DÖNEM: 22 CİLT: 159 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
113’üncü Birleşim
26 Mayıs 2007 Cumartesi
İ Ç İ N D E K İ L
E R
Sayfa
DÖNEM: 22 CİLT: 159 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
113’üncü Birleşim
26 Mayıs 2007 Cumartesi
İ Ç İ N D E K İ L
E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında 10/5/2007 tarihli ve 5660 sayılı Kanun'un
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1281)
IV. - ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile 1/1368 esas numaralı
Cumhurbaşkanlığınca bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen
Kanun'un, Başkanlıkça havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine
kırk sekiz saat geçmeden başlanmasına ilişkin AK Parti Grubu önerisi
V. - USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Cumhurbaşkanlığınca bir kez daha görüşülmek
üzere geri gönderme tezkeresinin Genel Kurulun bilgisine sunulmadan,
Başkanlıkça havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine kırk
sekiz saat geçmeden başlanmasının komisyona tavsiye edilmesine
ilişkin AK Parti Grubu önerisinin İç Tüzük'e aykırı olduğu hakkında
VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet
Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
4.- Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam
ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu Raporu ile İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme
Alınma Önergesi (1/1317) (S. Sayısı: 1428)
5.- Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/1230) (S. Sayısı: 1250)
VII. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Aksaray Milletvekili
Ali Rıza Alaboyun'un, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
2.- Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Erzurum
Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut'un, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
VIII. - OYLAMALAR
1.- Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam
ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun Tasarısı'nın oylaması
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 11.03'te açılarak yedi oturum
yaptı.
Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi
ile Enerji Satışına İlişkin 8/5/2007 tarih ve 5654 sayılı Kanun'un bazı
maddelerinin Anayasa'nın 89 ve 104'üncü maddeleri uyarınca bir kez
daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'ye yaptığı
resmî ziyarete katılması uygun görülen milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının:
1'inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden;
2'nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3'üncü sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı: 1337),
6'ncı sırasında bulunan, Sendikalar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (1/1230) (S. Sayısı: 1250),
7'nci sırasında bulunan, Kayseri Milletvekili
Taner Yıldız'ın, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
(2/1016) (S. Sayısı: 1412),
8'inci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Ukrayna Hükümeti Arasında Uzayın Araştırma ve Kullanımı
Konularında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında (1/491) (S. Sayısı:
1380),
Kanun Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;
Ertelendi.
4'üncü
sırasında bulunan, Ankara Milletvekilleri Eyyüp Sanay ve Nur Doğan
Topaloğlu'nun, Doğal Gaz Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/1018) (S. Sayısı: 1425) görüşmelerini müteakiben,
elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra,
5'inci
sırasında bulunan, Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Faruk Bayrak'ın,
388 Sayılı Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatının
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/999) (S. Sayısı: 1424) yapılan
görüşmelerden sonra,
Samsun
Milletvekili Haluk Koç, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, konuşmasında,
Genel Başkanlarına sataştığı iddiasıyla bir açıklamada bulundu.
Alınan karar gereğince, 26 Mayıs 2007 Cumartesi
günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.50'de son verildi.
Nevzat Pakdil |
|
|
|
|
Başkan
Vekili |
|
|
|
|
|
Yaşar Tüzün |
Mehmet Daniş |
Ahmet Küçük |
Ahmet Gökhan Sarıçam |
|
Bilecik |
Çanakkale |
Çanakkale |
Kırklareli |
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
No.: 153
II. - GELEN KÂĞITLAR
26 Mayıs 2007 Cumartesi
Rapor
1.-
Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü'nün; Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/1020) (S. Sayısı: 1432) (Dağıtma tarihi: 26.5.2007) (GÜNDEME )
26 Mayıs 2007 Cumartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.06
BAŞKAN : Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 113'üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup
bilgilerinize sunacağım.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında 10/5/2007 tarihli ve 5660 sayılı Kanun'un bir kez
daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1281)
25/05/2007
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi: 11.05.2007 günlü,
A.01.0.GNS.0.10.00.02-32263/71597 sayılı yazınız.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulu'nca 10.05.2007 gününde kabul edilen 5660 sayılı
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun" incelenmiştir.
1- Yasa'nın,
-2. maddesinde,
"Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 79 uncu maddesinin ikinci fıkrasında geçen 'seçim tutanaklarını'
ibaresinden sonra gelmek üzere 've Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını'
ibaresi; son fıkrasında geçen 'halkoyuna sunulması' ibaresinden
sonra gelmek üzere, 'Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi'
ibaresi eklenmiştir."
- 4. maddesiyle değişik,
Anayasa'nın 101. maddesinde,
"Cumhurbaşkanı,
kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine
sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.
Cumhurbaşkanının görev
süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.
Cumhurbaşkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından
aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile
mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde
geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasi
partiler ortak aday gösterebilir.
Cumhurbaşkanı seçilenin,
varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeliği sona erer."
- 5. maddesiyle değişik,
Anayasa'nın 102. maddesinde,
"Cumhurbaşkanı
seçimi, Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından önceki altmış
gün içinde; makamın herhangi bir sebeple boşalması halinde ise boşalmayı
takip eden altmış gün içinde tamamlanır.
Genel oyla yapılacak
seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı
seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı
izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk
oylamada en çok oy almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların
çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
İkinci oylamaya katılmaya
hak kazanan adaylardan birinin ölümü veya seçilme yeterliğini kaybetmesi
halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya
göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın
kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli
oyların çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilmiş
olur.
Cumhurbaşkanı göreve
başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi
devam eder.
Cumhurbaşkanlığı seçimine
ilişkin usûl ve esaslar kanunla düzenlenir.",
- 6. maddesiyle Anayasa'ya
eklenen,
Geçici 18. maddede,
"Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 67 nci maddesinin son fıkrası, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin
yapılabilmesi için; çıkarılması gereken kanun hükümleri ile seçim
kanunlarında yapılacak değişiklikler bakımından dikkate alınmaz."
Geçici 19. maddede
de,
"Onbirinci Cumhurbaşkanı
seçiminin ilk tur oylaması, bu Kanunun Resmi Gazetede yayımını
takip eden kırkıncı günden sonraki ilk Pazar günü, ikinci tur oylaması
ise ilk tur oylamayı takip eden ikinci Pazar günü yapılır.
Anayasa'nın 101 inci
maddesi uyarınca gösterilen adaylar, yazılı muvafakatları ve Anayasanın
değişik 101 inci maddesindeki şartları ihtiva eden ve diğer ilgili
belgelerle birlikte ilk tur oylama tarihinden otuz gün önce Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına başvururlar. Adayların başvurularında
eksik bilgi ve belgelerin tespit edilmesi halinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı tarafından, eksikliklerin giderilmesi
için üç günlük kesin süre verilir. Bu süre içinde eksikliklerin giderilmemesi
halinde adaylar, kendiliğinden adaylıktan çekilmiş sayılırlar.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığınca, Anayasanın 101 inci maddesinde belirtilen
nitelikleri taşıdıkları anlaşılan adaylara ilişkin kesin liste
iki gün içinde ilan edilir ve Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığına bildirilir.
Cumhurbaşkanı adayı
gösterilen kamu görevlisi, aday gösterildiği tarihten itibaren
görevinden ayrılmış sayılır. Görevinden ayrılan kamu görevlisinin
Cumhurbaşkanı seçilememesi halinde görevine geri dönmesi konusunda
ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Birinci tur seçim sonuçlarının
kesinleşmesinden ikinci tur oylamanın sonuçlanmasına kadar, ikinci
oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin ölümü veya seçilme
yeterliğini kaybetmesi halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın
birinci oylamadaki oy sıralaması esas alınarak sıradaki adayla
doldurulması suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması
halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların
çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanının seçilmesine
ilişkin usûl ve esasların kanunla düzenlenmesine kadar, 10/6/1983 tarihli
ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu, 26/4/1961 tarihli ve 298
sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanun, 22/4/1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu, 23/5/1987
tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması
Hakkında Kanun ile diğer kanunların bu maddeye aykırı olmayan hükümleri
uygulanır."
düzenlemelerine
yer verilmiştir.
Yapılan düzenlemelerdeki
temel değişiklik, Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesinin
öngörülmesidir. Anayasa'nın 101 ve 102. maddelerinde buna ilişkin
düzenlemeler yapılmış; 79. maddesine ek kurallar getirilmiş; geçici
maddeler ile de, değişikliğin ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanmasını
sağlamak üzere gerekli düzenlemeler yapılıp, yine ilk seçime ilişkin
yöntemler ve süreler belirlenmiştir.
Anayasa değişiklikleri
Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesiyle sınırlı kalmış, ilgili
diğer maddelerde herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
Cumhurbaşkanı seçiminin
basit bir yöntem sorunu olmaması, tersine Anayasa ile yeğlenen siyasal
sistemle doğrudan ilgili olması değişikliğin, Anayasa'daki siyasal
sistem yönünden incelenmesini gerektirmektedir.
Anayasa'nın 6. maddesinde,
egemenliğin kayıtsız koşulsuz Ulus'un olduğu vurgulanmıştır. Devlet
kudreti ya da egemenlik tek ve bölünmezdir ve Türk Ulusu'nundur.
Anayasa'nın 80. maddesinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, seçildikleri bölgeyi ya
da kendilerini seçenleri değil, tüm Ulusu temsil edecekleri belirtilmiştir.
Temsili rejimin dayandığı temel ilkeyi koyan bu kural, ulusal istencin
tek temsilcisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu göstermektedir.
Bunun içindir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri siyasal partiler
aracılığıyla ya da bağımsız olarak halkın seçmesiyle milletvekili
sıfatını kazanmaktadırlar.
Yine Anayasa'nın 6.
maddesinde, Ulus'un, tek ve bölünmez nitelikteki egemenliğini, Anayasa'nın
koyduğu yetkili organları eliyle kullanacağı ve 7, 8, 9. maddelerinde
de yetkili organların yasama, yürütme ve yargı olduğu açıklanmıştır.
Böylece Anayasamızda,
devletin çeşitli işlevlerinin değişik organlarca yerine getirilmesi
biçiminde tanımlanabilecek erkler ayrılığı ilkesi kabul edilmiştir.
Erkler ayrılığını
kabul eden ülkelerde, erklerin sert ayrılığı ya da işbirliği içinde
yürümesine göre, sırasıyla başkanlık rejimi ya da parlamenter rejim
sözkonusu olmaktadır.
Anayasamızın Başlangıç
bölümünde, erkler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmediği, belli Devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı uygar bir işbölümü ve
işbirliği olduğu belirtilerek, parlamenter rejimin kabul edildiği
anlatılmıştır.
Anayasa'nın 8. maddesinin
gerekçesinde de, yasama ve yürütme erkleri kastedilerek,
"her iki kuvvetin Devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eşitlik
ve denklik içinde işbirliği yapmalarını öngören parlamenter hükümet
sistemi bütün gerekleriyle uygulamaya konmuştur" anlatımıyla,
anayasamızda parlamenter sistemin kabul edildiği vurgulanmıştır.
Yasama ve yürütmenin
dengeli ve yumuşak ayrılığı olarak tanımlanan parlamenter rejimin
en önemli özelliği, yürütme organının siyasal kanadının yasama
organına karşı siyasal yönden sorumlu olmasıdır. Yasama organı,
hükümetin güvenoyu ile göreve başlamasını sağlamakta, hükümeti
denetlemekte ve gerektiğinde güvensizlik oyu ile düşürmektedir.
Parlamenter rejimin
ikinci özelliği yürütme organının yasamadan doğmasıdır.
Üçüncüsü, siyasal
yönden sorumsuz, yansız, denge ve istikrar öğesi bir devlet başkanının
varlığıdır. Parlamenter sistemin özü yönünden cumhurbaşkanının
rolü yansızlık ve hakemliktir.
Bu nedenle, yasama
organına karşı siyasal yönden sorumsuz kılınan cumhurbaşkanı etkin
siyasal bir organ değil, devletin sürekliliğini sağlayan, devleti
ve ulusu temsil eden yansız bir makamdır ve günlük politikanın dışındadır.
Kuşkusuz, her ülkenin
özel koşulları anayasası ile belirlenen rejimine yansımaktadır.
Ancak, somut rejim soyut modelde varolan temel niteliklere uygun
olmak zorundadır.
Anayasamızda da bu
zorunluluğa uyulmuştur. Anayasa'nın 110. maddesinde, Bakanlar Kurulu'nun
güvenoyu ile göreve başlaması; 111. maddesinde, Başbakan'ın görev
sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden güven istemesi; 112.
maddesinde Bakanlar Kurulu'nun yasama organına karşı siyasal yönden
sorumlu olması; 98, 99 ve 100. maddelerinde de, yasamanın Bakanlar
Kurulu'nu denetim yolları düzenlenmiştir.
Anayasa'da benimsenen
siyasal sistem klasik parlamenter rejimin niteliklerini taşımakla
birlikte, Cumhurbaşkanı'nın yetkileri yönünden bu sistemden uzaklaşıldığı,
Cumhurbaşkanı'na, iktidar gücüne karşı bir denge ve istikrar öğesi
olarak güçlü ve etkili bir konum verildiği görülmektedir.
Anayasa'nın,
- 8. maddesinde, yürütme
organı, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu olmak üzere iki kesimli
olarak öngörülmüş,
- 104. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'nın Devlet'in başı olduğu, bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni
ve Türk Ulusu'nun birliğini temsil ettiği, Anayasa'nın uygulanmasını,
Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeteceği belirtilmiş,
- 102. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce seçilmesi öngörülmüş,
- 109. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'na Başbakan'ı ve bakanları atama yetkisi verilmiş,
- 104. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'nın gerektiğinde Bakanlar Kurulu'na başkanlık edeceği
vurgulanmış,
- 104 ve 105. maddelerinde,
kararnameleri imzalamakla yetkili ve görevli kılınmış,
- 89, 104 ve 150. maddelerinde,
yasaları bir kez daha görüşülmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne
geri gönderme ve Anayasa Mahkemesi'ne dava açma yetkisi verilmiş,
- 130, 146, 155, 156,
157. maddelerinde de, kimi yüksek yargı organları üyelerini, Yükseköğretim
Kurulu Başkanı ve üyelerini, üniversite rektörlerini seçmek ve
atamakla yetkilendirilmiştir.
Görüldüğü gibi, Anayasa'da,
parlamenter hükümet sisteminin tipik temel niteliklerine yer verilmiş;
yasama ile yürütme arasında, yürütmenin iktidar gücünü dengeleyici
bir düzenek kurulmuş; Cumhurbaşkanı, anayasal düzeni işletmek ve
korumak amacıyla, seçimle işbaşına gelen ve yasama ile yürütmeden
oluşan iktidar gücüne karşı dengeleyici ve istikrarı sağlayıcı
yetkilerle donatılıp güçlendirilmiştir.
Cumhurbaşkanı, bir
denge ve istikrar öğesi olarak öngörüldüğü için, Anayasa'nın 102.
maddesinde, Cumhurbaşkanı seçilirken ilk iki turda üye tamsayısının
üçte iki çoğunluk oyu aranarak, her kesimi temsil edecek bir Cumhurbaşkanı
adayı üzerinde uzlaşılması öngörülmüştür. Seçimin sürüncemede
kalmaması için de son iki turda, Cumhurbaşkanı seçilebilmek için
üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyu yeterli görülmüştür.
Anayasa'da güçlü bir
yürütme erki yaratılırken, yürütme organının hem siyasal kanadı
olan Bakanlar Kurulu, hem yansız kanadı olan Cumhurbaşkanı geniş
yetkilerle donatılmıştır.
Ayrıca, yine Anayasa'da
Başbakan, eşitler arasında birinci değil, güçlü bir lider niteliğinde
öngörülmüştür. Anayasa'nın 109. ve 112. maddelerine göre, bakanlar
Başbakan'ca seçilmekte, görevden alınmaları önerilebilmekte, yaptıkları
iş ve işlemlerden Başbakan'a karşı sorumlu bulunmaktadırlar.
İncelenen Yasa'nın
4. maddesi ile Anayasa'nın 101. maddesi değiştirilerek Cumhurbaşkanı'nın
halk tarafından seçilmesine olanak sağlanmaktadır.
Anayasa'nın parlamenter
sistem öngören hiçbir kuralına dokunmadan yalnızca Cumhurbaşkanı'nın
halk tarafından seçilmesinin öngörülmesi, örneği ve uygulaması
duyulmayan yeni bir sistem getirilmesi anlamına gelmektedir. Çünkü,
bu sistem, bir yandan parlamenter modelden uzaklaşırken, öte yandan
da başkanlık ya da yarı başkanlık modelinin temel özelliklerini taşımamaktadır.
Böylesine, kuramsal
olarak ve uygulaması bilinmeyen bir sistemin ne gibi sorunlar yaratabileceğini
kestirmek güçtür. Ancak, yaratabileceği sorunların rejimi sıkıntıya
sokacağı açıktır.
Yukarıda da belirtildiği
gibi, Anayasamız, güçlü bir yürütme içinde güçlendirilmiş bir Cumhurbaşkanı
modeli öngörmektedir. Anayasa'nın 104. maddesinde, Cumhurbaşkanı'nın
yasama, yürütme ve yargıya ilişkin görev ve yetkilerine bir arada
yer verilmiş; 89, 91, 93, 108, 109, 114, 116, 117, 118, 120, 121, 122, 130,
131, 146, 150, 154, 155, 156, 157, 159 ve 175. maddelerde de bu görev ve
yetkiler ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir.
Parlamenter sistem
içinde, iktidar gücünü dengelemek için öngörülen bu geniş yetkiler,
halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı kullanımında çok farklı
ve rejim yönünden sakıncalı sonuçlar doğurabilecektir.
Bir yandan güçlü bir
Başbakan, bir yandan geniş yetkilerle donatılmış ve halk tarafından
seçilmiş bir Cumhurbaşkanı nedeniyle yürütme organı iki siyasal
istençten oluşacak, başka bir deyişle siyasal yönden iki başlı olacak
ve yürütme erki sorunlu duruma gelecektir.
Ayrıca, Anayasa'da
yansız niteliğiyle bir denge ve istikrar öğesi olarak öngörülen
Cumhurbaşkanı'nı halka seçtirmek, böylece yürütme organının her
iki kesimini de siyasallaştırmak Cumhurbaşkanı'nı denge ve istikrar
öğesi olmaktan çıkaracaktır. Başka bir anlatımla, Devlet'i temsil
eden Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesiyle, "dengeleyici"
yetkileri "icrai" niteliğe dönüşebilecektir.
Güçlendirilmiş yetkilere
doğrudan halk istenciyle seçilmiş olmanın vereceği manevi gücün
eklenmesi de, Cumhurbaşkanı'nı kolaylıkla siyasal sistemin egemen
öğesi durumuna getirebilecektir.
Çoğunluğu oluşmayan
bir parlamento ya da Cumhurbaşkanı'nı seçenden daha az bir çoğunluğa
dayanan Hükümet karşısında, halk oyunu doğrudan temsil eden Cumhurbaşkanı'nın,
ulusal istencin kendisinde oluştuğu bir makam durumuna yükseleceği,
çok daha güçlü bir demokratik geçerliliğe sahip olacağı; bu durumun
ise, Cumhurbaşkanı'nın yetkilerinin siyasal yönden kullanımını
kolaylaştıracağı açıktır.
Ayrıca, egemenliği
Ulus adına ancak diğer organlar bağlamında yürütme organı kullanmakta
iken, halkın seçimiyle işbaşına gelen Cumhurbaşkanı, Türk Ulusu'nun
birliğini temsil gücünden yararlanarak "yürütme organı"
dışında ulusal egemenliği kullanan bir makam durumuna gelebilecektir.
Bu arada, halkın seçmesiyle
göreve gelecek bir Cumhurbaşkanı'nın bulunduğu sistemin, Türkiye
Büyük Millet Meclisi karşısında ulusal istenci temsil yönünden sorun
yaratacağı da gözden uzak tutulmamalıdır. Başka bir anlatımla,
halkoyu ile seçilmiş Cumhurbaşkanı, ulusal egemenlik ve ulusu temsil
yönünden de varolan sistemle bağdaşmayacaktır.
Halk tarafından seçilen
Cumhurbaşkanı'nın, yine seçimle işbaşına gelen yasama organı ve
yürütme organının siyasal kanadı ile aynı siyasal düşünce ve görüşte
olması dengelenemez bir iktidar gücü yaratılmasına; tersi durum
ise, çekişmelere ve Devlet otoritesinin zayıflayıp bölünmesine
neden olabilecektir.
Devlet'in ve yürütme
organının başı olan Cumhurbaşkanı ile yasama organı arasında tam
çatışma ya da tam bütünleşme değil, "mesafeli bir uyum" bulunması
gerekmektedir. Cumhurbaşkanı'nın halkoyu ile seçilmesi, tam çatışma
ya da tam bütünleşme sonucunu doğurabilecektir. Bunun, Devlet düzeneğine
zarar vereceği açıktır.
Sistem değişikliği
yapmadan ya da anayasal sistemi tümüyle ele alıp gerekli düzenlemeleri
öngörmeden yalnızca Cumhurbaşkanı'nı halka seçtirmek parlamenter
rejimin özüyle bağdaşmamaktadır.
Anayasa'nın 102. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'nın gizli oyla seçileceği; 101. maddesinde de, Cumhurbaşkanı
seçilenin, varsa partisi ile ilişiğinin kesileceği ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi üyeliğinin sona ereceği belirtilmiştir. Böylece,
Cumhurbaşkanı'nın siyasal yönden yansız olması sağlanmıştır.
Nitekim, madde gerekçesinde,
"Parlamenter rejimde Cumhurbaşkanının tarafsızlığı esas teşkilat
hukukumuzda tartışılmaz bir ilkedir." denilerek, Cumhurbaşkanı'nın
yansızlığı açık biçimde vurgulanmıştır.
Cumhurbaşkanı'nın
halkoyu ile seçilmesi durumunda, seçmenin önüne nasıl bir programla
çıkacağı, nasıl bir propaganda ile seçim sürecine katılacağını
da kestirebilmek güçtür.
İncelenen Yasa'nın
4. maddesiyle yeniden düzenlenen Anayasa'nın 101. maddesinde, Cumhurbaşkanı
seçilenin, varsa partisi ile ilişiğinin kesileceğine ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeliğinin sona ereceğine ilişkin kural aynen
korunmuştur.
Ancak, yapılan düzenlemede,
yirmi milletvekilinin yazılı önerisi ya da son genel seçimlerde
aldıkları toplam oy yüzde 10'u geçen siyasal partilerin Cumhurbaşkanlığı'na
aday gösterebilecekleri belirtilmiştir.
Bu düzenleme, milletvekilleri
ya da siyasal partiler uygun görmeden Cumhurbaşkanı adayı olunamayacağını
göstermektedir. Bu durumu, halkoyu ile seçilmenin özüyle bağdaştırmak
olanaksızdır.
Öte yandan, her iki kural
birlikte düşünüldüğünde, Cumhurbaşkanı adayının seçimi yapacak
halkın önüne siyasal görüntü içinde çıkma olgusu Cumhurbaşkanı'nın
yansızlığına gölge düşürecektir.
Ayrıca, Cumhurbaşkanı
adayını partilerin önermesi de, Cumhurbaşkanı'nın yansızlığı ile
bağdaşmamaktadır. Çünkü, halk genellikle kişiye değil, genel seçimlerde
olduğu gibi siyasal partiye oy verecek, Cumhurbaşkanı da seçimini
sağlayan partiye olan gönülborcu nedeniyle yansız ve bağımsız davranamayacaktır.
Demokrasilerde halktan
yetki almanın yolu, halkın karşısına siyasal programla çıkmayı gerektirmektedir.
Propaganda yapmadan seçilmek, siyasal parti örgütünden yararlanmadan
propaganda yapmak işin doğasına aykırıdır. Böyle bir yöntemle halkın
önüne çıkacak adayın siyasal konulardan uzak durması olanaksızdır.
Bu nedenledir ki, parlamenter sistem, devlet başkanının yansızlığını
sağlayabilmek için halkoyu ile seçimi öngörmemiştir.
Seçim kampanyaları
doğası gereği Ulus'un iki ya da daha çok kampa ayrıldığı bir ortamda
seçilecek Cumhurbaşkanı'nın Ulus'un birliğini temsil etmesi de olanaksız
denilebilecek kadar güç görünmektedir.
Sorumsuzluk durumu,
geniş yetkilere sahip olması, tek başına yaptığı işlemlerin yargı
denetimi dışı bırakılması yanında halk tarafından seçilmesi,
Cumhurbaşkanı'nın anayasal sistem üstü bir konuma gelmesine neden
olabilecektir. Başka bir anlatımla, halk tarafından seçilmesi sonucu
siyasal prestij kazanacak Cumhurbaşkanı'nın, hukuksal yönden kullandığı
yetkileri siyasal alana kaydırması kaçınılmaz olacaktır.
Böylece, yürütme organı
içinde, Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında yönetim krizi çıkabilecektir.
Bu krizi önleme ya da giderme düzeneğinden yoksun bir sistem rejime
zarar verecektir.
Cumhurbaşkanı'nın
halk tarafından seçilmesi bir sistem değişikliğini gerektirmektedir.
Bunun için kapsamlı bir düzenleme yapılması, Anayasa'nın değişmesi
gereken kurallarının birlikte ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
Böylesine önemli bir
sistem değişikliğinin, uzman akademisyenler, sivil toplum kuruluşları,
meslek örgütleri, siyasal partiler, ilgili kurum ve kuruluşlar
ile kamuoyunda tartışılıp olgunlaştırıldıktan sonra, Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nde tüm önerilerin özenle değerlendirilerek yapılması
en uygun yol olacaktır.
Değişikliğin, sistem
irdelenmeden yalnızca Cumhurbaşkanı seçimine indirgenmesi, anayasal
düzeni sorunlu duruma getirecektir. Gelecek dönemde, Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nin siyasal yapısındaki olası değişme de gözönünde
bulundurulursa, bu sorunların çözümsüz kalacağı, bunun da bir rejim
çıkmazı yaratacağını söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Anayasalar, toplumsal
oydaşmanın sonucu oluşan istikrar belgeleridir. Bu belgelerin arkasında
tarihsel deneyimler ve kamuoyu baskısıyla biçimlenmiş süreçler
vardır.
Yapılmak istenen Anayasa
değişiklikleri ise, rejim krizinin aşılması, temel hak ve özgürlüklerin
geliştirilmesi, toplumsal gönencin artırılması gibi haklı bir gerekçeye,
kamuoyu isteğine ya da toplumsal uzlaşmaya dayanmamaktadır.
Daha açık anlatımla,
getirilmek istenen sistem değişikliğinin haklı ve kabul edilebilir
bir gerekçesi ve gerekliliği yoktur.
Parlamenter rejimden
sapma anlamına gelen, Devlet ve Ulus yaşamında çok önemli sonuçlar
yaratacak bu Anayasa değişikliğinin, temsilde adaletin sağlanamadığı
bir Meclis tarafından ve bu kadar kısa bir süre içinde, tartışılmadan,
olgunlaştırılmadan yapılmasının uzun erimli ve giderilmesi olanaksız
sakıncalar yaratacağı açıktır.
Üstelik bu değişiklik,
Cumhurbaşkanı'nı seçemediği için, Anayasa'nın 102. maddesi uyarınca
"derhal yenilenmesi" gereken bir Meclis tarafından gerçekleştirilmektedir.
Anayasa değişikliğinin gerektiğinde halkoyuna götürülmesi de
gözönünde bulundurulduğunda, hem halkoylamasının, hem bu oylama
sonucuna göre Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçiminin, hem de
genel seçimin neredeyse birlikte ya da üst üste yapılacağı bir gerçektir.
Böylesine önemli bir konunun, bu kadar sıkışık bir süreçte gündeme
getirilmesinin haklı ve kabul edilebilir bir gerekçesi olamaz.
Anayasa'nın 96. maddesinin
değiştirilip, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, yapacağı seçimler
de dahil tüm işlerinde üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanacağının
belirtilmesi, Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin kurallarda, bu kadar
sıkışık bir süreçte yapılmak istenen değişikliğin yersizliğini
daha açık biçimde gözler önüne sermektedir.
2- 5660 sayılı Yasa'nın
4. maddesiyle yeniden düzenlenen, Anayasa'nın 101. maddesinin ikinci
fıkrasında,
"Cumhurbaşkanının
görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı
seçilebilir.",
düzenlemesine yer
verilmiştir.
Yapılan düzenleme
ile Cumhurbaşkanı'nın görev süresi 7 yıldan 5 yıla indirilmekte;
ancak, bir kişiye iki kez Cumhurbaşkanı seçilebilme hakkı getirilmektedir.
Anayasa'nın 104. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'nın Devlet'in başı olduğu, bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni
ve Türk Ulusu'nun birliğini temsil ettiği, Anayasa'nın uygulanmasını
ve Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeteceği
belirtilmiştir.
Ayrıca, Anayasa'da,
bu işlevlerini doğru yapabilmesi için Cumhurbaşkanı'nın tarafsız
olması gerektiği vurgulanmıştır.Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığı
yukarıda belirtilen işlevlerinin herhangi bir baskı ve etki altında
kalmadan yürütülmesi yönünden çok önemli görülmüştür.
Anayasa'nın 101. maddesine
göre, bir kişi ancak bir kez Cumhurbaşkanlığı yapabilmektedir. Cumhurbaşkanı'nın
iki dönem Cumhurbaşkanlığı yapamaması yansızlığının ve partilerüstü
konumunun gereğidir.
İkinci kez seçilme
olasılığı, Cumhurbaşkanı'nı, kimi siyasal partileri hoşnut etme,
bir siyasal partiyle, özellikle iktidarla özdeşleştirme yoluna
itebilecektir. Bu durum, Cumhurbaşkanı'nın yansızlığını zedeleyecek,
birleştirici, istikrar ve denge sağlayıcı işlevini anlamsız kılacaktır.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı'nın
hiçbir baskı ya da etki altında kalmadan özellikle Anayasa'nın uygulanmasını
sağlama görevini eksiksiz yerine getirebilmesi için ikinci kez
seçilme kaygısı taşımaması gerekmektedir.
İkinci kez seçilebilme
kaygısı, görev ve yetkiler yerine getirilip kullanılırken ödün verilmesi
ve baskılara boyun eğilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bu nedenle,
bir kişiye ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilebilme hakkının verilmesinin
uygun olmayacağı değerlendirilmektedir.
Yayımlanması yukarıda
açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5660 sayılı "Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun", Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha
görüşülmesi için, Anayasa'nın 104 ve 175. maddeleri uyarınca ilişikte
geri gönderilmiştir.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük'ün 19'uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:
IV. - ÖNERİLER
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile 1/1368 esas numaralı Cumhurbaşkanlığınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen Kanun'un, Başkanlıkça
havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine kırk sekiz saat
geçmeden başlanmasına ilişkin AK Parti Grubu önerisi
Sayı: 138 26/05/2007
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu,
26.05.2007 Cumartesi günü (bugün) toplanamadığından, İçtüzüğün 19
uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel
Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Salih
Kapusuz
Ankara
AK
Parti Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının; 441.
sırasında yer alan 1428 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 4.
sırasına, 440. sırasında yer alan 1427 sıra sayılı Kanun Tasarısının
bu kısmın 8. sırasına, 51. sırasında yer alan 1370 sıra sayılı Geri
Gönderme Tezkeresinin bu kısmın 23. sırasına, 311. sırasında yer
alan 1109 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 28. sırasına, Gelen
Kâğıtlar Listesinde yayınlanan ve bastırılarak dağıtılan 1429 sıra
sayılı Kanun Teklifinin 48 saat geçmeden bu kısmın 7. sırasına
alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;
1/1368 esas numaralı
Anayasanın Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Cumhurbaşkanlığı
Tezkeresinin, Başkanlıkça havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine
48 saat geçmeden başlanmasının İçtüzüğün 36 ncı maddesi gereğince
komisyonlara tavsiye edilmesi,
Önerilmiştir.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Sayın Başkan…
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Başkanım.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Sayın Başkanım, Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisinin
ikinci bendi…(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar,
lütfen dinleyelim.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- …biraz evvel Meclisimize sunulmuş bulunan Cumhurbaşkanlığı tezkeresiyle
ilgilidir. Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisinin buraya getirdiği
grup önerisi, Danışma Kurulunda anlaşma sağlanamadığı esasına
dayalı olarak gerçekleştirildiğine göre, henüz Mecliste okunmayan
bir tezkereyle ilgili bir karar alınmış olmaktadır.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Almadık daha, alacağız.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Bu nedenle, mesnetsiz, dayanaksız bir öneri mahiyetindedir. Dolayısıyla,
bu konuyla ilgili olarak, 63'üncü madde uyarınca, bir usul tartışması
açmanızı istiyorum ve grubumuza da bu konuda söz verilmesini,
aleyhinde söz verilmesini, tutumunuzun aleyhinde söz verilmesini
rica ediyorum, çünkü, böyle bir şeyi uygulamaya koyamazsınız. Çünkü,
dayanağı yoktur bu önerinin.
BAŞKAN - Sayın Topuz,
şu anda ben sizi dinledim. AK Parti Grubunun önerisi üzerinde lehte
ve aleyhte ikişer kişiye söz vereceğim. Zaten, bu, aynı zamanda…
HALUK KOÇ (Samsun) - O
ayrı…
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- O ayrı efendim…
BAŞKAN - Müsaade buyurun
efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Evet efendim… Tamam efendim…
BAŞKAN - Dolayısıyla
lehte iki kişi onar dakika, aleyhte… Tabii, talep ederlerse her kimse
arkadaşlarımız, lehte veya aleyhte ikişer kişiye onar dakika söz
vereceğim.
OYA ARASLI (Ankara) -
Olur mu canım bu böyle!
BAŞKAN - Bu konuşmaların
neticesinde Genel Kurulun onayına sunacağım ve Genel Kurulun onayını
alacağım. Burada bir husus yoktur.
OYA ARASLI (Ankara) -
O ayrı, bu ayrı efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkanım…
BAŞKAN - Arkadaşlar müsaade edin…
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkanım,
sizin tutumunuzun yanlış olduğunu söylüyorum, uygulamanızın
yanlış olduğunu söylüyorum, İç Tüzük'e aykırı hareket etmiş olduğunuzu
söylüyorum.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Neye aykırı, neye?
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bu nedenle bir
usul tartışması istiyorum. Sizin burada bir takdir hakkı kullanmaya
hakkınız yok. Bize onar dakika söz vereceksiniz, anlatacağız ve sizi
ikna edeceğiz diye ümit ediyorum ben.
BAŞKAN - Sayın Topuz, ben, şimdi, bu konuyla
ilgili olarak…
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Böyle bir şey yok ya!
Sayın Başkan, Danışma
Kuruluyla alakalı olarak yapılan bir şeyin farklılığı yok ki bugüne
kadar olandan. Ne istediklerini anlamak mümkün değil.
ATİLA EMEK (Antalya)
- Sen grubunu yönet, Meclisi yönetemezsin!
AHMET YENİ (Samsun) -
Ne oldu sabah sabah be!
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Ben burada görüşümü beyan ederim, siz karışamazsınız! Sizden
izin alacak hâlim de yok!
ATİLA EMEK (Antalya)
- Meclisi yönetemezsin, Meclis Başkanı var!
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Ben burada konuşma hakkına sahibim. Ali Bey konuşacak da ben niye
konuşamayacağım!
BAŞKAN - Sayın Topuz,
ben, sizden şunu öğrenmek istiyorum: Yani, siz, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkan Vekilinin yapmış olduğu bu önerisinin, grup önerisinin,
yani, bu şartlar altında buraya gelmemesiyle ilgili mi bir görüş
beyan ediyorsunuz?
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Evet efendim… Evet efendim… Aynen öyle
efendim…
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Nasıl olur bu Sayın Başkan!
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Gelmesinin…
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Nasıl olur bu Sayın Başkan!
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Müsaade eder misiniz efendim...
Gelmesinin mümkün olmadığını
size ifade edeyim.
OYA ARASLI (Ankara) -
Konuşmayın da bilmediğiniz çıkmasın ortaya.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Öğretirim Hocam!
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Danışma Kurulu saat 10.30'da toplandı…
BAŞKAN - Sayın Topuz,
bu konuyla ilgili olarak size, benim tutumla ilgili olarak, yani,
Başkanlık Divanının bu husustaki tutumuyla ilgili olarak söz vereceğim,
görüşlerinizi açıklama fırsatı vereceğim.
Buyurun efendim.
SALİH KAPUSUZ - Nasıl
olur? Mümkün değil.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Yani usul tartışması açıyorsunuz…
BAŞKAN - Hayır efendim,
size…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Hayır, olmaz ki…
BAŞKAN - Yani, benim
kendi tutumumla ilgili… Benim tutumumda bir şey yok. Ben tutumumun
normal olduğunu kabul ediyorum. Ama, siz…
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Efendim, usule aykırı hareket ediyorsunuz.
BAŞKAN - Evet, buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, 63'e göre takdir hakkınız yok ki sizin.
BAŞKAN - Sayın Koç, burada
bir Grup Başkan Vekiliniz konuşuyor, lütfen müdahale etmeyin.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Ben de Grup Başkan Vekiliyim canım!
BAŞKAN - Anladım da,
lütfen müdahale etmeyin. Öbür arkadaş ayakta konuşuyor zaten. İkinci
bir şeye gerek yok.
HALUK KOÇ (Samsun) -
63'e göre takdir hakkınız yok, onu söylüyorum.
BAŞKAN - Evet, buyurun Sayın Topuz.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Meclisi keyfî yönetemezsiniz, kuralları var!
HALUK KOÇ (Samsun) -
Usul tartışması açıyorsunuz değil mi?
BAŞKAN - Arkadaşlar,
bir arkadaşımız konuşurken herhâlde onu dinlemek hepimizin görevidir,
lütfen…
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Ama doğru usul açın. 63'e göre usul tartışması yapın.
BAŞKAN - Sayın Çetin,
sizin grup hakkında bir şeyiniz mi var efendim, Grup Başkan Vekilinizin
dışında? Arkadaşlar, yakışmıyor yani, lütfen…
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan… Sayın
Başkanım…
BAŞKAN - Evet, buyurun Sayın Topuz.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Zatıalinizin çalışmalarına
destek olduğumuzu, size güvenimizin geniş olduğunu biliyorsunuz,
ama her insan bazen yanlış yapabilir, o amaçla ifade ediyorum. Benim
talebim 63'üncü maddeye göre söz istemektir. Bu konuda bir usul tartışması
açılsın ve böylece, Mecliste de bu konu açıklık kazanmış olsun.
BAŞKAN - Sayın Topuz, 63'e göre size söz
hakkı vereceğim efendim. Benim tutumumla ilgili, buyurun.
ALİ TOPUZ (Devamla) - İlk sözü Sayın Oya
Araslı alacak efendim.
BAŞKAN - Efendim…
ALİ TOPUZ (İstanbul) - İlk sözü Sayın
Oya Araslı, ikinci sözü de ben istiyorum efendim.
BAŞKAN - Sayın Topuz, önce bana talep
Buyurun siz konuşun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yani, 63'e göre
mi söz veriyorsunuz?
BAŞKAN - Evet, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
V. - USUL HAKKINDA
GÖRÜŞMELER
1.- Cumhurbaşkanlığınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresinin Genel Kurulun
bilgisine sunulmadan, Başkanlıkça havale edildiği komisyonlardaki
görüşmelerine kırk sekiz saat geçmeden başlanmasının komisyona
tavsiye edilmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisinin İç Tüzük'e aykırı
olduğu hakkında
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şu anda Adalet ve Kalkınma Partisinin vermiş olduğu
bir grup önerisi üzerinde tartışıyoruz. Bunun usule uygun olmadığına
ilişkin görüşlerimizi 63'üncü madde uyarınca ifade etmeye çalışıyorum,
yani Başkanın uygulamasının aleyhinde konuşuyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, sabahleyin
saat 10.30'da Danışma Kurulu toplantıya çağrıldı. Bu toplantıda uzlaşma
sağlanamadı, anlaşma sağlanamadı. Buna dayanılarak İç Tüzük'ün
verdiği bir hakkı kullanmak amacıyla Sayın Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu, bir öneri sundu. Bu önerinin birinci bölümü gündemle ilgilidir.
Dolayısıyla, o konunun, burada, gündemle ilgili bölümün konuşulmasına
engel bir durum söz konusu değildir. Yani, gündemin sıralarında yapılması
gereken değişikliklerle ilgili bir sorun yoktur. Ama, bu önerinin
ikinci bölümünü teşkil
OYA ARASLI (Ankara) -
Gündemine girmemiştir.
ALİ TOPUZ (Devamla) -
Meclisin bilgisine neden sunulmaktadır tezkere? Milletvekillerinin
bundan haberdar olmasıyla ilgili bir uyarıdır bu ve de Meclis çalışmalarının
başlangıcını sağlamak amacını güder bu. Burada okunan tezkereyle,
tezkerenin okunmasından sonra, Cumhurbaşkanlığının tezkeresi
üzerinde yapılacak çalışmaların başlaması gerekir. Bu saatten
önceki bir saatte, aşağı yukarı bir saat önceki bir saatte, bu konuyla
ilgili bir karar alınmış olması veya alınan karara orada bir temel
hazırlanmış olması, bir yeni İç Tüzük maddesi yazmak anlamına gelir.
Bu ise bizim çalışma usullerimize aykırıdır. Bu konuda fazlaca ısrarlı
olmanın, pratik hiçbir faydası da yoktur. Çünkü, bugün, bu iş yapılmaz.
Danışma Kurulunu yarın toplantıya çağırırsınız, burada okunduğu
için, artık, süreç başlamıştır. O süreci yönlendirmeye dönük bir karar
alma konusunda, hem Danışma Kurulunun hem de Danışma Kurulu karar
vermiyorsa grup önerisi yaparak o grup önerisi Mecliste kabul edildiği
takdirde Meclisimiz tarafından, bu müzakere usulü süreci üzerinde
kararlar alabilirsiniz ve ne kaybedersiniz? Bir gün kaybetmiş olursunuz.Bir
gün kaybetmemek, hemen, derhâl bu işe başlama konusunda ısrar etmek,
sizin, yeniden bir İç Tüzük hatası işlemeniz sonucunu doğurur ve
burada, Meclisin tarihine yakışmayan birtakım yanlış geleneklere
sebebiyet verebilecek bir dönemi başlatmış olursunuz. Uyarımız,
usullere uyun.
Bakın, biz, size her
vesileyle birtakım usulleri hatırlatıyoruz. Siz bunları bizim
uyarılarımıza rağmen dikkate almıyorsunuz ve o yüzden Türkiye'de
birtakım gerginlikler oluyor, zaman kaybı oluyor, partiler arasındaki
ilişkiler bozuluyor ve toplumda bir kargaşa, kaos yaratılmasına
sebep oluyorsunuz. Böylesine bir konuda, bir gün sonra yapılması
mümkün bir işi illa bugün, bütün usulleri aşarak, taşarak, çiğneyerek
yapacağız diyorsanız, o sizin bileceğiniz iştir, ama, yaptığınız
hataların altında ezilme noktasına geldiğiniz zaman, bizim bu uyarılarımızı
hatırlarsanız, onun bir işe yaramadığını o zaman görürsünüz.
Ben vakit geçmeden size
ifade ediyorum, bir kez daha ifade ediyorum. Cumhurbaşkanının gönderdiği
tezkere burada okunmadan, Anayasa değişikliğiyle ilgili Meclisteki
ikinci dönem müzakere süreci başlamadan, sanki başlamış gibi kabul
ederek, ondan bir saat önce bir Danışma Kurulu toplamak, orada anlaşma
olmadı diye, ona dayalı olarak buraya bir öneri getirerek Meclisi
de, Komisyonu da sıkboğaz etmeye hakkınız yoktur. Tekrar ediyorum,
bu bir İç Tüzük ihlalidir, yeni bir İç Tüzük maddesi yazma anlamına
gelir. Bu hatadan dönün. Sayın Başkan, siz bunu önleyebilirsiniz.
Meclis Başkanı olarak, bu usulsüzlüğü burada keserseniz, konuyu
kendi hukuki mecrasına, Tüzük'ün öngördüğü mecraya sokmuş olursunuz
ve böylece de, çok önemli bir konuda Meclisin tarihine geçebilecek,
Meclis zabıtlarına geçebilecek bir durumu siz önlemiş olabilirsiniz.
Hepinize saygılar
sunuyorum ve hepinizden bu görüşe uygun hareket etmenizi rica
ediyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Topuz.
Sayın Oya Araslı, Ankara
Milletvekili, tutumumun aleyhinde…
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Bir aleyhte bir lehte vermiyor musunuz?
BAŞKAN - Şu anda bir
talep yok lehte konuyla ilgili.
OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışma esasları İç Tüzük'te gösterilir, ama, bunun yanında, Başkanlık
Divanının uygulamalarıyla, burada yapılan uygulamalarla oluşmuş
birtakım gelenekler de İç Tüzük'ün birer parçası olarak buradaki
çalışma düzenimizi belirler, ama, bizim parlamenter sistemimizin
gelenekleri, gündeme girmemiş herhangi bir hususla ilgili, burada
onun gündemdeki sırasını, görüşülme sürelerindeki kısaltmaları
içeren birtakım görüşmelerin yapılmamasıdır. Bir husus ancak Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gündemine girdikten sonra, bu tür öneriler
üzerine, görüşülme sırası veya görüşülmesinde uyulacak süreler
hakkındaki kısaltmalar gündeme taşınabilir, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde bunlarla ilgili kararlar verilebilir. Ama, şu anda görüyoruz
ki, ilk defa, burada, Meclis kürsüsünde okunması sonucunda muttali
olduğumuz Cumhurbaşkanı tezkeresine ilişkin olarak bir Anayasa
değişikliği teklifinin komisyonda ikinci kere görüşülmesine
ilişkin sürelerle ilgili bir kısaltma önerisi, bir siyasi parti
grubu tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine taşınıyor. Bu, olmaması gereken
bir husustur, çünkü, gündeme girmeyen bir hususla ilgili bu tür görüşmelerin
yapılmamasının bir nedeni vardır. Bunun temel nedeni de, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyesine ve onun yasama çalışmalarına yapacağı
katkıya gösterilen saygıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi
neyi görüşeceğini etraflıca incelesin, hangi katkıyı yapacağını
belirlesin ve bu katkıyı Anayasa'nın 87'nci maddesinin öngördüğü
biçimde yasama çalışmalarına yansıtabilsin diyedir.
Her kuralın bir amacı
vardır. Her kuralın yöneldiği, çalışmaları iyileştirmeye yönelik
bir husus vardır. Bu kuralın amacı da budur. Ama, şimdi görüyoruz ki,
gündeme, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine girmemiş olan
bir hususla ilgili birtakım kararlar almaya yönlendiriliyoruz. Bir
önerge bizi bunu müzakereye ve bunun üzerinde kararlar almaya yönlendiriyor.
Buna imkân verirsek değerli arkadaşlarım, buradaki varlık nedenimizi
inkâr etmiş oluruz. Bizim buradaki varlık nedenimiz, yasama çalışmalarına
katkı yapmaktır. Millet bunun için bize vekâlet vermiştir. Bu görevimizden,
bu yetkimizden sarfınazar etmemiz diye bir olay söz konusu değil. Bu
görevi Anayasa'nın öngördüğü biçimde yerine getirmek durumundayız.
Bu görevi yerine getirmemizin temelinde de, "Görüşeceğimiz
konuları iyice tetkik." yazar. Eğer birileri, "Nasıl olsa
biz getiririz, şöyle oy da kullanırsınız deriz. Bizim de çoğunluğumuz
var, destekler bizi, her işi en kısa zamanda çıkartırız." zihniyetiyle
hareket ediyorsa, biliniz ki, buna hepimizin isyan etmemiz gerekir.
Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olarak bu çatının altında
görev yapıyorsak, bu görevimizi gereğince yerine getirmek istiyorsak,
böyle bir tutuma herkesten önce, milletvekili sıfatını taşıyanlar
olarak bizim isyan etmemiz gerekir. Çünkü, bu bizim katkımızı hiçe
indirgemeye yönelik bir durumdur.
Burada yeni bir İç Tüzük kuralı ihdas
edilmiştir. Bu görüşmenin önümüze getirilmesiyle ve görüşmeye
başlanılmasıyla yeni bir İç Tüzük kuralı ihdas edilmiş olacaktır
ve bu, Anayasa'nın 87'nci maddesine aykırıdır, milletvekilliği görevimize
aykırıdır. Bizi parmak kaldıran birer mekanizmaya indirgemeye
yönelik bir uygulamadır. Böyle bir durumu kabul edebiliyorsanız,
bu önerinin peşinden gidiniz. Ama, "ben milletvekiliyim, milletin
bana verdiği görevi gereğince yerine getireceğim her yerde"
diyorsanız, size bu tür muameleler yapılmasına isyan ediniz ve bu
önergenin peşinde gitmeyiniz, aleyhinde oy kullanınız. Bu iki seçenek
bu kadar açık ve seçik biçimde ortadadır.
Ben uyarımı yaptıktan
sonra, bu yüce Meclisin altında görev yapan siz değerli arkadaşlarımın
milletvekili sıfatının gerektirdiği doğrultuda oyunuzu kullanacağınıza
inanıyorum.
Saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Sayın Başkan, tutumunuzun lehinde söz istiyorum.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
-Öğrenecek çok şeyiniz var daha.
BAŞKAN - Sayın Salih
Kapusuz, Ankara Milletvekili, tutumumun lehinde.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi en
derin saygı, sevgi ve hürmetlerimle selamlıyorum.İyi bir çalışma
günü hepimiz için temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
AK Parti Grubunun bir önerisi bahane edilerek bir usul tartışması
talep edilmiştir. Elbette usul tartışmalarının bu Mecliste ilk defa
yapıldığını söylemiyorum. Ama, ilgi kurulan, bahane edilerek, ortaya
getirilen bu tartışmayı ise, gerçek anlamda yadırgadığımı da ifade
etmek istiyorum.
İç Tüzük çok açık. Meclis
çalışmalarıyla ilgili olarak herhangi bir konuda İç Tüzük'ün 19'uncu
maddesine göre, gruplar, Hükûmet, Meclis Başkanlığı talep getirir,
orada mutabakat sağlanırsa bunun adına "Danışma Kurulu önerisi"
sağlanamaması halinde de ne yapılır? Grup önerisi olarak getirilir.
Değerli arkadaşım
konuşmasında diyor ki: "Bu önerinin birinci kısmı getirilebilir,
ama ikinci kısmı getirilemez." Doğrusu, bir grup önerisinin, önce
getirilip getirilmeyeceğini tartışmaya açarken, bir kısmının getirileceğini,
diğer kısmının da getirilemeyeceğini söylemek, herhâlde bu önerinin
usul tartışmasının ruh hâlini de orta yere koyuyor.
OYA ARASLI (Ankara) -
Allah, Allah!
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Sen öyle de!
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Evet.
Efendim, bir başka şey
daha. Yine, bir değerli konuşmacı "Milletvekillerini isyana
teşvik ediyorum." diyor. İşte, ruh hâli dediğim şey budur. (AK Parti
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Salih Bey, yanlış yorumluyorsunuz.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Aynaya bak Salih Bey!
OYA ARASLI (Ankara) -
Kendi ruh hâlinize bakın! Millet sizi izliyor!
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Sen kendi ruh hâline bak!
OYA ARASLI (Ankara) -
Başka türlü göstermeye çalışıyorsunuz siz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Bu Mecliste kimi neyin isyanına davet ettiğinizi anlamak kadar
yadırgatıcı olan bir şey olamaz.
Değerli arkadaşlar,
milletvekillerinin katkısından bahsediliyor. Doğrudur, milletvekillerinin
katkısı hangi konuda? Komisyon safhası var, Genel Kurul safhası
var. Bizim getirdiğimiz önerge nedir? Dün Cumhurbaşkanı iade etmiş,
Meclis Başkanlığı komisyona havale etmiş, akşamdan komisyona intikal
etmiş, Türk medyasında yer almış, herkesin tartıştığı, herkesin günlerce
gereksiz yere beklemiş olduğu bir hususla ilgili olarak bir konuyu
siz buraya getiriyorsunuz.
OYA ARASLI (Ankara) -
Ne demek gereksiz yere beklemesi? "Gereksiz yere." ne demek?
Gereksiz olan ne?
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Getirirken, efendim, biz bunu Genel Kurul için önermiş olsak ilk fırsatta
akla gelebilir, diyebilirsiniz ki, efendim, Genel Kurulda arkadaşlarımız
bunu takip etmediler.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Senin amacın Meclisi küçük düşürmek!
OYA ARASLI (Ankara) -
Ne münasebet! Cumhurbaşkanının gerekçesini öğrenmek istiyoruz,
tetkik etmek istiyoruz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Bizim önerdiğimiz şey; komisyon, gerekli görmesi hâlinde kırk sekiz
saat geçmeden gündemine alsın. Yani, Genel Kurulun gündemine değil,
komisyonun gündemine alınması önerimizdir.
OYA ARASLI (Ankara) -
Cumhurbaşkanının iade gerekçesini tetkik etmek istiyoruz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Eğer Genel Kurulumuz bunu bekleyecek, bununla ilgili olarak, sizlerle
alakalı olarak, sizin arzınıza göre çalışacak olsa…
OYA ARASLI (Ankara) -
Millî iradeye saygınız bu kadar!
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- …zaten bu Meclisi yok sayıyorsunuz, "gereksiz" diyorsunuz,
"süresi bitti" diyorsunuz, halka inanmıyorsunuz, Meclise
inanmıyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
OYA ARASLI (Ankara) -
Millî iradeye saygınız bu kadar! Saygı göstermiyorsunuz millî iradeye!
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Alacağın kararların hepsi sakat şimdi.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Ne yapmamızı istediğinizi anlamakta da güçlük çekiyorum değerli
arkadaşlar.
Şimdi, biz, açık bir
dille ifade etmek istiyoruz ki, bu gelen tezkere, yani iade edilmiş
olan Anayasa paketi, Anayasa Komisyonunda kırk sekiz saat geçmeden
gündeme alınması konusunda tavsiye edelim. Bunun usulle, bunun kuralları
tanımamakla…
OYA ARASLI (Ankara) -
Ona biz karşı çıkmıyoruz ki.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- …bunun usulleri yok etmekle bir alakasını…
OYA ARASLI (Ankara) -
Ona karşı çıkmıyoruz ki.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- …neyle kurduklarını da bulamadım. Dikkatli bir şeklide dinledim.
OYA ARASLI (Ankara) -
Ne dediğimizi anlamıyorsunuz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Ben size bir şey söylemeden dinledim. Lütfen dinleyin.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Bu Meclis sana büyük geliyor Salih Bey.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Lütfen dinleyin. Dinlemeye de biraz dikkat edin lütfen yani. Lütfen…
Lütfen yani…
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
-Türkiye Cumhuriyeti sana yakışmıyor, başka yere git.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bir başka husus daha var, ikincisi de, milletvekili
arkadaşlarım bu konularla ilgili olarak, ben inanıyorum ki iktidar
ve muhalefet farkı gözetmeksiniz, gündemde olan bu konulara yakın
ilgi içindedirler. Önce Anayasa Komisyonu üyelerimiz, Komisyonumuz
bu konuyu kendi içinde tartışacak, daha sonra da Genel Kurula gelecek.
Bu, yıllardır bu memlekette tartışılan, bilinen bu tartışma konuları
konusunda yeni bir şey de ihdas edilecek hâli yok, ya kabul edilecektir
veyahut da reddedilecektir.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Senin daha öğreneceğin çok şeyin var.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Yeni geldi, 11.30'da geldi.
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Ben, Anayasa'mızın ve İç Tüzük'ümüzün ilgili kuralları gereği hiçbir
usul hatası söz konusu olmadığı gibi, İç Tüzük'te de illa okunduktan
sonra bir öneri gelir, öneri şu şekilde gelir, bu şekilde gelir, eğer
Cumhuriyet Halk Partisinin istediği gibi gelmezse diye bir kuralın
olduğunu da zannetmiyorum.
Saygılar sunuyor, teşekkür
ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
OYA ARASLI (Ankara) -
Salih Bey, İç Tüzük'te kural yoksa İç Tüzük ihdas ediyor olursunuz. O
da…
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım…
SALİH KAPUSUZ (Devamla)
- Anayasaya götürürsünüz Hocam.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
lütfen sükûneti sağlayalım.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
Cumhurbaşkanımızın göndermiş olduğu tezkere 25 Mayıs 2007 tarihi
itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiştir ve aynı gün
Anayasa Komisyonuna havale edilmiştir. Böylece resmî işlem başlamıştır.
Tezkere, teamül gereği olarak, Genel Kurulun bilgisine arz edilmektedir.
Bu hususta İç Tüzük'te herhangi bir hüküm yoktur ve yapmış olduğum uygulama
usule uygundur, İç Tüzük'e uygundur. Arkadaşlarımızı da dinlediniz.
Onun için, şimdi, görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Maddesi yoksa, neresi uygun?
IV. - ÖNERİLER (Devam)
A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
1.- Gündemdeki sıralama ile 1/1368 esas numaralı Cumhurbaşkanlığınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen Kanun'un, Başkanlıkça
havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine kırk sekiz saat
geçmeden başlanmasına ilişkin AK Parti Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun İç Tüzük'ün 19'uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
Buyurun.
Sayı: 138 26/05/2007
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu
26.05.2007 Cumartesi günü (bugün) toplanamadığından, İçtüzüğün 19
uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ederim.
Salih
Kapusuz
Ankara
AK
Parti Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının; 441.
sırasında yer alan 1428 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 4.
sırasına, 440. sırasında yer alan 1427 sıra sayılı Kanun Tasarısının
bu kısmın 8. sırasına, 51. sırasında yer alan 1370 sıra sayılı Geri
Gönderme Tezkeresinin bu kısmın 23. sırasına, 311. sırasında yer
alan 1109 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 28. sırasına, Gelen
Kâğıtlar Listesinde yayınlanan ve bastırılarak dağıtılan 1429 sıra
sayılı Kanun Teklifinin 48 saat geçmeden bu kısmın 7. sırasına
alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi;
1/1368 esas numaralı
Anayasanın Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Cumhurbaşkanlığı
Tezkeresinin, Başkanlıkça havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine
48 saat geçmeden başlanmasının İçtüzüğün 36 ncı maddesi gereğince
komisyonlara tavsiye edilmesi,
Önerilmiştir.
BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup önerisinin lehinde, Sayın Salih Kapusuz, Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın Kapusuz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz önce
usul tartışması yapılan önerimizle ilgili olarak, bizim, öncelikleri
sizlere arz etmek ve tasdiklerinizi, Genel Kurulun onayını almak
istediğimiz husus şunlardır:
Birinci olarak, Merkezi
Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun
Tasarısı'nın belirlenmiş olan gündemin 4'üncü sırasına çekilmesini
istiyoruz.
Biliyorsunuz, geçmişte
birçok düzenlemeler yaptık. Bu düzenlemelerin bir kısmı… Bu tasarı,
mali destek konusunda Avrupa Birliğinin Türkiye'ye yapacağı 1,3
milyar euroluk bir mali desteğin hibe şeklinde olması ve ödemelerinin
yapılabilmesi için bir kanun tasarısıdır. Bu kanun tasarısı Türkiye
açısından önem arz etmektedir, çünkü, bu kanunla ilgili 30 Eylül tarihine
kadar bu yasal düzenleme yapılmayacak olursa, büyük oranda mali
desteğin askıya alınacağı, proje karşılığı verilen bu desteklerin
bir nevi yapılamayacağı gibi bir sıkıntıyla karşı karşıya kalacağız.
Mart ayında Türkiye
Büyük Millet Meclisine gelen bu tasarı, yukarıda, komisyonda da,
üzülerek ifade edelim ki, engellenmek istenmiştir. Ama, şu an itibarıyla,
bununla ilgili olarak, 37'nci maddeye göre tasarı aşağıya indirilmiştir,
gündemin 4'üncü sırasına alınmasını istiyoruz.
Bu köy koruyucularıyla
ilgili olarak yapmış olduğumuz bir düzenleme var. Biliyorsunuz,
teklif, komisyonda görüşüldü, aşağıya geldi. Kırk sekiz saat geçmeden
bunun da 7'nci sıraya alınmasını istiyoruz.
Ayrıca, yine, 440'ıncı
sırada bulunan Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne ait bir kanun tasarısı
vardır ki, bu da, Erzurum'da yapılacak olan olimpiyatlarla ilgili
düzenlemenin yapılabilmesini ilgilendiren bir kanun tasarısıdır.
Bizim önerimiz, ilave
olarak, bir de, Cumhurbaşkanımız tarafından iade edilmiş olan, biraz
önce konuşulan tezkerenin de, yani Anayasa paketinin de kırk sekiz
saat geçmeden, Anayasa Komisyonumuz tarafından gündeme alınması
tavsiyesidir.
Bu konuda desteklerinizi
bekliyor, hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Grup önerisinin aleyhinde
Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı.
Buyurun Sayın Araslı.
(CHP sıralarından alkışlar)
OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; artık yasama dönemi bitmek üzere, ama milletvekilinin
katkısını asgariye indiren, yasama çalışmalarının katkısını
asgariye indiren bu uygulama hâlâ sona ermedi, bütün hızıyla devam
ediyor, hâlâ biz buraya sabahleyin evimizden çıkıp geldiğimiz zaman
ne konuşacağımızı bilemiyoruz. Geldiğimiz gün bu uygulama başladı,
gidiyoruz, hâlâ devam ediyor.
Biraz önce söylediğim
milletvekilini sadece bir parmak kaldırma makinesine indirgeyen
bir zihniyetin eseri olarak, tezahürü olarak bu uygulama içerisinde
yasama çalışmalarına katkıda bulunmaya gayret etmeye mecbur bırakıldık
dört yıl boyunca. Muhasebesi elbette ki vatandaşlarımız tarafından
yapılacaktır bunun.
Değerli milletvekilleri,
Sayın Başkan; önümüzde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun getirmiş
olduğu bir öneri var, iki bentten oluşuyor veya iki fıkradan oluşuyor.
Birinci fıkra yine
birtakım kanunların sırasını değiştiriyor. Kanunların görüşülmesi
konusunda, ülkenin ihtiyacı olan kanunların çıkartılması konusunda
elbette ki bir itirazımız olamaz, ama ben yüce Meclise şunu anımsatmak
istiyorum: Bu Meclis, artık, erken seçim sürecinden de çıkmıştır,
Cumhurbaşkanını seçemediği için derhal seçim sürecinin içine girmiş
olan bir meclistir.
Bu tür meclisler, parlamenter
sistemin geleneği, sabahtan akşama, gereken gerekmeyen her yasayı
çıkartmaya çabalamak zorunda bırakılmazlar. Çok zorunlu, mutlaka
çözülmesi gereken çok önemli konular varsa onunla ilgilenirler ve
onun dışındaki zamanda da seçim süreci içinde milletvekillerinin
yer almasına imkân tanırlar.
Bu, parlamenter sistemin,
burada atılacak adımların yeni gelecek Meclisi uzun yıllar sürecek
bağıtlarla karşı karşıya getirmemesi için de oluşmuş olan bir geleneğidir.
Ama, parlamenter sistemin hangi geleneğine iktidar partisi riayet
etti ki buna da etsin! Edilmiyor ve burada çalışmalar sürüyor. Gerekiyorsa
katkı veriyoruz, bir itirazımız yok demek ki zorunlu görülmüş diye,
ama, burada, Cumhurbaşkanı tarafından ikinci kere görüşülmek üzere
Türkiye Büyük Millet Meclisine iade edilmiş olan Anayasa değişikliğine
ilişkin Kanun'un da yer almış olduğunu görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
teklif, kırk sekiz saatlik bekleme süresi geçmeden bu iade edilen
metnin Anayasa Komisyonunda görüşülmesine ilişkin. Biraz önce
söyledim, bu süreler milletvekilinin hazırlık yapmasıyla ilgilidir.
Biraz önce Sayın Salih Kapusuz "Herkes zaten biliyor." dedi.
Herkes Anayasa değişikliğini biliyor, ama Cumhurbaşkanının hangi
gerekçelerle iade ettiği dün akşam çok geç bir saatte öğrenildi,
kimi arkadaşlarımız da burada okunmakla öğrendi. Bunun üzerinde
araştırma yapmak lazım, açılan yeni açılardan bir değerlendirme yapmak
lazım. Ama, bununla ilgili bir süre, maalesef, milletvekillerine
bu teklifle esirgeniyor, milletvekillerine böyle bir imkân tanınmıyor,
çünkü "Milletvekilleri, emir veririz, giderler orada oylarını
kullanırlar, fazla tartışma ve katkı da gerekmez." anlayışının
gene hüküm sürdüğü bir durum bu.
Değerli arkadaşlarım,
biraz önce söylediğim gibi, bu acelemiz niye? Niye daha doğru düzgün
bir şeyler ortaya çıkartmak için çok az bir zaman kaybını, ama bize daha
ileride zaman kazandıracak, çok daha fazla zaman kazandıracak bir
süreyi milletvekillerimizden esirgiyoruz? Aceleniz nedir? Aslına
bakarsanız, Sayın Cumhurbaşkanının iade gerekçelerini okuduğumuz
zaman, hiç de bu konuda acele etmememiz lazım, bu Anayasa değişikliğini
durduğu bu noktada bırakmak lazım. Nedenini söyleyeyim: Sayın Cumhurbaşkanımız
da açıkça ifade etmişler. Bu Meclis, artık, derhâl seçim sürecinin
içinde bir Meclis. Bu Meclisin, Türkiye'nin on yıllarını etkileyecek,
önündeki on yıllarını etkileyecek bir sistem değişikliği getiren,
parlamenter sistemi bir yarı başkanlık veya başkanlık sistemine
dönüştürecek ve yan düzenekleri oluşturulmamış bir Anayasa değişikliğini
kabul etmesi, ülkeye iyilik değil, kötülüktür.
Değerli arkadaşlarım,
diyorsunuz ki: "Biz sandığı
halkın önüne götürmeye çalışıyoruz, demokrasiyi yaşatmaya çalışıyoruz,
Halk Partisi engel oluyor." Demokrasiye, halka gitmeye kimsenin
engel olduğu yok, ama şunu da biliniz: Sandık her zaman demokrasi demek
değildir. Seçim yapan, ama demokrasinin hiçbir kuralını da, hiçbir
temel unsurunu da yerine getirmemiş olan eleştirdiğimiz birtakım
ülkeleri hepimiz biliyoruz. Katılma oranları da fevkalade yüksek
olmuştur, seçimleri de gayet güzel yapmışlardır.
Demokrasi çeşitli
sistemlerle gerçekleşir. Bizim Anayasa'mız, demokratik çözüm içerisinde
parlamenter sistemi benimsemiştir ve Cumhurbaşkanının yetkilerini
de biraz ağırlaştırmıştır, biraz fazlalaştırmıştır. Başkanlık sistemi
de, yarı başkanlık sistemi de demokrasi içerisinde gerçekleşir. Yani,
"Parlamenter sistemin esaslarını koruyalım." demek demokrasiden
vazgeçelim anlamına gelmiyor ki. Ama, böyle anlamaya çalışıyorsunuz,
böyle anlatmaya çalışıyorsunuz. "Parlamenter sistemden vazgeçersek
demokrasi olur." lafını söylemeye kimin dili varabilir? Böyle
bir şey yok. Ama, bu böyle takdim edilmeye çalışılıyor. Anayasa'mız
bir sistem benimsemiş. Bunun bütün yan düzenekleri kurulmadan,
siz, tarafsız olarak, parlamenter sistem içerisinde, o sistemin rahat
çalışabilmesi için ihdas edilmiş olan Cumhurbaşkanlığı statüsünü
kalkıp da seçime bağlarsanız, adayların partiler tarafından gösterilmesine
imkân tanırsanız, seçim propagandasının Cumhurbaşkanı için bir partiler
propagandası haline getirilmesinin önünü açarsanız ve beş yıla
artı bir beş yıl da imkân tanırsanız, bu tarafsızlık nasıl gerçekleşecek
değerli arkadaşlarım? Bunları düşünebildiniz mi?
Cumhurbaşkanı, bakınız,
bunları söylüyor iade gerekçesinde, "İyice düşününüz. Yaptığınız
düzenleme önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini iyice çapraşık,
iyice içinden çıkılmaz, iyice sorunlu bir hale getirecektir."
diyor, ama inat, "Biz dedik, biz yapacağız, çoğunluğumuz var, olacak"
inadı. Bakınız, bu inatlaşmayla Türkiye'yi Cumhurbaşkanını seçemez
konuma getirdiniz, bu nedenle seçime gidiyoruz. "Çoğunluğumuz
var, Cumhurbaşkanını biz seçeceğiz." dediniz, seçemediniz.
Şimdi, bu değişiklikle bir şey çözemeyeceksiniz. Acele ediyorsunuz
"İllaki çıkartalım." Diyorsunuz. Bir şey çözemeyeceksiniz,
daha büyük bir karışıklığa yol açacaksınız, ama bana öyle geliyor
ki siz bu karışıklığı düşünmüyorsunuz. Siz, seçim meydanlarında
geride kalan 4,5 yıl yaptığınız kötü icraatın hesabını vermemek,
dikkati Cumhurbaşkanı seçimine yöneltmek için böyle bir düzeneği,
böyle bir Anayasa değişikliğini milletin önüne koyuyorsunuz. Ama
size hemen şuradan şunu söyleyeyim: Halk size gereken cevabı verecektir.
AHMET YENİ (Samsun) -
Halktan kaçmayın.
OYA ARASLI (Devamla)
- Biz, halktan kaçmıyoruz. Hiçbir zaman kaçmadık. Bizim mazimiz ortada. Biz, dün kurulup da bugün
Parlamentoya giren bir parti değiliz. Bizim Cumhuriyet Halk Partisi
olarak arkamızda bir tarih var ve biz o tarih içerisinde sandıklar
kurduk, sandıktan kaçmadık. Onun için bu lafı bize söylemeniz, bizim
için hiçbir şeydir, halk için ise hiçbir inandırıcılığı yoktur. (CHP
sıralarından alkışlar)
Biz sizi, atmak üzere
olduğunuz adımın, Türkiye'yi karşı karşıya getirmek üzere olduğunuz
zorlukların ayıbı ile, hesabı ile baş başa bırakıyoruz.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
OYA ARASLI (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Araslı, konuşmanızı tamamlayınız.
OYA ARASLI (Devamla)
- Ama, bir tarihî uyarı yapmaktan da kendimizi alamıyoruz.
Arkadaşlar, parlamenter
sistemde de seçim var. Seçim sandığından kaçarak gelmedik buraya.
Cumhurbaşkanını, seçim sandığından kaçırarak seçmedik, içimizden
seçtik, bizi de halk seçti. Ama, demokratik sistem içerisinde sandıktan
kaçılmayan, sandığın ortaya konulduğu, demokratik rejim içerisinde
yönetenlerin yönetilenlerden ayrıldığı bir mekanizma kurulan,
bir karar mekanizması, bir icra mekanizması oluşturulan, yasama-yürütme
ilişkileri bakımından konuşlandırılan üç sistem var: Parlamenter
sistem, yarı başkanlık sistemi, başkanlık sistemi. Bunların hepsi
de demokrasi, hiçbirinde sandıktan kaçılmıyor. Ama biz diyoruz ki:
Siz yarı başkanlık sistemine gitmekle, onun yolunu açmakla, ne tam
bir yarı başkanlık sistemi oluşturuyorsunuz ne tam bir parlamenter
sistemin gerçekleşmesine imkân hazırlıyorsunuz, ne deve ne kuş,
eşi menendi hiçbir yerde bulunmayan bir sistem ortaya koymaya çalışıyorsunuz
ve bu hâliyle bu sistem Türkiye'yi bunalımlara, problemlere sürükleyecektir.
Biz bunun günahına ortak olmak istemiyoruz. Siz bu günahı tarih
önünde çok uzun yıllar, eğer bu yolda devam ederseniz, vermek durumunda
kalırsınız.
Saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
AK Parti grup önerisinin
lehinde Hatay Milletvekili Sadullah Ergin.
Sayın Ergin, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
SADULLAH ERGİN (Hatay)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. AK Parti grup önerisinin lehinde söz almış
bulunuyorum.
Bilindiği gibi, Parlamentoda
kısa bir süre önce kabul edilerek Cumhurbaşkanımızın onayına sunulan
Anayasa değişiklik paketi, dün öğleden sonra, Cumhurbaşkanımızca,
Parlamentoya bir kez daha görüşülmek üzere iade edilmişti. Dün akşam
saatleri itibarıyla Anayasa Komisyonumuza bu teklif gönderilmiş
ve komisyon gündemine girmiştir. Bugün de getirmiş olduğumuz grup
önerisiyle Anayasa Komisyonunda kırk sekiz saat geçmeden bu Anayasa
değişiklik paketinin yeniden görüşmelerinin yapılabilmesi
için Genel Kurulun tavsiye kararını almak üzere, Danışma Kurulunu
huzurlarınıza getirdik.
Değerli arkadaşlar,
tabii, burada Sayın Cumhurbaşkanımızın iade gerekçeleri okundu,
birçok basın-yayın organında yayımlandı. Bu gerekçelere baktığımız
zaman, Cumhurbaşkanımızın, satır başlarıyla ifade etmek gerekirse,
iade gerekçelerini sizinle paylaşmak istiyorum: "Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası parlamenter sistemi esas kabul etmiştir"
diyor Sayın Cumhurbaşkanımız. "Sorumsuz Cumhurbaşkanı ulusu
temsil eden yansız bir makamdır." tespitinde bulunmuş. Cumhurbaşkanının
günlük politikaların dışında olduğunu tespit etmiş ve yine, Cumhurbaşkanımızın
yürütmenin iktidar gücünü dengeleyici bir konumu olduğundan bahsetmiş
ve üzülerek belirtmek gerekirse, bu Parlamentonun, Anayasa'mızın
102'nci maddesinin son fıkrası gereğince Cumhurbaşkanı seçemediği
için derhal seçime gitmek zorunda olan bir Parlamento olduğunu ve
bu değişiklikleri yapmaması gerektiğini beyan etmiş.
Değerli arkadaşlar,
yine bu iade gerekçeleri içerisinde, Cumhurbaşkanını halk seçer
ise iktidar ile Çankaya arasında veya Cumhurbaşkanı arasında, yürütmeyle,
Parlamento ile Cumhurbaşkanlığı makamı arasında çatışma alanları
oluşacağı…
OYA ARASLI (Ankara) -
Oluyor zaten.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- …ve iki başlı bir sistem oluşacağı yönünde eleştiriler getirmiş
Sayın Cumhurbaşkanımız.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Aynen öyle.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Tabii, bu görüşler
Sayın Cumhurbaşkanımızın görüşüdür, saygıyla karşılarız, ama katılırız
ya da katılmayız, burada onları değerlendireceğiz.
Değerli arkadaşlar, şu anda mevcut Anayasamızın
101 ve 102'nci maddesini hepimiz biliyoruz ve bu Anayasamıza göre
son dönemlerde seçilmiş olan cumhurbaşkanlarımızın Parlamento
ile ve yürütme organıyla ilişkilerini şöyle bir gözden geçirmek gerekirse
Sayın Ahmet Necdet Sezer, şu anki Cumhurbaşkanımız, kendisini seçen
Parlamento ile ve o Parlamento içinden çıkmış Hükûmet ile ve rahmetli
Ecevit ile yaşamış olduğu süreci şöyle bir hatırladığımızda, mevcut
yapının da Parlamento ve Hükûmet ile Cumhurbaşkanı ve makamı arasında
zaman zaman bir gerilim ve çatışma alanı oluşturduğunu ortaya koymaktadır.
MUSA UZUNKAYA (Samsun)
- Zaman zaman değil, hiç olumlu olmadı ki.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Yine, bir önceki Cumhurbaşkanına gidelim: Sayın Süleyman Demirel.
Kendisini seçen Parlamento, kendisini seçen ağırlıklı Parti Doğru
Yol Partisi ve onun sayın genel başkanıyla yaşamış olduğu gerilim
alanlarını bir hatırlamak gerekirse, mevcut 101 ve 102'nci madde, 104'üncü
madde birlikte değerlendirildiğinde, mevcut Anayasamızın zaten
yürütme organı ve Parlamento ile Cumhurbaşkanlığı makamı arasında
senkronize bir ilişki ağı kuramadığı ortadadır. Korumaya çalıştığımız
nedir? Çok mükemmel işleyen bir yapı var da "Aman bunu kaybetmeyelim."
endişesini mi taşıyoruz?
OSMAN KAPTAN (Antalya)
- Son güne kadar niye değiştirmediniz bunu?
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Kaç yıldır aklınız neredeydi?
OYA ARASLI (Ankara) -
Aklınız neredeydi?
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Dört yıldır aklınız neredeydi?
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Rahmetli Özal, Sayın Turgut Özal, rahmetli, bu Parlamentodan Cumhurbaşkanı
seçildi, en kısa sürede, kendisini seçen siyasi irade ve parti ve
onun genel başkanıyla zaten bir çatışma alanı oluşturuldu.
Değerli arkadaşlar,
şunu anlatmaya çalışıyorum: Burada bir polemik ya da siyasi söylem
içerisinde değilim. Şu anda mevcut Anayasamızda Cumhurbaşkanımızın
seçim yöntemi, zaten Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekillerinin
önerisiyle aday oluyor. Şu anda Parlamento dışından kendiliğinden
birisinin aday olma şansı var mıdır? Sayın Cumhurbaşkanımızın iade
gerekçeleri arasında, Cumhurbaşkanı adayının milletvekilleri
tarafından gösterilmesinin Cumhurbaşkanını politize edeceği
tespiti vardır. Oysa, şu anki Anayasa'mızda da Cumhurbaşkanı adayları
milletvekilleri tarafından önerilmekte ya da milletvekillerinin
kendisinin aday olmasıyla oluşmaktadır.
CEVDET ERDÖL (Trabzon)
- Kim göstermiş, milletvekili değil mi?
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Dolayısıyla, mevcut Anayasa'yı da bizim getirmiş olduğumuz değişiklik
paketini de insaf ölçüleri içerisinde değerlendirmenin yararlı
olacağı kanaatindeyim. Dolayısıyla, şu anki Anayasa'mız, yakın siyasi
tarihimizde, seçilmiş olan Cumhurbaşkanlarıyla Parlamento, Cumhurbaşkanlarıyla
yürütme organı olan hükûmet arasında sürekli bir gerilim ve çatışma
alanı oluşturmayı engelleyememiştir ve bu gerilimler içerisinde,
bizim getirdiğimiz değişiklik teklifiyle, Cumhurbaşkanının bu
Parlamentoda seçilmesinin önünde Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu
karar ile fiilen bir engel oluşmuştur ve bu Parlamentoda bu mevcut karar
olduğu sürece bir Cumhurbaşkanının seçilmesi gerçekten çok zordur.
Dolayısıyla, bu zorunluluk karşısında cumhurun kendi başkanını
seçmesini önermişiz. Dolayısıyla, bizim getirmiş olduğumuz öneri,
sadece Türkiye'ye has bir düzenlemeyi kapsamıyor.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Bu biçimiyle yalnız Türkiye'de var. Başka hiç bir örnek gösteremezsiniz.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Bakınız, Avusturya'da, Finlandiya'da…
OYA ARASLI (Ankara) -
Avusturya'daki farklı.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- …Fransa'da…
ALİ TOPUZ (İstanbul) - O da farklı.
OYA ARASLI (
SADULLAH ERGİN (Devamla) - …İrlanda'da,
Polonya'da, Portekiz'de…
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Onlara bakma, onlar
farklı.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- …Rusya Federasyonunda vesair yerlerde benzer yapılar uygulanıyor.
ATİLA EMEK (Antalya)
- "Benzer" diyorsunuz.
OYA ARASLI (Ankara) -
Benzer ayrı.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- İnsanlar, elbette…
ATİLA EMEK (Antalya)
- Benzemez de üstelik.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Armutla ayva gibi bir şey yani.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Peki, ben size soruyorum: Parlamenter demokrasinin Türkiye'de
uygulandığı biçimiyle dünyada bir tek örnek gösterin. "Parlamenter
demokrasi" dediğimiz bu yapının adını ve Anayasa'mızdaki şu
yetki dağılımının bir örneğini gösterebilir misiniz? Cumhurbaşkanının
bir başkan yetkilerini kullandığı ve aynı zamanda sorumsuz olduğu
bir tane örnek gösterebilir misiniz?
Değerli arkadaşlar,
burada hakkı teslim etmek durumundayız. Bu yapılan tespitlere katılmadığımızı
ifade ediyorum. Saygı duymak ayrıdır, katılmak ayrı bir şeydir ve en
çok da ağırımıza giden değerlendirme şudur: "Bu Parlamento,
102'nci madde gereğince derhâl seçimlere gitmek zorunda kalan bir
Parlamentodur." tespiti.
Değerli arkadaşlar,
bu Parlamento, kendi iradesiyle almış olduğu seçim kararı doğrultusunda
bir seçime gitmektedir. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci devam eder
iken, henüz sona ermemiş iken, hepinizin bildiği gibi bir seçim kararını
bu Parlamento almıştır ve bu Parlamento, bunu, tüm milletvekillerinin
oy birliğiyle almıştır, tüm grupların, tüm partilerin oy birliğiyle
almıştır.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Almaya mecburdu zaten.
OYA ARASLI (Ankara) -
Almaya mecburdu.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Alınan bu karar üzerine, Yüksek Seçim Kurulu bir takvim yapmış ve
bu takvim doğrultusunda seçimlere, 22 Temmuz seçimlerine hızla
ilerlemekteyiz.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Almaya mecbur hâle geldi.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Dolayısıyla, şu anda yapmakta olduğumuz seçim, içinden geçmiş olduğumuz
süreç… Anayasa'nın 102'nci maddesi doğrultusunda değil, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin almış olduğu seçim kararı doğrultusunda izleyen
bir süreci takip ediyoruz.
Değerli arkadaşlar,
şu tespitimle beraber sözlerime son vereceğim: "Efendim, bu
Parlamento seçim kararı almış bir parlamentodur. Bu Parlamento seçim
kararı almış bir Parlamento olduğu için, birtakım esaslı değişikliklere
girişmemesi gerekir."
Sayın Araslı da ifade
etti. "Onlarca yılı etkileyecek bir düzenlemeyi yapmak ne kadar
doğru." dediler. Evet, şayet bu sözümüzde samimiysek.
Değerli arkadaşlar,
bu Parlamento, eğer, geleceğe yönelik olarak bir karar almaması gereken
bir Parlamento ise… Ama henüz süresi bitmemiş ha. 4 Kasıma kadar normalde
süresi olduğu hâlde seçim kararı alan…
OYA ARASLI (Ankara) -
Parlamenter sistemin geleneğinden bahsettim, saptırmayın olayı!
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- …ancak, 102'nci madde dolayısıyla da seçim yapılması gerekliliği
olan bir atmosferdeyiz.
OYA ARASLI (Ankara) -
Önce bir parlamenter sistemin geleneklerini okuyun anlayın da ondan sonra…
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Peki, 16 Mayıs tarihi itibarıyla görev süresi dolmuş olan bir Sayın
Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin gelecek beş yılını, on yılını etkileyecek…
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Anayasaya göre
devam ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ergin, konuşmanızı tamamlayınız.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bir Cumhurbaşkanı,
görev süresi bittikten sonra…
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Devam ediyor. Siz hâlâ okuduğunuzu anlamıyorsunuz. Siz, bu kafayla
daha çok duvara çarparsınız.
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- …on beş tane üniversite rektörü atamakta beis görmüyor ise…
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Anayasa'nın ruhuna dayanıyor, Anayasa'ya. Ayıp değil mi?
SADULLAH ERGİN (Devamla)
- …temdit sürelerini kullanan bir Cumhurbaşkanı bu özelliklere
riayet etmeden şu eleştirileri yapıyor ise…
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Anayasa gereği
yapıyor!
SADULLAH ERGİN (Devamla) - …ben, bunu
hem Genel Kurulun hem de milletimizin takdirlerine arz ediyorum.
(AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Daha çok şey öğrenmeniz
lazım, hukuk öğrenmeniz lazım, Tüzük öğrenmeniz lazım, demokrasi
öğrenmeniz lazım!
BAŞKAN - AK Parti grup önerisinin aleyhinde
Adana Milletvekili Uğur Aksöz. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Aksöz, buyurun efendim.
UĞUR AKSÖZ (
MUSTAFA DURU (Kayseri)
- Ortak mı çalışıyorsunuz? (CHP sıralarından "Sayın Başkan"
sesleri)
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Şimdi… Sayın Başkan, Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın Aksöz,
birkaç saniyenizi rica edeyim.
Saygıdeğer arkadaşlarım...
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Sayın Başkan, bir dakika… Ben, bir şey söylemek zorundayım.
BAŞKAN - …sükûneti sağlayalım.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Burada parlamenterliği bilmeyen, hukuktan anlamayan arkadaşlar
var maalesef. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Estağfurullah.
MUHARREM KARSLI (İstanbul)
- Orada da var, orada da!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Bir dakika… Bakın, ben bir şey söylüyorum. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri…
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bir dakika…
MUSA UZUNKAYA (Samsun)
- Kim bilmiyor, kim?
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Evet bilmiyor, bilmiyor!
BAŞKAN - Sayın Aksöz…
MUSA UZUNKAYA (Samsun)
- Böyle bir şey olur mu?
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Bilmiyor! İspat edeceğim. (AK Parti sıralarından gürültüler)
Efendim, bir dakika…
Başkan, susturur musunuz?
BAŞKAN - Sayın Aksöz,
sizin de herhâlde cümleleriniz arasında sürçülisan oldu, yani
"hukuktan anlamayan milletvekilleri var" ifadesi pek şık
olmadı.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Efendim, söylüyorum: Hukuktan anlamayanlar var. Çünkü, oradan bana
arkadaşım "Anayasa Mahkemesiyle ortak mısınız?" diyor. Utanmıyor
musunuz? Ayıp değil mi? (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından
gürültüler) Ayıp değil mi?
Başkan, önce o arkadaşı
uyarın!
BAŞKAN - Arkadaşlar,
lütfen…
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Önce o arkadaşı uyarın! Bir hukuk devletinde hukuktan, Anayasa'dan
bahseden bir arkadaşınıza "Ortak mısınız?" diyemezsiniz,
diyemezsiniz! Onları zabıttan çıkarın! (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, lütfen…
Sayın Aksöz, Genel Kurula
hitap edelim.
Sayın arkadaşlarım,
lütfen sakin olunuz. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Saygıdeğer arkadaşlarım, lütfen dinleyelim sayın hatibi.
Buyurun efendim.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Sayın Başkan, süremi başa alır mısınız, çünkü konuşamadım.
BAŞKAN - Başladı, başladı.
Ben ek süre veririm.
Buyurun efendim.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bakın, birbirimizi incitmeye gerek yok. Yedi
gün sonra belki hiçbirimiz burada olamayız.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur)
- Karıştırma onu!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Sen kendine bak, kendine!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Bakın, bakın… İncitmeyin…
Ama, size bir şey söylüyorum. Biraz, Allah rızası için şu tutanakları
okuyun. Okuyun, okuyun! Biz burada ne söylemişiz, Anayasa Mahkemesinden
ne kararlar çıkmış bir bakın, bakın. Bakmıyorsunuz. Her kararınız
geri geliyor, her yasanız iptal ediliyor ve Türkiye Cumhuriyeti'nde,
360 milletvekiline yakın bir çoğunlukla, cumhuriyet tarihinin
Cumhurbaşkanı seçemeyen tek kitlesi sizsiniz. (CHP sıralarından
alkışlar) Sizsiniz siz! Ha, bu size yeter, bu size yeter!
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) - Bu
leke size yeter! CHP'ye yeter bu leke!
BAŞKAN - Sayın Cantimur…
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi, bakın…
BAŞKAN - Arkadaşlar, sakin olunuz, Cumhurbaşkanını
Türkiye Büyük Millet Meclisi hep beraber seçiyor. Lütfen sakin olalım.
Buyurun Sayın Aksöz.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Beceriksiz insanlar
başkalarını suçlarlar. Diyorlar ki: "Bu leke size ait, siz seçtirmediniz."
Şu güce bakın, şu büyük gruba bakın, 150 ile 360'ı yenmiş. Alkışlayın
o zaman, alkışlayın. Alkışlayın o zaman. (CHP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - İşte bu, leke!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Şimdi, sizin kafanız şu: Sizin kafanız şu arkadaşlar…
CEVDET ERDÖL (Trabzon)
- Hukuktan anlayanların marifeti!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Bakın, 4 Hazirandan sonra bunu hepiniz anlayacaksınız. Şimdi,
ben söyleyeyim, bakın ben söyleyeyim.
CEVDET ERDÖL (Trabzon)
- Hukuktan anlayanların marifeti!
BAŞKAN - Sayın Erdöl,
lütfen…
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Şimdi, sizin kafanız şu: Biz 360 kişiyle Cumhurbaşkanı seçemedik.
Eyvah! Ne yapalım? Ee o zaman yasaları değiştiririm. Önce kendinizi
değiştirin, kafanızı değiştirin, hukuk anlayışınızı değiştirin.
(CHP sıralarından alkışlar) Bunu niye değiştiriyorsunuz?
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Sizi değiştireceğiz, sizi!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bakın…
YEKTA HAYDAROĞLU
(Van) - Halktan korkuyor musunuz?
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Şimdi, bundan sonra konuya geliyorum, tekrar, konuya geliyorum.
AHMET YENİ (Samsun) -
Halktan kaçmayın!
YEKTA HAYDAROĞLU
(Van) - Milletten korkuyor musunuz?
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Tamam, tamam…
YEKTA HAYDAROĞLU
(Van) - Milletten korkmayın!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Şimdi geçin bunları, geçin. 4 Hazirandan sonra hep konuşacağız
bunları…
BAŞKAN - Sayın Haydaroğlu,
lütfen…
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Şimdi değerli arkadaşlar, bakın, tekrar, şimdi hukuka geliyorum.
Hiç bağırmayın, teknik bir şey söyleyeceğim, teknik.
FARUK ANBARCIOĞLU
(Bursa) - Oy kullanın!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Bir mahkeme, dava dilekçesi kendisine gelmeden duruşma günü verebilir
mi?
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Veriyor, veriyor...
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Verebilir mi?
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Anayasa Mahkemesi
veriyor.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Veremez. Adama gülerler, gülerler!
Peki, Cumhurbaşkanının
iade gerekçesi burada okunmadan Danışma Kurulunun gündemine alınır
mı? Adama gülerler, gülerler! Adama gülerler!
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Doğru, böyle hukukçuya gülerler!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bakın...
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Sayın Aksöz, böyle hukukçuya gülerler, doğru! Böyle hukukçuya gülerler!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Doğru. Ben de şimdi Salih Kapusuz'a gülüyorum! Biraz evvel dedi ki
Salih Bey -biz, Salih Bey'le yıllardır buradayız- bakın, kendine hiç
yakışmayan bir şey söyledi, ne dedi biliyor musunuz? Salihçiğim,
beni dinle! Çıktın, buradan biraz önce dedin ki: "Canım niye burada
okuyalım, kaç gündür medya yazıyor, bilmiyor musunuz?" Yani, bu
Meclis, medyadan mı öğrenecek iade gerekçelerini? Sen böyle mi öğrendin
bu işi? (CHP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Burada okundu, dinlemedin mi?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) -
Peki...
Değerli arkadaşlar,
ben, zaten size söylemiyorum. Ben, tutanaklara söylüyorum. O tutanaklar
bize lazım olacak.
Şimdi, tutanağa geçmek
üzere, tarihî sözlerimi söylüyorum. (AK Parti sıralarından
"Vay be" sesleri) İster kabul edin ister etmeyin; söylüyorum,
bakın...
MUSTAFA DURU (Kayseri)
- Tarihî söz söyleyene bak!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Bugün, Danışma Kurulu 10.30'da toplandı. Danışma Kurulunda, Cumhurbaşkanının
iade yasası gündeme alındı. Hâlbuki, o saatte, Cumhurbaşkanının
iade tezkeresi, Meclis iradesi tarafından bilinmiyordu. Burada, Cumhurbaşkanının iade tezkeresi
11.30'da okundu. Yani, olmayan, okunmayan, bilinmeyen bir şeyi Danışma
Kurulu gündemine almakla yeni bir İç Tüzük ihdas etti ve İç Tüzük'ü
ihlal etti.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Siz Mecliste olmadığınız için duymadınız.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Dün siz yoktunuz.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Buraya geldik, bizim yetkili arkadaşlarımız, sözcülerimiz konuştular
ve Sayın Başkan, aynen şu cümleyi etti, tutanakta var: "Arkadaşlar,
benim tutumum doğru; bu konuda hiçbir madde yok, ben uyguluyorum."
İşte, itiraf etti Başkan; hiçbir madde yoksa sen uyguluyorsan, yeni
bir İç Tüzük ihdas ettin. Size geçmiş olsun! Bu yasa da sakat doğdu.
Bu kadar basittir, bu kadar.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- İşine öyle geliyor!
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa)
- Kanadoğlu mu söyledi sana bunu?
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Kanadoğlu saygın bir hukukçudur, ondan öğreneceğiniz çok şey
var.
Şimdi, arkadaşlar,
bakın, işin vahametini söylüyorum, bakın dinlemiyorsunuz;dinlemeyince
de anlamıyorsunuz arkadaşlar. Bakın, dinleyin.
Bugün, bu Genel Kurulda,
çoğunluk olmasaydı, olmadı, toplanamadı, sizin o Danışma Kuruluna
aldığınız o gündem maddesi ne olacaktı? Havada kalacaktı. Peki.
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş)
- Hayalî...
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Peki.
Değerli arkadaşlar,
bakın, Anayasa değişiklikleri, Anayasa Mahkemesine ancak şekil
bakımından gider. Şekil noksanlığı ve usul hataları bakımından gider.
Bugün, Salih Kapusuz, sağ olsun, çok bildiği için(!) bu usul hatasını
yaptı. Burada okunmayan tezkereyi Danışma Kurulu gündemine almakla
ve Sayın Başkanımız da "Böyle bir madde yok, ben uyguluyorum arkadaş,
uygulamam doğrudur." demekle, yeni bir İç Tüzük ihdas ettiği
zabıtlara geçti ve tekrar söylüyorum: Bu Yasa -bugün görüşeceğimiz
Anayasa Komisyonunda ve sonra oylarsak- sakat doğmuş oldu, yeni
bir İç Tüzük ihdasıyla İç Tüzük bir kere daha ihlal edilmiş oldu.
Ben buradan, Oya Hocam
ve diğer konuşmacılar buradan, defalarca sizi uyardığımızda yine
bağırdınız, yine çağırdınız; ama, hep bizim dediğimiz oldu. Hep bizim
dediğimiz oldu.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bakın, biraz evvel, yine AKP'li arkadaşım "Efendim, bütün dünyada halk seçiyor,
siz buna karşı mısınız?" dedi.
Değerli arkadaşlar,
demagojiye lüzum yok. Bakın, İsviçre, İtalya, Yunanistan, Macaristan
ve Çek Cumhuriyeti'nde cumhurbaşkanını parlamento seçiyor. Almanya'da
da milletvekilleri ile eyalet temsilcilerinden meydana gelen yine
bir kurul seçiyor. Şimdi, bu Avrupa'nın yarısından fazla olan bu ülkelerin
hepsi antidemokratik de sadece Salih Kapusuz'un önergesi mi demokratik?
Böyle yapmayın. (CHP sıralarından alkışlar) Böyle yapmayın. Halkı
kandırmayın.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) - Avrupalı 367'yle mi seçiyor?
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi şunu söylüyor: Elbette halk seçsin,
halk sizi de seçiyor bizi de, Cumhurbaşkanı da seçsin.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Halkı siz seçin, halkı.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Ama, yüzlerce madde olan Anayasa'dan, hiçbir altyapı yapmadan, hiçbir
kurumlaştırma yapmadan, hiçbir inceleme yapmadan o Anayasa'nın
içinden bir kelimeyi cımbızla alıp, "Parlamento"yu çıkarıp
"halk seçsin"i koyarsanız, bunun adı hukuk değil, guguk oyunu
olur.
CEVDET ERDÖL (Trabzon)
- Halka "guguk" demeyin lütfen.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Buna da, ne bu Parlamento ne yüce
Türk Milleti ne yüksek mahkeme izin vermez. Oyunu kuralına göre oynarsanız,
başımız üstüne halk seçsin, ama, siz, bakın, bir tek örnek veriyorum.
Halk seçsin diyorsunuz. İç Tüzük'te üç tane madde var; Cumhurbaşkanının
-diyor- tutanağını Başkanlık Divanı imzalar, Cumhurbaşkanına verir,
bildirir, eder… Sizin tasarıda da "YSK görevli" diyorsunuz.
Şimdi, bakın, bu iki
madde bile çelişkiyi görmeye yetiyor. Bir tarafta Başkanlık Divanı
yetkili, bir tarafta Yüksek Seçim Kurulu. Peki, Cumhurbaşkanı seçiminde
bu iki kurul çelişkiye düşerse kim çözecek? Kim çözecek?
MUSTAFA DURU (Kayseri)
- Kanadoğlu!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Onun için, bakın, bunun altyapısını yapalım. Herkese yetkiyi tam
verelim, kuralları doğru koyalım. Halk elbette seçsin.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aksöz,
buyurun, konuşmanızı tamamlayınız.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bizim savunmamız bu. Yangından mal kaçırır
gibi yapmayın.
Bakın, size iki çelişki
söyleyip, sözümü bitereceğim. Belki, bir daha bir araya gelemeyiz.
Bunlar kulağınızda bir hoş seda olarak kalsın.
Değerli arkadaşlar,
bakın, Başbakan dedi ki: "Cumhurbaşkanını ben seçerim, kimseye
danışmam." Doğru mu?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Öyle bir şey demedi.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- "Konuşmam." dedi mi?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Öyle bir şey demedi.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Peki, konuştu mu kimseyle? (AK
Parti sıralarından gürültüler) Peki, demedi; peki, demedi. Peki,
partileri ziyaret etti mi?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Etti.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Etmedi, "Ben gitmem." dedi. "Size mi danışacağım." dedi. Bakın, bir.
Aynı Başbakanın adayı
Abdullah Gül ise, kapı kapı dolaştı. Hangisi doğru?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - İkisi de doğru.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Şimdi, bak "İkisi de doğru." derseniz, işte, yasalarınız
böyle döner. Çünkü, iki doğru olmaz, dünyada tek doğru vardır. Tek doğru
vardır.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Halkı siz seçin, halkı.
Halkı seçin!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Bakın, değerli arkadaşlar, başka bir şey söyleyeyim: Sayın Başbakan
partilerle görüşseydi "Buyurun, bizim düşündüğümüz adaylar
şunlardır." deseydi, bu partiler de birisinin üzerinde uzlaşsaydı,
biz bugün kavga ediyor olur muyduk?
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Siz uzlaşmayı sevmezsiniz.
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Cumhurbaşkanı seçilirdi ve bu dava biterdi.
Şimdi, siz, bakın, kendi
hatanızdan ötürü, görüşme yapmıyorsunuz, uzlaşmıyorsunuz,
"Dediğim dedik, dediğim dedik."
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - CHP uzlaşamaz!
UĞUR AKSÖZ (Devamla)
- Peki, o zaman, bu büyük millet de 22 Temmuzda "Dediğim dedik."
derse ne yapacaksınız?
Saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Aksöz,
teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
bir hususu açıklamama izin veriniz.
Saygıdeğer arkadaşlar,
tezkere, 25 Mayıs 2007 tarihi itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine
gelmiştir -biraz önce de ifade etmiştim- yani dün itibarıyla ve Anayasa
Komisyonuna havale edilmiştir. İsteyen arkadaşlarımız, arzu
eden arkadaşlarımız bu hususta daha önceden de yapılmış olan işlemleri,
muameleleri görebilirler. Daha önceden de bu tip muameleler yapılmıştır
ve resmî işlem başlamıştır.
Benim ifade ettiğim
husus şudur: Tezkere, bir teamül gereği olarak Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bilgisine arz edilmektedir, Genel Kurulun.
ALİ TOPUZ (İstanbul)
- Özel bir uygulamadır bu.
BAŞKAN - Sayın Aksöz, dinleyiniz efendim.
Tezkerenin okunması,
yani, bir teamüldür.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Herhangi bir yasa
değildir.
BAŞKAN - İç Tüzük'te okunmasını gerektirecek
amir bir hüküm yoktur. Bunu söyledim ve bu husus kayıtlarda açıkça
bellidir.
ATİLA EMEK (Antalya) - Siz, İç Tüzük ihdası
yaptınız.
BAŞKAN - Hukuki yorumları hukukçular
arasında çokça tartışılır, ama, bizim yaptığımız işlemler İç Tüzük'e
uygundur. Anayasa Komisyonuna daha önceden de bu tip havaleler yapılmıştır
ve durumu bilgilerinize arz ediyorum. İç Tüzük hükümlerine uygun
davranmıştır Başkanlık Divanı ve herhangi bir usulsüzlük yoktur.
Şimdi, AK Parti Grubunun
önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, alınan karar gereğince "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili Komisyon
raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı:
904)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer
alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları
Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri,
4'üncü sıraya alınan, Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam
ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu Raporu ile İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme
Alınma Önergesi'nin görüşmelerine başlıyoruz.
4.- Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Raporu
ile İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi
(1/1317) (S. Sayısı: 1428) (x)
BAŞKAN - Hükûmet? Yerinde.
Tasarı 1428 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına, Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan.
Sayın Ceylan, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında
Kanun Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
kanun tasarısının temel amacı, Merkezî Finans ve İhale Biriminin
Hazine Müsteşarlığı ile idarî ilişkisini, istihdam ve bütçe esaslarını
düzenlemektir. Bilindiği üzere, ülkemizin Avrupa Birliğine aday
ülke olarak tanınmasıyla birlikte, karşılıklı yükümlülükler çerçevesinde,
Avrupa Birliğinin katılım öncesi mali yardımlarından yararlanma
imkânları doğmuş, bu yardımların yönetimi konusunda ülkemizde de
aday ülkelere benzer tarzda bir sistem oluşturulmuştur. İşte, bu amaca
yönelik olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ve Avrupa Komisyonu
arasında 14 Şubat 2002 tarihinde imzalanan Mutabakat Zaptı, 30
Ocak 2003 tarih ve 4802 sayılı Kanun'la uygun bulunmuş ve bu işleri yürütmek
üzere Merkezî Finans ve İhale Birimi, resmen kurulmuş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; ifade ettiğim gibi, Merkezî Finans ve İhale Biriminin
esas görevi, Avrupa Birliğine katılım öncesi Avrupa Birliği tarafından
ülkemize sağlanan mali yardımların yönetimi ile ilgilidir. Birim,
Avrupa Birliğine bağlı bir teşkilat olmayıp, Türk idari yapısı
içinde uluslararası anlaşma ile tanımlanmış bulunan ve görevleri
özerk statüde ifa eden, idari açıdan Hazine Müsteşarlığına bağlı
bir birimdir.
(x) 1428 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Bütün aday ülkelerde
katılım öncesi benzer birimler kurulmuş ve görev yapmış bulunmaktadır.
Ülkemizde de Merkezî Finans ve İhale Birimi, mali yardım çerçevesinde
programlanmış işler için ihaleye çıkılması, sözleşme imzalanması,
muhasebe ve ödeme işlemlerinin yürütülmesi konularında tek sorumlu
birim olarak görev yapmaktadır. Birim, Avrupa Komisyonunun 8 Ekim
2003 tarihli kararıyla akredite edilmiştir. Akreditasyon, kısaca,
Birimin Avrupa Birliği ve Türkiye tarafından ortak finanse edilen
projeleri yönetmeye ehil olduğu anlamına gelmektedir. Merkezî Finans
ve İhale Biriminin kurulmasına yönelik 2003 yılında imzalanan Mutabakat
Zaptı'na daha sonra 1 No.lu Ek ile değişiklikler yapılmış ve 5500 sayılı
Kanun'la bu değişiklikler uygun bulunmuştur. Değişiklikler sonucunda,
Birim daha önce idari açıdan Avrupa Birliği Genel Sekreterliğine
bağlı iken bu sefer Hazine Müsteşarlığına bağlanmış, personelin
özlük hakları ve özel bir bütçeye sahip olması için özel bir yasal düzenleme
yapılması benimsenmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; 2005 yılında Avrupa Birliğiyle imzalanan Ek Mutabakat
Zaptı ile kabul edilen kurumun özel bir bütçesi ve personelin özlük
haklarıyla ilgili yasal düzenleme, maalesef bu zamana kadar gerçekleştirilememiştir.
2006 sonuna kadar bütçe ve personelin dışındaki diğer yasal sorunlara
çözüm getirilebilmiş, ancak bütçe ve personel konusu sorun olmaya
bu zamana kadar devam etmiş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
2007 yılı Şubat ayında Avrupa Komisyonu yetkilileri tarafından
bu konuyla ilgili tekrar bir izleme denetimi yapıldı. Bu sorunun
hâlâ çözülmediği bir kez daha görülmüş bulunmaktadır ve sorunun devam
etmesi hâlinde Merkezî Finans İhale Biriminin akreditasyonunun
iptal edileceği, Türk tarafına, üç ay içinde gerçekleşmediği takdirde
iptal edileceği resmen bildirilmiş bulunmaktadır. Şimdi ise, 6 Haziranda
Ortak İzleme Toplantısı gerçekleştirilecek Ankara'da. Bu toplantılar
altı ayda bir gerçekleştirilmektedir. Bu toplantıda da hâlâ kanunun
çıkmadığı ve düzenlemenin yapılmadığı görülürse -ki, bu ikinci
defa olacak- bu hususta çok ciddi bir yaptırım söz konusu olabilecek
ve birimin akreditasyonunun askıya alınabileceği ve iptal edilebileceği
söz konusu olabilecektir.
Peki, Birimin akreditasyonunun
iptal edilmesi, Avrupa Birliği tarafından iptal edilmesi durumunda
ortaya ne gibi sonuçlar çıkacak? Ona değinecek olursak, her şeyden
önce 2006 yılı finasman anlaşmasının imzalanması sıkıntıya girebilecektir
değerli arkadaşlarım. Bilindiği gibi, Türkiye aday ülke olduktan
sonra, 2002 yılından itibaren bugüne kadar çeşitli mali yardımlar
almaktadır ve 2006 yılı finansman anlaşması da yaklaşık 453 milyon
euroluk bir bütçe öngörmekte, bunun yaklaşık 379 milyon euroluk kısmı
Avrupa Birliği katkısı olarak öngörülmektedir.
Yine, bu kanun çıkmadığı
takdirde ve Birimle ilgili Ek Mutabakat zaptı'ndaki düzenlemeler
yapılmadığı takdirde, 2006 yılı yardımı çıkmadığı gibi, daha önceki
yıllardan devam etmekte olan programlara ait ödemeler de sıkıntıya
girebilecektir. Bu durum, yaklaşık 1 milyar euroluk yardımın sıkıntıya girmesi anlamına
da gelmektedir değerli arkadaşlarım ve bu konuyla ilgili bundan
önce yapılmış olan anlaşmaların, düzenlemelerin, taahhütlerin
de, her şeyin askıya alınması anlamına da gelebilecektir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Türkiye'nin Avrupa Birliğine aday ülke statüsü kazanmasından
sonra Merkezî Finans ve İhale Birimi tarafından yürütülen programlara
ait kısa mali bilgiler vermek istiyorum. Biraz önce de ifade ettiğim
gibi, Türkiye'nin Avrupa Birliğine aday ülke konumuna yükselmesinden
sonra, Merkezî Finans ve İhale Birimi tarafından yürütülen çeşitli
programlar söz konusudur. Bu programlar çerçevesinde, 2002 Ulusal
Programı'nda 107 milyon euroluk kısmı Avrupa Birliği bütçesinden
ve 20 milyon euroluk kısmı Türkiye bütçesinden olmak üzere, 127 milyon
euroluk bir program ve proje yürütülmektedir. 2003 yılında ise, 116
milyon euroluk kısmı Avrupa Birliği katkısı, 21,2 milyon euroluk
kısmı da Türkiye katkısı olmak üzere, yaklaşık 134 milyon euroluk
bir program yürütülmektedir. 2004 Ulusal Programı'nda ise 197 milyon
euroluk kısmı Avrupa Birliğinden, 34 milyon euroluk kısmı da Türkiye
katkısı olmak üzere 231 milyon euroluk bir proje yürütülmektedir.
2005 Ulusal Programı'nda ise Avrupa Birliği katkısı 232,5 milyon euro,
Türkiye katkısı ise 50,2 milyon euro olmak üzere toplam 282 milyon euroyu
bulmaktadır. Henüz imzalanmamış olan ve önümüzdeki aylar içinde imzalanmasını
beklediğimiz 2006 programına göre ise, Avrupa Birliğinin katkısı
379 milyon euro, Türkiye'nin katkısı ise 74 milyon euro olmak üzere
toplam 453 milyon euroluk bir proje ve yardım söz konusudur. Bunlara
ilaveten Doğu Anadolu Kalkınma Programı çerçevesinde Avrupa Birliğinin
45 milyon euroluk bir yardımı söz konusu, İdari İşbirliği Programı'nda
2,8 milyon euroluk yardım ve Kuş Gribi Programı'yla birlikte 10,5 milyon
euroluk katkılarla, mali yardımlarla birlikte, 2002 yılından itibaren
beş yıllık bir süreç içinde bu kapsamda Avrupa Birliğinin mali yardımı
1 milyar 88 milyon euroyu bulmakta ve Türkiye'nin 202 milyon euroluk
katkısıyla birlikte toplam 1 milyar 290 milyonluk bir mali yardım
söz konusu bulunmaktadır.
İşte, değerli arkadaşlarım,
eğer biz bu kanunu çıkaramadığımız takdirde, bu işleri yürüten
Merkezî Finans ve İhale Biriminin akreditasyonunun askıya alınması
veya iptal edilmesi söz konusu olacak, onun ötesinde de 2006 yılı finansman
programının imza edilmemesi, yürürlüğe girmemesi söz konusu olabilecektir.
Dolayısıyla, Türkiye, eğer böylesi bir durumla karşılaşacak olursa,
diğer olumsuzlukların yanında, sadece mali açıdan yaklaşık 1 milyar
euronun üzerinde bir yardım paketinin, bir projeler paketinin askıya
alınması veya ertelenmesi gibi ciddi anlamda bir sorunla karşı
karşıya kalmış olacağız.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bu nedenle, kanunun bir an önce çıkarılması takdir
edersiniz ki zaruret arz etmektedir. Hâlen, kurumun özel bir bütçesi
ve personel istihdamıyla ilgili kanuni bir düzenleme olmadığı
için eleman istihdamı konusunda da maalesef güçlükler yaşanmaktadır.
Hâlen, kurumda geçici görevli olarak 80 personel çalışmakta, kurumda
çalışan bu personel maaşlarını kendi kurumlarından almakta, dolayısıyla
kadrolarının bulunduğu kurumlardan geldikleri kuruma bağlı olarak
çalışanlar değişik maaşlar almaktadırlar. Son derece yoğun bir mesaisi
olan ve ileri düzeyde yabancı dil gerektiren bir işin az sayıdaki kamu
görevlisinin kişisel fedakârlıklarıyla uzun süre yürütülemeyeceği
açıktır. Nitekim, birimin mevcut durumuyla ilgili Avrupa Birliği organları tarafından da sık
sık eleştiri konusu yapılmaktadır. Dolayısıyla, gündemdeki tasarının
kanunlaşmasıyla, sadece birimin bütçe ve personel teminine ilişkin
sorunları çözülmekle kalmayacak, Avrupa Birliği mali yardımlarının
sürekliliğinin temini açısından da önemli bir adım atılmış olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
tasarıyla kadro ihdası söz konusu olmayıp, birimin üstlendiği
işin tabii bir neticesi olarak geçici görevli kamu personeli ve kamu
kesimi dışından eleman temini öngörülmektedir. Her iki sınıf personel
de sözleşmeli olarak istihdam edilecek, devlet memurları, birimde
görevli bulundukları sürece, kendi kurumlarından ücretsiz izinli
sayılacaklardır. Birimin personel sayısı için önceden bir kadro
ihtiyacı tespit edilmesi mümkün olmadığından, ülkemize ayrılan
fonların türü ve parasal büyüklüğüne göre hazırlanan iş yükü analizleri
esas alınmaktadır. Örneğin, 2005 yılı finansman anlaşmasının imzalanabilmesi
için, Birimin personel sayısının 80 kişi olması şart koşulmuş iken
2006 yılı için bu sayı 100 olarak belirlenmiştir.
Tasarıda geçen
"ara yönetici" deyimi, Birimde hâlihazırda çalışmakta
olan kıdemli finans ve ihale yöneticisi ile sektör koordinatörlerini
ifade etmekte olup bunların sayısı ve nitelikleri, Birimin sorumluluğundaki
programların türüne ve büyüklüğüne göre değişebilmektedir. Bu
yüzden, Mutabakat Zaptı'nda, Birimin organizasyon şemasının, Avrupa
Birliği delegasyonu ve ulusal yetkilendirme görevlisinin, yani
Hazine Müsteşarının eş onayıyla belirlenmesi esası getirilmiştir.
Dolayısıyla, söz konusu unvanlar, kadro unvanı olmayıp o personelin
yaptığı işin niteliğine göre belirlenen görev unvanlarıdır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hemen belirtmeliyiz ki, bu tasarı, Birimin kuruluş
kanunu olmayacaktır. Birim, yukarıda değindiğimiz gibi, zaten,
uluslararası anlaşmayla önceden kurulmuş olup, bu tasarıyla, bütçe
ve personel istihdamına ilişkin sorunların çözülmesi amaçlanmaktadır.
Bilindiği üzere, bu gibi konuların, uluslararası anlaşmalarla
değil özel kanunlarda düzenlenmesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; biraz önce ifade ettim, bu kanun çıkmadığı takdirde
ve Ek Mutabakat Zaptı'nın gerekleri yerine getirilmediği takdirde,
Avrupa Birliği yardımlarını idare eden, yöneten Merkezi Finans ve
İhale Biriminin Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi tarafından akreditasyonunun
iptal edilebileceğini veya askıya alınabileceğini ifade etmiştim.
Bu sakıncanın dışında, değerli arkadaşlarım, akreditasyon bir şekilde
iptal edilmese ve finansman anlaşmaları imzalanmaya devam edilse
bile, tasarının genel gerekçesinde de açıklandığı üzere, hâlihazırda
Birimin idari giderleri Avrupa Birliği tarafından sağlanan bir
hibe kapsamında karşılanmakta olup, hibe sözleşmesinin süresi de
30 Eylül 2007 tarihinde sona ermektedir. Bu açıdan, bu kanun çıkmadığı
takdirde ve akreditasyon da askıya alındığı takdirde, Birim, idari
giderlerini karşılayabileceği bir bütçeye kavuşamaması hâlinde,
bu tarihten sonra fiilen çalışamaz hâle gelecektir ve dolayısıyla,
bu zamana kadar 1,3 milyar euroluk bir yardımı yöneten ve yine, bu zamana
kadar 400 ihale gerçekleştiren, 1.960 adet sözleşme imzalayan kurumun
da maalesef görevleri sıkıntıya girebilecektir.
İşte, açıklanan bu nedenlerle,
yüce Meclisimizin gündeminde bulunan tasarının bir an evvel kanunlaşması,
ülkemizin mali çıkarları ve Avrupa Birliğiyle olan ilişkiler açısından
hayati önem arz etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Merkezî Finans ve İhale Birimi bugün itibarıyla
837,4 milyon euroluk fonun yönetiminden sorumlu olarak görev yapmaktadır.
Birimin sorumluluğundaki fonların toplamı, biraz önce de ifade
ettiğim gibi, 2006 yılı finansman anlaşmasının imzalanmasıyla
birlikte yaklaşık 1,3 milyar euroya ulaşacaktır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; ifade etmeye çalıştığım tüm bu gerekçelerle, Merkezî
Finans ve İhale Birimimizin özel bir bütçeyi haiz olması ve personel
çalıştırmasıyla ilgili düzenlemeyle ilgili olan bu kanunun bir
an önce yasalaşması, Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimiz ve Avrupa
Birliğinden elde ettiğimiz yardımlar açısından zaruret arz etmektedir.
Eğer bu kanun biraz daha gecikecek olursa, çok ciddi anlamda sıkıntılar
ortaya çıkabilecektir.
İşte tüm bu nedenlerle,
bu kanunun iktidar ve muhalefetimizin gayretleriyle, destekleriyle
çıkmasını, bir an önce çıkmasını ve yürürlüğe girmesini arzu ediyoruz.
Katkıda bulunan bütün gruplarımıza, milletvekillerimize…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Ceylan, konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET CEYLAN (Devamla)
- Kanunun çıkmasında emeği geçen bütün kuruluşlara, başta Bakanlığımız
olmak üzere, Hazine Müsteşarlığımıza, Merkezî Finans İhale Kurumumuza
ve destek verecek olan iktidarımıza, muhalefetimize teşekkür
ediyorum.
Bu kanunun ülkemiz
için, Merkezî Finans İhale Kurumumuz için ve Avrupa Birliği ilişkilerimiz
açısından hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ceylan.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, saat 14.30'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.04
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.33
BAŞKAN : Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Onur Öymen.
Sayın Öymen, buyurun
efendim.
CHP GRUBU ADINA ONUR
ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Merkezi
Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun
Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
yüce Meclise arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
ilk bakışta, gündemimizdeki bu yasa teknik bir mesele gibi gözükebilir.
O bakımdan, değerli arkadaşlarımın da daha önce bu kürsüde söyledikleri
gibi, teknik açıdan bunu değerlendirmek kabildir. Bunu yapmak lazım,
bunu yapacağız. Ama, bundan ibaret değil mesele. Bu yasa çerçevesinde
şimdiye kadarki gelişmeler nasıl oldu, ne gibi sorunlar yaşadık
ve bütün bu çalışmalar hangi genel çerçeveye oturuyor buna bakmak
lazım.
Bir kere, Çok Değerli
Bakana sormak istiyoruz. Bu yasanın özünü teşkil eden Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetiyle Avrupa Birliği Komisyonu arasındaki Mutabakat Zaptı
ve ulusal fonun kurulmasına ilişkin Mutabakat Zaptı, Bakanlar Kurulu
tarafından 24 Şubat 2003 tarihinde imzalanmış. O tarihten bugüne
kadar bu yasayı niçin Meclise getiremedik acaba? Bu yasal düzenlemeyi
şimdiye kadar niçin yapamadık? Değerli arkadaşım Mehmet Ceylan,
biraz önce söyledi, "Çok sıkıntılı bir durum var, bunu bir an önce
geçirmemiz lazım" dedi. Doğrudur, ama, bu kadar zamanı acaba niçin
boşa harcadık?
Değerli arkadaşlar,
şimdi, uygulamada ne oldu? Yani, bu yasayı zamanında geçiremediğimiz
için ne oldu size söyleyeyim: Mevzuatımız yeterince düzenlenemediği
için, bu alanda görevlendirdiğimiz bazı devlet görevlilerinin maaşını
Avrupa Birliği ödedi biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti'nin memurlarının
bir bölümünün maaşını uzunca bir süre Avrupa Birliği bütçesinden
ödediler. Olacak iş değil! Türkiye Cumhuriyeti'nde biz böyle bir şeyi
ne zaman yaptık? Ne zamandan beri devlet görevlilerimizin maaşlarını,
ücretlerini yabancılara ödettik? İşte, bu yaşanmıştır. Niçin?
"Efendim, mevzuat müsait değil." Başka? "Efendim, başka
ülkelerde de var böyle yöntemler. İşte, biz onları uygulamak zorundayız
Türkiye'de, onun için bu kuruluşu meydana getirdik." Çok güzel!
Bu kuruluşun esas işi ne? Avrupa Birliğinden gelen paraları Türkiye'de
nasıl kullanacağız, nasıl ihale yapacağız, bu ihalelere kim katılacak,
hangi koşullarda katılacak falan… Onunla ilgi başka bir düzenleme
yüce Meclisten geçti. Bu konuyu görüşürken, Meclis Dışişleri Komisyonunda,
bir de baktık ki değerli arkadaşlarım, öyle bir sistem kuruluyor
ki, Avrupa Birliğinin parasıyla ve aynı zamanda Türk Hükûmetinin
de katkısıyla oluşturulacak fonlardan yararlanarak proje üstlenecek
yabancı firmalar varsa, bu yabancı firmalar hiç vergi ödemeyecek;
ne gelir vergisi ödeyecek ne katma değer vergisi ödeyecek, ama Türk
firmaları yararlanacaksa, onlar hem gelir vergisi ödeyecek hem de
katma değer vergisi ödeyecek. Dedik: "Böyle bir şey olabilir
mi?" Yani, bu kadar haksız bir rekabet ortamı yaratabilir miyiz?
Doğrudan doğruya Türk firmalarına zarar verecek böyle bir sistemi
siz nasıl yaparsınız? "Efendim, işte uygulama öyledir, böyledir
filan." dediler. "Peki, diğer aday ülkelerde de böyle bir uygulama
olmuş mu, orada nasıl olmuş bu iş?" dedik. "Efendim, işte inceledik."
dediler. Orada hem Avrupa Birliği firmaları hem de kendi ülkelerinin
firmaları, yani Polonya firması, Çek firması filan hepsi vergiden
muaf. Yani, bir Polonya firması Avrupa Birliği parasıyla bir iş yapacaksa
vergiden muaf olacak, ama Türk firması yapacaksa vergisini ödeyecek.
Bir tek Türkiye. "Başka hangi ülke bunu yapıyor?" dedik, başka
hiçbir ülkeyi çıkaramadılar ve bu vesileyle şunu da üzüntüyle söyleyeyim
ki, bu işlerin yürütülmesinde çeşitli kuruluşlarımız arasında
bazı önemli görüş ayrılıkları, yaklaşım farklılıkları olduğuna
da gördük.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bu konunun fazla ayrıntısına girmek istemiyorum, birkaç önemli konuda
söyleyeceklerim var, ama bu konuyla ilgili olarak şunu belirtmek
istiyorum: Avrupa Uyum Komisyonunda bu iş görüşüldükten sonra, değerli
arkadaşımız Sayın Gaye Erbatur bir muhalefet şerhi notu imzalamıştır.
Tavsiye ediyorum -önünüzdeki belgeye eklidir- lütfen okuyunuz. Göreceksiniz
ki, hazırlanan bu yasa tasarısı bizim devlet usullerimizle, devlet
geleneklerimizle hiç bağdaşmamaktadır. Yani, başlangıçta, eski
metinde "Merkezi Finans ve İhale Birimi Türk idare sisteminin
tamamlayıcı bir parçasıdır." diyoruz, şimdiki metinde, hayır
öyle demiyoruz, Merkezi Finans ve İhale Birimi Hazine Müsteşarlığına
bağlı bir birim olacak... Yani, nasıl olacak, bu nasıl bağlı olacak?
Belli değil. Hazinenin bir birimi mi olacak? Öyle bir ifade yok. Hazinenin
bir genel müdürlüğü mü olacak? O da belli değil. Yani devlet memuru
mu olacak bunun yöneticileri? Hayır, o da olmayacak, sözleşmeyle
gelecekler.
Yani o kadar çok hüküm
var ki bunun içinde bizim devlet anlayışımızla bağdaşmayan, devlet
sistemimizle bağdaşmayan, başka benzeri kuruluşlarımızda örneğini
bizim bulamadığımız. Birçok aykırılıklar var devlet sistemimize.
Bunlardan, en önemlilerinden bir tanesi şu: Hazinenin destek birimi
değil, hizmet birimi değil, tüzel kişiliği yok; yani bu gibi eksikleri
olan bir kuruluşu meydana getiriyoruz, hayata geçiriyoruz; denetimle
ilgili hüküm yok. Yani bunların kimin tarafından denetleneceği
tam olarak açık değil. Denetimle ilgili açık bir düzenlemeye de yer
verilmemiş.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bu konunun teknik ayrıntıları için daha fazla zamanınızı almak istemiyorum.
Böyle bir birim kurulması gerektiğini biz de biliyoruz, ilke olarak
buna karşı değiliz, ama biz isterdik ki, bir, bunu zamanında yapalım,
dört seneyi boşa harcamayalım ve bu süre içinde bu çalışmaları düzenli
bir biçimde yürütelim. İki, yaptığımız iş Anayasa'mıza, devlet anlayışımıza,
devlet personeliyle ilgili düzenlemelerimize uygun olsun. Bu da
değil maalesef. Yani, yapılan iş hem geç yapılmıştır hem eksik yapılmıştır
hem de yanlış yapılmıştır maalesef.
Ama işin esasına gelelim.
Değerli arkadaşlar,
şimdi bizim burada konuşmamız gereken bu meselenin aslıdır. Meselenin
aslı şudur… Zannediyorum ki çok değerli milletvekillerimizi de
ilgilendiriyor bu, onların da dinlemekten öğrenecekleri bazı unsurlar
olabilir.
Şimdi, burada, Avrupa
Birliğinden sağlanan hibeler nasıl hayata geçirilecek, nasıl kullanılacak
filan, bunu tartışıyoruz. Esas konuşmamız gereken şu: Türkiye'ye
Avrupa Birliği ne kadar mali katkıda bulunuyor ve diğer ülkelere,
benzeri ülkelere ne kadar katkıda bulunuyor? Bir bakalım.
Şimdi, bizim komşumuz
Yunanistan var biliyorsunuz. 1981 yılında üye oldu. Yunanistan Avrupa
Birliğinden kaç para aldı? Yunanistan 1981 yılından bu yana Avrupa
Birliğinden tam 84 milyar euro para almıştır, 84 milyar! Türkiye'nin
onda 1'i kadar nüfusu var. İspanya ne kadar almıştır? 110 milyar euro.
Türkiye ne kadar almıştır bu süre içinde? Türkiye'nin 1963 yılından
2005 yılının sonuna kadar, kırk iki yılda aldığı para toplam 1 milyar
700 milyon eurodan ibarettir. Yani bu, gerçekten, son derece hazin
bir tablodur. Bunu savunmak kabil değil. Bu, bugünün meselesi değil.
Yani bu, birikimin sonucudur ve Türkiye'nin nasıl bir muameleye maruz
kaldığını gösteriyor. "Şimdi, onları bırakalım efendim, onlar
üye ülkedir, biz üye değiliz filan."
Peki, diğer aday ülkeler
ne almış, bakalım. Görüyoruz ki, on tane üye var, yeni üye olan. Bunlar,
adaylık döneminde, 1990 yılından 2005 yılına kadar… Bunların nüfusu
toplam 75 milyon, yani, Türkiye'nin nüfusu civarında, bizimki de 73
milyon. 75 milyonluk aday ülkeler toplam olarak 31 milyar 251 milyonluk
bir hibe katkısı almışlar. Türkiye'nin aldığı para toplam 1 milyar
702 milyon, demin de söylediğim gibi. Demek ki, değerli arkadaşlar,
bu konuda ciddi bir mesele var karşımızda.
Şimdi denilebilir
ki: "Efendim, işte, onlara o kadar vermişler, bize bu kadar vermişler,
uğraştık, daha fazlasını alamadık, ne yapalım." Öyle değil.
Bu, doğrudan doğruya, Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili bir meseledir
değerli arkadaşlar. Dikkatle incelerseniz, Avrupa Birliğinin
2004 yılının Aralık ayında aldığı zirve kararını dikkatle okursanız,
orada şöyle ifadeler var, -diğer unsurları çok söyledik burada, onları
bırakıyoruz- deniyor ki: "Türkiye, Avrupa Birliği bir mali reform
yapmadan üye olamaz. Bu da, 2014 yılından önce olamaz." Yani şunu
demek istiyor: "Siz bütün yükümlülüklerinizi yerine getirseniz,
her şeyi yapsanız, biz mali reform yapmadan, sizi üye yapmayacağız."
Acaba niçin? Çünkü, size verecek paraları yok, mesele bu kadar
açık, bu kadar basit.
Avrupa Birliğinin
bütçesi, yaklaşık 125 milyar eurodur ve bu bütçenin özlü biçimde artırılmaması
konusunda da ilke mutabakatları var.
Şimdi, Türkiye bugün üye olsa, Avrupa Birliğinin bütçesinden
yaklaşık 16 milyar euro para alacak, yaklaşık 5,5 milyar euro Avrupa
Birliği bütçesine katkıda bulunacak, yani, net olarak -kredi, borç
filan değil, doğrudan doğruya Avrupa Birliğinin bütçesinin katkısı
olarak- Türkiye'ye yılda 11,5 milyar euro para verilecek. Bunun 8,5
milyar eurosu da tarım sektörüne gidecek.
Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliğinde bu parayı verecek kaynak yok. Onun için size diyorlar
ki: "Biz mali reform yapacağız, yani, bugünkü usulleri değiştireceğiz,
size bugün vermemiz gereken parayı vermeyeceğiz ve o nedenle, ancak,
size çok daha düşük bir para verebileceğimiz bir duruma gelirsek,
o zaman bakacağız." Yani, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanların
her zaman dile getirmedikleri, ama, bu gibi belgelerden okuduğumuz
gerçekler bunlardır. Biz, böyle teknik meselelerle, teknik belgelerle
boğuşurken, bu meselenin özünü gözden uzak tutamayız.
Bir şeyi daha size
söyleyeyim: Aynı zamanda Dünya Ticaret Örgütünde ne olduğuna bakacaksınız.
Doha'da Dünya Ticaret Örgütünün aldığı karar, 2014 yılına kadar tarım
sektörüne yapılan katkıların azaltılacağını, hatta, mümkünse sıfıra
indirileceğini söylüyor. Yani, demin size söyledim, şimdi, Türkiye
bugün üye olsa, bizim çiftçimizin cebine, aynen, Yunan çiftçisinin,
Polonya çiftçisinin, Bulgar çiftçisinin cebine girdiği gibi çok
büyük bir katkı girecek, borç filan değil, kredi değil, Avrupa Birliği
parası olarak bir katkı girecek 8,5 milyar. Ama, bir taraftan da öyle
bir sistem geliştiriliyor ki Dünya Ticaret Örgütünde, bu katkılar
tamamen sıfıra indiriliyor, o da 2014 yılında. Tesadüf o ki, bizim
zirve kararında da "2014 yılından önce Türkiye üye olamaz."
deniliyor. İşte, bunları, bizim burada konuşmamız lazım değerli
arkadaşlarım, yüce Mecliste bunları konuşacağız. Üyeliğimizin
önündeki bu engelleri konuşacağız. Bunlar bizim meselelerimiz.
Şimdi, bununla bitmiyor.
Yeni bir gelişme var. Bazı arkadaşlarımız bunu biliyor, Avrupa
Uyum Komisyonunda üye olanlar, ama, zannediyorum ki, yüce Meclisin
önünde bunlar tartışılmadı. Şimdi, önümüze her gün yeni bir engel çıkarılıyor.
En son çıkarılan engeli müsaade ederseniz size arz edeyim. O da şudur:
Almanya, kısa bir süre önce, bir çerçeve kararı tasarısı sundu Avrupa
Birliği Konseyine, Parlamento filan değil, doğrudan doğruya Avrupa
Birliğinin icra makamına. İlk başta bakıyorsunuz, ne diyor bu tasarı:
Efendim, bu tasarı, ırkçılıkla mücadele, yabancı düşmanlığıyla
mücadele, Yahudi düşmanlığıyla mücadele… Bunlara itirazımız
yok, ama bir hüküm daha koymuş. O da şu: "Soykırımı inkâr edenleri
hapis cezasına çarptıracaksınız" diyor. Ve bütün AB ülkelerini
bağlayacak bir karar bu. Burada konuştuk, Fransız meclisinin aldığı
kararı hepimiz oy birliğiyle takbih ettik, çok şiddetle tepki gösterdik.
Bu, Fransa'ya özgü olmayacak. Bu tasarı kabul edilmek üzere şu sırada.
Kabul edildiği anda, bütün Avrupa Birliği ülkeleri soykırım iddiasını
inkâr edenleri cezalandırmak zorunda kalacaklar, bunun için ceza
kanunlarını değiştirmek zorunda kalacaklar.
Değerli arkadaşlar,
bunları konuşmak zorundayız. Ve bunu yaparken çok önemli bir noktaya
dikkatinizi çekeyim -Meclis zabıtlarına bunu mutlaka kaydettirmemiz
lazım ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi bunun farkında değil miydi
demesinler- uluslararası alanda soykırım konusundaki en temel
belge olan 1948 tarihli Soykırımı Önleme Sözleşmesi'ni tamamen devre
dışı bırakıyorlar. Buna hiçbir atıf yok. Öyle anlaşılıyor ki, Türk
Hükûmeti teknik düzeyde "Aman ne yapıyorsunuz! İşte, bunun esası
1948 Sözleşmesi'dir. Bunu mutlaka buraya yazmanız lazım." diye
itirazda bulunmuş, ciddiye almamışlar Türkiye'nin itirazını. Tek
bir satırla, tek bir cümleyle bahsetmiyorlar bundan.
Neticede ne olacak? İşte,
Fransa gibi ülkelerin parlamentolarında aldıkları sözde soykırım
iddialarına dayanarak, üye ülkeler, "soykırım olmamıştır"
diyenleri cezalandırma yoluna gidecekler.
"Efendim, Ermeni
demiyor." Ermeni demiyor, ama Ermeni meselesini de kapsayacak
şekilde kaleme alınmış. Nereden biliyoruz? Çünkü, 1948 Sözleşmesi'ne
atıfta bulunsa bu Ermeni iddialarını dışarıda bırakıyor. Çünkü,
uluslararası hukuk, millî hukuk gibi, makabline şamil olmuyor, geçmişe
geçerli olmuyor. Halbuki, bu, hazırlanan metin, doğrudan doğruya
geçmişe de geçerli oluyor, yani geçmişteki soykırım iddialarına
da geçerli oluyor. İşte, biz, Avrupa Birliğinin Ankara'daki temsilcisini
davet ettik, bazı büyükelçileri davet ettik, Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu olarak çalışıyoruz, ama tatile girmeden yüce Meclisin
bilgisine bunu getirmek istedik.
Yani, neticede ne
olacak? Bu metin kabul edildiğinde -belki bir iki aya kadar kabul edilecek-
Avrupa hukukunun bir parçası olacak ve siz, üye olmak istediğiniz
zaman, üyelik sürecinde karar aşamasana geldiğiniz zaman size diyecekler
ki, bak, Avrupa hukukunun tamamını kabul etmek zorundasınız, bunu
da kabul edeceksiniz, yani soykırımın inkârını siz de yasaklayacaksınız
Ceza Kanunu'nuzda. Yani, Fransa ne yaptıysa, Türkiye de onu yapmak
zorunda kalacak. Bunun daha ayrıntıları var, girmiyorum; millî mahkeme
kararına bağlıyorlar, bu da 1948 Sözleşmesi'ne aykırı.
Yani, değerli arkadaşlarım,
biz, zamanımızı bu işlere ayırmak zorundayız. Meclisin son günlerini,
biz, zannediyorum ki, bu gibi konuları tartışmaya ayırsak çok isabetli
bir iş yapmış olurduk. Çok değerli arkadaşım Yaşar Yakış büyük bir titizlikle
bu konuyu takip ediyor, kendisine teşekkür ediyorum bu vesileyle,
ama, bu, hepimizin sorunudur, hepimizin konusudur ve zannediyorum
ki, biz Meclis olarak bunların üstüne gideceğiz. Bunu yapmıyoruz.
Ne yapıyoruz? Alelacele bir Anayasa değişikliği yoluna gidiyoruz.
Bu konu benim şu andaki konuşmamın konusu değil, değerli arkadaşlarım
da görüşlerimizi çok iyi bir şekilde, ayrıntılı bir şekilde anlattılar,
onlara bir şey söylemeyeceğim. Yalnız, çok değerli Adalet ve Kalkınma
Partisi sözcüsü arkadaşım dünyadan örnekler verdi, işte, halkın
cumhurbaşkanını seçtiği ülkelerden örnekler verdi filan.
Şimdi, bu vesileyle,
mademki dünyadan bahsediyoruz, müsaade ederseniz size bir cümleyle
şunu hatırlatayım: Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçim kararı
aldıktan sonra Anayasa değişikliği yoluna gitmesinin dünyada
bir tane örneği yoktur. Biz çok aradık, bulamadık. Seçim kararı almış
bir parlamentonun anayasa değişikliğine gittiğinin örneğini
biz bulamadık. Siz bulursanız lütfen bize de söyleyin, bizim de irfanımız
artmış olur, biz de öğrenmiş oluruz. Bu gibi konularda, daima, gelecek
parlamentoya bırakılır görev. Bırakınız anayasa değişikliği gibi
konuları, önemli ihaleler yapmazlar hükûmetler. Bırakınız onu,
hükûmetler, siyasiler devlet parasıyla uçağa binmezler meclis seçim
kararı aldıktan sonra. Bu kadar titizlikle hareket edilir, çünkü,
yetki, artık, belli ki, kısa bir süre sonra oluşturulacak meclise
aittir.
Şimdi, biz, bunları
bilmeden, bunları düşünmeden, alelacele, gece yarısı çalışmalarıyla
Anayasa değişikliğine gidersek, şunu biliniz -içeriği hakkında
çok şey söylendi, daha da söylenecek ama, şunu bilhassa tescil ettirmek
istiyorum, vatandaşlarımızın da bilgisine sunuyorum ki- dünyada
bir tek örneği yoktur. Artı, gene, arkadaşım, halkın doğrudan seçtiği
ülkelerden bahsetti Avrupa'da ve bu arada, Fransa'dan bahsetti.
Değerli arkadaşlarım,
size bu konuda da kısa bir bilgi vereyim. Bahsettiği Fransa Anayasası,
1958 tarihli İkinci Cumhuriyet Anayasası'dır ve Fransız hukukçularının
oy birliğiyle belirttiği görüş şudur: Bütün Avrupa ülkeleri arasında
en antidemokratik anayasa Fransız Anayasası'dır. Niçin? Çünkü, öyle
yetkiler vermişler ki o zaman De Gaulle Cumhurbaşkanı olacak diye,
hiçbir uygar ülkede, hiçbir demokratik ülkede örneği yok. Dilediği
zaman meclisi feshediyor, altı ay süreyle Fransa'yı kararnamelerle
idare ediyor.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, konuşmanızı
tamamlayınız.
ONUR ÖYMEN (Devamla)
- Tamamlıyorum.
1958 Anayasası çerçevesindeki
bu yetkilerini De Gaulle'ün kullanmasına ramak kalmıştı 68 olayları
sırasında, gitti Almanya'ya, oradaki Fransız Birlikleri Komutanı
Massu'yle konuştu. Doğrudan doğruya askerî idare kuracaktı Fransa'da,
bu Anayasa'ya dayanarak. Onun için, katiyen zannetmeyin ki, halkın
seçtiği, doğrudan doğruya cumhurbaşkanını seçtiği rejimler çok
demokratik rejimlerdir, fakat, parlamentonun seçtiği rejimlerin
demokrasiyle alakası yoktur. Hiç doğru değil.
Bu arada, bir son cümle
olarak şunu da söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, bütün ülkeleri, büyük
ve küçük, müttefik olan ve olmayan, bütün ülkeleri uyarıyoruz:
"Türkiye'deki iç politika tartışmalarına lütfen karışmayın;
lütfen, bunların dışında kalın." Kalkıp da, yabancı ülkeler,
Türkiye'de Anayasa öyle mi olsun, böyle mi olsun, bu konuda, lütfen
görüşlerini kendilerine saklasınlar, bu konuda Türkiye Büyük
Millet Meclisi karar verir, Türk halkı karar verir. (CHP sıralarından
alkışlar) Biz, yabancıların telkiniyle, teşvikiyle, önerisiyle
Anayasa değiştirecek bir millet değiliz. Onun için uyarıyoruz: Hiç
kimse Türkiye'ye neyi nasıl yapacağını öğretmeye kalkmasın, hiç
kimse Türk halkına kime oy vereceğini söylemeye kalkmasın. Türk
halkı bunu çok iyi bilir ve ben inanıyorum ki, bu Mecliste görev yapan
hiçbir milletvekili yabancıların desteğiyle seçilip bir kere daha
bu koltuklara oturmak istemez. Bu görüşlerimi de bu vesileyle ifade
etmek istiyorum.
Bizim tavrımız, bu yasayla
ilgili bu söylediğim nedenlerle bellidir. İlke olarak, böyle bir
kurumun kurulmasına karşı değiliz. Biz de oy verirdik; eğer, bizim
devlet sistemimize, personel rejimimize, Anayasa'mıza uygun bir
metin olarak hazırlanmış olsaydı.
Bu vesileyle, değerli
arkadaşlarım, yüce Meclise en içten saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Batman
Milletvekili Afif Demirkıran.
Buyurun Sayın Demirkıran.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AFİF DEMİRKIRAN (Batman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Merkezi Finans
ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun Tasarısının
geneli üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Değerli Büyükelçi Onur Öymen Beyefendi, biraz
önce bir cümle kullandılar, dediler ki: "Dünyanın hiçbir parlamentosunda
seçim kararı alındıktan sonra anayasa değişikliği, böyle bir şeyi
biz aradık, bulamadık, vaki değildir."
Ben de buna şu şekilde
mukabelede bulunmak istiyorum: Dünyanın hiçbir parlamentosunda
-bizim de tespitlerimize göre- "seçilir" ile "toplanır"
sayılarının eşteş olduğu, yani, herkesin "184" olarak öngördüğü…
Anayasa Mahkemesi kararını vermiş, onun için burada yorum yapabilme
hakkımız var. Her ne kadar saygıyla uyguladık, ancak bütün hukukçular,
bütün Anayasa hukukçuları "184" olarak toplantı sayısını
öngörmekte iken, Anayasa Mahkemesi aksine karar verdi. Bir başka
parlamentoda da bir başka dünya parlamentosunda da böyle bir husus
yoktur, ben de bunu ifade etmek istiyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- "Seçilir" kelimesi ile "toplanır" kelimesi birbirine
karıştı.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Evet, yani "seçilir" ile "toplanır" veyahut da
"karar" ile "toplantı yeter sayıları"nın aynı olması
hususu.
RASİM ÇAKIR (Edirne)
- Burhan Kuzu'nun dışında hiç kimse öyle bir şey demedi.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esasen, kanunlaşmasını
beklediğimiz tasarı, Merkezî Finans ve İhale Biriminin kuruluşuna
ilişkin bir tasarı değildir, bir kuruluş kanunu söz konusu değildir.
Zaten kurulu bulunan ve beş yıldır hizmet veren bir kurumun personel
yapısının güçlendirilmesi, kendi bütçe imkânlarına sahip olması
ve böylece, AB mali yardımlarının maksimum ölçüde kullanılabilmesi
için yapılması gereken düzenlemeler söz konusudur.
AB mali yardımları
derken, Türkiye-AB ilişkilerine baktığımız zaman, bu mali ilişkilerin
üç dönem hâlinde tesis edilmiş olduğunu görüyoruz. Bir tanesi, gümrük
birliği öncesi Türkiye verilen yardımlar, yani 1963-1995 yılları
arası.
Miktarına baktığımız
zaman, kredi ve hibelerin toplamı -taahhüt edilen- 1,6 milyar dolar.
Biraz önce, Değerli Büyükelçim, Değerli Milletvekilim ifade etti
toplamı, ama ben de bölümlere, periyotlara bölerek ifade edeyim:
Ancak 1 milyar doları kullanılmış. Bu da Ankara Anlaşması Ek Mali
Protokolü çerçevesinde yürütülmüş.
Gümrük Birliği dönemine geldiğimizde,
yani 1996-1999 yılları arasında Ortaklık Konseyi kararıyla, Gümrük
Birliği sonrasında Türkiye'ye AB bütçe kaynaklarından ve Topluluğun
Akdeniz ülkelerine yönelik programından kredi ve hibe yapılması
öngörülmüştür. Taahhüt edilen miktar 2 milyar 275 milyon avro, kullanılan
ise sadece 690 milyon avro. Bu, ağırlıklı olarak Yunanistan vetosu
nedeniyledir.
Adaylık dönemi: Katılım
Öncesi Mali Protokol, malumunuz olduğu gibi, Avrupa Birliğinin
10-11 Aralık 1999 tarihinde gerçekleştirdiği Helsinki Zirvesi'nde
ülkemizin tam üyeliğe adaylığının kabul edilmesiyle Türkiye-Avrupa
Birliği ilişkileri yeni bir sürece girmiştir ve buradaki mali yardımlar,
MEDA programı çerçevesinde oluşturulmuş ve bu mali programın 2002,
2003, 2004 yıllarındaki gerçekleşmeleri, 2005 yılında imzalanan
ve fakat henüz sözleşmeye bağlanmayan
miktarı ve 2006 yılı -henüz imzalanmamış, ki, imzalanması için bu
biraz önce ifade ettiğimiz ve şu anda görüştüğümüz kanunun çıkması
gerekiyor- ile beraber 1,3 milyar dolarlık bir miktara tekabül etmektedir.
Değerli arkadaşlar,
2007 yılından itibaren 2013 yılına kadar Avrupa Birliğiyle mali işbirliğimiz
bir "Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı" İngilizce kısaltılmış
ismiyle IPA dönemine girmiş bulunuyoruz. 2010 yılına kadar her sene
alacağımız miktar aşağı yukarı belirlenmiş bulunup, 2 milyar 250
milyon dolardır ortalama. Yani, 500 milyon dolardan başlayıp artan
bir seyir ile toplam 2 milyar 250 milyon dolara baliğ olacaktır. Ancak,
2013 yılına kadarki Avrupa Birliğinin katılım öncesi mali yardımı
toplamı 11,4 milyar dolardır. Bu, Türkiye'nin yanı sıra, Hırvatistan,
Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan-Karadağ ve Makedonya'yı kapsamaktadır.
Eğer, mali bünyemizi güçlendirir, kurumlarımızı doğru dürüst çalışır
vaziyete getirir, eleman takviyesi yaparsak bu mali yardımdan maksimum
seviyede istifade edebilme imkânımız var, önü açıktır. Ne kadar çok
proje üretebilirsek o kadar çok kullanabilme imkânı var. Öngörü, ortalama
yıllık 600 milyon dolar civarında olmakla beraber -ki, bu 4 milyar
dolar civarında bir rakama baliğ oluyor- ben, arkadaşlarımızla
yapmış olduğumuz görüşmelerde de 5-6 milyar dolarını rahatlıkla,
hatta daha fazlasını da rahatlıkla kullanabilme imkânında olduğumuza
inanıyorum.
Tabii ki, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerde mali yardım her şeyin başında değil. Biraz önce Sayın
Öymen, uzun bir süre içinde çok az bir miktar yardımın kullanılabildiğini
ifade ettiler. Yani, biz zamanında eğer Avrupa Birliğine üye olabilmiş
olsaydık, İspanya'nın, Yunanistan'ın, diğer ülkelerin almış olduğu
yardımlar kadar biz de alacaktık. Ha, ileride olabilecekmiş o da ayrı.
Bu, biraz önce ifade ettiğim 5-6 milyar avroluk yardımı kullanabilecek
miyiz o da ayrı. Ama, burada önemli olan, bir hedef konmuştur, ulusal
bir hedeftir, Avrupa Birliğine üyeliktir. Yardımlar vesaire ikinci
planda gelir. Ama, mademki bu yola çıkmışız, mademki kurumsal yapımızı
ona göre adapte edeceğiz, mademki bölgeler arasındaki farklılıkları
ortadan kaldıracağız, mademki istihdamı artıracağız, mademki
sınır ötesi komşularımızla çeşitli projeler geliştireceğiz, o
zaman, bunu bihakkın yapmak lazım, buna göre organize olmak lazım
ve Merkezî Finans ve İhale Birimini de buna göre güçlendirmek lazım,
kendi bütçesine kavuşturmak lazım, kendi personel alımını sağlamak
lazım.
Şu anda burada çalışan,
bu kurumda çalışan personel aşağı yukarı 80 civarındadır. Bu rakam,
esasen, o yılki yardımların, mali yardımların miktarı ve karakteriyle
bağımlı olarak artırılmaktadır. Mesela, 2006 yılındaki paket
için, 100 tane eleman öngörülmektedir. Ancak, elemanların her birisi
değişik kurumlardan gelmiş, burada istihdam edilmiştir. Çünkü, kendi
ücretlerini kendi kurumlarından almış oldukları için, her birinin
değişik ücretleri var, her birinin değişik statüsü var. Eğer, biz,
bu kanunu, bugün, burada yüce Parlamentonun oylarıyla geçirir
isek, hem mevcut orada çalışan arkadaşlarımız kendi kurumlarında
kadroları kalmak kaydıyla -burada sözleşmeli- buranın ücretini
alabilecekler- Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Müsteşarlığı,
Başbakanlıkta olduğu gibi- ve ilave, sözleşmeli, kaliteli, iyi lisan
bilen gençler de alınabilecek ve ona göre, biraz önce bahsettiğim,
11,4 milyar avro, -2013 yılına kadarki- Avrupa Birliği katılım öncesi
mali yardımından çok daha fazla istifade edebilme imkânımız olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben, konuşmamı burada noktalayayım. Maddeler
üzerinde, olayın teknik detaylarına biraz daha gireceğiz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Demirkıran.
Şahsı adına, Karabük
Milletvekili Mehmet Ceylan.
Buyurun Sayın Ceylan.
MEHMET CEYLAN (Karabük)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, Türkiye-Avrupa
Birliği ilişkilerinde, Avrupa Birliğinin mali kaynaklarından yararlanma
noktasında önemli bir kanun tasarısını görüşmekteyiz.
Daha önce de ifade ettiğim
gibi, Türkiye Avrupa Birliğine aday olduktan sonra, Avrupa Birliğinin
mali yardımlarından yararlanma açısından, Türkiye ile Avrupa Konseyi
arasında imzalanan bir mutabakat zaptıyla, bu işlerin yürütülmesi,
ihalelerin yapılması, sözleşmelerin imzalanması, tüm bu işlerin
yürütülmesi açısından, Merkezî Finans ve İhale Birimi, Hazine Müsteşarlığına
bağlı olarak 2003 yılında kurulmuş ve bugüne kadar da görevlerini
yürütmektedir.
Ancak, zaman içinde
Avrupa Konseyiyle imzalanan ikinci bir Ek Mutabakat Zaptı'yla, bu
alanda görülen eksikliklerin giderilmesi açısından bazı düzenlemelere
ihtiyaç olduğu ortaya çıkmış ve bu, Türkiye ile Avrupa Konseyi arasında
imzalanan ikinci ek bir Mutabakat Zaptı'yla da kayıt altına alınmıştır.
Dolayısıyla, Avrupa
Birliğinin Türkiye'den beklediği konu, özellikle Merkezi Finans
ve İhale Biriminin, istihdam ve özel bir bütçeye sahip olması açısından
kanuni bir düzenleme beklenmektedir. İşte, böylesi bir düzenleme
bu zamana kadar yapılamamıştır. Tabii ki, daha fazla gecikmesi durumunda,
bu Birimimizin çalışmasını da aksatacak ve Avrupa Birliğinden
yardımlar konusunda önemli tıkanmalar yaşanabilecektir.
İşte, bu maksatla bu
kanun tasarısı huzurunuza getirilmiştir. İnşallah, sizlerin değerli
oylarıyla kanunlaştığı takdirde, Merkezî Finans ve İhale Biriminin
görevleri daha sağlıklı bir şekilde bundan sonra da yapılabilecek
ve Avrupa Konseyi tarafından da akreditasyon sorunu ortadan kalkmış
olacaktır. Aksi takdirde, daha önce de ben ve arkadaşlarımın ifade
ettiği gibi, şu anda 2002 yılından itibaren bu zamana kadar kullandırılan
ve 2006 yılı programıyla kullandırılacak olan toplam 1,3 milyar dolarlık
bir yardımın da askıya alınması veya kullandırılmaması gibi ciddi
anlamda sıkıntılar söz konusu olabilecektir.
Onun ötesinde, şu anda
Merkezî Finans ve İhale Biriminin bütün harcamaları Avrupa Birliği
tarafından hibe yoluyla sağlanmaktadır ve bu süre de eylül ayında
dolmaktadır. Dolayısıyla, eğer biz bu kanunu çıkaramazsak veya gecikecek
olursa, bu anlamda da ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmış olacağız.
Bu açıdan, bu kanun bir an önce yasalaştırılarak, Merkezî Finans ve
İhale Birimimizin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması amaçlanmış
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Değerli Onur Öymen Beyefendi, konuşmasında, tabii,
haklı olarak, kanun tasarısında Birimin Hazine Müsteşarlığına
bağlılığı konusunda bazı tereddütlerini ifade etti ve onun ötesinde
denetim konusuyla ilgili bazı tereddütlerini ifade etti. Şunu
ifade etmek isterim: Merkezî Finans ve İhale Birimi, özerk bir yapıda
kurulmuştur ve kurulmaktadır. Hazine Müsteşarlığına sadece idari
açıdan bağlı olmaktadır. Yani, Müsteşarlıkla idari ilişkisi, Birimin
fonksiyonel özerkliğine hiçbir zaman zarar getirmeyecek bir şekilde
düzenlenmiş olup, Birim Başkanının ve diğer çalışanlarının mutabakat
zaptındaki düzenlemelere uygun şekilde atanmalarının sağlanması,
gerekli bütçe kaynağının aktarılması konularıyla sınırlıdır. Yani,
özetle, Hazine Müsteşarlığına idari açıdan bağlantısı, ifade ettiğim
gibi, sadece bütçe kaynağının aktarılması konularıyla sınırlıdır.
Onun ötesinde, Mutabakat Zaptı'nda da ifade edildiği şekliyle, birimin
görevlerini ifa ederken, yani ihalelerin yapılması ve sözleşmelerin
imza edilmesi gibi tüm bu işlemlerde, raporlama işlemlerinde, asla
hiçbir makamdan, merciden izin alması gerekmiyor. Bu anlamda, tam
manasıyla fonksiyonel bir özerkliğe sahiptir. Özetle -tekraren söylüyorum-
Müsteşarlıkla ilişkisi, sadece idari bir bağlantıdır.
Diğer taraftan, kurumun
denetimiyle ilgili bazı tereddütler ifade edildi. Bu konuda da tereddüde
mahal yok değerli arkadaşlarım, çünkü Birimin yönetimindeki bütün
fonların denetimi, yine, ayrı bir mutabakat zaptıyla kurulmuş bulunan
Hazine Müsteşarlığı bünyesindeki ulusal fon kayıtları üzerinden
Sayıştay tarafından gerçekleştirilmektedir. Yani, kurumun denetimsiz
kalması gibi bir konu asla söz konusu değil, Sayıştay tarafından
denetimi söz konusudur. Yine, bu Birimin tasarının kanunlaşmasıyla
kavuşacağı bütçe kaynağı da idari açıdan bağlı bulunduğu Hazine
Müsteşarlığı bütçesinden karşılanacağından dolayı, aynı kapsamda
denetime tabidir.
Değerli arkadaşlarım,
bu duygu ve düşünce içinde, kanun tasarısının, tekrar, Merkezî Finans
ve İhale Birimimize, ülkemize hayırlı olmasını diliyorum, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
MERKEZİ FİNANS VE İHALE BİRİMİNİN İSTİHDAM VE BÜTÇE ESASLARI
HAKKINDA KANUN TASARISI
Amaç
MADDE 1- (1) Bu Kanunun
amacı, Merkezi Finans ve İhale Biriminin Hazine Müsteşarlığı ile
idarî ilişkisini, istihdam ve bütçe esaslarını düzenlemektir.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu.
Sayın Kılıçdaroğlu,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Öymen, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına konuşmasını yaparken, bu tasarının niçin
bu kadar geciktiğine vurgu yaptı. Gerçekten, şunu anlamak mümkün
değil: 14 Şubat 2002 tarihinde Mutabakat Zaptı'nı imzalıyorsunuz,
2002; 30 Ocak 2003'te bu Mutabakat Zaptı Parlamentodan geçiyor ve yasalaşıyor;
29 Mart 2007'de Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda görüşülüyor;
2003-2007, tam dört yıl...
Şimdi, sormak gerekiyor:
Sayın Ceylan, konuşmasını yaparken "Bu çok önemlidir. Bunun bir
an önce çıkması lazım. Yoksa, 1 milyar euroluk alacağı, hibeyi alamayacağız."
dedi. İki açıdan, bir sefer, doğru değil bu. Bunun, eğer çıkması bu hibeye
bağlı ise bu hibenin bir an önce gelmesi lazımdı ve AKP Hükûmeti -hatırlarsınız-
1 milyar dolarlık bir yardımı alabilmek için, Dubai'de, "Kuzey
Irak'a girmeyeceğiz" diye anlaşma imzaladı, bu Hükûmet, Sayın
Ali Babacan. Sayın Ali Babacan'a Plan Bütçe Komisyonunda sordum:
"Sayın Bakan, siz, 1 milyar doları almak için siyasi şart koştunuz
bu ekonomik anlaşmanın içine, dediniz ki: 'Biz, Kuzey Irak'a girmeyeceğiz,
bu parayı verirseniz bize.' Siz, bu anlaşmayı imzalarken, Hükûmetin
haberi var mıydı, Sayın Başbakanın haberi var mıydı?" Sayın Bakan
uzun süre dolaştı, sonunda da "Evet, biz bir hükûmetiz, Hükûmetin
de haberi vardır." dedi.
Şimdi, Sayın Bakana
sormak isterim: Gerçekten de Kuzey Irak'a girmeme koşulunu, o imzayı
atarken Sayın Bakan, biliyor muydu, bilmiyor muydu? Bu kürsüye gelsin,
burada Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına ve Parlamentoya hesabını
versin! Ben eminim ki, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu, bu anlaşmadan
ötürü rencide olmuştur. Nasıl, böyle bir anlaşmayı Türkiye Cumhuriyeti'nin
bir bakanı imzalar?
Şimdi, geliyorum başka
bir konuya. Efendim, 1,3 milyar avro yardım gelecekmiş bize. Şimdi,
Türkiye Cumhuriyeti, dünyanın yirmi büyük ekonomisinden birisidir.
Avrupa Birliğinin, Türkiye'yi dilenci konumuna getirmesine kimsenin
izin vermemesi lazım ve biz, bu yasa burada görüşülürken de
"efendim, 1 milyar avro gelecek, bu acele çıksın." Ne demek 1
milyar avro? 1 milyar avro, ben şimdi size rakam vereyim: Romanya ve
Bulgaristan, AB'nin bunlara yaptığı yardım ne kadar biliyor musunuz?
10,4 milyar avro, 10,4 milyar… Türkiye'ye ne veriyor? 1,3 verecekmiş
de, biz bu yasayı çıkaralım da bir an önce gelsin.
Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliği ile ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti'ni edilgen durumuna
düşüren, her talimata başüstüne diyen bir hükûmet var şu anda. Bu
Hükûmetten kurtulmadıkça Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri
dengeli, düzenli ve tutarlı yürümez, yürümediğini de görüyoruz.
Her şeye talimat veriyorlar, Hükûmet de "başüstüne" diyor.
Bu anlayışı kırmamız lazım.
Bakın, ben size Sayın
Ali Babacan ile ilgili bir konuyu daha aktaracağım: Bu teklif Plan
Bütçe Komisyonunda görüşülürken geldi. Sayın Ali Babacan kürsüye
geldi, Hükûmet sıralarında oturdu. Plan Bütçe Komisyonunda Sayın Bakana
şu soruyu sorduk: Dedik ki: "Sayın Bakan, siz, Sayın Abdullah
Gül'ün Cumhurbaşkanı adayı ilan edildiği gün, AKP Grubunda siz şu lafı
ettiniz mi: 'Vatana, millete ve İslam âlemine hayırlı olsun.' Söylediniz
mi söylemediniz mi?"
Şimdi, Sayın Bakan gene
pas geçti: Tekrar sorduk. "Sayın Bakan, siz bu lafı ettiniz mi etmediniz
mi? Biz, Türkiye Cumhuriyeti'ne halife seçiyorsak söylediğiniz
laf doğrudur. Ama, Türkiye Cumhuriyeti'ne Cumhurbaşkanı seçiyorsak,
hele hele başmüzakereci olarak bu yanlıştır. Bunu nasıl ve hangi
gerekçeyle söylediniz?"
Şimdi, ben buradan,
yine Sayın Bakana soruyorum: Sayın Bakan, bu laf sizin yakanızda
kalacak. Gelin, burada o lafınızı düzeltin. Geleceksiniz bu kürsüde
düzelteceksiniz.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Talimat mı veriyorsunuz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Türkiye Cumhuriyeti
Parlamentosu halife seçmez. Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu
Türkiye Cumhuriyeti'ne Cumhurbaşkanı seçer. Siz, bunu…
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Elbette.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Ama Sayın Bakan söyleyecek. Sayın Bakan gelip, bu kürsüde
düzeltecek ve Türkiye Cumhuriyeti halkından özür dileyecek, özür
dileyecek.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Sayın Başkan, bu birazcık haddi aşan bir ifade, bu yanlış.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Haddi aşan Sayın Bakan.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Tarzınız yanlış. Böyle talimat verir gibi konuşamazsınız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Sayın Bakan gelecek, burada diyecek ki: "Ben haddimi
aştım, çok özür dilerim ve düzeltiyorum."
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Ama, siz de haddinizi aşıyorsunuz dikkat ederseniz, siz de haddinizi
aşıyorsunuz.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Böyle bir şey söylediğini duydunuz mu?
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Bende kaseti var, siz meraklanmayın. Ben bir şeyi burada
söylüyorsam, mutlaka bende belgesi vardır. Belgeyi ben size söyleyeyim
nereden alacaksınız: Açacaksınız RTÜK'e, NTV'nin o yayınını isteyeceksiniz,
orada Sayın Bakanın sesini dinleyeceksiniz. Yetiyor mu bu arkadaşlar? İnanmıyorsanız bana, açarsınız -RTÜK'te
sizin üyeleriniz var, AKP Grubunu temsil eden üyeler var, sizler seçtiniz-
oradan istersiniz.
CAHİT CAN (Sinop) - Kanaltürk'te
yayınlatıyorsunuz ya her şeyi, onu da yayınlat işte.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, geliyorum bir başka noktaya
daha.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya)
- Ne demiş, onu da söyle de madem, anlaşılsın.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Sayın Bakan mı?
MUSTAFA BAŞ (İstanbul)
- Ne demiş?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Söyledim arkadaşlar.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya)
- Tekrar et, tekrar et.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Sayın Kılıçdaroğlu…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - "Vatana, millete ve İslam âlemine hayırlı olsun."
diye Bakanın…
MUSTAFA BAŞ (İstanbul)
- Ne var? Ne mahzuru var? Yani, hayırsız mı olsun?
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, karşılıklı konuşmayalım. Sayın Kılıçdaroğlu, Genel
Kurula hitap ediniz.
Buyurun. (AK Parti sıralarından gürültüler)
Arkadaşlar…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Dini siyasete alet etmek doğru bir olay değildir.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul)
- İslam'dan ne kadar korkuyorsunuz!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - İslamiyet'ten asla korkmayız. İslam olduğumuz, Müslüman
olduğumuz için de gurur duyarız.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul)
- İslam'dan ne kadar korkuyorsun. Senin dinin İslam değil mi?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Müslümanlığımızdan
da hiçbir zaman vazgeçmeyiz, ama, sizin gibi, Müslümanlığı, gidip,
Almanya'da Müslümanlığı kullanıp, milletin cebinden para alan insanlar
da değiliz biz. (AK Parti sıralarından gürültüler) Evet…Evet…
CAHİT CAN (Sinop) -
Kim yapmış öyle? Ayıp oluyor bak…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - O zaman müdahale etmeyeceksiniz.
CAHİT CAN (Sinop) - Bu
grupta öyle bir şey yapan kimse yok.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Müdahale etmeyeceksiniz… Müdahale etmeyeceksiniz…
Müdahale ederseniz, kaybedersiniz arkadaşlar. Müdahale etmeyin.
Sayın Bakan başmüzakerecidir,
ben bu soruyu Sayın Bakana soruyorum. Biz hiçbir zaman… Dünyaya hayırlı
olur. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı bütün dünyaya hayırlı
olur. Niye dünyayı ayırıyorsunuz arkadaşlar? İslam dünyası da bizim
için hayırlıdır, Avrupa da, Amerika da, Rusya da, Türki cumhuriyetler
de. Niçin onları söylemiyoruz?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Bu Müslüman takıntısından vazgeçin. Müslümanları aşağılamaktan
vazgeçin. Müslümanları aşağılamayın!
BAŞKAN - Sayın Cantimur,
lütfen...
RESUL TOSUN (Tokat) -
"Dünyaya hayırlı olsun." desin, ne olur yani?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Bırakın şu İslam düşmanlığını. Yapmayın… Yapmayın lütfen.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Ya, aşağılayan mı var ya? Ne biçim laf? Aşağılayan mı var?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Müslümanlığı siyasete alet etmek…
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Siz ediyorsunuz, siz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) -… Müslümanlığı ticarete alet etmek, dünyanın en aşağılık
işidir. Bunu da buradan söylüyorum. Tabii…
RESUL TOSUN (Tokat) -
Yaşar Nuri'yi aday gösterdiniz…(AK Parti sıralarından gürültüler)
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) -Evet, gerçekten de Müslümanlığı ticarete ve siyasete
alet etmek dünyanın en aşağılık işidir, çünkü Müslümanlığa saygı duyan
birisi asla bu işe tevessül etmez.
Sayın Bakanı buraya
çağırıyorum. Sayın Bakan gelsin, "Ben bu lafı ettim, şu gerekçeyle…"
Niye gocunuyorsunuz? Gelsin, burada açıklasın.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Size ne! Cevap verdik işte. Gelir, gelmez, size ne!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Şimdi, geliyorum bir başka noktaya, değerli arkadaşlar,
başka bir noktaya geliyorum.
MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum)
- Peygamber lafını siz kullandınız.
BAŞKAN - Sayın Daloğlu,
arkadaşlar; konumuza dönelim.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Benim bu anlatımlarımdan rahatsız olanlar -bundan sonra
7 madde daha var- bu kürsüye gelirler, anlatırlar, biz de mutlu oluruz
değerli arkadaşlar.
Şimdi, bakın, Adalet
ve Kalkınma Partisi ve AKP Hükûmeti, Avrupa Birliğinin, Amerika'nın,
IMF'nin bütün talimatlarını eksiksiz yerine getiriyor ve size şunu
söyleyeyim: Bugün Ege Cansen'in bir güzel yazısı var, Hürriyet gazetesinde
çıktı, diyor ki: "Bu seçim öncesinde beni esas şaşkınlığım, ABD
ve AB'nin, AKP'nin tekrar iktidar olması için yürüttükleri müthiş kampanya."
Yani, siz, Türkiye'de kampanya yapmanıza gerek yok. Amerika Birleşik
Devletleri ve Avrupa Birliği sizin adınıza bu kampanyayı yürütüyor:
Bunlar tekrar iktidar olsun...”
Bakın, o kadar korkuyorlar
ki, CHP iktidar olursa bütün bu ilişkiler bitecek. Neden bitecek?
CHP iktidar olursa bu ilişkiler Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarları
doğrultusunda gelişecek, bundan korkuyorlar.
CAHİT CAN (Sinop) - Hayali konuşuyorsun.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Bakın
ne diyor Ege Cansen: "Batı kamuoyunu oluşturan medyanın büyük
gazete ve dergileri, AKP iktidarda kalmalıdır diye makale üzerine
makale döşeniyor."
CAHİT CAN (Sinop) - Çok mu doğru yazdıkları?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) -
"Tam tersi olurken, ABD'nin Ankara Büyükelçisi, pek yakında,
ABD'nin desteğiyle PKK terörünün biteceğini söylüyor… Gırtlağına
kadar dolara gark olmuş Türkiye'ye IMF, 1,2 milyar dolar daha kredi
veriyor. Hem de IMF'ye verilen sözlerin çoğu tutulmamışken. Gazetelerimiz,
her gün mutlaka bir iki Batılı işadamının ‘Türkiye'ye nasıl hayran
kaldığı’ haberi yapmaktan yorgun düştü. Dış ve iç sermaye çevrelerinden,
AKP'ye nasıl bir gaz veriliyor, hayret! Batılı büyüklerimiz, AKP'yi
iktidarda tutun, yoksa sonunuz kötü olur; kriz çıkar, aç ve açıkta kalırsınız
diye Türk milletini korkutuyor."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
CAHİT CAN (Sinop) - Size çalışıyor bunlar
yahu zaten!
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu,
konuşmanızı tamamlayınız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Size
Avrupa Birliğinden, Amerika Birleşik Devletleri'nden, IMF'den ne kadar
destek gelirse gelsin, 22 Temmuzda hep beraber göreceğiz. Türkiye
Cumhuriyeti'nin yurttaşları kendi ulusal çıkarlarına sonuna kadar
bağlı kalacaklardır. Amerika'nın, AB'nin önünde önlerini ilikleyip
onların her talimatına "evet" diyen iktidarı da sandığa
gömeceklerdir.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA BAŞ (İstanbul)
- 23 Temmuzda görüşürüz. Unutma bu sözlerini.
BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım,
konuşmalarda biraz sükûnet sağlayalım. 22 Temmuzda halkın iradesine
hep beraber boyun eğeceğiz. Onun için -buna herkes saygı gösteriyor
galiba- bunu da teyit etmiş olalım.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul)
- Herkes aynada kendini görecek.
BAŞKAN - Evet, şahsı
adına Aksaray Milletvekili Ali Rıza Alaboyun.
Sayın Alaboyun? Buradasınız.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Görüşülmekte olan
1428 sayılı Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe
Esasları Hakkında Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Saygılarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu tasarıyla beş yıldır hizmet veren bir kurumun personel yapısının
güçlendirilmesi, kendi bütçe imkânlarına sahip kılınması, böylece
AB mali yardımlarının maksimum ölçüde kullanılabilmesi için yapılması
gereken düzenlemeler söz konusudur.
Birimin kuruluşu zaten
30 Ocak 2003 tarihinde 4802 sayılı Kanun'la uygun bulduğumuz Mutabakat
Zaptı'yla gerçekleşmiştir. Söz konusu zabıtta daha sonra yapılan
değişiklikler de 5500 sayılı Kanun'la uygun bulunmuştu. Bu değişikliklerden
biri de, Birimin Hazine Müsteşarlığı ile idari ilişkisinin, personel
alımının, personelin statüsünün, personelin mali hakları ve bütçe
gibi konularının kapsamı ve detaylarının uygun bir yasal düzenlemeyle
tanzim edilmesi şeklinde düzenlemedir. Tasarının sevk ediliş amacı
budur. Uluslararası anlaşma ile yapılması öngörülen yasal düzenlemenin
gerçekleştirilmesi, hem AB'nin bu alandaki eleştirilerini ortadan
kaldıracak hem de ülkemizin AB üyelik sürecindeki kararlılığını
teyit etmiş olacaktır.
Dolayısıyla, tasarıya
salt bir personel istihdamı veya ücret sorununun çözülmesi olarak
bakmak yanlış olur. Bu tasarının kanunlaşması ile bilime sağlanacak
bütçe imkânı, aday ülke olmamız dolayısıyla hak ettiğimiz yardımların
yanında küçük bir şeydir. Salt personel sayısının yetersizliği ve
bütçe yokluğu gibi ülkemizin aslında kolayca üstesinden gelebileceği
sorunlar yüzünden AB fonlarından yararlanma imkânımızın kısıtlanmasına
razı olmayacağımıza dikkatlerinizi çekmek istiyor ve yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına Karabük
Milletvekili Mehmet Ceylan.
MEHMET CEYLAN (Karabük)
- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında
Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesini görüşmekteyiz. Bu 2'nci maddede
"Tanımlar" maddesi yer almış bulunmaktadır. Aslında bu maddeyle
getirilen tanımlar, esas itibarıyla Merkezî Finans ve İhale Biriminin
kuruluşunu düzenleyen Mutabakat Zaptı'nda yer almakta olup burada
yeniden tanımlanmaları söz konusu değildir. Maddede, Avrupa Birliği
mali yardımlarının yönetimi alanındaki temel fonksiyonları ifa
edecek kamu görevlileri tanımlanmaktadır. Burada görüldüğü gibi,
bu kanunun uygulanmasında işte ara yönetici kimdir, bakan, birim,
birim başkanı, destek personeli, komisyon kimlerden oluşur, Mutabakat
Zaptı nedir, müsteşarlık hangi müsteşarlık, ulusal yardım koordinatörü,
ulusal yetkilendirme görevlisi, uzman personeli tanımlamaktadır.
Aslında birimde çalışmakta
olan personele ilişkin tanımlamalar da esasen yeni getirilmiş değildir.
Mutabakat zaptının değişik 4'üncü maddesinde, Birimin organizasyon
şemasının Avrupa Birliği delegasyonu ve ulusal yetkilendirme görevlisinin
eş onayıyla belirleneceği öngörülmüş olup, hangi nitelikteki personelin,
hangi unvanlar altında, hangi görevleri ifa edeceği her iki tarafın
ortak onayıyla belirlenmektedir. Bu sistem, Birimin yürüttüğü görevlerin
farklı niteliğinden kaynaklanmaktadır.
Tekrar teşekkür ediyorum,
maddenin de hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yeter sayısı istiyorum…
BAŞKAN - Arayacağım.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır,
madde kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 2- (1) Bu Kanunun
uygulanmasında;
a) Ara Yönetici: Mutabakat
Zaptındaki usûl çerçevesinde belirlenen Birim organizasyon şemasında
gösterilen sayı ve unvanda, Birim Başkanı ile uzman personel arasında
yer alan personeli,
b) Bakan: Hazine Müsteşarlığının
bağlı bulunduğu bakanı,
c) Birim: Merkezi Finans
ve İhale Birimini,
ç) Birim Başkanı: Merkezi
Finans ve İhale Birimi Başkanını,
d) Destek personeli:
27/9/1984 tarihli ve 3046 sayılı Kanunda yardımcı birimlere ilişkin
olarak sayılan görevler çerçevesinde, idarî, malî, güvenlik ve sivil
savunma gibi destek hizmetlerini yerine getirmek üzere istihdam
edilen personeli,
e) Komisyon: Ulusal
Yetkilendirme Görevlisinin onayı ile Birim Başkanının başkanlığında,
Birimden iki ara yönetici ve Müsteşarlıktan en az daire başkanı düzeyinde
iki yönetici olmak üzere toplam beş kişiden oluşturulan komisyonu,
f) Mutabakat Zaptı:
Birimin kuruluşuna dair 30/1/2003 tarihli ve 4802 sayılı Kanunla
uygun bulunan ve 24/2/2003 tarihli ve 2003/5313 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile onaylanan Mutabakat
Zaptı ile ek ve değişikliklerini,
g) Müsteşarlık: Hazine
Müsteşarlığını,
ğ) Ulusal Yardım Koordinatörü:
Avrupa Birliği Genel Sekreterini,
h) Ulusal Yetkilendirme
Görevlisi: Hazine Müsteşarını,
ı) Uzman personel: Mutabakat
Zaptında belirtilen görevlerin yerine getirilebilmesi için geçici
görevli olarak veya hizmet sözleşmesi ile istihdam edilecek hukuk
müşaviri, bilgisayar programcısı ve çözümleyicisi dahil personeli,
ifade eder.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Onur Öymen.
Sayın Öymen, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ONUR
ÖYMEN (İstanbul) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bu madde, 2'nci madde, Sayın Bakandan başlayarak müsteşarları,
efendim Birim merkezinin başkanını, destek personelini filan uzun
uzun anlatıyor. Şimdi, biz bu metni okuyunca zannettik ki bu makamların
her birinin önemli görevleri olacak, fakat, biraz önce Değerli Arkadaşımız
Mehmet Ceylan'ı dinledik ve onun söylediklerinden anladığımıza göre
bu kuruluşun özerk bir yapısı olacak, hiç kimse bunlara bir söz söyleyemeyecek,
yani, bu kadar makamın adı buraya yazılmış ama, Sayın Bakan dâhil hiç
kimsenin bir söz hakkı olmayacak, öyle anlaşılıyor.
Hazineyle bağı da sadece
-kendi sözlerini naklediyorum, hatırlatıyorum- bütçe kaynağının
aktarılması, yani bu kadar kurumun
bir tek fonksiyonu var, bu kuruluşa para aktarmak, onun dışında
hiçbir şeye karışmayacaklar. Yani, bu isimlerin buraya niye bu kadar
yazıldığını da doğrusunu isterseniz çok merak ediyoruz.
Şimdi diyor ki arkadaşlarımız:
"Avrupa Birliği bizden bu yasal düzenlemeyi bekliyor." Yapmazsak
ne olacak? Yapmazsak, Avrupa Birliği yardımı askıya alınacak. Bunun
için bir an önce yasalaştıralım diyor. Yani, bu parayı almak bizim
için o kadar önemli ki, bu yasayı çıkarmazsak bize para vermezler. Yani,
bizi tehdit ediyorlar, ya bu yasayı çıkarırsın veya size para vermem.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ne zamandan beri dış baskılarla, tehditlerle
kanun çıkarıyor? Buna benzer başka durumlar yaşadık. Sayın Bakanın
22 Eylül 2003 tarihinde imzaladığı bir anlaşma var. Biraz önce, Değerli
Arkadaşım Kemal Kılıçdaroğlu hatırlattı, Amerika'yla bir anlaşma
imzaladık, 8,5 milyar dolarlık kredi alacağız ve karşılığında da
Kuzey Irak'a asker göndermeyeceğiz. Bu arada, ben birkaç ay önce, Sayın
Bakana yazılı bir soru önergesi verdim, "Neydi şu anlaşma? Bunun
bir metnini bize gönderin." Dedim, hâlâ gelmedi. Öyle anlaşılıyor
ki, bu metinleri okumak biz iktidara gelince nasip olacak. O zaman,
Yüce Mecliste sizlere bunu açıklayacağız.
Şimdi, ne oldu sonra?
Biraz basına sızdı bu anlaşma ve biz çok büyük bir tepki gösterdik,
Hükûmet Meclise getiremedi onay için. Meclise getiremedi, onaylanmadı,
kadük oldu, yürürlüğe giremedi. Hani bu paraya bu kadar ihtiyacınız
vardı? Bakan diyor ki: "Bizim o paraya ihtiyacımız yoktu."
O zaman niye imzaladınız? Paraya ihtiyacınız yok da, bu kredi anlaşmasını
niye imzaladınız? Belli ki tepkiyi görünce paradan vazgeçebildiniz.
O bakımdan, böyle, biz bu kanunu geçirmezsek bize para vermezler filan
gibi gerekçeleri dile getirmek zannediyorum ki bizim itibarımızı
artırmıyor, yüce Meclisin itibarını artırmıyor.
Önümüze gelen bir yasa,
bir anlaşma, ülkemizin çıkarına uygunsa onu onaylarız. Değilse,
efendim, onaylamazsak parayı kaybederiz gibi gerekçelerle onaylamak
zorunda, yüce Meclisi, bırakmayalım.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bütün bunları tartışırken bir şeyi gözden uzak tutmayalım. Sayın Bakanın,
bu kürsüdeki, daha önceki demeçlerini hatırlıyoruz, yani, her
şey yolunda gidiyor, merak etmeyin; işte, öngörülen süreç, baştan
düşünüldüğü gibi yürüyor; işte, şu işlemleri yaptık, bu işlemleri
yaptık, tarama sürecini bitirdik, müzakere sürecine girdik filan
gibi, gayet iyimser beyanlarda bulundu. Onun güzel sözlerini Mecliste
dinlerken bir Polyanna kitabını okuduğumuz izlenimini zaman zaman
aldık. Ama, son zamanlarda duyduğumuz bazı demeçler, zannediyorum
ki, bu güzel masalların etkisiyle uyuyanları da uyandırmıştır. Fransa
Cumhurbaşkanlığına seçilen Nicolas Sarkozy ne diyor? "Türkiye'yi,
hiçbir zaman Avrupa Birliğine almayacağız." diyor. Niçin? Çünkü,
Türkiye, Asya ülkesiymiş, böyle söylüyor ve "Müzakereleri
derhâl kesmeliyiz." diyor.
Şimdi, düşünebiliyor
musunuz, Fransa gibi, Avrupa'nın en önemli ülkelerinden birinin
Cumhurbaşkanı, kalkacak ve size diyecek ki, hiç çekinmeden, Türk
halkı ne tepki gösterir, Türk Parlamentosu ne tepki gösterir, Türkiye'nin
Başbakanı, Türk Hükûmeti ne tepki gösterir, bunları hiç kale almadan,
gözünüzün içine baka baka: "Sizi, hiçbir zaman üye yapmayacağız,
çünkü, siz Asyalısınız." diyecek. Peki, ondan önceki Fransız
Cumhurbaşkanları ne diyordu? Türkiye, Avrupa Konseyine girerken
o zamanki Fransız Cumhurbaşkanları ne diyordu? Onlar da mı Türkiye'nin
Asyalı olduğunu düşünüyorlardı? Onların coğrafyadan haberi yoktu
da ilk defa sizin mi haberiniz oldu? Türkiye, Avrupa Konseyine girerken
siz neredeydiniz kuzum? Türkiye'yi, Avrupa Konseyine, Avrupa Ekonomik
Kalkınma Teşkilatına alırlarken, NATO örgütüne alırlarken siz nerelerdeydiniz?
Kalkmışsınız, diyorsunuz ki: "Türkiye Asyalıdır, Avrupa'da yeri
yoktur." Ne kadar incitici, ne kadar küçültücü bir sözdür. Kıbrıs
Avrupa Birliğine üye yapılırken siz neredeydiniz? Sizin, okullarda
okuduğunuz hangi haritada Kıbrıs Avrupa Kıtası'nın bir parçası sayılıyor?
Onu niye aldınız? Niçin demediniz ki, Kıbrıs'ı üye yapamayız, çünkü
Kıbrıs Avrupa Kıtası'nda değildir? Türkiye'ye gelince hatırlıyorsunuz
coğrafyayı, Kıbrıs'a gelince coğrafyayı hatırlamıyorsunuz, Türkiye'ye
gelince coğrafya hatırlıyorsunuz. Coğrafyayı da yanlış hatırlıyorsunuz.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bunlara tepki göstereceksiniz. Yani, bu gibi…
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Gelin, birlikte müracaat edelim deyince, CHP neredeydi?
ONUR ÖYMEN (Devamla)
- Müsaade edin. CHP çok kuvvetli tepki gösterdi. Kıbrıs'ın üyeliğine
en büyük tepkiyi Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri ve bakanları
göstermiştir. Bu konuda görüşlerimizi biz Birleşmiş Milletlere
tescil ettirdik. Merak eden arkadaşlarımız varsa, ben onlara belgesini
veririm. Sizden önceki hükûmetler, Kıbrıs'ın niçin üye olamayacağı
konusunda yalnız kendi sözlerini değil, bu konuda uluslararası
ünlü uzmanların raporlarını Birleşmiş Milletlere tescil ettirdiler.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
işin can alıcı tarafı şu: Sarkozy böyle diyor. Angela Merkel ne diyor,
Almanya Başbakanı? "Türkiye'nin üyeliğine elli yıl sonra bakarız."
diyor. Ömür çok, bekleriz! Elli yıl sonra bakarmış! Düşünebiliyor
musunuz?
Peki, değerli arkadaşlarım,
biz buna ne tepki gösteriyoruz? Gazetelere bakınız: Sayın Başbakan
Sarkozy'e telefon etmiş "Aman, bunları basına açıklamayın."
diyor. Yani, halk bilmesin, biz sizinle gizli olarak bunları kapalı
kapılar arkasında görüşelim, ama, sakın Türk halkı sizin ne düşündüğünüzü
bilmesin. Sizin demokrasi anlayışınız bu mu? İyi ki söylüyor. İyi
ki söylüyor da, haberimiz oluyor. En azından ne olacağımızı biliyoruz.
Bu olacak şey midir arkadaşlar? "Siz açıklamayın." diyor.
Tepki göstereceksiniz. Bu ülkenin Başbakanı, birisi kalkıp da
"Türkiye'yi hiçbir zaman Avrupa Birliğine almayacağız."
deyince, çıkacak "Sizin bunu söylemeye hakkınız yok, haddinize
düşmemiştir." diyecek. "1963 yılında imzaladığımız anlaşmanın
28'inci maddesi Türkiye'nin üyeliğini öngörüyor." diyecek.
"Sizin aklınız neredeydi o zaman." diyecek. "Kırk yıldan
fazla zamandır bizi boşuna mı oyaladınız." diyecek. Türkiye'nin
Başbakanından, Türk halkı bu sözleri bekliyor. Nerede Başbakan?
"Aman, sakın halk duymasın, bu düşüncelerinizi sizinle gizlice
konuşalım." diyor. Böyle şey olur mu? Nerede Dışişleri Bakanının
tepkisi? Yok. Nerede çok Değerli Müzakerecimizin tepkisi? Belki
şimdi çıkar da söyler; o da yok. Değerli arkadaşlar, biz bu duruma
hiç düşmedik, hiçbir ülke bunu yapmaz. Yani, bir ülkeye bu kadar hakaret
anlamına gelecek sözler söyleyeceksiniz, o ülkeden tepki çıkmayacak,
bu, bizim gururumuza dokunuyor. Bırakın şimdi iktidarı muhalefeti
bir tarafa, milletimize hakarettir bu sözler. Bazıları, onları
haklı çıkartmak için diyorlar ki: "Efendim, siz bakmayın, seçim
konuşmasıdır. Bir kazansın seçimi, göreceksiniz hemen tutumunu
değiştirecek. Biz de anlayış gösterelim, seçim zamanı olur böyle
şeyler." Ya, öyle mi? Ne oluyor sonra? Seçimden sonra, kazanmış,
Cumhurbaşkanı olmuş; gidiyor Brüksel'e orada beyanat veriyor
"Görüşlerimde hiçbir değişiklik yoktur, bunların hiçbiri seçim
konuşması değildir. Ben, böyle, seçimden önce başka, seçimden sonra
başka konuşacak adam olsaydım seçilemezdim." diyor. Buyurun!
Ne yapacaksınız? Tepki göstereceksiniz, Meclis olarak tepki göstereceğiz,
hepimizi tek tek tepki göstereceğiz. İşte, biz gösteriyoruz ve sizi
davet ediyoruz. Şimdi, bundan sonraki maddelerde sizin de söz hakkınız
var. Çıkınız, burada bizim gösterdiğimiz cesareti siz de gösteriniz,
siz de kınayınız. Yüzyıllardan beri devam eden Türk-Fransız dostluğunu
bir kişi çıkıp tahrip ediyor. Ne hakkı var? Ne hakkı var? Yani, nesillerden…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ONUR ÖYMEN (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkan.
Nesillerden beri gelen
bir dostluğu tahrip etmeye ne hakkınız var? Nasıl yaparsınız bunu?
Ve aynı derecede vahim olan, Türkiye'den kimsenin kalkıp da buna tepki
gösterememesi. Ondan önceki Cumhurbaşkanı Chirac gitti, Erivan'da
demeç veriyor gazetecilere: "Bence, Türkiye, Ermeni soykırımını
kabul etmeden Avrupa Birliğine giremez." diyor. Dışişlerinden
sureta yapılmış bir açıklama. Başbakandan tepki yok. Dışişleri Bakanından
tepki yok. Müzakereciden tepki yok. Böyle devlet olur mu arkadaşlar?
Hangi devlet bunu sineye çeker? Yani, bu kadar da mı cesaretimizi
kaybettik biz? İnsaf ediniz. Bu memleket hepimizin, bu millet hepimizin.
Yani, bu millet rencide oluyor. Sokaklarda, meydanlarda bu kadar büyük
tepki gösteriliyorsa altında bunlar yatıyor. Bir taraftan, ülkemize
yapılan bu büyük haksızlıklar, küçültücü sözler, bir taraftan da,
onlara tepki gösterilememesi yatıyor. Lütfen tepki gösterin. Bu
millet, Türk milleti sizden gür sesle tepki bekliyor.
Kim demiş "Türkiye
hiçbir zaman Avrupa Birliğine giremez.", kim demiş "Türkiye
Asyalıdır." Bizimle oyun mu oynuyorsunuz siz elli yıldan beri?
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana kim söyledi bu sözü bakalım? Sizden
başka söyleyen çıktı mı? Bunu niye söyleyemiyorsunuz, neyiniz eksik,
neden korkuyorsunuz? Söylerseniz size hangi kötülüğü yapacaklar,
daha ne yapacaklar? "Sizi almayacağım." diyor, daha ne yapacak?
Ve şimdi biz kalkıyoruz, efendim, 2'nci madde, 3'üncü madde, her şey yolundaymış
gibi Avrupa Birliğiyle ilgili bir teknik anlaşmayı müzakere ediyoruz
ve bunlardan hiç söz etmeyeceğiz. Hayır arkadaşlar, bunu kabul etmiyoruz,
Türk milleti olarak bunu kabul etmiyoruz. Duysun Fransızlar diye
söylüyoruz.
Biz, Fransız kültürünü
alarak yetiştik, okullarda bunu okuduk. Ama, biz Fransa'yı böyle tanımadık.
Fransa ne zannediyor? Dünyaya tepeden bakacak! Hiç kimsenin dostluğuna
ihtiyaçları yok; Türk milleti dost olmuş olmamış, umurunda değil;
Türk halkı tepki göstermiş göstermemiş, umurunda değil. Her türlü küçültücü
lafı söyleyecek ve ondan sonra da Türkiye'den hiçbir tepki gelmeyeceğinden
emin olarak hayatını devam ettirecek ve Türkiye'den hiçbir tepki
çıkmayacak! Böyle şey olur mu?
BAŞKAN - Sayın Öymen,
konuşmanızı tamamlayın lütfen.
ONUR ÖYMEN (Devamla)
- Bitiriyorum, son cümlemi söylüyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sayın Başbakan "Nereden nereye geldik." diyor. Ben size soruyorum:
Cumhuriyeti kuran Atatürk'ün döneminden nereye geldik?
Çok teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Şahsı adına,
Aksaray Milletvekili Ruhi Açıkgöz.
Buyurun Sayın Açıkgöz.
RUHİ AÇIKGÖZ (Aksaray)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Kanun tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Bu konuda, biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsünün bıraktığı
yerden devam etmek istiyorum. Atatürk'ün bıraktığı yerden, bugün,
çağdaş, uygarlık seviyesinin gereklerini yerine getiren, aşağı
yukarı yakalamış olan bir Türkiye'deyiz, bu konuda emin olabilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım,
görüşmeler başladığından bu tarafa Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerini
izliyorum. Sanki Avrupa'daki bize karşı olan muhalif grupla bir iş
birliği içindeymiş gibi konuşuyorlar. Sanki onların niyetlerine
katkı sağlar, beraber düşünüyorlarmış gibi bir hava seziliyor.
Arkadaşlar, eğer karşıysanız
Avrupa Birliğine, gelirsiniz, burada, biz karşıyız dersiniz. Niye
karşı olanların sözlerini getirip getirip burada söylüyorsunuz?
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Dikkat edin diye.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Yoksa, son zamanlardaki miting meydanlarındaki Avrupa Birliği
karşıtı söylemlerden dolayı etkilendiniz mi? Biliyorsunuz, dört
yıl boyunca, dört buçuk yıl boyunca Avrupa Birliğiyle ilgili çok
önemli kanunları sizlerle birlikte yaptık.
Değerli arkadaşlar,
Avrupa'da, tabii ki, muhalifleri var Türkiye'nin. Nasıl Türkiye'de
Avrupa Birliği muhalifleri varsa, Avrupa'da da Türkiye'nin muhalifleri
var. Üstelik, biz, Avrupa'ya yarın girmeyeceğiz. Bir müzakere süreci
var, onlar bizim eksikliklerimizi görecek tamamlayacağız, biz onların
fazlalığını, eksikliğini söyleyeceğiz. Dolayısıyla, Atatürk'ün
de işaret ettiği o çağdaş uygarlık seviyesinde buluşacağız.
MEHMET KARTAL (Van) -
Aşağılamalarına da izin vermeyin.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Bunun için muhalefetin de, iktidarın da yardımcı olması gerekir.
Avrupa'daki muhalif sesleri burada dillendirmenin hiçbir anlamı
yok, bu biliniyor.
MEHMET KARTAL (Van) -
Suskun kalıyorsun sen. Aşağılıyorlar suskun kalıyorsunuz.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Biz, Avrupa Birliğinin demokrasiye geçtiğinden bu tarafa üyesiyiz
bir şekilde. Avrupa kurumlarına demokrasiye geçtiğimizden beri
üye olmuşuz. Avrupa Konseyi öyledir, OECD öyledir, NATO öyledir. Bu
son aşaması Avrupa Birliğidir. Bunun da bugün müzakere yapan adayıyız.
Değerli arkadaşlar,
maddeyle ilgili olarak da şunları dile getirmek istiyorum: Bu Birim,
2002 yılından beri, hatta 1999 yılından beri yaklaşık bin altı yüz civarında
projeyi yöneten bir birim; Mutabakat Zaptı'yla kurulmuş, kanunu olmayan,
kanunu olmadığı için de belli sıkıntıları olan bir birim. Bu Birimimize
kendi mevzuatımız içerisinde bir yer bulmuş oluyoruz bu tasarıyla.
Ya değilse, projeler yürüyor, biraz önce bahsedilen Avrupa Birliğinin
Türkiye'ye ayırmış olduğu rakamlar kullanılıyor, fakat bizim kanunumuzda
yeri olmadığı için, kurum hukuken kurulmadığı için sıkıntıları
var, onu gidermeye çalışıyoruz. Bu konuda CHP'nin de destek verdiğini
biliyorum, teşekkür ediyorum kendilerine.
Ben, bu kanunun, bu
maddenin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına Batman
Milletvekili Afif Demirkıran.
Buyurun Sayın Demirkıran.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AFİF DEMİRKIRAN (Batman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
tekrar selamlıyorum.
Görüştüğümüz tasarının
2'nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Madde -biraz önce Sayın
Ceylan da ifade etti, gerçi 1'inci maddedeydi ama- tanımlarla ilgilidir.
Bu tanımlardan önemsediğim, sizlerle de paylaşmak istediğim birkaç
tane tanım var, onları açmak istiyorum. Şimdi, burada bu mali yardımların,
koordinasyonların uygulamasıyla ilgili üç tane aktör var, üç tane
oyuncu var: Bir tanesi Ulusal Yardım Koordinatörü, biri Ulusal Yetkilendirme
Görevlisi, bir diğeri de Program Yetkilendirme Görevlisi.
Daha önce 2002 yılında
imzalanan Mutabakat Zaptı, bilahare 2006 yılında, malumunuz, -biraz
önce arkadaşlarımız ifade ettiler- yeniden bir ek protokolle bazı
maddelerinde değişiklikler yapıldı ve bunlar Parlamentomuzda kanunlaştı,
Resmî Gazete'de de yayınlandı.
Şimdi, Ulusal Yardım
Koordinatörü nedir diye sorarsak, yardımdan faydalanan ülkede… Çünkü
bu Merkezî Finans ve İhale Birimi bütün aday ülkelerde olan bir birimdir,
katılım öncesi mali yardımları kullanmak üzere. Bu, esasen, 2001 yılındaki
Avrupa Komisyonunun bir regülasyonuna bağlı olarak, katılım öncesi
mali yardımdan yararlanacaksa bir ülke merkezî olmayan bir uygulama
sistemi oluşturacak ve o sistem, ki burada da Merkezî Finans ve İhale
Birimidir. Dolayısıyla yardımdan faydalanan ülkede programlamayla
görevlendirilmiş Avrupa Birliği Genel Sekreteri Ulusal Yardım Koordinatörüdür.
Ulusal Yardım Koordinatörü, aynı zamanda topluluk mali yardımının
kullanımıyla genel katılım süreci arasında yakın bir ilişki kurulmasını
sağlar ve Avrupa Birliği programlarının izlenmesinden ve değerlendirilmesinden
sorumludur.
Bir şart daha var, biraz
önce ifade ettiğim üç oyuncudan hiçbiri diğer ikinci bir şapkayı da
giyemiyor. Yani, Ulusal Yardım Koordinatörü, aynı zamanda Ulusal
Yetkilendirme Görevlisi olamıyor veya bir Program Yetkilendirme
Görevlisi olamıyor; ayrı ayrı unsurlar olması gerekiyor.
Ulusal Yetkilendirme
Görevlisi ise Ulusal Fona başkanlık eden -ki Ulusal Fon, malumunuz,
mali yardımların toplandığı hazineye bağlı bir fondur- Hazine Müsteşarıdır.
Ulusal Yetkilendirme Görevlisi Avrupa Birliği fonlarının sağlam
şekilde mali yönetiminin genel sorumluluğunu üstlenmiştir. Ulusal
Yetkilendirme Görevlisi, aynı zamanda Ulusal Yardım Koordinatörü
veyahut da Program Yetkilendirme Koordinatörü olamaz.
Bir de Program Yetkilendirme
Koordinatörü vardır; bu da, fonların ihalelerinin yapılmasından,
takibinden, izlenmesinden sorumlu ve aynı zamanda, Merkezî Finans
ve İhale Biriminin başkanı konumundaki aktördür. Bu üç aktör, Türkiye'de
ve diğer ülkelerde de Avrupa Birliği mali yardımlarının koordinasyonunu
yapmaktadırlar.
Dolayısıyla, biz, bugün
bu kanunu geçirerek, biraz önce de ifade edildiği gibi, eylül ayına
kadar… Şu anda bu Birimimiz, Merkezî Finans ve İhale Birimimiz, Avrupa
Birliğinin hibeleriyle hayatiyetini devam ettiriyor. Türkiye'ye
de, bence, bu yakışmaz. Çünkü çok büyük miktarlardan bahsetmiyoruz.
Eylül ayına kadar buranın hayatiyetini devam ettirebilecek olan
bir miktar hibe vardır. Ama eylül ayından itibaren, eğer biz bu kanunu
bugün burada geçiremezsek, bütçesi olmayacak ve arzu edilen fonksiyonları
icra edemeyecek ve yeteri kadar elemanla beslenip, arzu edildiği
miktarda proje üretemeyecek.
Bunu tekrar yüce Meclisin
gündemine getirerek, saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Ekranda görüyorum,
Sayın Osman Coşkunoğlu'nun soru sormak için bir talebi var.
Buyurun Sayın Coşkunoğlu.
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, aracılığınızla
Sayın Bakana bir soru sormak istiyorum. Bu Yedinci Çerçeve Programı
içerisindeki fonlar da bu birimin görev kapsamının içerisine mi
giriyor?
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN(
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.08
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 3'üncü maddesini
okutuyorum:
İstihdam esasları
MADDE 3- (1) Birimin
görevleri, hizmet sözleşmesi kapsamında istihdam edilen uzman personel ve destek personeli ile
geçici olarak görevlendirilecek kamu görevlileri eliyle yürütülür.
Destek personelinin sayısı, Birimin toplam personel sayısının
yüzde yirmisini geçemez.
(2) Birim Başkanı,
Ulusal Yetkilendirme Görevlisi tarafından, Ulusal Yardım Koordinatörünün
görüşü alınarak atanır. Ara yönetici pozisyonlarına Birim Başkanının
teklifi üzerine Ulusal Yetkilendirme Görevlisinin onayı ile görevlendirme
yapılır. Uzman personel Komisyon marifetiyle seçilir ve Ulusal
Yetkilendirme Görevlisinin onayı ile Birimde istihdam edilir. Söz
konusu personelin görevine son verilmesinde de aynı usûller izlenir.
(3) Birimde hizmet
sözleşmesi ile veya geçici görevli olarak istihdam edilecek bütün
yerli personelin 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci
maddesinde belirtilen genel şartları taşıması zorunlu olup, ara
yöneticiler ile yerli uzman personelde ayrıca;
a) En az dört yıllık
eğitim veren siyasal bilgiler, hukuk, iktisadî ve idarî bilimler, iktisat,
işletme ve mühendislik fakülteleri ile üniversite ve fakültelerin
matematik ve istatistik bölümlerinden veya bunlara denkliği Yüksek
Öğretim Kurulu tarafından onaylanmış yabancı fakülte veya yüksek
okullardan mezun olmak,
b) Kamu Personeli Yabancı
Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında İngilizce, Almanca veya Fransızca
dillerinden en az 80 puan almak veya dil yeterliliği bakımından buna
denkliği kabul edilen uluslararası geçerliliği olan bir belgeye
sahip olmak,
şartları aranır.
(4) Sözleşmeli olarak
çalışan personelden Birim Başkanına Müsteşarlıkta görev yapan Genel
Müdür; ara yöneticilerden Kıdemli Finans ve Kıdemli İhale Yöneticilerine
Müsteşarlıkta görev yapan Genel Müdür Yardımcısı, diğerlerine
Müsteşarlıkta görev yapan Daire Başkanı; Uzman personele Müsteşarlıkta
1 inci dereceli kadroda görev yapan Hazine uzmanı; destek personeline
ise Müsteşarlıkta görev yapan emsali personele her türlü ödemeler
dahil ödenmekte olan tutarı geçmemek üzere ücret ödenir. Bu personele
ödenecek ücret Birim ile aralarında imzalanacak hizmet sözleşmesinde
belirlenir.
(5) Birim personelinin
çalışma usûl ve esasları, izinleri, hakları, yükümlülükleri ve hangi
hallerde işlerine son verileceği ile yabancı uzmanlara ödenecek
ücretler Maliye Bakanlığı ile Devlet Personel Başkanlığının görüşü
alınmak suretiyle çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
(6) Genel bütçe kapsamındaki
kamu idareleri, özel bütçeli idareler ve sosyal güvenlik kurumlarında
çalışanlar kendilerinin isteği ve kurumlarının muvafakati ile
Birimde hizmet sözleşmesi ile istihdam edilebilirler. Birimin bu
konudaki talepleri, ilgili idarelerce öncelikle sonuçlandırılır.
Bu kapsamdaki personel hizmet sözleşmesinin yapılmasıyla birlikte
kurumlarından aylıksız izinli sayılır. Bu şekilde istihdam edilenler,
Birimdeki görevleri sona erdiğinde, öğrenim durumları, hizmet
yılı ve unvanları dikkate alınarak önceki kurumlarında kariyerlerine
veya durumlarına uygun boş bir kadro veya pozisyona en geç üç ay
içinde atanırlar ve herhangi bir işleme gerek kalmaksızın en geç bir
ay içerisinde göreve başlatılırlar. Ancak, bu kişilerin atanmalarında,
önceki kurumlarındaki idarî unvanlar dikkate alınmaz. Bu fıkra kapsamındaki
kişilerden, önceki kamu kurum ve kuruluşlarındaki kadrolarına
müşterek kararname ile atananların, bu fıkraya göre yapılacak atama işlemleri ilgili bakanın onayı ile yapılır.
Bu fıkra uyarınca önceki kurumlarına dönen kişilerin Birimde geçen
hizmetleri kazanılmış hak aylık derece ve kademelerinde değerlendirildiği
gibi emeklilik ikramiyesinin hesabında da dikkate alınır.
(7) Altıncı fıkrada
belirtilen idarelerde istihdam edilen personel kendilerinin isteği
ve kurumlarının muvafakati üzerine aylık, ödenek, her türlü zam ve
tazminatları ile diğer malî ve sosyal hak ve yardımları kurumlarınca
karşılanmak kaydıyla Birimde geçici olarak görevlendirilebilirler.
Üniversite öğretim elemanları da 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun
38 inci maddesine göre Birimde görevlendirilebilirler. Bu madde
uyarınca görevlendirilenler hariç olmak üzere, bu fıkraya göre görevlendirilmiş
olması halinde, Birim Başkanına 3000, ara yöneticilerden Kıdemli
Finans ve Kıdemli İhale Yöneticilerine 2000 gösterge rakamının
memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak
tutar, diğer kanunların kısıtlayıcı hükümlerine tabi olmaksızın
her ay ayrıca Birim tarafından ödenir. Bu ödemelerden damga vergisi
hariç herhangi bir kesinti yapılmaz.
(8) Birim personeline
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun disiplin ve sicil hükümleri
uygulanır.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Osman Coşkunoğlu,
Uşak Milletvekili.
Buyurun Sayın Coşkunoğlu.
CHP GRUBU ADINA OSMAN
COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
1428 sıra sayılı Yasa Tasarısı'nın 3'üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisinin görüşlerini ifade etmek için söz aldım. Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım.
Daha önce birkaç kez
ifade edildi. Bu, çok önemli olduğu AKP sözcüleri tarafından ifade
edilen yasa tasarısı, dört yıllık bir gecikmeden sonra gündemimize
girmiştir. Bu saptandı. Ben, elimizdeki sıra sayısının 1'inci sayfasında,
sizlerin de okuyabileceği, Sayın Başbakan imzalı cümleyi de buradan
tekrarlayayım: "İlgide kayıtlı yazımız ekinde Başkanlığınıza
sunulan -Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan- 'Merkezi
Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun
Tasarısı'nın, Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri kırkbeş
gün içinde sonuçlandırılamadığından, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 37 nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine
alınması hususunda gereğini arz ederim." demiş Sayın Başbakan
bu yasa tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunarken.
Kırk beş gün içerisinde Plan ve Bütçe Komisyonunda sonuçlandırılamamış.
Plan ve Bütçe Komisyonu gündemine alınıp alınmaması, bildiğiniz
gibi, Hükûmetin telkinleri sonucunda karar verilen bir konudur. Bu
keyfî bir durum olmuştur, bunu gösteriyor.
Şimdi, tartıştığımız
3'üncü madde, tasarının tümü üzerinde konuşan Sayın Öymen'in de ifade
ettiği gibi, bizim, Türkiye Cumhuriyetinin devlet gelenek ve usulleri
ile bağdaşmayan, uyum göstermeyen niteliklerinden birini bu maddede
görebiliyoruz.
3'üncü maddenin ikinci
fıkrasını dikkatinize getirmek isterim. "Birim Başkanı, Ulusal
Yetkilendirme Görevlisi tarafından, Ulusal Yardım Koordinatörünün
görüşü alınarak atanır. Ara yönetici pozisyonlarına Birim Başkanının
teklifi üzerine Ulusal Yetkilendirme Görevlisinin onayı ile görevlendirme
yapılır." Yani, ara yönetici görevlendirmesi yapılıyor. Devam
edelim: "Uzman personel Komisyon marifetiyle seçilir ve Ulusal
Yetkilendirme Görevlisinin onayı ile Birimde istihdam edilir."
Şimdi, burada, özetle,
başkan atanacak, ara yöneticiler görevlendirilecek, uzman personel
ise istihdam edilecek. Şimdi, bu kavramlar personelin statüsünü de
belirleyen kavramlardır kamu hukukunda. Alt yöneticilerin memur
statüsünü haiz olup olmayacakları burada belli değildir. Çünkü
"atama" sözcüğü kullanılmıyor "görevlendirme"
sözcüğü seçiliyor. Oysa, alt yöneticilerin yürüttükleri görevler
devletin asli ve sürekli görevleri, niteliğinde olduğundan alt
yöneticilerin de memur statüsünde olmaları gerekiyor. Burada
bir belirsizlik var. Diğer bir belirsizlik de söz konusu sözleşmeler
657 sayılı Kanun'a tabi personel ile mi yapılacak, İş Kanunu'na tabi
personel ile mi yapılacak? Bu konuda da en azından ben bir belirsizlik
görüyorum bu kadar geciktirildiği ve Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülmeden gündeme getirilen bu yasa tasarısında.
Değerli arkadaşlar,
ayrıntılarda birtakım açık olmayan noktalar var. Onun ötesine giderek,
Avrupa Birliği fonları konusunda, bu fonların miktarı konusunda
Sayın Öymen konuşmasında çarpıcı rakamları verdi. Türkiye'nin hem
çok düşük bir fon ile karşı karşıya olduğunu, diğer aday ülkelerle,
yeni üye olmuş ülkelerle karşılaştırılınca, Türkiye'ye sağlanan
fonların son derece düşük olduğunu dikkate getirdi. Ben, biraz da
bu fonların kullanılışı üzerinde konuşmak istiyorum.
Özellikle son zamanda,
Avrupa Birliği, bu fonları, sivil toplum kuruluşlarının güçlendirilmesi
için kullanılması konusunda bir telkinde bulunuyor, bu yönde proje
çağrılarında bulunuyor. Sivil toplum kuruluşlarının gelişmesi,
elbette demokrasi açısından önemlidir. Hatta, onların etkisini,
gerçek demokrasiyi, katılımcı demokrasiyi içine sindirebilmiş
ülkelerde, onların etkisini parlamento da hisseder. Maalesef,
Meclisimizin çoğunluğunu teşkil eden Hükûmet bunu pek hissetmiyor.
Oysa, sivil toplum kuruluşları, katılımcılıklarıyla, demokrasinin
seçimden seçime oy vermek olmadığı, iki seçim arasında da etkilerini
ve baskılarını hissettirebilmesi gereken kuruluşlardır. Demokrasilerde,
bu, iyi bilinen bir gerçektir.
Avrupa Birliği kaynaklarının,
fonlarının dağıtımında, prosedür oldukça karışıktır. Bu karışık
prosedürden yararlanabilecek sivil toplum kuruluşları çok sınırlı
olmaktadır. Özellikle, desteklenmesi gereken, özellikle dezavantajlı
durumda olan kitleleri temsil eden sivil toplum kuruluşları, örneğin
kadınların sivil toplum kuruluşları, bu fonlardan yararlanmak
için, o yoğun ve zorlu prosedürden, o sayısız formların doldurulması
sürecinden yılgınlığa düşebilmektedir. O zaman, güçlünün ve olanaklarının
daha iyi olduğu sivil toplum kuruluşlarının bu fonlardan yararlanması
daha kolay olmaktadır. İşte, o zaman da, güçlü ile güçsüz arasındaki fark
biraz daha açılma eğilimine girmektedir.
Dolayısıyla, bu vesileyle,
önemli ölçüde bilgi, önemli ölçüde çaba gerektiren bu fonlara başvurma
sürecinde, devletin de, özellikle çeşitli nedenlerle daha dezavantajlı
olan, çeşitli nedenlerle elinde bu gücü, bu prosedürün üstünden gelebilme
gücünü bulunduramayan sivil toplum kuruluşlarına şimdiye kadar
olduğundan daha yardımcı, daha çok yardımcı olmasını da bu vesileyle
belirtmek ister, hepinize saygılar sunarım.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Coşkunoğlu.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen Ali Rıza Alaboyun, Aksaray Milletvekili.
Buyurun Sayın Alaboyun.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Görüşülmekte olan
1428 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 3'üncü maddesi üzerinde, şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Şahsınızı ve Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Arkadaşlar, bildiğiniz
gibi, Avrupa Birliğiyle ilgili, Avrupa Birliği destekli projeleri
biz çok uzun süredir yürütmekteyiz. Bunlara baktığımız zaman iki
çerçeve içerisinde bunları görüyoruz. 1996-2001 yıllarını kapsayan
MEDA çerçeve anlaşması dönemidir ki, hazırlık çalışmaları bu dönemde
yapılmış, fakat, uygulamaları hâlâ sürdürülen otuz üç adet projeyle
ilgili kurum ve kuruluşlarımız tarafından başarıyla yürütülmektedir.
Çeşitli alanlardaki bu projeler, AB'ye uyum çerçevesinde, amaç, hedef
ve proje beklentilerine uygun olarak zamanında tamamlanmaları
için periyodik olarak izlenip değerlendirilmektedir.
Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliğinin Türkiye'ye sağladığı mali yardımlara ilişkin
olarak toplumun çeşitli kesimlerinde bu mali yardımların, daha
doğrusu hibelerin miktarları, kullanılış prosedürleri ve uygulanışları
hakkında yanlış kanaatler vardır. Hatta, bu hibelerin Türkiye tarafından
kullanılmadığından Avrupa Birliği bütçesine geri döndüğü şeklindeki
kanaat oldukça yaygındır ve yanlış bir kanaattir. Topluluk programları
veya Avrupa Yatırım Bankasının kredileri de bazen bu kapsamda değerlendirmektedir.
AB mali yardımları, AB Komisyonu tarafından, diğer aday ülkeler
için olduğu gibi, her yıl Türkiye'ye de tahsis edilen hibe niteliğindeki
yardımlardır. Söz konusu yardımlar, doğrudan nakdî bir yardım niteliğinde
olmayıp, Avrupa Komisyonu ve Türkiye'nin birlikte seçtikleri proje
ve programlara mali destek sağlamak amacıyla kullanılmaktadır.
Proje seçimindeki
en önemli kriter, mali yardımların AB üyeliğine yönelik uyum esasları
doğrultusunda kullanılabilecek olmasıdır. Bu nedenle, programlama
süresi, Katılım Ortaklığı Belgesi, İlerleme Raporu, Ulusal Program
ve Ön Ulusal Kalkınma Planı'nda ifade edilen öncelik alanları çerçevesine
giren proje fikirlerinin tespit edilmesi ve bunların belirli bir
formatta geliştirilmesi çalışmalarını kapsamaktadır.
Hâlihazırda, 1996 -
2001 MEDA Çerçeve Anlaşması, 2002, 2003, 2004 ve 2005 katılım öncesi
mali yardım programları kapsamında, AB uyum çerçevesinde öncelikle
ele alınması gereken çeşitli sektörlerde olmak üzere birçok proje
yürütülmektedir ve bu projelerin toplam büyüklüğü de 1,5 milyar eurodur.
Kuruluşumuzun hayırlı
olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Alaboyun.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Hüsnü Ordu, Kütahya Milletvekili.
Buyurun Sayın Ordu.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına 3'üncü maddede
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, bu konu tabii
ki çok teknik bir konu. Ancak, buraya çıkan değerli sözcülerimizin
bazıları, konu Hazineyle de ilgili olduğu için, Hazineye yönelik,
Türkiye'ye yönelik birtakım tespitlerde bulundular. Şimdi ben şöyle
bir analiz yapmak istiyorum değerli arkadaşlar. Hükûmetimizden evvelki
son hükûmet dönemine, şöyle bir geriye gitmek istiyorum: Nedir Türkiye'nin
tablosu, hazinenin durumu nedir, geldiğimiz noktadaki Hazine
Müsteşarlığımızın durumu nedir?
Değerli arkadaşlar,
yüzde 100'e varan döviz artışları yaşayan bir Türkiye. Çok iyi hatırlıyorum,
690 bin lirayken döviz fiyatı, bir ay içerisinde bu ülkede 1 milyon
300 binleri gören bir Türkiye.
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa)-
Şimdi de düştü!
HÜSNÜ ORDU (Devamla)
- Bir ay sonraki maaşlarını ödeme zorluğu düşünen bir Türkiye, bir
hazine.
Türk parasına olan güvensizlik
-borç istemeyle ilgili- bırakın Türk parasını, dövizle bile, kardeş
kardeşe -eşi dostu bırakın- borç alıp vermekte tereddüt eden bir Türkiye.
Özel bankalarda, kamu
bankalarında milyarlarca doları batırılan, iç edilen bir Türkiye,
bir hazine.
Ücretlilerine verilen
zamları bir ayda, iki ayda, cebinden, yapılan zamlarla geriye alınan
bir hazine, bir Türkiye.
Gecelik faizleri
7.500'leri gören bir hazine, bir Türkiye.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Muhalefeti özlediniz galiba!
HÜSNÜ ORDU (Devamla)
- Vergi gelirlerinin -DSP Hükûmetinin de içinde olduğu bir dönemde-
tamamına yakın bir kısmı -değerli sözcüm- sadece faizleri ödemeyen
bir Türkiye.
Mevduatta toplanan
paraları, hazinede, hazinenin, o dönem hükûmette, sadece hazinenin
borçlarını karşılamakta yetmeyen bir Türkiye, bir hazine.
Şirketlere bakıyoruz,
gelirlerinin yüzde 85'i faaliyet dışı gelirlerle oluşan bir Türkiye,
bir hazine.
İçeriden ve dışarıdan
aldığı borçlarla borçlarını döndürmekte zorluk çeken bir hazine,
bir Türkiye.
Gününü, geleceğini,
geçmişini, moralini, her şeyini kaybeden bir hazine, bir Türkiye.
Böyle bir Türkiye'den,
devraldığı sorunlarla beraber, başta, batan bankalarda milyarlarca
dolar paraların üzerine yüklenen yükümlülüğü alan bir Hükûmetin
üzerine, dünyada yaşanan sorunlar, problemler, Irak krizi, Kıbrıs
süreci, Avrupa Birliği süreci, petrol fiyatları 20 dolarlardan
70 dolarları gören bir Türkiye.
Sosyal güvenlik açıkları...
Bütün bu sıkıntılar da bu problemlerin üzerine gelmiş olmasına rağmen,
2006 bütçesinde neredeyse, bütçesini denk hâle getiren bir hazine,
bir Türkiye.
Doğrudan yatırımı 1
milyar dolarlardan bir yılda 20 milyar doları bulan bir Türkiye.
Cumhuriyet tarihi
boyunca ihracatı 36 milyar dolarlık bir ihracatken, dört yılda 49
milyar dolarlık bir artışla 85 milyar doları bulan bir Türkiye.
ALİ KEMAL DEVECİLER
(Balıkesir) - İthalat, ithalatı da söyle! Onu es geçme, ithalatı!
HÜSNÜ ORDU (Devamla)
- Bankalardaki mevduatını, Hazinenin dışında, piyasaya, Toplu
Konuta...
BAŞKAN - Sayın Deveciler,
lütfen...
HÜSNÜ ORDU (Devamla)
- ... taşıt kredilerine ve bütün bu ülkenin esnafına bırakan bir
Türkiye, bir hazine.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
- Dış borç ne oldu? Bir de ona değin.
BAŞKAN - Sayın Ordu,
lütfen, toparlar mısınız.
HALUK KOÇ (Samsun) - Yorma kendini, Kütahya
dolu, dolu!
HÜSNÜ ORDU (Devamla) - Bugüne kadar,
zorunlu tasarruflarla ilgili, 14 katrilyonluk bir borç yükümlüğünü
ödeyen bir hazine, bir Türkiye.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
- Yani, ortalık tozpembe, tozpembe!
HÜSNÜ ORDU (Devamla)
- İnsanlarına 250 bin konutu kira öder gibi sunan bir hazine, bir
Türkiye.
Bugüne kadar 3.500 kilometrelik
bir duble yoldan dört yıl, beş yılda bunun 2 katına kadar duble yol üreten
bir hazine, bir Türkiye.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
- Nerede, hani nerede?
HÜSNÜ ORDU (Devamla)
- Peki ne oldu? Ne oldu biliyor musunuz? Şu oldu sadece: Bu aziz millet
bunları not ediyor, seyrediyor. Ya bu kadar güzel şeyler var, olumlu
şeyler var da, acaba gerilimi tetikleyen şey nedir? Bu aziz millet
çok iyi biliyor ki onun arkasındaki zihniyeti, Cumhurbaşkanlığı
süreciyle ilgili bir vesvesedir bu. Sizler diyorsunuz ki, bu konuyla
ilgili bizim istediğimiz tarzda bir Cumhurbaşkanı olacak. Millet
de diyor ki, milli irade ne istiyorsa, sistem ne istiyorsa siz onu yapın
bize. Bu süreç bununla ilgilidir aziz millet.
Burada, ben bu duygu
ve düşüncelerle, ülkemizi moralsiz, geleceksiz günlerden bugünlere
taşıyan hazinemizi, ülkemizi, Hükûmetimizi, kutluyorum. İnşallah,
geleceğe çok daha güvenle bakacak, çok daha istikrarla yönetilecek
bir Türkiye olmasını bir milletvekili olarak arzu ediyorum. Yüce
Meclisinizi sevgi ile saygı ile selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ordu.
Madde üzerinde iki
adet önerge vardır. Önergeleri, önce, geliş sırasına göre okutup,
aykırılıklarına göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun
Tasarısının "İstihdam esasları" başlıklı 3 üncü maddesinin
3 üncü fıkrasının (b) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Telat Karapınar |
Gülseren Topuz |
|
Ankara |
Ankara |
İstanbul |
|
Mehmet Ceylan |
Alaettin Güven |
|
|
Karabük |
Kütahya |
|
"b) Kamu Personeli
Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında İngilizce dilinden
en az 80 puan almak veya dil yeterliliği bakımından buna denkliği
kabul edilen uluslararası geçerliliği olan bir belgeye sahip olmak,"
BAŞKAN - Aykırı önergeyi
okutup, işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
"Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı"nın 3 üncü maddesinin (6) ncı fıkrasının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Telat Karapınar |
Gülseren Topuz |
|
Ankara |
Ankara |
İstanbul |
|
Mehmet Ceylan |
Alaettin Güven |
|
|
Karabük |
Kütahya |
|
"(6) Genel bütçe
kapsamındaki kamu idareleri, özel bütçeli idareler ve sosyal güvenlik
kurumlarında çalışanlar kendilerinin isteği ve kurumlarının muvafakati
ile Birimde hizmet sözleşmesi ile istihdam edilebilirler. Birimin
bu konudaki talepleri, ilgili idarelerce öncelikle sonuçlandırılır.
Bu kapsamdaki personel, hizmet sözleşmesinin yapılmasıyla birlikte
kurumlarından aylıksız izinli sayılır. Personel kanunlarına tabi
olarak çalışmakta iken bu fıkra uyarınca aylıksız izinli sayılanların
aylıksız izinli sayıldıkları sürece önceki statüleri ile ilgili
sosyal güvenlik hakları aynı şekilde devam ettiği gibi, bu süreler
kendi kurumlarında çalışıyormuş gibi addedilerek, terfilerinde
hesaba katılır ve herhangi bir işleme gerek kalmaksızın süresinde
terfileri yapılır."
BAŞKAN - Hükûmet önergeye
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Birimde hizmet sözleşmesi
ile istihdam edilecek ve kurumlarından aylıksız izinli sayılacak
personelin, Birimdeki görevleri ve dolayısıyla aylıksız izinleri
sona erdiğinde yeniden atanmaları söz konusu olmadan eski görevlerine
başlamaları gerekeceğinden, anılan fıkrada bu çerçevede gerekli
değişikliklerin yapılması uygun görülmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının
"İstihdam esasları" başlıklı 3 üncü maddesinin 3 üncü fıkrasının
(b) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz (
"b) Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi
Seviye Tespit Sınavında İngilizce dilinden en az 80 puan almak veya
dil yeterliliği bakımından buna denkliği kabul edilen uluslararası
geçerliliği olan bir belgeye sahip olmak,"
BAŞKAN - Sayın Hükûmet önergeye katılıyor
mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Avrupa Komisyonu Delegasyonu'nun Birimle
olan yazışma ve müzakere dili İngilizce olduğu gibi, Birim tarafından
yönetilen sözleşmelerin de İngilizce dilinde hazırlanmakta olması
karşısında, Almanca ve Fransızca bilen kişilerin istihdamına yer
olmadığı anlaşıldığından; Kanun metninde ihtilaf ve tereddütlere
yol açan nitelikte hükümlere yer verilmemesi açısından söz konusu
değişiklik gerekli görülmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
HALUK KOÇ (
BAŞKAN -
Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyeler
arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama yapacağız.
Üç dakika süre veriyorum, başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar
yeter sayısı vardır, madde
4'üncü maddeyi okutuyorum…
Sayın milletvekilleri, sistemdeki
arıza nedeniyle birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.43
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.57
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
1428 sıra sayılı Tasarı'nın
görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 4'üncü maddesini
okutuyorum:
Birimin giderleri
MADDE 4- (1) Birimin
bütün giderleri, Müsteşarlık bütçesinde gösterilen transfer ödeneğinden
karşılanır. Ödenek tutarı, her mali yıl başında, Başbakanlık Merkez
Muhasebe Birimince Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası veya muhabiri
olan Ziraat Bankası nezdinde Birim adına açılacak özel hesaba yatırılır.
(2) Söz konusu özel hesaptan
yapılacak harcamalarda Harcama Yetkilisi Birim Başkanıdır.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Tasarının 4'üncü maddesi,
harcamaların nasıl yapılacağı konusunda açıklık getiren bir madde,
ama, yüce Parlamentonun değerli milletvekilleri de gayet iyi hatırlarlar,
daha önce çıkan bir Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası vardı ve
bu Yasa, 5018 sayılı bu Yasa, Türk mali sisteminin anayasası olarak
adlandırılır.
Sayın Ceylan bu yasa
tasarısını savunurken, kurumun özerk bir yapıya sahip olduğunu
ifade etti. Doğrudur, ama, özerklik biraz dozu kaçırılan bir özerklik
-yani, gerçi önergelerinizi gördüm, bazı maddeleri değiştiriyorsunuz,
dolayısıyla o değişikliklerin de olumlu olduğunu ifade edeyim-
ama, özerklik hiçbir yerde ve hiçbir zaman denetimsizlik anlamına
gelmez. Özellikle bir kamu kaynağı eğer harcanıyorsa, o kamu kaynağının
da denetiminin mutlaka olması gerekiyor. Her ne kadar iktidar kanadının
sözcüsü bu konuda Sayıştay denetiminin varlığından söz ettiyse
de, bu, maddede açıklıkla ifade edilmiyor. Eğer iktidar kanadı lütfedip
destek verirse, denetime açıklık getiriyoruz hem iç denetim hem
dış denetim bağlamında, hazinenin bu konuda görevini daha sağlıklı
yapacağı ve kaynakların daha sağlıklı kullanılacağını vurgulamak
açısından.
Değerli milletvekilleri,
Avrupa Birliği sürecini tartıştığımız bir ortamda bir arkadaşımız,
Sayın Açıkgöz dedi ki: "Türkiye çağdaş uygarlığı yakalamış bir
ülkedir." Çağdaş uygarlığın, tabii, tanımı çok önemli. Eğer çağdaş
uygarlık şu demekse, Türkiye Cumhuriyeti devletinin memurlarının
maaşını başka bir ülke ödemişse, bu çağdaş uygarlık değildir. Eğer
Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanlığının bir kitapçığını İngiliz
Büyükelçiliği ödüyorsa, masrafını karşılıyorsa, bu, çağdaş bir
ülke değildir. Çağdaşlıktan söz edilemez. Çağdaşlık, aç kalırsınız,
yoksul kalırsınız, ama ülkenin onurundan asla ve asla ödün vermezsiniz.
Nasıl oluyor da, 21'inci yüzyılda Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş bir
ülkenin Başbakanlığı çok ince bir kitapçığı, üstünde Başbakanlığın
adı yazılı olan çok ince bir kitapçığı, bu masrafı karşılayamıyor,
İngiltere Büyükelçiliği bu masrafı karşılıyor ve kapağında da
şu yazıyor: "Bu kitapçığın basım masraflarını İngiliz Büyükelçiliği
finanse etmiştir, karşılamıştır."
Şimdi bana söyler misiniz
değerli arkadaşlar, bunun çağdaşlık neresindedir? Nasıl oluyor da
Türkiye Cumhuriyeti'nin Hükûmeti çok küçük bir bedeli dahi finanse
etmekten kaçınmıştır? Bunu eğer tanımlamak gerekiyorsa, bu, yüz karası
bir olaydır arkadaşlar. Türk siyasi tarihinde yüz karası bir olaydır.
Şimdi, bakın, AB müzakereleriyle
ilgili de ne eksiğimiz var? AB müzakerelerini yürütüyoruz. Yine,
Sayın Açıkgöz dedi ki: "Bir eksiğimiz varsa zaten Avrupa Birliği
yetkilileri bize söylüyorlar." Baştan eksiğimizi kabul ediyoruz
zaten. Doğrudur, uyum sağlamakla siz bunu kastetmiyorsunuz, ama
eğer gerçekten de biz uyum sürecini, onurlu ve iki ülkenin karşılıklı
çıkarlarını, yani Birlikle ülkenin çıkarlarını, diğer ülkelerin
üye olduğu koşullarda yapabiliyorsak hiçbir sorunumuz yok. Biz,
hiçbir zaman şu kürsüye gelip, her şeyi reddeden bir düşünceyi savunmadık.
Doğruları savunduk, Hükûmeti uyardık, yanlış varsa uyarılarımızı
yaptık. Bunun bir kısmı dikkate alınır veya dikkate alınmaz. Nitekim
Dubai'de imzalanan sözleşmeyi bizim müdahalemiz üzerine ve şiddetli
tepkimiz üzerine Hükûmet Parlamentoya getirmedi ve uygulamaktan
vazgeçti. Ama, önemli olan, siyasi iradenin orada belirlenmiş olmasıydı.
Kuzey Irak'a, nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti, bir terör bölgesine
ben girmeyeceğim diye anlaşma imzalar? Ne karşılığında? 1 milyar dolar
karşılığında. İnsaf arkadaşlar!
Şimdi, Sayın Ordu dedi
ki -burada, güzel bir konuşma yaptı, sanıyorum, kendi taraftarlarını
da çok mutlu etmiştir- işte, faiz 1.500'dü, dolar şöyleydi, böyleydi
diye. Yaa, arkadaşlar, ben merak ediyorum, siz, Hükûmeti devraldığınız
zaman, faiz oranının, enflasyon oranının yüzde 34 olduğunu nasıl
bilmezsiniz? Devraldığınızda, enflasyon oranı yüzde 34'tü, Devlet
Planlama Teşkilatı orada, veriler orada. Haa, 1.500 olmadı mı? Oldu
tabii, ama, onunla mücadeleyi siz mi yaptınız? İnsaf denen bir şey
var. Siz, o programı aldınız, şimdi sürdürüyorsunuz. Haa, o programı
sürdürüyorsunuz, o programı yenileyemediniz. Zaten, sorun oradan
başlıyor. Nasıl oluyor da yenilemiyorsunuz siz bu programı? Bu programın
getirdiği tablo nedir biliyor musunuz? 3 tane dolar milyarderimiz
vardı, sizin uyguladığınız program sonucunda, 26 tane dolar milyarderimiz
çıktı. Bunu, biz söylemiyoruz, açın, uluslararası dergilere bakın.
26 dolar milyarderinin elde ettiği gelirle 25 milyon yurttaşın elde
ettiği gelir eşitlenmiş durumda.
Şimdi bakın, bu Hükûmet,
her şey söylenebilir tabii, bardağın dolusu, yarısı, yarısı dolu,
yarısı boş diye, güzel laflar da ediliyor zaman zaman. Bir ekonomi,
insan için vardır arkadaşlar. Siz, ne kadar güzel şey yaparsanız yapın,
insan mutlu değilse orada ekonomi mutlu değildir. Siz, hiç düşünebiliyor
musunuz, efendim, işsizlik dostu büyüme yok. Ne demek işsizlik dostu
büyüme yok? Şimdi, işsizlik var mı bu ülkede? Var. Üniversiteyi bitirmiş
insanlarda işsizlik oranı yüzde 34'lere ulaşmış vaziyette.
Değerli arkadaşlar,
üniversiteyi bitiren birisi iş bulamazsa ne olacak? Hangi ekonomiden
bahsediyorsunuz siz?
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Avrupa'da da var, dünyada da var!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Yoksulluk! Ben, size, yoksulluk rakamını vereyim değerli
arkadaşlar. Bingöl nüfusunun yüzde 68,5'i, Siirt nüfusunun yüzde
60,1'i, Ağrı nüfusunun yüzde 58,7'si, Hakkâri nüfusunun yüzde 58,7'si,
Van'ın yüzde 57,5'i, Batman'ın yüzde 56'sı, Adıyaman'ın yüzde 48,3'ü,
Kars'ın yüzde 48,3'ü, Iğdır'ın yüzde 46,9'u, Bitlis'in yüzde 45,8'i, Ardahan
nüfusunun yüzde 44,2'si, Muş nüfusunun da yüzde 44,2'si yeşil kartlı.
Ne demektir yeşil kart, biliyor musunuz? Asgari ücretin yarısından
daha az gelir sahibi olan bir nüfus var. Sayın Başbakanın seçildiği
Siirt Türkiye sıralamasında 2'nci sırada. Siz hangi parlak tablodan
söz ediyorsunuz arkadaşlar? Hangi parlak tablo bunu anlatıyor size?
Siz Teşvik Kanunu çıkardınız, doğu ve güneydoğudaki illere yatırım
gitsin, özel sektör gitsin oraya… Şırnak, Tunceli, Hakkâri, Batman, Siirt
ne oldu arkadaşlar? Gidin bakın Devlet Planlama Teşkilatının verilerine,
yatırım sıfır. Hani teşvik vardı!
MEHMET KARTAL (Van) -
Ölü doğdu bu Yasa.
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş)
- 1,5 milyar dolar Kahramanmaraş'ta yatırım var.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Şimdi, arkadaşlar, halka doğruları söyleyeceğiz, eksiklerimiz
varsa onları da söyleyeceğiz.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Artıları da söylesene.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Sizin getirdiğiniz bu sistemden kim memnun? Hiç bu soruyu
sordunuz mu kendinize? IMF memnun, çünkü, dünyada tek müşterisi kaldı,
o da Türkiye. En yüksek faizi alıyor, Türkiye'den çok memnun IMF.
Başka? Arkadaşımız
burada dedi ki, "1 milyar dolardan 30 milyar dolara sıcak para
geldi." Niye gelmesin? Gelmezlerse enayiler zaten adamlar.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Ben sıcak para demedim, 20 milyar dolar doğrudan yatırım dedim.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Haa, şimdi geliyorum oraya.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Önce, iyi anlayın.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Güzel! Özür dilerim. Özür dilerim. Sizin dediğinize geliyorum.
20 milyar dolar yatırım
geldi, değil mi, doğrudan yatırım? Sıfırdan doğrudan yatırımı 1
milyar dolar olarak iddia ediyorsanız… Bakın, sıfırdan doğrudan yatırımı
1 milyar dolar olarak iddia ediyorsanız, bu Parlamentonun önünde,
çağıralım Planlama yetkililerini… Sayın Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonunda
yaptığı açıklama vardır; sıfırdan doğrudan yatırım sıfır arkadaşlar!
Ne diyorsunuz siz?
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Ben sıfırdan doğrudan yatırım demedim.
BAŞKAN - Sayın Ordu,
lütfen… Sayın Ordu…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Adam gelip Telekom'u alıyor, PETKİM'i alıyor…
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Sıfırdan doğrudan yatırım demedim.
BAŞKAN - Sayın Ordu…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Çünkü, hazır yatırımı almak, doğrudan yatırım değildir.
Doğrudan yatırım, gelir buraya, oturur, fabrikayı kurar, işçi istihdam
eder, teknoloji getirir…
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Kemal Bey…
BAŞKAN - Sayın Ordu,
lütfen…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - … biz de o yatırımı yapanın alnından öperiz.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Sıfırdan doğrudan yatırım demedim, lafları düzeltin.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Hayır, ben söylüyorum, siz söylemediniz.
BAŞKAN - Sayın Ordu…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Onu ben söylüyorum. Ben söylüyorum, diyorum ki, yabancı
sermaye…
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu,
lütfen, karşılıklı konuşmayalım.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - …. Türkiye'ye hazırı almaya gelmesin, gelsin, her türlü
teşviki verelim sıfırdan yatırım yapsın. O yatırım için yabancı
sermaye gelmiyor arkadaşlar.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- O da olacak.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Kemal Bey, ona da gelmiyorlardı.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Bakın, bir şey daha söyleyeceğim.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Dün ona da gelmiyorlardı.
BAŞKAN - Sayın Kapusuz,
lütfen…
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Değil mi, dün ona da gelmiyorlardı, onu da söyleyin.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Bir şey daha söyleyeceğim size.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Biz ne söylediğimizi çok iyi biliyoruz.
BAŞKAN - Sayın Ordu…
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Dün bunun için de gelmiyorlardı, tenkit ettiğin noktada da gelmiyorlardı.
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu,
lütfen, karşılıklı konuşmayalım. Genel Kurula hitap eder misiniz
lütfen.
Buyurun.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - "Dün onun için de gelmiyorlardı" diye Sayın Salih
Kapusuz söylüyor. Doğrudur, ama, bugün niye geliyorlar? Dünyanın
en yüksek faizini veriyorsunuz, hem de vergisiz veriyorsunuz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Saptırıyorsunuz.
ALİ AYDINLIOĞLU (Balıkesir)
- Daha önceden kaçtı faiz? 83'te faiz kaçtı?
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Faiz başka bir şey, o başka bir şey.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Bu sistemden o adamlar da çok memnun, çünkü, dünyanın en
yüksek faizini Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti veriyor. Kimin cebinden
veriyorsunuz bunu biliyor musunuz Sayın Salih Kapusuz? O sizin,
Sayın Başbakanın söylediği şey var ya, sık sık kullandığı, garip gureba,
fakir fukara, işte onların cebinden alıp o insanlara aktarıyorsunuz.
Bu insanlar nasıl dünyanın en yüksek faizini ödüyorlar? İşte bunlar
aracılığıyla ödüyorlar. Bu sistemden kim mağdur? Siz bana işçileri,
çiftçileri, emeklileri söyleyin bakayım, gerçek sanayiciyi söyleyin
bakayım, memnun mu bu sistemden, bu düzenden?
Rifat Hisarcıklıoğlu'nun
yaptığı açıklama var, diyor ki: "Biz kendi ülkemizde bu ülkenin
taşeronu konumuna gelmek istemiyoruz. Yabancının taşeronu olmak
istemiyoruz." Kim söylüyor? Türkiye Odalar Borsalar Birliği
Başkanı söylüyor arkadaşlar.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Yatırımlara engel mi var Sayın Kılıçdaroğlu?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Yatırımlara sizin izlediğiniz politikayla engel
var.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Nedir o?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Sıcak paraya net yüzde 25 faiz verirseniz adam yatırım
yapmaz. Niye yatırım yapsın? Siz başka bir ülkenin bu kadar yüksek faiz
verdiğini gördünüz mü? Avrupa Birliği sizden niye memnun? IMF niye memnun?
Amerika niye memnun? Sermaye çevreleri niye memnun? Bunu niye kendinize
sormuyorsunuz?
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Yüksek faiz nasıl oldu da düştü söyleyin Allah aşkına!
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Sayın Kılıçdaroğlu kaçtan düştüğünü söyleyin ya. Yüzde 70'lerden
düştü.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Siz… Değerli arkadaşlar, dünyanın en yüksek faizini Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ödüyor.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya)
- Nereden nereye geldin? Onu söyle.
BAŞKAN - Sayın Ordu,
niye müdahale ediyorsunuz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Ha, nereden nereye geldi?
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
7.500'ten geldi, 7.500. Hatırlıyor musunuz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Sayın Başkan, izin verir misiniz, nereden nereye geldiğimizi
anlatayım.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Kanaltürk'te anlatırsın!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Nereden nereye geldik? 2002'de 89 milyar dolardı iç borcumuz
2006'da 187 milyar dolar.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Kaçla borçlandın oraya geldin? Onu da bir söyle. Kaçla borçlandın?
BAŞKAN - Sayın Öksüz…
OSMAN ÖZCAN (Antalya)
- Siz ne ağzı gevşek adamsınız.
MEHMET KARTAL (Van) -
Sizin yeriniz sağlam ama, gelme şansınız yok.
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu,
lütfen… Teşekkür için açıyorum. Buyurun.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Kanaltürk'te söyler!
OSMAN ÖZCAN (Antalya)
- Yerinizde duramıyorsunuz!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Hayır, kaçtan borçlandığını söylesin.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Nereden nereye geldiğimiz konusunda da açıklamaları
yapacağım. Onu da yapacağım ama, şimdi vaktim yok, Sayın Başkanı da
istismar etmek istemiyorum.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Tabii vaktin olmaz! Kanaltürk'te devam edersin!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Doğrulardan rahatsız olmayacaksınız. Eğer rahatsız
oluyorsanız, o zaman yanlışta ısrar etmeyeceksiniz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Hayır, sen yanlış bilgi veriyorsun.
BAŞKAN - Sayın Öksüz…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Yanlışta ısrar ederseniz bunları her yerde söyleyeceğiz.
Teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
RECEP GARİP (Adana) -
Doğru söylemiyorsun.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Yüzde 90'la, yüzde 120'yle borçlandınız.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kılıçdaroğlu.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ruhi Açıkgöz, Aksaray Milletvekili.
Buyurun Sayın Açıkgöz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
RUHİ AÇIKGÖZ (Aksaray)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının
4'üncü maddesi üzerinde şahsıma ait görüşleri açıklayacağım.
Bu madde, birimin harcamalarıyla
ilgili. Nasıl, nereden karşılanacağı burada belirtiliyor. Bu
maddeyle ilgili, muhalefetten arkadaşlarımız denetimin olmadığını
söylüyorlar. Bu, Hazine Müsteşarlığının bütçesinden buraya konulacağı
için, hazine zaten Sayıştay denetiminde. Dolayısıyla, bu bütçe denetim
altındadır demek doğru olur.
Değerli arkadaşlar,
buraya gelen muhalefet sözcüleri, tabii, bardağın boş tarafını
anlatıyorlar. Ben de dolu tarafını anlatayım.
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Boş tarafı epey büyük!
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Biz iktidara geldiğimizde Aksaray'da bir Mercedes kamyon fabrikası
vardı. Kapatalım mı-başka yere taşıyalım mı kararını vermek üzereydiler.
Yılda 1.400 kamyon üretiliyor. Tek vardiyaya düşmüş, birçok çalışanına
izin vermiş. Bugün ne kadar biliyor musunuz, arkadaşlar? Bugün, yıllık
16 bin kamyon üretiliyor.
OSMAN ÖZCAN (Antalya)
- Kamyoncular da çok rahat!
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Vardiyası zaman zaman üçe çıkıyor. Şimdi, doğru, bardağın boş tarafını
tarif ederken, yani "Bu bardak boş." demeyin.
NAİL KAMACI (Antalya)
- Ya, kimin kamyonunu üretiyorsun ya? Başka ülkeden getirdiğin kamyonları
üretiyorsun burada.
BAŞKAN - Sayın Kamacı…
Lütfen Sayın Kamacı…
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Değerli arkadaşım, daha önce o kamyonlar kendi ülkelerinde üretiliyordu,
katma değer o ülkede kalıyordu, yine de sen o kamyonu alıyordun. Bırakın
şimdi bunları, bırakın bunları. Biz, iş yapıyoruz
NAİL KAMACI (Antalya)
- Ne katma değeri katıyorsun kardeşim? Ne bardağın dolusundan bahsediyorsun?
BAŞKAN - Sayın Kamacı…
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Biz iş yapıyoruz, tüm göstergeler de, bu yaptığımız işi gösteriyor.
İster bunu, uluslararası göstergelerle test edin, ister kendi göstergelerinizle.
Şimdi, Allah aşkına, 34 milyar ihracattan, sen, tutar, 100 milyar dolara
çıkarırsan bunun farkını neyle izah edeceksiniz? Yalan mı diyeceksiniz?
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - İthalat ne kadar? İthalatı söyle.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Değerli arkadaş, ithalat da bu oranda artmıştır, hatta ihracatın
ithalatı karşılama oranı da gün geçtikçe düzelmektedir. Bu ithalatın
kalemlerine baktığında, Türkiye'nin kalkınmasına yardımcı olan
araçların geldiğini de görürsünüz.
Değerli arkadaşlar,
burada tabii, akı kara göstermek kolay değil, millet bunu yaşıyor. Biraz
önce arkadaşımız, burada "Bitlis'te şu kadar fakir vardı, bilmem…"
Bu fakirler daha önce de vardı, yeşil kartları yoktu, hastanelerde
rehin kalıyorlardı. (CHP sıralarından "Şimdi de kalıyorlar"
sesleri)
Şimdi, yeşil kartıyla
gidiyor, hastanesinde tedavi oluyor, hiç kimse de rehin kalmıyor. Yani,
bu iyiye gitmeyi, sizin buradaki polemiklerinizle kapatmak mümkün
değil.
YAVUZ ALTINORAK
(Kırklareli)- Şu anda Bağ-Kur'lular hastanelere gidemiyor, ölüyor,
ölüyor.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla)
- Vatandaş her gün bunu yaşıyor ve 22 Temmuzda da bu yaşadıklarını
sandığa yansıtacak. Bundan eminim.
Ben, bu duygularla hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
YAVUZ ALTINORAK
(Kırklareli) - Sen ne konuşuyorsun? Senin sokağa çıktığın yok. Gidemiyorsun
herhâlde, çık sokağa da gör.
RUHİ AÇIKGÖZ (Aksaray)
- Daha dün Aksaray'dan geldim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Açıkgöz.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Afif Demirkıran, Batman Milletvekili.
Buyurun Sayın Demirkıran.
AFİF DEMİRKIRAN (Batman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, vatandaşlarımız
sokakta dolaşmıyor, artık, evlerinde oturuyorlar ama, 22 Temmuzu
da dört gözle bekliyorlar. İnşallah, o zaman her şey anlaşılacak.
Biraz önce, Cumhuriyet
Halk Partisinin Değerli Sözcüsü Kemal Bey, "Borçlar arttı."
diyecekti herhâlde; fırsatı olmadı, sözü bitti ama, borcun, gayrisafi
millî hasılanın nereden nereye geldiğini hep beraber biliyoruz,
Maastricht Kriterlerine kadar indiğini biliyoruz. Onun için, ben
sadece bunu söyleyeyim.
İkincisi -biraz önce,
Yabancı Sermaye Genel Müdürü arkadaşımla çek ettim- öyle 1 milyar
dolarlar falan değil, Türkiye'ye gerek kapasite artırımına gerek
modernizasyona gerekse yeni "greenfield" dediğimiz…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Sıfırdan yatırım, sıfırdan.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- … sıfırdan yatırıma gelen miktar öyle 1 milyarlar falan değil,
çok daha fazlasıdır. İnşallah, önümüzdeki hafta içinde yapacağım
bir konuşmada bunların detaylarını size vereceğim.
Denetlemeyle ilgili
olarak da 2002 yılında hazırlanan Mutabakat Zaptı'nın 12'nci maddesinde,
zaten hazinenin kontrolörlerinin denetimine tabi olduğu ifade
edilmektedir. Ayrıca, verilecek olan bütçesi zaten hazineden verileceği
için -biraz sonra önergede olur mu bilmiyorum- hazine Sayıştayın denetimine
tabidir. Dolayısıyla, bu da, dolaylı olarak Sayıştayın denetimine
tabi olacak. Sadece bu kadar açıklama yapayım.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Niye oraya koymuyorsunuz?
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, tabii, bu hibelerden bahsederken, gerçekten,
gerek kendi kendimizi gerek halkımızı, vatandaşlarımızı bilgilendirmemiz
gerekir ki, çok daha fazla proje üretilebilsin, çok daha fazla mali
yardımlar kullanılabilsin. Şu anda uygulaması devam eden 2002,
2003, 2004 yıllarına ait projelere baktığımız zaman, biraz önce arkadaşlarımız
da söylediler, 2002 yılı için 127 milyon avro, 2003 için 138, 2004 için
231 milyon avro proje demeti uygulaması devam ediyor. 2005'in imzası
yapıldı, henüz sözleşmeler yapılmadı, 2006 da imza bekliyor. Bu 2002,
2003, 2004'e baktığımız zaman, bir dağılımını yaptığımız zaman, Türkiye
İş Kurumunun Türkiye genelinde uyguladığı bir proje var, Sivil
Toplum Kuruluşlarının Kamu Kuruluşlarıyla İşbirliğini Geliştirme
Projesi var, Türkiye geneli için. Samsun, Kastamonu, Erzurum, Düzey
2 Bölgeleri Kalkınma Programı var, birçok ilimizi kapsayan. Sınır
Ötesi İşbirliği, hem 2003'te var, hem 2004'te var, bu Edirne'nin, Kırklareli'nin
Bulgaristan ile olan ortak bir projesi. Doğu Anadolu Kalkınma Projesi
var, Van, Hakkâri, Bitlis ve Muş'u içeren. Yine, Sivil Toplumun Geliştirilmesi
Projesi var, Türkiye genelinde uygulanan bir proje. Kültürel Hakları
Destek Projesi var. Sürdürülebilen Kalkınma Projesi var, Sosyal Diyaloğun
Güçlendirilmesi var. Bunlar tamamen Türkiye'nin her tarafına uygulanan…
Ayrıca, Ağrı, Konya, Kayseri, Malatya, Düzey 2 Bölgeleri Kalkınma
Programları var, yine birçok ilimizi kapsayan bir proje var ve Bilgi
Köprüleri diye bir proje demeti var, MEDA kapsamında. Bunların tamamı
212 milyon avro ve projelerin uygulaması devam ediyor.
İller bazında baktığımız
zaman, hangi il, bu süreç içinde, 2002, 2003, 2004 yıllarına ait fonlardan
en fazla istifade etmiş, en çok dersini çalışmış, en çok proje üretmiş
diye baktığımız zaman: Konya ilimiz başta geliyor, yüzde 7,94, Van
onu takip ediyor yüzde 7,89'unu kullanıyor, Kayseri yüzde 6,60 ile onu
takip ediyor.
Sektörel olarak baktığımız
zaman: Belediyeler en fazla fon kullanmışlar yüzde 32,35 ile, KOBİ'ler
yüzde 14,48 ile ikinci sırada geliyor ve köye hizmet birlikleri, muhtarlıklar
üçüncü sırada, yüzde 7,5 ile bu Avrupa Birliği mali yardım fonlarını
kullanmışlar.
Şimdi, hâlen yürürlükte
olan bu projeleri… Sürem bitecek. Peki, ben burada keseyim, bir sonraki
maddede, 2007-2013 arasında ne tür projelere, kimin sorumluluğunda,
ne kadar yardım yapılacak, mali yardım, hibe yapılacak, onlarla ilgili
bilgi vereceğim.
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Demirkıran.
Madde üzerinde iki
adet önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına göre okutup aykırılığına
göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun
Tasarısının "Birimin giderleri" başlıklı 4 üncü maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Telat Karapınar |
Gülseren Topuz |
|
Ankara |
Ankara |
İstanbul |
|
Mehmet Ceylan |
Alaettin Güven |
|
|
Karabük |
Kütahya |
|
Madde 4 -(1) Birimin
bütün giderleri, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası veya muhabiri
olan Ziraat Bankası nezdinde Birim adına açılacak özel hesaba yatırılır.
(2) Birim giderlerini
karşılamak amacıyla Birim hesabına aktarılması gereken tutar genel
bütçeden karşılanır.
(3) Söz konusu özel hesaptan
yapılacak harcamalarda Harcama Yetkilisi Birim Başkanıdır."
BAŞKAN - En aykırı
önergeyi okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1428 Sıra Sayılı Yasa Tasarısının 4'üncü maddesine aşağıdaki fıkranın
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Haluk Koç |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Rasim Çakır |
|
Samsun |
İstanbul |
Edirne |
|
Mehmet Küçükaşık |
Muharrem Kılıç |
Atila Emek |
|
Bursa |
Malatya |
Antalya |
|
|
Ensar Öğüt |
|
|
|
Ardahan |
|
"(3) Birimin iç
denetimi Hazine Müsteşarlığınca, dış denetimi Sayıştayca yapılır."
BAŞKAN - Sayın Hükûmet
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP
AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Merkezi Finans ve İhale
Birimi'nin denetimine açıklık getirilmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun
Tasarısının "Birimin giderleri" başlıklı 4 üncü maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz (Ankara) ve arkadaşları
Madde 4 - (1) Birimin
bütün giderleri, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası veya muhabiri
olan Ziraat Bankası nezdinde Birim adına açılacak özel hesaba yatırılır.
(2) Birim giderlerini
karşılamak amacıyla Birim hesabına aktarılması gereken tutar genel
bütçeden karşılanır.
(3) Söz konusu özel hesaptan
yapılacak harcamalarda Harcama Yetkilisi Birim Başkanıdır."
BAŞKAN - Sayın Hükûmet
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP
AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Önerge ile maddenin
bütçe tekniğine uygun hale getirilmesi amaçlanmaktadır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Koç, aynı zamanda karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.22
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.30
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu
açıyorum.
1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 4'üncü maddesi
üzerinde verilen, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ve arkadaşlarının
önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, önergeyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır ve önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
5'inci maddeyi okutuyorum:
Düzenleyici işlem
yapma yetkisi
MADDE 5- (1) Bu Kanunda
belirtilen hususların uygulanmasına ilişkin her türlü düzenleyici
işlemleri yapmaya Müsteşarlığın bağlı olduğu Bakan yetkilidir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Osman Coşkunoğlu,
Uşak Milletvekili.
Sayın Coşkunoğlu, buyurun.
CHP GRUBU ADINA OSMAN
COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 5'inci madde, daha önce de sözünü ettiğimiz,
özerklik konusundaki ve denetleme konusundaki kaygılarımızı biraz
daha perçinleyen bir madde. Her türlü düzenleyici işlemleri yapmaya
Müsteşarlığın bağlı olduğu Bakan yetkili oluyor burada.
Şimdi, denetleme konusunda,
Sayıştayın Hazineyi denetlediği, dolayısıyla da, bu birimi denetleyici
olduğu otomatik olarak varsayılıyor. Fakat, bunun, neden açıkça belirtilmediği
de söylenmiyor. Bu vesileyle, Sayıştayın denetlemesi konusunda
da bir iki hatırlatma yapmak isterim. Sayıştayın tek görevi, sadece
mali denetleme değildir. Biliyorsunuz, yeni yasayla Sayıştaya,
aynı zamanda "performans denetlemesi" görevi de verilmiştir.
Bu görevi veren de, bu dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Bu görev verilmiştir
Sayıştaya. Fakat, Sayıştayın yaptığı denetlemeleri Türkiye Büyük
Millet Meclisi görüşmemiştir. Sayıştay, e-Devlet, e-Dönüşüm Projeleri,
yani, Elektronik Devlet, Dönüşüm Projelerini -Hükûmetin- denetlemiştir,
e-Devlet Kapısı Projesi'ni denetlemiştir. Bununla ilgili çok etraflı
ve çok yararlı bir raporla gelmiştir. Bu raporun, yasaya göre Plan
ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi, ondan sonra da Plan ve Bütçe Komisyonunun
görüşleriyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda
görüşülmesi gerekiyordu, bunlar yapılmamıştır.
Sayıştaya hem denetleme
görevi veren yasa çıkarıyoruz. Ondan sonra Sayıştayın bu görevi
yapması üzerine, hiç oralı olmayan bir Meclis durumuna düşüyoruz.
Bunun hiçbir açıklaması olamaz. Bu çok ciddi bir ihmaldir veya başka
bir deyişle, çok gayriciddi bir davranıştır. Bunu dikkate getirmek
isterim.
Genellikle madde üzerinde,
bu teknik yasa üzerinde konuşuyordum. Fakat, benden önce konuşan
AKP milletvekilleri, bu maddeden önce konuşan AKP milletvekilleri,
Hazineyle ilgili olan bu yasa nedeniyle Hazinenin ne kadar iyi durumda
olduğunu, ekonominin ne kadar iyi yönetildiğini söylemeye çalıştılar.
Sayın Açıkgöz dedi
ki: "Biz, tabii, bardağın dolu tarafını göstereceğiz, siz boş
tarafını göstereceksiniz." Şimdi, dolu tarafını da gösterelim.
Hükûmet son derece başarılı oldu bazı konularda. Örneğin, Sayın Kılıçdaroğlu
sözünü etti, dolar milyarderi sayısı bu Hükûmet döneminde 3'ten
26'ya çıktı diye rakamı verdi Sayın Kılıçdaroğlu. Ben, bu rakama
bir ekleme daha yapayım: Dünya sıralamasında dolar milyarderi sayısına
göre, Türkiye, geçen yıl 6'ncılığa yükselmiştir, dünyada 6'ncıyız
dolar milyarderi sayısına göre. Böyle yükselmiştir, AKP İktidarının
o başarılı ekonomi yönetimi sayesinde. Dünya 6'ncısı… Japonya'dan
çok dolar milyarderi bizdedir, Fransa'dan çok dolar milyarderi Türkiye'dedir.
Ee, bu da, bazılarına göre başarı olabilir.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Yatırım yapıyor işte, ne güzel!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Ama "Bu ekonomik büyüme ne zaman bize yansıyacak?" diyen
köylümüze ve esnafımıza göre, işte, bu başarı değildir. Bazılarına
ve sizlere göre…
SONER AKSOY (Kütahya)
- Zengin düşmanlığı yapma!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Haa, bak "sermaye düşmanlığı" diyor.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Evet, sermaye düşmanlığı…
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Dolar milyarderi yaratmak sermaye dostuymuş… Bol bol, dünyada…
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Yatırım yapmış, ihracat yapmış, para kazanmış.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- O zaman, Japonya sermaye düşmanı, demek bizim kadar dolar milyarderi
yaratamamış; Fransa sermaye düşmanı, bizim kadar dolar milyarderi
yaratamamış. O da bir başarı o şekilde bakarsak.
Şimdi, öte yandan, bunun
da konusu edildi, onu da tamamlayayım. Yabancı sermayeyi çektik,
diye övünüldü. 20 milyar dolarlara yaklaşan yabancı sermaye, tek
bir fabrika kurmadan, tek bir temel atmadan… Var olan değerlerimizi
ona, buna satmak başarıysa, onun için de bu Hükûmeti kutlamak gerekir,
ama bunu kutlayanlar yine sizin yarın önüne çıkacağınız halk olmayacaktır,
bunu kutlayanlar IMF olacaktır, uluslararası sermaye olacaktır. Onların
kutlamasını, onların gözünde başarı ölçülerini çok iyi gerçekleştirdiğinizi
hepimizin teslim etmesi gerekir.
SONER AKSOY (Kütahya)
- Demagoji alfabesi böyle başlarmış!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Ama, dün akşam aldığım bir haberi söyleyeyim: Benim seçim bölgemde
bir köye giden bir aday adayımız…
TEVFİK AKBAK (Çankırı)
- DSP'mi?
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- …Cumhuriyet Halk Partisi aday adayımızı
köyün dışında karşılamışlar "Siz hangi partidensiniz?" diye,
"Cumhuriyet Halk Partisi" deyince, "İyi, buyurun."
demişler, "AKP olsaydınız almayacaktık köye." demişler. Bunu
da… Yarın öbür gün…
ALİM TUNÇ (Uşak) - Atıyorsun,
atıyorsun!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- "Madem bu ekonomi bu kadar iyi gidiyor, biz niye siftahsız kepenk
kapatıyoruz?" diyen esnafın önünde konuşun.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - İsmi ne?
Onun ismini söyle!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Şimdi bana
bağırırsınız, kolay.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - İsmini söyle!
BAŞKAN - Sayın
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Hadi, o
esnafın önünde konuşun bakalım!
SONER AKSOY (Kütahya) - Hangi köy?
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Hadi, o
köylümüzün önünde konuşun!
SONER AKSOY (Kütahya) - Köyün adını söyle!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Hadi, onların
önüne çıkın da "dolar milyarderi yarattık, biz sermaye dostuyuz"
deyin bakalım, nasıl karşılayacaklar?
SONER AKSOY (Kütahya) - Köyün adını söyle,
adını!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Şimdi burada…
AHMET YENİ (Samsun) -
Köyün ismini söyle!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- …bana bağırmak kolay, o vatandaşın önünde bunu açıklayın bakalım,
o zaman göreceğiz sizleri. Bunu, sermaye dostluğu olarak değerlendiriyorsanız
dolar milyarderliğini, buyurun, açıklayın. "Ne zaman bu ekonomik
büyüme bize yansıyacak?" diyen esnafımıza açıklayın. "Ne
zaman bu ekonomik büyüme bize yansıyacak?" diyen köylümüze
açıklayın.
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Çoktan yansıdı.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Nerede yansıdı? 1,5 milyon köylümüz yerinden yurdundan oldu, kentlere
göç etti; gittiği yerde de perişan duruma düştü. Onların mı...
ASIM AYKAN (Trabzon) -
İstanbul'un zenginleri nereye oy veriyor..
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Efendim?
ASIM AYKAN (Trabzon) -
İstanbul'un zengin mahallerinde oylar nereye veriliyor? CHP'ye mi
AK Partiye mi?
BAŞKAN - Lütfen sayın
milletvekilleri…
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Efendim, bilmiyorum. Onu siz değerlendirin.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Osman
Bey, hangi köy olduğunu söylemeniz lazım.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Şimdi, değerli arkadaşlar, söylerim size, hangi köy olduğunu söylerim
Değerli Dostum, söylerim. Bak, dün akşam… Değerli Dostum, şimdi gördüm
seni orada, uyarayım, "AKP'liler
gelirse almayız." diyorlar…
ALİM TUNÇ (Uşak) - Mümkün
değil… Mümkün değil…
BAŞKAN - Lütfen Genel
Kurula hitap eder misiniz Sayın Coşkunoğlu.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Yapmayın! Sizin suçunuz olmayabilir ama, o şekilde Hükûmeti uyarmanız
gerekir.
Evet, değerli dostlarım,
Hükûmetin başarıları da var; doğru -Sayın Açıkgöz dostumun söylediği
gibi- dolar milyarderinde bizi Fransa'nın, Japonya'nın önüne geçiren
başarıları var, ama bu başarıları biz başarı olarak görmüyoruz
Cumhuriyet Halk Partisi olarak.
Hepinize saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- İsmini öğrendik, Kadıköy'müş!
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik)
- Kadıköy mü, Bakırköy mü?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Coşkunoğlu.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ali Rıza Alaboyun, Aksaray Milletvekili.
Buyurun Sayın Alaboyun.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Görüşülmekte olan kanun
tasarısının 5'inci maddesi üzerinde şahsım adına görüşlerimi belirtmek
istiyorum. Fakat, buradan, Osman Bey'in görüşlerine, birtakım cevap
vermek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Alaboyun,
lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz.
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa)
- Madde üzerinde konuş.
BAŞKAN - Madde üzerinde konuşun lütfen.
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Efendim, Türkiye'de dolar milyarderi birden 26'ya çıkıyorsa eğer,
bu ülkede ihracat yapılıyordur, yatırım yapılıyordur, gelir sağlanıyordur.
Benim memleketimde trafiğe tescilli araç sayısı, dört sene içerisinde
2 katına çıkmıştır.
NAİL KAMACI (Antalya)
- Neresi o?
BAŞKAN - Sayın Kamacı...
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Bu, ekonominin geliştiğini gösterir, kalkınmanın geliştiğini
gösterir. (CHP sıralarından gürültüler) Bu ülkede, 2.100 dolardan
5.500 dolarlara çıkmıştır gelirler. Bunu göz ardı edemezsiniz.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Gelecek, ipotek altına
girdi.
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Hiç kimse geleceği ipotek altına almamıştır.
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Dostlar alışverişte görsün!
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Burada Avrupa Birliğini tartışıyoruz, teknik bir konu tartışıyoruz,
fakat, burada spekülasyon yapıyorsunuz. (CHP sıralarından gürültüler)
NAİL KAMACI (Antalya)
- Adamın harcayacak parası yok ya...
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Bütün yaptığınız şey, gerginlik yapmak.
Ben, iki gün önce kızımı
getirdim buraya, televizyonda konuşan bir CHP'liyi görünce, bana
dedi ki: "Baba, bu CHP'li mi?" Baktım, "Evet kızım." dedim.
"Niçin?" dedim. "Çok kavgacı görüşüyorlar bunlar, kavga
eder gibi konuşuyorlar." dedi. Bu imajı silin bir kere, çocukların
zihninden. Kavgacı imajını silin. (AK Parti sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
OSMAN ÖZCAN (Antalya)
- Siz de Türkiye'yi soyma imajını silin!
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Bu ülke hepimizin. Bu ülkede kavga etmeye gerek yok.
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Soymayın siz de!
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Zaten, demokrasiyi de katlettiniz.
O yüzden, 22'sinde, sandıkta bu millet sizden hesabını soracaktır.
(CHP sıralarından gürültüler)
Saygıyla selamlıyorum
hepinizi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
NAİL KAMACI (Antalya)
- Göreceğiz! Göreceğiz!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Alaboyun.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, şimdi, burada her şey söyleniyor, kürsü özgürlüğü vardır.
Ama, "demokrasiyi katlettiniz" şeklinde bir ifade, hepimizi
var eden ortak bir değere dönük bir ifadededir ve bizim grubumuza dönük
söylenmiştir. Müsaade ederseniz, kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Koç, yeni
bir sataşmaya mahal vermeden, sataşma nedeniyle, buyurun.
Üç dakikalık süre veriyorum.
VII. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Aksaray Milletvekili
Ali Rıza Alaboyun'un, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
HALUK KOÇ (Samsun) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle, Sayın Alaboyun'un
son cümlesinde sarf ettiği sözler için üzüntümü bildirmek istiyorum.
Çünkü, demokrasi, kurum ve kurallarıyla bizleri var eden, iktidarı
da var eden muhalefeti de var eden ve bu Parlamentonun bu şekilde çalışmasını
da var eden, parlamenter sistemin temelinde olan kavramdır. Şimdi,
"katlettiniz" şeklindeki bir ifadeyi burada neye dayanarak
söylüyorsunuz? Sanıyorum, son bir aydaki gelişmelere göre, kendi
düşüncesinize, pencerenize göre söylüyorsunuz.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Vatandaş gördü ne olduğunu.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sayın Alaboyun, siz, son derece çağdaş, uygar, iyi düşünen, ufuk ötesi
düşünebilen bir arkadaşsınız. Bu kavram içerisinde öz eleştiri
kavramı çok önemli. Bakın, birçok arkadaşınız öz eleştiri yapıyor.
Yaa, bu süreç içerisinde acaba biz ne hata yaptık da nasıl bir uzlaşma
zemininden kendimiz uzaklaştık da bu Parlamentonun Cumhurbaşkanı
seçiminde tıkanmasına yol açtık, bunda bizim hiç payımız yok mu, diye
hiç düşünmüyor musunuz?
Değerli Arkadaşım…
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Anayasa'mızda uzlaşma diye bir şey yok ki Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Değerli Arkadaşım, bakın, ben sizi dinledim. O ifadelerinizin yanlış
olduğunu, onu burada düzelteceğinize inancımı belirterek, sizi
de överek, size de saygılı davranarak düşüncelerimi söylüyorum.
Demokrasiyi tarif
etmeye çalıştım. Demokrasiyi var eden kurumları söylemeye çalıştım.
Demokrasinin içinde, demokrasinin gereği olarak bulunanların demokrasiyi
katletmek gibi bir sürecin parçası olarak suçlanmalarının yanlış
olduğunu söyledim. Bu yanlışlığı siz de kabul ediyorsunuz. O kabulün
sonrasında da buraya gelip bunu bir kere daha ifade etmek görevi
düşüyor size. Ve bu süreç eğer tıkandıysa, demokrasinin temelinde
olması gereken uzlaşma kültürünü biz yeterince kullanamadık mı
diye bir sorgulamanız gerekir.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Dayatma var, dayatma. Uzlaşma yok.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Ben düşüncemi söylüyorum. Dayatma… Sizin yaptığınız dayatmadır.
Bakın, bir kere daha söylüyoruz. "Bu Parlamento içerisinden
Adalet ve Kalkınma Partisine mensup bir Cumhurbaşkanı seçilemez."
şeklindeki bir ifadeyi biz hiçbir zaman kullanmadık, hiçbir şekilde
kullanmadık.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Seçilemez diye dayatma yapıldı.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sadece bazı isimlere, Sayın Başbakana
-eğer böyle bir niyeti varsa- Sayın Bülent Arınç'a, Sayın Abdullah
Gül'e ve belli düşüncelerini daha önce Türkiye önünde belirlemiş,
ifade etmiş insanlara, kişilere karşı bu düşüncemizi söyledik.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Niye
onlar? Onlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi?
BAŞKAN - Sayın Tunç…
HALUK KOÇ (Devamla) -
Ama, Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde…
ALİM TUNÇ (Uşak) - Onlar bu Meclisin milletvekilleri değil
mi? Onlar bu devletin bakanı değil mi?
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sen de Cumhurbaşkanı adayı olabilirdin, sana da olumlu bakabilirdik.
Sana da olumlu bakabilirdik. Yani, Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde,
bu koşullar içerisinde Cumhurbaşkanı çıkartabilirdiniz. Düşünün,
taşının, öz eleştirinizi yapın, ondan sonra demokrasiye dönük bazı
ifadeleri CHP'ye dönük kullanın.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Siz düşünün, taşının.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sayın Alaboyun, sözlerinizi düzelteceğinize ben inanıyorum.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Bundan
sonra, 22 Temmuzda vatandaş düşünecek.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sayın Tunç…
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Seksen senedir dayatıyorsunuz…
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sayın Tunç, bırakın bu İdris Küçükömer yorumlarını. Bırakın Allah aşkına.
Seksen senedir dediğiniz, hepimizi var eden ortak değerlere, hepimizi
var eden ortak değerlere saygılı olun. Demokrasi bir şekilde çoğunluğu
ele geçirerek…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HALUK KOÇ (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Lütfen Sayın
Koç, teşekkür için açıyorum.
Buyurun.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Burada rahat rahat konuşuyorsanız demokrasi sayesinde, bizim
istediğimiz demokrasi sayesinde konuşuyorsunuz.
HALUK KOÇ (Devamla)
- Arkadaş gelecek herhâlde kürsüye,
ifade edecek düşüncelerini.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, demokrasinin yarattığı ortamda, demokrasinin kuralları
içerisinde, demokrasinin size sağladığı olanaklarla demokratik
ortamda belli bir yürütme görevini, belli bir erk kullanma görevini
sağlamaya dönük bir pozisyon elde ettiğinizde, geriye dönüp o yolu
tahrip etmek gibi bir hakkı kullanamazsınız demokrasilerde.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Siz tahrip ettiniz.
HALUK KOÇ (Devamla) - Bu vardır.
Bunu çok iyi değerlendirin ve
şuna inandırın kendinizi, lütfen inandırın…
ALİM TUNÇ (Uşak) - Biz
inanıyoruz zaten.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Bakın, bu sizin, sizin…
ALİM TUNÇ (Uşak) - İnanıyoruz
zaten.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Ya, sus bir dakika da, dur ya! Dur Allah aşkına kardeşim be! Bir dur da
dinle, ne söyleyeceğimi dinle ya!
BAŞKAN - Sayın Tunç,
niye müdahale ediyorsunuz? Lütfen…
HALUK KOÇ (Devamla) -
Dur bir dakika, dinle ya! Öz eleştiri yap, öz eleştiri yapın, değerlendirin.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sen
öz eleştiri yap.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Ben yapıyorum. Ben doğruyu yaptım. Dayatmayla olmaz dedim.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Dayatmayla olmuyor zaten.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sadece teşekkür için…
BAŞKAN - Teşekkür
için açıyorum.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Peki, Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Bu düşüncelerle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam
ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu Raporu ile İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme
Alınma Önergesi (1/1317) (S. Sayısı: 1428) (Devam)
BAŞKAN - Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen, Mehmet Ceylan, Karabük Milletvekili.
Buyurun Sayın Ceylan.
MEHMET CEYLAN (Karabük)
- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım, ben siyaseten değil, madde
üzerinde teknik olarak konuşacağım.
Tabii, gönül arzu ediyor
ki, Sayın Osman Hocam da çok sevdiğimiz bir arkadaşımızdır, o da akademisyenlikten
gelen birisi, o da, keşke teknik olarak konuşsaydı.
Değerli arkadaşlarım,
bu maddede, Merkezî Finans ve İhale Biriminin düzenleyici işlem
yapma yetkisi, Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu bakana verilmektedir.
Tabii, bizden önce konuşan Değerli Osman Coşkunoğlu Beyefendi, konuşmasında,
bu kanun tasarısıyla getirilen hususlarda, Merkezî Finans ve İhale
Biriminin özerklik konusu ve denetleme konusuna yine atıfta bulundu,
endişelerini ifade etti, ama, daha önce de ifade ettik, bu konularda
endişeye mahal yok.
Birim, Sayıştayın denetimine
tabi, çünkü, Hazine Müsteşarlığından aktarılacak transfer ödemesiyle
harcamalar yapılacak. O açıdan, Hazine Müsteşarlığı da Sayıştay
denetimine tabi olduğuna göre, Birim de Sayıştayın denetimine
tabidir elbette ki.
Özerklik konusunda
da, bu konuda da endişeye mahal yok. Sadece, kurulacak Birim, idari
açıdan Hazine Müsteşarlığına bağlıdır, ancak, burada, biz, biraz
sonra grup olarak vereceğimiz önergeyle bu maddenin de kaldırılmasını
öneriyoruz. Tabii, sizin de desteklerinizi bekliyoruz, çünkü, burada,
böyle bir düzenleme, yani, Bakana düzenleyici işlem yapma yetkisi
veren böylesi bir düzenleme çeşitli tereddütlere de yol açabilir
endişesini de biz de taşıyoruz. O açıdan, bunu da ortadan kaldırmak
üzere, zaten buna yönelik düzenleme kanun tasarısının 3'üncü maddesinin
5'inci fıkrasında yer almaktadır. Orada, "Bütün bu işlemler çıkarılacak
bir yönetmelikle düzenlenecektir." diyor. O açıdan, böylesi
bir maddeye de gerek yok diye düşünüyoruz. Biraz sonra okunacak
önergemizle de bu maddenin tasarıdan çıkarılmasını öneriyoruz. Bu
şekilde de endişeye de mahal olmadığını düşünüyoruz.
Teşekkür ediyorum. Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ceylan.
Madde üzerinde bir
adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun
Tasarısının "Düzenleyici İşlem Yapma Yetkisi" başlıklı
5'inci maddesinin tasarı metninden çıkarılması ve diğer maddelerin
buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Ünal Kacır |
Alaettin Güven |
|
Ankara |
İstanbul |
Kütahya |
|
Mehmet Ceylan |
Afif Demirkıran |
Ali Rıza Alaboyun |
|
Karabük |
Batman |
Aksaray |
BAŞKAN - Sayın Hükûmet
önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP
AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz Değerli Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Kanunda belirtilen
hususların uygulanması, zaten 3 üncü maddenin 5 inci fıkrası uyarınca
hazırlanacak yönetmelikte gösterileceğinden; uygulamaya dönük
işlemlerin ise Birim Başkanlığınca yürütülmesi tabi bulunduğundan;
Bakana "her türlü düzenleyici işlemleri yapma" şeklinde
kapsamı tereddüde yol açar nitelikte bir yetki tanınmasına mahal
bulunmamaktadır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yeter sayısı…
BAŞKAN - Kabul edenler…
Aynı zamanda karar yeter sayısı arayacağım. Kabul etmeyenler… Karar
yeter sayısı yok.
Birleşime beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.51
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 17.54
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Altıncı Oturumunu
açıyorum.
1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Hükûmet yerinde.
Tasarının 5'inci maddesi
üzerinde verilen önergenin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım.
Önergeyi kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmiştir,
5'inci madde metinden çıkartılmıştır.
Teselsül nedeniyle
6'ncı maddeyi 5'inci madde olarak okutuyorum:
Muafiyet
MADDE 5- (1) Birim, bu
Kanunun uygulanmasıyla ilgili iş ve işlemlerde her türlü vergi,
resim ve harçtan muaftır.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
madde önemli bir istisna getiriyor, vergi ayrıcalığı getiriyor,
bir kuruma, yeni oluşturulacak olan Birime. Bunun doğru bir uygulama
olmadığı belli. Ama, hemen söyleyeyim, bir önergeniz var, bu muafiyeti
kaldırıyorsunuz. Bu açıdan, önergeyi imzalayan arkadaşlara da teşekkür
ediyorum. Çünkü, vergi yasalarında yapılacak olan değişikliklerin
ancak ilgili yasasında yapılması en doğru olanıdır. Eğer böyle yapılmadığı
takdirde de sorun çıkıyor, özellikle yasaların izlenmesi açısından.
Afif Bey'in, özellikle
bu "greenfield" dediğimiz, sıfırdan doğrudan yatırımla
ilgili olarak rakamı biz Plan ve Bütçe Komisyonunda sunuş yapılırken
Merkez Bankası Başkanından aldık ve Sayın Başkana şu soruyu yönelttik:
"Gelen rakam, yani yabancı sermayeden ne kadarı sıfırdan doğrudan
yatırım şeklinde gelip Türkiye'de yatırım yapılmıştır, bu rakamı
alabilir miyiz?" diye."Bu rakam sıfıra yakın, çok düşük bir
rakam. Dolayısıyla, "Rakamı vermeye değmez." diye bir ifadesi
var; ki, aynı toplantıda Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli milletvekilleri
de vardı. Daha sonra edindiğimiz rakamlarda da benzer sonuca ulaştık.
Ama, bu anlatım bundan yaklaşık altı ay önceki bir rakamdı. Ama, bu
altı ay içinde bir sermaye gelip Türkiye'den yatırım yapmışsa -hele
20 milyar dolarlık veya 10 milyar dolarlık- bundan ancak sevinç duyabiliriz,
ama benim gördüğüm kadarıyla böyle bir rakam söz konusu değil.
Değerli arkadaşlar,
bir başka önemli nokta, arkadaşlarımız burada konuyu aktarırlarken
"dolar milyarderi sayısının fazla olması, artması güzel bir
rakamdır" diye "güzel bir uygulamadır" diye ifade ettiler.
Dolar milyarderi sayısı… Eğer herkes dolar milyarderi olursa bir sorunumuz
yok zaten. Keşke onu yakalayabilsek. Ama, içimizden bazıları yoksullaşıp
bazıları zenginleşirse orada sorunumuz var demektir. Bunun kalkınmayla
bir ilgisi yok, ihracatla da bir ilgisi yok. Eğer Japonya bizden daha
fazla ihracat yapıyor, artı dış ticaret açığı değil, fazlası veriyor
ve bizden daha az dolar milyarderi varsa, gelir dağılımı bizden daha
iyiyse, o zaman bir sorunumuz var demek. Bu sorunu çözmemiz gerekiyor.
O açıdan, dolar milyarderinin sayısının artmış olması, özellikle
3'ten 26'ya gibi olağanüstü bir artış göstermesi, Türkiye'de gelir
dağılımındaki bozukluğu göstermesi açısından çok ilginçtir.
Bakınız, değerli arkadaşlar,
Sayın Mustafa Mutlu, bundan -yanlış hatırlamıyorsam- bir ay önce
bir yazısında şöyle bir açıklama yapıyordu: Tıraş olurken bir arabanın
bir hırsız tarafından çalındığını görüyor. Hemen koşuyorlar. Arabanın
camlarını kıran hırsızın eli yüzü kan içinde ve gelen kişilere şunu
söylüyor: "Ne olursunuz ağabeyler" diyor," bu arabayı
ben çalacaktım, ben hırsızım, beni şikâyet edin, karakola götürün,
davadan vazgeçmeyin, çünkü açım ve yatacak yerim yok." diyor. Şimdi, bu sorun Türkiye'nin
temel sorunudur. Yoksulluk sorunu Türkiye'nin temel sorunudur. Bizim
bu sorunu çözmek gibi bir işlevimizin olması lazım. Sadaka devletten
söz etmiyorum arkadaşlar, yani onun gidip o gün karnını doyurup, tamam
senin işte karnın doydu… Bu sorun değil. Bunu aşmak lazım. Eğer siz
sosyal devleti egemen kılamazsanız, gelir dağılımını dengeleyemezseniz,
o zaman bu sorunu çözemezsiniz. Kapkaç olayları artıyor. Neden artıyor?
Kimse, gönüllü gidip kapkaç olaylarına girmez ki. Avrupa Birliğine
eğer biz üye olacaksak, Avrupa Birliği bizi kabul edecekse, temelde
bu sorunları çözmemiz hâlinde bizi kabul edecektir. Kapkaçı olmayan,
gelir dağılımı düzgün olan, hırsızlığı olmayan, yolsuzluğu olmayan
bir ülke yaratmamız lazım ve bunu da el birliğiyle yapmamız, el birliğiyle
geliştirmemiz gerekiyor.
Yine bir değerli milletvekilimiz
"Siz kavgacısınız, kavgacı olduğunuz sürece de bu imajı yıkamazsınız."
Şimdi…
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Kayıt dışı trilyonları aktardığınız kanala da bir değin de… Nasıl
oluyor, vergisini mergisini ödemeden?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Sesiniz gayet güzel geliyor ama…
BAŞKAN - Sayın Taşcı…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Değerli milletvekilim, lütfedip gelip burada konuşsanız.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Ona da gelecek misin? Oraya da gelecek misin?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Geleceğiz tabii efendim. Bakın, siz Hükûmetsiniz. Geçen
gün burada yoktunuz, şimdi, gelmiş ön sıralarda oturuyorsunuz. Aynen
şunu söyledim…
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Ben, her zaman buradayım!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - İktidar olup da hesap sormayan namerttir.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- İşte, bakın, hesabını soruyoruz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - İktidar olup da hesap sormayan namerttir. Eğer bunu yaparsanız,
sizi kutluyoruz.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Bakın, size soracağız!
BAŞKAN - Sayın Taşcı,
lütfen…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Hesap vermeyen de… Bakın, hesap vermeyen de namerttir.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Dünyada, tek, bankası olan partisiniz. Bunun hesabını verin bakalım!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Tek, bankası olan parti değiliz, hiçbir bankamız yok.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Sizin var bankanız!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Sizin, dünyadan haberiniz yok! Siz, ne biçim milletvekiliniz?
Gerçekten hayret ediyorum, ne biçim milletvekilisiniz? Doğruyu
bilmezsiniz, konuşmasını bilmezsiniz, araştırma yapmasını bilmezsiniz,
gelir, burada laf atarsınız! İnsan biraz utanır be! (CHP sıralarından
alkışlar)
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Trilyonların belgelerini bir çıkartın bakalım! Trilyonların belgelerini
getir bir bakalım! Yalan mı konuşuyoruz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - İnsan biraz utanır ya! Bir de eğitiminizi bilmiyorum ben sizin. Gerçekten,
siz, ne tür bir eğitim gördünüz? (AK Parti sıralarından gürültüler)
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Trilyonların belgelerini bir getir bakalım, kayıtsız kayıtsız
yaptığınız trilyonların!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Eğitim, her şeyin başıdır.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Hayır, yalan mı konuşuyoruz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Evet, yalan söylüyorsun. Evet, bakın, açın tazminat davası,
ben, sizin yalan söylediğinizi iptal edeceğim.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Hadi… Kanaltürk'e verdiğiniz trilyonları nereden, hangi hesaptan
verdiniz? Hazineden mi verdiniz o parayı, nasıl verdiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Sayın Başkan, laf atmak olabilir, hiç yadırgamam, biz de
zaman zaman söylüyoruz. Ama, söylerken söylediğimiz lafın da ne olduğunu
bilmemiz lazım.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Hikâye anlatıyor, hikâye!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Şimdi, eğer, siz, kalkıp "CHP'nin bankası var" diyorsanız,
sizin bankacılıkla hiç ilginizin olmadığı çıkıyor ortaya.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Kim yönetiyor? Yönetim Kurulunda kim var?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Siz, kalkıp da kayıt dışı bir para aktardığımızı söylüyorsanız,
sizin dünyadan haberiniz yok! (AK Parti sıralarından gürültüler)
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Kanaltürk'e nasıl verdiniz paraları?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Efendim, bakın, orada, şu anda, 6 tane denetim elemanı
var değil mi?
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Nasıl verdiniz paraları?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - 6 tane denetim elemanı var, değil mi?
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Tabii, söyleyemiyorsunuz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Ben size ne söylüyorum?
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Söyleyemiyorsunuz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Olur mu efendim!
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu,
bir saniye…
OSMAN ÖZCAN (Antalya)
- Kılıçdaroğlu'na soruyor… Çık orada konuş.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Milletvekili mi o? Hiç görmedim beş senedir!
BAŞKAN - Bir saniye
milletvekilleri…
Sayın Taşcı, maksadınız
nedir, bir anlatır mısınız? Lütfen…
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- "Vergisiz" diye bahsediyor…
BAŞKAN - Susar mısınız
lütfen. Hakkınız var mı sizin?
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yine, şunu açık yüreklilikle
söylüyoruz: Hesap sormayan namerttir, hesap vermeyen namerttir. Bakın,
bu kadar açık ve net. Siz iktidarsınız, hesap soracaksınız. Ama, hesap
sorarken…
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Soracağız, soracağız, seçim meydanlarında soracağız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Hayır, hayır… Hesap
sorarken, dürüst, namuslu hesap soracaksınız ve hesap vereceksiniz.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Onların da hesabını soracağız sizden.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Şimdi, kavgacı imajınızı silin. Ben şimdi size bir şey
söyleyeyim değerli arkadaşlar.
MURAT YILDIRIM (Çorum)
- Siz kavgacısınız be!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Biz, hiçbir zaman "Cibiliyetsiz" lafını kullanmadık.
Kullanan kim? Kullanan kim arkadaşlar? Başbakanınız.
MEHMET KARTAL (Van) -
"Çürük yumurta!"
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Biz hiçbir zaman "Sahtekâr" sözcüğünü kullanmadık.
Kullanan kim? Başbakanınız.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur)
- Ne alakası var?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Şimdi, "Çelik çomak oynama oyununu…" kullanan
kim? Başbakanınız. Biz hiçbir zaman kullanmadık. (AK Parti sıralarından
gürültüler) "İki koyun güdemiyorsunuz." lafını kullanan
kim? Başbakan. Biz hiçbir zaman kullanmadık.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) - Boş yere kullanmaz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Bakın, arkadaşımız da diyor ki: "Boş yere kullanmıyorlar."
Şimdi, bu noktaya geldikten sonra, kimin kavgacı olup olmadığı daha
net çıkıyor ortaya.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Anayasa Mahkemesini tehdit eden kim?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Eğer, siz sokak kültürünü devlet katına taşırsanız, orada
demokrasiden söz edemezsiniz.
ZEKİ KARABAYIR
(Kars) - O sokak kültürü sizin geleneğinizde vardır.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Senin ağzında var o sokak kültürü.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Anayasa Mahkemesine "Ayağına kurşun sıktı."
demek doğru değildir.
ZEKİ KARABAYIR
(Kars) - Cumhuriyet Halk Partisinin ahlakıdır sokak kültürü.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Sizin ahlakınız bozuk. Ahlaksızlık diz boyu!
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Anayasa Komisyonunda saldıran kim?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi bütün tarihi boyunca Türk demokrasisine
hizmet etmiştir.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Anayasa Komisyonunda saldıran kim? Tarihi boyunca provokasyon
yapmış.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi, bütün yaşamı ve tarihi boyunca
Türkiye'nin ulusal çıkarlarını her ortamda ve her yerde savunmuştur.
TELAT KARAPINAR (Ankara)
- 27 Mayısta neredeydiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi IMF'ye teslim olmamıştır.
ASIM AYKAN (Trabzon) -
27 Mayısta neredeydiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi, ekonomi yönetimini IMF'ye teslim
etmemiştir. Cumhuriyet Halk Partisi, yolsuzlukların üzerine gitmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi, yoksullardan, varoşlardan yana olmuştur.
ZEKİ KARABAYIR
(Kars) - Halktan destek almamıştır.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi, dini siyasete alet etmemiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi, dini ticarete alet etmemiştir.
ZEKİ KARABAYIR
(Kars) - Haktan yana olmamıştır, haklıdan yana olmamıştır.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi, adı da üstünde olduğu gibi,
cumhuriyetin sahibidir, bekçisidir.
Cumhuriyet Halk Partisi,
bu tutarlılığını her yerde her ortamda korumuştur. Cumhuriyet
Halk Partisi, takiyeci bir parti olmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi,
sağ gösterip sol vurmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisinde, tarihini
iyi değerlendiren siyaset bilimciler vardır. Cumhuriyet Halk Partisi,
her yönden, Türkiye Cumhuriyeti'nin gururla yakasında taşıdığı
bir rozet olmuştur.
AHMET YENİ (Samsun) -
Yaşar Nuri gitti mi sizden?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi…
Yaşar Nuri Öztürk istifa
etti, ama, onu bana değil, onu ona soracaksınız. Değil mi? Ona soracaksınız.
MURAT YILDIRIM (Çorum)
- Takiyeci.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi, milletvekili transferi
yapmamıştır, ihale verip milletvekili transferi yapmamıştır. (CHP
sıralarından alkışlar)
TELAT KARAPINAR (Ankara)
- Tuncay Mataracı…
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Eğer…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - İhale transferi yapıp…
TELAT KARAPINAR (Ankara)
- Güneş Motel ne oldu?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - … iki ihale vererek milletvekili transfer edenleri hiçbir
zaman unutmadık biz.
AHMET YENİ (Samsun) - Güneş Motel nerde?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Türkiye
Cumhuriyeti unutmayacaktır.
Size iyi ihaleler arkadaşlar.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan…
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.
Buyurun Sayın Kapusuz.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
Değerli Konuşmacı bir iddiada bulunuyor, iddiasını ispat etmesi
lazım. Hiçbir arkadaş, hiçbir şekliyle, kendisinin ifade ettiği
tarzla bizim aramızda olmamıştır. Bu ifadelerini geri alması kendisi açısından
da doğru olur kanaatini taşıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kapusuz, sözleriniz tutanaklara geçmiştir.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Mehmet Dülger, Antalya Milletvekili.
Buyurun Sayın Dülger.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET DÜLGER (Antalya)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Kılıçdaroğlu
her zaman dikkatle dinlediğim…Her zaman ince sözler söylüyor. Son,
tabii, Meclis kürsüsünde, bir seçim propagandasının gerektirdiği
şeyleri söylemesini bir kenara bırakıyorum. Bir nokta üzerinde
hakikaten AK Partiye çok büyük ölçüde haksızlık ettiğini duyduğum
için söz alıp huzurunuza gelme durumunda bulundum. Hepinizi bilvesile
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sosyal politikalar
açısından en önemli işlerden bir tanesi, tabii, gelir dağılımı. Gelir
dağılımı meselesi son derece kolaylıkla, hem seçmen nezdinde itibar
bulan hem de tenkitleri kolayca kaldırması mümkün olan bir konu. Ama,
müsaade ederseniz, ben, eski bir plancı olarak, Devlet Planlama Teşkilatından
aldığım son rakamları arz etmek suretiyle size bilgi vermek istiyorum.
Pek çok arkadaşımız da bunları biliyordur.
Malumunuz, gelir dağılımı
meselesi nüfusun yüzde 20'lik beş ayrı parçaya bölünmesi ve millî
gelirin bu her bir yüzde 20'nin ne kadarını aldığı suretiyle belli
olur. Şimdi, rakamlar, bu konuda AK Partinin neler yaptığını da çok
rahatlıkla gösteriyor. 1994 yılında ilk yüzde 20 millî gelirden yüzde
54,9 pay alıyordu. İkinci yüzde 20 yüzde 19, üçüncüsü yüzde 12,6; dördüncüsü
8,6; beşincisi 4,9. 2002 yılında iktidara geldiğimiz zaman bu yüzde
54,9 yüzde 50'ye düştü ilk yüzde 20 için. İkinci yüzde 20 için 19; 20,8'e,
üçüncü için 12,6 yüzde 14'e, dördüncü yüzde 20 için 8,6; 9,8'e, beşinci
yüzde 20 de 4,9'dan 5,3'e çıktı.
Elimizde 2005'in rakamları
var. 2006 henüz daha konmamış. Onun için son rakamlar. İlk yüzde 20, yüzde
44,4; ikinci yüzde 20 yüzde 22,6; üçüncü yüzde 20 yüzde 16,8; dördüncü
yüzde 20 yüzde 11,1; beşinci yüzde 20 de yüzde 6,1 alıyor. Gördüğümüz,
en yüksek gelirden pay alanın payının gittikçe küçüldüğü, en küçükten
pay alanın da payının gittikçe yükseldiği şeklindedir. Türkiye'de,
yavaş yavaş, gelir itibarıyla, yeni bir orta sınıf teşekkül etmeye
başlamıştır. Bu orta sınıf, bir taraftan hem ekonominin teminatı
hem de demokrasinin teminatıdır. Bundan eminim ki, Halk Partili arkadaşlarımız
da memnun olacaklardır. Belirtmek istediğim, çok ince bir sosyal politika.
İsabetsizliği ileriye sürülen şeylerin, aslında, halkımızın gelir
seviyesini yükseltmiş olduğu keyfiyetidir. Bunu rakamlarla söylemek
daha kolay. Seçim yakın, biz, düşüncelerimizi, tabii çok daha kitleleri
harekete geçirecek şekilde, romantik bir şekilde söyleyeceğiz. Ama, bu hususların bilinmesinde
herkes için fayda var.
Bilvesile saygılarımı
sunuyorum hepinize.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Dülger.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ruhi Açıkgöz, Aksaray Milletvekili.
Buyurun Sayın Açıkgöz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
RUHİ AÇIKGÖZ (Aksaray)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 6'ncı madde üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Bu madde, kamu düzeninde
farklılıklar oluşturacağı gerekçesiyle çekiliyor. Onun için, bu
madde üzerinde bir şey söylemeyeceğim. Fakat, bir hususu dikkatlerinize
sunmak istiyorum: Burada konuşurken, bazı arkadaşlarımız, hakikaten,
hani, "karşı kaleye gol atıyorum" diye maksadını aşan kelimeler,
cümleler kullanıyorlar.
Değerli arkadaşlar,
siz buraya delilsiz bir şekilde çıkar, karalama olsun diye söylerseniz,
aynı zamanda bu karalama size de yapışır.
Sayın Kılıçdaroğlu,
siz, deneyimli bir bürokratsınız, deneyimli bir siyasetçisisiniz.
Yani, eğer, bu hususta delilsiz konuşursanız, hakikaten tüm siyaset
kurumunu yıpratırsınız. Bu hususlara dikkat edelim. Bu siyaset kurumunun
altında hepimiz siyaset yapıyoruz. Bu kurum yıkılırsa altında
biz kalırız. Dolayısıyla, bundan sonraki konuşmalarda, umarım,
bunlara dikkat edilecektir.
Ben hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Açıkgöz.
Madde üzerinde bir
adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görülmekte olan Kanun
Tasarısının "Muafiyet" başlıklı 5 inci maddesinin kaldırılmasını
arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Telat Karapınar |
Gülseren Topuz |
|
Ankara |
Ankara |
İstanbul |
|
Alaettin Güven |
Mehmet Ceylan |
|
|
Kütahya |
Karabük |
|
BAŞKAN - Sayın Hükûmet
önergeye katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Vergi kanunlarıyla tesis edilen mükellefiyetlere
diğer kanunlarla istisna ve muafiyetler getirilmesi vergi sistemimizin
bütünlüğünü olumsuz yönde etkilediğinden; söz konusu değişiklik
gerekli görülmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Geçici madde 1'i okutuyorum:
Geçici hükümler
GEÇİCİ MADDE 1- (1)
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Birimde çalışmakta olan geçici
görevli personel, Birim ile hizmet sözleşmesi imzaladıkları tarihten
itibaren, kadrolarının bulunduğu kurumlarından ayrıca bir işleme
gerek kalmaksızın aylıksız izinli sayılır. Bunlardan geçici görevli
olarak çalışmaya devam etmek isteyenler ile sözleşme imzalanmaz
ve aynı statüde çalışmaya devam edebilirler.
(2) Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihte Birimde çalışmakta olan sözleşmeli personelin
sözleşmeleri, sözleşme süresi sonuna kadar devam eder. Sözleşme
süresinin sonunda bu personel ile 3 üncü madde uyarınca hizmet sözleşmesi
yapılabilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen Ali Kemal Kumkumoğlu, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Kumkumoğlu.
CHP GRUBU ADINA ALİ KEMAL
KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının geçici
1'inci maddesi üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
seçime gitmek üzereyiz, ama uygulamalarınızda ve tavrınızda en
küçük bir değişiklik yok.
AHMET YENİ (Samsun) -
Onu da siz değiştirin yani!
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Seksen yıldır değişmiyorsunuz ki, biz değişelim!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Israrınız var, ama değişikliği hâlâ başkalarından bekliyorsunuz.
Bu düzenlemede iki temel unsur var, hiçbir şekilde değiştirmediğiniz
ve bu düzenlemeyle de hâlâ devam ettirdiğiniz: Bir, kurduğumuz bu
kurum, her türlü denetimden muaf olsun. İki, kurduğumuz bu kurum,
mutlaka bizim istediğimiz kadrolardan oluşsun.
Şimdi, arkadaşlarımız
gerekçe söylüyorlar, bir şeylerin öyle olabileceği ihtimaliyle
ilgili yorum yapıyorlar: Efendim, Hazine Müsteşarlığı zaten Sayıştay
denetimine tabidir, dolayısıyla bu kurum da Hazine Müsteşarlığı
aracılığıyla Sayıştay denetimine tabi olmak durumundadır, bunu
buraya yazmaya gerek yoktur.
O zaman, şöyle söyleyelim
değerli arkadaşlarım: Hazine Müsteşarlığı da bir şekilde Başbakanlığa
bağlıdır, eğer biz, Başbakanlık Sayıştay denetimine tabidir dersek,
o zaman başka hiçbir kurum, hiçbir bakanlık için bunun Sayıştay denetimine
tabi olduğunu yazmaya gerek yoktur.
Bu mantıkla sizin şu
söylediğiniz mantığın arasında ne fark var değerli arkadaşlarım? Peki,
hiçbiriniz çıkıp "Evet bu doğru bir şey, Başbakanlık Sayıştay denetimine
tabidir." dedikten sonra, herhangi bir kurumun veya bakanlığın
ayrıca Sayıştay denetimine tabidir denmesine gerek yoktur diyebilir
misiniz? Burada niye diyorsunuz? Yani, madem Sayıştay denetimine
tabi olacaksa, bu kadar ısrara rağmen, buraya bir kelime ekleyerek
"Bu kurum Sayıştay denetimine tabidir." demenin sizce nasıl
bir mahzuru var?
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Tasarruf yapılıyor.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Yani, şeyden, evet kelimeden tasarruf yapıyoruz. Arkadaşım
böyle söyledi. Hakikaten, çok gayriciddi bir davranış. Yani, bunu
anlayabilmek, algılayabilmek mümkün değil değerli arkadaşlarım.
Yani, şu ifade, aynı zamanda, bu iddianın veya bu eleştirinin bir şekilde
kabulü anlamına gelir. Şu anlama gelir: "Evet, biz, bu kurumun
Sayıştay tarafından veya herhangi bir birim tarafından denetlenmesini
istemiyoruz."
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- O anlama gelmez o, sen okumasını bilmiyorsun!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Peki niye istemiyorsunuz denetlenmesini, niye istemiyorsunuz
değerli arkadaşlar? Yani bunun içerisine "Bu kurum Sayıştay
denetimine tabidir." diye, eğer Sayıştay denetimine zaten tabi
olacak ise, bunca ısrara rağmen, bunun içerisine, iki kelimeyle
"Sayıştay denetimine tabidir." diye yazmanın nasıl bir
mahzuru var? Şöyle bir mahzuru var: Siz, devletin her türlü denetim
yapmasına... Sizin, bu kurumlarda istediğiniz gibi, böyle bakkal
hesabı misali, "Biz iktidarız, biz nasıl istersek ona göre olsun,
biz kime istersek ona göre verilsin…"
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Bakkal hesabını CHP yapıyor!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - "…öyle bir şekilde yapılsın ki, kimse bunlardan, kimse
bu uygulamalardan bize hesap soramasın." Peki, bu kiminle yapılabilir?
ALİM TUNÇ (Uşak) - Bakkallara
hakaret ediyorsun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Bu kiminle yapılabilir?
ALİM TUNÇ (Uşak) - Bakkallara
hakaret ediyor.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Bak gözüme, bak da konuş!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Bu, ancak, her anlamda sizin denetiminizde olan, her şekliyle
sizin arzularınızı yerine getirebilecek özel seçilmiş bir personelle
yapılabilir.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Bakkal hesabını CHP yapıyor, CHP!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Dolayısıyla, personelin de herhangi bir sınava tabi
tutulmadan, sadece yabancı dili varsa, sizin herhangi bir kurumdan
alıp getireceğiniz bir personel aracılığıyla yapılması lazım. Aksi
halde, vicdan sahibi, aksi halde, sizin söylediğiniz her şeyi kendisi
için talimat olarak algılamayacak, kendisini devletin memuru olarak
sayan vicdan sahibi personelin aracılığıyla bu işlemleri bu şekilde
yaptırabilmeniz mümkün değildir.
Yani, dört buçuk yıldan
bu yana uyguladığınız her türlü denetimden muaf ve uzak, sizin her
talimatınızı yerine getirebilecek kadrolar aracılığıyla oluşturulabilecek
bir kurum daha oluşturma çabası ve gayreti içerisindesiniz. Bunun
başka hiçbir izahı olamaz.
Değerli arkadaşlarım,
devletin kurumlarını bu anlamda öyle bir güvenilmez hâle getirdiniz
ki, biraz önce buradan, iktidar partisine mensup bir milletvekili
arkadaşım birtakım rakamlar telaffuz ederek, AKP İktidarı döneminde
Türkiye'nin nasıl bir gelişme seyri izlediğini bize ifade etmeye
çalıştı.
Değerli arkadaşlarım,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nı hazırlayan devlet kurumları
ortaya bir rakam çıkardılar, dediler ki: "2013 yılında kişi başına
düşen millî gelir 9 bin dolar olacak." Başbakan itiraz etti, talimat
verdi: "Olmaz, kabul etmiyorum, geri gönderin. Gidin 10 bin doların
üzerine çıkarın, gelin." İki gün sonra, aynı kurum, kişi başına
düşen millî geliri 10.500 dolar olarak ilan etti, 2013 yılıyla ilgili
olarak,
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Hedef,
hedef…
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Hedef gösteriyor. Muasır medeniyetler hedefini gösteriyor Başbakan.
Siz CHP'siniz, bunu bile gösteremiyorsunuz.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Şimdi, bu nasıl bir anlayış? Yani, öbür kurumun kendisinin
belirlediği şey hedef değil miydi? Devletin bütün rakamlarını
elinde bulunduran devletin bu konudaki en önemli kuruluşu, hiçbir
şeye bakmadan, hiçbir veriye bakmadan mı bunları yaptı? Başbakan
neye bakarak 10 bin doların üzerinde olacağını söyledi?
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Siz, ancak seksen yıl öncesinin hedefini gösterirsiniz, seksen
yıl.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Şimdi bakın arkadaşlar, hangi noktaya geldiniz biliyor
musunuz?
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Büyük liderler büyük hedefler koyar.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Hangi noktaya geldiniz biliyor musunuz? Maliye Bakanı
dün bir açıklama yapıyor, diyor ki: "TÜİK'in açıkladığı rakamlar
yanlıştır. Türkiye'de satın alma paritesi açısından kişi başına
düşen millî gelir 9 bin doların üzerine çıkmıştır."
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Tabii.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Maliye Bakanı, ilgili kurumun açıkladığı rakamları
yeterli görmüyor, diyor ki: "Yanlış." İlgili kurum da açıklama
yapıyor: "Henüz, Sayın Bakanın söylediği konularla ilgili
olarak bu artışı ortaya çıkaracak
uygulamalara kurumumuz geçmediği için, henüz kişi başına düşen
millî geliri oraya çıkaramadık." Ya arkadaşlar, siz 19 bin dolar
bile deseniz, yani buğdayın fiyatı değişmiş mi olacak? Sen beş yılda
buğdayın fiyatını 1 lira yukarı çıkarmazsan, sen beş yılda pamuğun
fiyatını yarı yarıya indirirsen, sen kişi başına düşen millî gelir
9 bin dolar oldu desen ne olur, 19 bin dolar oldu desen ne olur? Sen kimi
kandırıyorsun değerli arkadaşım?
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sen
kimi kandırıyorsun?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) -Bakın, değerli arkadaşlar, şimdi size bir soru soruyorum:
Ben, son bir yılda, en az, siyasetin tartışıldığı, köylünün, esnafın,
işçinin, diğer siyasi parti temsilcilerinin bulunduğu elli tane
televizyon programına katıldım. İçinizde, son bir yılda -grup başkan
vekilleriniz dahil- Türkiye'nin ekonomisine ilişkin sorunların,
çiftçinin, sanayicinin, işçinin, emeklinin, memurun problemlerinin,
turizmcinin problemlerinin, tekstilcinin problemlerinin tartışıldığı
bir televizyon programına bir muhalefet partisinin sözcüsüyle
birlikte çıkmış kim var? Kim var kim?
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Boş konuşuyorsun, boş…
AHMET YENİ (Samsun) -
İş yapıyoruz burada iş… Problemleri çözüyoruz burada.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir yılı aşkın bir süredir, şu
söylediğiniz konuları bir muhalefet partisinin sözcüsüyle, bir
televizyonun programına çıkıp konuşmaya cesaretiniz yok. İlgililerin
bulunduğu bir ortamda -muhalefet sözcüsü olmasın- mesela bir çiftçiyle,
mesela bir çiftçi odasının temsilcisiyle, mesela bir sendika temsilcisiyle,
mesela sanayicilerin temsilcisiyle çıkıp, bir televizyon programında
kim varsa parmak kaldırsın.
AHMET YENİ (Samsun) -
İş yapıyoruz iş, laf değil.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - "Son bir yılda, ben şu programa çıktım ve şu muhalefet
partisinin sözcüsüyle, Türkiye'nin şu sorununu konuştum." diyecek
kim varsa, parmağını kaldırsın. Nelerle ilgili tartışıyorsunuz?
(AK Parti sıralarından gürültüler) Var olan parmağını kaldırsın,
laf atmak yok. Herkes düşünüyor ki, herhalde ben çıkmadım, ama birileri
çıkmıştır canım. Bir çıkan vardır. Televizyon kameraları çekiyor.
Kim çıktıysa bir parmak kaldırsın, desin ki, ben şu televizyon programına
çıktım.
Değerli arkadaşlarım,
ana muhalefet partisinin genel başkanı çıkıp diyor ki: "Sayın
Başbakan ile Türkiye'nin meselelerini konuşalım." Sayın Başbakan
diyor ki: "Konuşmayız." Konuşamayız diyemiyor tabii!
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Siz önce TÜSİAD'ın önüne çıkın bakalım. Ekonomi öğrenin!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, biz, toplumun bütün kesimlerinin
önüne çıkıyoruz, hiç öyle bir sorunumuz yok. Hiç öyle bir sorunumuz
yok.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- TÜSİAD'ın karşısına çıkamıyorsunuz, halkın karşısına nasıl çıkacaksınız?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir hatırlayın, şu geçmişe dönüp
bir bakın: Bu ülkede, en az üç ayda bir defa, Başbakan ile ana muhalefet
partisinin de, muhalefet partilerinin genel başkanları çıkar…
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Hangi çözümünüz var sizin?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - …Türkiye'nin problemlerini bir şekilde tartışırlardı.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu,
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Başbakan, sorunlara dönük ne tür çözümler ürettiklerini
anlatırdı, ana muhalefet partisi ve muhalefet partilerinin sözcüleri
de, genel başkanları da kendi iddialarını ve eksik olduğunu, eksik
kaldığını düşündüğü yanları açıklarlardı. İktidar partilerinin
sözcüleri ile muhalefet partilerinin sözcüleri her gün televizyonlardaydılar.
Televizyonlarda, siyaset meydanlarında onlarca siyasetçi, iktidarından,
muhalefetinden çıkar, Türkiye'nin problemlerini, Türkiye'nin sorunlarını,
iktidarıyla, muhalefetiyle, ilgilileriyle birlikte tartışır,
birlikte konuşurdular. (AK Parti sıralarından gürültüler) Bir yıldan
bu yana, ne Başbakanınız ne bakanlarınız ne milletvekilleriniz…
AHMET YENİ (Samsun) -
İş yapıyoruz, iş…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - …Türkiye'nin hiçbir problemini muhalefet sözcüleriyle
tartışamıyorlar.
HAKAN TAŞCI (Manisa)
- Siz neyi düzelteceksiniz?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Şimdi buradan açıkça söylüyorum: Hangi iktidar partisi
milletvekili veya bakanı, en iddialı olduğu konu hangisiyse, ben
sıradan bir Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak, en iddialı
olduğunuz konuyu, onunla, istediği televizyonda tartışmaya davet
ediyorum; buyurun gelin. (AK Parti sıralarından gürültüler)
İSMAİL SOYLU (Hatay)
- Ben gelirim!
CEVDET ERDÖL (Trabzon)
- Ben varım!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar,
AK Parti sıralarından gürültüler)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Sen kimsin! Sen kimsin!
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Haydi!.. Haydi!.. Ancak gidersin oraya!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kumkumoğlu.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ali Rıza Alaboyun, Aksaray Milletvekili. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Görüşülmekte olan
1428 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın geçici 1'inci maddesi hakkında
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Siyaseten konuşmalar
devam ederken, biz, sanıyorum işin özünü kaçırıyoruz; ben yine işin
özüne dönmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliğinin Türkiye'ye sağladığı mali yardımlara ilişkin
olarak bugüne kadar yaşanan bazı önemli gelişmelere değinmekte
yarar vardır.
Bilindiği gibi, Avrupa
Birliğinin Aralık 1999 tarihinde gerçekleştirdiği Helsinki Zirvesi'nde
ülkemizin tam üyeliğe adaylığının kabul edilmesiyle birlikte, Türkiye-Avrupa
Birliği ilişkileri yeni bir sürece girmiştir. Bu süreçte Türkiye
ile Avrupa Birliği arasındaki mali işbirliği mekanizmasının da,
diğer aday ülkelerde olduğu gibi yeniden yapılandırılması gerekmiştir.
Bu süreçte Türkiye'ye adaylık perspektifiyle tahsis edilen AB kaynaklarının,
Katılım Ortaklığı Belgesi'nde, İlerleme Raporu'nda, Ulusal Program'da
ve Ön Ulusal Kalkınma Planı'nda yer alan hukuki, idari, ekonomik ve
sosyal önceliklere uygun olarak değerlendirilmesi zorunludur.
"Katılım öncesi
mali yardım" adı altında 2002 ve 2006 yılları arasında programlı
olan bu yardımlardan, sadece AB'ye uyum amacıyla tanımlanan projelerden
yararlanılabilecektir. Bu projeler genel olarak şu hedefler doğrultusunda
kullanılacaktır:
Müktesebat uyumu, yani,
siyasi ve ekonomik kriterlere uyum konuları ve sivil toplum kuruluşlarına
sağlanan destekler de dahil olmak üzere.
İki: Müktesebat uyumu
için gerekli idari kapasite oluşturulması ve bunun için gerekli yatırım
ihtiyacı.
Üç: Ekonomik ve sosyal
uyum projeleri, bölgesel kalkınma, sınır ötesi işbirliği ve KOBİ
projeleri gibi.
Bu nedenle, AB hibeleri
kullanılarak yürütülecek olan projelerin, kesinlikle bu stratejik
belgelerdeki önceliklere uygun olmaları gerekmektedir. Ayrıca,
ülkemize adaylık statüsü tanınmasından önce taahhüt edilmiş olan
MEDA projelerinin de, uygulamalar esnasında mümkün olduğu ölçüde
söz konusu önceliklerle uyumlu hâle getirilmesi, Türkiye'nin AB'ye
uyum çalışmalarına olumlu katkı sağlayacaktır.
Merkezî Finans ve İhale
Biriminin kurulmasına ihtiyaç duyulmasının nedenlerini şu şekilde özetlemek mümkündür: AB mali
yardımlarının kademeli bir geçiş süreciyle Avrupa Komisyonu yerine
bizzat ülkemiz tarafından programlanması ve uygulanması, izlenmesi
ve değerlendirilmesi, kısacası, yönlendirilmesini sağlamak. AB
mali yardımlarının kullanımının ulusal bütçelerden farklı bir yapı
içerisinde gerçekleşmesini sağlamak ve kullanım esaslarını farklılaştırmak.
AB mali yardımlarının,
programlama, sözleşme, hazırlama, ihale ve finansman uygulama, izleme
ve değerlendirme aşamalarının ve işlemlerinin birbirinden bağımsız
birimler tarafından eş güdümlü olarak yürütülmesini sağlamak. Bu
yasa tasarısıyla Merkezî Finans ve İhale Biriminin önemli bir eksiği
giderilmiş olacaktır.
Değerli arkadaşlar,
burada konuşmacılardan Sayın Kılıçdaroğlu'nun milletvekili
transferiyle ilgili bir sözüne atıfta bulunmak istiyorum. Ben, Türkiye
Büyük Millet Meclisi çatısında olan hiçbir kimsenin, Cumhuriyet
Halk Partisi üyesi olsun, diğer parti üyesi olsun, böyle bir yakıştırmaya
maruz kalması gerektiğine inanmıyorum. Bu çok yanlış bir kelime,
çok çirkin bir kelime. Güneş Motel modeli veyahutda 28 Şubat döneminde
yapılan şeyler bu Mecliste asla olmadı, olmayacaktır. Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde de bize bu tür teklifleri getirenleri Başbakanımız
elinin tersiyle de itmiştir.
Ayrıca, Sayın Haluk
Koç'un demokrasi konusunda söylediği şeyleri takdir ediyorum, teşekkür
ediyorum. Yalnız, Genel Başkanlarının Anayasa Mahkemesi konusundaki
tehditkâr tutumları da demokrasimize ağır bir darbe vurmuştur, yargıya
müdahale olmuştur.
Bunun da unutulmaması
gerektir diye düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Alaboyun.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Mehmet Ceylan, Karabük Milletvekili.
Buyurun Sayın Ceylan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET CEYLAN (Karabük)
- Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi bir kez daha saygıyla
selamlıyorum.
Doğrusu, böylesi teknik
bir kanun tasarısında konu nerelere çekildi, o konuda şaşırmamak
mümkün değil. Ama, ben, daha fazla sürenizi almamak açısından teknik
olarak cevap vermek istiyorum.
Öncelikle, en son, muhalefetten
konuşmacı Ali Kemal Kumkumoğlu Beyefendi ve ondan önce de Osman
Coşkunoğlu Beyefendi, bu birimin, Merkezi Finans ve İhale Kurumunun
denetimiyle ilgili olarak Sayıştayın denetim yapması hususunu
açıklıkla buraya yazmak gerektiğini ifade ettiler, bu endişelerini
dile getirdiler.
Şunu ifade etmemizde
yarar var değerli arkadaşlar: Anayasa'nın 160'ıncı maddesi Sayıştayın
görevlerini, burada, açık bir şekilde ifade etmektedir. Dolayısıyla,
Anayasa'nın 160'ıncı maddesi, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki
bütün kamu kurum ve kuruşlarına, ayrıca sosyal güvenlik kurumlarının
bütün gelir ve giderlerini denetleme yetkisini Sayıştaya vermektedir.
Dolayısıyla, bu kapsamda, bu kurum da bir kamu kuruluşu olacağına
göre, Sayıştayın denetimi kapsamındadır, Anayasa'nın 160'ıncı maddesi
bunu emretmektedir. Diğer kuruluşların da, kamu kuruluşlarının
da örnek verdikleri gibi, Başbakanlığın kuruluş teşkilatında, Hazine
Müsteşarlığının kuruluş teşkilatında "bu kuruluşların bütün
hesapları Sayıştayın denetimine tabidir" yazmaz. Dolayısıyla
Sayıştay, bütün bu kuruluşların denetiminden sorumludur, görevlidir,
Anayasa'nın amir hükmüdür 160'ncı madde gereği.
Değerli arkadaşlarım,
geçici madde 1'de bu kanunla getirilen iki önemli husus dile getirilmektedir.
Bu kanunun iki temel amacından bir tanesi, kurumun, bu zamana kadar,
çeşitli kuruluşlardan geçici görevli olarak eleman çalıştırmasının
sıkıntı vermesi nedeniyle, artık, bu kanunun yürürlüğe girmesinden
sonra, kurum, bu geçici elemanları sözleşmeli olarak çalıştırma
yetkisine sahip olacak. Bilindiği gibi, şu anda, kurumun 80 adet çeşitli
kamu kurum, kuruluşlarından geçici olarak görevlendirdikleri
elemanlarla yürütülmektedir. Tabii ki, bu, çeşitli sıkıntılara
neden olmaktadır. Her şeyden önce, bu kişiler, bu elemanlar, maaşlarını
geldikleri kurumlarından, yani kadrolarının bulunduğu kurumlarından
almakta ve çok çeşitli maaş seviyeleri ortaya çıkmaktadır. Tabii
ki, sözleşmeli statüde çalışamadıkları için de maaşları oldukça
da düşük kalmaktadır. Bu kurum, tamamen yazışmasını İngilizce yapan,
bütün elemanları yoğun bir şekilde, ileri derecede İngilizce bilen
elemanlardan oluşmaktadır. Bu derece düşük maaşla bu elemanları
istihdam etmek de, takdir edersiniz ki, son derece zordur. İşte, bu
geçici maddeyle, artık, kurum, bu geçici elemanları veya dışarıdan
alacakları elemanları sözleşmeli statüde akit yapmak suretiyle
çalıştırma yetkisini haiz olacaktır ve böylece, tabii ki, hem Avrupa
Konseyiyle yapılan Mutabakat Zaptı yerine gelmiş olacak ve bu boşluk
da doldurulmuş olacaktır.
Ben, bu vesileyle,
bir kez daha bu kurumun, bu Birimin, Merkezi Finans ve İhale Biriminin
ülkemize, bu düzenlemeyle birlikte, yeniden hayırlı olmasını diliyorum.
Kanun'un kurumumuza hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ceylan.
Madde üzerinde bir
önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun
Tasarısının "Geçici hükümler" başlıklı Geçici 1 inci maddesinin
(2) fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve madde başlığının
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Ünal Kacır |
Alaettin Güven |
|
|
İstanbul |
Kütahya |
|
Cavit
|
Mehmet
Ceylan |
Afif
Demirkıran |
|
Diyarbakır |
Karabük |
Batman |
|
|
Ali
Rıza Alaboyun |
|
|
|
Aksaray |
|
"(2) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte Birimde çalışmakta olan sözleşmeli personelin sözleşmeleri,
sözleşme süresi sonuna kadar devam eder. Sözleşme süresinin sonunda
bu personel ile 3 üncü maddenin 4 üncü fıkrası uyarınca hizmet sözleşmesi
yapılabilir."
BAŞKAN - Sayın Hükûmet önergeye katılıyor
mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe
Birimde, halihazırda sözleşmeli olarak
çalışan personelin ücretleri, Birimle AB Delagasyonu arasında
imzalanmış hibe anlaşması uyarınca düzenlenen sözleşmeler kapsamında
ödenmekte olup; Tasarının genel gerekçesinden, sözleşmelerin süresinin
30 Eylül 2007 tarihinde sona ereceği anlaşılmaktadır. Bu sürenin
sonunda söz konusu personelle "3 üncü madde uyarınca" sözleşme
yapılabileceği öngörülmüş olmakla birlikte, söz konusu madde
toplam sekiz fıkradan oluştuğundan; muhtemel tereddütlerin giderilmesi
açısından 3 üncü maddenin hangi bendine atfen sözleşme imzalanabileceğinin
açıkça belirtilmesi gerekli görülmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
HALUK KOÇ (
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.
7'nci maddeyi 5'inci madde olarak okutuyorum:
Yürürlük
MADDE 5- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, burada konuşma
yaparken, elbette ki, muhalefetin temel görevlerinden birisi iktidarı
eleştirmektir. Dolayısıyla, biz eleştirimizi yaptığımız zaman iktidar
kanadının bunu beğenmemesi de gayet doğaldır, yani bizim eleştirilerimizi
Yalnız, benim dikkatinizi çekmek istediğim
temel bir konu var: Az önce konuşan milletvekili arkadaşımız bu
olaya değinirken, dedi ki: "Cumhurbaşkanlığı seçiminde bize
bu tür talepler geldi ve biz bunları reddettik." Şimdi, bu çok
önemli bir itiraf. Kim, acaba kimler "Biz, sizin Cumhurbaşkanlığı
adayınızı destekleyeceğiz, ama bize bir şekliyle çıkar sağlayın…"
Bunu, o milletvekili arkadaşımdan özellikle istirham ediyorum gelip
bu kürsüde, Parlamentoya saygısı varsa, açıklasın.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kılıçdaroğlu.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) - Sayın Başkan
söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Alaboyun.
NAİL KAMACI (
BAŞKAN - Bir saniye sayın milletvekilleri…
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) - Müsaade
ederseniz orada bir açıklama yapmak istiyorum, yanlış anlaşılma…
BAŞKAN - Ne için açıklama
yapacaksınız Sayın Alaboyun?
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Konuşmamla ilgili olarak Sayın Kılıçdaroğlu, gereğinden fazla,
yanlış yönlendirerek, bir olayı yönlendirdi. Ona bir açıklık getirmek
istiyorum.
BAŞKAN - Hangi olayı
yönlendirdi Sayın Alaboyun? Ne söyledi daha doğrusu?
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Milletvekili transferleriyle ilgili. Siz orada konuşurken, benim bir konuşmamı
farklı şekilde yönlendirdi. Bir açıklamada bulunmak istiyorum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) - Tutanakları isteyelim.
MEHMET KARTAL (Van) -
Teklifler gelmiş dediler…
BAŞKAN - Sayın Alaboyun,
sözleriniz tutanaklara geçmiştir,
teşekkür ediyorum.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8'inci maddeyi 6'ncı
madde olarak okutuyorum:
Yürütme
MADDE 6- (1) Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Haluk Koç, Samsun
Milletvekili.
Buyurun Sayın Koç.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK
KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan tasarının ya da doğrudan gündeme alınma önergesinin son maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Öncelikle, daha önceki
görüşmeler sırasında, ortamın havasına uyarak, Kütahya Milletvekili
Sayın Hüsnü Ordu'yu üzecek bir iki söz söylediysem kendisinden özür
dilerim, kusura bakmasın eğer buradaysa, salondaysa.
Değerli arkadaşlarım,
görüşülmekte olan doğrudan gündeme alma önergesinin -ben, sizi heyecanlandıracak
hiçbir siyasi söylemde bulunmayacağım- sadece teknik içeriği konusunda,
son maddede konuşacağım.
Bu, Avrupa Birliği
ile ülkemiz arasında yürütülmekte olan katılım öncesi mali iş birliğinin
etkin bir şekilde sürdürülebilmesi bakımından büyük önem taşıyan
bir doğrudan gündeme alma önergesi. Merkezî Finans ve İhale Birimi,
esas olarak, Avrupa Birliğinden ülkemize mali iş birliği kapsamında
sağlanan kaynaklarla finanse edilen projeler kapsamındaki mal ve
hizmet alımı ile yapım işlerine ilişkin ihale, sözleşme ve ödemelerin
Avrupa Birliği ihale mevzuatı çerçevesinde yerine getirilmesi
işlevini görmektedir. Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin 2006
yılı sonunda bununla ilgili yayınladığı çok geniş -müzakere aşamasındaki
ülkeler, aday ülkeler, aday statüsündeki konumlarını sürdüren ülkelerle
ilgili bu tip mali yardımların, protokollerin kapsamına ilişkin-
bir yayını da mevcuttur.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemize 1999 yılında, biliyorsunuz, aday ülke statüsü tanınmıştı.
Bununla birlikte, Avrupa Birliğinin mali iş birliği çerçevesinde
sağlanan fonlarından yararlanılmaya başlanmıştı ve bu çerçevede,
diğer aday ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de bir merkezî olmayan
uygulama sistemi oluşturulmuştu. Kısaca DİS olarak adlandırılan
sistem, Avrupa Komisyonu tarafından 8 Ekim 2003 tarihinde akredite
edilmişti. Bu tarihten itibaren, mali iş birliğinin yürütülmesi
konusunda komisyonca yürütülen birçok işlem kendi kurumlarımızca
üstlenilmeye başlanmıştı.
Merkezî Finans ve İhale
Birimi, söz konusu sistem çerçevesinde yürütülen projelerin gerçekleştirilmesi
için ihaleye çıkılması, sözleşme imzalanması, muhasebe ve ödeme
işlemlerinin yürütülmesi konularında işlevsel bağımsızlığa sahip
bir birim olup 2002 yılından bu yana hizmet vermektedir. Birim, bu görevleri
hâlihazırda, temel olarak kamu kurumlarından geçici statüde istihdam
edilen personel eliyle yürütmektedir. Kurumların sağladığı farklı
ücret düzeyleri nedeniyle, aynı işi yapan personel arasında önemli
ücret farklılıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durum, mevcut personelin
muhafazasında ve bütün kurumlarımızda olduğu gibi, kamu kurumlarımızda
olduğu gibi nitelikli personel temininde güçlüklere yol açmaktadır.
Birim, bugün itibarıyla,
yaklaşık 840 milyon avro tutarında fonun yönetiminden sorumludur.
Finansman anlaşmaları kapsamında toplam 1.960 adet sözleşme imzalanmıştır.
Bu rakamlar, Birimin iş yükünü göstermesi açısından da son derece
dikkat çekicidir. Birimin sorumluluğundaki fonların toplamı,
2006 yılı finansman anlaşmasının imzalanmasıyla birlikte 1,3 milyar
avroya ulaşacaktır. Yönetilen fonların yüzde 21'lik kısmı bölgesel
kalkınma programlarına ayrılmış olup, bu kapsamda 2006 yılının sonu
itibarıyla, yaklaşık 180 milyon avro kullandırılmıştır. Bu hibelerden,
kendi seçim bölgem Samsun, Kastamonu, Erzurum, Ağrı, Konya, Kayseri,
Malatya, Hakkâri, Muş, Van, Bitlis gibi illerin bulunduğu 27 ilimizdeki
KOBİ'ler, belediyeler, il özel idareleri, köyler, sivil toplum kuruluşları,
üniversiteler ve odalar yararlanmıştır.
2005 yılı programı
kapsamında bulunan ve kısa bir süre önce teklif çağrısına çıkılmış
bulunan Trabzon, Ordu, Rize, Giresun, Artvin, Gümüşhane illerini
kapsayan DOKAP dediğimiz Doğu Karadeniz Kalkınma Programı'nın tamamlanmasıyla
birlikte, bölgesel kalkınma programları kapsamında kullandırılan
hibe miktarı 200 milyon avroyu aşmış olacaktır.
Avrupa Birliğinden
sağlanan kaynakların tamamı hibe niteliğinde olduğundan, yararlanıcılar
tarafından herhangi bir geri ödeme söz konusu değildir. AB'den sağlanan
bu hibeler, AB mevzuatına uyum, kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi
gibi alanların yanı sıra, iş gücünün niteliğinin yükseltilmesi
ve görece düşük gelirli illerden oluşan bölgelerimizin kalkınması
için geliştirilen projelerin finansmanı için kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
teknik olarak söyleyebileceğimiz, bu kanun tasarısı ile ya da bu
doğrudan gündeme alma önergesiyle AB ile mali işbirliği kapsamındaki
programların uygulanması esnasında temel olarak ihale ve ödeme işlevlerini
yerine getirmekle yükümlü Merkezî Finans ve İhale Biriminin nitelik
ve nicelik itibarıyla daha istikrarlı ve motivasyonu yüksek bir
personel yapısına kavuşturulması istenmektedir.
Fakat bu arada, bu arada,
Cumhuriyet Halk Partisi üyelerinin Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda
bu tasarı görüşülürken koydukları karşı oy yazısını -bu nasıl olsa
kabul edilecek, ama- bir milletvekili sorumluluğu içerisinde,
eğer zaman bulursanız, lütfen, okumanızı istirham ediyorum. Burada
birtakım uyarılar var. Her şey düz siyaset mantığı içerisinde olmuyor.
Bu uyarılara dikkat etmek gerekiyor. Bu uyarıların haklı olanları
varsa bunu yaşama geçirmek gerekiyordu. Ama, bunlar ben dikkat ettim
-pek tartışılma noktası- Sayın Öymen'in ve Sayın Kılıçdaroğlu'nun
ilk konuşmalarında belirttiği bazı uyarılar dışında pek dikkate
alınmadı. Ben, bu sorumluluk içerisinde, burada, bilhassa denetimle
ilgili mekanizmalarda, burada, koyduğumuz bu ayrışık oy yazısının
sadece zabıtlarda kalmamasını, buna oy verecek olan milletvekillerinin,
"bunu okusunlar, ondan sonra oy versinler" isteğini de sizlerle
paylaşmak istiyorum.
İyilikler getirmesini
diliyorum bu tasarının ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım
adına, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen, Alaettin Güven, Kütahya Milletvekili.
Sayın Güven, buyurun.
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya)
- Konuşmayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güven.
Ali Rıza Alaboyun, Aksaray
Milletvekili.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bir önceki konuşmamda,
milletvekili transferleriyle ilgili, Sayın Kılıçdaroğlu'nun konuşmasına
atıfta bulunmuştum. Ben dedim ki: "Bu Parlamento çatısında bulunan
her bir milletvekili -ister Cumhuriyet Halk Partisinden olsun başka
partiden olsun- şereflidir, haysiyetlidir ve onurludur. Hiçbirisi
de böyle bir transfere asla ve asla meyil vermez. Bunu açıkça söyledim,
ama, bizim gezdiğimiz yerler, karşılaştığımız insanlar, hatta ve
hatta kimi basın mensuplarının "Neden böyle bir transfer yapmadınız?"
gibi sorularına her zaman muhatap olduk. Ben onun vurgulamak istedim,
fakat, Kılıçdaroğlu, sanki buradan bir milletvekili bize gelmiş
de, transfer için bizden bir şeyler istemiş, biz onu yapmamışız gibi
bir şey vurguladı.
MEHMET KARTAL (Van) -
"Başbakanımız kabul etmemiş" dediniz.
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Ona bir açıklık getirmek için söz aldım. Buradaki bütün milletvekilleri
haysiyetli ve şereflidir. Transfer gibi, milletvekili transferi
gibi ucuz politikayı da artık terk etmemiz gerektiğine inanıyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Alaboyun.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika
süre veriyorum. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin
teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme
giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan
oy pusulasını, yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında
Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Raporu ile İçtüzüğün
37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesinin açık oylama
sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 276
Kabul : 270
Ret : 1
Çekimser : 5 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Birleşime 20.30'a kadar
ara veriyorum.
Kapanma Saati : 18.54
(x) Açık oylama kesin sonucunu gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.45
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Yedinci Oturumunu
açıyorum.
5' inci sırada yer
alan, Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlayacağız.
5.- Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/1230) (S. Sayısı: 1250) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Komisyon Raporu 1250
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İzzet Çetin, Kocaeli
Milletvekili.
Buyurun Sayın Çetin.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İZZET
ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
1250 sıra sayılı Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı'nın tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
tabii, önümüze gelen tasarıya baktığımız zaman, sanki çok kısa bir
metin. Sadece, Sendikalar Yasası'nda, sendikaların seçilmeye
ilişkin hükümlerinde, merkez yöneticisi olabilmek için on yıl fiilî
işçilik bulunup bulunmamasıyla ilgili bir düzenlemeyi normal
şekline getirmek amacıyla böyle bir yasa tasarısıyla karşı karşıyayız.
Esasında, bu Yasa, 2821 ve 2822 sayılı Yasalar, 12 Eylül döneminin
yasaları. Yani, 12 Eylül döneminde 274 sayılı Yasa ve 275 sayılı
Yasa yürürlükten kaldırılmıştı. Biliyorsunuz, 12 Eylül’ün gerçek
amacı, esasında çalışma yaşamı üzerinde yapmış olduğu tahribatla
anlaşılabilir. O dönemde özellikle sendikaların hem nitelik olarak
hem nicelik olarak büyümesi ve giderek güçlenmeleri küresel kapitalizmle
buluşma arzusunda bulunan güçleri rahatsız etmişti ve o nedenle
de, 12 Eylülde ilk önce hemen hemen bütün sendikalar kapatıldı, sendikalara
üye olmak, sendikalardan üyelikten ayrılmak yasaklandı. Toplu sözleşmeler,
bildiğiniz gibi, hemen hemen hepsi, bitmiş olanlar yürürlüğe girecek,
bitmemiş olanlar -enflasyon o dönemde yüzde 160'larda seyrederken-
yüzde 70 gibi bir artış verilerek sonlandırıldı. DİSK kapatıldı.
Sendikacıların pek çoğu hapse atıldı. İşçiler âdeta örgütsüz bırakıldı.
Öyle bir dönemden geçti Türkiye.
Çalışma yaşamını o günlerde ünlü bir iş adamımızın deyimiyle,
"Şimdiye kadar işçiler güldü, şimdiden sonra gülme sırası bizde."
diye tanımlamışlardı.
Değerli arkadaşlar,
tabii, yirmi yedi yıldan bu yana hâlâ 12 Eylülün izlerinin çalışma
yaşamında sürüyor olması gerçekten Türkiye açısından, ülkemiz
açısından utanç verici bir tablo. Sendikalar, çalışanların ekonomik,
sosyal ve demokratik örgütleri, yani, çalışanların kurmuş olduğu
örgütler.
Bilindiği gibi, bu
kanun tasarısına ilişkin olarak değişikliğe bir bakacak olursak,
sendikacı olabilmek için Sendikalar Yasası'ndaki seçilebilme
şartlarını taşımış olmak gerekiyor. Bu tasarı geçtiğimiz sonbaharda
önümüze geldi, komisyonlarda tartışıldı, konuşuldu. Bu mayıs ayının
son günlerinde Meclisin gündemine taşınmasının bir tek nedeni
var. O da, iki sendika hakkında, bir konfederasyon hakkında,
yöneticilerinin içerisinde on yıllık fiilî işçiliği bulunmadığı
için sendika kapatılacakmış, dava açılacakmış! Bu gerekçe değil. Asıl gerekçe AKP'nin
mantığında gizli. Nedir o
(x) 1250 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
mantık? O mantık, Türkiye'nin
ihtiyaçları değil, toplumun ihtiyaçları değil, çalışanların ihtiyaçları
değil, diğerlerinin istemleri. Kimdir bunlar? ABD'dir, Dünya Bankasıdır,
IMF'dir. Burada da biz, Türkiye, demin değindiğim 1980 12 Eylülden bugüne
kadar, her yıl toplanan Uluslararası Çalışma Örgütü ILO'nun genel
kurulunda pek çok kez, çalışma yaşamındaki hak ihlalleri nedeniyle,
sendikal hak ihlalleri nedeniyle, grev haklarındaki ihlaller nedeniyle
ya kara listeye alınır ya aplikasyon komitelerinde hırpalanır,
hemen hemen her yıl, bu Türkiye ameliyat masasına yatırılır.
Şimdi de ILO'ya gideceğiz,
geçtiğimiz yıl açılan davalar nedeniyle. ILO Haziran ayında toplanıyor,
belki, Çalışma Bakanlığının teknik personeli şu günlerde gitmiştir
de. Bu konuda iki sendika hakkında açılan dava nedeniyle -muhtemeldir
ki o sendikalar da Avrupa'daki sendikalara, ILO'ya şikâyette bulunmuşlardır
resmî olmasa bile- orada Hükûmet yetkilisi olarak Sayın Çalışma Bakanı
Aplikasyon Komitesine davet edildiğinde, "Niye hâlâ, Türkiye'de
on yıl fiilî işçiliği olmayan sendika yöneticisi merkez yöneticisi
olamıyor?" diye sorgulanacak.
Şimdi, bizim bugün burada
yapacağımız düzenleme, gerçekten, Türkiye'yi dışarıda bir ayıptan
kurtaracak bir düzenleme. Yani, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim
de, böyle bir engelden çalışma yaşamının kurtarılması gerektiği
inancımız nedeniyle destek vereceğimiz bir düzenleme.
Ama, değerli arkadaşlarım,
bu, sadece bununla sınırlı değil. Bakınız, önceki yıl beraber gittik
Çalışma Bakanımızla ILO'ya. Orada, bir kamu çalışanları sendikasının
kapatılması davası nedeniyle Aplikasyon Komitesinde zorlanacak
idik; o konuyu orada birlikte çözdük iktidar-muhalefet giden arkadaşlar.
Tabii, buna benzer pek çok hak ihlalleri var.
Şimdi, isterseniz,
bu kısıtlı süre içerisinde, birazcık o hak ihlallerine girmeden
önce çalışma yaşamının sıkıntılarına, sorunlarına birazcık değinelim.
Değerli arkadaşlarım,
demin de söyledim, 12 Eylül asıl gücünü çalışanlara gösterdi; işçi,
memur, yoksul kesimleri hırpaladı, toplu sözleşmeleri yasakladı,
yıllarca, iş yerlerinde yemekhanelerde yenilen yemek bile gramla
verilir konuma geldi.
Oysa, Türkiye'yi 12
Eylül’e taşıyan sürecin sorumlusu işçiler ve memurlar, çalışanlar
değildi. O zaman da -hepimizin yaşı o dönemi hatırlamaya yeter-
Türkiye üzerinde oyunlar oynanıyordu. O zaman da kardeş kavgası
had safhaya çıkarılmıştı belli güçler tarafından. Tıpkı şimdiki
gibi hem siyasal kriz hem ekonomik kriz birbirini kovalıyordu ve netice
itibarıyla, çalışanların hakları budandı, sendikalar kapatıldı.
Tekrar söylüyorum: O dönemden sonra, 1980'li yıllardan itibaren sendikalar
cılız da olsa ayağa kalkmanın belki yolunu buldular. Toplu sözleşmeyle
ekonomik kazanımlarını belki alabildiler ve sendikalar kamu kesiminde
örgütlü oldukları için kamuda imzalanan toplu sözleşmelerde alınan
haklar, sanki tüm işçilerin hakları, ekonomik hakları o kadar iyiymiş
gibi, asgari ücretle çalışan, asgari ücretle çalışmaya razı olduğu
hâlde, o ücreti bulamadığı için onun yarısının bile altında ücretle
çalışanlar da sanki kamu kesiminde toplu sözleşmelilik hakkından
yararlanıyormuş gibi değerlendirilerek sendikalara ve işçilere
saldırı başladı. O dönemden itibaren, belli bir süreden sonra yeniden
sendikalar durağan bir dönemin içine girdiler.
Değerli arkadaşlarım,
tabii, Türkiye'de sendikaları tehdit eden esas unsurların başında
işsizlik geliyor. Gerçekten, toplu sözleşme masasında bir sendika
sözleşmeye oturduğu zaman, işverenlerin açık tehdidi -ister devlet
olsun ister özel şahıs olsun- söz konusu. İşverenler "Çalışırsanız
çalışırsınız, çalışmazsanız çalışacak milyonlar var." diyerek,
işsizliği, örgütlenmenin önüne bir tehdit unsuru olarak hep koyageldiler.
Şimdi, içinde bulunduğumuz
dönemde, şu günlerde kamu toplu sözleşmeleri görüşülüyor, görüşülecek.
Böyle bir dönemde sendikaları anlayabilmenin de olanağı yok. Gerçekten,
sadece 12 Eylül dönemi değil, 12 Eylül döneminden sonra, 1980'li yılların
ikinci yarısından sonra sendikalar fiilen ayağa kalktı. Bahar ve
yaz eylemleriyle birlikte çalışma yaşamında yeni bir kıpırdama
getirdi. Ama, 1990'lı yılların sonundan sonra 2000'li yıllarla birlikte
sendikacılık yeni bir durağan döneme girdi.
Şimdi, çok açıkça söyleyeyim:
Bu dönem içerisinde, yani içinde bulunduğumuz dönemde, sendikaların,
çalışanların nitel olarak gücü yüzde 70'lere varmış olmasına rağmen,
iş gücü içerisindeki güçleri yüzde 70'leri bulabilecek kapasitede
olmasına rağmen, ne örgütleri tam olarak onların haklarını savunabiliyor
ne çalışanlar kendilerini güçlendirecek sendikal örgütlerini
yaratabiliyor ne kendi güçlerini hissettirebilecekleri siyasal
örgütlerini gerçekleştirebiliyor; âdeta kendilerine yabancılaşmış,
çocuklarına, ülkesine yabancılaşmış bir konumda. Bunun nedeni,
tabii ki, sadece çalışanların içinde bulunduğu durum değil. Özellikle
son yıllarda yapılan uygulamalarla bizim ülkemizde toplu sözleşmeden
yararlanan işçi sayısı, çalışan nüfus içerisindeki işçi sayısı
700 binler dolayında. Bu, aynı zamanda fiilî sendikalı işçi sayısı.
Yani, toplam 24 milyon iş gücü içerisinde 700 bin işçi sendikalı,
toplu sözleşmelilik hakkından yararlanıyor. 2 milyon 300 bin dolayındaki
memur içerisinde de, bu memurların da ancak yüzde 38-40'ı memur sendikalarında
örgütlenebilmiş. Ama, kamu çalışanları sendikalarından sendika
diye söz edebilmenin olanağı yok. Ne grev hakları var, ne toplu sözleşme
hakları var. Reva görülen hak, onlara, sadece toplu görüşme. O da,
toplu görüşmede bir yere varılamaz ise ne olacaktır? Hükûmetin dediği
olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu, "PSI" dediğimiz (Public Services International)
Uluslararası Kamu Çalışanları Sendikasına üye Türkiye'deki sendikalarla,
PSI'ın ortak olarak Türkiye'deki sendikal hak ihlallerine ilişkin
bir çalışma, "Sendikal Hak ve Özgürlükler Raporu." Öyle, sadece
bir maddeyi getirip "İşte sendikacıların seçilme yasağını
kaldırdık." diyerek, sanki bir şey yapıyormuşuz gibi gece yarısı
toplanıp ulufe vermek, şimdiye kadar olduğu gibi, sağ siyasal partilerin
de pek çok kez yaptıkları gibi ya da IMF ve Dünya Bankası savunucularının
"Türkiye'de demokratik haklar da kullanılıyormuş." diyebilmek
için, kimi zaman küçük ödünler vererek sendikaları ve işçileri susturdukları
gibi, işte, Sendikalar Kanunu'nda bir maddeyi getirip bir değişiklik
yaparak, hem AKP Grubunu, bu konuyla ilgisiz olan ya da çalışma yaşamındaki
gerilemeden rahatsız olan arkadaşlara "Bak, Sendikalar Kanunu'nda
da iyi şeyler yapıyoruz." diyebilmek hem sendikalara "Bakın,
sizinle ilgili bir düzenlemeyi de yaptık ha." diyebilmek için…
Doğaldır, sosyal demokrat partiler, özü itibarıyla, sendikalarla
eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramlarda ve mücadelede aynı geleneği
sürdürürler ve bizim de desteğimizi alabileceğiniz bir düzenleme.
Yani, zannediyorsunuz ki, çalışma yaşamının sorunları, DİSK'te ve
DİSK'e bağlı Gıda-İş Sendikasında 2 kişinin on yıldan az çalışma yaşamında
süreleri olduğu için kalkarsa, o iki sendika kurtulursa çalışma
yaşamının sorunları biter. Ne DİSK'in böyle bir talebi vardır ne de
öbür sendikanın. Bu, demin söylemeye çalıştığım gibi, ILO'ya giderken,
ILO'dan önce "Biz o yasağı da kaldırdık." diyebilmek ve
Hükûmet olarak gelip "İşte dönemimizde Aplikasyon Komitesinde
ya da kara listede yer almadık." diyebilmek içindir.
Değerli arkadaşlar,
bakınız, eğer bir toplu sözleşme hakkı grev hakkıyla desteklenmiyorsa,
toplu sözleşmeyle elde edilen bir hak ihlal edildiğinde -örnek olarak
veriyorum, belediyelerde olsun, kamuda olsun, özelde olsun, zamanında
ücretler ödenmiyorsa, var olan bir hak yerine getirilmiyorsa- işçilerin
ortak eylem koymaları yasaklanmışsa, yani hak grevi yasaksa ya da
herhangi bir iş kolunda ya da herhangi bir işletmede büyük haksızlığa
uğrayan çalışanlara karşı, aynı statüdeki çalışanların, o haksızlığa
uğrayanların haklarını koruyabilmeleri için onlara destek amaçlı
grev yapmaları yasaksa, yani dayanışma grevi yasaksa, yine, toplu
sözleşme yapabilmek için aylar öncesinden başvurduğunuzda işverene,
sendikalar olarak üyelerinizi "Ben senin işletmenden şu kadar
insanı üye yaptım ey işveren, al bunları." diye bildirmek mecburiyeti
varsa ve de işveren onları, daha toplu sözleşmede yetki işlemi bitmeden
kapı dışarı koyabiliyorsa ve sendikalaşmayı engelleyebiliyorsa,
yine aynı şekilde, sendikaya üye olma özgürlüğü kâğıt üzerindeyse,
yani herhangi bir fabrikada işçiler olumsuz çalışma koşullarına
karşı güçlerini birleştirmişler, bir sendikaya üye olmuşlar ise ve
o sendika üye yapabilmek için milyonları harcayarak emek sarf etmiş,
toplu sözleşme prosedürünü yürütmeye başlamış, işçileri işverene
bildirmiş -bildirme mecburiyeti var çünkü- eğer o mecburiyet varsa
-yani, ILO denetim organlarının kararlarına aykırı bir tutum- değerli
arkadaşlar, bunlar düzeltilmeden, buna benzer, şimdi, yine sayacağım
bir sürü konuya ilişkin düzenlemeler yapılmıyorsa, bir tek konuda,
sendikacıların genel merkez yöneticisi olabilmek için on yıllık
işçilik süresinin olması gerekmez diye buraya gelmek, zevahiri
kurtarmaktan başka hiçbir amaca hizmet etmez. Bakınız değerli arkadaşlar,
2821 sayılı Yasa'nın ILO sözleşmelerine aykırı hükümleri:
Konfederasyon kurmak
için değişik iş kollarında kurulan en az beş sendikanın bir araya
gelmesi zorunluluğu var, madde 2; ILO standartlarına aykırı, 87 sayılı
ILO Sözleşmesi'ne aykırı.
Yine, işçi sendikalarının
iş kolu temeline dayalı olarak kurulmasının zorunlu tutulması,
madde 3/1; aykırı.
Tüzüklerde bulunması
zorunlu hususlar ayrıntılı olarak düzenlenmiş, ILO "yapamazsınız"
diyor. Sendika seçimlerine katılacak adaylardan -bu konu işte- iş
kolunda on yıl fiilen çalışmış olma zorunluluğu; aykırı.
Üyelik ve istifada noter zorunluluğu;
aykırı.
Birden çok sendikaya üye olamama; aykırılık
teşkil ediyor.
Sendika üyelik ödentisinin
tutarının kanunla belirlenmesi; aykırı.
Mahallî idareler ve
milletvekili seçimlerinde aday olan sendika ve konfederasyon yöneticilerinin
sendika ve konfederasyon organlarında görevlerinin adaylık süresince
askıda kalması ve seçilme durumlarında görevlerinin son bulması;
aykırı.
Yine, 2822 sayılı Yasa'da,
konfederasyonlara toplu sözleşme yapma yetkisi tanınmaması; aykırı.
Ama, bizim ülkemizde,
1988'den bu yana, kamu kesimi toplu iş sözleşmelerini, yasalara aykırı
olarak, tersine söylüyorum, ILO normlarına da uygun olarak konfederasyonlar
yapıyor. Ben, sendikacılığımda -şimdi beraber milletvekilliği
yapıyoruz, Türk-İş Başkanımızdı Bayram Meral o dönemde- "Konfederasyonlar
sözleşme yapamaz." dedim, o dönemde, Türk-İş'le müthiş bir kavgamız,
gürültümüz koptu. Yani, bunlar...
Yine, toplu görüşme
süresinin altmış günle sınırlı olması, sözleşme görüşmelerinin,
rap rap rap rap rap altmış günde, sendikayı ya greve ya Yüksek Hakem Kuruluna
getirmiş olması ILO sözleşmelerine aykırı.
Grev yasakları çok geniş.
Kamu çalışanlarına ne toplu sözleşme hakkı vermişiz ne grev hakkı
vermişiz; kesinlikle aykırı.
Eğer aykırılık istiyorsanız,
yani, saymakla bitmez değerli arkadaşlar. Şimdi, kalkıp da bütün
bunların içerisinden bir tek konuyu getirerek bu yüce Meclisi gece
yarısı saatlerce oyalamak hiç mantıklı, hiç hakkaniyete uygun bir
davranış değil.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, çalışma yaşamı çok sıkıntılı bir alan. Yani, geçtiğimiz
yüzyılın en başarılı örgütleri olarak seçilen sendikalar bütün
dünyada can çekişiyor belki, ama, Türkiye'de çok derin yaralar aldılar.
Eğer demokratik bir ülkede sendikalar bu kadar zayıflamışsa, demokrasinin
güvencesi olan kurumlarda büyük bir erozyon başlamış demektir. O nedenle,
sendikaların bu dönemde gerçekten uluslararası standartlarda örgütlenebilmeleri,
çalışabilmeleri, çalışanların hem sözleşmelilik hem sendikal
haklarını kullanabilmeleri için bir tek maddelik düzenleme yetmez.
Buna ilişkin ne gerekir? Çalışma Bakanı ve Hükûmet olarak, siz ilk geldiğinizde
yaptığınız iş, İş Güvencesi Yasası'nı, 57'nci Hükûmetin on ve daha
fazla işçi çalıştıran işletmeler için öngördüğü iş güvencesini
otuz ve daha fazla işçi için değiştirdiniz, kullanılmaz hâle getirdiniz.
Arkasından, İş Yasası'nı
bütün çalışanlar…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çetin,
lütfen toparlayınız.
İZZET ÇETİN (Devamla)
- İş Yasası'nı, bütün çalışanlar gibi ben de kölelik yasası, Ortaçağ'ın
kölelik yasası olarak görüyorum ve değerlendiriyorum, o hâle getirdiniz.
O günlerde -tarihini
de vereyim size- değerli arkadaşlarım, İş Güvencesi Kanunu çıktıktan
sonra, bilim komisyonuna, 24 Eylül 2004'te "2821 sayılı Sendikalar
Yasası ve 2822 sayılı Grev ve Toplu Sözleşme Yasalarını da derhal
çıkaracağız." dediniz, ama, 2004 yılında bilim kurulu hazırlattırdınız.
Bunu da Sayın Bakan, 2005 yılında, aynı yıl bütün taraflara gönderdi.
Aradan iki buçuk yıl geçmesine rağmen, bugüne kadar Sendikalar Yasası
ve Toplu Sözleşme Yasalarını değiştirmek için Meclisin önüne getirmediniz.
Niye? Çünkü, IMF, Dünya Bankası izin vermiyor, çünkü, Türkiye'de, örgütlü
kesimlerden korkuluyor, örgütlenmeden korkuluyor. Gerçekten, Türkiye'de
insanın zenginini sevenler, işçinin de sendikasızını, eğer mümkünse
sosyal güvencesizini, sosyal güvencesi olmayanını seviyor. Çünkü,
"Alın teri kurumadan emeğin hakkı verilecektir." deyip iktidar
olmak ve iktidar olduktan sonra da emekçinin çanına ot tıkmak ancak
AKP'ye yakışır bir uygulama olabilir. Onun için -Sayın Çalışma Bakanı
burada yok bildiğim kadarıyla ama- buraya, Çalışma Bakanı 2821 ve
2822 sayılı Yasalardaki değişiklikleri getirememenin utancıyla
gelememiştir, ben o inançtayım. Belki kendisi getirmek istedi ama,
ne Başbakandan ne Hükûmetten izin alamadı ya da sözünü geçiremedi;
tıpkı hastanelerin özelleştirilmesinde, hastanelerin, sağlık kuruluşlarının
devredilmesinde olduğu gibi. O zaman dokuz sayfalık bir muhtıra
yazmıştı Çalışma Bakanı, "Yapmayın, hastanelerin devri…"
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Teşekkür
et, teşekkür et.
İZZET ÇETİN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum.
Sen işaret ettin oradan
"kes" diye Sayın Komisyon Başkanı; değilse, Başkanım böyle
bir şey yapmazdı.
BAŞKAN - Buyurun.
İZZET ÇETİN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, tıpkı o zaman olduğu gibi, Çalışma Bakanı
bu eksiklikleri geçirememenin belki de ezikliğiyle buraya gelemedi.
Bilemiyorum nedenini.
Değerli arkadaşlar,
bu değişikliğe biz "evet" oyu kullanacağız ama, AKP'nin çalışma
yaşamında yaptığı olumsuzluklar, Kenan Evren ve Özal döneminden hiç
aşağı değil.
Bunu belirterek, yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Tasarının tümü üzerinde
söz isteyen, Anavatan Partisi Grubu adına İbrahim Özdoğan, Erzurum
Milletvekili.
Sayın Özdoğan, buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 1250 sıra sayılı Sendikalar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Anavatan Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bütün inançlarda emek kutsaldır. Bizim inancımızda da emek kutsaldır
ve şu cümlelerle ifade edilmiştir: "İşçinin alnının teri kurumadan
hakkını veriniz." diye. Fakat, işçinin hakkı insanoğlunun insafına
terk edildiği zaman, birçok zaman, işçinin hakkı, maalesef, alnının
teri kurumadan verilmiyor. Dolayısıyla, insanlık, insanoğlu,
sendikalaşma denilen kurumu, müesseseyi meydana getirmiştir.
Yani, işçinin hakkının alnının teri kurumadan verilebilmesi
için, bugün günümüzde "sendika" denilen müesseselere, kurumlara
kesinlikle ihtiyaç olduğu biliniyor, ta 18'inci yüzyıldan itibaren.
Değerli arkadaşlar,
sendikalaşma ve işçi hakları meselesi, çağımızda, artık, ideolojik
olarak ele alınmayan, toplumların şekillenmesinde uygarlaştırıcı
ve sosyal bütünleşmeyi sağlayan bir olgu olarak ele alınmaktadır. İşçilerin
çok önemli bir bölümünün hâlen 19'uncu yüzyıl çalışma şartlarında bulunduğu
ülkemizde, bu meselenin, artık, ideolojik değil, az önce sözünü ettiğimiz
eksende ele alınmasının zamanı gelmiş, hatta, geçmiştir bile. İşçi
hakları ve sendikalaşma, bir toplumda sosyal barışı tesis etmenin
ve insanların hakça ve değerbilirlik duygusuna mazhar bir şekilde
yaşayabilmesinin vazgeçilmez şartlarındandır. İnsanların insanca
yaşadıkları duygusundan yoksun olmaları hem bir ülkenin birlik ve
dirliğine zarar verir hem de o toplumun sosyal ahlak terbiyesinin
oluşmasını engelleyerek toplumu ve ülkeyi zayıf kılar. Ülkemizde,
maalesef, işçi hakları ve sendikalaşma konusu önem atfedilmeyen,
kıyıya köşeye itilen ve hor görülen bir hususiyet olarak telakki
edilmektedir. Avrupa Birliğine uyum sürecinde bulunan ülkemizin
bu alanda kat etmesi gereken hayli bir yol bulunmaktadır.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, ülkemizde işçi hakları o kadar geri ve seviyesi o
kadar düşüktür ki, bu durumumuz Avrupa ülkelerinin kraliçeleri
tarafından dahi sorgulanır olmuştur. Bilindiği gibi, geçtiğimiz
mart ayında Hollanda Kraliçesi Türkiye'yi ziyaret etmişti. Hollanda
Kraliçesinin Türkiye'yi ziyaretinde çok ilginç bir şey olmuştu.
Hollanda Kraliçesi Beatrix, kendisine Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah
Gül'ün eşlik ettiği -basın- Kayseri ziyareti esnasında, bir fabrikada
verilen brifing esnasında, "işçiler nasıl örgütleniyor, işçilere
eğitim veriyor musunuz?" şeklinde sorular sormuştu. Sendikal
örgütlenmeyle hiçbir alakası olmayan bir kraliçenin dahi Türkiye'de
işçi haklarını sorgulaması kesinlikle tesadüfi değildir. Hollanda
Kraliçesinin bu soruları, Avrupa içerisinde Türkiye'de işçi hakları
ve işçilerin durumuyla ilgili çok olumsuz kanaatin bir göstergesinden
başka bir şey değildir değerli arkadaşlarım ve bu kanaat, maalesef,
haksız bir kanaat de değildir. Bunu hepimiz biliyoruz. Türkiye, AK
Parti İktidarı döneminde, kraliçelere dahi işçi haklarını sorgulatan
bir ülke hâline gelmiştir maalesef.
Ve değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de mesela tekstil işçilerinin durumu bilhassa içler acısıdır.
Örnek olsun diye bunu anlatmak istiyorum. Ülkemizde tekstil işçileri,
her türlü haktan yoksun işçilerimize kesit olarak çok iyi bir örnek
teşkil ediyor. Tekstil sektöründe çalışan işçilerimiz iş güvencesinden
ve sendikal haklardan neredeyse tamamen yoksundur. Tekstil işçilerimiz
19'uncu yüzyılın acımasız şartlarına benzer şartlar altında hayatlarını
idame ettiremeyecek olmanın korkusu içerisinde ve bu Hükûmet tarafından
yapayalnız bırakılmış vaziyettedirler. AK Parti Hükûmeti döneminde
tekstil işçileri binlerce, toplu hâlde maalesef işten çıkarılmışlardır.
AK Parti Hükûmeti dönemi, tekstil işçilerinin yüzlerce eylemine
sahne olmuş ve tekstil işçileri bu dönemde Hükûmetin hiçbir koruması
ve alakasına mazhar olamamışlardır.
Çocuk ve kadın istihdamının
en ağırlıklı olduğu sektörlerden birisi olan tekstil sektöründe işten
çıkarmaların en önemli sebeplerinden birisi, girdi maliyetlerinin
yüksekliği ve Türk firmalarının Çin gibi devler karşısında rekabet
gücünü korumada hiçbir piyasa düzenleyici siyasi destek almayışlarıdır.
Örneğin, havlu ve bornoz ihracatıyla dış pazarda marka olma yolunda
ilerleyen Denizli'de tekstil sektöründe istihdam daralması yaşanmıştır.
Girdi maliyetleri, vergi ve sigorta primi oranları gibi temel sıkıntılar
nedeniyle ve Çin gerçeğinin dış pazarda iyiden iyiye hissedilmesiyle
birlikte ortaya çok ağır sorunlar çıkmıştır. Hem Denizli'de hem
Uşak'ta hem de Türkiye'nin değişik illerinde hem işveren hem de işçi
temsilcileri, işten çıkarmaların önemli rakamlara ulaştığının
altını çizmiş ve Hükûmeti gerekli önlemlerin alınmaması hâlinde
toplu işten çıkarmaların devam edeceği yolunda uyarmışlardır.
AK Parti İktidarı boyunca,
hem işçi hem işveren temsilcileri, Hükûmetin hem girdi maliyetleri
konusunda hem de Çin tehdidi konusunda acilen işvereni koruyan
tedbirler alması gerektiğinin altını çizmişler, ama, kendileri
söylemiş, maalesef kendileri de dinlemişlerdir. Hükûmet, her alandaki
vurdumduymazlık ve disiplinsizliğini tekstil alanında da sürdürmüş
ve hem Türk tekstil sanayii hem de tekstil işçileri önemli yıkımlar
yaşamışlardır ve çok zengin patronlarımız da bunları gülümseyerek
karşılamışlardır.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, Türkiye'de tekstil sanayisinin dışa açılması ve bu
sektörün hızlı sanayileşme politikasının lideri seçilmesi Güney
Kore ve Tayvan ile aynı tarihlere rastlar, ancak, Türkiye orta, uzun
vadeli ve sağlıklı bir tekstil politikası ortaya koyamadığı, eğitim
ve öğretime gereken önemi veremediği ve sonuçta, tekstil makineleri
ve kimyasalları sanayisini geliştiremediği için, bugün Güney Kore
ve Tayvan'ın gerisinde kalmıştır. Türkiye'de tekstil kaybettiği zaman
acilen bunun kazanılması için çalışılması gerekmektedir. Bunun
için öncelikle tekstil sektörünün noksanlıkları acilen giderilmeli,
sektöre sağlıklı bir yapı kazandırılmalıdır.
Değerli arkadaşlarım,
AK Parti Hükûmeti eğer tekstil sanayisini ihmale devam ederse, daha
da zayıflatır ve küçültürse, Türkiye'de yeni ekonomik ve sosyal
krizlere yol açabilir. Hükûmetin acilen katma değeri yüksek, daha kaliteli,
modaya uygun görünüm ve özelliklerde kumaş, özgün mal üretmek ve pazarlamak
hedefine ulaşmayı sağlayıcı düzenleme tedbirlerini alması gerekmektedir.
Tekstil sektörü ensesinde
devamlı sallanan döviz kuru baskısının yanı sıra enerji, su ve yakıt
gibi diğer kamu girdileri maliyetlerinin rakip ülkelere göre daha
yüksek olmasından, eğitim, öğretim kalitesinin düşüklüğü, iyi eleman
yetersizliğinden, kayıt dışı işçi çalıştıran işletmelerin haksız
rekabetinden, kimyasal maddelerde dışa aşırı bağımlılıkları, işçinin
yüksek istihdam maliyetinden, sektör için özellikle pamukta sağlıklı
ve tutarlı bir destekleme politikası meydana getirmediğinden,
mevzuat ve bürokrasi engellemelerinden, dış tanıtım ve tanıtım
fonu yetersizliğinden ve yurt dışı ticaret ve müşavirliklerinin
reorganize edilememesinden azami derecede mustariptir.
Değerli arkadaşlar,
ülkemizde işçi emeklilerinin durumu da maalesef içler acısıdır. Sayıları
4 milyon 356 bini aşan işçi emeklisi, dul ve yetimlerimiz sabırla sorunlarının
çözülmesini şimdiye kadar hep bekleyip durdular, maalesef bir sonuç
alamadılar. Çünkü, AK Parti İktidarının başka meşguliyetleri vardı.
AK Parti Hükûmeti kendisini hiçbir zaman işçi emeklilerinden yana
hissetmedi bugüne kadar.
Değerli arkadaşlarım,
AK Parti iktidara gelir gelmez ilk iş olarak İş Güvencesi Yasası'nı
rafa kaldırmıştır. Bu, AK Partinin işçiye bakışının somut bir göstergesidir.
Ömürlerini fabrikada, köprüde, yolda, değişik imalathanelerde
ve türlü iş yerlerinde, üreterek, ter dökerek geçirmiş olan işçilerimiz,
işçi emeklilerimiz muhakkak ki AK Partinin onlara yaptığı muameleden
çok daha farklı ve kucaklayıcı
emek ve kadirbilirlik, bir saygı ve korumayı hak etmektedirler.
İşçi emeklilerimiz,
yıllarca çalıştıkları kurumlarda gösterdikleri mütevazı, saygılı
ve hoşgörülü anlayışlarını emeklilik hayatlarında da devam ettirmektedirler
ve artık öyle bir hâldeler ki işçi emeklileri, ekmek paralarını çıkarmak
için günde 3-5 YTL karşılığında bir işte çalışmayı dahi istemektedirler.
Değerli milletvekilleri,
Avrupa Birliğine uyum sürecinde işçi emeklilerine sendikal haklar
yolunda hiçbir adım da atılmamıştır. Avrupa Birliğiyle bütünleşme
yolunda atılacak adımların başında
emeklilerimiz için yapılacak düzenlemeler de yer almalıydı, ancak
bu konuda maalesef somut bir adım atılmadı. Yapılacak küçük bir ek
düzenlemeyle emeklilerimize çağdaş ülkelerde ve Avrupa Birliği
ülkelerinde olduğu gibi sendika hakkı tanıyan bir hükmün Anayasa'mıza
tek bir kelimeyle eklenmesi yeterli olacağı hâlde, Hükûmet cephesinde
bu konuda hiçbir çözüm niyeti bugüne kadar gösterilmemiştir.
Değerli arkadaşlarım,
zaten açlık sınırının altında bir gelir düzeyiyle hayatlarını
idame ettirmeye çalışan emeklilerimizden sağlık hizmetleri sırasında
her ne ad altında olursa olsun katkı payı alınmasını önleyecek yasal
düzenlemeler yapılması aciliyetle gerekli olduğu halde, Hükûmet
bu hususta da kulaklarını tıkamış ve çözüm yönünde hiçbir adım atmamıştır.
Hatta, işçi emeklileri, bu katkı paylarının kaldırılmasını beklerken
kapsamdaki ilaçların sayısının azaltılması gündeme gelmiştir. Hükûmetin
emekliye yönelik sağlık politikaları, emeklilerimizi çileden
çıkarmaktadır ve bu konularda, emeklilerimizin beklentilerine
cevap verebilecek hiçbir samimi gayret göremedik şu ana kadar. Hükûmet,
işçi emeklilerine karşı izlediği politika ile de halkın gözündeki
yerini, olumsuz yerini almıştır. Hükûmet, işçi emeklisinin değil,
IMF'nin temsilcisi olduğunu göstermiştir.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, şunun hiç kimse tarafından unutulmaması gerekir ki,
günümüzde, ulusların gelişmişliği ve dünyadaki saygınlığı, işçi
haklarının gelişmişliğiyle ölçülmektedir. Ülkemizi değerlendiren
Avrupalı, bizim lüks otellerimize veya dar bir grubun istifade ettiği
sosyal standartlara değil, dar gelirli insanlarımızın, işçilerimizin,
emeklilerimizin nasıl yaşadıklarına bakmaktadır. Ülkelerin uygarlık
düzeyi, günümüzde buna bakılarak bir kriter kazanmaktadır ve Avrupa
Birliğiyle ilişkilerimizde en belirleyici noktalardan birisi,
işçi hakları ve sendikalaşmada kat edeceğimiz veya kat etmeyeceğimiz
mesafe olacaktır.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, geçtiğimiz bir iki seneden beri, sendikal haklar,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde ön plana çıkmaya başlamıştır.
Avrupa Birliğiyle müzakere sürecinde, sosyal ve sendikal hakları
geliştirme imkânı, önemli açmazları da içinde barındırmaktadır. Sendikal
haklarımızın Avrupa Birliği cephesine yansıyış biçimini biraz
örneklemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
Brüksel'de, 28-29 Kasım 2005 tarihleri arasında yapılan Türkiye-Avrupa
Birliği Karma İstişare Komitesi Toplantısı'nda, sendikal haklar
gündeme damgasını -hatırlarsanız- vurmuştu. 1995'te iki taraftaki
ekonomik ve toplumsal örgütler arasında diyaloğun sağlanması amacıyla
oluşturulan Karma İstişare Komitesi Toplantısı'nda, Türkiye ve
Avrupa Birliğinden emek örgütleri, işverenler ve diğer sivil toplum
örgütleri yer alıyor. Bir sosyal diyalog zemini olman Karma İstişare
Komitesi Toplantısı'ndan iki gün önce ise Türkiye'de farklı bir sosyal
diyalog örneği yaşandı. Sendikal haklar için barışçı bir gösteri
düzenlemek isteyen Eğitim-Sen üyesi öğretmenler, polis tarafından
şiddet kullanılarak engellenmişti, bütün kamuoyu bunu hatırlar. Bu,
Karma İstişare Komitesi Toplantısı'nda konuşan Avrupa Birliği
Genişleme Komiseri Olli Rehn, Türkiye'de sendikal hakların, özellikle
sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev hakkının tam olarak sağlanması
gerektiğini vurgulayıp öğretmen gösterilerine yönelik polis
şiddetini eleştirirken, Sayın Başbakan Erdoğan, öğretmenlere yönelik
şiddeti âdeta sahipleniyor ve polisi değil, öğretmenleri suçluyordu.
Bu şaşırtıcı ve yeni bir tablo değil. Zira, sendikal haklar ,Avrupa
Birliği uyum sürecinin en çok ihmal edilen alanıdır.
Değerli arkadaşlarım,
2005 Ekim ve Kasım aylarında açıklanan Müzakere Çerçeve Belgesi,
Katılım Ortaklığı Belgesi ve İlerleme Raporu Avrupa Birliği uyumunun
klasik hak ve özgürlükler yaklaşımıyla sınırlı bir süreç olmadığının,
sosyal haklara ve yeni kuşak haklara da en az klasik haklar kadar saygı
gösterilmesi gerektiğinin altını da çiziyordu. AK Parti Hükûmeti
sendikal haklar konusunda vurdumduymaz, hatta sistematik bir ihlal
tutumu sergilerken, Avrupa Birliği belgelerinin eleştiri dozunun
arttığı da görülüyordu. Önümüzdeki yıllar boyunca, Türkiye-Avrupa
Birliği ilişkilerinde, sosyal ve sendikal haklar alanında özel bir
yoğunlaşma yaşanacaktır muhakkak. Nitekim, bunun izlerini, müzakere
sürecinin temel belgelerinde de görmek ve müşahede etmek mümkündür.
Avrupa Birliğinin 2005 belgelerinde Türkiye'deki sendikal hak sınırlamalarına
özel bir vurgu yapıldığı gözleniyor değerli arkadaşlarım. Müzakere
Çerçeve Belgesi, Avrupa Birliğinin Türkiye'den diğer alanlardaki
demokratikleşme yanında Uluslararası Çalışma Örgütü standartlarında
sendikal hakların sağlanmasını talep ettiğinin altını da çizmiştir.
Değerli arkadaşlar,
bunun da ötesinde, Çerçeve Belgesi'nde, aralarında ifade özgürlüğü,
kadın hakları ve sendikal hakların da bulunduğu konularda ciddi
ve sürekli ihlallerin görülmesi durumunda müzakerelerin askıya
alınabileceği de belirtilmişti. Müzakere sürecinde yol haritası
niteliği taşıyan 2005 Katılım Ortaklığı Belgesi önceki yıllardan
çok daha net biçimde sendikal haklara "Siyasi kriterler"
bölümünde ve ayrı bir başlık altında yer verdi ve tam saygı istedi
buna.
Katılım Ortaklığı
Belgesi, sendikal örgütlenme, toplu pazarlık ve grev haklarını
özellikle sayarak, bu konularda normlarına ve ilgili Uluslararası
Çalışma Örgütü sözleşmelerine noksansız uyum sağlanmasını istedi.
Böylece, Avrupa Birliği sendikal haklarda çıtayı tartışmasız bir
biçimde ILO, yani Uluslararası Çalışma Örgütü standartları düzeyine
yükseltti.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, 2005 İlerleme Raporu da önceki ilerleme raporları
gibi sendikal hakları ILO standartları temelinde ele aldı ve bu konuda
"Siyasi kriterler" bölümünde kapsamlı değerlendirmelerde
bulundu. Bu rapora göre, sendikalaşma hakkı, toplu pazarlık hakkı
ve grev hakkı üzerinde ciddi kısıtlamalar varlığını sürdürüyor ve
Türkiye hâlâ ILO standartlarını karşılamada yetersiz.
Ve değerli arkadaşlar,
bu tespit 2005 müzakere tarihinden sadece bir ay önce ERDEMİR Maden
İşletmesindeki grevi millî güvenlik gerekçesiyle engelleyen
Hükûmete açık bir cevap niteliğini de taşıyordu.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan
lütfen toparlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar,
İlerleme Raporu'nda çok sayıda sendikal hak ihlali ve kısıtlama örneklenerek,
değiştirilmesi talep ediliyordu. İlerleme Raporu'nda yer alan eleştirilerden
biri de yine son derece önemli: Rapor, sendikal faaliyetleri nedeniyle
işçilerin işten atıldığına ve kamu görevlilerinin sürüldüğüne
işaret ediyordu. Türk-İş tarafından hazırlanan ve Eylül 2005'te Avrupa
Komisyonuna sunulan bir raporda 2004 yılında 11.968 işçinin sendikalaşma
nedeniyle işten atıldığı belirtilmişti.
Tabii, bu zulümleri
görüyorsunuz değerli arkadaşlar. Bunları hiçbir vicdan kabul etmez
diyorum. Avrupa Birliği müzakere süreci, Türkiye'de sosyal ve sendikal
hakların geliştirilmesi açısından önemli imkânlar içeriyor aynı zamanda.
Ancak, bu imkânın gerçekleştirilmesinin bazı açmazları da bulunmaktadır.
Açmazlardan birincisi, Avrupa Birliği sürecini sosyal ve sendikal
haklardan hazzetmeyen, sevmeyen, her türlü liberalizmin sınırlarını
aşmış bir iktisat politikasına sahip bir siyasal parti, yani AK
Parti, geçtiğimiz beş seneyi heba etti.
AK Partinin dayandığı
sosyal dinamikler de sendikal ve sosyal haklar bakımından ve bunlarla
barışık bulunmamaktadır. Tam tersine, küresel sermayeyle eklemlenmelerinin,
rekabet güçlerinin önünde sendikaları ve sosyal hakları tehdit
olarak görüyorlar.
Avrupa Birliği müzakere
sürecinin sosyal duyarlılıkları olan bir iktidar aracılığıyla yürütülemiyor
olması, sosyal haklar açısından en büyük açmazlardan birisidir ve
değerli arkadaşlar, ülkemizde müzakere sürecinin sosyal boyutunu
sahiplenen ve bu konuda çaba harcayan etkin bir partinin yokluğu
her aşamada kendini hissettirmektedir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen… Teşekkür için buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar,
yüce Meclisin önüne getirilen bu kanun tasarısını biz de Anavatan
Partisi olarak elbette ki destekliyoruz, ama, burada bir benzetme
yapmadan geçemeyeceğim. Türkiye'deki sendikacılığın ve işçilerin,
sendikacıların o kadar büyük sorunları var ki, ancak devede bir kulak
misali değil, devede bir tüy misali bir mesele alınmış, yüce Meclisin
önüne getirilmiştir. Yani, buna kargalar bile güler diyorum, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Tasarının tümü üzerinde
AK Parti Grubu adına söz isteyen Mustafa Nuri Akbulut, Erzurum Milletvekili.
Buyurun Sayın Akbulut.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Sendikalar Kanunu'nun bir maddesinin değiştirilmesiyle ilgili
bir kanunu görüşüyoruz. Biraz önce Anavatan Partisi Grubu adına
konuşan arkadaşı dikkatle izledim. Yapılan değişiklikle ilgili
olarak tek bir kelime söylemedi, sadece sonunda "Bu değişiklik
devede tüy misali kalır bir değişiklik."
diye eleştirdi, konuşmasının ağırlıklı bölümünü Adalet ve Kalkınma
Partisini kendi gözüyle yerden yere vurarak tamamladı.
Değerli arkadaşlar,
bildiğiniz gibi, bu arkadaşımız Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı
altına AK Partiden Erzurum milletvekili olarak girdi, 2005 yılında
istifa etti, Doğru Yol Partisine katıldı. Doğru Yol Partisinin iki
ay sonra yapılan genel kurulunda genel idare kuruluna seçilememesi
üzerine apar topar Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir basın toplantısı
yaptılar üç milletvekili ve orada Türk siyasi tarihine…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Üç değil dört.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - …kara bir sayfa olarak geçecek utanç verici kirli çamaşırları
ortaya döktüler. Allah edecek, kendi elleriyle kendilerini -tabiri
caizse- Türkiye'ye rezil ettiler. Orada dediler ki: "Biz Doğru
Yol Partisine katılırken Doğru Yol Partisi Genel Başkanı bize...
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Ben kimsenin malını çalmadım. Utanç verici olan odur. Sen kendine bak!
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - ..."Seçileceğiniz illerden birinci sıra milletvekilliği
sırası vereceğiz..."
BAŞKAN - Sayın Akbulut...
Sayın Akbulut.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Değerli Başkanım, hemen geleceğim.
BAŞKAN - Lütfen Sayın
Akbulut...
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - "...ve genel idare kuruluna alacağım." dedi.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sen, cin olmadan çarptın!
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Bu arkadaşımız orada dedi ki: "Ben, sümüklü bir çocuk
ve konu mankeni olmadığımı göstermek için istifa ettim." Bir müddet sonra Anavatan
Partisine geçti. Her fırsatta kürsüye geliyor, Anavatan Partisinin
aleyhine konuşuyor.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- AK Partinin, AK Partinin...
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - AK Parti aleyhine konuşuyor.
Allah edecek, son günlerde...
Tabii, seçimler yaklaşıyor, yapılan anketlerde Anavatan Partisi
yüzde 1'lerde, katılmaya çalıştıkları Doğru Yol Partisi yüzde 4 civarında.
Bunlar bir araya gelirlerse, güya, barajı aşacaklar ve bu arkadaşımız
da o zaman "yalancı" dediği, "sözünde durmaz" dediği
Doğru Yol Partisinin Genel Başkanının Başkanı olduğu partinin çatısı
altında siyaset yapmaya devam ediyor.
Değerli arkadaşlar,
bir milletvekili, belki, şartların gerektirdiği, çok olumsuz şartlar
altında belki partisinden istifa edebilir, belki bir başka partiye
de katılabilir. Bunu anlayışla karşılamak mümkündür.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Sendikacılıktan bahset kardeşim, biz onları mı dinleyeceğiz ya?
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Ama...
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- AKP'nin çalışma yaşamına bakışını bir göreyim ben bu yasada. Bu
yasadan ne anladın sen? Bir onu anlat.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Burada siz de hikâye anlattınız. Ben şimdi geleceğim.
Ama, Türkiye Büyük
Millet Meclisi gibi onurlu bir çatının altına girdikten sonra, kendisini
buraya taşıyan parti aleyhine konuşmasını...
BAŞKAN - Sayın Akbulut...
Sayın Akbulut, lütfen konuya gelir misin.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Tamamlıyorum Değerli Başkan.
BAŞKAN - Sayın Akbulut,
lütfen...
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - ...insani değerlerle bağdaştırmak mümkün mü? Bunu yüce
milletimizin takdirine sunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
biraz önce yine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına...
BAŞKAN - Sayın Akbulut...
Sayın Akbulut...
NAİL KAMACI (Antalya)
- Konuşsun, konuşsun.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Ben konuya geldim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Lütfen Sayın
Akbulut...
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Evet, şimdi, Sendikalar Kanunu'yla ilgili konuşacağım.
NAİL KAMACI (Antalya)
- İyi iyi, devam et!
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Konu şu: Sendikalar Kanunu'nun 14'üncü maddesinin 14'üncü
fıkrasında bir değişiklik yapılıyor. Orada, şu andaki Sendikalar
Kanunu hükmüne göre, sendika veya konfederasyonun genel kurul dışındaki
zorunlu organlarında görev alabilmek için en az on yıl çalışmış olmak
şartı getiriliyor.
Şimdi, Cumhuriyet Halk
Partili arkadaş geldi buraya, "Bu sadece bir maddelik sendika
kanunu değişikliği, işte çok fazla değişiklikler olması lazımdı."
diye, taa 12 Eylülden başlayıp, 12
Eylülün acısını -herhâlde şimdi aklına gelmiş olacak- yirmi yedi yıl
sonra burada, kürsüden ifade etme gereğini duydu.
Değerli arkadaşlar...
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- "12 Eylül'den bu yana sağ siyasetçiler" dedim.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, bu değişikliğin sebebi ne?
2001 yılında, 57'nci Hükûmet zamanında Anayasa'da kapsamlı bir değişiklik
yapılıyor…
İZZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Kapsamlı mı?
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - …ve 34 maddelik, 35 maddelik bir değişiklik yapılıyor.
İZZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Ne zaman?
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Burada, 2001 yılında.
Burada, Anayasa'nın
51'inci maddesi sendikal faaliyetlerle ilgili. Oradaki değişiklik
yapılmadan önceki husus şöyle: "İşçi sendika ve üst kuruluşlarında
yönetici olabilmek için en az on yıl bilfiil çalışmış olma şartı aranır."
diyor. 2001 yılında Anayasa'daki bu hüküm çıkarılınca, Anayasa'nın
51'inci maddesiyle Sendikalar Kanunu'nun 14'üncü maddesindeki bu
fıkra birbiriyle çelişir hâle geliyor.
Şimdi, değerli konuşmacı
buraya geldiğinde, "Efendim, niye kapsamlı değişiklik yapılmadı?",
"Niye şimdiye kadar değişiklik yapılmadı?" gibi sözler
söylediler. Değerli milletvekillerimiz de çok iyi biliyorlar, bütün
milletimiz de şahit. Arkadaşlar, 22'nci Dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hem süre olarak hem de kapsam
olarak en fazla çalışan ve en kapsamlı yasaları Türkiye Büyük Millet
Meclisinden geçiren bir dönem olmuştur, sayı itibarıyla da böyledir,
kapsam itibarıyla da böyledir.
Evet, bu tek maddelik
bir değişikliktir, ama Anayasa'da yapılan değişikliğe uygun olarak
zorunlu olarak yapılması gereken bir değişikliktir.
Tek maddenin dışında
biz yüzlerce maddelik kanunlar da geçirdik. Burada, Türk Ceza Kanunu'nu
tümüyle değiştirdik, Ceza Muhakemesi Kanunu'nu tümüyle değiştirdik.
Yine, buna paralel olarak İnfaz Kanunu'nu değiştirdik, çok kapsamlı
Bankalar Kanunu'nu değiştirdik.
İZZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Sermayeye hizmet etmedin demedik ki sana, işçi sınıfına hizmet
etmedin sen.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi, demin de söylediğim
gibi, hem kanun adedi olarak çok fazla kanun çıkaran çalışkan bir Meclistir
hem de toplumun geniş kesimlerini düzenleyen çok kapsamlı kanunları
geçiren, hakikaten çok verimli çalışan bir Meclis olmuştur.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
Sendikalar Kanunu'nda başka değişiklikler yapılması gerekmez mi?
Evet, gerekir. Şimdi, 2003 yılı ile 2005 yılları arasında Dernekler
Kanunu'nda kapsamlı değişiklikler yapıldı, Medeni Kanun'da değişiklikler
yapıldı. Anayasa'nın 90'ıncı maddesinin son fıkrası ki, bu çok önemli.
Bildiğiniz gibi, usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş olan uluslararası
sözleşmeler temel hak ve hürriyetler noktasında iç hukuk hükümleriyle
çelişirse, uluslararası sözleşme hükümlerine üstünlük tanınıyor.
Gerek bu durum gerek Avrupa Birliğinin ilerleme raporları gerek
ILO örgütünün önerileri doğrultusunda, Sendikalar Kanunu taslağı,
tasarısı hazırlandı. Bunu değerli sendikacı arkadaşımız da biliyor.
Bilim Kurulunun hazırladığı bu taslak üzerinde çalışıldı ve sosyal
tarafların görüşlerine sunuldu. Hatta 2005 yılı sonunda bir de toplantı
düzenlendi. Bu toplantıda, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu'nda
da değişiklikler yapılması gerektiğine, bu nedenle hem 2821 hem
2822 sayılı yasaların birlikte ele alınması gereğine işaret edildi
ve gerçekten çok kapsamlı bir çalışma yapıldı.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Beş yıldır niye getirmediniz?
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Efendim?..
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Niye getirmediniz bunu beş yıldır?
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Ha, onu ben de söylüyorum.
Değerli arkadaşlar,
iş hayatını, çalışma hayatını çok geniş bir şekilde ilgilendiren
çok kapsamlı bu iki yasa tasarı taslağı üzerinde yapılan çalışmalar
sendikalara sunuldu ve sendikalar bunlara zaman içerisinde cevap
verdiler. Mesela, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu 2006
yılı sonu ortalarında cevap verdi. Yine, Türkiye İşçi Sendikaları
Konfederasyonu 2006 yılı Ekim ayında cevap verdi. İşveren Sendikaları
Konfederasyonu, yine 2006 yılının Aralık ayında cevap verdi, Hak-İş
de 2007'nin başlarında verdi. Yani, hem 2821 sayılı Sendikalar Kanunu
tasarı taslağı hem de Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu üzerinde
çalışmalar son aşamaya geldi.
Değerli arkadaşlar,
hepimiz biliyoruz ki, bugüne kadar yapılan işler Cumhuriyet Halk
Partisine rağmen yapıldı. Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisini gerek
Genel Kurulunu gerek komisyonları çalıştırmamak için arkadaşlarımız
yoğun gayret içerisinde. Ben geçenki bir konuşmamda da söyledim. Yani,
milletimiz Cumhuriyet Halk Partisinden bir şey beklemiyor "zarar
vermeyin yeter" diyor, ama ne yazık ki, zarar vermemeyi bile millete
çok görüyorlar.
Şimdi, niye getirmediler?
Biz hangi kanunu getirsek "Bu kanunun görüşülmesine gerek
yok. Niye Meclisi bu kadar çok çalıştırıyorsunuz? Bu çalışma işçi
haklarına da, sendikal haklara da aykırıdır." falan diyorlar.
NAİL KAMACI (Antalya)
- Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Ama, diğer taraftan da…
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Senin tercümene gerek yok. Biz Türkçe konuşuyoruz hem de çok da güzel
kullanırız Türkçe'yi.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - …kürsüye kim çıkarsa çıksın, şu kanun niye gelmedi, bu
kanun niye gelmedi, bir de hesap sormaya çalışıyorlar.
Değerli arkadaşlar,
Adalet ve Kalkınma Partisinin nasıl çalıştığını bu milletimiz biliyor,
Türkiye'yi nereden nereye getirdiğini herkes biliyor. Onun için,
burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne çıkıp, milletin gözünün
içine baka baka gerçekleri saptırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur diye
düşünüyorum…
OSMAN ÖZCAN (Antalya)
- Getirdiniz… Memleketi teröre boğdunuz.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - …ve herkesin şunu çok iyi bilmesi gerekir: Artık, Türk
milletini olmadık şeylerle avutmaya, kandırmaya kimsenin muvaffak
olması mümkün değildir.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Çok iyi becerdiğiniz bir konuyu söylüyorsun, aferin sana. En iyi
siz yapıyorsunuz o işi.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Devamla) - Şu anda bizi izleyen, Türkiye'nin en uzak, en ücra köşesindeki,
köyü bırakın, mezradaki vatandaşlarımız bile, bu sıralarda oturan
milletvekilleri gibi, Türkiye'de olan biteni, dönen dolapları çok
iyi değerlendiriyor. Bunu da, inşallah, gelecek 22 Temmuzdaki seçimlerde
de gösterecektir. O gün, ak ve karanın ne olduğunu, herkes saçı önüne
döküldüğünde görecektir.
Yasa, demin de söylediğim
gibi, Anayasa değişikliği gereği, zorunlu olarak yapılan bir değişikliktir,
yerinde bir değişikliktir.
Hayırlı uğurlu olmasını
diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Sizin dolapları değerlendirecek.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Akbulut.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, sataşma var, söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Akbulut bana hakaret etti, sataşmada bulundu.
AHMET YENİ (Samsun) -
Yanlış mı söyledi? Doğru.
BAŞKAN - Bir saniye sayın
milletvekilleri.
Ne diye hakaret etti
Sayın Özdoğan, ne söyledi?
NAİL KAMACI (Antalya)
- Hakaret etti. Yani, parti değiştiren sadece o değil ki.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Yani, parti değiştirmişim, kendimi rezil etmişim, büyük suçlar
işlemişim. Bir cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - İç Tüzük'ün
69'uncu maddesine göre, üç dakikayı geçmemek üzere Sayın Özdoğan.
Yalnız, sataşmaya yol açmamak üzere, buyurun.
Sayın Özdoğan, lütfen,
yeni bir sataşmaya mahal vermeden.
VII. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Erzurum
Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut'un, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi
en derin saygılarımla selamlıyorum.
Ben, az önce buraya,
kürsüye çıktım ve Türkiye'nin önemli bir meselesi hakkında söz aldım,
sendikalaşma hakkında söz aldım, milyonlarca insanın problemleri
hakkında söz aldım, fakat bu, hemşehrim de olan Sayın Akbulut tarafından
dinlenmedi. Bakın, bu ülkede 14 yaşın altında çalışan, tezgâhta çalışan
bir yığın çocuk var. Çöplüklerden ekmek toplayan, sebze toplayan,
meyve toplayan insan var. İşçiler aç ve yoksul. İnsafı olmadığı
için bu yöne dikkatini çekmemiş, sadece şahsi hıncından dolayı burada
bana hakaret ediyor. Evet, ben AK Partiden ayrıldım, Doğru Yol Partisine
gittim. Orada bana haksızlık edildiği için oradan da ayrıldım, Anavatan
Partisine geçtim. 75 milyon insan duysun.
AHMET YENİ (Samsun) -
En son nereye geçeceksin, onu söyle.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Ben AK Partiden niye ayrıldım? Millî olmadığı için ayrıldım, rantiyecileri
desteklediği için ayrıldım, ben hırsızlık yapmadığım için ayrıldım
AK Partiden. (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) -
Hadi be!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Onun için ayrıldım ben. Ben kendim için söylüyorum. Bunun için ayrıldım
ve fahri hortumcu olmamak için AK Partiden ayrıldım.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur)
- Yakışmıyor!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Ben her zaman haksızlıkların karşısındayım. Ama, kendisi iki üç aylık
milletvekiliydi, Erzurum'da, gidin, Cumhuriyet Caddesi'nde o zaman
Aycell Doğu Anadolu Bölge Bayisini kendi sülalesine aldırmıştır.
Akbulut Doğu Anadolu Bölge Bayiliği vardır. Önce kendisini sorgulasın.
Ben, böyle şeylere hiçbir zaman tevessül etmedim. Kendisinin de hiçbir
oyu yoktur Erzurum'da. Aslen de Bingöllüdür kendisi. Ben kendisine
yakıştıramıyorum. Asıl, bu kürsüye çıkarak kendi kendisini rezil
etmiştir. Ben ne diyeyim? Bir tane, yarım tane dahi oyu yoktur.
Hepinize teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özdoğan.
VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
5.- Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/1230) (S. Sayısı: 1250) (Devam)
BAŞKAN - Tümü üzerinde
şahsı adına söz isteyen Tevfik Akbak, Çankırı Milletvekili…
Recep Garip, Adana
Milletvekili…
Mehmet Eraslan, Hatay
Milletvekili…
Ümmet Kandoğan, Denizli
Milletvekili…
İzzet Çetin, Kocaeli
Milletvekili.
Buyurun Sayın Çetin.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım,
görüşülmekte olan kanun tasarısının tümü üzerinde şahsım adına
söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
önce bir iki düzeltme yapmak istiyorum. Sayın AKP Grup Sözcüsü arkadaşım
vaatlerini sıraladı burada, Sendikalar Yasası'na ilişkin olarak,
Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası'na ilişkin olarak. Ben konuşmamda,
iki buçuk yıl önce başlayan çalışmalar sonuçlanmış olmasına rağmen
hâlâ Meclis gündemine getirilemedi demiştim. Tabii, bir soruyla
-milletvekili olmamız nedeniyle- Çalışma Bakanımıza verdiğim
bir soru nedeniyle yapılan değişikliklerin içeriğini öğrenme
fırsatı bulmuştum. Daha sonra bir sendikadan elde ettim metinlerin
tamamını. Tabii, tümü gelmiş olsaydı, yani bir maddede nasıl bir kanun
tasarısının tümü üzerinde bütün gruplar söz alıyor, bu kadar zaman
harcanıyor, eğer bütün maddeler bir arada gelseydi aynı zaman harcanmış
olacaktı. İçeriğine baktığım zaman, gerçekten yine bilim kurulu
tarafından hazırlanmış, ama Meclisin gündemine gelmemiş bir tasarı
taslağını konuşmanın, anlatmanın hiçbir yararı yok. Arkadaşımız
burada -tabirimi mazur görsün- laf salatası yapmaya çıkmış, başka
da bir şey söylemedi.
Değerli arkadaşlar,
bakınız, ben grup adına yapmış olduğum konuşmada demiştim ki -işte,
aldığım bilgi o yöndeydi- iki sendikada
çalışma yaşamına ilişkin olarak Sendikalar Yasası'nın 14'üncü maddesinin
14'üncü fıkrasındaki koşulda değişiklik öngörülüyor. Gerekçede
on yıllık fiilî işçilik yasağı olmadığı için böyle bir yola başvuruldu
demiş idim.
Pek çok kez bu kürsüden
söyledim değerli arkadaşlarım, AKP Hükûmeti döneminde sendika seçme
özgürlüğünü engellemeye dönük partizan uygulamalarda bulunuldu,
çalışanları yandaşı sendikalara geçmeye zorlamalara tanık olundu.
Özellikle, başta genel hizmetler, orman ve tarım iş kolları olmak
üzere kimi kamu kuruluşlarında, yerel yönetimlerde ve bakanlıklarda
çalışanlara sendikalarını değiştirmesi için baskılar yapıldı. Bunu
buradan gösterdik. Yani, 2005 yılında Ağustos ayı, Temmuz ayında yangın
varken Mersin'de işçiler notere itfaiye aracıyla götürüldüler. Nereye
götürüldüler? Orman-İş Sendikasından Hak-İş'e bağlı Tarım Orman-İş'e
geçmeleri için.
Şimdi, dururken notlarımda
buldum, baktım, gerçekten bu kanun… Ben demiştim ki ILO'ya gidiyoruz,
ILO'da yarın sorgulayacaklar, sendikalar bu nedenle yargılanıyor,
onun için değişiklik geldiği zannettiğimi söylemiş idim. Yanılmışım,
düzeltiyorum. Bu değişiklik, Hak-İş'e bağlı sendikalarda, örneğin
Tarım Orman-İş'te genel başkanlık yapan arkadaş dahi, AKP'nin kurdurduğu
sendikanın genel başkanı dahi, on yıllık fiilî işçiliği olmadığı
için sendika hakkında kapatılma davası açılmış idi. Onları kurtarmak adına
getirdiniz, sendikalara hizmet, işçilere hizmet için değil. Hak-İş'e
bağlı bazı sendikaları kurtarmak için getirildiğini öğrenmiş bulunuyorum.
Bunu bilgilerinize sunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
bir başka konuya daha değinmek istiyorum. Gerçekten… Yani, ben bir
başka partinin grup sözcüsünün sözlerine katılıp katılmama konusunda
bir şey belirtmek istemem, ama gerçekten…
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Karşı çıkman gerekir bu aşamadan sonra.
İZZET ÇETİN (Devamla)
- Nasıl?
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Bu aşamadan sonra kanuna karşı çıkman gerekiyor.
İZZET ÇETİN (Devamla)
- Kanuna karşı çıkmayacağım. Niye karşı çıkmayacağım? Ama, sizin
gerçek yüzünüzü de topluma, halka, işçilere, çalışanlara, işsizlere,
bütün Türkiye'ye duyurmak zorundayım. İkiyüzlü yasa teklifiyle
karşı karşıyayız.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya)
- Hem karşı çıkmıyorsun… İkiyüzlülük bu!
İZZET ÇETİN (Devamla)
- Bir yandan sendikaların bu yasağını bir maddeyle kaldırmayı getiriyorsunuz,
ama öbür yandan bütün yasalarda işçi sınıfına hizmet varken, size
açık destek sağlayan bir konfederasyona bağlı sendikaları, sendikacıları
kurtarma adına kanun teklifi getiriyorsunuz, ondan sonra da destek.
Tabii ki Sayın Sözcü onu düzeltmeni isterdim.
Değerli arkadaşlar,
bakınız, sürem kısaldığı için, ben… Gerçekten çalışma yaşamının
çok büyük sorunları var Türkiye'de. O sorunlar çözüm bekliyor. İş
yerlerinde çalışma koşulları çok ağır, defalarca söyledim. Şu anda
sendikalı işçi sayısı 700 binlerde dolaşıyor. Sendikalaşabilir
oran, bunun çok çok üzerinde. Normal, yani gerçek sendikalaşma oranımız
yüzde 9,6, ama, Çalışma Bakanlığı istatistiklerine bakarsanız,
yüzde 60'la dünya rekoruna gidiyoruz örgütlülükte. Yani, bu da bir saptırma,
bir aldatmaca. Bunun da düzeltilmeye ihtiyacı var.
Şimdi, sendikanın olmadığı
işletmelerde, örneğin tekstil iş kolunda, örneğin kimya iş kolunda,
metal iş kolunda, inşaat iş kolunda, deniz taşımacılığında, asgari
ücretin altında, sosyal güvenceye dahi kavuşturulamamış insanlar
çalıştırılıyor. İş yerlerinde İş Sağlığı, Güvenliği Tüzüğü olmadığı
için hiçbir önlem alınamıyor. İş yerlerinin denetimi, teftişi yetersiz,
yapılamıyor.
Bütün bunlara karşın,
gerçekten, daha evvel yaşamının büyük bölümünü ülkesinin kalkınması
için harcamış emeklilerimiz perişan konumda. Beş yıldan bu yana TÜFE
farkları yargı kararlarına rağmen ödenmedi, aykırı yargı kararı
alabilmek için yargıçlara bile baskılar yapıldı. Bugün itibarıyla,
emeklilerimizin yüzde 90'ı açlık sınırının altında yaşıyor. Özellikle
işçi emeklileri aylıkları, izahı mümkün olmayacak şekilde eşitsizlik
içerisinde. İntibak yasalarını yıllardır savunurlar, hiçbir
şekilde, AKP, nedir bu intibak diye gündeme almadı. Yani, intibak
dedikleri olay çok basit. Eşitsizliği gidermek de intibak yasasının
içinde. Yani, hizmet süresine göre, yaşına göre değil, ödediği
prim/gün sayısına göre ve de ödediği prime göre bunları derecelendirmek,
barem sistemine yeniden geçirmek ve bugün en üst düzeyden emekli maaşı
almaya başlayan bir işçi emeklisinin beş yıl sonra en dibe vurmasını
engellemekten geçiyor. Yine, bunların, 2006 yılındaki enflasyon
farklarını ödemediniz. Sizden yüzde 2,25 oranında 2006 yılından da
alacaklılar.
Değerli arkadaşlarım,
çalışma yaşamının gerçekten büyük sıkıntıları, sorunları var. Bunlar
çözüm beklerken, Hak-İş'e bağlı bir iki sendikacıyı kurtarma adına
böyle bir düzenlemeyle gelmek ancak size yakışır.
Ben, bu arada, bir küçük
düzeltmeyi de aynı konunun içinde… Çalışanlara ilişkin bir konu,
geçici işçiler meselesi. Gerçekten 657 sayılı Yasa'ya göre 4/C sistemindeki
çalıştırma biçimi AKP İktidarının ve Meclis Başkanının ürünü. Mecliste
binden fazla insan sözleşmeli çalışıyor, üstelik de gece yarılarına
kadar çay ocaklarında, bürolarda, meydanlarda bizim gibi bekliyorlar.
Aldıkları ücrete bir bakınız, sizin emeğe bakışınızı ortaya koymaya
yeter.
Geçtiğimiz günlerde
bir kanun çıkarttık -21 Nisan tarihinde, 5620 sayılı Yasa, geçici
işçilere kadro verilmesi- biz de destekledik, ama orada bir adaletsizliği
gidermek için biz Anayasa Mahkemesine başvurduk. Nedir o adaletsizlik?
On beş, yirmi yıldan bu yana geçici olarak çalışmış, ama sadece 2006
yılında altı ay çalışmamışsa, beş ay yirmi dokuz gün çalışmışsa, o işçiye
kadro verilmedi. Bu adaletsizliktir, dedik. Bu adaletsizliği gidermek
gerekir, geçmiş yıllarda on- on beş yıldan bu yana geçici çalışan
bir işçinin kadroya alınması bir günle engellenemez, dedik. Konuyu Anayasa Mahkemesine
götürdük. Anayasa Mahkemesine götürdüğümüz konu, sadece 2005 ve
2006 yılları ibarelerinin düzeltilmesine, çıkartılmasına ilişkin.
Ha, bunu istismar ettik, ediliyor. "Nasıl? Efendim, CHP Anayasa
Mahkemesine başvurdu, kadroya geçmeye hak kazanan işçilerimiz
kazandığı haklardan mahrum olacak."
ÖNER ERGENÇ (Siirt) -
Doğru değil mi?
İZZET ÇETİN (Devamla)
- Böyle bir şey yok. Doğru değil, külliyen yanlış, zinhar yanlış. Nedir
doğrusu? Bizim Anayasa Mahkemesinde başvurumuz, 2006 yılında altı
aydan fazla çalışmış olma koşulunu, "2006'da altı aydan fazla"
ibaresinin çıkartılarak olayın genişlemesini istedik. Olay bundan
ibarettir. Olayı saptırmaya hiç gerek yok. Yani adınızda adalet olacak,
ama adaletsizliği savunacaksınız. Bunu izah edemezsiniz değerli
arkadaşlar. Hakkaniyete dayalı değilsiniz.
Bakınız, Meclis Başkanlığı
bile Türkiye'de değil, dünyada olmadık çalıştırma biçimini yasama
organında reva görüyor çalışanlara. Hükûmet ne yapsın, Çalışma Bakanı
ne yapsın? Maliye Bakanı izin vermiyor, hastaneler…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çetin
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
SABRİ VARAN (Gümüşhane)
- Bakan Bey burada, geldi.
İZZET ÇETİN (Devamla)
- Tabii, Çalışma Bakanımız gelmiş,
hoş gelmiş. Gerçekten konunun sahibi, elbette gelecek.
Değerli arkadaşlar,
yani ben tekrar söylüyorum, Çalışma
yaşamının çok ağır sorunları var. Dört buçuk yıllık süre içerisinde
dişe dokunur, emeğe, alın terine, işçiye, çiftçiye, yoksula yönelik
olumlu bir düzenlemeden söz edebilmenin olanağı yok. Bir tek istisnası
var, o da, bizim zorla Meclisin gündemine
getirttiğimiz Özürlüler Yasası. Eğer Özürlüler Yasası da olmamış
olsa, karnenizde çalışma yaşamına ilişkin notunuz gerçekten çok
zayıf olacaktı.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum.
SENDİKALAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 5/5/1983 tarihli
ve 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 14 üncü maddesinin ondördüncü
fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İşçi sendikası,
sendika şubesi ve konfederasyonların genel kurul dışındaki zorunlu
organlarına seçilebilmek için 5 inci maddede aranan şartları haiz
olmak gerekir."
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Osman Kaptan, Antalya
Milletvekili.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Kaptan, süreniz
on dakikadır.
CHP GRUBU ADINA OSMAN
KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın
1'inci maddesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi, saygıyla selamlarım.
Sayın arkadaşlarım,
12 Eylül öncesinde yükselen işçi hareketi, sendikalaşma mücadelesi
ve işçi sınıfının politik olgunluğu, sınıf bilinci, 12 Eylülle
birlikte durdurulmuştur. 12 Eylül, öncelikle, işçi hareketini ezdi,
DİSK'i kapattı, yöneticilerini hapse attı, grev ve toplu sözleşme
hakkını yasakladı. O dönemde, sendikacı bir profesör, bir otel çalışanına
soruyor: "Sendikalı mısın?" Aldığı cevap "Ağabey, ben
Vanlıyım." diyor.
Sayın arkadaşlarım,
1982 Anayasasında da antisendikal unsurlar yer aldı. Grev, nerede
ise olanaksız hâle geldi. Sendikal örgütlenmelere göz açtırılmadı.
İşten atma, açlığa terk etme tehditleri ile çalışanlar sindirildi.
12 Eylülün devamı iktidarlarda ve AKP Hükûmetinde de bu sendikalaşmalara
karşı tutumlar, baskılar giderek artmıştır.
8 Kasım 2006 tarihli
Türkiye-AB İlerleme Raporu'nda, AKP Hükûmeti döneminde yapılan sendikal
haklarla ilgili olarak bakınız neler diyor:
"1) Sendikal haklarda
hiçbir ilerleme olmamıştır.
2) Sendikalaşma hakkı
ve grev hakkını da içeren toplu pazarlık hakları konusundaki ciddi
sınırlamalar varlığını korumuştur.
3) Türkiye, ILO standartlarını
karşılamaktan uzak kalmıştır.
4) Türkiye, Gözden Geçirilmiş
Avrupa Sosyal Şartı'nı onaylamış, fakat, sendikalaşma hakkıyla ilgili
5'inci maddeye, toplu pazarlıkla ilgili 6'ncı maddeye çekincelerini
koymuştur.
5) Sosyal diyalog zayıf
kalmış, Ekonomik Sosyal Konseyin yapısı iyileştirilmemiştir.
6) Sendikal hakların
tam olarak güvence altına alınmasına özel bir önem verilmemiştir."
İşte, sayın arkadaşlarım,
AKP Hükûmetinin sendikalaşma karnesi budur. Yani, karne zayıftır
hem de çok zayıftır. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da Hükûmet sınıfta
kalmıştır.
Bu Hükûmet döneminde,
sendikacılığı önlemek için taşeron firmaların kullanılması yaygınlaştırılmıştır.
Taşeron firmaları bizzat devlet kullanır hâle gelmiştir. Sağlık Bakanlığının
hastanelerinde 1 milyona yakın işçi taşeron tarafından çalıştırılmaktadır.
Bu işçilerin sendikal hakları olmadığı için, bunlar yaşam boyu asgari
ücretle çalışmaya mahkûm edilmişlerdir.
Sayın arkadaşlarım,
bir başka önemli konu da kayıt dışı çalışmadır. Kayıt dışı çalışanların
oranı yaklaşık yüzde 50'dir. 4,5 milyon işçi kayıt dışı çalışmaktadır.
Bunlar hem sigortasız hem de sendikasızdırlar. Bu Hükûmetin yine bir
başka uygulaması da Orman Bakanlığındaki tarım işçilerinin sendikasını
Türk-İş'ten Hak-İş'e geçirme baskısıdır.
Sayın arkadaşlarım,
AKP Hükûmeti, Türkiye Cumhuriyetinin hiçbir devrinde, hükümetinde
görülmeyen "Sendikanı bırak, seni işten atarım; Hükûmete yakın
sendikaya geç, yoksa yakarım." diyerek, Türkiye'nin değişik illerinde,
özellikle de Antalya'da, Muğla'da orman işçilerinin tehditle, baskıyla
Türk-İş'ten Hak-İş'e geçmelerini sağlamıştır.
Sayın arkadaşlarım,
bu Hükûmet "Ben" eksenli bir Hükûmettir. "Medya mı? Benim medyam olsun Gazete
mi? Benim gazetem olsun. Televizyon mu? Benim, yani AKP'yi versin. İş
adamı mı? Benim iş adamım olsun. İşçi mi? Benim işçim olsun. Sendika
mı? Benim sendikam olsun. Memur mu, amir mi? Benim memurum, benim amirim
olsun." Hükûmet, "Önce ben, önce AKP." diyor, "Sonra
Türkiye." diyor. "Cumhurbaşkanı mı? Benim partimden olsun,
benim dediğim kişi Cumhurbaşkanı olsun; ben olmazsam benim yakın
arkadaşım olsun, Abdullah Gül kardeşim olsun." Ne oldu? 352 milletvekiliyle
Cumhurbaşkanı seçemeyen Türkiye'nin ilk hükûmeti AKP oldu.
NAİL KAMACI (Antalya)
- Söyleme, adamların ciğeri yanıyor.
OSMAN KAPTAN (Devamla)
- Şimdi de, "Parlamentoya seçtiremedik, öyleyse Anayasa'yı değiştirelim,
yine benim dediğim olsun." diyorsunuz.
ERDAL KARADEMİR (İzmir)
- Ya, beceriksizliklerini yüzlerine söyleme!
OSMAN KAPTAN (Devamla)
- Dünyanın hiçbir ülkesinde, seçim
kararı alındıktan sonra Anayasa değişikliğine giden başka bir
hükûmet yoktur.
Sayın arkadaşlarım,
bu Hükûmetin, "Dediğim dedik" sevdasından vazgeçmediği
için, tüm kurumları ve yasaları AKP'lileştirme sevdasından vazgeçmediğiniz
için sonunuz gelmiştir. Geldiniz "Ben" dediniz, gidiyorsunuz
"Ben" dayatmacılığında ısrar ediyorsunuz, "Önce ben,
önce partim, önce AKP" diyorsunuz.
Cumhuriyet Halk Partisi
olarak biz, önce Türkiye diyoruz, önce Türkiye'nin ulusal birliği,
ulusal bütünlüğü, kalkınması, huzuru, güvenliği diyoruz. Onun
için, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, halkımızı ezdirmeyeceğiz,
ülkemizi soydurmayacağız ve Türkiye'yi böldürmeyeceğiz diyoruz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kaptan.
Madde üzerinde Anavatan
Partisi Grubu adına söz isteyen Hüseyin Özcan.
Buyurun Sayın Özcan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 1250 sıra sayılı Sendikalar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
tasarıyla 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'la değiştirilen
Anayasa'nın 51'inci maddesine uygun olarak işçi sendikası ve konfederasyonlarının
zorunlu organlarına seçilebilmek için en az on yıl bilfiil çalışmak
şartı kaldırılmaktadır. Yapılan değişikliğin özü itibarıyla doğru
olduğunu ifade etmek istiyorum. İşçilerimizin işçi sendikası
ve konfederasyonların zorunlu organlarına seçilebilmek için on
yıl bilfiil çalışmalarını zorunlu tutmak, demokratik sendikalar
anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Milletvekilliğine seçilme yaşının
yirmi beş olmasını savunduğumuz bir dönemde genç ve istekli işçilerimizin
önünün açılması, aynı zamanda sendikalara taze bir kan getirecek
ve başarı şansını artıracaktır. Ancak, salt işçi gençlerimizin işçi
sendikası ve konfederasyonların zorunlu organlarına seçilebilmelerinin
kolaylaştırılmasının sendikal faaliyetteki bir yığın sendikalara
çözüm olacağını düşünmek de biraz safdillik olacaktır.
Maalesef bugün, demokratik
devlet anlayışının vazgeçilmez unsurlarından birisi olan sendikal
faaliyetler ciddi yapısal sıkıntılar yaşamaktadır. Bu nedenle,
yüce Meclis bahse konu yapısal sorunların çözümü için de gayret göstermelidir.
Öncelikle, ülkemizdeki
sendikalaşma oranı dahi sağlıklı bir şekilde tespit edilmemiştir.
Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
18/1/2005 günü 25705 sayılı Resmî Gazete'de yayımladığı sendikaların
üye sayısına ilişkin verilerle Türk ve dünya kamuoyunu yanılttığı,
ilgililer tarafından ifade edilmiştir. Bakanlığın verilerine göre
2005 yılı başında ülkemizde 4 milyon 970 bin 784 işçi çalışmakta ve
bunların 2 milyon 901bin 943'ü işçi sendikalarına üye bulunmaktadır.
Bu ise yüzde 58,37 oranında bir sendikalaşma oranıdır ve demokratik
ülkeler arasında bir dünya rekorudur. Elbette ki bu oran ve sayılar
çok yanlış ve kamuoyunu fena halde yanıltıcı niteliktedir. Gerçekte,
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, ülkemizde çalışan
toplam nüfus sayısı 22 milyon 401 bindir. Bunların 11 milyon 723 bini
memur, kendi hesabına çalışan ve ücretsiz aile işçilerinden oluşmaktadır.
Doğal olarak, geriye, bir iş sözleşmesine dayalı olarak çalışan 10
milyon 698 kişi kalmaktadır. Bunun ancak 5 milyon 602 bini İş Yasası
ve SSK kapsamına alınmıştır. O hâlde geriye kalan 5 milyon 96 bin kişi
maalesef kayıt dışında ve kölelik koşullarında çalışmaktadır.
Ülkemizde, Bakanlık
verilerine göre, 28 iş kolunda 104 işçi sendikası bulunmaktadır
ve bunların ancak yüzde 51'i toplu sözleşme yapabilme yetkisine sahiptir.
İşçi sendikalarının gerçek üye sayısını saptayabilmek için, bu
sendikaların 2006 yılı itibarıyla son iki yılda bağıtladıkları
toplam iş sözleşmeleri ve bu sözleşmelerin kapsadığı işçi sayısına
bakmak gerekir. TİSK aylık yayın organı İşveren Dergisi'ne göre, ülkemizde
2004, 2005 yılları içinde genellikle iki yıllık süre için yapılan
3.300 toplu iş sözleşmesi bağıtlanmış ve sözleşmelerden 895 bin işçi
yararlanmaktadır. Ancak, Sendikalar Yasası, işçilere, sendika
üyesi olmadan ve sadece dayanışma aidatı ödeyerek toplu sözleşmeden
yararlanma hakkı tanıdığından, bu yolla toplu sözleşmelerden yararlanan
işçi sayısını yüzde 20 olarak varsayarsak bugün ülkemizde gerçek
anlamda sendikalı olan işçi sayısının 717.302 olduğu ortaya çıkmaktadır.
İş sözleşmesine dayalı olarak emeğiyle geçinen işçilerin sayısını
esas alırsak, bu bize, yüzde 6,7 oranında bir sendikalaşmanın gerçekleştiği
sonucunu vermektedir. Bu sonuç, ülkemizde, işçi sendikalarının
fevkalade zayıf ve dolayısıyla etkisiz olduğunu göstermektedir.
Zaten, uygulamanın da bu yolda olduğu, ne kamuoyunun ne de siyasi
partilerin, işçi sendikalarını yeteri kadar önemsemediği gerçeğini
doğurmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
liberal demokraside işçi ve memur sendikalarının demokratik yaşama
sağladıkları katkı yadsınamaz. Ancak, biraz önce de bahsetmiş olduğumuz
gibi, yapısal aksaklıklar nedeniyle, "sendika ağalığı"
diyebileceğimiz bir sistem ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz, demokratik
sendikacılık anlayışıyla bağdaşmayan ve yandaş kayırmacılığına
dayanan böyle bir sendikal anlayış, işçi haklarıyla ekonomik dinamizmi
dengelemek ve çalışma yaşamını verimli kılmak yerine, aksine, çalışma
sistemini bozan, türlü adaletsiz uygulamaya yol açan bir durum oluşturmaktadır.
Bu nedenle, Meclisimizin, sendikal faaliyetlerde yaşanan sıkıntıları
daha ciddi ele alması gerekmektedir. Memurların toplu sözleşme
haklarının ve grev haklarının olmamasını ve bu taahhüt edildiği
hâlde bir türlü yerine getirilmemesini de Türkiye için bir kayıp
olarak görüyoruz.
Değerli milletvekilleri,
20'nci yüzyılda gelişen sendikal faaliyet, birçok olumsuzluklara
rağmen, gerçekten de kapitalist sistemin, liberal demokrasinin
girdiği yörüngede rahatça ilerlemesi bakımından önemli bir fonksiyon
elde etmiştir. Yani, bir taraftan işçilerin diğer taraftan işverenlerin
belli oranda frenlenmesi bakımından fevkalade önemi olmuştur.
Ayrıca, sendikaların
önemli bir sivil inisiyatif olarak siyaset yaşamına sağladıkları
katkı ve getirdikleri öneri de göz ardı edilmemelidir. Bunun ta başlangıcına
gittiğimizde, 1700'lü yıllarda buhar makinesinin tatbikiyle başlayan
sanayi devriminden sonra, özellikle 18'inci yüzyılın sonunda ve
19'uncu yüzyılda ortaya çıkan büyük hareketler, özellikle köylerden
şehirlere koşan ve şehirlerde çok kötü şartlarda çalışan ve yaşayan
işçilerin haklarının korunmasında fevkalade önemli olmuştur. Sendikalar,
bu anlamda, son dönemlerde çok ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. O
da, özellikle, 20'nci yüzyılın sonlarına doğru, globalleşme kültürünün,
globalleşme paradigmasının artmasıyla birlikte, tüm dünyada, sendikal
faaliyette bir yavaşlama ve bir zayıflama olmuştur. Ama, inancım,
bunun bir geçiş dönemi olduğudur. Bu nedenle, sendikal faaliyetlerin
mutlaka güçlenmesi gerekmektedir.
Bugünün önemli sorunlarından
biri de "işçi kimdir?", "memur kimdir?" ayrımının
sıhhatli olarak yapılmamasıdır ve yeni tanımlara ihtiyaç duyulmaktadır.
Anayasa'mızın 128'inci maddesinde "…kamu hizmetlerinin gerektirdiği
asli ve sürekli görevler memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle
görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." denilmek
suretiyle statü hukukunu belirlemiş olmaktadır.
Kimler bu hukuka tabi
olacaktır? Bütün
sorun burada ortaya çıkmaktadır. Bazı kurumlarda hizmetli, çaycı
gibi işler memur statüsüyle yürütülürken, diğer bazı kurumlarda
ise asli ve nitelikli kamu hizmetlerini yürüten kişiler işçi statüsünde
çalışmaktadır.
Diğer önemli bir sorun da, ülkemizde işçi-memur
arasındaki gelir dağılımının dengeli tutulmamasından kaynaklanmaktadır.
Memurlar aleyhine bozulan ücret ve gelir dengesi iş barışını
bozmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
demokrasinin olmazsa olmaz birtakım unsurları vardır. Bağımsız
ve tarafsız yargı, bağımsız ve tarafsız basın, özerk ve tarafsız üniversiteler
gibi güçlü ve çalışma yaşamına hizmet eden sendikalar da en az bu kurumlar
kadar demokrasinin kök tutması için önemli ve gereklidir. Ülkenin
tüm yörelerinde örgütlenebilecek, ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamı
etkileyebilecek kadar önemli sivil kuruluşlar, sendikalar... Bugün,
Türkiye'de hem sendikaların güçsüz ve etkisiz oluşundan hem de sendika
ağalığından demokrasi çok ciddi zarar görmektedir. Küreselleşme
ve bunun doğal sonucu olarak sınır tanımayan çok uluslu büyük sermayenin
işçi sendikalarını önemli ölçüde kan kaybına uğrattığı bilinmektedir.
Bu nedenle, 18'inci ve 19'uncu yüzyıllarda olduğu gibi çalışma yaşamında
da bazı sorunların ortaya çıkması ve yeni bir köleliğin baş göstermesi
muhtemeldir. Bu nedenle, klasik sendikal anlayışın da sorgulanması
ve çağın gereklerine ve küreselleşmenin etkilerine göre yeniden
ele alınması gerekmektedir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özcan,
lütfen toparlayınız.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla)-
Ayrıca bu konuda, gerek ILO'nun gerekse Avrupa Birliği'nin, işverenleri,
işçileriyle birlikte iş yerlerini ortak yönetmeye zorlayan çabalarından
da yararlanılması gerekmektedir.
İşçilerin çalıştırıldıkları
iş yerleriyle ilgili bilgi edinme ve iş yeriyle ilgili düşünce ve
birikimlerini işverenle paylaşmak hakkını her iki kuruluş da kabul
etmektedir.
Kayıt dışında çalışmak
zorunda bırakılan ve bugün sayıları 6 milyonu aşan işçinin varlığı,
Anayasa'sında devletin sosyal bir devlet olduğunu yazan ülke için
gerçekten büyük bir acıdır.
Bu işçilerin her türlü
yöntem kullanılarak kayıt altına alınması hem çalışma barışı bakımından
hem de verilere bakıldığında önem arz etmektedir.
Değerli milletvekilleri,
görüyoruz, sendikalaşma konusunda bazı belediyeler de -siyasi
davrananların- işçileri kendi isteklerine göre sendikalaşmaya
zorlamaktadır. Bu da doğru değildir. Çünkü, işçi, emeğiyle çalışabilen,
yerine göre de yoksulluğun en perişan olan kesimi; insanları kendi
isteklerine bırakmadan, baskıyla başka sendikalar emrine vermek çok yanlıştır, dayatmacı bir anlayıştır.
Bu dileklerle yüce
Meclisi saygıyla selamlar, bütün işçilere, bütün emekçilere, bütün
sendikalara başarılar dilerim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özcan.
Madde üzerinde başka
söz talebi yok.
Soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Çetin, buyurun.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Sayın Bakanım, iki buçuk yıl önce, Bilim Kurulu olarak hazırlayıp
taraflara gönderdiğiniz, tarafların da Bakanlığınıza gönderdiği,
2821 ve 2822 sayılı Yasalara ilişkin değişiklik tasarılarının Meclis
gündemine getirilemeyişinin nedenini sizden öğrenmek istiyorum,
bir.
İkincisi: Neden bu değişiklik
tek maddeyle sınırlı olarak gelmiştir?
Üçüncü sorum da: İşçi
emeklilerinin TÜFE'den doğan alacakları, uzun yıllardan bu yana
emekliler tarafından dikkatle izlenmekte ve bir an önce ödenmesi
beklenilmektedir. Bugün geçim şartlarının zorluğu içerisinde, kapılarına
icra dayanmış emeklilerimiz, gerçekten, her gün, öyle zannediyorum,
size de ulaşarak, bu alacaklarının artık ödenmesini bekliyor. Bu
konuda, ödemeyi neden yapmadınız? Ne zaman yapmayı düşünüyorsunuz?
Emeklilere ne söyleyeceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Sayın Ersin….
AHMET ERSİN (İzmir) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Benim soracağım soruyu
İzzet Bey sordu. Ben de emeklilerin TÜFE farklarının neden ödenmediğini,
bunca yıldan beri neden ödenmediğini soracaktım. Sanıyorum, Sayın
Bakan bu konuyu cevaplandıracak.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ersin.
Sayın Bakan, buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Soru soran Sayın Çetin'e
ve Sayın Ersin'e de çok teşekkür ediyorum.
Önce, bu TÜFE konusunda
Genel Kurulu aydınlatmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
TÜFE konusu, 2000 yılında bir sistem değişikliği neticesi ortaya
çıkmış bir konudur. Yani, biz Hükûmete geldiğimizde önümüzde bulduğumuz
bir konudur. Peki, bu süreçte ne oldu? Bu süreçte davalar açıldı.
Münferit birkaç dava emekliler tarafından kazanıldı. Ama, son bir
yıldır bu anlamda açılan bütün davalarda, Yargıtay da dâhil olmak
üzere, kurumun lehine karar verildi, tek cümle: "Bu konuda TÜFE
farkı doğmamıştır." denildi.
Şimdi, bu konuyu, ben
çeşitli platformlarda defalarca anlattım. Ama, buna rağmen, hâlâ
"Emeklinin TÜFE farkını vermediniz." diye böyle biraz insafı
da zorlayan hükümler var. Hepimiz hukukla bağlıyız. Eğer mahkemeler
"TÜFE farkı var" deyip de biz tek kuruşunu, emekliden bu parayı
esirgediysek boynumuz kıldan ince. Ama, mahkeme kararlarına rağmen,
mahkeme kararlarında "TÜFE farkı yoktur." diye Yargıtayın
neredeyse içtihat hâline gelmiş kararlarına rağmen, bizim bürokrat
arkadaşlarımıza bir emir verip, onların yarın nafakasından kesilecek
bir zimmet anlayışına girmemizi herhâlde siz de istemezsiniz. Bir
kez daha altını çizerek söylüyorum ki, TÜFE farkı konusunda Yargıtayın
kararları ortadadır, kazanılmış davalar ortadadır. Lütfen, Yargıtayın
bu konudaki kararlarını bir zahmet açıp, okuyun ve ondan sonra da,
bir daha lütfen bu konuyu gündemden kaldıralım ve emeklilerimizin
de o güzel duygularını lütfen istismar etmeyelim, bir.
İkincisi: Bu değişiklik
niye geldi? Bu değişiklik 2006 yılında Meclis gündemine gelmiş bir
konudur. Anayasa'mızda değişiklik yapılmıştır. Denilmiştir ki
"Sendika başkanı ve yöneticisi olabilmek için on yıl bilfiil
çalışmak şartını kaldırıyoruz." denilmiştir 2001, 2002 yılında
yapılan Anayasa değişikliğinde. Onun üzerine, kanunlarda buna uygun
olarak bir düzeltme yapmamız gerekiyordu. Bu, gecikmiş bir değişikliktir.
Demin kürsüde bir şey
söylediniz. "Bu, Tarım Orman-İş ile ilgili" diye. Hayır, katiyen
Tarım Orman-İş ile ilgili değildir. Tarım Orman-İş'le ilgili açılan
dava bitmiştir, neticelenmiştir. Hiç bununla uzaktan yakından alakası
yoktur. Kaldı ki, o davanın açılış gerekçesi de on yıl konusu değildir.
Aynı iş kolunda çalışmadıkları için, yine konfederasyonun başka
sendikasından -siz daha iyi biliyorsunuz gerçi- açılmış bir davadır.
O dava neticelenmiştir, bununla ilgisi yoktur.
Üç; 2821, 2822 niye Meclise
gelmedi? Doğrudur, bir gecikme söz konusu. Ancak, bu gecikme bizden
değil Sayın Çetin. Takdir edersiniz ki, iki tane önemli kanun. 2821 ve
Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu'nu düzenleyen iki tane
önemli kanun. İstiyorum ki, burada işçi ve işveren konfederasyonları
olabildiğince geniş bir uzlaşma içerisine girsinler. Ancak, bugün
itibarıyla, hâlâ konfederasyonlarımız arasında çok temel noktalarda
ayrılık, farklar var.
Mesela, siz de hep
şikâyet ettiniz zamanında noter şartı kaldırılsın. Tamam, amenna dedik,
kaldırılsın noter şartı. Ama, şu anda konfederasyonlarımızın bazılarının
noter şartının muhafaza edilmesi konusunda yazılı görüşleri
var. Yüzde 10 barajı kaça indireceğiz, sıfırlayacak mıyız, 5'te mi
kalacak? Bu konuda da aralarında görüş ayrılıkları var. Bunun gibi
birçok noktada uzlaşmaya muhtaç konular var.
Onun için, biraz daha
onların sabırlarını zorluyoruz. Biz, aslında, mutfak çalışmasını
bitirdik. Yani, onlar uzlaşsalar, ben yarın Bakanlar Kuruluna bu
tasarıları sevk edecek durumdayım. Ama, konfederasyonlarımız arasında
geniş anlamda bir uzlaşma sağlanmadan bir tasarının uğrayacağı
akıbeti siz benden daha iyi biliyorsunuz. Onun için, biraz daha olgunlaşmaya
ihtiyacı var. Bunun dışında, aslında birçok kanunda biz değişiklik
yaptık. Dernekler Kanunu'nda yaptık, Ceza Kanunu'nda yaptık. Ceza Kanunu'nda
yapılan değişiklik aslında tam algılanmadı. Ceza Kanunu'nda yapmış
olduğumuz değişiklikle, sendikal hak ve hürriyetlerin kullanılmasına
engel olanlara hapis cezası öngören Ceza Kanunu'nun temel hak ve
hürriyetlerle ilgili bölümüne çok önemli bir madde koyduk. Çoğu ülkede
böyle bir hüküm yoktur. Bir sendikaya üye olmaya zorlamak, bir sendikadan
insanları çıkarmaya zorlamak konusunda hapis cezası, hürriyeti
bağlayıcı ceza çoğu ülkede yok. Ama, Türk Hükûmeti olarak, Türk Parlamentosu
olarak sendikal örgütlenmeye vermiş olduğumuz önem gereği bunu Ceza
Kanunu'muza dercettik.
Değerli arkadaşlarım,
biz, Hükûmet olarak, sendikaları sadece meslek kuruluşu olarak değil,
demokrasimizin de vazgeçilmez unsurları olarak görüyoruz. Şu anda,
siz de biliyorsunuz, bütün dünyada sendikal hareket bir zafiyet
içerisinde. Sadece Türk sendikacılığının sorunu değil bu. Fransa'sında,
Almanya'sında, çoğu ülkelerde sendikal yoğunlukta, sendikal harekette,
sendikal örgütlenmelerde önemli zafiyetler var. Umarız ve dileriz
ki, Türk sendikacılığı bu zafiyet dönemini aşacak, ama, bu konuda
kendilerine yardımcı olmamız lazım. Parlamentomuzun, işveren kesimimizin,
toplumumuzun diğer kesimlerinin, sendikal harekete yardımcı olmamız
gerekiyor. Dediğim gibi, onlar sadece meslek kuruluşları değil,
bir anlamda demokrasimizin de önemli aktörleridir. Ancak, şunu da
kabul etmemiz lazım: Eski alışkanlıklarla, eski tutumlarla, eski pozisyonlarla
bugün sendikacılık yapmak mümkün değildir. Sendikacılarımız da
rollerini ve pozisyonlarını yeniden tanımlamak zorundadırlar.
Çünkü, küreselleşmenin getirdiği bu büyük dalga karşısında yeni
konumlanma, yeni rol, yeni tanımlanma olmadan sadece ücret sendikacılığı
yapan, işletmelerin hayatiyetini, işletmelerin rekabet edebilme
imkânlarını düşünmeyen bir sendikal anlayışın bugün yaşaması mümkün
değil. İnşallah, bu birlikteliği, Parlamentomuzun da katkısıyla
beraber yapacağız. Sendikalarımızı, hem güçlü bir sivil toplum örgütü
hem de bir meslek kuruluşu hâline getirmek, Bakanlığımızın da,
Hükûmetimizin de öncelikleri arasında yer almaktadır.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.27
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 22.42
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Sekizinci
Oturumunu açıyorum.
1250 sıra sayılı Tasarı
üzerinde görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Enver Öktem, İzmir
Milletvekili.
Buyurun Sayın Öktem.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENVER
ÖKTEM (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2821 sayılı
Yasa'nın on yıl bilfiil çalışma süresiyle ilgili değişiklik tasarısı
üzerinde söz almış bulunuyorum. Sizi şahsım ve partim adına saygıyla
selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan
önce, çalışma hayatıyla ilgili, 1963 yılında rahmetli Bülent Ecevit
döneminde çıkartılan yasal düzenlemelerden dolayı kendisini
bir kez daha rahmetle anıyorum.
Bu yasal düzenleme,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim de desteklediğimiz bir düzenlemedir,
ancak, 2821 sayılı ve 2822 sayılı Yasalar, çalışma hayatını derinden
ilgilendiren düzenlemelerdir. Anlaşılıyor ki, Hükûmet, bunların
içerisinden cımbızla bir maddeyi seçerek çalışma hayatının yeniden
düzenlenebileceğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu, elbette
ki, gerçekleri yansıtmıyor.
Değerli arkadaşlarım,
yaklaşık bundan üç yıl önce, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, hem Sendikalar
Yasası'yla ilgili hem de Grev ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası'yla ilgili
toptan bir değişikliği içeren ve ILO standartlarına uygun, Avrupa
normlarına uygun bir yasal değişiklik içeren kanun tekliflerimiz
yaklaşık üç yıl önce Parlamentoya sunulmuş olmasına rağmen, şu ana
kadar komisyonlara intikal etmiş bir olay söz konusu değildir.
Hükûmet birçok konuda
özellikle IMF'nin, Dünya Bankasının dayattığı kanun tasarı ve tekliflerini
alelacele Parlamento gündemine getirmeyi başarırken, 2821 sayılı
ve 2822 sayılı Yasaları Parlamento gündemine getirmemesini anlamak
gerçekten güç gözükebilir, ancak, aslında bu uygulamayı AKP'nin bakış
açısı açısından değerlendirdiğimiz zaman çok fazla yadırgamamak
lazım; çünkü, işin doğasında çalışma hayatıyla ilgili düzenlemeler
öz itibarıyla, sosyal demokrat partilerin gerçekleştirmesi gereken
düzenlemelerdir. Çalışma hayatının tarihine bakıldığı zaman
da, sağ partilerin hiçbir dönem işçi sınıfının kazanımlarını zenginleştiren
bir tavır içerisinde olmadığı, tam tersine, onun kazanımlarını
eline fırsat geçtikçe budamaya çalışan, elinden almaya çalışan,
gittikçe ortadan kaldırmaya çalışan bir anlayışı temsil ettikleri
için, sağ partilerin oluşturduğu hükûmetlerden çalışma hayatını düzenleyecek
güzel gelişmeler beklemek mümkün değildir.
Dolayısıyla, 2821 sayılı
Yasa'nın getirdiği sıkıntılar sadece on yıl çalışma süresiyle ilgili
değildir. Bunun… Milyonlarca emekli olan işçilerimiz var, sendikal
örgütlenmelere, grev ve toplu sözleşme hakkına sahip değillerdir.
Bir sendikaya üye olabilmek, gerçekten, yasanın içeriğine çok iyi
girildiği zaman görülecektir ki, hemen hemen olanaksız hâle getirilmiştir.
Bir işçi, sendikaya üye olabilmek için notere gidecektir, notere
para ödeyecektir, o paranın karşılığında da üye olacaktır. Halbuki,
aynı zamanda bir işveren sendikasına üye olmak isterseniz, sadece
düz bir kâğıda imza atmanız ve üyelik talebinde bulunmanız yeterlidir.
Aynı şekilde, istifa müessesesi de işçiler için noter zorunluluğuna
bağlanmıştır, ama işverenler açısından böyle bir zorunluluk söz konusu
değildir. Grev haklarını incelediğiniz zaman göreceksiniz ki,
bir sendikanın herhangi bir iş yerinde grevi başlatabilmesi için
ne kadar engel var ise, akla hayala gelmedik bütün engelleri orada
görmeniz mümkündür. Sendikaların toplu iş sözleşmeleriyle elde
ettiği birçok kazanımlar ihlal edildiğinde bir hak grevini hayata
geçirmeleri de asla mümkün değildir. İşverenler, yaşamın her alanında
kendilerini ilgilendiren bir konuda en üst düzeyde dayanışmalarını
hayata geçirebilirken, işçilerin emekten gelen güçlerini kullanarak
dayanışmalarını ortaya koymaları da yasaktır.
Değerli arkadaşlarım,
2821 sayılı Yasa'yı açıp baktığınız zaman orada göreceğiniz birçok
maddede bir sürü yasakla karşı karşıya kalırsınız. Aslında burada yapılmak istenen şudur:
Tarih boyunca sağ partiler örgütlü toplumdan korkmuşlardır. Çünkü,
örgütlü toplum hakkını arayan bir toplumdur, haksızlığa uğradığı
zaman örgütlülüğün kendisine verdiği gücü kullanarak o haksızlığı
önlemeyi başarabilecek durumdadır. Türkiye'de bunun tam tersi uygulamalarla
karşı karşıyayız. Aslında bu felsefe sağ partilerin felsefesine
çok ters bir felsefe de değildir, çünkü siyaseten yaşama geçirmek
istediğiniz dünya görüşünüzün özünde örgütsüz bir toplum söz konusu
olur ise başarılı olma şansınız daha fazladır. Aç insanların sayısı
ne kadar fazla ise, size muhtaç olacak insan sayısı ne kadar fazla
ise, o insanları sevk ve idare etmeniz çok daha kolaydır ve ilkelerinizi
hayata geçirmeniz çok daha kolaydır. Bu felsefe, size ters bir felsefe
değil aslında, çok da yadırgamamak lazım. Önemli olan, burada, çalışan
kesimin bunu görebilmesidir, kamu çalışanının bunu görebilmesidir.
Memurlarımızın da
elde ettiği haklara baktığınız zaman, kâğıt üzerinde, bir sendikal
hakları söz konusudur, ama, bunu grev aşamasına getirmek, bunu toplu
iş sözleşmesi aşamasına getirmek mümkün değildir. Dolayısıyla,
burada bizim vereceğimiz mesaj, aslında, AKP'li milletvekili arkadaşlarımızı
ikna etmekten çok, AKP'nin kendi sınıflarını temsil etmedikleri
gerçeğiyle yüz yüze gelen çalışanlarımızın, 22 Temmuzda, buna dur
diyecek bir oy mekanizmasını hayata geçirmelerine bağlıdır. Çünkü,
çalışma hayatını, ancak, demokratik solcular düzeltebilir, sosyal
demokratlar düzeltebilir. Çalışma hayatını, geriye, ancak sizin
gibi düşünceye sahip olan partiler geriye götürebilirler.
Bu nedenle, 22 Temmuzda
yapılacak genel seçimlerde, yoksul halkımızı, işçilerimizi, memurlarımızı,
esnaflarımızı, çiftçilerimizi, dar gelirli olan bütün yurttaşlarımızı
kendi siyasal partilerine destek vermeye çağırıyorum ve bugüne
kadar yapılan yanlışlardan kendilerini alıkoymalarını talep ediyorum.
Çünkü, bu düzen, ancak, sosyal demokratların mücadelesiyle değiştirilebilecek
bir düzendir. Sosyal demokratların düzeninde de bu saydığımız çalışma
hayatındaki insanların iktidarı şeklinde oluşacaktır.
Bu görüş ve düşüncelerle,
hepinizi saygılarla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Öktem.
Madde üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
önemli bir konu üzerindeyiz. Geneli üzerinde Anavatan Partisi adına
görüşlerimizi bildirmiştik. 2'nci maddede tekrar söz aldım. Kısmen
bazı konulara da değinmek istiyorum değerli arkadaşlar.
Az önce, Değerli Cumhuriyet
Halk Partisi Milletvekili arkadaşımız sadece sosyal demokratların
sendikaya önem verdiklerinden bahsettiler. Bizim de, merkez partisi
olarak, sendikalaşma hususunda, sendikaların önemi hakkında, Anavatan
Partisi olarak çok hassas olduğumuzu, işçilerimizin yanında olduğumuzu
özellikle belirtmek isteyerek, sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
AB süreci sosyal ve sendikal haklar açısından elbette ki bir kaldıraç
olabilir. Son yıllarda, Türk-İş ve DİSK'in yürüttüğü girişimler sonucunda,
sendikal hakların Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde daha fazla
yer tuttuğu görülmektedir. Sendikal ve sosyal haklar müzakere sürecinin
çok önemli bir parçası, ancak, bu sürecin başarıyla ilerleyebilmesi
için, Türkiye'nin ilk olarak bu Hükûmetten, AK Parti Hükûmetinden kurtulması
gerekmektedir. Ülkemizdeki işçi haklarını ve sendikaların örgütlülük
düzeyini geliştirmeden uygar dünyadaki yerimizi almamız ve birinci
lige yükselmemiz mümkün değildir. Bunu haykırmak istiyorum. Kaldı
ki, ülkemizde, sendikal örgütlenmeleri ve işçi haklarını geliştirme
çabalarının asla küçümsenmeyecek bir tarihi de vardır değerli arkadaşlar.
Bu tarihe izninizle birazcık değinmek istiyorum.
Türkiye'de bilinen
ilk işçi hareketi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1830'lu yıllarda
tarım işçilerinde görüldü. 1871 yılında kurulan Ameleperver Cemiyeti,
yani İşçiseverler Derneği ilk sendika olarak tanımlanmıştır. Ancak
bu cemiyet, aslında, yardımlaşma sandığı işlevine sahip bir örgütlenmeydi.
Türkiye'de ilk sendika 1908'de İstanbul'da kuruldu. 1913'de Mahmut Şevket
Paşa'nın öldürülmesi üzerine tüm sendikal faaliyetler durduruldu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kuruluş yıllarında, 1919-1925 arasında
yeniden kurulan sendikalar, bu kez, Kurtuluş Savaşı'na karşı işgalcilerle
iş birliği yaptıkları gerekçesiyle cezalandırıldı. Sendikaların
cumhuriyet döneminde yeniden ortaya çıkışı, 1930'lu yıllarda Sümerbank,
KARDEMİR gibi ilk sanayi kuruluşlarının kurulmasından sonra oldu.
Türkiye ilk kez
1947'de Sendikalar Kanunu ile tanıştı ve ilk yasal sendikalar kuruldu.
Bu sendikalar da 1952'de bir konfederasyon çatısı altında birleşerek
Türk-İş'i oluşturdular.
Türkiye'de gerçek anlamda
sendikacılık ve sendikal örgütlenmeler ise 1961 Anayasası'ndan sonra
başladı. 1967'de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu kuruldu.
1970'li yıllarda Türkiye'deki siyasi hayata damgasını vuran işçi
örgütleri 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle yasaklanınca, sendikal
hareket de ağır darbe almış oldu. Türk-İş dışındaki tüm sendika konfederasyonlarının
faaliyetleri durduruldu, DİSK kapatıldı ve yöneticileri on iki
yıl yargılandı. 1982 Anayasası'yla, Türkiye'de sendikal haklar önemli
ölçüde gerilemiş, memurların grev ve toplu sözleşme hakları ellerinden
alınmıştır.
Memurların Türkiye'deki
ilk örgütlenme girişimi, 1946'da mahallî öğretmen derneklerinin
Türkiye Öğretmen Dernekleri Millî Federasyonunu kurmasıyla başlamıştır.
Türkiye'de 1965 yılına kadar yaşanan dönemde cemiyetçilik, dernekçilik
ve federasyonculuk, 1965-1971 yılları arasında sendikacılık,
1971-1980 yılları arasında dernekçilik, 1980'den sonra yeniden sendikacılık
hareketleri yürütülmüştür.
1961 Anayasası memurların
da örgütlenmesine fırsat verince, bu durum, sendika enflasyonuna
neden oldu ve 1971'e kadar altı yüz civarında memur sendikası kuruldu.
Türkiye Öğretmenler Sendikası, İlk-Sen gibi eğitimci sendikaların
1969'daki eylemine 160 bin öğretmenin 110 bini katılmıştı. 12 Mart
1971 darbesiyle Anayasa "memur, siyasi parti ve sendikalara
üye olamaz" diye değiştirildi. Sonraki yıllarda memur sendikalarının
misyonunu öğretmenlerin örgütlendiği TÖB-DER, polislerin örgütlendiği
POL-DER gibi değişik görüşlerdeki onlarca etkili dernek aldı. DİSK
ve Türk-İş ve memur dernekleri 12 Eylül 1980'e kadar olan döneme damgasını
vurmuştur. Söz konusu dönemde işçi
haklarında önemli gelişmeler de kaydedilmiştir.
Türkiye'de 1980 yılından
itibaren etkinlikleri bütünüyle durdurulan öğretmen örgütlerine
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 27'nci ve Türk Ceza Kanunu'nun
236'ncı maddesiyle kısıtlamalar getirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
12 Eylülle memur dernekleri de kapatıldı. 1982 Anayasası memura
sendika hakkı tanımayınca, 1988'de sadece çalışan öğretmenlerin
fahri üye olabildiği Eğit-Der kuruldu. Kamu görevlilerinin Türkiye
tarafından onaylanmış uluslararası sözleşmelerde yer alan örgütlenme
hakkını kullanmalarıyla 1989'dan itibaren memur sendikaları da kurulmaya
başlanmıştır.
Öğretmenlerin sendikal
faaliyetleri 1990'dan sonra yeni bir sürece girmiş, grev hakkı gibi
temel örgütlenme haklarını içermese de, 12/07/2001 tarihli Kamu Görevlileri
Sendikaları Kanunu'yla 1980'li yıllara göre ileri bir adım da atılmıştır.
Daha sonra, 1990'larda, örgütlenme çalışmaları konfederasyonlaşmaya
dönüşerek hız kazandı ve üç kamu görevlileri sendikaları konfederasyonlaşmaya
dönüşerek hız kazandı ve üç kamu görevlileri sendikaları konfederasyonu
faaliyet göstermeye başladı. 1990'da Ankara'da kurulan ilk memur
sendikası Eğitim-İş'i Temmuz 1990'da İstanbul'da KAMU-SEN, Kasım
1990'da da İstanbul'da Eğit-Sen izledi. Ardından, kamu çalışanları
sendikaları kuruldu ve böyle bir platform oluşturuldu.
1995'te Anayasa'nın 53
üncü maddesinde yapılan değişiklikle memurların sendikalaşma
hakları anayasal düzeyde tanındı. Aynı yıl, sol eğilimli Kamu Emekçileri
Sendikaları Konfederasyonu, yani KESK kuruldu, Altı yıl sonra da
grev ve toplu sözleşme hakkı içermeyen 4688 sayılı Kamu Görevlileri
Sendikaları Kanunu TBMM'de kabul edildi.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye de daha sonra Avrupa Birliği aşamasına geldi. Avrupa Birliğinin
sendikal haklar konusunda çok hassas olduğu bilinmektedir. Ancak,
Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakereleri kapsamında pek çok konuda
önemli yasal değişiklikleri başlatan Türkiye, sendikal haklar alanında
Avrupa Birliğine uyum konusunda ise bugüne kadar maalesef kayda
değer bir adım atmamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
konunun diğer bir boyutu da şudur: Uluslararası Çalışma Örgütünün
sendikal haklara ilişkin sözleşme ve tavsiyelerinden, Türkiye'nin
onaylayarak taraf olduğu 87, 98 ve 151 sayılı sözleşmeler, ilkece
tüm çalışanları kapsayacak şekilde sendikal hak ve özgürlükleri
güvence altına almıştır. Bu sözleşmeler, Avrupa Birliğinin dayandığı
"insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı" ilkesi, dolayısıyla
Avrupa Birliği hukuku ile de bütünleştirilmiştir. Bu nedenle, bu
sözleşmeler, sendikal hak ve özgürlüklerin dayanakları arasında
yer alır.
17 Haziran 1948 tarihinde
ILO tarafından kabul edilen 87 sayılı Örgütlenme Özgürlüğüne ve
Örgütlenme Haklarının Korunmasına İlişkin Sözleşme Türkiye tarafında
8 Ocak 1993 tarih ve 93-3967 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla onaylanmış
ve 25 Şubat 1993 tarih ve 21507 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.
87 sayılı Sözleşme, örgütlenme, yani sendika hakkının…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen toparlayın.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
…olağan ve özgür kullanımını
güvence altına almayı amaçlar. Bu güvence, sendikal özgürlüğün gerek
bireysel gerekse toplu yönleriyle korunmasını kapsamaktadır. Sözleşme
"örgüt" terimini "çalışanların yada işverenlerin çıkarlarını
savunma ve geliştirme amacı güden her türlü çalışan yada işveren
örgütleri" anlamında tanımlamıştır. Sözleşme, yaptıkları iş
ya da hizmetin niteliği, çalıştıkları sektörler, bağlı oldukları
istihdam biçimleri yada "memur, işçi, sözleşmeli" gibi çalışanlar
arasında hiçbir ayrım yapılmamasını öngörmüştür. Sözleşme, sendikal
örgütlere tanıdığı bu hakların kamu yetkililerine karşı özgürce
kullanılmasını sağlamak için de şu güvenceleri vermiştir: "Kamu
makamlarının sendika hakkını sınırlayacak ya da bu hakkın yasaya
uygun biçimde kullanılmasına engel olacak nitelikteki her türlü
müdahaleden kaçınması, ulusal yasaların, sözleşmenin öngördüğü
güvencelere zarar verecek nitelikte olmaması ya da zarar verecek
biçimde uygulanmaması."
Değerli arkadaşlar,
87 sayılı Sözleşme, grev hakkının da uluslararası dayanaklarından
birini ve başlıcasını oluşturur. Gerek Uzmanlar Komisyonu, gerekse
Sendika Özgürlüğü Komitesi, yerleşik ilke kararlarında, sözleşme
anlamında "örgüt" teriminin tanımı ile sendikaların etkinliğini
düzenleme ve eylem programları oluşturma hakkı ile ilgili kurallarına
dayanarak, grev hakkının, çalışanların yasal ve meşru hakkı olduğunu
vurgulamış ve 87 sayılı Sözleşmenin grev hakkının dayanağı olduğunu
belirtmiştir.
Arkadaşlarım, Avrupa
Birliğine giriş sürecindeki Türkiye'de, memur sendikaları,
hâlen, grevli ve toplu sözleşmeli sendikal haklardan yoksundurlar. Görüşme
uygulamasına son verilmeli ve memurlara grevli, toplu sözleşmeli
sendika hakkı tanınmalıdır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun Sayın
Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sendikal haklar insan
hakları çerçevesinde ele alınmalıdır ve Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde
Türkiye'de sendikal haklarda iyileştirme yapılması çok ciddi bir
ihtiyaçtır.
Ancak, değerli arkadaşlarım,
AK Parti Hükûmeti beş yıl boyunca bu işler için de, tıpkı diğer temel
meselelerimizde olduğu gibi uygun olmadığını bizlere göstermiştir.
Sevindirici olan tek şey, seçim vaktinden sonra, Türkiye'nin her alanda
olduğu gibi bu alanda da yeni bir başlangıç yapabilecek olmasıdır.
Anavatanın en temel
hassasiyetlerinden birisi, yurdumuzun işçi kesimlerinin sosyal
hakları konusu olacaktır diyorum ve bir şeyi de hatırlatmak istiyorum
değerli arkadaşlarım: Yarın, inşallah, 27 Mayıs darbesine bir nazire
olarak büyük "Demokrat Parti" kurulacaktır ve büyük milletimizin
başına bir güneş gibi doğacaktır. (AK Parti sıralarından "Anavatana
ne oldu?" sesleri) Bu konuda büyük milletimizi müjdeliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Başka söz talebi yok.
Madde üzerinde on dakika
süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Bayındır, buyurun.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakan, İş Sağlığı
ve İş Güvenliği Tüzüğü’nü yönetmelik hâline getirdiniz, şimdi yasa
olarak çıkarılması gündemde. O da bugüne kadar çıkartılmadı, hatta
Meclise bile gelmedi. Bu alan çok istismar edilen bir alandır. Danıştayın
iptal ettiği yönetmelik yerine yasa ya da tüzük ne zaman çıkarılacak?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bayındır.
Sayın Çetin…
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, kayıt dışı ekonomi devlet için vergi
geliri kaybı, Sosyal Sigortalar için prim geliri kaybı, işçi için ücret
kaybı ve sendika için de üye ve aidat kaybı anlamına geliyor. Kazananı
bir tek, kaybedeni pek çok olan bu kayıt dışı ekonomiyle ilgili olarak
Çalışma Bakanlığı ne tür engelleme girişimlerinde bulundu? Bunu
öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Sayın Ülkü.
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) -
Sayın Bakan, biraz önce de sizin de söylediğiniz gibi, Türk Ceza Kanunu'nun
"Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi" başlıklı
118'inci maddesinde, bir kimseye karşı bir sendikaya üye olmamaya,
sendikanın faaliyetlerine katılmamaya, sendika yönetimindeki
görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla tehdit kullanan kişinin
altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmesine
rağmen, Sabah gazetesi ve ATV'ye Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu
tarafından el konulmasından sonra, bu iş yerlerinde başlayan sendikal
örgütlenmenin adı geçen kuruluş tarafından engellendiği, bu yolla
sendikalı olma hakkının yöneticiler tarafından ihlal edildiği
doğru mudur? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ayrıca, ülkemizde
7,5 milyona yakın emekli var, kimileri maaş günü kuyruklarda bile
canlarını veriyor. Bunlar "Emekli-Sen" adı altında 1995'te
örgütlendiler, ama örgütlenmeleri yasaklandı fiilen çalışanlar
olmadıkları için. Oysa, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi
"Herkesin çıkarlarının korunması için sendikalar kurmaya ve
bunlara katılmaya hakkı vardır" diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ülkü.
Sayın Işık.
AHMET IŞIK (Konya) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Vasıtanızla Sayın Bakanıma şu soruyu
yöneltmek istiyorum:
Sayın Bakanım, biraz
önce muhalefet sözcüsü, kürsüden, işçilerin dört buçuk yıllık süreçte
şartlarında hiçbir iyileşmenin olmadığını ifade etti. Ben şunu öğrenmek
istiyorum: Kamu işçilerinin dört buçuk yıllık süreç sonucundaki
maaşlarında kümülatif olarak enflasyonu dikkate aldığımızda,
maaş artışları yüzde kaç olmuştur? Aynı şekilde, yine, işçi emeklilerinin
dört buçuk yıllık süreçteki emeklilik maaş artışları ne olmuştur
kümülatif enflasyonu dikkate alarak?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Sayın Bakan, buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Soru soran arkadaşlarıma
da teşekkür ediyorum.
İş sağlığı ve güvenliği
konusunda değerli arkadaşım bir soru tevcih ettiler. Doğrudur, iş
sağlığı ve güvenliği konusu çalışma hayatımızın en önemli konularından
biridir. Göreve geldiğimizde, Bakanlığımızdaki bu birimi genel
müdürlük seviyesine çıkarttık. İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü
olarak, genel müdürlük olarak teşkilatlandırdık. Bundan da daha
öte, hazırlamış olduğumuz bir taslakla, sadece hizmet akdiyle çalışanları
değil, tüm çalışanlarımızı iş sağlığı ve güvenliği kapsamı içerisine
dâhil etme konusunda geniş bir taslak hazırladık. Ancak, bu konuda
verilen eğitimlere ilişkin -sizin de belirttiğiniz gibi- bir yargı
kararı söz konusu. Bu konuda yasal bir zemin oluşturmak amacıyla
bir milletvekili arkadaşımızın vermiş olduğu bir kanun teklifi
şu anda gündemde, eğer yasama takvimimiz uygun olursa, yetiştirebilirsek,
bunu bir an önce çıkartmayı biz de istiyoruz, bu konuda bir boşluk
var. Onun için çok teşekkür ediyorum ikazınıza ve sorunuza.
Sayın Çetin, kayıt dışı
istihdamla ilgili bir soru yönelttiler. Kayıt dışı ekonomi ve özelde
de kayıt dışı istihdam, hepimizin üzerine kararlı bir şekilde gitmemiz
gereken bir konudur. Sayın Başbakanımızın talimatıyla "KADİM"
adlı bir proje başlattık. Bütün birimlere, bu şekilde bir genelge
yayınlandı. Bütün denetim elemanlarının, kayıt dışı istihdama
karşı daha duyarlı olma konusundaki görevleri tekrar hatırlatıldı.
Çalışma Bakanlığımızın denetim elemanları, bu konuda, gerek genel
planlamada gerekse özel projelerle kayıt dışı istihdamı önleme
konusunda üstün bir gayret içerisindeler. Tabii, yıllardır, sadece
denetimlerle kayıt dışı istihdamın önlenmediği, maalesef, bir
gerçek. Bunun için, Hükûmet olarak bir istihdam paketi hazırladık. Yani,
kayıt dışı istihdamla mücadelede, hem kayıtlılığa özendirme, kayıtlı
istihdama geçişte cezbedici tedbirleri almak hem de denetim ayağını
iki ayaklı bir şekilde yürüterek kayıt dışı istihdamı azaltmayı
amaçlıyoruz.
Bu istihdam paketimizde,
zorunlu istihdam konusu, özürlü ve hükümlü çalıştırmanın hangi
hadlere inebileceği, işletmelerin üzerinden bu yükün hangi oranda
alınabileceği konusunda çeşitli tedbirler var. İşsizlik Sigortası Fonu'nun kullanımı konusunda,
yine bu istihdam paketimizde çeşitli alternatifler var. Onun dışında,
iş gücü maliyetlerinin düşürülmesi konusunda, gerek vergi gerekse
SSK primlerinin düşürülmesi konusunda bir çalışmamız var. Ancak,
bütün bunları, seçim atmosferi de olması dolayısıyla, açıkçası,
yanlış anlamalara meydan vermemek için gündeme getirmedik. Ama,
umuyorum, seçimden sonra, Parlamentomuzun ilk yapacağı işlerden
biri bu olması lazım. Bizim bu konudaki hazırlıklarımız tamam ve
dediğim gibi, seçim sonrası gündeme getirilecek ilk konulardan
biri budur.
Sayın Ülkü'nün bir sorusu
var, emeklilerin sendika hakkı konusunda. Sizin de bildiğiniz gibi
Sayın Ülkü, şu anda sadece "çalışanlar" kavramı sendikal
hukuk açısından geçerli. O "herkes" tanımı, yine, çalışanı
tarif ettiği için, emeklilerimize şu anda sendika kurma konusunda
yasal bir imkân yok. Yine hatırlayacaksınız, Yargıtay da bu konuda
bir karar verdi, yani, emeklilerin sendika kuramayacağı konusunda
bir karar verdi. Ama, umarım ileride, yani bir iş ilişkisi olmasa bile
sendikaya üye olma konusunda toplumda bir açılım söz konusu. Biz de
buna hoşgörüyle bakıyoruz, ama şu andaki yasalarımız, maalesef,
bu tür örgütlenmelere imkân vermiyor.
Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu'nda, arkadaşlarımızın verdiği bilgiye göre, yetki müracaatı
için Bakanlığımıza başvurulmuş, ama, sendikal baskı konusunda herhangi
bir şikâyet söz konusu değil. Ama, biz, sizin bu ifadenizi bir şikâyet
olarak kabul ettik ve arkadaşlarımıza da gerekli incelemeyi yapması
için buradan da kendilerine talimat veriyorum.
Sayın Işık, gerek çalışanlarımızın
gerekse emeklilerimizin ücretlerindeki iyileştirmenin hangi boyutlarda
olduğunu sordular. Bir kere, enflasyonun çok çok üzerinde, hem çalışanlarımıza
hem emeklilerimize maaşlarında iyileştirme yaptık.
Örneğin, Sosyal Sigortalar
Kurumunda asgari yaşlılık aylığı 2002 Kasımında -dolar olarak ifade
etmemiz gerekirse- 245,25 iken, 2007 Mayısında yine yabancı para birimiyle
502,37'ye ulaşmış. Artış oranını ifade etmem gerekirse, Türk lirası
bazında, yüzde 104,84.
Başka bir rakam daha
vereyim size: SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin aylık artışları TÜFE'ye
bağlıydı. Yani, 4447 sayılı Yasa'ya göre TÜFE oranında, yani, bir ay
önce ne gerçekleşmişse, aylıklarına o oranda zam yapılıyordu, 3
milyon, 2 milyon, 1 milyon. Biz Hükûmete geldiğimizde bunu pek uygun
görmedik açıkçası. Bu zammın çok komik olacağını gördük. İşte, ilk
geldiğimizde 75 milyon, 100 milyon seyyanen zamlar yapıldı. 2007'ye
geldiğimizde TÜFE'ye bağlı kalmaksızın yapmış olduğumuz aradaki
fark ne diye baktığımız zaman, yaklaşık 14 milyar YTL daha emeklilerimize
bir imkân sağlamış durumdayız. Yani, TÜFE'ye bağlı kalsaydık, 14 milyar
az verecektik, TÜFE'ye bağlı kalmaksızın yapmış olduğumuz iyileştirmelerle
14 milyar YTL daha emeklilerimize bir imkân sağlamış olduk.
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
süre tamamlanmıştır.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Peki, teşekkür ederim.
Öbür kısımlara da yazılı
cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum…
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Karar yeter sayısının aranmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Çetin. Bunca… Yetiştiniz yani!
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Yok.
MUSA UZUNKAYA (Samsun)
- Nerde yok?..
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
- Evde hepsi!.
SALİH KAPUSUZ (Ankara)
- Var efendim, var.
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır. Madde kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hakkı Ülkü, İzmir
Milletvekili.
Buyurun Sayın Ülkü.
CHP GRUBU ADINA HAKKI
ÜLKÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1250 sıra sayılı
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın
3'üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz
tasarı ile 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nda öngörülen işçi sendikası
ve konfederasyonlarının zorunlu organlarına seçilebilmek için
gerekli olan en az on yıl bilfiil çalışma şartı kaldırılmaktadır. Kuşkusuz
bu düzenlemeyle, ülkemizdeki sendikal özgürlükler adına önemli
bir adım atılıyor. Tasarının gerekçesinde, bu düzenlemeyle, 87 sayılı
Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin
Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesine uyum sağlanacağı belirtiliyor.
Çok geç kalmış bir düzenleme.
Çünkü, 1992'de imzalanmış bir hükümdür bu. 1992'de, o günün Çalışma Bakanı,
SHP'li bakanı, 92 yılında ILO ile 21 maddelik bir sözleşme imzalamış
ve bunların içerisinde bu da var idi. Daha sonra, Anayasa değişikliği
yapılmış. Ancak, Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapılmadığı nedeniyle
askıda bulunmakta idi. Şimdi bu durum düzeltilmekte. Ancak, 21 maddeden
oluşan o, 87 sayılı ILO Sözleşmesinde gönül ister ki diğer maddeler
de gündeme gelsin ve izin verilmeyen düzenlemeler de düzenlensin
ve dolayısıyla demokratik topluma giden yolda bir adım daha atılsın.
Şimdi, geçtiğimiz eylül
ayında Meclise getirilen, aralarında adil ücret hakkı, örgütlenme
hakkı, grevli toplu pazarlık hakkı gibi sosyal devlet adına çok önemli
düzenlemeler içeren gözden geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı'nın bu
en önemli maddelerine çekince koydunuz, kabul etmediniz. Güya,
Türkiye'yi Avrupa Birliğine taşıyacaksınız. Bakın, Türkiye bir
taraftan demokratikleşme ve 12 Eylül yasalarından, bu eskiyen yasalardan
arınmaya çalışırken, Ceza Kanunu'nu değiştirirken, örneğin, Sendikalar
Kanunu'nda, Toplu Sözleşme Kanunu'nda topyekûn bu değişikliğe ısrarla
gitmemektedir. Her ne kadar, Sayın Bakan bunlar hakkında kendi Bakanlarıyla
bile bir ara çelişkiye düşmüş olsa bile, yine de, getirmediği için
görüşülemedi, dolayısıyla da kabul edilemedi.
Avrupa Birliği üyeliği
yolunda sekiz tane uyum paketi çıkartan ülkemiz ve Parlamento, bu
uyum paketlerinin içerisinde sendikal yaşama ilişkin tek düzenleme,
serbest bölgelerdeki grev yasağının kaldırılmasıyla gerçekleşti.
Türk Ceza Kanunu'nu bile değiştirdik, ama, Sendikalar Kanunu'nda gerekli
değişiklikleri yapamadık. Oysa, sendikal özgürlükler, çalışma
ve örgütlenme hakkı, buna dair koruyucu düzenlemeler bir ülkenin
demokratik yapısının olmazsa olmazları arasındadır. AKP gibi bir
zihniyet iktidarda oldukça, ülkemiz, insanımız sosyal haklara,
sosyal devlete gerçek anlamda kavuşamayacak gibi görünmekte. Örneğin,
demin sormuş olduğum emeklilerin sendika kurma hakkı da ve buna verilen
cevap da bunun bir belirtisidir.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
belki "Hakkı Ülkü niçin işçi sorunları hakkında daha önce herhangi
bir konuşma yapmadığı halde, bugün böylesine bir konuşma yaptı?"
diye bazı arkadaşlarımızın aklından geçebilir. Özellikle belirtmek
istiyorum ki, ben, 1963 yılında Çalışma Bakanı olan merhum Bülent
Ecevit'in o dönemde çıkartmış olduğu grevli ve toplu sözleşmeli sendikal
hak konusundaki ilk greve, ilk TEKSİF
grevine katılan sendikalı işçilerden birisiyim. Dolayısıyla,
örgütlenmenin ne demek olduğunu, sendikanın ne demek olduğunu,
grevli toplu sözleşmenin nasıl bir hak olduğunu iyi bildiğimi zannediyorum
ve "bir ülkede çalışanların demokratik hakları gasbedilirse,
o ülkede demokrasi genişletilemez" diye on altı-on yedi yaşında
bu durumu öğrenmiş olan bir kişiyim. Şimdi, bakalım, daha sonraki zamanlarda Türkiye'de
neler oldu, 1963'ten sonra?
Ben, 12 Martta zorunlu
nedenlerle yurt dışına gittim. Orada da dünyanın sınıf ve kitle sendikacılığında
ilk örgütlenmesini yapan Fransız CGT Sendikasına üye oldum, yani
Fransa Genel Çalışma Konfederasyonuna. Orada da tekstil işçileri
arasında bulunurken yine hak ve özgürlükler anlamında, işçi hakları
anlamında orada da greve katıldım. Dolayısıyla, grevin ve onun karşılığında
toplu iş sözleşmesinin ne demek olduğunu orada da gördüm. İkisi arasında
kıyaslama yapıldığında, tabii ki oradaki enflasyonun daha az olduğu,
Türkiye'de çok fazla olduğu, o nedenle Türkiye'deki sendikal hak ve
özgürlüklerde belki görece olarak daha fazla ücret verildiği söylenebilir,
ama, orada sadece ücret sendikacılığı yapılmamakta, aynı zamanda
sosyal anlamda da sendikacılık yapılmaktaydı. Şimdi, tabii ki, daha
ileri düzeyde yapılmakta. Yani, nedir bu? İşte, çocukların kapılarının
önüne süt bırakmak, çocukların okul ihtiyacını karşılamak, ortaokul,
lisedeki çocukların tüm yatılı olanların ihtiyacını karşılamak
ve onları parasız okutmanın çaresini bulabilmek gibi. Ama, Türkiye'de,
hep, sendikacılık ücret sendikacılığı anlamında algılandığı
için, bunu da 24 Ocak kararlarıyla birileri gündeme getirdiği
için, daha sonra da 12 Eylülle sendikacılık kesintiye uğratıldığı
için, bu, ne yazık ki, doğru dürüst anlaşılamadı. Ama, 12 Eylülden
sonra da 12 Eylül öncesiyle bir kıyaslama yaparsak, yaklaşık 5-6
milyon işçinin çalıştığı bir alanda 1 milyon kadar sendikalı varken,
şimdilerde aşağı yukarı 20 milyon kadar işçi çalışırken, bunların
ancak 1 milyonu kadar sendikalı olduğu, bunun en az yarısının belediyelerde
olduğu düşünülürse, 12 Eylülden sonra sendikacılığın geldiği bugünkü
acıklı durumu görebilmek mümkün. Peki, ne yapılmalı? O zaman, sendikal
hak ve özgürlükler konusundaki yasaların acil çıkartılması ve örgütlenme
hakkının mutlak surette serbestleştirilmesi lazım.
Bakın, Parlamentoda
hepimizin şikâyeti olan, 4,4'e tekabül eden kadın milletvekilimizin
sayısının azlığından şikâyet ediyoruz, bunu sık sık da vurguluyoruz.
Peki, bunun karşılığında, sormak lazım, sendikalardan gelen, sendikal
alanda çalışmış olan, yönetici olmuş olan ya da sendikalı işçi olmuş
olan kaç kişi var Parlamentoda? Herhâlde bunların sayısı da 10'u geçmez.
O nedenle, çalışanların az temsil edildiği bir Parlamentoda, tabii,
çalışanlar lehine yasa çıkartmak oldukça güç. Biz, o nedenle, onların
haklarını savunma adına, çalışanların haklarının verilmesi adına,
çalışanların, tekrar, eski güçlerine kavuşması adına konfederasyonların
da gayretleriyle Türkiye'de sendikal hareketin tekrar eskisi gibi
canlanmasının taraftarıyız ve o nedenle, getirilmiş olan bu yasa
ya da bu on yıllık şartın kaldırılmasına yönelik istem, tabii ki, tarafımızdan
desteklenmekte.
Biz, biliyoruz ki, şu
anda, bir kişinin, -demin de bir arkadaşımız söyledi- sendikalı
olabilmesi için mahalle muhtarından nüfusa, nüfustan notere kadar
bir dizi yerlere başvurması lazım. Noterden almış olduğu o kaydın
sendikaya iletilmesi esnasında, eğer noterdekilerden birisiyle
işveren anlaşmalı ise, o zaman yandı o sendikaya başvuran işçi; daha
başlamadan, hem sendika yaşamı bitiyor hem iş yaşamı bitiyor. Bunlar,
bizim, Avrupa Birliği kapısında olduğumuzu iddia ettiğimiz şu
günlerde en büyük ayıplarımızdan birisidir diye düşünüyorum.
Bir kişinin, bu kadar
zor, sendikaya üye olmasına karşılık -eğer kıyaslama yaparsak- bir
kişinin Cumhurbaşkanı…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafında kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü,
lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla)
- Toparlıyorum efendim.
Eğer yüksek tahsili
varsa, üniversite mezunuysa, kırk yaşını doldurmuşsa, sabıkası
yoksa, Cumhurbaşkanı olması için bir dilekçe vermesi yeterli.
Şimdi, böylesine bir
kıyaslamada, işçi örgütlenmesini nasıl becerebileceğiz? Nasıl
becerebileceğimize ilişkin başta da söyledim, yirmi bir tane ILO
sözleşmesine imza atmışız, Anayasa'da da değişiklik yapmışız,
ama, Sendikalar Yasası'nda yapmadığımız değişiklikler nedeniyle
tıkanmışız. Diğer sözleşmelerin de bir an önce Genel Kurula getirilip,
bir defa bunun önünün açılması lazım. Daha sonra 2821 ve 2822 sayılı
Yasalarda aksayan bölümlerin çok acele görüşülmesi lazım ve belki
de ondan sonra sendikalaşma anlamında, sınıf ve kitle sendikacılığı
anlamında gereken hareketlilik olur ve demokrasimiz de genişlemeye
yüz tutar eğer iyi niyetliysek. Ha, kötü niyetliysek, şu anda, sanırım…
Amerika Birleşik Devletleri'nde
her başkanlık seçimi zamanında 50-60
tane başkan adayı çıkar, ama, bunlardan 2 tanesinin ismi duyulur.
1 tanesi Cumhuriyetçi Partidendir, 1 tanesi Demokrat Partidendir,
diğerlerinin ismi duyulmaz. Bunların içerisinde sosyal demokratları
vardır, sosyalistleri vardır, komünistleri vardır, ama bunların
izale edilmesini sağlayacak önlemleri de almışlardır. Nasıl? Tarikatları
vasıtasıyla. Yani, tarikatlar hükmeder ve orada diğer adayları çıkarmazlar,
sendikalaştırmazlar, örgütlemezler.
Şimdi, Türkiye'de de
buna benzer bir duruma doğru gidildiği görülmekte. Yani, şimdiye
kadar Türkiye'de, devlet, belli ölçülerde tarikatları kontrol altında
tutarken, şimdi tarikatlar devleti kuşatmaya çalışmaktadırlar
ve o nedenle de bu yasalar çıkartılmamaktadır. (AK Parti sıralarından
"ne alakası var" sesleri)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Ayıp ayıp!
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü
teşekkür ediyorum.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla)
- Sayın Başkan beş dakika daha, bitiriyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
için Sayın Ülkü, lütfen…
HAKKI ÜLKÜ (Devamla)
- Evet, bunları özellikle hatırlatıyorum.
Bir an önce yasaların
getirilip çıkartılması dileğiyle hepinize iyi akşamlar diliyorum.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman)
- Çok ayıp oldu ama, çok ayıp oldu!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Yakışmadı!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ülkü.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir ve tasarı
kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremizin tamamlanmasına az bir süre kalması ve aynı zamanda,
grupların da mutabakatı nedeniyle, alınan karar gereğince kanun
tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 27 Mayıs 2007 Pazar
günü saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.