DÖNEM: 23 CİLT: 3 YASAMA
YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 14’üncü
Birleşim 31 Ekim 2007 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L
E R I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.- GELEN KÂĞITLAR III.-
YOKLAMA IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Çeşitli İşler 1.- Eski Dışişleri
Bakanı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün vefatı
nedeniyle saygı duruşu B) Tezkereler 1.- Romanya Parlamentosu
Başkanı Bogdan Oltenau
ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/203) 2.- Avrupa Konseyi
Parlamenter Meclisi ve Batı Avrupa Birliği Geçici Avrupa Güvenlik
ve Savunma Asamblesi, NATO Parlamenter Asamblesi, Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi, Asya Parlamenter
Asamblesi ile Avrupa-Akdeniz Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük
Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturacak üyelerin isimlerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/204) 3.- Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak’ın
Hindistan’a yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/205) 4.- Sağlık Bakanı
Recep Akdağ’ın Belarus’a
ve İngiltere’ye yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/206) 5.- Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanlığının resmî davetine
icabetle TBMM Dışişleri Komisyonu heyetinin Kuzey Kıbrıs’a yapacağı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/207) C) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Ankara Milletvekili
Yılmaz Ateş ve 20 milletvekilinin, demir yolu ulaşım sistemindeki
sorunların araştırılarak altyapı ve işletmeciliğinin geliştirilmesi
için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/25) 2.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce ve 21 milletvekilinin, Balkan göçmenlerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/26) V.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1.- TBMM Başkan
Vekili Nevzat Pakdil’in, eski Dışişleri Bakanı,
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün vefatı nedeniyle
merhuma Allah’tan rahmet, ailesine ve milletimize başsağlığı dileyen
konuşması VI.-
TEŞEKKÜR, TEBRİK, TEMENNİ VE TAZİYELER 1.- İzmir Milletvekili
K. Kemal Anadol, Ankara Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı, İzmir Milletvekili Oktay Vural,
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Malatya Milletvekili Öznur
Çalık, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Samsun Milletvekili Osman Çakır
ve Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin,
Eski Dışişleri Bakanı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal
İnönü’nün vefatı nedeniyle taziye konuşmaları VII.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- Adıyaman
Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın, Türk Kızılayının
faaliyetlerine ilişkin gündem dışı konuşması 2.- Antalya Milletvekili
Tayfur Süner’in, yaş sebze meyve ihracatında
yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı 3.- Adana Milletvekili
Yılmaz Tankut’un, hazine arazileri üzerinde
ecri misil ödeyerek tarım yapan çiftçilerin sıkıntılarına ilişkin
gündem dışı konuşması ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın
cevabı VIII.-
ÖNERİLER A) Danışma Kurulu Önerileri 1.- Genel Kurulun
31/10/2007 Çarşamba günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine
ve 1/11/2007 Perşembe günkü birleşiminde 16 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına
ilişkin Danışma Kurulu önerisi IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun Tasarısı ile Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonu
Raporu (1/350) (S. Sayısı:
16) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açıldı. Ankara
Milletvekili Tekin Bingöl ve 30 milletvekilinin, baz istasyonları ile ilgili
iddiaların (10/23), Muğla
Milletvekili Ali Arslan ve 33 milletvekilinin, turizm
sektörünün sorunlarının (10/24), Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş ve 73 milletvekilinin, Ankara'da yaşanan içme ve
kullanma suyu sorununda, Ankara Büyükşehir Belediyesi üzerinde gözetme ve
düzeltici önlemler alma ve ilgili bakanlıklar arasında iş birliği sağlama
konusunda sorumluluklarını yerine getirmeyerek görevlerinin gereklerini
yapmakta ihmal ve gecikme gösterdiği ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunu’nun
257’nci maddesine uyduğu iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan hakkında Anayasa’nın 100’üncü ve İç Tüzük’ün 107’nci maddeleri uyarınca
Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesinin (9/1) ön görüşmeleri
tamamlandı; yapılan gizli oylamadan sonra, Meclis soruşturması açılması kabul
edilmedi. Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu, Ankara Milletvekili Yılmaz
Ateş’in, konuşmasında şahsına sataştığı iddiasıyla bir açıklamada bulundu. 31 Ekim 2007
Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 16.48’de son verildi. Nevzat PAKDİL Başkan Vekili
No.: 20 II.- GELEN KÂĞITLAR 31 Ekim 2007 Çarşamba Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş ve 20 Milletvekilinin, demir yolu ulaşım sistemindeki
sorunların araştırılarak altyapı ve işletmeciliğinin geliştirilmesi için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/25) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/10/2007) 2.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce ve 21 Milletvekilinin, Balkan göçmenlerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/26) (Başkanlığa geliş tarihi:
26/10/2007) 31 Ekim 2007 Çarşamba BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.05 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 14’üncü Birleşimini
açıyorum. III.- YOKLAMA BAŞKAN – Elektronik
cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için
iki dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN – Saygıdeğer
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Çeşitli İşler 1.- Eski Dışişleri Bakanı, Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Erdal İnönü’nün vefatı nedeniyle saygı duruşu BAŞKAN – Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, bugün vefat eden 17’nci, 18’inci ve 19’uncu
Dönem İzmir Milletvekili, Dışişleri eski Bakanı, Devlet eski Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün aziz hatırası önünde Genel
Kurulu bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum. (Saygı duruşunda
bulunuldu) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum. V.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1.- TBMM Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in,
eski Dışişleri Bakanı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal
İnönü’nün vefatı nedeniyle merhuma Allah’tan rahmet, ailesine
ve milletimize başsağlığı dileyen konuşması BAŞKAN – Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim
ve devlet adamı Erdal İnönü’yü bugün kaybettik. Kendisine Allah’tan
rahmet, kederli ailesine ve milletimize başsağlığı diliyorum.
Gerek bilim gerekse siyaset alanında ülkemize yapmış olduğu hizmetler
her zaman şükranla anılacaktır. Ruhu şad olsun. Evet, konuyla
ilgili olarak, Sayın Anadol, sisteme girer misiniz
efendim, yerinizden size söz hakkı vereyim. Buyurun Sayın Anadol. VI.- TEŞEKKÜR, TEBRİK, TEMENNİ VE TAZİYELER 1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol,
Ankara Milletvekili Mehmet Emrehan Halıcı,
İzmir Milletvekili Oktay Vural, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Muş Milletvekili
Sırrı Sakık, Malatya Milletvekili Öznur Çalık, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Samsun Milletvekili
Osman Çakır ve Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin,
Eski Dışişleri Bakanı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal
İnönü’nün vefatı nedeniyle taziye konuşmaları K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sayın Başkan, bana söz vermek nezaketini gösterdiğiniz
için size teşekkür ediyorum ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. Zatıalinizin
de belirttiği gibi, eski 17, 18 ve 19’uncu Dönem İzmir Milletvekili,
Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Vekili olarak görev yapan SODEP ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti Genel
Başkanı Erdal İnönü’yü kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına yüce Parlamentonun acısını paylaşıyoruz.
Sayın Başkanım,
Erdal İnönü, 12 Martın çalkantılı günlerinde, gençlik hareketlerinin
gündeme geldiği bir dönemde hem gençlere itidal tavsiye eden hem de
özgürlükleri savunan bir rektör olarak, ODTÜ Rektörü olarak toplumca
tanındı. Tabii bilim adamı yönünü, üniversiteler biliyordu, bilim
camiası, bilim âlemi biliyordu, ama böyle bir dönemde basiretli
yönetimiyle toplumumuz tarafından tanındı ve o günkü Cumhuriyet
Halk Partisi içinde de meydana gelen çalkantı sırasında babası merhum
İsmet İnönü’yü mağlup eden merhum Ecevit’i en önce tebrik edecek kadar
demokrat bir kişiliğe sahipti merhum Erdal İnönü. 12 Eylülden sonra
sosyal demokratların, Cumhuriyet Halk Partililerin, merkez solun
toparlanması gündemdeydi. Ailesine rağmen, ailesine ve kendisinin
direncine rağmen, toplumda sosyal demokrat camiadan gelen yoğun
istemleri kıramadı. Bir defa vazgeçmesine, geri dönmesine rağmen
SODEP’in Genel Başkanı oldu, SODEP’i kurdu ve Konsey tarafından seçime sokulmayan
SODEP’i, daha sonra -bir başka kişiyi rahmetle
anmak durumundayım- Halkçı Parti Genel Başkanı merhum Aydın Güven Gürkan’la birlikte aynı çatı altında birleştirdi
ve yapılan ara seçimlerde İzmir adayı olarak Parlamentoya girdi.
İzmirliler, demokrat kimlikleriyle Erdal İnönü’yü bağırlarına
bastılar. 18’inci Dönemde birlikte Parlamentoda İzmir Milletvekili
olarak görev yapmaktan onur duyuyorum, o günleri hasretle anıyorum.
19’uncu Dönemde tekrar İzmir Milletvekili oldu ve kurulan hükûmetlerde Başbakan Yardımcılığı, Başbakan Vekilliği,
Dışişleri Bakanlığı, Devlet Bakanlığı gibi önemli görevlerde bulundu.
Sözümü fazla
uzatmak istemiyorum. Bilim camiasına, ailesine, Türk milletine
ve onu Parlamentoya gönderen İzmir halkına başsağlığı diliyorum,
yüce Parlamentoya saygılar sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Anadol. Sayın Bakanım,
isterseniz, size yerinizden bu konuyla ilgili olarak söz vereyim
yahut da daha sonra, gündem dışı konuşmalar yapılacağı için onlara
cevap mahiyetinde yine kürsüden konuşabilirsiniz. İç Tüzük’ün
amir hükümleri böyle olduğu için… Daha sonra mı
konuşacaksınız Sayın Bakan? KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Peki, olur. BAŞKAN – Evet,
konuyla ilgili olarak Sayın Emrehan Halıcı’nın, Ankara Milletvekilimizin bir söz talebi
var. Sayın Halıcı,
mikrofonunuzu açtırayım. MEHMET EMREHAN
HALICI (Ankara) – Sayın Başkanım, söz verdiğiniz için çok teşekkür
ediyorum. Ben de kısa bir
açıklama yapmak istedim. Sözlerime başlarken kendim ve DSP’li milletvekillerimiz adına yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum. Sayın Erdal İnönü’yü
kaybetmiş olmanın derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Kendisine Allah’tan
rahmet diliyorum. O, örnek bir siyaset adamıydı, bir devlet adamıydı
ve aynı zamanda da örnek bir bilim adamıydı. Sadece siyasette değil
ama bilimin, kültürün, sanatın her alanında örnek çalışmalar yaptı
ve bilime, kültüre, sanata inanan insanlar arasında da çok özel bir
yer edindi. Bu yüzden üzüntümüz çok ama çok fazladır. Derin bilgi birikiminin
yanı sıra hoşgörüsüyle, mütevazılığıyla ve nezaketiyle Türkiye’ye
örnek oldu, bundan sonra da örnek olmaya devam edecektir. Ben, kendisine
tekrar rahmet diliyorum ve Türk milletine başsağlığı diliyorum. Çok teşekkürler
efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Halıcı. Evet, kısa bir
açıklama için İzmir Milletvekili ve MHP Grup Başkan Vekili Sayın Oktay
Vural’a söz vereceğim. Buyurun Sayın
Vural. OKTAY VURAL
(İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Biz de Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak Sayın Erdal İnönü’nün rahmetli olmasından
dolayı taziyelerimizi, üzüntülerimizi bildirmek istiyoruz. Bütün
siyaset camiasının, bilim adamlarının başı sağ olsun, Allah rahmet
eylesin. Acılarını paylaşıyoruz. Türk siyasetine kendi özgün niteliğiyle
derinlik kazandırmış bir şahsiyeti kaybetmenin acısını paylaşıyoruz. Teşekkür ederim
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Vural. Evet, Sayın Aslanoğlu, hemşehriliği dolayısıyla
galiba, söz istemiş. Milletvekillerimiz adına
da Sayın Aslanoğlu… Adına değil de daha doğrusu
kendisine bir kısa açıklama için söz vereyim. Buyurun. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Örnek devlet
adamı, değerli bir bilim adamı, ilkeli, dürüst ve onurlu bir siyasetçi
olan Sayın İnönü’yü rahmetle anıyorum. Sayın İnönü’ye Allah gani gani rahmet eylesin, ruhu şad olsun. Malatya halkı
adına, ailesine, tüm Türk milletine ve tüm bilim camiasına başsağlığı
dileklerimi iletiyorum. Teşekkür ederim
Sayın Başkan. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Buyurun Sayın Sakık. SIRRI SAKIK
(Muş) – Sayın Başkan, ben de teşekkür ediyorum söz verdiğiniz için. Bugün gerçekten
ülkemizde önemli bir şahsiyeti kaybettik. Ben de uzun yıllar Sayın
İnönü’yle birlikte olan bir siyasetçiyim. SODEP’in
kuruluşundan Sosyal Demokrat Halkçı Partiye kadar genel başkanımız,
ben il başkanıydım. Ondan çok şey öğrendik demokrasi adına, özgürlükler
adına, barış ve hukuk adına çok şey öğrendik, hoşgörüyü öğrendik, toleransı
öğrendik. Bir dönem de kendisiyle birlikte Parlamentoda bulundum
ve bize önemli bir şeyler öğretti. Siyasetin vazgeçilmez olduğunu
söyleyenlere şunu söyledi hep: Kuşatıldı… Dedi ki: “Siyaseti bırakabiliriz.”
Ve yeri, zamanı gelince de bırakıldı. Ne yazık ki ülkemizde bu önemli
şahsiyetleri kaybettiğimiz zaman, arkasından çok önemli şeyler
söyleriz. Sayın İnönü o dönem epeyce sıkıntılı anlar yaşadı, kuşatıldı
ve İnönü’ye ihtiyacımız vardı o dönemde. Biz birlikte bulunduğumuz
dönemde İnönü’nün önemli projeleri vardı. Türkiye’yi özgürleştirmek
ve demokratikleştirmek için çok önemli şeyler yaptı. Biz 24 milletvekili,
Sayın İnönü’ye o dönem Türkiye’yi özgürleştirecek ve demokratikleştirecek
bir proje sunduğumuzda, ilk gittiğimizde acaba nasıl karşılanırız…
Böyle bir tereddüt ve kuşku varken, İnönü cebinden kalemi çıkarıp
“Ben, 25’inci milletvekili olarak bunların altına imzamı atabilirim...”
Bu noktada, bu kadar kararlı, inançlı bir siyaset adamıydı, ama ne yazık
ki onun projelerini hayata geçirmek çok zor oldu, kuşatıldı ve bundan
dolayı da siyaseti bıraktı ve Türkiye için büyük bir kayıptı. Şimdi, diliyorum,
umuyorum, bu siyasette uzun yıllar, siyasette bir türlü yaşlanmayanlar
-ülkemizde ne yazık ki böyle bir acı gerçeğimiz de var, Türkiye’de
siyasetçiler yaşlanmıyor ama- İnönü’yü örnek alırlar, gelecek nesil
de İnönü’yü örnek alarak, ülkemiz, ona uygun siyaset profili çıkarır. Ben kendisine
rahmet diliyorum ve bütün Türkiye’ye başsağlığı diliyorum. BAŞKAN – Malatya
Milletvekilimiz Sayın Öznur Çalık, buyurun. ÖZNUR ÇALIK (Malatya)
– Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz;
bugün vefatını öğrenmiş bulunduğumuz Sayın Erdal İnönü’yü rahmetle
anıyoruz. Değerli bir siyaset ve devlet adamını kaybetmiş bulunuyoruz.
Tüm Türkiye'nin
ve değerli Malatyalı hemşehrilerimizin başı
sağ olsun diyorum. Bugüne kadar yapmış olduğu tüm hizmetler için de
kendisini bir kez daha rahmetle anıyorum. Teşekkür ediyor,
saygılarımı sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Evet, bu konudaki
düşüncelerini almak üzere Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul
Günay. Buyurun Sayın
Bakan. KÜLTÜR VE TURİZM
BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım
söz verdiğiniz için. Değerli arkadaşlarım,
Sayın İnönü’nün kaybından duyduğumuz derin üzüntüyle ben de rahmet
ve sabır dileklerimi sunuyorum. Sayın İnönü,
Parlamentoda bir süre bulunan, siyasette bir süre bulunan ve ismi
bulunduğu alanda saygıyla anılan bir insan olmakla birlikte, esas
itibarıyla bir bilim adamıydı. Zor koşullarda, biraz da koşulların
zorlamasıyla ve dayatmasıyla siyasete katılmıştı ve sonra kendisi
için çok uygun ve saygıdeğer bir zamanlamayla da siyasetten ayrıldı
ve ayrılışı da katılışı gibi özel anlamlar taşıyan bir davranış
olarak hep alkışlandı, saygıyla karşılandı. Bir bilim adamıydı
-yakın çalışan arkadaşlarımız hep hatırlarlar- siyasi gezilerinin
boş zamanlarında, bir miktar kendisine kaldığı zamanlarda çantasından
not defterini çıkarır, kafasında yarım kalmış bulunan problemleri
çözmeye gayret ederdi ve yine siyasetten fırsat bulduğu anlarda
akademik çevrelerdeki arkadaşlarıyla ilişkilerini koparmamaya,
akademik dünyada ne olup bittiğini takip etmeye ve akademik dünya
ile yaptığı söyleşilerle bir tür kendini yenilemeye çalışırdı.
Zor bir anda siyasete katıldı. Türkiye’de cumhuriyetin askıya
alındığı, demokrasiye son verildiği bir dönemde, yeniden siyasi
partilerin şekilleneceği bir ortamda kendisine yönelik bir talep
oldu. Bir tür siyasi akımların, 12 Eylülün zorladığı, kapattığı,
bastırdığı siyasi akımların yeniden meşruiyet kazanması için bazı
güvence nitelikli isimlere ihtiyaç vardı o koşullarda ve kendisine
böyle bir görev önerildi, uzun duraksamalardan sonra kabul etti. Fakat,
ismi, başlangıçta, ne yazık ki 12 Eylül yönetimi tarafından Parlamento
aday listesine alınmadı, adının ve soyadının bütün saygınlığına
rağmen alınmayacak kadar sakıncalı bulundu ve veto edildi. 12 Eylül
yönetimi tarafından Erdal İnönü’nün ismi Türkiye Büyük Millet
Meclisine girmesinde sakınca bulunanlar sınıfına alındı ve veto
edildi. Hâlbuki, Erdal İnönü, daha önce bir vesileyle söylediğim gibi,
ismiyle çok genç bir çağrışım yaratırken, soyadıyla da tarihimizin
özel günlerini, bir tür milletin makûs talihinin yenildiği başarıları
simgeliyordu ve böyle bir isim, bütün kendi müktesebatının derinliğine
ve saygınlığına rağmen, o dönemin koşullarında siyasetten yasaklanmaya,
en azından Parlamentoya girmekten yasaklanmaya çalışıldı. Bu da
Türkiye'nin yakın bir geçmişte, henüz bir çeyrek yüzyıl kadar geride
kalan bir geçmişte, demokrasi açısından ne kadar büyük darboğazlardan
geçtiğinin simgesel bir olayıdır. Sayın İnönü,
daha sonraki süreçte koşulları kendisi zorladı bu kez, siyasete
daha aktif görevlerde geldi, Parlamentoya geldi. Ben, yine fizik
problemini çözerkenki sevimliliği içinde başka bazı davranışlarını
da çok sevgiyle bugün hatırlıyorum ve milletimizin de hatırlayacağını
sanıyorum ve siyasi kültürümüze özel katkılar yaptığını özellikle
burada belirtmek istiyorum. Siyasette alkışlanmanın çok makbul
sayıldığı, omuzlara alınmanın çok makbul sayıldığı, omuzlarda taşınmanın
çok makbul sayıldığı geleneğe karşı çok simgesel davranışlarla direndi.
Omuzlara alınmaya çalışıldığı yerlerde, biraz çevresindekilerin
şaşkın bakışları ve alaycı gülümsemelerine neden olacak şekilde
kendisini doğrudan yere attı, kendisini toprağa attı ve omuza
alınmasını böylece insani bir direnişle, fiziki bir direnişle engellediği,
bilmeyenler tarafından bilinmelidir. Yani, Türkiye siyasetinin
Şarklı görüntüsüne ciddi biçimde, bireysel, insani direnişleri
oldu. Başka şeyler de
yaptı. Parlamentoda düşüncelerin yasaklandığı, Parlamentoda
farklı arayışların yasaklandığı bir dönemde yasaklanan arkadaşların,
dışlanan arkadaşların düşüncelerine katılmamakla birlikte onların
söz özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü savunduğunu, Parlamento
Başkanlığına verdiği yazılı açıklamayla belirtti ki o dönemde
Türkiye'de aynı kulvarda siyaset yapan bazı arkadaşlarımız o kritik
günlerde ortada bulunmamayı tercih etmişlerdi. Siyasetten ayrıldığı
günlerde, yine, Türkiye'nin resmî kültürünün, Türkiye'nin egemen kültürünün
tabu saydığı, yasaklı saydığı konularda bilimsel çalışmalar, akademik
çalışmalar, üniversite tartışmaları yapılırken, yine, düşüncelere
katılmamakla birlikte söz özgürlüğünü savunan davranışlarını o
toplantılara katılmakla göstermeye çalıştı. Gerçekten, Türkiye
siyasal yaşamından, bilim adamı özellikleri ağır basan saygın bir
siyaset ve devlet adamı geçti. İnönü, zor koşullarda
siyasete girerek aslında siyasetin saygın bir iş olduğunu anlatmaya
çalıştı. O aydın küçümsemesine karşı, siyaseti küçük gören aydın
tavrına karşı, siyasete önem veren, siyasetin her işin önünde olduğunu
gösteren davranışlar sergiledi siyasete girmekteki direnciyle
ve yine, siyasetin her şey olmadığını, insanın kendisine ayırması gereken bir zaman olması gerektiğini,
insanın siyaset dışında ilişkileri, gayretleri, sevdiği alanlar
olması gerektiğini, özel bir konumda
-genel başkan ve Başbakan Yardımcısıyken- aktif siyasetten
ayrılarak gösterdi. Türkiye siyasetinden,
gerçekten, siyaset kültürüne insani davranışlarıyla derinden müdahale
eden ve özel örnekler gösteren bir insanın geçtiğini
bugün bütün kalbimle duyumsuyorum. Kendisini sevgiyle anıyorum,
rahmetle anıyorum. Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetinin bütün bakanları adına, mensubu
bulunduğum siyasi parti, mensubu bulunduğum siyasi partinin milletvekilleri
adına ve kendisini seven herkes adına rahmet dileklerimi ve milletimize
sabır dileklerimi sunuyorum. Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakanım. Sayın Genç… KAMER GENÇ (Tunceli)
– Çok teşekkür ederim Sayın Başkan. 1983 ve 1995 yılları
arasında Sayın Erdal İnönü’yle aynı partide, aynı çatıda görev yapan
bir kişi olarak, Sayın Erdal İnönü’nün bugün kaybından duyduğum
üzüntü gerçekten çok büyüktür. Bu siyasette
beraber bulunduğumuz yıllarda Sayın İnönü’nün dürüstlüğünü en
yakından gören, kişiliğini en yakından tanıyan, yurtseverliğini
en yakından tanıyan; demokratik kişiliğini, insan hak ve özgürlüklerine
saygısını, özellikle dürüstlüğünü, devlet malına el uzatmama konusundaki
hassasiyetini en yakından gören bir insanım. Gerçekten çok
mütevazı, her insanın örnek alabileceği kadar nazik, kibar, büyük
kültürü olan, uluslararası düzeyde en iyi tanınan, Türkiye için her
yerde onur veren kişiliğiyle daima göz önüne geldi. Tabii, siyaset
yaptığımız o yıllarda Sayın İnönü’ye… İşte, nankör siyasetin yarattığı
birtakım kıskançlıklar sonucu İnönü’nün değerlerinden bu ülke gereği
gibi yararlanmadı. Ben bir olayı anlatayım:
Biz, 1995 yılında -Ben Meclis Başkan Vekili olarak- Küba’ya bir seyahate
gidecektik -Meclis Başkanlığı, en üst derecede- o zaman birileri
dediler ki: “Efendim, Amerika Birleşik Devletleri ile Küba’nın arası
bozuk…” Bu seyahate izin vermediler. Kendisi, o zaman, Dışişleri
Bakanıydı. Ben gittim kendisine söyledim, dedim ki: “Sayın Bakanım,
biz böyle bir durumla karşı karşıyayız.” Kendisi hemen talimat verdi
ve biz o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi heyeti olarak en üst düzeyde
ilk defa Küba’ya gittik. Tabii, Sayın
İnönü’yü, üç dakika, beş dakika, saatlerce anlatmak mümkün değil.
Çok saygın bir insandı. Gerçekten özveride bulunmasını bilen bir
insandı. Ülkesinde gerektiği zaman her türlü fedakârlığı yapabilecek
bir insandı. Zaten, birçok insan bugün kendisinin niteliklerini,
kişiliklerini, dürüstlüğünü, yüce düşüncelerini her vesileyle
izah ediyorlar. Tabii, bizim de bu kısa konuşma arasında bunu izah
etmemiz mümkün değil, ama Türkiye’de siyaset yapan insanların,
özellikle liderlik seviyesinde siyaset yapan insanların, Erdal
İnönü’den almaları gereken çok ders vardır. Bu dersleri alıp da ona
göre hareket ettikleri zaman, hem o liderlik makamlarını en iyi
şekilde temsil edeceklerine hem de ülkeye daha iyi hizmet edeceklerine
inanıyorum. Kendisi, en verimli
bir zamanda ve kendi isteğiyle en büyük makamlardan vazgeçmiştir.
Ama, sonradan da birtakım siyasi rakipleri onu siyasetten geri çekmek
için birtakım Ali Cengiz oyunları oynamışlardır,
bunları da biliyoruz, ama ne yazık ki bugün büyük bir acı içindeyim.
Kendisine Tanrı’dan rahmet diliyorum, yerinin cennet olmasını
diliyorum, ailesine başsağlığı diliyorum. Meclisimizin ve Türkiye
Cumhuriyeti Türk halkının başı sağ olsun. Saygılar sunuyorum
efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç. Evet, ekranda
iki arkadaşımız var, onlara da söz verip konuyu kapatacağım. Sayın Çakır… OSMAN ÇAKIR
(Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orta Doğu Teknik
Üniversitesinin 1969-70 yıllarında bir öğrencisi olarak, rektörlüğü
döneminde ve fizik bölümündeki öğretim üyeliği sırasında kendisinden
ders almış bir öğrenci olarak burada bulunuyorum. Fevkalade bir insandı,
Türkiye’nin yetiştirmiş olduğu çok önemli bir fizikçiydi. ODTÜ’de
öğrenci kafeteryasında yemek yemek için öğrencilerle
birlikte sıraya girerdi ve onların masasında birlikte yemek yerdi
ve siyaseti bıraktıktan sonra da Türkiye’de bilimin yerleşmesi,
bilimsel anlayışın kabul edilmesi, yayılması açısından çok önemli
faaliyetleri vardır. Bir öğrencisi olarak kendisine Yüce Allah’tan
rahmet diliyorum, ailesine başsağlığı diliyorum. Milletimizin
başı sağ olsun. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çakır. Sayın Canikli… NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Saygın bir devlet
adamı ve siyasetçi olan Sayın İnönü’nün vefatı nedeniyle AK Parti
olarak üzüntülerimizi sizlerle paylaşıyoruz. Düşüncelerimizi
Sayın Bakanımız ifade etti. Sevenlerine başsağlığı diliyoruz,
Allah rahmet eylesin. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Biz de tekrar Erdal İnönü’ye Allah’tan rahmet,
kederli ailesine, milletimize ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. İlk söz, Türk Kızılayının faaliyetleri hakkında söz isteyen
Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’a aittir. Sayın Erdoğan,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Erdoğan,
süreniz beş dakika. VII.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları 1.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın,
Türk Kızılayının faaliyetlerine ilişkin
gündem dışı konuşması MEHMET ERDOĞAN
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün kaybettiğimiz
bilim ve devlet adamı Sayın İnönü’ye Allah’tan rahmet, kederli ailesine
sabırlar, milletimize başsağlığı diliyorum. Kızılay Haftası’nı
idrak ettiğimiz bugünlerde, Türk Kızılayı
konulu gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 1868’de Hilali Ahmer
Cemiyeti adıyla kurulan Türk Kızılayı, bugün
tam yüz otuz dokuz yıllık bir yardım çınarı. Kızılay, ihtiyaç anında
dayanışmanın, ıstırap anında şefkatin, farklılıklar karşısında
hoşgörünün, savaşın en kızgın anında insanlığın, merhametin, tarafsızlığın
ve barışın simgesidir. Milletimizin yardımlaşma ve dayanışma sorumluluğunun
ifa edilmesinde her zaman ilk adres olmuştur. Bu adımlar, diğer yardım
kuruluşlarımızla birlikte Türkiye’nin iftiharı olmak gibi ulvi
bir amaca hizmet etmektedir. Çalışmaları ve projeleriyle uluslararası
kamuoyunda büyük övgü alırken, “Türk modeli” olarak adlandırılan
faaliyetleriyle diğer Kızılhaç, Kızılay derneklerine örnek teşkil
etmiştir. Kızılay, milletimizin,
Balkanlardan Orta Doğu’ya, Güney Asya’dan Afrika’ya kadar dünyanın
dört bir yanına uzanan şefkat ve merhamet elidir. Herkesin yok olduğu,
kaçtığı, kaçıştığı dönemde, o, ihtiyaç sahiplerinin hep yanında
oldu. Gıda, ilaç, çadır, konut ve insani yardım çalışmalarını büyük
bir heyecanla yerine getirdi. Uzak Doğu’da, Pakistan’da, Filistin’de,
Sudan’daki trajediler ne kadar sarsıcıysa, yardımlar da o kadar
etkileyici olmuştur. Değerli arkadaşlar,
acılara, felaketlere, afetlere duyarsız kalamayız; çünkü, bu, insanlığımızın,
kardeşliğimizin, dostluğumuzun, sahip olduğumuz değerlerin ifadesidir.
Bu millet, komşusu açken tok olmayı, yanındaki üşürken ısınmayı,
karşısındaki kederliyken sevinmeyi içine sindiremeyen fertlerden
oluşan bir millettir. Bu topraklar üzerinde inşa edilen adalet ve şefkat
medeniyeti işte bu yüksek ruhla örülmüştür. Ne mutlu bize ki örnek bir
vakıf medeniyeti kurmuş bir ecdadın torunları olarak bu ruhu bugün
de koruyoruz. Bizim medeniyetimiz hayırseverliği ve paylaşmayı
toplumsal hayatın merkezine almıştır. Biz, muhtaç olanın yardımına
koşmayı ibadet biliriz. Bizim kültürümüzde dertlinin derdine derman
olmak, kanayan yaraları sarmak, mutsuz gönülleri sevindirmek var
olmanın temelidir. İşte Kızılay milletimizin özünü, mayasını
yansıtan bu durumun kurumsallaşmış hâlidir. Değerli arkadaşlar,
siyasetin itibar kaybettiği yıllarda kurumlar yaralıydı, yolsuzluklar
sıradanlaşmıştı. Üzerinde çok şaibeler ve çok spekülasyonlar yapılan
Kızılay bunları aşarak son yıllarda ulusal ve uluslararası boyutta
hizmetler yapmıştır. Türk Kızılayı merkezî
sistemden bölgesel sisteme geçerek müdahale
kapasite ve hızını artırmış, en büyük yardım kuruluşlarından birisi
hâline gelmiştir. Son yapılan kamuoyu araştırmaları Türk halkının
Kızılaya duyduğu güvenin yüzde 88’i aştığını
göstermektedir. Bunun Anadolu’daki küçük bir yansımasını bizzat
müşahede etmekteyim: Adıyaman’ın Besni ilçesinde geçen ay dokuzuncusu
düzenlenen Besni Eğitim Bayramı’nda milletimizin yardımlarıyla
açılışı yapılan Kızılay hizmet binasıdır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türk Kızılayının
milletimizin duyduğu bu güveni boşa çıkartmayacağına eminim. Bu
vesileyle tüm Kızılay dostlarını ve sizleri bir Kızılay gönüllüsü
olarak saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Erdoğan. Gündem dışı
ikinci söz, yaş sebze, meyve ihracatında yaşanan sorunlar ile ilgili
söz isteyen Antalya Milletvekili Tayfur Süner’e
aittir. Sayın Süner, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) TAYFUR SÜNER
(Antalya) – Bir iki dakika fazla süre istiyorum, tarımla ilgili olduğu
için. BAŞKAN – Bütün
arkadaşlara olduğu gibi, bir dakika ek süre vereceğim Sayın Süner. TAYFUR SÜNER
(Antalya) – Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Buyurun
efendim. 2.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in,
yaş sebze meyve ihracatında yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı
konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet
Mehdi Eker’in cevabı TAYFUR SÜNER
(Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk milletinin
Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarım. Cumhuriyet sevdamızın bitmemesi
dileğiyle, bu topraklar uğruna canlarını veren aziz şehitlerimizi
bir kez daha saygıyla anıyorum. Sayın Erdal İnönü’nün
vefatı dolayısıyla, ailesine ve Türk ulusuna başsağlığı diliyorum. Yaş sebze, meyve
ihracatında yaşanan sorunlarla ilgili gündem dışı söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ülkemizin en
temel sorunlarından bir tanesi, tarımda yaşadığımız sıkıntılardır.
Gerçekten de şu anda, Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, tarımla
uğraşan insanlarımızın çok büyük bir ekonomik sıkıntı içinde olduğunu
göreceksiniz. AKP Hükûmeti, çiftçiyi bu durumdan
kurtarmak için neler yapmıştır? AKP İktidarında, tarımda girdi fiyatları
devamlı yükselirken, piyasa fiyatları yerinde saymaktadır. Hatta,
dönem dönem düşüşler göstermektedir. Piyasa
satış fiyatlarıyla, üreticiler, maliyetlerini bile karşılayamaz
duruma gelmişlerdir. Üreticiyi, ürettiğine pişman ettiniz. Durum
çok vahimdir. Bu insanlar yaşamlarını nasıl sürdüreceklerdir? Sıkıntı
gerçekten çok büyüktür. Mazotun litresi 2002 yılında 1 YTL iken, şu
an da 2,3 YTL’ye; kompoze
gübre 22 YTL iken, 28 YTL’ye çıkmıştır. İnanın,
çiftçi, köylü kan ağlıyor. Bu iş, çiftçiyi azarlamakla çözülmez. Sorunlarını
dinleyip, yardımına koşmalısınız. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yaş sebze ve meyve sektöründeki sorunlardan
biri, zirai ilaç kullanımında yaşanan sıkıntılardır. Bugün, her
üretici, dilediği ilaç bayisinden dilediği ilacı alabilmektedir.
Üreticiler, hangi hastalık ve hangi zararlı için hangi ilacı kullanacaklarını
net olarak bilmemektedirler. Ürünlerde hastalık
ve zararlılarla mücadele için tavsiye edilecek ilaçlar Zirai Mücadele
Teknik Talimatı’nda yer almamaktadır. Zirai ilaçların ruhsatlandırılması
yüksek maliyet ve uzun prosedürü gerektirdiği için, ilaç firmaları
sadece potansiyel gördükleri ürünlerde ruhsat alma yoluna gitmektedirler.
Bu eksiklerin bir an önce düzeltilmesi gerekmektedir. Zirai Mücadele
Talimatı gözden geçirilmeli, AB ülkelerinde güvenli kullanılan
ilaçlar belirlenerek ürün bazında ruhsatlandırma yoluna gidilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
Rusya, 31 Mayıs 2005 tarihinde, ülkemizden gerçekleşen sebze ve meyve
ithalatının kesilmesini istemişti. Bunu herkes hatırlayacaktır.
O dönemde Rusya, Tarım Bakanlığı tarafından, Akdeniz sineği olarak
bilinen trips için önlem alınmasını istemişti.
Bu istek Tarım Bakanlığımıza tam 6 kez tekrarlanmıştı. Ama dönemin
Tarım Bakanı hiçbir cevap vermemişti. Zaten, bu olay da Tarım Bakanını
yerinden etmiştir. Bu sıkıntılar nedeniyle, bir buçuk ay boyunca,
Rusya, ithalatını durdurmuş. Bu sıkıntı, Antalya İş Adamları ve
Yaş Sebze Meyve İhracatı Birliğinin çabalarıyla aşılmıştır. Bu gayretleri
için, iş adamları ve Birliğimize, Türkiye’nin ihracatı ve Türk tarımına
katkıları için teşekkür etmek istiyorum. Yaş sebze ve meyve
üretimi denilince aklımıza seracılığın merkezi Antalya gelmektedir
ve şehrimizde önemli bir istihdam sağlamaktadır. 175 bin-200 bin dekar
arazide 60 bin aile bu sektörde faaliyet göstermektedir. Miras hukukuyla
arazilerinin parçalanması nedeniyle üretim ortalama 2,7 dekar
alanda yapılmaktadır. Mevcut seralarımız rantabl
ısıtma yapılmayacak düzeyde yalıtım ve planlamadan yoksundur. Bu
tarz seralarda, pazar talepleri doğrultusunda kaliteli ve güvenli
ürün elde etmek güçleşmektedir. Antalya’ya gelecek olan doğal gaz
öncelikli olarak maliyet fiyatına seralara tahsis edilmelidir.
Bu sorunların giderilmesi için büyük ölçekli modern sera yatırımlarının
desteklenmesi gereklidir. Turizm sektöründe
olduğu gibi, tarım sektörüne de mutlak destek sağlanmalıdır. Bu
çerçevede üreticinin yapacağı ve mülkiyeti kendisine olan modern
seralara, en az bir yıl geri ödemesiz, dört beş yıl vadeli olmak üzere
krediler verilmesi gerekmektedir. Yatırımda da
yüzde 10-15 öz kaynak ile arazi ve projenin teminat olarak gösterilmesi
yeterli olmalıdır. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Süner, bir dakika ek süre veriyorum. Konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun. TAYFUR SÜNER
(Devamla) – Aksi hâlde, 1’e 2 teminat ve gayrimenkul ipoteğiyle üreticinin
kredi alma imkânı yoktur. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yaş sebze ve meyve ihracatına AKP İktidarı
zamanında, devlet desteklemeleri yetersiz kalmıştır. Örneğin, domates,
mayıs ayının sonuna kadar desteklenmektedir. Ancak, ülkemizde temmuz
ayı sonuna kadar domates yetiştirilmektedir. Sera domatesinden
sonra tarla domatesi üretilmektedir. Ama bunun destek kapsamı dışında
kalması anlaşılabilir bir durum değildir. Yaş sebze meyve ihracatının
dönemsel ve bölgesel olarak ürün bazında desteklenmesi lazımdır.
Bunun için, Antalya’nın domatesi, Alaşehir’in üzümü, Malatya’nın
kayısısı, Bursa’nın şeftalisi, Karaman’ın elması örnek gösterilebilir.
Bununla birlikte,
ihracatçıya, ton başına teşvikten ziyade, Avrupa standartlarında
ürün yetiştirebilmek için arazi tahsisi yapılmalıdır. Çok miktarda
üretim yapan yörelerde, örneğin Antalya’da, bir organize tarım
bölgesi yaratılmalıdır. Ayrıca, dünya
standartlarına uygun ambalajlama teşvikinin bir an önce hayata
geçirilmesi gereklidir. Bir diğer yapılması
gereken, uluslararası nakliye desteğinin de bir an önce yapılması
lazımdır. Hepinize saygılar
sunuyorum.(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Süner, teşekkür ediyorum. Gündem dışı konuşmaya
Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehdi Eker cevap
vereceklerdir. Buyurun Sayın
Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar) TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yüce Meclisin
değerli üyeleri; Antalya Milletvekili Sayın Tayfur Süner’in yaş meyve sebze ihracatında yaşanan sorunlarla
ilgili yaptığı gündem dışı konuşmaya cevap vermek üzere huzurlarınızdayım
ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerimin başında,
bugün kaybettiğimiz değerli siyaset ve devlet adamı Sayın Erdal
İnönü’ye Allah’tan rahmet, ailesine ve Türk milletine başsağlığı
dileklerimi ifade etmek istiyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye, 43 milyon ton civarında yaş meyve
sebze üretmektedir. Bu, tabii, giderek, yıllar itibarıyla artan
bir miktar. 2006 yılında
Türkiye yaş sebze meyve ihracatı 2 milyon 200 bin ton civarında gerçekleşti
ve bunun karşılığında 1 milyar 152 milyon dolar döviz girdisi sağlandı.
Bu verilere göre, yaş sebze meyve ihracatında, bir önceki yıla göre,
miktar bazında yüzde 17 ve değer bazında da yaklaşık yüzde 19’luk bir
artış sağlandı. Yine, 2007 yılının
ilk dokuz aylık verileri, yaş meyve ve sebze ihracatında 1 milyar
775 milyon 433 bin dolar olarak gerçekleşti. 2007-2008 sezonu,
narenciye -üretici verilerine göre- 2 milyon 385 ton civarında
tahmin ediliyor. Narenciyenin,
bildiğiniz gibi, yaş meyve sebze içerisindeki payı, ihracat içerisindeki
payı yüzde 50 civarındadır. Bu nedenle, yaş meyve sebze ürünleri
içinde en önemli ihraç ürünü olarak yer almaktadır. Yine, yaş meyve
sebze ihracatının en çok yapıldığı ülkeler arasında Rusya Federasyonu
ilk sırada yer almakta, ikinci sırada Almanya, üçüncü sırada Ukrayna,
dördüncü sırada da Romanya bulunmaktadır. Meyve grubunda
ihracatı en çok yapılan ürünler, narenciye, kiraz ve üzümdür. Sebze
grubunda da domates, biber ve salatalık sırayla gitmektedir. Ülkemizden yapılan
taze meyve ve sebze ihracatında, alıcı ülkenin talebi doğrultusunda,
eğer sertifika talebinde bulunuyorsa alıcı ülke, biz, buna göre
bitki sağlığı ve gıda güvenliği limitleri doğrultusunda her ihraç
partisi için sertifika düzenlemek suretiyle ihracatına izin vermekteyiz.
İhracat sırasında alıcı ülke limitlerine uygun olmayan veya ihracattan
geri dönen ürünlerde ise, Türk gıda mevzuatına uygun olması durumunda
iç piyasada satışına izin verilmektedir. Eğer Türk gıda mevzuatına
uygun değilse, bu takdirde de ürünler ya üçüncü
bir ülkeye ihraç edilmekte veya imha edilmektedir. Bu nedenle Türk
gıda mevzuatına uygun olmayan ve ihracat imkânı da bulunmayan ürünlerin
iç piyasada satışına izin verilmemektedir. Bakanlığımızca
ihracat denetimleri yanında iç piyasada da taze meyve sebzelerde
birincil üretimden itibaren paketleme, depolama ve satış yerlerinde,
hazırlanan denetim programı kapsamında, 2007 yılında denetimler
yapılmış ve 2007 yılının ilk dokuz ayı itibarıyla 8.525 numuneden sadece
44 adedinde pestisit kalıntısı tespit edilmiş
ve buna da Gıda Kanunu’nun ilgili maddeleri hükmüne göre işlem
yapılmış, bazıları için de imha ve iş yeri hakkında cumhuriyet savcılığına
suç duyurusunda bulunulmuştur. Türkiye geneli
ile ilgili bu bilgilerden sonra, Antalya’da da yine ihracatla ilgili
analiz bilgilerini sizlere sunmak istiyorum. Antalya ilinde yapılan
ihracatla ilgili analiz sayısı 2007 yılında 2.867’dir. Bunun, biraz
önce Sayın Konuşmacının yaptığı eleştirileri dikkate aldığımızda,
nereden buraya geldiğimizi bilmemizde, hatırlamamızda da fayda
var. 2002 yılında biz Hükûmete geldiğimizde bu
analiz sadece 120 idi. Yani, 120’den devraldığımız analiz sayısını
biz 2.867’ye çıkardık. Tabii, yapılan
analizlerde problemli, yani kalıntı tespit edilenlerin oranında
da çok ciddi azalmalar meydana gelmekte. Bu da, bizim uyguladığımız
politikaların da yaptığımız iş ve işlemlerin de doğru olduğunu
ve amaca uygun hizmet ettiğini göstermektedir. Örneğin; 2002 yılında
kalıntılı numune sayısı 35 idi, 2007 yılında bu 16’ya düştü. Yine,
ceza işlemi 2002’de 11 iken 5’e düştü. Yani, ceza gerektirmiyor artık.
Çünkü, daha nitelikli hâle geldi. Bu şekilde önemli bir iyileşme var
bu tür analizlerin sonuçlarında. Tabii, bitki
koruma ürünleri dediğimiz ilaçlarla ilgili kalıntı sorunu dünyanın
her yerinde olduğu gibi bizde de var, devam ediyor henüz ve tabii,
bizim amacımız bunu minimal düzeye düşürmek ve bunun için, tabii,
birtakım tedbirler alıyoruz. Burada, özellikle kalıntıların önlenebilmesi
için, bitki koruma ürünlerinin izlenmesi ve kayıtlarının tutulması
büyük önem arz ediyor. Biz, yine Hükûmetimiz döneminde, 2004 yılında, bitki koruma
ürünlerinde barkod sistemine geçtik. Bu önceden
yoktu. Bu sistemle, bitki koruma ürünlerinin barkodlu
bir şekilde piyasaya arz edilmesi ve bunları satan tüm bayilerde bu
sistemin kurulması amaçlanmıştır. Hâlen bayilerde kurulan bu sistemle,
bir bitki koruma ürünleri bayisinin rafında ve stokunda hangi ilaçlardan
ne kadar bulunduğu ve satılan ilaçların hangi üreticiye hangi ürünle
hangi etmene karşı kullanılmak amacıyla satıldığının kayıtları
bulunmaktadır. Üreticilerimizin yetiştirdikleri ürünlerde kullandıkları
kimyasalları kayıt altına almalarını ve bitkisel üretimde kullanılan
kimyasalların izlenebilirliğini sağlamak suretiyle, “çiftlikten
çatala” veya “tarladan sofraya gıda güvenliği” hedefimiz doğrultusunda,
biz, öncelikle, taze sebze ve meyve üretiminde bitki koruma ürünü
kalıntısının önlenmesi hakkında bir yönetmelik çalışması yaptık. Yine, Bitkisel
Üretimde Kullanılan Kimyasalların Kayıt Altına Alınması ve İzlenebilirlik
Projesi çerçevesinde de pilot uygulamalara 2007 yılının Mart ayında
geçtik. Bu proje kapsamında, Adana ve Hatay’da turunçgiller, Mersin’de
turunçgiller ve kayısı, Manisa’da üzüm üretiminde kayıt altına
alınma işlemlerine başlandı. Bu projeyle, üreticilerin kullandıkları
bitki koruma ürünlerinin kayıt altına alınmasıyla birlikte, bitkisel
üretimde zirai mücadelenin zirai mücadele teknik talimatları
doğrultusunda yürütülmesi de sağlanmaktadır. Üreticilere, ürünlerde
zarara sebep olan bitki hastalık ve zararlıları ile zamanında ve
tavsiye edilen dozda ilaç kullanımı eğitimi de verilmektedir. Benzer şekilde
bu çalışmalar doğrultusunda kayısıda kayıt altına alma çalışmaları
başarıyla sonuçlandırılmış olup, üzüm ve turunçgillerde ise bu çalışma
hâlen devam etmektedir. Kimyasalların
kayıt altına alınması ve izlenmesi konusunda ülkemizde sürdürülmekte
olan çalışmalara ilişkin somut adımlara yönelik olarak da narenciyede
Mersin, Hatay ve Adana’da şu ana kadar toplam bin üretici ve yaklaşık
80 bin dekar alan kayıt altına alınmıştır. Bakanlık olarak
2007 yılı hedefimiz, ihracat yapan firmaların ürün talebini karşılayabilecek
miktarda ürünün kayıt altına alınmasını sağlamaktır. Bu amaçla, il
müdürlüklerimizce, herhangi bir sıkıntıyla karşılaşılmaması
için gerekli çalışmalar yapılmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ihraç edilecek bitkisel ürünlerde pestisit kalıntısı analizi hâlen 8 bakanlık laboratuvarı ile 7 özel laboratuvar
tarafından yapılmakta. Rusya Federasyonu’na yapılan ihracatta
ise Rusya Federasyonu limitlerini analiz edebilen hâlen 6 laboratuvar -ki bunlar Antalya, Alaşehir, İzmir’de
2 tane, Muğla ve Mersin’de, toplam 6 tane- görevli. Bir ay içerisinde
de Hatay, Mersin ve Antalya’da 3 laboratuvar
daha söz konusu analizleri yapabilecek duruma getirilmektedir. Burada özellikle
şunu belirtmek istiyorum: Bugün itibarıyla Rusya Federasyonu’na
da, başka herhangi bir ülkeye de yaş meyve sebze ihracatımızda herhangi
bir sorun bulunmamaktadır. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum.
Programlandığı şekilde ihracat gayet düzenli bir şekilde yapılmakta.
Biraz sonra size Antalya’yla ilgili ihracat rakamının miktarını,
değerini de vereceğim. Onun için, burada endişe edecek herhangi
bir şey yok. Burada, Rusya
Federasyonu limitlerini geçtiğimiz aylarda
Avrupa Birliğinin kabul ettiği limitlerin 10 kat altına düşürmesine
rağmen… Avrupa Birliğinin 10 kat altına düşürdü Rusya Federasyonu.
Örneğin, bir pestisit kalıntısında Avrupa
Birliğinin limiti 0,1’se, böyle bir değerse, Rusya Federasyonu
0,01 istiyor, 10 kat daha yüksek nitelikte istiyor. Kuşkusuz, bunu
tahlil edebilecek analiz aletlerinin laboratuvarlara
çok kısa bir süre içerisinde getirilmesinin sağlanması ve elemanlarının
eğitilmesi gerekiyor ki, bütün bunların hepsi yapıldı. O nedenle
de biraz önce de söylediğim gibi, hâlen 6 laboratuvar
bu amaca dönük olarak çalışabiliyor ve 3 tanesi de bir ay içerisinde
sağlayabilecek duruma geliyor. Tabii, yaş meyve
sebze ihracatının sorunları sadece buradaki pestisit
analizleri veya bunlara ait kalıntılardan ibaret değildir. Bu tabii
çok eskiden beri kalan, taa Avrupa Birliğiyle
Gümrük Antlaşması imzalanırken o günkü hükûmetin
dikkate alması gerekip de dikkate almadığı konulardan tutun da,
çok daha farklı yetiştiricilik konularında zamanında uygulanan
politikaların yanlış izlenmesini de kattığımızda birçok sorun
var. Biz bunların hepsine el attık. Örneğin, pazarlamayla ilgili
en önemli konulardan bir tanesi ürün konseylerinin kurulmasıdır
ve biz bu alanda, yaş meyve sebze ihracatıyla ilgili, bunu kolaylaştıracak
bir narenciye konseyiyle ilgili yönetmelik çıkardık. Yine, narenciye
ihracatında verilecek olan ihracat teşviki sezon öncesinde alındı
ve açıklandı. Bu, önemli bir teşviktir ihracatla ilgili. İhracatta
bütün narenciye çeşitlerine 100 dolar/ton olarak bir teşvik uygulaması
söz konusu ve bunun da tabii, bu teşvikin yüzde 4’ü de kesintiye gidip,
buradan, narenciyenin tanıtımı için kullanılacak. Biz “Meyve Bahçelerinin
Yenilenmesi” diye bir proje başlattık. Bu projeyle amacımız, özellikle
dünya pazarlarının taleplerine uymayan çeşitlerin yeni çeşitlerle,
uygun çeşitlerle yenilenmesini sağlamaktır ve burada sertifikalı
fidan veya virüsten ari fidan kullanılmak kaydıyla,
10 dekardan daha büyük işletmelere, daha büyük ölçekli bahçelere
biz dekar başına 250-300 YTL karşılıksız destek vermekteyiz. Bununla
amacımız, belirli bir dar zamana sıkışmış olan narenciye hasadını
geniş bir zamana yaymak ve dünya pazarlarının talebi doğrultusunda
çeşitlerle narenciye üretimimizi yenilemektir. Yine, narenciyeyle
ilgili ambalajlama, paketleme tesislerine imkân tanıyan, soğuk
hava depolarına imkân tanıyan bir “Kırsal Kalkınma Yatırımlarının
Desteklenmesi Projesi” hayata geçirildi ve bu da 2006 yılında başladı.
Çiftçiler, üreticilerin örgütleri, birlikler, kooperatifler,
ürün işlemeye, ambalajlamaya, paketlemeye
veya soğuk hava deposu tesis etmeye dönük yatırımları yüzde 50
oranında hibe yoluyla desteklenmektedir. Bu projeyi de biz yaptık
ve Türkiye genelinde binlerce proje hayata geçti. Bunları biz yüzde
50 hibe olarak desteklemekteyiz. Bir başka konu
bu çerçevede: Analiz ücretlerinin yüzde 50’sinin, ayrıca kalite
sistemleri ve çevreyle ilgili belgelendirme giderlerinin yüzde
50’sinin devlet tarafından karşılanması için tebliğ yayımlandı. Narenciyenin
de, diğer bütün tarımsal ürünlerin de en önemli sorunlarından bir tanesi
tarım sigortaları uygulamasıdır. 1930 yılında konuşulmaya başlanan
ve 1930’dan itibaren, yetmiş sene boyunca bir türlü hayata geçmeyen, sürekli
konuşulan, taslakları, tasarıları hazırlanan, ama bir türlü çıkarılamayan
Tarım Ürünleri Sigorta Kanunu’nu biz çıkardık ve 1 Haziran 2006 tarihinde
uygulamaya geçtik. Burada, dünyadaki emsal ülkelerde olmayan
şekilde, biz don hasarını da kapsama aldık ve burada da sigorta primlerinin
yüzde 50’si hibe olarak karşılanmaktadır. Yani, eğer 250 YTL’lik bir sigorta poliçesi almışsa diyelim bir
narenciye üreticisi veya bir meyve sebze üreticisi, bunun yarısını
biz karşılıksız olarak kendine takdim etmekteyiz. Bunların tabii
hepsi şu anda uygulanıyor ve Türkiye tarım sektöründe giderek büyüyor.
Tarım sektörünün millî gelire olan katkısı bizim Hükûmetimiz
döneminde 21 milyar dolardan 39 milyar dolara çıktı. Türkiye’de
yeni üretim alanları ortaya çıkmadı. Türkiye’de hayvan sayısı
artmadı. Aynı alandan, aynı hayvanlarla, biz verimlilik ilkesini
uyguladık, verimliliği geliştirdik ve Türkiye’de tarımsal üretim
ve tarımsal üretimin millî gelire olan katkısı yüzde 85 oranında artırıldı.
Tabii, biz bunları durduk yerde sağlamadık. Bunları desteklerle
sağladık. Biz geldiğimizde Türkiye’de tarım sektörüne ayrılan
toplam destek miktarı sadece 1,8 milyar YTL idi. O gün katrilyon deniliyordu.
1 katrilyon 865 trilyon lira idi, o günün değeri. Değerli milletvekilleri,
bugün bizim Türkiye’de tarım sektörüne verdiğimiz destek bunun
tam tamına 3 katıdır. Başlangıçta biz geldiğimizde bu desteklerin
yüzde 86’sı doğrudan gelir desteği olarak ödeniyordu. Yani, âdeta,
çiftçiye “Sen bunu üretme, bu parayı arazi sahibi olarak al.” denilen
bir destek türüydü. Biz, bunun oranını toplam destekler içerisinde
yüzde 40’lara düşürdük. Bu sene, önümüzdeki 2008 yılında bu oranı daha
da düşürüyoruz. Peki, o 3 katı
ne yaptık? Üretimi, verimliliği, kaliteyi ve standardı artıracak
şekilde, kırsal kalkınmayı artıracak şekilde, geliştirecek şekilde
biz farklılaştırdık. Örneğin, Türkiye’nin ihtiyacı olan ve Türkiye’nin
ithal etmek zorunda kaldığı yağlı tohumlara biz geldiğimizde 180
küsur milyon YTL ancak destek veriliyordu. Biz, bunu 1,2 milyar YTL’ye çıkardık. Örneğin, hayvancılığa ödenen para,
ayrılan destek sadece 80 milyon YTL civarındaydı. Biz, bunu 900 küsur
milyon YTL’ye çıkardık. 10 kattan daha fazla
artırdık. Dolayısıyla, Türkiye’nin ihtiyaçları doğrultusunda,
verimlilik ilkesine göre destekleri hem miktar olarak artırdık
hem çeşitlendirdik ve verimliliğe etki etmesini sağladık. Antalya ilinin
yaş meyve sebze ihracat tutarını da arz edeyim bu arada: 2002 yılında
159 bin dolardır Antalya ilinden yapılan yaş meyve sebze ihracatı. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Bakanım, bir dakika ek süre veriyorum. Konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun. TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2006 yılında Antalya ilinin yaş meyve sebze ihracat tutarı 355 bin
dolara çıkmıştır. Yani, 159’dan 355 bin dolara çıkmıştır. Demek ki
artmıştır. 2007 yılının ilk dokuz aylık rakamı da 289 bin dolardır.
Biz, bunun geçen yılki limiti, miktarı aşacağını ümit etmekteyiz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye’de tarım sektörü de yaş meyve
sebze sektörü de bizim ekonomik bir kaynak ve ekonomik bir alan olarak
gördüğümüz sektördür ve Hükûmetimiz buranın
geliştirilmesiyle ilgili bütün tedbirleri almaktadır. Bugüne
kadar aldığımız mesafe, bu tedbirlerin doğru olduğunu göstermektedir
ve biz bu tedbirleri bundan sonra da geliştirerek almaya devam edeceğiz.
Ben bu duygularla
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sayın milletvekilleri,
gündem dışı üçüncü söz, Adana’da ve ülkemizin değişik bölgelerinde
hazine arazileri üzerinde “ecri misil” ödeyerek tarım yapan çiftçilerimizin
sıkıntıları hakkında söz isteyen, Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’a aittir. Sayın Tankut, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) 3.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un,
hazine arazileri üzerinde ecri misil ödeyerek tarım yapan çiftçilerin
sıkıntılarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Maliye Bakanı Kemal
Unakıtan’ın cevabı YILMAZ TANKUT
(Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hazine arazilerinde
tarım yapan ve bunun karşılığı olarak “ecri misil” adı altında devlete
kira ödeyen köy sakinlerimizin sıkıntılarını dile getirmek ve bu
konuya dikkatlerinizi çekmek için gündem dışı söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, bugün,
büyük bir üzüntüyle vefatını öğrendiğimiz Sayın Erdal İnönü’ye
Cenabı Allah’tan rahmet diliyor, ailesine ve yakınlarına başsağlığı
diliyorum, milletimizin başı sağ olsun diyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bugün, hepinizin malumu olduğu üzere,
ülke nüfusumuzun üçte 1’i geçimini tarımdan sağlamaktadır. Özellikle,
tarla ziraatı yapan köylülerimizin önemli bir bölümü de, her yıl
devletin belirlediği miktarda karşılığını vermek suretiyle,
“hâli durumda” olarak ifade edilen hazine arazileri üzerinde tarımla
uğraşarak geçimlerini temin etmektedirler. Ancak, bize göre,
işbaşında bulunan bu Hükûmet, partizanca bir
anlayışla tecrübe ve bilgi sahibi kadroları tasfiye ederek, bugüne
kadar, diğer sektörlerde olduğu gibi, özellikle de tarım sektöründe
de bize göre hiçbir olumlu icraata imza atmamıştır; atamadığı gibi,
olmayan bilgi ve becerisiyle, Büyük Önder Atatürk’ün “milletin
efendisidir” dediği köylüye hiçbir şey verememiştir. Bugün, bütün
ülke çiftçisi gibi Çukurova çiftçisi de maalesef perişan bir durumdadır.
Başta buğday olmak üzere, mısır, pamuk, patates, narenciye ve diğer
ürünleri yetiştiren çiftçilerimiz, geçen seneki masraflarını
kurtaramamış ve borçlarını da ne yazık ki ödeyememişlerdir. Bütün
bu sıkıntılara göğüs geren ve âdeta bitkisel hayatını uzatmaya çalışan
bölge ve ülke çiftçimiz, çektiği sıkıntılar yetmezmiş gibi şimdi
de iktidarın, nedeni belli olmayan ve bize göre ekonomik ve sosyal
maliyeti hiç hesaplanmayan uygulamalarıyla tamamen yok olma durumuna
gelmiştir. Uzun yıllardan
beri hazine arazilerini ekip biçerek nafakalarını kazanmaya çalışan
köylülerimizin her yıl ödediği ecri misil bedelleri hangi artış,
faiz ve ceza miktarlarının esas alındığı belli olmayan bir şekilde,
habersizce, geçtiğimiz dönemlere göre yüzde
30’lara varan miktarlarda artırılmıştır. Ve ayrıca Adana-Yüreğir Merkez ilçesine bağlı Kürkçüler başta olmak
üzere, pek çok belde ve köyde, mevzuattan habersiz olan çiftçilerimizin,
ekonomik sıkıntılarından da istifade ederek, yıllardan beri ekip
biçtikleri hazine arazilerinin birtakım hile ve yasal boşluklardan
faydalanarak ellerinden alınma iddiaları, seçim bölgem olan Adana’da
ayyuka çıkmış vaziyettedir. Şimdi, yüksek
müsaadelerinizle, bu konuyla ilgili olarak elimize ulaşan mektuplardan
bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum: “Bizler Adana-Yüreğir ilçesinin Kütüklü, Ziyanlı, Belveren, Esenler, Akpınar, Güveloğlu ve Çatalpınar köylerinde
tarımla uğraşmaktayız. Bu yıl karşı karşıya kaldığımız durum aşağıda
özetlenmiştir: 1 - Hazineye
ait ve “hâli” durumda olan, öteden beri ekip biçip imar ettiğimiz araziler
için ödediğimiz yıllık ecri misil bedelleri, geçen yıla göre yüzde
30 seviyesinde artırılmıştır. Oysa, Hükûmetin
hedef enflasyonu ve buna bağlı memura, işçiye verdiği zam yüzde 4
düzeyindedir. Bu fahiş artış bizleri ziyadesiyle sıkıntıya sokmuştur.
2 - Keza bazılarımızın
hazineye ait ve “hâli” durumda olan, öteden beri ekip biçip, imar ettiğimiz
bir bölüm arazinin adımıza tapulanması amacıyla açtığımız tapu
tescil davası, anılan yerlerin orman arazisi görülmesinden dolayı
reddolunmuştur. Bununla da kalınmayıp, geriye
dönük ecri misil tutarları talep edilmiştir ki, bu da en yüksek sulu
arazi için tespit edilen bedelden olmuştur. Ektiğimiz arazilerin
orman dışında kaldığı hususundaki itirazımız ise, orman kadastro
çalışması yapılmadığından dolayı muallakta kalmıştır. Sonuçta, Dimyat’a
pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş bulunmaktayız. Ektiğimizin
geliriyle bir yıllık geçimimizi temin edemez iken, şimdi on yıllık
kirayı ödememiz bizlerden istenmektedir. Bu sebepten ötürü hepimiz
hapis ve haciz tehdidi altındayız. Bu noktada siz milletvekillerimizden talebimiz şunlardır: TÜSİAD mensubu
borçlular için “İstanbul Yaklaşımı”, TOBB üyesi iş adamı ve tüccarına
“Anadolu Yaklaşımı” sağlayan Hükûmetimizin,
bizim için de “Köylü Yaklaşımı” çıkarması talebimizi ilimizin milletvekilleri
olarak desteklemenizi ve dile getirmenizi diliyoruz. Af değil,
borcumuzun yeniden yapılandırılmasını istemekteyiz. Saygılarımızla.
Köylüler adına Hasan Kızılışık.” (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Tankut, bir dakika ek süre veriyorum. Konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun efendim.
YILMAZ TANKUT
(Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz konusu köylerde
köylülerin gerek ekonomik sıkıntılarından dolayı gerekse diğer
nedenlerden ötürü ecri misil bedellerini ödememe alışkanlığını
fırsat bilen bazı özel firmaların hazine arazilerine, Millî Emlak
dairesindeki bazı kişilerle iş birliği yaparak sahip olma iddiaları
da mevcuttur. Yani, köylülerin biriken bu miktarları ödeyemeyeceğini
hesap ederek, kendi düşündükleri, zeytin yetiştiriciliği başta
olmak üzere diğer tarımsal faaliyetleri şirket ve ticaret mantığı
çerçevesinde tekelleşerek yapmak istemektedirler. İşte bu hususlar
çerçevesinde, hazineye ait arazilerde tarım yaparak geçimlerini
sağlamaya çalışan insanlarımızın karşı karşıya kaldıkları sıkıntılarının
ve buna bağlı sosyal huzursuzluklarının bir an evvel çözüme kavuşması
için Hükûmetimizin ve Meclisimizin gereken
çalışmaları yapacağına inanıyor, bu vesileyle hepinize saygılarımı
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Tankut. Gündem dışı konuşmaya
Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan cevap vereceklerdir. Buyurun Sayın
Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar) MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Sayın Başkan,
değerli üyeler; biraz önce dinlediğimiz Adana Milletvekili Sayın
Yılmaz Tankut Bey’in dile getirdiği konulara
bir açıklık getirmek istiyorum. Şimdi, Millî Emlak’ın, yani hazinenin, devletin arazileri
fazla, hatta arazilerin bazıları da kadastro görmemiş, sonradan
getirilip tapuya konuluyor. Fakat, hazinenin arazileri, biline
biline, bazen işgal ediliyor, bazen de ona haber
verilmeksizin kullanılıyor. Siz şimdi birisinin arazisini kullansanız,
bunu da beş yıl, on yıl kullansanız, gelse adam “be kardeşim, benim şu
arazimi kullanıyorsun, bunun bir bedelini ver” dese, o bedelini
alır. Haa, almadı mı, mahkemeye gider gene
alır; mesele bu. Şimdi, politika
yapmak güzel bir şey, vatandaşların haklarını korumak güzel bir
şey, ama onları duyar duymaz buraya getirip de popülizm yapmak güzel
bir şey değil. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Aydın) – Ne popülizmi? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Hazinenin yerlerinde saçı bitmedik insanların
hakkı var. Gelecek, onu izinsiz olarak kullanacak, edecek… Burada
kira sözleşmesi diye bir şey var. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Aydın) – Popülizm yok. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Sayın Vekilim, lütfen dinleyin. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Aydın) – Ama geriyorsunuz Sayın Bakan. Kimse burada popülizm yapmıyor,
bir davayı dile getiriyor. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Ya, ben de dile getiriyorum.
Lütfen, şimdi dinle. MUHARREM VARLI
(Adana) – Tamam da üsluba dikkat lütfen. OKTAY VURAL
(İzmir) – Popülizm yapmayın Sayın Bakan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi… Popülizm yapmayın,
evet. OKTAY VURAL
(İzmir) – Yapmayın. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Doğru, yapmayın. MUHARREM VARLI
(Adana) – Popülizmi siz yapıyorsunuz Sayın Bakan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar… OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sen dile getirirken popülizm olmuyor da… BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ben, madem… Dinleyenlere
anlatayım, dinlemeyenler de dinlemesin, ne yapayım. MUHARREM VARLI
(Adana) – Popülizmi siz yapıyorsunuz Sayın Bakan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, sözleşme diye bir şey var, kira sözleşmesi;
birçok köylümüz bunu yapıyor. Defterdarlığa gelirler, Millî Emlak
dairemize gelirler, kira sözleşmesi yaparlar. Mesela, bunu yapıyorlar,
ondan dolayı bazen doğrudan gelir desteği de alamıyor bunlar. Gelsinler,
bir müracaat etsinler devlete. Devlet onları korur, Hükûmet onları korur, partizanca bir şey yapılmıyor.
Bakın, diyorsunuz ki: “Partizanca yapılıyor.” Hiçbir zaman partizanca
hareket etmez defterdarlar veyahut da Millî Emlak müdürleri, öyle
şeyler yapılmaz. “Yok, efendime söyleyeyim, birtakım şaibe...” Şaibe
falan varsa da getirin bakalım. O zaman, gitsinler, bütün köylülerin,
diğerlerinin yaptığı gibi kira sözleşmesi yapsınlar, kiralasınlar,
oraları da devamlı kullansınlar. Biz, tekrar kanun çıkardık, “İsteyen
bunları alır.” dedik. Müracaat etsinler, almak isteyenler varsa da
ihaleye çıkarıyoruz ve satıyoruz. Bunlar için de çok uzun vadeler
yapıyoruz, bazı vergilerden muaf tutuyoruz, sırf köylülerimizi
toprak sahibi yapalım diye. Bunların her birini yapıyoruz. Haa, ona rağmen adaletsiz bir şey de yapıldıysa, onu
da her zaman görüşmeye hazırız biz. O size mektup yazanı da bize gönderirseniz
memnuniyetle de görüşürüz. OKTAY VURAL
(İzmir) – Milletvekilinin de bunu dile getirmeye hakkı vardır
herhâlde. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Önce, ben Adana Defterdarımıza talimat
veririm, onunla da görüşün ve konuya da bakarız. Ama, bunun genel seçimi…
Yani, beni üzen taraf, “Hileyle, kanunsuz...” Bu laflar beni üzüyor.
Yahut da “Partizanca...” Bunları bırakalım. Biz, şimdi, vatandaşımız
kim olursa olsun, herkesin Hükûmetiyiz, herkesin
bakanıyız, herkese hizmet etmek zorundayız; bu anlayışla yaklaşmamız
lazım. O zaman, bize söyleyin, bir yanlışlık varsa ona el koyalım, düzeltelim,
eğer yanlışlık değil de ona yol göstereceğimiz bir şey varsa, “şöyle
şöyle de yaparsanız, bu şekilde daha iyi hallederiz” deyip bunu da
gösteririz. Dolayısıyla,
değerli arkadaşlar, yani, buraya -tabii, hakkınızdır sizin- efendim,
geleceksiniz, buradan konuşacaksınız, şey edeceksiniz, ama bize
de direkt olarak bana “Alo” deseniz, ben size çıkarım, hiç merak etmeyin,
bu işi hallederiz. Yani, bunun kanun… Çünkü, Hükûmetimizi
geldiği günden beri, köylülerimizin topraklarını daha iyi kullanmaları
için onlara çok çeşitli kolaylıklar getirdik biz, çok iyi çözümler
getirdik. Ee, Çukurova köylüsünden bahsediyoruz.
Çukurova köylüsü de, yani ne bileyim ben, bir Erzurum’un köylüsü
gibi veyahut da toprağı verimsiz olan yerlerin köylüsü gibi de değil,
onu da belirtmemiz lazım. Ama, istiyor ki herkes, hazinenin malı,
ben kullanayım, kimse bana sormasın, kimseye bir şey ödemeyeyim. Öyle
de bir şey yok yani. Kusura bakmasınlar, herkes, ne kullandıysa, neyse
bedeli, o bedeli de ödeyecek. Durum bundan
ibarettir. Hepinize saygılar
sunuyorum. Sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum. Gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup
bilgilerinize sunacağım. IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) B) Tezkereler 1.- Romanya Parlamentosu Başkanı Bogdan Oltenau ve beraberindeki
heyetin ülkemizi ziyaret etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/203) 30 Ekim 2007 Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanı'nın 03 Ekim 2007 tarih ve 5 sayılı Kararı
ile Romanya Parlamentosu Başkanı Sayın Bogdan
Oltenau ve beraberindeki heyetin ülkemizi
ziyaret etmesi uygun bulunmuştur. Söz konusu heyetin
ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun'un 7. Maddesi ge-reğince Genel Kurul'un bilgilerine
sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Diğer tezkereyi okutuyorum: 2.- Avrupa Konseyi Parlamenter
Meclisi ve Batı Avrupa Birliği Geçici Avrupa Güvenlik ve Savunma
Asamblesi, NATO Parlamenter Asamblesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı Parlamenter Asamblesi, Asya Parlamenter Asamblesi ile
Avrupa-Akdeniz Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini
temsil edecek grupları oluşturacak üyelerin isimlerine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/204) 30 Ekim 2007 Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2. maddesine göre "Avrupa Konseyi
Parlamenter Meclisi, Batı Avrupa Birliği Geçici Avrupa Güvenlik
ve Savunma Asamblesi (AKPM Türk Grubu üyeleri temsil etmektedir.),
NATO Parlamenter Asamblesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
Parlamenter Asamblesi, Asya Parlamenter Asamblesi ve Avrupa-Akdeniz
Parlamenter Asamblesi"nde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni temsil
edecek grupları oluşturmak üzere, aynı Kanunun 12. maddesi uyarınca
Başkanlık Divanı'nın 26.10.2007 tarih ve 7 sayılı Kararı'nı müteakiben
uygun bulunan üyelerin isimleri Genel Kurul'un bilgilerine sunulur.
Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) ve Batı Avrupa Birliği Geçici Avrupa Güvenlik ve Savunma Asamblesi (BAB) Türk Grupları Asıl Üye Mesude Nursuna Memecan İstanbul
Mv. Yedek Üye Vahit Kirişçi Adana
Mv. NATO Parlamenter
Asamblesi (NATOPA) Türk Grubu Yedek Üyeler Fazilet Dağcı Çığlık Erzurum
Mv. Mesude Nursuna Memecan İstanbul
Mv. Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Yedek Üyeler Cahit Bağcı Çorum
Mv. Mustafa Özbayrak Kırıkkale Mv. Avrupa-Akdeniz
Parlamenter Asamblesi (AAPA) Türk Grubu Reha Çamuroğlu İstanbul Mv. Asya Parlamenter
Asamblesi (APA) Türk Grubu Bayram Özçelik Burdur Mv. BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Meclis araştırması açılmasına ilişkin iki önerge vardır;
okutuyorum: C) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Ankara Milletvekili Yılmaz
Ateş ve 20 milletvekilinin, demir yolu ulaşım sistemindeki sorunların
araştırılarak altyapı ve işletmeciliğinin geliştirilmesi için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/25) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Ülkemizde demiryolu işletmeciliği bir imtiyaz olarak
TCDD Genel Müdürlüğüne tanınmıştır ve bu işletmecilik TCDD Genel
Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğundan devralınan 4.000 km civarındaki
demiryolu, genç cumhuriyetin kararlı ve azimli politikası sayesinde
20 sene içinde 8.000 km’yi geçmiştir. Ancak 1950 yılından itibaren bir devlet ve ulaşım politikası
olarak demiryolu politikası terkedilmiş ve kendi kaderine bırakılmıştır.
Bugün için demiryolunun gerek yük gerekse de yolcu taşımacılığındaki
payı çok düşüktür. Bu durum hem çok pahalı olan karayolu işletmeciliğinden
dolayı ciddi bir kaynak kaybına neden olmakta hem de karayolunda
meydana gelen trafik kazaları nedeniyle ciddi sayıda can kaybına,
yaralanmalara ve çok büyük maddi hasara sebep olmaktadır. Oysa Ülke ve Devlet olarak en büyük hedefimiz olan AB üye
ülkelerinde bu durum tam tersinedir. Dolayısıyla çağdaşlık ve gelişmişlik
için en önemli araçlardan birisi de demiryoluna verilen önemle kendini
göstermektedir. Yıllardan beri yeni yol yapılmamıştır. Yeni yol yapılmamasının
yanı sıra yılda ortalama 500 km yolun yenilenmesi gerekirken son
beş yılda (2002-2006) ancak 463 km yol bakım onarımı ve yenilemesi yapılabilmiştir.
Hatlarımızın fiziki standardı yapıldığı zamandan bu yana değişmemiştir.
Çeken çekilen araç parkı yeterli ölçüde yenilenememekte ve kapasite
artırılamamaktadır. Hâlâ önemli arterlerde elektrik ve sinyalizasyon
yoktur. İşte bu noktada; Demiryollarımızın
gelişmesinin önündeki engelleri ortaya çıkarmak ve gelişmesini
sağlayacak idari ve ekonomik gereklilikleri açığa çıkarmak için
TCDD Genel Müdürlüğünün işletmeciliği ve demir yollarımızın durumu
hakkında Anayasa'nın 98, TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri uyarınca
Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. 1- Yılmaz Ateş (Ankara)
2- Tacidar Seyhan (Adana) 3- Hikmet Erenkaya (Kocaeli) 4- Yaşar Ağyüz (Gaziantep) 5- Orhan Ziya Diren (Tokat)
6- Çetin Soysal (İstanbul)
7- İsa Gök (Mersin)
8- Rahmi Güner (Ordu) 9- Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri) 10- Mevlüt Çoşkuner (Isparta) 11- Akif Ekici (Gaziantep)
12- Gökhan Durgun (Hatay)
13- Ali Koçal (Zonguldak) 14- Abdullah Özer (Bursa) 15- Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
16- Tekin Bingöl (Ankara)
17- Tayfur Süner (Antalya) 18- Bülent Baratalı (İzmir)
19- Nevin Gaye Erbatur (Adana) 20- Vahap Seçer (Mersin) 21- Atilla Kart (Konya)
Gerekçe Dünya Bankası politikalarına bağlı olarak "demiryollarının
yeniden yapılandırılması" adı altında TCDD'de 1995 yılından beri
kamu işletmeciliğini yok eden politikalarla personel azaltılmasına
gidilmesi ve nitelikli personelin kurumdan uzaklaştırılması,
TCDD'ye yönelik yatırımların azaltılması, bakım atölyelerinin büyük
bir kısmının kapatılması ve TCDD'ye eğitimli iş gücü yetiştiren demiryolu
meslek okullarının lağvedilmesi, kuruluşundan bu yana entegre
bir işletme olan TCDD'nin parçalanarak işlevsizleştirilmesi ve böylece
özelleştirilmesinin önünün açılmasının bir sonucu olarak yaşanmıştır.
Demiryollarının atıl duruma düşmesinin en önemli nedeni
dışa bağlı ulaşım politikalarıdır. Kaynaklarını karayolları ve
dolayısıyla uluslararası petrol ve otomotiv tekellerine akıtarak
demiryolu ve denizyolu taşımacılığını gerileten ulaşım politikaları
aşılmadığı müddetçe doğru bir ulaşım sistemine geçiş
mümkün olmayacaktır. Ulaşım politikaları, toplum yararını gözeten ve bütün
ulaşım alternatiflerini (kara, deniz, hava ve demiryolu) değerlendiren
Kombine Taşımacılık (seri, ekonomik, çevreci, güvenli ve hızlı taşımacılık)
esas alınması gerekirken ülkemizde demiryolları karayolu taşımacılığı
karşısında gerilemiştir. 1950'de demiryollarının ulaşım sistemi içindeki payı
yük taşımacılığında % 78, yolcu taşımacılığında % 42 iken bu oranlar
izlenen karayolu ağırlıklı politikalar sonucu yük taşımacılığında
% 48, yolcu taşımacılığında % 24'e gerilemiş bulunmaktadır. İtalya'da demiryolu hat uzunluğu 16.080 km, İngiltere'de
16.847 km, Fransa'da 31.727 km; ülkemiz demiryollarının toplam ana hat
uzunluğu ise 10.948 km'dir. Ülkemizin yüzölçümü
ise bu ülkelerin yüzölçümlerinin sırası ile 2,6; 3,2 ve 1,4 katıdır.
Bu veriler, Türkiye'de demiryolu taşımacılığının nasıl ihmal
edildiğini göstermektedir. Karayolu taşımacılığı lehine uygulanan bu yanlış politikalar;
kent içi ve kentler arası ulaşımda yolcu ve yük güvenliği alanlarında
ciddi sorunlar yaratmıştır. Her yıl ciddi oranda ölüm ve yaralanmalarla
birlikte, trilyonlarca liralık maddi hasar meydana gelmektedir. Türkiye'nin artan nüfusuna paralel olarak oluşan ulaşım
talebi, en ekonomik biçimde demiryolu taşımacılığının kamu hizmeti
olarak ve kamu eliyle geliştirilmesiyle karşılanabilecektir. Bu
noktada demiryolu yapım maliyetinin, karayolu yapım maliyetine
göre düz arazide 8 kat, orta engebeli arazide 5 kat daha ekonomik
olduğu gözetilmelidir. Karayolu taşımacılığı enerji tüketim toplamının %
82'sini tüketmesine karşın taşımadaki payı % 71 ,5'tir. Demiryollarının
ise enerji tüketim payı % 2 iken, taşımacılıktaki payı % 4'tür. Yalnızca
bu veriler bile enerji verimliliği ve çevre sağlığı açısından demiryolu
taşımacılığının önemini gözler önüne sermektedir. Aynı şekilde, Avrupa'da yapılan bir araştırmaya göre, kazalarda
ölüm riski 1 milyar yolcu/km başına demiryollarında 17 kişi iken, karayollarında
140'tır. Dolayısıyla demiryolu taşımacılığı ekonomik olması yanı
sıra can güvenliği açısından da önem taşımaktadır. Demiryoluna göre 2 misli, suyoluna göre ise 3 misli daha
fazla enerji sarf eden karayollarına yapılmakta olan bütün yeni yatırımlar,
özellikle de can ve mal güvenliğini tehdit eden standart dışı
"duble yol" yatırımlarının gözden geçirilmesi ve ağırlığın
demiryollarına verilmesinin Demiryolu hatlarının ciddi ve bütünlüklü
bir tarzda onarılarak yeniden yapılandırılmasının, TCDD'nin parçalanarak
işlevsizleştirilmesi ve demiryollarında özelleştirme uygulamalarına
son verilmesinin, Ülkemizde ciddi bir Ulaşım Master
Planının oluşturulmasının ve bu kapsamda demiryolu ağının genişletilmesinin
önemi ortadadır. BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım Meclis araştırması
önergesi beş yüz kelimeden fazla olduğu için özeti okunacaktır. Ancak,
önergenin tam metni tutanak dergisine eklenecektir. 2.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce ve 21 milletvekilinin, Balkan göçmenlerinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/26) (x) (x) (10/26) esas numaralı Meclis
araştırması önergesinin tam metni tutanağa eklidir. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına "1989 Yılı ve sonrasında ülkemize (başta Bulgaristan
olmak üzere Bosna, Kosova, Makedonya, Sırpistan,
Karadağ, Yunanistan, Romanya, Moldova'dan)
göç eden ve şu anda çifte vatandaşlık veya vatandaş statüsü kazanmış
olanlarla, geçici izinle ülkemizde bulunan Balkan Göçmenlerinin
her türlü sorunlarının araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması"
hakkında Anayasa'nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
bir Meclis Araştırması açılması için gereğinin yapılmasını arz ederiz. 1) Muharrem İnce (Yalova) 2) Yaşar Ağyüz (Gaziantep) 3) Orhan Ziya Diren (Tokat)
4) Çetin Soysal (İstanbul)
5) İsa Gök (Mersin) 6) Rahmi Güner (Ordu) 7) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri) 8) Akif Ekici (Gaziantep)
9) Tayfur Süner (Antalya) 10) Gökhan Durgun (Hatay)
11) Tacidar Seyhan (Adana) 12) Abdullah Özer (Bursa)
13 ) Ali Koçal (Zonguldak) 14) Mevlüt Coşkuner
(Isparta) 15) Hikmet Erenkaya (Kocaeli) 16) Tekin Bingöl (Ankara)
17) Bülent Baratalı (İzmir)
18) Nevin Gaye Erbatur (Adana) 19) Canan Arıtman (İzmir)
20) Vahap Seçer (Mersin) 21) Atilla Kart (Konya)
22) Erol Tınastepe (Erzincan) Gerekçe Özeti Ülkemiz daha kuruluş sürecinden başlamak üzere, Osmanlı
İmparatorluğunun egemen olduğu bölgelerden büyük göçler almıştır.
Genellikle halk arasında "muhacir" olarak tanımlanmaktadırlar.
Atatürk'ün 17.01.1931 yılında söylediği "Muhacirler kaybedilmiş
ülkelerimizin millî hatıralarıdır." Lozan Anlaşması gereği başta Balkan ülkelerinden Cumhuriyetin
ilk yıllarında karşılıklı mübadele esasına dayanan göçler olmuştur
ve bu göçlerin arasında büyük çoğunluğu Yunanistan, Bulgaristan
ve eski adıyla Yugoslavya göçmenleri oluşturmuştur. Bu ülkelerden
ülkemize sayısal olarak azalmakla birlikte çeşitli biçimlerde
hâlen devam etmektedir. 1989 Yılında Bulgaristan'dan Yugoslavya'nın parçalanmasıyla
birlikte Bosna, Kosova, Sırbistan'dan ülkemize siyasi ya da ekonomik nedenlerle yoğun göçler olmuştur.
Bu göçler arasında Bulgaristan göçmenlerinin yaşadıkları sorunlar
dikkat çekmektedir. Bulgaristan göçmeninin göç hareketi dört aşamada gerçekleşmiştir:
1. 1925 yılındaki Türk-Bulgar ikamet sözleşmesi ile 1949
yılına kadar 19.833 ailede 75.877 kişi iskânlı, 37.073 ailede 143.121
kişi serbest göçmen olmak üzere toplam 56.906 ailede 218.998 kişi Türkiye'ye
göç etmiştir. 2. 1950-1952 yılları arasında Bulgaristan'ın tehcir ve göçe
zorlaması sonucu 37.851 aileye mensup olmak üzere 154.393 kişi
iskânlı göçmen olarak Türkiye'ye gelip yerleşmişlerdir. 3. 1968-1979 yılları arasında da Türkiye-Bulgaristan Yakın
Akraba Göçü Anlaşması çerçevesinde 32.356 aileye mensup 116.521 kişi
Türkiye'ye göç etmiş ve bu göç ile 1950-52 yılları arasında gelen göçmen
ailelerinden büyük bölümünün Bulgaristan'da kalan yakınlarının
Türkiye'ye serbest göçmen olarak gelmeleri sağlanmış ve böylece parçalanmış
ailelerin birleşmesi gerçekleştirilmiştir. 4. Bulgaristan'dan son göç hareketi 1989 yılında Türk kökenli
Müslüman Bulgar vatandaşlarının, Bulgar hükümeti tarafından Türkiye'ye
göçe zorlanmaları ile başlatılmıştır. Bu dönemde 64.295 aileye mensup
226.863 kişi serbest göçmen olarak Türkiye'ye gelmiştir. Bu tarihten
itibaren serbest göç olarak bu göç devam etmekle birlikte bu ülkedeki
rejimin değişmesiyle geriye göçler de yaşanmaktadır. Göçmenlerin ülkemizde de pek çok sorunla karşılaştıkları,
bu sorunların bir kısmının zamanla çözüldüğü bazılarının ise devam
etmekte olduğu ve çözüm beklediği görülmektedir. Başta Bulgaristan'dan
olmak üzere Türkiye'ye göç eden soydaşlarımızın acil çözüm bekleyen
en önemli sorunlarını şöyle sıralayabiliriz: Türk vatandaşlığına alınmama, Çalışma izni verilmemesi, Emekli maaşı alan yaşlı insanların sorunları, Çalışma sürelerinin birleştirilememesi (sosyal haklar)
sorunu, İskân kanunundan kaynaklanan sorunlar, Toplu konut çıkmayanların sorunları, Yurt dışı çıkış harcı sorunu, İkamet tezkeresi almak için yaşanan sorunlar, Nüfus müdürlüklerinde karşılaşılan sorunlar. Kuşkusuz bu sorunlara başkaca sorunları da eklemek mümkündür.
Bu araştırma önergesiyle amacımız başta Bulgaristan göçmenleri olmak
üzere tüm Balkan ülkelerinden 1989 ve sonrasında çeşitli nedenlerle
ülkemize göç etmiş olan yurttaşlarımızın sosyal, ekonomik, hukuki
sorunlarının tespit edilmesi ve çözümü için bir an evvel yürütme organlarının
gerekli tedbirleri almasını sağlamaktır. Özellikle bu sorunların büyük bölümünün göç edilen ülkeden
değil de bizim hukukumuzdan, idari anlayışımızdan kaynaklanıyor
olması konunun TBMM gündemine getirilmesini zorunlu kılmaktadır.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki ön görüşmeler sırası geldiğinde
yapılacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının üç tezkeresi
vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım. B) Tezkereler
(Devam) 3.- Bayındırlık ve İskân Bakanı
Faruk Nafız Özak’ın Hindistan’a
yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/205) 30 Ekim 2007 Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna “Afetlerin Önlenmesi Konusunda 2. Asya Bakanlar Konferansı”na
katılmak üzere Bayındırlık ve
İskan Bakanı Faruk Nafız Özak
başkanlığında bir heyetin 5-9 Kasım 2007 tarihleri arasında Hindistan’a
gerçekleştireceği resmî ziyarete Samsun Milletvekili Mustafa Demir,
İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar ve
Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın katılımları,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 8. Maddesi gereğince Genel Kurul’un
tasviplerine sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum: 4.- Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Belarus’a ve
İngiltere’ye yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/206) 30 Ekim 2007 Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Belarus Sağlık Bakanı’nın
daveti üzerine Belarus’a, İngiltere Sağlık
Bakanı’nın daveti üzerine de İngiltere’ye resmî ziyaretler gerçekleştirecek
olan Sağlık Bakanı Recep Akdağ başkanlığındaki
heyetlere, Belarus ziyaretinde Hakkâri Milletvekili
Rüstem Zeydan’ın, İngiltere
ziyaretinde de Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt
ve Rize Milletvekili Lütfi Çırakoğlu’nun
katılımları, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı
Kanun’un 8. Maddesi gereğince Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.
Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum: 5.- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhuriyet Meclisi Başkanlığının resmî davetine icabetle TBMM Dışişleri
Komisyonu heyetinin Kuzey Kıbrıs’a yapacağı resmî ziyarete katılacak
milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/207) 30 Ekim 2007 Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı’nın
24 Ekim 2007 tarihli yazısında Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri
Komisyonu heyeti Kıbrıs’a davet edilmektedir. Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
Sayılı Kanun’un 6 ncı Maddesi uyarınca Genel
Kurul’un tasviplerine sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Saygıdeğer milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi
vardır; okutup oylarınıza sunacağım. VIII.- ÖNERİLER A) Danışma
Kurulu Önerileri 1.- Genel Kurulun 31/10/2007
Çarşamba günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine ve
1/11/2007 Perşembe günkü birleşiminde 16 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına
ilişkin Danışma Kurulu önerisi Danışma Kurulu
Önerisi No: 13 Tarihi:
31.10.2007 Genel Kurulun 31.10.2007 Çarşamba günkü (bugün) Birleşiminde
sözlü soruların görüşülmemesi ve 1.11.2007 Perşembe günkü Birleşimde
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmının birinci sırasındaki 16 Sıra Sayılı İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun Tasarısının görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun
onayına sunulması Danışma Kurulunca önerilmiştir. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, alınan karar gereğince
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmına geçiyoruz. Birinci sırada yer alan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Hakkında Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlayacağız. IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri 1.- İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Hakkında Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu (1/350) (S. Sayısı: 16) (x) BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde. Hükûmet?.. Yerinde. Komisyon raporu 16 sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Osmaniye Milletvekili Hakan Coşkun, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Çetin Soysal; şahısları
adına, İstanbul Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu,
İstanbul Milletvekili Necat Birinci, Mersin Milletvekili İsa Gök,
Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve İzmir Milletvekili Recai Birgün’ün söz talepleri vardır. İlk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Durmuşali Torlak. Sayın Torlak, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA DURMUŞALİ TORLAK (İstanbul) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Hakkında Kanun Tasarısı ile ilgili Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına görüşlerimizi bildirmek için huzurlarınızdayım. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, iki gün evvel Şırnak
ve Tunceli’de şehit olan kahraman askerlerimize ve Türk siyasi hayatının
değerli ismi Sayın Erdal İnönü Beyefendi’ye Allah’tan rahmet, kederli
ailelerine sabır, büyük Türk milletine sabır diliyorum. Yüzyıllarca, birçok uygarlığa ev sahipliği ve başkentlik
yapmış İstanbul’un, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmiş olması
son derece memnuniyet verici bir durumdur. İstanbul bu projeyle, yeni
yüzyılın başlangıcında, yeni yüzü ile de dünyaya tanıtılmalıdır.
2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesi, kültürel mirası
nedeniyle İstanbul’u daha da önemli bir çekim noktası hâline getireceği
çok açık şekilde ortadadır. Şu anda,
on üç kültür merkezi, yirmi yedi sanat galerisi, otuz bir müzeyle,
geçmişten günümüze gelebilmiş en eski ve en geniş saray olan Topkapı Sarayı başta olmak üzere, yedi saray ve
birçok kasır ile tarihe ev sahipliği yapan İstanbul’un, bu projenin
altından başarılı kalkması durumunda, Türkiye’mizin dünyaya tanıtılmasına
büyük katkısı olacaktır. İstanbul, sadece Asya ve Avrupa kıtalarının kesiştiği
bir nokta değil, bunun yanında Balkanlardan Kafkasya’ya, Orta Asya’dan
Orta Doğu’ya ve Afrika’ya kadar uzanan geniş bir insan kuşağının
kesişme ve buluşma noktasıdır. Başta Boğaziçi ve Haliç olmak üzere,
tabiatın ve tabii güzelliklerin bu şehre sunduğu zenginlikler, zaman
içinde tarihî ve kültürel zenginliklerle de beslenmiştir. Şehrin en
güzel anıtları Haliç, Marmara Denizi, surlar arasında kalan yarımadada
yer almaktadır. Altı minaresi (x) 16 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. ve dekorasyonunda kullanılan mavi çiniler sebebiyle
“Mavicami” diye anılan Sultanahmet Cami ile
karşısındaki ünlü Ayasofya Müzesi, Eyüpsultan Cami ve daha birçok tarihî ve kültürel
eser, mimari harikalar olarak İstanbul’un sembolü hâlindedir. Eğitimli
ve kültürlü turistin diğer turistlere göre 3 katı daha fazla harcama
yaptığını düşünürsek, kültür merkezi olarak İstanbul, çok daha büyük,
geniş kapsamlı olacaktır. Avrupa ve dünyanın çeşitli ülkelerinden
pek çok kültür ve sanat insanı, yazılı ve görsel basın mensuplarının
İstanbul’a gelecek olması, İstanbul’un tanıtımına ve marka hâline
gelmesine olumlu katkı sağlayacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 11’inci
maddesinde belirtilen, Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılarak, yerine,
yanındaki parselleri de kapsayacak şekilde, daha büyük alanda, yeni
bir Atatürk Kültür Merkezi yapılması konusundaki komisyonda yapılan
eleştirilere ve endişelere, bizler de Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu olarak katılıyoruz. Ancak, Sayın Bakan tarafından taahhüt
edilen “Taahhüt ediyorum, katiyen oraya bir ticari bölüm giremez
ve Atatürk Kültür Merkezi’ni, İstanbul’da yerine koyacak başka
bir yer olmadan yıkmam.” şeklindeki sözlerine, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin bir bakanının ağzından çıkan söz olması nedeniyle inanıyor
ve güveniyoruz. Ancak, bunu, aynı zamanda kanuna da yansımasını
mutlak surette bekliyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak,
biz de, yeni yapılacak Atatürk Kültür Merkezi’nin şimdiki gibi, sadece
sanat ve kültüre hizmet edecek bir merkez olmasından, burada ticari
faaliyet alanları bulunmamasından yanayız. Taahhüt edilen çerçevede,
kültür ve sanat faaliyetleri için, yeni yapılacak binanın, Türkiye’nin
kültür dünyasına yeni bir zenginlik katmasını diliyoruz. İstanbul için, bu projeyle birlikte böyle bir tecrübenin
yaşanmış olması, mevcut yönetimsel sorunların aşılmasında, bugün
içinde bulunduğu sorunlarla daha iyi başa çıkmasında önemli destek
sağlayacaktır. Elbette, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’un
bu konunun dışında birçok problemi bulunmaktadır. Bu sorunları da
müsaadenizle burada dile getirmek isterim. İstanbul’da her yoğun yağıştan sonra belirli yerlerin
sular altında kaldığı, vatandaşlarımızın maddi ve manevi zarara
uğradığı, can kaybının bile olduğu herkes tarafından bilinmektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bugüne kadar uyguladığı yanlış
politikaları bir kenara bırakıp, yıllardır aynı mantıkla yönettiği
İstanbul’un yağmur suyu toplama altyapısını bir an önce tamamlamalıdır.
İstanbul’un en önemli sorunlarından bir tanesi trafik sorunudur
ve İstanbullunun kâbusu olmaya da devam etmektedir. Şehrin kara yolu
odak noktalarından iskelelerin bulunduğu mahallelere süratle
ulaşımı mümkün kılacak tercihli bağlantı yolları açılmalıdır. Bu
kapsamda Anadolu ve Avrupa yakası kıyısına paralel trafik odak
noktaları arasında araç taşıyabilen süratli feribot ile deniz otobüsü
konmalı, özel sektöre ait motorları, deniz taksisi ve deniz ambulansı
hatları ihdas edilmelidir. Bu konularda sadece İDO’ya
bağlı kalmanın yanlış olduğunu belirtmek isterim, gerektiğinde
özel sektöre de imkân tanınmalı ve girişimci desteklenmelidir. İstanbul’un diğer önemli sorunu ise terör, hırsızlık,
gasp, kapkaç ve uyuşturucu gibi asayiş olaylarıdır. Halkımızın huzur
ve devlete olan güveninin sarsılmasına yönelik planlı olarak birtakım
çevreler tarafından yapılan veya yaptırılan bu yasa dışı hareketler
karşısında İstanbul Valiliği ve Emniyetinin aldığı tedbirleri
izlemekteyiz. Ancak bu tedbirlerin yetersiz kaldığını da burada
üzülerek ifade etmek isterim. Olası Marmara depremi için İstanbul’un hazırlıklı olmadığını
da yazılı ve görsel basına yansıyan bilgilerden hepimizin malumudur.
Özellikle okul, hastane gibi binaların depreme karşı güçlendirilmesi
konusundaki zafiyet bir an önce giderilmelidir. Kısaca, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi
İstanbul’un tüm sosyal sorunlarının belirlenmesi ve çözümü açısından
bir fırsat olarak görülmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi olarak ülkemiz tanıtımına büyük katkı sağlayacağını değerlendiğimiz
proje için hazırlanan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında
Kanun Tasarısı’na “evet” oyu vereceğimizi bildirir, projenin İstanbul’a
ve Türkiye'mize hayırlı olması dileklerimle hepinizi saygıyla
selamlarım. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Torlak. İkinci konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Çetin Soysal. Sayın Soysal, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yasa Tasarısı’yla
ilgili olarak CHP Grubu adına söz almış bulunuyorum ve yüce Meclisi
selamlıyorum. Sözlerime başlamadan önce, bugün vefat eden büyük bilim
adamı ve devlet adamı Sayın Erdal İnönü’ye Allah’tan rahmet, ailesine
ve Türk ulusuna başsağlığı diliyorum. Ayrıca, terör örgütü tarafından gerçekleştirilen hain
saldırıları nefretle kınıyor, tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet,
ailelerine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk ulusuna başsağlığı
diliyorum. Cumhuriyetimizin 84’üncü yılını kutladığımız bugünlerde,
laik, demokratik, çağdaş cumhuriyetimizi ve bölünmez bütünlüğümüzü,
sonuna kadar canımızla, dişimizle, yüreğimizle koruyacağımızı
bir kez daha vurgulamak istiyorum. Değerli arkadaşlar, İstanbul, Avrupa Birliği tarafından
Almanya’nın Essen ve Macaristan’ın Pécs
kentleriyle birlikte 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmiştir. Aslında,
İstanbul, zaten yüzyıllardır bir kültür başkenti; uygarlıklar tarihindeki
yeri, coğrafi konumu, doğal ve kültürel değerleriyle dünyanın en
özel kentlerinden biri. Sosyal bütünlük içinde farklı kültürlere ev
sahipliği yapmış, mimarisi, sarayları ve kültürel dokusuyla bir
dünya mirasına sahibiz. Üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış,
kıtaları birleştiren yedi tepeli İstanbul’un 2010 Kültür Başkenti
seçilmesi, ülkemiz adına ve İstanbul adına elbette ki memnuniyet
vericidir. Bu konuda çalışma yapan odaları, sivil toplum kuruluşlarını
da kutlamayı bir borç biliyorum. 2010 Kültür Başkenti, on üç sivil
toplum kuruluşundan oluşan Girişim Grubu tarafından yapılmaktadır.
Girişim Grubu, İstanbul için dört element kentini kullanıyor: Toprak,
hava, su ve ateş. İstanbul, binlerce yıllık tarihinde en uzun ömürlü üç büyük
imparatorluğun, Roma, Bizans ve Osmanlıların başkenti olmuş, üç
semavi dinin merkezi olarak hizmet etmiştir. Bu nedenle de birçok
medeniyetin buluşma noktası ve en önemlisi, çağlar boyunca birlikte
yaşama kültürünün hayat bulduğu bir kent olmuştur. Antik felsefede,
evrendeki her şeyi oluşturduğu savunulan dört element bu kentin özelliğiyle
birleştirilmiştir ve projeler, toprak, su, hava ve ateş elementleriyle
ifade edilmiştir. Bu yaratıcı başlangıç, umut vericidir. Ancak, Hükûmetin ve yerel yönetimin, gereken duyarlılığı
ve ciddiyeti göstermediğini, maalesef, görüyoruz. İstanbul’un,
tarihî ve kültürel mirasına sahip çıkmanın ötesinde, ihanete uğradığını
ibretle görüyoruz ve izliyoruz. İstanbul’a ihanet ediliyor. Bir
dünya kültürü yok ediliyor. Şarkılara, türkülere konu olmuş bir
kültür abidesi olan bu kent, bugün maalesef, çarpık kentleşmenin,
plansız yoğunluğun yaşandığı, tarihsel kültürün yok edildiği, güvenliğin
olmadığı bir şehir hâline getirilmiştir. İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması kararı 13 Kasım
2006’da kesinleşmiştir. O dönemde, İstanbul’la ilgili bir şeylerin
değişeceğine dair iyi niyetli düşüncelerimiz olmuştu. Açıkçası,
İstanbul’un kültürel mirasının daha korunabilir, daha yaşanabilir,
daha yayılabilir bir hâle getirilmesi için önemli atılımlar, çalışmalar
yapılacağını düşünmüştük. Ancak gördük ki, şovdan öte hiçbir şey
yok. Kesinleşmenin üzerinden bir yıl geçti, yasa tasarısı daha yeni,
Meclis gündemine getiriliyor. Şovun ötesinde hiçbir şey yapılmadığı,
maalesef, görülüyor. Burada görünen bir tek şey var, maalesef,
İstanbul’un katledildiği. Değerli milletvekilleri, İstanbul, UNESCO Dünya Kültür
Mirası Listesinde yer alan bir şehirdir. Ne yazık ki, İstanbul’un Dünya
Miras Listesinden çıkarılması tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Hatta, Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesine alınması gündemdedir
ve ne acıdır ki, İstanbul Avrupa’nın kültür başkenti ilan edilirken,
bir yandan Hükûmetin ve yerel yönetimin ihmalkârlığı
yüzünden Tehlike Altındaki Kültür Mirası Listesine alınabilmesi
tartışılabiliyor. 1985’ten bu yana UNESCO listesinde olmanın sorumlulukları
maalesef yerine getirilememiştir. Kurum, bugüne kadar İstanbul’la
ilgili yayımladığı yeni raporda eksiklere işaret etmiştir. Ayasofya’nın onarımı, kara surları, Zeyrek’in
restorasyonu gibi konular eleştirilmiştir. Örneğin, Eyüp, Fatih,
Eminönü gibi tarihî yarımadanın yönetimi eksiktir. Aynı şey daha
yeni sit alanı ilan edilen Haydarpaşa’da planlanan
projeler için de geçerlidir. UNESCO’nun eksiklerini tamamlaması için İstanbul’a
verdiği süre 2008 yılında sona eriyor. Ancak, eksiklikler maalesef
tamamlanamamıştır. İstanbul’a yeni bir çehre kazandırmayı amaçlayan
projeler konuşuluyor bugünlerde. Örneğin, bir tanesi İMÇ blokları.
Bu blokların yıkılması planlanıyor. Halbuki, bu bloklar, Süleymaniye silüetini bozmayacak
tarzda yapılmış bloklardır. Bunların yerine kurulacak olan, İstanbul’un
ve o bölgenin, Süleymaniye’nin silüetini bozma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır.
Yine, bunun yanı sıra, Dubai Towers diye adlandırdığımız
İETT Garajı. UNESCO bu konuda da uyarılarda bulunmaktadır. UNESCO’nun listesinde dünya kültürüyle ilgili bazı
kriterler yer alıyor. Bunlardan bazıları şöyle: Daha iyi bir sanatçının
eserlerini barındırmak, artık yaşamayan bir medeniyeti temsil etmek,
tarihî bir silüete sahip çıkmak. Şimdi, 300 metreyi bulacakları söylenen Dubai Kuleleri,
İstanbul’un benzersiz tarihî silüeti için
gerçek bir tehdit değil midir? Yakın zamanda akla gelen, kanun tasarısında da dikkat
çekilen bir başka örnek: Atatürk Kültür Merkezi. Hepimiz biliyoruz
ve görüyoruz ki yeni rant hedefi, bu kez de AKM’nin
arkasında bulunan parsellerdir. AKM yıkılacak, arkasındaki alanla
birleştirilecek, alışveriş merkezi, otel, rezidans
çılgınlığına bir yenisi daha eklenecektir. Bununla ilgili girişimlerin
de geçtiğimiz dönemde nasıl olduğuna da yakından
tanık olduk. Şimdi, Taksim Meydanı gibi bir meydanı da, bu şekilde, kenti
yoğunlaştırarak, orayı yoğunlaştıracak bir noktaya getirmek gerçekten
kentin silüetini bozacağını maalesef görüyoruz.
Üstelik, Atatürk Kültür Merkezi, cumhuriyet döneminin mimarisi
olarak simgesel değerlere sahiptir. Kültür varlığı olma niteliğini
kanıtlamış bir yapının yaşamdan koparılması, burada var olan değerlerin
hepsinin yok sayılması anlamına gelmektedir. Atatürk Kültür Merkezinin kimlik değeri vardır. Fiziki
olarak İstanbul’un hafızasının bir parçasıdır. Belge değeri vardır. Toplumun kültürel yaşamını mekâna
yansıtır. Mimari değeri vardır. Yapıldığı dönemin tasarım, mimari
ve teknoloji anlayışını yansıtır. İşlevsel ve ekonomik değeri vardır. Toplumun gereksinimini
hâlen karşılayabilmektedir. Anı değeri vardır, simge değeri vardır. Atatürk Kültür Merkezinin özgünlük değeri vardır. Bu tespitler uzmanlara, yani mimarlara ait tespitler.
Böyle bir yapının rant uğruna feda edilmesi geri dönülmez bir yanlışlıktır.
Başka bir örnek: Muhsin Ertuğrul Sahnesi. Burası da yıkılacak,
planlanan buraya kongre vadisi inşa etmek. Bu bir aldatmacadır.
Amaç yeni bir rant kapısı açmaktır. Neden kongre vadisini buraya
yapmakta ısrar ediyorsunuz? Kongre vadisini her yere yapabilirsiniz,
ama tiyatroyu, kültür merkezini her yere yapamazsınız. Böyle bir
mirası başka bir yerde yeniden var edemezsiniz. Muhsin Ertuğrul Sahnesi sezonu açamadı, İstanbul Şehir
Tiyatrosu Sanatçıları Derneği bir açıklama yaptı, dedi ki: “Muhsin
Ertuğrul Sahnesi sadece alkıştan yıkılsın.” Çok değerli bir toplumsal
mirasın yok edilişine asla ve asla seyirci kalamayız, kalmamalıyız.
Türkiye’nin en gelişmiş teknik olanaklarına sahip sahnesine, arşivine,
kütüphanesine sahip çıkmalıyız. Böyle bir birikimi elinizin tersiyle
bir kenara itemezsiniz. Sanatla ilişkisini koparan bir toplum çağdaşlıktan söz
edebilir mi? Geçmişten hemen birkaç örnek vermekte fayda var: Örneğin,
Beyoğlu’ndaki Komedi Tiyatrosu konfeksiyoncu oldu, Şişli’deki Umut Tiyatrosu pasaj ve Karaca Tiyatrosu
İstanbul Belediyesi Sular İdaresinin yemekhanesi oldu. Bu örnekleri
çoğaltmak mümkün. Avrupa kültür başkenti olmaya, tiyatroları, kültür
merkezlerini yıkarak mı hazırlanıyoruz? Değerli arkadaşlarım, İstanbul, 2010 kültür başkenti mi
olacak yoksa yoğunluğu artmış alışveriş ve kongre başkenti mi? Bu,
bir vizyon işi; sanat eserlerini yaratmak, var olanları da korumak
ve yaşatmak. Kimileri, yeniden düzenleyebilmek için sanatı bilmek,
anlamak, sevmek gerekir, doğru bir kültür politikasını oluşturabilmesi
için de bu gereklidir. Oysa, AKM’yi de Muhsin
Ertuğrul Sahnesini de yıkmaya yeltenen zihniyetin sanattan da korumacılıktan
da anladığı iddia edilemez. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Eminönü Belediyesinin
birlikte Süleymaniye’de planladıkları bir
proje söz konusu. Gelecek yıldan itibaren Süleymaniye’de
2.800 binayı yıkıp yerine Osmanlı tarzında bina yapmayı planlıyorlar;
tarihî binaların yıkılarak çelikle yeniden yapılması konuşuluyor.
Bu, bir katliamdır. Önemli olan, oradaki ahşabı korumak, taşı, tarihi
korumaktır, binlerce yıllık kültür mirasını korumak ve hissetmektir.
Süleymaniye’nin surlarını yenileme biçimi,
Hollywood dekoru gibi olmaz. Değerli milletvekilleri, İstanbul’un sorunları saymakla
bitmeyecek kadar çok. İstanbul Valiliğinin, Muhtarlık Otomasyon
Sistemi için yaptığı çalışma sonucuna göre İstanbul’un nüfusu 33
milyon; resmî rakamlar, 10 milyon diyor. Bugün, maalesef Başbakanın
itirafıdır, İstanbul’un nüfusunu bilmediğini ifade etmiştir aylar
önce. Daha İstanbul’un nüfusunu bilmiyorken karşı karşıya olduğumuz
sorunları nasıl çözeceğiz. FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Siz biliyor musunuz? ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Ben biliyorum. Sizden almam lazım
o bilgiyi. Onunla ilgili çalışma yapın, ben de öğreneyim ve burada,
bunu da söyleme imkânımız olsun. Daha, hâlâ 2007’deki sonuçları alamadık.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Saymaya devam edin o zaman! BAŞKAN – Sayın milletvekilleri… ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Yine bu sorunların yanı sıra en
önemli sorunlardan biri ulaşımdır. Yaşanan trafik keşmekeşi her anlamda
insanlarımızı sıkıntıya sokmaktadır. Kenti yoğunlaştıran, yeşil
alanları imara açan, plan tadillerini alabildiğine yükselten, kentin
en hareketli bölgelerine alışveriş ve rezidans
çılgınlığı yaratan, emsal ve yoğunluk artıran, yeşil alanları katleden
anlayış trafikteki yoğunluğu çözemez. Çünkü trafikte yaşanan sorunların
kaynağı bu anlayışın ta kendisidir. Kentin, olur olmaz her yerine kavşak yaptınız. Bu kavşaklarla
ilgili 2,1 katrilyon lira kaynak israf ettiniz. Bu kavşaklar asla
çözüm olamaz. Hatta tarihî Mimar Sinan Köprüsü’nü yıktınız; sonradan,
uyarıldı da yeniden onarmaya başladınız. Değerli arkadaşlarım, maalesef, İstanbul şu anda merkezî
ve yerel yönetimin rant politikalarına kurban edilen bir kent durumunda.
Şöyle bir bakın İstanbul’a. Gözünüze çarpan şey nedir? Beton yığını,
alabildiğine görüntü kirliliği. Yeşil alanı, meydanı, parkı, ormanı
olmayan bir kent, görsel zenginliği olmayan bir kent, kent sayılabilir
mi? Son yirmi üç yılda plan tadillerinde gelinen nokta endişe
vericidir. 1984-1989 yıllarında parsel bazında yapılan plan tadili
sayısı: 420; 1989-1994: 450; 1995-2004: 850; son üç buçuk yıl: 3.800. Üstelik
de… YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – İş yapıyorlar iş! ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Bu, iş değil; bu, iş değil; bu,
rant; bu, kenti yoğunlaştırma. YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – İş, iş… ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Kenti yoğunlaştırma. Üstelik
de, söyleyeyim, ilgili kurum ve kuruluşların, İSKİ’nin,
hatta Büyükşehir Planlamanın olumsuz görüşlerine rağmen yapıyorlar.
Elimizde bununla ilgili ciddi belgeler var. İnşallah, bundan sonraki
süreçte bunları da gündeme getireceğiz, zamanımı iyi kullanmaya
çalışıyorum. Tabii, İstanbul’un ciddi bir altyapı sorunu var. Alibeyköy Barajı’na 49 milyon YTL harcanmış olmasına
rağmen, Alibeyköy’ün maalesef hâli ortadadır,
su baskınının getirdiği olumsuzluk ortadadır. Hatta bırakın Alibeyköy’ü, Ataköy aynı şekilde sular altında
kalmıştır. Bir şey daha söyleyeyim: Bu noktada, İngiltere’de yayınlanan
haftalık siyaset ve ekonomi dergisi The Economist, dünya kentlerindeki yaşam kalitesi endeksinde
İstanbul’u, bu yıl 104’üncü sıraya almış. Çünkü dünya kentlerinin
değerlendirilmesi sırasında The Economist araştırmacıları tarafından göz önünde
tutulan kriterleri söylüyorum: İstikrar, sağlık hizmetleri, eğitim
hizmetleri, kültür, çevre ve altyapı olarak sıralanmakta. Gittikçe
kötüleşen bir tablo var karşımızda. Bakın, İstanbul nereden nereye
gelmiş? 1980’li yıllarda 80’inci sıradaymış, 1990’lı yıllarda 96’ncı
sıradaymış; şimdi, İstanbul, yaşanabilir kentler arasında 104’üncü
sırada. Dikkatinizi çekmek istiyorum değerli milletvekilleri,
bu sıralama 128 kent arasında yapılıyor. Türkiye’nin gerisinde
kalan kentler, Cidde, Yeni Delhi, Jakarta, Tahran.
Değerli milletvekilleri, Avrupa kültür başkentleriyle
ilgili örneklemelerde bulunmak istiyorum zamanımı kullanarak.
Bazı noktalardan belki feragat etmek zorunda kalacağım zaman yetmediği
için. Liverpool örneğini vermek
istiyorum. Liverpool da bugüne kadar 1 milyar
pound harcanmış bir kültür merkezi. Hatta bir
anekdotu size ifade etmek istiyorum. Bir temizlik işçisi, yere pet şişe atan gence dönüyor, diyor ki: “Biz, 2008 Avrupa
Kültür Başkentiyiz. Yere pet şişe atmak utanç
verici bir şeydir.” diye yadırgıyor. Onun duyduğu duyarlılığı acaba
yerel ve genel yöneticiler duyuyorlar mı merak ediyorum ki Liverpool’un nüfusu bize göre çok daha aşağıda.
Aynı şekilde Sibiu için de geçerli, oralarda
da çok ciddi çalışmalar yapılmış ve 2005 Avrupa Kültür Başkenti Cork için de, Fransa’nın Lille
kenti için de geçerli; yüzlerce, binlerce gazetecinin gitmesine
neden olmuş, kültürel anlamda kentlerin öne çıkmasına neden olmuştur.
Yine bir Prag örneğini vermek istiyorum. Örneğin Prag,
yedi yüz yıllık bir kent. 1998 senesinde UNESCO tarafından 1 milyar
dolar bir destek alarak yeniden yapılandı. O yapılanmanın sonucunda
her yıl 15 milyon insan Prag’a giriyor. Bütün Çekoslovakya’nın nüfusu
10 milyonken, Prag’a 15 milyon turist giriyor. Kaç yıllık kent? Yedi
yüz yıllık kent. İstanbul, üç bin yıllık yazılı, yetmiş bin yıllık kalıntılar
da Fikirtepe’de ve başka yerlerde, maalesef,
toprağın altında yatıyor. Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar kültür başkenti seçilmiş
kentler arasında en büyüğü İstanbul’dur, en eskisi İstanbul’dur,
en sorunlusu İstanbul’dur, en birikimlisi İstanbul’dur ve tarihsel
mirası yok edilen İstanbul’dur. İstanbul duyarlılığı olan bir dostumuzun
dediği gibi “2 metre kazınca Osmanlı, 4 metre kazınca Bizans, 6 metre
kazınca Roma tarihiyle buluştuğumuz…” Böyle bir tarihsel zenginlik
ve birikime sahip bir kent İstanbul. Bunlar sayabildiğim. 2010’a dönük
hazırlık sürecinin ne kadar önemli olduğunu, bir de bu yönüyle koymak
istedim. Ama görüyorum ki, hâlâ daha işin ciddiyet ve önemi anlaşılabilmiş
değildir. Bu yıla kadar kültür başkenti olmuş kentlerde yapılan organizasyon
ve düzenlemelerin tümünde ortak birkaç nokta var. Bunların en önemlisi,
halkı bu işe dâhil etmek, kültür başkenti bilincinin halkın tamamına
bulaşmasını sağlamak. Zaman o kadar uzun değil. İstanbul’da 2010’a
dair herhangi bir tanıtım yapılmış değil. İstanbul’un tarihsel birikimine
uygun bir sunum sağlanamamış. Bütçe belli değil. Duyarsızlık ve ilgisizlik
alabildiğine egemen olmuş ki, ancak bugün Meclise yasa tasarısı
gelebiliyor ve ne hazindir ki 2010’a AKM’yi
yıkarak start vermeye çalışıyorsunuz. Değerli milletvekilleri, sadece eleştirmiyoruz, çözüm
yolları da öneriyoruz. Bir kere, rant politikalarından vazgeçeceksiniz,
kenti yoğunlaştırmaktan vazgeçeceksiniz, plan tadillerini bırakacaksınız,
yeşil alanları koruyacaksınız, soygun ve talan düzenini yok edeceksiniz.
(AK Parti sıralarından gürültüler) Belgeler var söylerim sonra. Arkeolojik kalıntıları tam kapasiteyle sunabilecek
çalışma, hayata mutlaka geçirilmelidir. Tarihsel mirası sunmak
için müze sayısını artırmamız gerekiyor. Sinema, tiyatro, görsel etkinliklerin yaşama geçirilebileceği
yerlerin sayısı çoğaltılmalıdır. Kültürel faaliyetler halka yayılmalıdır.
Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunu yıkmaktan vazgeçeceksiniz.
AKM’ye, Atatürk Kültür Merkezine dokunmayacaksınız. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Soysal, bir dakikalık süre içinde konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun. ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Dev ölçülü bir labirenti andıran,
60 kadar sokağı, 3 binden fazla dükkânıyla dünyanın en eski ve büyük
kapalı çarşısı olan Kapalıçarşı korunarak
elden geçirilmelidir. Çağdaş kentler meydanlarıyla bilinir. Örneğin, Levent
Garajı mutlaka meydan olmalıdır ve bu meydanların sayısı da çoğaltılmalıdır.
Tüm su havzaları koruma altına alınmalıdır. Depreme ve
küresel ısınmaya karşı önlemler alınmalıdır. Üniversite, sivil toplum örgütlerinin uyarı ve önerileri,
ön yargısız değerlendirilmelidir. Bu kentin insanına kültür başkentinin ne demek olduğunu
anlatmalıyız. Sadece 2010 için değil, bundan sonra daha nitelikli
bir yaşam için halkı bilinçlendirelim. Çünkü, burada yapılacak her
etkinlik halkla beraber olduğunda amacına ulaşacaktır. Yine de İstanbul’da görünen o ki, bir kültür başkentinde
insan manzaraları, maalesef, son derece endişe vericidir. 2010
Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul, Tahran’a benzetilmeye çalışılıyor,
Arap ülkelerine benzetilmeye çalışılıyor. Kentin yoğunlaşması…
(AK Parti sıralarından gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Soysal, teşekkür ediyorum. ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Peki, daha bunları çok konuşacağız. Hepinize saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Üçüncü konuşmacı, AK Parti Grubu adına İstanbul
Milletvekili Egemen Bağış. Sayın Bağış, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Sözlerini değiştir! Değiştir o sözleri!
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Hayır, ben vazgeçmiyorum sözlerimden.
Kenti mahvettiniz. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım
lütfen. AK PARTİ GRUBU ADINA EGEMEN BAĞIŞ (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti konulu yasa tasarısı hakkında, mensubu olmaktan onur duyduğum
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinize
saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sözlerime başlarken, bugün Hakk’ın
rahmetine kavuşan değerli devlet adamı Sayın Erdal İnönü’yü rahmetle
anıyorum, ülkemize olan değerli hizmetleri için, temsil ettiğimiz
Türk halkı adına, kendisine şükranlarımızı sunuyorum, yüce Allah’tan
rahmet diliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa kültür
başkenti kavramını açıklamadan önce, bu konuda biraz evvel söz
alan çok değerli ana muhalefet partisinin temsilcisine, 22 Temmuz
seçimlerinin neticelerine yeniden göz atmasını tavsiye ediyorum.
İstanbul halkı kendisinin bu hassasiyetlerine gerekli cevabı sandıkta
vermiştir zaten. (AK Parti sıralarından alkışlar) MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Gerçekten alkışlamak lazım sizi,
vallahi bravo! EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım,
kültür, sanat ve siyaset, her ne kadar birbirlerinden farklı kavramlar
olarak çağrışılsa da aslında, kendi aralarında çok sıkı bir bağ vardır.
Sanat ve siyaset ifade özgürlüğünün bir dışa vurumudur. Siyaseten güçlü olan toplumlar, aynı zamanda sanatta
da yükselen toplumlardır. Aynı şekilde, sanatta yükselen toplumlar
da siyaseten güçlüdür. Siyaseten
güçlü olmak demek, zengin ve kalkınmış bir millet olmak demektir, gelişmiş
bir demokrasiye sahip olmak demektir. Bugün dünya ülkelerine baktığımızda,
kültürde ve sanatta yükselen ulusların tam demokratik uluslar olması
bir tesadüf değildir. MUHARREM İNCE (Yalova) – Sanata değer veren belediye
başkanları hangi partiden? EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Çağdaş uygarlık seviyesindeki
ülkelerin laik ve tam demokratik olmaları, sanırım, sizler de takdir
edersiniz ki, bir tesadüf olamaz. Çünkü, tam demokrasi, milletlerin
gizli kalmış bütün üretici ve yaratıcı potansiyelini harekete
geçirdiği için makbuldür. Cumhuriyet tarihinde, değil İstanbul’da, Türkiye’de
bir modern sanat müzesi olmaması, belki de demokrasimizin AK Parti
İktidarı öncesi seviyesini çok net bir şekilde anlatmaktadır. 2004
yılında, İstanbul’da, Sayın Başbakanımızın direkt ilgisi ve desteğiyle
kurulan “İstanbul Modern” adlı sanat müzesi ve geçtiğimiz
aylarda yine İstanbul’da açılan Santral Sanayi ve Sanat Müzesi,
açıldıklarından bu yana büyük kitleler tarafından ziyaret edilmiş
olmaları, destek görmüş olmaları Türkiye’nin demokrasisinin de
güçlendiğinin bence en güzel örnekleridir. İstanbul Modern Müzesi,
kuruluşunun ikinci yılında 2 milyondan fazla ziyaretçi kabul etmiştir,
100 binlerce yavrumuz oraya giderek modern sanatla birlikte hemhâl
olmuşlardır ve güzel tarafı, toplumun bütün kesimlerini kucaklayan
mekânlar hâline gelmişlerdir. Ulu Önder Atatürk’ün “Sanatsız kalan bir toplumun hayat
damarlarından biri kopmuş demektir.” sözü, bence çok anlamlıdır.
İstanbul 2010’u bu çerçevede değerlendirmeliyiz. “İstanbul 2010” da
Türkiye’nin gelişmişliğinin, tam demokrasi olma yönünde arzusunun
bir ürünüdür; AK Parti Hükûmetinin demokratik
reformlarının bir ürünüdür; AK Partinin Türkiye’yi çağdaş uygarlıklar
seviyesinin üzerine çıkarma hedefinin bir ürünüdür. Değerli milletvekili arkadaşlarım, bugün tüm dünyaya
korku paranoyasının hâkim olduğu bir ortamda yaşıyoruz; maalesef,
Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezini
haklı çıkarmak için uğraşan güçler var. AK Parti İktidarı, bu paranoyaya
panzehir olarak “Medeniyetler arası diyaloğu”
savunmaktadır. Kültür ve medeniyetlerin bir arada, barış içinde yaşamaları
gerektiğini vurgulamaktadır. Aynı şehirde, yan yana bir caminin,
bir havranın, bir sinagogun, bir kilisenin birlikte olabildiğinin
en güzel örneklerinden birini İstanbul sergilemektedir ve bu insanlığın
ortak korkusu hâline gelen medeniyetler çatışmasını engellemek üzere
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Kofi
Annan’ın “Medeniyetler İttifakı” projesi
gibi bir proje ortaya koyduğunda bunun eş başkanlığını yapmak üzere
İspanya’nın Başbakanı Sayın Zapatero’yla
birlikte bizim Başbakanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’ı seçmiş olması ve bunun eş başkanlığını önermiş olması
Türkiye için haklı bir gurur vesilesidir. Bundan, muhalefet partisi
üyesi arkadaşlarımızın da gurur duymalarını rica ediyorum, çünkü
bu, Türkiye’nin onurudur, Türkiye’nin gururudur. (AK Parti sıralarından
alkışlar) MUHARREM İNCE (Yalova) - Siz BOP’ta
da eş başkansınız değil mi? Amerika da stratejik ortağınız. EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) - Türkiye, dünya üzerinde hem Müslüman
olup hem de laikliği ve demokrasiyi bir arada yaşatabilmiş ender
ülkelerdendir. O nedenle tüm dünya islamofobi
saplantısı içinde yaşarken Türkiye rahat olamaz, terörle kutsal dinimizi
bağdaştırmaya çalışan anlayışa karşı tepkisiz kalamaz. İşte,
İstanbul 2010, bu ortamda, her zamankinden daha da önemli bir noktaya
gelmiştir. İstanbul 2010, tüm dünyaya barış ve hoşgörü çağrısıdır,
diyalog çağrısıdır, farklı kültürlerin bir arada yaşayabileceğinin
kanıtıdır. İstanbul’un sahip olduğu tarihsel miras, bugün dünyada
kaç şehirde mevcuttur? Arkadaşlar, İstanbul, doğunun en batılı, batının da en
doğulu şehridir ve bu hepimiz için bir gurur vesilesidir. İstanbul,
hem doğulu hem batılı olan, çok kültürlülüğü ve çok renkliliği yansıtan
şehirlerin başında gelir. Üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış,
üç büyük semavi dinin merkezi olabilecek potansiyele sahiptir.
Napolyon’un söylediği gibi, dünyada tek bir devlet olsaydı başkenti
İstanbul olurdu. Değerli milletvekili arkadaşlarım, işte, dünyanın bu
tür şehirlere ihtiyacı vardır. Bu
yüzden AK Parti iktidarında İstanbul’un önemi gittikçe artmaktadır.
Artık, NATO zirveleri, İslam Konferansı Örgütü zirveleri gibi
uluslararası toplantılar İstanbul’da yapılmaktadır. Avrupa Birliği
üyesi ülkelerin, İslam Konferansı Örgütü üyelerinin dışişleri bakanlarıyla
bir araya geldiği şehir İstanbul’dur. İsrail ve Pakistan ilk defa bir
diplomatik ilişki başlatmak istediklerinde ne Telaviv’de
ne Karaçi’de bir araya geldiler, İstanbul’da
bir araya geldiler. Irak’taki Sünni liderler Irak’taki Amerikan
elçisiyle bir araya gelmek istediklerinde Bağdat’ta bir araya gelemediler,
İstanbul’da bir araya geldiler ve İstanbul, Eurovision’undan
Formula 1 yarışlarına kadar, uluslararası
toplantılardan uluslararası sanat etkinliklerine kadar artık,
dünyanın gözde mekanlarından biri hâline geldi. Bütün bunlar da AK
Parti İktidarı döneminde sağlandı. Bu anlayış ve düşünceyle AK Parti Hükûmeti,
Türkiye’nin aynası olan İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olarak
seçilebilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Bu arada, 2010 projesinin dünyayla birlikte tüm Türkiye’de
bir gerçeği daha hatırlattığını düşünüyorum. Bildiğiniz gibi ilkokul
sıralarından itibaren bizlere hep Türkiye’nin doğu ile batı arasında
bir köprü olduğu anlatıldı. Bununla hep övündük ama bunu pek yaşatamadık.
İşte, AK Parti iktidarında bunu da yaşatmaya başladık. Arkadaşlar, kırk beş yıl evvel, maalesef, kendi başbakanını
bir askerî darbe sonrası asmış bir ülkede, çok değil yirmi yıl evvel
Kafka’nın, Dostoyevski’nin kitaplarının toplatıldığı bir ülkede,
çok değil sekiz yıl evvel İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının
ders kitaplarımızdaki bir şiiri okuduğu için hapse atıldığı bir ülkede,
artık, çabalarımızın sonucunda, İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti
ilan ediliyor, yani, ifade özgürlüğünün en önemli platformu kabul
edilen kültürün ve sanatın başkenti ilan ediliyor. Bu da Türkiye’nin
demokrasisinin nereden nereye geldiğinin bence en önemli göstergesidir,
hepimizin gurur vesilesi olmalıdır. Şimdi, Avrupa Kültür Başkenti Projesiyle ilgili olarak
bazı teknik bilgileri de vermek istiyorum: “Avrupa Kültür Başkenti”
kavramı, ilk olarak 1985 yılında, zamanın Yunanistan Kültür Bakanının
teklifiyle Avrupa kurullarında kabul edilen bir kavramdır. 1999 yılında
ilk defa, Avrupa Birliğine üye olmayan ülkelerin de şehirleriyle
buna katkıda bulunabilmeleri için fırsat tanınmıştır ve İstanbul’da
sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin bir araya gelerek
başlattığı bir heyecanla, bir ülküyle bu yola çıkılmıştır. Zira
“kültür başkenti” Atina’ya olduğu gibi, Paris, Floransa, Amsterdam, Berlin, Dublin, Madrid, Lizbon ve Stockholm
gibi birçok şehirlerin gelişmesine, tanınmasına ve turizmini artırmasına
çok önemli katkılarda bulunmuştur ve biz, Avrupa Kültür Başkenti Girişim
Grubu Yürütme Kurulu Başkanı Sayın Nuri Çolakoğlu’yla
birlikte, ben de Sayın Başbakanımızın görevlendirmesiyle son iki
yıldır, Danışma Kurulu Başkanı olarak, bu konuda çok yoğun bir çaba
sarf ettik. Arkadaşlar, cumhuriyet tarihinde ilk defa, İstanbul’un
Büyükşehir Belediye Başkanı ile Büyükşehir Valisi birlikte İstanbul’u
terk ettiler, Brüksel’e beraber gittik, orada İstanbul’un başvuru
formunu birlikte sunduk. O projede Cumhuriyet Halk Partisinden de
arkadaşlar vardı -maalesef, bugün Mecliste değiller- Cumhuriyet
Halk Partisinden belediye başkanları da, ilçe belediye başkanları
da, AK Partiden ilçe belediye başkanları da buna destek vermişlerdi.
Her ne kadar, arkadaşlar, bugün, burada muhalefet yapsalar da bu konuda
onların da emek sarf eden arkadaşları vardı ama maalesef, onlar, bu
dönemde, 22 Temmuzun iradesi gereği burada temsil edilemediler.
Ama, bu konuda çok yoğun bir çaba sarf edildi. Bu konuda Ankara’daki
AB üyesi bütün ülkelerin büyükelçileriyle toplantılar yapıldı,
İstanbul’daki başkonsoloslarıyla toplantılar yapıldı, Avrupa
Parlamentosundaki birçok parlamenterlerle toplantı yapıldı, Avrupa
Komisyonundaki birçok üst düzey yetkiliyle toplantılar yapıldı,
bu konuda Avrupa Parlamentosunda çeşitli tanıtım etkinlikleri
düzenletildi, Avrupa Bölgeler Komitesinin yetkilileriyle toplantılar
düzenlendi ve Brüksel’de birçok etkinlikler düzenlenerek bu projeyle
ilgili tanıtım çalışmaları yapıldı ve ortaya, Sayın Başbakanımızın
verdiği net destekle, çok önemli bir başvuru dosyası hazırlandı. Biraz
evvel söylediğim gibi, belki de cumhuriyet tarihinde ilk defa sivil
toplum kuruluşlarının başlattığı, önce yerel yönetimin, daha sonra
merkezî yönetimin sahiplendiği bu projede, arkadaşlar, İstanbul’da
kırkı aşkın sivil toplum kuruluşu, akademik kuruluşlar, üniversitelerimiz,
yerel belediyelerimiz, ilçe belediyelerimiz, İl Özel İdaremiz,
Büyükşehir Belediye Başkanlığımız, İl Valiliğimiz, daha sonra
Kültür ve Turizm Bakanlığımız, Dışişleri Bakanlığımız ve Başbakanlığımız
hep birlikte çalıştılar ve bu neticenin alınmasında herkesin çok
büyük katkısı oldu. Âdeta, bu, ortaya bir yeni çalışma ruhu getirdi.
İstanbul’un trafik sorunuyla ilgili Ulaştırma Bakanımızın geçtiğimiz dönem düzenlediği toplantı, yine bu
ruhtan faydalanarak, sivil toplum kuruluşlarını, ilçe yöneticilerini
ve il yöneticilerini merkezî yöneticilerin temsilcileriyle bir
araya getirerek çözmüştü. Bunun neticesinde, İstanbul’da yeni yapılan
birçok projenin ilerlediğini görüyoruz. Macaristan’ın Pécs şehri ile Almanya’nın
Essen şehri Avrupa Birliği üyesi olan ülkelerin temsilcisi olarak,
İstanbul da Avrupa Birliği üyesi olmayan şehirlerin temsilcisi olarak
2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olarak ilan edildiler. Burada, çok önemli bir bilgiyi de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Macaristan’ın Pécs şehri, Osmanlı tarihinde
çok büyük yeri olan Sokullu Paşa’mızın geldiği
şehirdir. Kendisi önce orada doğmuş, büyümüş ve devşirme olarak Osmanlıda
kademe kademe yükselmiş bir paşamızdır ve
kendisini Osmanlıda yükseldikten sonra, öz kardeşi de Pécs’teki kilisenin başına gelmiştir ve Sokullu Paşa’nın kendisine talimatıyla… Ben bu
bilgileri eski Sayın Bakanımız Yılmaz Karakoyunlu’dan
aldım. Sokullu Paşa, Pécs’e,
çok ciddi, Osmanlı hazinesinden maddi yardımda bulunmuştur ve tek
bir şart koşmuştur: Türk milletinin o hoşgörüsünü orada yaşatmak,
kiliseleri, sinagogları ve camileri birlikte ele almak, tamir ettirmek
ve onları toplumun huzurunu, ihtiyacını
karşılamak üzere hizmete açmak konusunda bir talimat. Yani, o Türk’ün
hoşgörüsünü orada aynı şekilde göstermişlerdir. Bu yüzden İstanbul
ile Pécs’in aynı yıl Avrupa Kültür Başkenti olmasının
da ayrıca bir anlamı vardır. Bu projeyle birlikte İstanbul neler kazanacak? Bu projeyle
birlikte kentin tarihsel ve kültürel yapıları restore edilecektir;
çocuklarımıza ve gençlerimize yönelik kültürel eğitim seferberlikleri
düzenlenecek, genç yeteneklerin keşfedilmesi için altyapı sağlanacaktır;
yeni müzelerin inşasına girişilecek, pek çok konuda atölye çalışmaları
yapılacak, kendi kültürümüz dışında, diğer Avrupa kültürleriyle
kaynaşmamız, bizim kültürümüzü öğrenmeleri, farklılıkların zenginliğinin
tadına varılması, yıllardır süregelen kültür ve sanat festivallerinin
daha zenginleşmesi sağlanacaktır. 2010 yılına kadar, dört yıl boyunca
ilerleyen yolda önemli tanıtım çalışmaları yapılacak ve belirli
bir zirveye ulaşılacak; tüm yıl boyunca sürecek kutlamalar, sokak
tiyatroları, konserler, kültürel geziler, özel sergiler, sokak sergileri,
yerli-yabancı kültürel etkinlikler, kültür panayırlarıyla İstanbul,
tüm dünyanın ilgisini toplayacak hâle getirilecektir. İnsanlar,
“İstanbul” adını kültür ve sanatla anacak ve bu kente akın edeceklerdir.
Geçtiğimiz hafta Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız
Ertuğrul Günay’ın da söylediği gibi, İstanbul
artık, bir sanayi şehri değil, bir kültür şehri olarak dünyada tanınacaktır.
Projeyle birlikte 10 milyon turisti İstanbul’da ağırlamayı
hedefliyoruz. Şu anda, projeye Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanımızın, Kültür
ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’ın
ve daha evvel bu Bakanlıkta bulunan Sayın Atilla Koç’un çok önemli
katkıları olmuştur. Ama, İstanbul Valimiz ve İstanbul Belediye Başkanımızın
da çok önemli katkılarını anlatmadan geçemeyeceğim.
Hiç unutmuyorum, bir akşam İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız
Kadir Bey’den rica ettik, dedik ki: “Biz Girişim Grubu olarak hediye
gönderemiyoruz ama İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak,
İstanbul’u tanıtan bir kitabı hediye olarak jüride bulunma ihtimali
olan, 6 kişilik bir jüriye girebilme ihtimali olan 100 kişiye gönderir
misiniz?” Sağ olsun, üşenmedi, tek tek hepsine,
isimlerini yazarak, sabahın 3’üne kadar kitaplara tek tek, isim isim mesajlar yazarak,
imzalayarak onları gönderdi. (CHP sıralarından “Vay be!” sesleri) MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri) – Anlatılacak şey mi
bu? ATİLLA KART (Konya) – Vay be, gözlerimiz yaşardı! EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Arkadaşlar bu işte, çok, yüzlerce
isimsiz kahramanın emekleri vardır, onların projesi vardır, onların
değerli vakitleri harcanmıştır. Belki de hepsinden önemlisi, bu
bir devlet projesi değildir. Bu, sivil toplum kuruluşlarının yerel
yönetimlerle, merkezî yönetimlerle el ele verdiği ve Türkiye’nin
hak ettiği, o eş güdümü gösterdikleri bir proje hâline gelmiştir.
Ben emeği geçenlere buradan çok çok teşekkürlerimizi,
şükranlarımızı sunuyorum. Ama iş burada bitmiyor, esas proje bundan
sonra başlayacak. Bu kanun geçtikten sonra,
2010 yılına İstanbul’u hazırlamak ve Sayın Başbakanımızın da söylediği
gibi, İstanbul’u yeniden İstanbullulara ve Türkiye’mize kazandırmak
gerekecektir. Bunun için de iktidarıyla muhalefetiyle el ele, birlikte
çalışmak durumundayız. Bu konuda sizlerin katkılarınızı bekliyoruz,
yapıcı eleştirilerinizi bekliyoruz, kırıcı değil. Onun için, siyasi
hesapları bir kenara bırakıp daha çok turisti ülkemize nasıl getiririz,
daha çok kültürel etkinlikleri nasıl düzenleriz, ülkemize yeni
müzeler nasıl kazandırırız, yeni altyapı çalışmalarını nasıl yaparız,
bunlarla vakit harcamamız gerektiğini düşünüyorum. İstanbul, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarını
koordine edecek bir özerk yapılanma içerisine girecek, bu kanun bize
bunu sağlayacak. Peki, burada bir tartışma başlıyor: AKM yıkılacak mı? Arkadaşlar,
tabii ki yıkılacak. AKM İstanbul’a da yakışmıyor, Türkiye’ye de
yakışmıyor. Türkiye’ye yakışan daha modern, daha çağdaş, kışın
ısıtılabilen yazın soğutulabilen bir kültür merkezine, bir Atatürk
Kültür Merkezine ihtiyacımız var. (AK Parti sıralarından alkışlar) MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri) – Değişebilir o, yeniden
projelendirilebilir. EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Taa, yapımı
yirmi üç yıl sürmüş, yapımından altı ay sonra kim tarafından olduğu
hâlâ çözülemeyen bir yangınla yerle bir olmuş bir AKM’den
bahsediyoruz. RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Aynı bizim Meclis gibi. EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Bugün deprem yaşasak, Allah korusun,
İstanbul bir deprem yaşasa, en riskli binalardan bir tanesi o AKM binasıdır.
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Yapma ya! EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Bu yüzden İstanbul’a yakışır
bir Atatürk Kültür Merkezine ihtiyacımız vardır. “Yapma” demeyin Sayın
Soysal. Bunu üniversitelerin hazırladığı bilimsel raporlar söylüyor.
ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Hangi üniversite? KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bununla ilgili bir çalışmanız
var mı? EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Lütfen biraz araştırın. Lütfen
rahmetli Uğur Mumcu’nun dediği gibi, bilgi
sahibi olmadan fikir sahibi olmaya kalkışmayalım. KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Hangi üniversitenin raporları? RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – İTÜ mü, ODTÜ mü? EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) – Bu yüzden, arkadaşlar, ben sizlere
soruyorum: O köhne bina hiç Taksim Meydanı’na yakışıyor mu? O binadaki
fiziksel yetersizliğin onlarca sanatsal etkinliğe mal olduğunu
biliyor musunuz? Tabii ki size de hak veriyorum, bu ülke hep yıkmak zihniyetiyle
yönetildiği için şüphenizi anlıyorum. Bu ülkede yenisi yapılmak
üzere yıkılan eserler bir daha asla yapılmadığı için geçmişte, haklı
olabilirsiniz. Ama, AK Parti Hükûmetini tanımadığınız
bu zaafınızla ortaya çıkıyor. AK Parti, Türkiye’ye modernliği
getirmiştir; sadece eskimiş, köhne eserleri değil, aynı zamanda
eskimiş zihniyeti de yok etmiştir. Hiç şüpheniz olmasın, AKM yıkıldıktan
kısa bir süre sonra, Taksim Meydanı’na yakışır, İstanbul’a yakışır
dört başı mamur bir sanat merkezi, bir kültür merkezi inşa edilecektir.
Bundan sonra, fiziksel yetersizlik yüzünden engellenen sanatsal
ve kültürel faaliyetlerin hızına yetişilemeyecektir. MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri) – Eğer oraya başka bir
şey yaparsanız bunu size soracağız ama. EGEMEN BAĞIŞ (Devamla) - Bizim bu yasayla odaklandığımız
nokta, özerk bir kuruluşun önderliğinde İstanbul 2010’a daha fazla
yoğunlaşmak ve gerekli çalışmaları bir an önce bitirmektir. Bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyor,
hepinize saygılarımı sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bağış. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime on
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 17.30 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.47 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik),
Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 14’üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. 16 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Tasarının tümü üzerinde söz sırası Demokratik Toplum
Partisi adına Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’a
aittir. Sayın Birdal, buyurun. (DTP sıralarından
alkışlar) DTP GRUBU ADINA AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti”
konusunda görüşürken kültürel değerlere çok bağlı bir bilim insanı
ve insan haklarına saygılı bir siyaset adamı Erdal İnönü’yü yitirmekten
ben de duyduğum üzüntüyü burada bildirmek istiyorum. Çünkü, insan
hakları konusunda, insan haklarının korunması, savunulması ve
geliştirilmesi konusunda Derneğimizi sürekli cesaretlendirmiş
ve en zor günlerde her defasında görüşerek hakların ve özgürlüklerin
geliştirilmesi yolunda yol gösterici olmuştur. O nedenle, ben de
kendilerini rahmetle, saygıyla anıyorum, yakınlarına ve sevenlerine
baş sağlığı diliyorum. Şimdi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yasa Tasarısı’nı
konuşurken, elbette ki kimi fiziki yapıların korunması, tarih ve
kültür miraslarının korunması bir kültür işidir, ama işin bir diğer
yanı, demokrasi boyutu var ve insan hakları boyutu var. Nitekim,
insan hakları açısından kültürel haklar, ikinci kuşak haklar dizinine
girer: Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar. Şimdi, bu haklar bugüne
değin doğru korunmamıştır. En çok, tarih ve kültür miraslarının en
zengin olduğu İstanbul, bugüne değin, ne yazık ki, korunmamıştır.
Farklı kültürleri, dilleri, kimlikleri, inançları çok zengin, göğsünde
barındırmış olmasına karşın tahrip edilmiştir, yok edilmiştir. Zaman
zaman siyasi nedenlerle ve kaygılarla büyük
saldırılara uğramıştır. Nitekim, doğrusu, ben bugünlerde 5-6 Eylül
günlerini anımsamaktayım. Örneğin, 5-6 Eylül 1955’te İstanbul’da
azınlıkların tarihlerinin, kültürlerinin, iş yerlerinin, hanlarının
hamamlarının nasıl yerle bir edildiğini biliyoruz. Bence, bir kültürün
üstünlüğü ve hele hele başkent olmasına hak
kazanmak, kültürel çoğunluğun korunmasına, gözetilmesine bağlıdır,
farklı olanlara saygı gösterilmesine bağlıdır. İnsanlar kişisel
olarak böyle tercihlerde bulunmayabilirler, ama Türkiye’nin ulusal
üstü kabul ettiği sözleşmeler de bunu öngörmektedir. Örneğin, Avrupa
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden başlayarak, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve daha sonra da AGİT çerçevesinde Türkiye’nin
kabul ettiği Paris Şartı, Moskova Belgesi, tarih ve kültür miraslarının
korunmasını güvence altına almaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ne yazık ki bizde
böyle bir kültür oluşmamıştır. Aslında farklılıkların korunması,
gözetilmesi ve onları da, başkalarının varlığını kendi varlığımız
sayan bir bilinci yaratabilmek bir demokrasi kültürüyle ilişkilidir.
Örneğin, birçok kültür başkentinde ben şunlara tanık olmuşumdur fiziki
olarak: Örneğin, birinin bahçesinde bir ağaç 20 santimetre çapına
ulaştıktan sonra “Bu benim bahçemdedir, ben bunu kesiyorum.” diyemez.
Artık o, o kentin, oranın, orada yaşayanların ortak mirası olmuştur.
Bir proje yapılacaksa fiziki olarak, o miras korunarak yapılmaktadır.
Ya da birisi “Bu benim kedim, köpeğim, bu delikten
çıksın.” diye kendi kapısında bir giriş çıkış deliği açamaz. O, o belediye
meclisinin kararına bağlıdır. Hele hele Avrupa
başkentlerinde böyle bir şey söz konusu değildir. Eğer bir duvara çivi
bile çakılacak olsa, gerçekten, belediye meclisinin kararları
ve denetçiler gelir, o çivinin oraya çakılıp çakılmayacağına onlar
karar verir. Yani, abartısız, siz evinizde, bir posteri “ben bu duvarıma
asarım” diye çivi çakamazsınız. Bunlar, bir kültür işi. Şimdi, İstanbul’a gelince, gerçekten, İstanbul’da, örneğin
ben her defasında İstanbul’u… Benim rahmetli eniştem, bir gün, Boğaz’da
tavla oynarken bana dedi ki: “Burası dünyanın en güzel kenti.” Yıl
78 falan. O zaman ben bir Bulgaristan’ı bir de Yunanistan’ı görmüştüm.
“Peki, dünyada başka hangi kenti gördün ya da
ülkeyi gördün.?” dedim. “Hiçbir yeri görmedim, ama o kanaatteyim ki
İstanbul dünyanın en güzel kenti.” dedi. Değerli milletvekilleri,
78’den sonra dünyanın her bir yerini gezdim, Asya, Afrika, Amerika,
Avrupa. Emin olun, örneğin Paris’i gördüğüm zaman “İşte benim favori
başkentim, kültür başkentim Paris’tir.” demiştim. Fakat sonra Roma’yı
görünce Roma’nın büyüsü daha da bir beni etkiledi. Ama sonra her
gidip geldikçe, Madrid’den Casablanka’ya
kadar, Senagal’e kadar, New York’tan Washington’a
kadar, en sonunda kanaat getirdim ki İstanbul dünyanın en güzel kenti
gerçekten, bu kadar hoyratça, hovardaca kullanılmış olmasına karşılık.
Şimdi, bize tarih ve hayat bir fırsat tanıyor; İstanbul’u
yeniden kazanmak ve gerçekten o hak ettiği güzelliği taçlandırmak
için. O nedenle, burada iktidar-muhalefet şeyi yapmayalım, bu ortak
bir mirasımız, bunun nasıl korunacağını şimdi konuşalım. Örneğin,
doğrusu ben o İstiklal Caddesi’nde gezerken, o fresklerin o kötü tabelalarla
kapatılmasından büyük rahatsızlık duyuyorum. Eğer 2010 yılında bütün
insanlık ailesini buraya çağıracaksak, bu İstiklal Caddesi’nde
ve İstanbul’un her yerini kapatan o kötü tabelaları, kâr saikiyle yapılan, küçük-büyük diye ayırt etmeksizin,
hiçbir düzene bağlı kılınmayan tabelaları kaldıralım. Sonra, o
ses kirliliği. Olur olmaz her yerde, gerçekten, o kornalara basılan
böyle bir kültür başkenti olmaz. Buna bir düzenleme getirilmesi gerekiyor.
Ayrıca, İstanbul’un bir kültür başkenti… O İstanbul’u yaratanlar kadar anlatanlar ve yazanlar
da önemlidir. Örneğin, 1998 Nobel Edebiyat Ödüllü Portekizli yazar Jose Saramago diyor ki: “Bu
gökkuşağının altında artık her şey yazıldı, çizildi. Önemli olan o
yazılanları, çizilenleri yapabilmek ve yaratabilmek.” diyor. İstanbul’a dair her şey söylendi, yazıldı; şimdi, işte
yapmak kalıyor. Acaba, yapabilme becerisini gösterebilecek miyiz,
gösteremeyecek miyiz? Bir de, bu nedenle, İstanbul’u yazan, çizen,
yaratanların yaşatılması da bir kültür işi, onlara karşı manevi
bir borçtur. Örneğin, yitirdiklerimiz var, yaşayanlar var. Şimdi,
Sayın Kültür Bakanımız, bir röportajında, İstanbul’u yazan, çizenleri,
edebiyatçılarımızı yazarken ya adlarını
başlarken hepsini yazmak, anlatmak gerekir, eksik bırakmamak gerekir
ya da birilerinden söz edip, birilerini şu ya da bu nedenle atlamamak gerekir; haksızlık olur
bu. Örneğin, İstanbul’u en iyi anlatan, romanlarında, bir ünlü yazarımız
Vedat Türkali, onun yazarlığının kabul edilmeyişinden
midir, yoksa unutulmuşluğundan mıdır, Sayın Bakanca anılmamaktadır.
Sait Faik’ten, Orhan Pamuk’tan ki, Orhan Pamuk
konusunda da hemen bir eksikliğin, Sayın Çankaya tarafından, Cumhurbaşkanı
tarafından giderilmiş olmasını da burada selamlıyorum. Gerçekten,
İstanbul’un tarihini, kültürünü romanlarında bize en güzel anlatan
Orhan Pamuk, Türk dili ve edebiyatını uluslararası borsaya taşımıştır,
edebiyat borsasına, ama ne yazık ki, bundan önceki Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından bu görülmemiştir ve görmezlikten gelinmiştir. Böyle
bir şey olur mu! İşte, bu da bir kültür işidir. Neyse ki, Sayın Gül bu eksikliği
gidermiştir ve uluslararası edebiyat borsasında ilk Türk dili ve
edebiyatının gerçekten ödüllendirilmesinde hak eden Orhan Pamuk’u
da bu şekilde buluşturmuştur insanlarımızla. Değerli milletvekilleri, bir de, tabii, bu toplu taşımanın
biraz da deniz yoluyla yapılmasının önemi vardır. Bir de, bu yazar çizerlerin tabii… Örneğin, kültür başkentlerinin
birçoğunda çok sık yontulara rastlarsınız, heykellere. Sorarsınız,
bu kim, kim; o ülkenin şairleridir, yazarlarıdır, çizerleridir, müzisyenleridir
ve tiyatrocularıdır. Şimdi, İstanbul’un hangi sokağında, hangi
meydanında bir yazarımızın, sanatçımızın, yaratıcımızın yontusuna
rastlarsınız? O nedenle, geç kalınmış değil. Hiç değilse, 2010 yılına
kadar, bu İstanbul’u yaratan, yazan şairlerimizi, sanatçılarımızı
-ki, onlar bir kentin ruhudur, dilidir- giderek halkımızla ve dünya
halklarıyla buluşturalım. Şimdi, bir de, İstanbul’da şöyle bir şey var, hiçbir kültür
başkentinde görülmeyen bir şey, sizler de çok sık tanık olmuşsunuzdur:
Bir kültür başkenti değil de, zırhlı araçlarla, panzerlerle, polis
araçlarıyla karşılaşırsınız. Şimdi, İstanbul’un Taksim’inde ve
Galatasaray Lisesinin önünde panzerlerin, zırhlı araçların, üniformalı
bilmem güvenlik güçlerinin ne işi vardır? Örneğin, bakın, ne diyor:
“Türkiye’de -Türkiye kabul etmiş- barışçıl toplantılar -Paris Şartı
ki, iki imzalıdır, siz bilirsiniz; Cumhurbaşkanı ve o günün Başbakanı
tarafından imzalanmıştır- ve gösteriler izne bağlı değildir.”
der. Şimdi, barışçıl toplantılar yapılıyor ve panzerlerin altında!
Şimdi, arkadaşlar, hepiniz görmüşsünüzdür; hangi başkentte bir güvenlik
gücü, görevlisi görmüşsünüzdür üniformalı? O nedenle, eğer 2010 yılında
İstanbul’u kültür başkenti yapacaksak, Sayın Bakanlık bu konuyu
da dikkate almalıdır ve gerçekten, mavi gökyüzünün güneşinin gözetiminde
olmalıdır o toplantılar, barışçıl eylemler, polislerin gözetiminde
değil. Şimdi, hemen bunu söyleyince İstanbul bana neyi anımsatıyor?
İstanbul, doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle, halkların kardeşliğini
anımsatmalıdır. Şimdi, son birkaç aydır, İstanbul deyince, yabancı
uyruklu göçmenlerin, sıkça, sistematik işkenceyle öldürüldüğünü
anımsatıyor. Örneğin, Nijeryalı Festus Okey, Beşiktaş Emniyet Amirliğinde, geçtiğimiz aylarda öldürülmüştür. ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Beyoğlu, Beyoğlu… AKIN BİRDAL (Devamla) – Beyoğlu, pardon, Beyoğlu’nda. Yine,
Polonyalı bir göçmen öldürülmüştür. O zaman, şimdi, sadece Beyoğlu
Emniyet Amirliğinde, son altı ayda 37 kişinin işkence gördüğüne
dair, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubemize başvuru vardır. Hiçbir
kültür başkentinde işkence yoktur, zor yoktur, baskı yoktur. Korku
üretmez bir kültür başkenti, demokrasi kültürü üretir. ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Londra’da, prensip olarak öldürüyorlar
da işkence yapmıyorlar. AKIN BİRDAL (Devamla) – Kuşkusuz, kötü, emsal değildir mecellede. ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – O zaman, hepsini söylemek lazım. OKTAY VURAL (İzmir) – Camileri yakıyorlar. AKIN BİRDAL (Devamla) – Ben, iyi olanı örnek vermeye çalışıyorum.
Yoksa, elbette, başka ülkelerde de vardır ve var ama biz, gerçekten,
iyi olanı örnek almalıyız kendimize. ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Ama bunları da söyleyelim hep beraber. AKIN BİRDAL (Devamla) – Şimdi, bitiriyorum, bitiriyorum… Bakın, bu bile… İzninizle, ben, arkadaşımızı dinledim
ve günlerdir, şu Meclisin açılışından beri dinliyorum farklı olan
görüşleri de, katılmadığımız görüşleri de, ama dinliyoruz. Bu da
bir kültür işi, lütfen buna da özen gösterelim. (DTP sıralarından alkışlar)
Şimdi, arkadaşlar, bakın, üzgünüm gerçekten bunları söylerken
de emin olun, şu yüce Meclisin çatısı altında büyük üzüntü duyuyorum,
İstanbul ne ile anımsanmalı ya da hatırlanmalı
derken. Örneğin, yani şimdi bir, Agos Gazetesi’ni
çıkaran Hrant Dink’in
bu şekilde alçakça öldürülmesi, İstanbul’u bize güzel mi anımsatıyor?
O nedenle, bu tür, insanlığa karşı işlenmiş suçları da gizlememelidir
bir kültür başkenti. Bitiriyorum Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri;
az önce söylediğim gibi, hayatın… Gerçekten, yeniden, İstanbul’u
İstanbul yapacak ekonomik, sosyal ve kültürel hakların ve özgürlüklerin
geliştirdiği ve kardeşleştiği bir kültür başkenti yaratma fırsatı
veriyor. Umuyor ve diliyorum ki böylesine özgürlükçü, eşitlikçi
bir İstanbul’u hep birlikte yaratırız ve bu umutla saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Birdal. Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, İstanbul Milletvekili
Mehmet Müezzinoğlu. Sayın Müezzinoğlu, buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika. MEHMET MÜEZZİNOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun
Tasarısı’yla ilgili, şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime, değerli bilim adamı, değerli siyaset ve devlet
adamı Profesör Doktor Erdal İnönü’yü rahmetle anarak; yine, 29 Ekim
Cumhuriyet Bayramı’mızı, ulusumuzun bayramını
tebrik ederek; yine, son günlerde peş peşe kaybettiğimiz şehitlerimize
rahmet dileyerek, yüce ulusumuza başsağlığı dileyerek başlamak
istiyorum. Tabii, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olması süreci,
2000’li yıllarda başlayan bir süreç ve 2000 yılının 7 Temmuz tarihinde
-kendisine teşekkür ederek başlamak istiyorum Cengiz
Aktar’ın- AB’ye üye olmayan ülkelerin de kültür başkenti önerebilmelerine
imkân veren kararın Avrupa Birliği Resmî Gazetesi’nde okunmasıyla,
İstanbul’un da Avrupa kültür başkenti olabilmesi fikrini gündeme
getirmesi ve bu sürecin, Cengiz Aktar ve arkadaşlarının
duyarlılığıyla Türkiye’nin gündemine taşınmaya ve buradan da
Avrupa ülkelerinin, Avrupa Birliğinin gündemine taşınmaya başlandığı
süreç 2000’li yıllarda başlamakta. 9 Mayıs 2001’de, yine, Cengiz Aktar’ın,
dönemin Dışişleri Bakanı rahmetli İsmail Cem Bey’den bir iyi niyet
mektubu talebiyle de bu sürecin dosyasının oluşma hazırlığının
altyapısıyla ilgili de önemli bir süreç olduğu kanaatindeyim. Bu
süreçte belki birkaç önemli tarihi burada sizlerle zikrederek konuşmamı
geliştirmek istiyorum. 30 Eylül 2003 yılına gelindiğinde, başvuru
dosyası taslağının oluşturulması kararının verildiği süreci görüyoruz.
Yine, 30 Ekim 2003 tarihindeyse Dışişleri Bakanlığı Yurtdışı Tanıtım
ve Kültür İşleri Genel Müdürlüğü tarafından AB Komisyonu Eğitim ve
Kültür İşleri Müdürlüğüne niyet mektubumuzun gönderildiğini ve
fiilen sürecin başlatıldığını görüyoruz. 11 Nisan 2006 tarihinde 2000 yılından beri devam eden çalışmaların
sonucuna yaklaşılmış ve uluslararası seçici kurula ve bu kurul
tarafından da İstanbul’un, Macaristan’ın Pécs
şehri ve Almanya’nın Essen kentleriyle birlikte 2010 yılı Avrupa
kültür başkenti olması Avrupa Parlamentosunun görüşüne sunulmuş,
13 Kasım 2006 tarihindeyse bu sunum kabul edilmiş ve bu tarihten itibaren
yaklaşık bir yıl öncesine dayanan bir süreçte de İstanbul’umuzun,
bir medeniyet kenti olan İstanbul’umuzun Avrupa kültür başkenti
olması yönünde gerek yüce Meclise gerek ulusumuza, milletimize
önemli bir sorumluluk yüklenmiş, yine, onur ve gurur duyacağımız
bir sürecin başlangıcı da olmuştur. Şimdi, önemli olan, bu süreci bugünden itibaren dinamik
yürütebilmek, örnek çalışmalarla yönetebilmek, yürütebilmek.
İstanbul Avrupa kültür başkenti fırsatını milletçe iyi değerlendirebilmek,
milletimizin bugünkü fotoğrafını, bugünkü değerlerini, bugünkü
dinamiklerini dünyaya iyi tanıtabilme adına bir fırsat olarak da
değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim. Tabii, İstanbul’un üç bin yıllık tarihî geçmişinin, kültürel
mirasının, coğrafi konumunun buradaki tüm değerli hazırun tarafından yeterince algılandığı ve değerlendirildiği
kanaatindeyim. Ama, bütün bunların dünyaya sağlıklı ve saygın sunulabilmesini
İstanbul’un hak ettiğini önce kendimizin iyi kavraması ve bu hak
edilen fotoğrafı, bu fırsattan da istifade ederek gündelik siyasi
polemiklerden veya bunu fırsat bilerek şov cümlelerinden ziyade,
icraat alanlarına kendimizi yöneltmemiz gerektiği kanaatindeyim.
Bulunduğu önemli konum itibarıyla yıllarca ticaret merkezlerine,
büyük imparatorluklara, Roma, Bizans, Osmanlı İmparatorluğu gibi
topraklarında hüküm sürmüş ve İstanbul’un, büyük uygarlıkların
kültür izlerini hâlâ taşımakta olan bu kentin gerek tarihî, kültürel
mirasının, bugünkü hanlarıyla, hamamlarıyla, Anemas
Zindanları gibi zindanlarıyla, çeşmeleriyle, camileriyle, havraları,
sinagoglarıyla, her yönüyle özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerinin
ve toplumlarının da kendisine ait zenginliklerinin var olduğunu
ve bu zenginlikleri bağrında barındırabilen bir medeniyetin temsilcilerinin
bu millet olduğunu da göstereceğimiz, iyi iletişim, iyi organizasyon
ve bu anlamda ihtiyaç duyulan yasal düzenlemelerle de, inanıyorum
ki, gerekli desteği, hep birlikte, iktidarıyla muhalefetiyle vermiş
olacağız. Böyle bir projenin, hepimizin takdiridir ki -az önce kronolojik
çok özet aldığım birkaç cümleyle de gördüğünüz gibi- kendiliğinden
oluşmadığı da bir gerçektir. Bu anlamda, gerek 2000’li yıllardan bu
yana emeği geçenlere gerekse Hükûmetimiz döneminde
hızlandırılan, AK Parti İktidarı döneminde gerek Hükûmet
gerek yerel yönetim, başta Büyükşehir Belediye Başkanımız ve birçok
-bunun içinde Kadıköy Belediye Başkanımızla, Fatih’i, Beyoğlu’su-
belediye başkanlarımızın da değerli katkılarını anımsamamak ve
onlara teşekkür etmeden geçmek bence haksızlık
olur. Bu anlamda, emeği geçen, yine, Egemen Bağış, değerli İstanbul
Milletvekilimizin ve onun başkanlığındaki heyete de teşekkür ederek,
bu çalışmaların hızla olması gereken dinamikleri de, bizim de onlara
olması gereken destekleri vererek milletimize yakışır bir organizasyonu
yapmamız gerektiğine inanıyorum. Yakaladığımız bu fırsatı çok iyi değerlendirmemiz ve
bu fırsatı iyi değerlendirebilmemiz için de iyi hazırlık yapmamız
gerektiği kanaatindeyim. Bu anlamda, organizasyona layık bir
şekilde hazırlanmamız gerektiği, önümüzde fazla bir zamanın olmadığını…
Yine, bu yasa geçtiğimiz dönem nisan aylarında
gündeme gelip çıkması gerekirdi, ama seçim atmosferine girilmesi
belki yasanın çıkışını engelledi veya erteledi, ama hızla yasalaştırabilirsek,
inanıyorum ki gerekli hızlı adımlar atılacaktır. Önümüzdeki kısa
zamanı en iyi şekilde değerlendirmemiz için projenin uygulanması
adına gerekli yasal düzenlemeleri bir an önce çıkarmamız, bu şekilde
büyük bir organizasyonun düzenli olarak işlemesi için gerekli organların
kurulması ve görevlerin belirlenmesi gerektiği aşikârdır. Üzerinde konuştuğumuz tasarı, bu projede iletişimin,
koordinasyonun düzenli bir şekilde sağlanabilmesi için gerekli
yasal düzenlemelerin yapılması, tasarının kanunlaşması gerektiği
kanaatindeyiz. Zira böylesine kapsamlı ve önemli bir projenin yasal
bir düzenleme yapılmadan eyleme geçebilmesi
takdirlerinizdir ki olanaksız. Tasarıyla bir Avrupa Kültür Başkenti Ajansı kurulması
amaçlanmaktadır. Yine, bu Ajansa bağlı olarak kurulacak kurullarla
düzenli bir işleyişin sağlanması sağlanacaktır. Tasarıda, Ajansa
bağlı olarak, bir koordinasyon kurulu, danışma kurulu, yürütme kurulu,
denetim kurulu ve genel sekreterlik kurulması öngörülmektedir. Kurulacak koordinasyon kuruluyla İstanbullulara yapılacak
etkinliklere ilişkin hazırlıkların izlenmesi, kamu kurum ve kuruluşlarının
eş güdüm içinde çalışmasını sağlayacak tedbirlerin alınması amaçlanmaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Müezzinoğlu, bir dakikalık
ek süre veriyorum. Konuşmanızı tamamlayınız. MEHMET MÜEZZİNOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan. Yine, kurulacak danışma kuruluyla projenin Avrupa Birliğinin
konuyla ilgili kararları doğrultusunda gerçekleştirilmesi amacıyla
çalışmalar yapılması ve yürütme kurulunun çalışmalarını denetlemesi
öngörmüştür. Kurulacak yürütme kurulu ile de tüzel kişiliğin temsili,
projenin yürütülmesi ve bütçenin uygulanması gibi görevlerin
üstlenilmesini amaçlamaktadır. Değerli arkadaşlar, görüldüğü gibi tasarı, İstanbul’umuzu
ve ülkemizi tanıtacak büyük bir organizasyondur. Bu organizasyona
hep birlikte sahip çıkacağımız ve hepimizin üzerine düşen görevi
en iyi şekilde yapacağımız kanaatindeyim. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Müezzinoğlu. Şahsı adına ikinci konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın
Necat Birinci. Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Birinci, süreniz on dakika. NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
üzerinde konuştuğumuz şehrin fatihi Fatih Sultan Mehmet Han’ın ruhuna,
fetih şehitlerine, İstiklal şehitlerimize ve teröre verdiğimiz
şehitlerimizin ruhuna rahmetle sözüme başlamak istiyorum. Ayrıca,
Sayın Erdal İnönü’nün ilim ve siyaset hayatımızdan kayan bir değer
olduğu dolayısıyla ve insan olduğu dolayısıyla, güzel bir insan
olduğu dolayısıyla onu da rahmetle anıyorum. Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; İstanbul konusunu,
kültür başkenti faaliyetlerinin dışında, bir başka açıdan, İstanbul’un
ruhu ve ifade ettiği anlam ve İstanbullunun İstanbul’a bakışı ve
İstanbul’un tarihî süreç içinde Türkleşmesi konusunda söz söyleyeceğim.
İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun Tasarısı
üzerinde şahsım için aldığım sözde önce İstanbul üzerine bir ömür boyu
düşünmüş, bu şehri Türklüğün şehircilik adına kurduğu en büyük eser
olarak görmüş, onda bir coğrafyanın vatan hâline geliş sırlarını
araştırmış, bulmuş, bulduklarını çok yüksek bir şiir estetiği içinde
olduğu gibi fikir yazıları ile de milletiyle paylaşmış, bu paylaşma
sonucu olarak da nice Türk nesillerinde vatan duygusunu en yüksek
ve en doğru seviyede uyandırmış, bundan sonra da uyandıracak olan
Yahya Kemal’in bir şiiriyle, “Bir Başka Tepeden” şiiriyle başlamak
istiyorum. Hepimiz bu şiiri biliyoruz, ama bir defa daha, yeniden
İstanbul’un ne anlama geldiğini hatırlayabilmek için şiiri hatırlayalım: “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Nice revnaklı şehirler görünür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada, Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.” Yahya Kemal bu şiirinde İstanbul’u idrak şeklini dile
getiriyor. İstanbul için atılacak her adımda, İstanbul’u idrak etmek
zorunluluğu vardır. Bu idrak eksikse, İstanbul’a yaklaşım da eksik
olur. Gerçekten de İstanbul’u, Üsküdar’ı, Boğaziçi’ni her tepeden,
her kıyıdan, her köşeden, her mevsimde, sabah, öğle, akşam ve gece saatlerinde
derinden derine seyredecek bir sanatkâr oralarda ne zengin güzellikler
bulur. Bir coğrafyanın manzarası, mimarisi ve halkı arasında
halis ve tam bir ahenk varsa, gözlere orada vatan görünür. Ecdadımız
1071 Malazgirt Zaferinden sonra, bir yandan kanı, diğer yandan imanıyla
yoğurduğu Anadolu ve Balkanlar coğrafyasını en aziz vatan toprakları
olarak benimsemiştir. 15’inci yüzyıl Türkleri İstanbul’u bir virane
olarak aldılar. Bunu ısrarla söylüyorum, bir virane aldı Türkler ve
derhâl imar hareketine koyuldular. Bunu Bizans hayranı tarihçiler
de söylüyor. Yüz yıl sonra İstanbul mevcut vatan coğrafyasının her köşesinde
Türk zevk ve hünerinin biçimlendirdiği, iç mimariden külliye mimarisine,
süslemeden oymacılığa, çinicilikten maden işçiliğine, edebiyattan
hat sanatına kadar her türlü sanat ve zanaatın kendine yol açıp ulaştığı
en mükemmel örneklerini arayıp bulduğu bir dünya başkentidir
16’ncı yüzyılda. 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından fethi
önemli bir hadisedir, ancak, bu hadiseyi daha da önemli kılan, tek
başına bu fetih tablosu değil, coğrafya ve iklimin verdiklerine
kendi sanat deha ve kabiliyetini katarak Türk nesillerinin İstanbul’un
her tepesine, her sahiline, her köşesine bir ahenk içinde kurduğu
kubbeler, minareler, medreseler, saraylar, konaklar, yalılar, çarşılar,
imarethaneler, sebiller, çeşmeler, şadırvanlar, bahçeler, mesire
yerleri bütün insanlığın hayaline, bu beldenin artık ebediyen
Türk kalacaktır kanaatini kökleştirmiş ve yerleştirmiştir. Nitekim,
bu kanaati bozmak isteyen Birinci Dünya Savaşı galiplerinin parlamentolarındaki
“Türkleri İstanbul’dan bir ferdine varıncaya kadar çıkaralım.”
tartışmalarına feryat hâlinde önemli bir cevap “Bin Sekiz Yüz Elli
Yedi” isimli şiiriyle Nazım Hikmet’ten gelir. İstanbul’un fethini
anlatan ve söz konusu tartışmalara cevap mahiyetinde olan Nâzım
Hikmet’in -1921 yılında- şiiri şöyledir: “İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu; Rum Konstantiniyesi oldu Türk
İstanbul'u. Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi, Türk'ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi Girdi Eğrikapıdan, kır atının üstünde;
Fethetti İstanbul'u sekiz hafta üç günde! O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah'ın... "Belde-i Tayyibeyi fetheden
padişahın. Hak yerine getirdi en büyük niyazını, Kıldı Ayasofya'da ikindi namazını.” Nazım Hikmet’in söylediği bu. “İşte o günden beri Türk'ün malı İstanbul, Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!" Bütün Avrupa’ya 1921’de Nazım Hikmet’in verdiği cevap. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
bu tasarıyla İstanbul’u 2010 yılı Avrupa kültür başkenti olarak hazırlamak,
2010 yılında bu gaye için yapılacak işleri planlamak ve yönetmek,
kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin bu amaca
yönelik çalışmalarında koordinasyonu sağlamak amacıyla kurulacak
Ajansın görev ve yetkilerinin düzenlenmesi sağlanacaktır. Avrupa Birliği Konseyince İstanbul’un 2010 kültür başkenti
olarak kabulü, 2000 yılından itibaren kararlı, ısrarlı ve disiplinli
bir çalışmanın sonucunda elde edilmiştir. Önce birkaç İstanbul sevdalısı
ile başlayan bu hareket, 2001’de, Avrupa Kültür Başkenti İstanbul Projesi
Girişim Grubu çatısı altında toplanmış, daha sonra, proje, ilgili
bakanlıklar, mahallî yönetimler ve sivil toplum örgütleriyle paylaşılmış
ve birlikte hareket edilmiştir. Sonuç sivil inisiyatifin bir zaferidir, ama asıl zafer,
bu programın 2010 yılında başarıyla taçlandırılmasındadır. Bunu
sağlamak, bu yasayla ancak çerçevelenecektir. İstanbul’un 2010 yılında Avrupa kültür başkenti olması,
başta İstanbul’a, genel olarak ülkemize önemli katkılar sağlayacaktır.
Daha önceki hatipler bu katkıları anlattıkları için üzerlerinde
durmayacağım. Ancak, bütün bunlar yapılırken, projeler oluşturulurken,
ana fikrin İstanbul’un değişik kültürleri ve dinleri, dünyaya örnek
olacak şekilde bir arada uyum içinde yaşattığı gerçeğinin, Türk yaşayış
müsamaha ve katlanma anlayışının olduğunun altı çizilmelidir,
çünkü Türkler İstanbul’u aldıktan önce burada o kültürler yoktu;
sadece Rum halkı vardı, biraz da Ermeni ve Yahudiler 1492’de gelir,
yokturlar. Bu müsamaha, tamamen Türk hayatının hayata bakışı ve
diğer dinlere ve kültürlere yaklaşımıdır, bunu özellikle belirtmek
lazım projelerimizde. İstanbul’un taşıdığı mana ve zenginlik, sadece onu Türk
yapan özellikler yanında, Türklerin hayata bakışının esası da olmuştur
ki, 72 millete tek öz ile bakma anlayışının, farklı dinleri ve dinlerden
doğan kültürleri bir arada barındırıp geliştirmesi değildir sadece,
İstanbul’un semtleri arasındaki farklar da önemlidir. Gerçekten
İstanbul’u yeniden kuran Türkler, Fatih ile Eyüp’ü aynı kılmamıştır,
farklıdır. Üsküdar ile Kadıköy tamamen farklıdır. Kandilli ile Kanlıca
birbirine benzemez, bunlar değişiktir. Birbirine çok yakın oldukları
hâlde Eminönü ile Sirkeci iki ayrı dünya gibidir. Böyle bir hayat
renkliliğini, böyle bir zenginliği dünyanın görmesi, onlar için
zenginlik olacaktır. Bu farklılığı ve zenginliğini şairlerimiz de
görmüş, Necip Fazıl “Canım İstanbul” şiirinde bunu ne kadar güzel anlatmıştır:
“Tepinirken Beyoğlu, ağlar Karacaahmet…” (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Birinci, ek bir dakika süre veriyorum, konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun. NECAT BİRİNCİ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
İstanbul üzerinde daha sonra tekrar görüşlerim olacağı için, söz alacağım
için daha sonraki programı ve tekliflerimizi diğer konuşmalarıma
ayırmak üzere, Sayın Başkanlık Heyetini, Başkanı
ve yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarının tümü
üzerindeki gruplar adına ve şahsı adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Ekranda, soru sormak isteyen milletvekili arkadaşlarımızı
görüyorum. Yirmi dakika süreyle soru-cevap işlemi yapacağız. Bunun
on dakikası soruya, on dakikası cevaba ayrılacaktır. Evet, şu anda ekrana giren 5 arkadaşımız var. Ben, birer dakika süreyle arkadaşlara soru sorma hakkı
vereceğim. Eğer başka arkadaşlar talip olmazlarsa, sürelerini yenileyeceğim.
Sayın Varlı, buyurun. MUHARREM VARLI (Adana) – Sayın Başkan, sizin aracılığınızla
Sayın Bakana bir sorum olacak. Madde 8, “…geçici 2 nci maddede belirtilen
Girişim Grubunda yer alan sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri
arasından seçeceği üç üye ile Danışma Kurulunun diğer üyeleri arasından
seçeceği üç üyeden oluşur.” diyor. Bu sivil toplum kuruluşlarının
hangileri olduğunu Sayın Bakan açıklarsa memnun oluruz. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Varlı. Sayın Paksoy… MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, aracılığınızla
Sayın Bakana bir soru sormak istiyorum. Kanun tasarısının 11’inci ve 12’nci maddelerinde, gelirler,
Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinden, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Döner Sermayesinden, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun
44 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki özel hesaptan, İstanbul İl
Özel İdaresi bütçesinden, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçesinden,
Başbakanlık Tanıtma Fonundan ve Koordinasyon Kurulu tarafından
kararlaştırılacak miktarda bu kanunun 12’ nci
maddesi uyarınca açılan özel hesaptan aktarılacak ödeneklerle yapılacak
işler sıralanmıştır. Yapılacak işler için 2008 yılında ne kadar bütçe ayırdınız veyahut 2008 yılında tahmin ettiğiniz
bütçe ne olacaktır? Ayrıca, bu projenin tamamına harcayacağımız paranın
miktarı hakkında bir öngörünüz var mıdır? BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Paksoy. Sayın Doğru… REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın
Bakana şunu sormak istiyorum: İstanbul 2010 yılında kültür başkenti olacaktır. Türk
İstanbul’a her şey en güzel şekilde yakışır. Yalnız, bu güzel şehrin
dünyanın en kanunsuz şehirleri arasında olduğu da son dönemlerde
görülmektedir. Özellikle, başta bölücü terör örgütü olmak üzere,
birçok terör örgütü burada kanunsuz şekilde yürüyüşler yapmakta,
eylemler yapmaktadır. Özellikle de, devletin otobüsleri yakılmaktadır
ve kapkaç terörü başta olmak üzere birçok kanunsuz eylemler de beraberinde
olmaktadır. Bu güzel çalışmalar esnasında, önümüzde, buralara gelecek
olan misafirlerle ilgili olarak bu tür olayların önlenmesi noktasında
nasıl önlemler alacaksınız? Bunu sormak istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru. Sayın Kaya… ATİLA KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın
Bakana şu soruları yöneltmek istiyorum: Atatürk Kültür Merkezinin yıkılmasını öngörüyorsunuz.
Bu konuda Koruma Kurulunun herhangi bir kararı var mıdır? Varsa bu
kararı dikkate alacak mısınız? Diğer sorum da; AKM yıkıldıktan sonra, bu merkezin bulunduğu
arazi üzerinde gayrimüslim azınlıkların hak iddia etmesi ihtimali
var mıdır? Şayet varsa, bu yıkım kararından sonra, özellikle de yeni
bina yapılması sürecinde bu hakkın ileri sürülmesi ihtimalini
nasıl değerlendiriyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya. Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, tabii, bu tip kanunlarda AKP milletvekillerinin
hemen gidip de, başta, sözü alıp da muhalefet milletvekillerine
söz bırakmaması yadırganacak bir şey. Ben şunları öğrenmek istiyorum: Tasarının 4’üncü maddesinde, Avrupa Kültür Başkenti
Ajansının özel hukuk hükümlerine tabi olduğu, ama 17’nci maddesinde
de, Ajans personelinin kamu personeli sayılacağı… Bu bir çelişkidir.
Yani, bir devlet, kamu mallarında kullanılan bir ajans nasıl özel hukuk
hükümlerine tabi olur? Sonra, burada getirilen sistemle harcamalar Devlet İhale
Kanunu’na tabi olmayacak, Kamu İhale Kurumuna tabi olmayacak
ve 5018 sayılı Kamu Yönetim ve Kontrol Kanunu’na tabi olmayacak. Ee kime tabi olacak? Tabii, yandaşlara, istekleri
doğrultusunda, damatlara, özel davetiyeler gönderilecek, ondan
sonra burada toplanan paralar buradan çalınacak çırpılacak. Bunun
açık… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ediyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, niye kesiyorsunuz?
5 kişi dediniz, böyle bir şey olur mu? Lütfen… Niye kesiyorsunuz Sayın
Başkan? BAŞKAN – Ben kesmedim efendim. Ben, bütün hatiplere birer
dakika süre vereceğimi söyledim. Otomatik olarak kesiliyor. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben sorumu tamamlamadım. BAŞKAN – Sayın Akcan, buyurun efendim. MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Otur oraya otur! KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, böyle şey olur mu? BAŞKAN – Efendim, sırasıyla, bir dakikalık süre içerisinde
bütün milletvekilleri… KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu size hiç yakışmıyor! Yani, lütfen… BAŞKAN – Efendim, sorular kahir ekseriyetle hep muhalefet
tarafından soruluyor. KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok taraflı davranıyorsunuz! BAŞKAN – Sayın Akcan, buyurun efendim. ABDÜLKADİR AKCAN (Afyorkarahisar)
– Sayın Başkanım, tasarının 12’nci maddesinde bütçe, gelir ve harcamalar
düzenlenmektedir. Buna karşılık, tasarının 13’üncü maddesinin
(ç) bendinde ise kurulacak olan yürütme kurulunun güdümündeki komisyonun
görevleri arasında gelir getirici faaliyetlerle ilgili kararlar
almaktan bahsedilmektedir. Bu (ç) bendinde anılan gelir getirici
faaliyetlerle ilgili kararlar alınıp da gelirler elde edildikten
sonra, 12’nci maddede bahsedilen bütçe, gelir ve harcamalar bentlerinde
bu gelirlerin yer almamasının bir özel sebebi olabilir mi? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akcan. Sayın Atılgan… Yok. Sayın Melen, buyurun. MİTHAT MELEN (İstanbul) – Sayın Başkan, iki tane önemli sorum
olacak. Bir tanesi, 13’üncü maddede, tasarıda, iki sivil toplum örgütünden
bahsediliyor. Bunlar nedir? Nasıl seçilecek bir kere? Neye göre seçilecek?
Bu konuda bir izahat bekliyorum. Bir de 18’inci madde, denetim yapılması
konusu. Zaten, hep, sorular da dikkat ederseniz denetim konusunda
geliyor. Sanki bunu mevcut yasaların dışına çıkarır gibi bir yapı
var. 19’uncu madde de öyle, 18’inci madde de öyle. Bu denetim elemanlarını
kim, nasıl tayin edecek? Yani, devletin harcadığı bir parayı veya
fonları kim denetleyecek meselesi bir parça yasaların dışına çıkarılmış.
Bunu sormak istedim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Melen. Sayın Gök, buyurun efendim. İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, benim, öncelikle size bir
sorum var aslında. Sorabilir miyim bir dakika süre içerisinde? BAŞKAN – Buyurun. İSA GÖK (Mersin) – Her kanunda, geneli hakkında söz istemek
için dilekçemi yazıyorum, sekreterim kapıda bekliyor ama hep 3’üncü
sırayı alıyorum, ilk ikiye, şahsım adına söz alamıyorum. Çok merak
ediyorum, adillik var mı ki ben herkesin adil davrandığını düşünmek
isterim. Bu, sorum. Hakikaten bunu merak ediyorum. Hep 3’üncü sıradayım,
hiç 2’ye çıkamadım daha. Bu konuda çözümü bulmamız lazım. (CHP sıralarından
alkışlar) Bunu hakikaten çözmek… Efendim, ikinci, Bakanlığa sorumu soruyorum şu anda Sayın
Başkan. 19’uncu madde, “Uygulanmayacak hükümler”. Sayın Başkan, verdiğim
dilekçede dakika “12.11” yazıyor, 12.15 alınıyor, ben yine alınamıyorum,
12.11. Bir ambargo mu var muhalefete karşı? Onu ciddi soruyorum, bakın.
Sorumu sorayım mı Sayın Başkan? BAŞKAN – Buyurun süreniz devam ediyor. İSA GÖK (Mersin) – Madde 19: Bu Kanun kapsamına giren mal
ve hizmet alımları ile yapım işleri, Devlet İhale Kanunu, Kamu İhale
Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümleri… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) Bağırayım mı? BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök. Şu anda… KAMER GENÇ (Tunceli) – Soru yarıda bırakılmaz kardeşim!
Sen nasıl başkansın? BAŞKAN – Efendim, bakınız… KAMER GENÇ (Tunceli) – Soru yarıda bırakılmaz! BAŞKAN - Sayın Genç… Biz burada… KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, doğru dürüst başkanlık yapın
ya! BAŞKAN – Lütfen, sakin olalım. KAMER GENÇ (Tunceli) – Siz sakin olun! BAŞKAN – Ben gayet sakinim ve güzel bir şekilde yönetiyorum.
Lütfen… KAMER GENÇ (Tunceli) – Burada milletvekillerine saygılı
olmak zorundasınız. BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız sayın milletvekilleri,
geçen dönemde de aynı işler oluyordu. Bazen bir arkadaşımız altı
dakikada soru soruyordu. Burada, geçen dönemde görev yapan arkadaşlarımız
var. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sorabilir. BAŞKAN - Bunu önlemek için, her arkadaşımıza bir dakikalık
süre verdik, bir dakikalık süre içerisinde arkadaşlarımız sorularını
sordular. Burada geçmiş dönemde bakanlık yapmış olan değerli arkadaşlarımız
var, onlar da sordular ve bir dakika bu süre için yeterlidir, ama yorum
diyorsanız o farklı. Buradan arta vakit kalıyorsa tekrar o arkadaşlarımıza
söz veriyoruz. Yapılan işlemler gayet uygundur ve adaletli bir
şekilde yapılmaktadır. Evet Sayın Gök, otuz sekiz saniyemiz var, buyurun, sorun
efendim. İSA GÖK (Mersin) - Teknolojiyi kullanmasını Allah’tan
biliyorum. Efendim, “Bu kanunlar uygulanmaz.” deniyor. Allah aşkına,
peki ne uygulanacak? Yani, buna, halk tabiriyle “anam babam usulü”
mü uygulanacak bu kanunlar uygulanmayıp da? Neyle mal alınacak,
neyle satılacak? İhale nasıl yapılacak? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök. Evet, Sayın Bakanım, buyurun efendim. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; önce bu kanunun tümü üzerinde söz
alan arkadaşlarıma ve sorularıyla konuya yakın ilgilerini esirgemediklerini
gösteren, belirten arkadaşlarıma teşekkür ederim. Tabii, müzakere süreci içinde arkadaşlarımızı daha
ayrıntılı bir biçimde bilgilendirme şansı olacak, ama ben genel olarak
bu çerçevede arkadaşlarımızın sorularına kısa yanıtlar vermeye
çalışayım. İsimlerini not edemedim bütün arkadaşlarımızın, özür
dilerim. O yüzden, sadece sorudan söz edeceğim, isimlerinden söz
edemeyeceğim. Bir arkadaşımız İstanbul’un kanunsuz bir şehir olduğundan
söz etti. Bizim de bütün derdimiz zaten İstanbul’un kendi ismiyle
yakışmayan çağrışımlara yol açmaması; gerçekten bir kültür şehri,
bir eğitim şehri, bir turizm şehri olarak öne çıkmasının sağlanması.
Bu kanun -geçen gün bir vesileyle İstanbul’da da söyledim- aslında
İstanbul’a verilmiş bir itibar veya İstanbul’a yapılmış bir iltifat
değildir. Bu kanun, İstanbul için önümüze çıkmış bulunan, sadece,
bir takvimi iyi kullanma konusunda bir fırsattan ibarettir. Ne yazık
ki biz kendi kıymetimizi, kendi değerimizi zamanı iyi kullanarak
yeteri kadar ortaya zamanında çıkaramıyoruz. Bazen önümüze böyle
takvimler konulduğunda o takvimler çerçevesinde işimizi, ödevimizi,
asıl yapmamız gereken şeyleri, dışarıdan zorlanmasa bile yapmamız
gereken şeyleri yapma konusunda kendimizi bir takvime bağlı tutuyoruz.
Şimdi, İstanbul’u bir eğitim şehri, bir kültür şehri, bir kültür başkenti
yapmaya çalışmak, elbette -bir arkadaşımın da söylediği gibi- bütün
toplumu bu işin içine katmak, bütün toplumu böyle bir kültür başkentinde
yaşadıklarının idrakine kavuşturmaya çalışmak ve böylece bir
toplumsal duyarlığı da ayağa kaldırmak konusunda bir seferberliği
yapmayı gerektirir. Bunu başarabildiğimiz ölçüde… Bu, sadece
burada bizim bu kanunu bugün çıkarmamızla olacak iş değildir, sadece
burada ismi sayılan birtakım kurum ve kuruluşların kollarını sıvamasıyla
olabilecek iş değildir. İstanbul’da kamu adına iş gören, sivil toplum
adına iş gören atanmış, seçilmiş herkesin, bir ölçüde, İstanbul için
önümüze çıkmış bulunan bu kültür başkenti fırsatını içselleştirmesiyle
hep beraber yapabileceğimiz bir iştir. O yüzden, burada her alanda
ödevimizi yaptıkça, İstanbul’un bir kanunsuz şehir olarak algılanması
haksız görüntüsünün ortadan kalkması ve asıl hak ettiği sıfata kavuşması
konusunda bir seferberliği birlikte taşımış olacağız. Bir kere,
bunun altında İstanbul için ve Türkiye için çok temel, çok önemli bir
yarar yattığını söylemem gerekiyor. Ben kanunun bütünü üzerinde sunuş yapmadım, izin verirseniz
bir iki dakika içinde onu da söylemek istiyorum. Bugün birkaç arkadaşımız
da örnek verdi. İstanbul’la kıyaslanmayacak çapta birtakım ülkeler,
bugün, Türkiye'ye gelen turist sayısı kadar ziyaretçi çekebiliyorlar.
İstanbul onların çok altında bir yerde ve biz, bugün, İstanbul’un 5
milyonun üzerine çıkan, 10 milyonun altında kalan rakamlarıyla
övünmeye çalışıyoruz. İstanbul, bugün, bütün Türkiye'ye gelen ziyaretçi
kadar ziyaretçiyi, fazlasını ağırlayabilir, ama bunun için tarihsel
mekânına, doğal mekânına, kültürel mekânına biraz daha kıskançlıkla
sahip çıkması veya geçmişteki duyarsızlıkları zamanı biraz daha
iyi kullanarak aşması gerekiyor. Bu önümüze çıkarılmış olan bir
fırsat, bunu hep birlikte yapmaya çalışacağız. Değerli arkadaşlarım, bu, 2000’lerde -demin Sayın Müezzinoğlu söyledi- başlamış bir çaba. Avrupa
Birliği üyesi olmayan ülkelerin de “kültür başkenti” sıfatından yararlanabileceği,
böyle bir programın nesnesi olabileceği konusunda bir karardan
sonra çıkmış bir çaba ve bu çaba, bugüne kadar, İstanbul’da, şu ana
kadar, sadece 2005 yılında çıkmış bulunan bir Bakanlar Kurulu kararı
çerçevesi içinde kendilerine bir statü tanınmış bulunan arkadaşlarımızın
eliyle sürdürülüyor. Bunun içinde İstanbul Valiliği var, İstanbul
Belediyesi var, elbette bizim Bakanlığın birimleri var, ama bunun
ötesinde İstanbul Mimarlar Odası var, İstanbul’un Ticaret, Sanayi
Odası var. Burada, hem Bakanlar Kurulu kararında zikrediliyor hem
bugünden itibaren görüşmeye başlayacağımız kanunun değişik maddelerinde
zikrediliyor. Esas itibarıyla, kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar
ve yine, kültür ve sanat alanında öne çıkmış faaliyetleriyle bilinen,
tanınan sivil toplum kuruluşları, ÇEKÜL Vakfı gibi örneğin. Bu tür kuruluşlar, şimdiye kadar kanun olmaksızın bir çaba
sergilediler ve bugün buraya gelmişsek, yani “İstanbul Kültür Başkenti”
sıfatını Avrupa Birliğinden Türkiye alabilmişse ve bugün bununla
ilgili bir altyapı yasasını, çerçeve yasayı konuşuyorsak, bu arkadaşların
bizim dışımızda tümüyle, hatta kamunun dışında başlamış bulunan
faaliyetlerinin sonucunda geldik buraya. Bunun, arkadaşlarımız
tarafından bilinmesi gerekiyor. Bir bütçe… Biz, tabii, 2008 bütçesini de önümüzdeki günlerde
müzakere edeceğiz. Bütçe Plan Komisyonundaki arkadaşlarımız ve
Genel Kuruldaki arkadaşlarımız -bu vesileyle söylemek istiyorum-
Bakanlığımız bütçesi konusunda ne kadar yardımcı olurlarsa bizim
de buraya ayıracağımız rakam yükselecek. Ne
yazık ki uluslararası platformda, biz bu alanlarda sınırlı bütçelerle
daha fazla iş yapmaya çalışıyoruz. Ben, geçen hafta Frankfurt Kitap
Fuarı’na -gelecek yıl Avrupa Frankfurt Kitap Fuarı’nın, uluslararası
fuarın onur konuğu olacağı için Türkiye- bir hazırlık çalışması
gözlemek için gitmiştim. Bizim tasarladığımız bütçelerden çok daha
yüksek bütçelerle başka ülkeler -örneğin bu yıl konuk ülke olan Katalonya- hazırlıklarını yapıyordu. Biz, daha
sınırlı imkânlarla, biraz İstanbul’un tarihine, biraz İstanbul’un
estetiğine güvenerek bu ödevi sanıyorum ki üç yıl içinde en iyi biçimde
ortaya çıkarmaya çalışacağız. Maddelere geçildiğinde ve belki
sonuna gelindiğinde ben size İstanbul’la ilgili özel tasarımlarımızı,
gayretlerimizi, sizin paylaştığınız duyarlıkları aynıyla ve belki
bazı noktalarda fazlasıyla paylaştığımızı anlatmaya çalışacağım.
Şunu herkesin bilmesi gerekiyor değerli arkadaşlarım:
Bu yasa çalışması çerçevesinde hiç kimsenin İstanbul’da yeni rant
alanları yaratmak gibi bir gayreti olmayacaktır ve olmaması konusunda
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, bu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti adına kendimi görevli sayıyorum. AKM’yle ilgili tartışmalar
burada gündeme geldi. Bir arkadaşımız “Acaba bir başka grubun burada
bir hak iddiası olabilir mi?” dedi. AKM arazisi üzerine tasrihen kültür merkezi yapılmıştır ve bugünkü yasada
da -yıkar mıyız yıkmaz mıyız tartışmasını madde üzerinde konuşuruz
ama- zaten tasrih ediliyor, hassaten kültür merkezi yapılacağı kaydı
yer alıyor. O yüzden, yeni bir hak doğması, burada yapılacak olan yeni
bir düzenleme sırasında yeni bir hak doğması, yeni bir itiraz ileri
sürülmesi mümkün değildir. Şu anda üzerinde ne varsa ya o geliştirilecektir ya o
yeniden yapılacaktır. Üzerine bir rant merkezinin, bir alışveriş
merkezinin, bir başka, amaca aykırı yapının yapılması söz konusu
değildir ki üzerinde bir şart iddiası varsa ona aykırılık ortaya
çıkmış olsun. Arkadaşlarımızın özellikle üzerinde durduğu bu muafiyet
meseleleri var. Şimdi, değerli arkadaşlarım, kim denetleyecek? Kamu
İhale Kanunu, Devlet İhale Kanunu gibi maddelerden, muafiyetten
söz ediliyor yasa tasarısında. 2008, 2009, 2010’un sonunda yürürlükten
kalkacak olan bir düzenleme. Bir ajans kurmaya çalışıyoruz. Esas itibarıyla,
yapacaklarımız da zaten 2008 ve 2009’la sınırlıdır. Hepiniz kamu
tecrübesi olan değerli arkadaşlarımızsınız. Devlet İhale Kanunu,
Kamu İhale Kanunu şartları içinde 2008 ve 2009’da yapacağımız işlerin
belki ancak projelerini yapmak mümkün olur eğer bu usullere sımsıkı
bağlı kalırsak. Ne yapacağız peki? Elbette, burada, farklı kurumlar,
hem vilayet hem belediye hem devletin öteki birimleri hem sivil toplum
ve sivil toplumun farklı kanatları, birlikte çalışan bütün birimler
birbirini denetleyerek, tam bir katılım içinde ve tam bir saydamlık
içinde hızlıca iş görmeye çalışacaklar. Yenilemeye çalıştığımız yapılaşmalar var, yenilemeye
çalıştığımız mekânlar var. Onları sizlere uzun uzun
anlatmak isterim daha sonra. İstanbul’un tarihsel dokusuna aykırı
bir tek çivi çaktırmamak ve çakılmış olan çivileri sökmek konusundaki
duyarlığı aynen paylaşmak gibi bir dikkatimiz var. Bu alanda hızlı
iş yapmak zorundayız. Bu yasanın 2007 yılının ilkbaharında çıkması
planlanmış, 2007 yılı sona eriyor ve biz bu yasayı yeni çıkarmaya çalışıyoruz.
Kaybettiğimiz bir zaman var, seçim yılı olması nedeniyle kaybedilmiş
bir süreç var. Bunu eğer birtakım formaliteler içinde, birtakım ağır
işleyen yöntemler içinde çözmeye çalışırsak, biz, ancak bunun tasarımlarıyla
2009 yılının ortalarında, ancak 2009 yılının sonunda başlamış bazı
işlerle İstanbul’un ve dünyanın karşısına çıkmak durumunda kalırız.
Hızlı iş yapmak zorundayız ve yaptığımız işi de 2010’un sonunda tasfiye etmek zorundayız.
Kısa süreli kiralamalar, kısa süreli bağlantılar, işler yapma zorunluluğu
var. Kim denetleyecek? Burada uzun uzun
sayılıyor, Maliye Bakanlığının, Kültür Bakanlığının, İçişleri
Bakanlığının denetçileri. Bunlar bizi denetlemeyecekler -komisyonda
bazı arkadaşlarımız “Sizin atadığınız müfettişler sizi nasıl denetlerler?”
dediler- bunlar yapılan işleri denetleyecekler ve kamu adına çok
farklı birimlerden gelen denetim elemanları denetleyecekler.
Biz, devletin denetim elemanlarının, farklı birimlerden gelen denetim
elemanlarının, birlikte yapacakları denetim işine güvensizliği
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında herhâlde zikretmemeliyiz
diye düşünüyorum. BAŞKAN – Sayın Bakanım, süremiz doldu. Lütfen… KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Bitiriyorum. Kimsenin kaygı duyacağı bir şey olmayacaktır değerli
arkadaşlarım. Maddelerde görüşeceğiz. Kimse… ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar)
– Sayın Bakanım, yapılanlardan biz o kaygıyı duyuyoruz. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Burada
tamamen şeffaf bir süreç işleyecektir, tamamen saydam bir süreç işleyecektir,
herkesin denetimine açık bir süreç işleyecektir. Bütün derdimiz,
İstanbul’u, şimdiye kadar -hiçbir iktidar ayırımı, hiçbir siyaset
ayırımı yapmadan söylemek istiyorum- on yıllardır, daha eski yıllardır
horlanmış bulunan, kötü kullanılmış bulunan, tahrip edilmiş bulunan
İstanbul’u, bu takvim vesilesiyle, 2010 takvimi vesilesiyle hızla
elden geçirmeye, Sayın Erdoğan’ın söylediği gibi, yeniden kazanmaya
ve dünya kültür mirasının bize emanet edilmiş olan çok önemli bir değeri
olarak tekrar dünyaya, kendi halkımıza elbette, İstanbul’da yaşayan
kendi halkımıza, Türkiye’de yaşayan kendi insanımıza ve elbette
dünyaya sunma konusunda bir gayreti birlikte paylaşacağız. Ben arkadaşlarımın duyarlılıkları için çok teşekkür
ediyorum, konuşan ve soru soran arkadaşlarımın duyarlılığı için.
Bu duyarlılıkları dikkatle takip edeceğimizi bilmenizi rica ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkanım, milletvekillerimizin
bazı suallerine cevap verilmedi. Dolayısıyla, bu suallere hiç
olmazsa yazılı olarak cevap vermeleri konusunda Sayın Bakanın izharda
bulunmasını rica ederiz. BAŞKAN – Sayın Vural, ben aynı şeyi söyleyecektim, siz daha
acil davrandınız. Sayın Bakanım daha sonraki konuşmalarında veya
yazılı olarak arkadaşlarımızın sorularına tabii ki cevap vereceklerdir.
Teşekkür ediyorum duyarlığınız için. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Yazılı
olarak tek tek cevap vereceğiz. BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 1’inci maddeyi okutuyorum: İSTANBUL 2010 AVRUPA KÜLTÜR
BAŞKENTİ HAKKINDA KANUN
TASARISI BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam ve Tanımlar Amaç MADDE 1 (1) Bu Kanunun
amacı; İstanbul’u 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olarak hazırlamak,
2010 yılında yapılacak etkinlikleri planlamak ve yönetmek, kamu
ve sivil kurum ve kuruluşların bu amaçla yapacakları çalışmalarda
koordinasyonu sağlamak üzere İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansının kurulması ile görev ve yetkilerini düzenlemektir. BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, 1’inci madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sinop Milletvekili Engin Altay,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır; şahısları adına, Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak,
İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar ve Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün söz talepleri vardır. İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sinop Milletvekili
Engin Altay’a aittir. Sayın Altay, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Altay, süreniz on dakika. CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan. Sayın milletvekilleri, ben de bugün kaybettiğimiz siyaset
ve bilim dünyamızın çok değerli insanı Profesör Doktor Erdal İnönü’yü
rahmetle ve minnetle anıyorum. Türk milleti iyi yetişmiş bir evladını
kaybetmiştir. Milletimizin başı sağ olsun. Sorunsuz geçecek, şu Mecliste tam
bir mutabakatla, tartışmadan, zaten zaman sınırı sorunu varken rahat
geçirebileceğimiz, bizim de aslında karşı olmadığımız bir kanunu,
ne yaptınız ettiniz, burada saatlerce konuşacak duruma getirdiniz.
Şimdi, değerli milletvekilleri, konuştuğumuz kanun,
AKP sözcüsü biraz önce söyledi, 1985 yılında Yunan Kültür Bakanı tarafından
ortaya atılan bir fikrin yirmi iki yıllık devamıdır. Burada Sayın
Egemen Bağış, “Büyük çabalar sonucu nereden nereye geldik. İşte
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkentini de aldık.” falan diye hamasi
nutuklar attı. Aynı şekilde gene iktidar partisinin bir sayın sözcüsü,
bu meseleyi bir büyük zafer gibi ortaya koydu. Sayın milletvekilleri, ortada bir zafer falan yok. Bu
2010 Avrupa Kültür Başkenti meselesi bizden önce otuz yedi tane şehrin
kullandığı, yaptığı ve birçok şehrin adını da iyi kötü coğrafya bilgimiz
olduğu hâlde benim bile duymadığım şehirlerin aldığı bir başkentlik
unvanı bu. 17 milyonluk Yunanistan bu işi tam üç defa almış. 2000 yılında,
bir yıl içinde bu Avrupa Kültür Başkenti dokuz şehre verilmiş, bir
yılda dokuz şehre verilmiş. Yani burada bu kanunla ilgili şuydu,
buydu, işte büyük bir zaferdir falan diye işi çok abartmayın. Kaldı
ki Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına tümü üzerinde konuşan arkadaşımız
İstanbul’la ilgili tespitler yapınca iktidar sözcüsü arkadaşımız
da buradan son seçimlere, 22 Temmuz seçimlerine bir atıfta bulundu.
Doğrudur, 22 Temmuz seçimlerinde İstanbul’da ve Türkiye’de bu milletten
yüzde 47 oy aldığınız doğrudur. Buna bir itiraz yok. Sandığa bu oylar
girdi. Girdi de keşke bu oyları muhtarları tehdit etmeden alsaydınız!
ASIM AYKAN (Trabzon) – Yapma ya! ENGİN ALTAY (Devamla) – Keşke bu oyları hak sahibi yurttaşı
öldürüp, hak sahibi yurttaş kavramını ve yurttaşı öldürüp bu ülkede
muhtaç vatandaşlar topluluğuna bu ülkenin milletini dönüştürmeden
alsaydınız! Keşke Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nu
babanızın çiftliği gibi kullanmadan alsaydınız bu oyları! Keşke,
seçim öncesi 5 milyon tane yeşil kart dağıtıp seçimden sonra geri
almadan bu oyları alabilseydiniz! (CHP sıralarından alkışlar) Keşke,
ilköğretime giden kız ve erkek çocuklarına verilen şartlı nakit
transferini sekiz ay ödemeyip seçime bir ay kala toplu para ödemeden,
rüşvetler dağıtmadan bu oyları alsaydınız, o zaman derdik ki: Bu oylar
size ananızın ak sütü gibi helaldir. (AK Parti sıralarından gürültüler) AHMET YENİ (Samsun) – Maddeye gel maddeye. ENGİN ALTAY (Devamla) – Ama şimdi bunu demek çok kolay değil. BAŞKAN – Sayın Altay, lütfen maddeye gelir misiniz. AHMET YENİ (Samsun) – Konuya gel konuya. ÜNAL KACIR (İstanbul) – Halka saygısızlık yapmayın. Halk
rüşvetle oy vermez, saygısızlık yapmayın. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen… ENGİN ALTAY (Devamla) – Cumhuriyet tarihinde, paranın
bu kadar fütursuzca kullanıldığı başka bir seçim varsa gelsin buradan
bir iktidar partisi sözcüsü söylesin de biz de bilelim. Değerli milletvekilleri, biraz önce söyledim. Bu kanun
buradan tam bir mutabakat içinde çıkabilirdi. Konu nedir? Opera,
bale, tiyatro, konser ve kongre amaçlı bir salonumuz var ve biz bunu
yıkacağız. Niye? Yıkacağız. Neyini beğenmiyorsun? Yani bütün dünya
bu tür eserlerini restore ediyor. Restorasyon diye bir kavram var Sayın
Bakan. AKM’nin -şimdi zamanı
iyi kullanmak istiyorum- tarihçesine uzun uzun
girmeye gerek yok. Biz diyoruz ki, AKM’nin yapımı
1937’de gündeme gelmiş ve 1946’da başlanmış. Bu bir cumhuriyet projesidir.
Bu projenin… Koruma Kurulu kararı olmadan bunu yıkacağım demek,
bir kere, sanata saygısızlık. Biraz önce gene burada bir iktidar
partisi sözcüsü, bize sanata saygı dersi veriyor. Sen, Koruma Kurulu
diye bir kurul var, bunu kaldır o zaman, ondan sonra ne yapacaksan
yap. Yani bu AKM’nin anıtsal bir yapı olduğunu
herhalde Sayın Bakan da biliyor, Türk mimarisinin güzel bir örneği
olduğunu biliyor ve AKM’nin alüminyum giydirme
cephesinin Türkiye’de bir ilk uygulama olduğunu da Sayın Bakanın
bildiğini düşünüyorum. AKM’nin yıkılması,
bir heykelin, bir resmin, bir anıtın ortadan kaldırılmasıyla aynı
anlayıştır. Bu anlayış, “tükürürüm böyle sanatın içine” diyen anlayışla
aynı anlayıştır. Sayın Bakan, hoşgörünüze sığınarak, teşbihte hata olmaz,
bir benzetme yapmak istiyorum. Bir suç örgütüne birisi ilk defa girdiği
zaman, en ceza alıcı suçu o yeni gelene işletirler. (AK Parti sıralarından
“Ne alakası var.” sesleri) İşletirler ki, o, artık, ebediyen sürecek
bir ortaklıkla bu örgüte bağlansın. Şimdi, Sayın Bakanın durumunu
biraz böyle de algılamak mümkün. Değerli milletvekilleri, konunun ikinci yanı, karşı
çıktığımız… AHMET YENİ (Samsun) – Saygı diye bir şey yok. BAŞKAN – Sayın Altay “Latife latif gerektir.” diye bir güzel
atasözümüz vardır. Lütfen… AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, Bakana saygısızlık
yapıyor. ENGİN ALTAY (Devamla) – Şimdi senin yaptığın terbiyesizlik
o zaman, oturduğun yerden bana saygı öğretiyorsun. BAŞKAN – Sayın Altay, lütfen… ENGİN ALTAY (Devamla) - Hayret bir şey! AHMET YENİ (Samsun) – Herkese saygısızlık yapıyorsun. ENGİN ALTAY (Devamla) – Saygıyı senden mi öğreneceğim
ben! (AK Parti sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Arkadaşlar… ENGİN ALTAY (Devamla) - Bakan orada, kalkar cevap verir. BAŞKAN – Lütfen… AHMET YENİ (Samsun) – Herkese saygısızlık yapıyorsun. ENGİN ALTAY (Devamla) - Sana ne! Hayret bir şey! Otur yerine! BAŞKAN – Sayın Yeni, Sayın Altay… AHMET YENİ (Samsun) - Aynen iade ediyorum size. ENGİN ALTAY (Devamla) – Sen yaptın aynı şeyi. BAŞKAN – Sayın Altay, Genel Kurula hitap ediniz. Arkadaşlar, lütfen, sakin olunuz. Sayın Yeni, Sayın Altay… AHMET YENİ (Samsun) – O zaman böyle konuşmasın. ENGİN ALTAY (Devamla) – Saygısızlık ile terbiyesizlik
aşağı yukarı aynı şeydir. AHMET YENİ (Samsun) – Hepsini size iade ediyorum. ENGİN ALTAY (Devamla) – Aynı şeydir. Otur yerine! AHMET YENİ (Samsun) – Saygısız herif! ENGİN ALTAY (Devamla) - Konuşma! Gelirsin konuşursun burada.
Gene karşı olduğumuz bir nokta şudur: Anayasa’nın 63’üncü
maddesi orta yerdedir. Şimdi, Anayasa’nın 63’üncü maddesine bir
bakın. Biraz önce arkadaşlar, diğer muhalefet partisinin milletvekilleri
soruyor: Devlet İhale Kanunu nerede? Kamu İhale Kanunu nerede? Kamu
Mali Yönetimi Kontrol Kanunu nerede? Bunlar yok. Ne var? Biz denetleriz.
Biz nasıl güveneceğiz? Bu partinin Maliye Bakanı naylon fatura düzenlemekten
yargılanırken bu Mecliste kendisine af çıkarmışsa, biz şimdi bu
sisteme ne kadar güveneceğiz? Böyle bir şey olabilir mi? (CHP sıralarından
alkışlar) Böyle şey olur mu? İki yıl zamanın var, yap kardeşim, yaparsın.
Bu ihale kanunları böyle aylar süren işler değil. Emrinizde bir sürü
bürokrat var. Bu şekilde bunu götürmeniz mümkün. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Millet bize güvendi, sen güvenme.
ENGİN ALTAY (Devamla) – Bu oyları nasıl aldığınızı söyledik.
(AK Parti sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen… ENGİN ALTAY (Devamla) – Bu oyları nasıl aldığınızı söyledik. BAŞKAN – Saygıdeğer arkadaşlarım… ENGİN ALTAY (Devamla) – Benim de öyle her bir ilin 800 muhtarına
cep telefonu dağıtacak param olsaydı… MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Yalan söylüyor, yalan! (AK Parti
sıralarından gürültüler) ABDURRAHMAN DODURGALI (Sinop) – Hayır, hayır! ENGİN ALTAY (Devamla) – Sinop’u kastetmiyorum. Abdurrahman Bey, Sinop’u kastetmiyorum. …alırdık biz bunları. Evet, şimdi, bakın, biz bunları söylüyoruz. “Elbette
İstanbul’a yeni bir AKM lazım, AKM’ler lazım.
İstanbul’a elbette Atatürk kültür merkezleri bir tane değil on tane
yapalım.” E yapın, elinizden tutan mı var? “Hayır, biz bu Taksim’e kafayı
taktık. Bu Taksim’le hesabımız var.” Olabilir de bunu başaramazsınız,
bunu yıkamazsınız, bunu yıkamayacaksınız; bu, artık, simgesel
bir durum olacak. Türkiye’yi böyle germeye de gerek yok. Tümüne kabul
vereceğimiz bir kanunda, bizi burada kavga ettiriyorsunuz. Ne gerek
var, ne gerek var buna? Bütün, şeffaf bir şekilde Devlet İhale Kanunu’na
da, Kamu İhale Kanunu’na da açık olsa, bu AKM’yle
meşgul olmasanız, işin gereği ne ise onu yapsanız -elinizden tutan
yok, paraysa para, bütçeyse bütçe- yeni AKM’ler
yapsanız… “Yok, biz buna kafayı taktık.” derseniz, size bunu yaptırmamak
için Türkiye’nin bütün dinamikleri ayakta oraya nöbetçi olurlar
ve mahcup olursunuz. Şimdi, bakın, madem bir iş göreceksiniz -bu işi çok abartıyorsunuz
bana göre- İstanbul Valiliği 2000 yılında bir rapor yayınladı:
İstanbul’un Temel Sorunları. Şimdi Hükûmet sıralarında
da bir Sayın Bakan var. Şimdi İstanbul Valiliğinin 2000 raporu burada…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ENGİN ALTAY (Devamla) – Ve benim tam bir dakikam var. BAŞKAN – Sayın Altay, bir dakikalık ek süre veriyorum.
Konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. ENGİN ALTAY (Devamla) – İstanbul Valiliği 2000 raporu:
Yeniden yapılanma ve yerel yönetim, yeni ilçelerin kurulması,
göç ve nüfus artışı, eğitim altyapısı, gecekondu-imar sorunları,
ulaşım-trafik sorunları, boğazların güvenliği, altyapı yetersizlikleri,
su, tarihî-kültürel eserlerin korunması ve deprem. Siz bu ıvır zıvır
şeylerle uğraşacağınıza, acaba şu Hükûmet,
bu Hükûmet ve bundan önceki Hükûmet,
şu sorun başlıklarından hangisinin çözümü için beş yılda 5 santim
mesafe katetti? Gelin buradan onu söyleyin.
Depremle ilgili ne yaptığınızı gelin buradan söyleyin, biz de sizi
alkışlayalım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. Bu kanunda konuşmayacaktım ama bir kere daha konuşacağım.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, sayın konuşmacı,
talihsiz bir ifadeyle, milletin rüşvet alarak, yüce Türk milletinin
rüşvet alarak oy verdiği gibi bir ithamda bulundu. ENGİN ALTAY (Sinop) – Evet, bu gerçek. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Son derece tehlikeli, son
derece yanlış, milletimizi rüşvet almakla itham eden çok talihsiz
bir açıklamadır. Milletimizden özür dilemesini istiyorum. (CHP sıralarından
“Otur yerine!” sesleri) ENGİN ALTAY (Sinop) – Ben bunu ispatlarım Sayın Başkanım!
Evet, millete rüşvet verildiğini ispatlarım! NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Milletimizden özür dilemesini
istiyorum. ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan konuşsun, sonra da ben
ispatlamak için söz alacağım. BAŞKAN – Sayın Altay, konuşmanız bitti. Lütfen… NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Milletimizden özür dilemesini
istiyorum. (CHP sıralarından “İspatlarız!” sesleri) Ayrıca, sayın konuşmacı, muhtarlarımızın da rüşvet karşılığı
oy verdiği gibi çok talihsiz bir ithamda bulunmuştur. Bütün muhtarlarımızdan
özür dilemesini istiyoruz ve kayıtlardan çıkarılmasını istiyoruz.
(AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından “Allah Allah!” sesleri) BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şu anda
çalışma süremiz tamamlanmıştır. Arkadaşlarımızın konuşmalarını yaparken mehabetli davranmalarını
ve bir saygı ölçüsü içerisinde konuşmalarını istirham ediyorum. Sayın Bakan da tabii ki bir sonraki, yani yarınki oturumda,
bu benzetilen, benim “latife latif gerektir” sözü, ifademi yapacaktır.
(CHP sıralarından “Süre doldu.” sesleri) Sayın Bakanım, süremiz doldu. Yarın ben size Bakanlık
adına söz vereceğim. Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 1
Kasım 2007 Perşembe günü, yani yarın saat 15.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.02 |
|