret içerisindedir. Yüksek öğretim sistemimizin küresel yarışa uyum sağlayabilmesi, Türk milletine ve insanlığa daha çok hizmet edebilmesi için yüksek öğretime ayrılan kamu kaynaklarının artırılması, üniversitelerin kaynak çeşitlendirme ve kaynak yaratmasının önündeki engellerin, yasal ve bürokratik engellerin kaldırılması gerekir.

Bilim, artık Türk insanının günlük yaşamına, sağlık, mutluluk ve refahına katkı yapmalıdır. Bilimin yapıldığı yerlerden olan üniversitelerimiz de bunu dikkate almak zorundadır. Artık evimizde bir bilgisayar vasıtasıyla her türlü hizmete ulaşmanın mümkün olduğu, binlerce dersi okuyup sertifika ve hatta üniversite diploması alma imkânının bulunduğu bir süreçte üniversitelerimiz de kendilerini süratle bu çağa uydurmak zorundadır.

Günümüzde artık bilim adamlarımız, sporcularımız, sanatçılarımız, sanayicilerimiz, iş adamlarımız, çiftçilerimizle her alanda dünyanın saygın ve seçkin bir üyesi olmak zorundayız. Bu, Türk insanının hem hakkı hem en önemli görevi hem de tarihî sorumluğu ve tarihinden gelen kaçınılmaz bir kaderidir. Teknolojinin, finansın, bilginin ve bilgiye ulaşımın, yani enformasyonun demokratikleşmesi, küresel dünyada uluslararası ve devletler üstü kuruluşların yanında ülkeler üzerinde yepyeni denetim ve yaptırım mekanizmaları ortaya çıkarmıştır. Türk üniversiteleri maalesef bunları yakından izleyememiştir. Onun için, üniversitelerimizin bunları çok iyi takip ederek ülkemizin bu şartlara uygun tedbirleri geliştirmesi için gereken uyarıları yapması ve yol gösterici olmaları lazımdır.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin kendi azmi, kendi gayreti ve kendi iradesiyle kurduğu bir devlettir. Bu büyük mücadeleyi kazanmayı başaran ve bu uğurda büyük fedakârlık gösteren büyük Türk milletine Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinin de büyük bir hizmet borcu vardır. Bu nedenle, Türk üniversiteleri 21’inci yüzyılın gerektirdiği her türlü görevi milletine olan sorumluluğunun gereği olarak yerine getirmekle görevli olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıdır.

Bilim ve teknoloji yarışında maalesef durumumuz iyi değildir. Türk ekonomisi dünyada ilk 20’nin içine girebilecek büyüklükte olmasına rağmen, dünyanın 100 zengini arasına giren iş adamlarımız bulunmasına rağmen, ne acıdır ki dünyada en iyi 100 üniversite arasına giren, 100 özel araştırma merkezi arasına giren veya bilime destek veren 100 vakıf arasına giren ne bir üniversitemiz ne bir vakfımız ne de bir özel şirketimiz vardır. En iyi 100 içine girebilecek üniversitelerimiz olması gerekirken maalesef ilk 500’e razı olmaktayız ve bunu da başarı saymaktayız. Tıp, fizik ve kimya gibi temel alanlarda Nobel ödülü almak şimdilik bir hayal gibidir.

Birleşmiş Milletler 2007 İnsani Kalkınma Endeksi’ne göre Türkiye 177 ülke arasından Bulgaristan, Romanya, Malezya ve Çin’in ardından 84’üncü sırada yer almaktadır. Toplumun on beş yaş üstündeki kesiminde okuma yazma oranı yüzde 87,4 olarak ifade edilmektedir. 2005 rakamlarına göre, Kars, Diyarbakır gibi doğu illerinde 20 ila 24 yaş grubunun yalnızca yüzde 30’u ortaöğretim diplomasına sahiptir. Bu yaş grubunda kızların ise sadece yüzde 20’si bu diplomaya sahiptir. Bu rakamlar Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 80’ler civarındadır.

Değerli milletvekilleri, araştırmalara dayalı orijinal yayın sayısında hızlı bir artışa rağmen, üniversitelerimizde atıf ve özellikle patent sayısında, yani ileri teknolojiye aktarabilecek buluş sayısında oldukça geriyiz. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı PISA’nın 2006 raporu da yayımlandı. Bu raporda, 57 ülkenin on beş yaş gurubunda, 20 milyon öğrenciyi temsil eden 400 bin öğrenci üzerinde bir değerlendirme yapılmış, Türkiye’den 4.942 öğrenci teste tabi tutulmuş, sonuç bir önceki seneden daha da kötüdür. Fen bilimlerinde OECD ortalaması 500 puan iken, Türkiye 424 puanla 44’üncü olmuştur. Önceki raporda 33’üncü sıradaydık. Matematikte ise 423 puanla 38’inci sırada bulunmaktayız. Rapor, araştırma, matematik ve fen bilimlerinin yanında, metin anlama ve değerlendirmeyi de kapsamaktadır. Türkiye, her üç alanda da OECD ortalamasının altında bulunmaktadır. Metin anlamada, Türkiye 447 ortalama puanla Yunanistan’ın ardından 37’nci sırada yer almıştır.

Mevcut durum gösteriyor ki Türk eğitim sistemi, yükseköğretim sistemiyle birlikte en kısa zamanda çağdaş bir yapıya kavuşturulmak zorundadır. Üniversite kapısında bekleyen yüz binler de bunu beklemektedir. Günlük politikanın bilimsel yapımızı ve üniversiteyi etkilememesine özen gösterilmelidir. Üniversite, bilgiyi üretip yayan, ekonominin motoru olan, çevreye ve çevrenin sorunlarına duyarlı, topluma hizmet eden ve milletimizin kültür mirasını gelecek nesillere aktaran kurumlar olmak zorundadır.

Bilgiye dayalı toplumun ve ekonomisinin birbirini tamamlayan dört ana temeli vardır: Bunlardan birisi, bilginin bilimsel araştırma yoluyla üretilmesi, üretilen bilginin eğitim ve öğretim yoluyla öğrencilere aktarılması, iletişim teknolojisi ile yaygınlaştırılması ve teknolojik yenilenmede kullanılmasıdır. Bu dört temeli elde etmede dünya çapında başarılı olan üniversite artık çağdaş üniversitedir.

Devlet parasıyla üçüncü sınıf üniversitelere eleman gönderilmemelidir. Ülke kaynakları bu ülkelerin desteklenmesine harcanmamalıdır. Araştırma amacıyla yurt dışına çıkacak doktoralı bilim adamları, ikinci, üçüncü sınıf araştırma kurumlarını değil, piramidin en tepesindeki üniversiteleri tercih etmelidir. Siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı gerçekleştirebilmek, iç ve dış sorunları çözebilmek, millî güvenliği sağlamak, hatta cumhuriyetimizi ve bağımsızlığımızı koruyabilmek ve nihayet geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük, güçlü, huzurlu, dosta güven veren, düşmanı caydıran bir millet ve devlet olabilmek için öncelikle üniversitelerimizi güçlendirmeliyiz.

Son yıllarda, yükseköğretimin yapı, organizasyon ve görevlerinde çok önemli değişiklikler oluşmaktadır. Üniversite dışından cereyan eden sosyal, kültürel, ekonomik ve politik gelişmeler ve nüfus hareketliliği, genç nüfus yapımız, yükseköğretim sistemini önemli ölçüde zorlamaktadır ve etkilemektedir. Bütün bu olup bitenlere seyirci kalmadan gerekli önlemleri almak, Yükseköğretim Kurumunun, Hükûmetin ve Millî Eğitim Bakanlığının birinci görevi olmalıdır. Akademik hürriyet, akademik özerklik ve hesap verebilirlik ilkeleri yasalarda çok açık olarak tanımlanmalı, dengelenmeli ve güvence altına alınmalıdır.

Yükseköğretim Kurumunun temel görevi, yükseköğretimde çıktı kalitesiyle ilgili standartları belirlemek ve çağdaş bir finans sistemi geliştirmek olmalıdır. Gerisi, üniversitenin özerk fakat mutlaka hesap verebilir bir yönetimine bırakılmalıdır. Cepheleşmeye, kutuplaşmaya, kadrolaşmaya, huzursuzluğa, verim ve motivasyon kaybına yol açan mevcut rektör seçim sistemi devam ettiği sürece, yükseköğretimde bir arpa boyu yol almak hayal bile değildir. Liyakat, çalışkanlık, başarı kriterleri, artık yerini yandaşlık kriterine terk etmektedir. Bu durum üniversitelere önemli ölçüde darbe vurmuştur. Seçmenlerin seçilenler tarafından atandığı bu sistemde, üniversitenin reel ve gerçek kadro ihtiyaçları, verimlilik, bilimsel yeterlilik, akademik başarı, yerini siyasi veya kişisel çıkar yandaşlığı veya menfaat beklentilerine bırakmaktadır.

Yükseköğretimde okullaşma oranını artırmak gerekir. Bunun için yeni üniversitelere, mevcutlarda da kapasite artışına ve gerekli insan gücü ile altyapıya mutlaka ihtiyaç vardır.

Yükseköğretime istekli her insana Türkiye bu fırsatı sağlayabilmelidir. Yükseköğretim çağındaki nüfusa oranla üniversiteye girebilenlerin sayısını kısa zamanda 2 katına çıkarabilmek için gerekli hazırlıklar ve yatırımlar mutlaka yapılmalıdır.

Programların ve her programa ait müfredatın daha esnek olması sağlanmalı, programlar arası dikey ve yatay geçişlerde geniş imkân tanınmalı ve çeşitlilik mutlaka artırılmalıdır.

Yükseköğretimde başarı oranlarını artırıcı önlemlere de özel önem verilmelidir.

Bundan sonra büyük şehirlerin dışındaki küçük illerde büyük üniversiteler açılması son derece hatalıdır. Yeni kurulan, altyapısı olmayan ve henüz hiçbir gelişme göstermemiş olan üniversitelerde hele tıp fakülteleri açmak fevkalade yanlıştır. Bu üniversiteler, uzun süre, ne bilgi açığının kapatılmasında işe yarayacaktır ne de bölgenin ekonomik ve teknolojik kalkınma üssü olabilecektir. Bunların çoğunluğu, doktora eğitimi gerektirmeyen meslek üniversitelerine dönüştürülmelidir. İleri ülkelerdeki büyük üniversiteler bile belli konularda özelleşmiştir.

Bir üniversite teknik, sağlık, sosyal, eğitim ve mesleki konulardan birini hedef almalı ve ağırlığını o alana vermelidir, kaynakları heba edilmemelidir. Bizde ise daha yeni kurulan, hiçbir altyapısı olmayan bir üniversite, günlük politikaların etkisiyle bir de bakıyorsunuz, her konuda fakülte açma yarışına girişebilmektedir ve biz de burada bu talepleri yerine getirebilmekteyiz.

İstanbul Üniversitesindeki öğretim üyesi, taşrada yeni kurulan 40 üniversitede bulunan öğretim üyesinden daha fazladır. Yani bir İstanbul Üniversitesi, taşrada yeni kurulan 40 üniversitenin öğretim üyesi sayısından daha fazla öğretim üyesine sahiptir. İşte asıl çözüm taşraya yeni üniversiteler açmak değil, bu büyük kentlerdeki fazlalığı verimli olarak kullanmanın yolunu bulmaktır. Akademik eleman açığını kapatmanın en kestirme yolu, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi büyük illerde, sosyal, sağlık, fen ve mühendislik gibi belli konularda ihtisaslaşacak yeni üniversiteleri oralarda açmaktır. Bu yeni illerde kurulan 10 üniversitenin on yılda başaramadığını, bu yeni, büyük illerde açılan üniversiteler bir yılda başarabilir ve yükseköğretimde açığın kapatılmasında da fevkalade önemli rol oynayabilir. Diğer taraftan bu uygulamayla mevcut büyük üniversitelerdeki öğretim üyesi birikimi de eritilecek, daha verimli ve daha sağlıklı bir yapıya bu kurumların da kavuşturulma imkânı ortaya çıkacaktır.

Az sayıda olsa da sadece araştırma yapılan ve lisansüstü eğitim öğretim verilen araştırma üniversiteleri açılmalıdır. Bilim üretiminde sıçrama yapabilmek için özel yasaları olan bu tip kurumlar fevkalade yararlı olabilir. Haftada otuz kırk saat derse giren, evinin geçimini nasıl sağlayacağını, aylık aile bütçesini nasıl denkleştireceğini düşünen öğretim üyelerinden bilgi üretmeyi ve bilgi üretecek bilginleri yetiştirmeyi beklersek, bilim ve teknoloji üretiminde mevcut durumumuzu bile koruyamayız.

Şimdiye kadar kurulan ve kurulacak yeni üniversitelerin araç gereç, altyapı problemi zamanında çözülmelidir. Üniversitedeki sınıflar, laboratuvarlar, konferans salonları, hizmet binaları, ekonomi, ekoloji ve estetik özellikleri bakımından çağdaş mimarinin en iyi örnekleri olmalı ve gelecekte de ihtiyaca cevap verecek şekilde planlanmalıdır.

Üniversiteler, okul eğitimiyle ve özellikle ortaöğretimdeki eğitim öğretimle de yakından ilgilenmelidir, çünkü işleyecekleri ham madde oradan gelmektedir. Giriş ne kadar kaliteli olursa üniversiteden çıkış da o kadar kaliteli olur. Ortaöğretim öğrencilerinin erken dönemde üniversiteyi ve üniversitedeki programları yakından tanımaları, yeteneklerine göre seçim yapma imkânları artırılmalıdır. Yükseköğretim ile ilgili politikalar, ilk ve ortaöğretim politikasından bağımsız olamaz, hem ortaöğretimde hem de yükseköğretimde etkili bir yönlendirme dönemine ihtiyaç vardır. Ancak uygun bir yönlendirme döneminden geçen öğrenciler gerçek yeteneklerine en uygun programları seçme imkânına kavuşabilir. Fen bilgisi, matematik, Türkçe, sosyal bilgiler öğretiminde daha iyiyi yakalayabilmenin yolu, üniversite ile ortaöğretim arasında yakın ve planlı bir iş birliğini gerçekleştirmektir. Köklü bir eğitim reformu içinde bu konu ihmal edilmemeli ve söz konusu iş birliği için millî bir seferberlik başlatılmalı ve her kesim de üzerine düşeni yapmalıdır.

Yükseköğretimde kalite konusu son derece önemlidir. Öğrenci sayısının artışı kalite düşüşüne sebep olmamalıdır. Sayı artışı kalitede iyileşmeye paralel seyretmelidir. Tüm ölçme ve değerlendirme sistemleri açık ve şeffaf olmalıdır. Kalite güvencesi, kalite kontrolü ve değerlendirme konusunda bürokratik işlemler olabildiğince ortadan kaldırılmalıdır. Yükseköğretim çıktısının artışına paralel olarak istihdam olanaklarının artırılması şarttır. Programlar ve müfredatlar istihdamı kolaylaştırıcı bir yapıda olmalıdır. Müşterisi olmayan, pazara çıkamayan kalitesiz ürünler ne üreticisi ne de toplum için bir başarıdır. Yükseköğretimde bir taraftan kişisel yetenekler geliştirilirken diğer taraftan da araştırma, sorgulama temelli öğretim sürdürülmelidir. Yeteneklerinin iş çevrelerinin isteği doğrultusunda geliştirilmesi için, yükseköğretim ile sanayi, pazar ve tüm toplum kesimi arasındaki sıkı bağlantıların ve iş birliğinin kurulması gerekir. İleri ülkelerde üniversite-sanayi iş birliği çok ileri boyutlara ulaşmasına rağmen, maalesef, ülkemizde bu noktada yeterli mesafe alınamamıştır. Özel kesim, bu yolla araştırma geliştirme faaliyetlerine daha fazla kaynak ayırmalıdır. Sonuç, sosyal ve ekonomik kalkınmadır. Ayrıca, piyasanın ihtiyaç duyduğu yetenekleri yetişmiş iş gücü, bu iş birliğinin bir ürünü olarak da artmaktadır. Sanayi-üniversite iş birliği açısından bazı yüz güldürücü örnekler vardır, ancak bunlar yeterli değildir.

Öğretim elemanlarının özlük hakları, çok önemli ölçüde iyileştirilmeyi beklemektedir. Son yıllarda öğretim elemanlarının maaşlarında diğer bazı meslek mensuplarına oranla büyük azalmalar olmuştur. Her alanda en yeteneklilerin bilim yoluna yönlendirilmeleri gerekirken…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çakır, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

OSMAN ÇAKIR (Devamla) – Tamam efendim.

…akademisyenlik çekiciliğini yitirmiş ve daha iyi bir iş bulamayanların tercih ettiği bir alan hâline gelmiştir. Suyu getiren ile testiyi kıranın aynı maaşı aldığı, hatta ikinci tiplerin bir şekilde yöneticiler tarafından ödüllendirildiği bir kurumda maalesef iyiler barınamamaktadır.

Bilgi üretiminde birinci sınıf lokomotif bilim adamlarının yeri ve önemi bunlara ayrılan maddi kaynaklarla orantılıdır. Dünya bilgi üretimine tarihî misyonumuza uygun oranda katkı yapabilmek ve ileri ülkelerle yarışabilmek için daha fazla birinci sınıf bilim insanı ve araştırıcıya ihtiyacımız vardır, bunları mutlaka yetiştirmek zorundayız.

Zabitan ve gemi adamları yetiştirmek amacıyla Türk Deniz Eğitim Vakfı tarafından kurulacak olan Piri Reis vakıf üniversitesinin vurgulamaya çalıştığım düşüncelerime duyarlı bir örnek teşkil etmesi dileğiyle hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. Grubumuz adına da bu teklife olumlu destek vereceğimizi bildirmek isterim.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çakır.

AK Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Necat Birinci.

Buyurun Sayın Birinci. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mesai saatimizin son noktasında 97 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Türk Deniz Eğitim Vakfının “Piri Reis Üniversitesi” adıyla bir ihtisas üniversitesi kurma kararının yasalaşması üzerinde yaptığımız görüşmelerin alanına, ülkemize, dünya denizciliğine hayırlar getirmesini temenni eder, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, yasa, daha ismiyle bizi heyecanlandıracak derece güzel. Piri Reis, Türk denizciliğinin 11’inci yüzyılda Çaka Bey’le denize ulaşan, Alâiye’yi yine aynı asırlarda gerçekleştiren Türk denizciliğinin dört asır sonra dünya denizciliğine açılmasının, Atlas Okyanusu’nu kuzeye doğru geçmesinin ve bir görüşe göre de Amerika’nın keşfinin adını bilmeyerek gerçekleştirilmesinin… Bu, tarihî olarak gerçekleştirilmiş değil ama millet olarak -benim hoşuma gidiyor- gerçekleştirilirse mutlaka büyük bir bayramdır. Böyle bir ismin verilmesi son derece önemlidir.

Önemli olan bir başka taraf, bir ihtisas üniversitesinin kurulmuş olmasıdır. AK Parti Hükûmetinin 2008 Eylem Planı’na da aldığı, Programına yerleştirdiği üniversiteleri kendi gelişmişlik alanlarındaki uzmanlaşmasıyla birer ihtisas üniversitesi haline getirme çalışmasının da bir örneği bu yasa gerçekleştirirse bir vakıf tarafından uygulanmış olacaktır.

Fakat, asıl konuya değinmeden önce, bizden önceki hatiplerin… Sayın Hocam gittiler. Ona zaten cevap vermek istemiyordum. Bence söylediklerine kendileri de inanmıyordu, gülerek söylüyordu ama “Üniversiteler için bir şey yapılmadı.” denmesine bir iki noktada cevap vererek veya doğruları söyleyerek karşılık vermek istiyorum.

Değerli dostlar, 2002 yılında 74.134 öğretim elemanı vardır üniversitelerimizde, bugün 86.522 eleman çalışıyor. Arada bütün emeklilikleri de -sayılarını çıkarmadım- çıktıktan sonra, 16 bin elemanın da başka kurumlara geçtiğini düşünürsek, artış 12.683. Bu önemli bir rakamdır.

İkincisi: Değerli dostlar, TÜBİTAK 5.200 burslu öğrenciyi bilim adamı yetiştirmek üzere burs veriyor yüksek lisans öğrencilerine 1.250, doktora öğrencilerine 1.500. Bu, araştırma görevlisi maaşlarından daha yüksek bir maaştır. Bu bir teşviktir ve son derece önemlidir.

Üçüncüsü: Üniversitelerimizde bugün 30 bin araştırma görevlisi vardır. Bugün, 2008’de üniversitelerimize 5 bin araştırma görevlisi alınma kararı bütçe yasasıyla çıktı, burada sizlerin oylarıyla bu kabul edildi ve sayı…

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Beş yıl…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – 5 bin.

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Beş yıl geçti.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Efendim?

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Beş yıl geçti.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – 5 bin diyorum bu yıl için.

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Beş yıl geçtikten sonra.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Ondan öncekileri saydım, dinlemediniz mi? Tekrar başa mı alayım? Zaten on iki dakika veriyor bana Sayın Başkanım. Yapmayın, harcamayın zamanımı böyle! Bunları kabul edelim, yani bunlar siyaset yapılacak alanlar değil. Biz üniversiteden geldik.

OKTAY VURAL (İzmir) – Anlatın, anlatın.

BAŞKAN – Sayın Birinci, Genel Kurula hitap ediniz efendim.

Buyurun.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Peki efendim.

Millî Eğitim Bakanlığının bizim anlayışımıza göre cumhuriyetin en büyük yükseköğretim projesi, 2006’da uygulamaya koyduğu, 2005’te raporlarını, çalışmalarını yaptığı her yıl 5 bin öğrenciyi, beş yılda 5 bin öğrenci olarak gerek akademisyen gerekse Türkiye’nin bütün kurumlarının ilmî alanda yetişmiş elemana sahip olması için on dokuz dünya ülkesine göndermesidir. Bunun için sanırım 349 bilim dalında, öğrenciler, ki bugün hocam ajanstan şey yaptı…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Hocam, onlar Türkiye’de de yetişir.

 NECAT BİRİNCİ (Devamla) – …keşke gelmiş olsaydı ve o bugün 671 öğrenciyi teşyi etmekte beraber olsaydık. Bu da çok güzel bir mutluluk. Türkiye’nin pırıl pırıl 671 öğrencisi bugün dünyanın on dokuz üniversitesine yelken açtılar Türkiye’nin ilmini yükseltecek çalışmaları yapmak üzere.

OKTAY VURAL (İzmir) – Darısı 38’e.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Kendi imkânlarıyla ilmî araştırmalar yapanlar bunun dışında değildir.

Ayrıca, ar-ge -ki, üniversitede olanlar bunu çok iyi bilirler- çalışmaları eskiyle kıyas kabul edilmeyecek kadar, hatta sevgili dostum diyeceğim Sayın YÖK Başkanımızın, eski YÖK Başkanımızın bütün zorlamalarına rağmen, engellemelerine rağmen ar-ge

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Sağlam mı?

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Hayır efendim, Sağlam değil. Bundan önceki, Sayın Erdoğan Teziç.

OKTAY VURAL (İzmir) – Burada Sadece Sayın Sağlam var da.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Hayır, hayır. Biz edebimizi biliriz ve yapanı da biliriz.

Böylece, Sayın Teziç, bütün engellemelerine ve tehditlere rağmen üniversiteler TÜBİTAK’ın ar-ge çalışmalarına katılmıştır ve son derece fazla sayıda genç eleman, bu projelerin çalışmaları aralığından ilmî kariyerlerini yapıp üniversiteye eleman olacaklardır. Yani arazi mümbittir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, acaba açıklayabilir misiniz, Teziç nasıl tehdit etti?

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Lütfen… Lütfen laf atmayın.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır, hayır. Sayın Teziç nasıl tehdit etti, onu lütfedip açıklarsanız…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Basından takip ediniz, eski arşivleri açın.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim, sizin ağzınızdan duymak isterim.

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Ben o dönemin muhasebesini…

BAŞKAN – Sayın Birinci…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Onu ayrıca yapalım. Siz biliyorsunuz nasıl ettiğini.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır efendim, ben bilmiyorum, ama açıklarsanız sevinirim.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Nasıl bilmiyorsunuz?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır bilmiyorum, sizin ağzınızdan öğrenmek istiyorum.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Peki, ben size kupürleri gönderirim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hay hay, gönderin efendim.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Ben buradan diyaloğu hiç sevmem de sonra konuşalım bunu.

YÖK ve üniversitenin ortak bütçesi 2002’de 2 katrilyon 495 trilyon iken 2008’de 7 katrilyon 318 trilyondur, artış yüzde 200’ün üzerindedir.

OKTAY VURAL (İzmir) – 2002 fiyatlarıyla...

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Buna özel üniversitelerin bütçelerini de eklediğimiz takdirde 13 katrilyon, yani 12 milyar dolar. Bugün, Türkiye, üniversitelerinin iş görebilmesi, Türkiye’nin kalkınması için hizmettedir. Bu oldukça büyük bir rakamdır.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – OECD’ye göre en düşük rakam.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Değerli dostlar, Türkiye için gelişmeyi takip edersek… Tabii ki düşük olabilir, en düşük değil, ama millî hasılaya vurursanız oldukça yüksektir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – O millî hasılanın yarısı da kayıt dışı zaten.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Rakam olarak şeydir, ama millî hasılaya vurunuz… Siz hesapçısınız, ben anlatmayayım.

60’ıncı Hükûmetin eylem planında üniversitelerin, daha doğrusu yükseköğretim kurumlarının yeniden yapılandırılması üzerinde önemle duruluyor. Bu çalışmalara bağlı olarak üniversiteler tek merkezli öğretim anlayışından çıkarılarak küresel rekabete katılabilen, dünyaya açık ve Türk toplumunun beklentilerini karşılayabilecek dinamik kurumlara dönüştürülecektir. Üniversitelere uluslararası standartlarda hizmet verebilmeleri ve bilimsel olarak özgür, idari olarak özerk ve finansal olarak mali kaynak üretebilen yapılara kavuşturulması için çalışmalar yapılacaktır. Bunlar için biraz önce de söylediğim asıl önemlisi olan ve bizim konumuz da olan ihtisas üniversitelerini kurmak konusu olacaktır ve ilki önümüzdedir.

Ülkemiz, Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu arasında doğal bir köprü olma konusuyla taşımacılık açısından hem kara hem deniz taşımacılığı açısından son derece önemlidir. Fakat, biz artık “Ülkemiz üç tarafı denizlerle çevrili bir kara parçasıdır.” demeyeceğiz. Bizim denizcilikteki idealimiz sadece ülkemizin etrafındaki üç deniz değildir. Hedef dünya denizidir ve dünya denizleridir. İnsanlar ufuklarını geniş tutarlarsa, yelkenlerini ona göre hazırlarlar ve o yelkenleri şişirecek olan malzemeyi, teçhizatı, enerjiyi ona göre kullanırlar. İşte, AK Parti Hükûmetinin ve bizim Grubun çalışması… Ben Hükûmeti anlatmıyorum ama yapılan budur, görülen budur, bunu görmek gerekir; birlikte görelim, birlikte takdir edelim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hangi denize açılacaksınız, hangisi? Atlas Okyanusu mu, Pasifik mi?

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – İşte bunun için gemi inşa konusunda artış yüzde 360…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hocam, niye Panama bandıralı bayrak asıyor bizim gemiler?

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Onu bir arkadaşım izah etti, olabilir. O ekonomik bir durumdur.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hayır, niye asıyor?

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Türk Bayrağı pahalı da onun için.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Artış yüzde 360 gemi inşada…

Şimdi, bu CHP’yi ben anlamıyorum ve dostumdur Kılıçdaroğlu. Niye laf atarsınız yahu? Gelin anlaşalım.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Birinci, anlaşalım da, şu araştırma fonlarının kesildiğini de söyleyin, anlaşalım.

BAŞKAN – Sayın Birinci…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Gelin buraya bir gün… Teklifim olacak, müzakere konularının nasıl olacağını beraber tezekkür edelim ve ona uyalım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Niye kestiniz ya?

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Sayın Birinci de birkaç dakika içinde konuşmasını tamamlayacak, vakit de yaklaştı.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Yani, üniversite araştırma fonlarını niye kestiğinizi söyleyin.

OKTAY VURAL (İzmir) - Efendim, süre doldu.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Yani, laf atma, polemiğe girerseniz ben polemik ustasıyım.

BAŞKAN – Sayın Birinci…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Ben polemiğe girmek istemem.

BAŞKAN – Sayın Birinci…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Efendim, bitiriyorum.

BAŞKAN – Bir iki dakika içinde tamamlayacaksınız, fakat, benim bu bir iki dakika için onay almam lazım, süre doldu şu anda.

Sayın Birinci’nin konuşması tamamlanana kadar çalışma süremizin uzatılmasını istirham ediyorum. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bak, kabul ediyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hocam, siz de toparlarsanız, hızlıca, buyurun.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Benim böyle bir talebim yoktu, Sayın Başkana teşekkür ederim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Süreniz doldu, onun için. Başkanın görevi, mecburen.

BAŞKAN – Hayır, bir iki dakika içinde toparlayacaksınız zaten.

Buyurun.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Tamam, toparlıyorum Sayın Başkanım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Önce hangi okyanusa açılacaksınız? Onu bir söylerseniz.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Arkadaşlar, dünya o kadar küçük ki, sizin gönlünüz okyanusları ölçemeyecek kadar küçükse, söyleyecek sözüm yok zaten. Siz o zaman Marmara’da kâğıt yüzdürün. (AK Parti sıralarından alkışlar) Marmara’da kâğıttan gemi yüzdürün. Başka bir şey diyemem ki.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Devamı bizim olmadıktan sonra.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Değerli dostlar…

OKTAY VURAL (İzmir) – Ege Denizi’ni kurtaralım da…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Bakınız “Ege Denizi” derseniz, ben size bir anekdot

OKTAY VURAL (İzmir) – Ege Denizi’ndeki uzlaşmayı Başbakana anlatırsanız…

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Lütfen Sayın Başkan Vekilim... Ben size bir şey söyleyeceğim: Atatürk, Dumlupınar’da düşman kuvvetleri bozulduğu zaman ne dedi…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Başbakan “Hamaset yapmayın.” dedi.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Hayır, ben size bilgi veriyorum. “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir.” dedi. Nereye gitti?

OKTAY VURAL (İzmir) – Ege’ye gitti.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - İzmir’e gitti.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – O limanı siz sattınız.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Arkadaşlar, o denizin ismi Ege değil, Ege değil, Ege değil.

OKTAY VURAL (İzmir) – Akdeniz, Akdeniz. Sahip çıkalım.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Akdeniz’dir. Evet çıkalım.

OKTAY VURAL (İzmir) – “Casus belli”den vazgeçmeyin. Daha önce Meclis Başkanı bundan vazgeçilmesi gerektiğini söylemişti.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Olur mu öyle şey! Hamaset yapmıyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) - Bu Meclisin aldığı kararlara karşı ifadelerde bulunmuştu. Bu doğru değildir.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) - Hamaset yapmıyorum, hamaset yapmıyorum. Lütfen, söylediğinizin neye geldiğini…

OKTAY VURAL (İzmir) – Ege Denizi, Akdeniz’i bir Yunan denizi hâline getirecek kararlara imza atmayın.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Arkadaşlar, bazı insanlar vardır ki dünyaları kendi beyinlerinin vardığı nokta kadardır ve bilgileri kadardır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ama biz bir milletin enerjisini taşıyoruz burada ve bir milletin ufkunu da şekillendiriyoruz ve biz…

OKTAY VURAL (İzmir) – Yabancı vakıflara her tarafı veriyoruz artık!

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Birinci, Karamanlis’e ne söz verdiniz?

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Karamanoğlu Mehmet Bey ne dediyse kuliste anlatırım size.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Karamanlis’e ne söz verdiniz?

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Siz zaten biliyorsunuz.

Değerli dostlar, bu, Türkiye’nin vakıf üniversitelerinde bir ihtisas üniversitesinin kurulması bakımından son derece hayırlı, son derece Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap verecek ve Türkiye’nin istikbalinin lojistik alanında gelişmesini sağlayacak önemli bir projedir.

Sayın Başkanım, bir dakika verin bana.

Millî Eğitim Bakanlığının yaptığı çok önemli çalışmalar vardı. Biz lojistik meslek liselerini kurduk. Hiç kimse duymadı. Bugün Türkiye’de lojistik alanında 400 bin insan çalışıyor. Hiçbiri eğitimli değil. Bugün gemicilik alanında çalışanların hiçbiri eğitimli değil. Avrupa Birliğine geçiyoruz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Hocam, Mersin’de bir yüksekokul var.

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Biz onları sertifikasyona sahip kılmazsak, ne olacak? Bunlar dünya piyasasında iş bulamayacaktır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Kaç tane kuruldu?

NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Onun için bu üniversitenin Türkiye Cumhuriyetine, milletimize ve dünya denizciliğine hayırlara vesile olmasını temenni eder, hepinize hayırlı akşamlar diler, saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

OKTAY VURAL (İzmir) – Daha beş dakikanız var.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Birinci.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, çalışma süremiz dolmuştur.

Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için 29 Ocak 2008 salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Sizlere ve bizleri izleyen vatandaşlarımıza hayırlı akşamlar diliyorum.

Kapanma Saati: 20.04

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.