DÖNEM: 23 CİLT: 2 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 8’inci
Birleşim 17 Ekim 2007 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L
E R I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.- GELEN KÂĞITLAR III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER 1.- Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, bir yıl süreyle, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik
terör tehdidinin ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesine
ve görevlendirilmesine Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin
verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi (3/199) IV.-
SORULAR VE CEVAPLAR A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Adana Milletvekili
Tacidar Seyhan’ın, elektrik kesintilerine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat
Pakdil’in cevabı (7/350) V.-
OYLAMALAR 1.- Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, bir yıl süreyle, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik
terör tehdidinin ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla, sınır
ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesine
ve görevlendirilmesine Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin
verilmesine dair Başbakanlık tezkeresinin oylaması I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı. Oturum Başkanı
TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcu, Başkan Vekili
seçilmesi dolayısıyla bir teşekkür konuşması yaptı. 15/10/2007
tarihli gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 43 sıra
sayılı Çorum Milletvekili Agâh Kafkas’ın, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu,
1479 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu ve 2925 Sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununun Bir
Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin, kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının ikinci sırasına alınmasına;
16/10/2007 günkü birleşimde teklifin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına; Genel Kurulun 17/10/2007 Çarşamba günkü
birleşiminde Anayasa’nın 92’nci maddesi gereğince Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırıların bertaraf
edilmesi amacıyla Irak’ın kuzeyine ve mücavir alanlara gönderilmesine ve
görevlendirilmesine dair Başbakanlık tezkeresinin görüşülmesine; görüşmelerin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ve bu birleşimde başka bir
konunun görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Hatay
Milletvekili Sadullah Ergin, Kocaeli Milletvekili
Nihat Ergün, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ
ve 272 milletvekilinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/14) (S. Sayısı: 32 ve 32’ye 1’inci ek) ikinci görüşmesi
tamamlandı, yapılan gizli oylamalardan sonra, 2’nci sırasına
alınan, Çorum Milletvekili Agâh Kafkas’ın, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu,
1479 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu ve 2925 Sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununun Bir
Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/16) (S. Sayısı: 43)
yapılan görüşmelerden sonra, Kabul edildi. 17 Ekim 2007
Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 21.32’de son verildi.
No.:
12 II.- GELEN KÂĞITLAR 17 Ekim 2007 Çarşamba Raporlar 1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Hindistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bilim ve
Teknoloji Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/269) (S. Sayısı: 36)
(Dağıtma tarihi: 17.10.2007) (GÜNDEME) 2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Denizlerde
Karasuların Ötesindeki Olayların Önlenmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/279) (S.
Sayısı: 37) (Dağıtma tarihi: 17.10.2007) (GÜNDEME) 3.- Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile
Özbekistan Cumhuriyeti Dış Ekonomik İlişkiler Ajansı Arasında İşbirliği
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/284) (S. Sayısı: 38) (Dağıtma tarihi: 17.10.2007)
(GÜNDEME) 4.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Amerika Devletleri Örgütü Genel Sekreterliği Arasında Çerçeve
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/287) (S. Sayısı: 39) (Dağıtma tarihi: 17.10.2007)
(GÜNDEME) 5.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu Arasında İşbirliği
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/292) (S. Sayısı: 40) (Dağıtma tarihi: 17.10.2007) (GÜNDEME) 6.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük İdarelerinin
Karşılıklı Yardımlaşmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/297) (S. Sayısı: 41)
(Dağıtma tarihi: 17.10.2007) (GÜNDEME) 7.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Bilimsel ve
Teknolojik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/298) (S. Sayısı: 42) (Dağıtma tarihi:
17.10.2007) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergeleri 1.- Tokat Milletvekili Reşat DOĞRU’nun,
süpermarket ve hipermarketlere
ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/142) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/9/2007) 2.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt ASLANOĞLU’nun,
Malatya’daki bazı baraj ve sulama kanalı projelerine ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından sözlü soru önergesi (6/143) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 3.- Antalya
Milletvekili Tayfur SÜNER’in, Antalya-Serik çöp
depolama alanına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/144) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/9/2007) 4.- Tunceli
Milletvekili Kamer GENÇ’in, Emniyet Genel
Müdürlüğünde polislere oruç tutup tutmadığı sorulduğu iddiasına ilişkin
İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/145) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/9/2007) 5.- Tunceli Milletvekili
Kamer GENÇ’in, bazı bürokrat atamalarına ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/146) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 6.- Ardahan
Milletvekili Ensar ÖĞÜT’ün,
işsiz ziraat mühendislerine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/147) (Başkanlığa geliş tarihi: 27/9/2007) 7.- Antalya
Milletvekili Tayfur SÜNER’in, Akseki’deki çok
programlı liseye ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/148)
(Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 8.- Ardahan
Milletvekili Ensar ÖĞÜT’ün,
yeşil kartların iptal edilmesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
sözlü soru önergesi (6/149) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 9.- Tokat
Milletvekili Reşat DOĞRU’nun, Talazan
Köprüsünün tamir ihtiyacına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru
önergesi (6/150) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 10.- Mersin
Milletvekili İsa GÖK’ün, bir okuldaki öğrencilere
oruç tutmaya yönelik baskı uygulandığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/151) (Başkanlığa geliş ta-rihi:
2/10/2007) 11.- Tunceli
Milletvekili Kamer GENÇ’in, Amerika seyahatine
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/152) (Başkanlığa geliş tarihi:
3/10/2007) 12.- Tokat
Milletvekili Reşat DOĞRU’nun, Zile-Alaca karayolu
projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/153) (Başkanlığa
geliş tarihi: 3/10/2007) Yazılı
Soru Önergeleri 1.- Konya
Milletvekili Atilla KART’ın, vekaleten görev yapan
bürokratların atamalarının yapılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/236) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 2.- Antalya
Milletvekili Tayfur SÜNER’in, Antalya Büyükşehir
Belediyesince kabul edilen nazım imar planına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/237) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 3.- Balıkesir
Milletvekili Ergün AYDOĞAN’ın,
Kaz Dağlarındaki maden arama çalışmalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/238) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 4.- Konya
Milletvekili Atilla KART’ın, kamu personel rejimine
yönelik çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/239)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 5.- İstanbul
Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in, Washington’da Türk
Amerikan Toplum Merkezinde verilen iftar yemeğine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/240) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 6.- İstanbul
Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in, Anayasa taslağını
hazırlayan bilim kuruluna ücret ödendiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/241) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 7.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN’in, türbanlı öğrencilerle
ilgili basında yer alan bir habere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/242) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 8.- Ankara
Milletvekili Yılmaz ATEŞ’in, trafik kazalarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/243) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 9.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN’in, ABD seyahatine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/244) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 10.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan KÖKTÜRK’ün, tamamlanmamış kamu
yatırımlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/245) (Başkanlığa geliş tarihi: 27/9/2007) 11.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN’ın, çiftçilere
verilecek teşvik ve destekleme primlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/246) (Başkanlığa geliş tarihi: 27/9/2007) 12.- İstanbul
Milletvekili Çetin SOYSAL’ın, Süleymaniye’de
yapılması planlanan bir projeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/247) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 13.- Konya
Milletvekili Atilla KART’ın, İnsan Hakları Danışma
Kurulunun çalışmalarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/248) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 14.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, TCDD’nin
belediyelere hurda satışına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/249)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 15.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, TCDD Genel
Müdürlüğüne ait bazı lojmanlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/250) (Başkanlığa geliş tarihi:
1/10/2007) 16.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, Rize’deki sahil
dolgu alanı ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/251)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 17.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, akaryakıt
kaçakçılığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/252) (Başkanlığa
geliş tarihi: 1/10/2007) 18.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, TMSF’ye devredilen bir gazeteye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/253) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 19.- Bursa
Milletvekili Kemal DEMİREL’in, oyuncak ithalatına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/254) (Başkanlığa geliş tarihi:
2/10/2007) 20.- Ankara
Milletvekili Yılmaz ATEŞ’in, sokak çocuklarına
yönelik alınacak tedbirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/255)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 21.- Şırnak Milletvekili Hasip KAPLAN’ın, Genelkurmay Başkanlığının AB süreci konusundaki
bir açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/256) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2/10/2007) 22.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet SERDAROĞLU’nun, Kuzey Irak’a
düzenlenmesi planlanan sınır ötesi harekata ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/257) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 23.- Antalya
Milletvekili Osman KAPTAN’ın, Antalya’daki maden
ocaklarının çevreye olan etkilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/258) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 24.- İzmir
Milletvekili Mehmet Ali SUSAM’ın, İzmir’deki işsizlik
sorununa ve özel sektörün durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/259) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 25.- İstanbul
Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in, AB üyeliği ile
ilgili çalışmalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/260)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 26.- İstanbul
Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in, halka açık
şirketlerdeki yöneticilerin özlük haklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/261) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 27.- İstanbul
Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in, Euro’nun
arka yüzündeki Türkiye haritasının çıkarılması ile ilgili iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/262) (Başkanlığa geliş ta-rihi: 2/10/2007) 28.- İzmir
Milletvekili Oktay VURAL’ın, Mescid-i
Aksa çevresindeki inşaatı incelemekle görevlendirildiği iddia edilen bir heyete
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/263) (Başkanlığa geliş tarihi:
3/10/2007) 29.- İstanbul
Milletvekili Sacid YILDIZ’ın,
muhtemel bir depreme karşı alınan önlemlere ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/264) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 30.- İstanbul
Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in, AİHM’ne
bildirilen Türk yargıç adaylarının reddedilmesine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/265) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 31.- Konya
Milletvekili Atilla KART’ın, Konya’nın “Özel Yetkili
Ağır Ceza Mahkemesi” ihtiyacına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/266) (Başkanlığa geliş
tarihi: 25/9/2007) 32.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, Başbakan
hakkında açılan davalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/267)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 33.- Şırnak Milletvekili Hasip KAPLAN’ın, bir cezaevi aracının önyüzüne yazılmış olan
yazıya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/268) (Başkanlığa geliş
tarihi: 2/10/2007) 34.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Gaziantep Şahinbey Belediyesinin haksız ve baskı ile bağış topladığı
iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/269) (Başkanlığa
geliş tarihi: 3/10/2007) 35.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Kamu İhale Kanununa
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/270)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 36.- İzmir
Milletvekili Kemal ANADOL’un, İzmir’de yapılan
depreme karşı güçlendirme ihalesine
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/271) (Başkanlığa geliş tari-hi: 2/10/2007) 37.- Konya
Milletvekili Atilla KART’ın, iş kazalarına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/272) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/9/2007) 38.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN’in, çevre mevzuatına aykırı
olarak kurulmuş olan balık çiftliklerine ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından yazılı soru önergesi (7/273) (Başkanlığa geliş tari- hi: 25/9/2007) 39.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza YALÇINKAYA’nın, Bartın’da
katı atık bertaraf tesisi ihtiyacına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı
soru önergesi (7/274) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 40.- Bursa
Milletvekili Abdullah ÖZER’in, Bursa’daki su sorununa
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/275) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2/10/2007) 41.- Adana
Milletvekili Kürşat ATILGAN’ın,
orman sınırları dışına çıkarılan arazilere ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/276) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 42.- Antalya
Milletvekili Osman KAPTAN’ın, Antalya-Finike’de Akçay Deresi üzerinde bir baraj yapılıp yapılmayacağına
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/277) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2/10/2007) 43.- Antalya
Milletvekili Osman KAPTAN’ın, Zengeder
suyunun kullanılmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/278) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 44.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, TRT yapımlarının
kiralanması ve satılmasına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet AYDIN) yazılı soru
önergesi (7/279) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 45.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU’nun, TRT lojmanlarına
ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet AYDIN) yazılı soru önergesi (7/280)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 46.- Konya
Milletvekili Atilla KART’ın, TRT yapımlarının
kiralanması ve satılmasına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet AYDIN) yazılı soru
önergesi (7/281) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 47.- Bursa Milletvekili Onur ÖYMEN’in, bir İsrail uçağının Türk hava sahasını ihlal
ettiği iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/282)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 48.- Bursa Milletvekili Abdullah ÖZER’in, Hollanda’daki bazı parti liderlerinin İslamı hedef alan açıklamalarına ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/283) (Başkanlığa geliş tari-hi: 2/10/2007) 49.- Karaman Milletvekili Hasan ÇALIŞ’ın, Batı Trakya’da yaşayan Türklerin işsizlik
sorununa ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/284) (Başkanlığa
geliş tarihi: 3/10/2007) 50.- Samsun Milletvekili Suat BİNİCİ’nin, Samsun-Ceyhan Boru Hattının güzergahının
değişti-rilmesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/285) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 51.- Antalya Milletvekili Hüsnü ÇÖLLÜ’nün, Antalya doğalgaz bağlantı hattına ilişkin Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/286) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/9/2007) 52.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN’ın, doğalgaz depolama
tesislerine ve doğalgaz ithalatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/287) (Başkanlığa geliş ta-rihi:
25/9/2007) 53.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN’ın, elektrik
üretim santrallerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/288) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 54.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN’ın, 5620 sayılı
Kanunun uygulaması ve Gölbaşı
Jeofizik Operasyonlar Müdürlüğünde çalışan personelin durumuna ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/289) (Başkanlığa
geliş tarihi: 25/9/2007) 55.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN’ın, TEİAŞ’nin Ramazan
ayındaki yemek uygulamasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/290) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 56.- Balıkesir Milletvekili Ahmet
Duran BULUT’un, Balıkesir-Havran-Büyükdere
Beldesindeki bir taşocağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/291) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/9/2007) 57.- Çanakkale Milletvekili Ahmet KÜÇÜK’ün, Kaz Dağları bölgesinde yapılan sondaj ve maden
arama çalışmalarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/292) (Başkanlığa geliş tarihi: 27/9/2007) 58.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL’in, wolfram rezervine ve
Uludağ’daki wolfram madeninin durumuna ilişkin Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/293) (Başkanlığa geliş
tarihi: 1/10/2007) 59.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN’ın, usulsüz maden
ruhsatı verildiği iddiasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/294) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 60.- Antalya Milletvekili Hüsnü ÇÖLLÜ’nün, Antalya Organize Sanayi bölgesine talep edilen
bir araziye ve bu bölgede traverten rezervi bulunduğu
iddiasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/295) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 61.- Konya Milletvekili Mustafa KALAYCI’nın, Polis Meslek Yüksekokulu Sınavı ile ilgili
iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/296) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/9/2007) 62.- Bursa
Milletvekili Onur ÖYMEN’in, Bursa Büyükşehir Belediyesinin
röfüj sulama projesi uygulamasına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/297) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 63.- Ankara
Milletvekili Yılmaz ATEŞ’in, Maltepe Havagazı
Fabrikası ve Elektrik Santralinin yıkılmasına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/298) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 64.- Ankara
Milletvekili Yılmaz ATEŞ’in, Ankara Büyükşehir
Belediyesinin mali durumuna ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/299) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/9/2007) 65.- Aydın
Milletvekili Özlem ÇERÇİOĞLU’nun, pasaportların
yenilenmesi çalışmalarına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/300) (Başkanlığa geliş tarihi:
28/9/2007) 66.- Şırnak Milletvekili Hasip KAPLAN’ın, Beytüşşebap İlçesi Beşağaç
Köyünde meydana gelen olaya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/301) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 67.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin HALİS’in,
güvenlik güçlerinin sivil vatandaşlara ateş açtığı iddiasına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/302) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 68.- İstanbul
Milletvekili Çetin SOYSAL’ın, Hrant
Dink cinayetine ve bazı iddialara ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/303) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 69.- Adana
Milletvekili Tacidar SEYHAN’ın,
Adana’daki Celal Bayar Köprülü Kavşağına ve hafif raylı sistem projesine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/304) (Başkanlığa geliş
tarihi: 3/10/2007) 70.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, bir belediyeye ait spor
kulübüne haksız bağış toplandığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/305) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 71.- Adana
Milletvekili Kürşat ATILGAN’ın,
turizm yatırımı amacıyla tahsis edilen hazine ve orman arazilerine ilişkin
Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/306) (Başkanlığa geliş
tarihi: 2/10/2007) 72.- Muğla
Milletvekili Ali ARSLAN’ın,
Güvercinlik Köyü yeni arıtma tesisi projesine ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/307) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 73.- Yalova
Milletvekili Muharrem İNCE’nin, İstanbul İl Kültür
Müdürlüğünce kiralamalarda usulsüzlükler yapıldığı iddialarına ilişkin Kültür
ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/308) (Başkanlığa geliş tarihi:
3/10/2007) 74.- Bursa
Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Bursa’nın 2023
strateji planı kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/309) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 75.- Kırklareli
Milletvekili Tansel BARIŞ’ın,
Kırklareli’nde bulunan tarihi ahşap evlere ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/310) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 76.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan KÖKTÜRK’ün, okulların fiziki
alt yapı ve donanım eksikliğine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/311) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 77.- İzmir
Milletvekili Kemal ANADOL’un, ilköğretim ve
ortaöğretim tabelalarının farklı
renklere boyanacağı iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/312) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 78.- Yalova Milletvekili Muharrem İNCE’nin, OKS yerleştirme sonuçlarına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/313) (Başkanlığa geliş tarihi: 25/9/2007) 79.- Yalova Milletvekili Muharrem İNCE’nin, Şemdinli’deki eğitim imkanlarına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/314) (Başkanlığa geliş tarihi:
25/9/2007) 80.- Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in, Antalya’da yeni açılan bazı liselerin
sorunlarına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/315) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 81.- Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in, ilköğretim okullarının sınıflarındaki Türk
Bayrağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/316) (Başkanlığa
geliş tarihi: 28/9/2007) 82.- Mersin Milletvekili İsa GÖK’ün, ortaöğretim sınav sistemindeki değişikliğe ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/317) (Başkanlığa geliş tarihi:
2/10/2007) 83.- Bartın Milletvekili Muhammet
Rıza YALÇINKAYA’nın, Bartın’daki bazı okul
binalarının güçlendirilmesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/318) (Başkanlığa geliş ta-rihi:
2/10/2007) 84.- Bursa Milletvekili Abdullah ÖZER’in, öğretmenlere sevkli olduğu halde ek ders ücreti
ve-rilmesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/319) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 85.- İstanbul Milletvekili Ayşe
Jale AĞIRBAŞ’ın, İstanbul’da depreme karşı çürük
raporu ve-rilen ilköğretim okullarına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/320) (Başkanlığa geliş tarihi:
2/10/2007) 86.- Mersin Milletvekili Mehmet ŞANDIR’ın, sözleşmeli öğretmenlerin özlük haklarına ve sözleşmelerine ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/321) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 87.- Mersin Milletvekili Mehmet ŞANDIR’ın, sözleşmeli öğretmenlerin özlük haklarına ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/322) (Başkanlığa geliş tarihi:
3/10/2007) 88.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN’in, Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesi Başhekiminin görevden alınmasına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/323) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/9/2007) 89.- Çanakkale Milletvekili Ahmet KÜÇÜK’ün, yeşil kart uygulamasına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/324) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 90.- Kastamonu Milletvekili Mehmet
SERDAROĞLU’nun, yeşil kartların iptaline ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/325) (Başkanlığa geliş tarihi:
1/10/2007) 91.- İstanbul Milletvekili Ayşe
Jale AĞIRBAŞ’ın, İstanbul’daki hastanelerin depreme
karşı güçlendirilmesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/326)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 92.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN’ın, Ortaca Devlet Hastanesine ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/327) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 93.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN’ın, Dalaman Devlet Hastanesine ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/328) (Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 94.- Aydın Milletvekili Ali UZUNIRMAK’ın, yeşil kart uygulamasına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/329) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 95.- İzmir Milletvekili Oktay VURAL’ın, lenf kanseri tedavisinde kullanılan bir ilaca
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/330) (Başkanlığa geliş
tarihi: 3/10/2007) 96.- Kastamonu Milletvekili Mehmet
SERDAROĞLU’nun, TSE’nin helal sertifikasıyla ilgili
çalışması olup olmadığına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/331) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 97.- Balıkesir Milletvekili
Hüseyin PAZARCI’nın, Dahilde İşleme Rejimi kapsamında
zeytinyağı ithalatına izin verildiği iddiasına ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/332) (Başkanlığa geliş tarihi: 1/10/2007) 98.- Bursa Milletvekili Onur ÖYMEN’in, teşvik kapsamına alınan illere ve Bursa’nın
teşvik kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/333) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 99.- Antalya Milletvekili Hüsnü ÇÖLLÜ’nün, Antalya Organize Sanayi Bölgesinin arazi ihti-yacına ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/334) (Başkanlığa geliş tarihi:
3/10/2007) 100.- Kastamonu Milletvekili
Mehmet SERDAROĞLU’nun, kuraklıktan zarar gören
çiftçilere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/335) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 101.- Balıkesir Milletvekili Ahmet
Duran BULUT’un, kuraklıktan etkilenen zeytin
üreticisine destek verilip verilmeyeceğine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/336) (Başkanlığa geliş tarihi: 26/9/2007) 102.- Ankara Milletvekili Yılmaz ATEŞ’in, kuraklığın tarım sektörüne etkilerine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/337) (Başkanlığa geliş tarihi: 27/9/2007) 103.- İstanbul Milletvekili Hasan MACİT’in, damızlık sığır ithalatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/338)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 104.- Bursa Milletvekili Abdullah ÖZER’in, Bursa Sığır Yetiştiricileri Birliğinin süt ve
buzağı teşviklerini ne zaman ödeyeceğine ve Bursa’nın kuraklıktan etkilenen
iller kapsamına alınmamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/339) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 105.- Bursa Milletvekili Onur ÖYMEN’in, Bursa’nın havayolu ulaşımına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/340) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 106.- Bursa Milletvekili Onur ÖYMEN’in, Bursa-İstanbul arasındaki deniz ulaşımına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/341) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 107.- Bursa Milletvekili Onur ÖYMEN’in, Bursa İlinin demiryolu bağlantısı projesine
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/342) (Başkanlığa geliş tarihi: 28/9/2007) 108.- Gaziantep Milletvekili Akif EKİCİ’nin, Gaziantep Havalimanına kargo terminali kurulup
kurulmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/343)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2/10/2007) 109.- Mersin Milletvekili Mehmet ŞANDIR’ın, Silifke-Anamur arasındaki yol genişletme
çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/344)
(Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 110.- Konya Milletvekili Atilla KART’ın, Hatay ve Mardin güzergahında mayından temizlenen
araziye ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/345) (Başkanlığa
geliş tarihi: 28/9/2007) 111.- Bartın Milletvekili Muhammet
Rıza YALÇINKAYA’nın, AB katılım öncesi mali yardım
fonlarından bazı illerin yararlanamadığı iddiasına ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Nazım EKREN) yazılı soru önergesi (7/346) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2/10/2007) 112.- Bartın Milletvekili Muhammet
Rıza YALÇINKAYA’nın, Bartın’da artan aile içi
şiddet olaylarına ilişkin Devlet
Bakanından (Nimet ÇUBUKÇU) yazılı soru önergesi (7/347) (Başkanlığa geliş
tarihi: 2/10/2007) 113.- Zonguldak Milletvekili Ali
İhsan KÖKTÜRK’ün, su havzalarının ve sulak alanların
korunmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/348)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 114.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN’ın, Bodrum’daki Torba Kavşağı projesinin
tamamlanmamasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/349)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007) 115.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN’ın, Elektrik
kesintilerine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru
önergesi (7/350) (Başkanlığa geliş tarihi: 3/10/2007) 17
Ekim 2007 Çarşamba BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 15.00 BAŞKAN:
Köksal TOPTAN KÂTİP
ÜYELER : Yusuf COŞKUN (Bingöl), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 8’inci Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter sayısı vardır,
gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır. Anayasa’nın 92’nci maddesine
göre Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum: III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER 1.-
Türk Silahlı Kuvvetlerinin, bir yıl süreyle, Irak’ın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla,
sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesine
ve görevlendirilmesine Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin
verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi (3/199) 15/10/2007 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye, Irak’ın kuzey bölgesinde
yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve halkının
huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine ve
toprak bütünlüğüne yöneltilmiş ciddi bir terörist saldırı ve açık
bir tehditle karşı karşıyadır. Dost ve kardeş Irak’ın toprak
bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük
önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak’ın kuzeyindeki
mevcudiyetine ve faaliyetlerine son verilmesini sağlamak amacıyla
uzunca bir süredir yoğun siyasi ve diplomatik girişimlerde ve uyarılarda
bulunmuştur. Bu çabalarımızdan istenilen sonuçların alınması bugüne
kadar mümkün olmamıştır. Türkiye’ye yönelik terörist
saldırılar ve tehdide karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası
olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak
üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe
belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak’ın
kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının
bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak
üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi
ile mücavir alanlara gönderilmesine ve görevlendirilmesine Anayasa’nın
92 nci maddesi uyarınca bir yıl süreye izin verilmesini
arz ederim. Recep
Tayyip ERDOĞAN
Başbakan BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre
görüşme açacağım. Gruplara, Hükûmete
ve şahıs adına iki üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri gruplar ve Hükûmet adına yirmişer dakika, şahıslar için ise on
dakikadır. Tezkere üzerinde söz alan milletvekillerimizin isimlerini okuyorum: Gruplar adına,
DTP adına Sayın Selahattin Demirtaş,
Diyarbakır; Cumhuriyet Halk Partisi adına İstanbul Milletvekili
Sayın Şükrü Elekdağ. Şahısları adına
Sayın Ülkü Güney, Bayburt; Sayın Mehmet Emin Tutan, Bursa; Sayın Mustafa
Ataş, İstanbul; Sayın Hüseyin Pazarcı, Balıkesir;
Sayın İsa Gök, Mersin; Sayın Şükrü Elekdağ,
İstanbul; Sayın İsmail Bilen, Manisa; Sayın Mehmet Çerçi, Manisa; Sayın
Agâh Kafkas, Çorum; Sayın Selami Uzun, Sivas;
Sayın Ahmet Aydın, Adıyaman; Sayın Fahrettin Poyraz, Bilecik; Sayın
Faruk Koca, Ankara; Sayın Ramazan Başak, Şanlıurfa; Sayın Suat Kılıç,
Samsun; Sayın Ayhan Sefer Üstün, Sakarya; Sayın Kerim Özkul, Konya; Sayın Azize Sibel Gönül, Kocaeli; Sayın
Ahmet Gökhan Sarıçam, Kırklareli; Sayın Turan Kıratlı, Kırıkkale;
Sayın Mehmet Müezzinoğlu, İstanbul; Sayın Veysi Kaynak, Kahramanmaraş; Sayın Gülşen Orhan, Van; Sayın Hasan Özdemir,
Gaziantep. Gruplar adına
konuşmalara başlıyoruz. İlk söz, DTP adına
Sayın Selahattin Demirtaş’ın.
Sayın Demirtaş, buyurun. Konuşma süreniz
yirmi dakikadır. DTP ADINA SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Kuzey Irak Bölgesi ve mücavir alanına gönderilmesi ve görevlendirilmesi
için Hükûmete yetki verilmesine dair Başbakanlık
tezkeresi hakkında DTP Grubu adına görüşlerimizi sunmak üzere huzurlarınızda
bulunmaktayım. Öncelikle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
son günlerde ülkemizde tekrardan tırmanan eylemler ve çatışmalar
neticesinde, hepimizi derinden yaralayan, içimizi bir kez daha
kanatan ve gencecik evlatlarımızın yaşamına mal olan vahim sonuçlar
ortaya çıkmış, akabinde, bir sınır ötesi operasyon fikri ağırlık kazanmış ve en nihayetinde, Bakanlar Kurulunun
önerisiyle Kuzey Irak’a asker gönderilebilmesi yetkisinin bir
yıllığına Hükûmete verilmesi Türkiye Büyük
Millet Meclisinden talep edilmiştir. Neredeyse yirmi
dört yıldır devam eden ve terörle mücadele konsepti
çerçevesinde yürütülen binlerce yurt içi operasyona ek olarak, üçü
geniş kapsamlı olmak üzere toplam yirmi dört defa sınır ötesi harekât
gerçekleştirilmiştir. Bugün yaşanan
tabloyu göz önünde bulundurduğumuzda, söz konusu operasyonların
tümüyle pozitif sonuç yaratıp yaratmadığını tartışmayı gereksiz
buluyoruz. Ancak, bu operasyonların sonucunda yaşanan can kayıpları,
ekonomik kayıplar, bu nedenle ülkemizin uluslararası ilişkilerde
yaşadığı sancılar, toplum olarak çektiğimiz acılar, maalesef,
hâlen etkilerini sürdürmektedir. Yirmi dört yıldan
bu yana yaşanan olaylar neticesinde kırk binden fazla insan yaşamını
yitirmiş, on binlercesi yaralanmış, ülkenin 300 milyar doları harcanmış,
binlerce yerleşim birimi boşaltılmış ve insanlar zorunlu göçe tabi
tutulmuş, yüz binlerce insan tutuklanmış, işkencelere maruz kalmış,
ülkenin bir bölümü çeyrek asır boyunca sıkıyönetim ve olağanüstü
hâl rejimiyle yönetilmiş, temel hak ve özgürlükler uzun yıllar boyunca
askıya alınmış, doğusuyla batısıyla bütün ülke bu yaşananların
ağır faturasını hep birlikte ödemek durumunda kalmıştır. Yaşanan
bu olaylar neticesinde ağır ekonomik krizler ortaya çıkmış. Buna
bağlı olarak işsizlik, açlık ve yoksulluk vatandaşlarımızın neredeyse
kaderi hâline gelmiştir. Saygıdeğer milletvekilleri,
çoğu zaman çözüm konusunda kamuoyunun oldukça umutlandığı süreçlerde
dahi anlaşılması güç gelişmeler nedeniyle, maalesef, akan kanın
durması bir türlü sağlanamamıştır. Toplumsal barış ve huzur herkes
açısından ortak bir talep olmasına rağmen, çözüm konusunda yapıcı
olmayan yaklaşımların varlığı çözümü zorlaştırmaktadır. Yaşanan
çatışmalardan en çok ve doğrudan etkilenen doğu ve güneydoğuda yaşayan
vatandaşlarımız ile Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan ve
şu ya da bu şekilde olumsuz etkilenen diğer vatandaşlarımızın
tümü, artık, akan kan dursun istiyor ve akan kanın durması konusunda
haklı olarak bütün yurttaşlarımız, bütün vatandaşlarımız sesini
yükseltmeye başlamıştır. Diyarbakır’da yaşayan vatandaşlarımız
da, Samsun’da yaşayanlar da, Aydın’da yaşayanlar da artık, bu kan
dursun istiyor. Bu ülkede her gün bir eve yangın düştüğüne dair haberlerle
güne başlamak istemiyor yurttaşlarımız. İnsanlarımızın birbirini
daha fazla sevdiği, birbirine daha fazla güvendiği, el ele verip
ülkenin kalkınması için tek yürek olarak geleceğe baktığı, umutla
baktığı günleri özlüyor, umut ediyor herkes. Daha mutlu bir gelecek, sağından
soluna, muhafazakârından liberaline, sosyalistine kadar her kesimin
özlemidir ve tabii ki, haklı beklentisidir. Ancak, bu doğal beklentiler
kadar doğal olan bir başka şey de çözüm konusundaki farklı yaklaşımlar,
farklı önerilerdir. Bu da, demokratik bir tartışma, demokratik bir
dayanışma kültürünün olmazsa olmazıdır. Eğer, ortak hassasiyetlerimiz
ülkemizin birliği ve bütünlüğü içerisinde daha güçlü bir demokratik
toplumu inşa etmekse, buna ulaşmanın yol ve yöntemleri konusunda
birbirimizi daha fazla dinlemeye, daha fazla anlamaya, birbirimize
daha fazla inanmaya ve güvenmeye ihtiyaç vardır. Bu ülkede çekilen acıların
ortak acılarımız olduğu bilincinden hareketle, yaşanan acı deneyimlerimizi
daha güçlü bir Türkiye’nin yaratılması hedefinde buluşturabilmeliyiz.
Dökülen her damla kanın bizi biraz daha acılı bir topluma, biraz daha
yaraları zor kapanacak bir ülkeye dönüştürdüğünü herkesin görebildiğine
inanıyoruz. Saygıdeğer milletvekilleri,
değerli arkadaşlar; bu çerçevede partimize yönelik haksız itham,
tehdit ve hakaretlerin demokratik kültüre aykırı olduğu bu yaklaşımların
toplumdaki olumsuz yansımalarının da hesap edilmesi gerektiği
inancındayız. Türkiye’de sanki sınır ötesi
operasyona karşı çıkan hiç kimse yokmuş gibi 549 milletvekilinin
de “evet” oyu kullanması yönündeki baskıcı yaklaşım, halkın iradesini
görmezden gelen bir siyasi anlayıştır. Eğer burası Millet Meclisi
ise -ki öyle, burası milletin Meclisi- o hâlde milletin içindeki
farklı seslerin buradan yankılanması hoş görülmeli, demokratik
teamüller çerçevesinde değerlendirilmelidir. Eğer hepimiz
“evet” diyeceksek, peki, günlerdir sınır ötesi operasyonların fayda
getirmeyeceğine inandığını söyleyen aydınların, yazarların,
akademisyenlerin sesi bu Mecliste nasıl duyulacak? Ki bunların büyük
bir kısmı DTP’li de değildir. Eğer bu Mecliste sadece DTP sınır ötesi
operasyona “hayır” diyecekse, bu farklılıklar, bu farklı sesler Mecliste
yankılanmamış, yansımamış olacaktır. İşte bu sonuç, baskıcı, farklılıkları
reddeden, farklılıkları kendi içerisinde bir güç, bir dayanışma gücü
olarak kabul etmek bir yana, eritmeyi, yok etmeyi hedefleyen baskıcı
bir anlayışın ürünüdür. Saygıdeğer milletvekilleri,
özellikle, ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte Orta Doğu’da değişen
güç dengeleri, yaşadığımız bu sorunun giderek uluslararası bir
hâl almasına ve aktör sayısının artmasına neden olmuştur. Devletler
arasındaki çıkar çatışmaları çözümün ortaya çıkmasını engellemiş,Türkiye’de
yaşanan çatışmalardan değişik şekillerde çıkar elde etmek isteyen
ulusal ve uluslararası güç odakları sorunun çözümünü zorlaştıran
ve giderek de karmaşıklaşmasına yol açan bir politika izlemeyi
kendileri açısından daha faydalı görmüşlerdir. Bu tehlikeli politikaların
yarattığı siyasi ve ekonomik rantla beslenen güç odaklarına karşın,
işin, bedel, acı ve gözyaşı kısmı, her zaman olduğu gibi, yoksul ve
emekçi halkımızın sırtına yüklenmiştir. Oysa, Türkiye’nin içinde
ve ülkenin iç dinamikleriyle demokratik diyaloglar kurularak,
daha farklı neler yapılabileceğini bu Mecliste tartışarak, çözümü
hep birlikte yaratıp, bu güç odaklarının hesaplarını boşa çıkarabiliriz
inancındayız. Şimdi artık, sınır
ötesi operasyonlardan ziyade, en az denediğimiz ve bizce en etkili,
en zahmetsiz, ülkemiz açısından en kazançlı yol olan demokratik tartışma
ve sivil çözüm yöntemlerini gündemimize almak durumundayız. Her
şeyden önce, şiddeti ve ırkçılığı övmeyen, teşvik etmeyen her türlü
düşüncenin, demokrasiyi geliştirme amacıyla ifade edilmesi serbest
olmalıdır. Bu ülkenin vatandaşlarının, düşüncelerini, korkmadan,
baskı altına alınmadan, siyasi lince tabi tutulmadan
tartışabileceği ortam sağlanmalıdır. Bununla birlikte, partimiz
Demokratik Toplum Partisinin demokratik yaşamda sağlayabileceği
faydalar ve fırsatlar, daha serinkanlı bir şekilde değerlendirilmelidir.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi bu konuda daha fazla inisiyatif alabilmeli, sırf güvenlik
yöntemleri yerine, ekonomik, sosyal ve siyasal açılımlarla, yeni
bir başlangıç, yeni bir umut yaratarak, bütün topluma, çözüm konusunda
inanç yaymalıdır. Öyle ki, bu konuda çözüm isteyen herkes Türkiye
Büyük Millet Meclisine inanmalı ve güvenmelidir. Ancak gelinen
aşamada, en azından psikolojik olarak, bu noktadan giderek uzaklaşıldığını üzüntüyle ifade etmek durumundayım.
Elbetteki bunda her birimizin, her birimizin, her kesimin belli ölçülerde
sorumlulukları vardır. Şimdi tartışılan
tezkere konusu, yukarıda ifade etmeye çalıştığım sancılı süreçlerin
tekrarı olmak bir yana, bu defa bünyesinde daha ciddi riskleri taşıyan
bir sürecin habercisidir. Her şeyden önce “sınır ötesi” dediğimiz
yerde, Türkiye’yle operasyon konusunda uzlaşmamış bölgesel bir
Kürt yönetimi ile merkezî bir Irak yönetimi mevcuttur. Önceki durumlardan
farklı olarak, bu defa, Amerika Birleşik Devletleri gibi Irak’a işgali
gerçekleştirmiş uluslararası bir güç bulunmaktadır. Bütün bu aktörlerin
konumlanma durumu sınır ötesi bir operasyonda yaşanacak can kayıplarının
artması yanında siyasi olarak da bir bataklığa saplanmamıza yol
açma riskini ciddi şekilde taşımaktadır. Uluslararası
hukuk açısından da tartışmalara yol açacak olan böylesi bir operasyon,
Türkiye’yi savaşan ülke konumuna düşürebilecektir. Kaldı ki,
bütün bu riskler bir an için bile göze alınsa, askerî açıdan başarılı
olduğu kabul edilen bir sınır ötesi operasyon yapılsa dahi sorunun
bir müddet sonra daha yakıcı bir şekilde karşımıza çıkmasını nasıl
engelleyeceğiz? Bölgede zaten felce uğramış olan ekonomik yaşam
bir sınır ötesi operasyonla birlikte giderek daha da kötüleşecek,
içinden çıkılmaz hâle gelecek, daha fazla yoksulluk, daha fazla işsizlik,
daha az demokrasi, daha az özgürlükler gündeme gelecektir ve bu gibi
ortamların, daha fazla işsizlik, daha az özgürlüğün, yoksulluğun
olduğu ortamların da ne tür sonuçlara yol açtığını sanırım ifade
etmeye gerek yoktur. Dolayısıyla, bu kısır döngüden kurtulup Türkiye
Cumhuriyeti’nin medeni yurttaşları olarak demokrasi içerisinde
üreteceğimiz çözümlerle Ankara’yı her vatandaşımız için aynı zamanda
umudun başkenti yapabilmeliyiz. Bizim her hâl ve koşulda yüzümüz
Ankara’ya, gönlümüz demokrasiye ve barışa dönük olacaktır. Görünen
odur ki, bu tezkere, Hükûmetin ve diğer partilerin
desteğiyle Meclisin onayını alacaktır. Ancak, buna rağmen, bizim
de temennimiz bu tezkerenin kullanılmak zorunda kalınmaması, bir
tek insanımızın dahi burnu kanamadan bu sorunun çözülmesidir. Bu
farklı siyasi yaklaşım, inanç ve temennilerimizle Türkiye Büyük
Millet Meclisine güç kattığımızı, bu duruşumuz sayesinde farklı
ve daha vahim gelişmeleri bir ölçüde engelleme ve bu vesileyle çözüm
için hâlâ bir şans olarak katkı sunma inancımızı ifade etmek isteriz. Değerli arkadaşlarım,
bize oy vererek buraya gönderen seçmenlerimizin bizden isteği de
tam olarak budur. Bunun bir gereği olarak barış ve kardeşlik dilini
geliştirmeye gayret eden bir anlayışla sizlerle yürek yüreğe vermeye
hazır olduğumuzu ifade ederken, açıklamaya çalıştığımız inanışlarımız
ve kaygılarımız nedeniyle tezkere konusunda “hayır” oyu kullanacağımızın
bilinmesini isteriz. Türkiye'nin hak
etmediği bu kaotik durumdan kurtulup daha aydınlık bir geleceği
hep birlikte kurgulayacağımız günlere olan inancımızla, partim ve
şahsım adına yüce heyetinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
(DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Demirtaş. Söz sırası Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Sayın Şükrü Elekdağ’da. Sayın Elekdağ, buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Elekdağ, konuşma süreniz yirmi dakikadır. CHP GRUBU ADINA
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının sınır ötesi harekât ve müdahalede
bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey
bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesine ve görevlendirilmesine
Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine
dair tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini
açıklamak amacıyla söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılarımı
sunarım. Değerli arkadaşlarım,
hepinizce bilindiği üzere, Cumhuriyet Halk Partisi, uzunca bir süredir,
Türkiye'nin PKK’ya ve ona destek verenlere karşı yürüttüğü politikanın
caydırıcı bir niteliğe sahip olabilmesi için gereğinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Kuzey Irak’a müdahale edebilmesine imkân verecek
bir Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla desteklenmesinin gerekli
olduğunu birçok defalar önermişti. Bu nedenle, biz Cumhuriyet Halk
Partisi olarak Hükûmetin söz konusu amaca yönelik
bu tezkereyi Meclisin onayına sunmasını olumlu karşılıyoruz. Cumhuriyet
Halk Partisi olarak tezkereye “evet” oyu vereceğiz, “evet” oyu vereceğiz.
Tezkerenin
millî dayanışma ruhu içinde hep birlikte desteklenmesine de terörle
mücadelede ortak bir iradeyi yansıtması açısından önem atfediyoruz.
Bu bakımdan, Sayın Başbakanın dün AK Parti grup toplantısında belirttiği
şu görüşe tamamen katılıyoruz: “Terörle mücadele konusu bir
millî meseledir, bir devlet meselesidir, tüm siyasi parti ve kurumların
ortak duruş sergilemesi gereken bir meseledir. Terörle mücadele
kesinlikle bir siyasi polemik veya siyasi rant sağlama meselesi
değildir.” Biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak terör konusunu yepyeni
bir anlayışla ele almamız lazım geldiğine inanıyoruz. Terör bugün
partileri ve hükûmetleri aşan devasa, çok yönlü,
çok boyutlu bir sorun hâline gelmiştir. Bu açıdan, daha fazla gecikmeden
bir millî terör stratejisi oluşturulması gayet isabetli olacaktır.
Bu hususu Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal, bundan önce birçok
defalar dile getirmişti. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde terör konusunun askerî, siyasi,
ekonomik, sosyal ve diplomatik boyutlarının ele alınarak tartışılması
ve terörle etkin bir mücadele politikasının oluşturulması yaşamsal
bir önem kazanmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi, böyle bir inisiyatife
canıgönülden destek verecektir. Türkiye’nin
tehdit algılamasının kısa bir değerlendirilmesinin yapılması,
tezkere hakkında belirteceğimiz görüşlerin daha iyi anlaşılmasına
imkân verecektir. Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin
bugün karşılaştığı tehdidin birbiriyle iç içe geçmiş dört boyutu
mevcuttur ve bu niteliğiyle ülkemiz için yaşamsal bir tehlike arz
etmektedir. Tehdidin birinci boyutunu,
Irak’ın kuzeyinde konuşlanmış olan ve Kuzey Irak yerel yönetimi tarafından
Türkiye’ye karşı bir piyon olarak kullanılan PKK unsurları oluşturuyor.
Bu bağlamda Amerika, PKK’ya ve onun İran’ı hedef alan yan kolu niteliğindeki
PJAK’a, bölgesel planlarında elinden çıkartmak
istemeyeceği etkili kartlar olarak bakıyor. Tehdidin ikinci boyutunu, ülkemizi
bölmeye yönelik siyasi bir projenin gerçekleştirilmesini hedef
alan PKK’nın Türkiye’de konuşlanmış unsurları ve onun siyasi uzantısı
oluşturuyor. Tehdidin üçüncü boyutunu,
esas hedefi bağımsız bir Kürt devleti kurmak, sonra da Türkiye üzerinden
Akdeniz’e çıkarak büyük Kürdistan projesinin
ilk aşamasını gerçekleştirmek olan ve PKK’yı bölgesinde barındırarak
ona her türlü desteği sağlayan Barzani’nin otoritesindeki Kuzey
Irak bölgesi oluşturuyor. Barzani, PKK’yı, bağımsızlık
ilanında ve Kerkük’ün ilhakında Türkiye’ye karşı bir pazarlık unsuru
olarak kullanmak amacıyla silahlı bir güç olarak elinin altında tutuyor.
Tehdidin dördüncü boyutu
ise, sözde “stratejik müttefikimiz” Amerika’nın tutumundan kaynaklanıyor.
Değerli arkadaşlarım, Amerika’nın
Irak’a müdahalesinin askerî ve siyasi açılardan tam bir fiyaskoya
dönüştüğü artık açık ve seçik görülüyor. Geçen yıl Becker
ve Hamilton ikilisine hazırlattırılan ve çoğu
zaman “akil adamlar raporu” diye anılan Irak Çalışma Grubu Raporu da
esasen şu sonuca varmıştı: “Irak’ta öylesine felaket bir altyapı
oluşturulmuştur ki, bu koşullarda bir askerî zafer imkânsızdır.” Durum bugün de vahametini koruyor.
Nitekim, kısa süre önceye kadar Irak’taki Amerikan kuvvetlerine
komuta etmiş olan General Ricardo Sanchez, üç gün önce verdiği bir beyanatta ülkesinin
Irak’taki durumunu “Irak sonu gelmeyen bir kâbus hâline dönüştü” diye
tanımlamıştır. Bu koşullarda Amerika, tüm
Irak’ın çözülüp dağılması gündeme geldiği zaman Kuzey Irak’ta
Kürt bölgesine yerleşmeyi planlıyor. Daha doğrusu bu seçeneği elinde
tutmak istiyor. Bu bölge petrol üzerine oturmuştur
ve Amerika için tüm Orta Doğu petrol bölgesini denetim altına alabileceği
bir konuma sahiptir. Sözünü ettiğim plan uyarınca
Washington, Irak’taki üslerinin ve kuvvetlerinin bir bölümünü
bölgeye kaydıracak ve Amerikan kamuoyuna sonradan şunları söyleyecektir,
diyecektir ki: “Irak macerasında kaybedilen canlar ve harcanan paralar
heba olmadı, ülkenin kuzeyinde dost ve müttefik bir demokratik devlet
kuruldu ve Amerika burayı bir stratejik platform ve Orta Doğu ve Körfez
bölgesindeki yaşamsal çıkarlarını denetleyecek bir merkez olarak
kullanacak. Evet, Amerika’nın, Kuzey Irak’lı
Kürt liderlerin PKK’yı barındırmalarına, silahlandırmalarına
göz yumması ve Türkiye’ye karşı onları himayesi altına almasının
altında bu hesaplar yatıyor. Değerli arkadaşlarım, Amerika’nın
Kuzey Irak’a yönelik resmî politikası, bu bölgenin Irak’ın federal
statüde bir parçası olduğu şeklindedir. Amerikalı yetkililerin
açıklamaları da bu çizginin, bugüne kadar, hiçbir şekilde dışına
çıkmamıştır. Ancak Washington’un
uygulamaları açıklanan politikasıyla tamamen ters istikamette
olmuştur ve Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulması
için her türlü önlemi almaya yönelmiştir. Nitekim, Kürtlere, anayasada
ve siyasi yapılanmada sayılarının üzerinde bir güç tanınmış, askerî
açıdan onların Bağdat’a bağlı olmamaları kabul edilmiş, Irak ordusunun
Kuzey Irak otonom bölgesine girmesi yasaklanmış ve Kürt ordusu Amerika
tarafından silah ve teçhizat ile donatılmıştır. Ayrıca, Peşmergelerin idari ve askerî kontrolüne bırakılmış
olan Kerkük’ün demografik yapısının Kürtlerce illegal ve kapsamlı
bir şekilde değiştirilmesine göz yumulmuştur; Kerkük’ün özerk bölge
statüsünün değiştirilerek aidiyetinin referandumla saptanmasına
hukuki zemin hazırlanmış; Türkmen yurdu, Telafer
Kürt bölgesine bağlanmış ve Türkmenlerin zor ve zulüm yoluyla siyasi
süreçten dışlanmalarına göz yumulmuştur; Bunlara, Amerika’nın,
Kuzey Irak yerel yönetimi üzerinde PKK’yı etkisiz kılmaları için
gerekli baskıyı yapmamaları ile PKK’nın lojistik ikmal yollarını
kesmemiş olmasını da ilave etmek doğru olacaktır. Değerli arkadaşlarım,
bu son noktayı, geçen hafta Sayın Egemen Bağış ve Sayın Gündüz Aktan
ile Washington’a Ermeni iddiaları ile ilgili olarak yaptığımız
ziyaret sırasında görüştüğümüz üst düzey Amerikalı yetkililerle
ele almak imkânını buldum. Görüştüğümüz Dışişleri Bakanlığı Müsteşarına
-üç numaralı adam- şu soruyu sordum: “Amerika, Irak’ta fiilî işgal
kuvveti olarak, neden Kuzey Iraklı Kürt liderler üzerinde baskı yaparak,
onları, PKK’nın Türkiye’ye saldırılarını engellemeye ve terör
örgütüne verdikleri desteği kesmeye zorlamıyor?” Muhatabımız,
ellerinden geleni yaptıklarını ama sonuç alamadıklarını söyleyince,
bu sefer ben şöyle konuştum: “Amerika bu hususta kararlı davranır
ve ağırlığını koyarsa anılan liderler Amerika’ya hayır diyemezler,
böyle bir lüksleri yok.” Bundan sonra da sayın muhatabımdan, seçmenlerimin
bu konudaki sorularını tatminkâr bir şekilde yanıtlayabileceğim
bir görüş istedim. Muhatabım önceki yanıtını tekrarlamakla yetinince,
Amerika’nın bu tutumunun, seçmenlerime ve Türkiye’deki birçok
insana, Amerika’nın Kuzey Irak’a yönelik gizli bir gündemi olduğunu
düşündürdüğünü söyledim; evet, muhatabımın gözlerinin içine bakarak.
Fakat, bu ifadelerim de Amerikan dış politikası konusunda yetkiyle
konuşabilecek bir konumda olan muhatabımız tarafından sükûtla karşılandı.
Savunma Bakanlığındaki
üst düzey yetkiliyle de aynı şekilde bir diyaloğum
oldu. Muhatabıma, Türk kamuoyunun, Amerika’yla ilişkilerine,
Amerika’nın dostluğuna çok büyük önem atfettiğini, fakat Türk kamuoyunun
Amerika’nın PKK’ya yönelik tutumundan büyük düş kırıklığı duyduğunu,
anketlerin, Türk kamuoyunun yüzde 90’ının Amerika’ya güven duymadığını,
bu politikayı değiştirmedikleri takdirde ittifak ilişkilerimizin
daha da ağır yaralar alacağını ve iş birliğimizin tehlikeye düşeceğini
vurguladım. Ancak, muhatabımız “Türkiye sabırlı olmalı” demekten
başka bir şey söyleyemedi. Değerli milletvekilleri,
görüleceği üzere, dostluğuna çok büyük değer verdiğimiz Amerika’nın
Irak’a yönelik stratejisi bağlamında, Türkiye’ye yönelik iki
yönlü -diplomatik nezaket göstererek ikiyüzlü demiyorum- ve ülkemizin
çıkarlarını hiçe sayan politikası, artık, tam bir netlik kazanmış
durumdadır. Hem Kuzey Irak’ta
bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına her türlü desteği vererek bu
seçeneği elde tutmayı hem de Türkiye’yle ittifak ilişkilerini
sürdürmeyi öngören bu politika, Washington’un Ankara’yı idare
edebileceği ve onun çıkarlarına göre yönlendirmekte zorlukla karşılaşmayacağı
varsayımına dayanıyor. Amerika’nın
Irak stratejisi Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmıyor. Türkiye
bu stratejiye bağımlı kaldıkça, güvenliği açısından gerekli önlemleri
almaktan ve kaderine sahip çıkmaktan âciz bir ülke konumunda olacaktır.
Zannediyorum
buraya kadar söylediklerimle, içten bölünmeyle birlikte dıştan
da parçalanma tehdidini aynı anda yaşayan Türkiye’yi, içeriden
ve dışarıdan kıskaç altına alan ve aralarındaki sinerji etkisiyle
süratle tırmanma istidadında olan dört boyutlu tehdidin niteliklerini
ortaya koymuş oldum. Değerli milletvekilleri,
kanımca bu dört boyutlu tehdit ülkemizin soğuk savaş döneminde karşılaşmış
olduğu tehditten çok daha ağır ve çok daha vahimdir. Bu durum şu nedenlerden
ileri geliyor değerli arkadaşlarım: Birincisi,
hâlen karşılaştığımız tehdidin Türkiye’nin bugüne kadar çözme
iradesini gösteremediği bir iç boyutu vardır. Buna bugün girme
imkânım yok, zaman buna müsaade etmiyor, fakat bu son derece önemli.
İkincisi, Türkiye’nin
müttefiklerinin -yani Amerika ve Avrupa Birliğine üye bazı devletler-
bu tehditle mücadelede Türkiye’nin yanında değil karşısında yer
almışlardır. Gerçekte, Türkiye’nin sözde müttefikleri, söz konusu
tehdidin iç ve dış unsurlarının palazlanmasına yardım etmektedirler.
Üçüncüsü, Türk Hükûmetinin, bu dört boyutlu tehdidi, bu sizlere
arz ettiğim bütünlük, kapsam, vüsat ve niteliğiyle değerlendirmek
suretiyle bir strateji oluşturmamış olmasından ileri geliyor. Dördüncüsü,
Türk kamuoyu ve medyası, tehdidin tüm boyutlarıyla kapsam ve niteliğinin
farkında değildir. Değerli milletvekilleri,
bu gerçekleri ortaya koyduktan sonra, tezkere hakkındaki değerlenmemizi
sizlerle paylaşacağım. Sayın Başbakan,
dün, AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmada iki noktanın altını
çizdi: Bunlardan birincisi,
muhtemel sınır ötesi harekâtın hedefinin “sadece ve sadece terör
örgütü” olduğu hususudur. İkincisi ise,
kimsenin, tezkerenin arkasında başka bir amaç ve hedef aramaması
gerektiğini, Irak’ın bizim komşumuz ve oradaki insanların bizlerin
kardeşleri olduğunu, harekâtın ne sivil insanlara ne de Irak’ın siyasi
birlik ve bütünlüğüne yönelik olmayacağını vurguladı. Bu ikinci
nokta üzerinde Sayın Başbakanla tamamen aynı görüşteyiz. Birinci nokta
üzerinde ise yorumlarımız var. Değerli arkadaşlarım,
olaylar, Türkiye’yi Irak’a yeni bir politika uygulama ve bunun
bir sonucu olarak da müdahale noktasına getirmiştir. Tezkere, işte
bu yeni politikayı yansıtıyor. Bu yeni politika
döneminde harekâtın hedefi ne olacaktır? Harekâtın temel
hedefi, sadece yakalayabildiğimiz PKK’lıları etkisiz hâle getirmek
değildir. Tabiatıyla bu yapılacaktır. Fakat iş bununla bitmiyor.
Bu, asimetrik bir savaştır değerli arkadaşlarım. PKK’nın düzenli
ordusu, tank birlikleri, havaalanları, fabrikaları olmadığına
göre hedef ne olacaktır? Bazen, teröristleri bulup etkisiz hâle getirmek
saman dolu muazzam bir ambara serpiştirilmiş toplu iğneleri bulmak
gibidir. Değerli arkadaşlarım,
asimetrik bir mücadelede, harekâtın ve dayandığı politikanın ana
hedefi, terörü himaye eden devletleri ve mihrakları, terörü destekleyemez
hâle getirmektir. Bu bakımdan, hedef PKK’dır ama PKK’yı himaye eden
Kuzey Irak’taki siyasi otoriteye bu himayenin çok ağır bir bedeli
olacağını göstermek gibi bir görevimiz ve sorumluluğumuz vardır.
Kuzey Irak’taki yerel yönetimin,
PKK’ya destek vermek ve onu Türkiye’ye karşı kullanmak hususundaki
iradesinin kırılması lazım. Bunu yapamadığımız takdirde dağ fare
doğurmuş olur ve tezkereye bir blöf olarak bakılır. Böyle bir durum
da Türkiye’nin saygınlığına ve inandırıcılığına ağır bir darbe
vurur. Evet, tezkerenin kabulüyle
girilen yeni dönemde, Türkiye’nin önce Irak ve Kuzey Irak yetkililerini,
PKK’yı artık himaye etmelerinin mümkün olmadığına ikna etmek, bunu
onlara kabul ettirmek zorunluluğumuz vardır. Artık, Irak ve kuzeyindeki
yerel yönetim şu tercihi yapmak konumundadırlar: PKK mı, Türkiye
mi? Tabii, bir de Amerika faktörü
var. Biraz önce belirttiğim gibi, Washington’da, Türkiye’nin ve Hükûmetinin, Amerika’nın kendi çıkarlarına göre
belirlemiş olduğu stratejilerle uyum sağlamayı yeğleyeceği yolunda
bir yaklaşım var. Türkiye’nin zafiyet içinde olduğu, teslimiyetçi
ve tavizkâr bir eğilimi benimseyeceği görüşünün
Washington’daki yönetim çevrelerine hâkim olduğu anlaşılıyor
değerli arkadaşlarım. Bunun yanlış olduğunu Washington’a anlatmakta,
anlaşılan, hayli geç kaldık. Bu bakımdan, Türk Hükûmetinin
Washington’daki en yüksek düzeydeki muhataplarına, onların gözlerinin
içine bakarak, Amerika’nın Kuzey Irak’a ve PKK’ya yönelik hâlihazır
politikasını uygulamakta ısrarlı olması hâlinde, bunun Amerika
için kapsamlı ve ciddi bir bedeli olacağını… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Elekdağ, süreniz bitti. Konuşmanızı bitirmeniz
için bir dakikalık ek süre veriyorum. MUSTAFA ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Devamla)
– Biraz daha fazla verir misiniz Sayın Başkanım, istirham edebilir
miyim. BAŞKAN – Buyurun. MUSTAFA ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Devamla)
– Teşekkür ediyorum. Böyle bir politikanın, Türkiye’nin
yaşamsal çıkarlarına zarar vereceği, Türk halkının tepkisi nedeniyle
Amerika’yla çok geniş bir alana yayılan askerî ve siyasi iş birliğini
ve kurumsal ittifak ilişkilerini tehlikeye düşüreceği anlatılmalıdır.
Artık, Amerika, şu konuda bir
karar verme noktasına gelmiştir değerli arkadaşlarım: Amerika,
Kuzey Irak’ın ve Irak’ın PKK’yı himaye etme politikasına mı destek
verecektir yoksa müttefiki Türkiye Cumhuriyeti‘ne mi destek verecektir?
Washington, tüm sonuçlarını dikkate alarak bu tercihi yapmak zorundadır;
Türkiye mi yoksa Kuzey Irak ve onun yayılmacı ideolojisi mi? Tezkerenin uygulanması konusunda
söylediklerimin yanlış anlaşılmaması için bir noktanın altını
çiz+mek istiyorum değerli arkadaşlarım: Bu
bağlamda, strateji biliminin babası olan Von
Clauzewitz’in “Savaş, politikanın başka
yöntemlerle devamıdır.” sözlerini hatırlatacağım: “Savaş, politikanın
başka yöntemlerle devamıdır.” Yani, kuvvet kullanma kararlılığından
bir nebze inhiraf etmeme ve bu kararlılığın karşı tarafça açıkça
algılanması kaydıyla, kuvvet kullanmaya giden yolda, kuvvete başvurmadan
önce alınacak birçok ekonomik ve siyasi önlemler vardır. Türkiye’nin
de elinde, bu hususta, türlü seçenekleri ve yöntemleri içeren geniş
bir yelpaze bulunmaktadır. Bu yelpaze, Kuzey Irak’ın Türkiye’deki
ticari ilişkilerini, bu bölgeye verilen elektriği, Habur Sınır Kapısı’ndan yapılan taşımacılığı,
Irak ve Afganistan’daki Amerikan askerlerinin lojistik ikmalini
ve İncirlik Üssü’nün kullanımı gibi birçok yaptırım imkânını içermektedir.
Değerli arkadaşlarım, caydırıcı
politikanın dört unsuru vardır: Bunlardan birincisi, Türkiye’nin
sarsılmaz bir siyasi irade ortaya koyması; ikincisi, hedefleri
iyi saptanmış bir strateji oluşturması; üç, bu stratejiyi uygulayabilecek
bir askerî güç yapılanmasının hazır olması ve dört, bütün bu hususların,
muhataplarınız, hedef aldığınız mihraklar tarafından tam anlamıyla
bilinmesi ve anlaşılması. İşte bu dört unsur mevcutsa caydırıcı
politika uygulanabilir. Değerli arkadaşlarım, başarılı
caydırıcı politika, kurşun atmadan sonuç almaktır. Kanımızca,
Türkiye, karşılaştığı bu ağır ve acil tehdide karşı koymak ve onunla
baş etmek imkân ve gücüne sahiptir. Türkiye’nin sahip olduğu ve bu
amaçla kullanabileceği diplomatik, ekonomik, askeri enstrümanlar,
bekasına yönelik bu tehdidi defetmek için kâfidir. Bütün mesele,
Türkiye’nin, bu konuda ulusal çıkarlara ilişkin gerekeni yapmakta
kararlı olması ve öz güvenli siyasi bir liderlik ortaya koymasıdır.
Tabiatıyla, Türkiye’nin bu mücadelede başarısına katkıda bulunacak
en önemli bir unsur da ülke çapında birlik ve dayanışma ruhunun ve
iradesinin sağlanmasıdır. CHP, bu ruhun ve iradenin oluşması için
her türlü katkıyı verecektir. Bu görüşlerle, CHP’nin önümüzdeki
tezkereyi desteklediğini bir kere daha belirtir, saygılarımı sunarım.
(CHP, AK Parti, MHP ve bağımsızlar sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Elekdağ. Söz sırası, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Ahmet Deniz Bölükbaşı’nda. Sayın Bölükbaşı,
buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi dakikadır Sayın
Bölükbaşı. MHP GRUBU ADINA AHMET DENİZ BÖLÜKBAŞI
(Ankara) – Teşekkür ederim efendim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Irak’a gönderilmesine Anayasa’nın
92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. AKP hükûmetleri,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’a gönderilmesine izin verilmesi
hakkında, bugüne kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisine üç tezkere
sevk etmiştir. Bugün görüşeceğimiz tezkere dördüncü tezkere olmaktadır.
Birinci tezkere hakkında 1 Mart 2003 günü Mecliste yapılan oylamada,
Anayasa'nın 96’ncı maddesinde öngörülen karar yeter sayısı için gerekli
salt çoğunluk sağlanamamıştır. İkinci tezkere, 20 Mart 2003 günü
Meclis tarafından kabul edilmiş ve silahlı kuvvetlerimizin, etkili
bir caydırıcılığın sürdürülmesi ve kullanılması amacıyla bölgeye
gönderilmesine altı ay süreyle izin verilmiştir. Ancak, Hükûmet, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Barzani,
Talabani gruplarının muhalefeti nedeniyle bu yetkiyi kullanamamış,
Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’a gönderilememiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi,
üçüncü tezkerenin konusu olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’taki
çok uluslu istikrar gücüne katılmasına da 7 Ekim 2003 günü izin vermiştir,
ancak, yine Barzani ve Talabani gruplarının tepkisi üzerine Hükûmet bu yetkiyi de kullanamamıştır. Bu gerçekler karşısında ümit
ve temennimiz, yüce Meclisin izin vermesi hâlinde, AKP Hükûmetinin, bu
kez gereken siyasi irade ve kararlılığı göstererek Amerika Birleşik
Devletleri ve Barzani karşısında gerilememesi ve bunun gereğini
yerine getirmesidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye, Kuzey Irak’tan kaynaklanan çok ciddi bir güvenlik tehdidi
ve fiilî terör saldırısıyla karşı karşıyadır. Bu bölgede yuvalanan
bölücü teröristler, sadece Türkiye’ye sızarak alçakça eylem yapmakla
kalmamakta, Irak topraklarından Türk sınır karakollarına roketatar
ve havan toplarıyla saldırılar da yapmaktadırlar. Bir ülkenin kendi topraklarını
başka bir ülkeye saldırı amaçlı kullandırması, uluslararası hukukta
meşru mukabele hakkını doğuran hasmane bir
eylemdir. Amerika Birleşik Devletleri’nin bu konuda somut bir
adım atmak istemediği artık anlaşılmıştır. Irak merkezî hükûmetine ve PKK’yı Türkiye’ye karşı bir tehdit
silahı olarak kullanan Barzani ve Kürt gruplarına da bu konuda bel
bağlanamayacağı aşikârdır. Bu durum ve giderek ağırlaşan fiilî tehdit
ve saldıralar karşısında Türkiye, millî güvenliğini korumak ve iç
ve dış kaynaklı terör tehdidini kendi imkânlarına dayanarak bitirmek
için gerekli bütün tedbirleri almak durumundadır. Türkiye’nin
oyalanmaya, vakit kaybetmeye artık tahammülü kalmamıştır. Bu şartlarda
Türkiye’nin, askerî güç kullanımını da içeren etkili bir caydırıcılık
stratejisini süratle uygulamaya koyması artık kaçınılmaz hâle
gelmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi,
güvenlik güçlerimizin hem içeride hem dışarıda yürüteceği bu
amansız mücadelenin sonuna kadar yanında ve arkasında olacaktır. Kuzey Irak’tan kaynaklanan
terör tehdidiyle mücadele ve sınır ötesi harekât konusu, geçtiğimiz dört yıllık süreçte siyasi gündemimizde
önemli bir yer tutmuştur. Sayın Başbakan ve AKP Hükûmeti
yetkilileri bu konuyu, belirli aralıklarla ve göstermelik çıkışlarla
gündeme taşımışlar ancak bu yönde somut adım atılması için gerekli
dirayet ve cesareti maalesef sergileyememişlerdir. Bu konuda
âdet yerini bulsun kabilinden söylenenler su üzerine yazılan yazılardan
öte bir anlam ifade etmemiştir. Bu süreçte yaşanan somut gelişmeler,
AKP Hükûmetinin, Irak’tan kaynaklanan terör
tehdidiyle etkili bir mücadelenin asgari icaplarını yerine getirmede
acz ve zaaf gösterdiğini bütün çıplaklığıyla
ortaya koymuştur. Hükûmet, dört yıl boyunca,
Irak’ta yaşanan vahim gelişmeler karşısında sessiz ve hareketsiz
kalmış, zaman zaman arkasını getiremediği
çıkışlarla ve muhatapları tarafından ciddiye alınmayan sözde mesajlarla
durumu idare etmeye çalışmıştır. Irak’a sınır ötesi operasyon konusu
da bu amaçla gündeme getirilmiş ancak gösterilen tepkiler üzerine,
her seferinde ricat edilmiştir. 2005 ve 2006 yıllarında katıldığı
bazı televizyon programları, uçak sohbetleri ve parti kongrelerinde
askerî operasyon imasında bulunan Başbakan, Amerika Birleşik Devletleri
ve Peşmerge gruplarının tepkisi üzerine her
seferinde geri adım atmıştır. ABD yetkilileri, Türkiye’nin Irak’a
tek taraflı müdahale yapamayacağını açıklamışlar, Peşmerge sözcüleri de Türkiye’nin içini karıştıracakları
tehdidiyle açıkça meydan okumuşlardır. Bu gelişmeler sonrası, Sayın
Başbakan, 19 Temmuz 2006 günü yaptığı açıklamada, bu yönde alınmış
bir karar olmadığını söylemiş ve terörle mücadele konusunda Irak
ve ABD nezdinde girişim yapılmasıyla yetinileceğini ikrar etmiştir. Terörle mücadele, böylece,
koordinatörlere, özel temsilcilere ve kurullara havale edilmiş;
Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Barzani’nin irade, izin ve rızasına
tabi kılınmış; Türkiye’nin güvenliği, bu anlamda, Peşmerge gruplarının insafına terk edilmiştir. Bu
konuda 22 Temmuz seçimleri öncesi yaşanan tartışmalar, hafızalarda
tazeliğini hâlâ korumaktadır. 12 Nisan 2007 günü bir basın
toplantısı yapan Sayın Genelkurmay Başkanı, askerî açıdan bakıldığında
sınır ötesi operasyonun yapılmasının gerektiğini, bunun fayda
sağlayacağını; siyasi açıdan ise Meclisin kararının gerekli olacağını,
görev verildiğinde Silahlı Kuvvetlerin bunun gereğini yerine getirme
gücüne fazlasıyla sahip olduğunu belirtmiş ve askerî harekâtın siyasi
hedefleri hakkında bir hükûmet direktifinin
gerektiğini ifade etmiştir. Sayın Genelkurmay
Başkanı bu sözleriyle, aslında, AKP Hükûmetlerinin,
son beş yıl zarfında, bütün tezkere süreçlerinde izlediği prosedürü
hatırlatmıştır. Ancak, buna tepki gösteren Sayın Başbakan, çok iyi
bildiği bu sürecin aşamalarını tersine çevirerek, “Önce askerlerden
talep gelmesi gerekir.” saptırmasıyla siyasi sorumluluktan kaçmış
ve bölgeye dönük seçim hesaplarıyla zaman kazanmaya çalışmıştır.
Sayın Başbakan,
seçim öncesi dönemdeki bu tartışmalarda Türkiye’deki terörist
sayısını artırarak 5 bine çıkarmış ve “Türkiye içindeki teröristleri
halletti mi ki sınır ötesi operasyon yapalım.” şeklindeki beyanlarda
buna karşı olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Türkiye içindeki
terörist sayısını arttırırken, Kuzey Irak’ta yuvalanan silahlı
militan sayısını azaltan Sayın Başbakan, bu saptırmayı, sınır ötesi
askerî harekât yapılmamasının gerekçesi olarak kullanmaya çalışmıştır.
Sayın Başbakan,
askerî makamlarımızın taleplerine rağmen, sınır ötesi operasyon
yapılmayacağını ilan etmekle de kalmamış, caydırıcılık açısından
ilk planda Habur Sınır Kapısı’nın kapatılması
gibi siyasi ve ekonomik yaptırımlar uygulamasına da karşı çıkmıştır.
Bunu da, ne hazindir ki, müteahhitlik hizmetleri gelirleri kaybıyla
izah etmeye çalışmıştır. Bütün bunların
üzerinden çok kısa bir süre geçtikten sonra, Sayın Başbakan, sözün bittiği yere
gelindiğini çok geç fark ederek dört ay önce karşı çıktıkları sınır
ötesi harekât tezkeresini Meclisine getirmiştir. Ümit ederiz ki,
Sayın Başbakan, şimdi geriye dönük bir vicdan muhasebesi yapmaktadır
ve Habur’un kapatılmasına “müteahhitlik
gelirleri” gerekçesiyle karşı çıkarak, Türkiye’nin millî güvenliğini
ve şehit kanlarını parasal bir denklemin tarafı hâline getirmiş olmaktan
şimdi nedamet duymaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmetin yığınakta
yaptığı bu hatalar sonunda bugünkü noktaya gelinmiştir. Bu bakımdan,
sınır ötesi operasyon kararı geç kalmış bir karardır ve bu tezkere
gecikmiş bir tezkeredir. Bununla birlikte “parti içi dengeler ve
bölgeye ilişkin oy hesapları ve seçim ittifakları” gibi mülahazalarla
bugüne kadar Irak’a müdahale konusunda ayak süren “önce içimizdeki
teröristleri halledelim, sonra dışarıya bakarız” diyerek konuyu
sürüncemede bırakan Sayın Başbakan ve Hükûmetinin,
şimdi, en azından bu noktaya getirilebilmiş olması yine de olumlu
bir başlangıç sayılabilecektir. Milliyetçi Hareket
Partisi Meclis Grubu, bu nedenlerle, bütün eksik ve sakat yönlerine
rağmen, Başbakanlık tezkeresine tam destek verecektir. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesine iliştin tezkereler, hükûmetlerin irade ve niyetlerini gösteren ve içerikleri,
gerçekçe ve ana unsurları siyasi ve hukuki anlam taşıyan metinlerdir.
Bu unsurlar, evvelemirde, silahlı kuvvetler unsurlarının kullanımının
askerî hedeflerini ortaya koyar ve ulaşılması öngörülen siyasi
amaçların çerçevesini çizerler. Bu konuların açık biçimde düzenlenmesi,
bir tezkerenin gerçek anlamda fonksiyonel ve inandırıcı olabilmesi
için olmazsa olmazdır. Bu açıdan bakıldığında,
Başbakanlık tezkeresinin, bu şartları büyük ölçüde karşılamayan,
bütünlükten yoksun, eksiklik ve belirsizlikle malul bir metin olduğu
görülmektedir. Bu metin, tezkere olmaktan ziyade, üç paragraflık
bir bilgi notu niteliği taşımaktadır. Bu konudaki samimi
görüş ve düşüncelerimizi, siyasi partileri tezkereye katkı yapmaya
davet eden Sayın Başbakanın çağrısı çerçevesinde değerlendirmelerimizi
de sunmak istiyorum. Tezkerenin eksiklik,
sakınca ve belirsizlikleri yedi ana nokta altında toplanabilecektir:
İlk sakınca, askerî harekâtın hedefi ve siyasi amacının çok kısıtlı
bir çerçevede belirlenmiş olmasıdır. Teröre karşı yapılacak bir
askerî harekâtın, terör tehdidinin bütün unsurlarını, kaynaklarını
ve tezahürlerini kapsaması kaçınılmazdır. Terör tehdidinin bitirilmesi,
bunun kaynaklarının tasfiyesiyle mümkündür. Askerî harekât ihtiyaçları
da ancak tehdidin niteliğine göre belirlenebilecektir. Tezkerenin metnine
ve AKP Hükûmet yetkililerinin beyanlarına bakıldığında,
askerî hedefin, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik tehdidin ve
saldırıların bertaraf edilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu amaçla
yapılacak sınır ötesi harekât ve müdahalenin hedefi, münhasıran
PKK unsurları olacaktır. Bu tezkerede
Kuzey Irak’tan kaynaklanan tehdidin kaynakları ve unsurları ile
bunu bertaraf etmek için öngörülen askerî harekâtın hedefleri örtüşmemektedir.
Bu terör unsurlarının emniyetini, lojistik desteğini, ikmal ve
haberleşme yollarını sağlayan ve Kandil Dağı hariç tutulursa, PKK
teröristleriyle iç içe, aynı alanda bulunan silahlı Peşmerge grupları askerî müdahalenin dışında kalacaktır.
PKK terör unsurlarını temizlemek için Peşmerge
gruplarının içinden ayıklayıp bunlarla sınırlı bir askerî mukabelenin
mümkün olmayacağı açıktır. Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına
verilecek angajman kurallarının silahlı Peşmergeler
dışarıda tutularak belirlenmesi de, aynı şekilde, düşünülemeyecektir.
Böyle bir garabet, sadece PKK’ya karşı askerî harekâtın peşinen başarısızlığa
mahkum edilmesine yol açmayacak, bundan daha da önemlisi, bölgede
silahlı tacize açık bir ortamda görev yapacak Türk askerlerinin güvenliği
için kabul edilemez bir risk teşkil edecektir. Bu durum, ayrıca, PKK
militanlarına Peşmergelerin içine karışarak
hedef olmaktan çıkmak için yol göstermek anlamına da gelecektir. Sayın Başbakanın
ve Hükûmet üyelerinin, Peşmergelerin
etkilenmediği yolunda sürekli olarak Barzani’ye verdiği açık güvenceler
ışığında, Hükûmeti, bu hayati nokta üzerinde
bir kere daha düşünerek, bu sakatlığı gidermeye davet etmek istiyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; açıklığa kavuşturulması gereken ikinci
husus, PKK’ya yapılacak askerî harekâtın nihai amacının ne olduğudur.
Tezkerede yer alan “tehdidin ve saldırıların bertaraf edilmesi”
ibaresinin, Kuzey Irak’ta yuvalanan PKK terör unsurlarının saldırılarının
durdurulmasının yanı sıra, bunların bölgedeki varlığının kesin
olarak tasfiyesini kapsayıp kapsamadığı açık kalmıştır. Sınırlı
bir harekât ve geçici güvenlik önlemlerinin ötesinde, PKK’nın Kuzey
Irak’taki varlığına son verilmesi bir hedef olarak görülüyorsa,
bunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölgede geçici askerî mevcudiyetini
gerektireceği ve tezkerenin içeriğinin de buna göre belirlenmesinin
kaçınılmaz olduğu kabul edilmelidir. Başbakanlık
tezkeresinde, yine, daha önceki tezkerelerden farklı olarak, Kuzey
Irak’taki etnik temelde siyasi yapılanmaya hiç değinilmemiş olması,
bunun siyasi amaçlarının çok dar bir çerçevede belirlenmiş olduğunun
bir diğer göstergesidir. Genel Başkanımız
Sayın Devlet Bahçeli’nin dünkü grup toplantısında
yaptığı konuşmasında belirttiği üzere, 19 Mart 2003 tarihli ve yine
Başbakan Erdoğan imzalı tezkerede yer alan bu hususun, şimdi şartlar
çok daha ağırlaşmışken, bu kez niye meskût geçildiğinin
izahını beklediğimizi buradan hatırlatmak isterim. Tezkerenin eksik
ve sakat olan bir diğer yönü de, daha önce çıkarılan tezkerelerden
farklı olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanımına dair açık
bir hüküm içermemesi ve kullanıma ilişkin gerekli düzenlemelerin
Hükûmet tarafından yapılacağının metinde
açıkça belirtilmemiş olmasıdır. Tezkerede uluslararası hukuka
yapılan atıfların ziyadesiyle mahcup ve muğlak olması, meşru müdafaa
hakkının açıkça belirtilmemesi hususları da tezkerenin izaha muhtaç
diğer yönlerini teşkil etmektedir. Diğer taraftan, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin gönderileceği bölgenin, Irak’ın PKK teröristlerinin
yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlar olarak belirlenmesi
de bir diğer belirsizliği bünyesinde barındırmaktadır. PKK terör
unsurlarının Kuzey Irak’ta yuvalandığı bölgeler bilinmektedir.
Bunlar Barzani’nin kontrolündeki alanlardır. Sınırları belirli
bir coğrafi alanı tarif etmeyen “Irak’ın kuzeyi”nin yanı sıra, munzam
bir muğlaklık unsuru olarak buraya, mücavir alanlara da yer verilmesinden
ne kastedildiği de açık değildir. Tezkerede Kuzey Irak kaynaklı
terör tehdidi konusunda izlenecek ekonomik ve siyasi yaptırımları
da içeren kapsamlı bir stratejinin yer almaması da bir diğer önemli
eksik olmuştur. Meclisin askerî harekât için vereceği yetkinin beklenen
zorlayıcı etkiyi yapabilmesi için, bunun bir dizi siyasi ve ekonomik
baskı tedbirleri ve fiilî yaptırımlarla desteklenmesi ve tamamlanmasının
gerekli olacağı aşikârdır. Terörle Mücadele Yüksek Kurulunun
9 Ekim 2007 tarihinde yaptığı toplantıdan sonra yapılan açıklamada
“Terör örgütünün komşu bir ülkedeki mevcudiyetini sona erdirmeye
yönelik olarak, önümüzdeki süreçte sınır ötesi operasyon dâhil olmak
üzere hukuki, ekonomik ve siyasi her türlü tedbirin alınması konusunda
görevli kurum ve kuruluşlara emir ve talimatlar verilmiş.” denilmektedir.
Ancak, bu hususlarla ilgili en ufak bir atıf tezkere metninde yer almamıştır.
Ekonomik ve siyasi önlemlerin caydırıcı olabilmesi için süratle
tespit edilerek açıklanması ve kararlı biçimde uygulanmasının elzem
olduğu kabul edilmelidir. Türkiye’nin askerî güçle desteklenen,
etkili bir siyasi caydırıcılık politikası izleyebilmesi için
tutarlı bir strateji ve yol haritası belirlemesi acil bir ihtiyaçtır.
Türkiye’nin izleyeceği böyle bir caydırıcılık stratejisini etkili
kılacak imkân ve yaptırımların bir bütünlük içinde tespiti özel önem
taşımaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, 17 Ocak 2007 tarihinde yaptığı
basın toplantısında Kuzey Irak’a uygulanacak yaptırım rejiminin
ana unsurlarını kapsamlı olarak ortaya koymuştur. Türkiye’nin
alacağı tedbirlerin caydırıcı ve zorlayıcı olabilmesi için, ilk
planda, Habur Sınır Kapısı’nın kapatılması,
Türk hava sahası üzerinden Irak bağlantılı uçuşlara izin verilmemesi,
Kuzey Irak’a yapılan lojistik desteğin, gıda ve diğer malzeme akışının,
müteahhitlik hizmetlerinin ve ticaretin, elektrik ve benzin ikmalinin
durdurulması ve Barzani’nin iş merkezi hâline gelen Mersin Serbest
Bölgesi’nde yeni düzenlemeler yapılması, Barzani’nin ve PKK’yı
destekleyen Iraklıların Türkiye’deki ticari faaliyetlerine
karşı zecrî tedbirler alınması gereklidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Hükûmetin bu konudaki samimiyet, ciddiyet ve
kararlılığının derecesini önümüzdeki dönemde atacağı adımlar
ve alacağı tedbirler gösterecektir. Milliyetçi Hareket Partisi
bu süreci yakından izleyecek ve uyarı görevini her zeminde yerine
getirecektir. AKP Hükûmetinin,
Meclisin yetkisine dayanarak, etkili ve kararlı bir siyaset izlediğinin
somut olarak anlaşılabilmesi ve gerekli caydırıcılığın sağlanabilmesi
için şu tedbirlerin önümüzdeki günlerde uygulamaya konulması kaçınılmazdır: Birinci tedbir: Habur Sınır Kapısı’nın, mülki düzenlemeler yerinde kalmak kaydıyla, Genelkurmay Başkanlığının
kontrolüne ve yönetimine verilmesi ve Kuzey Irak’a geçişlerin yeni esaslara bağlanması. İkinci husus:
Kuzey Irak’taki Türk vatandaşlarının güvenlikleri için bölgeyi
terk etmeleri için uyarılmaları. Üçüncü husus:
Irak’a mücavir hava sahasının tehlikeli saha olarak ilan edilip,
havacılara gerekli bildirilerin yayımlanması. Bunun yanı sıra,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin acil ek ödenek ihtiyaçları da, Hükûmet tarafından, süratle, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin önüne getirilmelidir. Hükûmet bu yönde somut
adımlar atmadığı takdirde Türkiye’nin caydırıcılığı sıfırlanacak
ve Hükûmetin bu konuda siyasi iradeye sahip
olmadığı ve bu tezkerenin de siyasi bir manevra olduğu sonucu ortaya
çıkacaktır. Daha da vahimi, Hükûmetin bu adımları
atmayarak göstereceği atalet, PKK ve Barzani’ye güven olarak da
anlaşılacaktır. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bölükbaşı, süreniz bitti. Toparlamanız için… AHMET DENİZ BÖLÜKBAŞI
(Devamla) – Bir buçuk dakika yeter efendim. BAŞKAN – İki dakika
veriyorum. Buyurun. AHMET DENİZ BÖLÜKBAŞI
(Devamla) – Teşekkür ederim. Bu tedbirler
aşamalı olarak süratle uygulamaya konulmadığı takdirde, Meclisin
vereceği iznin içi boşalacak ve anlamı kaybolacaktır. Bu tezkerenin
de, baştan itibaren kullanılması düşünülmeyen sanal ve sahte bir
tezkere olduğu sonucuna varmak kaçınılmaz olacaktır. Meclisten yetki
alınıp bunun kullanılmamasının, zamana yayılarak sulandırılmasının
veya sonuçsuz kalacağı baştan bilinen temas ve girişimlerle sürüncemede
bırakılmasının çok vahim sonuçları olacağı açıktır. Böyle bir gaflet
PKK terörü karşısında teslim olmak anlamına gelecek, Barzani ve
PKK tarafından, Türkiye’nin varlığına, toprak bütünlüğüne ve
millî birliğini hedef alan emellerinin gerçekleştirilmesinin önündeki
engellerin bertaraf olduğu şeklinde görülecek, Kürt grupların bağımsız
devlet kurmalarının ve Kerkük’ü zorla ele geçirerek başkent yapmalarının
önü açılacak, Kuzey Irak’taki etnik yapılanma modelinin Türkiye’de
de uygulanması ve siyasi çözüm dayatmaları zemin ve ivme kazanacak
ve bu yöndeki tahrik ve baskıların tırmanması sonucu kritik eşik
aşılacak ve Türkiye’nin sonuçları çok ağır olacak bir iç çatışma ortamına
sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır. Böylesine ağır bir vebalin altından
AKP Hükûmeti kalkamayacaktır. Türk milleti ve
tarih bu gafleti affetmeyecektir. Bu bakımdan,
ümit ve temennimiz, AKP Hükûmetinin önümüzdeki
kritik dönemde bu tarihî sorumluluğunun bilinci içinde hareket etmesidir.
Ancak, son dönemde yoğunluk kazanan bazı işaretler bu tezkerenin
kullanılma niyetine gölge düşürecek niteliktedir. Irak Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Haşimi’nin bugün basına verdiği
“Türkiye’den istediğimi alarak ayrılıyorum.” şeklindeki beyanları
bu yöndeki endişelerimizi kuvvetlendirmektedir. Bölücü terörle
mücadele, Türkiye’nin varlığını ve kaderini ilgilendiren bir
beka meselesidir. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) AHMET DENİZ BÖLÜKBAŞI
(Devamla) – On beş saniye yeter efendim. BAŞKAN – Buyurun
Sayın Bölükbaşı. AHMET DENİZ BÖLÜKBAŞI (Devamla)
– Bu konunun her türlü parti mülahazalarının ve çıkar hesaplarının
üstünde, millî bir dayanışma ruhu ve anlayışıyla ele alınması hepimiz
için millî ve tarihî bir görev ve sorumluluktur. Hiçbir düşünce, hiçbir
gerekçe, hiçbir mazeret bundan kaçınmayı meşru ve mazur gösteremeyecektir.
Bu, bizlerin, büyük bir aile olan büyük Türk milletinin ortak geleceğine
olan şeref ve namus borcumuzdur. Bu düşüncelerle, önümüzdeki
güç dönemde başta Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik güçlerimiz
olmak üzere yüce Tanrı’nın Türk milletine yardımcı olmasını niyaz
ediyor, teröre karşı kahramanca verdikleri mücadelede gazi olan
aziz kardeşlerimize şükranlarımızı sunuyor ve hayatını kaybeden
şehitlerimizin aziz hatıraları önünde minnet ve tazimle eğiliyoruz. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Bölükbaşı. Söz sırası AK Parti Grubu adına
Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün’de. Sayın Ergün,
buyurunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Ergün,
konuşma süreniz yirmi dakikadır. AK PARTİ GRUBU ADINA NİHAT ERGÜN
(Kocaeli) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Irak’ın kuzeyinden
ülkemize yönelik terör tehdidi ve saldırıların bertaraf edilmesi
amacıyla Silahlı Kuvvetlerimizin sınır ötesi harekât ve müdahalelerde
bulunmak üzere Irak’ın kuzey bölgesi ve mücavir alanlara gönderilmesi
için Türkiye Büyük Millet Meclisine Hükûmetçe
gönderilen tezkere hakkında AK Parti Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Öncelikle şunu ifade etmek isterim
ki, gönderilen bu tezkere, bir macera peşinde koşma, bir macera arayışı
değildir. Çünkü, biz macera arayışlarının bu millete neye mal olduğunu
çok yakından bilen bir siyasi partiyiz ve kadroyuz. Bu bir meşru müdafaa
hakkının kullanılması meselesidir. Dolayısıyla, macera peşinde
koşulduğu iddiaları kamuoyunda çokça konuşulmakta. Bu iddiaların
yersizliğini baştan ifade etmek istedim. Maceraların ağır maliyetini
biliyoruz. Taa Osmanlı devrinde, 1683’te Avcı
Mehmet’in İkinci Viyana Kuşatması’nı gerçekleştireceğini ve
Viyana’yı alacağını zannetmesi, dünyadaki gelişmeleri takip
etmeden, elindeki gücü bilmeden, siyasetin bir imkânlar sanatı olup
olmadığını düşünmeden, “atalarının yapamadığını sen yaparsın”
telkinlerine inanarak sürdürmüş olduğu bir harekâtın Osmanlı’ya
nelere mal olduğunu hepimiz biliyoruz. Arkasından ikinci büyük maceracı
ekip İttihatçılardır. İttihatçıların da, yine, bir imparatorluğun
sonunu nasıl getirdiğini hepimiz çok yakından biliyoruz. İttihatçıların
maceraları, bir büyük milleti Birinci Cihan Harbi’ne sokmuş, Almanların
yanında savaşa girebilmek için Batı Trakya’yı Bulgarlara bırakma
gizli anlaşması rahatça yapılabilmiş ve aynı zamanda hiç de mevsim
şartları müsait değilken ve gereği yokken, sırf Rus ordularını kuzeyde
meşgul edebilmek için Sarıkamış Harekâtı gerçekleştirilebilmiştir.
Sarıkamış Harekâtı’na karşı çıkan komutana rağmen, o günün genelkurmay
başkanı sayılabilecek Enver Paşa harekâtın başına bizzat kendisi
geçme noktasına gelmiştir. Değerli arkadaşlar,
bunlar milletimize ağır faturalar ödeten maceralardır. Hatta bu
maceracılar, Birinci Cihan Harbi boyunca Türk Silahlı Kuvvetlerinin
-Osmanlı dönemindeki silahlı kuvvetlerinin- başına Alman generallerin
bile geçmesine rıza gösterecek bir gaflet
içerisinde olabilmişlerdir. Bunları elbette tarih değerlendirecektir.
Ama, siyasetin bir imkânlar sanatı olduğunu çok iyi bilen, o dönemdeki
zor şartları çok iyi bilen Büyük Önder Atatürk hem Kurtuluş Savaşı boyunca
hem de Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki askerî ve diplomatik hamlelerle
siyasetin bir imkânlar sanatı olduğunu bizim önümüze çok açıklıkla
koymuş bulunmaktadır. O dönemde Batı Trakya Misakımillî sınırları
içinde ve kendi doğduğu şehir, kendi doğduğu ev Batı Trakya’da kalmasına
rağmen Lozan anlaşmaları sırasında bunun gerçekleştirilebilir
bir şey olup olmadığının hesabını etrafındaki kurmaylarıyla beraber
çok iyi yapabilmiştir. Musul, Misakımillî sınırları içerisindeyken,
yani bugünkü Kuzey Irak’ın tamamı o günkü Musul vilayeti içerisindeyken,
Musul’un yeniden Misakımillî içerisine alınıp alınamayacağı meselesini
bir gerçekçi politika olarak, imkânlar sanatının bir, masa üzerinde,
değerlendirilmesi olarak daha sonraya bırakmış ve Lozan Antlaşması’yla
yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası camiada garanti
altına alınmasını hepsinden daha önemli ve barışı hepsinden daha
önemli bir prosedür olarak işletmeyi denemiş ve bugün karşılaştığımız,
bugün geldiğimiz güçlü Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini,
böylece, siyasetin imkânlar sanatını kullanarak gerçekleştirmiştir.
Türkiye dün de,
bugün de, hem tarihinden kaynaklanan hem de coğrafyasından kaynaklanan
ciddi imkânlara ve avantajlara sahiptir. Aynı zamanda ciddi sorunları
da, bu imkân ve avantajlar kendi içinde taşımaktadır. Türkiye’nin
bu büyük potansiyelini elbette sadece biz görmüyoruz, başkaları
da görüyorlar. Bu nedenle, 60’lı ve 70’li yıllar boyunca Türkiye kendi
iç kavgalarıyla, anarşiyle boğuşmak zorunda kalmıştır. 80 ihtilalinden
sonra ise 84’ten itibaren yirmi üç yıldır terör belasıyla boğuşmaktayız.
Terörün elbette içeriden kaynaklanan nedenleri olduğu gibi, dışarıdan
kaynaklanan nedenleri de vardır. Ama, yirmi üç yıldır “sıfır terör”
dediğimiz bir hadiseyle karşı karşıya kalamadık. Kâh azaldı, kâh
arttı. Dalgalı bir terör seyrini hepimizin önüne koymak mümkün. Yılda
1.500-2.000, hatta 6 bin terör olayına varan olayların olduğu dönemleri
çok iyi biliyoruz. Bugün bu “dalgalı terör” dediğimiz terör dalgasının
en önemli noktalarından bir tanesine geldik. Elbette, değerli
arkadaşlar, terör hareketlerinin Türkiye’nin başına bela olduğu
dönemden beri terörle mücadelenin siyasi, ekonomik, sosyal boyutu
çoğu zaman ihmal edildi, sorun teşhis edilemedi, terörle mücadele,
teröristle mücadele olarak zaman zaman algılandı.
Özellikle 90’lı yıllar boyunca izlediğimiz politikalar terörle
mücadelenin siyasi, ekonomik, sosyal boyutunun da olduğunu ihmal
edecek boyutlara ulaştığında farklı bir tabloyla karşı karşıya kaldık.
90’lı yıllara kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Türkiye’nin
bütün partilerine oy veren vatandaşlarımızın, seçmenlerimizin
siyasi eğilimleri bir anda değişmeye başladı ve kademeli olarak
âdeta Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bölge vatandaşlarımız tek
bir siyasi partiye odaklanan hâle geldiler. Evet, terörle
mücadelede askerî boyut olarak önemli mesafeler aldık, ciddi manada
çalışmalar yaptık. Ama siyasi, hukuki ve sosyal boyutu ihmal edildiği
için, ciddi manada bir terör, terörün taban kazanması ve toplumun,
Türkiye’nin normal siyasi partilerinden uzaklaşması gibi bir gerçeği
de önümüze koymuş oldu. 2002 yılı, bir anlamda, bu açıdan milat oldu.
2002 yılında, ilk defa, AK Parti, bölgeye siyasi olarak giren, güçlü
bir şekilde giren bir siyasi parti oldu. Çünkü, Türkiye’de, artık
sosyal, ekonomik ve siyasi boyutu ihmal etmenin bir kesintiye uğraması
ve yeniden toplumun kazanılması gerekiyordu. İşte, AK Parti, bu
dönem içerisinde bunu büyük çoğunlukla başardı. 2002’de son derece
düşük oy potansiyeliyle girdik, 2004’te bu oyları bir miktar daha artırdık
ve 2007 genel seçimlerinde ise aldığımız ekonomik tedbirlerle, uyguladığımız
sosyal politikalarla, Türkiye’deki demokratikleşme hamleleriyle,
bölgedeki insanın gönlünde taht kuran bir siyasi parti hâline gelebildik.
Şimdi, Türkiye’deki bütün
siyasi partilerimizin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki
vatandaşlarımızın kapısını tek tek çalarak,
köyüne giderek, kasabasına giderek, siyasi, ekonomik ve sosyal
boyutuna destek vermelerinin zamanı çoktan gelmiştir. Umarım, bütün
siyasi partilerimiz bölgedeki insanımızın reylerine talip olurlar,
milletvekili çıkartırlar, köylerine giderler, kasabalarına giderler
ve Türkiye’de siyaseten, toplumun başka
alanlara doğru kaymasının önüne hep beraber geçmiş oluruz. Bütün siyasi
partilerimize ilgi duyma, ilgi gösterme potansiyeli Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’daki halkımızda vardır, fazlasıyla vardır. Bunu, AK Parti
İktidarı döneminde biz yakinen görmüş bulunuyoruz. Değerli arkadaşlar, Irak’ın
işgali terörün Türkiye’deki tırmanmasında bir başka dönüm noktası
olmuştur. Böyle bir tehditle karşı karşıya kalabileceğimizi o
gün Parlamentoda olan arkadaşlar hep beraber biliyorlar. Burada o
konuları çok tartıştık. Aslında, Türkiye baştan beri Irak’ın işgalinin
çok yanlış olduğunu, Amerika Birleşik Devletleri’nin böyle bir politika
izlemesinin bir sonuç doğurmayacağını, bölgede büyük sorunlara
yol açacağını, hem Amerika Birleşik Devletleri’ni hem Irak’ı hem
de Irak’a komşu olan ülkelerin tamamını sıkıntıya sokacağını defaatle anlatan mekik diplomasisi
izlendiğini o dönemde, hepiniz yakinen biliyorsunuz.
Hatta, bugünkü Cumhurbaşkanımız, o günkü Dışişleri Bakanımız,
bir toplantıda Amerikalı yetkililere: “Böyle bir şey yaparsanız Pandora’nın kutusunu açmış olursunuz ve içinden
ne çıkacağını siz dahi tahmin edemezsiniz.” Pandora’nın
kutusu açılmıştır ve içinden çok olumsuz tablolar çıkmıştır. Şimdi,
bütün Irak bu olumsuz tabloların altında inlemektedir. Ama, sadece
Irak değil, Irak’a komşu olan ülkeler de bu tablodan rahatsız olmaktadır
ve en çok da biz rahatsız olmaktayız. En çok da biz rahatsız olduğumuz
için, oradaki gelişmelere kayıtsız kalamayız. Oradaki gelişmelere
en uygun mesafeden vaziyet etmek mecburiyetindeyiz. Vaktiyle, bize
oradaki gelişmeleri uzaktan seyretme telkininde bulunmuş olanlar
da oldu. Ama uzaktan seyretmek, oradaki gelişmeleri kontrol altına
almak için uygun bir mesafe değildi. Daha yakından vaziyet etmek
için hep beraber gayret etmeliydik. Ama, bugün daha yakından vaziyet
etme imkânını o dönem açısından kaybetmiş bulunduk. Tabii, o dönemden sonra, Türkiye
çok ciddi diplomatik temaslar yaptı. Türkiye, başta Amerika Birleşik
Devletleri olmak üzere, Irak’taki yönetimle ve Irak’a komşu ülkelerle
diplomatik temaslarını sürdürdü ve Türkiye sabırlı bir ülke olduğunu,
metanetli bir ülke olduğunu, terör olayları karşısında hemen sokağın
öfkesiyle hareket eden bir ülke olmadığını, ama komşularından ve
müttefiklerinden önlem almasını beklediğini defaatle
ortaya koydu. Türkiye’nin bugüne kadar beklemesi ne bir acziyettir ne bir gaflettir ne bir korkaklıktır.
Türkiye sabırla, metanetle, uluslararası camiada ciddi bir devletin
takınacağı bir tavrı takınarak yoluna devam etmiştir. Ancak, bugün
geldiğimiz noktada, neden şimdi? Türkiye’nin sabrının bir sonu olduğunu,
nihayetsiz bir sabra sahip olmadığını hep söyledik. Türkiye’nin
bir sabrı olduğunu, sabrının sonu olduğunu, kararlı, dirayetli,
caydırıcı bir güce sahip olduğunu her zaman tekrarladık ama bunu,
bugün göstermenin günü ve zamanıdır. İşte, tezkere, bu nedenle bugün
Türkiye’nin gündemine gelmiştir. Türkiye, caydırıcı bir güce sahiptir;
Türkiye, terörle mücadelede kararlıdır; Türkiye, komşularının
hukukuna zarar vermeden, kendine gelecek zararları bertaraf etme
imkân ve kabiliyetine sahiptir. Türkiye’de bu dirayet vardır, bu
kararlılık, bu birlik, bu bütünlük vardır. Şimdi, bunu hep birlikte
göstermenin zamanıdır. Türkiye, elbette, kabadayılık da; Türkiye,
elbette, donkişotluk da yapacak değildir.
Türkiye, bütün bunları yaparken yine ince eleyip sık dokuyacaktır.
Bir siyasi partimizin değerli
temsilcisinin, diplomatik bir üslupla da olsa bu tezkere hakkındaki
konuşmasını, sadece, ağır bir hükûmet eleştirisine
dönüştürmesi, açıkça yakışmadı ve tezkereyi, sanal bir tezkere,
gerçekleşmesi mümkün olmayan bir tezkere olarak nitelendirmesi
de yakışmadı. Bunlar doğru değil. Diplomatik çizgiden gelen bir arkadaşımızın,
gerçekten, ben, son derece uygun olmayan ifadelerle bunu değerlendirdiğini
gördüm. Bir başka husus, “tezkerenin
eksikleri” adı altında öyle şeyler sıraladı ki âdeta kapsamlı bir
harekât planının tezkereye yazılmasını istedi, yani Kuzey Irak’ta
nereye gideceğiz, kaç askerle gideceğiz, kimi vuracağız, ne zaman
vuracağız… Kapsamlı bir harekât planını da yazsaydık iyi olurdu! O
zaman tezkere olmazdı bu, o zaman inisiyatifin kimde olduğu belli
olmazdı. Yazmışız, hududu, şümulü, miktarı ve zamanı Hükûmetçe tayin edilecek. Niye? Asimetrik bir tehditle
karşı karşıyayız. Eğer, hududunu, şümulünü, miktarını ve zamanını
Hükûmet tayin etmeyecekse, burada peşinen,
peşin peşin bütün bunları yazacaksak, o zaman,
tezkere olmasının, etkili bir harekât yapmanın nasıl gerçekleştirilebileceğini
sormak isterim. Bunları, sayın sözcünün, önceden, gerçekten biliyor
olması lazımdı diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlar, aslında,
bugün geldiğimiz noktada, tezkere, herkese çok önemli fırsatlar
sunmaktadır, başta, Amerika Birleşik Devletleri’ne. Türkiye Cumhuriyeti,
caydırıcı gücünü ortaya koymakta kararlıdır. Amerika’nın Irak’ta
içinde bulunduğu zorluğun da farkında olduğumuzu defalarca söyledik.
Irak’ta ciddi bir kaos vardır, yönetilemezlik vardır, mezhep ve etnik
parçalanmalar vardır. Bütün bunlar, Irak’ı yönetilemez hâle getirmiştir
ve Irak, terör örgütlerinin cirit attığı bir noktaya gelmiştir, her
türlü terör örgütü, her türlü imkân ve kabiliyete sahip hâle gelmiştir.
Sadece Türkiye’ye yönelik olan PKK terör örgütü değil, aynı zamanda
Irak’ın kendi içindeki terör örgütleri de her türlü imkân ve kabiliyete
sahip hâle gelmiştir. Kolayca silah ve mühimmat bulabilmektedirler.
C4 patlayıcıdan mayına varıncaya kadar roketatara varıncaya,
uzun namlulu silahlara, makineli tüfeklere varıncaya kadar her
türlü imkân ve kabiliyete terör örgütleri sahip olabildiyse Irak’ın
iyi yönetilemediği aşikârdır. Bu zorlukları Amerika Birleşik Devletleri’nin
nasıl aşacağı elbette önemli bir sorundur ama bugünkü sorunumuz,
bize yönelik terörün de Irak’taki bu kaostan yararlanması, bu başıboşluktan
yararlanması, her türlü silah ve mühimmata kolayca ulaşabilmesi
ve imkân ve kabiliyetlerinin, terörist eylem imkân ve kabiliyetlerinin
artmış olmasıdır. Bu açıdan baktığımızda, şunları
ifade etmekte yarar var: Irak’ın bütününde sorunlar
olabilir ama kuzeyi biraz daha sakin görünmektedir Irak’ın bütününe
göre. O hâlde, Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetim, oradaki belirli
bir bölgeyi denetimi altında bulundurmaktadır. Irak’ta, merkezî hükûmet birçok zorlukla mücadele ederken esasen sınırımıza
mücavir bölgenin, ülkenin geri kalanına oranla daha istikrarlı
olduğu çeşitli çevrelerce de iddia edilmektedir. Sahadaki durum
bu şekilde ise buradaki yerel yönetimin, ülkemize yönelik terör
belasına karşı gerekli tedbirlerin alınması için merkezî yönetime
destek vermemesi, açık bir çelişki ve hatta, bilinçli bir kötü niyet
teşkil etmektedir. Yerel yönetimin, doğru yönde iradesini ortaya
koyması hâlinde, terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki mevcudiyetini
önemli ölçüde ortadan kaldırabileceğine kanaat getiriyoruz.
Kaldı ki, Irak Anayasası ve yasalarının, yabancı bir ülke vatandaşlarının,
topraklarında silahlı bir şekilde dolaşmalarına cevaz vermediği
de aşikârdır. Dolayısıyla, Irak yasaları da bu bölgede uygulanmamaktadır.
Terör örgütü PKK, bu bölgede,
yerleri bilinen, hatta arzu eden uluslararası basın mensuplarının
dahi diledikleri zaman yerel yönetim aracılığıyla giderek ziyaret
edebildikleri birtakım kamplarda yuvalanmış vaziyettedir. PKK terör
çetesinin elebaşıları bu bölgede her türlü
hareket serbestîsine sahiptir ve kamplarında eğitim faaliyetlerinde
bulunabilmektedir; her türlü lojistik desteği alabilmekte, toplantılarını
açıkça düzenleyebilmekte, yerel televizyonlara beyanat verebilmekte.
Hiçbir ülke, sınırlarının hemen ötesinde bir terör örgütünün mevcudiyetine
ve bu terör örgütünün vatandaşlarını katletmesine izin veremez.
Türkiye de bu duruma izin vermeyecektir ve bunu kabul etmemiz mümkün
değildir. Değerli arkadaşlar,
işte bu nedenle Hükûmetin Meclise getirmiş olduğu
tezkere ve silahlı kuvvetlerin gerekirse sınır ötesi harekâtta kullanılması,
evvela, Türk diplomasisinin elini önemli
oranda güçlendiren bir unsurdur. Eminim, bu tezkereyi, silahlı kuvvetlerimizden
önce Türk diplomasisi çok etkin bir şekilde
kullanacak ve terörle mücadelede çok daha önemli mesafeleri böylece
almış olacağız. Amerika Birleşik
Devletleri için bir fırsattır. Amerika Birleşik Devletleri gerek
kendi içinde gerekse Irak’taki diğer unsurlara Türkiye’nin bu kararlılığını,
bu ciddiyetini elbette anlatmalıdır ve Irak’ta mevcut yönetimin
yapmış olduğu hataları, şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nde
ise demokratların yapmış olduğu, Ermeni iddiaları konusundaki
yapmış olduğu yanlışı, bu tezkere vesilesiyle, Amerika Birleşik Devletleri’nin
de düzeltme imkân ve fırsatı vardır. Bir başka husus,
Irak yönetimi içindir. Irak yönetimi de, hem kendi içindeki muhalif
unsurlara hem de Irak’ın kuzeyindeki mahallî unsurlara Türkiye’nin
kararlılığını ve dirayetini, Türkiye’nin bu konudaki azmini
görerek göstermelidir. Bu, aslında, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel
yönetim için de bir fırsattır. O da Türkiye’nin kararlılığını bu
tezkere vesilesiyle görmeli, bundan sonraki adımlarını Türkiye’yi
Irak’ın kuzeyine operasyon yapmaya mecbur bırakmayan bir şekilde
atmanın yolunu bulmalıdır. Bu, terör örgütü
ve terör örgütüne destek verenler için de bir fırsattır. Türkiye’nin
bu kararlılığı karşısında, terörü bırakmanın, terörden vazgeçmenin,
Türkiye’nin sorunlarının Türkiye’de, demokratik bir zemin içerisinde,
Parlamentoda, basında, televizyonlarda herkes tarafından konuşulduğunu
görmenin… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ergün, süreniz bitti. Lütfen toparlayın, bitirin.
NİHAT ERGÜN (Devamla)
– Bu nedenle, terör örgütünün kendisi ve ona destek veren yandaşlar
da Türkiye’nin bu kararlılığı karşısında atmaları lazım gelen
doğru adımları atmalıdırlar. Son olarak, tezkerenin
kullanımında ve terörle mücadelede elbette şunları da söylemek
mümkün: Çok sofistike yöntemlerle tezkere kullanılmalıdır. Mademki
asimetrik bir tehditle karşı karşıyayız, konvansiyonel
yöntemler yerine çok sofistike yöntemler bulmak mecburiyetindeyiz.
Bunların ne olduğunu burada konuşacak değiliz elbette. Profesyonelleşmeye
terörle mücadelede önem vermeliyiz. Tezkerenin kullanımındaki
her safhada mutlaka siyasi iradenin ve otoritenin kararlılığını,
denetimini, azmini kamuoyunun görmesini sağlamalıyız ve tezkere
kullanılırken, daha büyük bir yangına sebebiyet vermek isteyenlere
fırsat vermeden bu tezkereyi kullanmalıyız ve ayrıca, Türkiye’nin
bugüne kadar aldığı demokratikleşme, özgürleşme, hukuk devleti
konusundaki mesafelerin, kalkınma ve Avrupa Birliği perspektifi
konusundaki mesafelerin de korunmasına özen göstererek bu tezkerenin
kullanılmasında bir yön çizmeliyiz diye düşünüyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyor, AK Parti Grubunun bu tezkerenin arkasında
kuvvetle ve dirayetle duracağını bildiriyor, saygılar, sevgiler
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Ergün. Sayın milletvekilleri,
şimdi şahısları adına söz isteyen arkadaşlarıma söz vereceğim. İlk söz, Bayburt
Milletvekili Sayın Ülkü Gökalp Güney’in. Sayın Güney, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz on dakikadır. ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün, burada, çok önemli,
acil bir konuyu tartışıyoruz gruplar olarak. Türk Silahlı Kuvvetlerinin
gerektiğinde sınır ötesi hareket yapabilmesi için Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmiş
olduğu tezkereyi görüşüyoruz. Burada özellikle söz alma ihtiyacını
duydum ve bana söz verdiğiniz için Sayın Başkan, size teşekkür ediyorum.
Amacım, bu kritik sürece katkıda bulunmak, deneyimlerime dayanarak
bazı tespitlerimi sizlerle paylaşmaktır, hiç kimseyi ama hiç kimseyi,
herhangi bir kitleyi, partiyi, kurumu suçlamak değildir. Değerli arkadaşlar, buruk
bir bayram yaşadık. Hepimiz seçim bölgelerimize gittik. Oradaki
insanlarımızın ne şekilde bir bayram yaşadığını hep birlikte gördük.
Millet huzursuz. Herkesin aklı fikri bu terör belasında. Herkes silahlı
kuvvetlere severek vermiş olduğu çocuklarının akıbetini düşünüyor.
“Yarın ne olacağız? Nereye gidiyoruz?” diye hepimize sorular soruldu,
soruluyor. İnanıyorum ki bu çatı altındaki bütün milletvekilleri,
bu bayramda bu sualleri ve bu tedirginliği, bu endişeyi yaşadılar. Muhterem arkadaşlarım, bu
tezkere niçin geldi? Bu tezkerenin amacı nedir? Sayın Başbakan Yardımcımız
Çiçek, pazartesi günkü Bakanlar Kurulu toplantısından sonra tezkereyle
ilgili çok detaylı bir bilgi verdi. Tek bir cümle söylemek icap ederse
bu tezkerenin amacı… “…uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli
tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin
ve saldırıların bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi hareket
ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları
kuzey bölgesiyle mücavir alanlara gönderilmesine…” Amaç bu, açık,
net bir şekilde ifade edilmiş ve kamuoyu da bunu yakından biliyor.
Bu tip tezkereler Türkiye Büyük Millet Meclisinde zaman içerisinde
geldi ve geçtiler, uygulandılar. Yasa ve Anayasa gereği istenilen
ve bugün için de kanımca çok gerekli olan bir tezkere. Şimdi, geriye dönerek şu tespiti
yapmalıyız: Son yıllarda ülkemizdeki ekonomik ve siyasi istikrar,
özellikle 22 Temmuzdan sonraki siyasi, ekonomik istikrar, bu istikrarı
bozmak isteyen iç ve dış güçler son aylarda bu terör eylemlerini artırmışlardır.
Hepimizi üzen, içimizi dağlayan terör olayları kanaatimce bu istikrarı
bozmaya yöneliktir ve maalesef, üzülerek ifade etmeliyim ki iç ve
dış mihraklar da bu istikrarın bozulması
için, bozulabilmesi için dolaylı veya dolaysız bu tip eylemlere
destek vermektedirler. Terör belası, bugün dünyanın başının belasıdır,
başta Amerika olmak üzere. Türkiye’de de bu bela bu genelleşmenin
içinin bir parçasıdır, bizde de PKK olarak yirmi üç yıldan beri devam
etmektedir. Değerli arkadaşlar, bu sorun
millî bir davadır. Bu, benim veya buradaki arkadaşlarımın bir kısmının
davası değildir. Bu dava, bu çatı altında oturan bütün milletvekillerinin
ve tüm halkımızın millî bir davasıdır. Buna böyle bakmak mecburiyetindeyiz.
Eğer bunu böyle algılarsak ve buna inanırsak o zaman bunu çözebiliriz.
Bu beladan, bu davadan, bu yanlıştan herhangi bir siyasi prim çıkması
mümkün değildir, çıkmamıştır, çıkamaz. Kimse bundan bir medet ummasın.
Kanın üzerinden siyaset yapılmaz, bundan da prim alınmaz. Tabii, değerli arkadaşlarım,
biz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak irademizi ortaya koymak
mecburiyetindeyiz. İnanıyorum ki bugün burada, bütün milletvekilleri,
grubu olan partiler ve grubu olmayan partiler, benim gibi bakacaklardır
buna, bir parti gözlüğü, bir ideoloji gözlüğü altında bakmayacaklardır
ve istiyorum ki, gönlümce istiyorum ki, burada fire vermeden hepimiz
ama hepimiz birlikte bu tezkerenin arkasında duralım ve Hükûmetimize bu tezkereyi verdiğimiz zaman onun
elini güçlendirelim ve Türkiye’de bu ayrılıkçı terörü yapan, destekleyen
ve bilfiil içinde olanların elindeki çok silahı almış olalım ve onlara
bu sayede de gerekli dersi verelim diyoruz. Burada, eski bir parlamenter
arkadaşınız olarak, özellikle biraz önce “Biz bu tezkereye olumlu
oy vermeyeceğiz.” diyen çok değerli arkadaşlarıma da seslenmek istiyorum.
Çoğunu yakından tanıyorum, çok değerli insanlardır, ülkemizin
birliği, dirliği, beraberliğine inanmış insanlardır, bu çatı altında
birlikte milletvekilliği yaptık, ama bu noktada şunu açıkça ifade
etmek istiyorum, bugün belki de en net altını çizerek söylemek istediğim
şey şudur: Güneydoğuda, o bölgede siyaset yapmanın temelinde hizmet
yatıyor. O bölgede siyaset yapmanın temelinde demokrasi, daha
çok demokrasi, demokratik açılımlar yatıyor. 22 Temmuz seçimlerinin
sonucunu buradaki bütün milletvekilleri, gruplar iyi analize
ederlerse şunu görürler: Acaba AK Parti güneydoğuda bu başarıyı nasıl
elde etti? Niçin AK Parti bu bölgede birinci parti oldu? Bunu görüyoruz,
bunu yaşadık. Rakamlar ortada. Bu rakamları hep birlikte gördük.
Buradaki yatan şey… (CHP sıralarından gürültüler) K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yeşil
kart, yeşil kart. BAŞKAN – Lütfen… Lütfen arkadaşlar. ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) –
Buradaki yatan şey hizmet… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Güney, süreniz
bitti. Lütfen konuşmanızı bitirin efendim. ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) –
Çok çabuk bitti. Burada yatan hizmettir. Burada
yatan oradaki insana verilen değerdir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Eğer siz son üç yılda 6 katrilyon devlet yardımı oraya yapmışsanız
onun karşılığıdır. Şimdi, değerli arkadaşlarım,
silahla, kanla bir yere varılamaz. Varılan noktayı 22 Temmuz seçimleri
açık ve seçikçe ortaya koymuştur. Biz bu seçim sonuçlarına işte “şu
şu kadar aldı, bu bu kadar
aldı” şeklinde değil, iyi analize ettiğimiz zaman oraya ne yapacağımızı
bu seçim sonuçları bize ifade etmiştir. Bunu, bu Meclisin, bu Mecliste
grubu bulunan partilerin dikkate almasını diliyorum ve son olarak
şunu söylüyorum: Arkadaşlar, bu ülke hepimizin. Bu ülkede bizim ayrımız
gayrımız yok, kökeni ne olursa olsun herkes bizim kardeşimizdir.
Biz bugüne kadar İstiklal Harbi’nden evvel olsun, İstiklal Harbi’nde
olsun hep birlikte hareket ettik ve güzel başarılara imza attık.
Bundan sonra da bunlara bu insanların, bu ülkenin, bu milletin gücü
yeter. Bu tezkereye isteyerek, gönlümden
koparak, bir milletvekili olarak olumlu oy vereceğim ve bunun da Hükûmetimizin elini güçlendireceğine inanıyorum.
Bundan sonra da umuyorum ve diliyorum ki bu PKK belası en kısa zamanda
ülkemizin gündeminden silinip gider, millet rahat ve huzura kavuşur. Hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Güney. Sayın milletvekilleri, şimdi
söz sırası, Hükûmet adına Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek’te. Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi dakikadır efendim. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Bugün ülkemiz için, milletimiz
için son derece hayati önemi olan bir konuyu müzakere ediyoruz. Yapmakta
olduğumuz bu görüşmelerin milletimiz için hayırlı sonuçlara vesile
olmasını Allah’tan diliyorum. Bu müzakereyle istediğimiz
şey şudur yüce Meclisten: Sınırlarımızın ötesinden, ülkemizin birliğine,
bütünlüğüne, huzuruna karşı bir terörist saldırı var, saldırılar
var, tehdit var. Buna karşı uluslararası hukuktan doğan haklarımız
var. Bu haklarımızı kullanarak Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik
bu tehditleri, bu saldırıları bertaraf etmek üzere Türk Silahlı
Kuvvetlerinin sınır ötesi operasyonuna ve müdahalesine imkân vermek
üzere, Anayasa’nın 92’nci maddesine göre sizlerden izin talep ediyoruz.
Gösterdiğiniz ilgi ve destek için Hükûmetim
adına şimdiden teşekkür ediyorum. Biliyoruz ki konuyu müzakere
ederken yüreğimiz yanıktır, içimiz de buruktur. Bunun hepimiz farkındayız.
On binlerce insanını feda etmiş, şehit vermiş, daha fazlasını da
kahraman gaziler olarak aramızda ve gönlümüzde yaşatan bir milletin
fertleri, vekilleri, temsilcileri olarak büyük bir sorumluluk duygusu
içinde aklımızı, temiz hislerimizin ve asil heyecanlarımızın önüne
koyarak ve soğukkanlı bir şekilde tartışmalı ve karara bağlamalıyız.
Evet, bu vesileyle ifade edildiği
gibi, sabır taşı çatlamıştır. Yaşanan bunca üzücü olaylardan sonra
sabrımızın taştığı bir noktadayız, ama şunun da farkındayız: Biz, büyük
bir milletiz ve büyük bir devletin sahipleriyiz. Büyük millete yakışan,
sabrın taştığı noktada sabır göstererek doğru yolu bulmak, doğru
hedefe kilitlenmektir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bunca zamandan
beri yapmaya çalıştığı iş, sabır taşının çatladığı noktada doğru
kararı alabilmek içindir. İfade edildiği gibi, biz bu kararları
alırken, dün değil bugün alırken gözettiğimiz bir tek husus var. Parti
içi hesaplarımız, parti içi dengelerimiz yok, orada dengeler yerinde.
Bizim gözettiğimiz, milletimizin dengesi, devletimizin dengesi
bozulmasın. Attığımız her adımda, aldığımız her kararda, bazı kararları
dün değil de bugün niye alıyorsak gözettiğimiz tek husus budur, çünkü
böylesine önemli bir meseleyi konuşurken birbirimize inanmamız,
birbirimize güvenmemiz lazım. Değerli milletvekilleri, bu
müzakereler vesilesiyle inanıyorum ki milletimizin önemli bir
kısmı buradaki konuşmaları dinliyor. Dolayısıyla, bazı hususları
ortaya koymamız gerekmektedir. Arz edeceğim hususlarda bir anlayış
birliğine varamadığımız zaman, bundan, en çok, korumaya çalıştığımız
değerler, kavramlar, kurumlar, neticede milletimiz zarar görür.
Çünkü, çok karmaşık, çok boyutlu bir konuyu konuşuyoruz, bugünü değil,
geleceği konuşuyoruz. Hata yapma lüksümüz de yok. Yaşadığımız
coğrafya, hata yapan toplumların acı hatıralarıyla doludur. Bunları
unutmadan bu müzakereleri yapmamız gerekmektedir. Bu konuda evvela arz edeceğim
husus şu: Terör konusu bir devlet sorunudur, uygulanan politikalar
da bir devlet politikasıdır. Bunun altını önemle çiziyorum. Eğer
bu noktada anlaşamazsak, o takdirde tartışmalar uzar gider, bundan
da en büyük faydayı teröristler görür, terör örgütleri görür. Özellikle, önünüze getirilen
tezkere bir devlet politikasının sonucu olduğu için ve bir devlet
talebi olarak huzurunuza geldiği için, bu tezkere yazılırken öyle
ayaküstü yazılmadı. Devletin ilgili birimleri, başarıyı elde
edebilmek adına nelere ihtiyaç varsa, uluslararası hukuk nelere
imkân veriyorsa onlar en ince teferruatına kadar düşünüldü ve o
çerçevede huzurunuza gelmiş oldu. Dolayısıyla, birinci anlaşmamız
gereken husus o ki terör bir devlet sorunudur. Bu olumsuzluklar kalkmadığı
sürece bu politika sürdürülecektir. Türkiye 1980 öncesi ve 1980
sonrası ve bugün de terörün her türlüsüyle mücadele ediyor. Her düşünceden,
her görüşten hükûmetler geldi, görev yaptı, Türkiye’nin
ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin önündeki en önemli mesele,
Millî Güvenlik Kurulu toplantılarının değişmez gündem maddesi olarak
bu belayı buldu. Dolayısıyla, sadece dün, bugün ortaya çıkan bir
konuyu konuşmuyoruz. Her hükûmet uğraştı, biz
de uğraşıyoruz. Bu tezkere zaten bu uğraşın, bu mücadelenin sonucudur,
onun bir parçasıdır. Eğer konu bu ölçekte ele alınmazsa, terörün tuzağına
düşer, oyununa geliriz. “Ben gelirim, terör biter, akan kan durur” deniliyorsa,
bu söylemi de geçmişte yaşadık. Tam tersi, akan kan durmadı, her gün
ölü sayısı, hayatını kaybedenlerin sayısı daha fazla arttı. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin bir terör sorunu var. Bunun üstesinden gelmek için alınması
gereken birçok tedbir var. Biz, bugün, sadece sınır ötesi operasyonla
ilgili, Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesinde müdahaleye
imkân verecek yetkisini konuşuyoruz, o çerçevede terör meselesini
ele alıyoruz. Terörle mücadele bir millî meseledir.
Hep ifade edildiği gibi, tek bir partinin veya sadece bir hükûmetin değil, devletin tüm birimleriyle, tüm organlarıyla,
milletimizin bütün fertleriyle birlikte sürdürülmesi gereken
bir mücadeledir. Böyle anlamadığımız takdirde, meseleyi yanlış
bir zeminde tartışmış oluruz. Partiler üstü, hükûmetler
üstü bir meseledir ve Türkiye’nin geleceğiyle ilgilidir. Bunları sıralamamın sebebi,
terörle ilgili tartışmaları yaparken kullanacağımız terminoloji,
üslup, onun şiddeti, dehşeti, netice itibarıyla bu konunun ne ölçüde,
nasıl çözüleceğine de olumlu ya da olumsuz tesir
icra edecektir. Bir başka hususu daha bu vesileyle
ifade etmek istiyorum: Terörle mücadele meselesi bir mevsimlik
mesele de değildir. Yani, sadece bahar aylarında sürdürülen, kış
gelince gündemden kalkan bir konu değildir. Tabiatıyla Türkiye,
gündemi sıkça değişen, öğleden evvel başka, öğleden sonra farklı
konuları konuştuğumuz bir ülke, ama şundan herkesin emin olması lazım
ki biz Hükûmet olarak, gündeme geldiğimizden
beri, bunu devamlı mücadele edilmesi gereken bir konu, bir sorun
olarak ele aldık, mevsimlik bir konu olarak görmedik ve sorunun kararlılıkla
çözüleceğinin idraki içerisinde olduk. Tabiatıyla, terör konusunda
çözüm ararken en evvel gömleğin ilk düğmesini doğru iliklememiz lazım,
eğer onu yanlış iliklersek sonuna kadar yanlış gider. O da şudur: Evvela
terörün tanımında bir anlaşmış olmamız gerekir. Eğer benim “terörist”
dediğime bir başkası “özgürlük savaşçısı” diyorsa, bizim “terör
örgütü” dediğimize bir başkası onu tebcil anlamında başka bir şey
söylüyorsa bir araya gelip çözüm bulmakta zorlanırız. Dolayısıyla,
eğer terör konusuna bir olumlu yaklaşım sergilenecekse bundan rahatsız
olan herkesin tanımında bir mutabakata varması gerekir. Aksi takdirde,
farklı şeyleri konuşuruz, farklı sonuçlara varırız. Ayrıca, terör
gibi karmaşık bir konu için, zaman zaman televizyon
ekranlarında gördüğümüz, bazen “stratejist”,
bazen “analist” filan diye altına bir kısım
önemli sıfatların yazıldığı bir kısım insanlar, böylesine karışık,
karmaşık, çok boyutlu, derinliği olan bir konu için sihirli çözümler
üretmekte ve vatandaşımıza doğru bir bilgi vermemektedir. Şu an
üzerinde konuştuğumuz tezkere, âdeta terörle mücadele açısından
yegâne bir çözüm yolu olarak kamuoyumuza takdim edilmiş, bu da ister
istemez bir kısım yanlış anlamalara, kendi içimizde bir kısım farklı
düşünmelere yol açmıştır. Hâlbuki bunun sihirli hiçbir çözümü yok.
Askerî mücadele, askerî müdahale sorunun bir yönünü ele almaktadır,
çözümlerden bir tanesidir. Bunun, başkaca tedbirlerle ve eş zamanlı
olarak, koordineli olarak sürdürülmesi gerekmektedir ve şu an Türkiye
Cumhuriyeti hükûmetleri olarak ve bizim Hükûmetimiz olarak yapmaya çalıştığımız iş de bunları
ortaya koymak ve bunun gereğini yapmaktır. Zannediyorum
göz ardı ettiğimiz bir husus var. Bu, aynı zamanda devletimize de
bize de haksızlık oluyor. Zaman zaman teröristlerin
sayısıyla ilgili bir kısım rakamlar telaffuz ediliyor; sayısı şu
kadardır, bu kadardır. Sanki Türkiye Cumhuriyeti devleti ve biz,
sadece bu 3 bin kişiyle, 5 bin kişiyle mücadele ediyoruz. “70 milyonluk
bir ülke, bu kadar askerî gücü, bu kadar güvenlik gücü olan bir ülke,
sayısı bu kadar olan birileriyle niye başa çıkamıyor?” O hâlde, bizi
dinleyen vatandaşlarımızın da yakinen bildiği
gibi, ifade etmek istiyorum ki terör örgütleri, uluslararası politikanın
bir enstrümanıdır, arkasında bir veya birden fazla devlet ya da uluslararası güç yoksa bu şer odaklarının bir
günden fazla yaşama şansı da yoktur. Dış destek olmadan hiçbir terör
örgütü varlığını sürdüremez. Bugün dünyadaki terör örgütleri
içerisinde en fazla desteğe sahip olan da PKK’dır. Onun için tarihin
en kanlı terör örgütüdür. O nedenledir ki hiçbir terör örgütü müstakil
hareket edemez, müstakil karar alma kabiliyeti yoktur, destek verenlerin
maşasıdır, kuklasıdır, ipleri başkalarının elindedir, yaşamak
için öldürmek zorundadırlar. Bunun en güzel örneği de PKK’dır. Şimdi, bu örgütün
arkasında kimlerin olduğunu, hangi güçlerin olduğunu, kimin kimi
kullandığını söyleyerek bu Meclisin zabıtlarını karartmak ve kirletmek
istemiyorum, ama şunu biliyoruz: Birkaç gün evvel gözaltına alıyorsunuz,
sonra, birkaç gün sonra serbest bırakıyorsunuz, sonra özel uçaklarla
Kandil Dağı’na gönderiyorsanız, bunun bir izahı olmuş olmalıdır.
Bir başkası:
Türkiye, bizden evvelki hükûmetler döneminde,
biz de müteaddit defalar “Bunlar terör örgütünün mensuplarıdır,
yöneticileridir, bunları bize iade edin.” dediğimizde, göstermelik
sığınmacı statüsüyle bunları iadeden vazgeçiyorlarsa ya da bir silahın otomatik mi yarı otomatik mi olduğuna
dört senede karar veremiyorlarsa oturup düşünmek lazım gelir, bunlar
kimin hesabına, kimin namına bu eylemleri ortaya koyuyorlar… Onun için, değerli
milletvekilleri, şunu ifade etmek istiyoruz: PKK kanlı terör örgütü
bizim halkımızı temsil etmiyor. Daha 1984’te Eruh’ta, Şemdinli’de
ve daha başkaca yerlerde iki yaşındaki çocuğu, seksen yaşındaki
ihtiyarı, hamile kadınları kurşuna dizebiliyorsa, o bölgenin
insanlarını kurşuna diziyorsa, kim ve nasıl, ne hakla onları temsil
etmiş olacaktır? PKK terör örgütü,
bugün, en büyük zararı doğu ve güneydoğuda yaşayan vatandaşlarımıza
veriyor gelişmeyi ve kalkınmayı engelleyerek, yatırımları engelleyerek.
Eğer bugün GAP projesi bitirilemediyse, en büyük sorumluluk PKK’nındır.
Bu projenin maliyetinin 10 mislini bu millet, bu devlet terörle mücadeleye
harcamıştır. Daha birkaç gün evvel gazetelerdeki miktar 300 milyar
dolardır. GAP projesinin toplam maliyetinin 32 milyar dolar olduğu
dikkate alındığında, Türkiye, son yirmi üç sene içerisinde 10 tane
GAP projesini bitirebilirdi. Bitince ne olurdu
değerli milletvekilleri? O bölgede o proje kapsamı içerisinde 22
tane baraj vardı; bunun 15’i bitti, 7’si bitmedi. 19 tane santral yapılacaktı;
bunun sadece 9’u bitti, 10’u bitmedi. 1 milyon 800 bin hektar sulanacaktı.
Bakınız, o bölgenin
bugün en önemli sıkıntısı işsizliktir, istihdam sorunudur. Bir kısım
insanlarımız size geliyor, bize geliyor, iş istiyor, aş istiyor.
Dolayısıyla, eğer bu proje bitirilebilmiş olsaydı, 1 milyon 800
bin hektar arazi sulanabilecek -ki, bugün sadece bunun 360 bin hektarı
sulanabiliyor- 3 milyon 800 bin kişiye de iş ve aş imkânı bulunacaktı.
Şimdi, kim kimi
temsil ediyor? Kan dökerek, kin kusarak o bölgeyi geri bırakan, aç susuz
bırakan kimler? GAP bitseydi, kişi başına gelirde
en az yüzde 209 bir artış olacaktı, millî gelirde kişi başına. Otoyollar,
kara yolları, havaalanları, demir yolları, sanayi tesisleri,
eğitim kurumları, ihracat merkezleri, bunların hepsi o bölgeye
şimdiye çoktan gelmiş olacaktı. Dolayısıyla, o bölgenin refahı
çok büyük ölçüde artacak, Türkiye’nin millî geliri de şimdiye çoktan
1 trilyon doları bulmuş olacaktı. Dolayısıyla, bugün Güneydoğu’ya
en büyük zararı veren, oradaki insanlarımızın çektiği sıkıntıların
başlıca sorumlusu bu örgüttür. Bunun bilinmesi lazım. Bir başka hususu daha ifade
etmek istiyorum: Terör, hem ülkemizin hem bölgemizin hem de dünyanın
bir gerçeği. Hiçbir ülkenin teröre karşı yüzde yüz muafiyeti yoktur,
korunması yoktur. 11 Eylül gerçeği bunun en açık delilidir. Dolayısıyla
terörle mücadelede uluslararası aymazlığın ortadan kalkması lazım.
Gelin, buradan bütün dünyaya, evvel kendi içimizde, ülkemizden,
kim için, ne için, ne maksatla, ne adına olursa olsun, terörün, lanetlenmesi
gereken bir gerçek olduğunu bütün dünyaya ifade etmemiz lazım…
(AK Parti sıralarından alkışlar) …ama içimizde hâlen bunu lanetlemeyenler
var. Bu örgüte destek verenler göstermelik dahi olsa bu örgütü “terör
örgütü” olarak ifade ettiği hâlde, hâlen buna “terör örgütü” diyemeyenlerimiz
var. Bunu doğru bulamıyoruz. Kalıcı bir başarı için muhakkak ve mutlaka
uluslararası iş birliği, dayanışma, samimiyet şarttır. İkiyüzlü,
alçakça tavırlar terörün en büyük güç kaynağıdır. Millî çabalar, sonuç
almak için tek başına yetmiyor. Bu alanda da en büyük başarıyı sağlayan
bizim milletimizdir, Türkiye Cumhuriyeti devletidir bu kadar karmaşık
bir konu karşısında. Dolayısıyla, biz, bugüne kadar terörle mücadelemizde
hiçbir ülkeden doğru dürüst, yeterli destek görmedik. Bu örgütü “terör
örgütü” olarak ilan ederler, taziye mesajı göndermenin dışında,
ben, adım atanına rastlamadım. Beş seneye yakın görevde bulunduğum
süre içerisinde, bir tek terör örgütü mensubu Türkiye’ye iade
edilmemiştir, ama terörle mücadele adına söylenen laf çok, tedbir
adına ortaya konan somut bir netice yoktur. Dolayısıyla biz, bugüne
kadar elde ettiğimiz başarıyı, milletimizin sağduyusuna, ferasetine;
güvenlik güçlerimizin ve silahlı kuvvetlerimizin üstün fedakârlığına
borçluyuz. Bundan dolayı da müsaade ederseniz hem kendi adıma hem
sizler adına şükranlarımı ifade etmek istiyorum. Dolayısıyla,
desteğin ve dayanışmanın olmadığı bir konuyu konuşuyoruz, bunu
da dünyada en iyi bilen ülke biziz. Uluslararası sözleşmeler
var suçluların iadesiyle ilgili, maalesef bu sözleşme çalışmıyor.
Adi suçlar için bile işlemesi zor bir sözleşme, terör suçları için hemen
hemen hiç işlemiyor. O nedenle biz bu mücadeleyi,
kendi imkân ve kabiliyetlerimizle sürdürdük, sürdürüyoruz, sürdüreceğiz
ve şunun idraki içerisindeyiz bir atasözümüzde ifade edildiği gibi:
“Elden gelen öğün olmuyor, o da vaktinde bulunmuyor.” Değerli milletvekilleri,
bir şeyi daha ifade etmek istiyorum: Tabiatıyla, terör sorununu
çözerken, hukukun dışına çıkmadan, demokrasi içinde çözeceğiz.
Kalıcı çözüm buradadır, demokrasi içerisinde kalmaktadır; bunda
hiç tereddüdümüz yok. Bunun dışında bir arayış içerisinde kim varsa,
kim olabilirse, terör meselesini çözmekten daha çok, terörü azdıracaktır.
Onun için demokrasi, çözüm için müsait bir ortamın hazırlanması bakımından
önemlidir. Ancak, şunu da görmemiz lazım: Çözümü demokrasi içerisinde
bulacaksak, arayacaksak, doğruya böyle varacaksak, insanlığa karşı,
milletimize karşı suç işlemiş olanların bir demokratik tövbeye de
ihtiyaçları vardır; bu da bu işin ön şartıdır. Çünkü, eğer biz yanlış
yaptıysak, hata yaptıysak, milletimizden özür dilemeyi bilemiyorsak,
o zaman, farklı dilden konuşuyoruz demektir. Zannediyorum demokrasi,
bu manada, yanlıştan dönebilmek için… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz
bitti, ek süre veriyorum. Buyurun. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Zannediyorum demokrasi,
işin doğrusunu yapmak -kaybettiklerimizi belki geri getirmeyecek
ama- bundan sonraki önemli kazanımlar açısından, böyle bir nefis muhasebesine,
demokrasinin sağladığı imkânlardan istifade ederek, sorunun parçası
olmak, belanın parçası olmak yerine, çözümün bir parçası olmak adına
önemli fırsatları önümüze koymuştur, koyacaktır. Bunu da iyi değerlendirmemiz
gerekiyor. Tabiatıyla biz, bugün bu tezkereyi,
ulusal güvenliğimizin korunması için istiyoruz. Ülkemizin birliği,
dirliği, huzuru ve barışı için istiyoruz. Dolayısıyla, şundan
emin olasınız ki, bu izin verildiği takdirde, ülkemizin menfaati
neyi gerektiriyorsa, hiç tereddütsüz, bunun gereği yapılacaktır.
Burada bir kısım ifadelerin çok net ve açık olarak verilmemiş olması,
tezkerenin bir kusuru değildir. Bilenler bilir ki, her cümlenin bir
sebebi, vürûdu vardır. Her şeyi burada açık açık söylemek de, tabiatıyla yaptığımız işin gereği,
icabı olarak doğru olmayacağını düşünüyoruz. Onun için, söylediğimiz
şey, bu tezkerenin hedefi, doğrudan doğruya terör örgütüdür; bu
doğrudur. Biz geçmişte de yirmi dört operasyon yapmışız. Masum insanlarla
teröristleri bugüne kadar hep ayırdık, bundan
sonra da doğru olan budur. Aksi hâlde, zaten teröristlerin istediği,
kendi taraftarlarını çoğaltmak ve dış dünyada Türkiye’nin aleyhine
bir kısım kampanyaların sürdürülmesini temin etmektir. Bu, onlara
en büyük kolaylığı sağlar. Onun için bilerek, istenilerek ve inanarak
seçtiğimiz bir cümle vardır, o da “Bu tezkerenin hedefi, Kuzey Irak’taki
terör örgütüdür.” Ama, şunu da biliyoruz: Hırsıza mâni olmayan, hırsızın
dostu olur. Bu da bir başka gerçektir, hayatın gerçeğidir. Tabiatıyla, terör örgütüyle
mücadele ederken alınacak yegâne tedbir bu değil. Göreve geldiğimiz
günden beri birçok tedbiri devreye soktuk. Bakınız, demin GAP projesiyle
ilgili rakamları söylemeye çalıştım. Bunun bir an evvel bitirilmesi
lazım. Hükûmet olarak önceliğimiz de zaten budur,
bu projelerin bir an evvel hayata geçirilmesidir. Eğitimde, sağlıkta
ve en medeni ihtiyaçların karşılanması için şu beş sene içerisinde
önemli miktarda, bütçe imkânlarını zorlayarak, Güneydoğu’ya yatırım
yaptık 5,5-6 katrilyon. Başka kaynaklardan da yatırımlar yapıldı. O
bölge insanıyla her zaman beraber olduk, üzüntüsünü paylaştık, sevincini
paylaştık. Onun içindir ki, bugün terör örgütü azgınlaşmıştır, aldığımız
sonuçlardan rahatsızdır, demokratik açılımlardan rahatsızdır. Terör
örgütünün korktuğu, çekindiği en önemli şey demokrasidir. Yarasanın
aydınlıktan çekindiği gibi terör örgütü demokrasiden korkar ve
kaçar, kaçınır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Biz ise demokratik
açılımları sürdürmeye kararlıyız ve sorunu demokrasi içerisinde
çözeceğiz. Bundan da hiç kimsenin tereddüdü olmaması gerekir. Dolayısıyla, değerli milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti dün olduğu gibi bugün de ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü koruma idealiyle, kendisine karşı yönelen
her türlü tehdidi göğüsleyerek üniter yapısını,
toprak bütünlüğünü, cumhuriyetin temel niteliklerini muhafaza
etme azmindedir. Milletimizin desteği, güvenlik güçlerimizin cansiparane çalışmaları, tüm kurum, kuruluşlarımızın,
en başta yüce Meclisimizin yoğun iş birliğiyle, terörle mücadeleyi
gelişen şartlara uygun olarak en etkili şekilde sürdürmeye kararlıyız.
Bugün Sayın Elekdağ
tarafından dile getirilen husus, bizim de memnuniyetle karşıladığımız
bir husustur. Başta da ifade ettim, biz bir devlet politikası sürdürmeye
çalışıyoruz; eğer değerli partilerimizin bu konuda burada dile
getirmedikleri, vakit bulup getiremedikleri başkaca düşünceler
varsa, Hükûmet olarak bunları almaya, bununla
ilgili bir mekanizmayı işletmeye hazır olduğumuzu da bu vesileyle
ifade etmek istiyorum. Terörizmle mücadelenin çok boyutlu olduğunu,
hukuki, siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda bazı tedbirlerin alınması
gerektiğini biliyoruz. Bugüne kadar birçok tedbir alındı, bugün
alınıyor, yarın da bunlara yenileri ilave edilecektir. Bugün vereceğiniz izin yetkisinin,
tezkerenin milletimiz için, üzerinde konuştuğumuz problem için, sorun
için hayırlı bir sonun başlangıcı olmasını temenni ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın
Bakan. Sayın milletvekilleri, şahısları
adına ikinci ve son söz Mehmet Emin Tutan arkadaşımızındı, ancak o
söz sırasını Sivas Milletvekili Sayın Selami
Uzun’a verdi. Sayın Uzun, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Sayın Uzun, süreniz on dakikadır. SELAMİ UZUN (Sivas) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türk Silahlı Kuvvetlerimizin sınır ötesi harekâtına izin veren tezkere
konusunda şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bize düşen, Meclis çatısı altında
terörle mücadelede ortak bir irade ortaya koyabilmektir. Grubu
bulunan tüm partiler veya grubu bulunmayan partiler bu konuda aynı
hassasiyetle ve duyarlılıkla hareket etmelidir, bağımsız milletvekilleri
aynı duyarlılık ve hassasiyetle hareket etmelidir. Kesin bir dille
herkes şunu söyleyebilmelidir: Hayatını kaybeden vatandaşlarımız,
güvenlik mensuplarımız bizim şehitlerimizdir, şehitlerimizin hayatına
kastedenler ise bu ülkeye ve millete düşmanlık yapan teröristlerdir;
masum halkın kanını döken, ülkenin kaynaklarını heba eden, milletin
huzur ve güvenliğini tehdit eden, devlete silah çeken, bu ülkenin,
bu milletin, bu devletin düşmanıdır. Muhtemel bir sınır ötesi harekâtında
hedeflenen… Kimse bu konuda tezkerenin arkasında başka bir amaç
ve hedef aramamalıdır. Irak bizim komşumuzdur. Oradaki insanlar bizim
kardeşlerimiz, akrabalarımızdır, daha düne kadar her türlü sorunlarına
yardımcı olduğumuz insanlardır. Böyle bir harekât ne sivil insanlara
yönelik olacaktır ne de Irak’ın siyasi birlik ve bütünlüğüne yönelik
olacaktır. Çok kıymetli milletvekilleri,
özellikle -zaten konu ayrıntısıyla anlatıldı, siyasi ve hukuki
yönleri dile getirildi- ben daha değişik boyutlarından kısaca
ele almak istiyorum konuyu. Öncelikle, DTP’li
arkadaşın konuşmasını beğendim. Ama, bu ülkede yaşayan insanların
büyük bir çoğunluğu, sizin duruş ve gayretinizi yeterli bulmuyor.
OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sizinkini
de… SELAMİ UZUN (Devamla) – Bugün
“Kürt aydınlar” diye, gazetenin birisinde haber var. Oradaki aydınlardan
size pasaj okuyayım ben: Halkın Emek Partisinin eski
Genel Başkanı Feridun Yazar: “Siyaset, sorunları çözme sanatıdır.
Ancak, bunların ortaya koyduğu bir proje yok. Başkasının oluşturduğu
gündem konularıyla ilgili görüş belirtmekten öteye gidemiyorlar.” SIRRI SAKIK
(Muş) – Onların hepsi milletvekili olmak için bize başvuranlardı. SELAMİ UZUN (Devamla)
– Bir dinlersen… SIRRI SAKIK
(Muş) - Olamadıkları için… SELAMİ UZUN (Devamla)
– Bir dinlersen… BAŞKAN – Lütfen
Sayın Sakık…Sayın Sakık… SELAMİ UZUN (Devamla)
– Bir dinlersen… Tartışma açmak istemiyorum. Şimdi geleceğim oraya.
BAŞKAN – Sayın Sakık, siz İdare Amirisiniz… SELAMİ UZUN (Devamla)
– Şimdi, Abdülmelik Fırat da diyor ki: “PKK’dan
gelen talimatları uyguluyorlar.” Altan Tan diyor ki:
“Demokrasi karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyorlar.” Fehmi Işıklar
da diyor ki: “DTP irade gösterip, özgürlüğünü ilan etmeli.” Şimdi, öncelikle
şunu söyleyeyim: Burada olmanızdan mutluluk duyuyorum, şahsım adına
mutluluk duyuyorum. Bu da demokrasi. Türk halkının, bu ülkede yaşayan
insanların yüzde 90’ı temsil ediliyor burada bugün ve burada herkesin
temsil edilebilmesi, demokrasimiz adına, ülkemiz adına mutluluk
verici bir durumdur. Şimdi, gelelim
işin diğer tarafına. Şimdi, tabii ki, Bakanımız da bu konuyu dile
getirdi. Tezkere, tezkere… Tezkere sanki, böyle çıkacak, hemen ülkede
terör duracak, böyle bir beklentiye sokuldu. Tezkere, ülke terörünün
bitmesine çare midir? Elbette değil, ama yöntemlerden birisidir. Terörün bu ülkede
ne zaman başladığı kabul ediliyor, 12 Eylül öncesindeki terörü
saymazsak? 1984; 1983 sonu, 1984, işte baskınlarla, yani Kuzey Irak’tan
gelen terör şekliyle. Peki, 1984 yılında doğan çocuk şimdi kaç yaşında?
Yirmi üç yaşında. Peki, nerede? Dağda. Peki, biz, yirmi üç sene ne
yaptık? Bu ülke olarak, bu ülkeyi idare edenler olarak, yirmi üç sene
boyunca biz ne yaptık? Bu çocuklar bizim ilkokulumuza gitti mi? Bizim
ülkemizde doğdu, nüfus cüzdanımız var, ilkokula gitti, ortaokula
gitti, liseye gitti, belki bazıları üniversiteye gitti, şimdi dağdalar.
Böyle bir ülke dünyada yok arkadaşlar, böyle bir ülke yok dünyada. Siz, hiç, Yunanistan’dan
Türkiye’ye mülteci olarak kaçan bir vatandaş duydunuz mu? Böyle
bir şey asla yok. Bu ne biçim ülkedir arkadaşlar? Bu ne biçim ülkedir
ki, ülke vatandaşlarının bilmem kaç bin tanesi yurt dışında bu ülkeye
karşı savaşıyor? Haa, işte sorun burada. Yani
soruna parmak basmamız gerekiyor. Evet, askerî çözüm
çare değil, ama mutlaka askerî çözüm olmalıdır. Ben, terörün en yoğun
olduğu zamanlarda doğuda bir ilçede kaymakamlık yaparken, olağanüstü
hâl bölge valisinin yanına gitmiştik üç kaymakam arkadaşla. Olağanüstü
hâl bölge valisi o zaman makamında bize ne demişti biliyor musun?
“Ankara kafayı takmış Refah Partisine, doğudaki terör işini askere
havale etmiş. Bir tane terör politikaları yok.” demişti olağanüstü
hâl bölge valisi. “Ben de olağanüstü hâl bölge valisiyim.” demişti.
Buraya oradan geldik arkadaşlar, politikasızlıktan geldik. Şimdi,
günümüze geliyoruz. ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Hangisi o? BAŞKAN – Lütfen,
arkadaşlar… Lütfen… SELAMİ UZUN (Devamla) – Arkadaşlar,
dinlerseniz günümüze geliyorum. Herkes eteğindeki taşları
dökmeli bu ülkede. Bu ülkede o bölgeden oy alamayanlar düşünsünler
şu anda, başını ellerinin arasına alıp düşünmeleri gerekir. Üstat
Necip Fazıl’ın öyle bir tavsiyesi vardır Türk gençliğine: Başını
ellerinin arasına alıp düşünmesi lazım bu ülkeyi idare eden herkes.
Biz, bu çocukları niye vatandaş yapamıyoruz? Bu ülkede doğan insanlar
niye bizi sevmiyorlar, bize silah çekiyorlar? Niye Almanya’nın
vatandaşı Almanya’ya silah çekmiyor? Niye İtalyanlar İtalya’ya
silah çekmiyor da bu ülkenin vatandaşları bize silah çekiyor? İşte,
sorun burada. Bu sorunu hepimiz düşünmeliyiz. Biz bu soruna parmak
bastık. Biz bu soruna parmak bastık arkadaşlar. Biz Doğu’dan ve Güneydoğu’dan
ortalama yüzde 60, kimi vilayetlerde yüzde 70 oy aldık. Biz soruna
parmak bastık. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Yahu,
seçimi bırak seçimi. SELAMİ UZUN (Devamla) – Biz o
insanların kalbini kazandık, kalbine girdik. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Niye
devam ediyor terör? BAŞKAN – Sayın Uzun, bir dakika… SELAMİ UZUN (Devamla) – O yüzde
30’un da kalbini kazanacağız. O dağdaki çocukların anne babaları
bize oy veriyor artık, haberiniz olsun. SIRRI SAKIK (Muş) – Bize oy verince
suç, size verince hak. BAŞKAN – Sayın Uzun… Sayın Uzun,
bir dakika... SELAMİ UZUN (Devamla) – Buyurun
efendim. BAŞKAN - Bir dakika… Değerli arkadaşlarım, kürsüde
konuşan hatip arkadaşımız, sizin hoşunuza giden -hoşunuza gitmeyen,
size doğru- yanlış da olabilecek şeyler de söyleyebilir. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) –
Ama, doğruları söylemiyor efendim. BAŞKAN - Bütün amacımız, tek
hedefimiz, bu kürsünün, bu platformun özgürce kullanılması değil
mi? SELAMİ UZUN (Devamla) – Elbette. BAŞKAN – Sayın Uzun da, kendi
bildikleri doğrultusunda kendi doğrularını bu kürsüden dile getiriyor.
Şimdi, oradan laf atmak, bizim
Meclis müzakerelerimizin bir usulü müdür? Böyle bir şey var mı, böyle
bir geleneği var mı? O nedenle, lütfen… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hayır,
soru yöneltiyor. BAŞKAN – Sayın Anadol, rica ediyorum. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Genel
Kurula soru soruyor Sayın Başkanım. BAŞKAN – Lütfen, Sayın Hatibi,
laf atmadan, sessizce dinlemenizi hepinizden rica ediyorum. Sayın Uzun, buyurunuz. SELAMİ UZUN (Devamla) – Sayın
Başkan, elbette, terörle mücadele hepimizin konusudur. Arkadaşlar, terörle mücadele
hepimizin konusudur. Bu konuştuğum şeyler, geçmiş iktidarlar boyunca
ihmal edilen, edile edile gönümüze kadar bize
ulaşan konulardır. Biz bunları çözmeye çalışıyoruz. Biz, işte, nasıl
çözmeye çalışıyoruz? Biz terörün uluslararası boyutu olduğunu
biliyoruz, yerel boyutu olduğunu biliyoruz, bundan çıkar sağlayanların
olduğunu biliyoruz, bundan nüfuz sağlayanlar olduğunu biliyoruz,
bunu destekleyen devletler olduğunu biliyoruz. Ama, her şeye rağmen,
bu ülkede birlik beraberlik içerisinde terörle mücadele etmeye
çalışıyoruz. Biz o insanların kalbini kazandık, gönlünü kazandık.
O dağ başındaki anaların, bacıların gönlünü kazandık. Onların torunları
belki de dağdadır; ama, onlar bize oy verdiler. Biz bunların kalbine
nasıl girdik? Gerçekten, eğitim ve öğretimiyle, kalkınmasıyla, ekonomisiyle,
işiyle aşıyla, demokratikleşmesiyle, yollarıyla, asfaltlarıyla,
doktoruyla, hastaneleriyle, içme suyuyla, öğretmenleriyle, bütün
bunlarla biz onların kalbini kazandık. Bu yeterli mi? Arkadaşlar,
yeterli değil. İşte bu iş, hep beraber yapacağımız şeydir. Bizim hedefimiz,
işte ekonomik kurmaylarımız, Başbakanımız açıklıyor: 2013 yılında
10 bin dolarlık millî gelirden alınan pay. Hedefimiz budur. İşte, 10
bin dolar millî gelir olduğu zaman ne olacak biliyor musunuz o zaman
bu ülkede? Herkes iş ve aşa kavuşacak; her aileye et, süt, yumurta girecek;
kavga bitecek, barış ortamı sağlanacak; herkes çocuğunu dilediği
okulda okutabilecek; kavga bitecek; şiddet ve terör o zaman bitecek
arkadaşlar. Bizim, bu ülke için hedeflerimiz var. Bizim, bu ülkede
terörü bitirme konusunda önemli projelerimiz var, hayati, uygulanan
projelerimiz var. Bizi desteklemeye ve bizi izlemeye devam edin. Hepinize saygılarımı sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Uzun. Değerli arkadaşlarım, 1 arkadaşımız
sözlü olarak, 2 arkadaşımız da yazılı olarak dilekçe verdiler. Öncelikle
şunu ifade etmek istiyorum: Biraz evvel size okuduğum şahısları adına
söz alma sırası, dünkü birleşimin ikinci oturumunun sonunda başkan
vekili arkadaşımızın huzurunda çekilen bir kurayla tespit edilmiştir.
O nedenle orada bir yanlışlık yok. O bakımdan, Sayın Hüseyin Pazarcı’nın -Balıkesir Milletvekilinin- bu konuya
ilişkin dilekçesi üzerinde daha fazla durmaya gerek yok diye düşünüyorum.
Ama, İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre, Sayın
Pazarcı ile -Meclisimizde grubu olmayan 2 tane Genel Başkan arkadaşımız
var- Sayın Ufuk Uras ile Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’na da, yine yerlerinden olmak ve çok
kısa olmak şartıyla, katkılarını almak için kendilerine söz vereceğim.
Sayın Hüseyin Pazarcı, burada
mısınız? HÜSEYİN PAZARCI (Balıkesir)
– Buradayım. BAŞKAN – Buradasınız. Sayın Pazarcı, çok kısa lütfen. Buyurunuz. HÜSEYİN PAZARCI (Balıkesir)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan. Konunun birçok yanına değinildi,
ben, bazı uluslararası hukuk sorunlarına kısaca değinerek, bu görüşmelerin
daha da sağlıklı bir duruma gelmesine katkıda bulunmayı amaçlıyordum,
bu çerçevede de söz aldım. Sayın Başkan,
Türkiye Cumhuriyeti, belirli bir süreden beri, bir başka devletin
ülkesinden terörist saldırıların hedefi olmaktadır. Uluslararası
hukuk, genel bir kural olarak, bir devletin ülkesini başka bir devletin
haklarına zarar vermeme yükümü altında bulunduğunu ifade etmektedir.
Örneğin, Uluslararası Adalet Divanı, daha ilk kararlarından birinde,
Korfu Boğazı davasında bunu teyit etmiştir
genel bir kural olarak. Bu durum, daha sonra 1970’te Birleşmiş Milletler
Genel Kurulunda ve 1989’da Güvenlik Konseyinde, terör eylemleri bakımından
da ifade edilmiştir. Hiçbir devletin terörist eylemlere izin vermemesi,
bunlara müsaade etmemesi gerektiği ve bunları engellemesi gerektiğini
ifade etmiştir. Şimdi dolayısıyla, Türkiye, bu veriler çerçevesinde,
uluslararası hukuk nezdinde kendine karşı
görevini yerine getirmeyen devletlerle karşı karşıya bulunmaktadır.
Bu çerçevede, Sayın Bakan da ifade ettiler, bugüne kadar değişik
tarihlerde 24 operasyon da yapılmıştır Kuzey Irak’ta bir dönemlerde.
Bunların bir kısmı devrin hükûmetiyle de anlaşarak
ve 1946 anlaşmaları çerçevesinde yapılmıştır, bir kısmı da daha
sonra 36’ncı paralelin üstüne Saddam kuvvetlerinin
çıkmasına müsaade edilmediği için, böyle bir operasyon, orada doğan
boşluğun zaruret hâli doğurması üzerinden yapılmıştır. Şimdi gelinen
noktada Türkiye Cumhuriyeti böyle bir hakka sahiptir, kendi varlığını,
eğer ilgili devlet koruyamazsa, kendi varlığını koruma hak ve salahiyetine
sahiptir. Yalnız bu konuda
bir hukuki noktaya yine dikkatini çekmek isterim ilgililerimizin,
Sayın Hükûmetin: Meşru savunma hakkından söz
ediliyor. Evet, genel anlamında saldırıya uğrayan bir kişinin kendini
koruma hakkı vardır, ama, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda düzenlendiği
şekliyle 51’inci maddede bu meşru savunma hakkı, yapılan herhangi
bir saldırıya karşı cevap şeklinde algılanmaktadır ve bu saldırılar
genelde bir devletin saldırısı şeklinde değerlendirilmektedir.
Ayrıntısına burada girmeyeceğim vaktinizi almamak için, ama şunu
ifade edeyim ki: Meşru savunma hakkı çerçevesinde hareket edilme
yoluna gidilirse, bunun hemen Güvenlik Konseyinin bilgisine sunulması
ve ondan sonra onun önlemler almasını beklemek zorunluluğu vardır
ve dolayısıyla böyle bir harekâtı meşru savunma hukuki kavramı çerçevesinde,
uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirme yoluna gidersek,
bir iki gün sonra, yapılan harekâtın hemen önü kesilecektir, çok zor
durumda kalmamız söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla bu çerçevede
uluslararası hukuka genel bir atıf yapılmasını ben doğru buluyorum.
Benim kişisel
görüşüm de bu tezkereyi tabii ki desteklemektir. BAŞKAN – Sayın
Pazarcı, çok teşekkür ediyoruz. Sayın Ufuk Uras… Sayın Uras burada mı? MEHMET UFUK URAS
(İstanbul) – Buradayım. BAŞKAN – Çok kısa
lütfen. MEHMET UFUK URAS
(İstanbul) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim. Özgürlük ve Dayanışma
Partisi ve şahsım adına bütün Meclisi selamlıyorum. Siyasi partiler
şiddet ve çatışma kültürüne hizmet etmemelidirler. Çünkü tezkere
tartışmaları sırasında toplumda gerginliği artırıcı bir dil kullanan
siyasi partiler, farkında olarak ya da olmadan,
toplum içi çatışma ortamını geliştirmektedirler. Diplomasi yapmak için askerî yöntemlere ihtiyaç
duymak yanlıştır. Türkiye’nin
ve Orta Doğu’nun bugünkü ortamında Kuzey Irak’a müdahale için
tezkere çıkarmak, sonu belirsiz bir maceraya atılmak demektir. Türkiye’nin
Kuzey Irak’a girmesi, bölgemizde ABD’nin yarattığı savaş batağına
bile bile saplanmak demektir; üstüne, Kuzey
Irak’taki Kürt toplumuyla çatışma içine girmek demektir. Son yirmi üç yılda
24 sınır ötesi harekât yapılmış, ama sorun bir türlü çözülememiştir.
Şu açık ki, Kürt
sorununun çözümü ve toplumda barışın tesisi için atılması gereken
adımlar ülkemizin içindedir, dışında değil. Sorunun sadece bir güvenlik
meselesi olarak algılanması nedeniyle, yıllardır yapılanların
çözüm yönünde kalıcı ve olumlu bir etkisi olmamıştır. Bugün, soğukkanlı bir şekilde,
demokratik bir çözüm için çaba sarf etmeli, bunun için soruna siyasetle
çözüm aranmalıdır. Çözümsüzlük ve kutuplaşmayı
artıracak terör eylemlerine ve şiddet adımlarına değil, barışçıl
yöntemlere ve sosyal önlemlere ihtiyaç vardır. O yüzden, biz, bu tezkereyi ülkemizin
çıkarına aykırı buluyoruz. Böyle dönemlerde soğukkanlı
ve akla dayalı düşünceleri dışlayanlar kazandıklarını zannederler.
Ancak bu hazin oyun Türkiye’ye
hep pahalıya patlamıştır ve bir kez daha biz bunun eşiğindeyiz. Türkiye’nin farklı kültürlerinden
oluşan dokusunu paramparça ederek bu topraklarda demokrasinin ve
barışın canına okumak isteyenler, çok tehlikeli bir yönelime girmişlerdir.
Türkiye’de demokrasiden,
barıştan, eşit koşullarda bir arada yaşamaktan ve adaletten yana
olan herkes, meslek örgütleri, sendikalar, aydınlar, yurttaş girişimleri,
demokratik dernek ve kuruluşlar, şimdi, şiddete karşı, nereden gelirse
gelsin şiddet ve teröre karşı, toplumda barışa ve demokrasiye sahip
çıkmalıdırlar. Bizler, bu ülkenin Parlamentoda
daha önce görev almış sosyalistleri olarak, Mehmet Ali Aybar’dan Sadun Aren’e, Behice Boran’dan
Fatma Hikmet İşmen’e, her zaman, nereden gelirse
gelsin, her türlü şiddete karşı, barış politikalarını savunmaya
devam edeceğiz. Şimdi tam da zaman, “yurtta barış, dünyada barış” politikasını
sürdürmek ve desteklemek zamanıdır. Teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Uras. Sayın Yazıcıoğlu,
buyurun. MUHSİN YAZICIOĞLU (Sivas) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; bugün gündemimize gelmiş
olan tezkere, geç kalmış olmakla beraber, çok isabetli bir teşebbüstür.
Ben, bu vesileyle, terörde hayatını kaybeden tüm şehitlerimize Allah’tan
rahmet diliyorum, gazilerimize minnetlerimi, şükranlarımı sunuyorum.
Tam birlik olma, beraber olma
ve birlikte teröre karşı kararlılık gösterme zamanıdır. Bunun
için, doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi demeden, hangi
mezhep ve meşrepten, hangi aşiretten olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kuruluşunda birlikte olduğumuz ve Türkiye’nin vatandaşlığı
şerefini kazanmış olan herkes, teröre karşı, şiddete karşı birlikte
vaziyet almak mecburiyetindedir. Şimdi, Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi’nin 51’inci maddesi ve NATO Anlaşması’nın 5’inci maddesi,
bizim sıcak takip hakkımızı her zaman vermektedir. Türkiye, bu sıcak
takip hakkını, bu anlamda, başka birilerine danışmadan kullanabilme
yetkisine de her zaman sahiptir. Ancak tezkerenin çok daha farklı
bir anlamı olması gerekir. Bu da, daha derinlikli bir mücadeleyi
yapabilmek, daha kapsamlı ve belki kalıcı bir temizliği ortaya getirebilmek
için gereklidir. Bu itibarla, bu tezkere münasebetiyle
Türkiye Büyük Millet Meclisi tam bir bütünlük hâlinde, ordusuyla,
milletiyle bütünleşerek, terörle mücadelede sonuna kadar kararlı
olduğunu göstermek için bir fırsat olarak kullanılmalıdır. Tezkere, milletimizin
umutları açısından elbette tek çözüm değil, terörle mücadele açısından.
Ekonomik, sosyal açıdan, psikolojik açıdan, eğitim açısından; alınması
gereken, göçü önleyecek, işsizliği çözecek, dolayısıyla, terör
örgütünün insan kaynaklarını kullanmasına fırsat veren bataklığı
kurutacak tedbirleri apayrı düşünmek gerekir, ama, artık anlaşılmıştır
ki, terör dışarıdan destek görmeden Türkiye’de yaşayamaz, bu
açık. Onun için, Çekiç Güç’ün kanatları altında büyümüş olan PKK örgütüne
ve Irak’ın kuzeyinde, yine Çekiç Güç’ün kanatları altında oluşmuş
olan yapılanmaya karşı daha etkin, derinlikli ve profesyonelce,
terörle mücadelede kullanılacak yöntemlere ihtiyaç vardır. Ben
bu tezkerenin Türk Silahlı Kuvvetlerimizin daha etkin mücadelesi
için, arkasında milleti gösterecek bir unsur olarak kullanılması
gerektiğini düşünüyorum. Bundan dolayı da Büyük Birlik Partisi
ve şahsım adına bu tezkereye olumlu oy kullanacağız ve bu tezkerenin
arkasında olduğumuzu ifade ediyor, saygılar, sevgiler sunuyorum.
(AK Parti ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar.) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Yazıcıoğlu. Sayın milletvekilleri,
Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, tezkereyi
tekrar okutup oylarınıza sunacağım. 15/10/2007 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye, Irak’ın
kuzey bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan
ve halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin millî birliğine, güvenliğine
ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş ciddi bir terörist saldırı ve
açık bir tehditle karşı karşıyadır. Dost ve kardeş
Irak’ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına
büyük önem atfeden Türkiye, PKK teröristlerinin Irak’ın kuzeyindeki
mevcudiyetine ve faaliyetlerine son verilmesini sağlamak amacıyla
uzunca bir süredir yoğun siyasi ve diplomatik girişimlerde ve uyarılarda
bulunmuştur. Bu çabalarımızdan istenilen sonuçların alınması bugüne
kadar mümkün olmamıştır. Türkiye’ye yönelik
terörist saldırılar ve tehdide karşı, terörizmle mücadelenin bir
parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri
almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe
belirlenecek şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Irak’ın
kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının
bertaraf edilmesi amacıyla, sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak
üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi
ile mücavir alanlara gönderilmesine ve görevlendirilmesine Anayasa’nın
92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesini arz ederim. Recep
Tayyip Erdoğan Başbakan BAŞKAN – Tezkerenin
oylamasının açık oylama şeklinde yapılmasına dair bir önerge vardır.
Önergeyi okutup,
imza sahiplerini arayacağım: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda görüşülmekte olan terör tehdidinin ve saldırılarının
bertaraf edilmesi amacıyla sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak
üzere Irak’ın kuzey bölgesine Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının
gönderilmesiyle ilgili Başbakanlık tezkeresi oylamasının İç Tüzük’ün
143’üncü maddesi gereği açık oylama yöntemiyle yapılmasını arz ve
teklif ederiz. Sayın Sadullah Ergin, Hatay? Burada. Sayın Nurettin
Canikli, Giresun? Burada. Sayın Nihat Ergün, Kocaeli? Burada. Sayın Bekir Bozdağ, Yozgat? Burada. Sayın Sadık Yakut,
Kayseri? Burada. Sayın Ahmet Yeni,
Samsun? Burada. Sayın Abdurrahman Arıcı, Antalya? Burada. Sayın Durdu Mehmet
Kastal, Osmaniye? Burada. Sayın Yahya Doğan,
Gümüşhane? Burada. Sayın Yaşar Karayel,
Kayseri? Burada. Sayın Musa Sıvacıoğlu, Kastamonu? Burada. Sayın Sedat Kızılcıklı, Bursa? Burada. Sayın İkram Dinçer, Van? Burada. Sayın Mehmet Tunçak, Bursa? Burada. Sayın Hayrettin
Çakmak, Bursa? Burada. Sayın Murat Yıldırım,
Çorum? Burada. Sayın Taha Aksoy, İzmir? Burada. Sayın Nuri Uslu,
Uşak? Burada. Sayın Fevzi Şanverdi, Hatay? Burada. Sayın milletvekilleri,
açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım. Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Alınan karar gereğince,
açık oylama elektronik cihazla yapılacaktır. Oylama için üç
dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin
teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme
giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten
oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan
oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Oy verme işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca verilmiş bulunan Başbakanlık
tezkeresinin açık oylama sonucunu arz ediyorum: Kullanılan oy sayısı : 526 Kabul : 507 Ret : 19 (x) (AK Parti, CHP, MHP ve Bağımsızlar
sıralarından alkışlar) Böylece, Başbakanlık tezkeresi
yüce Meclisimiz tarafından kabul edilmiştir. Milletimiz ve devletimiz
için hayırlı sonuçlar doğurmasını diliyorum. Sayın milletvekilleri, kanun
tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18 Ekim 2007 Perşembe
günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma
Saati: 17.59 (x) Açık oylama
kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağı sonuna eklidir. |
|