DÖNEM: 23 CÝLT: 1 YASAMA YILI: 1 TÜRKÝYE BÜYÜK MÝLLET MECLÝSÝ TUTANAK DERGÝSÝ 9’uncu Birleþim 3 Eylül 2007 Pazartesi Ý Ç
Ý N D E K Ý L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETÝ II. - GELEN KÂÐITLAR III. - HÜKÛMET PROGRAMI 1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan
Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi IV.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması 2.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
TBMM Genel Kurulu saat
15.00’te açıldı. 3046 sayılı Bakanlıkların
Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ile 13/12/1983 Gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması
ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Yasa’nın
4’üncü maddesi uyarınca, 9 Devlet Bakanının görevlendirildiğine
ve bunlardan 3’üne Başbakan Yardımcılığı görevinin verildiğine;
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun
atandığına dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; Hükûmet Programı’nın 31 Ağustos 2007 Cuma günü okunacağı
açıklandı. İçişleri Bakanlığına
bağlı bulunan Darülaceze Müessesesi Müdürlüğünün Başbakanlığa,
Başbakanlığa bağlı bulunan Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
Dışişleri Bakanlığına, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı bulunan
Karayolları Genel Müdürlüğünün Ulaştırma Bakanlığına, Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı bulunan Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğünün Çevre ve Orman Bakanlığına bağlanmasına; İçişleri
Bakanlığı ile ilgili bulunan Türkiye ve Orta-Doğu Amme İdaresi
Enstitüsü Genel Müdürlüğünün Başbakanlık ile ilgilendirilmesine
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Bakanlar Kurulu Programı’nın
31 Ağustos 2007 Cuma günü okunması ile Bakanlar Kurulu Programı üzerinde
3 Eylül 2007 Pazartesi günü yapılacak görüşmelerin ve 5 Eylül 2007
Çarşamba günü yapılacak güven oylamasının gündemin “Özel Gündemde
Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve bu günlerde “Başkanlığın
Genel Kurula Sunuşları” ve işaret oyuyla yapılacak seçimler hariç
başka bir konunun görüşülmemesine; 3 Eylül 2007 Pazartesi günü yapılacak
olan Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmelere saat
15.00’te başlanmasına; Hükûmet ve siyasi parti grupları adına yapılacak
konuşmaların 40’ar dakika (bu süre iki konuşmacı tarafından kullanılabilir)
kişisel konuşmaların 10’ar dakika olmasına, görüşmelerin tamamlanmasına
kadar çalışma süresinin uzatılmasına; Genel Kurulun 4 Eylül 2007
Salı günkü birleşiminde “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” ile
işaret oyuyla yapılacak seçimler dışında başka bir konunun görüşülmemesine
ilişkin Danışma Kurulu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul
edildi. Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan tarafından Bakanlar Kurulu Programı okundu. Bakanlar Kurulu Programı’nı
görüşmek için, alınan karar gereğince, 3 Eylül 2007 Pazartesi günü
saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 17.23’te son verildi. Eyyüp Cenap GÜLPINAR Başkan Vekili
II.- GELEN KÂĞITLAR 3 Eylül 2007 Pazartesi Sözlü Soru Önergeleri 1.- Antalya
Milletvekili Tayfur SÜNER’in, Gökçeler Barajı yapımının 2008 yılı
programına alınıp alınmayacağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından sözlü soru önergesi (6/14) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/8/2007) 2.- Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in,
Antalya-Alara Çayından kullanılan içme suyuna ve Alaca Çayının
çevresindeki arıtma tesislerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
sözlü soru önergesi (6/15) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 3.- Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in,
Akseki-Cevizli-Beyşehir yoluna ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
sözlü soru önergesi (6/16) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 4.- Tunceli Milletvekili Kamer GENÇ’in,
Türk Tarih Kurumu Başkanının bazı açıklamalarına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/17) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007) 5.- Tunceli Milletvekili Kamer GENÇ’in,
bir televizyon programında yaptığı konuşmaya ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/18) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007) 6.- Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in,
çiftçilere yapılan “kuraklık yardımı”na ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/19) (Başkanlığa geliş tarihi:
24/8/2007) 7.- Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in,
Akseki-İbradı arasındaki yol genişletme ve yapım çalışmalarına
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/20)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Balıkesir Milletvekili Ergün AYDOĞAN’ın,
bir milletvekili ile ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/29) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/8/2007) 2.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT’ün,
özel bir televizyon kanalında yayınlanan bir diziye ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/30) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 3.- Adana Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un,
Karayolu Taşıma Yönetmeliğindeki engellilere yönelik ücret düzenlemesinin
seyahat firmalarınca uygulanmadığı iddiasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/31) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 4.- Adıyaman Milletvekili Şevket KÖSE’nin,
Türk Tarih Kurumu Başkanının açıklamalarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/32) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 5.- İstanbul Milletvekili Ufuk URAS’ın, Türk
Tarih Kurumu Başkanının açıklamalarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/33) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 6.- Manisa Milletvekili Şahin MENGÜ’nün,
Türk Tarih Kurumu Başkanının açıklamalarına ve kurumun yapısına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/34) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/8/2007) 7.- Konya Milletvekili
Atilla KART’ın, bir davadaki hazine alacağına ve kanun yollarına
başvurulup başvurulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/35) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 8.- Ankara Milletvekili Yılmaz ATEŞ’in,
Türk Tarih Kurumu Başkanınca yapılan açıklamalara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/36) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 9.- İstanbul Milletvekili Çetin SOYSAL’ın,
bir Iraklı temsilcinin Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle ilgili
yazdığı makaleye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/37)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 10.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu ÖZBOLAT’ın,
Türk Tarih Kurumu Başkanının açıklamalarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/38) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007) 11.- İstanbul Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in,
seçilecek yeni Cumhurbaşkanına ve bazı iddialara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/39) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007) 12.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil ÜNLÜTEPE’nin,
TOKİ tarafından Afyonkarahisar’da yapılacak bir hastanenin inşaatına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/40) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24/8/2007) 13.- Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın,
belediyelerce yapılan sosyal amaçlı yardımlara ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/41) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/8/2007) 14.- Adana Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un,
Adana’da su kaynaklarının rasyonel kullanımına yönelik alınacak
tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/42) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 15.- Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın,
Giresun İlinin içme suyu sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/43) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 16.- Adana Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un,
Adana Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesiyle ilgili bazı
iddialara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/44)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 17.- Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in,
Antalya-Gazipaşa Devlet Hastanesinin bahçesine atılan tıbbi atıklara
ve personel ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/45) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 18.- Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın,
fındık destekleme fiyatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/46) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 19.- Aydın Milletvekili Özlem ÇERÇİOĞLU’nun,
kuru incir üretimindeki sorunlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/47) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 20.- Kırklareli Milletvekili
Turgut DİBEK’in, Trakya illerinin kuraklık yardımı kapsamına alınıp
alınmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/48) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007) 21.- Tekirdağ Milletvekili Enis TÜTÜNCÜ’nün,
Tekirdağ’da kuraklıktan etkilenen tarımsal ürünlere ve zarar gören
çiftçilere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/49) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007) 22.- Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın,
Ordu-Tire-Giresun Havaalanı projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/50) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 23.- Gaziantep Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün,
Gaziantep Havaalanına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/51) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 24.- Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından yapılan yardımlara
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Hayati YAZICI) yazılı soru önergesi (7/52) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/8/2007) 25.- Konya Milletvekili Atilla KART’ın, Filistin’den
getirilen bazı vatandaşların yol ve konaklama giderlerinin tahsili
için borçlandırıldığı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/53) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 26.- Kırklareli Milletvekili Turgut DİBEK’in,
Kırklareli-Kofçaz-Yukarıkanara Köyündeki ağaçlandırma çalışmalarına
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/54) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24/8/2007) 27.- Yalova Milletvekili Muharrem İNCE’nin,
Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde yapılan
değişikliğe ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/55) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007) 28.- Adana Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un,
Ankara Kız Lisesinin bahçesinin kullanımı ile ilgili bir iddiaya
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/56) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23/8/2007) 3 Eylül 2007 Pazartesi BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.00 BAŞKAN: Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan Candemir
ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 9’uncu Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter sayısı
vardır, gündeme geçiyoruz. III.- HÜKÛMET PROGRAMI 1.-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan
Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan Başbakan
Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu
Programı üzerindeki görüşmelere başlıyoruz. Görüşmelerde, İç Tüzük’ün
72’nci maddesine göre siyasi parti gruplarına, Hükûmete ve şahısları
adına iki sayın üyeye söz verilecektir. Genel Kurulun
31/08/2007 tarihli 8’inci Birleşiminde alınan karar gereğince, Hükûmet
ve siyasi parti grupları adına yapılacak konuşmalarda süre 40’ar
dakikadır. Bu süre iki konuşmacı tarafından kullanılabilecektir.
Kişisel konuşmalarda ise süre 10’ar dakikadır. Program üzerinde söz
alan sayın üyelerin isimlerini sırasıyla okuyorum: Gruplar adına, şu ana
kadar sadece Demokratik Toplum Partisi adına Grup Başkanı Sayın Ahmet
Türk söz istemişlerdir. Sayın Türk… Sayın Türk şu anda Genel
Kurulda yok. Gruplar adına başka
söz isteyen? OKTAY VURAL (İzmir) –
Sayın Genel Başkanımız Bahçeli Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına konuşacak efendim. BAŞKAN – Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Grup Başkanı Sayın Devlet
Bahçeli. Buyurunuz efendim.
(MHP sıralarından ayakta alkışlar) Sayın Bahçeli, süreniz
kırk dakikadır. MHP GRUBU ADINA DEVLET
BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
değerli üyeleri; 60’ıncı Cumhuriyet Hükûmetinin Programı hakkında
Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve düşüncelerini açıklamak
amacıyla huzurunuzda bulunuyorum. 23’üncü Dönem çalışmalarının
Türkiye’nin huzuru, güvenliği, kardeşliği ve mutluluğunun hayrına
sonuçlar doğurması dileğiyle yüce Meclisi en derin saygılarımla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Bu duygularla, 22 Temmuz
2007 seçimleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olan değerli
milletvekillerini kutluyorum. Türkiye’nin içinden geçtiği bu
hassas dönemde, Anayasa’da çizilen çerçevede ve milletvekilliği
yeminlerine sadık kalarak icra edecekleri görevlerinde kendilerine
başarılar diliyorum. Bütün siyasi partilerimizin, yüce Meclisi
bekleyen tarihî görev ve sorumlulukların bilinci içinde olduklarını
ve sözleri ve fiilleriyle bunun gereklerini yerine getireceklerini
ümit ve temenni ettiğimizi buradan belirtmek istiyorum. Türkiye, 22 Temmuz seçimlerine,
demokrasimiz açısından bir olgunluk sınavı sayılamayacak sancılı
bir süreç sonrası gitmiştir. Sandık başında tecelli eden millî irade
ortaya yeni bir siyasi tablo çıkarmıştır. 23’üncü Yasama Dönemi
geniş bir yelpazeye yapılan farklı siyasi görüşlerin Mecliste temsil
edildiği yeni bir açılımla başlamıştır. Katılımın yüksek olduğu
seçimler, geçtiğimiz dönemdeki demokrasi çarpıklığını gidermiş
ve Mecliste temsil oranı yüzde 85’ler düzeyini aşmıştır. Bugün itibarıyla Mecliste
4’ü grup kurma hakkı bulunan 7 siyasi parti temsil edilmektedir. Bunu, Türk demokrasisinin geleceği açısından
çok iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsat olarak gördüğümüzü
belirtmek istiyorum. 22 Temmuz seçimlerinde
aziz milletimiz, Adalet ve Kalkınma Partisine ikinci dönem iktidar
görevi vermiştir. Türk milletinin bu kararını herkes kabul etmek
ve buna saygı göstermek durumundadır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Parlamenter demokrasilerde
egemenliğin yegâne sahibi Türk milletidir. Demokrasiye inanan herkesin
şimdi yapması gereken, bu millî iradeyi sorgulamak veya zafer sarhoşluğuna
kapılmak değil, bunun anlamını çok iyi değerlendirmek ve bundan gerekli
sonuçları çıkarmak olmalıdır. Milliyetçi Hareket
Partisi, aziz milletimizin bize verdiği muhalefet görevini ve sorumluluğunu
saygıyla karşılamıştır. Önümüzdeki dönemde temel amacımız, bu takdire
uygun olarak, ilkeli, seviyeli, dürüst, sorumlu ve etkili bir muhalefet
anlayışı sergilemektir. Milliyetçi Hareket Partisi, kısır çekişmelerin
ve gerginliklerin tarafı olmayarak, Türkiye’nin sorunlarının
çözümüne, sarsılmaz ve değişmez ilke ve inançları doğrultusunda,
yapıcı katkılarda bulunacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, bu
konuda, siyaset geleneğimizin gelişmesine hizmet edecek bir örnek
oluşturmaya kararlıdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; seçim sonrası dönemde iktidar partisinin sergilemesi
beklenen tutum ve anlayışla ilgili olarak unutulmaması gereken
bazı gerçekleri bu vesileyle kısaca hatırlatmak isterim. Bunlardan
birincisi, demokrasinin ruhu ve gerçek anlamıyla ilgilidir. Demokrasi,
Mecliste sandalye sayısına dayanan basit ve çıplak bir aritmetik
denklemi veya işlemi değildir. Dürüst, temiz ve namuslu bir siyaset
anlayışını gerektiren demokrasi, sağlam inançlara ve teminatlara
dayanan bir ahlak, fazilet ve feragat rejimidir. Demokrasinin yaşaması
ve kök salması için şart olan manevi iklimin temel unsurlarının, itidal,
basiret, hoşgörü, karşılıklı anlayış, demokratik uzlaşma kültürü
ve siyasi sorumluluk ahlakı olduğu unutulmamalıdır. Bu gerçekler
karşısında, millî iradeyi bir kılıf olarak kullanarak demokrasiyi
basit bir parmak hesabına dayanan Meclis çoğunluğuna indirgemek,
demokrasinin özüne olan inançsızlığın bir ifadesi sayılacaktır. Bu bahiste dikkatlerinize
getirmek istediğim diğer bir husus, seçim sonuçlarının ifade ettiği
anlamın, münhasıran, rakamsal sonuçlara bakılarak değerlendirilemeyeceği
gerçeğidir. 22 Temmuz 2007 seçimleri sonuçlarının AKP İktidarı açısından
doğru okunması ve anlaşılması bu bakımdan büyük önem taşımaktadır.
Seçimlerde AKP’nin oylarını önemli ölçüde artırdığı tartışmasız
bir gerçektir, ancak artan bu desteğin ne anlam taşıdığı çok iyi anlaşılmalıdır.
Türkiye, AKP’nin önceki iktidarında büyük bir yıpranma, yozlaşma
ve yıkım dönemi yaşamıştır. Bunun ağır tahribatı ortada durmakta
ve etkileri her alanda ağırlaşarak hissedilmektedir. 22 Temmuz seçimleri,
bu karanlık dönemi aklamamıştır. Seçim sandığı başında tercihini
ortaya koyan Türk milleti, ortak değerlerimiz olan millî kimlik,
millî birlik, cumhuriyetin temelleri ve devletin kuruluş ilkelerinin
tahrip edilmesi sonucunu doğuracak gaflet politikalarının sürdürülmesi
için AKP’ye izin ve icazet vermemiştir. AKP İktidarının bu gerçekleri
çok iyi görmesi ve bu ikinci dönemde geçmişteki hatalardan ders alması
Türkiye’nin geleceği açısından hayati önem taşımaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye çok ağır bir bunalım sürecinden geçmekte,
ülke ve millet olarak içine sürüklendiğimiz kriz ortamı giderek derinleşmektedir.
Önümüzdeki bu nazik dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin
kaderini ilgilendiren hayati görev ve sorumluluklarla karşı karşıyadır.
Bu bunalım sürecinden çıkış yollarının aranacağı tek organ, millî
iradenin tecelli ettiği yegâne yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Türkiye’nin sorunları, ortak aklın ve sağduyunun rehberliğinde,
bu kutsal çatı altında çözülecektir. Bunun için, ilk önce, sorun
alanları ve dinamikleri hakkında iktidarı ve muhalefetiyle bütün
siyasi partilerin üzerinde buluşabileceği asgari bir müşterek
zemininin oluşturulması hayati önem taşımaktadır. Bu yöndeki ortak
çabalarda hareket noktamız, doğru tespit ve teşhislere dayalı, dürüst
ve objektif bir değerlendirme yapmak olmalıdır. Temel sorun alanları
önem ve öncelik itibarıyla üç ana noktada toplanabilecektir. Bunlardan birincisi,
Türkiye’nin karşısındaki çok ciddi iç ve dış güvenlik tehlikeleri
ve tehditleridir. Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terör, siyasi
ayrılıkçılık hevesleri ve etnik tahrikler, önümüzdeki en büyük sorundur.
Bugün, Türkiye’de iç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhu yara almıştır.
Türkiye’nin varlığına ve millî birliğine kastetmeyi amaçlayan
kanlı terör son dönemde tırmanmış, etnik bölünmeye zemin hazırlamaya
yönelik iç ve dış tahrik ve dayatmalar hız kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti
devletinin temel harcı olan bütün ilke ve esaslar tartışmaya açılmış,
millî devlet niteliğini ve üniter yapısını tasfiye etmeyi hedef
alan bir kampanya başlatılmıştır. Türkiye, bilinçli, sistemli ve
sinsi tahriklerle bir kavga ve iç çatışma ortamına çekilmek istenmektedir.
İkinci büyük sorun
ise Türkiye’nin çok tehlikeli bir cepheleşme sürecine sürüklenmiş
olmasıdır. Toplumsal huzursuzluk, gerginlik ve çatışma alanları
her geçen gün genişlemekte, kamplaşma ve kutuplaşma sürecinin yıkıcı
tahribatı Türkiye’yi için için kemirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin
temel nitelikleri, demokratik rejim, millî ve manevi değerlerimiz,
siyasi ve toplumsal çatışma alanı hâline getirilmiştir. Türk milleti
ilerici-gerici, laik-dindar, inançlı-inançsız ayrımına dayalı kamplara
bölünmüş, buna dayalı iki Türkiye tablosu çizilmeye çalışılmıştır.
Türkiye’nin, bu gerginlik denklemini aşmak, bu kısır döngüyü kırmak
zorunda olduğunu herkes kabul etmelidir. Her alana yayılan bu süreci
durdurmak, Türkiye’nin -birlik, bütünlük ve huzur içinde ve demokrasimizi
koruyarak- onurlu ve aydınlık bir geleceğe yürümesini sağlamak
siyaset kurumunun önündeki en öncelikli görev ve sorumluluktur.
Siyasi partiler, varlık nedenlerinin bu olduğunu anlamalıdır. Üçüncü sorun alanını
siyasi ve sosyal bünyemizle ilgili yapısal hastalıklar oluşturmaktadır.
Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve toplum hayatımızı bir kanser gibi
sarmıştır. Yozlaşma kültürü her alanda kök salmış, Türkiye yolsuzluk,
vurgun, talan ve kanunsuzluklar ülkesi olmuştur. Bunun sonucunda
devlete ve adalete olan güven duygusu zedelenmiştir; siyaset kurumu
kirlenmiş ve toplum nazarında çok ağır bir itibar kaybına uğramıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çok genel çerçevesiyle çizmeye çalıştığım bu
Türkiye manzarası her yönüyle karanlık bir tablodur. Siyasi partilerin
ülke sorunları hakkında farklı görüş ve yaklaşımlara sahip olmaları
doğaldır. Ancak, Türkiye’nin kaderini ilgilendiren hayati meselelerde
asgari müştereklerde buluşulması bir zarurettir. Burada, hepimizin
aynı geminin yolcusu olduğu unutulmamalı, Türkiye’nin geleceğini
her düşüncenin üstünde tutan millî bir seferberlik ruhu sergilenmelidir.
Yüce Meclis, bu konularda, üzerinde birleşebileceğimiz millî hassasiyetler
paydası oluşturmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi bu hususlardaki
samimi düşüncelerini siyasi partilerin değerlendirmesine sunmak
istemektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye’nin önündeki en büyük sorun olan kanlı terör ve etnik bölücülük
son dönemde tehlikeli boyutlar kazanmıştır. Türk milletinin kardeşliğini,
devletin siyasi yapısını ve toprak bütünlüğünü hedef alan etnik
tahrikler pervasızca sürdürülmektedir. Millî kimlik ekseninde sürdürülen
tartışmalar, Türk milletini parçalamayı ve üniter yapıda kurulmuş
millî devlet niteliğini tasfiye etmeyi amaçlayan stratejinin ilk
belirtisi olarak görülmelidir. Etnik köken temelinde bölünmeyi
amaçlayan bu süreçte, Türk vatandaşlarının Türk milletine mensubiyet
şuurunun zayıflamasına ve Türklüğün etnik bir alt kimlik konumuna
itilmesine çalışılmaktadır. Etnik kimliklerin millî azınlık olarak
tanınması, bu etnik özelliklere Anayasa teminatı altında siyasi
ve hukuki statü kazandırılması, Türkiye’nin millî birliğini yıkarak
Türk milletinden ayrı bir millet yaratma arayışlarının temel stratejisidir.
Türkiye üzerinde oynanmak
istenen bu hain oyunun nihai hedefi, “tek millet, tek devlet” esasına
dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin millî birlik, bölünmez bütünlük
ve millî egemenlik anlayışının yeniden tanımlanması ve çok kimlikli,
çok milletli, parçalı bir devlet yapısının devletin yeni kuruluş
esası olarak kabul edilmesidir. Kanlı terörden beslenen etnik bölücülük
sorununun temel hak ve özgürlük sorunu ve meşru bir kimlik talebi
olarak tanımlanmaya çalışılmasının amacı budur. Toplumsal huzur
ve barışın sağlanması için demokratikleşme alanının genişletilerek
siyasi açılım yapılması çağrıları da aynı amaca yöneliktir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; “Türk milleti” ve “millî kimlik” kavramları ile devletin
kuruluş ilkelerinin doğru anlaşılması hayati önem taşımaktadır.
Türkiye’nin uzun tarihî geçmişine bakıldığında şu gerçekleri herkes
teslim edecektir: “Millet”
kavramı, her dönemde, etnik köken, dil, din ve mezhep farklılıklarını
aşan kaynaştırıcı bir kavram olarak görülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşunda “millet” kavramı bu niteliğiyle kabul edilmiştir. Ortak
kültür, tarih bilinci ve paylaşılan ortak değerler esas alınmıştır;
etnik köken, dil ve din gibi farklı özelliklere bakılmamıştır. Türk
milletini oluşturan temel bağ, kan bağı ve soy birliği değil, kültür
ve duygularda ortaklıktır. Ortak bir geçmişi paylaşan, ortak bir
kültürü yaşayan ve ortak bir gelecek idealine inanan Türk vatandaşları,
etnik kökenleri ne olursa olsun, Türk milleti kimliğinde birleşmişler
ve Türk milletine ortaklaşa vücut vermişlerdir. Bin yıla yakın bir süredir
birlikte yaşayan, ortak bir kaderi paylaşan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne
vatandaşlık bağıyla bağlı bütün Türk vatandaşları, Türk milletinin
eşit ve onurlu bireyleri ve evlatlarıdır. Bu sarsılmaz millî bağ,
Türk millî kimliğinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel harcıdır.
Türk millî kimliğinde bu şekilde birleşilmesi, Türk vatandaşlarının
etnik kökenlerini, dil ve dinlerini inkâr veya yok saymak anlamına
asla gelmemektedir. Büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü,
ne mutlu bu kimliği benimseyene anlamını taşımaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti devleti tektir, ülkesi ve milleti birdir. (MHP sıralarından
alkışlar) Şerefli Türk bayrağı ve İstiklal Marşımız, bütün Türk vatandaşlarının
ortak mukaddesatıdır. Millî birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı
temeller, tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür.
Bu tarihî, kültürel, siyasi ve hukuki gerçekler karşısında, Türk
devletine ve Türk milletine mensubiyetin “Türkiyelilik” gibi coğrafi
bir terimle tanımlanması, hukuki bir statü olan vatandaşlık bağının
üst kimlik olarak kabul edilerek kurucu millî kimliğin bir alt kimlik
konumuna itilmesi ve bu sanal kavramlar temelinde Türk milletine
kimlik arayışına girilmesi tek kelimeyle abesle iştigaldir. Türkiye’nin
millî devlet niteliği, üniter yapısı ve millî birliğinin her türlü
tartışmasının üzerinde tutulması Türk milletinin geleceğinin sigortası
olarak görülmelidir. Bu ilke ve esaslar
Türk milletinin demokratik düzen içinde, bir arada ve kardeşçe yaşamasının
asgari şartlarıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin en öncelikli
görevi Türkiye’nin birliğine, huzuruna ve genç Türk demokrasisine
sahip çıkmak olmalıdır. Ancak, millî kimlik, millî kültür ve paylaşılan
ortak değerler yok sayılarak, etnik kimlikler okşanarak ve etnik
farklılıklar kaşınarak demokrasinin, toplumsal huzur ve dayanışmanın
geliştiği dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Bölücü terörün
siyasi gündemine hizmet edecek olan zorlamaların bir kardeş kavgasına
davetiye çıkarmak olacağı artık idrak edilmelidir. Türkiye’yi
bölme, etnik tahriklerle Türkiye’nin millî birliğini yıkmaya çalışma
ve iç çatışma kışkırtıcılığı yapmanın demokratik hak ve özgürlüklerle
savunulamayacağı ortadadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin temsil ettiği
Türk milliyetçiliği ülküsü bu esaslara dayanmaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü
anlayışımızın temelleri de bunlardır. Milliyetçi Hareket kimsenin
etnik kökeniyle, dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen ve bunları
sorgulamayan, Türk milleti kimliğinde birleşerek millet olgusuna
birlikte vücut veren bütün vatandaşlarımızı bir bütün olarak kucaklayan
bir anlayışın sahibidir. Bu millî duruşumuzu, Türkiye’yi otuz altı
etnik gruba bölen ve Milliyetçi Hareket Partisini etnik bölücülerle
aynı denklemin çatışmacı diğer ucu olarak göstermeye çalışan Sayın
Başbakana bu vesileyle bir kere daha hatırlatmak isterim. Bizim
durduğumuz nokta buradır, budur. Bu ilkeler, Milliyetçi Hareket
Partisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 23’üncü Dönem çalışmalarında
değişmeyen rehberi olacaktır. Başta yeni anayasa olmak üzere, terörle
mücadele ve siyasi reform konularındaki yaklaşımımıza bu ilkeler
yön verecektir. Şimdi, başta iktidar partisi olmak üzere, bütün siyasi
partilerden beklenen, bu millî konularda nerede durduklarını,
özetlemeye çalıştığım bu değerler manzumesinin neresinde bulunduklarını
sözleri ve fiilleriyle ortaya koymaktır. Sayın Başkan, yüce
Meclisin değerli üyeleri; cumhuriyet, demokratik rejim ve Türkiye’nin
millî ve manevi değerleri, millî birliğimizin siyasi, sosyal ve kültürel
temelleridir. Ülke ve millet olarak Türkiye’nin kaderi ve geleceği,
her şeyden önce, bu temellerin sarsılmamasına bağlıdır. Türkiye’nin
onurlu ve aydınlık geleceği ancak bu temeller üzerinde yükselecektir.
Bunların iç siyaset malzemesi olarak kullanılması, Türkiye’nin
millî birliğini zedeleyen bir husumet cepheleşmesinin zeminini
hazırlamaktadır. Son dönemde laiklik ve din ve vicdan özgürlüğü ekseninde
hız kazanan kısır tartışma ve çekişmeler, bu bakımdan endişe vericidir.
Laiklik ilkesi ve din ve inanç konuları, çok yönlü hassasiyetler taşıyan
nazik konulardır. Bu konuları siyasi amaçlarla sürekli kaşıyan
ve kullanan karşıt kutuplar, Türkiye’nin karşısına bir gerginlik
denklemini çıkarmıştır. Bu ayrıştırıcı siyasi istismar politikaları
sonucu, bu değerler, siyasi gerilim hattına dönüştürülmüştür.
Türk milleti, hem cumhuriyeti ve demokrasiyi hem de manevi değerlerini
birlikte yaşatma iradesine ve tecrübesine sahiptir. Burada temel
sorun, bu temel değerler üzerinde nifak ve istismar siyaseti yapan
çarpık zihniyetlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri
ve manevi değerlerinin, siyasi ve toplumsal çatışma arenası olmaktan
çıkarılması için, ilk önce, bu değerlerin iç siyaset malzemesi ve
siyasi rant kapısı olarak görülmesinden vazgeçilmelidir. Türk milletinin din
ve inanç temelinde kamplara bölünmesinin çok tehlikeli bir husumet
cepheleşmesi olacağını herkes görmelidir. Dinî inançlar cumhuriyete
ve devlete meydan okuma aracı olarak kullanılmamalı, devlet ve kurumları
da inançlarıyla kavgalı duruma düşmemeye, böyle bir görüntü vermemeye
özen göstermelidir. Hem laiklik ilkesinin hem de Türk milletinin
inanç ve değerlerinin sürekli gerginlik ve çekişme konusu olmaktan
çıkarılması için, siyaset kurumu, üzerine düşen görev ve sorumluluğun
gereklerini iyi niyetle yerine getirebilmelidir. Kronik gerginlik kaynağı
hâline gelen toplumsal huzursuzluk konuları, toplumumuzu kucaklayacak
bir sağduyu ve hoşgörü ortamı yaratılması yoluyla gündemden çıkarılmalıdır.
Bireysel hak ve özgürlükler, devletin temel ilkeleri, anayasal düzenin
esasları ve hukuk sistemi bu konuda rehber olmalıdır. Herkes, bu
yönde millî bir mutabakata varılması için ortak çaba göstermelidir.
Burada en büyük görev iktidar partisinindir. Bunun için dürüst ve
samimi olmaları yeterlidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; siyasi ve toplumsal bünyemizi zedeleyen kronik
hastalıklarla mücadele Türkiye Büyük Millet Meclisinin önündeki
en önemli konulardan birisidir. Dürüst ve namuslu bir siyaset anlayışının
tesisi, siyasi ve ahlaki kirlilikle topyekûn mücadele ve gerginlikten
beslenen çatışmacı siyaset kültürü yerine siyasi sorumluluk ahlakı
ve demokratik uzlaşma kültürünün siyasi ve toplumsal hayatımıza
hâkim kılınması, parlamenter demokrasinin geleceği bakımından
hayati önem taşımaktadır. Bu amaçla, öncelikli
olarak ele alınması gereken temel konular şu başlıklar altında toplanabilecektir:
Türkiye’de son dönemde, her alanda kurumsallaşan vurgun, soygun ve
yolsuzluk hanedanlığı kurulmuştur. Bu hanedanlığın çökertilmesi,
yolsuzluk ve kanunsuzlukların kökünün kazınması ve sorumlularından
Türk adaleti önünde hesap sorulmasının sağlanması, iktidarı ve muhalefetiyle
siyaset kurumunun kaçamayacağı siyasi, vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi siyasi ve ahlaki yozlaşmayla mücadelede Türk toplumuna
örnek ve öncü olmak zorundadır. Devlet yönetiminde bulunanların,
kamu gücünü, yetkilerini ve imkânlarını kullananların her yönüyle
hesap verecek durumda olmaları, kendileri bakımından ahlaki bir
vecibe olarak görülmelidir. Bu, aynı zamanda demokratik rejimin
de sigortasıdır. Bu bakımdan, Parlamentonun itibarını
korumak, demokratik rejimin geleceğine, millî irade ve millet egemenliğinin
üstünlüğüne sahip çıkmak için elzemdir. Parlamentonun demokrasiyi
korumak için elindeki en önemli vasıta, sergileyeceği ahlaki duruş,
tasarruf ve davranışlarıyla Türk milletinin vicdanında kazanacağı
itibardır. Demokratik rejimin teminatının aranacağı yegâne yer kamu
vicdanıdır. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, vicdanları
yaralayan bir kangren hâline gelen milletvekilliği dokunulmazlığı
ayıbı ve özüründen bir an önce kurtulmalıdır. (MHP sıralarından alkışlar) Türk milletinden aldığı
yetkiyle ikinci dönem iktidar olan AKP, bu konudaki direnişinden
vazgeçmek durumunda olduğunu artık idrak etmelidir. Bugün Türkiye’nin,
IMF ve Avrupa Birliği çıpasından çok daha önemli olan siyasi ve toplumsal
ahlak çıpasına ihtiyacı bulunmaktadır. Bu yolu açacak olan da Türkiye
Büyük Millet Meclisidir. Bu amaçla, milletvekilliği dokunulmazlığı
yasama faaliyetleriyle sınırlı bir çerçevede süratle kaldırılmalı,
yolsuzlukla topyekûn mücadele için millî bir program bu Parlamento
çatısı altında uygulanmaya konulmalıdır. Bunun yanı sıra, siyasi
partilerin ve üst siyasi yönetim kadrolarının her kademedeki faaliyetlerini
etik esaslara bağlayan kapsamlı bir siyasi ahlak yasası çıkarılması
öncelikli bir hedef olarak belirlenmelidir. Bununla bağlantılı
olarak, sosyal ahlak üçgeni olarak tanımlanabilecek siyaset, medya
ve iş dünyası ilişkilerinde hâkim olacak temel ahlak kuralları da
behemehâl hayata geçirilmelidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmet Programı’nın ağırlıklı merkezini oluşturan
ekonomik ve mali politikalar bölümleri, saptırılmış ve kurgulanmış
rakamlarla pembe tablolar çizmektedir. Bu konular elbette bütçe
görüşmelerinde her yönüyle ele alınacak ve gerçekler bütün çıplaklığıyla
ortaya konulacaktır, ancak bu vesileyle kısa bir hatırlatmada bulunmak
istiyorum: AKP’nin ekonomik performansını, 2002 yılını referans
alarak, cumhuriyet tarihimizin en parlak dönemlerinden biri olarak
nitelendiren Hükûmet Programı, bundan önceki dönemi kayıp yıllar
olarak mahkûm etmiştir. AKP 2002 yılında, krizlere karşı dayanıklılığı
artırılmış, hesapları şeffaflaştırılmış, görev zararları tasfiye
edilmiş, rekabet gücü artırılmış, Merkez Bankası bağımsız ve etkin
bir şekilde görev yapacak hâle getirilmiş, bankacılık sistemi disipline
edilmiş, sosyal güvenlik sisteminde önemli düzenlemeler yapılmış
bir ekonomi devralmıştır. İktidara geldikten sonra yeni bir ekonomik
program ortaya koyacağını söyleyen AKP, bunun yerine, sürekli
eleştirdiği 57’nci Hükûmetin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nı aynen
uygulamıştır. Bunun yanı sıra, AKP Hükûmetinin ortaya koyduğu ekonomik
hedefler de aslında 57’nci Hükûmet döneminde hazırlanan Sekizinci
Beş Yıllık Kalkınma Planının 2023 Vizyonu Belgesi’nde yer alan hedeflerdir.
Bu bakımdan, bugün gelinen
noktada bu alanlarda övünülecek bir başarı varsa “kayıp yıllar” olarak
topyekûn karalanan bu dönemin bunda sahip olduğu pay inkâr edilmez
bir gerçektir. Bu hakkın teslim edilmesi siyasi ve ahlaki bir yükümlülüktür.
Ancak, AKP Hükûmeti bunun icabını yerine getirme erdemini gösterememiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime son vermeden önce Hükûmet Programı’nın
“Dış Politika” bölümü üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Hükûmet Programı’nın
en büyük zaafı, iç ve dış terör tehditleriyle mücadelede gereken
asgari irade ve kararlılığı ortaya koyamamış olmasıdır. Irak’taki
gelişmeler Türkiye’nin karşısına çok vahim bir güvenlik tehdidi
çıkarmıştır. Türkiye, Kuzey Irak’ta yuvalanan terör örgütünün fiili
saldırısı altındadır. Kuzey Irak’taki gruplar terör kartını Türkiye’ye
karşı bir tehdit silahı olarak kullanmakta ve millî birliğimizi hedef
alan hayâsız tahriklerini sürdürmektedir. Bu gerçeklere rağmen AKP
Hükûmeti, terörle mücadele konusunu yuvarlak ve içi boş sözlerle
geçiştirmiştir, bu konuda asgari güçle desteklenen etkili bir siyasi
caydırıcılık stratejisi uygulama iradesi ve cesareti olmadığını
bir kere daha tescil etmiştir. Öte yandan, Program’da, Kuzey Irak’ta
son aşamaya gelen Türkiye’ye düşmanlık temelindeki etnik siyasi
yapılanmaya ve bu grupların saldırıları altında varlık mücadelesi
veren Türkmen kardeşlerimize hiç yer verilmemesi, AKP Hükûmetinin
temelden sakat Irak politikasını sürdüreceğinin bir itirafı olmuştur.
Hükümet Programı’nın
“Kıbrıs ve Avrupa Birliğiyle ilişkiler” konusundaki bölümleri
de, AKP Hükûmetiyle özdeşleşen teslimiyetçi politikalarda ısrar
edileceğini göstermektedir. Türkiye-Avrupa Birliği-Kıbrıs ilişkilerinin
bir çıkmaza saplandığı, Türkiye’nin sanal Avrupa Birliği sürecinin
Kıbrıs ipoteğine bağlandığı ve Kıbrıs sorununa bulunacak çözümün
Avrupa Birliği dayatmalarının boyunduruğu altına sokulduğu
bir gerçektir. AKP Hükûmeti, bugüne kadar bu konuda, hem Rum tarafına
hem de Avrupa Birliğine ümit ve cesaret
vermiştir. 60’ıncı Hükümet Programı,
AKP’nin Türkiye’nin ve Türklüğün Kıbrıs’tan tasfiyesini öngören
sürecin taşeronluğunu yapmaya devam edeceğini ortaya koymuştur.
Program’da, Kıbrıs’ta bulunacak siyasi çözüme ilişkin Türkiye’nin
vazgeçemeyeceği “güvenlik, garantörlük, iki kesimlilik ve siyasi
eşitlik” gibi ilkelere hiç yer verilmemesi, bunun bir göstergesidir.
Bütün bunlar, AKP
Hükûmetinin, Kıbrıs sorununun çözümünü, Rumların istediği bir çerçevede
Avrupa Birliğine havale ettiğini ortaya koymaktadır. AKP Hükûmetinin
sergilediği bu acz ve teslimiyet, Türkiye’nin karşısına, limanların
açılmasından başlayarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıma sonucunu
doğuracak adımlar atması ve Kıbrıs’ta Rumların istekleri zemininde
yeni bir çözüm süreci başlatması dayatmalarını çıkaracaktır. Hükûmetin bütün bunları
kabul edecek bir teslimiyet içinde olmasını esefle karşıladığımızı
ifade etmek istiyorum. Avrupa Birliğiyle ilişkiler, bugüne kadar
AKP Hükûmeti tarafından bir meşruiyet sigortası olarak görülmüş ve
Avrupa Birliğinin bu dayatmasının gereğini yerine getirmek, bir
ev ödevi olarak kabul edilmiştir. 22 Temmuz 2007 seçimleri nedeniyle
Avrupa Birliğinden siyasi mola alan AKP’nin, önümüzdeki dönemde
bu çarpık anlayışla, bıraktığı yerden yola devam edeceği anlaşılmaktadır.
Bu zihniyetin Türkiye’nin karşısına çıkaracağı tehlikeler ve
sosyal bünyemiz üzerindeki tahribat, maalesef yaşanarak görülecektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin önümüzdeki nazik
ve güç dönemde sergileyeceği siyaset anlayışı bu ilke ve inançlardan
feyzalacaktır. Parlamento çalışmalarında rehberimiz olacak bu
ilkeler, Türkiye’yi seven herkesin arkasında duracağı ortak kırmızı
çizgiler olarak görülmelidir. Milliyetçi Hareket Partisi, iktidarın
bu çerçeve içinde kalacak ve Türkiye’nin hayrına olacak her icraatını
desteklemeyi bir vatanseverlik görevi sayacaktır. Ancak Türkiye’nin
bu kırmızı çizgilerinin çiğnenmesi, “demokratikleşme” ve “modernleşme”
adı altında cumhuriyetin temel ilkeleri ve devletin kuruluş esaslarıyla
oynamaya kalkışması hâlinde bunlara karşı en demokratik zeminde
sonuna kadar direneceğimizi herkes çok iyi bilmelidir. Hükûmet programları
iktidarların siyasi hedeflerini ortaya koyan yol haritası niteliğinde
siyasi taahhüt belgeleridir. Bunların siyasi iktidarların geçmiş
sicillerinden soyutlanarak anlaşılması ve değerlendirilmesi
doğru ve mümkün değildir. Bu bakımdan 60’ıncı Hükûmet Programı’nın AKP’nin
geçmiş dönemindeki icraat sicilinin ve bunun ağır tahribatının
ışığında değerlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Geride bıraktığımız
bu dönemin vicdanlarda namuslu bir muhasebesi yapılmadan, yaşanan
yolsuzlukların ve kanunsuzlukların hesabı yargı önünde görülmeden
ve AKP Hükûmeti geçmişteki hatalarından dönme iradesini somut olarak
ortaya koymadan, Sayın Başbakanın ifadesiyle “yeni ve ak bir sayfa”
açılması düşünülemeyecektir. Geçmişin karanlığını sözde aydınlatmak
mümkün değildir. AKP’nin bugüne kadar yaptıkları bundan sonraki
icraatlarının bir göstergesi ve teminatıdır. En azından bugün itibarıyla,
bu konuda elimizde güvenilir başka bir değerlendirme ölçüsü bulunmamaktadır.
Bu düşüncelerle, MHP Grubu güven oylamasında ret oyu verecektir. Yüce Meclisi en derin
saygılarımla selamlıyor, hepinize şükranlarımı sunuyorum. (MHP
sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Bahçeli. Söz sırası Demokratik
Toplum Partisi Grup Başkanı ve Mardin Milletvekili Sayın Ahmet Türk’te.
Sayın Türk, buyurun.
(DTP sıralarından alkışlar) AHMET TÜRK (Mardin) –
Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
Türk, söz süreniz kırk dakikadır DTP GRUBU ADINA AHMET
TÜRK (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan Sayın
Recep Tayyip Erdoğan tarafından sunulan 60’ıncı Hükûmet Programı
üzerinde görüşlerimizi açıklamak üzere Demokratik Toplum Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sayın Başkan ve siz değerli
milletvekili arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. 23’üncü Dönemde
Parlamentonun, barışa, özgürlüklere, demokrasiye ve toplumsal
refaha katkı sağlamasını diliyorum. 2007 milletvekili seçimleri,
Cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında yaratılan gerginlik sonucunda
bir erken seçim olarak ülke gündemine oturdu. Tartışmalar, laik-antilaik
ekseninde geliştirilmek istendiyse de bu tartışmanın toplumdaki
yansıması çok farklı oldu. Seçmenler gerginliğin iki tarafı arasında
seçim yapmaya âdeta zorlandı. Toplumsal barış, özgürlükler ve ekonomik
kalkınmada başarısızlığı ortada olan statükoya karşı, seçmen, değişim
ve dönüşüm isteğini sandığa yansıttı. Bunun çok iyi okunması gerekiyor.
Son seçimin bir diğer
temel özelliği de, partimiz Demokratik Toplum Partisinin, tüm yasal
ve fiili engellenmelere rağmen, bağımsız adaylarla da olsa seçimlere
katılmış olmasıdır. DTP’nin seçimlerde Parlamentoda grup kurabilecek
bir düzeyi yakalamasını demokrasi mücadelesinin bir kazanımı
olarak görmek ve değerlendirmek gerekir. Bizler, seçim meydanlarında,
Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm bulmak ve üretilen çözüm politikalarına
destek vermek üzere Parlamentoda olmak istediğimizi ifade ettik.
Bugüne kadar bu sorumlulukla davrandık. Bundan böyle de sorumluluğumuzun
bilinci ve kararlılığı ile davranacağımızın bilinmesini istiyoruz.
Kimi düşüncelerimiz
şimdiye kadar genel doğru gibi kabul edilen bazı söylemlerle çelişebilir,
sorunlara farklı bir perspektiften bakıp, farklı, şimdiye kadar denenmemiş
çözüm önerileri de olabilir. Bu, demokrasinin bir gereğidir. Düşünce
zenginliği yaratılmadan, gelişim, değişim ve dönüşümün olmayacağı
çok açıktır. Farklılıkların, çeşitliliğin bir arada yaşayabileceği
bir kültürü geliştirmek, sağlıklı bir demokrasi tesis etmenin koşuludur.
Karşılıklı sevgi ve saygı içinde, hoşgörü, tolerans ve empati duygularımızı
geliştirmek zorundayız. Biz buna hazırız. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 60’ıncı Hükûmetin Programı’nın, bir hükûmet programından
çok, bir faaliyet raporu olduğu; 60’ıncı Hükûmetin yapacakları yerine,
59’uncu Hükûmetin yaptıkları üzerinde kurgulanmış bir metin olduğu
çok açık bir şekilde ortaya çıktı. Oysaki, 58 ve 59’uncu
Hükûmet Programlarındaki vaatlerin büyük bir bölümü yerine getirilmediği
gibi, uygulamaya konulan politikalar da Türkiye’yi hak ettiği
yere taşımaktan çok uzaktır. AB üyelik süreci ile
ivme kazanan demokratikleşme yolundaki reformlar askıya alınmıştır.
Türkiye’nin en temel
sorunu olan gelir dağılımındaki adaletin sağlanması konusunda
bir arpa boyu bile yol alınamamıştır. Ekonomik büyüme iddialarına
rağmen, vatandaşın yaşam koşullarında hiçbir şey değişmediği gibi,
işsizlik ve yoksulluk daha da artmıştır. Dış borç yükü azalmamış,
ülke IMF’ye bağımlılıktan kurtulamamıştır. Sivil bir anayasa yapma
sözü tutulmamış, demokratik hak ve özgürlüklerin sınırı genişletilememiştir.
60’ıncı Hükûmet Programı’nda
ise, AK Partinin 58 ve 59’uncu Hükûmet Programlarına kıyasla özellikle
demokratikleşme ve sosyal politikalar alanındaki tespit, öngörü
ve taahhütlerden geri dönüş yaptığı görülmektedir. 59’uncu Hükûmet Programı’nda
Sayın Başbakan “Toplumsal ve kültürel çeşitlilikler, demokratik
çoğulculuğun üreteceği tolerans ve hoşgörü zemininde siyasete
bir renklilik olarak katılmalıdır…” demişti ve devamla “Bireysel
ve kolektif hak ve özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter
anlayışlar, sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır.”
diye ifade etmişti. Yine, Sayın Gül Hükûmeti
olarak bilinen 58’inci AK Parti Hükûmeti Programı’nda ise, gelir dağılımı
başta olmak üzere sosyal ve bölgesel dengesizlikleri gidermeye yönelik
tedbirlerin alınacağı ifade edilmişti. AK Partinin 58 ve
59’uncu Hükûmetleri, çağdaş, demokratik, toplumun tüm kesimlerinin
mutabakatıyla bir yeni anayasa hazırlayacağını söylemiş, ancak,
bunu gerçekleştirme konusunda herhangi bir çaba sarf edilmemiştir.
Aynı hükûmet, siyasi partileri halka açmak, halkın partiler üzerindeki
denetim ve etkinliğini artırmak, parti içi demokrasiyi ve şeffaflığı
sağlamak ve istikrarı bozmayacak şekilde temsilde adaleti sağlamak
üzere Siyasi Partiler Kanunu’nu ve seçim kanunlarını değiştireceğini
ifade etmişti. Siyasi Partiler Kanunu’nda herhangi bir değişiklik
yapılmadı. Seçim Kanunu’nda yapılan tek değişiklik ise, hiçbir konuda
uzlaşma sağlayamadığı CHP ile uzlaşarak, üstelik birlikte anayasa
değişikliği de yaparak, DTP’nin Parlamentoda temsilini minimal
düzeye düşürmek amacıyla bağımsız aday listelerinin birleşik oy
pusulalarında yer almasını sağlamak olmuştur. En büyük değişiklik
de budur. (DTP sıralarından alkışlar) Gelişmiş demokratik
ülkelerde olduğu gibi, demokrasinin beşiği yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılacağını
ifade etmişlerdi. Yerel Yönetim Yasası’nda herhangi bir iyileşme
sağlanmadığı gibi, yeni Hükûmet Programı’nda da yerel yönetim reformunun
rafa kaldırıldığı görülmektedir. Bütün bunlar göstermektedir
ki, AK Parti Hükûmeti, 60’ıncı Hükûmet Programı’nda iddia ettiği gibi
ülkeyi kalkışa geçirmek yerine, yerinde saydırmaya adaydır. Açıklanan
Hükûmet Programı, AK Partiye oy veren seçmenlerde bile hayal kırıklığı
yaratmıştır. Renksiz, heyecansız, iddiasız, ülkenin temel sorunlarını
görmezden gelen bu Program ile ülkenin yönetilmesi kabul edilemez.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Programda Avrupa Birliği üyeliği hedefinden
söz edilirken, özellikle son iki yıldır demokratikleşme alanındaki
reformların askıya alındığı, hatta Polis Vazife ve Selahiyetleri
Kanunu ile terörle mücadele konusundaki değişiklikler nedeniyle
geriye doğru gidildiği gerçeğinden kaçınmamak gerekir. Hükûmetin
sıkça söylediği “işkenceye sıfır tolerans” anlayışı bir türlü yaşama
geçirilmemiş, 59’uncu Hükûmet döneminde de işkence olayları, işkenceyle
ölüm olayları maalesef ki devam etmiştir. Son dört yıl içerisinde
gerçekleşen işkence şikâyetleri
ile bunlara karşı yürütülen ve sonuçlandırılan soruşturma sayılarını
incelediğimizde, rakamsal olarak, oranın yüzde 1’ine ancak tekabül
etmektedir. Elbette ki, 90’lı yıllarla kıyaslandığında, işkence
vakalarında yaygınlığın ve yoğunluğun düşüş gösterdiğini gözlemekteyiz.
Ancak “kötünün iyisini vatandaşa kabul ettirme” gibi bir yaklaşım
ile “sıfır tolerans” yaklaşımı çelişkilidir. İşkence vakalarının
sıfıra yaklaşması, hem insan hem de toplum onuru açısından, aynı zamanda,
devlet-vatandaş bağının güçlenmesi ve adalete olan inancın artması
açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle, işkenceyle mücadele konusunda
daha kararlı ve daha samimi olunmalıdır. Faili meçhul cinayetlerin
aydınlatılması konusunda Hükûmet, tarihî sorumluluğunu yerine
getirmelidir. Temel bütün hakların
anası ve vazgeçilmezi, düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Ancak, önceki
Hükûmet, bu konuda son derece başarısız bir pratik ortaya koymuştur.
Mevcut Program’da da, başta Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi
olmak üzere Türk Ceza Kanunu’nda ve diğer yasalardaki düşünce ve
ifade özgürlüğünü engelleyen maddelerin değiştirilmesine yönelik
somut hiçbir öneri yoktur. Sorunlarımızı demokratik
usuller çerçevesinde konuşarak çözmeyi beceremeyeceksek, farklı
düşüncelere tahammülsüzlüğü yasal güvencelere bağlayacaksak,
demokrasi adına diğer konuları konuşmanın zaten hiçbir anlamı
kalmayacaktır. Demokratik, laik,
sosyal bir hukuk devleti olmanın en önemli yöntemi özgürlükleri genişletmektir.
Hiçbir vatandaşın dinî inançlarından ya da felsefik görüşlerinden
dolayı ayrımcılığa tabi tutulmadığı, horlanmadığı bir sistemi
yaratmaya dönük anlayış mevcut Hükûmet Programı’nda somut ifadelerle
tarif edilmemiştir. İnançları gereği başörtüsü
takan vatandaşlarımızın karşılaştığı insan hakları ihlallerinden
tutalım, Alevi yurttaşlarımızın ya da gayrimüslim yurttaşlarımızın
inanç özgürlüklerinin nasıl garanti altına alınacağına değinilmemiş,
bu konuda hiçbir açıklama yapılmamıştır. F tipi cezaevleri
başta olmak üzere, cezaevlerinde tecrit ve izolasyon uygulamaları
hâlen devam etmektedir. Cezaevlerinde isyanların yaşanmıyor olması
sorunların bittiği anlamına gelmez. Sivil siyaseti ve sivil
toplumu güçlendirmenin en etkili yolu, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü
eksiksiz sağlamaktan geçer. Düşüncelerinden dolayı aydınların,
yazarların öldürüldüğü, yargılandığı ve cezalandırıldığı ülkemizde,
Avrupalılar istediği diye değil, insanlarımız buna fazlasıyla
layık olduğu için harekete geçilmesi gerekir. Sivil toplumu güçlendirmek
istiyorsak, Meclis çalışmalarına katılıp rapor sunmalarını sağlamak,
en etkin katılımcılık örneğidir. Ne yazık ki, bu konuda Program’da
bir tek kelime dahi yoktur. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bağımsız yargı için yeni adliye binaları elbette
gereklidir. Hanlardan bozma, sağlıksız binalarda hizmet anlayışı
çağ dışıdır. Araç ve gereçlerde teknolojik olanakları kullanmak
doğrudur. Ancak, tüm bunlardan daha önemlisi, bağımsız yargının vazgeçilmez
koşulu olan yargıç teminatını ve bağımsızlığını sağlamaktır. Bunun
için, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun demokratik bir yapıya kavuşturulması
ile yargıç ve savcı alımlarında partizanca davranışlardan kaçınmamız
gerekiyor. Adalete ayrılan bütçe
artırılmadan, eksik yargıç ve savcı kadroları tamamlatılmadan,
ihtiyaca göre yeni personel alınmadan, adliyelerin iş yükü azaltılmadan
sağlıklı bir adalet hizmeti yaşama geçirilemezse -Program’da bu
konuda bir açılım olmadığı gibi- yargıyı bağımsız bir hâle getirmenin
de imkânı yoktur. Askerî ve sivil bürokrasinin
yargıya karşı dokunulmazlıkları kaldırılmadan bağımsız yargının
etkili olması da mümkün değildir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmet Programı’nda, rakamlarla oynanarak yanıltıcı
bilgilerle ekonomide tozpembe bir tablo çizilmektedir. Kişi başına
düşen millî gelir konusundaki rakamlar, halkın büyük çoğunluğunun
yaşamına olumlu bir şekilde yansımamaktadır. Kişi başına düşen
millî gelirin 5,477 dolara ulaştığından söz edilirken gelir dağılımındaki
adaletsizliğe değinilmemektedir. Bitlis, Hakkâri, Artvin,
Çankırı, Muş, Van gibi onlarca ilde kişi başına gelirin 300-400 dolar
civarında olduğu saklanmaktadır. 2013 yılında millî gelir 10 bin dolara
çıksa bile, ne Avrupa Birliği standartlarına ulaşılmış olacak ne
de bölgesel dengesizlikler giderilmiş olacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye’ye sermaye girişi ve çıkışını serbest
bırakan ekonomik program, Türkiye’nin yüzde 80 ihracat ve ithalatını
ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri ile yaptığı gerçeğini göz ardı etmektedir.
Yakın zamanda piyasada yaşanan ABD kaynaklı dalgalanmalar ciddi
bir krizin habercisidir. Ekonomimizin dış şoklara dayanıklı olduğu
tezi inandırıcı değildir. Dışa açık spekülatif sermaye anlayışı
önlenmediği müddetçe zenginliklerin yabancı sermayeye peşkeş çekilmesine
devam edilecektir ve bu da bizde ciddi kaygılara yol açmaktadır. Bu ülkede ekonomik
durumun iyi olup olmadığının en güzel ölçüsü sokaklardır. Hırsızlık,
gasp, kapkaç olaylarının metropol kentlerde huzuru bırakmadığı,
çetelerin cirit attığı, çek-senet mafyasının kol gezdiği bir ortamda
ekonominin iyi olduğunu söylemek mümkün değildir. Kamu disiplinini
sağlamak, kamu borç yükünü düşürmek için alım gücünü yitiren memur
ve işçilerin ücret ve mallarına göz konulması, enflasyon ve hayat
pahalılığı karşısında zam taleplerinin, bu yöndeki demokratik
çıkışlarının engellenmesi, sosyal devlet anlayışıyla bağdaştırılamaz.
İşçi ve memurların
çalışma koşullarının ve sendikal haklarının uluslararası standartların
çok gerisinde olması, memurlara grev haklarının tanınmaması, üretici
gücün belini kırarken sus paylarıyla idare edilmeye çalışılması,
ekonomide halkçı politikaların kıyısından bile geçilmediğini
göstermektedir. Üretimde eşit pay sahibi olmayı sağlama ve eşitsizlikleri
giderme yerine, ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikalarıyla
göz boyamanın devam edeceği görülmektedir. Oysa, ülkemizin yer
altı-yer üstü zenginlikleri doğru değerlendirildiğinde, teknolojik
üretim geliştirildiğinde ve özellikle de kâr amaçlı değil kullanım
değerine göre bir üretim modeli esas alındığında, her türlü israf
önlenecek ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler giderilecek, gerçek
kalkınma hamlesi başarılmış olacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; turizm sektörünü sahil kıyı şeridinden ibaret sayan
anlayışla turizm sektörünün ilerlemesi imkânsızdır. Sadece sahil
kordonu turizmi yerine Türkiye’nin her köşesine yayılan bir turizm
politikasının yaşama geçirilmesi zorunludur. Alternatif, yerel
turizmin desteklenmesi, teşviki Program’a alınmamıştır. AK Parti Hükûmeti, doğal
varlıklarımızın korunması, çevresel değerlerin geleceğe taşınması,
yaşama ve ülkeye sahip çıkma noktasında önemli görev ve sorumluluk
altındadır. “Önce doğa, önce insan” anlayışıyla, herkesin anayasal
hakkı olan sağlıklı çevre hizmetlerine ulaşabilmesi, yaşam ve çevre
hakkının temel alındığı gelişme politikalarının benimsenmesi
gerekmektedir. Ancak, 2002 yılından
bu yana -yaklaşık beş yıldır- ülkemizin içme ve kullanma suyu, kanalizasyon,
katı atık, atık su arıtma gibi altyapı eksiklikleri konusunda ilerleme
kaydedilmemiştir. Hava, su, toprak, biyolojik çeşitlilik konusunda,
ülkemiz, bulunduğu noktadan çok daha gerilere taşınmış; ormanlarımız,
kıyılarımız, tarım arazilerimiz, doğal ve kültürel varlıklarımız
yağma ve talan politikaları ile yönetilmiş; bilim ve hukuk tanınmamış;
uzman kadrolar yeterli düzeyde ve doğru alanlarda istihdam edilmemiştir. Türkiye’nin çevresel
durumuna ve ülkeler arası sıralamadaki konumuna baktığımızda
da, her fırsatta ülkeyi ileriye taşıdığını ifade eden AK Parti
Hükûmetinin, çevre alanında pek çok konuda ülkemizi nereye taşıdığını
da ortaya koyabiliriz: Hava kalitesi açısından 2002 yılında 11’inci
sırada olan ülkemiz, 2005 yılında 20’nci sıraya gerilemiştir. Su kalitesi
açısından 2002 yılında 41’inci sırada olan ülkemiz, 2005 yılında
142’nci sıraya gerilemiştir. Biyolojik çeşitlilik açısından 2002
yılında 91’inci sırada olan ülkemiz, 2005 yılında 129’uncu sıraya
gerilemiştir. Arazi kullanımı açısından 2002 yılında 87’nci sırada
olan ülkemiz, 2005 yılında 102’nci sıraya gerilemiştir. Türkiye’de, yılda
ortalama 13.500 hektar ormanlık alan, yakılarak veya yanarak yol
oluyor. Amik Gölü, Avlan Gölü; Hotamış, Eşmekaya Sazlıkları gibi
sulak alanlar kaybediliyor. Beyşehir Gölü, Tuz Gölü süratle kirlenmekte,
yüzey alanları küçülmektedir. Dilovası’nda kanser oranı ülkemizdeki
genel ortalamanın neredeyse 3 katıdır. Bu da sanayi atıklarından
ve fabrikaların dumanlarından kaynaklanmaktadır. Alınan yargı kararlarına
rağmen, Bergama-Ovacık altın madeni başta olmak üzere, birçok yerde
siyanürle altın madeni işletmeciliği hâlâ devam etmektedir. Tarihî ve kültürel mirasımız,
kalkınma uğruna -Hasankeyf, Fırtına Vadisi ve Munzur- yok edilmeye
çalışılmaktadır. Ilısu Barajı’nın yapılması planlanan alan içerisinde
yüzlerce arkeolojik sit alanı bulunmaktadır. Ülke ve bölge tarihi
ile kültürel zenginliği açısından çok önemli olan Yukarı Dicle Havzası’nın
elli-altmış yıllık ömrü olan bir baraj için sular altında bırakılması,
insanlık tarihi açısından büyük bir yıkımdır. Hasankeyf’in ve en
az 289 arkeolojik sit alanının sular altında kalması, ülkemiz sularının
barajlarla disiplin altına alınması gerektiği gerekçesiyle açıklanamaz.
Kaldı ki, Ilısu vazgeçilmez değildir; vazgeçilmez olan, tarihî ve
kültürel değerler, on iki bin yıllık insanlık mirasıdır, insanlık
tarihidir. Sayın Başbakan, Hasankeyf’te,
proje değişikliğiyle, tarihî mirasın korunması mümkündür. Türki cumhuriyetlere,
Ahıska ve Kırım Türklerine kalkınma desteği verilmesi, Karakurum-Abideler
arası 50 kilometrelik kara yolunun yapılması çalışmaları doğru,
yapılması gereken çalışmalardır, ancak aynı hassasiyetin tarihin
mirası Hasankeyf ve diğer tarihî yerlerimiz için de yapılması gerektiğini
önemle vurgulamak istiyorum. Programda yer alan kırsal
kalkınma stratejisi, Avrupa Birliği ve Dünya Bankasından gelen
fonlar partizanca kullanılmış ve seçim yatırımı olarak görülmüş,
KÖYDES, BELDES gibi çalışmalarda ayrımcılık yapılmıştır. Hükûmetin modern tarıma
yönelik ciddi bir politikası olmadığı gibi, özellikle ekolojik
tarım konusunda takdir edilecek bir çalışması da yoktur, olmamıştır. Tarım ve hayvancılığın,
AB müzakere sürecinde en önemli başlıklardan biri olduğu bilinmektedir.
Doğu ve Güneydoğu’da yayla yasağı uygulaması, hayvancılığın
bitme noktasına gelmesine neden olmuştur. Bu nedenle, Hükûmet Programı’nda,
Doğu ve Güneydoğu Bölgesi için özel kırsal kalkınma planı hazırlanmalı,
bölgesel dengesizlik bu yönüyle de giderilmelidir. Bölgenin doğal kaynaklarından
ve enerji işletmelerinden (su, elektrik, petrol gibi) sağlanan üretim
değerlerinin bir bölümü bölge kalkınmasına ayrılmalıdır. Değerli milletvekilleri,
Hükûmet Programı’nda yer alan “Gerçek anlamda huzur ve güvenlik, özgürlük
ve adaletin tam anlamıyla yaşandığı bir toplumda mümkündür.” sözleri,
Sayın Başbakana aittir, oldukça da anlamlı sözlerdir. Yine, önce
adalet ve özgürlük olacak ki, arkasından huzur ve güven gelebilsin.
Bu yaklaşım, ne yazık ki, Hükûmet Programı’nın genel mantığıyla boşa
çıkarılmıştır. Program bütünlüklü
olarak ele alındığında, aslında özgürlük ve adalet sağlanmadan huzur
ve güvenliğin sağlanmaya çalışılacağı anlatılmaya çalışılmaktadır.
Bu doğru değildir. Özgürlükler sağlanmadan ekonomik kalkınma olmaz,
huzur olmaz. Sayın milletvekilleri,
bölgeler arası gelişmişlik farkının ayrımcılık yorumlarına haklılık
kazandıracak ölçüde büyümesi, toplumsal huzuru ve güvenliği ciddi
ölçüde tehdit etmektedir. Ancak, buradan hareketle, “Kürt sorunu
bir geri kalmışlık sorunudur” demek de doğru değildir. Adalet ve özgürlük
birbirlerinden ayrılmaz. Özgürlüğün, demokrasinin, eşitliğin olmadığı
yerde ekonomik kalkınma da olmayacaktır. Saygıdeğer milletvekilleri,
yıllarca bölgenin kalkınması için tek umut olarak gösterilen GAP projesinden
de Hükûmet Programı’nda hiç bahsedilmemektedir. Oysa Güneydoğu
Anadolu Projesi’nin kuruluş amacı çok kapsamlıdır. Sayın Başkan, zamanım
ne kadar? Ona göre ben ayarlayayım. Biraz uzun konuşmam. BAŞKAN – Dokuz dakika
var Sayın Türk. AHMET TÜRK (Devamla)
– GAP projesinde, bölgenin süratle kalkındırılması, altyapı, sanayi,
tarım, enerji, ulaştırma ve diğer hizmetleri geliştirmek, yöre halkının
eğitim düzeyini yükseltmek gibi çok iddialı amaçlar yer almaktadır.
Hedefler arasında
1,8 milyon hektar civarında arazinin sulanması varken, bugün bu konuda
ciddi bir çalışma yapılmamış, âdeta bir enerji barajı olarak işletilmekte
ve öyle bakılmaktadır. Oysaki, sulamanın yapılması durumunda 4 milyon
insana iş bulma olanağı ortaya çıkacaktır. Değerli milletvekilleri,
tüm dünyanın en öncelikli konusu olan cinsiyet eşitliği konusunun
Hükûmet Programı’nda bir tek cümle bile yer almaması oldukça düşündürücüdür.
Kadınlara ilişkin politikalar, sadece aile kapsamında ele alınmış,
bir tek cümleyle de kadına yönelik şiddetten bahsedilmemiştir. Oysa,
başta Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi
olmak üzere devletin altına imza koyduğu uluslararası sözleşmeler,
cinsiyet eşitliği politikalarının hayata geçirilmesi konusunda
devletlere sorumluluk vermiştir. Yasalarda eşitliği sağlama, uygulamaya
geçirme, uygulamayı denetleme ve ilgili tüm tarafları bilgilendirme
devlet adına hükûmetlerin görevidir. Ne yazık ki, AK Parti Hükûmeti,
bu görevi yerine getirecek yaklaşım ve programa sahip değildir. Değerli milletvekilleri,
sosyal devlet anlayışı, sosyal adaletin sağlanmasını, insan haklarının
geliştirilmesini ve kişilere insanca yaşam düzeyinin sağlanmasını
öngörür. Sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak, siyasi iktidarlar,
vatandaşlarının ekonomik ve sosyal haklardan eşit olarak yararlanmaları
ve insanca yaşama koşullarına sahip olmaları için gerekli önlemleri
alır. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hakkı başta olmak üzere tüm
yurttaşlarının temel haklardan yararlanmasının koşullarını oluşturur,
sosyal hizmet kurumları vasıtasıyla da ek destekler sunar. Her vatandaşın
eğitim ve sağlık hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır.
Hükûmetler de bu hakkın kullanımı için koşulları oluşturmak zorundadır.
AK Parti Hükûmeti, kamu
sağlık hizmeti kavramını tahrip etmiştir. Kamunun sunması gereken
sağlık hizmetlerini, kamu dışından satın alınan bir hizmet modeline
dönüştürmüştür. Kamu sağlık yatırımının
yapılmadığı bir dönemde yıllık yaklaşık 20 milyar ABD doları özel
sektöre, sevk, hizmet alımı gibi yöntemlerle harcanırken sağlık göstergelerinde
iyileşme kaydedilmemiştir. Sağlığın kamusal niteliği
ortadan kaldırılmak istenerek vatandaşlarımızın nitelikli ve
ucuz sağlık hizmetlerinden faydalanma imkânına zarar verilmiş ve
sağlık hakkı gasbedilmiştir. Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgelerinde ise, hem sağlık yatırımları hem sağlık hizmetleri
son derece yetersizliği nedeniyle sorun daha da katmerli olarak
yaşanmaktadır, yansımaktadır. Bölgede yaşayan nüfusun yüzde
30’unun, yeşil kart dâhil olmak üzere hiçbir güvencesi bulunmamaktadır.
Bağ-Kur’lu görünmelerine
rağmen, borçları sebebiyle Bağ-Kur’un sağladığı sağlık güvencesinden
yararlanmayanlar da eklendiğinde bu oran yüzde 40’lara, 50’lere çıkmaktadır.
İnsanlar her türlü kararlarını,
sürekli olarak sağlık giderlerini ve sosyal güvence durumunu düşünerek
vermekte ve sağlık alanındaki yetersizlikler herkes için bölgenin
dışlanmışlığının bir özeti hâline gelmektedir. Bölgedeki erkeklerin
ve genç kadınların çoğu Türkçe bilmesine rağmen, özellikle birçok
orta yaşlı ve yaşlı kadınlar, ilkokul çağına gelmemiş çocuklar
Türkçe bilmemektedir. Sağlık personelinin
Kürtçe konuşmaması durumunda, koruyucu sağlık hizmetleri alanında
ve genel olarak sağlık hizmetlerinin her aşamasında hastaların sağlık
personeliyle iletişim kurması zorlaşmaktadır. Bu durum, bölgede
sağlık göstergelerinin bu kadar kötü olmasının önemli nedenleri
arasında yerini almaktadır. Sayın milletvekilleri,
konuşmamı biraz kesmek zorunda kalıyorum. BAŞKAN – Üç dakika
kaldı Sayın Türk. AHMET TÜRK (Devamla)
– Toparlıyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; etnisiteye dayalı siyasetin halklar için getirdiği
felaketi çok iyi anlıyor ve görüyoruz. Etnik siyasetin halklar
için ne kadar büyük tehlike ortaya koyduğunu gören insanlarız. Hele
hele bugün Kafkaslarda, Orta Doğu’da yaşanan olaylar bizi biraz
daha cesurca düşünmeye sevk ediyor. Orta Doğu’da, özellikle
Irak’ta etnik kökeni aynı olan Sünni ve Şii Araplar arasındaki yüzyıla yayılan kan davasını, bugün
Türkler ve Kürtler arasında da etnik milliyetçiliği tahrik ederek,
ayrımcılık uygulayarak, provokasyonlar yaratarak bir çatışmaya
dönüştürmek isteyen tehlikeli yaklaşımlar karşısında Meclisimiz
tek vücut olmak zorundadır. Bu nedenle, Irak’a yönelik dış politikamızda
barış dilini geliştirmeliyiz. Ötekileştirici, düşmanlaştırıcı,
yabancılaştırıcı tüm söylemler terk edilmeli, siyasetin dili şiddete
yol açan ayrımcılıktan ve ırka dayalı
milliyetçilikten arındırılmalıdır. Bu yüce çatı altında
herkesin bir rolü ve gereği vardır. Bizim rolümüz, varlık nedenimiz
de, Kürt sorununu çözmüş, insan haklarından yana, demokrasisini
geliştirmiş, ekonomisi güçlü, bölgede barışın ve özgürlüğün modelini
oluşturmuş aydınlık bir Türkiye yaratma hedefine katkı sunmaktır.
Çağdaş dünyada olduğu
gibi çok kültürlü ve çok dilli bir toplumu bir arada tutabilecek
yegâne güvence anayasal demokratik vatandaşlıktır. Egemenliği yeniden
üreten alt-üst kimlik yaklaşımlarıyla, etnik, dilsel ve dinsel vurgularla
değil, özgür-eşit vatandaşlıkla tarif edilmiş; kurucu ve düzenleyici
rolünün ortak etnik kimliğe değil, farklılıklara verildiği bir
anayasanın oluşturulması önemli bir adım olacaktır. Farklılıkları
zenginlik olarak görmek, çelişkileri aynılaştırmak yerine onları
olduğu hâliyle kabul etmek demektir, çoğulcu demokratik toplumun
inşasına yönelmektir. Farklılıkların bir
arada ve etkileşim içinde, kendi kimliğiyle yaşaması ve ötekileştirici
her türlü egemen anlayışa son verilmesi, ancak tekçi anlayışlara
güç veren ayrımcı yasaların ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Farklılıkları zenginlik
olarak kabul ettiğimiz zaman bunun yaşamda karşılığını bulması
gerekir. Yoksa, demagoji ve yanıltmadan öte bir söylem olmaz. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Türk,
bir dakikalık süre daha verdim, buyurun, bir dakika içinde bitirin. AHMET TÜRK (Devamla)
– Bitiriyorum Sayın Başkan. Adını ne koyarsak koyalım,
hepimizi ilgilendiren önemli bir sorunumuz var. Sayın Baykal’ın
da, Sayın Erdoğan’ın da geçmişte adını koydukları Kürt sorunundan
söz ediyorum. Genelkurmay, aslında askerî olarak yapılacak her
şeyin zaten yapıldığını, asıl görevin siyasilerde olduğunu defalarca
tekrarladı. Ancak, siyaseten gösterilen yetmezlikler ve cesaretten
uzak yaklaşımlar nedeniyle, maalesef ki, bu sorundan kaynaklı acı
sonuçlar yüzünden hâlâ yüreklerimiz yanıyor, içimiz acımaya devam
ediyor. Yeni Hükûmet Programı’nda bu konuya hiç değinilmemiş, sorunun
adını ne koyarsak koyalım sadece güvenlik penceresinden bakılmış
olması, partimizin bir grupla Mecliste temsil ediliyor olmasının
da yarattığı fırsatın görmezden gelinmesi büyük bir talihsizlik
olur. Türkiye’nin bütünlüğünü
tartışmaya açmadan, üniter devlet yapısı içinde, birlik ve beraberlik
ve kardeşliği esas alan bir anlayışla çözüm arıyoruz. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) AHMET TÜRK (Devamla)
– Sayın Başkan, bitiriyorum. BAŞKAN – Lütfen Sayın
Türk... AHMET TÜRK (Devamla)
– Yaşananların herkesin, hepimizin ortak acısı olduğu gerçeğinden
hareket ediyoruz. Ancak, Hükûmet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan aldığı
emanet oyların ne anlama geldiğini idrak edememiş gibi görünüyor.
En azından, mevcut Hükûmet Programı’nda bu açıkça anlaşılmaktadır. Her şeye rağmen, bizler
umudumuzu korumaya, demokrasi ve kardeşlik adına katkı sunmaya
devam edeceğiz. Bu inanç ve duygularla,
Demokratik Toplum Partisi Grubu adına, Sayın Başkan ve değerli milletvekillerini
saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Türk. Değerli arkadaşlarım,
kürsüde hatip konuşurken araya girmek yahut sözü kesmek çok güzel
olmuyor, ama, takdir edersiniz ki, bu süreler ya İç Tüzük’te belirlenmiştir
yahut da bir Danışma Kurulu önerisine dayalı olarak Genel Kurul tarafından
kararlaştırılmaktadır. O nedenle bu süreyi korumak istiyoruz. Gruplar adına başka
söz isteyen? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Eğer AKP konuşmayacaksa müracaat edeceğim. BAŞKAN – Şarta bağlı
olmaz. Gruplar adına söz isteyen
var mı yok mu? Konuşmayan Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu yöneticilerine
son defa soruyorum: Grupları adına konuşma yapacaklar mı? Sayın Anadol? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Onlar konuşmayacaklar herhâlde, beyanda bulunmuyorlar. BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu,
buyurun efendim, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına. (CHP sıralarından
alkışlar) CHP GRUBU ADINA KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Saygıdeğer milletvekilleri,
önce bir gerçeğin altını çizmekte yarar var: Biz, Cumhuriyet Halk
Partililer olarak, her Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin Türkiye’yi
çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmaya, hatta onu aşmaya çaba harcamasını
ve yüce Parlamentonun da bu çabayı desteklemesini istemişizdir.
Çünkü, ulusal iradenin kalbi olan Parlamento, her şeyden önce ulusa
vermiş olduğumuz sözlerin yerine getirildiği, getirmek istediği
bir organ olarak görülebilir. Sayın Başbakan burada
Hükûmet Programı’nı okudu. Doğrusunu isterseniz, biz, Sayın Başbakanın
okuduğu programın çok daha mükemmel, gelecek beş yılda nelerin öngörüldüğü,
Türkiye’nin nerelere taşınmak istendiği, hangi sanayi alanlarına,
sektörlerine ağırlık verilmek istendiğini çok daha net, açık izah
edebilsin, ama, bu, bir Hükûmet Programı olmaktan çok bir seçim bildirgesi
oldu. Biz öyle algıladık ve daha önemlisi, bu Program’da, geçmişte
yapılanlara aşırı övgüden gelecekte yapılacakların büyük ölçüde
unutulduğunu da gördük. Biz Hükûmete başarılar dilerken, elbette
Hükûmetin yanlışlarını yeri geldiğinde en acımasız şekilde eleştirmeyi
de doğal olarak bir görev biliyoruz. Ben, Hükûmet Programını
esas alarak, izninizle ayrıntılara girmek istiyorum. Sayın Başbakan Hükûmet
Programı’nı sunarken, “Hükûmet, Hükûmetimiz medyanın bağımsızlığına
önem vermektedir.” diyor, bireylerin özgür haber alma haklarından
söz ediyor, “Medyanın çoğulcu, şeffaf ve rekabetçi bir yapıda gelişmesinde
gerekli adımlar atılacaktır.” diyor. Bir: Medyaya bu kadar
önem veren bir Başbakan, nasıl olur da bir köşe yazarının yazısını
beğenmedi diye Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığından çıkarmayı
önerir? Bu doğru bir olay mıdır? MEHMET NİL HIDIR (Muğla)
– Yok öyle bir şey. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Diyebilirsiniz ki, Sayın Başbakan böyle düşünebilir,
ama, önemli bir şey var. Aynı konuda, geçmiş Cumhurbaşkanı hakkında
aynı şeyi düşünen kişiyi, Sayın Başbakan pekâlâ özel uçağına alabiliyor.
O zaman bu çelişkiyi sizlerin vicdanına teslim ediyorum. İkinci önemli nokta,
Sayın Başbakan yeri geldiği zaman medyayı tehdit ediyor. Diyeceksiniz
ki nasıl tehdit ediyor? 1/3/2006 tarihinde Avrupa
Kredi Konferansına katılmak üzere yurt dışına giderken şöyle bir
açıklama yapıyor: Medyanın niçin geldiğini, medya mensuplarının
kendisine niçin geldiğini, ellerinde bilgiler olduğunu, o haberlerin
hangi gerekçeyle yazıldığını söylüyor. “…Ve bunun bir şeyler karşılığında
olduğunun biz farkındayız. Bakın, bu konuda bu kadar ağır söylüyorum.”
diyor. Şimdi, ben, sizin, yüce
Parlamentonun huzurunda Sayın Başbakana soruyorum: Bu haberler
neyin karşılığında yapıldı ve bu kadar ağır bir konuşmayı hangi gerekçeyle
yaptınız, lütfen, gelin, yüce Parlamentoya açıklayın. Ben bunu sordum bir soru
önergesiyle, ama bana gelen yanıt hiç bu konularla ilgili değil,
ama ben sizin aracılığınızla Sayın Başbakana sormak istiyorum. Medyada demokrasiden
bahsedeceğiz, haber alma özgürlüğünden söz edeceğiz. Bakın, değerli arkadaşlar,
bir büyük gazetenin genel yayın yönetmeninin yaptığı açıklama. Diyor
ki: “Son olarak, geçen hafta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in
yaptığı açıklamaları manşet yaptığımız gün, gece geç saatlerde gazeteye
müdahale edildi. TMSF temsilcisi Medya Grup Başkanı, manşetin değiştirilmesini
bana haber verilmeden talep etti. Buna direndik, ama direnmemize
rağmen gazetenin manşeti değiştirildi. Ardından, TMSF Başkanıyla
yaptığımız bir görüşmede, rakip grubun üst düzey yöneticilerinin
TMSF aracılığıyla Sabah’ın satış politikasına müdahale etmeye
çalıştıklarını gözledim. Dahası, Nazlı Ilıcak’ın üst düzey ilişkilerini
kullanarak Sabah’ta yazmak istediği de iletildi. Bazı yazarların
görevine son vermem istendi. Bunun üzerine, bu yazarların hiç değilse
sayfalarının değiştirilmesi ve daha az görünür yerlere kaydırılması
talep edildi.” Şimdi, bana söyler misiniz
değerli arkadaşlar, medya özgürlüğünden söz eden bir hükûmetin bunları
yapmış olması, bunlar açıklandığı hâlde kamuoyuna karşı sessiz kalınması
bir tutarlılık işareti midir? Yani, biz bunlara inanacak mıyız? MEHMET NİL HIDIR (Muğla)
– Çarpıtıyorsunuz. K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Neyi çarpıtıyor
canım? KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Şimdi,
çarpıtıp çarpıtmayacağımı, siz…
Sayın Başbakan gelir söyler. Biz burada her şeyi açıklıyoruz. BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar, lütfen.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) – Yerini,
zamanını, her şeyini açıklıyoruz. Sadece bu mu?
Bakın, Avrupa Birliği Uyum Raporu’ndan
bir cümle okuyacağım: “Gazetecilerin sendikalaşma ve toplu sözleşme
konularında karşılaştıkları zorluklar sürmektedir.” Şimdi, diyeceksiniz ki, ne yapılmalı? Sayın Edibe Sözen’le birlikte katıldığımız bir toplantı
vardı Gazeteciler Cemiyetinin. Orada önerilerimiz
vardı, aynı önerileri söylüyorum, eğer gerçekten medyayı özgür kılacaksa.
Bir, hiçbir medya patronu
kamu ihalelerine girmemeli. Bunun sözünü iktidar veriyor mu;
bir. İki -bu yetmiyor- gazetecinin gerçek anlamda özgür olabilmesi
için her ulusal haber yapan gazetecinin Gazeteciler Sendikasına
üye olma zorunluluğu getirilmeli. Böylece, siz, gerçek anlamda bir
medyayı, gerçek anlamda özgür gazeteciyi o zaman göreceksiniz.
Bunların sözünü acaba Sayın Başbakan verecek mi? Sayın Başbakan yargının bağımsızlığından
söz ediyor. Diyor ki -bu bölümü okumadı yalnız konuşmasını yaparken-
“Yargının görevi hukuki denetim yapmaktır. Hukuki denetim yerine
yerindelik denetimi yapılması yargının siyasallaşması anlamına
gelir. Yargı görevini yaparken bağımsız olduğu kadar tarafsız da
olmalıdır.” Şimdi, Sayın Başbakana
soruyoruz: Hangi yargı yerindelik denetimi yaptı ve hangi kararla
yaptı? Dubai Kuleleriyle mi ilgili yaptı, yoksa Ofer’le mi ilgili
yaptı? Burada, Sayın Başbakanın açıklamasını bekliyoruz. Başka bir şey: Diyeceksiniz
ki, yargı bağımsızlığı var da siz, gene, yanlış şeyler söylüyorsunuz,
çarpıtıyorsunuz. Yargıtay Başkanlar bildirisi -isteyen arkadaşlarımız,
Yargıtayın İnternet sitesine girip görebilirler- şöyle söylüyor:
“Ortaya çıkacak ihtiyaç da gözetilerek 4 bin hâkim kadrosu alınmış,
bu kadrolara ivedilikle atama yapılabilmesi için staj süresi kısaltılmış,
avukatlıktan hâkimliğe geçiş koşulları da kolaylaştırılmıştır.
Böylece, yeterli donanıma sahip olmayan ve dolayısıyla hâkimlik
nosyonunu alamayan, mevcut kadronun da yarısını oluşturacak bu
atamalar yoluyla önümüzdeki otuz-kırk yıllık bir dönem şekillendirilmek
istenmektedir. 2802 sayılı Kanun’da yapılan son değişikliklere
yönelik tepkilerini demokratik yolla ortaya koyan hâkimler hakkında
soruşturma açılması da yargı üzerindeki vesayetin bir ifadesi
olup, açılan soruşturmalar üzüntüyle karşılanmaktadır.” Kim söylüyor
bunu? Yargıtay Başkanlar Kurulu söylüyor. Gelelim Avrupa Birliği
İlerleme Raporu’na -olur ya biz yanlış söylüyoruz- onlar ne diyorlar:
“Yargının bağımsız, tarafsız ve etkin şekilde işlemesine engel
olan unsurlar mevcudiyetini korumaktadır.” Umuyoruz, Sayın Başbakan
gelir, burada “biz yargının bağımsızlığı konusunda şunları yapacağız”
der, seviniriz. Ne der? Gönül ister ki, Sayın Başbakan şunları söylesin:
1) Hâkimler Savcılar
Yüksek Kuruluna hiçbir bürokrat girmeyecek, siyasetçi girmeyecek. 2) Hâkimler Savcılar
Yüksek Kurulunun ayrı sekreteryası ve ayrı bütçesi olacak. 3) Adalet Bakanlığı
müfettişleri Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı olacak. 4) Yargıç, kendi özgür
güvencesine de kavuşmuş olacak. Yani yargıç, Hâkimler Savcılar Yüksek
Kuruluna karşı da bağımsızlığını koruyacak argümanlarla donatılacak. Bunları söylerse teşekkür
ederiz. Sayın Başbakan, yolsuzluklardan
da şikâyet ediyor ve diyor ki: “Yolsuzluklar konusunda, karşısında
Hükûmetimiz tavizsiz durumunu sürdürecektir.” Ne kadar güzel. Sayın
Başbakana soralım. Üç tane rapor var enerji ihaleleriyle ilgili;
2,2 milyar dolarlık zarar var. Soru bir: Bu üç rapora karşın 5 dolarlık
bir tahsilat yapıldı mı? 5 dolarlık! 2,2 milyar dolar… Cumhurbaşkanlığı
Devlet Denetleme Kurulu, Sayıştay Başkanlığı ve Enerji Bakanlığının
kendi teftiş kurulunun hazırladığı raporlar. İki, TÜPRAŞ’ın
14,76’lık hissesi konusunda cumhuriyet tarihinde ilk kez yolsuzluk,
bir mahkeme kararıyla tescil edildi. Şimdi, ben, mahkeme kararının
ilgili bölümünü okuyayım, belki Sayın Başbakana sunmamışlardır:
“TÜPRAŞ’ın 14,76 oranındaki kamu payının satışa sunulması sırasında
gerekli aleniyet ve rekabet ortamı oluşturulmadığı gibi, hisse
satış fiyatının da kamu yararına uygun olarak belirlenmediği sonucuna
ulaşılmış ve dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.”
Şimdi bana söyler misiniz arkadaşlar, kim yolsuzluklarla mücadele
ediyor? Kim? Yolsuzluklarla mücadele eden, böyle bir hükûmet mi?
14,76’lık pay geri alındı mı? Alınamadı, alınamaz da. Alınamaz da… Bakın, Müteahhitler
Birliği Başkanı var Sayın Erdal Eren. Gazetelere verdiği demeç
var, röportajlarda diyor ki: “İhale yapıyorlar bizim haberimiz olmuyor.”
Nasıl oluyor bu iş? Ben söylemiyorum, kişi orada, Türkiye Müteahhitler
Birliği Başkanı. Nasıl oluyor da bunlar oluyor? Ee, belki Sayın Başbakan
açıklar. Avrupa Birliği İlerleme
Raporu’ndan okuyacağım şimdi size bir bölüm arkadaşlar. Şöyle diyor
en son rapor: “Yolsuzluk, Türkiye’de yaygın bir sorun olmaya devam
etmektedir. Yolsuzlukla mücadele için Hükûmet, Parlamento ve diğer
kurumlar bünyesinde ihdas edilen çeşitli organların verimlilik
ve etkinlikleri zayıf olup, bu yapılanmalar arasında eş güdüm ve iş
birliği düzeyi yetersizdir.” Yine aynı raporda “Yolsuzluk geniş
çapta devam etmektedir, yolsuzlukla mücadele makamları ve politikaları
zayıftır.” Evet, Sayın Başbakanın bilgisine sunuyoruz. Sayın Başbakan diyor
ki Hükûmet Programı’nda: “Suçluların yakalanması önemli değil, biz
suçun işlenmesini engelliyoruz baştan itibaren.” Hiç yorum yapmadan,
size, Emniyet Genel Müdürlüğünün şahsa karşı işlenen suçlar 2005
rakamını veriyorum, 196 bin. 2006 rakamı, 321 bin. Mala karşı işlenen
suçlar 2005 rakamı 289 bin; aynı rakam 2006 yılında 463 bin. Hükûmet
Programı’nı hazırlayanlar acaba bu rakamlara lütfedip niye bakmıyorlar?
“Efendim, cumhuriyet
tarihimizin en parlak dönemlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir”
diyor bizim Hükûmetimiz, 2003-2007. Bana söyler misiniz
değerli arkadaşlar, Irak’a girmeyeceğiz diye bir anlaşmanın altına
imza atan, 1 milyar dolarlık bağış karşılığında imza atan bir hükûmet
nasıl olur da cumhuriyet tarihimizin en parlak hükûmeti olabilir?
Bana söyler misiniz arkadaşlar, Türk askerinin başına çuval geçirilen
bir hükûmet nasıl olur da cumhuriyet tarihinin en parlak hükûmeti olabilir?
(CHP sıralarından alkışlar) Bana söyler misiniz arkadaşlar “O adamı
delikten aşağı süpürmeyin, kullanın.” diyen bir danışmanı çalıştıran
bir arkadaş, nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti’nin en parlak
hükûmetlerinden birisi olarak bize takdim edilir? ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) –
Halk sizi gördü, gördü! KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Efendim, deniliyor ki: “Türkiye gelişen ülkeler arasından
bir yıldız, bir başarı örneği olarak dünyada anılır olmuştur.” Aynen
öyle… Şimdi ben size, bu başarıyı
anlatan Uluslararası Para Fonunun mayıs ayı raporundan okuyorum:
“2006 sonunda, Türkiye, kendine benzeyen yedi ekonomi arasında,
uluslararası rezervlerinin kısa vadeli borçlara oranının en düşük
olduğu ekonomidir. Cari açığın gayrisafi yurtiçi hasıla oranı en
yüksek ikinci ekonomidir. Dış borcunun gayrisafi hasılaya oranı
en yüksek ikinci ekonomidir.” diye devam ediyor, ama bir şey daha söyleyeyim
“IMF Raporu” dedi arkadaşımız, bir de Dünya Bankasından okuyalım:
“OECD ülkeleri içinde Türkiye verimlilik sıralamasında en son sıradadır.
Ayrıca iş gücü kullanımı yönünden de Türkiye en alt düzeyde bulunmaktadır.”
Arkadaşlar arzu ederlerse OECD raporlarına bakabilirler. Ben bir şey daha söyleyeyim,
bunu sadece OECD veya bir başka organ söylemiyor, Sayın Ali Babacan
da söylüyor, isterseniz okuyayım:
“Eğer, Türkiye'nin mevcut ekonomik yapısında, güven ortamında
bir değişiklik olur, yabancı sermaye girişi yavaşlarsa, borçlanmada
vade kısalırsa o zaman 200 kilometre hızla giden aracın önüne duvar
çekilmiş olur. Araç da duvara toslar. Aracın içindekilerin hâlini
düşünmek bile istemiyorum.” İşte, yıldızı yükselen bir Türkiye'nin
ekonomiden sorumlu bir bakanının anlattığı, ifadesi bu değerli
arkadaşlar. Dünyanın en yüksek faizini
vereceksiniz, ondan sonra sıcak paraya mahkûm olacaksınız, bir avuç
sıcak paracıya dünyanın en yüksek faizini verirken de hiç vergi almayacaksınız.
Bakın, şu soruyu ben sizlerin sormasını çok isterdim: Sayın Başbakan,
nasıl oluyor da bu ülkede tüyü bitmemiş yetim vergi öderken, milyarlarca
dolar faiz geliri elde edenler niçin vergi vermiyorlar? Bunlara bu
ayrıcalığı hangi hükûmet sağladı? Bu bir kapitülasyon değil mi? Soracaksınız
arkadaşlar! Ve Sayın Başbakan bir
itiraf yapıyor, kendisini kutluyorum gerçekten, itirafı aynen şöyle:
“Küresel sermayenin, özellikle mal ve hizmet üretimine yönelik yeni
yatırımlara yönelmesi için gerekli ortam oluşturulacaktır.” Demek
ki, bugüne kadar küresel sermaye hiçbir zaman yeni yatırıma gelmedi.
Geldi, dünyanın en yüksek faizini veriyorsunuz, parasını aldı,
hiç vergi ödemiyor, yurt dışına gitti. Japon ev kadınlarının en yüksek
geliri, biliyorsunuz, Türkiye'den elde ettikleri faiz geliri!
Hiç vergi ödemedikleri için Türkiye'de, Japon Hükûmeti onların elde
ettiği geliri vergiliyor, çünkü diyor ki, siz Türkiye'de vergi ödemediniz,
o zaman elde ettiğiniz geliri orada vergileyeceksiniz. Türkiye'de
ödenmesi gereken bir vergi, Japonlara ödeniyor. İşte, yükselen yıldızın
dökülen cilaları bunlar değerli arkadaşlar. Şimdi, deniyor ki,
dış ticaret şöyle büyüdü, ihracatımız 97 milyar dolara ulaştı. Ne
garip bir durumdur arkadaşlar, içinde “ithalat” sözcüğü yok. “Dış ticaret”
dediğiniz zaman… İhracat var, bakın, söylüyor, Sayın Başbakanımız
övünüyor “97 milyar dolara çıktı, 100 milyar dolara çıkacak” diyor.
Ne kadar güzel, kim istemez ihracatın artmasını? Peki, ithalat nerede?
Yüce Parlamentoya bilgi verirken, siz, ithalat rakamını niçin vermezsiniz?
Hangi gerekçeyle vermezsiniz? Ve daha garip bir şey
söyleyeyim: İhraç ettiğimiz ürünlerin içinde acaba ne kadar ithal
girdisi var? Teknoloji ürünlerinde yüzde 98, diğer ürünlerde yüzde
70’lere çıkıyor. Niçin bu bilgiler yüce Parlamentodan gizlenir? Ve bir şey daha: Dış ticaret
rejimi denen bir şey var arkadaşlar, dâhilde işleme rejimi. Dâhilde
işleme rejimi konusunda bir arkadaş inceleme başlatıyor. Portre,
kendisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonuna verdiği
yazıdan benim öğrendiğim kadarıyla 93 milyar dolar. Bu inceleme
bakan talimatıyla durduruluyor “bu konuya girmeyeceksin” diyor
ve bu bürokrat, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonuna
dilekçe vermek zorunda kalıyor. Ne yapıldı? Hiçbir şey. Efendim, Sayın Başbakan
diyor ki: “Cari açığın finansmanında doğrudan küresel yatırımların
payları önemli ölçüde artış göstermiştir.” Ee güzel. Bu, şu anlama
geliyor: Biz, durumu idare etmek için yabancı sıcak paraya mahkûmuz.
O olmazsa zaten mahvolduk. Sayın Ali Babacan da aynı şeyleri söylüyordu.
Bakın Dünya Bankası raporunu okuyayım size arkadaşlar: “Gelişmekte
olan -yani yükselen- ülkeler topluca ele alındığında cari dengelerinde
şöyle eğilim gözlenmektedir: Cari denge 97-99 döneminde eksidir.”
Yani, bütün ülkelerde eksi, 27 ülke. “2000-2005 yıllarında ise artıya
geçmiştir. Artı denge 2000 yılında azalmakta, sonraki yıllarda sürekli
artmaktadır. Türkiye ise 2000 yılı sonrasında giderek artan cari
açıklar içindedir.” O ülkeler içinde bir tek Türkiye, giderek artan
cari açıklar içindedir. İşte, o “yükselen yıldız” denen yıldızımız
maalesef bu. Bakın, Dünya Bankası
raporundan bir bölüm daha okuyayım: “Büyük cari açık, önemli sermaye
akımı, yüksek faizler ve değerlenen para gibi özelliklerin hepsine
sahip olan Türkiye gibi ülkelerin durumu özellikle endişe yaratmaktadır.”
Bizim yıldızımızın ne kadar endişeli olduğu söyleniyor ve Sayın
Başbakan burada Merkez Bankası rezervlerinden söz ederken, üstüne
basa basa “Merkez Bankasının 70 milyar dolar rezervi var.” dedi ve
AKP Grubundan da iyi alkış aldı. Şimdi, şu soruyu sormak
gerekiyor: 70 milyar dolarlık rezervi tutun diye IMF bastırıyor
mu; daha fazla tutun diye? Niçin? O sıcak paracıların bir kriz çıkarsa
güvencesi olacak o para. Güvencesi olacak, çünkü yine en başta onlar
paralarını alacaklar. Geçmişte de oldu bu. Aynı şey güvence olarak
tutuluyor. Aklınıza şu soru gelebilir: 70 milyar doları aldık, güzel.
Ne yapıyor Merkez Bankası bunu? Yabancı ülkelerde değerlendiriyor.
Bakın, eğer Amerikan
hazine bonosuna iki yıl vadeli yatırırsa, getirisi yüzde 4,10 dolar
bazında, yıllık 4,10 faiz alıyor. Euro bazlı, eğer Avrupa bölgesine
yatırırsa, iki yıllık getirisi 3,98 euro. Siz, bakın, değerli
arkadaşlar, paranızı yüzde 4 faizle yatırıyorsunuz, yüzde 4 faizle
para yatırdığınız bankalar kendi fonları aracılığıyla Türkiye’ye
geliyorlar, bizim paramızla, bizim devlet tahvili, hazine bonosunu
alıyorlar, biz de onlara yüzde 17-18 faiz ödüyoruz. Soyulan Türkiye’nin
adı ne zamandan beri yükselen Türkiye oldu arkadaşlar! (CHP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlar,
özelleştirmenin başarısından söz etti Sayın Başbakan. Satış konusunda
hiçbir endişemiz yok, babalar gibi satan bir hükûmet elbette başarılı
olur. Gözü kapalı, kim ne alırsa, kim ne satarsa, hukuk bir tarafta… Bakın, Dünya Bankasının
raporundan okuyorum: “Özelleştirmenin en önemli amaçları Türk sanayisini
daha etkin, yenilikçi ve rekabetçi kılmaktır. Oysa bu asıl amaç ikinci
plana itilmiş, temel amaç, mali sorunları gidermek için özelleştirme
gelirlerini en çoğa çıkarmak olmuştur.” Dünya Bankası bile bizimle
dalga geçiyor! Bakın, mirasyedi mantığıyla
bu iş gitmez. Borcu olan bir aile reisi, yatağı, koltuğu, televizyonları
satarak düzelmez; çalışarak yapar, üreterek yapar. Bize, üretmeyin
diyorlar. Bu dolar kuruyla biz üretemiyoruz. İmalat sanayimiz, bakmayın,
o kadar iyi durumda değil. Bizim işadamımız niye Mısır’da kuyruğa
giriyor? Özelleştirmede Sayın
Başbakana bir soru daha sormak istiyorum, belki bilgisi yoktur.
Bir kuruluş özelleştirilirken değerli arkadaşlar, önce onun değer
tespiti yapılır. Özelleştirildikten sonra, o değer tespitinin kamuoyuna
açıklanması yasaya göre zorunludur. Bugüne kadar hiçbirisi açıklanmadı.
Ama, ne yaptılar biliyor musunuz AKP Hükûmeti, kanun değişikliği
yaptı, bu açıklamayı şöyle yaptı: En son yükümlülük yerine getirildikten
sonra açıklanır. Niçin? Hani siz şeffaflıktan söz ediyordunuz, hani
siz saydamlıktan söz ediyordunuz, hani hesap verilebilirlikten
söz ediyordunuz, nedir bu arkadaşlar? Kimi kandırıyoruz? Niçin değer
tespitini kamuoyuna açıklamıyoruz? Bu mal hükûmetin malı olsa hiç
itirazım yok; bu mal devletin malı, bu mal bizim vergilerimizle oluşturulan
bir fabrika, bir kuruluş. Efendim, “cari açığın
kontrol altına alınabilmesi mali disiplinle mümkündür” diyor Sayın
Başbakan. Şimdi sorun, cari açığı kontrol altına almak ifadesi değil,
yanlış da buradan başlıyor. Cari açık, sistem kontrol edilemediği
için çıkıyor zaten, kontrol edilebilse cari açık mı çıkar; çıkmaz. Bakınız, bugün, eylül
ayı değil mi? Hiç sordunuz mu acaba, temmuz ayının sonuçları niye hiç
bugüne kadar açıklanmadı Maliye Bakanlığı devlet bütçe harcamaları,
oysa açıklanırdı. Kaç milyar YTL’lik bütçe açığı var, Sayın Başbakan
gelip açıklayabilir mi? Ben bir rakam vereyim, 11,4 milyar YTL bütçe
açığı var. Aynı dönemde geçen yıl neydi? Bütçe, 455 milyon YTL fazla
veriyordu. Eğer Sayın Başbakan bu bilgileri doğrularsa veya düzeltirse
mutluluk duyarız. Efendim, deniyor ki,
eğitim, sağlık, gıdada KDV’yi 18’den 8’e düşürdük. Sayın Başbakana
iki küçük ayrıntı vermek isterim: Gıdada KDV indirimi 1992 yılında
yapılmıştır, eğitim hizmetlerinde de 16/5/1993 tarihinde yapılmıştır.
Ama bir şeyin hakkını verelim: İndirim oranları o tarihten başlamıştır,
ama daha sonra AKP Hükûmeti bunların kapsamını genişletmiştir. Eğer
Parlamentoya bilgi vereceksek, bu bilginin doğru olması lazım. Efendim, kayıt dışılıkla
mücadele önümüzdeki dönemde de aynen devam edecektir diyor. Şimdi,
geçmiş dönemde ne yapıldı onu sizin bilginize sunayım. Sayın Güldal
Akşit Devlet Bakanıyken kayıt dışıyla mücadelede bir komisyonun
başına getirildi ve bir sefer toplandı. 2004’tü yanlış hatırlamıyorsam.
Toplantıya sunulan raporlar ve toplantı tutanakları var. Bir
sefer toplandı ve bitti. Şimdi, Sayın Akşit’in o dönemdeki görevi
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumundan sorumlu Bakan olmasıydı.
Hükûmetten sorumlu değil, daha doğrusu, özür dilerim, ekonomiden sorumlu
değil, çalışma yaşamından sorumlu değil. Niçin Sayın Akşit o göreve
getirildi? Efendim, Plan ve Bütçe
Komisyonunda defalarca şunu söyledim, dedim ki: Eğer siz kayıt dışı
ekonomiyle mücadele etmek istiyorsanız, önce bu kayıt dışı ekonominin
bilimsel bir çalışmasını ortaya koyun. Ey Merkez Bankası, Türkiye
İstatistik Kurumu, Devlet Planlama Teşkilatı niçin bunu yapmıyorsunuz?
Şu ana kadar yapılmadı. Şu ana kadar yapılmadı. Hesap Uzmanları Kurulu
bir çalışma yaptı, o çalışma da gizli, açıklanmıyor. Niçin gizli? Sayın
Hükûmet bir KADİM Projesi hazırladı, yeni, Başbakanlığın İnternet
sitesine koydu. Daha henüz bir yol alınmış değil, umuyoruz kayıt dışı
ekonomiyle mücadele edilir. Bakın, önümüzdeki dönemde
de mücadele edeceğiz derken, tabii, Sayın Başbakan kayıt dışı ekonomiyle
bir dönem mücadele ettiğini de söylüyor. Ben şimdi yine Sayın
Ali Babacan’ın bir konuşmasından bir bölüm okuyacağım. Ne zaman yapmış?
24/11/2006’da. Nerede? Dünya Ekonomik Forumu Türkiye Zirvesinde.
Şöyle diyor Sayın Ali Babacan: “Geçtiğimiz dört yıl içinde, Türkiye’deki
kayıt dışılıkla ilgili belki hiçbir ilerleme kaydedemedik. Bunu
itiraf ediyorum ve kabul etmek zorundayız. Çok talihsiz, ama, durum
bu.” Sayın Başbakanın bilgisine sunulur. Enerji sektörü… Türkiye’yi
karanlık günler bekliyor. Konuşma sürem gittikçe kısaldığı için
özet olarak şunu söyleyeyim: EPDK’nın İnternet sitesinde rapor var,
“En erken 2009 tarihinde Türkiye karanlıklara gömülebilir.” Yatırım
yok. Kamu yatırımlarını soruyorum, bakıyoruz kamu yatırımlarına,
gayrisafi millî hasıla, oran olarak, 1,23’ten 2006’da binde 47’ye düşmüş.
Denebilir ki, özel sektör yapacak. Özel sektöre bakıyoruz, binde
49’dan binde 26’ya inmiş. Tabii, Sayın Başbakana sizin huzurunuzda
şu soruyu daha sormak istiyorum: Sayın Başbakan, IMF’ye bir niyet
mektubunu verdiniz ve şöyle bir ifade var: “KİT ürünlerinin fiyatlarının
-enerji fiyatları dâhil- program varsayımlarıyla uyumlu olması sağlanacaktır
(sürekli yapısal kriter).” Acaba, bu, elektrik fiyatlarına zam sözü
müdür? Bu konuda bilgi lütfederlerse seviniriz. “Efendim, denizcilik
sektörü iktidarımız döneminde altın çağını yaşamıştır.” Doğrudur,
tüm mahdumlar gemi aldı, niye altın çağı yaşamasın! (CHP sıralarından
alkışlar) “Efendim, Hükûmetimiz,
sağlık hizmetlerini temel bir insan hakkı olarak kabul etmektedir.”
Çok doğru, hiçbir insan bu haktan mahrum bırakılamaz, aynen doğru,
altına imzamızı atıyoruz. Ama bir sorun var. Nedir sorun? Borcu olan esnafa sağlık
hizmeti verilmiyor. Niçin? Yasa böyle. Kim çıkardı? AKP. Peki, diyelim ki, esnafın borcu
var, sağlık hizmeti vermiyorsunuz. Peki, karısının
günahı ne? Yaşlı anne ve babasının günahı
ne? Onlara da sağlık hizmeti verilmeyecek. “Efendim, ILO normlarına
uyulacaktır, AB ve ILO normlarına çalışma yaşamıyla ilgili olarak.” Siz, bu Hükûmet Programı’nda
“Ekonomik ve Sosyal Konsey” diye bir laf duydunuz mu? Yok öyle bir şey. “Emeklilere millî gelir artışından pay
verilmeyecek.” Peki, emekliler bu ülkenin ikinci sınıf
vatandaşı mı? Kim düşünüyor? AKP düşünüyor. Ne adına düşünüyor?
Yükselen Türkiye adına düşünüyor. Yükselen
Türkiye’yi takdirlerinize bırakıyoruz! Efendim, değişik bakanlıklarımızca
vatandaşlarımıza ulaştırılan sosyal yardımların arttığı söyleniyor;
2002’de 1,4 milyar YTL iken 2006’da 5,7 milyar YTL’ye
ulaştığı söyleniyor. Önce, hükûmeti, sosyal yardımları
artırmasından ötürü kutlarız. Yoksul yurttaşa
haklar tanınmalı, onların yoksulluğu giderilmeli. Ama, anlaşamadığımız
bir nokta var. O da şu: Yoksulun yoksulluğunu gidermek iane mantığıyla
olmaz, sadaka mantığıyla olmaz. Bakın Anayasa’nın 60’ıncı maddesini
okuyalım: “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır
ve teşkilatı kurar.” Eğer, sosyal devlet değil
de sadaka devlet yaratırsanız, o mantıkla hareket ederseniz doğru
olmaz. Sayın Yazıcıoğlu
buradadır, çok saygı duyduğum bir eski bürokrat, Diyanet İşleri Başkanlığı
yapmış, umuyorum yeni görevinde de çok nitelikli, güzel işler yapacaktır. Eski Diyanet İşleri
Başkanına gönderilen bir mektubu sizin dikkatinize sunmak isterim.
“Ankara’nın kenar bir semtinde ilkokul öğretmeniyim. Öğrencilerim
genelde yardıma muhtaç ailelerin çocukları. Ramazan dolayısıyla
bazı iş adamları, yöneticiler, kameralar eşliğinde gıda yardımı
yapıyorlar, bu durum ise öğrencilerimde psikolojik problemler
oluşturuyor. Sorum şu: Kişilerin psikolojisiyle oynamak ve insanların
fakirliğini topluma teşhir etmek günah değil midir?” (CHP sıralarından
alkışlar) Bunu Sayın Başbakanın bilgisine sunuyorum. Yoksulun
yoksulluğunu giderme hakkını isteme hakkı vardır, sosyal devlet
bunu gerektirir. Yoksula “bana minnet duy” diye gidemezsiniz. Bunun
Müslümanlıkta da yeri yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Bir şey daha sormak istiyorum.
Sayın Başbakan, toplam yeşil kart sayısı 14 milyondu. Siz bu toplam
sayının 5 milyon 347 binini Ağustos ayında mı iptal ettiniz ve şu anda
aktif yeşil kartlı sayısı 8 milyon 683 müdür? Bu konuda bilgi verirseniz
sevinirim. Ağustos ayını özellikle sizin dikkatinize sunmak isterim.
Efendim, “Hükûmetimiz
-deniyor ki- ahlaki ve manevi değerlerin yaşatılması için gerekli
çabayı gösterecektir.” Çok güzel! Ahlaki ve manevi değerleri yaşatmak,
etik değerleri yükseltmek, toplumun genel kültür düzeyini yükseltmek,
aklı özgürleştirmek, her çağdaş insanın temel görevlerinden birisidir,
hükûmetimizin de görevlerinden birisi
olmak zorundadır ama bunu yaparken şu noktayı asla unutmamamız lazım:
Dini siyasete karıştırmamamız gerekir. Din, kişilerin iç dünyasıyla
ilgili bir olaydır. Şimdi, ben size şu noktayı
hatırlatmak isterim: Batılılar bize son zamanlarda “ılımlı İslam
devleti” sözcüğünü kullanıyorlar, Türkiye Cumhuriyeti için. Sayın
Başbakana da tabii bu soruluyor. Sayın Uğur Dündar programda soruyor
“Ne diyorsunuz?” diye. Sayın Başbakanın tepkisi aynen şu: “Ilımlı
İslam yakıştırmaları çok çirkin şeyler. Bir defa, bu, dinimize saygısızlıktır, hakarettir.
İslam’ın ılımlısı falan olmaz; İslam, İslam’dır. O kadar.” Yani, Sayın
Başbakanın rahatsızlığı, bizim, İslam devleti olarak görülmesinden
değil, ılımlı İslam olarak tutulmasında. (CHP sıralarından alkışlar,
AK Parti sıralarından “Ne alakası var?”sesleri) Efendim, şimdi bakın,
özellikle bizi dinleyen bayan AKP milletvekillerinin dikkatine
sunmak isterim. TRT’de bir program var, programda bir konuşmacı var
ve şunu söylüyor: “Kadın yaşamak için çalışmak mecburiyetinde değildir.
İslam’ın, bir kere, öngördüğü kural bu. Kadın kız iken babası onun
masrafını karşılar, evliyken kocası; babası, kocası yoksa erkek
kardeşi; o da yoksa amcası.” Dikkat edin, hep erkekler. Şimdi, bu nerede
söyleniyor? TRT’de. Özel bir televizyon olsa hiç itirazım olmaz. Herkes
düşüncesinde özgürdür. Bakın, düşünce özgürlüğüne bir şey demiyoruz.
TRT’de söyleniyor bu. BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu,
dört dakikanız kaldı. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Tabii efendim. İki… (AK Parti sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Arkadaşlar
lütfen… KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Bu bir tartışma programı da değil, bu bir tartışma programı
olsa dersiniz ki, birisi tartışmada kendi görüşünü dile getiriyor.
MEHMET NİL HIDIR (Muğla)
– Programla ne alakası var bunun? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Ya dinle be, dinle ya! KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Hükûmet Programı’yla alakası olmayacak, peki bunu nerede
söyleyeceğiz? (AK Parti sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Arkadaşlar,
lütfen dinler misiniz. Rica ediyorum arkadaşlar. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – TRT’de böyle bir şey olacak, devletin televizyonunda
böyle bir şey olacak, hükûmet buna sessiz kalacak, siz de diyeceksiniz
ki “Bunun Hükûmet Programı’yla ne ilgisi var?” Ee, günaydın, günaydın
arkadaşlar. Kusura bakmayın. MEHMET NİL HIDIR (Muğla)
– Bağımsız bir program… KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Ben, özellikle, bunun altını çizdim. Bize niçin Batılılar
“ılımlı İslam devleti” yakıştırması yapıyor? İşte, bunlar nedeniyle.
Hükûmetin bunlara karşı daha duyarlı olması lazım, bunları engellemesi
lazım. Bizim söylemek görevimizdir. Bakın, özellikle bayan
milletvekili arkadaşlarımın dikkatini çektim, müdahale etmeliler
ve doğru olmadığını her yerde, her ortamda söylemeliler. Ben, bunu
bu kürsüde söylediğim zaman, Sayın Mehmet Ali Şahin “Bize yerini ve
zamanını söylerseniz bunu yapanlara soruşturma açacağım” dedi.
Tarihini, yerini, zamanını söyledik, ne oldu? Hiçbir şey olamaz.
Ödün verirseniz sonunu alamazsınız. Efendim, istihdamı
teşvik yasasından bahsettiler. Şimdi, değerli milletvekilleri,
size bir soru, Sayın Başbakana da: Teşvik sonuçlarını hangi bakanlığın
İnternet sitesinden alabilirsiniz? Hiçbir bakanlığın; hiçbir yerde
yoktur, hiçbir yerde göremezsiniz. Niye yoktur? Zaman zaman bakanlar
gelir, bir rakam verirler, o kadar. Ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi
olduğum için bakanları sıkıştırdık ve aldık teşvik yasalarının sonucunu. Bakın, enerji desteği
açısından Ardahan, Hakkâri, Iğdır, Muş, Şırnak’ta hiç tesis yok, yeni
istihdam yok. Arsa tahsisi açısından Ağrı, Ardahan, Artvin, Bingöl,
Bitlis, Hakkâri, Muş, Iğdır, Rize, Şırnak’ta, kırk dokuz ilden bunlarda
hiçbir arsa tahsisi de yapılmış değil. “Teşvik” diyorsunuz. Hükûmetin
buraya gelip gerçekten bölgesel dengesizlikleri kaldıracak, özellikle,
Türkiye’yi, daha ihracat potansiyelini güçlendirebilecek, daha
elle tutulur bir teşvik politikası buraya getirmesi gerekmez miydi?
Yok. Bir şey daha söyleyeyim:
Sayın Başbakan, işsizlikle ilgili ”Yüzde 10,3’ten 9,9’a indirdik.”
dedi. Türkiye İstatistik Kurumunun bülteni burada: 9,9’değil 2006’da
10,5; 10,3’ten 10,5’e çıkmış durumda. Diğer konulara giremiyorum. Efendim “Bilime yatırım
yapılacak.” deniyor. Kısaca dış politikayla ilgili bir iki şey söyleyeyim.
“Biz, küresel vizyonu yönlendirici bir aktör hâline geleceğiz dış
politikada.” diyor. Şimdi benim sorularım:
Irak’la ilgili, herhangi bir, Türkiye’nin kırmızı çizgisi kaldı
mı, nedir bu? İkinci sorum: Irak
Hükûmetinin herhangi bir teröristi yakalayıp Türkiye’ye teslim
ettiğini duyduk mu? Hükûmetin, 2003 yılı
Mart ve Ekim aylarında iki defa Meclisten yetki almasına rağmen bu
yetkileri niçin kullanamadığını Hükûmet Programı’nda niye görmedik? Kerkük konusunda Ankara’da
yapılan uluslararası toplantılara acaba Hükûmeti temsilen niye
kimse katılmadı? Büyük Orta Doğu Projesi’nden
bahsediyor. Niye burada herhangi bir söz yok? Sözde, Türkiye bunun
çok önemli bir unsuruydu. Kıbrıs konusunda ne
oldu? Uzun bir şey anlatıyorlar Program’da. Şimdi biz ek protokolü
imzalayacak mıyız imzalamayacak mıyız? Siz onu söyleyeceksiniz.
“Kıbrıs şöyledir, Kıbrıs böyledir, Kıbrıs başarılıdır…” E, ben sorayım:
Türkiye dışında Kıbrıs’ı tanıyan devlet var mı? Hangi başarıdan
söz ediyorsunuz? (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) OSMAN GAZİ YAĞMURDERELİ
(İstanbul) – Var, Pakistan tanıdı. BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu… KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Bağlıyorum efendim. BAŞKAN - Bir dakika
verdim. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Tabi efendim. Efendim, beş yıldan beri
teslimiyetçi politika izlerseniz, edilgen bir dış politika izlerseniz
siz başarısız olursunuz. Edilgen bir politika izlerseniz başarısız
olursunuz. MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Seçim kaybedersiniz. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Değerli arkadaşım, biz, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarının
verdiği oya saygılıyız, Adalet ve Kalkınma Partisine verilen oya
saygılıyız. Bizim eleştirilerimizin tutarsızlığını söyleyeceksiniz
siz. Eğer, eleştirilerimiz tutarlıysa, şapkanızı önünüze koyup düşüneceksiniz.
(CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, ekonomi ne durumda?
Ekonomi ne durumda? Bakın, Hükümet Programı’nda şöyle diyor: “Ülkemizin
itibarına itibar kazandıran siyasetimiz, yeni dönemde daha güçlü
bir Türkiye için, milletten aldığı gücü yine milletimizin hizmetine
sunacaktır.” Ne güzel ifade değil mi? Evet! Ama, buna ben yanıt vermemeyim.
İzniniz olursa, Sayın Unakıtan’ın yaptığı bir açıklamayla yanıt verelim.
IMF’yi kastederek Sayın Unakıtan diyor ki: “Onların bir raporu bizim
günlerce… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Bağlıyorum efendim, bağlıyorum efendim. BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu,
hayır bağlamıyorsunuz. Son bir dakika. Uzatmam söz konusu değil.
Lütfen… KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Peki efendim. IMF’yi kastederek
şöyle diyor Sayın Unakıtan: “Onların bir raporu, bizim, günlerce,
aylarca kendimizi anlatmamızdan daha etkili oluyor. Ben ağzımla
kuş tutsam etkili olamazken, IMF’nin hazırladığı rapor, tüm dünya
tarafından kabul görüyor.” Ne itibarlı bir ülkeyiz değil mi? Ne kadar
güçlü bir ülkeyiz? Öyle bir şey ki, bizim Maliye Bakanımız, aylarca,
günlerce uğraşıp bir şey anlatamazken, IMF’nin bir raporuyla her
şey çözülüyor ve siz… HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
– Tüm dünya için geçerli o. MEHMET NİL HIDIR (Muğla)
– Çarpıtma! KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) – Bu söylediklerimin hepsi doğru, hepsi doğru. Bu söylediklerimin
sizi rahatsız ettiğini ben biliyorum. Zaten rahatsız olun diye ben
bunları anlatıyorum, çünkü rahatsız olacaksınız ki doğruyu bileceksiniz.
(CHP sıralarından alkışlar) Bu Hükûmetin gerçek yüzünü,
süremin elverdiği kadar size sunmaya çalıştım. O nedenle, bu gerçek
yüzü gördükten sonra, CHP Grubu olarak biz, Adalet ve Kalkınma Partisi
Hükûmetine güvenoyu vermeyeceğiz. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Kılıçdaroğlu. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, iki sayın milletvekilimiz söz istedi. İlk söz, Grup Başkan Vekili,
Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli’nin. Buyurun Sayın Canikli.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Canikli,
süreyi eşit mi kullanacaksınız? NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
– Evet Sayın Başkan, eşit kullanacağız. BAŞKAN – Buyurunuz. AK PARTİ GRUBU ADINA
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; 60’ıncı Cumhuriyet Hükûmetinin Programı üzerinde AK
Parti Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Şu ana kadar, Meclisimizde
grubu bulunan üç siyasi partinin değerli temsilcilerinin Program’la
ilgili görüşlerini dinledik. Elbette bu konuşmalar Hükûmetimiz
tarafından, bakanlarımız tarafından değerlendirilecek ve katkı
sağlayıcı, olumlu, yapıcı eleştiriler var ise Türkiye’nin sorunlarının
çözülmesi konusunda gerçekten uygulanabilir, gerçekçi öneriler
içeren ifadeler var ise onlar elbette değerlendirecekler. Tabii bulabilirlerse!
Evet değerli arkadaşlar,
ben ağırlıklı olarak Program’ın ekonomik boyutu üzerinde değerlendirmelerimi
sizinle paylaşacağım grup adına. AK Parti Programı’nın bana göre
ekonomik açıdan en önemli, belirgin, öne çıkan özelliği, ülkenin, ülke
insanlarımızın refahının yükseltilmesini hedef almasıdır. Aslında
bu hedef, önceki iki AK Parti Hükûmetinin de belirgin özelliği olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bunu yaparken, bu hedefe ulaşırken tali unsurlar
olarak programda enflasyonun tek hanede kalması hedefleniyor geçmiş
dönemde olduğu gibi, keza nominal faizlerin tek haneye indirilmesi
hedefleniyor, vergi indirimlerinin özellikle istihdam üzerindeki
yüklerden, mali yüklerden başlamak üzere düşürüleceği öngörülüyor
ve gelir dağılımının daha da iyileştirileceği öngörülüyor. Şimdi,
tabii bu hedeflerin gerçekten realize edilip edilemeyeceğini,
mümkün olup olmadığını anlamak için, sağlıklı bir değerlendirme
yapmak için bu kadronun, AK Partinin önceki dönemde benzer göstergeler
için ortaya çıkardığı performansa bakmak gerekiyor. Bir başka ifadeyle
–Sayın Bahçeli de belirtti, ki katılıyorum– geçmiş dönemde ortaya
konulan performans gelecek açısından da yol gösterici olacaktır. Bir başka ifadeyle,
AK Parti Hükûmeti, 58 ve 59’uncu Hükûmet olarak refahın yükseltilmesi,
ekonominin iyileştirilmesi, makro göstergelerin istikrarlı ve
sürdürülebilir bir noktaya getirilmesinde neler vaat etmiş, kamuoyuna
hangi beklenti içerisinde olduğunu ifade etmiş ve hangi sonuçlar
alınmış? Dolayısıyla, eğer
programda refahın yükseltilmesi için, gelecekle ilgili olarak
2013 yılında, yani dönemin sonunda, gayrisafi millî hasılanın 400
milyar dolardan 800 milyar dolara çıkartılması, kişi başına düşen
millî gelirin 10 bin dolara çıkartılması hedefleniyor ve iddia
ediliyor ise bunun gerçekçi, uygulanabilir bir hedef olup olmadığını
anlamak için mutlaka geriye dönmemiz gerekiyor ve elimizde yeteri
kadar da data ve zaman var. Yani, AK Partinin geçmiş dört buçuk yıllık
süre içerisinde bu alanlarda ortaya koyduğu çalışma, sonuç ve performansa
bakarak gelecekle ilgili olarak Program’da belirtilen ekonomik
hedeflere ulaşıp ulaşamayacağı konusunda rahatlıkla bir fikir
edinebiliriz. Değerli arkadaşlar,
bütün ekonomik programların hedefi ülkenin refahının, gelir düzeyinin
yükseltilmesidir. Toplumun bütün insanlarının gelir düzeyinin
yükseltilmesi, bu bir. İkincisi, gelirin de daha adil dağıtılır
hâle getirilmesidir; yükselen bu millî gelirin, artan bu millî gelirin
daha adil dağıtılabilir hâle gelmesidir. Millî gelir rakamlarına
geçmeden önce isterseniz enflasyondan başlayalım. Hükûmetimiz yeni
dönem için, önümüzdeki dönem için enflasyon hedefini tek hane olarak
belirlemiştir. Peki, bunu başarabilir mi? Başarabilir. Neden?
Çünkü, geçmişte başarmış yani önceki hükûmet döneminde başarmış.
Yüzde 29,75 olarak aldığı enflasyon oranını, 2006 sonu itibarıyla
yüzde 10’un altına, yüzde 9,86’ya düşürmüş. Aynı şey nominal faizler
için de geçerli. Yüzde 64’ten devraldığı nominal faizleri bugün itibarıyla
yüzde 18’lere düşürmüştür ve reel faizi -Bunları biraz sonra tartışacağız.
Sayın Kılıçdaroğlu da doğrulardan bahsetti, biraz sonra ben size
doğruları, gerçek doğruları rakamlarla ifade etmeye çalışacağım-
yüzde 34 olarak devraldığı reel faizi, bugün itibarıyla yüzde 8’e,
9’a düşürmüştür. AK Parti Hükûmeti 2002 sonu itibarıyla devraldığında
iktidarı, hükûmeti reel faiz yüzde 34 idi ve bugüne kadar Türkiye
Cumhuriyeti devletinin, hatta dünyadaki bütün devletlerin ödediği
en yüksek reel faizdi ve bundan sonra da hiçbir dönemde hiçbir ekonominin
bu kadar yüksek bir reel faiz ödeyeceğini düşünmek mümkün değil. Soyulmaya
örnek mi istiyorsunuz? İşte bu. Bakın, ülke nasıl soyuluyor? Bir mantık hatası yapılıyor
değerli arkadaşlar, bazı muhalefet sözcüleri tarafından mantık
hatası yapılıyor. Şu anda 2007 bütçesinde ödediğimiz faiz toplamı
yaklaşık 52 katrilyon lira. Öngörülen, ödenmesi öngörülen faiz
bu, nominal faiz bu toplam rakam olarak. Bu da bütçenin toplamının
yaklaşık yüzde 25’ine tekabül etmektedir. Yani, bugün itibarıyla,
2007 bütçesi itibarıyla Türkiye devleti, Türkiye Cumhuriyeti
hükûmeti, toplam bütçe ödeneklerinin, bütçe büyüklüğünün yüzde
25’ini faiz olarak ödüyor. Bu da 2007 rakamlarıyla yaklaşık 52 katrilyon
liradır. Peki, bu daha önce ne
kadardı, mesela Hükûmetimizin iktidarı devraldığında, yani 2002
yılında? 2002 tarihini kullanırken de kesinlikle hiçbir yere kasıtlı
olarak bir atıf yapılmamaktadır, sadece ve sadece AK Parti Hükûmetinin
devraldığı tarih olduğu için baz olarak kullanılmaktadır. Doğal
olarak 2002 yerine başka bir tarihi kullanmamız mümkün değil dinamik
bir tahlil açısından. Peki, nedir bu oran 2002 yılında? 2002 yılında
bu oran yüzde 46. Yani, 2002 yılı bütçesinin, bütçe büyüklüğünün,
toplam harcamaların, devletin bir yılda harcadığı rakamların toplamının
yüzde 46’sı faiz ödemelerine aktarıldı, yüzde 46. Bugün ne kadar?
Yüzde 25. Eğer AK Partinin uyguladığı
politikalar sonucunda olumlu veya olumsuz bir gelişme olmamış olsaydı
faiz ödemeleri konusunda, aynen kalmış olsaydı, faiz ödemelerindeki
oran aynen kalmış olsaydı yani 2007 bütçesi itibarıyla bütçe büyüklüğünün,
bütçe harcamaları toplamının yüzde
46’sını, hatta 47’sini biz faiz ödemelerine ayırmak zorunda kalmış
olsaydık -bu, 2002’de devraldığımız orandır- 2007 itibarıyla ödememiz
gereken rakam 100 katrilyon olacaktır değerli arkadaşlar. Hangisi soygun? Hangisinde,
bu ülkenin yatırıma gitmesi gereken ve gelir durumları itibariyle
alt tabakada olan insanlara gitmesi gereken kaynaklar nasıl o dönemde
ciddi anlamda faiz ödemeleri yoluyla toplumun üst gelir grubunda
bulunan insanlara aktarıldı ve AK Parti Hükûmetlerinin uygulaması,
akılcı ve sosyal politikaları sonucunda bu rakam, bu noktaya geldi?
100 katrilyon liradan 50 katrilyon liraya… Bu çok ciddi bir kaynaktır.
Biraz sonra bu kaynağın nerelerde kullanıldığını sizlerle paylaşacağım. Değerli arkadaşlar,
biraz önce ifade ettim, elbette hedef ekonomide millî gelirin artırılması,
insanların harcayabilecekleri gelirlerin artırılması, satın
alma güçlerinin artırılması ama en az onun kadar da önemli olan, bu
artan gelirin, gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye’de, gerçekten,
gelir dağılımı son derece adaletsizdir. Bugün de adaletsizdir
ama bir fark var, dün bugünden daha az adaletsizdi. Bir başka ifadeyle,
son üç yılda, daha doğrusu 2003, 2004 ve 2005 yıllarında -çünkü ondan
sonra DATA yok elimizde, önümüzdeki günlerde çıkacak yeni rakamlar-
bu üç yılda, gelir dağılımında çok ciddi bir iyileşme olmuştur. 2003
yılında olmuştur, 2004 yılında olmuştur, 2005 yılında olmuştur. Konuşan arkadaşlar
rakam kullanmıyorlar değerli arkadaşlar, dikkat ederseniz rakam
kullanmıyorlar gelir dağılımı konusunda. Çıkıyorlar, sadece, rakamsız
ve belirli bir hedefi olan, içi boş -bana göre, kusura bakmasınlar-
konuşmalar olarak ortaya çıkıyor. Bu tür iddiaların mutlaka rakamla
teyit edilmesi gerekir. Özellikle meslekten gelen, özellikle bu işlerde
uzman olan arkadaşlarımızın, bu gibi son derece önemli iddialarda
bulunurken, mutlaka rakam kullanması gerekir ve rakamla teyit
edilmesi gerekir bu iddianın. Aksi hâlde, iddianın hiçbir anlamı
yoktur, bomboş bir iddiadır. Bu da, onlardan bir tanesidir. Bakın, değerli arkadaşlar,
gelir dağılımı rakamlarına bakalım: Millî gelirden, en zengin yüzde
20’lik kesimin aldığı pay, 2002 yılında yüzde 50,1; 2003 yılında yüzde
48,3’e düşüyor değerli arkadaşlar; 2004 yılında yüzde 46,2; 2005 yılında
yüzde 44,4’e düşüyor. Bir yıl değil, iki yıl değil, üç yıl. Süreklilik
söz konusu. Bu son derece önemli. Onun için, Hükûmet Programı’nda ifadesini
bulan ve bütün, bugüne kadarki “AK Partinin uygulamalarının sosyal
boyutu ön planda olan ve ağırlığı olan, ekonomi uygulamalardır.”
ifadesi bu şekilde somuta dönüştürülmüş oluyor değerli arkadaşlar.
Bu bir realitedir, bu bir gerçektir. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep)
– Yeşil kart niye arttı? NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
- Bu rakamlara hiç kimse itiraz edemez, bu rakamların hiç kimse önünde
duramaz. O zaman hepinizin, herkesin bu rakamlar üzerine şunu söylemesi
gerekir: “Evet, AK Parti İktidarı döneminde gelir dağılımında istikrarlı
bir iyileşme söz konusudur.” Bunu herkesin kabul etmesi gerekir. Aksini iddia
eden var mı? Yok. RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) – “Onun için mi yeşil kart arttı?” diyor. Ona cevap verin. NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Evet değerli arkadaşlar, devam edelim. Peki, en fakir yüzde
20’nin aldığı paya bakalım: Yüzde 5,3’ten yani toplumun en fakir yüzde
20’lik kesiminin millî gelirden aldığı pay 2002 yılında sadece yüzde
5,3’ken, 2003 yılında 6, 2004 yılında 6 ve 2005 yılında 6,1’e yükseliyor.
Hem zenginlerin aldığı payda ciddi bir azalma konusu ve uzun yıllardan
sonra ilk defa bu trend yaşanıyor. Bu da çok önemli. Uzun yıllardan sonra
ilk defa bu trend yaşanıyor. Bunların ortaya konulması gerekiyor
ve bunların kayda geçmesi gerekiyor, tarihe not olarak düşülmesi
gerekiyor. Uzun yıllardan sonra ilk defa AK Partinin döneminde, gelir
dağılımındaki o büyük yolsuzlukta ciddi iyileşme ortaya çıkmaya
başlamıştır ve inşallah devam edecektir. Gelecekte de devam edecektir.
Bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz çünkü geçmişte bu Hükûmet bunu
başarmış. Bu referansla rahatlıkla gelecekte de bunu yapabileceğini
söyleyebiliyoruz. Hiç kimse bunun aksini iddia edemez. Gelelim büyümeye,
refaha. Esas konumuz bu, esas bugün irdelemeye çalışacağım konu
bu. Ekonomi son yirmi bir çeyrektir büyüyor ve dört yılda büyüme oranı
yüzde 7,4. Şimdi, değerli arkadaşlar, 2002 yılında 181 milyar dolardan
aldık, 400 milyar dolara çıkardı bu Hükûmetimiz. Kişi başına düşen
millî gelir de 2002 yılında 2.598 dolardan 2006 yılında 5.477 dolara
çıktı. Bunları anlatıyoruz, bütün bakanlarımız söylüyor, Sayın
Başbakanımız söylüyor, her zaman söylüyoruz. Fakat diyorlar ki bazıları:
“Efendim, bunlar fiktif, bunlar gerçekçi değil, bunlar reel değil.”
Peki, nedir reel? Nedir reel? İsterseniz bu reellere bakalım. Üretilen,
tüketilen mal ve hizmetlerdir. Doğru mu? Evet. Gerçekten, son dört buçuk
yılda kişi başına düşen millî gelir ve toplam millî gelirdeki inanılmaz
artış -bu artışın bazılarını rahatsız ettiğini biliyoruz ve anlayışla
da karşılıyoruz ama bu rahatsızlık bu gerçekleri değiştirmiyor-
fiktifse, fiktif olmayanlara bakalım. Nereden başlayalım? İsterseniz
konuttan başlayalım. Bakın, 2002 yılında
yapı ruhsatı izni verilen daire sayısı Türkiye’de 47.242, 2006 yılında
600.387. O fiktifse, bu nedir değerli arkadaşlar? (AK Parti sıralarından
alkışlar) Aradaki 550 bin konut kime gidiyor? Kim satın alıyor? Uzaydan
gelen insanlara mı satılıyor bu? Hayır, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına
satılıyor. 47.242’den, 600.387’ye. Devam edelim. Nedir
refahın göstergelerinden bir tanesi? Dayanıklı tüketim malları,
buzdolabı, televizyon, vesaire. Bakalım rakamlara. Gerçekten,
biraz önce ortaya koymaya çalıştığımız, 181 milyar dolar olarak
devraldığımız ve 400 milyar dolara çıkardığımız bu millî gelir artışı
fiktif mi değil mi? Bakalım, devam edelim. Buzdolabı: 2002 yılında
satılan buzdolabı Türkiye’de değerli arkadaşlar, 1 milyon 88
bin, 2006 yılında satılan buzdolabının toplamı 6 milyon 102 bin. Çamaşır
makinesi: 2002 yılında 823 bin adet çamaşır makinesi satılmış, 2006
yılında 5 milyon 375 bin adet çamaşır makinesi satılmış arkadaşlar.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bunların hepsini Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşları alıyor, onlar kullanıyor, onların refahını yükseltiyor.
Var mı bu rakamlara itirazınız? Var mı? Yok, olamaz, gerçek rakamlar
çünkü. SIRRI SAKIK (Muş) – Onların
hepsi seçim öncesinde dağıtıldı. NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Devam edelim, bakın, devam edelim. Fırın: 2002 yılında
339.399 tane fırın satılmış bu memlekette, 2006 yılında 6 milyon 762
bin tane fırın satılmış değerli arkadaşlar. RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) – Kömürü bilmiyor, buzdolabını biliyor! NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları, 2006 yılında 6 milyon
762 bin tane fırın tüketmiş. Televizyon: 12 milyondan 18 milyona çıkmış.
Sadece bir yılda satılan televizyon 18 milyon adet. Bulaşık makinesi:
281 binden 1 milyon 179 bin adede çıkmış. Otomobile bakalım: 2002 yılında
satılan otomobil toplamı 90 bin, 2006 yılında 373 bin. Evi artıyor,
ev sahibi oluyor, çamaşır makinesi, beyaz eşya sahibi oluyor, otomobil
sahibi oluyor, yani refahı yükseliyor değerli arkadaşlarım. Bakın, hizmetlere geçelim. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Kredi kartı borcunu da açıklayabilir misiniz? NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Hepsine geleceğim Sayın Kılıçdaroğlu. Bakın, uçak yolculuğuna
bakalım: Türkiye’de, uzun yıllar, uçak yolculuğu, toplumun üst gelir
grubunda bulunan insanların kullanabildiği ayrıcalıklı bir ulaşım
yöntemiydi. Doğru mu? Öyle. BAŞKAN – Sayın Canikli,
dört dakikanız kaldı. Önünüzde çok kart var! NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Rakamlar bunu teyit ediyor. Bakın, 2002 yılında
toplam iç hatlar uçuş sayısı, yani ağırlıklı olarak Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının kullandığı uçuş sayısı 8 milyon 700 bin 2002 yılında.
2006 yılında ne kadar biliyor musunuz değerli arkadaşlar? 28 milyon
740 bin. (AK Parti sıralarından alkışlar) Son dört yılda 7 milyon
vatandaşımız ilk defa uçağa binmiş. Şimdi, bazı siyasi partilerimiz
araştırma yapıyorlar, AK Parti niye bu kadar başarılı oldu diye?
Niye efendim, işte bu kadar oy aldı? Arkadaşlar, işte başarı burada!
Başarı burada! Otomobil sahibi olabiliyor, ev sahibi olabiliyor,
beyaz eşya sahibi olabiliyor, uçağa binebiliyor, eğlenebiliyor.
Bakın, onların rakamlarını vereceğim size… SIRRI SAKIK (Muş) –
Anadolu’da çöp çıkmayan ilçeler var. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep)
– Kömürle yeşil karta gel… NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– …ve hızla artıyor… Dolayısıyla, bakın, sadece onlar değil, mobilya
satışlarında artış yüzde 77. Mobilya satışlarındaki artış yüzde
77. Rakamların ayrıntılarını geçiyorum. Eğitim hizmetleri yüzde
69, eğlence yüzde 96. Hepsi var. Bütün alanlarda yani sadece bir alanda
değil. Toplum tüm alanlarda zenginleşiyor, refah seviyesi yükseliyor.
İşte, onun için AK Partiye bu kadar teveccüh var. Bunlar olmasaydı
olur muydu? Ve test edilen de esas itibarıyla bu. Muhasebesi, esas itibarıyla
22 Temmuzda verilen de bu, değerli arkadaşlarım. Bütün bunların hesabı
verildi ve takdirle ödüllendirildik ve bu takdir, vatandaşın bize
verdiği bu takdir belgesini de her zaman gururla, şerefle taşıyacağız
ve her yerde de ifade edeceğiz, dile getireceğiz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Kırmızı et, beyaz et,
bal, süt… Bütün alanlarda inanılmaz artışlar var. Şimdi, belki şu soru… Bakın,
sağlıkta çok ilginç bir rakam vereyim ben size: 2002 yılında, toplam
poliklinik hizmet adedi, Türkiye’de toplam muayene sayısı, tedavi
sayısı 175 milyon, 2006 yılında 311 milyon değerli arkadaşlar. Yani, önceki hükûmetler
döneminde en temel, en insani bir hizmetten dahi mahrum Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı. Bu sağlanıyor. Değerli arkadaşlar,
Karayolları, KÖYDES, onları geçiyorum. Şimdi, peki, bunun
kaynağı ne? Bu soru gelebilir. Bu soruyu sormak son derece doğal.
Bunun iki tane kaynağı var. Yani, bu kadar harcamalar, artışlar var
gerçekten, her alanda. Vatandaşımız daha çok tüketiyor, daha çok refah
içerisinde, daha çok konforlu otoyollarda ve bölünmüş yollarda seyahat
ediyor. Bunların hepsi refahın unsuru, refahı artıran unsurlar,
faktörler. Peki, bunun kaynağı ne? İki tane kaynağı var: Bir, ücretlilerin
maaşlarında, gelirlerindeki reel artışlar ve bir de biraz önce anlattığım,
faizde elde ettiğimiz 2006 rakamları itibarıyla yıllık 50 katrilyon
liralık tasarruf. İşte, bunlar bunun kaynağı. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Şimdi, bakın, asgari
ücret, asgari ücretten başlayalım. Nasıl ücretlilerin satın alma
güçleri reel olarak artırılarak bunun finansmanı sağlanıyor?
2002 yılında asgari ücret 184 YTL, 2007 itibarıyla 419 YTL; artış yüzde
130. Bu dönemde TÜFE artıştı, enflasyon artışı yüzde 58,8; yüzde 60
diyelim kabaca. Peki, acaba, bir asgari ücretli, 2002 yılında bu parayla
ne kadar mal ve hizmet alabiliyordu, bugün ne kadar alabiliyor?
Şeker: 2002 yılında 118 kilo, 2007’de 247 kilo. Aynı miktar şeker, aynı
kalite, aynı marka. Un: 2002 yılında bir asgari ücretli maaşıyla
sadece 253 kilogram un alırken, bugün 465 kilogram un alıyor. Yumurta:
1.226’dan 2.618’e çıkmış. Yağ, süt, ekmek, mazot, hepsi için geçerli. Kıyma:
28 kilodan 35 kiloya çıkmış. Dolayısıyla, satın alma güçleri arttığı
için, vatandaşlarımızın biraz önce saydığımız o mal ve hizmetleri
daha çok alma imkânı ortaya çıkmıştır. Aynı şey SSK işçileri
için geçerli. Bakın, 2002’de SSK emeklisinin maaşı 257 milyon lira.
Biraz önce, Sayın Kılıçdaroğlu da emeklilerden bahsetti. Buyurun
işte. Çok somut, net söylüyorum ve millî gelir artışından en çok katkıyı
sağlayanlardan bir tanesi de emeklilerimizdir. Rakamları ifade
edeyim, sizinle paylaşayım. SSK işçi emeklisinin 2002’deki aldığı
maaş 257 YTL, bugün 547 YTL… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) AKİF EKİCİ (Gaziantep)
– 420 milyon asgari ücreti biraz daha aşağıya çek! BAŞKAN – Sayın Canikli,
bitirmeniz için bir dakika ek süre. NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Artış, yüzde 113, enflasyonun 2 katı. SSK tarım emeklisi, 216 YTL’den,
376… Bütün hepsi için geçerli, hiç istisnası yok, memurlar için de geçerli,
diğer bütün çalışanlar için geçerli. Diğeri de yani bunun, biraz önce
söylediğiniz bu artışın kaynaklarından bir tanesi de yıllık 50 katrilyon
lira. Bu rakam daha da düşecek değerli arkadaşlar. Bir mantık hatası yapılıyor
borçlanmayla ilgili olarak. Bakın, deniliyor ki, efendim, işte, cari
açık, kur düşük, vesaire, yüksek, çok büyük. Bakın, Türkiye’ye net
döviz girişi devam ettiği sürece, bunun bedelini Türkiye Cumhuriyeti
ödemiyor, eğer bir bedeli varsa. Yani, bundan iki yıl önce yüksek rakamdan
TL’ye geçen ve bunu portföy yatırımına ya da başka bir yatırımda değerlendiren
bir yabancı yatırımcı, bunu tekrar düşük dövizden yüksek getiriyle
dışarıya çıkarmak istediği zaman, bunu başka birisi satın alıyor.
Bakın, bu çok önemli bir ayrıntıdır arkadaşlar. Bunu kim satın alıyor?
Başka bir yabancı satın alıyor. Türkiye açısından bunların hiçbirisi
realize edilmemiştir. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Canikli,
size bir dakika daha verirsem Sayın Ergün’e ek bir dakika vermeyeceğim
o zaman. İstiyor musunuz bir dakika? NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Evet, lütfen, tamamlıyorum. BAŞKAN – Buyurunuz. NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Teşekkür ederim. Dolayısıyla, hiçbir
zaman, Türkiye bu açıdan bir kayba uğramamıştır. Neden? Her zaman,
giren döviz çıkan dövizden fazladır, net olarak Türkiye’ye giren
döviz fazladır. Dolayısıyla, bu, bir mantık hatasıdır. Sayın Kılıçdaroğlu,
burada onu ifade etmeye çalıştı, kesinlikle mantık hatası yapıyor.
Ne zaman olur? Ayrıca, diyelim ki, bu dalgalı kur politikası uygulanıyor,
aşağı da gider yukarı da çıkar, kimse bunu bilemez, ne zaman çıkacağını,
ne zaman ineceğini bilemez. Yarın bir şekilde çıkarsa, yarın dövize
çok talep olursa, piyasa kuralları çerçevesinde dövizin fiyatı
yükselir, hiç kimseye kur garantisi yok. Bakın, değerli arkadaşlar,
Merkez Bankası rezervlerinin hangi amaçla tutulduğunu ifade etti.
Çok iyi biliyorsunuz ki Sayın Kılıçdaroğlu, bu amaçla tutulmuyor,
çünkü kur garantisi yok uygulanan kur politikasında, kur garantisi
yok. Daha önceki, 2001 Şubat krizinde kur garantisi vardı, bir bant
içerisinde Merkez Bankasının taahhüdü vardı. Bütün alıcılara,
Merkez Bankası, o aralık içerisinde döviz satmayı taahhüt etmişti,
ama böyle bir şey yok. Dolayısıyla, diyelim ki yükseldi, yüksek dövizden
almak zorunda ve zarar etmek durumunda o hâlde. Kim zarar edecek? Yine,
yabancı zarar edecek. Sistem, kendi iç güvenlik mekanizmasını içermektedir,
bu yönde bir sıkıntı yoktur. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Canikli. NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
– Teşekkür ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – AK Parti Grubu
adına ikinci konuşmacı, Grup Başkan Vekili ve Kocaeli Milletvekili
Sayın Nihat Ergün. Sayın Ergün, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Adalet ve Kalkınma Partisi olan AK Partinin 3’üncü ve cumhuriyetimizin
60’ıncı Hükûmetinin Programı hakkında Grubumuzun görüşlerini açıklamak
üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi en içten saygılarımla
selamlıyorum. Sözlerime başlarken
Hükûmet Programı’nda samimi bir şekilde vurgulanan, muhalefet partileriyle,
sivil toplum kuruluşlarıyla ve ilgili tüm taraflarla diyalog, iş
birliği ve başarıları paylaşma isteğinin önemine işaret etmek istiyorum.
Katılımcı ve paylaşımcı bir yönetim anlayışının, programın başarısına
yapacağı katkı açıktır. Dönemin hemen başında ortaya konan bu samimi
yaklaşımın muhataplarından da içtenlikli bir karşılık bulmasını,
diyalog ve iş birliği ortamını güçlendiren, samimi ilişkileri derinleştiren
üslup, tutum ve beyanların öne çıkmasını diliyorum. Saygıdeğer milletvekilleri,
AK Parti ve hükûmetleri, kurulduğu günden beri, yazılı belgelerin
ve sözlü beyanların arkasında durmaya özen göstermiştir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, Anayasa’sı ve kalkınma planlarındaki
hedefleriyle uyumlu hazırlanan parti programı, 2002 Seçim Beyannamesi,
hükûmet programları ve acil eylem planlarındaki taahhütlerin büyük
bölümünün gerçekleşmiş olması, bizlerin 60’ıncı Hükûmet Programı’na
ve hedeflerin yakalanacağına olan güvenimizin başlıca nedenidir.
Yakında hazırlanacak olan eylem planı ve 2008 yılı bütçesi ve uygulamaları
ile Hükûmet üyelerimizin yüksek performansı, bizlerin ve toplumun
güven ve heyecanını daha da artıracaktır. Cenabı Allah yardımcınız
olsun ve mahcup etmesin. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; siyasi istikrar ve güven ortamının ülkelerin
kalkınması ve zorlukların aşılmasındaki büyük rolü hepimizin malumudur.
1923-38, 1950-60, 1965-69, 1983-90, 2002-2007 yılları arasındaki büyük
atılımlar, istikrar ve güvenin sonucudur. Ne yazık ki, 70’li ve 90’lı
yıllarımız istikrarsızlık ve kaos içinde heba olup gitmiştir. Halkımız, 22 Temmuzda,
bir kere daha, istikrar ve güvene büyük bir basiret ve dirayetle sahip
çıkmıştır. Demokrasi, sade vatandaş rejimidir ve halkın bilincine,
basiretine, iradesine güvenmeye, tercihlerine saygılı olmaya
dayanır. Hükûmet Programı’nın, millete seçim beyannamesiyle verdiği
taahhütleri önemseyen, sandıktan çıkan sonucun mesajını doğru
okuyan, halkın çizdiği yol haritasına göre ilerleyen bir nitelikte
olması da ayrıca takdire değer bir durumdur. Geçtiğimiz dönemde
AK Parti İktidarının bütün unsurlarının halkımızla kurduğu interaktif
ve sıcak ilişki yeni dönemde de sürdürülecek, siyasi istikrar ve
güven kalıcı hâle getirilecektir. Amacımız, 2012 ve 2017 genel seçimlerini
de kazanarak, cumhuriyetimizin 100’üncü yılında ülkemizi daha
demokratik, daha kalkınmış, daha zengin ve daha güvenli bir hâle getirmek,
dünyanın en güçlü on ülkesinden birisi yapmaktır. Bu nedenle, daha az
enerjiyle, daha kısa zamanda, daha uzun yol almamız gerekiyor. Enerjimizi
içeride kısır çekişmelerle tüketemeyiz, çok değerli zamanları
içi boş tartışmalarla geçiremeyiz, yolumuzun uzun ve zorluklarla
dolu olduğunu unutamayız. Saygıdeğer milletvekilleri,
cumhuriyetimizin temel nitelikleri olan demokratik devlet, laik
devlet, sosyal devlet ve hukuk devleti gibi değerleri bir bütün
hâlinde savunan, tekâmül ettiren ve güçlendiren bir yaklaşımla, toplumsal
sözleşme özelliğine sahip sivil bir uzlaşma anayasası, Hükûmet Programı’nın
en güçlü yanlarından biridir. Çünkü, tarihimizde, anayasalar, ya
mutlakiyetten meşrutiyete geçerken -1876 ve 1908 Anayasaları gibi-
ya meşrutiyetten cumhuriyete geçerken -21 ve 24 Anayasaları gibi-
veya askerî darbelerden sonra -61 ve 82 Anayasaları gibi- yapılabilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisine kalan ise, aksayan yönlerine tadilat
ve tamirat yapma işleri olmuştur. Yüzde 85’e varan yüksek temsil oranıyla
ve milletten aldığı taze güçle, 23’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisi, 21’inci yüzyılın ruhuna uygun bir anayasa metni üzerinde uzlaşabilmek için, ön
yargısız bir tutumla çalışmalıdır. Çok çalışalım, uzun uzun tartışalım,
ancak, özellikleri Hükûmet Programı’nda da açıklanan bir anayasayı
sivil iradenin de yapabileceğini gösterelim. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; günümüz dünyasının en önemli sorunlarından biri
de, ulusal, bölgesel ve küresel terör olaylarının tırmanmasıdır.
Bölgemizdeki bazı sosyal ve ekonomik sorunlar ile kültürel hassasiyetlerin
istismarını bir kamuflaj elbisesi olarak giyen, ancak, özünde etnik,
bölücü amaçlar taşıyan terör belası yüzünden otuz yıldır ağır bedeller
ödüyoruz. Toplumun kültürel haklar ve özgürlükler alanındaki sorunlarını
demokratikleşme adımlarıyla, sosyal ve ekonomik problemlerini
ise genel bir kalkınma hamlesiyle çözmeye başlayan AK Parti iktidarları,
bir yandan giydirilmiş terörün, çıplak bir şekilde, etnik, bölücü
bir terör olduğunu tüm dünyaya göstermiş, terörle mücadelenin hukuki
ve uluslararası zeminini daha da güçlendirmiştir, diğer yandan
ise, 90’lı yıllar boyunca Türk siyasetine ve idaresine küsmüş olan
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın devletiyle,
vatanıyla, bayrağıyla, milletiyle, Türk siyaseti ve Türk idaresiyle
bağları 3 Kasım 2002’den itibaren yeniden güçlenmeye başlamıştır.
Beş yıl önce sadece yüzde 8, yüzde 10, yüzde 15 oranında oy aldığımız
şehirlerden ve köylerden 22 Temmuz seçimlerinde yüzde 40, yüzde 50,
yüzde 70 oranında oy almamızın, her hâlde, bir nedeni ve bir anlamı
vardır. Biz, bu oyları, Diyarbakır
meydanında, 70-80 bin vatandaşımızla “tek vatan, tek bayrak, tek millet,
tek devlet” sözlerini birlikte haykırarak aldık. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Çünkü, biz, beş yıl boyunca insanlarımıza daha ileri demokrasi,
daha çok hak ve özgürlük götürdük ve güven verdik; daha çok okul, hastane
ve sağlık ocağı yaptık; öğretmen, uzman doktor, ebe, hemşire, kar ambulansı
gönderdik; her köye yol yaptık, her eve su götürdük. Depremde, selde, dar
zamanda sosyal devlet halkımızın yanında, yakınında oldu. Başbakanımız,
bakanlarımız, milletvekillerimiz, halkın hep içinde oldu. Parti
teşkilatlarımız hep açık kaldı ve başardık. 60’ıncı Hükûmetle daha
fazlasını da başaracağız. Terörü ve terörün
kaynaklarını kurutacağız. Hükûmetimize ve programına
güveniyoruz. Saygıdeğer milletvekilleri,
Hükûmet Programı hakkında eleştiri yapan bazı siyasilerimiz, programda
heyecanlandırıcı somut hedefler olmadığını ve programın bir savunma
psikolojisiyle hazırlanmış olduğunu, sık sık 2002’deki olumsuz rakamlara
atıf yaparak geçmiş beş yılın hesabını vermekten kaçıldığını iddia
etmektedir. Değerli arkadaşlar,
her yıl ortalama yüzde 7’lik büyüme hızının devamı, 800 milyar dolarlık
millî gelir hedefi, 10 bin dolarlık fert başına millî gelir hedefi,
yüzde 5’in altında enflasyon, altı sıfırdan kurtulmuş güçlü Türk lirası,
200 milyar dolarlık ihracat hedefi, 20 milyar dolar yıllık yabancı
sermaye yatırımı, 70 milyar doların üzerindeki döviz rezervi, kamu
açıklarının ortadan kalkması, bütçe açıklarının giderilmesi ve
denk bütçeye doğru gidilmesi, faiz oranlarının yüzde 10’un altına
çekilecek olması, vergi indirimlerine devam edilecek olması, 40
milyar doları aşacak olan turizm gelirleri, doğal gazın 81 ile yaygınlaştırılarak
insanımızın hayat kalitesinin artırılacak olması, 15 bin kilometrelik
duble yol ağı, Ankara-İstanbul, Konya, Sivas, Afyonkarahisar, İzmir
hatlarında hızlı tren çalışmaları ve daha onlarcasını sayabileceğimiz
hizmet ve hedefler somut değilse nedir? (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sizde heyecan kalmadıysa, bu hedefler sizi heyecanlandırmıyorsa
siz ölmüşsünüz, ağlayanınız yok; biz ne yapabiliriz? (AK Parti sıralarından
alkışlar) 2002’deki bazı rakamlara
atıf yapılmasının nedeni, sadece dünü, bugünü ve yarını birlikte
görmek ve değerlendirmek içindir. Yoksa amacımız, 2002’deki kötü tabloya
neden olanları mahcup etmek, onların yüzünü kızartmak değildir.
Biz, siyasi hesabı milletçe sandıkta, hukuki hesabı mahkemelerce
görülmüş ve görülmekte olan karanlık geçmişin değil, aydınlık geleceğin
peşindeyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) O günlere girersek
boş tartışmaların içine girmiş oluruz. Sadece, Kemal Derviş-Ali
Babacan mukayesesini yapmak bile, o günlerle bugünleri anlamak
açısından çok daha önemli ve değerlidir. AK Parti İktidarının
geçmiş beş yılında savunulamayan, hesabı verilemeyen bir iş yoktur.
22 Temmuz öncesi seçim meydanlarında ve televizyon ekranlarında
söylenmedik söz, ortaya atılmadık iddia kalmadı. Millete gidildi
ve hesaplar ibra edildi. “Namuslu bir hesaplaşma yapılsın.” deniliyor.
En namuslu muhasebe, milletin vicdanındaki muhasebedir ve millet
muhasebesini yapmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yeniden 22 Temmuz öncesine
dönmek bana bir fıkrayı hatırlattı. Temel yeni bir araba almış,
İstanbul’da gezmek istiyor. Çıkmış Eminönü’nden yola, Beşiktaş’tan
Taksim’e doğru çıkmış. Taksim Meydanı’nda bir tur atıyor, iki tur
atıyor, üç tur atıyor, beş tur atıyor, on beş-yirmi tur olunca polis kendisini
durdurmuş, “Hemşehrim ne tur atıyorsun, eşkıya mısın, terörist misin,
ne işin var burada, bu kadar tur atılır mı Taksim Meydanı’nda, ne oldu?”
demiş. Temel de polis memuruna “Bir şey olmadı memur bey, sinyal takıldı
da.” demiş. (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar,
yeniden 22 Temmuz öncesine dönmek, sinyali takılan bir adamın Taksim
Meydanı’nda nihayetsiz tur atmasından farklı değildir. Milletimiz,
geçmiş iktidar sahiplerini de diğer muhalefet partilerini de yeniden
Meclise taşımıştır, Meclise göndermiştir. Meclise göndermekle,
kendisine olan borcun ödenmesini ve hataların düzeltilmesi için
yeni bir fırsat vermiştir. Ne mutlu bu fırsatı iyi değerlendirenlere.
Değerli milletvekilleri,
son olarak değinmek istediğim konulardan biri de, AK Parti İktidarı
döneminde Türkiye’nin stratejik önemini ve değerini artıran projelerin
gerçekleşmiş, gerçekleşiyor ve gerçekleşecek olmasıdır. Bunlar,
insanı gururlandırıyor ve heyecanlandırıyor. Öncelikle, Türkiye,
çok önemli bir enerji ve dağıtım merkezi hâline gelmektedir. Mavi
Akım Projesi’yle Rus doğal gazı Karadeniz’in altından Samsun’a
gelmiştir. Samsun-Ceyhan gaz ve boru hatlarıyla ilgili çalışmalar
devam etmektedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı bitirilmiş, Hazar
havzası doğal gazı, Hazar havzası petrolleri Türkiye’ye getirilmiştir.
Şimdi, Şahdeniz Projesi devam etmekte ve aynı güzergâhtan doğal gaz
getirilmektedir. Nabuko Projesi’yle, Hazar, İran, Orta Doğu, Türkiye,
Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya hatlarıyla bu bölgelerin
doğal gazı Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına sunulabilecektir.
Aynı şekilde, Türkmen doğal gazının İran üzerinden Türkiye’ye getirilebilmesinin
çalışmaları devam etmektedir. Mısır doğal gazının Suriye üzerinden
Ceyhan’a getirilmesinin çalışmaları sürdürülmektedir. Türkiye,
Yunanistan ve İtalya arasında Adriyatik Denizi’nin altından bir
enerji koridoru Türkiye tarafından gerçekleştirilmektedir. İkinci olarak da, sessizce
yürütülen bazı ulaştırma projelerinden söz etmek istiyorum.
Kars-Tiflis-Bakü tren yolu hattı -bu, tek başına sadece Kars’ı Bakü’ye
bağlayan bir hat olarak düşünülmesin- Marmaray Projesi’yle birlikte
düşünüldüğünde, İstanbul Boğazı’nın altından sadece İstanbul’daki
şehir içi ulaşımını değil, Londra’dan Çin’e kadar bir trenin yük taşımacılığı
yapabileceği yegâne ülkenin Türkiye olabileceği bir projeye işaret
etmek istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Aynı zamanda,
Şanlıurfa’da bir dağın arkasında sessizce devam eden Orta Doğu’nun
en büyük kargo havalimanı inşaatı ve GAP’ın bitirilmesi çalışmalarıyla
birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarının ne
kadar aydınlık ne kadar parlak olacağı açıktır. Sayın milletvekilleri,
Türkiye, Balkanlar ve Avrupa Birliğiyle, Kıbrıs ve Orta Doğu’yla,
ABD ve Afrika’yla, Rusya ve Kafkasya’yla yakın, orta ve uzak Asya’yla
ve münhasıran Türk dünyası, İslam dünyası ve buralardan kaynaklanan
sorunlar ile ilgilenmek zorunda olan ender ülkelerden biridir. Bizim
dış politika ilişkilerimiz, en az ABD’nin dış politika ilişkileri
kadar yoğun ve karmaşıktır. Bu durum, hem bulunduğumuz coğrafyadan
hem de uzun, etkileyici ve derin izler bırakan tarihimizden kaynaklanıyor.
Bu nedenle Türkiye, dünyadaki herhangi bir ülke değildir ve öyle
de yönetilemez. Evet, bugünkü topraklarımız
bir imparatorluk toprakları kadar geniş değil. Ancak, nüfusumuzun
ve ilişkilerimizin çeşitliliği ve dinamizmi bir imparatorluk kadar
zengin. Önümüzdeki yıllarda iç ve dış ilişkilerimize bu perspektiften
bakarak güçlü ve çağdaş bir demokrasi, güçlü bir ekonomi ve güçlü
bir orduya olan ihtiyacımızın açık ve vazgeçilmez olduğunu görüyoruz.
Çok şükür ki Türkiye bu yolda hızla ilerlemektedir. Bugünün Türkiyesi,
Kosova, Bosna, Lübnan ve Afganistan’da güvenlik ihtiyacının yanında
eğitim, sağlık, yol, su gibi temel insani ihtiyaçları da karşılayan
yatırımlar da yapmaktadır. Sadece Afganistan’da yapılan hastanelerde
on binlerce Afganlı tedavi olmuş, yapılan okullarda ilk defa binlerce
Afganlı kız çocuk okula gitme şansı elde etmiştir. Türkiye, bir yandan
Kıbrıs’ı ekonomik açıdan kalkındırıyor, diğer yandan ise siyasi
statüsünü yükseltiyor. Aynı zamanda Bulgaristan ve Batı Trakya’daki
Türk köylerine de TİKA vasıtasıyla hizmet götürüyor. Bir taraftan Anadolu’daki
Selçuklu ve Osmanlı eserleri ihya ediliyor, diğer taraftan Orhun
Abideleri’nin yolu, Türkmenistan’da Sultan Sencer’in türbesi
yapılıyor. Pakistan ve Endonezya’da,
TOKİ, okul, hastane, konut inşaatlarını sürdürürken; Devlet Su İşleri,
Afrika’da, Afrika çöllerinde, Sudan’da, Darfur’da sondaj vurarak
su temin ediyor. Komşumuz Irak’ta,
Lübnan ve Filistin’deki olumsuz durumdan etkilenen herkese ayırım
yapmaksızın yardım elimiz uzanıyor. Dünyanın neresinde
bir zorluk varsa Türkiye oradadır ve bayrağımız orada dalgalanmaktadır.
Türkiye’miz bugün yardım alan ülkeler sınıfından yardım eden ülkeler
sınıfına atlamıştır ve milletimiz bundan gurur duymaktadır. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Dış politikadaki bu başarı çizgisinin
de devam edeceğine olan inancımız tamdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmamı bitirirken büyük bir huzur ve güven
içinde şunları söyleyebilirim: Önümüzdeki beş yılda TOKİ 500 bin
konut hedefine ulaşsın. Ancak, öyle çalışalım, öyle çalışalım ki,
cumhuriyetimizin 100’üncü yılında evi olmayan bir tek insanımız
kalmasın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sağlık hamlemizi sürdürelim
ve her ailenin doktoru olsun ve her vatandaşımız beş yıldızlı hastanelerde
tek kişilik odalarda tedavi görsün. Eğitime bütçeden en yüksek payı
ayırmaya devam edelim ve bütün çocuklarımız tekli eğitime geçsin,
30 kişinin altında sınıflarda okusun, hepsi bilgisayar kullanabilsin.
Sosyal devlet daha da güçlensin. Özellikle özürlü, kimsesiz ve korunmaya
muhtaç insanlarımız daha mutlu bir hayat sürsün. KÖYDES ve BELDES geliştirilsin.
Asfaltsız yol, susuz ev kalmasın. Karadeniz Sahil Yolu, Bolu Dağı Tüneli, Gaziantep-Şanlıurfa
Otoyolu ve diğer bölünmüş yollar gibi İstanbul’u Ege’ye bağlayacak
olan Dilovası-Hersek arasındaki Körfez Köprüsü geçişi ve
İzmir Otoyolu da bitsin ve güvenli ulaşım ağlarımız genişlesin. BAŞKAN – Son bir dakika
Sayın Ergün. NİHAT ERGÜN (Devamla)
– 60’ıncı Hükûmetin 59’uncu Hükûmetten daha çok iş başaracağına ve
hizmet üreteceğine yürekten inanıyor ve destekliyoruz. Çünkü, görünen
köy kılavuz istemiyor, çünkü “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz,
görünür rütbei aklı eserinde.” diyor Ziya Paşa. Eleştiriler bizi heyecanlandırır
ve azmimizi artırır. Çünkü, biz, toprak gibi bu ülkenin sadık bir
dostu ve hizmetkârıyız. Yolumuz Mevlânâ’nın, yolumuz Yunus’un, Hacı
Bektaş’ın yoludur. Aşık Veysel’in dediği gibiyiz: “Karnın yardım
kazmayınan belinen/Yüzün yırttım tırnağınan elinen/Yine karşıladı
beni gülünen/Benim sadık yarim kara topraktır.” diyor ya. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar,
biz taş atana gül vermeye devam edeceğiz; ama, bizimki sarı gül olmayacak.
(AK Parti sıralarından gülüşmeler ve alkışlar) 60’ıncı Hükûmetin ve
Programı’nın milletimize ve memleketimize hayırlı olmasını diliyor,
AK Parti Grubu olarak bu Program’ın ve Hükûmetimizin arkasında dimdik
duracağımızı bütün ülkemize ve bütün dünyaya ilan ediyor, hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Ergün. Sayın milletvekilleri,
gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır. Şimdi, şahıslar adına
söz istekleri vardır. İlk söz Tunceli Milletvekili
Sayın Kamer Genç’in. Sayın Genç, süreniz
on dakikadır, buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Sayın Başkan, daha gelmeden işletmişsiniz, bari şunu yeniden başlatın.
Evet, Sayın Başkan, aslında usulle ilgili bir şey soracaktım, ama,
siz süremizi hemen başlattınız, neyse. Değerli milletvekilleri,
şimdi, AKP’liler diyorlar ki: “Biz herkesi kucaklıyoruz.” diyorlar
da -evvela size saygılarımı sunayım da- biraz da bizim bu Tunceli’yi
kucaklayın. Yani, kucaklarken doğru tarafından kucaklayın, ters
tarafından kucaklamayın. Bakın, ben size bir
şey söyleyeyim. 1992 yılında Tunceli’de bir idari ve iktisadi bilimler
fakültesi kurulması kanunu o zaman –benim zamanımda- çıktı, hâlâ
bu fakülte açılmadı. Bugün Tunceli’de tek yüksekokul var, onun da
pansiyonu kapatıldı. Önümüzdeki dönem, oradaki Yükseköğretim tarafından
yapılan, daha doğrusu Yurtlar ve Krediler bünyesinde bulunan aşağı
yukarı 500 kişilik öğrenci pansiyonunu da Millî Savunma devraldı.
Lütfen, biz orada o üniversiteyi, fakülteyi açmayı düşünüyoruz
da, hiç olmazsa, bu yurdu ya Millî Savunma orada başka bir yer alsın veyahut
da onu öğrencilere tahsis etsin ve Türkiye’nin her ilinde üniversite
açıldı, Tunceli’nin de içinde bulunduğu 8 ilimiz veya 9 ilimizde
üniversite yok. Üniversitenin bir ile katkısı çok önemlidir ve diliyoruz
ki, bu dönemde, burada da bu üniversite açılacak. Ayrıca, bizde eğitim
faaliyetleri çok sıkıntılı yapılıyor. İşte, geçmiş, terör zamanında
bütün köy okullarının yakılması dolayısıyla bölge yatılı okulları
yapıldı. Bölge yatılı okullara yedi yaşındaki çocuklar alınıyor,
on beş-yirmi gün ailesinden uzaklaştırılıyor ve böyle bir sistemle
okutuluyor. Hâlbuki, biz, o zaman, daha geçmişte de bunu önerdik, şimdi
de öneriyoruz; bu yedi ve hiç olmazsa on iki yaşındaki çocuklar, sabah,
taşıma sistemiyle evlerinden alınsınlar, bölge okullarına verilsinler
-dördüncü, belki beşinci sınıftakiler yatılı kalabilirler- akşam
yine getirilsin. Tunceli’de böyle bir uygulama yapılmasında yarar
var. Ayrıca, tabii, Tunceli’de
doktor kıtlığı var, oralarda geziyoruz. Yani, bir belde, bir nahiye
düşünün ki, orada bölge yatılı okulu var, büyük bir insan nüfusu var,
fakat orada bir doktor yok, bir ebe yok, bir hemşire yok. Tunceli’yi eğer kucaklamak istiyorsa,
bu Hükûmete bir öneride bulunuyorum: Pülümür Dağı, bakın, geçen gün
de söyledim. Münih Belediye Başkanı dedi: “Otuz beş sene geldim, tozda
toprakta boğuldum, yine aynı tozda toprakta boğuldum.” Pülümür Dağı
ile Mutu arasındaki 15 kilometrelik yolu lütfen asfaltlasınlar,
bir. İkincisi, bunun diğer bir önemli yeri de Pertek köprüsüdür. Bu,
kuzeyi güneye bağlayan bir banttır ve bu Pertek köprüsü yapılması
konusunda, Başbakan oraya gittiğinde “Ya, artık bu köprünün de temeli
atılması lazım.” diye bir taahhütte de bulundu. Lütfen, bu taahhüdünüzün
de yerine getirilmesini diliyorum. Böylece de işte, orada… Bakın Tunceli tek milletvekili
çıkarmadığınız il. O zaman, bu insanlara karşı, sizler de orada ciddi
bir yatırım yapın. Burada geçmişte birtakım şeyler söylendi, ama,
ben buraya da fazla girmek istemiyorum. Şimdi, değerli milletvekilleri,
hepimiz Türkiye’de yaşıyoruz, hiçbirimiz gökte yaşamıyoruz.
Bir program gelmiş, hükûmet programı demek için… Yani, neyi söylüyor?
İşsizliğe çare buluyor mu? Hayır. Emekliye çare buluyor mu? Hayır.
Emeklinin tek sorunundan bahsediyor mu? Yok. Sanki emekliler bu memlekette
yokmuş gibi. Efendim, başta diyorlar
ki: “Biz yolsuzluğu kestik, hortumu kestik.” Nereye kestiniz? Kime
bağladınız bu hortumu? Ben size bağlayayım. Şimdi, değerli milletvekilleri,
evvela, AKP İktidarı 2003 yılında, iktidara gelir gelmez evvela
bir Vergi Affı Kanunu çıkardılar. Bu Vergi Affı Kanunu’nun her safhasında,
bugünkü Maliye Bakanı olan kişinin geçmişte sahtecilik suçundan
dolayı olan suçunu affetmeye çalıştılar, ama, Yargıtay -aşağı yukarı
tarihini de vereyim de- 11. Ceza Dairesi, 2004’te verdiği 4038 sayılı
Karar’la bu kişinin sahtecilik suçundan yargılanması gerektiğine
karar verdi. Bu karar hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisinin salonlarında.
Gerçi bu dosyalar kayboldu, gitti, geri kayboldu da… Şimdi, bu kişi yine
Maliye Bakanı. Yine, bugünkü Hükûmet içinde birçok bakanların çocukları
ticaretle uğraşıyor. Hem siz Kabinede olacaksınız hem devleti yöneteceksiniz
hem de ticaretle uğraşacaksınız. Yahu, ticareti bırakın başkaları
yapsın arkadaşlar. MEHMET NİL HIDIR (Muğla)
– Boş mu kalsın Sayın Kamer Genç? Aç mı kalsın? KAMER GENÇ (Devamla)
– Ee, boş kalsın tabii canım! Bakın, devletin gelenekleri var. BAŞKAN – Arkadaşlar,
kürsüye müdahale etmeyin lütfen. KAMER GENÇ (Devamla)
– Dünyanın hiçbir yerinde başbakanlar ticaretle uğraşamaz, bakanlar
ticaretle uğraşamaz. Yani, özellikle, bakanlar ve başbakanlar düğün
yapıp da on binlerce kişiye, devlete iş yapan müteahhitlere davetiye
gönderip de çuvalla para toplayamaz. Bu, devlet yönetmenin belli
bir geleneğidir. Şimdi, bu Hükûmet devleti
hiçbir yerde savunmuyor arkadaşlar, doğru dürüst savunmuyor. Yani
nasıl savunmuyor, size söyleyeyim. İşte, mesela, El Kadı davasında,
bir müfettiş… Birleşmiş Milletlerin kararı var, diyor ki: “Arkadaş,
bu kişi teröre yardım eden kişi ve bunun siz hesaplarını inceleyin.”
Bir Maliye müfettişi tayin ediliyor, Maliye müfettişi, maalesef,
görev, iş yapamaz hâle geliyor. “Yahu, sen Müslümanların üzerine niye
gidiyorsun?” diyor. Bunu kim söylüyor? Maliye Bakanı söylüyor ve
kendi de görevinden alınıyor, sudan sebeplerle başka yerlere atanıyor.
Şimdi, arkasından,
bu El Kadı’nın, efendim, malları üzerine 2,5 trilyon liralık haciz
konuluyor. Bu hacze, El Kadı, Danıştay 10. Dairede dava açıyor. Dava,
tabii Hükûmet devleti savunmadığı için, o davada 10. Daire, tutuyor,
El Kadı’yı o listeden düşürüyor, ama arkasından, nasıl olmuşsa
bir boşa gelmişler, hem Dışişleri Bakanı hem Başbakanlık, Hazine,
bu davayı Danıştay İdari Dava Dairelerine gönderiyor. Bunun üzerine
fark ediliyor, Başbakan bir yandan bastırıyor, Dışişleri Bakanı
bir yandan bastırıyor ve feragat dilekçesini veriyorlar ve bu verdikleri
feragat dilekçeleri Danıştay İdari Dava Daireleri tarafından
kabul edilmiyor sayın milletvekilleri. Dünyada, adalet tarihinde
görülmemiş bir olay ki, yani, siz, davacı olacaksınız, davanızdan
feragat edeceksiniz, ama yargı sizin feragat dilekçenizi kabul etmeyecek.
İşte, burada, bu
Hükûmetin zihniyeti, bu Hükûmetin devleti savunması şöyle: Özellikle
türban konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan davalarda
devlet savunulmuyor. Ya, sen kendin (A) düşüncesinde, (B) düşüncesinde
olabilirsin, ama belli bir görevlere geldiğin zaman, devleti her
türlü örgütlerin önünde, her türlü kurumlarda savunacaksın. Şimdi, Abdullah Gül’ün
Cumhurbaşkanı seçilmesi dolayısıyla dış basında çok önemli yorumlar
var veya Türkiye’de de var. Diyorlar ki: “Abdullah Gül ikinci cumhuriyetin
birinci Cumhurbaşkanı.” Şimdi, bu doğru mu, değil
mi? (AK Parti sıralarından gürültüler) AHMET YENİ (Samsun) –
Ne alakası var? Oradan oraya geçiyorsun! BAŞKAN – Sayın Genç,
Sayın Genç… KAMER GENÇ (Devamla)
– Şimdi, Sayın Başkan, benim konuşmama müdahale etmeyin. BAŞKAN – Bir dakikanızı
rica ediyorum. KAMER GENÇ (Devamla)
– Ben Hükûmet Programı üzerinde konuşuyorum. BAŞKAN – Hayır, sürenizi
hatırlatıyorum. Bir de, Sayın Cumhurbaşkanından bahsederken… KAMER GENÇ (Devamla)
– Efendim, bir dakika… BAŞKAN –…biraz daha
dikkatli olmanızı rica ediyorum. Buyurunuz. Son iki dakikanız. KAMER GENÇ (Devamla)
– Benim kimseyle ilgili konuştuğum yok. Ben, şimdi, Türkiye Cumhuriyeti
devletiyle ilgili dış basında yapılan yorumlara bu Hükûmetin bir
cevap vermesini istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti
devleti ikinci cumhuriyet mi yaşıyor? Türkiye Cumhuriyeti devletinin
temel felsefesini oluşturan, Kurtuluş Savaşı’nı veren Yüce Atatürk’ün
kurduğu laiklik kurumu, o felsefeye uygun olarak yürütülecek mi,
yoksa bundan vaz mı geçilmiştir? İşte, bunun burada söylenmesi lazım Sayın Başkan.
Sizin söylemeniz lazım. En azından, basında bu haberler yer aldığı
zaman, herkes… Demek ki buna karşı bir şey edilmediği takdirde buna
birilerinin cevap vermesi lazım, bunları dile getirmemiz lazım. Şimdi, değerli milletvekilleri,
bu Hükûmet zamanında vergi incelemeleri kaldırıldı. Bakın, vergi
incelemeleri kaldırıldı. Bakın, vergi incelemeleri kaldırıldı.
Söylesinler... Maliye müfettişlerinin yetkileri alındı. Şimdi, ihaleler yapılıyor,
kimler, nasıl yapılıyor? Belediyelerde bu kadar yolsuzluklar var,
üzerine gidiliyor mu? Bu belediyelerde her gün yeni yeni ağaçlar
alınıp dikiliyor; yeni yeni yeşil alanlar, bir kurutuluyor, tekrar
kaldırılıyor. Kaldırımlar… Bu ihaleler kime veriliyor? Bunları
araştırmamız lazım. Bunları araştırmadan “Biz soyguncuların üzerine
gidiyoruz.” diyemezsiniz. Lütfen, sizin iktidarınız zamanında
hangi soygun faaliyetini yakaladınız? Beş senedir iktidardasınız.
Hangisi? “Geçmişte.” diyorsunuz, ama, siz soygunları incelemiyorsunuz.
Müfettiş raporları olmadan neyi inceleyeceksiniz siz? İhalelerde
o kadar şaibeler var. Özelleştirdiğiniz her türlü… Tabii, aslında
süremiz çok kısa olduğu için çok ayrıntılı da konuşmuyoruz. Siz,
hangi özelleştirmelerde değer tespitini kimin yaptığını, hangi
usullerle yaptığını belirtiyor musunuz? Bilakis, bunlar çok sıfır
değerle, yani, devletin zararına yapılıyor bu değerlendirmeler
ve bunlar yandaşlarına veriliyor. Bunları, tabii zaman zaman ben
dile getireceğim, hiç merak etmeyin.
Zaten daha buradayız. Ne kadar zaman buradayız, o belli değil
de. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Genç,
sözünüzü bitirmeniz için bir dakika ek süre veriyorum. KAMER GENÇ (Devamla)
– Efendim, tamam. Sayın Başkan, çok acelecisiniz.
(Gülüşmeler) Rica ediyorum, bu kadar acele etmeyin. Burası Parlamento,
burada insanlar fikirlerini söylesin. Bu kadar baskıcı bir Başkan
olmayın. Bakın, bundan önceki hükûmet programlarının müzakerelerini
incelerseniz, her hükûmet programı üzerinde konuşmalarda liderlere
yarım saat bile verilen zamanlar var. Lütfen, bu kadar şey etmeyin. Ha, şimdi, efendim, konuşmamızda
o kadar… Biz yine konuşmasını biliriz de ama şunu bilmenizi istiyorum
ki, bundan sonra, yani, o 2002 ile 2007 arasındaki her türlü faaliyetleriniz
kamuoyunun denetimi dışında kalmış gibi görmeyin. Bu 22 Temmuz seçimlerinde
sizin niye kazandığınızı burada açık açık söyleyeceğiz. Halka yanlış
bilgi verildi, basına ambargo koydunuz. Basınla, bazı basın patronlarına
büyük avantajlar sağladınız ve doğru haberler verilmedi. Ama, biz bunları dile
getireceğiz. Bundan sonra, ben diliyorum ki… OSMAN GAZİ YAĞMURDERELİ
(İstanbul) – Bravo! KAMER GENÇ (Devamla)
- Hükûmet Programı’nın ülkeye faydalı
olmasını diliyorum. Olmazsa yine gereğini yapacağız sayın milletvekilleri.
(Gülüşmeler) Saygılar sunarım. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Genç. Değerli arkadaşlarım,
tekrar ifade etmek gerekirse, bu süreler ya İç Tüzük’te belirlenmiştir
veyahut da yüksek heyetinizin vermiş olduğu bir karara göre uygulanmaktadır.
Başkanlık Divanının yaptığı ya İç Tüzük’ün yahut da yüce heyetinizin
almış olduğu kararın gereğini yerine getirmekten ibarettir. Hükûmet adına Sayın
Başbakan, buyurunuz efendim. (AK Parti sıralarından “Bir kişi daha
var.” sesleri) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Bir kişi daha var Sayın Başkan. Neyse, o AKP’li, vazgeçse
de olur Sayın Başkan. Sayın Başbakan konuşsun. Aynı şeyleri söyleyecek
nasıl olsa. BAŞKAN – İzmir Milletvekili
Sayın Harun Öztürk, buyurunuz efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz on dakikadır
Sayın Öztürk. HARUN ÖZTÜRK (İzmir) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Demokratik Sol Parti milletvekili olarak, 60’ıncı
Hükûmet Programı üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum.
Öncelikle, Program
lehinde görüşlerini ifade etmek üzere söz alan sayın AK Parti milletvekili
arkadaşıma, söz hakkını bana devretme inceliğinde bulunduğu
için teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri,
geçmişte olduğu gibi gelecekte de Demokratik Sol Parti olarak muhalefet
anlayışımız bardağın sadece boş tarafını gösterme şeklinde olmayacaktır,
bardağın dolu tarafını da göstereceğiz. Bu bağlamda, Program’ın
ülkemiz için öncelikle hayırlı olmasını diliyorum. Evet, ekonominin 2002
yılından bu yana büyüme trendinde olduğu, enflasyonun gerilediği,
ihracatımızın 100 milyar dolara yaklaşmış olduğu doğrudur. Ancak, görmezlikten
gelinen ve bir an önce yüzleşmemiz gereken başka doğrular da vardır.
Kamunun eğitim, sağlık ve güvenlik gibi zorunlu hizmetlerini yerine
getirmesini engelleyen, çalışanlar ve emeklilerin reel ücretlerinde
gerileme sonucunu doğuran, yeni yatırım ve istihdam yaratılmasını
önleyen, faiz dışı fazlayı artırmakla övünen Hükûmet, bu fedakârlıklara
rağmen, borç yükünü ne yazık ki artırmıştır. Artan bu borç ve faiz ödemeleri
yükünden ülkenin nasıl çıkarılacağına dair, programda, alternatif
çözümler ortaya konulamamaktadır. 2002 yılı başından
itibaren ekonomimizin sürekli büyüyor olması sevindirici bir gelişmedir.
Bu büyümede payı olan tüm sektörlerimizi buradan kutluyor ve destekliyoruz.
Ancak bu büyümenin büyük ölçüde ithalata, yani dış ticaret açıklarına
dayalı bir büyüme olduğu bugün herkes tarafından kabul edilen bir
gerçektir. Bu büyüme modelinin ortaya çıkardığı cari açık, sağlıklı
olmayan sıcak para girişiyle karşılanmakta olup, sürdürülebilir
değildir. Aynı zamanda düşük kur ve yüksek reel faizle desteklenen
bu model, ekonomimizi giderek dışa bağımlı hâle getirmektedir. Bu
da yerli sanayimizin ve esnafımızın çöküşüne yol açmaktadır. AKP Hükûmeti, Program’ında,
ekonomiyi dışa bağımlılıktan ve bu kırılgan yapıdan kurtarma konusunda
somut öneriler ortaya koyamamaktadır. Ekonomik büyümemiz bu belirsizlikten
mutlaka kurtarılmalıdır. Dolar bazında kişi başına millî gelir hesapları
gerçekçi döviz kuruna dayanmadığından, vatandaşın cebine yansımadığından
ve gelir dağılımındaki bozulmayı göstermediğinden anlamlı değildir.
Ayrıca, 2005 yılı kişi başına millî gelirin 5 bin doları aştığını
söyleyebilmek için, 2003 ve 2004 yıllarında 1,6 ve 1,5 olarak alınan
nüfus artış hızının, 2005 yılında 0,4 alınması manidardır. Bu sayededir
ki, 2005 yılı kişi başına millî geliri 5.008 dolar olmuştur. Programda yüksek reel
faiz için sıcak paranın nasıl yeni yatırımlara ve üretime yönlendirileceğine,
nasıl istihdam ve ihracat artışı sağlaması gerektiğine, nasıl yeni
teknoloji getireceğine ilişkin somut önerilere de yer verilmemektedir.
Bankacılık sisteminin
kur riskine karşı korunaklı hâle geldiğinden söz edilirken, yabancıların
bankalardaki payının ulusal çıkarlarımıza zarar vermeyecek bir
düzeyde kalması yönünde tedbir alınması gerektiğine ilişkin bir
işaret de programda görmemekteyiz. Programda, Hükûmet,
geçtiğimiz iktidar döneminde işsizliğin artmadığını, hatta bir
miktar azaldığını iddia etmektedir, bu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır.
Çünkü, dört yıllık dönemde çalışabilir çağa gelen nüfus her yıl 900
bin kişi artmıştır. Dört yılda sağlanan ek istihdam sadece 976 bindir,
yani yaklaşık 2 milyon 700 bin kişi bu dönemde mevcut işsizlere eklenmiştir.
İş gücüne katılma oranlarında oynayarak bu kişileri kâğıt üzerinde
iş aramayanlar grubuna atabiliriz, ancak onların işsiz oldukları
gerçeğini değiştiremeyiz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; enflasyonun kâğıt üzerinde düştüğü doğrudur, ancak
dar gelirli vatandaşlarımızın bütçesinde önemli ağırlığı alan kira
artışlarının yüzde 20’lerde, keza meyve ve sebze fiyatlarındaki
artışın da iki haneli rakamlarda seyrettiği de bir gerçektir. İhracatın arttığı
doğrudur, ancak ithalatın ihracatımızdan daha çok arttığı da doğrudur.
Gümrük birliğine girildikten bu yana, on bir yılda, toplam cari açığımız
100-125 milyar dolar iken sadece 2006 yılındaki cari açığımızın 30
milyar doları aşmış olması da ülkemizin bir başka gerçeğidir. Başımızı
kuma gömmemiz bu gerçeği değiştirmemektedir. Değerli milletvekilleri,
Hükûmet Programı’nda kamu personel alımında ve yükselmelerde liyakat
ve kariyerin esas alınacağından ve siyasi kadrolaşmanın sürdürülmeyeceğinden
söz edilmemektedir. Kamu görevlileri ile emekli, dul ve yetimlerinin
reel ücret kayıplarının giderileceğinden, aralarındaki maaş ve
ücret adaletsizliğine son verileceğinden, memurlara, onayladığımız
ILO sözleşmeleri çerçevesinde grevli toplu sözleşme hakkı tanınacağından
da söz edilmemektedir. Personel harcamalarının toplam bütçe harcamaları
içindeki payının arttığı ifadesi de gerçeği yansıtmamaktadır.
2003 yılında personelin bütçeden aldığı pay yüzde 21,5 iken 2006 yılında
bu oran yüzde 19,7’ye düşmüştür. BAŞKAN – Sayın Öztürk,
iki dakikanız kaldı. HARUN ÖZTÜRK (Devamla)
– Bitiriyorum Sayın Başkanım. Aynı gerilemeyi personel
harcamalarının gayrisafi millî hasılaya oranına baktığımızda
da görmekteyiz. Ülkenin en önemli ve
bütün dengelerini altüst eden kayıt dışı ile nasıl mücadele edileceği
yönünde inandırıcı çözümler de ortaya konulamamaktadır. Yolsuzluklarla mücadele
sözüyle ilk kez iktidara gelen Hükûmet, geçtiğimiz dönemde bu konuda
en küçük bir çaba göstermemiştir. Bu nedenle, bugün yeniden yolsuzlukla mücadele
edileceğini ifade etmesine güvenmemiz mümkün değildir. Programda, bölgeler
arası gelişmişlik farkının nasıl giderileceğine, gelir dağılımının
nasıl iyileştirileceğine, işsizliğin nasıl önleneceğine dair
hiçbir somut öneriye de yer verilmediğini görmekteyiz. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Demokratik Sol Parti milletvekili olarak, içtenlikten
ve ülke sorunlarına somut öneriler getirmekten uzak bulduğum 60’ıncı
Hükûmet Programı’na ret oyu kullanacağımı bildirir, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Öztürk. Yapılan konuşmaları
ve eleştirileri cevaplandırmak üzere Hükûmet adına Sayın Başbakan,
buyurunuz efendim. (AK Parti ve Hükûmet sıralarından ayakta alkışlar) Süreniz kırk dakikadır
Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin
başında yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle, 22 Temmuz
seçimlerinde millî iradenin bir tezahürü olarak oluşan bu Meclis
tablomuzu o yaz sıcağında gerçekleştiren milletimize, bu kutsal
çatı altından, partim, grubum adına en kalbî duygularla sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Benden önce söz alarak
Hükûmet Programı’mız üzerinde görüş ve eleştirilerini ortaya koyan
değerli konuşmacılara özellikle teşekkür ediyorum. Maalesef, Parlamentomuzda
bir alışkanlık var: Hükûmet programları okunur. Fakat hükûmet programı
okunurken, bu hükûmet programında yanlışlar varsa burada eleştiri
ve ikazların yapılmasını ve bir de bu Parlamento Türkiye Cumhuriyeti
Parlamentosu olduğuna göre, bu hükûmet programının daha başarılı
olması için ne gibi katkıda bulunabiliriz veya şu şöyle yapılırsa
daha isabetli olur, şu konuda şu eksik var, eğer bu hükûmet bunu da yaparsa
çok daha isabetli olur, yapmadığı takdirde biz de bunun hesabını sorarız
yaklaşımını hiç göremedim. Aslında, bu alışkanlıklardan
kurtulmamız gerekiyor, çünkü bu Parlamentonun bana göre asgari
müştereği yok, bu Parlamentonun bana göre azami müştereği var, çünkü
bizim ortak paydamız Türkiye, bizim ortak paydamız Türkiye’nin muasır
medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak. Burada olan insanların
asgari müştereği olmaz, burada olanların azami müştereği olur.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Ben, tabii, muhalefetten
gelen bütün yapıcı eleştirileri saygıyla karşılıyorum ve bunlardan
nasibimi de alıyorum, almak durumundayım, vatanım adına, milletim
adına almak durumundayım. Bunun için de özellikle bu yaklaşımı çok
aradım, ama bu yaklaşımı, maalesef, aradığım oranda bulamadım. Tabii, hepimiz millete
hizmet için varız ve siyasi partiler demokratik rekabet içerisinde
farklı siyasetler izleyecektir. Değerli milletvekili arkadaşlarım,
unutmayalım, biz bir 3 Kasım geçirdik, arkasından bir 22 Temmuz geçirdik,
bütün bunlar aslında o millî iradenin, o kutlu iradenin bir tecellisidir.
Bunu yok farz etmediğimize göre, bunu saygın gördüğümüze göre, buna
saygı duymak mecburiyetinde olduğumuza göre, o zaman, demek ki
millet, bu ülkede AK Parti İktidarının Hükûmet Programı’nı başarılı
bulduğu için bu oylarını artırarak devam ettirdi. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Ve tabii, ilginç olan şu: Sene 1954, rahmetli Menderes’in
iktidarda oyunu artırarak süreci devam ettirmesi ve sene, buyurun,
2007, şimdi de AK Parti İktidardayken oyunu artırarak devam ediyor.
Burası çok önemli. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu görmezlikten
gelemeyiz, bunu bir kenara koyamayız. Tabii, farklılıklardan
bahsediliyor; şüphesiz ki, farklılıklarımız yıkıcı olmayacak.
Tabii ki, farklılıklarımız zenginliğimiz olacak, ancak bu ifadeyi
kullananlar -şunun da altını çizerek söylüyorum- bu ülkede bölücü
teröre destek veren terör örgütünü de terör örgütü olarak ilan ediyor.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu, Avrupa Birliği üyesi ülkeler
yapıyor, Amerika’sı yapıyor, şurası yapıyor, burası yapıyor da,
benim ülkemde bu kutlu çatı altında olanlar niye yapmıyor? Onlar da
yapması lazım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Onlar da yapması
lazım. Bundan çekinmeyecek. Niye? Çünkü, bu çatı altında biz ortak
değerler için bir mücadele vereceğiz, farklılığımız o zaman zenginliğimiz
olur, ama bunu görmezden gelemeyiz, kusura bakmayın. Ve tabii ki, biz, şunu
özellikle vurgulamak durumundayız, o da şudur: Bu yaklaşım tarzlarımız
birbirinin de tamamlayıcısı olacak ve Hükûmet Programı’ndaki,
ben, bu eleştirileri bu noktadan da ele almak durumundayım. Örneğin,
burada, ana muhalefet partisi sözcüsünün sergilediği yaklaşım,
bir hükûmet programının eleştirisi değildi aslında. Sadece gazete
kupürlerine dayalı olarak yalan yanlış ne varsa onların ortaya konulduğu
bir ifade tarzı, bir yaklaşım, bir üsluptu. Örneğin, gemi inşa sektörüyle
alakalı bir ifade kullanıyor: “Gemi inşa sektörü yükseliş içerisinde.”
Evet, aksini iddia edebilir misin? Efendim, işte, neymiş, buradaki,
“İşte, Başbakanın, şunun, bunun filan çocuklarının, kardeşlerinin
gemileriyle tabii ki…” diyor… Vallahi iyi aktör olursun! (CHP sıralarından
“Yalan mı?” sesleri) RASİM ÇAKIR (Edirne)
– İnkâr edebilir misiniz? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Gemi inşa sektörü Türkiye’de 2015’e kadar şu
anda bağlanmış durumdadır. 2015’e kadar gemi inşa sektörünün bağlanması
bu dönemdeki bir sıçramadır ve bu sıçrama şu anda yeni, bu sektördeki,
adımların atılmasını sağlamıştır ve ilk defa Türkiye 150 bin dead
weight ton gemi kızağa çekecek noktaya gelmiştir. Bu önemli bir olaydır.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu görmezlikten gelemezsiniz.
Önce bunu takip edin, bunu iyi öğrenin. ATİLLA KART (Konya) –
Sorunun cevabı değil bu! BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Bunu iyi öğrenin. Ve Hükûmet Programı’nda söylenen
şey gemi inşa sektörü. Kusura bakmayın, gemi inşa sektörünün yükselmesine
cevap mıydı sizin yaklaşımınız? Değildi. Uçuyorsunuz. Gerçekleri
konuşun. Ben gemi inşa sektörünün Türkiye’de parlamasını konuşuyorum,
Hükûmet Programı’nın içerisinde bu var, ama siz kalkıyorsunuz, olayı
bireyselleştiriyorsunuz. İşte bu küçülmedir. Ve bir diğer konu… OĞUZ OYAN (İzmir) – Niye
yalanlamıyorsunuz? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Bunlarla ilgili cevapları verdim, gerek yok. Ve tabii ki burada
özellikle bir gerçeği ortaya koymamız lazım, o da Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığı konusu. Değerli arkadaşlar,
bu konuda ben inanıyorum ki bu çatının altında burada bir endişenin
olması söz konusu olamaz. Anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı
tanımlanmıştır, iş bitmiştir. Bunun üzerinde spekülasyona gitmenin
anlamı yok. Ben “üst kimlik” diye bir tanım yaptım. Sayın Baykal farklı
yaklaşım ortaya koydu. Ben aynı iddialarımın arkasındayım. Sayın
Baykal da aynı iddialarının arkasında olabilir. Ben ona da saygı
duyarım. Kendisi saygı duyar, duymaz, beni ilgilendirmiyor. Ama
ben bunu bir düşüncenin ürünü olarak ortaya koyuyorum, bilimselliğini
ortaya koyarak iddia ediyorum ve Atatürk’ün Söylevi’ni ortaya
koyarak, oradan sayfalar açarak getirdim burada okudum ve burada
da söyledim ve aksini iddia etmesi mümkün değildi. Bu bir vakıa.
Ve biz üç kırmızı hattımızı söyledik. Bunlardan bir tanesi, etnik
milliyetçiliğe biz karşıyız. Bölgesel milliyetçiliğe karşıyız.
Dinsel milliyetçiliğe de karşıyız. Bunları hep söyledik. Çünkü,
biz, bir defa, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydasında
biriz, beraberiz, bütünüz. 780 bin kilometre kare bu Türkiye Cumhuriyeti
topraklarında hepimiz aynı muameleye tabiyiz. Eğer ihmaller varsa,
dikkat edin, bu dönemde bu ihmaller ortadan kalkmıştır. Ülkemizde neler yapıldığının
farkında değil bazı arkadaşlar. Bakınız, güneydoğu ve doğuya bu
dönem içerisinde yapılan devlet yatırımlarının tutarı 5,5 katrilyondur.
Eğitimde, sağlıkta, ulaşımda, enerjide, bütün o KÖYDES projelerinde
bu adımlar atıldı. Şunu söyleyeyim: Partim
için “emanet oylar” ifadesini kullananlar, eğer kendilerine güveniyorlarsa,
parti olarak seçime girseydiler, niye giremediler? (AK Parti sıralarından
alkışlar) Ve nerelerden nasıl oylar alındığını da gayet iyi biliyoruz.
Bunları da çok iyi biliyoruz. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Barajı düşürseydiniz o zaman. BAŞKAN – Lütfen laf atmayın
arkadaşlar, çok rica ediyorum, lütfen. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Ve bütün bunlara rağmen, AK Parti, hamdolsun, güneydoğuda,
doğuda ortaya çok farklı bir performans koyarak, o verdiği hizmetlerin
neticesini almıştır. Ta Hakkâri’sinden tutunuz, Van’ına, Muş’una,
Bingöl’üne, her yere… Mesela, yine, bakıyorum,
ana muhalefet partisi temsilcisinin haberi yok, Bitlis’e, Teşvik
Yasası’yla ilgili olarak, bir şeyin gitmediğinden bahsediyor; takip
etmiyorsunuz, onun için. Bitlis’te yapılan yatırımlar var. Fakat
yatırımları biz yapmayacağız, oraya artık özel sektör yapacak. Biz
şu anda Bölgesel Teşvik Yasası’nı uyguluyoruz. Ama şimdi yeni dönemde
sadece Bölgesel Teşvik Yasası değil, bir adım daha atacağız, Sektörel
Teşvik Yasası’nı da incelemeye alıyoruz, onu da değerlendireceğiz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Tabii, burada, üniter
yapımız konusunda aslında farklı bir yaklaşım içerisinde değiliz,
aynı şeyi düşünüyoruz, ama, buna, ben üst kimlik diyorum, bir başkası
başka bir yaklaşım koyuyor, fakat, temelde aynı şeyleri düşünüyoruz.
Fakat, burada bir şeyi özellikle vurgulamak istiyorum. Zaten burada
da ifade edildi, ondan dolayı da ayrıca memnunum. Biz de bunu meydanlarda
çok vurguladık. Değerli arkadaşlar, bütün bunların hepsi, bizi,
dört tane kavramda aslında topluyor. Az önce arkadaşım da söyledi.
O da: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Bu da bizi bağlıyor.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Ve cumhuriyetimizin
temel değerleri üzerinden siyaset yapma dönemini bir kenara koymamız
lazım. Bunun üzerinden siyaset yapmayalım ve bu fayda getirmiyor.
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.
Bu tartışılmaz ve bu konu üzerinde de, zaten, şu ana kadar yapılan iftiralar
tutmadı, tutmayacak. Niye? Milletimiz gerçeği görüyor da onun
için. Ve demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinde biz hep şunu
söyledik: Bakın, bunların herhangi bir tanesini reddedemezsiniz
dedik. Hepsi bir arada olduğu anda ideal devlet olur. İşte, biz, bunun
savunucusuyuz. Demokrasiyi bir kenara koyamazsın. Laikliği bir
kenara koyamazsın. Sosyal devleti bir kenara koyamazsın. Hukuk
devletini bir kenara koyamazsın. Hem demokratik olacak hem laik
olacak hem sosyal olacak hem de hukuk devleti olacak, mesele bu. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Millî hassasiyetler
hepimizin ortak değeri, kimsenin tekelinde değil ve millî değerlerimiz
noktasını da, manevi değerlerimiz noktasını da hep beraber sahiplenmemiz
lazım. Sahiplenmediğimiz takdirde zaafa düşeriz ve bu bize kaybettirir,
kazandırmaz. Ve bunun için de, bana göre, AK Parti kurulduğu günden
bu yana çatışmacı kimlik siyaseti yerine, kucaklayıcı bir Türkiye
siyaseti gütmektedir. Biz bunu yapıyoruz ve bundan sonra da bunu
yapmaya devam edeceğiz ve AK Parti, hareketinin merkezine hiçbir
zaman tek bir etnik, mezhebî, dinî, sınıfsal anlayışı yerleştirerek
“biz ve diğerleri” ayrımı yapan kutuplaştırıcı siyaset tarzları
yerine, her türlü farklılığı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı
ortak paydasında buluşturan kucaklayıcı bir siyaset tarzına sahiptir
ve bundan sonra da bunu bu şekilde geliştireceğiz. Çünkü biz Türkiye
partisiyiz ve tüm Türkiye’nin hükûmetiyiz, 70 milyonun hükûmetiyiz,
bir ayrım olamaz. Sayın milletvekilleri,
tabii ki, bu seçimler esnasında birçok şeyleri hep birlikte yaşadık,
ama, bir gerçeği özellikle vurgulamak istiyorum, o da şudur: İşin başından
itibaren, göreve geldiğimiz andan itibaren, nasıl bir Türkiye teslim
aldık? Beş senede nereye geldik? Şimdi hedefimiz ne? Bunu hep söylüyorum,
ama, bu, nedense bazı çevreleri rahatsız ediyor. Ben işin muhasebesini
yapıyorum, yapmak durumundayım. Çünkü, muhasebe sadece para kayıtlarında
olmuyor, siyasetin de bir muhasebesi var. Bu muhasebeyi yapmak
durumundayız. Nasıl bir Türkiye devraldık? Şu anda nereye geldik?
Bundan sonra nereye gideceğiz? Bu Program’ı da bunun için burada
takdim ettik, bunun için bugün buradayız ve bundan dolayı kimsenin
rahatsız olmaması lazım. Ve verdiğim rakamlar benim rakamlarım değil,
Devlet Planlama Teşkilatının, TÜİK’in, Hazinenin veya Merkez Bankasının
rakamlarıdır ve bu rakamlarla konuşuyorum. Bu rakamların dışında
bir rakam yok. Öyle zannediyorum ki, gazete rakamları zaman zaman
bazı siyasileri de yanıltıyor olabilir. Yani, bu yanılgının içerisine
düşmemek gerekiyor. İşte burada, şimdi birçok, bu tür yanılgılar
var. Gönlüm arzu ederdi ki bu tür yanılgıların içerisine düşmeyelim.
Bunların içerisinde, örneğin “Vurgun, soygun, yolsuzluk; bunlar yaygınlaştı.”
deniliyor. Allah aşkına, düşünebiliyor musunuz, biz göreve geldiğimizde
22 banka Fona devredilmişti. Hangi iktidar döneminde 22 banka Fona
devredildi? Bunun Türkiye’ye maliyeti neydi? 40 milyar dolar ve
şu anda, soruyorum, madem vurgun, madem yolsuzluk var, acaba bu dönem
içerisinde yolsuzluğa karışan, iflasa giden veya Fona devredilen
bir tane banka var mı? Bakın, 50 banka… (CHP sıralarından “İmar Bankası”
sesleri) İmar Bankası, geçmiş
dönemin Fona hazır olan bankasıydı, Fona hazır olan bankasıydı. BİHLUN TAMAYLIGİL
(İstanbul) - Alakası yok. BAŞKAN – Çok rica ediyorum
arkadaşlar. Bakın, bütün parti sözcülerini Genel Kurul dikkatle
dinledi. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Efendim, soru soruyor, sorusuna da cevap veriyorlar. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Ama bu, yolsuzluk ilerleme raporunda var Sayın Başbakan. BAŞKAN - Sayın Anadol,
rica ediyorum… BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – İlerleme raporunda da ben sizlere gerekli olan
cevabı burada vereceğim, çünkü doğru konuşan temsilcileriniz olduğu
için ben de sizlere onun cevabını burada gayet güzel bir şekilde vereceğim,
merak etmeyin. Ve bu dönemde 4 tane
finans kuruluşu, 46 banka olmak üzere hepsi kârdadır, hiçbirisi devlete
yük değildir, tam aksine devlete vergisini öder duruma gelmiştir.
Biz bu hâle getirdik. Değerli arkadaşlar,
bakınız “Yolsuzlukta Türkiye gerilere doğru…” veyahut da “Çok daha
yolsuzluk hacmi artıyor.” gibi bir çirkin yaklaşım. Buyurun, Uluslararası
Saydamlık Örgütünün raporunu ben size açıklıyorum: Örgütün 2004
yılındaki raporunda yolsuzluk sıralamasında 77’nci sırada olan
Türkiye 2005’te 65’inci sıraya çıkmıştı, Türkiye bu yılki raporda
60’ıncı sıraya yükseldi ve Türkiye araştırmada 3,8 puan aldı. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Buyurun. Şimdi, işimize geleni
burada okuyup işimize gelmeyeni göz ardı etmenin anlamı yok. Burada
birbirimizi aldatmayalım, tereciye de tere satmayalım, kusura
bakmayın. Bakın, görev zararları
stokundan bahsettiniz. Buyurun, görev zararlarını okuyorum şimdi
de. Hadi inkâr edin bakalım. 1999: Ziraat Bankasının görev zararı
6,2 katrilyon, Halk Bankasının görev zararı 4,2 katrilyon. 2000’de
8,2 katrilyon Ziraat Bankasının görev zararı, Halk Bankasının 6,9
katrilyon; 2001’in 12,1 katrilyon, Halk Bankasının 10,8 katrilyon, toplam
22,9 katrilyon ve buna ben, ayrıca batık kredi var, yani Türkiye Emlak
Bankasının faaliyetlerinin durdurulduğu 6/7/2001 tarihi itibarıyla
Ziraat ve Halk Bankalarına 2,3 milyar yeni Türk liralık zarar devredilmiş,
onu katmıyorum, o ayrı ve bu rakamlar, biliyorsunuz, IMF ile yapılan
anlaşma gereği ondan sonra, artık, görev zararları olayı kaldırıldı,
bizim dönemimizde, dikkat edin, görev zararı diye bir olay yok, bu iş
bitti. (AK Parti sıralarından alkışlar) Acaba, görev zararı var diyebilecek
misiniz? Şu anda Ziraat Bankası
Avrupa’nın sayılı bankaları arasında yer alıyor, Halk Bankası hakeza
öyle, Vakıfbank hakeza öyle ve şimdi bunlar ortaklarına da kâr dağıtır
hâle geldiler. Bakın nereden nereye. Bu rakamları lütfen görelim
ve Türkiye’nin şu anda en yüksek faiz uygulamasını yaptığından
bahsediyorsunuz. Ayıptır, gerçekleri yansıtmayalım, aldatmayalım
halkımızı. Değerli arkadaşlar,
biz göreve geldiğimizde Türkiye’de nominal faiz, eğer biraz ekonomi
biliyorsanız, yüzde 64’tü, ama şimdi, buyurun, 17-19 aralığında. BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) – Reel faiz… BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Reel faize geleyim, onu da söyleyeyim: Sayın Baykal’ın bu ülkede
Maliye Bakanı olduğu zamanlarda, reel faiz yüzde 40’tı, yüzde 40… DENİZ BAYKAL ( BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Şimdi ise yüzde 8…(AK Parti sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL ( BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Yüzde 8… Fark burada. Döneminizin bütün
resmî rakamlarını, Sayın Baykal, hepsini indirdim, hepsine baktım,
hepsi de gayet ortada, güzel. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Sayın Başbakan, dünyada bizden daha fazla yabancı paraya
faiz veren ülke var mı? BAŞKAN – Arkadaşlar,
lütfen dinleyelim, laf atmayalım. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi, bakınız, neyi söylerseniz söyleyin… KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Hayır, hayır, var mı? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Bakın… BAŞKAN – Çok rica ediyorum… K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Ne isterseniz onu söylüyorsunuz zaten. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, ben sizi gayet sakin bir şekilde dinledim.
BAŞKAN – Sayın Anadol,
Sayın Kılıçdaroğlu, sizin örnek olmanız lazım. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Lütfen siz de dinleyin. Lütfen siz de dinleyin. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Hayır, dinliyoruz ama, sizin sorularınıza yanıt veriyoruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Böyle laf atmayla bu işler olmaz. BAŞKAN – Rica ediyorum
arkadaşlar! MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Ama, rakamları çarpıtmayalım. (AK Parti sıralarından
gürültüler) BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Ve, bakınız,
değerli arkadaşlar… BAŞKAN – Sayın Canikli,
Sayın Ataş, lütfen… BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – … yüzde 64 nominal faizle bu ülkede siz kredi
verdiğiniz zaman, yabancıya o zaman da çok çok daha yüksek parayla
bunu veriyordunuz. Şimdi ise yüzde 17-19 aralığında bu uygulamayı
yapıyorsunuz. Haa, biz bunu savunuyor muyuz? Savunmuyoruz. Ama,
64’ten 17’ye gelmeyi de lütfen takdir edin. Beş senede üç haneli rakamlardan
64… Oradan teslim aldık ve 64’ten de bunu 17-19 aralığına indirdik ve
bunu görmemezlikten gelemezsiniz. Öbür tarafta, buyurun,
işte enflasyon ortada. Şu anda bu ayınkini de sizlere söyleyeyim
-7,39 yıl sonu itibarıyla olacak- ve şimdi sizlere hemen vereyim:
Yüzde 10, azami reel faiz şu anda yüzde 10. Bu kadar! (AK parti sıralarından
alkışlar) Yani, halkımızı aldatmanın anlamı yok, halk aldanmıyor,
işte 22 Temmuzda da aldanmadı, ortaya koydu gerçekleri. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Ve bir başka gerçek daha
burada var: Enflasyon. Niye enflasyonu görmüyorsunuz? ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Kredi kartı faizi yüzde 106. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Biz göreve geldiğimizde enflasyon neydi? Yüzde
30… ABDULLAH ÖZER (Bursa)
– Enflasyonun 2 katı faiz var. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – … şimdi 7,39; burada. Arkadaşlar, ülkemde,
Ziraat Bankası, çiftçime yüzde kaç faizle veriyordu krediyi? Yüzde
59. Şimdi, 7 ile 13 aralığında. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bak
nereden nereye geldik, niye bunu görmüyorsunuz? Öbür tarafta esnaf…
Halk Bankası yüzde kaçla veriyordu? Yüzde 47 faizle veriyordu. Yani
bunları ben söylerken, 2002 öncesini ortaya koyma bakımından söylüyorum. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Sayın Başbakan, kredi kartı faizi yüzde 106. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Daha gerilere
gidersek, daha gerilerde bu çok daha yüksekti. BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Kredi kartı faizinden bahset! BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Ve bakınız, esnafa verdiğimiz kredi ise yüzde
47’den 13’e düştü bizim dönemde, düşürdük. MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) – Yüzde 47, enflasyonun altında o zaman Sayın Başbakan,
şimdi üzerinde. BAŞKAN – Arkadaşlar,
Parlamentoda böyle bir müzakere usulü var mı? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Akif Bey, sen de ekonomiyi biraz öğren. Bu, defterdarda
vergi memurluğuna benzemez. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ona
benzemez. Ve tabii bir karanlık
tablodur gidiyor, nasıl bir karanlık tabloysa onu anlamakta da zorlanıyorum.
Fakat, ben ortaya resmî rakamları koyuyorum ve resmî rakamlarla konuşuyorum
ve resmî rakamlar da bu gerçeği ortaya koyuyor ve gerçekler burada.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Vergi memuru olmak ayıp bir şey mi Sayın Başbakan? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, şurada bir başka şey daha var. Nedir o? Mesela vergi.
Vergide, deniyor ki: “Döneminizde vergi tahsilatında düşüş var.”
Neye göre söylüyorsunuz? Bilerek mi söylüyorsunuz? Kim bunu size söyledi? Değerli arkadaşlar, bakınız,
vergide, vergi tahsilatında, 2002’de bizim vergi tahsilatımız, değerli
arkadaşlar, 2002 sonu itibarıyla rakamı veriyorum… K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Kim dedi efendim bu vergi tahsilatında düşüşü? BAŞKAN – Sayın Anadol,
çok rica ediyorum… Sayın Anadol… K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Kim söyledi efendim? BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım,
Sayın Anadol… K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Kim söyledi merak ediyorum. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Ben, kim söylediyse cevabımı ona veriyorum. BAŞKAN – …çok rica ediyorum... K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Kim o? MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Biz böyle bir konu gündeme getirmedik ki siz cevap veriyorsunuz. BAŞKAN - Sayın Anadol,
Sayın Başbakana oradan ikide bir niye laf atıyorsunuz? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Nasıl? BAŞKAN – Hayır, niye
laf atıyorsunuz? Yani sizin hoşunuza giden şekilde konuşmaya mecbur
mu Sayın Başbakan? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Hayır, öyle bir mecburiyeti yok da, gerçeği konuşmak mecburiyetinde. BAŞKAN – Nasıl ki sizin
sözcünüzü bütün Genel Kurul dikkatle, sessizce dinledi, siz de dinlemek
zorundasınız, rica ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çok
rica ediyorum arkadaşlar. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Ben laf atmıyorum, soru sordum. BAŞKAN - Hayır, oradan
soru sormak gibi bir usul var mı yani? Böyle bir şey olabilir mi? Çok rica
ediyorum arkadaşlar. Buyurun Sayın Başbakanım. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Ama, yapılan eleştiriye cevap veriliyor, olmayan eleştiriye
cevap verilmez ki Sayın Başkan. BAŞKAN – Aman efendim,
size mi soracak nasıl konuşacağını? Nasıl isterse öyle konuşur,
Sayın Kılıçdaroğlu nasıl konuştuysa. (AK Parti sıralarından alkışlar) K.KEMAL ANADOL (İzmir)
– Usullere uyacağız, sürede de uyacağız biraz sonra. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
– Daha on üç dakika var, dur bakalım. BAŞKAN – Süreye uyacağız.
Buyurun Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Ben, merak etmeyin, süreyi falan ihlal etmem,
hiç ihlal etmedim bugüne kadar, dikkat ederim. Ne kadar müsaade edilirse
o kadar konuşurum. Ve vergi noktasındaki
rahatsızlığa fazla değinmeyeyim. Fakat, mesela turizmle ilgili
burada bir eleştiri yapıldı. Değerli arkadaşlar, vergide olan bu
sıçrama turizmde de kendisini gösterdi. Bakın, turizmde, biz göreve
geldiğimizde 8,9 milyar dolarlık bir gelirimiz vardı. Ama, 2006 sonu
itibarıyla bu, 17 milyar dolara çıktı. İnşallah, bu yıl bu rakam çok
daha fazlasıyla bir artış ortaya koyacak. 2005 yılı rekordu; 2007,
2005’i aşacak, bunu ortaya koyuyor. Tabii, burada şu söylendi, dendi
ki: Türkiye’de turizm denince, işte maalesef, sadece hava, deniz,
kum anlaşılıyor. Bizim iktidarımız bu anlayışı yıktı. Buna yayla
turizmini, buna dağ turizmini, buna kültür turizmini, buna sağlık
turizmini, buna kongre turizmini, hepsini ilave etmek suretiyle,
örneğin, şu anda herhâlde İstanbul’un turizmi, hava, deniz, kum değildir
değil mi? İstanbul’un turizmi tamamen kongre turizmi ağırlıklıdır
ve İstanbul’un otelleri full çalışmakta. Daha önce böyle bir şey söz
konusu değildi. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Memnun oluyoruz bunlara. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum. Ve bu hızla gidiş Antalya’ya
da yansıdı. Antalya’da da, biliyorsunuz, artık, yüzde 100, doluluk
oranı full ve ekim sonu itibarıyla da, şu anda otellerimiz Antalya’da
dolu. Temenni ediyoruz ki, yıl sonuna kadar bunu yayalım ve Antalya,
o da artık, şu andaki bütün mevcut destinasyon merkezlerini daha
da artırarak, sadece bir hava, deniz, kum değil, kongre turizminin
de inşallah yaygınlaştığı bir alan hâline geliyor. Bakın, dünyanın bütün
meşhur iş adamları golf için Antalya’ya geliyorlar. Antalya’ya bu
geliş, Türkiye’nin dışarıda tanıtımı için de çok çok olumlu bir -bizim
için- hareketlenmedir. Bu da devam ediyor. Bir diğer konu, suyla
ilgili konu. MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU
(Kayseri) – Su yok ki memlekette? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Bu konuda, tabii ki, şu anda birçok yatırım var.
Mesela HES projelerimiz var özel sektöre ihale edilmiş olan. Bir diğer
taraftan, şu anda Yusufeli Barajı’nın inşallah temelini atıyoruz.
Bir diğer taraftan, şu anda Ilısu Barajı’yla ilgili temelimizi
attık, çalışmalarımız hızlanıyor. Bir diğer taraftan, Afşin-Elbistan’ın
(C) ve (D) termik santrallerinin inşallah temelini atıyoruz, ihalesi
yapılacak, o süratle gelişecek. Diğer birçok ildeki barajlarımızda
şu anda hızlanma sürecine giriyoruz. Tabii, burada bir konuyu
özellikle vurgulamam lazım. Ilısu Barajı’na ideolojik yaklaşımı
lütfen bırakın. Bakın, bu bir ideolojik yaklaşımdır. (DTP sıralarından
gürültüler) GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır)
– Kültürel yaklaşım… SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – On iki bin yıllık tarih… BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Hasankeyf konusunda iktidarımızın gösterdiği
hassasiyeti kimse gösteremez. Onunla ilgili atılması gereken
adımların biz hepsini attık. Orada tarihi sular altında bırakma anlayışı
diye bir şey yoktur. Bütün oradaki… (DTP sıralarından gürültüler) SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – Birkaç taşı taşıyacaksınız! AHMET TÜRK (Mardin) –
Nasıl taşınacak? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Artık teknoloji gelişti, sizin bunlardan haberiniz
yok. SIRRI SAKIK (Muş) – Bütün
her şeyden senin haberin var, başka kimsenin yok! BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Oradaki bütün o yapıların hepsi, bütün numaratajlarıyla
birlikte bunlar yapılmıştır ve ondan sonra, en uygun olan mahale onlar
oradan taşınacak ve yeni bir Hasankeyf orada tesis edilecektir. (AK
Parti sıralarından alkışlar) SEVAHİR BAYINDIR
(Şırnak) – Nereye taşıyacaksınız? Şimdi, bir taraftan
su diyoruz. Hasankeyf olmazsa olmaz diyemeyiz, ama Ilısu olmazsa
olabilir… Yok öyle bir şey. AHMET TÜRK (Mardin) –
Taşıdıktan sonra ne anlamı kalır Sayın Başbakan? BAŞKAN – Sayın Türk,
lütfen… BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bunu yapmak durumundayız, yapacağız ve yapıyoruz,
bunda kararlıyız. Bütün çalışmalar bitti,
ama ülkemizden de birilerinin, Avrupa’da, Ilısu Barajı’yla ilgili
kredi verilmemesi konusundaki çalışmalarını da çok iyi biliyoruz.
Lütfen burada herkes kendine çekidüzen versin. HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Birilerini açıklayın Sayın Başbakan. AHMET TÜRK (Mardin) –
Açıklayın Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ve bu konuyla ilgili yapılan çalışmalar doğru
değil. Bakın ne dedim, burada hep beraber el ele vereceğiz, el ele vereceğiz
ki, ülkemizde su noktasında sıkıntı yaşamayalım. Yarın kalkıp da
bir Ilısu’nun Güneydoğu için ehemmiyetini bir kenara koyabilir
misiniz? Koyamazsınız. Bunlar yapılacak. SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – Sayın Başbakan, bir baraj yerine iki baraj yaparsanız
Hasankeyf kurtulur. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ve bu adımlar atılıyor ve bunların bütün teknik
çalışmaları en ince teferruatına varıncaya kadar ekiplerimiz
tarafından yapılmıştır ve adımlar da buna göre atılmıştır. Aynı şekilde, diğer
tüm illerde… Mesela Yusufeli’ni yapıyoruz. Biz, Yusufeli’nde
şu anda bir ilçeyi kaldırıyoruz Yusufeli Barajı’nı yaparken… AHMET TÜRK (Mardin) –
Biz barajlara karşı değiliz Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ama, ilçeyi bir başka bölgeye taşımak suretiyle,
orada farklı bir ilçe meydana getiriyoruz. Bütün bu adımlar buna göre
atılıyor. Yani, bir şeyi söylerken,
biz, ülkemizin ve insanımızın menfaatini öne çıkararak öncelikle
bunu konuşalım. Turizmde bizim özellikle
kültürel değerlerimize, eserlerimize bu dönemde verilen değer
hiçbir dönemde verilmemiştir. Şu anda, gerek Vakıflar Genel Müdürlüğümüz
olarak gerekse Kültür ve Turizm Bakanlığımız olarak son beş yıl içerisinde
yapılan renovasyon ve restorasyon çalışmaları yaklaşık dört bine
ulaşmıştır. Değerli arkadaşlar,
hiçbir dönemde bunlar yapılmadı. Ve Vakıflar Genel Müdürlüğü… Onu
da burada hatırlatmamda fayda var, yani millî bütçeden değil, daha
çok Vakıfbankın dağıttığı temettüden payını almak suretiyle bu
yatırımları gerçekleştirmiştir. Yolsuzlukların içerisinde olan
bir hükûmet olmuş olsa, bu yatırımları siz neyle yapacaksınız? (AK
Parti sıralarından alkışlar) Bunlar böyle yapıldı. Ama, tabii, Türkiye’de
haber kanalları farklı çalışıyor. Haber kanallarının farklı çalışması
sebebiyle de, tabii, gerçekler devamlı saptırılıyor. Ve Güneydoğu ile ilgili
ekolojik yatırımlar noktasında, arkadaşlar, çok ciddi yatırımlar
burada yapıldı. Mesela sadece Güneydoğu ve Doğu ile ilgili söylüyorum:
849 proje uygulandı. Türkiye genelinde 1.874 proje uygulandı. “Doğu ve güneydoğuda
hayvancılığa önem verilmiyor!” İnsaf! Şu anda doğu ve güneydoğu başta
olmak üzere en büyük yatırım bu noktada -tarım ve hayvancılıkta- doğu
ve güneydoğuya yapılmıştır. Bakınız, biz, özelleştirmeden doğu ve
güneydoğudaki Et ve Balık Kurumunun bütün fabrikalarını çıkardık.
Niye? Şu anda oradaki besiciliği destekleyelim diye bunu yaptık.
Çünkü, orada vatandaşlarımız hayvanlarını kestiremiyorlardı ve
güçleri elvermediği için batıya da bunları satamıyorlardı ve hayvan
kilo kaybından dolayı da benim oradaki köylüm zarara uğruyordu.
Biz o zarardan onu kurtaralım diye onlara orada “Et ve Balık Kurumu
olarak burada artık faaliyetlerimiz devam edecek ve sizleri mağdur
etmeyeceğiz.” dedik. Ve Et ve Balık Kurumunun bir iki tane yeni fabrikasının
açılışını da bizzat kendim gittim yaptım. Bunlardan bir tanesi Ağrı’da.
Gittim yaptım. Niye? Derdimiz başka bizim. Türkiye’nin seksen bir
vilayetinin burada hesabını veririm. Çünkü, seksen bir vilayetinin
nerede olduğunu çok iyi biliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Dört dakikanız
kaldı Sayın Başbakan. SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın
Başbakan, Hakkâri ve Şemdinli’nin hesabını verin. Şemdinli’de ne
oldu? BAŞKAN – Sayın Sakık,
rica ediyorum. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Ve değerli arkadaşlar, bakınız burada yine
özellikle bir şeyi vurgulamak istiyorum. O da, bizim bu dönem içerisinde
sıfır tolerans, işkence noktasında… Evet, iddialı olarak söylüyorum,
işkencede sıfır tolerans. (AK Parti sıralarından alkışlar) İspatınız
varsa çıkar konuşursunuz. Öyle lafla, belli mahfilleri yanlarına,
arkasına alarak bunu söyleyemezsiniz. İspat gerektirir bu. Varsa
ispatınız söylersiniz, biz de gereğini yaparız. Bizim Hükûmet olarak
sorumluluğumuz, bu tür bir ispat olduğu zaman gereğini yapmaktır.
Ama, iddia da, müddei de, iddiasını ispatla mükelleftir. Ve ülkemde
benim şu anda işkence diye bir olay yoktur ve bunu bildikleri hâlde,
birilerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmesini de Avrupa
Birliğine giderek yalan yanlış haberler taşımasını da anlamak
mümkün değildir, bunu da burada söylemek zorundayım ve biz, bunların
da gidip belli yerlerde kavgasını veriyoruz, onu da anlatmak durumundayım.
Biz burada hep beraber el ele vereceğiz… SELAHATTİN DEMİRTAŞ
(Diyarbakır) – İşkenceyi örteceğiz! BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – … ülkemizin menfaati neyi gerektiriyor, bunun
peşinde koşacağız. Eğer biz bunu başarırsak, Türkiye o zaman işte
o arzu edilen sıçramasını yapacaktır. Ekonomi -konuşmamda ne dedim
Hükûmet Programı’nı okurken- demokrasiyle atbaşı gidecek dedim.
Birisi ileride, birisi geride olmaz, atbaşı giderse, o zaman başarı
olur ve biz bunu başaracağız. Bunun bedellerini ödeyerek buralara
geldik, zembille sarkıtılmadık, damdan düştük, dolayısıyla da bunun
ne getirdiğini ne götürdüğünü iyi biliyoruz. Ama kalkıp da kişi başına
millî gelirin ne demek olduğunu bilmezse bir insan ben ne diyeyim?
Yani ekonomide, bir ülkenin kalkınmasında ölçü şudur: Kişi başına
millî gelir nedir veya toplam millî gelir nedir? Bakınız, şu anda bizim
nüfusumuz 73 milyon diye gösteriliyor ve 73 milyon diye biliyoruz,
ama şimdi biliyorsunuz ciddi bir sayım yapılıyor, bu sayımın neticesinde
bu rakam daha da kesinleşecek, net olarak ortaya çıkacak ve inşallah,
geldiğimiz bu 400 milyar dolar millî gelir seviyesini Türkiye artık
aşacak, daha yukarılara çıkacağız. Bundan memnun olalım, bundan
mutlu olalım. Niye rahatsız oluyoruz? Ve ben isterim ki, bu konuda
katkınız ne olabilir? Ve biz bu işin hizmetkârlığını yapalım, hamallığını
yapalım, sizin de bu noktada katkılarınız olsun ve bu katkılarınızı
biz değerlendirelim. Değerlendirmediğimiz zaman da istiyoruz ki
burada her türlü eleştiriyi tabii ki yapacaksınız, buna bizim saygımız
var, aksini iddia edemeyiz. Ama, el ele vereceğiz, omuz omuza vereceğiz
ve Türkiye’mizi o arzulanan hedefe hep beraber taşıyacağız. Değerli arkadaşlarım,
IMF’yle ilgili konu: Tabii, IMF, Avrupa Birliği, bu konudaki hassasiyetler
de enteresan. Şunu söylemem gerekiyor: Yani göreve geldik, IMF’e
Türkiye’nin borcu 23,5 milyar dolardı. Ama, bakın, şu anda IMF’e
Türkiye’nin borcu 7 milyar 777 milyon dolara düştü. Oradan buraya.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Aynı şekilde, Merkez Bankasının
rezervi 26,8 milyar dolardı. Şimdi ise 69,2 milyar dolara çıktı. Şimdi,
burada deniyor ki -o da çok enteresan- “Efendim, bu, Türkiye’ye gelen
sıcak paranın karşılanması içindir.” KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) - Garantisi için. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Yani, hakikaten bunu anlamak mümkün değil. ABDULLAH ÖZER (Bursa)
– Sıcak para ne kadar? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – “Bunun karşılanması içindir.” vesaire… Bunları
anlamak mümkün değil. ABDULLAH ÖZER (Bursa)
– Vergi ödemeden nasıl duruyor sıcak para Türkiye’de? BAŞKAN – Lütfen! BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, sıcak para nasıl gelir, nasıl
gider? Doğrudan yabancı sermaye Türkiye’ye nasıl geliyor? (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Başbakanım,
bir dakika lütfen. İki dakika süreniz.
Lütfen, bitiriniz efendim. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Özellikle, ben şunu söyleyeyim: Değerli arkadaşlar,
sıcak paranın gelişi gidişi, menkul kıymetler içerisinde bir sirkülasyon
olayıdır, ama doğrudan yabancı sermaye olayı farklıdır. Burada doğrudan
yabancı sermaye ile sıcak paranın karıştırıldığını da gördüm. Bir
defa, doğrudan yabancı sermaye Türkiye’ye girdiği zaman ileri
teknolojiyi getirdiği gibi bir de dünya pazarını getiriyor. Yani,
bizim dünyada bir pazar bulma sıkıntımız olmuyor, çünkü onların
dünyada zaten pazarı var ve nedir buraya gelirken onların tek hedefi?
Bir: Emeği burada daha ucuz buluyor, doğru ve bunun dünyaya pazarlanması
noktasındaki gücünü ortaya koyuyor. Ama, unutmayalım, bakın, geçen
yıl 20,1 milyar dolar, bu yıl da şu andaki gidişi, inşallah, fevkalade
bir aksilik olmazsa 25 milyar dolara ulaşacağız. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Ve ülkemizin bu şekilde her tarafı inşallah imar olacak. Ben, sözlerimi burada
toparlıyorum ve tüm bu Programımıza katkısı olan arkadaşlarıma
ve bunun yanında tüm eleştirilerini olumlu-olumsuz yapan Parlamento
çatısı altındaki grup ve milletvekili arkadaşlarıma, huzurunuzda
Partim ve Grubum adına çok çok teşekkür ediyorum ve sonucunun ülkemiz,
milletimiz için hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum,
saygılar sunuyorum. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından
ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Başbakan. HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Sayın Başkan… BAŞKAN – Son söz milletvekilinindir
kuralı gereğince, Sakarya Milletvekili Sayın Ayhan Sefer Üstün’e
söz vereceğim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Üstün, süreniz
on dakikadır. AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya)
– Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 60’ıncı Hükûmet Programı
üzerinde şahsım adına söz aldım, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
22 Temmuz seçimleriyle birlikte Türkiye demokratik bir süreç yaşadı.
Bu süreçle birlikte, demokratik makamlar bir bir sahiplerini buldu.
Ben hepsine ayrı ayrı başarılar diliyorum. Artık, sürecin sonuna
yaklaştık. Bugün, burada, 60’ıncı Hükûmetin Programı üzerinde görüşmeler
yapıldı, değerli partilerimizin sözcüleri eleştirilerde bulundu,
milletvekillerimiz de görüşlerini serdetti. Sayın Başbakanımız,
çok veciz bir dille bu görüşleri, bu eleştirileri cevapladı. Bu saatten
sonra, benim, bunun üzerine bir söz söylemem gerçekten şık olmaz. Milletimiz 60’ıncı
Hükûmet için, başarılı olması için dua ediyor. Ben de başarılı olacağına
inanıyorum. Bir Türk vatandaşı olarak ben de dua ediyorum. İnşallah
başarılı olacaklardır. Bir milletvekili olarak da başarılı olmaları
için bu Mecliste elimden gelen katkıyı sağlayacağım. Allah yâr ve
yardımcıları olsun. Cenabı Allah onları başarılı kılsın diyor,
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Üstün. DENİZ BAYKAL (Antalya)
– Sayın Başkan… HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Sayın Başkan… BAŞKAN – Bir dakikanızı
rica ediyorum. BAŞKAN – Sayın Baykal,
buyurunuz DENİZ BAYKAL (Antalya)
– Sayın Başkan, Sayın Başbakan konuşmasında, benim Maliye Bakanlığı
yaptığım 1974 yılıyla ilgili reel faiz oranlarını telaffuz etti.
Söyledikleri ile ilgili bir küçük açıklama yapmam lazım. BAŞKAN – Sadece bu konuyla
ilgili olmak üzere buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar) IV.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması DENİZ BAYKAL (Antalya)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanın yaptığı
konuşmayla ilgili olarak bir genel değerlendirme yapabilmeyi çok
isterdim, söylenecek çok konu olduğu açık. Arkadaşlarımız bu çerçevede
gerekenleri yaptılar, şimdi, gene, usulün verdiği imkânla ek cevaplarını
verecekler. Ben buraya sadece somut bir konu için geldim; küçük, fakat
çok önemli. Sayın Başbakanın anlayışını, bu konulardaki yaklaşımını
ortaya koyan fevkalade önemli bir küçük örnek olduğu için geldim. Hepimiz biraz önce
burada tanık olduk. Sayın Başbakan, büyük bir iddia ile rakamlar telaffuz
etti, hedefler gösterdi, suçlamalar yaptı, eleştiriler yaptı ve
durduk yerden, bence hiç icabı yokken, 1974 yılında, benim Maliye Bakanı
olduğum dönemde, Türkiye’deki reel faiz oranlarıyla ilgili iddialı
bir rakam telaffuz etti. Açıkça dedi ki: “Deniz Baykal’ın Maliye Bakanlığı
zamanında, 1974 yılında, Türkiye’de reel faizler yüzde 40’tı.” Şimdi,
bu değerlendirmenin, Başbakanın yakın siyasi tarihimiz hakkındaki
bilgisiyle, ekonomik durumumuzun geçmiş tablosuyla ilgili anlayışıyla,
bilgisiyle ne ölçüde ilgili olduğunu takdir etmeyi milletimize
bırakıyorum, sadece somut veriyi söylüyorum. Başbakan diyor ki:
“Yüzde 40.” Ben, tekrar soruyorum: Öyle mi Sayın Başbakan? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (İstanbul) – 93-95 dönemi… BAŞKAN – Karşılıklı
konuşmayın Sayın Baykal. DENİZ BAYKAL (Devamla)
– Reel faizler, 1974 yılında… (Gürültüler) BAŞKAN – Sayın Baykal,
lütfen, Genel Kurula hitap edin. AHMET YENİ (Samsun) –
Benzini söylemedi. BAŞKAN - Arkadaşlar,
lütfen… DENİZ BAYKAL (Devamla)
– Değerli arkadaşlarım, burada, hiç uzatmadan, açıkça söylüyorum:
Benim Maliye Bakanı olduğum dönemde, 1974 yılında -reel faizler
yüzde 40’tı diyor Başbakan- tasarruf mevduatı faizi yüzde 9, Merkez
Bankası reeskont faizi yüzde 9. Durum bundan ibarettir. Sayın Başbakanın
ve milletin takdirine sunuyorum, Meclise de sevgiler, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Baykal. Değerli arkadaşlarım,
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir talebi var. HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Sayın Başkan… BAŞKAN – Bir dakikanızı
rica ediyorum Sayın Kaplan. Sayın Kılıçdaroğlu
diyor ki: “Sayın Başbakan, Hükûmet Programı’nın savunmasında, ana
muhalefet partisi sözcüsü yalan yanlış gazete kupürlerinden kestiği
haberlerle konuştuğumu ifade etti. Bir: Yalan ve yanlış konuşmadım.
İki: Gazete kupürlerini kaynak göstermedim.” MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
– Gazete kupürleri de vardı Sayın Başkan. BAŞKAN – “Yalan konuşma
yaptığım ifadesiyle kişiliğime sataşma yapılmıştır. İç Tüzük’ün
69’uncu maddesine göre tarafıma açıklama hakkı verilmesini arz
ederim.” diyor. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
– Açıkladılar zaten Sayın Başkan. ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Sayın Kılıçdaroğlu’na hiç söz vermedi, yapmayın. BAŞKAN - Ben, Sayın
Başbakanın konuşmasında, 69 kapsamında bir kişiliğe sataşma görmedim.
Zaten… HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Sayın Başkan, sataşma değil itham var. KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan… HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Sayın Başkan, itham var. BAŞKAN – Hayır. Zaten,
Sayın Kılıçdaroğlu, siz de diyorsunuz ki “Yalan yanlış gazete kupürlerinden
kestiği haberlerle” diyor. Yani, sizin dilekçenizde de benim söylediğimi
destekler mahiyette bir ifade var… KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Ama, ısrar ediyorsanız… KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Evet efendim, yeni tartışmaya yol açmadan cevap vereceğim
efendim. BAŞKAN – Peki, çok kısa,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) Üç dakikalık bir süre
verdim, buyurunuz. 2.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Ben, yeni bir tartışmaya
yol açmak amacıyla buraya gelmedim. Sayın Başbakan beni tanımayabilir.
Sayın Başbakanla bizim beraber bir mesaimiz de olmadı. Ama, Sayın
Başbakanın şunu çok iyi bilmesini isterim: Burada söylediklerimin
hiçbirisi bir gazete kupürüne dayanmıyor. Eğer bir habere dayanıyorsa,
Sayın Başbakan şunu çok iyi bilsin, o haber mutlaka Anadolu Ajansı
kaynaklı bir haberdir. Yani, devletin haber kaynağından alınmış bir
haberdir. Hiçbir yerde, hiçbir zamanda, bir yerde doğrulatmadığım
bir haberi konuşmam. Burada söylediğim bütün belgeler, benim kişisel
görüşlerimin dışında söylediğim… Dünya Bankası raporundan söz
ettim, IMF’in raporundan söz ettim. Sayın bakanların konuşmalarının
tümünü de, ben, Anadolu Ajansı çıktısı olarak aldım. Eğer sayın bakanlarımız
Anadolu Ajansı çıktılarına “Doğru değildir.” diyorlarsa, kabul
ediyorum, ama, bugüne kadar o haberlerin hiçbirisine de yalanlama
gelmedi. Bir önemli nokta: Hiçbir
ülkenin başbakanı “yalan” sözcüğünü bu kadar kolay kullanmamalı.
Eğer bunu kullanabiliyorsak, o zaman, bu Parlamentonun çatısı altında
birbirimizin yüzüne daha rahat bakamayız. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Sayın Kaplan… HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Efendim, sataşma değil, itham olduğu için cevap vermek zorundayım. BAŞKAN – Kime itham? HASİP KAPLAN (Şırnak)
– Efendim, bir: “Nereden oyların alındığını biliyorum.” İki: “Hasankeyf’le
ilgili Avrupa’da birileri çalışma yapıyor.” Üç: “Sıfır toleransla…”
Üçü, sataşma değil, ithamdır; cevap vermek zorundayım. BAŞKAN – Size dönük
hiçbir itham söz konusu değil. III.- HÜKÛMET PROGRAMI (Devam) 1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan
Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi (Devam) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Güven oylamasının,
Anayasa’nın 110’uncu, İç Tüzük’ün 124’üncü maddeleri gereğince,
görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre, güven oylaması,
5 Eylül 2007 Çarşamba günü yapılacaktır. Değerli milletvekilleri,
alınan karar gereğince, Başkanlığın Genel Kurula sunuşlarını ve
işaret oyuyla yapılacak seçimleri yapmak üzere 4 Eylül 2007 Salı günü
saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Teşekkür ediyorum. Kapanma
Saati: 19.06 |
|