DÖNEM: 22 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
CİLT : 160
116
ncı Birleşim
29 Mayıs 2007 Salı
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- İzmir Milletvekili Enver Öktem hakkında tanzim
edilen soruşturma dosyasının geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1296)
2.- Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde
Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl
daha UNIFIL Harekâtı'na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1282)
IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Sakarya
Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2.- Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin,
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan ve Samsun Milletvekili Haluk
Koç'un, konuşmalarında, şahsına sataşmaları nedeniyle konuşması
3.- İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun,
Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin, konuşmasında, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
4.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, İstanbul
Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, konuşmasında, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
5.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, İstanbul
Milletvekili Halide İncekara'nın, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.- İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli
ve 19 Milletvekili, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili,
Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan
Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili
Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın, çocuklarda
ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/337, 343, 356, 357) (S. Sayısı: 1413)
2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
3.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet
Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
5.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın;
Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri
Komisyonu Raporu (2/968) (S.Sayısı: 1416)
VI. - SEÇİMLER
1.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalacak
üyeliklere seçim
VII. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, TBMM Kreşine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili İsmail
ALPTEKİN'in cevabı (7/22944)
2.- İzmir Milletvekili Canan ARITMAN'ın, TBMM Kreşine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili İsmail
ALPTEKİN'in cevabı (7/22945)
3.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil ÜNLÜTEPE'nin,
TBMM Kreşine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/22946)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 11.14'te açılarak dört oturum
yaptı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 439'uncu sırasında bulunan 1432 sıra
sayılı Kanun Teklifi'nin bu kısmın 8'inci, 65'inci sırasında bulunan
201 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 16'ncı, gelen kâğıtlar listesinde
yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 1433 sıra sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun ve Anayasa'nın 89'uncu ve 104'üncü maddeleri gereğince
Cumhurbaşkanınca bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi
ve 1434 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin kırk sekiz saat geçmeden bu kısmın
sırasıyla 5'inci ve 7'nci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; gelen kâğıtlarda yayımlanan
ve bastırılarak dağıtılan (10/337, 343, 356, 357) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonunun 1413 sıra sayılı raporunun gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1'inci sırasına
alınmasına ve görüşmelerinin 29 Mayıs 2007 Salı günkü birleşimde
yapılmasına ve sonrasında kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine
devam edilmesine; 28 Mayıs 2007 Pazartesi günkü birleşimde çalışma
süresinin 1433 sıra sayılı Anayasa Değişiklik Teklifi'nin 1'inci
tur oylamasının tamamlanmasına kadar, 29 Mayıs 2007 Salı günkü birleşimde
ise, Genel Kurulun saat 15.00'te toplanmasına ilişkin AK Parti Grubu
önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının:
1'inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden;
2'nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3'üncü sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı: 1337),
4'üncü sırasına alınan, -Afyonkarahisar Milletvekili
Halil Aydoğan'ın, Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi
Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
(2/968) (S. Sayısı: 1416),
Kanun Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;
Ertelendi.
5'inci sırasına alınan ve Cumhurbaşkanınca bir
kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
10/5/2007 Tarihli ve 5660 Sayılı Kanun'un (1/1368) (S.Sayısı: 1433) birinci
görüşmesi tamamlandı; ikinci görüşmesine en az kırk sekiz saat geçtikten
sonra başlanabileceği açıklandı.
Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'a, Cumhurbaşkanıyla
ilgili bazı ifadelerinden dolayı gerekli uyarıyı yapmadığı iddiasıyla
Başkanın tutumu hakkında açılan usul görüşmesinden sonra, Oturum
Başkanınca, yapılan uygulamanın İç Tüzük hükümlerine uygun olduğu
ifade edildi.
Ankara Milletvekili Oya Araslı, Kastamonu Milletvekili
Musa Sıvacıoğlu'nun, konuşmasında, şahsına sataştığı iddiasıyla
bir açıklamada bulundu.
Genel Kurulu ziyaret eden Amerika Birleşik Devletleri
Temsilciler Meclisi Ortak Heyeti Başkanı Edward Withfield ve beraberindeki
heyete Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denildi.
29 Mayıs 2007 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere,
birleşime 22.57'de son verildi.
İsmail Alptekin |
|
|
Başkan
Vekili |
|
|
|
Ahmet Gökhan Sarıçam |
Türkân Miçooğulları |
|
Kırklareli
|
İzmir |
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
Ahmet Küçük |
|
|
Çanakkale |
|
|
Kâtip
Üye |
|
|
No.: 156
II. - GELEN KÂĞITLAR
29 Mayıs 2007 Salı
Raporlar
1.-
8.5.2007 Tarihli ve 5464 Sayılı Nükleer Güç Santrallarının Kurulması
ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun ve Anayasanın 89
uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/1365) (S. Sayısı:
1436) (Dağıtma Tarihi: 29.5.2007) (GÜNDEME)
2.-
Sivas Milletvekili Selami Uzun ve 3 Milletvekilinin; Polis Vazife
ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ve Adalet Komisyonu Raporu (2/1037) (S. Sayısı: 1437) (Dağıtma Tarihi:
29.5.2007) (GÜNDEME)
29 Mayıs 2007 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.14
BAŞKAN : Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 116'ncı Birleşimini
açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Başkanlığın bir tezkeresi var; okutuyorum:
III. - BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE
ÖNERGELER
1.- İzmir Milletvekili
Enver Öktem hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının geri gönderilmesine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1296)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi
ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun'a aykırılık suçunu
işlediği iddia olunan İzmir Milletvekili Enver Öktem hakkında Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın 83'üncü maddesi uyarınca yasama dokunulmazlığının
kaldırılıp kaldırılmaması hususunda ilgi (a) yazımız ile Başkanlığınıza
gönderilen soruşturma dosyasının iadesi ile ilgili Adalet Bakanlığından
alınan ilgi (b) yazı sureti ve ekleri ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonda bulunan dosya Hükûmete geri
verilmiştir.
Başbakanlığın, Anayasa'nın 92'nci maddesine
göre verilmiş bir tezkeresi vardır, önce okutup işleme alacağım
sonra da oylarınıza sunacağım.
Başbakanlık tezkeresini okutuyorum:
2.- Birleşmiş Milletler
Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül
2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı'na iştirak etmesine
izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1282)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin
11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 (2006) sayılı Karar ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı
ile bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye gerek Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) kara harekatına, gerek UNIFIL-Deniz
Görev Gücü'ne yaptığı katkılarla, barışı koruma harekatının etkin
biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiş, böylece, gerek BM sistemi
içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını
ve Dünyanın diğer bölgelerinde bundan önce katıldığı barışı koruma
operasyonlarındaki başarılı performansıyla sahip olduğu konumunun
pekişmesini sağlamıştır. UNIFIL'in görev süresi 31 Ağustos 2007 tarihinde
sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2007 tarihinden sonraki
dönem için yenilenmesi yönünde BM bünyesinde hazırlıklar başlatılmıştır.
Bu hazırlıklar tamamlandıktan sonra yeni bir BM Güvenlik Konseyi
kararı
Bu çerçevede, BM Güvenlik Konseyi'nin
UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması durumunda;
hudut, şümul ve miktarı Hükümetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri
unsurlarının, 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı
TBMM Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2007 tarihinden
itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekatına iştirak etmesi ve bununla
ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılması
için Anayasa'nın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini saygılarımla
arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Başbakanlık tezkeresi üzerinde,
İç Tüzük'ün 72'nci maddesine göre görüşme açacağım.
Gruplara ve Hükûmete ve şahsı adına iki
üyeye söz vereceğim.
Konuşma süreleri, gruplar ve Hükûmet
için yirmişer dakika, şahıslar içinse on dakikadır.
Şimdi, Tezkere üzerinde söz alan sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Gruplar adına; Anavatan
Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Süleyman Sarıbaş,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Onur Öymen, AK Parti Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Erol Aslan
Cebeci. Şahısları adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen
ve yine İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ söz istemişlerdir.
İlk söz, Anavatan Partisi
Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Süleyman Sarıbaş'a aittir.
Efendim, süreniz yirmi
dakika.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN
SARIBAŞ (
Değerli arkadaşlar,
UNIFIL münifil bilmem, Lübnan'a asker gönderme tezkeresinin devamı.
Geçen sene, dokuzuncu ayda, bu Mecliste Lübnan'a asker gönderme tezkeresini
çıkarmış ve bir yıl süreyle Hükûmete yetki vermiştik. Hükûmet gerek
gördü ki, bir yıl daha uzatılması için böyle bir tezkere gönderdi.
Ben, sözlerime başlarken,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
O gün de söyledik,
Türk askerini gönderiyoruz çok şükür. Lübnan'a gönderiyoruz, Kosova'da
var, Afganistan'da var, ama gönderemediğimiz yer var. Gönderemediğimiz
yer, esasında, Türkiye'nin kanayan yarası, Kuzey Irak'a gönderemiyoruz.
Gönderemediğimiz gibi, daha dün, Irak'ı işgal etmiş bir
"dost" ve "müttefik" ülke saydığımız Amerika'nın
uçakları Türk hava sahasını ihlal ediyorlar dört dakika. Ne ülkenin
Başbakanından ne ülkenin Dışişleri Bakanından bu konuda hiçbir
açıklama yok, hiçbir tepki yok.
Şimdi, millet Anadolu'da
çıktı "Efendim, bunu Cumhurbaşkanı niye seçmediniz, bu Abdullah
Gül'ü?" İşte, bunun için seçmedik. Amerika uçakları Türk hava sahasını
ihlal ediyor ve ülkenin bu Dışişleri Bakanı tek bir tepki göstermiyor
üç gündür! Bunu mu seçecektik? Bunu mu seçmeliydik? Türk halkı, ey
Türk halkı: Amerika'ya her şeyi teslim etmiş, Kuzey Irak politikalarını
teslim etmiş, Türkiye'nin güvenliğini teslim etmiş bir Dışişleri
Bakanını mı Cumhurbaşkanı seçecektik? Türkiye'nin tamamını mı
teslim ettirseydik başkalarına? Böyle bir şey var mı? Böyle bir şey
var mı?
Lübnan'a giderken söyledim:
"Lübnan'a bu askerleri İsrail'in güvenliği için gönderiyoruz."
O gün söylemiştim, bugün de tekrar ediyorum: "Hayatları boyunca
'Yahudi telin mitingi' düzenleyenler, kırk yaşından sonra Yahudilerin
destekçisi oldular da onun için vicdanım kanıyor." demiştim,
tekrar ediyorum.
Ne yaptı bir yıldır
Lübnan'a gönderdiğimiz askerler? Hizbullah'ın silahlandırılmasını
sağladı, yani, "Hizbullah'ın elinden silahları almadı." diyeceksiniz,
ama, Hizbullah'a dışarıdan gelen destekleri önledi. Kimin adına?
İsrail'in güvenliği adına. Türkiye'ye de bu yakışırdı, bu Hükûmete
de bu yakışırdı. Mübarek olsun! Mübarek olsun!
Yani, değerli arkadaşlar,
denilecek ki: "Askerlerimiz, işte, dışarıda ne yapıyor? Terör
olan ülkelerde Birleşmiş Milletler kararları dahilinde, terörün
yayılmasına engel olmak için, terörle mücadele için, Birleşmiş Milletler
kapsamında iş birliği için gönderiyoruz." Bir taraftan terörle
iş birliği için askerlerimizi dışarı gönderiyoruz, bir tarafta
teröre destek olan El Kadı'ya kefil oluyoruz. Şimdi bunun neresi ne
bunun? Bir tarafta teröre maddi kaynaklar sağladığı açık, net olan
El Kadı'ya Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı kefil, bir taraftan
Afganistan'a, Lübnan'a terör önlensin diye, uluslararası alanda terör
önlensin diye asker gönderiyoruz, esas asker göndermemiz gereken
yer, Başbakanlık. Başbakanlığa asker gönderirsek terörü önleriz.
Terörü önleriz… Çünkü orası üretiyor bunu, El Kadı'ya kefil olan yer
orası.
Değerli arkadaşlar,
ne olacak bu Kuzey Irak'ın durumu? Bak, bugün sabah haberlerde gördüm:
"Daho'nun, Erbil'in, Süleymaniye'nin güvenliği bölgesel güçlere
teslim edildi." Bir müddet sonra herhâlde, referandumdan sonra
Kerkük'ün, Musul'un da güvenliği bölgesel güçlere teslim edilecek. O
bölgede yayın yapan televizyonlar var. Oradaki yönetimin yayın
yaptırdığı 10'a yakın televizyonlar var. Bir dinleyin arkadaşlar,
uydulardan bir açın da o televizyonları dinleyin; Türkiye'ye hangi
hakaretler yağdırılıyor, her gün hangi ihanetler yağdırılıyor bir
dinleyin. Ondan sonra gidin, Bağdat'ta Talabani'yle sarılıyor musunuz,
öpüşüyor musunuz, barışıyor musunuz, kardeşlik mesajları mı veriyorsunuz,
onları dinledikten sonra bir konuşun. Yani yapmak istediğiniz şey
nedir dört buçuk senelik iktidarınızda? Terörle ilgili mücadelenizde
gele gele, gele gele geldiniz, Ankara'nın göbeğinde, terörün bombaları
patlamaya başladı. Bu Mecliste söyledik, geçen de, dün de söyledim.
(19 Eylül 2005, Meclis olağanüstü toplantıya çağırıldı.) Gelin, şu
terörü bir konuşalım, şu Mecliste bir tartışalım, önlemlerini alalım,
Hükûmete tavsiyelerde bulunalım diye. AK Parti Grubu kulisten bu
salona girmedi ve ilk defa Meclisin geleneğinde Meclisten kaçma,
AK Parti Grubunun eylemiyle ortaya çıktı. Şimdi, meydanlarda caka
satarak, "Meclise girmeden milletvekili olmaz." denilenler,
terör konusu bu Mecliste görüşülürken, o kulislerden bu salonlara
kimseyi koymadılar. Bu millet, bu aziz millet, bu büyük millet bunları
görmeyecek, bunları yaşamayacak, ondan sonra dönüp diyecek ki: Kuzey
Irak'ta kırmızı çizgilerimizi sildiren, Avrupa Birliğinde Türkiye'ye
en galiz hakaretleri yaptıran, Kıbrıs'ta Kıbrıslı Rumlara peşkeş
çekme adına protokollerin altına imza atmaktan kendi korktuğu
için başkalarına attıran birini, Cumhurbaşkanı seçmediniz diye...
Kimi seçmediğimizi anlasın bu millet. Kimi seçmediğimizi bu millet
anlasın diye söylüyorum bunları. Biz, Kuzey Kıbrıs'ı protokolle
Rumlara teslim etmeye kalkan ve Rumların Kıbrıs'ın tek temsilcisi
olmasını kabul etmeye doğru adımlar atan bir Dışişleri Bakanını
seçmedik. Biz, Kuzey Irak'ta askerinin başına çuval geçirttiren ve
Kuzey Irak'taki bütün kırmızı çizgilerimizi yok eden bir Dışişleri
Bakanını, evet, Cumhurbaşkanı seçmedik. Biz, Amerika'nın her dediğini
yapan, ama Amerika uçakları Türkiye'nin hava sahasını ihlal ettiği
için üç gündür sesini çıkartmayan bir Dışişleri Bakanını seçmedik.
Çünkü, Türkiye'nin bunlara emanet edilemeyeceğini düşündük ve doğru
düşündük. Ne için seçilir? İyi yönetici seçmektir, bütün milletin
amacı budur, iyi yönetici seçmek. Bizi iyi yönetenler yönetsin diye
seçimler yapılır. Bir Cumhurbaşkanlığı sürecini kötü yönetene,
tekrar prim vereceğiz ve seçeceğiz; yani, yönetememiş, süreci yönetememiş,
kötü yönetmiş, bu krizlere vesile olmuş, ama kötü yönetim bir prim
alacak. Böyle bir şey yok. Kötü yönetenler dünyanın her tarafında giderler,
iyi yönetenler gelirler ve bu millet inşallah bu seçimde kendi geleceğini
iyi yönetecek, kendi geleceğini iyi yerlere taşıyacak, Türkiye'nin
millî çıkarlarını, Türkiye'nin değerlerini, Türkiye'nin tarihten
gelen gücünü bu bölgede kaim kılacakları iktidar edecek.
Döneminizde ne oldu arkadaşlar? Türkiye,
itaat
Ve bu Hükûmet, terörle ilgili, bundan daha
birkaç ay evvel bu Mecliste gizli oturum yaptı. Ne yaptık? O gizli oturumdan
hafızalarınızda kalan veya o gizli oturum sonucunda Hükûmetin terörle
ilgili aldığı bir tedbir, burada 550 milletvekilinin hafızasında
hiçbir şey var mı? Ne konuştuk? Ne konuştuk? O konuşmadan sonra Türkiye'de
neler oldu? Türkiye'de yüzlerce güvenlik görevlimiz şehit oldu, onlarca
sivil vatandaşımız maalesef teröre kurban gitti. Demek ki, bu
Hükûmetin görevi sadece konuşmak.
Şimdi, Genelkurmay
Başkanı, terörle ilgili birimler diyorlar ki: "Kuzey ırak'a müdahale
etmemiz lazım." Hükûmet diyor ki: "Bize bir talepleri gelmedi,
bize bir talepleri gelsin, bize bir tezkere talepleri gelirse,
Hükûmet olarak arkasında dururuz, yerine getiririz." Aynı
Hükûmet, bir başka alanda diyor ki: "Genelkurmay Başkanlığı bana
bağlı, siyasi sorumluluk bana ait."
Şimdi, Genelkurmay
Başkanlığı size bağlı, doğrudur, Başbakanlığa bağlı, siyasi sorumluluk
da size ait. Niye peki, size bağlı bir kurumun sizden bir talep etmesinden
medet umuyorsunuz da, siz, bir siyasi sorumlulukla… Yani, bu ülkenin güvenliğinden,
bu ülkenin terörle mücadelesinden sizin hiçbir sorumluluğunuz
yok mu? Yani, sahada bulunan, terörle mücadele eden Türk Silahlı
Kuvvetleri, polisimiz, güvenlik kuvvetlerimiz, onlar ancak bu konuda
bir şey geliştirirlerse siz ona destek olursunuz, ama, siz, hiçbir şey
geliştirme noktasında, terörle mücadele noktasında adım atmazsınız,
öyle mi? Siyasi sorumluluğunuz bunu gerektiriyor! O zaman niye
Hükûmetsiniz? O zaman Hükûmet olmanızın esbabımucibesi nedir? Ülkenin
güvenliğinden sorumlu olmayacaksınız! ülkenin yokluğundan, fakirliğinden,
açlığından, sefilliğinden sorumlu olmayacaksınız. Siz din işleri hükûmeti
misiniz? Sadece, milletin din işlerinden mi sorumlusunuz?
Değerli arkadaşlar,
bu tezkere fuzuli bir tezkeredir. Benim askerimin, ne Lübnan'da ne
Afganistan'da işi yoktur. Benim askerimin bir yerde işi olması gerekiyorsa,
ülkemin ulusal güvenliğini, ülkemin millî çıkarlarını gerektiren
Kuzey Irak'ta işi vardır ve Türkiye'ye ihanet kusan Kuzey Irak'ta görev
yapmalıdır.
Getirin, öyle bir tezkere
alnınızdan öpelim sizi. Oraya gelince, nedense, kendi ülkemizin
ulusal güvenliğine, millî çıkarlarına gelince tek bir adım atmayacaksınız,
ama, başkalarının elinize sipariş olarak yazıp verdiği tezkereleri,
bir altına imza atarak Meclise göndereceksiniz, ondan sonra da bizden
destek bekleyeceksiniz.
Bu milletin, siz geldikten
sonra teröre kurban verdiği binlerce insanının kanı sizi tutacak
inşallah. Binlerce insanın kanı sizi tutacak, çünkü siz, bu milletin
vicdanını kanattınız, bu milletin irfanını kanattınız, bu milletin
ruhunu kararttınız; terör konusunda hiçbir tedbir almayarak, her
gün kötülediğiniz, her gün çatışma yarattığınız devletin kurumlarını,
bu işlerde sanki sorumlular sadece onlarmış gibi, hiçbir siyasi
sorumluluk almayarak. Bunun vebalini, inşallah bu millet görecek.
İç Anadolu'nun, Doğu Anadolu'nun, Karadeniz'in, Marmara'nın, Ege'nin
insanları, beni dinleyen insanları, eğer bu ülkede terörden kurtulmak
istiyorlarsa, eğer bu ülkede kardeş kavgasından kurtulmak istiyorlarsa,
eğer bu ülkede kamplaşmaktan kurtulmak istiyorlarsa, kurtulmak istedikleri
tek şey, kurtulmaları gereken tek şey bu Hükûmettir. Çünkü, bu Hükûmet,
bizatihi bunların eylemcisi, bunların içinde bulunan, gerçekten
bunlara destek olan, teşvik eden bir Hükûmettir.
CAHİT CAN (Sinop) - Ayıp, ayıp! Ne teşvik
ediyor yahu?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - Ben, bu
duygularla, Anavatan Partisi olarak bu tezkereye destek vermediğimizi
ilan ediyorum. Benim askerimin Lübnan'da işi yok. Eğer sizin ihtiyacınız
varsa -siz nasıl olsa 22 Temmuzdan sonra boş kalacaksınız- hepiniz
silahlanır, gidersiniz oraya.
Saygılar sunuyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Kendileri gitsinler, kendileri!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Sarıbaş.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen.
Şahsı adına da söz isteği
var, bu iki isteği birleştiriyorum.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ONUR
ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Lübnan'da
görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL'in bünyesinde
Türk Silahlı Kuvvetlerinin görev süresinin uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık Tezkeresi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubunun
görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle,
yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, bu meselenin
özüne girmeden önce bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi seçim kararı almıştır. Seçim kararı almış meclisler
ve o dönemde görev yapan hükûmetler, uluslararası teamüle göre, ancak
cari işlerle uğraşırlar. Günlük, devletin günlük işleriyle uğraşırlar,
olağanüstü bir durum, bir savaş durumu gibi bir olağanüstü, beklenmedik
bir durum ortaya çıkmadıkça.
Şimdi, bakıyoruz,
Hükûmet, sanki seçim kararı alınmamış gibi, sanki Anayasa'mızın
102'nci maddesine göre Cumhurbaşkanı seçilemediği için derhal seçime
gidilmesi zorunlu olan bir durum ortaya çıkmamış gibi, tutuyor
uzun süre iş başında kalacak bir hükûmetmiş gibi, bir meclismiş gibi
kararlar alıyor ve bu Meclise bu yönde öneriler getiriliyor. Bunların
en önemlisi, bildiğiniz gibi Anayasa değişikliği önerisidir.
Değerli arkadaşlarım,
geçen gün de başka vesileyle söyledim, burada bir kere daha tekrarlayayım.
Biz inceledik ve dünya tarihinde bunun bir örneğini bulamadık. Seçim
kararı almış bir hükûmetin bir anayasa değişikliğine gittiğinin
örneğini göremedik. Seçim kararı almış hükûmetler, yalnız anayasa
değişikliği gibi böyle önemli, özlü konularda değil, başka konularda
da karar almaktan çekiniyorlar, önemli ihaleler yapmamak gibi,
uzun vadeli kararlar almamak gibi, bir sonraki meclisin, bir sonraki
hükûmetin görev sahasına giren konularda karar almamak gibi. Buna
bütün ülkeler özen gösteriyorlar, bizim Hükûmetimiz hariç. Şimdi,
Hükûmetin Meclise bu defa sunduğu Lübnan'la ilgili öneri de tam bu
çerçeveye giriyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
Birleşmiş Milletlerin Lübnan'daki askerî birliğinin görev süresi
ne zaman sona eriyor? 31 Ağustos 2007 tarihinde. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Hükûmete orada askerî birlik bulundurmak için hangi tarihe
kadar yetki verdi? 5 Eylül 2007. Peki, sizin şimdi aceleniz ne? Niçin
Meclise bu konuyu şu anda getiriyorsunuz da gelecek hükûmetin, gelecek
meclisin bir değerlendirme yapmasına fırsat bırakmadan Türkiye'nin
elini kolunu bağlıyorsunuz? Buna hakkınız var mı? Buna yetkiniz
var mı? Bırakınız, sizden sonraki meclis karar versin. Bırakınız,
sizden sonraki hükûmet karar versin. Sizden sonraki hükûmet bütün konuları,
bütün gelişmeleri birlikte görsün, birlikte değerlendirsin. Lübnan'da
neler oluyor, Orta Doğu'da neler oluyor, orada askerî birlik bulundurmak
Türkiye'nin lehine midir değil midir, bölgeye katkı sağlar mı sağlamaz
mı, bırakın sizden sonrakiler karar versin. Bu ne telaştır, bu ne
aceledir, yani bunu anlamak kabil değil. Hükûmet, başka konularda
yaptığı gibi, bu konuda da âdeta yangından mal kaçırır gibi, ne kadar
karar mümkünse o kadar karar çıkaralım, Meclisi gece yarılarına
kadar çalıştıralım...
Değerli arkadaşlar,
bu, uluslararası teamüllere hiç uygun olmayan, Parlamento alışkanlıklarına,
Parlamento çalışma usullerine hiç uygun olmayan bir yaklaşımdır.
Değerli arkadaşlar,
bu vesileyle bir iki hususa dikkatinizi çekmek istiyorum Lübnan'la
ilgili olarak. Geçen yıl 12 Temmuzda başlayan ve İsrail'in Lübnan'a
saldırısıyla gelişen olaylarda yüzlerce sivil hayatını kaybetti,
975 bin Lübnanlı ile 500 bin İsrailli evsiz kaldı ve ne yazık ki, Birleşmiş
Milletler, bu büyük insanlık dramı karşısında çok uzun süre sessiz
kaldı, tepki gösteremedi. Orada İsrail uçakları Birleşmiş Milletler
gözlem postalarını vurdular, Birleşmiş Milletler askerlerini öldürdüler,
onu bile kınamaya cesaret edemediler, hiçbir Batılı ülke ciddi
bir tepki ortaya koyamadı. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, o zaman
bu saldırıları çok açık biçimde kınadık ve İsrail bombardımanının
hemen durdurulması gerektiğini söyledik. Çatışmalar 14 Ağustos
2006 tarihinde durdu ve o tarihe kadar Lübnan'da tam 3,6 milyar dolarlık
tahribatın olduğu tespit edildi.
Değerli arkadaşlarım,
biz, Sayın Genel Başkanımızla birlikte Lübnan'ı ziyaret ettik, Güney
Lübnan'a gittik, askerlerimizin durumunu yerinde gördük, birliğimizi
ziyaret ettik, oradaki askerlerimizin, subaylarımızın, astsubaylarımızın
görevlerini büyük bir sorumluluk duygusuyla yerine getirdiklerini
iftiharla gördük. Bu, işin bir tarafıdır ama işin bir de başka tarafı
var. Bizim oradaki askerî mevcudiyetimizin dayandığı kuralları
dikkate almak zorundayız. Geçen defa bu konu gündeme geldiğinde,
biz, bu Mecliste bunları size açıklamıştık. Meclise, maalesef,
Hükûmetçe yeterince bilgi verilmemişti, ama biz, Birleşmiş Milletlerin
1701 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı'nın içeriğini burada anlatmıştık,
UNIFIL'in birinci ve ikinci bölümünün hangi koşullar altında görev
yaptığını anlatmıştık.
Şimdi, o tarihten sonra
ne oldu? Durum Lübnan'da sükûnete kavuştu mu? Biz Lübnan'a gittiğimizde
son derece perişan bir manzarayla karşılaştık. Sosyalist Enternasyonal
Başkanı Sayın Papandreu'nun daveti üzerine Sayın Genel Başkanımız
Lübnan'a gitti ve orada Cumhurbaşkanıyla, Başbakanla, Meclis Başkanıyla,
siyasi partilerin başkanlarıyla, önde gelen temsilcileriyle görüşmeler
yaptı ve bu temaslar sırasında Lübnan'daki durumun ne kadar perişan
olduğunu gördük.
Başbakanın davetine
girdik. Başbakanlık binasına dikenli teller arasında, tankların
koruduğu küçücük kapılardan girebiliyorsunuz. Güvenlik yok. Hiçbir
kimse Lübnan'da güvenliğinden emin değil. Biz Başbakanlığa gitmeye
hazırlanırken otelimizde, büyük böyle silah sesleri duyduk, çok
miktarda ateş açan birliklerin seslerini duyduk, kim kime saldırıyor
belli değil.
Şimdi, böyle bir kargaşa
ortamında Türk askerleri görev yapıyor ve Türk Deniz Kuvvetleri görev
yapıyor. Bu arada ne oluyor? Bu arada Lübnan ordusu, ülkenin kuzeyinde
Fetih El İslam örgütünün üslendiği Nahr el Berid mülteci kampını
ablukaya alıyor. Orada yeni bir örgüt çıkıyor ortaya, şiddete başvuran
bir örgüt çıkıyor ortaya ve iki gün içinde 61 kişi öldürülüyor. Fetih
El İslam, El Kaide ile bağlantılı olduğu iddia edilen bir örgüttür. Yani,
Lübnan'da böyle bir çatışma ortamı var ve Lübnan'ın neresine bu çatışma
ortamının sirayet edeceğini, Hizbullah'ın hangi aşamada ne ölçüde
devreye gireceğini bugünden tespit etmek mümkün değil.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bunun dışında da Orta Doğu'da gene Filistin ile İsrail arasında aynı
bölgede çok ciddi çatışmalar oluyor. İsrail daha birkaç gün önce
bir Filistinli Bakanı tevkif etti. Orada bir taraftan Hamas örgütü
İsrail'e füze saldırılarında bulunuyor, bir taraftan İsrail uçakları
Filistinlileri bombardıman ediyorlar, yani orada da güvenlik ortamı
hiçbir şekilde sağlanmış değildir ve bu ortam içinde maalesef Türk
askerleri bu sınıra çok yakın bir yerde görev yapmaktadırlar.
Şimdi değerli arkadaşlarım,
gayet tabii ki "barış gücü" insani bir görevdir. Türkiye de
Kore Savaşı'ndan bu yana Birleşmiş Milletler Barış Gücü çerçevesinde
çeşitli ülkelerde görev yapmıştır ve bu konudaki talepleri elinin
tersiyle geri çevirmemiştir. Ama, bütün hükümetler böyle bir taleple
karşı karşıya kaldıkları zaman incelemişlerdir. Bizi davet eden
ülke kimdir? Biz orada ne yapacağız? Kimi kime karşı koruyacağız?
Şimdi, Lübnan'daki durum
hakkında size iki tane bilgi vermek istiyorum: Şimdi, bizim koruma
için, Lübnan ordusuna destek olmak için asker gönderdiğimiz ülke ne
yapmıştır? En son yaptığı işlerden biri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle
bir anlaşma imzalamıştır. Ne diyor bu anlaşma? Kıbrıs ile Lübnan arasındaki
deniz sahasının altındaki kıta sahanlığını paylaşıyorlar, oradaki
petrol rezervlerini paylaşıyorlar uluslararası hukuka aykırı
biçimde. Düşünebiliyor musunuz, bir Çin ve bir Norveç firması araştırma
yapıyor ve orada 8 milyar varil değerinde, 450 milyar dolarlık petrol
rezervi bulunduğunu tespit ediyor ve bu petrolü paylaşmak için, gidiyor
Kıbrıslı Rumlar, bir taraftan Mısır'la anlaşma yapıyor, bir taraftan
Lübnan'la anlaşma yapıyor ve Lübnan bu anlaşmanın altına imza atıyor;
elimizde metni var, tarihi var, ayrıntıları var. Hükûmetimiz buna
acaba yeterli tepki gösterdi mi? Bu imzayı iptal ettirdiniz mi? Siz
orada asker bulunduruyorsunuz, siz o ülkeyi koruyorsunuz ve sizin
koruduğunuz ülke, sizin için can alıcı bir konuda, sizi hasım sayan
bir devletçikle -Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle- böyle bir anlaşma imzalıyor.
Şimdi, bunu siz içinize sindirebiliyor musunuz? Şimdi, bu soruyu
bir kenara koyuyoruz.
Madde iki… Başka ne yapıyor?
Lübnan Parlamentosu bir karar alıyor ve bu kararla Ermeni soykırımı
iddiasını kabul ediyor, üstelik "1915 ile 1923 yılları arasındaki
soykırım." diyor. Yani, bizim 19 Mayıs 1919'dan sonraki dönemi
de kapsayan, Cumhuriyetin ilanına kadar olan dönemi kapsayan bir
soykırım iddiasını Lübnan Meclisi kabul ediyor.
Değerli arkadaşlarım,
şunu düşünebilirsiniz: "Efendim, işte Mecliste kararlar çoğunlukla
alınır. Ne yapalım? Orada, bizimle bugün muhatap olan Lübnanlı devlet
adamları herhâlde bunun dışında kalmışlardır, bu kararı benimsemiyorlardır."
diye düşünenler olabilir aranızda. Böyle düşünenleri rahatlatayım,
hemen cevabını vereyim. Bu karar, değerli arkadaşlarım, Lübnan
Parlamentosunda oy birliğiyle alınmıştır, oy birliğiyle. Bugün,
sizin oturduğunuz, el sıkıştığınız, askerî birlik gönderilmesi vesilesiyle
görüşme yaptığınız insanlar, bu soykırım iddiasını imzalayan insanlardır.
Bunu biliyor musunuz? Ve bu ülkede asker bulunduracaksınız! Ne niçin?
Ne niçin? Türkiye'nin hangi çıkarları bunu gerektiriyor? Efendim,
Hükûmet mensupları "Biz oraya asker göndermezsek bölgede itibarımız
kalmaz." diyorlardı.
Değerli arkadaşlar,
yıllardan beri, UNIFIL Lübnan'da görev yapıyor ve bizim askerimiz
yoktu orada, itibarımız mı sarsıldı? Orta Doğu'nun en önemli ülkelerinde
Mısır'ın UNIFIL'de askeri yok. Mısır'ın itibarı mı sarsılıyor? Bu iddialar,
gerçekten, ciddiye alınacak iddialar değildir. Şimdi, askerinizin
bulunması zorunlu olmayan bir yerde, üstelik daha uzun süresi varken
mevcut yetkinizin, siz geliyorsunuz, alelacele, bu Meclisten karar
almaya çalışıyorsunuz. Bunu bizim anlamamız kabil değildir, tasvip
etmemiz kabil değildir, oy vermemiz kabil değildir.
Şimdi, meselenin başka
tarafına geçelim. Değerli arkadaşlarım, siz, asker bulundurmamızın
çeşitli sakıncaları olan, ama faydası olması olmadığı aşikâr olan
bir bölgede asker bulunduracaksınız, ama asker bulundurmamızın
zorunlu olduğu yere asker göndermek için gelip Meclisten yetki istemeyeceksiniz!
İşte bunu anlamak kabil değildir. Kuzey Irak'tan bahsediyorum anlayacağınız
gibi, gayet iyi anlayacağınız gibi.
Kuzey Irak'taki durum,
değerli arkadaşlarım, size çok açıkça söylüyorum, dünya yüzünde
hiçbir örneği olmayan bir durumdur. Dünyanın üzerinde hiçbir yerde,
bir terör örgütü olacak, ama o terör örgütünü etkisiz kılmakla görevli
bir güvenlik gücü olmayacak, böyle bir durum dünyanın hiçbir yerinde
yok. Nerede bir terör örgütü varsa, o ülkede, o terör örgütünü bertaraf
etmek için görevli bir güvenlik gücü var. Tek istisnası Irak'tır. Böyle
bir şey olamaz. Siz bunu içinize sindiremezsiniz. Lübnan meselesini
getireceğinize, bunu getirin Meclise.
Bakınız, daha birkaç
gün önce, Ankara'nın göbeğinde, çok sayıda vatandaşımız, masum insanımız
hayatını kaybetti, birçok vatandaşımız yaralandı. Türkiye'nin
her köşesinde benzeri saldırıları yapmak için hazırlanan canlı
bombalar, patlayıcılarla birlikte yakalanıyor. Allah korusun,
yarın, başka bir yerde benzeri olayların olmayacağını kimse temin
edemez bize.
Peki, bu olayların
kaynağı neresi? Kuzey Irak. Kuzey Irak'taki terör örgütünü etkisiz
kılmak için kim ne yapıyor? Hiç kimse, hiçbir şey yapmıyor, Türk Hükûmeti
dahil. Biz buna isyan ediyoruz. Biz, Cumhuriyet Halk Partililer olarak
buna isyan ediyoruz. Türk devleti, cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman
bu duruma düşürülmemişti. Siz ne yapmak istiyorsunuz? "Efendim,
yabancı ülkeleri ikna edemedik. Irak'la temaslarda bulunduk, gittik
geldik; Irak Başbakanıyla konuştuk, yetkilileriyle konuştuk, Irak
Hükûmetinin o teröristleri etkisiz kılmasını sağlayamadık."
Maşallah! Siz okumuyor musunuz, gazeteleri bilmiyor musunuz? Irak
Hükûmeti şu sırada kendini koruyacak durumda değil, Bağdat'ı koruyacak
durumda değil. Amerikan askerleri geliyor, Amerikan askerlerinin
gücü bile Bağdat'ı korumaya yetmiyor. Böyle bir durumda Irak hangi
güçle, hangi birlikle gelip sizin sınırınızda üç yüz kilometreyi
aşkın bir bölgeyi koruyacak? Mümkün değil. İstese de yapacak durumda
değil.
O zaman kim yapacak? Amerika
yapacak. Orada 150 bin civarında askeri var. Amerika'ya söylüyorsunuz,
Amerika da yapmıyor. Diyor ki: "Benim oraya tahsis edecek askerim
yok." Biz Amerikalılara dedik ki: "Askeriniz yoksa, uçağınız
da mı yok? Yani, bir hava operasyonu dahi mi yapamazsınız sorumlu
olduğunuz bir bölgedeki bir terör örgütüne? Sizin de terörist örgüt
saydığınız bir örgüte karşı bir hava operasyonu dahi mi yapamazsınız?"
"Efendiler, uçaklarımızın başka görevi var." Şimdi anlıyoruz
ne görevi olduğunu. Demek ki Hakkâri bölgesinin üzerinden uçmak görevi
varmış! Teröristlere tahsis edemiyorlar, ama Türkiye'nin üzerinden
uçmaya tahsis ediyorlar uçakları. Eğer oralarda uçuracak uçağınız
varsa, önce terörist hedeflere yönelik kullanacaksınız bu uçakları,
bir müttefik ülkenin topraklarını denetlemek için değil. Efendim,
kaza olmuş! Böyle, bu devirde, bu teknolojinin olduğu devirde, değerli
arkadaşlarım, böyle kazaların olmasını biz hayretle karşılarız.
Çok dikkatli olmamız
gereken günlerden geçiyoruz ve Hükûmetten maalesef tepki göremiyoruz.
Sayın Dışişleri Bakanı demeç veriyor: "Efendim, bu konuda bilgi
alamadık askerlerden." diyor. Asker niye bildirmesin? Böyle
bir olay olduğunda, hepimiz tecrübeyle biliyoruz ki, askerler anında
Hükûmete bilgi verirler, anında Dışişlerine bilgi verirler. "Bakalım,
kaç dakika kalmış?" diyor. Yani, üç dakika kalması ile dört dakika
kalmasının sizin açınızdan, Hükûmet açısından acaba ne gibi bir farkı
var? Bunlar olacak şeyler değil ve siz bunlara karşı hiçbir tepki gösteremiyorsunuz,
asker gönderemiyorsunuz, sizden önceki hükûmetlerin yaptığını yapamıyorsunuz
değerli arkadaşlarım. Bu, olacak iş değil.
Siz, asker göndermek
yerine, efendim, "oturalım, bekleyelim" diyorsunuz,
"özel temsilciler çare bulsun." Bu özel temsilciler yoluyla,
acaba, nerede terörle mücadele ediliyor? Amerika, niçin Irak'taki
terörist faaliyetlerle özel temsilci vasıtasıyla mücadele etmiyor?
Niçin Afganistan'a özel temsilci göndermiyor da, Türkiye'yle özel
temsilci vasıtasıyla, PKK'yı engellemeye çalışıyor? Bunlar olacak
şeyler değil. Yani, gerçekten kendisine saygısı olan hiçbir ülke bunu
kabul edemez.
Şimdi, işin özeti şu:
Aramızda anlaşma var, 1926 Anlaşması. Bu Anlaşma çerçevesinde,
Irak, sınırı korumak durumunda, terörle mücadele etmek zorunda.
Yapamıyor, Amerika da yapmıyor. "Biz yapalım." diyoruz,
"Hayır, siz de yapmayın." diyorlar. Bu ne demektir? Yani, bu, teröristlere
nasıl bir mesajdır? Bu, Türkiye'ye nasıl bir mesajdır?
Değerli arkadaşlarım,
ben, size şunu söyleyeyim: Ben, böyle bir şeyin örneğini hiç görmedim.
Türkiye de Amerika da NATO ülkesidir. NATO'ya, Türkiye 1952 yılından
beri üyedir. Yarım yüzyıldan fazla bir süredir biz NATO ülkesiyiz.
NATO niçin kurulmuş? Devletlerin müşterek güvenlik ihtiyaçlarını,
müşterek savunma ihtiyaçlarını korumak için kurulmuş. Şimdi, Türkiye
ile Amerika, NATO içinde müttefik ülkelerdir, yani birbirlerinin
güvenliğini korumakla mükellef ülkelerdir.
1949 tarihli Washington
Anlaşmasını açıp bakacaksınız. Bu Anlaşma, ülkelerin birbirlerinin
güvenliğini korumak için ne kadar ileri taahhütler üstlendiklerini
ortaya koyuyor. Şimdi, 11 Eylül saldırılarından sonra, Amerika
bir terörist saldırıya uğradıktan sonra, biz bütün NATO ülkeleri
olarak Amerika'ya destek verdik. Birinci sırada hangi ülke vardı?
Ben, o sırada NATO'da daimi temsilciydim, birinci sırada Türkiye
vardı ve Amerikalılar NATO'da dediler ki: Hiçbir ülke bizi Türkiye
kadar desteklemedi" ve ben, burada, çok üzülerek, derin bir üzüntüyle
söylüyorum ki, Kuzey Irak'taki mücadelemizde hiçbir ülke bizi Amerika
kadar yalnız bırakmamıştır. Bunu üzüntüyle karşılıyoruz. Bu nasıl
bir ittifaktır? Bu nasıl bir ittifaktır ki, birbirinin güvenliğini
korumakla, birbirini desteklemekle görevli ülkeler olacak, ama o
ülkelerden biri öbürüne yönelik terörist faaliyetleri engellemek
için hiçbir şey yapmayacak ve terörist saldırıya muhatap olan ülkenin
kendini korumasına engel olacak!
Biz Amerika'ya gittik
geçenlerde, bunu sorduk "Bunun izahı nedir? Yani, bunu, bize nasıl
izah edeceksiniz, nasıl açıklayacaksınız?" dedik. Bulabildikleri
tek izah tarzı şu: "Efendim, biz, Kuzey Irak'ta istikrarın korunmasına
önem veriyoruz. Türkiye oraya bir askerî müdahalede bulunursa Kuzey
Irak'ın istikrarını koruyamayız." Biz dedik ki: "Kuzey
Irak'ın istikrarının bozulmasının bedeli eğer Türkiye'nin istikrarının
bozulması ise, yani Kuzey Irak'ta istikrarın korunmasının bedeli
Türkiye'de istikrarın bozulmasıysa, siz, bunu, kabul edemezsiniz.
Siz, Türkiye'nin müttefiki olarak, bir müttefik ülkenin istikrarının
bozulmasını içinize sindiremezsiniz, böyle bir durum olamaz."
Aman efendim, dokunmayın Irak'a orada istikrar bozulmasın, ama Türkiye'de
bozulsun. Böyle
şey olur mu? Bunu nasıl yaparsınız?
Değerli arkadaşlarım, biz Amerika'nın
düşmanı değiliz. Biz, Amerika'yla, dediğim gibi, yarım yüzyılı aşkın
zamandan beri ittifak ilişkisi içindeyiz; birbirimize büyük katkılarımız
oldu, büyük desteğimiz oldu. Amerika'yla iyi ilişkiler kurmayı biz
de isteriz, ama bu ülkenin masum insanlarının kanını akıtan, bu ülkenin
askerlerinin kanını akıtan bir terör örgütü, Amerika'nın etki alanındaki
bir ülkede serbestçe faaliyet gösteriyorsa buna sessiz kalamayız.
Gerçekten, biz Cumhuriyet Halk Partililer, Türkiye'nin, Türk Hükûmetinin
bu konudaki yetkisiz, aciz, beceriksiz ve cesaretsiz tutumunu kınıyoruz.
Bunu yapamazsınız, bu ülke hepimizin, bu insanlar hepimizin, ölen
insanlar hepimizin kardeşi, yalnız bizim değil, sizin de kardeşiniz,
bu memleketin çocukları.
Değerli arkadaşım biraz önce söyledi,
yani, biz "Bu konuları gelin Mecliste görüşelim." diyoruz,
genel görüşme önergesi veriyoruz, reddediyorsunuz; yani Türkiye
Büyük Millet Meclisi bu konuları görüşemeyecek. Neyi görüşecek?
Lübnan'daki askerî birliğimizin süresinin uzatılmasını görüşecek.
İşte, bunları
Değerli arkadaşlarım, bunları
Şimdi, bir değerli diplomatımız -emekli
olmuş- televizyonlarda açıklıyor: "Efendim, yalnız Türkiye'nin
hava sahasından geçmekle kalmadılar, Türkiye'nin üzerinden geçen
uçaklar, gittiler Irak'ı bombardıman ettiler." diyor. Siz buna
yetki verdiniz mi arkadaşlar? Adalet ve Kalkınma Partisine mensup
milletvekilleri, Türk hava sahasından geçen yabancı uçakların
Irak'a bombardımanda bulunması için yetki verdiler mi acaba? Biz vermedik. Böyle
bir talepte de Hükûmetin bulunduğunu duymadık. Böyle bir bilgi de
vermediler. Ne Mecliste verdiler ne Dışişleri Komisyonunda verdiler
ve şimdi öğreniyoruz ki, böyle bir hava operasyonunda, orada, Kuzey
Irak'ı bombardıman etmiş yabancı uçaklar Türkiye üzerinden. Yani,
onlar bunu yapabiliyor ama siz kendinize yönelik teröristlerin
üslerini kendi topraklarınızdan kalkan Türk uçaklarıyla vuramıyorsunuz.
Buna yetkiniz yok. Daha kötüsü, vurmayacağınıza dair anlaşma imzalıyorsunuz.
22 Eylül 2003 tarihli Dubai Anlaşması'nın metnini ben istedim Sayın
Devlet Bakanı Ali Babacan'dan, bize göndermek zorundalar, göndermedi.
Basına sızdı ve orada diyor ki: "1 milyar dolarlık hibe karşılığında
Türkiye Kuzey Irak'a asker göndermemeyi kabul edecektir, etmiştir."
Biz buna o kadar kuvvetli tepki gösterdik ki Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, gelip de Meclise bunun onayını teklif bile edemedi Hükûmet. Teklif
bile edemedi ve ondan sonra anlaşma yürürlüğe giremedi, Mecliste
onaylanmamıştı ama imzalandı. Neyi imzalıyorsunuz? Kuzey Irak'a
asker göndermemeyi imzalıyorsunuz. Şu Türkiye'nin düştüğü duruma
bakın! Lübnan'a asker göndereceksiniz, ama ülkenize yönelik saldırıların
kaynağındaki Irak'a asker göndermemeyi yazılı olarak taahhüt edeceksiniz.
Türkiye'nin geldiği durum, bu durumdur. Bizim bunları anlamamız kabil
değil, makul karşılamamız kabil değil.
Şimdi, biz iktidara
gelince göreceksiniz nelerin değiştiğini. Biz bu ülkeyi sahipsiz
bırakmayacağız. Biz bu ülkenin çocuklarını o terörist saldırılar
karşısında korumasız bırakmayacağız. Sayın Genel Başkanımız
açıkladı, bu ülkeyi böldürmeyeceğiz, bu devleti böldürmeyeceğiz.
Bu devletin bölünmesi için haritalar hazırlayanların heveslerini
kursaklarında bırakacağız. Biz, Cumhuriyet Halk Partililer olarak
böyle bir gelişmeyi, gerçekten, Türkiye'ye o bölgede yapılanları
son derece haksız ve insafsız buluyoruz. Kimden gelirse gelsin. Bu
kadar cesaretsiz politikalar Türkiye'yi gerçekten kendi çıkarlarını
koruyamayan bir ülke hâline getirmiştir.
İşte, değerli arkadaşlarım,
içinde bulunduğumuz durum budur ve bu durumu derin bir üzüntüyle
karşılıyoruz.
Son olarak şunu söyleyeyim:
Yine, o değerli diplomatımızın açıkladığına göre, meğerse, Amerikalılar,
Türkiye üzerinden askerî amaçla kullanılmak üzere, ciplerle, birtakım
muharip unsurları Irak'a geçirmişler. Hangi yetkiyle? Hükûmet bunlara
izin verdiyse kimden aldığı yetkiyle verdi? Eğer yanlış hatırlamıyorsam,
biz, bu yüce Mecliste 1 Mart tezkeresini reddetmiştik. Peki, 1 Mart
tezkeresi reddedilmişken, siz bu topraklar üzerinden bir askerî operasyona
hangi hakla, hangi yetkiyle izin verdiniz? Arkadaşımızın yanlış
bilgi verdiğini tahmin etmiyorum? Lütfen, Hükûmet, gelsin, Meclis burada,
kürsü burada, bize izahat versin. Hangi yetkiyle bunu yaptınız? Değerli
arkadaşlarım, işte, bu durum, gerçekten, bütün bu anlattıklarım,
son derece üzüntü verici bir tabloyu ortaya koyuyor ve ben size şunu
bir kere daha büyük bir üzüntüyle ifade etmek istiyorum ki, biz, cumhuriyet
tarihimizde böyle bir duruma hiç düşmedik. Sınırımızı korumak
için başkasından icazet bekleyen bir ülke durumuna hiç düşmedik. Kendi
sınırımızı biz kendimiz koruruz, kimseden izin alacak hâlimiz yoktur.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ONUR ÖYMEN (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkan, son cümlemi söyleyeceğim.
BAŞKAN - Buyurun efendim,
konuşmanızı lütfen tamamlayınız.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Kendi ülkemize
yönelik terörist saldırılarla kendimiz mücadele ederiz. Ha, Türkiye
teröristle mücadele etmesin diye bize fiziki engel koymak isteyenler
çıkarsa, o zaman, değerli arkadaşlarım, size İsmet Paşa'nın sözünden
cevap vereyim: "O zaman, bu dünya yıkılır, yeni bir dünya kurulur
ve Türkiye de o dünyada yerini bulur."
Çok teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.
AK Parti Grubu adına,
Sakarya Milletvekili Sayın Erol Aslan Cebeci.
Buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL'in görev süresinin
uzatılması yönünde karar alması durumunda hudut, şümul ve miktarı
Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701
sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında,
5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL harekâtına iştirak
etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine
dair Başbakanlık Tezkeresi'yle ilgili AK Parti Grubunun görüşlerini
belirtmek üzere söz aldım. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Ülkemiz, hem soğuk savaş
döneminde hem daha sonrasında, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün
"yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini dış politikamızın ana
hedefi hâline getirmiş, dünyada ve içinde yaşadığımız bölgede barış
ve güvenliğin sağlanması ve devamı için önemli katkılarda bulunmuştur.
Değerli milletvekilleri,
hepimizin bildiği gibi, saygın ve güçlü bir üyesi bulunduğumuz NATO
ittifakı, Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecinde ilerleme konusunda
kararlı ve bölgesinin en güçlü, en büyük ekonomik, siyasi ve askerî
gücü olan ülkemizin özellikle bölgemizde yaşanan gelişmelerden
etkilenmemesi, bu gelişmeleri etkilememesi ve kendisini bu gelişmelerin
dışında tutması mümkün değildir.
Coğrafi olarak sınırında
bulunduğumuz ve insanlarıyla çok güçlü tarihî ve kültürel bağlarımız
olan Orta Doğu bölgesi, üzülerek belirtmeliyim ki, zengin yer altı
kaynakları nedeniyle müreffeh bir gelecek potansiyeline sahip
olmakla birlikte, yıllarca süren karışıklıklar, çatışma ve istikrarsızlık
içindedir. Bu bölgeye yönelik ciddi bir sorumluluğumuz vardır. Bu
sorumluluklarımızı yerine getirmemiz bölgedeki ve dünyadaki
saygınlığımızı artırmıştır, bundan sonra da artıracaktır.
Bu temel çerçevede,
izninizle, sizlere, son bir yıl içerisinde Lübnan'daki gelişmelerle
ilgili olarak, çok kısa, hafızalarınızı tazelemek istiyorum.
12 Temmuz 2006 günü,
Hizbullah militanlarının roket saldırıları ve İsrail topraklarına
girerek düzenledikleri operasyonda 8 İsrail askerinin öldürülmesi
ve 2'sinin kaçırılması, biraz da Gazze'deki olaylar nedeniyle, bölgede
yaşanmakta olan krizin kapsam ve boyutu genişlemiş ve geçmişte bu
tarz saldırılarda yalnızca Hizbullah'ı hedef alan İsrail, bu defa,
saldırıdan Lübnan Hükûmetini sorumlu tutarak, Hizbullah saldırısına
orantısız bir ağırlıkla karşılık vermiştir. İsrail, Lübnan'ı havadan,
karadan ve denizden kuşatmış, Güney Lübnan ve Beyrut'ta özellikle Şiilerin
oturduğu güney mahalleleri bombalanmış, havaalanları ve deniz limanları
bombalanmış ve bu saldırılarda, 12 Temmuz 2006 tarihinden ateşkesin
ilan edildiği 14 Ağustos 2006 tarihine kadar, yaklaşık 1.200 tane Lübnanlı,
maalesef, hayatını kaybetmiştir. Öte yandan, bu çatışmalar sırasında
Hizbullah, İsrail'e üç bin beş yüze yakın roket ve havan mermisi atmış
ve bu çatışmada da 154 İsrail vatandaşı ölmüştür.
Lübnan meselesi ilk
olarak 14 Temmuz 2006 tarihinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde
ele alınmışsa da, konuya ilişkin Güvenlik Konseyinin bir karar tasarısı
çıkarması çalışmaları, maalesef, Fransa'nın hazırladığı taslak
üzerine Amerika Birleşik Devletleri'yle yürütülen müzakereler
çerçevesinde, uzun bir süre devam etmiş ve 11 Ağustos 2006 tarihinde,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 1701 sayılı Karar'ıyla bu
ateşkes davetini, oy birliğiyle bu kararı almıştır.
Kararda, taraflara,
çatışmaları tamamen durdurmaları, belirtilen ilkeler ve unsurlar
dâhilinde daimî ateşkesi ve uzun vadeli çözümü desteklemeleri çağrısında
bulunulmuştur. Kararda, ayrıca, çatışmalara son verilmesini takiben,
Lübnan kuvvetlerinin Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü olan
UNIFIL ile Güney Lübnan'a konuşlandırılmasına paralel olarak İsrail
kuvvetlerinin bölgeden çekilmesi, UNIFIL'in görev yönergesinin
ve faaliyetlerinin kapsamının genişletilerek, personel sayısının
15 bin askere kadar çıkarılması öngörülüyor.
Lübnan krizinin sona
erdirilmesi için, Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan, Lübnan
Başbakanı Fuad Sinyora, Suriye Cumhurbaşkanı Esad, Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri Annan, o dönemde AB Dönem Başkanlığını yapan Finlandiya
Başbakanı Vanhanen, İspanya Başbakanı Zapatero ve Amerika Birleşik
Devletleri Başkanı Bush, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ve Alman
meslektaşı Merkel ile telefon görüşmeleri gerçekleştirilmiştir.
Bu görüşmelerde, ateşkesin ivedilikle sağlanması, bu amaçla uluslararası
çabaların artırılması ve çatışmaların bölgeye yayılmaması
için, Lübnan'a bu ateşkeste önerilen gücün konuşlandırılmasıyla ilgili
olarak, Sayın Başbakanımız, gayet aktif, gayet tutarlı bir dış politika
izlemiştir.
Yine, Sayın Başbakan
Yardımcımız ve Dışişleri Bakanımız, Amerika Birleşik Devletleri,
Suriye, Fransa, İspanya Dışişleri Bakanları ve İsrail Başbakan
Yardımcısı ile telefon görüşmeleri gerçekleştirmiş ve 26 Temmuz
2006'da Roma'daki toplantıya katılmış, yine, çatışmaların sona erdirilmesini
takip eden dönemde de, hem Sayın Başbakanımız hem de Sayın Dışişleri
Bakanımız bu çabalarına devam etmiştir.
Bu süreçte, ülkemiz,
yapıcı, ölçülü, aktif bir dış politika izlemiş ve Türkiye'nin terörle
mücadelesinde mevcut konumunu kesinlikle zaafa uğratmayacak ve
bu konudaki hukuki ve siyasi zemini zayıflatmayacak bir tutum izlemiştir.
Ülkemizin Lübnan'da
görev yapan UNIFIL'e asker gönderilmesine dair tezkere, 5 Eylül
2006 tarihinde bu Mecliste görüşülmüş ve 880 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararı da yine aynı oturumda alınmış ve Anayasa'mızın
92'nci maddesi gereğince Hükûmete bu konuda yetki verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugünkü konuşmama hazırlanırken hem tezkere
tartışması sırasındaki partimizin ve muhalefet sözcülerinin o
gün Mecliste yaptıkları konuşmaları tutanaklardan hem de o günlerde
gazete haberlerini ve gazetelere konuşan arkadaşlarımızın söylediklerini
okudum.
Bildiğiniz gibi, çok
yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Şunu söylemeden geçemeyeceğim ki,
bugün, geriye baktığımızda ve bir yıllık uygulamayı gördükten sonra,
o günlerde muhalefet partilerinin sözcülerinin söylediklerini
bir kez daha hayret ve ibretle hatırladım.
Biz, ilke olarak güvenlik,
terör ve dış politika konularının siyasi polemik amacıyla kullanılmasına
karşıyız. Burada anlatmak istediğim şey, biz, hem iktidar partisi
olarak hem de Hükûmet olarak terör, güvenlik ve dış politika konularında
siyasi getiri veya siyasi maliyet yapmadan ve bu konuları polemiğe
sokmadan, bu konularla ilgili hem muhalefetin görüşlerini dinlemeye
hazırız hem de kendi görüşlerimizi gayet rahatlıkla söylüyoruz. Ve
bu siyasi getiri, siyasi maliyet hesabı yapmamak konusunda özen
gösteriyoruz. Sanırım şu da hakkımız ki, muhalefet partilerinin
de buna yakın bir özeni göstermesi bekleniyor.
Bu durumda, bizim, bugünkü
görüşmeler sırasında ben muhalefet partileri sözcülerinin konuşmalarında
ve onlardan beklediğim ve çok iyi biliyorum ki, halkımızın da beklentisi
budur: O gün bir bardak suda fırtına koparttıkları ve iktidarı ve
Hükûmetimizi haksız yere eleştirdiklerini, buraya gelip dürüst ve
samimi bir şekilde itiraf etmelilerdir: Evet, biz o gün bunları bunları
söyledik, şöyle bir karamsar tablo çizdik… Bilmiyorum, sizin kulaklarınız
da çınlıyor mu bu "süngü süngüye" meselesi, benim kulaklarımda
hâlâ var.
Ben detaylı bir tartışmaya
girmek istemiyorum, ancak o gün ortaya konulan karamsar tablolardan
hiçbiri, Allah'a çok şükür ki, gerçekleşmemiştir. Tam aksine, bu bir
yıllık uygulama bize ve tüm dünyaya şunu göstermiştir ki, Türkiye
Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri gücünün ve büyüklüğünün
farkındadır ve bu güç ve büyüklüğü gerektiğinde göstermek konusunda
da hiçbir tereddüdü yoktur.
Türkiye, bölgenin en
büyük gücü ve Türk Silahlı Kuvvetleri, bölgenin en iyi eğitimli, en
modern araç ve gereçlerle teçhiz edilmiş ordusudur. Bölgemizde güvenlik
ve istikrar söz konusu olduğunda, bu konularda gelişmeler olduğunda
bunlara seyirci kalmamızı hiç kimse bekleyemez.
Son bir yıl içerisinde,
Türk bayrağı gurur ve şerefle, hem Lübnan'da hem de Doğu Akdeniz'de
dalgalanmıştır. Bugün, âdeta, bizim bir körfezimiz sayılabilecek
Doğu Akdeniz'de, donanmamızın gemileriyle ve dalgalanan bayrağıyla,
bu körfez, bu Doğu Akdeniz şenlenmiştir. Sanırım, bu ülkede de bundan
gurur duymayacak bir tek Türk vatandaşı yoktur.
Bir noktaya özellikle
değinmek istiyorum: Lübnan'a gönderdiğimiz istihkam bölüğünün
özellikle kullandığı bir kısım ağır araçlar -çünkü bölüğümüzün bir
kısım ihtiyaçları gemilerle götürülmüş- daha önce belki hiçbir
yerde rastlanmayacak şekilde Suriye'yi bir baştan bir başa kara yoluyla
geçerek Lübnan'a ulaşmıştır güvenli bir şekilde. Bu konuda da ayrıca
Suriye Hükûmetine teşekkür etmek istiyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri,
daha önce Somali'de, Afganistan'da, Bosna'da, Kosova'da başardığı
gibi… ki, bu saydığım ülkelerin insanları, "Türk Silahlı Kuvvetleri
veya Türkiye Cumhuriyeti" dendiği zaman, bu görevleri bu ülkelerde
yapmadan önce bizleri tarihimizle ve kahramanlıklarımızla hatırlarken,
bu ülkelerde Mehmetçik görev yaptıktan sonra, bizleri bir de bu hizmet
ve görevden dolayı minnet ve şükranla hatırlamaktadırlar. Lübnan'da
Türk ordusu yerli halk tarafından sevgi ve saygıyla bilinmekte ve
halkın gönlünde ve kafasında, hafızalarında yer etmektedir.
Burada dikkatinizi
çekmek istediğim husus, bu halkın içerisinde doksan dokuz grup vardır;
Sünni'sinden Şii'sine, Ortodoks Hristiyan'ından Falanjist'ine bütün
bu halklar… Sayın Muhalefet Sözcümüz, buraya geldiği zaman, Lübnan'ı
ziyaret ettiklerini söyledi. Çok isterdim ki, o ziyaret sırasında
bu halkın kendilerine gösterdiği muameleyi de bize burada söylemiş
olsunlardı. Çünkü, ben bunu, Sayın Dışişleri Bakanımızın ve Sayın
Başbakanımız bölgeye yaptığı gezilerden… O gezileri takip
Yalnız, bu tabii, Lübnan'a özgü bir şey
de değil. Türk ordusu daha önce barış gücü olarak görev yaptığı yerlerde
de, birçok ülkenin barış gücüne katkı sağlayan kuvvetleri âdeta
bir "işgal ordusu" algılaması yaşarken, bizim silahlı kuvvetlerimiz
o ülke halklarınca -Afganistan, Somali, Bosna, Kosova, şimdi Lübnan-
bir misafir muamelesi görmüş ve o ülkenin halkına, gerçekten, hem
okul hem hastane hem prefabrik konut anlamında ciddi yardımı olmuştur.
Elbette bu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölgede bulunması, sadece
kendisinin yapacağı hizmetleri değil, Türk Silahlı Kuvvetleri nedeniyle
bizim Türk Kızılayımızın ve diğer insani yardım kuruluşlarının
bölgeye yapabileceği hizmetleri artırmıştır ve bu yolla da ekstra
okul, hastane ve prefabrik ev yapılmış, gerçek insanların gerçek
problemlerinin çözümüne katkıda bulunulmuştur. Lübnan'da, özellikle
ordumuzun görev yaptığı bölgede, devletimize ve ülkemize olan
sevgi ve hayranlık artmıştır. Özetle, bölgeye huzur ve istikrar gelmesine
katkıda bulunduk, tarihî dostluk hislerimizi canlandırdık, bölgenin
ve Lübnan'ın hem ekonomik kalkınmasına hem de demokrasisine hizmet
ettik ve katkıda bulunduk.
Yine, Sayın Başbakanımız, 3 Ocak 2007
tarihinde, Kurban Bayramı sırasında bölgedeki birliğimizi ziyaret
etti ve hem bu ziyaret sırasında askerlerimizin yaptıklarını ve
bölgedeki etkilerini görme fırsatı buldu hem de Sayın Lübnan Başbakanı
Fuad Sinyora ve Lübnan'daki diğer önemli siyasi aktörlerle yaptığı
görüşmelerde, siyasi krizin aşılması için tarafları iş birliğine
ve uzlaşıya teşvik etti.
Muhalefet sözcülerinin,
Amerikan uçaklarının Türk hava sahasının ihlal ve Kuzey Irak meselesiyle
ilgili söyledikleri konuları dinledim. Bugün konuştuğumuz konu,
Lübnan'da görev yapan Türk birliğinin görev süresinin uzatılması
meselesi. Elbette, Kuzey Irak'ta Türk hava sahasının ihlali de konuşulmalıdır,
konuşulacaktır da. Ancak, daha önce konuşmamda belirttiğim gibi,
güvenlik ve terör konuları, öyle başka bir konu konuşulurken arada
derede konuşulacak işler değildir. Bu konuların ciddiyetleri
vardır ve bu konuyla ilgili, özellikle bu konularla ilgili yapılan
birtakım haksız itham ve eleştiriler var. Bunlarla ilgili, hem
Hükûmetimiz hem de gerekli kurumlar ne, nerede konuşulması gerekiyorsa
konuşuyor ve ne gerekiyorsa yapılacaktır.
Yalnız, bir soru geldi,
"Asker göndermesek ülkemizin itibarı sarsılır mı?" diye. Elbette
sarsılır. Bu bölgede yaşayacaksınız, bu bölgede ekonomik, siyasi
ve askerî güç iddianız olacak, bölgede yaşanan hayati olaylara
"Bizi ilgilendirmez." diyeceksiniz. Ben, bu soruya biraz
da şöyle cevap vermek istiyorum: Ona, "Sarsılır mı?", o soruya
cevap vermem, ama, göndermenin itibarımızı arttırdığının kanıtı
ortada.
Sayın milletvekilleri,
Değerli Başkanım; Sayın Muhalefet Sözcüsünün, Sayın Dışişleri Bakanımızla
ve Cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili söylediklerine gerçekten
üzüldüm ve kendisine bin misliyle iade ediyorum. Bir kez daha tekrar
ediyorum ki, Sayın Abdullah Gül, bu milletin 20'nci yüzyıl'da yetiştirdiği
ve nadiren yetiştirdiği devlet adamlarından biridir. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Vah Vah Vah!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Buna, hem bu millet hem de Abdullah Gül'ü tanıma fırsatına ulaşmış
her arkadaşımız bilir. Eğer benim bu iddiamı test etmek istiyorsanız,
Cumhurbaşkanını halk seçer ve Abdullah Bey de aday olur. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Millet test etti.
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Ama, başkalarıyla ilgili söz söylemeye başlamadan önce, herkesi
bir aynaya bakmaya davet ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Kendin de bak aynaya.
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Sayın Muhalefet Sözcüsünün askerin nereye gönderileceğiyle
ilgili ve tekrarlamaktan, gerçekten hem şahsım hem de grubum adına
utanç duyacağım iğrenç ifadeyi şiddetle kınıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Eğer ciddi bir baraj geçme korkunuz varsa, bunun yolu böyle
seviyesiz sataşma değildir. 22 Temmuz gelir, hepimize karnelerimiz
verilir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu konuştuğumuz çerçeve içerisinde UNIFIL'in,
Lübnan'da görev yapan askerî gücün görev yapma süresinin Birleşmiş
Milletler tarafından uzatılması hâlinde, 880 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında, 5 Eylül
2007 tarihinden itibaren bir yıl süreyle daha UNIFIL harekâtına iştirak
etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından
yapılması için, Anayasa'mızın 92'nci maddesi uyarınca, Hükûmetimize
izin verilmesini yüce Meclisten saygılarımla arz ederim.
Teşekkür ediyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, Sayın Hatip az önce bana laf atarak "seviyesiz"
ve "iğrenç" kelimelerini kullandı. Madde 69'a göre söz istiyorum.
BAŞKAN - Zaptı getirteyim,
karar vereceğim.
Şimdi, Hükûmet adına
Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 1071 sayılı Kararı çerçevesinde Lübnan'da görev
yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü, kısacası UNIFIL'in genişletilmesi
suretiyle oluşturulan kuvvete ülkemizce bir yıl süreyle katkıda
bulunulması, Anayasa'mızın 92'nci maddesi uyarınca 5 Eylül 2006 tarihinde
yüce Meclisimiz tarafından kararlaştırılmış bulunuyordu. Bu bir
yıllık süre Ağustos 2007'nin sonunda dolacaktır.
Bir barış gücü olarak
-altını çizmek istiyorum, herhangi bir ülkeyi doğrudan savunan
bir güç olarak değil- UNIFIL'e ihtiyaç devam etmekte ve UNIFIL'in görev
süresinin 31 Ağustos 2007 tarihinden sonraki dönem içinde uzatılması
yönünde çalışmalar Birleşmiş Milletler bünyesinde başlatılmış bulunmaktadır.
Yüce Meclisimizin
çalışma programını göz önünde tutarak, ülkemizin katkısının süresinin
UNIFIL'inkine paralel olarak uzatılabilmesi için, Anayasa'mızın
92'nci maddesi uyarınca yüce Meclisimizden şimdiden izin istemiş
bulunuyoruz.
Ben, konuşmamı tamamen
bu konuyla ilgili, yani UNIFIL konusuyla ilgili sınırlandıracağım
ve bu arada bu konu bahane edilerek birtakım yapılmış olan göndermelere
de temas etme ihtiyacı duymayacağım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, geniş ve bölgeye yayılma ve ciddi boyutlar
kazanma istidadı gösteren Lübnan krizinin başlangıcından itibaren
bu tehlikeli gidişatın önlenmesi amacıyla yoğun çaba harcamış,
bir yandan diplomatik girişimlerini sürdürürken, bir yandan da Lübnan'a
acil insani yardımlarda bulunmuştur. 1071 sayılı Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi Kararı'nın lafzı ve ruhuyla hayata geçirilmesinin
Akdeniz ve Orta Doğu bölgesinde güvenlik ve istikrarın tesisi bakımından
arz ettiği önemi dikkate alan Hükûmetimiz tarafından kararı takiben,
Birleşmiş Milletler kararını takiben dost ve müttefik ülkeler ile
birlikte üst düzeyli birtakım ziyaretlerden sonra da karar istikametinde
adımlar atılmıştır. Bu görüşme ve temaslardan Lübnan'daki tüm grupların,
İsrail, Suriye, Filistin yetkililerinin Türkiye'nin UNIFIL'e katkı
sağlamasına büyük önem verdikleri görülmüş ve anlaşılmıştır. Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteriyle birçok dost ve müttefik ülke de benzer
yönde tutum sergilemiştir. Türkiye'nin, bölgede hüküm süren gerginlik
ve ihtilafların olumsuz yansımalarını doğrudan hisseden bir ülke
olarak barış ve istikrarı tehlikeye düşürecek gelişmelere kayıtsız
kalması mümkün değildir, kalabileceği mümkün değildir.
Bu mülahazalar ışığında
tam uluslararası meşruiyeti haiz -bunun altını çizmek istiyorum,
uluslararası meşruiyeti, yasallığı haiz- olan ve uluslararası
toplumun ortak iradesini yansıtan Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin 1071 sayılı Kararı'nda öngörülen amaçlar doğrultusunda
Lübnan'da görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü'ne katkıda
bulunulması öngörülmüştür. Bu katkının, Anayasa'nın 92'nci maddesi
uyarınca 5 Eylül 2006 tarihinde yüce Meclisimizden alınan bir yıl
süreli izin kapsamında aşağıda belirtilen konularda nelerin yapılmasına
karar verildiği hususunu bir daha hatırlatmak istiyorum.
Doğu Akdeniz'de devriye
görevi yapan deniz görev gücü için yeterli kuvvetin tahsis edilmesi,
taleplerin tek tek değerlendirilmesi kaydıyla dost ve müttefik ülkeler
için deniz ve hava ulaşım desteği sağlanması, Lübnan ordusunun eğitime
tabi tutulması, bölgede Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından
icra edilecek insani yardım faaliyetlerinin gerektireceği ve
başta bu unsurların güvenliğini sağlayacak kuvvet koruma birlikleri
olmak üzere hudut ve şümul ve miktarı Hükûmetimizce belirlenecek
askerî unsurların tahsisi.
Söz konusu kuvvetin
bölgede silahlı unsurların silahtan arındırılması dâhil yukarıda
belirtilen taahhütlerin dışında hiçbir görevde kullanılmayacakları
açıkça karar altına alınmıştır. Bu çerçevede UNIFIL'in deniz ve kara
güçlerine katkıda bulunduğumuz birlik ve gemiler, Ekim 2006'dan itibaren
bölgeye konuşlandırılarak görevlerine başlamış bulunuyorlar. UNIFIL'e
katkımız hâlihazırda aşağıdaki unsurlardan oluşmaktadır.
UNIFIL Deniz Görev Gücüne
bir fırkateyn, iki korvet, bir ikmal gemisiyle katılınmaktadır. Sur
şehrinin yakınındaki Eş Şadiye kasabasında istihkâm inşaat birliğinin
konuşlandırılması. Hâlihazırda deniz ve kara güçlerinde toplam
993 personelimiz görev yapıyor. Ayrıca, 1071 sayılı Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi Kararı'nda öngörülen amaçlar doğrultusunda dost
ve müttefik ülkelerin istifadesi için sivil ve askerî imkânlarıyla
öncelikli olarak kullanılmak üzere Mersin Limanı ve Adana Havaalanı,
ihtiyaç olması hâlinde kullanılmak üzere ise İskenderun Limanı ve
Aksaz Deniz Üssü ve Gaziantep Havaalanı tespit edilmiş, bölgedeki
gelişmelere göre gerekirse Sabiha Gökçen Havaalanının da özellikle
tahliye operasyonları için kullanılabileceği belirlenmiş, söz
konusu liman ve havaalanlarının kullanılmasına ilişkin ilke ve
usuller tespit edilmiştir. Bilahare Birleşmiş Milletler tarafından
UNIFIL'e katılan ülkelerin kullanımı için Mersin Limanımız belirlenmiş
liman olarak da açıklanmıştır. UNIFIL'e katılan istihkâm inşaat bölüğümüzün
masraflarının geri ödenmesi konusunda Türkiye'yle Birleşmiş Milletler
sekreteryası arasında mutabakat muhtırası ve yardım mektupları
imzalanmıştır. Deniz Kuvvetlerimizin masraflarının ödenmesine
ilişkin belgelerin imzasına dair sürecin de kısa süre içinde sonuçlandırılması
beklenmektedir.
Hâlen İtalya'nın komutasında bulunan
UNIFIL'de toplam 13 bin askerî personel görev yapmakta olup, Türkiye'nin
yanı sıra UNIFIL'e kuvvet katkısı sağlayan ülkeler şunlardır: Kara
birliklerine katkıda bulunan ülkeler, Belçika, Çin, Finlandiya,
Fransa, Gana, Guatemala, Macaristan, Hindistan, Endonezya, İrlanda,
İtalya, Güney Kore, Lüksemburg, Malezya, Nepal, Polonya, Portekiz,
Katar, Slovakya, Slovenya, İspanya ve Tanzanya; deniz birliklerine
katkı sağlayan ülkeler ise, Danimarka, Almanya, Yunanistan, Hollanda,
Norveç ve İsveç.
Değerli Başkan, yüce Meclisin değerli
üyeleri; 1071 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı'nın
uygulamaya konulmasından ve genişletilmiş UNIFIL'in göreve başlamasından
bu yana Lübnan-İsrail sınırındaki güvenlik durumu düzelmiş ve bölgede
büyük ölçüde istikrar sağlanabilmiştir. Taraflar 1071 sayılı Karar
çerçevesinde tesis edilen ateşkese uymuşlardır. Lübnan ordusu Güney
Lübnan'a konuşlanmış, UNIFIL'in ciddi bir güvenlik tehdidine maruz
bırakmaksızın görev yönelgesiyle hareket konsepti ve angajman kurallarında
tanımlanan işlevleri çerçevesinde barış, güvenlik ve istikrarın
idamesine önemli ölçüde katkı sağlamıştır UNIFIL.
Türkiye, UNIFIL kara harekâtına ve UNIFIL
deniz görev gücüne yaptığı katkılarla bahse konu barışı koruma
harekâtının etkin biçimde icrasında çok önemli bir işlev üstlenmiş,
böylece gerek Birleşmiş Milletler sistemi içinde gerek bölgesel ve
küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını ve dünyanın diğer bölgelerinde
bundan önce katıldığı barışı koruma operasyonlarındaki başarılı
performansıyla sahip olduğu konumunu pekiştirmiş bulunmaktadır.
Bu bağlamda, UNIFIL'de görev yapan birliklerimizin
üstün performansı diğer katılımcı ülkeler tarafından da takdirle
karşılanmış, istihkâm inşaat bölüğümüz Birleşmiş Milletler yetkilileri
tarafından örnek birlik olarak seçilmiştir. Aynı zamanda bölüğümüz,
yerel makamlar ve bölge halkıyla da çok sıcak ve çok yakın bir kardeşlik
ilişkisi içinde bulunmuştur. UNIFIL'e katkıda bulunma kararını
alırken, Türk askerinin karşılaşabileceği risklerin en aza indirgenmesine
azami özen gösterilmiş, bölüğümüz ve gemilerimizin bugüne kadar
görevlerinin icrası sırasında herhangi ciddi bir tehditle karşı
karşıya kalmamış olmaları bu yöndeki çabalarımızın sonuç verdiğini
apaçık bir biçimde göstermektedir. Lübnan'da istikrar ortamının
idamesi için insani yardım çalışmalarının da önemli olduğuna inanmaktayız.
Bu çerçevede Lübnan'da okul ve sağlık merkezleri inşa etmişiz ve
etmeye de devam edeceğiz. Lübnan'a şimdiye kadar gönderdiğimiz veya
taahhüt ettiğimiz yardımların tutarı 50 milyon ABD dolarına erişmiş
durumdadır.
Değerli milletvekilleri,
UNIFIL'in istikrarın ve barışın korunması konusunda bugüne kadar
sergilediği başarılı icraata rağmen, 1071 sayılı Kararda atıfta
bulunulan Şeba Çiftlikleri'nin statüsü gibi uyuşmazlıklara çözüm
bulunması yönündeki çabalar henüz arzu edilen somut sonuçları verememiş,
ayrıca, Lübnan'da siyasi kriz de baş göstermiştir. Dolayısıyla, bu
sorulara zaman içinde diyalog ve uzlaşı yoluyla kalıcı çözümler
üretilebilmesi için de UNIFIL'in katkısına ve devamına ihtiyaç
vardır.
Lübnan, İsrail ve Suriye
başta olmak üzere bölge ülkeleri Türkiye'nin UNIFIL'e katkısının
devam etmesi yönünde arzu ve taleplerini çeşitli şekillerde
Hükûmetimize bildirmişlerdir. UNIFIL'in görev süresinin 31 Ağustos
2007 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde Birleşmiş
Milletler bünyesinde başlatılan hazırlıklar tamamlandıktan sonra
çıkarılacak mutat bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla
UNIFIL'in görev süresinin uzatılması beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sonuç olarak yukarıda izah ettiğim hususlar muvacehesinde
UNIFIL'e sağladığımız katkının süresinin bir yıl uzatılmasının
bölgemizde barış ve istikrarın korunması ve ülkemizin bölgedeki
etkinliğinin ve konumunun pekiştirilmesi bakımından büyük bir
önem taşıdığını tekrar etmeye gerek yoktur. Bu çerçevede, keyfiyeti
yüce Meclisimizin onayına sunuyor, hepinizi tekrar en derin saygılarımla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakana
teşekkür ediyoruz.
Sayın milletvekilleri,
tezkere üzerinde son konuşma, şahsı adına Samsun Milletvekili Sayın
Haluk Koç'a aittir.
Buyurun Sayın Koç.
(CHP sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet tezkeresi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
5 Eylül 2007'ye kadar yetki verdiğimiz Lübnan'da konuşlanan askerî
gücümüzün görev süresinin uzatılmasına dönük bir tezkere talebiyle,
istemle karşı karşıyayız. Şimdi, bunu daha önceki konuşmacılar
da dile getirdi. Ben bir teknik unsuru, teknik hususu yüksek sesle
tartışmak istiyorum.
Bu görev süresi 5 Eylül
2007'de doluyor. Parlamento seçimlerimiz 22 Temmuz 2007 tarihinde
yapılacak. Yeni seçilen üyeler 2 ya da 3 Ağustos 2007 tarihinde yemin
edecekler. Beş gün sonra da Meclis Başkanı seçimiyle yeni Parlamento
görevi alacak. Daha bir aylık bir süre var. Niye bu aceleyi gösteriyoruz
da, gelecek dönem Parlamentosunun yetkisine müdahale anlamı taşıyacak
olan bir kararı, buradan, bu tarihte çıkartmaya çalışıyoruz? Şahsım
adına konuşuyorum, ben bunu teknik açıdan çok anlayabilmiş değilim.
Değerli arkadaşlarım,
önemli mi, önemli değil mi? Bunu takdirlerinize sunuyorum. Bence önemli
bir husus. Bir yetki aşımı yapıyoruz. Gelecek dönemde yetki alacak
olan Parlamentonun yetkisine daha şimdiden biz müdahale ediyoruz.
Demokrasi açısından, katılımcılık açısından, millî iradenin yansıyacağı
yeni Parlamentonun bu konuda alacağı karara müdahale açısından
bence vahim bir durumla karşı karşıyayız. Bunu takdirlerinize sunmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
buradaki acele ne? Yine, birtakım uluslararası güç odaklarıyla,
Türkiye'nin, Orta Doğu'daki süreç içerisinde verdiği taahhütlerin,
sözlerin Türkiye tarafından yerine getirilmesi mi tasarlanmak
isteniyor? Bunu düşünmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım…
Sayın Başkan, müsaade
ederlerse arkadaşlar… Siz oy kullanılacak dediniz, son konuşmacı
dediniz, o yüzden Genel Kurul salonu dolmaya başladı. Oy kullanmayı
hatırlatmasanız dolmayacaktı, biz de rahat rahat konuşacaktık.
BAŞKAN - Efendim, siz
Genel Kurula hitap edin.
Arkadaşlar, Hatibi
dinleyelim, kendi aramızda sohbet etmeyelim.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bakın, 5 Eylül 2006 günü olağanüstü toplanan
Parlamentoda bu karar alınırken, İstanbul Milletvekilimiz Sayın
Şükrü Elekdağ'ın bazı tespitleri var. Ben, demin, iktidar partisi
grubu adına konuşan Sakarya Milletvekili, Değerli Milletvekilinin
zaman zaman çok hiddetli ifadelerle dile getirdiği konuları biraz
daha geniş pencereden değerlendirmenizi istirham edeceğim ve Sayın
Elekdağ'ı refere ederek, isim vererek, söylediklerinin de tutanaktan
bazılarını alarak, Orta Doğu sürecinde, bu geldiğimiz noktada neler
yaşanıyor ve Orta Doğu'daki mazlum Filistin halkının, İsrail-Amerika
ilişkileri çerçevesinde nelere maruz kaldığının; İsrail'in 2 askeri
kaçırıldı diye Lübnan'a, tarih olarak da 12 Temmuz 2006'da başlattığı,
insanlık dışı, kontrolsüz, Birleşmiş Milletler tarafından, uluslararası
büyük güçler tarafından, Amerika Birleşik Devletleri tarafından
önemsenmeyen, ama bu arada Filistin'in Gazze bölgesi de dahil olmak
üzere, Lübnan'ın güney bölgesinde çok sayıda can kaybına ve mal kaybına
yol açan bu arsız saldırının nedenleri üzerinde hiç durmayacak mısınız
Sayın Vekilim? İlle, Amerika'daki gözlükle mi bakacağız bu işe? Biz
bu coğrafyada yaşıyoruz Sevgili Kardeşim. Bu coğrafyada yaşamanın
bir bedeli var, o bedel de, Amerika Birleşik Devletleri'nin bugün Orta
Doğu'da çizmek istediği politikalara, biz, kendi ulusal çıkarlarımız
bağlamında farklı gözlüklerle de bakabilmesini bilmek zorundayız.
Şimdi, Türkiye'nin
ulusal politikasına ve çıkarlarına hizmet ettiği sürece, dünya
barış ve istikrarına katkıda bulunduğu sürece uluslararası barış
güçlerine Türkiye'nin katılması yararlıdır. Bunu daha önce Kosova'da,
Somali'de, değişik nedenlerle dünyanın değişik bölgelerinde Türkiye
kanıtlamıştır. Buna itirazımız yok. Yani, bunun Türkiye'nin itibarını
artıracak bir kavram içerisinde ele alınması yanlıştır. Uluslararası
hukuk, Türkiye'nin itibarı ve Türkiye'nin ulusal çıkarları doğrultusunda,
üç bağlamda eğer uygunluk varsa Türkiye katılır, katılmalıdır, katılmıştır.
Gelelim konuya. Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bu belirttiğimiz koşullarda Türkiye'nin Birleşmiş
Milletler barış güçlerine katkıda bulunmasına hiçbir itirazımız
olmamıştır, daha önce de olmadı Cumhuriyet Halk Partisinin. Ancak,
bu konuda bir karar alınacağı zaman hassasiyetle üzerinde durulması
gereken hususun bu barış gücünün amacının ne olacağı, nasıl bir projeye
hizmet edeceği ve bu projenin -bir kere daha altını çiziyorum- sizlerin
zaman zaman unuttuğu Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla ne derece örtüşüp
örtüşmediğinin irdelenmesi noktasıdır. Bu noktaya geldi mi, Türkiye'nin
ulusal çıkarlarını gözetme, kayırma, değerlendirme, tartışma, o
biraz arkada kalsın. Peki ne? Başka güçlerin çıkarları daha önemli.
Değerli arkadaşlarım, bu çelişkiden çıkmak zorundasınız.
Sizin konuşmanızı
ben hedef alarak söylüyorum Sayın Vekilim. Eğer bir sataşma görürseniz
söz alırsınız, Sayın Başkan da size söz verir, o heyecanlı konuşmanızda
bunu tekzip edersiniz.
Değerli arkadaşlarım,
1950 yılından beri bu bölgede savaşlar çıkıyor ve bu çatışmaların
temelinde… Hiç kimse kendini kandırmasın. Özellikle sizin geleneksel
siyasi çizginizden gelenlerin kendi kendilerini şimdi öz eleştiriye
tabi tutmaları gerekiyor. Peki, 1950'den beri bu coğrafyada yaşanan
savaşların temelinde ne yatıyor değerli arkadaşlarım? Temelinde
Filistin sorunu yatıyor. Var mı buna bir itirazınız? Temelinde Filistin
sorunu yatıyor. Peki, bugün, daha doğrusu, 2006'nın Temmuzu ile Ağustosu
arasında Lübnan'da tanık olduğumuz savaşın temelinde de yine
Arap-İsrail ihtilafı yatıyor, yani Filistin sorunu yatıyor. 1948
ile 1973 yılları arasında dört büyük savaş yaşandı bölgede. Fakat bu
savaşlardan çok sayıda çözüm planı çıkartılmaya çalışıldı, ama
hiçbirinden barış çıkmadı. Barış, bu beklentilerle de çıkmayacak
değerli arkadaşlarım. Yani, geçen seneden bu zamana kadar geçen
on ay içerisinde orada bir huzur gözüküyorsa, bu sizi yanıltmasın.
Temel sorun duruyor, savaşların temel nedeni duruyor. Oradaki Filistin
halkının gasbedilen hakları, Filistin coğrafyasına dönük İsrail
ve Amerika talepleri durduğu sürece, dile getirildiği sürece şu
on aylık sükûnet seni hiç kandırmasın. Bunu bir AKP sözcüsü olarak burada,
Amerika gözüyle nasıl anlatırsın değerli arkadaşlarım? Bunun Türkiye'nin
ulusal çıkarlarıyla bağdaşmayan yönlerini, sanki bir başka gücün
bir parlamenteri gibi, burada ifade etmenin sıkıntılarını lütfen
düşün.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, İsrail-Amerika ikilisi bir proje uyguluyor. Bu proje şu: Bazen
Mısır'da olduğu gibi, bir maddi rüşvetle olayı sürecin dışına çıkartıyor
bir ülkeyi -Mısır'ı çıkarttığı gibi ekonomik yardımla- veya etnik
ya da mezhepsel temelde ülkeler o bölgede, o coğrafyada bölünmeye
çalışılıyor. Bunu Irak'ta yaşadık. Irak'ta emperyalist temelde bir
savaş var, uluslararası hukuka uygun olmayan bir saldırı var, ama
temelinde, sadece yer altı kaynaklarına dönük değil, Irak'ın değişik
temellerde, etnik ve mezhepsel temelde bölünerek, İsrail-Filistin
anlaşmazlığında Filistin'in yıllar süren haksızlığını daha da pekiştirecek
bir proje yatıyor. Bu projenin altında Amerika Birleşik Devletleri'nin
imzası var, Condoleezza Rice'ın açıklamaları var. Yeni bir Orta Doğu
haritasından bahsediliyor. Şimdi, Türkiye ulusal çıkarları bakımından
bu konuda karar alırken hem bunları gözetecek hem kendi çıkarlarını
gözetecek.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, baktığınız zaman, tabii, 11 Eylül milat. Amerika, 11 Eylül'den
sonra bir yeni ulusal güvenlik stratejisi oluşturdu ve buna, Büyük
Orta Doğu Projesini entegre etti. Amerika'nın Irak'ı işgal etmesi,
Washington'un global enerji kaynaklarının denetimini öngörün dünya
hegemonyası stratejisi bağlamında gerçekleştirilmiş olsa da, temel
hedeflerinden bir tanesi İsrail'in güvenliğidir.
Evet, Sayın Adalet ve
Kalkınma Partili milletvekilleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin
temel stratejisi, bu bölgede yürüttüğü harekât, 11 Eylül sonrasındaki
strateji Büyük Orta Doğu Projesinin ayakları, temelde, İsrail'in
güvenliğini sağlamaya dönük önlemlerdir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Türkiye burada… Hani,
diyoruz ya hep, "Biz altı yüz yıldır beraber yaşadık. O coğrafyanın
egemeniydik, o coğrafyaya, biz, inanç özgürlüğü götürdük, o coğrafyaya,
biz, Osmanlı kültürüyle, yönetimiyle farklı bir anlayış götürdük."
Peki, şimdi, bu projeleri görmeyeceğiz; bu beklentilerini, büyük
devletlerin, büyük güçlerin bu coğrafyada hiç önemsemeyeceğiz ve
Türkiye'yi sadece kahramanlık söylemleriyle "Efendim, oraya
gitmek bizim itibarımızı arttırdı." gibi söylemlerle,
"Bak, on aydır çıt çıkmıyor. Muhalefet sözcülerinin daha önce
dedikleri gerçekleşmedi." gibi, birtakım sudan sebeplerle,
olayın temelini görmeden, okumadan, kanıksayıp geçeceğiz.
Filistin orada duruyor
mu değerli arkadaşım? Filistin halkının haklı beklentisi duruyor
mu, davası duruyor mu? Orada mazlum Müslüman halkların Amerika ve
İsrail’in baskısı altında ezilmesi duruyor mu? Duruyor mu? Duruyor.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç,
son cümlelerinizi alayım efendim.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Peki, onları görmeyeceğiz. Biz, sadece büyük devletlerin orada uyguladıkları
stratejisinin bizden bekledikleri parçası olacağız. "Muhalefet
sözcüleri geçen sene böyle demişti; bak bir tüfek patlamadı, ne güzel
oldu, itibarımız korundu." Sizin deyiminizle, hayret ve ibretle
karşılamışsın. Neye hayret ediyorsun kardeşim sen? Neyi ibretle izliyorsun
sen? "İbret" senin buradaki sözlerindir! Aç bak tutanaklara!
Dışişleri Bakanına tapılacak adam pozisyonu gösterip kendi sıkıntını
aşmaya çalışıyorsun belki ve bunu da, son derece önemli uluslararası
bir konuda burada Türkiye'nin çıkarları aleyhinde konuşma şansını
sana verdikleri için, ben, AKP Grup yöneticisi arkadaşlarımın da
bugün şanssız gününde olduklarını ifade ederek, hepinize saygılarımı
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Koç.
EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya)
- Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun.
EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya)
- Sayın sözcü, konuşması sırasında şahsımı hedef alan ithamlarda
bulunmuştur. İç Tüzük'ün 69'uncu maddesine göre söz vermenizi talep
ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
sizin de bir talebiniz vardı, Sayın Cebeci'nin de talebi var. Size 69'a
göre -ikinize de- söz vereceğim, yalnız sözünüz üç dakika içerisinde,
kısa ve bir sataşmaya meydan vermeyecek şekilde…
Buyurun.
IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Sakarya
Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yüce heyetinizi
en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Lübnan'a geçen
yıl asker göndermiştik ve 5 Eylülde bitiyor. Bunun bir yıl daha uzatılması
üzerindeki tezkere görüşmeleri sırasında Anavatan Partisi Grubu
adına bizim Sayın Grup Başkan Vekilimiz Süleyman Sarıbaş söz aldı
ve neden Lübnan'a asker göndermememiz gerektiği hususunda ve Irak
konusundaki handikaplarımız hususunda ve son zamanlarda Amerika'nın
uçaklarının Türk hava sahası üzerinde uçuşlarından dolayı Sayın
Dışişleri Bakanının hiçbir söylemde bulunmadığını ve Kıbrıs'taki
birçok haklarımızın Kıbrıs Rum kesimine verilmesi yönünde adımlar
attığını -ki bunlara tamamen katılıyoruz- buraya…
Sayın Grup Başkan Vekilimizin de burada
olmadığı bir süre içerisinde Sayın AK Parti Sakarya Milletvekili
Erol Cebeci burada çıktı, haddini aşan sözler söyledi Sayın Grup Başkan
Vekilimiz için ve Sayın Abdullah Gül'ün 21'inci Asır'da yetiştirilmiş
en büyük bir devlet adamı olduğunu söyledi. En büyük devlet adamı
olup olmadığında herhangi bir kanaatim yok değerli arkadaşlarım. Kendileri de burada
yok. Aleyhinde veya lehinde söz söyleyecek bir durumda değilim. Fakat,
Türkçemizde bir söz vardır, "kem söz sahibinindir." Erol Cebeci
burada Sayın Grup Başkan Vekilimizi kınadığını belirtti, ben kendisini
kınamıyorum, çünkü kınamaya değer bir vasfı bile yok kendisinin
ve bana da hakikaten çok çirkin laflar etti burada. Ben yine kendisini
kınamıyorum. Kınanacak bir tarafı yok. Yalnız bir şey söylemek istiyorum:
Benim aynaya bakmamı istedi. Ben her sabah aynaya bakıyorum. Günde
birkaç defa aynaya bakıyorum. Bir dadaş olarak Türk milletini, Türk
erkeğini temsil ettiğimi görüyorum. Acaba kendisi kimi temsil
ediyor? Onu buradan kamuoyuna sormak istiyorum. İsterse bir jürinin
karşısına çıkalım, benim neyi temsil ettiğimi…
BAŞKAN - Sayın Özdoğan…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- …kendisinin de neyi temsil ettiğini jüri karar versin.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
teşekkür ediyorum.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Hepinize teşekkür ederim. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Cebeci, buyurun.
Yine üç dakikalık
bir süre…
Lütfen, bir sataşmaya
meydan vermeyelim.
2.- Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin,
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan ve Samsun Milletvekili Haluk
Koç'un, konuşmalarında, şahsına sataşmaları nedeniyle konuşması
EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya)
- Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Önce, en son konuşmacıyla
ilgili… Birincisi, ben, konuşmamda, cevap verdiğim şeylerin hiçbirini
kendiliğimden söylemedim, benden önce o partinin Sayın Grup Başkan
Vekilinin söylediği şeylerle ilgili görüşlerimi belirttim.
AHMET ERSİN (İzmir) -
Heyecanlanma, heyecanlanma!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Bu, pek, belki, dışarıdan belli olmaz ama ben iyi polemik yaparım
arkadaşlar.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) - Beyefendi,
aynaya her gün baktığını söylüyor. Çok zor bir iş yapıyorsunuz, tebrik ederim. Ondan
sonra ne hissediyorsunuz, merak ederim! Ama işi bu seviyeye düşürmek
istemem.
Yalnız, şahsıyla ilgili
değildi, bir önceki konuşmacının, Hükûmetimiz, askerin gönderilmesiyle
ilgili, benim -yine söylüyorum- tekrarlamaktan utanç duyacağım… Çünkü
kendi askerimizi yurt içinde ve Hükûmetle ilgili bir kurumdan… Tutanaklar
ortada, herkes geriye dönüp bakar, ben neyi, niye söylediğimi gayet
iyi biliyorum.
Şimdi, Sayın Haluk
Koç'un ifadelerine gelince. Bir tanesi, "Başka bir gücün parlamenteri"
lafı, Haluk Koç Bey'in kafa yapısını çok iyi işaret ediyor. Ben, Türkiye
Cumhuriyeti Türkiye Büyük Millet Meclisinin onurlu bir üyesiyim. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Haluk Koç bundan hoşlansa da öyleyim,
işine gelmese de öyleyim.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) - Ancak,
evet, şurası doğrudur, yurt dışında devlet bursuyla akademik kariyer
yapmış ve uzun yıllar da yurt dışında üniversitede ders okutmuş birisiyim.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
- Burnundan gelsin! Bu devletin sana verdiği paralar haram olsun!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Ama eğer bu bir suçsa… Sayın Kemal Derviş'i çok iyi hatırlarlar. Yine
bu seviyeye de gelmek istemiyorum.
Yalnız, ben, iki yıl NATO
Parlamentosunda, üç yıl da Avrupa Konseyi Parlamentosunda bu Meclisi
gururla ve onurla temsil ettim.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
- Senin temsil ettiğin belli oluyor! Başarısızlıkların müsebbibi
sensin o zaman!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- AK Partili arkadaşlarıma güvenmiyorlarsa, kendi partilerinden
olan arkadaşlara sorarlar, benimle ilgili bilgi alırlar. Onun için,
bu konuda, eğer bir karın ağrısı varsa, bu onun problemidir.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Ne demek karın ağrısı birader? Ne biçim konuşuyorsun!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Bir şeye daha değineceğim, bu meseleyle ilgili bir şey.
BAŞKAN - Konuşmanızı
tamamlayın efendim.
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Şimdi, iddia şu: Efendim,
Türk askeri, Lübnan'a, oradaki İsrail çıkarlarını korumak için gidiyor.
Şimdi, ben bunun ne anlama geldiğini… Ben böyle karşılaştırmalar
yapmaktan hoşlanmam ama pekâlâ o zaman Bosna'ya da Sırplıların çıkarlarını
mı korumak için gitmişti diye birisi sorarsa ne olacak? Ya, böyle
saçma bir mantık olur mu arkadaşlar ya! (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Senin mantığın saçma.
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Orada ezilen, zorlanan Lübnan halkıdır ve yardım edilen Lübnan halkıdır.
Filistin meselesini, hiçbir Cumhuriyet Halk Partilinin ömrü
boyunca hissetmediği ve hissedemeyeceği kadar…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (
ERDOĞAN KAPLAN (Tekirdağ)
- Yalan söylüyorsun!
BAŞKAN - Efendim, son
cümlenizi rica ediyorum Sayın Cebeci.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Ayıp ya! Ne biçim konuşuyorsun sen!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla)
- Herkesin söylediğini kulağı duyacak.
Teşekkür ederim Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri…
(Van Milletvekili Mehmet Kartal'ın Sakarya Milletvekili Erol Aslan
Cebeci'nin koluna dirseğiyle vurması.)
BAYRAM ALİ MERAL (
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, oturun yerinize.
Fazla heyecanlanmaya gerek yok, herkes fikrini söyleyecek.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ (İstanbul) - Kaç paralık
adamsın sen?
ATİLA EMEK (
HASAN FEHMİ GÜNEŞ (İstanbul) - Ne biçim
konuşuyorsun sen!
BAŞKAN - Buyurun, oturun
yerinize.
Sayın milletvekilleri…
TUNCAY ERCENK (
BAŞKAN - Sayın Ercenk…
Sayın Ercenk…
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Ahlaksızsın sen!
ATİLA EMEK (Antalya)
- Müstemlekeci, teslimiyetçi adamsın sen. (CHP ve AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar,
yerinize oturun. Lütfen yerinize oturun.
İdare amirleri görevini
yapsın. Yerinize oturun.
Sayın milletvekilleri,
birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.59
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.14
BAŞKAN : Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 116'ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
Sayın milletvekilleri,
Başbakanlık Tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi
Tezkere'yi tekrar okutup oylarınıza sunacağım.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Biraz evvel konuşan Sayın Milletvekili, konuşması sırasında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunu rencide eden bazı sözler söyledi. Bu
konuda ortalığı germeden kısa bir açıklama yapma fırsatını Grubumuza
verir misiniz efendim? Bir arkadaşımıza kısa bir açıklama yapma
fırsatını verirseniz, herhangi bir sataşmaya neden olmadan bir
yanlışı düzelteceğiz.
BAŞKAN - Efendim, şimdi,
aynı oturum değil; o maddeye göre veremem.
Filistin meselesi
değil mi?
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Evet.
BAŞKAN - Yalnız
"Bizim Filistin meselesinde parti görüşümüz şudur." diye
iki cümle söylemeye elbette ki hakkınız var.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Ali Kemal Kumkumoğlu konuşacak.
BAŞKAN - Oturduğunuz
yerden, yerinizden.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan, kürsüden konuşayım.
BAŞKAN - Yerinizden
efendim.
Sayın Kumkumoğlu
"Partimizin görüşü budur…" Zabıtlara geçsin.
Buyurun.
3.- İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun,
Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin, konuşmasında, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkanım, ne zaman
Türkiye'nin özellikle Orta Doğu'yla ilişkileri konusu Meclisimizin
gündemine gelse, Meclisimizde sert tartışmalar oluyor, karşılıklı
suçlamalar da oluyor.
Sayın Başkanım, Sayın
Başbakan, Büyük Orta Doğu Projesi'nin eş başkanı olduğunu ifade etmiştir.
Şimdi, ben…
ÜNAL KACIR (İstanbul)
- Nerede ifade etmiştir?
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya)
- Öyle bir şey yok.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Bu, Sayın Başbakanın ifadesi. Müsaade eder misiniz arkadaşlar.
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya)
- Yalan söylemeyeceksin, doğruyu söyleyeceksin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın, bu konuyla ilgili
bu Meclisin hiçbir bilgisi yoktur. Aslında, bu tartışmaların tamamının
kaynağında bu yatmaktadır. Bu konuyla ilgili bu Meclisin hiçbir
bilgisi yoktur. Sayın Dışişleri Komisyonu Başkanımız -şu anda kendisi
buradadır. Ben bu kürsüden birkaç defa bunu tekrar ettim- Büyük Orta
Doğu Projesi'yle ilgili olarak "Bu senaryoyu biz yazmadık, rollerini
biz dağıtmıyoruz. Bize prenses rolü de verebilirler, prensesin hizmetkârı
rolü de verebilirler." ifadesini bir televizyon kanalında bu
konu konuşulurken ifade etmiştir.
Şimdi, bu kadar bilinmeyen
bir konuyla ilgili olarak…
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - …o çok geniş
bir mevzu.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Tam oraya geliyorum, tam sizin dediğiniz noktaya geliyorum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Siz, Filistin'le
ilgili görüşünüzü…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Tam sizin dediğiniz noktaya geliyorum Sayın Başkanım.
Bu kadar bilinmezi olan ve Türkiye'nin,
Meclisin bilgisi dahilinde bir şekilde içerisine girdiği anlaşılan
bu konuyla ilgili olarak yapılan tartışmalarda, Kuvayımilliye'den,
Kuvayımilliye kaynağından geldiğini hepimizin bildiği, dünyanın
mazlum milletlerine örnek oluşturabilecek ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı
örgütlemiş Cumhuriyet Halk Partisine dönük eleştirileri yaparken
ben AKP'li milletvekili arkadaşlarımın… (AK Parti sıralarından gürültüler)
AKP'li milletvekili arkadaşlarımın… (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar,
bir dakika… Bir dakika… Dinleyelim efendim.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisini Kuvayımilliye
hareketinin temsilcileri kurmuştur. (AK Parti sıralarından gürültüler)
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum)
- Ne ilgisi var?
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu,
ben son cümlenizi rica ediyorum.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Değerli arkadaşlar, ben bir gerginlik yaratmaya çalışmıyorum,
sadece kendimize yapılmış… (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkanım, ben bir gerginlik yaratmaya çalışmıyorum,
sadece kendimize yapılmış bir haksızlığı engellemeye çalışıyorum.
BAŞKAN - Efendim,
"Bizim görüşümüz şudur." deyin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Arkadaşlar, siz de oradan gelmiş olabilirsiniz. (AK Parti
sıralarından gürültüler) Müsaade eder misiniz. Yani, biz kendimizin
oradan geldiğini düşünüyoruz.
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu,
sözünüzü keserim, görüşünüzü bildirin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Siz de kendinizin oradan geldiğinizi haklı olarak seslendirebilirsiniz.
Ama, bilinen, tarihin bildiği bir gerçek vardır ki, Cumhuriyet Halk
Partisini kuranlar Kuvayımilliye hareketinin Halk Fırkasının
devamı niteliğindedir.
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu,
mesele anlaşılmıştır, teşekkür ederim efendim, tamam. Mesele anlaşılmıştır
efendim.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Sakarya)
- Sayın Başkan, hepimiz Kuvayımilliye hareketinin temsilcileriyiz,
bu bir zümreye teşmil edilemez.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan…
BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır
efendim.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Sayın Fatsa,
biz bir konuyu müzakere ediyoruz. Bu karşılıklı değil.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Tamam efendim.
Siz de, bir şart doğar, görüşünüzü bildirirsiniz.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan…
BAŞKAN - Şimdi, tezkereyi
tekrar okutuyorum…
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, bir dakika…
BAŞKAN - Tezkereyi
okutuyorum efendim tekrar…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan, söylemek istediğimi söyleyemedim.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, lütfen! Bakın, burada itham edilen…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Nasıl itham ediyoruz?
EYÜP FATSA (Ordu) -
…benim Genel Başkanım, Grup Başkanımdır, itham edilen milletvekili
arkadaşlarımdır.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ
(Manisa) - Kim, neyi itham etmiş, anlamadım ki.
EYÜP FATSA (Ordu) - Dolayısıyla,
bu ithamların doğru olmadığını, bunların haklı ithamlar olmadığını,
ben de bu Grubun Grup Başkan Vekili olarak işin doğrusunu, olayın doğrusunu
ifade etmek istiyorum.
BAŞKAN - Tamam, zabıtlar
gelsin, bakacağım efendim.
Buyurun, oturun.
EYÜP FATSA (Ordu) - Hayır,
zabıtlara bakılacak bir şey yok Sayın Başkan. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın Başkan,
grup başkan vekilleri Meclisin daha verimli çalışmasını sağlar.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ
(Manisa) - Sayın Fatsa, sen niye alınıyorsun? Size bir şey söylemedi
ki.
EYÜP FATSA (Ordu) -
Ben de kendi kaynağımı söyleyeceğim.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ
(Manisa) - Siz de oradan gelebilirsiniz, ne var bunda? Gelen varsa,
ne güzel.
BAŞKAN - Efendim, ne
dedi? Ne diyorsunuz?
Açıyorum mikrofonunuzu,
ne dediğini aktarın.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ
(Manisa) - Ne söyledi Sayın Başkanım? Arkadaşlar niye alınıyorlar?
BAŞKAN - Yani, Sayın
Kumkumoğlu size ne gibi bir ifadede bulundu?
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ
(Manisa) - Kuvayımilliyeden geliyorlarsa, buyursunlar…
BAŞKAN - Buyurun.
4.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, İstanbul
Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, konuşmasında, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
EYÜP FATSA (Ordu) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; ben bu tezkere münasebetiyle Meclis kürsüsünden yapılan
konuşmaların tamamını dinledim, arkadaşlarımız da dinledi, kamuoyu
da dinledi. Bir milletvekilinin veya herhangi bir sade Türk vatandaşının
kendi ülkesi dışında başka bir ülkede eğitim almış olması, orada
doktora, master yapmış olması…
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Ne demişiz efendim?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Arkadaşınıza söyleyin…
EYÜP FATSA (Ordu) -
Bak, bu tartışma buradan başladı Sayın Kumkumoğlu.
…veya bir başka ülkenin
üniversitesinde öğretim görevlisi olarak görev yapmış olması, o
ülkenin adına burada temsilci olmasını veya o ülke adına çalışıyor
olması anlamına gelmez.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunda da, AK Parti Grubunda da, partilerimizin yetkili kanatlarında
sorumluluk almış, organlarında çok sayıda arkadaşımız farklı ülkelerin
üniversitelerinde okumuştur, o ülkelerin üniversitelerinde öğretim
görevlisi, ilim adamı, bilim adamı olarak görev yapmıştır, her biri
de bunu şanla, şerefle ve onurla yapmıştır.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Yeni bir tartışma başlatma.
EYÜP FATSA (Ordu) - Müsaade
edin, ama tartışma buradan başladı.
Sayın Koç, arkadaşımız
Amerika'da okuduğu için ve Amerika üniversitelerinde de görev yaptığı
için sanki burada Türk milletinin temsilcisi değil de…
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Öyle bir şey demedi. Öyle bir şey yok.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Olur mu canım!
EYÜP FATSA (Ordu) -
…eğitim aldığı, görev yapmış olduğu ülkenin temsilcisiymiş gibi
ithamlarda bulundu. Bunu şiddetle reddederim, arkadaşım için de
reddederim, her bir Türk vatandaşı için de bunu reddederim, şiddetle
reddederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Öyle bir şey demedim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yok efendim öyle
bir şey.
BAŞKAN - Sayın Fatsa, siz esas konuya gelin.
EYÜP FATSA (Ordu) - Bitiriyorum Sayın
Başkan.
İkincisi: Kimse kimsenin bir konuyu ne
kadar sevdiğini, ne kadar sevmediğini ölçme gibi bir hakka sahip
değildir.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Onu
arkadaşınıza söyleyin, az önce dedi ki "Hiçbiriniz…"
EYÜP FATSA (Ordu) - Müsaade
edin. Sayın Koç'un konuşma tutanakları oradadır.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Hayır, "Hiçbiriniz Filistin meselesini sahiplenemezsiniz."
dedi. Onu arkadaşınıza söyleyin, ben öyle bir şey söylemedim.
EYÜP FATSA (Ordu) -
Türk milletinin bütün fertleri Filistin konusunda hassastır.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Evet… Onu arkadaşınıza söyleyin…
EYÜP FATSA (Ordu) - Filistin'de
bir insanın ayağına diken batsa, her bir Türk vatandaşı burada sancı
çeker.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Bizden özür dileyin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Fatsa, konuyu dinlememişsin.
EYÜP FATSA (Ordu) -
Bir diğer konu: Sayın Başbakanımız, büyük Orta Doğu Projesi'nin eş
başkanı değil, Medeniyetler İttifakı'nın eş başkanıdır. Lütfen
doğruyu söyleyin, doğru şeyler ifade edin. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Mesele hasıl
olmuştur, teşekkür ederim.
EYÜP FATSA (Ordu) -
Bir diğer konu da Sayın Başkan…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
EYÜP FATSA (Ordu) - Bitiriyorum.
Benim dedem de… (CHP
sıralarından gürültüler) Burada, hangi gruptan olursa olsun herkesin
geçmişinde -AK Partili olabilir, Cumhuriyet Halk Partili olabilir,
başka partili olabilir- Kuvayımilliye'de onurla görev yapmış büyüklerimiz
vardır, Kuvayımilliye de kimsenin tekelinde değildir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
2.- Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk
Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL
Harekâtı'na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/1282) (Devam)
BAŞKAN - Şimdi, tezkereyi
tekrar okutup oylarınıza sunacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi'nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701
(2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5/9/2006 tarihli
ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye
gerek Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) kara harekatına,
gerek UNIFIL-Deniz Görev Gücü'ne yaptığı katkılarla, barışı koruma
harekatının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlenmiş,
böylece, gerek BM sistemi içinde, gerek bölgesel ve küresel ölçekte
görünürlüğünün artmasını ve Dünyanın diğer bölgelerinde bundan
önce katıldığı barışı koruma operasyonlarındaki başarılı performansıyla
sahip olduğu konumunun pekişmesini sağlamıştır. UNIFIL'in görev
süresi 31 Ağustos 2007 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin
31 Ağustos 2007 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde
BM bünyesinde hazırlıklar başlatılmıştır. Bu hazırlıklar tamamlandıktan
sonra yeni bir BM Güvenlik Konseyi kararı kabul edilerek UNIFIL'in
görev süresinin uzatılması beklenmektedir.
Bu çerçevede, BM Güvenlik
Konseyi'nin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması
durumunda; hudut, şümul ve miktarı Hükümetçe belirlenecek Türk Silahlı
Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı
ve 880 sayılı TBMM Kararı ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül
2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekatına iştirak etmesi
ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından yapılması
için Anayasa'nın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini saygılarımla
arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Şimdi tezkereyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1'inci sırasında
yer alan, İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 Milletvekili,
Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili, Denizli Milletvekili
Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan Partisi Grubu Adına
Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya
Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın; Çocuklarda ve Gençlerde Artan
Şiddet Eğilimi ile Okullarda Meydana Gelen Olayların Araştırılarak
Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonunun
1413 sıra sayılı Raporu üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli
ve 19 Milletvekili, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili,
Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan
Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili
Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın, çocuklarda
ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/337, 343, 356, 357) (S. Sayısı: 1413) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
İç Tüzük'e göre, Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz
hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra, İç Tüzük'ümüzün 72'nci maddesine
göre siyasi parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki
üyeye söz verilecektir.
Ayrıca, istemleri
halinde Komisyon ve Hükûmete de söz verilecektir.
Bu suretle, Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış
olacaktır. Bu, İç Tüzük'ün 104 ve 103'üncü maddelerinde düzenlenmiştir.
Konuşma süreleri,
Komisyon, Hükûmet ve siyasi partiler için yirmişer dakika, önerge sahipleri
ve şahıslar içinse on dakikadır.
Komisyon Raporu 1413
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz
alan sayın milletvekillerinin isimlerini arz ediyorum: Önerge sahibi
olarak Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı, yine önerge sahibi
olarak, Manisa Milletvekili Sayın Hakan Taşcı; gruplar adına, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce,
AK Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Ataş ve
Anavatan Partisi Grubu adına Muzaffer Kurtulmuşoğlu; şahısları
adına, Sinop Milletvekili Engin Altay ve Denizli Milletvekili Mehmet
Yüksektepe söz talebinde bulunmuşlardır.
Şimdi ilk söz, biraz
önce de ifade ettiğim gibi, önerge sahibi sıfatıyla Denizli Milletvekili
Sayın Mustafa Gazalcı'ya aittir.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; dünyanın çeşitli
yerlerinde ve yakınımızda Irak'ta, Orta Doğu'da savaşların olduğu,
ülkemizdeki terörün masum can aldığı, futbol maçlarında, sokaklarda,
okullarda kimi yaralanmaların ve ölümlerin olduğu bir zamanda şiddete
ilişkin bir Meclis araştırma raporunu konuşacağız. Çocuklarda,
gençlerde artan şiddet eğilimlerini, okullardaki olayları araştıran
bir rapor. Yaklaşık 500 sayfalık, gerçekten kaynak niteliğinde, kendi
alanında çok iyi hazırlanmış bir rapor.
Genel Kurula teşekkür
etmek istiyorum böyle bir konuda araştırma önergesi kararı verdiği
için ve başta Komisyon Başkanı olmak üzere, bütün Komisyon üyelerine,
uzmanlara, katkı sunan bütün arkadaşlarıma, bu raporun hazırlanmasındaki
katkıları için gerçekten teşekkür ediyorum. Ama, bir talihsiz dönemde
bu güzel çalışmayı konuşuyoruz, görüşüyoruz. Seçim kararı alınmış,
insanların ilgisi başka alanlarda. Biz, çocuklarımız, gençler şiddet
eğilimlerinden nasıl kurtulur, okullarda, sokakta bu saldırılar
nasıl önlenir, bunu konuşacağız. Bu, sağlıklı değil. Zamanlama
çok iyi değil.
Bizim Komisyon, 14
Aralık 2006'da kuruldu. Önerge sahiplerinden 54 arkadaşımla -biri
de benim, başka partilerden ve bağımsız olanlardan da var- bir aylık
uzatma süresini de kullanarak dört ay dolu dolu bir çalışma yaptı
ve 132 kişiyi -uzman, kendi alanlarında- bu konuda arkadaşı dinledi.
On birden fazla ilde geziler yaptı, oralarda sorumlularla konuştu.
Çocuk cezaevlerine gittik arkadaşlarla birlikte. İnternet kafeleri
dolaştık. Uluslararası katılımla bir panel yapıldı ve ortaöğretimde
bir
(x) 1413 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
anket uygulandı. Şimdiye
değin bu alanda yapılan en geniş bir anket. Yargı mensupları, güvenlik
yetkilileri, YİBO'lardaki yöneticiler ve öğrenciler, uyuşturucuya
bulaşmış insanlar ve bunların nasıl tedavi edildikleri, nedenleri
üzerinde duruldu. Bunlar, bütün bu beş yüz sayfalık Komisyon raporunda
var. Bu Komisyon, ortak istek üzerine, bütün grupların önergeleri
birleştirilerek yapıldı, demin de söylediğim gibi. Şiddetin ekonomik,
toplumsal, kültürel nedenleri var, onun üzerinde de duruluyor burada.
Değerli arkadaşlar,
tabii, bu rapor güzel hazırlandı, ama, bunun içindeki önerilerin yaşama
geçmesi gerekir. Yani, tozlu raflar arasında, burada işte üç dört
kişinin konuşup "Böyle bir rapor hazırlandı, ileride araştırma
yapacaklara kaynaklık gösterilsin." diye değil, bu raporun gereği
yapılması gerekir. Yani, burada, yasalarda, düzenlemede bir eksiklik
ortaya konmuştur, bunlar yerine gelmelidir. İşte, kimi eş güdüm eksikliği
vardır, bunlar yerine getirilmelidir. Çünkü, şiddet olayı, yalnız
bizim değil bütün dünyanın da sorunudur.
Dünya Sağlık Örgütünün
2000 yılında yaptığı bir araştırmaya göre 1,6 milyon insan şiddetten
dolayı yaşamını yitirmektedir. Bunların yarısı da intihardır maalesef.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de de özellikle 2005 yılında, bu önergelerin verildiği zamanlarda,
okullarda çocuklarımız, öğretmenler şiddet olaylarından dolayı
yaşamını yitirdi. Daha
geçenlerde Ankara'da bir öğretmeni vurdular okulun önünde.
Bütün bunların nedenleri
bu raporda, uzmanların da katkılarıyla ortaya konmaya çalışıldı.
Önemli olan da, bunun şimdi yaşama geçirilmesidir, yapılmasıdır.
Çünkü, insanlar suçlu doğmazlar, suç ortamına doğabilirler. Yani,
bir insanı sağlıklı ortamda yetiştirirseniz, iyi eğitirseniz, iyi
alışkanlıklar verirseniz, boş zamanında iyi şeylerle uğraşırsa o
adam, o insan teröre bulaşmaz değerli arkadaşlar. O yüzden de teröre,
şiddete ya da saldırganlığa bulaşmış kişiyi tedavi etmenin -raporda
da belirtildiği gibi- her zaman bedeli ağır, pahalı; ama, bir insanı
korumak, eğitmek daha kolay. Yani, bir okul yapmanın bedeli var hem
de insanı insan yapma yönünden çok yararlı, ama "Bir ıslahevi
yapayım, bir cezaevi yapayım." dediğimiz zaman hem bedeli çok
fazla hem de o kadar kolay olmuyor. O insanı yeniden sağlıklı yapmak
çok zor, o yüzden koruyuculuk çok önemli.
Çocuk cezaevlerini
dolaştık. Üç büyük kentin dışında, tutuklu çocuklarımız büyüklerin
bulunduğu cezaevlerinde tutuluyorlar. Bu eksiklik Türkiye'nin
eksikliği, yani orada fiziki koşullar uygun değil, kütüphane uygun
değil. İnternet kafeleri arkadaşlarla birlikte dolaştık -arkadaşlarım
da anlatacak- ama oralar bir eğitim yuvası olmaktan çıkmış, âdeta bu
şiddeti aşılayan oyunların oynandığı, başka amaçlarla kullanılır
olmuş. Tümü için söylemiyorum bunu, içlerinde mutlaka iyileri vardır,
ama orada da bir yetki eksikliğini gözlemledik. Yöneticinin çok
önemli olduğunu bu araştırma komisyonu sırasında gördük. Yani,
bir yere, bir alana, bir işe gerçekten o işin uzmanı ya da işini seven
bir kişi atanırsa çok güzel şeyler yaptığını gördük, ama tersi de var
bunun. Kılını kıpırdatmamış, yetkisini kullanmamış, yakınan, yakınan,
yakınan insanlar da gördük; ya kayırmayla gelmiş ya da orada bulunuyor.
Bundan sonra, bunların gerçekten durdurulması gerekir.
Okullar, okullardaki
olaylar değerli arkadaşlar… Okulların birçoklarında spor alanı
yok, sosyal etkinlik yapacak yerler yok. YİBO'larda da böyle. Örneğin,
rehber öğretmen yeterince yok. Norm kadroya göre 400-500 öğrenciye
1 rehber öğretmen, onu da okul müdür yardımcısı yapmışlar; okulda yeterli
rehber öğretmen yok ve bütün öğretmenlerle, öğrencilerle konuşmamızda,
rehber öğretmen eksikliğinin de giderilmesi gerektiğini bize
söylediler.
Yani, sonuç olarak,
bu şiddetin panzehri sanatsa, kültürse, sporsa -ki, öyledir- boş zamanlarında
bir çocuğun, gencin değerlendirilmesi ise bunu yaratmak gerekir
değerli arkadaşlar.
Bakın, nüfus olarak
Türkiye bir çocuklar ve gençler ülkesi, yani nüfusun üçte 1'i sıfır
ile on sekiz yaş arasında, işte, gençliği de kattığınız zaman işin
içerisine yüzde 45'i, nüfusun neredeyse yarısı. Ee bu yarı nüfus
bir zenginlik sayılabilir, eğer sağlıklı bir ortam yaratılırsa,
boş zamanlarını değendirecek bir ortam yaratılırsa.
Bir insanı insan
eden, tabii, ona verdiğin eğitimle beraber, okuldur, aynı zamanda sokaktır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Evet, çevreyle birlikte insanı düşünmek gerekir ve çocukların
kaygısı, dışarıda güvenli bir ortamın olmasıydı, yani çocuklar,
okulda bir güvenlik varsa sokakta da olsun istiyorlar; çevreyle birlikte
almak gerekir.
Bu rapor... Ortaöğretim
öğrencileriyle ilgili bir anket yaptığını söyledim. Belki ileride
ilköğretim ve üniversitede de benzeri bir anket uygulanabilir. Eğitimdeki
eksiklikler mutlaka giderilmelidir diye düşünüyorum. Yabancı
filmler, vurdulu kırdılı diziler, ister yerli olsun... Önemli olan,
çocuğun, gencin, gerçekten, suç aletine de kolay erişmemesidir.
Ben, sonuçta, bu raporun
hazırlanmasında emeği geçenleri yine kutlamak istiyorum. Ama, ilgili
kurumların bu rapora göre hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bunda Hükûmetin görevleri vardır, Meclisin görevleri vardır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Peki, bitiriyorum Başkanım.
Yerel yönetimlerin,
genel yönetimlerin, ailenin, eğitimin, kültürün, birçok kurumun,
kişinin bu konuda görevi vardır.
Ben, yeniden, bu raporun
ülkemizdeki ve dünyadaki şiddetin önlenmesinde, saldırının önlenmesinde
katkı vermesini diliyorum ve hazırlayanlara bir kez daha teşekkür
ediyorum.
Saygılarımla. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gazalcı.
Yine, önerge sahibi
olarak Hakan Taşcı, Manisa Milletvekili.
Buyurun Sayın Taşcı.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda çocuklarımız
ve gençlerimiz arasında üzülerek arttığını gözlemlediğimiz şiddet
eğilimlerinin nedenlerinin araştırılması konusunda vermiş olduğumuz
önergemiz, aynı konuda diğer parti grupları ve milletvekillerimizin
vermiş olduğu dört önergeyle birleştirilmiş ve 14 Aralık 2006 tarihinde
yüce Meclisimizce, çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi
ile okullarda meydana gelen olayların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'mızın 98'inci, İç Tüzük'ün
104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırma komisyonu
kurulmuştur.
Önergemizde, gündelik hayatta, evde,
okulda, sokakta, spor müsabakalarında, eğlence yerlerinde bazen
çocuk kavgası, bazen anne-babanın çocuğuna uyguladığı, bazen çocukların
izledikleri dizilerin etkisiyle topluma ve diğer çocuklara uyguladıkları,
bazen fiziksel, bazen cinsel taciz olarak ortaya çıkan, nedenleri
çok farklı olan ve gelişmiş toplumlardaki kadar olmasa da artan bir
ivmeyle karşımıza çıkan şiddet olayları konusunda duyarsız kalmamak
amacıyla böyle bir araştırmaya gerek duyduk.
Şiddet, ne yazık ki
toplumun tüm kesimlerinde sıradanlaşmıştır. Daha önceleri ayıpladığımız
davranışlar, artık normal kabul edilmeye başlanılmıştır. Örneğin,
daha önce hakaret olarak niteleyebileceğimiz pek çok söz, küfür,
şimdi gündelik hayatın dili hâline gelmiş, gençler arasında normal
konuşma içinde kullanılmaya başlanılmıştır. Yine, bunun yanında
silaha ulaşmak çok kolaylaşmış, kesici ve delici aletler her sokak
başında satılır hâle gelmiştir.
Değerli milletvekilleri,
günümüzde hızla gelişen medya, kültür ve eğlence endüstrisi olan
televizyonlar, sanal ortam dediğimiz bilgisayar ve İnternet ortamının,
içeriği, toplumun kültürünü kemiren, yok eden, zenginliğe ve şiddete
övgü düzen programları ve yayınlarıyla, gençler ve çocuklarımız
arasında ortaya çıkan şiddet eğilimlerinin artmasında, ivme kazanmasında
rol oynamıştır.
Tabii ki, tek başına
medya ve İnternet, yaşanan bu olayların sorumlusu olamaz. Çocuklarımızın
vakitlerinin büyük bir bölümünü geçirdikleri okullar da, ne yazık
ki şiddetin oluştuğu ve uygulandığı yerler hâline gelmektedir. Çocukların
birbirlerine uyguladıkları şiddetin, kötü sözlerin, tacizlerin
okullarda sıradanlaştığı, ne yazık ki, öğretmenlerimizin gözleri
önünde yapılan tacizlere ve küfürlere, argo konuşmalara sessiz
kalıp kınamadıkları bir gerçektir. Maalesef, okullarımız, gençlere
barış, sevgi, hoşgörü ve merhamet gibi temel insani değerler aşılayamamaktadır.
Değerli milletvekilleri,
çocuğun dünyaya gözlerini açtığı yer ailesidir. Daha çocuk anne
karnındayken eğitimine başlanabileceğini uzmanlar belirtmektedirler.
Çocuğun, kişiliğinin gelişimini tamamladığı yedi yaşına kadar,
iyi aile ilişkilerinin yaşandığı bir ortamda olması çok önemlidir.
Bu noktada, çocuğun ileride şiddete meyyal olmaması için ailenin
ne yapması gerektiği, yani, aile eğitimi çok büyük bir önem arz etmektedir.
Anne-baba sevgisiyle, ilgisiyle, huzurlu bir ortamda büyüyen çocukların,
ileride daha başarılı, şiddete yönelmeyen bireyler oldukları
gözlemlenmiştir. Özellikle üç dört yaşlarından sonra, çocukların
okul öncesi eğitimle sosyalleşmelerini hızlandırmaları, ilerideki
dönemde şiddete sapmalarını engelleyici etkenlerdendir.
Kıymetli arkadaşlar,
içinde yaşadığımız sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ortamın,
çocuklar ve gençler kadar hepimizin davranışlarını etkilediği
bir gerçektir. Kavgacı bir siyasi ortam, toplumdaki bireyleri gerdiği
gibi, çocukları ve gençleri de germektedir. Ekonomik istikrarın
olmaması, kavgacı bir siyasi ortamın devamlı topluma pompalanması,
geçmişte, 12 Eylül öncesi dönemde yaşadığımız şiddet olaylarının
kaynağı olmuştur.
Yine, ülkemizde bundan
önceki dönemde sık sık yaşadığımız ekonomik krizlerin ve siyasi
istikrarsızlıkların neticesi, onu takip eden yıllarda suç ve suçluluğun
arttığını, toplumun hızla şiddete yöneldiğini gözlemlemekteyiz.
İnsanların, yarınlarından endişe etmeleri, toplumsal huzuru bozmaktadır.
Bütün bu gelişmeler, şu an karşımıza çıkan, gençler ve çocuklar arasındaki
şiddet ve suçluluğun nedenleri arasındadır.
Değerli milletvekilleri,
yukarıda bazısını saymaya çalıştığım nedenlerle ortaya çıktığına
inandığım, çocuklarda ve gençlerdeki şiddet eğilimlerinin nedenlerinin
araştırılıp, alınması gereken önlemlerin tespiti konusunda kurulan,
benim de üyesi bulunduğum araştırma komisyonu, dört ay gibi bir sürede
dört aya sığmayacak çalışmalar yapmıştır. Konunun nedenleri konusunda
ve çözüm önerilerinin tespiti konusunda bundan sonraki araştırmalara
ışık tutacak bir başvuru kaynağı niteliğinde raporu hazırlamıştır.
Bu raporda çok kapsamlı araştırmalar, suçlu ve suça itilmiş çocuklarla
yüz yüze görüşmeler, İnternet kafe ve okullardaki incelemeler, konusunun
uzmanlarının dinlenmesi sonucu oluşan kanaatler yer almaktadır.
Bu raporun konunun
aydınlanması için yeterli bir rapor olduğunu ve başta yüce Meclisimiz
olmak üzere tüm kamu kuruluşlarımızın bu rapordan kendileri için
yapabilecekleri bir görev çıkartacakları ümidiyle, bu çalışmalarda
yaşadığım bir anekdotu anlatarak sözlerime son vereceğim. Paşakapısı
Cezaevinde, suça bulaşmış bir kızımız komisyonumuza şunu söyledi:
"Buradan çıkınca kırmızı ışıkta bile geçmeyeceğim." Toplumumuzda
bazı suçlar o kadar sıradanlaşmıştır ki, bu kızımız, zaten suç olan
kırmızı ışıkta geçme fiilini bile hafife alıp suç değilmiş gibi görebilmektedir.
Biz büyüklerin, anaların,
babaların, öğretmenlerin suç algısı üzerinde daha hassas davranmamız
gerektiği düşüncesiyle hâl ve hareketlerimizde topluma ve çocuklarımıza
örnek olmamız, sorumluluğunu unutmadan davranışlarımızı bu sorumlulukla
yaparak kırk ölçüp bir biçmemiz gerektiği düşüncesiyle hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Taşcı.
Buyurun.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; çocuklarda ve gençlerde
artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Araştırma
Komisyonu adına söz almış bulunuyor, hepinizi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, şiddet zaman zaman
farklı çalışmalar içinde Genel Kurulun gündemine geldi. Sporda şiddet,
kadın ve çocuklara karşı şiddet. Yine, yoksulluk ve şiddetin mağduru
olan sokak çocuklarını inceleme sırasında da değerli komisyon çalışmaları
oldu. Ama, bu gidişle, sanıyorum, bir de Mecliste şiddet inceleme
komisyonu kurulacak gibi geliyor, çünkü, demin şiddet varken bütün
arkadaşlarımız buradaydı, şiddet bitti ve herkes gitti.
Tarih boyunca da şiddet hep, tabii ki,
var olmuş. Bu kadar barış söylemleri, insan hakları, kadın hakları,
çocuk hakları söylemleri artarak hayatımıza girerken şiddetin
de hızla artması çok ilginçtir.
Şiddet, genelde tarih boyunca büyüklerin
arasında yaşanır ve anılırdı. Ama, üzülerek görüyoruz ki, günümüzde
şiddet genç ve çocuklarda anılır olmuş, çocuklara karşı şiddeti konuşurken,
araştırırken çocuk ve gençlerin şiddetini konuşmak ve araştırmak
ihtiyacı hasıl olmuştur.
Dünyanın ve çağımızın en önemli problemlerinden
olan genç ve çocuklarda şiddet ülkemizin genç nüfus yoğunluğuna bakıldığında,
bizim için daha da önemli olduğu aşikârdır. İşte, bu hassasiyetle, değerli
meslektaşlarım, AK Partili Sayın Milletvekili Muzaffer Külcü, Anavatanlı
rahmetli Ömer Abuşoğlu, Cumhuriyet Halk Partili Mustafa Gazalcı,
bağımsız Zülfü Livaneli ve arkadaşlarının verdikleri önergeler
ile konu Parlamentoya taşınmış ve Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük'ün
104'üncü ve 105'inci maddeleri uyarınca sayın milletvekilleri tarafından
verilen önergeler birleştirilerek, şu anda size çalışmalarını
anlatacağım araştırma komisyonu 14/12/2006 tarihinde kurularak
çalışmalara başlamıştır.
Demin değerli arkadaşlarımın da akışından
söz ettiği komisyon çalışmaları içinde, özellikle
Altmış ilde eğitim verilen yaklaşık
1.500 rehber öğretmen, 261 okulda anket çalışmalarını 26 Şubat-2
Mart tarihleri arasında tamamlamıştır.
21/2/2007 tarihli toplantıda alınan kararla
da Ankara, İstanbul, İzmir, Trabzon, Kayseri, Adana, Konya, Antalya,
Mersin, Erzurum, Ağrı, Diyarbakır, Gaziantep ve Elâzığ illerinde,
komisyon üyesi milletvekillerinden oluşan alt komisyonlar marifetiyle
inceleme ve araştırmalarda bulunmuştur.
5-6 Nisan 2007'de, Komisyonun yaptığı
çalışmaları ve anket sonuçlarını paylaşmak ve fikir alışverişinde
bulunmak amacıyla, İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda bilim, sanat ve
medya camiasından değişik kesimlerle görüş ve önerilerini almak
amacıyla bir araya gelinmiş ve canlı yayın aracılığıyla çalışmalar
kamuoyuyla paylaşılmıştır.
05-06 tarihleri arasında, Bilkent
Otel'de Dünya Sağlık Örgütü danışmanlarıyla, ilgili kamu kurumlarının
üst düzey yöneticileriyle, teknik personeli, akademisyenler ve
bazı sivil toplum kuruluş temsilcileriyle panel ve çalışma toplantıları
düzenlenmiştir.
Bu son toplantıda, dünyada çocuklarda
şiddetin önlenmesinde
Bu çalışmada, panel, çalışma toplantısı
ve beyin fırtınası yöntemleri uygulanmıştır.
Bir başka çalışma da İstanbul özelinde
şiddet ve suç eğilimi araştırma çalışmasıdır. Bu çalışma da eğitim
ve öğretim çağlarında bulunan, ama eğitim ve öğretime devam etmeyen
gençlerle çalışan ve sokakta yaşayan çocuklarımızın arasında yapılan
çalışmalardır.
Diğer yandan komisyon
çalışmaları devam ederken…
Sayın Başkanım, arkadaşlar
konuşuyorlar, dikkatim dağılıyor.
BAŞKAN - Arkadaşlar,
dinleyelim lütfen.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(Devamla) - Diğer yandan komisyon çalışmaları devam ederken kurumlarla
bilgi paylaşımları yapılmış, raporda önerilen bir kısım hususlar
da bu çalışma süresi içinde hayata geçirilmiştir.
Basın, yapılan çalışmaları
yakından izleyerek toplumsal duyarlılığın artmasına katkıda bulunmuş,
basında 500'ün üzerinde haber yapılmış, canlı yayınlar yapılmış, çalışmadan
çıkan mesajlar öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve kamuoyuyla
paylaşılmaya çalışılmıştır.
Değerli meslektaşlarım,
komisyon üyesi arkadaşlarım ve bizimle çalışan uzman arkadaşlarım,
bir araştırma komisyonu olarak gururla söyleyebiliriz ki, çalışma
teknikleri ve izlenen program açısından bu komisyon çalışmaları
bir sürü ilki gerçekleştirme şansına sahip olmuştur. Dolmabahçe,
Bilkent çalışmaları ve anket araştırma çalışmaları bunlardan başlıcalarıdır.
Bu çalışmalarda bize destek veren Meclis Başkanı, değerli bakanlarımız,
grup başkan vekillerimiz ve uzman arkadaşlarıma huzurunuzda teşekkür
ediyorum.
Bu çalışmalar sonunda
size sunulan raporumuzda alınan ve işlenen konular: Birinci bölümünde
"Kuruluş ve Amaçları", ikinci bölümünde "Şiddet ve Saldırganlık"
konusu irdelenmiş, Türkiye'de çocuk ve gençler arasında şiddetin
görülme sıklığını irdelerken özellikle dünyada ve ülkemizde kullanılan
tanımlar, şiddetin saldırganlık dürtüsüyle ilişkisi, nedenleri,
bireysel ilişkiler ve sosyal, toplumsal etkenler araştırılmış, üçüncü
bölümde "Ulusal ve Uluslararası Mevzuat", dördüncü bölüm
de Türkiye'nin sosyo demografik yapısı, şiddetin ülkemizdeki boyutu
ve gençlerdeki şiddet eğilimlerini artıran nedenlerin incelendiği
bölümdür. Beşinci bölüm tutanaklardan özetleri kapsamakta, altıncı
bölüm ise kurum, kuruluş raporları, tutanaklar, yapılan araştırmalar,
panel ve çalıştay sonuçları göz önüne alınarak "Sonuç ve Öneriler"
kısmını oluşturmaktadır.
Süremizin yetersizliği
dolayısıyla ancak başlıklarını verebileceğim çalışmaların detaylarını
raporda detaylı olarak bulma şansınız vardır.
Ülkemizde genç nüfusumuzun
beş yaş grubuna kadar 7 milyon 864 bin, yüzde 10; altı-on sekiz yaş grubunun
17 milyon, yüzde 24; on dokuz-yirmi beş yaş grubunun 8 milyon 988 bin,
yüzde 12 olduğu düşünüldüğünde, hiçbir Batı ülkesiyle mukayese
edilemeyecek derecede şiddet eğilimine yönelik risk taşıyan genç
nüfusumuz olduğunu kabul etmeliyiz.
Birkaç devletin toplam
nüfusuna denk olan genç nüfusun oranı, ülke politikalarımızı
"genç nüfus" odaklı belirlemek zaruretini doğurmaktadır.
Başta eğitim, sağlık, kültürel ve ekonomik politikalar olmak üzere,
tüm politikalar "merkezî gençlik politikası" oluşturularak
yapılmalıdır.
Ortaöğretim kurumlarında
yapılan araştırmaların sonucunda gençler arasındaki şiddet olaylarının
boyutları ve etkileyen faktörleri araştırıldığında gördüğümüz
üzücü bir sonuç vardır ki, şiddet algılamasının bozulmuş olmasıdır.
Zaman zaman, üzülerek söyleyeyim ki, Meclisimizde de yaşanan şiddet
olaylarının aslında kaynağında şu yatmaktadır: Artık sert davranılması,
kendisine bağırılması, alay edilmesi, lakap takılması, istenmediği
hâlde kendisine olumsuz bir davranışta bulunulması, kişiler tarafından
şiddet olarak tanımlanmamaktadır. Bu da şiddet davranışlarının
normal olarak kabul edilmesine neden olmakta, normal olan bu davranışlar
toplumda daha fazla kabul görerek yaygınlaşmaktadır.
Şiddet olaylarının
farklı algılanmaya başlaması, şiddetin türünü ve dozunu da değiştirmektedir.
Örneğin, tokattan yumruğa, kesici aletten ateşli silah kullanmaya
yönlenme ya da sözel şiddetin yerine fiziksel şiddetin uygulanması
gibi.
Uygulanan şiddet
olaylarının sayıca artmasının yanı sıra şiddet davranışları hakkında
farkındalığın azalmış olması, şiddetin giderek büyüyen bir toplumsal
sorun hâline geldiğini göstermektedir.
Değerli arkadaşlarım,
şiddet diye bahsettiğimiz olayın hem manevi hem maddi hepimize bir
maliyeti vardır. Detaylı maliyet çalışmalarını raporun içinde
göreceğiniz gibi, ben sadece birkaç rakamla size örnek vermek istiyorum:
2006 yılında yaklaşık 280 çocuk ve ergen şiddetle ilişkili suçlardan
dolayı eğitim evlerine konulmuştur. Bu çocukların devlete bir aylık
maliyeti 960 YTL'dir. Bu rakam sadece ceza infaz kurumu maliyeti
olup, içinde yargı maliyeti yoktur.
Şunu da paylaşmak isterim
ki, bugün okul için, eğitim için toplumdan aldığımız bağışları, yarın
hapishaneler için halktan almak mümkün olmayacak, hatta hiç kimse
şehrine hapishaneleri sokmak istemeyecektir.
Diğer yandan, çocuklarımızı
şiddete iten nedenler arasında önce bir bireysel nedenlere bakalım:
Çocuğun annesinin
doğum öncesi bakım almaması ve sağlıksız koşullarda doğum yapması,
doğum öncesi sorunlar ve doğum travmaları beyin hasarına neden
olabilmekte, bu da yaşam boyu kişilerin şiddete maruz kalmalarına
ya da şiddet davranışı uygulamalarına,
Çocuğun cinsiyet, sayı
ve zamanlama açısından istenmeyen çocuk olması, çocuğa yönelik
şiddet davranışlarını artırdığı gibi, çocuğun kişiliğinin şiddet
davranışları sergileyecek şekilde gelişmesine,
Okul başarısızlığı
olan çocuk ve gençlerin şiddete maruz kalmasına ve şiddet içeren davranışlara
daha fazla sahip olmalarına,
Okula devamsızlığı
olan gençlerin şiddet içeren ortamlarda bulunmasına, neden olmaktadır.
Gençler, şiddet olan
ortamlarda bu davranışlarla baş etmeyi bilememekte ve kendileri
de şiddet davranışları sergilemeden sorunları çözmede zorlanabilmektedirler.
Gençlerin şiddet davranışları yerine iletişim tekniklerini kullanarak
sorun çözme becerilerinin çok da yeterli olmadığı -büyüklerinde
olmadığı gibi- tespit edilmiştir.
Şiddet davranışlarıyla
karşılaştıkları zaman verdikleri tepkiler ise şiddetle karşılık
verme, kabullenme şeklindedir. Bu durum, çocuk ve gençlerin az gelişmiş
vicdan duygusu ve olayları değerlendirme konusunda yetersiz olduğu
kendileri tarafından tanımlanmıştır.
Ailede şiddete neden
olan durumların başında kültürel yapısı gelmektedir. Şiddetin kanıksandığı,
eğitim ve problem çözme sanatı olarak kullanıldığı ailelerde şiddet
davranışları daha sık görülmektedir.
Benzer şekilde çocuk
sayısı fazla olan ailelerde, kentlere göç eden ailelerde, aile ortamında
alkol ve madde kullanımıyla stres etkenlerinin olması, ailenin
toplumda kendini yalnız hissetmesi ve topluma yabancılaşması, erken
yaşta anne ve baba olan bireylerin yeterli yaşam deneyimine sahip
olmaması, aile içi geçimsizlik, çocukluğunda aile içinde şiddet
gören erişkinlerin daha fazla şiddet uygulamaları, şiddet ortamlarında
yetiştirilen çocuk ve gencin sorun çözme becerisinin gelişememesine
neden olmaktadır.
Çocuk ve gençlerin arkadaşlarından
çok etkilendikleri, karşılaştıkları sorunları arkadaşlarıyla
paylaşmayı tercih ettikleri, en çok şiddeti arkadaşlarından gördükleri
ve arkadaşlarına gösterdikleri de yaptığımız araştırmaların bir
sonucu.
Şiddet algılarının
bozulması nedeniyle şiddet içeren davranışların sık ve sürekli olması,
İletişim ve sorun çözme
tekniklerini bilmemesi,
Yardım alabileceği
yetişkinler konusunda yeterli bilgiye sahip olamaması,
Olumsuz arkadaş çevrelerinin
etkisi,
Duygusal arkadaşlıklarda
koruma ve kıskançlık içgüdülerinin ön plana çıkması,
Özellikle gençlik döneminde
"bir gruba ait olma" duygusunun yoğun olarak yaşanması,
Liderlik duygusunun
şiddet davranışlarıyla tatmin edilme isteği,
Şiddet davranışlarına
neden olmaktadır.
Çocuk ve gençlerin en
yoğun ve önemli ilişkileri aile ve arkadaşları olup en çok şiddet
davranışlarını bu ortamlarda yaşamaktadırlar. Çocuk ve gençlere,
aile ve arkadaş ilişkilerinde iletişim becerilerinin doğru öğretilmemesi
en önemli sorunlardan birisidir.
Diğer yandan, küreselleşmenin,
toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı üzerindeki olumsuz etkilerinden
çocuğun korunamaması,
İnternet kafelerde
ve sanal ortamlarda yetişkinlerle olumsuz etkileşim içinde bulunması,
Medyada devamlı olarak
yer alan şiddet görüntüleri nedeniyle çocukların şiddet görüntülerini
kanıksamaları ve şiddet algılarının değişmesi,
Çocuk ve gençlerin televizyon
karakterlerinden etkilenmeleri,
İşsizlik ve yoksulluğun
etkilerinden çocuk ve gençlerin korunamaması,
Sigara kullanımı,
alkollü içki içme ve madde kullanımı,
Çocuk ve gençlerin delici-kesici
alet, ateşli silah taşımaları ve çete üyesi olmaları,
Spor ve kültürel etkinliklere
katılmamaları,
Gelecek kaygısının
had safhada olması ve büyüklerini kötü örnek alması,
Şiddet eğilimlerini
belirlemektedir.
Tabii ki, bütün bu
problemlere çözüm bulabilmeniz için de iyi bir veri tabanına sahip
olmanız gerekiyor. Lakin, çalışmalarımız sırasında üzülerek gördük
ki, kurumların hepsinde ayrı ayrı bulunan veriler birbirlerini
tamamlayıcı ya da paralellik arz etmemektedir. Çocuk ve gençlerde
şiddet ile ilgili kayıtların birbiriyle ilişkisinin olmaması,
birleştirilememesi, toplam çocuk sayısı üzerinden yorum yapılamamasına
neden olmaktadır. Bu nedenle, çocuk ve gençlerde şiddetin görülme
sıklığı ve ortaya çıkardığı sorunlar hakkında karar verilmesini
sağlayacak verilerin ve kayıtların birbiriyle ilişkili olmaması
önemli bir sorundur.
Üniversitelerin de
bulundukları şehirleri dahi inceleyip genç ve çocuklarıyla ilgili
problemleri kendilerine dert etmediği görülmüş ve maalesef araştırmalarına
rastlanamamıştır.
Diğer yandan, çocuk
ve gençlere yönelik, ülke genelinde ortak bir programın olmaması
büyük bir sorundur. Kamu ve sivil toplum kuruluşlarının yaptığı çalışmaların
hepsinin amacı, şiddetin önlenmesi ve kontrolü şeklindedir. Ancak,
ülke çapında ve tüm kurumları içine alan, şiddetin nedenleriyle
birlikte ortaya çıkmamasını ve şiddet sonrası yapılması gerekenleri
kapsayan eş zamanlı bir program bulunmamaktadır.
Şiddet, pek çok riskli davranışlarla beraber
giden bir olgudur. Örneğin, silah taşıma, madde kullanımı, çeteye
üye olma. Bu da, ülkemizde çocuk ve gençlerle birlikte çalışan bütün
kamu kuruluşlarını ve özel kuruluşları kapsayan, ortak bir amaç ve
hedef grubu olan bir programın eş güdüm içinde işlemediğini göstermektedir.
Şiddet programları, daha çok şiddet
olayları sonucunda çocukların tedavisi, rehabilitasyonu ve şiddete
maruz kalan ya da uygulayan çocukların korunması şeklinde yapılandırılmış
olup, şiddet ortaya çıkmadan önce yapılanlar oldukça yetersizdir.
Diğer yandan, yerel uygulamalarda karşılaşılan
sorunlar ve koordinasyon eksikliğine baktığımızda:
İl ve ilçelerde çocuk ve gençlere yönelik
uygulanan programlar bakanlıklar tarafından koordine edilmektedir.
Bu da, programların yürütüldüğü alanda sınırlı kalmasına neden olmaktadır.
Örneğin, sağlık, eğitim, emniyet ve benzeri alanlarda yapılan çalışmalar
sadece bu kuruluşun içinde il müdürlüğü tarafından koordine edilmekte
ve diğer ilgili kuruluşlarla iletişim kurulmakta yeterli olmamaktadır.
Bu koordinasyonun il ve ilçe mülki idare amiri tarafından yapılması
gerekmektedir. Bu işleyişin yetersiz olduğu gözlenmiştir.
Ülkemizde kabul edilen uluslararası
ve ulusal mevzuat değerlendirildiğinde, mağdur, ihmal ve istismar
edilmiş, suça sürüklenen, şiddet eğiliminde olan ve şiddete maruz
kalan çocuk ve gençlerle ilgili hukuki düzenlemelerin bu konudaki
uluslararası düzenlemelerle paralellik arz eden düzenlemeler olduğu,
bu çerçeveden bakıldığında, bu konudaki problemlerin yasal boşluk
veya ihtiyaçtan değil, mevcut ve yeterli olan yasaların yeni olması
ve uygulayıcıların uygulamayı yeterince yansıtamadığı, yani
etkin bir şekilde uygulanamamasından kaynaklanmaktadır.
Lakin, teknolojideki gelişmelerin
hızla geliştiği ve yaygınlaştığı dünyamızda teknoloji ve bilim
dalında, özellikle televizyon ve İnternet ortamında çocuklar için
zararlı olan yayınlarla ilgili suçların düzenlenmesi ve koruyucu
diğer denetim mekanizmalarının oluşturulmasına yönelik yasal
düzenlemeler hızlı bir şekilde yapılmalı, günün ihtiyaçlarına
göre değiştirilmeli ve etkin bir şekilde uygulanmalıdır.
Çocuk ve gençlerimizde şiddet ortaya
çıkmadan önce ve şiddet görüldükten sonra yapılması gerekenlere
ilişkin öneriler:
Komisyonun yaptığı çalışmaların sonuçlarına
göre, çocuk ve gençlerde şiddetin ortaya çıkmadan önce önlenmesi
için, bireylerin doğum öncesinden itibaren olumlu yaşam tarzı geliştirmesi
açısından izlemeye alınması ve ilgili izlemenin erişkinlik dönemine
dek sürdürülmesi gerekmektedir.
Şiddetin kontrol altına alınabilmesi
için şiddet nedeni olabilecek etkenlerin erken döneminde belirlenebilmesi
ile şiddete karışmış çocuk ve gençlerin tedavi ve rehabilitasyonu
ulusal, ortak, sürdürülebilir ve kurumlar arası mutlak eş güdüm dahilinde
bir program olarak ele alınmalıdır.
Çocuk ve gençlerin
kendini ifade edebilme, stres ile başa çıkabilme, zor durumlarda karar
verebilme gibi yaşam becerilerinin geliştirilmesi,
Şiddet ile karşılaşan
çocuk ve gencin doğru tutum ve davranış sergileyebilmesi,
Yaşadığı fiziksel
ve sosyal çevrenin güvenli olması, şiddete maruz kalma ve şiddet uygulama
için risk altında olan çocuk ve gençlere erken tanı konulması,
Şiddete maruz kalan
ve şiddet uygulayan çocuk ve gençler ile ailelerin tedavi ve rehabilite
edilmesi,
Gerekmektedir.
Çocukluk dönemleriyle,
toplumsal ve sosyal nedenlere ilişkin öneriler:
İstenilen bebek olmak,
doğum öncesi bakım almak ve sağlıklı koşullarda doğum yapmak, çocuğun
ileriki yaşlarda şiddet ile karşılaşmasını azaltan etkenlerdir.
Bu durumda:
Anne ve babanın gebelik
öncesinde ebeveynliğe hazırlanma konusunda eğitim almaları,
Her gebeliğin isteyerek
olmasının sağlanması,
Her doğumun sağlıklı
koşullarda yapılması,
Önemlidir.
Okul öncesi döneme
ilişkin öneriler:
Özellikle erken bebeklik
döneminden itibaren ilk aylar içinde temel güven duygusu gelişmeye
başlamaktadır.
Bebeğin doğum sonrası
döneminde çıkan herhangi bir sağlık sorununun ivedilikle tanı alması
ve tedavisinin sağlanması ileriye dönük sağlığı açısından çok
önemlidir.
Yaşam becerilerinin
gelişmesi için kritik dönemin yakalanması:
Çocuklara bu becerilerin
kazandırılabileceği dönem esas olarak 0-8 yaş dönemidir. Bu tür
eğitimler sağlık personeli, aile danışmanlık merkezi ve medya tarafından
hazırlanacak eğitim programları ve okul öncesi eğitim programı kapsamında
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından verilebilir. Lakin, okul öncesinin
bu kadar önemli olduğu günümüzde, bizim okul öncesi eğitim oranlarımızın
yüzde 25 olması, zaman zaman ekonomik, kültürel ve diğer değerlerimizi
kıyasladığımız Avrupa ülkelerinin ise okul öncesi eğitimde neredeyse
yüzde 80'in üzerinde bir tamamlamaya geçmiş olduğunu hepinizin
dikkatine sunmak isterim.
Okul dönemine ilişkin
önerilerimiz:
Eğitim ve sosyal hizmet
alanlarında hizmet sunumu sırasında kullanılması, uygulanan
programların izlemi ve değerlendirilmesinin sağlanması gerekmektedir.
Okullarda bu sorunlar
ile uğraşacak psikolojik danışman sayısı artırılmalıdır.
Okula başlamadan önce
dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi durumların tanınması amacıyla
ölçekler de eklenmelidir.
Rehberlik servisleri,
çocukların cezalandırıldıklarında öğretmenleri tarafından gönderilecekleri
yer olmaktan kurtarılmalıdır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(Devamla) - Sayın Başkanım, raporumu bitireyim lütfen.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(Devamla) - Sınıf ve branş öğretmenlerinin bu konuda mutlaka eğitim
alması gerekmektedir.
Okula devamsızlığın
önlenmesi ve takibi,
Okul başarısızlığının
izlenmesi ve desteklenmesi,
Şiddet öyküsü olan çocuk
ve gençlerin tespiti ve psikososyal yönden desteklenmesi,
Sigara, alkol ve alkol
dışı madde kullanımının azaltılması,
Madde kullanımının
engellenmesi için zaten var olan Emniyet Genel Müdürlüğünün çalışmalarının
daha etkin hâle getirilmesi,
Silah taşıma ve çete
üyesi olmanın azaltılması,
Gençlerin silaha
ulaşmalarının engellenmesi, toplumda genel olarak silaha ulaşmayla
ilgili yasal durumun güçleştirilmesiyle sağlanabilir diye düşünüyoruz.
Toplumdaki bireylerin
silah sahibi olmalarının azaltılması, gençlerin silaha ulaşmasını
sınırlandıracaktır.
Okullarda çeteleşme
eğilimi olan çocuk ve gençlerin rehberlik hizmetleri tarafından yakın
izleme alınması ve çete üyesi olan çocuk ve gençlerin ise bu tür olaylardan
uzaklaşması,
Çeteye ya da bazı
olumsuz gruplara üye olan çocuk ve gençlerin olumlu davranış gösteren
çocuklardan oluşan gruplara entegre edilmeleri,
Kumar ve şans oyunu oynama
konusunda çocukların takip edilmeleri,
Kontrolsüz İnternet
kullanımının azaltılması,
Çok önemlidir.
Aileler, çocuk ve
gençlerin İnternet kafelerde sınırlı bir süre kalmalarını sağlamalıdır.
İnternet kafe işletmecilerinin
çocuk ve gençlerin şiddet içeren oyunlardan etkilenebilecekleri
konusunda duyarlılıkları artırılmalıdır.
Okullarda, çocuk ve
halk kütüphanelerinde ve halk eğitim merkezlerinde kontrollü İnternet
odaları ve güvenli İnternet kullanım olanaklarının artırılması
sağlanmalıdır.
Güvenli ortamın sağlanması,
çocukta şiddetin en fazla arkadaşlar arasında olduğunu düşündüğümüzde,
gençler açısından çok önem taşımaktadır.
Ailelerin çocuklarının
olumlu davranışlara sahip olan arkadaş seçiminde onlara destek
vermeleri,
Okulda eğiticilerin
olumlu arkadaş ilişkileri konusunda çocuk ve gençlere rehberlik
yapması,
"Toplum destekli
polis," anlayışının yaygınlaştırılması,
Gerekmektedir.
Çocuk ve gençlerde
sağlıklı yaşam tarzının geliştirilmesi:
Şunu söylemek isterim
ki değerli meslektaşlarım, buradaki konuşmalarımızda da, zaman
zaman basından izlediğimizde de, çocuklarımızın şiddete karşı eğitimlerinin
sadece okul çatısı altında olduğunu düşünmek veya konuşmak çok anlamlı
gelmemektedir. Bu ülkenin Kültür Bakanlığı, spor ve gençlikten sorumlu
Devlet Bakanlığı ve ilgili kurumları ve buna benzer, çocuğun ve ailenin
direkt hayatını ilgilendiren bir sürü faaliyet alanları vardır.
Çocuk ve genç dediğimiz
zaman, sadece bunların millî eğitim çatısı altında çözüleceğini
düşünmek, sanıyorum çok kolaycılık olmaktadır. Onun için, çocuk ve
gençlerimizin sağlıklı yaşam tarzının geliştirilmesi, onların
hayatla buluşturulması, özellikle spor yapmanın çocukların şiddet
eğilimlerini azaltan bir unsur olduğunu düşündüğümüzde, gençlik
ve spor il müdürlüklerine çok fazla görev düşmektedir. Kültür Bakanlığının,
kültür etkinlikleriyle çocukların boş vakitlerini etkin olarak
kullanma ve değerlendirmesi, daha aktif bir görev alması gerekmektedir.
Yaşam becerilerinin
geliştirilmesi konusunda, evde aile başta olmak üzere, yine, dediğimiz
gibi, spor ve gençlik il müdürlükleri ile Kültür Bakanlığının, değişik
senaryolar, oyunlar ve diziler içinde çocukların yaşam becerilerinin
geliştirilmesine destek olmaları,
Öğretmenler, rehberlik
servisleri, okul yöneticilerinin, ailelerle ortak çalışma ortamlarının
oluşturulması, aile eğitimlerinin yapılması,
Gerekmektedir.
Toplumsal ve sosyal
nedenlere ilişkin önerilerimiz ise:
Toplumsal eşitsizliği
azaltmaya yönelik politika ve uygulamaların olması,
Büyük şehirlerde sosyal
yardım yapan kurumlar arasındaki iletişim eksikliği, bazı kesimlerin
mağdur olmasına, bazı kesimlerin ise bu yardımları, suistimal ederek
zengin olmasına neden olmaktadır.
Sosyal yardım politikalarının,
göç edenleri kendi şehirlerine dönmeleri ve yaşam şartlarının kendi
şehirlerinde yükseltilmesi için teşvik programlarının geliştirilmesi,
Göç edenler için belediyeler,
kaymakamlıklar tarafından, şehre göç eden, özellikle genç çocuklarda
şehre uyum programlarının geliştirilmesi,
Kültür Bakanlığı ve
yerel yönetimlerin, göç edenlerin şehir kimliğini benimsemelerinde
yardımcı olmaları,
Çocukların kişilik
gelişimlerine destek olacak sosyal faaliyet alanlarının oluşumunda
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, belediyeler ve Kültür Bakanlığı,
ilgili müdürlüklerin iş birliği içinde sosyal sorumluluk projeleri
uygulamalarının artırılması,
Medyanın, özellikle
okul öncesi eğitimi destekleyen kampanyaların etkin ve sürdürülebilir
hâlde kurumsallaşarak sürekliliği,
Kadının ekonomik bağımsızlık
kazanmasının teşvik edilmesi, çocuğun ruhsal ve kişisel gelişme
açısından çok büyük önem taşımaktadır.
Çocuk ve gençlerin televizyon
programlarını yoğun olarak izledikleri görülmektedir. Televizyonun
çok seyredilmesiyle bazı şiddet türleri arasında ilişki bulunmuştur.
Çocuk ve gençlerin seyrettikleri programların
olumlu değerleri ve davranışları içeren mesajlar içermesine dikkat
edilmeli, çocuk ve gençlerin seyrettikleri program içinde "şiddet",
"riskli davranışlar", "silah taşıma", "çeteleşme"
gibi olayların olmamasına dikkat edilmeli, bu tür davranışların
sorun çözme davranışı olarak sergilenmesi veya olumlu biçimde algılanmasının
önüne geçilmelidir.
Ergenlikle ilgili
yayınların televizyonda izlenebilir saatlerde yayınlanması,
şiddetin sonuçları ve kaybettirdikleri hakkında aileler, çocuklar
ve öğretmenler başta olmak üzere her kesimin bilinçlendirilmesi,
bu konuda medyanın sosyal sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir.
Şiddet içerikli haber
ve mesajların devamlı görünür kılınması çocuk ve gençleri şiddete
karşı duyarsız kılacağı için, bu tür mesajların, doğuracağı sonuçlar
açısından titizlikle irdelenmesi gerekmektedir.
Toplumdaki demokrasi,
saygı, sevgi, hoşgörü ve benzeri değerlerin geliştirilmesi:
Çocuk ve gençlerin
okullarda spor ve kültürel etkinlikler sırasında karşılıklı etkileşimde
bulunarak demokrasi kültürünün geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Millî ve manevi değerler
kültür faaliyetlerimizde, davranış biçimlerimizde kendini bulmalı,
çocuk ve gençlerimiz bu rolleri model almalıdır. Bunun için de Kültür
Bakanlığı, genç amatör tiyatro gruplarının özellikle bu eğilimleri
engelleyen ve gencin yüreğini ve heyecanını olumlu kullanmasını
sağlayan oyun ve senaryolara destek vermelidir.
Başta illerin ticaret
ve sanayi odalarıyla, diğer sivil toplum kuruluşları yerel olarak
genç ve çocukları şiddetten uzaklaştıran kültürel faaliyet konusunda
daha aktif olmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı,
çocuk ve gençlere yönelik değerler eğitiminde Kültür Bakanlığıyla
iş birliğinde daha aktif olmalıdır.
Çocuk ve gençlerin
toplumda farklı koşullarda olan kişilerle iletişim kurması sağlanmalı,
paylaşım duyguları geliştirilmelidir. (Çocukların yaşlılarla
beraber çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunmaları gibi.) Bu etkinlikler,
okullar, sosyal hizmetler, sivil toplum kuruluşları tarafından ortak
organize edilebilir.
Şiddet, suç eğilimi,
sadece güvenlik önlemleri ve ceza ile önüne geçilebilecek bir sonuç
değildir.
BAŞKAN - Efendim, konuşmanızı
toparlar mısınız.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(Devamla) - Her bireyin vicdan polisini oluşturacak kültür ve eğitim
seferberliğimiz olmalıdır.
Ortaöğretime devam
eden çocuk ve gençlerin yüzde 72'si millî değerlere hakaret edildiğinde
şiddet uygulayabileceğini belirtmektedir. Toplum liderleri,
biz siyaset yapanlar, toplumun ortak değerlerini, çocuk ve gençleri
şiddete yöneltecek şekilde tahrik unsuru olarak söylevlerinde
kullanmamalıdırlar.
Veri toplama sistemi
ve araştırmalarında TÜİK, bütün kurumlar arasında ortak bir sorumluluk
almalı ve devam ettirmelidir.
Bütün bunlarla konuşmayı
bitirmek zorunda olduğum için, kalan kısmı kısaca paylaşmak isterim:
Çocuk ve gençlerde
şiddet ortaya çıkmadan önce ve şiddet ortaya çıktıktan sonra yapılan
müdahalelerde, ulusal ve yerel düzeyde koordinasyonla ilgili sorunlar
ön plana çıkmaktadır. Bu bölümde organizasyona ilişkin önerilere
yer verilmiştir. Sağlık Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
İçişleri Bakanlığı, Aile Araştırma Kurumu, Millî Savunma Bakanlığı,
Maliye, DPT, TÜİK, üniversiteler, medya, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu,
sivil toplum, belediyeler, Kültür Bakanlığı şiddetin önlenmesi
konusunda hızlı bir şekilde eş güdüm içinde bir çalışma yapmalıdırlar.
Ülkenin bütün çocuk
ve genç nüfusuna ulaşmayı hedefleyen ulusal çocuk ve gençlik politikasını
oluşturacak ve bu politika doğrultusunda programlar geliştirecek,
bakanlıklar ve diğer kamu kurum, kuruluşlarının çocuk ve gençlik
programlarını ve sorumluluk alanlarını net olarak belirleyecek,
özel ve sivil toplum kuruluşlarının destek ve katılımlarını program
dâhilinde koordinasyonunu sağlayacak, uygulamaları izleyecek
merkezî bir yapılanmaya çok acil ihtiyaç vardır. Bu merkezî yapılanma
modeli bir bakanlık şeklinde ya da mevcut olan bakanlıkların eş güdüm
koordinasyonu ya da sektörler arası çocuk kurulu gibi, hâlen yürürlükte
olan sektörler arası bir kurul şeklinde yapılandırılabilir.
Çocuk ve gençlere yönelik
bakanlık programları, merkez teşkilatı tarafından yapılmaktadır.
Kararların alınması ve uygulanması sırasında taşra teşkilatı çalışanlarının
da katılımları, program oluşturma aşamasında sağlanmalıdır. Ancak,
her zaman merkez teşkilatı tarafından oluşturulan programlar, sahada
karşılaşılan sorunları tam olarak karşılayamamaktadır. Örneğin,
bazı şehirlerde göçle gelen sorunlar şiddetin temel nedenleri arasında
yer alırken, başka bir şehirde aile yapısı farklı bir belirleyici
olabilmektedir. Bu nedenle, çocuk ve gençlere yönelik şiddetin önlenmesinde
izlenecek programların belirlenmesi için taşra teşkilatlarının
görüşleri alınmalıdır. Merkez teşkilatı tarafından oluşturulan
programın taşra teşkilatı tarafından uygulanması sırasında, taşra
teşkilatı yerel önceliklere göre programda farklı öncelikleri
gündeme getirebilmelidir. İl ve ilçe düzeyinde ülke programlarının
uygulanmasında vali ve kaymakamlara çok büyük sorumluluklar düştüğüne
inanıyoruz.
Sayın Başkanım, izin
verirseniz, genç ve çocukların kendileri ile ilgili ifadelerini
tamamlamak isteriz. Çünkü bütün yöneticilere, genç ve çocukları
bu kadar nüfus yoğunluğu olan bir ülkede lütfen karar mekanizmalarında
bulundurun dedik. Biz de aynı şeyi gençlerimize sorduk ve gençler
kendileriyle ilgili hem nedenlerini hem sonuçlarını hem de çözüm
önerilerini yaptılar. İki dakikada, buna izin verirseniz, tamamlamak
istiyorum.
BAŞKAN - Efendim, süremizi
çok aştık. Lütfen…
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(Devamla) - Tamamlıyorum.
Çocuk ve gençler konuşurken
ve yazarken herkese yaptığımız öneriye biz de uyduk ve gençlerin
şiddete ilişkin nedenler ve çözüm önerileri konusundaki görüşlerini
ayrı bir başlık altına alarak sizlere sunduk.
Çocuk ve gençler:
Yaşanılan ortamın
yeterli güvenli olmadığını, ahlaki değerlerin önemsenmemesini,
toplumdaki insanlardan acımasız olanlara daha çok saygı gösterilmesi
ve dinî değerlerin ihmal edilmesini toplumda şiddete yol açan nedenler
olarak sıralamışlardır.
Aile içi eğitimin yetersiz
olması, anne ve babaların öfkeli davranışlar sergilemesi, ailenin
maddi durumunun kötü olması, ailelerin çocuklarını sevmemesinin
şiddete yol açtığını bildirmişlerdir.
Okuldaki eğitimin yetersiz
olması ve okulda örnek alınan kişilerin şiddet içeren davranışlarının
sorun yarattığını düşünmektedirler.
Televizyon film kahramanları
gibi güçlü olma isteğinin şiddet nedeni olduğu belirtilmektedir.
Gençler, adalet duygusunun
güçlendirilmesini, şiddete maruz kalmanın engellenmesini, devlet
büyüklerinin, yöneticilerin ve önemli kişilerin iyi örnek olmasını,
vicdan ve insaf gibi duyguların güçlendirilmesini ilk üç önerme
olarak belirlemişlerdir.
Gençler toplumsal değerlerle
ilgili konular arasında acıma, şefkat ve merhamet duygularının
güçlendirilmesi, yardımseverlik ve fedakârlığın teşvik edilmesi,
dürüstlüğün ve sözünde durmanın özendirilmesi ve topluma karşı
utanma duygusunun güçlendirilmesini önemsemektedirler.
Toplumsal anlayışın
yerleştirilmesine ilişkin olarak "başkalarının haklarına
saygı göstermek", "kısa yoldan köşe dönme anlayışından
uzaklaşma", "toplumsal çıkarları önemsemek", "amaca
ulaşmak için her yolun denenmesi anlayışından vazgeçilmesi",
"başkasının durumundan etkilenmemeyi öneren yaklaşımlardan
vazgeçmek" önermelerine katılmışlardır.
Meclisimizde, bir daha,
yüksek sesle konuşmanın olmaması, yumruklaşmanın olmaması dileğiyle,
hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Katkılarınızdan dolayı,
hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın İncekara.
Komisyon Başkanımız,
bize, bu konudaki çalışmalar hakkında çok geniş bilgi verdiler. Teşekkür
ederim.
Anavatan Partisi Grubu
adına, Ankara Milletvekili Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu, buyurun
efendim. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Komisyon Başkanı gerekli
bilgiyi verdi. Bu rapor da aşağı yukarı 500 sayfalık bir rapor. Bu
500 sayfalık raporda emeği geçen kurum ve kuruluşlara, bakanlıklara,
sevgili Komisyon üyesi arkadaşlarımın hepsine teşekkür ediyorum.
Burada, gaye, ülkemizin
gençlerini iyi yetiştirebilmek, şiddetten alıkoyabilmek, onları
ülkeye birer vatansever insan olarak yetiştirmek için uğraş vermek.
Raporun temeli de bu, bizim isteğimiz de bu. Ama, kusura bakmazsanız,
20-25 milyon gencimizi ilgilendiren bir konuda, geleceğimizi ilgilendiren
bir konuda, sevgili milletvekili arkadaşlarım bu salonda olsalardı
çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Çünkü, sorun, şahsımızın sorunu değil, sorun, ülkemizin
sorunu, sorun, geleceğimizin sorunu diye düşünüyorum.
Sevgili arkadaşlarım,
biliyorsunuz, her şey aileden başlar. Ailede şiddeti de öğrenir çocuk, iyiyi ve kötüyü
aileden alır. Sadece onunla değil, sonra, komşu çocuklarından, komşudan,
yaşam ortamından alır, okuldan alır. Hele hele okulda, öğretmenlerinin
söylediği her laf, yeni yetişen çocuk için bir değişmez kanundur. Yani,
çocuklarımız, okulda öğrendiklerini daima hatırlar. Bana ilköğretimde
okutulan dersleri, hocalarımı… Kendim hoca olmama rağmen zamanında,
o hocam, ilkokul hocam karşıma geldiğinde, ben, yakamı kilitleyip,
büyük bir saygıyla onu karşılamışımdır. Yani, ortaöğretim, ilköğretim
çok mühimdir.
Evet, aileden bahsettim.
Ailede niçin şiddet olur? Ailede şiddetin en önemli nedenlerinden
birisi ekonomik sorundur. İkinci sorun veya birinci sorun eğitimdir,
ama, eğitimi almasına rağmen, eğer o ailenin ekonomik sorunları
var ise o ailede şiddet vardır, tartışma vardır, kavga vardır. Ailelerin
çocuklarının yanında birbirlerine karşı sözle dahi olsa sert muamele
etmemeleri lazımdır diye düşünüyorum. Sonra, aileden çıktıktan
sonra, çocuk ailede anne-babasından gördüğü tartışmayı, kavgayı
okula taşır, çevreye taşır, okulda kendini ispat etmeye çalışır. İşte,
bugünkü, okullarda olan şiddetin temelinde yatan ailedir, ekonomik
sorundur. Evet, okulda hangi tarafa giderseniz gidin etrafımız şiddet
dolu.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Burası da öyle!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Televizyonu açın, çocukların yüzde 21'i şiddet filmi
seyrediyor, yani 40'a kadar gidiyor bu. Her türlü şiddeti televizyonda
görüyor, etrafta görüyor, sonra okullarda çeteleşmeler başlıyor,
kendini üstün hissetme hissine kapılıyor. Keşke benim gençlerim,
sevgili kardeşlerim kendini efendilikle üstün göstermeye çalışsalar,
keşke eğitimleriyle üstün görünmeye çalışsalar. Ama, yine de bunun
altında yatan birtakım sebepler var. İşte bu sebeplerden birkaçı,
aile, okul, çevre. Bunları hep birlikte düşündüğünüzde, şiddeti hep
birlikte önlemek mecburiyetindeyiz. Kim yapacak bunu? Biz yapacağız.
Televizyonlarda televoleleri gösteriyorlar her gün. Ee, ne olur
biraz da eğitim yapsalar, ne olur bu televizyonlarda sadece bu televole
kültürünü göstereceğine ilim adamlarını da gösterseler, başarılı
ilim adamlarını da gösterseler. Başarılı ilim adamlarını, örnek
adamları gösterseler de, benim gençliğim, "Ben de okursam böyle
bir ilim adamı olacağım, ben de okursam böyle başarılı bir insan olacağım."
dese daha iyi değil mi acaba? Şimdi, bizim gençlerimiz -hani ataların
bir sözü var ya- "Bu memlekette ya topçu olacaksın ya popçu."
diyor. Ee, tabii öyle olur. Çocuklar onu görüyor doğar doğmaz. Televizyonlarda
onu görüyor, medyada onu görüyor, ben nasıl medyatik olacağım diye
onu düşünüyor.
Siyasetçiler de böyle
değil mi? Siyasete adım atan, siyasete tabandan başlamayan, halkın
içinden gelmeyen adamlara bakınız. Hepimizin siyaset kurumlarında
aradığımız medyatik adamlar. Ben onlara, kusura bakmayın, biraz
aradığımız şeye "Televole adamlarını arıyoruz." diyorum.
Olmaz böyle şey, olmaz böyle şey. Ama, oluyor Türkiye'de. Türkiye'de
kim gazeteye çok çıkmışsa, o birinci sınıf adam oluyor Türkiye'de. Yanlışım
varsa söyleyin. Yanlışa yanlış diyelim, doğruya da doğru diyeceğim
ben.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Senin konuştuğun hep doğru zaten.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Şimdi, bu suçlardan nasıl kurtulacağız?
Bir: Ekonomik sorunumuzu
halletmemiz lazım ülke olarak.
İki: Okullarda çocuklara,
ders çalışmıyor diye "Sen haylazsın, sen işe yaramazsın." diyeceğine,
öğretmen olarak, "Oğlum, kızım, senin derdin nedir? Sen niye ders
çalışmıyorsun?" Onu bir incelerse, onu incelediğimizde, bakacaksınız
ki, kötü insan yoktur. Kötü insanı toplum yaratır. Eğer onu devamlı
iterseniz, kötü insan olur; eğer topluma çekerseniz, eğer ona iyi yol
göstermeye çalışırsanız, o iyi insan olur. İnsanlar doğarken kötü
olmaz, böyle bir şey yoktur. İnsanlar doğarken şiddetle doğmaz, şiddet
adamı doğmaz. Ama, sen evinde şiddet görürsen, okulda şiddet görürsen,
çevrende şiddet görürsen, sen de bu şiddete maruz kaldığın için, şiddeti
şiddetle önlemeye kalkarsın.
Hep biz söyleriz Türk
milleti olarak, Avrupa'da, Avrupa insanlarına bir şey söylediğinizde…
Çok amiyane bir tabirle, hani, çok söylerler: "Avrupalının yüzüne
tükürsen, 'teşekkür ederim' der." Avrupalının, acaba, bu şekilde,
senin kaba kuvvetine böyle gülerek cevap vermesi, onun senden korktuğunu
veya onun senden kültürsüz olduğunu mu gösteriyor? "Bu cahildir,
buna uymayayım." mı diyor?
İşte, eğitim budur;
eğitim, insanları kötü şeylerden alıkoyar, ama, dediğim gibi, ekonomik
sorunu olunca, evde her akşam kavga olunca, çocuk orada kavgaya katılır,
kavgayı dinler. Zaten, anne-baba "Sen niye ders çalışmadın?"
dediğinde, "Sen işe yaramazsın." dediğinde o çocuk itilir.
Evden itilen çocuk, okuldan itilir; okuldan itilen çocuk, çevreden
itilir ve kendini ispat etme eğilimine kapılır, bu ispatı da kaba
kuvvete döker. "Ben zaten bir işe yaramıyorum, ben bugüne kadar
hiçbir işe yaramadım, yaramayacağım da bellidir, ben olsam ne olur,
olmasam ne olur." der sorarsanız. Bu sokaktaki insanlara, sokakta
yaşayanlara bakınız, o haylaz çocukların bir durumuna bakınız.
Niye arkadaşlarım
bunları anlatıyorum? Niye, tutup ben de, burada raporu gereği kadar
okumak istemiyorum? Rapor belli zaten, beş yüz sayfa yazılmış. Beş
yüz sayfayı, Sevgili Komisyon Başkanı arkadaşım da yarım saat anlattı,
bunlardan bir şey aldık ama, ben de biraz hayattan böyle getireyim
de, belki birkaç tanesi toplumun zihninde kalırsa, birkaç çocuğu
okuldan kurtarırsam, yani okulun dışına itmezsem, şiddetten alıkoyarsam,
bir insanı şiddetten alıkoyarsam, kendimi mutlu hissederim, onun
için söylüyorum.
Öğretmenlere çok şey
düşmektedir. Evet, tabii, öğretmenlere çok şey düşüyor da, biz öğretmenlere
ne yapıyoruz acaba? Öğretmenler Günü'nde, kürsüye çıkıp, fırsat bulabilirsek,
"Eli öpülesi öğretmenimiz, hocamız." diye bağırırız,
"Her şeyi bize öğretmenler öğretti." deriz. Mühendis oluruz,
mimar oluruz, doktor oluruz, hukukçu oluruz. "Sağ olsun öğretmenler."
deriz. Yani, bu öğretmenler nasıl yaşıyor, nasıl geçiniyor? Avrupa
ülkelerindeki öğretmenlerin yaşam standartları ile Amerika'da yaşayan
öğretmenlerin yaşam standartları ile onları acaba hiç karşılaştırdık
mı?
Sayın Bakan, bunlar
sana ait, bana değil. Size ait. Özür diliyorum "sana" dedim,
size ait. Sizin yapmanız lazım gelen şey, eğer, mademki, her şey eğitimden
geçiyorsa, Millî Eğitim Bakanı olarak Bakanlar Kurulunda -600 bin
öğretmenin- masaya elinizi, yumruğunuzu vurup "Bu öğretmenlerin
özlük haklarından yaşam şartlarına, her türlü şartlarını iyileştirmek
benim görevim" diye, orada tartışıp ve onların hakkını alman
lazım diye düşünüyorum.
Ne? Türkiye'nin değil
dünyanın en büyük sorunu eğitim, sağlık. Sağlık Bakanı da aynı şeyi
yapacak, Millî Eğitim Bakanı da aynı şeyi yapacak; insanı yaşatmak
için Sağlık Bakanı aynı şeyi yapacak. İnsanı cahil bırakmamak
için, Millî Eğitim Bakanının, o 23 bakanın içinde farkı fark olması
lazım. Ee, bir insanın da yaptıkları neyle belli olur? Gösterdiği
imkânlarla olur, verdiği imkânlarla.
Şimdi Sayın Bakan, tabii,
buraya gelip bana diyecek ki: "Yani, Türkiye'nin şartları budur,
ona göre yapıyoruz." Ama, Türkiye'nin şartları da 73 milyonun geliri,
73 milyonun eğitimi, 73 milyonun geleceği eğitime bağlıdır.
Beni kolay kolay kavga
ettiremezsiniz. Bir gün laf attığımı gördünüz mü? Ha, burada laf
atanların hepsi eğitimsiz mi? Hayır, ama görmüş laf atmayı, sevmiş, o
da öğrenmiş etrafından. Ben okulda da atmadım hiç; ilkokuldan beri
ben laf atmasını hiç bilmem, yüzüm kızarır benim. Bana öyle öğrettiler.
Ee, bana öğreten öğretmen, demek ki, işte eli öpülesi öğretmenlerden
bir tanesiymiş; aç ve susuz çalışmasına rağmen, bize öyle eğitim verdi.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- İlkokulda Meclis mi vardı Muzaffer ağabey?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Ee, şimdi? Şimdi geliyoruz, 600 bin öğretmen var. Şimdi,
öğretmen, evine giderken veya okula giderken çocuğunun kitap parasını
düşünüyorsa, evine götüreceği ekmek parasını düşünüyorsa, kirasını
düşünüyorsa, Mehmet Ağa'nın oğlu niye ilgilendirsin onu, Fatma teyzenin
kızı niye ilgilendirsin onu? İşte, böyle ilgilendiriyor. İlgilendirme
bu kadar, ilgi bu kadar, eğitim böyle olur.
Okul bahçelerine gelelim:
Okul bahçelerinde polisler ne iş yapar? Böyle, arada bir geçer devriye;
ondan sonra o fırsatçılar, bally'ciler, extacy'ciler, uyuşturucu satanın
her çeşidi okul bahçelerinde çocukları zehirlemek için oradalar. Onu
ben korumayacağım ki… O şeyi ben almayacağım ki… Millî Eğitim Bakanı,
İçişleri Bakanına soracak "Kardeşim, senin polisin, benim çocuklarımı
zehirletemez." diyecek. "Benim çocuklarımı zehirlettirme
hakkı yoktur." Onun için, her okulun kapısında en az 2 tane polis
olacak, dolaşacak. Öyle bir şey yok. Öyle gelip kırmızı plakayı takıp,
bakan olmak kolay. Asıl mesele, bu insanlarımızın hayat şartlarını,
standartlarını, eğitimlerini, sağlıklarını, huzurevlerini… Yani,
sadece Sağlık Bakanı ile Millî Eğitim Bakanı değil burada, devlet
bakanı da bakacak. Orada neler yaşanıyor, görecek, gidecek… Zamanında
rahmetli bir bakan vardı, "jet bakan", Vedat Ali Özkan, nur
içinde yatsın. "Ne zaman geleceği belli değil." diyordu doktorlar.
Bu bakanın ne zaman hastaneye geleceği belli değildi. Herkes teyakkuz
halindeydi. Ama tekrar söylüyorum, nur içinde yatsın, öyle Sağlık Bakanı
istiyorum. Her tarafta diyor "İlaçlar bedava, doktor bedava."
Nerede bu Sağlık Bakanı, onu anlamıyorum, nerede bedavaymış, onu
bir göreceğim! Sekiz aydır devlete hizmet eden hiçbir kurum parasını
almıyor, geriye dönmedi. Nerede bu Bakan, ne iş yapar? Ama sorduğunuzda,
buraya çıktığında "Üniversite hastaneleri de bedava, gidebilirsin…"
Yeni bir kanun çıkardı, tekrar tamim yayınladı, "Sevksiz de gidebilirsin…"
Bakarlarsa gidersin! Bakarlarsa gidersin! Oraya gittiğinde, hemen
benim vatandaşıma "Sadece senin muayene ücretin bedava, devlet
tarafından karşılanıyor, diğerlerinin parasını alırız." diyor.
Bunları görmüyor mu Bakan? Nasıl görecek? Zaten pişman oldu herkes,
özel teşebbüsün hepsi pişman. Verdi elini özel teşebbüs, bakanlıklardan
kolunu alamıyor.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Ne Maliye Bakanı duyuyor, ne Sağlık Bakanı duyuyor, ne
Çalışma Bakanı duyuyor. Elli kere söyledik, üniversitelerin hâline
bir bakınız bakalım, özel hastanelere bir bakınız. Ee, ben mi ilgileneceğim
bu Türkiye'nin sağlığıyla? Hayır, Sağlık Bakanı ilgilenecek. Ben
mi ilgileneceğim Türkiye'nin eğitimiyle? Eğitim Bakanı ilgilenecek.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Hangi birisiyle ilgileneceksin?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Yani, hangisiyle ilgileneceksin?
Ben mi ilgileneceğim
Çocuk Esirgeme Kurumunda olan olaylarla? Niye Bakan yaptık, niye Bakan
yapıldınız, niçin Bakan oldunuz? Mademki Bakan oldunuz "Biz,
bu işleri düzelteceğiz." diye buradasınız… İktidarın da görevi
budur. Ama, iktidar geliyor... Ben bugün Sayın Başbakanı dinledim
"Yani, borç niye olmasın" dedi. Ya, şaşırdım. "Dünyanın
en borçlu ülkesi Amerika" dedi, 10 trilyon dolar borcu varmış,
sonra Japonya'ymış, sonra da Almanya. Ee, onları buraya getir de o
yaşam şartlarını buraya getir de ben de yapayım o borcu. Siz, daha
vatandaşın alacağını ödeyemiyorsunuz, devletler arası, borçtan
vazgeçtim. Mesela, Sayın Başbakan bir de şunu dedi: "Borcu azalttık."
22 milyar IMF'ye borcumuzu 9 milyar borca indirmişiz.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Hocam, şiddetle ilişkisine gelelim.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Yani, yani…
O, beni ilgilendiren
bir şey.
Yani, şunu söylüyorum:
Bu şiddeti önlemenin en güzel şeylerinden birisi, kurum ve kuruluşların…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kurtulmuşoğlu,
ek süreniz bitti. Açıyorum, konuşmanızı tamamlayın.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - …koordineli bir şekilde bakanlıklar arası ciddi bir komisyon
kurulması lazım. Bu ülkenin geleceği gençlerimize teslim edileceğine
göre, Atatürk onlara teslim ettiğine göre, biz de, Atatürk'ün vasiyeti
üzerine, bu gençlerimizi -ülkemizin geleceğini gençlerimize
teslim edeceğimize göre- sokaktan kurtaralım, şiddetten ari yapalım,
onları ülkemize yarayışlı birer insan olarak topluma kazandıralım
diyorum.
Hepinize, saygılar
ve sevgiler sunuyorum. Hoşça kalınız efendim. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kurtulmuşoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM
İNCE (Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çocuklarda
ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
14/12/2007 tarihinde kurulan Meclis araştırması komisyonunun raporu
hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklayacağım.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle şunu belirtmek
istiyorum tabii ki: Beş yüz sayfalık bir rapor, dün saat 17.00 itibarıyla
dağıtıldı. Komisyon üyesi arkadaşlarımız hariç, hiçbir milletvekilinin
bu Komisyon raporuna bakma şansı olmamıştır.
Bir diğeri, seçim ortamının
ve ulusal düzeydeki gelişen bazı olayların olduğu bir dönemde bu
raporun tartışılıyor olması, kamuoyunu etkileme gücünü aşağıya
çekmiştir. Yani, araştırma komisyonu raporlarının yürütme üzerinde
belirleyici bir durumu olmadığına göre, sadece ve sadece kamuoyu
oluşturması anlamında bir önem taşıyacaktı. Ne yazık ki, bu şanssız
dönemde, seçim arifesinde bu Komisyon raporunun ortaya çıkmasıyla,
kamuoyunda yeterli ilgiyi göremeyecek. Bunlar, bu rapor üzerinde
o kadar emek harcayan bürokrat arkadaşlarımızın, milletvekillerimizin,
Komisyon üyelerinin, Meclis çalışanlarının, diğer bakanlık çalışanlarının
emeğine de bir miktar yazık olacak diye düşünüyorum ve Meclisin tozlu
raflarında bu Komisyon dosyasının kalmasından inanın kuşku duyuyorum.
Şimdi, tabii ki, biz
bunları tartışırken, son bir ay içinde iki tane öğretmen öldürüldü.
Eskişehir'de bir öğretmen arkadaşımız, yine, Ankara'da bir öğretmen
arkadaşımız öldürüldü. Biz, artık, şiddeti tartışırken, dünyanın
pek çok ülkesinde olagelen, süregelen, gençlerle gençler arasındaki
şiddetten söz etmiyoruz. Artık öyle bir noktaya geldik ki, öğretmenlere
yönelik çok ciddi bir şiddet var. Gençlerden öğretmenlere yönelen
şiddeti burada yeterince tartışmadığımızı düşünüyorum.
Bakınız, size bazı
örnekler vermek istiyorum: 2/4/2007 Darıca Süreyya Yalçın İlköğretim
Okulu, öğretmen Hüseyin Cebe, tabancayla öldürülüyor. 18/10/2006
Doğubeyazıt, Yaygınyurt köyü İlköğretim Okulu öğretmeni Mehmet Sıddık
Karavuş öldürülüyor. Adana Ceyhan ilçesinde yaşayan öğretmen Adnan
Özalpat, 31/10/2006'da öldürülüyor. Nusaybin Yavuz Selim İlköğretim
Okulu öğretmeni Adnan Çelik -tek tek sayıyorum- Hatboyu, Yunus Emre
İlköğretim Okulu görevli öğretmeni Servet Altın, bunlar 16/3/2004
tarihinde yaşamını kaybediyor.
Değerli arkadaşlarım,
daha geçtiğimiz günlerde, Yalova Lisesi müdür yardımcısını tabancayla
yaralıyorlar. Batman Endüstri Meslek Lisesinde okuyan bir öğrenci
öğretmenini yaralıyor. Kayseri'de bir öğretmen okul girişinde velilerin
saldırısına uğruyor. İzmit'in Darıca beldesinde, Darıca Lisesinde
öğretmenlik yapan Ender Yöyler, bir grup öğrencinin saldırısına maruz
kalıyor. Malatya Anadolu İmam-Hatip Lisesinde nöbetçi öğretmen tanımadığı
3 kişi tarafından dövülüyor. Erzurum Halitpaşa İlköğretim Okulundaki
öğretmenler okul çıkışında darp ediliyor. Bursa merkez Yıldırım ilçesine
bağlı Arabayatağı Mahallesindeki Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda
yedi yıllık öğretmen Beyzade Ergün, yine okulun önünde dövülüyor. İzmit
Lisesinde felsefe öğretmeni Yusuf Yalçın dövülüyor. Rize Tevfik
İleri Endüstri Meslek Lisesinde kimya öğretmeni Recep Karaibrahimoğlu
dövülüyor. Sakarya Akyazı'da öğretmenler dövülüyor. Diyarbakır
Ergani Öğretmen Lisesinde öğretmen Rıdvan Akbulut dövülüyor. Erzurum
Atatürk Lisesinde okul müdürü Metin Sezen'in burnu kırılıyor. Samsun
30 Ağustos İlköğretim Okulunda öğretmen Yılmaz Baştan'a kafa atıp,
yaraladıktan sonra kaçan öğrenciler var. Sungurlu Lisesi edebiyat
öğretmeni kimliği tespit edilmeyen kişilerce saldırıya uğruyor.
Hatay'ın İskenderun ilçesinde okulların açıldığı ilk gün kırk iki yaşındaki
öğretmen Murtaza Barut ayağından yaralanıyor. Eskişehir Sütlüce
Mahallesinde Ümit Güngör tuğlayla yaralanıyor, yine ilköğretim
okulunun bahçesinde. Sınıf öğretmeni bunlar…
Değerli arkadaşlarım,
bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunlar o kadar artmış ki, yani Meclisimizin
bu konuya ilgi göstermemiş olması, biraz az ilgi göstermiş olması
konunun önemsiz olduğu anlamına gelmez. Tabii ki, kim engelleyecek
okullardaki bu şiddeti? Millî Eğitim Bakanlığının bu konudaki en
önemli birimi Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü.
Yani, bu okullarda bu kadar öğretmenler dövülüyorsa, okulda şiddet,
sokakta şiddet bu kadar tartışılıyorsa engellemesi gereken, buna
çözüm üretmesi gereken birim Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri
Genel Müdürlüğü. Asıl şiddet burada var arkadaşlar. Sayın milletvekilleri,
Millî Eğitim Bakanlığında, asıl şiddet burada var. İsimlerini vererek
söyleyeyim: Şiddetin önlenmesiyle ilgili projeyi yürüten Hayrunisa
Saldıroğlu, gördüğü psikolojik şiddet sonucu emekliye ayrılıyor,
Cevdet Taş emekliye ayrılıyor, Emine İskender emekliye ayrılıyor,
2 kişi de dilekçe veriyor -Nesrin ve Damla Hanımlar, bu konuda görevli
arkadaşlarımız- kurumlarına dönmek istiyorlar. Yani, kendisi sorunlu
bir Genel Müdürlük, kendisi problem üreten, kendisi psikolojik şiddet
üreten bir Genel Müdürlük, kendi sorunlarını çözememiş bir Genel
Müdürlük, nasıl olacak da bu okullardaki şiddeti çözecek, doğrusu
merak ediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bir araştırmadan söz etmek istiyorum sizlere: Fransa'da 1826-1830 arasında
279 cinayet sayısı var, 1876-1880 arasında 160. Şimdi, bakıyorlar, cinayetler
düşmüş. O zaman diyorlar ki sosyologlar: "Demek ki, cinayetler,
uygarlıkla birlikte azalmaktadır." Oysa, cinayetlerin azalmasına
yol açan gelişmişlik hâli, diğer suçların ise artmasına neden olmaktadır.
1826'da 10 bin olan hırsız sayısı, 1880'e gelindiğinde 41.522'ye çıkmaktadır.
"Neden cinayetler azalmaktadır?" sorusu, sosyologlar için
cevaplandırılması gereken bir sorudur ve onu şöyle cevaplandırıyorlar:
"Uygarlık, insana dair evrensel değerler üretmiş olduğundan,
cinayetlerin azalmasına neden olmuş değildir. İnsanlığa ve bireye,
yabancı amaçlara bağlayan etkenlerin azalmasıdır cinayetleri
azaltan." diye, görüşlerini bu şekilde açıklıyorlar.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
yine, şu konunun altını çizmemiz gerekiyor: Peki, sizin bir öneriniz
var mı, bu şiddet nasıl önlenir? Yüzde 50'sini hemen önleme şansımız
var, mevcut mevzuatı adam gibi uygulayarak, bu konuda irade göstererek.
Yani, bakınız, Ceza Kanunu'nun aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün
ihlali sonucu olarak, 223'üncü maddede aile hukukundan doğan bakım,
eğitim veya destek olma yükümlülüğünü yerine getirmeyen kişinin
şikâyet üzerine bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacağı
ortada. Mevzuat bu. Biz, bunu yapmak yerine, bu Meclisten, ne yazık
ki, AKP Grubunun oylarıyla çocuklarını okula göndermeyenlerin cezalandırılması
gereken maddeleri kaldırdık, hatta, bir anlamda bunları ödüllendirdik.
Yani, yeni önlemler almaya gerek yok, mevcut mevzuatı uygulasak sorunları
büyük ölçüde zaten çözmüş olacağız.
Yine, Millî Eğitim Bakanlığının
konuya yaklaşımı doğru değildir. Bugün, Hakkâri'de okuma yazma bilmeyenlerin
oranı yüzde 50'ye yakındır, İstanbul'da bu oran yüzde 2'dir. O zaman,
Millî Eğitim Bakanlığı olaya şöyle yaklaşmaktadır: Demek ki, okuma
yazma sorunu, Hakkâri'nin bir sorunudur. Hayır, bu mantık doğru değildir.
İstanbul'da yüzde 2'dir, ama, İstanbul'da okuma yazma bilmeyenlerin
sayısı beş Hakkâri yapmaktadır. Mantık açısından tehlikeli bulduğumuz
için, ne yazık ki, çözümler de tehlikeli sınırlarda dolaşıyor.
Emniyet kayıtlarında
on sekiz yaş altında suça karışanlarla ilgili, 2002 yılında 20.194
şüpheli saptanırken, 2006 yılında bu sayı 33.118'e çıkmış. Tabii, burada
ülke nüfusunun yüzde 82'si yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa,
kişi başına 6 bin dolar borç varsa, bu ülkede bu suç oranlarının olması
hiç de yanlış değildir.
Yine, raporun bir bölümünü
sizlerle paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlarım. Bakınız, bu
çok ilginçtir ve Anadolu coğrafyasına bir anlamda da hakaret içermektedir.
Raporun bu bölümünde diyor ki: "Ortaöğretim kurumlarına devam
eden gençler şiddetin önlenmesi ve kontrolü konusunda adalet duygusunun
güçlendirilmesi, şiddete maruz kalmanın engellenmesi, devlet büyüklerinin,
yöneticilerin ve önemli kişilerin iyi örnek olması, Allah korkusu,
vicdan ve insaf gibi duyguların güçlendirilmesini önermektedir."
İşte, arkadaşlar, yani,
bizim bedevi çadırlarında yaşayanlar ile Anadolu coğrafyasının
farkı bu. Bizde Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Allah korkusu
değil, Allah sevgisini öne çıkartmışlardır. Yani, korkunun olduğu
yerde mutlaka şiddet de vardır, korkuyla değil, sevgiyle yola çıkmamız
lazım. Bu mantığın Allah korkusu olarak yansıtılmasının bir de öğrencilerden
önerildiğini öğrenince iyice şaşırıyorum; buna çok şaşırıyorum,
toplumumuz tehlikeli bir yere doğru gidiyor diye düşünüyorum. Bugün,
belki de toplumca en önemli sorunumuz, korkularımızın artmasıdır.
Böyle bir çözüm önerisini gençlerimizin dile getirmiş olmasını,
üzerinde durulması gereken bir konu olarak görmekteyim.
Yine, değerli arkadaşlarım,
bir başka konunun daha altını çizmek istiyorum: Ekonomi elbette
ki önemlidir, ama ne zaman ki "ekonomiye uygun insan" kavramı
öne çıkarılmıştır, Anayasa ve Millî Eğitim Temel Kanunu'muzun eğitimimizin
amaçlarıyla ilgili kavramların içi boşaltılmıştır. Bugün yakınmaya
devam ettiğimiz sapkın davranışlar yaygınlık kazanmıştır. Bu davranışların
içinde yer alan insanların eğitimsiz olduğundan bahsedilemez. Yolsuzluklara,
çetelere adı karışanlara bakarsanız, durumu yalın hâliyle görürsünüz.
Fuhuştan çetelere, yolsuzluklara, uyuşturucu kullanımına dair
bir dizi sapkın davranışa tanık olduğumuz kişiler ali okulundan değil,
ülkemizin anlı şanlı okullarından mezun olmuştur. Avukat yaptığımız
kişi Danıştayda katliam yapmakta, öğretmen yaptığımız kişi Adalet
Bakanlığında intihar eylemi yapabilmekte, bir lise öğrencisi
bir papazı öldürebilmekteyse, kitle iletişim araçlarıyla bu olaylar
tekrar en kısa zamanda halka aktarılmakta ve döngü, böylece, ne yazık
ki devam etmektedir. Yani, biz, bu toplumdaki şiddeti tartışırken,
bu şiddeti yapanlar, okuma yazması olmayan, toplumun en alt kesiminden
insanlar değil. Hukuk diploması verdiğimiz, avukat diploması verdiğimiz
insan gitti Danıştayı bastı, öğretmen diploması verdiğimiz insan
gitti, bombalı saldırılarda bulundu. Bunları değerlendirmemiz
gerekecektir arkadaşlar.
Yine, yine çok ilginç
bir konu daha. Yine raporda var, sayın milletvekillerimiz raporu
incelediklerinde göreceklerdir. Millî Eğitim Bakanlığı şiddeti
azaltmak, yok etmek için, şiddeti önlemek için bir strateji belgesi
hazırlıyor. Çok da doğru yapıyor, çok da iyi yapıyor, çok da güzel yapılmış,
kutluyorum. Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi de, çocuklarda ve
gençlerde artan bu şiddet eğilimiyle ilgili bir araştırma komisyonu
kuruyor. Bakanlık, bir taraftan, bir strateji belgesi hazırlıyor,
Meclis bir komisyon kuruyor. Ama, işin ilginci, Ankara Üniversitesinden
Profesör Selahattin Öğülmüş bir öğrencisinin, yüksek lisans öğrencisinin
Millî Eğitim Bakanlığında şiddetle ilgili bir araştırma yapmasını
istiyor, buna Millî Eğitim Bakanlığı izin vermiyor. Yani, böyle bir
çelişki!
Yine bir başka konu
daha, yani Bakanlığın nasıl bir despotik anlayışla yönetildiğinin
kanıtıdır bu: Uzman arkadaşlarımız var. Bu raporda çeşitli bakanlıklar
görüş bildirdiler. Bu rapora da, yazılırken arkadaşlar, uzmanların
yazdığı görüşler, önce Müsteşarın önüne gitti, Müsteşar okey verdi,
ondan sonra rapora yazıldı.
Değerli arkadaşlarım,
bu, uzmanların görüşlerine hakarettir; bu doğru değildir, böyle
olmamalıdır. Uzmanlar görüşlerini aynen oraya aktarabilmelidirler.
Bu konuda yanlışlıkların yapıldığını hepimiz biliyoruz.
Sayın milletvekilleri,
bu ülkede son yıllarda, 5 binden fazla kadın canına kıymıştır.
1.500'den fazla genç kadın töre cinayetlerine kurban gitmiştir. Çocuk
pornosunda, çocuk fuhuşunda önde gelen ülkelerden olduğumuz saptanıyor,
biliniyor. Yalnız katil değil, kapkaççı, dolandırıcı, soyguncu,
vurguncu, üçkâğıtçı, tinerci ve koyu cehalet üretiyoruz.
Trafik kazalarında
zirvede yer alıyoruz. Çok sayıda erkeğimiz, erkek çocuk doğurmadığı
için eşini suçluyor. Yine, çok sayıda baba, özellikle kız evladına,
töre adına yaşam hakkı tanımıyor. Yalnız kadınların girebileceği
parklar yaptıran belediye başkanlarımız var. Kız arkadaşının omzuna
kolunu atan üniversite öğrencisi hakkında soruşturma açılıyor. İlahiyat
profesörü bir hocamız "Kız ve erkek yalnız kalırlarsa, aralarına
şeytan girer." diyor. Kültür ve doğa varlıklarımız, hiçbir zaman
olmadığı kadar hızla tahrip oluyor. Çalışanların aylık ortalama
geliri 700-800 YTL civarındayken, yoksulluk sınırı 2 bin YTL'nin üzerinde.
İşte, böyle bir ortamda,
geleceğimiz göz göre göre elimizden kayıp gidiyor. Böyle bir ortamda
seçime hazırlanan bir Parlamentonun, zamanlaması yanlış da olsa,
yeteri kadar kamuoyunu etkileyememiş de olsa, yine de doğru bir
iş yaptığını düşünüyorum.
Komisyonumuzun bütün
üyelerine teşekkür ediyorum, bürokrat arkadaşlarımıza çok teşekkür
ediyorum. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın İnce.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Sayın Başkan, bir açıklama yapmak istiyorum izin verirseniz.
BAŞKAN - Komisyon Başkanı
bir açıklama yapacak.
Buyurun.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Şimdi, arkadaşımı ilgiyle izledim. Zevk aldığımı söyleyemeyeceğim,
çünkü, arkadaşımız Komisyon çalışması boyunca toplam 3 kere mi, 4
kere mi ne toplantıya sürenin bir kısmıyla katılmış; kendisi, biz
komisyon çalışmalarını uzman arkadaşlarla gece gündüz yaparken,
arkadaşımızın, Mecliste meslektaşlarına yumruk atan görüntüleri
basına yansımıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Kimindir o?
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Sizin.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Ben değilim. Hakaret bu! Ben dün Mecliste yoktum Hanımefendi.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Dün değil efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Evvelsi gün de yoktum.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Hayır efendim. Biz Komisyon çalışmalarını yaparken
bahsediyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Hanımefendi, sizi mahkemeye veririm.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Peki, verin.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Mahkemeye veririm sizi. Yalancısınız siz!
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Peki, verin efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Yalancısınız! Bir hanımefendiye "yalancı" demek istemem
ama, siz yalancısınız.
BAŞKAN - Sayın İnce,
bir dakika… Bir dakika… Bir açıklasın, size de söz hakkı doğar.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkanım, yok böyle bir şey. Ben kimseye yumruk atmadım bu Mecliste,
hiç kimseye. Hiç böyle bir fotoğrafım çıkmadı. Eğer böyle bir şeyim
çıktıysa, ben, şu anda milletvekilliğini bırakıyorum.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Hayır, bırakmayın, sabredin.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Yok böyle bir şey! Yok
böyle bir şey! Bu bir yalandır, iftiradır. Terbiye sınırlarını aşmayınız.
BAŞKAN - Sayın İncekara, siz açıklamanızı
yapın.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Eğer böyle bir
şey varsa şu Meclisten çıkacağım… Eğer, bakın, benim yumruk atarken
bir arkadaşıma böyle bir fotoğrafım olduysa, böyle bir görüntüm olduysa
şuradan çıkacağım ve bir daha hiç girmeyeceğim. Siz de yapabilecek
misiniz aynısını?
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI MECLİS
ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA (İstanbul) - Sayın
Milletvekilim, şu anda yaptığınız da bir şiddet göstergesi.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Yalan söylüyorsunuz
siz! Yalan söylüyorsunuz! Yalanlara dayanamam.
BAŞKAN - Sayın İnce, bir oturur musunuz.
MUHARREM İNCE (Yalova) - İftira atıyorsunuz,
iftira atıyorsunuz!
BAŞKAN - Oturun efendim, bir oturun, bir
dakika…
MUHARREM İNCE (Yalova) - Göstersin Sayın
Başkanım, benim burada bir arkadaşıma yumruk attığımı göstersin,
size söz veriyorum, ömrümün sonuna kadar milletvekilliğine aday
olmayacağım.
BAŞKAN - Efendim, belki bir yanlış anlama
oldu.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ömrümün sonuna
kadar aday olmayacağım. Çıkarsın, göstersin.
BAŞKAN - Sayın İnce, bir oturun. Belki
yanlış anlama oldu, açıklayacak.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- İftira bu!
BAŞKAN - Sayın İncekara,
buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkanım, sizden şunu istiyorum: Mademki, Hanımefendi komisyon
çalışmalarında bulunurken ben burada birisine yumruk atmışım,
eğer bunu ispatlamazsa yalancıdır.
BAŞKAN - Yasal yollarınız
var, tamam, söylediniz.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkan, bakın, o zaman ben buradan birine "hırsız"
diyeyim, atayım iftirayı kalsın. Böyle bir şey olamaz!
BAŞKAN - Efendim, benim
de yapacağım iş var, izin vermiyorsunuz ama.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Yalandır! Böyle bir şey yok.
BAŞKAN - Efendim, izin
vermiyorsunuz. Buyurun, oturun.
Sayın İncekara, bakın…
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Ben, Sayın Başkan, komisyon çalışmalarına… Kendisi sınıf başkanı
değildir, ben de öğrencisi değilim. Ben hesabımı kendi grubuma veririm.
BAŞKAN - Tabii.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- İstediğim kadar katılırım, istemediğim kadar katılmam.
BAŞKAN - O, İç Tüzük'te
belli efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Ben hanımefendinin orada başkanlık kompleksini yensin de çalışma
yapsın diye onun keyfine katılmak zorunda değilim.
BAŞKAN - Ama, efendim,
siz meseleyi uzatıyorsunuz, oturun yerinize.
Efendim, buyurun, siz
açıklamanızı yapın. Yalnız, Sayın İncekara, bu devamla devamsızlıkla
ilgili değil; siz, raporla ilgili görüşüne cevap verin.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Peki efendim, düzeltiyorum efendim. Zaten, arkadaş şu
andaki davranışlarıyla da, komisyon raporunda da belirtildiği
gibi, ille insana yumruk atmanız gerekmiyor, şu davranışlarda da
şiddet eğilimini göstermiştir. (CHP sıralarından "Aynen devam
ediyor." sesleri)
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul)
- Hâlâ devam ediyor.
BAŞKAN - Efendim, izin
verin, bu, koro hâlinde olmaz ki. Bu alışkanlığı bırakalım arkadaşlar.
Koro hâlinde olmaz ki. İlgili kimse…Efendim, sizi ne ilgilendiriyor?
İlgilisi burada.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Ben söz istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bir dakika
efendim, konuşmasını bitirmedi ki.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Sayın Milletvekilim, müsaade ederseniz bir konuşayım
ya! Bağırmana, çağırmana gerek yok.
BAŞKAN - Efendim, siz
konuşmanızı yapın.
Buyurun.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Yani, sakin sakin de konuşabilerek problemleri çözebiliriz.
Eleştirdiniz, ben de izin verirseniz cevap vermek istiyorum.
Duyarlılığınız için
çok teşekkür ediyorum. Geçmişinizde bir eğitim kimliğiniz var. Bence,
hem eğitim hem milletvekilliği kimliğine daha yakışır bir şekilde
birbirimize davranmak, sanıyorum, daha hoş bir şeydir diye düşünüyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Yalan söylememek de değil mi? Yalan söylememek de lazım.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Peki, yalan olarak düşünmeyelim. Ama, ben şunu söyleyeyim:
Biz çalışma yaptığımız o günlerde, gerçekten, bugünkü tavırlar gibi
aynı tavırları sergileyen görüntüler vardı, ama, bunu kırılman veya
alınman için söylemiyorum. Çünkü, biz, birbirimizi sevmek, anlayışlı
olmak ve hoş görmek zorundayız. Ekranları başında bizi izleyen çocuklarımız,
demin sizin de satırları okuduğunuz gibi, bizleri örnek alıyorlar.
Muharrem Hocalarının ve sayın milletvekillerinin ellerini kollarını
kaldırarak, hakaret ederek bir tavır içinde olduğunu da seyrediyorlar.
Benim size karşı son derece uysal bir şekilde, üstelik de bir hanıma…
"Bu hanım sayısı falan Mecliste artar." diyorsunuz. Bu hanımlar,
bu tür kaba kuvvetlere alışık değiller, onun için buralara gelmek istemiyorlar
böyle davrananların yüzünden arkadaşlar. Biraz daha nazik olun lütfen.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ ARSLAN (Muğla) -
Yalan söylediklerini de seyrediyorlar.
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Diğer yandan… Gerçekten ya… Sinirlenecek bir şey yok.
Bir kere sakin ol ya! Bir şey yok. Tamam. (CHP sıralarından gürültüler)
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik)
- Akıl verme sen ya!
NAİL KAMACI (Antalya)
- Yahu siz buraya bakmayın…
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Diğer taraftan "Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarına
izin alındı." gibi, efendim "Uzman görüşleri yansıtılmadı."
demek… Ben, demin, yanlış anlaşılmasın, tabii ki, bir sınıf öğretmeni
ve denetleyiciniz değilim. Süre içinde bulunma şansınız olsaydı,
katılımınız daha fazla olsaydı, yapılan, arkadaşların alın terlerini
görmek gibi bir şansınız olacaktı. Onların bir denetleme için değil,
soruların, sadece Türk Dili açısından ve çocukların psikolojileri
açısından soruların yine uzmanlarla birlikte bir gözden geçirilmesiydi.
Bu bilgileri vermek istedim.
Eğer kırdımsa, özür dilerim.
Çünkü, sizi severim, bütün meslektaşlarımı severim ve lütfen, bu
tür kaba, birbirimizi kıran davranışlarda bulunmamayı, özellikle
bu rapor görüşülürken hiç olmazsa, özenle istirham ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkan, çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın İnce,
zaten gereğini söyledi.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkanım, çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum, izninizle.
BAŞKAN - Efendim…
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Benim bir milletvekiline yumruk attığımı söyledi.
BAŞKAN - Efendim, özür
diledi işte, bir yanlış anlama varsa daha ne diyecek.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkanım, lütfen, ona izin veriyorsanız bana da vermelisiniz.
BAŞKAN - Efendim daha
ne diyecek, ne istiyorsunuz?
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkanım, kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Ee canım, bu
karşılıklı konuşmayla olmaz ki.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Efendim, Sayın Halide Hanım'a veriyorsanız Sayın Başkanım…
BAŞKAN - Efendim, Komisyon
Başkanı olarak söz istedi.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Efendim, bana bir iftira atmıştır, ben de kısaca kendisine…
BAŞKAN - Efendim, açıkladı,
sözünü geri aldı.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Efendim, almadı geri. Ben de kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Özür dileme
ne demek Sayın İnce? Siz öğretmensiniz.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkanım, o arada bana biraz da nezaket dersi verdi. Ben de
ona bir kadının yalan söylememesi gerektiğini anlatmak istiyorum.
BAŞKAN - Ee anlattınız
zaten, gereğini fazlasıyla yaptınız.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkan…
BAŞKAN - Tamam efendim.
Lütfen oturun yerinize… Böyle bir usul yok.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkan… Sayın Başkan…
YILMAZ KAYA (İzmir) -
69'uncu madde açık, lütfen…
BAŞKAN - Efendim, açık
olana ben karar veririm. Buyurun oturun! Gereğini siz söylediniz
fazlasıyla, o da…
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkan, siz Büyük Millet Meclisi Başkanısınız, grup başkan
vekili değilsiniz.
BAŞKAN - Efendim, özür
diledi. Burası… Elinizi mi öpecek yani! Rica ederim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkanım… Sayın Başkan, hiç yakışmıyor tarafsız konumunuza.
Hiç yakışmıyor!
BAŞKAN - Rica ederim
Muharrem Bey, yani sizin bu sözünüz hiç yakışmıyor.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Tutumunuzla ilgili söz almak istiyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Rica ederim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Tutumunuzla ilgili söz almak istiyorum.
BAŞKAN - Efendim, şimdi,
AK Parti Grubu adına Mustafa Ataş, İstanbul Milletvekili.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkan… Sayın Başkan… Sayın Başkan…
YILMAZ KAYA (İzmir) -
Sayın Başkan… Sayın Başkan, yok böyle bir şey ama ya! Tutumunuzla ilgili
söz istiyor.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkan, burada yalan söyleniyor, yalancıya söz veriyorsunuz,
bana vermiyorsunuz!
AHMET YENİ (
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Yalan söylüyor. Ben burada değildim. Ben burada değildim.
BAŞKAN - Sayın İnce,
bakınız, çocuklarla ilgili bir raporu görüşüyoruz. Ortalığı germeye
gerek yok.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Hanımefendiler yalan söyler mi?
AHMET YENİ (Samsun) -
Söylemez. Söylemez. Söylediğine hiç şahit olmadık.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- İftira atıyor. Ben burada yoktum.
BAŞKAN - Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUSTAFA ATAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İstanbul Milletvekili
Ömer Zülfü Livaneli ve 19 milletvekili, Çorum Milletvekili Muzaffer
Külcü ve 19 milletvekili, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı
ve 54 milletvekili ile Anavatan Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri
Gaziantep Milletvekili rahmetli Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili
Süleyman Sarıbaş'ın; çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi
ile okullarda meydana gelen olayların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98'inci, İç Tüzük'ün 104
ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri ve (10/337, 343, 356, 357) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu'na ilişkin Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
benden önceki konuşmacı arkadaşlarımız ve Komisyon Başkanı Sayın
İstanbul Milletvekili Halide İncekara'nın ve diğer arkadaşların
Komisyon çalışmalarıyla ilgili sunmuş oldukları bilgilerin dışında,
ben, Komisyonumuzun çalışma süreci içerisinde Türkiye genelinde
yapılan illere yönelik ziyaretlerle ilgili ve bu ziyaretlerin
sonucundaki izlenimlerimizle ilgili sizlere bilgi arz etmek istiyorum.
On iki ile ziyaret yapılmıştır.
Bu gezilerle ilgili izlenimlerimizi, müsaade ederseniz, şöylece
arz etmek istiyorum:
Ziyaret edilen illerin
valilik toplantı salonlarında cumhuriyet başsavcısı, il emniyet
müdürü, il millî eğitim müdürü, il kültür ve turizm müdürü, il müftüsü,
gençlik ve spor il müdürü, sosyal hizmetler il müdürü, sivil toplum
kuruluşları ve akademisyenlerle yapılan görüşmeler, sunulan brifinglerde
ilgili kurumların mevcut yapıları ve işleyişleri hakkında bilgiler
alınmıştır.
Sunumlarla ilgili,
kurum yöneticilerinin iyi niyetli ve gayretli oldukları ve gayretli
çalışmaların artarak sürdürüldüğü fakat yapılan çalışmalarda
şehrin nüfus dağılımı ve çocuk için risk olabilecek bölge analizlerinin
yapılmadığı, il ve ilçe düzeyindeki kurum yöneticilerinin konulara
aynı derece ve duyarlılıkla vâkıf olmadıkları gözlenmiştir.
Bahse konu çalışmalar
ve ziyaretler sonrasındaki gözlem ve değerlendirmeleri sizlere
aktarmak istiyorum:
Çoğunlukla şehirlerindeki
çocuk ve genç nüfus, onların problemleri ve şiddet eğilimleriyle ilgili
detaylı bilgilere sahip olmadıkları, il idarelerinin ve ilçe idarelerinin
bu bilgilere, detaylı bilgilere sahip olmadıkları gözlenmiştir.
İl düzeyinde şiddete
karşı mücadelede etkin çalışma ve kurumlar arası ilişkiyi sağlayabilecek
birden fazla kurulun olmasına rağmen aralarında etkin bir koordinasyon
sağlayamadıkları, görev yaptıkları il ve ilçelerde uygulanan
proje ve programlarla ilgili yeterli bilgiye sahip olmadıkları,
bu nedenle de sonuçlarıyla ilgili etkin kontrol yapamadıkları;
emniyet, güvenlik, eğitim, sosyal yardım gibi gençliği doğrudan ilgilendiren
sektörlerin etkin iş birliğini sağlayarak insan, zaman ve kaynak
yetersizliğini önleyemedikleri; iş birliğini sağlayan kaymakam
ve valilerin, kurullarını etkin kullanan, çocuk ve genç nüfusu ve
onların problemlerini bilen ve bu konularda çalışmalar yapan yöneticilerin
şehir ve ilçelerinde ise suçluluk oranlarının daha az olduğu tespit
edilmiştir.
Şehirlerde ve ilçelerde
kısmi sektörel başarıların olmasına rağmen, bazen güvenlik, bazen
eğitim, bazen Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu çalışmalarının
daha öne geçmesi gibi, bunların tümünün aynı hâlde etkin olamadığı,
bu konuda da vali ve kaymakamların daha etkin olması gerektiği,
Bazı iller ve ilçeler,
çocuk ve genç nüfus, bunlarla ilgili şiddet analizlerini iyi incelemiş,
farklı müdürlüklerdeki farklı kaynakları bir araya getirerek maksimum
faydayı sağlayıp çalışmaları etkin kıldıkları,
Görüşmelerde bazı
yöneticilerin sadece mazeretleri anlattıkları, çözüm üretemedikleri,
bazılarının da mazeret yerine kıt ve mevcut imkânlarıyla maksimum
faydayı nasıl sağlayacaklarını düşündükleri ve böylece, şiddetin
sonuç ve sebeplerini çalışmalarıyla azalttıkları,
Uygulamada başarı
olan il ve ilçelerin valilik ve kaymakamlıklarınca takip ve taklit
edilemediği, İçişleri Bakanlığının sosyal içerikli ve şiddeti önlemeye
yönelik başarılı çalışmaları olan il ve ilçelerin çalışmalarını
örnek göstererek, bunların gelişip yaygınlaşmasını sağlamasının
gerektiği,
Büyük şehirlerdeki
ilçelerin nüfuslarının Anadolu'daki birçok büyük ilin nüfusundan
daha fazla olduğu dikkate alındığında, kaymakamlarımızın, çocukların
ve gençlerin şiddet eğilimlerinin azaltılmasına yönelik sosyal
içerikli projeleri gerçekleştirmek konusunda hassasiyetle durmaları
gerektiği gözlemlenmiştir.
Toplantıların ardından
kurumların uygulamalarını yerinden görmek amacıyla okul ziyaretleri
yapılarak, öğrencilerle karşılıklı görüşmeler gerçekleştirilip,
sorunları, beklentileri ve özellikle şiddet hakkındaki düşünceleri,
kendilerini tehlikede hissettiklerinde ilk olarak nereye müracaat
edileceğini bilip bilmedikleri gibi konularda bilgi alışverişinde
bulunulmuştur.
Ayrıca, okulların öğretmen
odalarında idareciler ve öğretmenlerle görüşmeler yapılarak şiddet
ve sebepleri konularındaki görüş ve önerileri alınmıştır. Okul ziyaretlerinde
tespit edilen hususları sizlerle paylaşmak istiyorum:
Veli-okul ilişkisinin
zayıf olduğu ve öğrenci devamsızlığının yoğun olduğu okullarda
şiddet eğilimin daha fazla yaşandığı,
Sınıflarda ziyaret
edilen çocuklara, aile veya sokakta şiddete maruz kaldıklarında
nereye veya kime müracaat edecekleri sorulduğunda yeterli bilgiye
sahip olmadıkları,
Okul kantinlerinde
çocuğun doğru beslenmesine uygun olmayan gıda maddelerinin satışının
yapıldığı, fiyatların normal fiyatların çok üzerinde olduğu, bu
nedenle çocukların alışverişlerini yapmak için sokağa çıkmak zorunda
kaldıkları,
İnternet'e bağlı olan
ödevlerin, çocuğun imkânları ve okulun bilgisayar yeterliliği göz
önüne alınmayarak verildiğinde, çocukların kendileri için olumsuz
şartlar içeren Internet kafelere gitmek zorunda kaldıkları,
Yatılı ilköğretim
bölge okullarında, özellikle ilköğretim yaşındaki öğrencilerin
kendilerini sıcak ev ortamında hissedebilecekleri oturma ve
oyun odalarının olmadığı,
Okul etrafındaki güvenlik
tedbirlerinin yeterli olmayışı neticesinde çete oluşumunun engellenemediği,
bu yüzden de öğrenci ve öğretmenlerin kendilerini tehdit altında
hissettikleri,
Yatılı ilköğretim
bölge okulları başta olmak üzere nüfus yoğunluğu çok olan ve yoksulluk
oranı yüksek olan riskli bölgelerde tecrübeli öğretmenlere ihtiyaç
olduğu hâlde bu hassasiyetin gözden kaçırıldığı,
Okul yöneticilerinin
imkânlar bakımından eşit olmalarına rağmen tecrübeli ve ekip ruhuna
sahip olan yöneticilerin problemleri çözmede daha başarılı oldukları,
Çocuklara davranış
biçimleri ve öz güvenle ilgili dersler verilmesi sonucunda şiddet
davranışlarının, olaylarının azalacağı,
Rehber öğretmen eksiklikleriyle
karşılaşıldığı durumlarda bir rehber öğretmenin iki okula baktığı,
Öğrencilerin ilgi
ve yetenekleri doğrultusunda faaliyetler yapabilmeleri, enerjilerini
olumlu alanlarda kullanabilmeleri ve okulu sahiplenmeleri gibi
konularda okul sosyal kulüplerinin önemi büyüktür, ancak ayrılan
zamanın yaklaşık iki haftada bir saat olması ve yönetimin kulüpleri
etkin kullanamadığı.
Bakanlık tarafından
düzenlenen hizmet içi eğitim, kurs ve seminerlerde, öfke yönetimi,
çatışma çözme, problem çözme, empati geliştirme, stres yönetimi,
akran ilişkileri geliştirme, etkili iletişim becerileri, karar
verme ve sorumluluk almaya yönelik eğitimler ile öz güven ve aile
danışmanlığı konularını içeren eğitimlere ağırlık verilmelidir.
Yapılan görüşmelerde,
öğretmen ve idarecilerin bu konularda kendilerini yetersiz hissettikleri,
Geçmişte, kamuoyunda
af olarak algılanan ve başarısız öğrencilere ikinci bir sınav hakkının
verilmesinin başarılı öğrencilerde adalete güven duygusunu zayıflattığı,
Ziyaret kapsamındaki
il istatistikleri incelendiğinde, öğrencilerin başarı düzeyleri
ile yaşanan disiplin olayları arasında ters orantı olduğu, yani başarı
düzeyi arttıkça vaka sayılarında azalma olduğu,
Yatılı ilköğretim
bölge okullarında okuyan bazı öğrencilerin şehir ve okul yaşamına
adaptasyon problemlerinin olduğu; dil, yemek, tuvalet ve genel bakım
konularında birtakım eksikliklerin yaşandığı; bu yüzden, özellikle
yaz aylarında tatil kapsamında şehir merkezlerindeki okullarda
söz konusu öğrencilere uyum ve eğitimlerinin verilmesinin sağlanması
gerektiği,
Yatılı ilköğretim
bölge okullarında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı
kuruluşlarda olduğu gibi bakıcı anne uygulamasına geçilmesi
gerektiği gözlemlenmiştir.
Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumlarında tespit edilen hususlar:
Sosyal hizmetler il
müdürlüğüne bağlı yurtlar ziyaret edilerek yöneticiler ve yurtlarda
barınan çocuklarla görüşmeler yapılmış, mevcut yapıdan kaynaklanan
problemler ve çözüm önerileri tartışılmıştır.
Bu kurumda kalan çocuklara
on sekiz yaşından sonra iş imkânı sağlanması, çocuklarını kuruma
verme fikrini evde bakım desteğine tercih etmelerine sebep olduğu,
İş garantisi düşüncesinin
üniversiteye girme isteklerini ve buna bağlı olarak okullardaki
başarılarını olumsuz etkilediği,
Tedbir kararıyla gelen
suça itilmiş çocukların kurumda devamlı kalan çocukların davranışlarını
olumsuz etkiledikleri,
Şiddet eğilimlerini
artıran sebeplerden birkaçı olarak gözlemlenmiş, detayları raporda
verilmiştir.
Ceza ve İnfaz Kurumları:
Ziyaret edilen illerde
var olan cezaevi ve tutukevlerinin çocuk koğuşları ziyaret edilerek,
söz konusu yerlerde bulunan çocuk hükümlü ve tutuklular ile söz konusu
kurumların yöneticilerinden bilgiler alınmıştır.
Ceza ve infaz kurumlarında
suça itilmiş çocukların sayısının artış hızına paralel olarak çocuk
cezaevlerinin kapasitesinin aynı hızla artmadığı,
Mevcut cezaevlerinin
içinde çocuk bölümlerinin ayrılmamış olduğu,
Yöneticilerin bu konuda
yeterli eğitime sahip olmadıkları,
Ceza ve infaz kurumlarının
yöneticileri çocukların eğitimleri, sanat kültür faaliyetleri
ve spor konusunda çocuklara imkân sundukları, ancak, cezaevlerinde
tecrübeli psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarına ihtiyaç duyulduğu,
Ceza ve infaz kurumlarından
tahliye olan çocukların, tahliye sonrası da gerekli olan rehabilitasyon
ve takip çalışmaları yapılamadığı için, tekrar, aynı veya farklı
suçları işlemeye devam ettikleri,
Mekân darlığı olan yerlerde
koğuşlarda kalan çocuk tutukluların birbirlerini olumsuz yönde
etkiledikleri,
Çocukların cezaevinde
okudukları kitapların, çocukların sosyopsikolojik durumlarına
ve gelecekle ilgili gelişimlerine uygun olup olmadığının incelenmediği,
Ceza ve infaz kurumlarına
giren bazı çocukların, çıktıklarında prestij kazanmış olduklarını
düşündükleri, gözlemlenmiştir.
İnternet kafelerde
tespit edilen hususlar:
Son yıllarda, genç ve
çocuklarımız için kontrolsüz kullanımdan dolayı tehlike arz etmeye
başlayan ve ciddi tedbirler alınmasına ihtiyaç duyulan İnternet
kafeler, kolluk birimleri refakatinde ziyaret edilerek birtakım
tespitlerde bulunulmuştur.
Yapılan incelemelerde:
Ticari bir kazanç elde
etmek amacıyla açılan İnternet kafelerin çoğunda fiziki şartların
yetersiz ve sağlıksız olduğu,
Bahse konu yerler, iş
yeri açma ve çalıştırma ruhsatlarına ilişkin yönetmelik ekinde düzenlenen
hususlar dikkate alınarak ve sıhhi müesseseler için sınıflarına
ve özelliklerine göre aranacak niteliklerin, iş ile iş yerinde olması
gereken asgari standartlar göz önünde bulundurularak yerel yönetimler
ve kolluk birimlerince etkin ve sürekli bir şekilde denetlenemediği,
İnternet kafelerde
genel ahlaka aykırı içeriklere sahip kumar, bahis ve pornografik
içerikli kötü alışkanlıklara özendirici ve şiddet içerikli, şiddeti
özendirici sitelere çocukların rahatlıkla ulaşabildikleri,
İnternet kafe yöneticilerinin,
filtre programlarını sadece teftiş aşamasında kullanıma açtıkları,
Yapılan incelemelerde,
genel güvenlik suç unsurlarının tespiti ve asayişin sağlanması
amacıyla kolluk birimlerinin yaptığı denetimler ile İnternet kafelerin
işletilmesi açısından sorumlu olan belediye veya bölgesine göre
il özel idarelerince yapılan denetimlerde koordinasyon eksikliği
olduğu,
Mevcut paylaşım eksikliğinin
İnternet kafelerdeki suça yönelik olumsuzlukları artırdığı ve
bir zafiyetin oluşmasına neden olduğu,
Bu kapsamda denetimin
etkinliğinin artırılması gerektiği,
Denetimlerin ilgili
birimlerin iş birliğinde yapılması,
Kapatılması gereken
iş yerlerinin diğer İnternet kafelere örnek teşkil etmesi açısından
hemen kapatılması,
Suç unsuru tespit
edilmesi durumunda kolluk birimleri tarafından gerekli tutanaklar
hazırlanarak ivedilikle yargıya intikalinin sağlanması ve böylelikle
devletin denetimler yoluyla caydırıcılık gücünün artırılması
gerektiği,
İnternet kafelerin
şekil ve içerik yönünden ülke genelinde ortak bir model oluşturularak
denetlenmeleri gerektiği,
Yeknesaklık sağlanması
ve söz konusu açılması izne bağlı yerlerin sürekli kontrol altında
tutulmalarının gerektiği,
Kafelerde çocuklar
ile yetişkinlerin aynı ortamlarda bulundukları gözlemlenmiştir.
Yapılan il ziyaretlerinde
ayrıca il çocuk şube müdürlükleri, il gençlik ve spor müdürlükleri,
il kültür ve turizm müdürlükleri, il müftülükleri, belediyeler,
cumhuriyet başsavcılıkları ve sivil toplum kuruluşları da ziyaret
edilmiştir.
İl çocuk şube müdürlükleri:
Çoğunlukla şube müdürlüklerinin
amaçlarına uygun bir şekilde organize olduğu,
Yeni yasal düzenlemeyle
ilgili eğitim alamayan görevlilerin sokaktaki müdahalede çekimser
kaldıkları,
SHÇEK gençlik merkezlerinin,
gençlik ve spor müdürlüğüne bağlı gençlik merkezlerinin yaygın ve
etkin olmaması nedeniyle, şube müdürlüklerinin bu merkezlerin
yapmaları gerekenleri yapmak zorunda kaldıkları,
Sokak ve okul çevresi
güvenliğinde etkin olması gereken polisin okul içine girmek zorunda
kaldığı,
Sosyal faaliyetlere
zaman ayırmak zorunda kaldığı,
Polisin ulusal projelerinin
diğer kurumlara nazaran daha etkin çalıştıkları,
Çeteleşme ve uyuşturucu
satıcıları konusunda çok etkin organize olamadıkları,
Suç henüz işlenmeden
suçu önlemeye yönelik çalışmaların yapılması gerektiği,
Suç işlendikten sonra
ihlal edilen kamu düzeninin sağlanmasının çok daha zor olduğu göz
önüne alındığında, şiddeti önleme konusunda, önleyici kolluk hizmetlerini
yeterince kullanamadıkları, çocuklar için suç işleme konusunun
ve çocukları suça iten riskli bölgelerin yeterince denetlenmediği,
Buna ilişkin bilgilerin
değerlendirilerek suçu önlemeye yönelik çalışmaların yapılmadığı,
Ancak suç işlendikten
sonra ihlal edilen kamu düzenini sağlamaya çalıştıkları; bunun
da suçla mücadele değil de suçluyla mücadeleye yönelik çalışmalar
olarak algılandığı,
Bu durumun da toplumdaki
suçun önlenmesinde yetersiz kaldığı,
Suça itilen çocukların
karakola geldikleri andan itibaren, kurumların organize olamamaları
nedeniyle, emniyetin, çocuktan sürekli sorumlu hâlde olması,
Gözlemlenmiştir.
İl gençlik ve spor müdürlükleri:
Gençlik merkezi sayıları
ve bu merkezlerde çalışan eleman sayılarının yeterli olmadığı,
Fiziki ortamlarının
amaçları doğrultusunda kullanmaya elverişli olmadığı,
Şehirdeki genç nüfusun
ihtiyacını gidermeye yönelik ellerinde ne merkezî ne de yerel bir
planlamanın olmadığı,
Okullarla gerekli koordinasyon
sağlanarak gençlerin merkeze gelmelerini yönlendirecek bir projelerinin
olmadığı,
Kültür Bakanlığı,
SHÇEK, Millî Eğitim ve yerel yönetimler ile organize olarak çalışmaya
gereken önemi vermedikleri; eğer bu çalışmaları yapabilseler,
Kültür Bakanlığından eleman desteği ve okullardan da spor salonu ve
okul bahçelerini kullanma imkânlarını rahatlıkla kullanabilecekleri,
Sporun şiddeti önleyen
en büyük etkenlerden birisi olduğu göz önüne alındığında, bu birimlerin
şiddeti önleme konusunda çok etkin bir sorumluluk taşıdıkları bilinmeli
ve buna göre tedbirler alınması gerektiği,
Gözlemlenmiştir.
İl kültür ve turizm müdürlükleri:
Şehir kültürü oluşturmakla
ilgili etkin ve yeterli çalışmalarının olmadığı,
Gençliğe yönelik çalışmalarının
yetersiz olduğu,
Devlet tiyatrolarının
il müdürlükleriyle olan diyaloglarının zayıf olduğu,
Genelde etkin, yaygın,
diğer müdürlüklerle organize olmuş bir çalışmalarının alanda hissedilmediği,
Kültür faaliyetlerinin
turizm faaliyetlerinin gölgesinde kaldığı, bu nedenlerle çocukların
boş vakitlerini uygun olmayan ortamlarda geçirmekte, şiddetle daha
kolay tanışmakta oldukları,
Gözlemlenmiştir.
İl müftülükleri:
Cuma hutbelerinde ve vaazlarda gençlik,
şiddet ve aileyle ilgili konuların işlendiği, fakat, devamlı ve
etkin olmadığı,
Mahallî televizyon
ve radyolarda müftülükler tarafından bu konuları işleyen programların
yetersiz olduğu,
Gençliği hedef alan
programlı, gençliğin iletişim dilini kullanan günlük konularla ilgili
bir çalışmanın yapılmadığı,
Gençlere ulaşmak için
teknik araçların iyi kullanılmadığı,
Gençlerin toplumsal
değerlerini ve duyarlılıklarını artıran etkinliklerinin olmadığı,
Kendilerinin ulaşması
yerine kişilerin kendilerine ulaşmalarını bekledikleri,
Halkınsa, müftülüğün
birçok hizmetinden haberi olmadığı,
Gözlemlenmiştir.
Sivil toplum kuruluşları…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ataş,
konuşmanızı lütfen tamamlayınız. Son cümleleriniz için açtım.
Buyurun.
MUSTAFA ATAŞ (Devamla)
- Toparlıyorum efendim.
Genel olarak yapılan
görüşmelerde birçok sivil toplum kuruluşunun etkinlik düzenleyebilmek
için sivil kaynak oluşturmak yerine, devletten yardım talep ettikleri,
bunun da çalışmaların etkinliğini azalttığı,
Şehirlerindeki gençlerin
şiddet eğilimlerini azaltacak kültürel, sanatsal ve spor faaliyeti
alanlarında ihtisaslaşıp etkin ve yaygın çalışma yapmadıkları,
Kaynakların verimliliği
açısından aynı konuda faaliyet yapan sivil toplum kuruluşlarının
iş birliği yapmadıkları,
Gözlemlenmiştir.
Sayın Başkanım, belediyelerle
ilgili de gözlemlerimizi aktarıp, sözlerimi toparlıyorum:
Gençlere yönelik
gençlik merkezleri ve kültür merkezleri noktasında yetersiz kaldıkları,
Kültürel faaliyetler
noktasında öğrencilere ve gençlere yönelik daha etkin faaliyetler
yapmaları gerekirken, daha çok sosyal yardım faaliyetlerine yöneldikleri,
İnternet kafelerin
ruhsatlandırma ve denetimlerinde en etkin kurumun kendileri olmasına
rağmen, denetim faaliyetleri noktasında ve ruhsat verme hususunda
gecikmelerin, gençlerin ve çocukların buralardan olumsuz anlamda
etkilenmelerine dolaylı olarak sebep oldukları,
Açma izni verilen İnternet
kafelerin denetimlerinin belediyeler tarafından düzenli olarak
yerine getirilmesinde aksamalar olduğu,
Yapılan araştırmalarda,
spor yapan çocukların ve gençlerin şiddetten daha uzak oldukları
göz önüne alındığında, gençlerin spor yapacakları yeterli alanlara
sahip olmaları konusunda yeterli çalışmalarının olmadığı,
Gençler ve çocuklarla
ilgili diğer kurum ve kuruluşlarla iş birliğinin yetersiz olduğu,
Gözlemlenmiştir.
Takdir edersiniz ki,
bu sorunlar ve aksaklıklar bugün ortaya çıkmış sorunlar değildir. Bu
sorunlar yıllarca ihmal edilmişliğin sonucudur.
Komisyon raporunun
sonuç ve önerilerinin son bölümünde şunları sizlerle paylaşmak istiyorum:
Şiddet, dünyada gittikçe artan, sonuçları itibarıyla da sadece
şiddeti uygulayan ve şiddet mağdurlarından öte toplumun her bireyini
dolaylı ya da direkt etkileyen çağımızın en önemli sorunlarından
birisidir.
"İnsan hakları,
barış, sevgi ve dayanışma" söylemlerinin çok kullanıldığı çağımızda
yapılan komisyon çalışmaları göstermektedir ki, ülkemizde de çocuk
ve gençlerimizin şiddet eğilimleri artış seyri göstermektedir.
25,6 milyon sıfır-on sekiz yaş grubu, terör örgütlerinin, suç örgütlerinin,
organ ve uyuşturucu tacirlerinin en kolay ulaştığı ve etkilediği
bir yaş grubudur.
Millî ve manevi değerleri
korumasını beklediğimiz bu genç nesli tehditlerden korumak için
erteleyebileceğimiz hiçbir tedbir yoktur. Şiddetin çocuk ve gençlerde
artmasının getirdiği maliyet, sebeplerini ortadan kaldırmak
için sarf edeceğimiz kaynaklardan çok çok fazladır. Bu bağlamda, çocuk
ve gençlerimizi şiddetten uzaklaştırmak için, tüm yöneticilere,
annelere, babalara ve medyaya önemli görevler düşmektedir. Unutmayalım,
hiçbirimiz, gençliğe karşı olan sorumluluğun dışında kalamayız.
Ülkemizde artan şiddet
olaylarının ve gençlerdeki şiddet eğilimlerinin önlenmesi için,
çocuklara ve gençlere yönelik ulusal planlamaların ivedilikle etkin
ve ölçülebilir bir şekilde yapılması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar,
yaptığımız bu ziyaretlerdeki tespitlerimizi sizlerle paylaşmaya
çalıştım. Tabiidir ki, bu olumsuz şartlar içerisinde çok olağanüstü
gayretler sarf ederek, gerçekten, bu tespitlerimizin aksi istikametinde
olumlu çalışmalar yapan belediyelerimiz, kurumlarımız vardır. İnşallah,
bu olumlu çalışmalar yapan kurumlarımızın ve belediyelerimizin
idarecilerinin diğerleri tarafından örnek alınması temennisiyle
hepimizin üzerindeki bu şiddet eğilimlerini önleme noktasındaki
sorumluluğu bir kez daha hatırlatıyor, öncelikle, şiddetin Mecliste
olmamasını dileyerek, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ataş.
Sayın milletvekilleri,
Meclis Başkanlığına yazılı olarak müracaat eden Yalova Milletvekili
Sayın Muharrem İnce, kendi isminin de açıkça kullanılarak gerçek
dışı beyanda bulunulduğunu -Komisyon Başkanı tarafından- ifade
etmiş ve 69'uncu maddeye göre söz talebinde bulunmuştur. Bu talebi
değerlendiriyorum. Zabıtların bir kısmı geldi. Kendilerine de vereceğim
ve elbette ki, bir açıklama imkânı da her zaman için vekillerimize veriyoruz.
Yine, onu o şekilde değerlendireceğim. Üç beş dakika içinde diğer
zabıtlar da gelsin, size de takdim edeceğim.
Şimdi, söz sırası,
şahsı adına, Sinop Milletvekili Sayın Engin Altay'a aittir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
ENGİN ALTAY (Sinop) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önce Komisyon Başkanına
hemen bir ikazda bulunmak istiyorum: Ben bu Komisyonun üyesi değilim,
biraz sonra benim konuşmamdan da rahatsız olup, bana da biraz önce
Sayın İnce'ye yaptığı gibi bir iftirada bulunmasın diye peşinen
bu işin önünü kesmek istiyorum.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul)
- İnsanlar alışkanlıklarından kolay vazgeçmezler!
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çocuklarda ve gençlerde artan
şiddet eğilimi ve okullarda meydana gelen olaylarla ilgili, Meclisimiz
14/12/2006'da bir komisyon kurdu. Şimdi, biz de, aynı yılın tam iki ay öncesinde,
Parlamentomuza bir gensoruyla geldik ve bakın, ben, bu gensoru görüşülürken
demişim ki: "Bu gensoru, okullarımızda son üç yıldır ortaya çıkan
şiddet olaylarının artık durması için verilmiş bir gensorudur."
Biz, parti olarak bu tespiti çok daha önce yaparak ve konunun -genel
ve özel şartları mutlaka var ama- özel şartlarında Millî Eğitim Bakanlığının
birinci derece muhatap olduğunu bilerek, Millî Eğitim Bakanlığı
hakkında bir gensoru içerisinde bunu değerlendirmek istedik. Ama,
Meclisimiz, o zaman ne yazık ki, bu gensoru önergemizi iktidar partisinin
çoğunluk oylarıyla reddetti. İki buçuk ay sonra, aynı Meclis, gençlerde
ve çocuklarda artan şiddet eğilimleri ve okullarda meydana gelen
olaylar için bir Meclis Araştırması Komisyonu kurdu.
Şimdi, Komisyon raporu
burada, sizlerde de vardır, dört yüz doksan sekiz sayfadan ibaret bir
rapor. Emeği geçen, çalışan arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum.
Rapor iyi de, şimdi,
Meclis araştırması niye açılır? Ortada bir sorun vardır, sorunu
araştırırsınız ve sonra da soruna yönelik bir çare ortaya koyarsınız.
Komisyon raporunun sonuç bölümü "olmalı", "sağlanmalı",
"desteklenmeli", "kullanılmalı", "çalışmalı",
"verilmeli." şeklinde; meli, malı raporu diyebileceğimiz
bir rapor.
Bu rapordan sonra ne
olacak? Sayın milletvekilleri, Meclis bir konuyu araştırır… Ki Meclisin
bir konuyu araştırmak için komisyon kurmasını gerektirecek kadar
önemli bir konuysa, millet çoluk çocuğunu artık okula gönderemez
hâle gelmişse, millet on yedi yaşındaki çocuğu akşam altıdan sonra
eve gelmeyince polisi arar hâle gelmişse ortada ciddi bir durum vardır,
ciddi, sosyal, toplumsal bir problem vardır.
Şimdi, ben isterdim
ki, bu Komisyon raporunun son sayfasında bir Meclis soruşturması
açılmasına yönelik bir ibare olsun; bu yok. Bu şimdi görüşüldü, Sayın
Başkan biraz sonra "Rapor görüşülmüştür." diyecek, yemek
arası verecek, bitecek. Sonra, ilgililere, meraklılarına, Millî
Eğitim Bakanlığı istatistikleriyle ilgili, sosyal, kültürel istatistiklerle
ilgili, sosyal hizmetlerle ilgili güzel bir envanter, istatistiki
envanter. Mesela, bu raporu açarsınız, bir sayfasında Türkiye'de
kaç tane öğrenci var, kaç tane öğretmen var, kaç tane derslik var, bunları
görürsünüz. Bunlar zaten Millî Eğitim Bakanlığının hazırladığı istatistiklerde,
yıllıklarda var. Bunu derken Komisyonun emeğini küçümsemiyorum,
ama yani ne oldu?
MEHMET YÜKSEKTEPE
(Denizli) - Küçümsüyorsun…
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Şimdi bu rapor çıktı da ne oldu? -Meli, malı raporu bu. Durdu mu şiddet?
Bu Komisyon çalıştı, işini bitirdi de şiddet durdu mu? Çocuklarda
ve gençlerde şiddet eğilimi son mu buldu? Böyle bir şey yok. Ne var? Ee,
Meclis görev yaptı... Bu, görev falan değil sayın milletvekilleri;
bu, beytülmalı zarara uğratmaktır. Bunun başka bir açıklaması olamaz.
Bunu peşinen söylemek istiyorum.
Şimdi değerli arkadaşlar,
eğitim, hepimizin önce birinci derece çocuklarımızı, gelecek kuşakları,
ülkemizin geleceğini, dolayısıyla kendi kuşaklarımızın da geleceğini
ilgilendiren hakikaten ciddi bir iş. Çocuklarımız bizim geleceğimiz,
bizim çocuğumuz olsun olmasın. Ben inanıyorum ki, biriniz benim çocuğumun
sokakta başına bir iş hâl geldiğini görseniz, kendi çocuğunuzu müdafaa
eder kadar müdafaa edersiniz, muhafaza eder kadar muhafaza…
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- Kesin.
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Biz de sizin için, sizin çocuklarınız… Bu böyledir, çocuk sevgisi
ayrı bir şeydir. Çocukların iyi yetiştirilmesi lazım, çocukların
doğru yetiştirilmesi lazım, bunu çok önemsemek lazım.
Şimdi, bakın, gençlerde
ve çocuklarda şiddet eğiliminin arttığını görüyoruz. Bilmeyenler
için söyleyeyim, bu Mecliste beni hâlâ hukukçu zannedenler var, ben
eğitimciyim; tebeşiri bırakıp Parlamentoya gelmiş bir arkadaşınızım,
son üç yılında da eğitim yöneticiliği yapıyordum. Bu işi bir parça
bilirim. Şimdi, şiddet eğilimi bir sorundur. Biraz önce iktidar sözcüsü
arkadaşımız dedi ki: "Bu, bugün ortaya çıkmış bir sorun değil. Bu,
yılların ihmali, birikimiyle bugün önümüze gelmiş bir sorun."
Yahu, istatistikler gayet açık, yani sizin döneminizde okullarda
şiddetin arttığını, sokakta şiddetin arttığını, çarşıda, pazarda,
stadyumlarda şiddetin arttığını, hatta hatta milletin geçim derdi
yüzünden, parasızlık yüzünden evlerde, aile içinde şiddetin arttığını
bilmeyen mi var? Bu yeni bir şey değil ki! Türkiye'yi bu noktaya, siz
sayın milletvekilleri değil ama, sizin güvenoyu verdiğiniz 59'uncu
Hükûmet getirmiştir. Bunu kabul etmemiz lazım, bunu görmemiz lazım.
Bunu Türkiye görüyor, millet bunu biliyor. Üç sene önce sekiz yaşındaki
çocuğunu okula gönderen annenin psikolojisi ile şimdi o annenin
-çocuk da büyüdü, on bir yaşında- psikolojisi bir mi arkadaşlar? Ben
size soruyorum.
OSMAN KILIÇ (Sivas) -
Şimdi daha iyi.
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Şimdi, tablo bu. Şimdi, bir kere, bu tabloyu bilmemiz lazım.
Genel sorunlar ayrı, yani, toplumda
şiddet niye arttı? Bunun birinci sebebi, milletin aş ve iş sorunudur.
Bizde bir söz vardır, "Aç tavuk ambar yıkar." derler. Bu milleti
aç bırakırsanız, bu milletin çocuğu tinerci olur, babası da hırsız
olur. Kimse durduk yerde tinerci olmaz, hırsız olmaz, çeteci olmaz,
kapkaççı olmaz. Türkiye bu noktaya geldiyse bu, Hükûmetinizin uyguladığı
ekonomik politikaların, sosyal politikaların bir ürünüdür, bir
eseridir. Bu bir vakıadır. Bunu ortaya koymak lazım. Hükûmetin de bu
konuda tedbir alması lazım. İş işten geçti, Parlamentonun son günlerini
yaşıyoruz. Gönlüm isterdi ki, bu işler ya önceden başlasaydı, konuşulsaydı
ya da yeni Parlamentoya bırakılsaydı. Şimdi, seçim kararı almış
bir Parlamento, burada, âdet yerini bulsun cinsinden, şiddetle ilgili
Meclis araştırmasını görüşüyor "muş" gibi! Türkiye'nin bir
genel problemidir, hiçbir şeyi doğru dürüst yapmayız, yapmış gibi,
olmuş gibi, bakmış gibi, çalışmış gibi... Bu "mış gibi"den
Türkiye'nin kurtulması lazım, ama öncelikle, Parlamentonun kurtulması
lazım.
Şimdi, okullar boyutuna gelmek istiyorum.
Yani, genelde şiddetin, toplumdaki şiddetin, gençlerdeki şiddet
eğilimlerinin birçok sebebi var, faktörü var; bu on dakikaya bunu
sığdırmak tabii ki mümkün değil. Ama, şiddetin stadyumda olmasını
kabul edemeyiz, şiddetin sokakta olmasını, parkta olmasını kabul
edemeyiz, ama sayın milletvekilleri, ilim-irfan yuvasında, okulda
şiddet olmasını tasavvur edemeyiz; kabul etmeyi bırakın, kabul
edemeyiz, tasavvur edemeyiz, düşünemeyiz, düşünmemeliyiz, olmamalı,
olabilememeli, ama var. Gün geçmiyor ki, gazetelerde, okullarla ilgili
şiddet haberleri, uygunsuz haberler okuyoruz. Bu konuda çeşitli
öğretmenlerin, çeşitli yerlere yazdığı mektuplar var. Bir tanesini
ben okudum, inanın ben ağladım, bir öğretmen olarak ben ağladım. Mesela,
o mektuptan, size, sadece çok kısa bir bölüm okumak istiyorum, çok
şey var o mektupta ama: "Muhtaç olduğu kudretin dolaştığı asil
kanı uyuşturucuyla zehirleyen öğrencilerimi kurtaramıyorum."
diye feryat
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Göreve devam
edecek.
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Efendim, eder etmez. Ederse, hayırlı olsun, uğurlu olsun deriz.
Şimdi, Sayın Bakan,
siz de bilirsiniz, okulların iklimi vardır, okulların eğitim ortamı
vardır. Bu iklim ve bu ortam…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Sayın Başkan, müsamahanıza sığınıyorum.
Sayın Bakan, okulların
iklimi ve ortamı okulların başarısıyla doğru orantılıdır, ama,
okullarda bu iklim bozulmuşsa, okullardaki eğitim ortamının demokratik
yapısı zaten dardır Türkiye'de, tümüyle ortadan kalkmışsa okullardan
verim alamazsınız. Okullarda verim alamadıktan sonra, okul başka şeye
yönelir. Okuldan bilim çıkarsa, okuldan aydınlık çıkarsa, aydınlanma
çıkarsa, okuldan akıl çıkarsa, okuldan bilimsel mantık, anlayış çıkarsa,
okuldan uygulamalı eğitim anlayışı, laik eğitim anlayışı çıkarsa,
okulun içine hurafe girerse, okulun içine argo girerse, okulun içine
küfür girerse, okulun içine müstehcenlik girerse, okulun içine siyasi
kayırmacılık girerse, okulun içine hemşehricilik anlayışı girerse,
artık, hepimizin çocuklarımızı yolladığı o okullardan yetişecek
öğrencilerden…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ENGİN ALTAY (Devamla)
- Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz?
BAŞKAN - Efendim, son
cümlelerinizi rica ediyorum, ek süre verdim.
ENGİN ALTAY (Devamla)
- …o okullardan yetişecek çocuklarımızdan, bu ülke için, bu millet
için çok şey bekleyemez hâle gelirsiniz.
Söylenecek çok şey var,
ama anlıyorum ki Sayın Başkan iktidar partisi hatibine verdiği toleransı
bana vermeyecek gibi, mi hissettim? Belki verecektir.
Evet, ama, bazı şeyleri
değiştirmemiz lazım. Dinci kuşatma ve kadrolaşmadan vazgeçmemiz
lazım. Hukuk tanımaz yönetim anlayışını terk etmemiz lazım. Kemalist
ideolojiden rahatsız olmamak lazım. Müstehcenliği, küfrü, argoyu,
cumhuriyet tarihinde görülmemiş şiddeti okuldan temizleyecek
her türlü akılcı ve bilimsel tekniği okula sokmak lazım. Mahkemelerden
yönetmeliklerin dönmemesi lazım. Bir buçuk yıl geçip de, bu ülkede,
Millî Eğitim Bakanlığının, bu ülkenin Parlamentosunun, kurulan
üniversitelere rektör atayamamış bir durumda, okul ortamlarını
bir kaos ortamında bırakmaması lazım. 15 milyona bedava kitap dağıtıp,
veliden 150 milyon lira bağış almamak lazım. Okulların fiziki şartlarını
derhâl, derhâl düzenlemek lazım. Öğrencileri ÖSS stresinden, OKS kargaşasından
kurtarmak lazım. Öğretmenleri kademelere ve rütbelere, kadrolu,
sözleşmeli, ücretli, usta öğretici diye ayırarak, okullardaki öğretim
kadroları arasında bir bunalım, bir sendrom yaratmamak lazım. Güven,
nitelik, başarı sorunu yaşayan bir millî eğitim camiasının, sisteminin
derhâl bu sorunları aşması lazım. Adı millî, kendisi millî olmayan
bir Bakanlık, ülkemizde kabul edilebilecek bir durum değildir.
Özetle, değerli milletvekilleri,
beden eğitimi, resim, müzik derslerinin bu dönemde hemen hemen yok
sayılacak bir noktaya getirilmesi de çocukları tetiklemiştir. Gençler
enerjilerini boşaltmak zorundadır. Gençlere, beden eğitimi, resim,
müzik alanlarında, bunlar önemli ders değil diye ya da ders saat sayısını
azaltarak bu okulların düzelmesi mümkün değildir. Bunları çözmek
lazım, ama her şeyden önce, her şeyden önce, milli eğitimin başının,
20 milyonluk bir camianın başının sokağa çıkan insanlara "yarasa"
benzetmesi yapmaması lazım.
Sayın milletvekilleri,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Altay.
Sayın İnce, son kısmı
yeni geldi, veremiyorum. Sadece, orada şunu okuyayım, yine size
söz vereceğim.
Sayın Komisyon Başkanı
"Bu bilgileri vermek istedim. Eğer kırdımsa, özür dilerim. Çünkü,
sizi severim, bütün meslektaşlarımı severim ve lütfen, bu tür kaba,
birbirimizi kıran davranışlarda bulunmamayı, özellikle bu rapor
görüşülürken hiç olmazsa, özenle istirham ediyorum" diyor. Özür
kısmı da bu kadar, diğer kısım orada.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Söz vermeyecek misiniz?
BAŞKAN - Şimdi, size
İç Tüzük'ün 69'uncu maddesine göre söz veriyorum.
Kısaca, lütfen, kendi
açıklamanızı yapın.
Evet, buyurun.
IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, İstanbul
Milletvekili Halide İncekara'nın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çok teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Burada, tabii ki,
okullardaki şiddet görüşülürken, Araştırma Komisyonu Başkanının
sözlü şiddette bulunmasını yadırgadığımı belirtmek istiyorum. Sayın
İncekara'nın mesleğini bilmiyorum, ama dedikodu kültürünün Meclise
yansımasının çok tehlikeli sonuçları olacağını düşünüyorum.
Bu hiç doğru değil ve
özetlemem gerekirse şunu söyleyeyim: Allah insanı kuru iftiradan
saklasın. Burada bir şiddet olayı yaşanmış olabilir, ama yaşandığı
gün ben burada yoktum, Ankara'da değildim. Siz nasıl bana iftira
atarsınız? Ben Yalova'daydım dün. Buradaki yaşanmış olayı bana attınız.
Yani, önce insana iftira atacaksınız, sonra size çok sert tepki gösterilince
diyeceksiniz ki: "Ben bayanım, bana kibar ol." Önce, kibar
olmayı hak edeceksiniz, size kibar davranılmasını hak edeceksiniz.
Siz bana bunu nasıl söylersiniz? Ayrıca, diyorsunuz ki: "Komisyon
çalışmalarının şu kadarına katılmadı." Hanımefendi, size
bakanlık verememiş olabilirler, komisyon başkanlığı verememiş
olabilirler, bir araştırma komisyonunun başkanı yapmış olabilirler
sizin de gönlünüzü almak için, ama, siz benim amirim değilsiniz.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
- Ayıp ama, çok ayıp bu ifadeler.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Yani, siz benim amirim değilsiniz. Katılıp katılmama takdirini,
hesabını, ben, Cumhuriyet Halk Partisi yönetimine veririm, size
vermem.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
- Sayın Başkan, uyarır mısınız?
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Siz bana bir sertifika gönderdiniz Sayın Başkan, koca koca da imzanız
var. Bir de diploma gönderdiniz. Çalışmalarımdan dolayı teşekkür
etmişsiniz, bir de kocaman da bir sertifikanız var. O sertifikayı
niye gönderdiniz o zaman? Siz, çalışmalara katılmayanlara, hak etmedikleri
hâlde sertifika gönderir misiniz?
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Uzmanlara soracağım, hata etmişler.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Sizin imzanız var Hanımefendi. Sayın İncekara, sizin imzanız
var. Siz o zaman, bu imzayı niye koydunuz oraya? Niye imza attınız
da bana böyle bir şey gönderdiniz? Ben size onu iade edeceğim yarın,
merak etmeyin. Sizin imzanızı taşıyan bir şeyi ben duvarıma asmam
zaten. İftira atan bir insanın yapabileceği… Düşünemiyorum yani
böyle bir şeyi. Nasıl, emin olmadan bir kişiyi suçlayabilirsiniz?
(10/337, 343, 356, 357)
ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE İNCEKARA
(İstanbul) - Cevap hakkım doğuyor Sayın Başkan.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
- Sayın İnce, çok ayıp oldu, çok ayıp!
BAŞKAN - Şimdi, Sayın
İnce, tabii ki, Komisyon Başkanının bir müeyyidesi yok zorlamaya,
ancak, İç Tüzük'ün 28'inci maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
üyesi eğer bir komisyona seçilmişse, görevini yapacak. Yapmıyorsa,
buna karşı da gerekli prosedür var. Zaten, her üye görevini yapmaya
çalışıyor.
Böylece, bu tartışmayı
daha fazla uzatmanın bir manasını görmüyorum.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
- Sayın Başkan, kurulmuş bütün komisyon başkanlarına hakaret edildi
burada.
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli
ve 19 Milletvekili, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili,
Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan
Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili
Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın, çocuklarda
ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/337, 343, 356, 357) (S. Sayısı: 1413) (Devam)
BAŞKAN - Şimdi, söz
hakkı Sayın Bakanda.
Millî Eğitim Bakanımız
Sayın Hüseyin Çelik; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
toplumda yaygınlaşmaya yüz tutmuş şiddetle ilgili olarak, şiddetin,
her ortamdaki şiddetin azaltılması ve alınması gereken tedbirlerle
ilgili olarak, malumunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
bir komisyon kuruldu. Gerek iktidar partisinden gerekse muhalefet
partisinden araştırma komisyonu kurulmasıyla ilgili önergeler
verilmişti ve bu önergelerin, biz de, kabul edilmesi gerektiğini
bu kürsüde gelip ifade ettik ve böyle bir komisyonun oluşturulması,
böyle bir komisyonun çalışması ve bir rapor hazırlamasının bizim
için de yol gösterici olacağını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
bu meseleye el atmasının da çok faydalı olacağını, biz, Hükûmet adına
beyan ettik.
Bugün görüyorum ki,
burada son derece derli toplu bir komisyon raporu hazırlanmış. Komisyon
uzun boylu çalıştı. Birçok yurt içinde seyahatlerde bulundular, çalışma
seyahatlerinde bulundular. Bizatihi meseleleri çeşitli ortamlarda
gözlemlediler ve birçok uzman dinlediler, birçok kurumun değerli
temsilcisini dinlediler, bizi komisyona davet ettiler ve sonunda,
aslında, normal puntolarla, kitap puntosuyla dizildiği zaman bin
sayfalık bir kitap olabilecek derli toplu bir doküman hazırlandı.
Değerli arkadaşlarım,
bu çalışmanın, bunca zaman sarf edilen bu gayretin boşa gittiğini
söylemek mümkün değil. Evet, Meclis tarafından kurulan araştırma komisyonlarının
hazırladığı raporların bir yaptırımı söz konusu değildir. Ancak,
ben, kendi adıma, Millî Eğitim Bakanı olarak, Millî Eğitim Bakanlığı
olarak bu dokümanın son derece yararlı olacağını, buradaki tespitlerin,
buradaki teşhislerin ve buradaki bunların çözümünde ortaya konan
problemlerin çözümünde önerilen bazı tedbirlerin, yol gösterici
tedbirlerin bizim için son derece faydalı olacağını ifade etmek istiyorum.
Ben, bu vesileyle, Sayın
Komisyon Başkanımız, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Halide İncekara
Hanımefendiye ve çalışma arkadaşlarına, muhalefetten iktidardan,
bu komisyonda görev alan bütün arkadaşlarıma bu vesileyle huzurunuzda
teşekkür etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
tabii ki, şiddet denince zaten burada okulda şiddetten ziyade okul
çağındaki çocuklar ve gençler arasında yayılma istidadı gösteren
bir şiddetten söz ediliyor. Aile ortamındaki şiddetin önlenmesi,
stadyumdaki şiddetin önlenmesi, sokaktaki şiddetin önlenmesi,
her ortamdaki, sadece fiilî saldırı ve darp niteliğinde değil,
ama, kaba davranışlar sonucu ortaya çıkmış olan şiddetin, kötü sözler
sonucu ortaya çıkmış şiddet eğilimlerinin toplumumuzdan atılması,
bunların asgariye indirilmesi, mümkünse yok edilmesi için neler
yapılmalıdır yönünde bir çalışma yapılmış.
Bu arada, hemen şunu
belirtmek istiyorum: Bu problem ortaya çıktığı ilk günlerden itibaren,
malumualiniz, bazı olaylar, bazı toplumsal olaylar belli zamanlarda
daha çok hissedilir hâle gelir. Bu olay hissedilir hâle geldiği andan
itibaren biz Millî Eğitim Bakanlığı olarak bununla ilgili bir strateji
ve eylem planı hazırladık. 2011 yılına kadar devam edecek -2006-2011
yılına kadar devam edecek- beş yıllık bir strateji ve eylem planı hazırladık
ve meselenin üzerine gittik ve iftiharla söyleyeyim ki, değerli
arkadaşlarım, burada da bir tablo var, 2006 yılı aralık ayında en üst
noktaya çıkmış olan, özellikle okullardaki şiddet, bu alınan tedbirler
sonucu, okul yöneticileriyle, okullarımızdaki öğretmenlerle,
velilerle, öğrencilerle yüz yüze görüşmeler sonucu ve bütün bu kesimleri
işin içine dâhil eden tedbirler sonucu okullardaki şiddet eğilimleri
binde 5'ten binde 2'ye düşmüştür. Yani, ciddi anlamda bir düşüş söz konusudur.
Bunu da iftiharla huzurunuzda belirtmek istiyorum. En fazla şiddet
olayı görülen on iki vilayetteki bir il emniyet müdür yardımcısı,
bir millî eğitim müdür yardımcısıyla birlikte kurslara çağrılmış ve
kendileri ciddi bir eğitimden geçirilmiş. Özellikle İçişleri Bakanlığı,
Millî Eğitim Bakanlığı, yerine göre Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı
ve SHÇEK'ten sorumlu olan Devlet Bakanlığının iş birliği ve koordinasyonuyla
bu meselenin çözümü yönünde çok ciddi adımlar atılmış ve buralarda
bir azalma görülmüştür.
Konuyla ilgili olarak
sürekli görev yapan 6 profesörden oluşan bir bilim heyetimiz vardır.
Biraz önce bir muhalefet sözcüsü arkadaşımızın adını verdiği Profesör
Doktor Selahattin Övülmüş bu 6 profesörden birisidir. Bir yüksek lisans
öğrencisi okullarımızda bir araştırma yapmak istemiş. Malumunuz,
"Ben okullarda araştırma yapmak istiyorum." diyen herkese
"Buyur, okullarda araştırma yap." denmiyor, bu işin kuralları
var. Bize öyle anketler getiriliyor ki, zaman zaman "Ben bu anketleri
okullarda uygulamak istiyorum." diyen insanlar geliyor, ankette
sorulan sorulara bakıyorsunuz, kesinlikle pedagojik değil, kesinlikle
ilköğretim öğrencisinin veya lise öğrencisinin muhatap olması
gereken sorular değil. Bunlara da izin verilmiyor. Prosedürü yerine
getirdikten sonra akademik çalışmaların hepsine izin veriliyor
ve Profesör Doktor Selahattin Övülmüş'ün yüksek lisan öğrencisi
olan kişiye de özellikle Millî Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik
Hizmetleri Dairesi ile bizim ar-ge birimimiz "şunların, şunların
tamamlanması lazım, şu eksiklikleri giderirseniz size araştırma
izni veririz" demişler ve şu anda o eksiklikler gideriliyor,
ilgili kişiye de araştırma izni verilecektir değerli arkadaşlarım.
Yoksa, okullarda birisi araştırma yapmak istediği zaman, hele hele
böyle bir olayla ilgili, şiddetle ilgili bir araştırma yapmak istediği
zaman bizim buna destek olmaktan öte bir tavrımız olamaz. Bunu huzurlarınızda
ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
bizim okullardaki rehberlik sistemimiz reaktif bir rehberlik sistemiydi.
Yani, önce problem olacak, ortaya sıkıntı çıkacak, ondan sonra rehber
öğretmenler onu gidermek için uğraşacaklar, öğrenciyi çağıracaklar,
konuşacaklar, problemi çözmeye çalışacaklar. Biz, bu rehberlik
sistemini yeni baştan dizayn edip proaktif olan, yani olayların önünde
giden, olay ortaya çıkmadan, hastalık ortaya çıkmadan, salgın ortaya
çıkmadan, meselenin üstüne giden, öğrencilerle bire bir ilişki kuran,
problemli öğrencilerin aileleriyle temasta bulunulan bir sistem
getirilmiştir ve bu rehberlik sistemi de bizim ülkemizde şu anda
yerleşmiş vaziyettedir ve problemli çocuğu olan 14 bin aileyle bire
bir görüşme yapılmıştır. Bu çocukların probleminin temel sebebi
nedir, aile ortamındaki şiddetten mi kaynaklanıyor, geçim sıkıntısından
mı kaynaklanıyor, bunun başka sebepleri mi vardır şeklinde meselenin
üstüne gidilmektedir.
Değerli arkadaşlar,
bir şeyi daha özellikle belirtmek istiyorum. Biraz önce yine bir muhalefet
sözcüsü arkadaşımız dedi ki: "Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğünde
bazı insanlara şiddet uygulanmış." Bu, psikolojik bir şiddet
olarak ifade edildi. Onlar da emekli olmuşlar ve ayrılıp gitmişler
bir şekilde. Şiddeti önlemeye memur olan, şiddeti önleyecek olan
birimde eğer bunlar olursa, Türkiye'de şiddeti nasıl önlersiniz şeklinde
bir yorum yapıldı.
Bakın, bu arkadaşların
hepsinin ismi şu anda yanımda. Ben, teker teker bu insanların isimlerini
okuyarak kendilerini sıkıntıya sokacak bir pozisyon oluşturmak
istemiyorum. Bunlardan bir kısmı kırk yıl çalıştığı için emekli olup
gitmiştir. Bir de Özürlüler Yasası çıktıktan sonra, bildiğiniz gibi,
özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri bütün Türkiye çapında
özellikle ticari olarak da bir cazibe noktası hâline gelmiştir. Özel
eğitim uzmanı olan, özel eğitim konusunda deneyimi olan insanlar,
bu özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri tarafından daha yüksek
ücretlerle istihdam edilmektedir. Sözü edilen arkadaşların hepsi,
bir özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine giderek, Millî Eğitim
Bakanlığında çalışırken aldığı maaşın birkaç katı fazla maaş alarak
şu anda çalışmalarına devam ediyorlar. Bunlara şiddet uygulandığı
için, bunlar emekliye zorlandığı için emekli olmamışlardır. Bunu
özellikle huzurunuzda ifade etmek isterim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Bir araştırsanız iyi olur Sayın Bakanım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, biraz önce
yine bir başka milletvekilimiz dedi ki: "Sayın Millî Eğitim Bakanı,
Bakanlar Kurulunda yumruğunu masaya vursun 'öğretmenlerin ücretlerini
artıracaksınız, öğretmenlerin hayat standardını yükselteceksiniz'
desin" dedi.
Ben buradan size bazı
rakamlar vermek istiyorum. Şüphesiz ki, bakın, bir kez daha altını
çizmek istiyorum, sevgili öğretmenlerimize ne kadar fazla ücret
ödersek, onların hakkını ödemiş olmayız. Bu memlekette en fazla parayı
hak eden meslek grubu, şüphesiz ki, öğretmenlerimiz, eğitimcilerimizdir,
ancak, 2002 yılından bu yana, bakın, öğretmen maaşlarında meydana
gelen artış, değerli arkadaşlarım, yüzde 95'tir. Enflasyon payını
çıkardığınız zaman, kümülatif enflasyonu çıkardığınız zaman, refah
payı, hayat standardını yükseltme adına reel artış olarak öğretmenlere
yapılan artış yüzde 42'dir. Birçok meslek grubunda yüzde 12 ile yüzde
20-25 arasında değişirken, bizim dönemimizde yine en fazla ücret
artışları öğretmenlere yapılmıştır, öğretmenlik mesleğine yapılmıştır.
Şüphesiz ki, bu ülkenin
kaynakları arttığı zaman, millî gelir daha fazla arttığı zaman ve
bizim öğretmenlerimize daha fazla para verecek imkânımız olduğu
zaman, öğretmenlerimize bizim de daha fazla para vermemiz gerekiyor,
diğer devlet memurlarına ve kamu çalışanlarına vermemiz gerektiği
gibi, ama, tekrar altını çiziyorum, 1998'den 2006 yılına kadar, 2005
yılına kadar öğretmenlerin ders ücretlerine kat sayı artışlarının
dışında bir kuruş zam gelmemişken, biz, bir anda öğretmen ek ders ücretlerine
yüzde 47 zam yaptık arkadaşlar. Ha, bunları elbette fazla bulmuyorum,
yeterli de bulmuyorum, ama, bu konuda Hükûmetimiz üzerine düşeni
yapmıştır.
Bu beş yüz sayfalık raporda
önemli tespitler var. Biz bütün bu tespitleri, özellikle yol gösterici
ve bizim için gerçekten son derece faydalı bilgiler olarak alıyoruz,
uzman arkadaşlarımız bunları satır satır okuyacaklar, notlarını
alacaklar, değerlendirecekler ve yapılması gereken neyse yapacağız.
Burada okul öncesi
eğitimin artırılması isteniyor. Değerli arkadaşlarım, bakın,
biz iktidara geldiğimizde okul öncesi eğitim Türkiye'de yüzde
11'di, okullaşma oranı yüzde 11'di, şimdi yüzde 25'e çıktı, yüzde 25'i
geçti, yüzde 120'lik bir artış sağlanmıştır bu alanda. Yeterli mi? Elbette
yeterli değil.
YILMAZ KAYA (İzmir) -
Sabahçı öğlenci yaparak 2 katına çıkardığınız değil mi Sayın Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, bütün Türkiye çapında 800'e yakın
müstakil anaokulu vardır, bunun 400 küsuru bu dönemde yapılmıştır.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- İkiye bölünme..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, ben o ikiye bölünmeden, sabahçı öğlenci
eğitiminden söz etmiyorum, inşa edilen müstakil anaokulundan söz
ediyorum. Toplam 800 civarındadır, yarısından fazlası bu dönemde
yapılmıştır.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Çok iyi biliyorsunuz siz onu!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, okul öncesi eğitimde gerekli
şeyler yapılıyor. Rehber öğretmen artırılsın deniyor, her atama döneminde
yine çok önemli sayıda… Bir de zaten çok fazla, rehber öğretmen açısından,
kaynağımız da yok. Rehber öğretmen ve psikolojik danışma hizmetleri
yapacak kaynaktan çok fazla öğretmen zaten yetişmiyor, ama biz yine
her atama döneminde önemli miktarda atamalar yapıyoruz.
Okul-öğrenci-veli
ilişkilerinin düzenlenmesi gerekiyor deniliyor. Burada da özellikle
Okul Aile Birlikleri Yasası'yla ve peşinden çıkardığımız yönetmelikle
bu konuda da çok önemli bir mesafe kat edilmiş.
Kantinlerle ve kantincilerle
ilgili, servis şoförleriyle ilgili, öğretmen- öğrenci-idareci
ilişkileriyle ilgili buralarda bazı tavsiyeler var ve bunların
gereği yapılıyor değerli arkadaşlarım. Ama, dediğim gibi, bu raporda
üzerinde durulan özellikle yatılı okullardan tutun da bütün meslek
okullarına, genel liselere varıncaya kadar yapılan tespitler
var. Bu tespitler bizim için değerli tespitlerdir.
İnternet ortamında
işlenen suçlar vardı. İnternet ortamında çocukları suça iten -malumunuz-
çok, gerçekten, öne alınması gereken yanlış şeyler vardı. Bildiğiniz
gibi Resmî Gazete'de 23 Mayıs 2007 tarihinde yayımlanan İnternet Ortamında
Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen
Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun yine bizim Hükûmetimiz
döneminde hazırlanmış, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmiş
ve bu Yasa da çıkarılmıştır. Bu Yasa'nın çıkmasıyla birlikte, artık,
İnternet'in bir suç ortamı haline gelmesi büyük çapta önlenecektir.
Buna bağlı şüphesiz ki çıkarılması gereken bazı yönetmelikler
var. Ulaştırma Bakanlığımız ve Sayın Ulaştırma Bakanımız da bu konuda
büyük bir gayretle bu meselenin üstüne gitmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
ben çok fazla vaktinizi almayacağım, ama, bir şeyin özellikle altını
çizmek istiyorum: Şüphesiz ki, suç işleme oranı, genç yaşlarda daha
fazladır. Ben, suç işlemenin… Elbette, eğitim son derece önemlidir,
insanımızı en iyi şekilde eğitmemiz lazım, ama, eğitimle, diploma
vermeyi birbirine karıştırmamamız lazım. Bugün, birçok, bakıyorsunuz,
yanlış işin altından çıkan insanlara bakıyorsunuz, bunların çifter
çifter diplomaları var. Eğer, verdiğimiz eğitim insanları iyiden
yana değiştirmiyorsa, onlarda bir ahlak telakkisi olarak ortaya
çıkmıyorsa, eğer bir davranış modu olarak ortaya çıkmıyorsa, orada
bir problem var demektir ve sosyal meselelerde… Bazı arkadaşlarım
dediler ki, bu raporda "meli, malı" var. Sosyal problemler,
sosyal meseleler, toplumsal meseleler, bir şeyi boyacı küpüne batırıp
çıkararak çözülmez. Sosyal problemlerle ilgili, bir anda ağrı kesici
gibi bir çözüm söz konusu değildir. Bunlar, yıllarca üst üste gelen,
kronikleşen problemlerdir. Bunların giderilmesi için de bir çok tedbirin
alınması gerekiyor, bu da bir süreç meselesidir ve tedricen bunların
çözülmesi gerekiyor. Bununla ilgili olarak da gerek fukaralığın
önlenmesi gerekse ortaokullardaki fiziki mekânın iyileştirilmesi
gerekse öğretmenlerimizin durumlarının iyileştirilmesi, daha
fazla personel tayin edilmesi, atılması gereken, alınması gereken
ne tedbir varsa bu tedbirlere başvurulmuştur, ama bu yeterli midir?
Elbette, her alanda olduğu gibi eğitim alanının ve okul ortamının
da eksiklikleri vardır. Bunları gidermek de Hükûmet olarak boynumuzun
borcudur, yapmaya çalıştığımız, yaptığımız da budur.
Ben, bir kez daha, özellikle
böyle bir önerge vererek, daha doğrusu önergeler vererek bu meselenin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışılmasını sağlayan ve bir komisyon
oluştuktan sonra da bu komisyona başkanlık yapan Değerli Başkana,
onun çalışma arkadaşlarına, iktidar ve muhalefet partisi milletvekillerine,
ben de teşekkür ediyorum.
Başta, Meclis olmak
üzere şiddetin bulunmadığı ortamların oluşması, şiddetin tamamen
hayatımızdan silindiği bir dönemin arzusuyla ve temennisiyle hepinize
en derin saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakana
teşekkür ediyoruz.
Şimdi, şahsı adına,
Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Yüksektepe.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MEHMET YÜKSEKTEPE
(Denizli) - Sayın Başkan teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda
meydana gelen olayların araştırılması ve alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla kurulan Araştırma Komisyonunun raporu üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
yaklaşık beş buçuk saattir, burada bu raporu görüşüyoruz. Gerçekten,
tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de şiddet olgusu, şiddet unsuru
önemli bir kavram. Ben konuşmamın hemen başında, özellikle, bu Araştırma
Komisyonunun kurulması aşamasında önerge sahiplerine, Komisyon
Başkanına, Komisyon üyesi arkadaşlarımıza, Meclis Başkanımızın
gayretine ve özellikle hem Meclis uzmanı olarak çalışan -Meclisimizdeki-
hem de dışarıdan gelen arkadaşlarımıza özellikle teşekkür ediyorum.
Gerçekten, çok önemli bir çalışmaya imza attılar.
Bu rapor yaklaşık 500
sayfa. Şimdi, tabii ki, bu rapor içerisinde sihirli değnek yok. Sözcü
arkadaşlarımızdan bir tanesi dedi ki: "Ya, meli, malı!"
Tüm Meclis araştırması komisyonlarında olduğu gibi, sonuç olarak,
elbette bir rapor ortaya çıktı ve raporun sonunda "meli, malı."
Evet, doğru; yani cümlelerin bitmesi böyle. Ama, Sayın Milletvekilimiz,
eğer raporun iç kısmına birazcık zahmet edip bakarsa, araştırırsa,
orada her kurumla ilgili -bakın, her kurumla ilgili- hem kamu kurumu
hem her bakanlıkla ilgili neler yapılması gerektiğini teker teker,
madde madde, "sorun 1, çözüm 1; sorun 2, çözüm 2" şeklinde,
âdeta, ilgililere, sorumlulara, hep birlikte, Komisyon olarak,
bir aspirin gibi, bu sıkıntıyı çözmesi yolunda bir yol gösterici
olması noktasında, ışık tutması noktasında net ifadeler ortaya
koyduk. Elbette ki bu sosyolojik bir süreçtir.
Şimdi, yaklaşık, nüfusumuzun
yüzde 40'ı sıfır ile 24 yaş arasında ve bu rakam 26 milyon arkadaşlar.
Dolayısıyla, sürekli kullanıyoruz, ifade ediyoruz, bu rakam, birçok
Avrupa ve dünya ülkesinin nüfusundan daha yoğun.
Tabii, burada daha
çok eğitim konusunu ele aldık, eğitim ve okulların, millî eğitimin sorunlarını,
çünkü, bu yavrularımızın büyük bir kısmı eğitim-öğretim çağında,
ama, şiddetin önlenmesi, şiddetin engellenmesi, değerli arkadaşlar,
uzmanlarımızın bize verdiği ifadelerde, anne rahminden başlıyor,
anne karnından. Yani, uzmanlar şunu ifade ediyor arkadaşlar: Eğer
hamile annenin psikolojisi, hamile annenin ruh sağlığı, onun beslenmesi,
yaşam standardı, yaşam şartları, aile içinde ilişkiler mutlu ise, huzurlu
ise o bebeğin sağlıklı doğması ve sağlıklı bir birey olmasında büyük
bir etkisi olduğunu; hatta, dediler ki, annenin dinlediği müziğin
ritmine göre bebeğin anne karnındaki tekmelerinin şekli değişiyor;
eğer hareketli bir müzik dinliyorsa anne, çocuğun, anne karnındaki
çocuğun tekmeleri daha hızlı; eğer biraz daha mistik, biraz daha
ağır bir müzik dinliyorsa, daha yavaş olduğu gözlenmiştir.
Tabii, tüm bunlar dikkate
alındığında değerli arkadaşlar, bu sorun inşallah çözülecek.
Yine, muhalefet milletvekili
arkadaşlarımızdan Sayın Altay dedi ki: "Birçok şey yapılması
lazım." Arkadaşlar, bu raporun bundan önceki -bana göre- araştırma
komisyonu raporlarından bir farkı var. Bu Komisyon bilimsel olarak
araziye çıkmıştır, yaklaşık ondan fazla ilimizi ziyaret etmişizdir
ve bu süre içerisinde de yaklaşık 30 bin ortaöğretim çağındaki çocuklarımızla
ilgili bire bir anket çalışması yapılmış, ayrıca, ceza ve tutukevlerindeki
2 bin civarındaki gençlerimizle de yüz yüze, uzmanlarımız aracılığıyla
bu çalışma gerçekleştirilmiştir.
Şimdi, bundan önce
şiddet var mıydı yok muydu? Değerli arkadaşlar, bununla ilgili elimizde
maalesef bilimsel bir veri yoktu. Üniversitelerimize yazılar yazdık.
Dedik ki: "Çalışmalarınızı bize lütfen gönderin, bize ışık tutun."
100 kişi, 200 kişi, 500 kişi, 1.500 kişi üzerinde yapılan çalışmalar
var. Ama, biz dedik ki: "Bu böyle olmamalı." Hatta, bu amaçla
bir hocamızı bize yardımcı olması noktasında davet ettiğimizde
"Biz, on gün içerisinde Türkiye çapında yaklaşık 30 bin öğrencimizle
anket çalışması yapacağız." dediğimde hocam şaşırdı, dedi
ki: "Sayın Vekilim, bu mümkün değil." Niye? "Biz, üniversitede
bunu projelendireceğiz, bunu bölüm başkanımıza sunacağız, o, dekanımızdan
onay alacak, üniversitemiz bunu destekleyecek. Bu projenin onaylanması
altı ay sürer." Dedik ki: "Biz öyle yapmayacağız." Biz
ne yapacağız? Derhâl Sayın Komisyon Başkanımız Millî Eğitim Bakanımıza
yazı yazdı, Sağlık Bakanımıza yazı yazdı ve ramları ortaya koyduk,
TÜİK'le temasa geçtik ve bilimsel anlamda Türkiye örneklemesini
ortaya koyacak bir çalışma gerçekleştirdik. Bence bu raporda en
çok önemsenmesi gereken yer burası.
Tabii, zaman da geçiyor.
Arkadaşlar, biz toplum olarak erdemli insan olma noktasında, insani
değerler noktasında ciddi bir aşınmanın var olduğunu tespit ettik.
Elbette ki, şiddetle ilgili eğitim, göç, diğer olaylar, medya, aile
içi, hepsi önemli, ama insani değer açısından bir değer aşınmasına
sahip, mevcut.
Yine, bakın, Amerika'da
yapılan bir çalışmada, anne-baba eğer çocuğuyla daha çok zaman harcamışsa,
o ailede ve o çocuk üzerinde şiddetin en az olduğunu, hatta, hiç olmadığını
görüyoruz, hatta, eğer, o aile çocuğuyla birlikte her hafta sonu kiliseye
gidiyorsa, o ailelerde şiddet olayının olmadığını görüyoruz. Şimdi,
bu anlamda, mesleki eğitimin, sosyal ve sportif faaliyetin artırılması
gerekiyor.
Benim elimde bir kitapçık
var, "Bu Benim Eserim" diye bir kitapçık ve ben, Millî Eğitim
Bakanıma teşekkür ediyorum. Geçen hafta, Başkent Öğretmenevi'nde
bir heyecan vardı: Türkiye'nin seksen bir ilinden gelen yavrularımız
-yüz proje oraya seçilmiş; yaklaşık, bu projeler, seksen bir ilden
13.922 proje arasından seçilmiş, öyle ilginçti ki- öyle heyecanlıydılar
ki, o heyecanı yaşamanız gerekiyordu
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Mehmet, şiddeti anlat, şiddeti; başka şeyleri anlatma!
MEHMET YÜKSEKTEPE
(Devamla) - Bunun içerisinde Denizli'den de proje vardı ve tüm illerden
vardı.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Millî Eğitim Bakanı kendini övdü zaten.
MEHMET YÜKSEKTEPE
(Devamla) - Şimdi bunu niye söylüyorum? Bugüne kadar yapılmayan…
Eğer Japonlar zekiyse, Amerikalı zekiyse, İngiliz zekiyse, ben inanıyorum
ki, bizim yavrularımız daha zeki, ama, o fırsatı o yavrularımıza
mutlaka vermek zorundayız. İşte, Millî Eğitim Bakanımızın yaptığı
çalışma bunun örneği.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Bravo!
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Bravo, helal olsun!
MEHMET YÜKSEKTEPE
(Devamla) - Bakın, orada yüz projemiz vardı, elli tanesine ödül verildi.
Kaybeden de kazanan da öyle heyecanlıydı ki, işte, o heyecanı yaşamanız
gerekiyordu. Yani, kaybeden çocuklarımızın projeleri burada arkadaşlar,
çok ilginç projeler. Lütfen, buna bakın. Yeni mucitler, yeni icatlar,
yeni projeler, yeni bilimsel çalışmaların temeli bu işte. İşte,
bunu yapmak zorundayız, şiddeti bu şekilde önlemek zorundayız, o
bireye, o gencimize, o yavrumuza kendine olan özgüveni vermek zorundayız
ve bunu daha da yaygınlaştırmak zorundayız; hatta -ben ümit ediyorum
ki- özellikle özel firmalar bu tür çalışmalara finansman sağlasınlar,
proje desteği sağlasınlar ve sosyal sorumluluk anlayışı içerisinde.
Bir diğer konu şu: Geçen
akşam önemli bir televizyon kanalında bir uzman çıktı, Bilişim Derneğinden,
dedi ki: "Bu Hükûmet İnternet kafeleri ve bilişimi sansürlüyor."
Değerli arkadaşlar, biz, bu çalışmamız içerisinde İnternet kafeleri
de ziyaret ettik. Eğer, her birimiz o İnternet kafeleri ziyaretinde
gördüğümüz manzarayı aktarmış olsak, gerçekten tüyler ürpertici.
Eğer, Sayın Bakanın ifade ettiği o çıkardığımız yasayla ilgili,
yani elektronik ortamda işlenen suçlar…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET YÜKSEKTEPE
(Devamla) - Bitiriyorum arkadaşlar.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Eğer, o İnternet kafelerdeki
ortamı görmüş olsaydık, bunu yadırgamazdık. Ben, Türkiye Bilişim
Derneğinin Genel Kurulunda da aynı konuşmayı yaptım. Dedim ki,
biz, bilişime karşı değiliz ve özellikle, bizim dönemimizde bilişim
noktasında gelinen noktayı gayet iyi biliyoruz. Özellikle, bu çağdaş
dünyada bilginin paylaşımında en önemli unsurlardan bir tanesinin
İnternet olduğunun da farkındayım. Ama, burada biz kendi yavrularımızı,
kendi gençlerimizi, kendi çocuklarımızı, arkadaşlar, korumak zorundayız.
Japonya'da yeni çıkan
bir hastalık var. Nedir biliyor musunuz arkadaşlar? İnternet'le
uzun süre hemhâl olup kendisini odaya kapatan, günlerce, aylarca,
haftalarca kapatan insanlarla ilgili -şu anda hastalığın adını
söyleyemeyeceğim- bir hastalık ortaya çıkmış. Dolayısıyla, ben,
bu anlamda, sözümü toparlamak istiyorum…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, son
cümlelerinizi…
MEHMET YÜKSEKTEPE
(Devamla) - Bu çalışmanın hayırlı olmasını diliyorum ve inşallah,
önümüzdeki süreçte daha huzurlu, daha mutlu, kendine güvenen bir
gençliğe sahip olmamız ümidiyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Yüksektepe.
Sayın milletvekilleri,
çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana
gelen olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İç Tüzük'ün 104 ve 105'inci maddeleri
uyarınca kurulmuş bulunan (10/337, 343, 356, 357) esas numaralı Meclis
Araştırma Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.
Birleşime 21.30'a kadar
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.28
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.37
BAŞKAN : Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 116'ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
Gündemin "Seçim"
kısmına geçiyoruz.
VI. - SEÇİMLER
1.- Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalacak
üyeliklere seçim
BAŞKAN - Şimdi, Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu üyelikleri için 3984 sayılı Kanun'un 6'ncı
maddesi gereğince seçim yapacağız.
Siyasi parti grupları
tarafından gösterilen adayların adlarını soyadı sırasına göre
okutuyorum:
"Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunda boşalacak 3 üyelik için Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu aday listesi: A. Zahid Akman, Mahmut Beşirli, Sami Şener, İlhan
Yerlikaya."
"Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu aday listesi: Neyyir Hülya Alp, Özcan Karakuş Erdoğan."
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
RTÜK Kanunu'nun 6'ncı maddesi gereği, siyasi parti grupları kendilerine
düşen üyeliğin 2 katı aday göstermişlerdir.
Adayların adları, soyadları
sırasına göre birleşik oy pusulası şeklinde düzenlenmek suretiyle
bastırılmıştır.
Toplantı ve karar yeter
sayısı mevcut olmak şartıyla, seçimde, Adalet ve Kalkınma Partisi
aday listesinden en çok oyu alan 2 aday ile Cumhuriyet Halk Partisi
aday listesinden en çok oyu alan 1 aday seçilmiş olacaktır.
Oylamanın ne şekilde
yapılacağını arz ediyorum: Görevli arkadaşlar, mühürlü birleşik
oy pusulalarıyla zarfları, her sayın milletvekiline birer tane
olmak üzere dağıtacaklardır. Birleşik oy pusulası ve zarfı alan sayın
üye, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu aday listesinden 2 adayın, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu aday listesinden 1 adayın isimlerinin karşısındaki
kareyi çarpı işaretiyle işaretleyerek ve birleşik oy pusulasını
zarfa koyarak adının okunmasını bekleyecektir. Herhangi bir tereddüde
mahal vermemek için, komisyon ve hükûmet sıralarında yer alan kâtip
üyelerden komisyon sırasındaki kâtip üye Adana'dan başlayarak Denizli'ye
kadar (Denizli dâhil) ve Diyarbakır'dan başlayarak İstanbul'a kadar
(İstanbul dâhil), hükûmet sırasındaki kâtip üye ise İzmir'den başlayarak
Mardin'e kadar (Mardin dâhil) ve Mersin'den başlayarak Zonguldak'a kadar
(Zonguldak dâhil) adı okunan milletvekilinin adını defterden işaretleyecektir.
Adı işaretlenen milletvekili, daha sonra oy pusulasını içeren zarfı
Başkanlık Divanı kürsüsünün önüne konulmuş olan oy kutusuna atacaktır.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu aday listesinden 2'den fazla, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu aday listesinden 1'den fazla adayın işaretlendiği oy pusulaları
geçersiz sayılacaktır. Bu hususlar, birleşik oy pusulalarında da
dipnot olarak açıkça belirtilmiştir.
Sayın kâtip üyelerin
yerlerini almalarını oy pusulaları ile zarfların da görevli personel
tarafından sayın milletvekillerine dağıtılmasını rica ediyorum.
Şimdi, oylamanın sayım
ve dökümü için ad çekmek suretiyle 5 kişilik bir tasnif komisyonu
tespit edeceğim. Seçilecek tasnif komisyonu üyeleri, oylama işlemi
bittikten sonra komisyon sıralarında yerlerini alacaklardır.
Ad çekme işlemini
başlatıyorum:
Abdullah Gül, Kayseri?
Yok.
Göksal Küçükali, İstanbul?
Yok.
Faruk Koca, Ankara?
Burada.
Mustafa Demir, Samsun?
Burada.
Ali Aydın Dumanoğlu,
Trabzon? Burada.
Turhan Çömez, Balıkesir?
Yok.
M. Akif Hamzaçebi,
Trabzon? Yok.
Mehmet Aydın, İzmir?
Yok.
Nurettin Aktaş, Gaziantep?
Burada.
Nevzat Doğan, Kocaeli? Yok.
Mehmet Asım Kulak, Bartın? Yok.
Selami Yiğit, Kars?
Yok.
Fahri Keskin, Eskişehir?
Burada.
Şimdi, bir defa daha
okuyorum: Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir, Eskişehir Milletvekili
Sayın Fahri Keskin, Gaziantep Milletvekili Sayın Nurettin Aktaş,
Trabzon Milletvekili Sayın Ali Aydın Dumanoğlu ve Ankara Milletvekili
Sayın Faruk Koca buradan ayrılmayacaklar, sonunda tasnif heyeti
olarak görev yapacaklar. Tebliğ ediyorum kendilerine.
Şimdi, oylamaya Adana
ilinden başlıyoruz.
(Oylar toplandı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.
Oylama işlemi tamamlanmıştır.
Kupalar kaldırılsın.
Tasnif Komisyonu üyeleri
Sayın Faruk Koca, Sayın Ali Aydın Dumanoğlu, Sayın Nurettin Aktaş,
Sayın Fahri Keskin, Sayın Mustafa Demir yerlerini aldılar.
Tasnif işlemi başlamıştır.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelikleri için yapılan seçime ilişkin
Tasnif Komisyonu tutanağı gelmiştir.
Şimdi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Radyo ve Televizyon
Üst Kurulunda Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen (2) üyelik
ile Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen (1) üyelik için yapılan seçime
298 üye katılmış, kullanılan oyların dağılımı aşağıda gösterilmiştir.
Saygıyla arz olunur.
Tasnif Komisyonu
|
Üye |
Üye |
Üye |
||||
|
Faruk Koca |
Ali Aydın Dumanoğlu |
Nurettin Aktaş |
||||
|
Ankara |
Trabzon |
Gaziantep |
||||
|
Üye |
Üye |
|
||||
|
Fahri Keskin |
Mustafa Demir |
|
||||
|
Eskişehir |
|
|
||||
|
A.
Zahid Akman |
: |
274 |
|
|||
|
İlhan
Yerlikaya |
: |
270 |
|
|||
|
Neyyir
Hülya Alp |
: |
267 |
|
|||
|
Sami Şener |
: |
29 |
|
|||
|
Özcan Karakuş Erdoğan |
: |
16 |
|
|||
|
Mahmut Beşirli |
: |
10 |
|
|||
|
Geçersiz |
: |
2 |
|
|||
|
Boş |
: |
3 |
|
|||
BAŞKAN - Bu duruma göre,
A. Zahid Akman, İlhan Yerlikaya ve Neyyir Hülya Alp seçilmişlerdir.
Kendilerine hayırlı olsun diyorum.
Sayın milletvekilleri,
birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.43
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.51
BAŞKAN : Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER : Bayram Özçelik (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 116'ncı Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
Alınan karar gereğince,
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - Basılı gündemin
1'inci sırasında yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle
ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmeleri ertelenmiştir.
2'nci sırada yer alan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
3.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer
alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet
Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer
alan, Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir
Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
5.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın;
Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri
Komisyonu Raporu (2/968) (S. Sayısı: 1416)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri,
komisyonların bulunamadığı anlaşıldığından, alınan karar gereğince
kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 30 Mayıs 2007
Çarşamba günü saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum,
iyi geceler diliyorum.