DÖNEM: 22 CİLT: 156 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
100’üncü Birleşim
5 Mayıs 2007 Cumartesi
İ Ç İ N D E K İ L
E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1.- Anayasa Komisyonunda açık bulunan üyeliğe
seçim
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet
Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz,
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin,
İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1011) (S. Sayısı:
1408 ve 1408'e 1 inci Ek)
5.- Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1195) (S. Sayısı:
1216)
6.- Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
ve İçişleri ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları
Raporları (1/1212) (S. Sayısı: 1225)
7.- Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; 12/9/1960
Tarihli ve 80 Sayılı Kanun ile 24/6/1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/944) (S. Sayısı: 1400)
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Ukrayna Hükümeti
Arasında Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/1109) (S. Sayısı: 1083)
9.- Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı
ile Suriye Arap Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı Arasında Yapılan
Lokomotif, Vagon ve Diğer Ray Hizmetlerini de Kapsayan Demiryolu
Araç ve Gereçlerinin Yapımı, Geliştirilmesi, Yenilenmesi, Bakımı
ve Onarımı ile İlgili Karşılıklı Anlaşma Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/936) (S. Sayısı:
824)
10.- Adalete Uluslararası Erişim Hakkında Sözleşmenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/922) (S. Sayısı: 843)
11.- Türkiye Cumhuriyeti ile Slovakya Cumhuriyeti
Arasında Hukuki ve Ticari Konularda Adli İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/939) (S. Sayısı: 845)
12.- Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile
Bosna-Hersek Adalet Bakanlığı Arasında İşbirliği Konusunda Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/964) (S. Sayısı: 847)
13.- Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Özbekistan Cumhuriyeti Dış Ekonomik
İlişkiler Ajansı Arasında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/970) (S. Sayısı: 853)
14.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında İktisadi Kalkınma İşbirliği Fonu Kredilerine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/986) (S. Sayısı: 857)
15.- Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı ile Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1338) (S. Sayısı:
1394)
16.- Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi
ile Enerji Satışına İlişkin Kanun Tasarısı ve Çevre ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonları Raporları
(1/1260) (S. Sayısı: 1360)
17.- Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Devletleri
Örgütü Genel Sekreterliği Arasında Çerçeve İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Milli
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/983) (S. Sayısı: 856)
IV. - OYLAMALAR
1.- Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın oylaması
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 11.03'te açılarak beş oturum
yaptı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 440'ıncı sırasında bulunan 1398 sıra
sayılı Cumhurbaşkanlığı geri gönderme tezkeresinin bu kısmın
5'inci, 441'inci sırasında bulunan 1399 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
6'ncı, 437'nci sırasında bulunan 1394 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
19'uncu, 414'üncü sırasında bulunan 1360 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
20'nci sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre
teselsül ettirilmesine; 2/1015 esas numaralı Anayasanın Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin kırk sekiz saat
geçmeden Anayasa Komisyonunda görüşülmesine ilişkin AK Parti Grubu
önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının:
1'inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden;
2'nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3'üncü sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı: 1337),
8'inci sırasına alınan, Konut Edindirme Yardımı
Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair (1/1195) (S. Sayısı: 1216),
9'uncu sırasına alınan, Yabancıların Çalışma
İzinleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin (1/1212) (S. Sayısı: 1225),
11'inci sırasına alınan, Bursa Milletvekili Faruk
Çelik'in; 12/9/1960 Tarihli ve 80 Sayılı Kanun ile 24/6/1995 Tarihli ve
552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
(2/944) (S. Sayısı: 1400),
12'nci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ve Ukrayna Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair (1/1109) (S. Sayısı:
1083),
Kanun Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
4'üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz,
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin,
İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi'nin (2/1011) (S. Sayısı: 1408), ikinci görüşmesine,
birinci görüşmenin bitiminden itibaren en az kırk sekiz saat geçtikten
sonra başlanabileceği açıklandı.
5'inci
sırasına alınan ve Cumhurbaşkanınca bir kez daha görüşülmek üzere
geri gönderilen
6'ncı
sırasına alınan, İstiklal Marşının Kabulünü ve Mehmet Akif Ersoy'u
Anma Günü İlan Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Samsun Milletvekili
Cemal Yılmaz Demir ve 2 Milletvekilinin; Ulusal Bayram ve Genel Tatiller
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/1337, 2/845) (S. Sayısı:
1399),
7'nci
sırasına alınan,
10'uncu
sırasına alınan, Elektronik Ortamda İşlenen Suçların Önlenmesi
ile 2559 ve 2937 Sayılı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz'un, Bilişim Sistemi
Üzerinden Suç Teşkil Eden Zararlı Yayınlarla Mücadele Hakkında Kanun
Teklifi (1/1305, 2/958) (S. Sayısı: 1397),
Kanun Tasarı ve Teklifleri, yapılan görüşmelerden
sonra;
Alınan karar gereğince, 5 Mayıs 2007 Cumartesi
günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 20.16'da son verildi.
|
Sadık Yakut |
|
|
Başkan
Vekili |
|
Ahmet Küçük |
|
Harun Tüfekci |
Çanakkale |
|
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
|
|
|
Bayram Özçelik |
|
Mehmet Daniş |
Burdur |
|
Çanakkale |
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
5 Mayıs 2007 Cumartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
11.00
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun
TÜFEKCİ (
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.
II. - SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1.- Anayasa Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN - Anayasa Komisyonunda boş bulunan Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Manisa Milletvekili
İsmail Bilen aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN - Çok heyecanlısınız Sayın Koç. Arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı
yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 11.02
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.12
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
Anayasa Komisyonuna
üye seçiminde karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, Anayasa Komisyonunda
boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik
için aday gösterilen Manisa Milletvekili İsmail Bilen'i tekrar oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yeter sayısı vardır ve kabul edilmiştir.
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleri ile ilgili komisyon
raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer
alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet
Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer
alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve
Anayasa Komisyonu Raporu'nun ikinci görüşmesini, alınan karar gereğince,
6 Mayıs 2007 tarihli birleşimde yapacağız.
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz,
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin,
İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1011) (S. Sayısı:
1408 ve 1408'e 1 inci Ek)
BAŞKAN - 5'inci sırada
yer alan, Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile
Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
5.- Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1195) (S. Sayısı:
1216)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet? Yok.
Ertelenmiştir.
6'ncı sırada yer alan,
Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
6.- Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
ve İçişleri ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları
Raporları (1/1212) (S. Sayısı: 1225)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
7'nci sırada yer alan,
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, 12/9/1960 Tarihli ve 80 Sayılı Kanun
ile 24/6/1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlayacağız.
7.- Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; 12/9/1960
Tarihli ve 80 Sayılı Kanun ile 24/6/1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/944) (S. Sayısı: 1400) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1400
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde
AK Parti Grubu adına söz isteyen Selami Uzun, Sivas Milletvekili.
Buyurun Sayın Uzun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA
SELAMİ UZUN (Sivas) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Bursa Milletvekili ve Grup Başkan Vekilimiz Faruk
Çelik'in, 80 Sayılı Hal Kanunu ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine Grup adına söz
almış bulunuyorum.
1960 Tarihli 80 Sayılı
Hal Yasası'nın 1'inci maddesinde "1580 sayılı kanunun 15 inci
maddesinin 58 inci bendine göre tesis edilen toptancı hal'leri, amme
emlakinden sayılıp kiraya verilemezler" hükmü var idi. Esas
ana teklifteki değişiklik maddesi, bu 1'inci maddedir. Burada, buradan
yola çıkılarak birtakım maddelerde de değişiklik yapmak gerek oldu.
Komisyonda, alt komisyonda bu konu uzun uzun tartışıldı, komisyoncularla
görüşüldü, hal müdürlükleriyle görüşüldü, belediyelerle görüşüldü,
Belediyeler Biriliğiyle görüşüldü, uzun uzun tartışıldı. Alt komisyonda hemen hemen beş toplantıda
çıkarabildik bunu. Bizce, ortaya güzel bir metin çıktı.
(x) 1400 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Esas, Hal Yasası'yla
ilgili değişiklikler şöyle: Alt komisyon, tahsis yöntemini kaldırarak,
yani, 1580 sayılı Kanun'un 15'inci maddesindeki "Belediyeler
halleri amme emlakinden sayılıp kiraya verilemez." hükmünden
sonra, 552 sayılı Kanun ise hallerde tahsis yöntemini uygun görüyor.
Yani, belediyeler, kurdukları hallerdeki dükkânları sadece tahsis
edebiliyorlar. Bizim, komisyonumuzdaki çeşitli tartışmalar neticesinde,
hem bu maddedeki "Amme emlaki sayılır, kiraya verilemez."
hükmü kaldırılıyor hem de tahsis yöntemi korunarak kiraya verme
ve satış yöntemi getiriliyor. Alt komisyon, tahsis yöntemini kaldırmak
yerine, bu yöntemi de koruyarak, tahsisin yanına satış ve kiralama
yöntemlerini eklemiştir. Böylece, isteyen belediye mevcut yöntemi
sürdürmeye, isteyen belediye yeni bir yöntem belirlemeye yetkili
kılınmıştır. İlgili belediye, tahsis, satış ve kiralama yöntemlerinden
birini seçmekte serbest olacaktır.
Kiralama ve satış
yönteminde tekelleşmeyi önlemek için, bir kişinin ancak bir yeri
kiralayabileceği ve satın alabileceği sınırlaması getirilmiştir.
Tahsis yönteminden diğer yöntemlerden birine geçilmesi için, bir
geçiş süresi öngörülmüş ve bu süre içerisinde tahsis sahiplerinin
kendilerini duruma uydurmalarına imkân tanınmıştır. Yine, tahsis
yönteminin değiştirilmesi hâlinde, mevcut tahsis sahiplerinin
mağdur olmamaları için kendilerine çeşitli ayrıcalıklar tanınmıştır.
Alt komisyonda, üretilen malların birden fazla hale getirilerek
rüsuma tabii olmalarını önlemek bakımından, malların tek hale
girmeleri zorunlu kılınmıştır.
Kıymetli arkadaşlar,
şimdi, büyük şehirlerde, özellikle büyük iş yerlerinde, süpermarketlerde,
büyük marketlerde satılan yaş sebze ve meyveler özellikle hallere
girmeden geliyordu; üretildiği yerde, küçük bir halden çıkış belgesi
alarak büyük şehirlerde satışa sunuluyordu. Şimdi, bunun önüne geçildi.
Yani, üretildiği yerin dışında perakende satışa sunulacak yaş
sebze ve meyveler... Yani, işte, Antalya'nın bir beldesinde üretilen
yaş sebze ve meyveler, Mersin'in bir beldesinde üretilen yaş sebze ve
meyveler, eğer İstanbul'da, Ankara gibi, İzmir gibi bir şehirde perakende
satışa sunulacaksa, mutlaka o ilin haline uğramak zorundadır. Yani,
rüsumlarını, nerede perakende satacaklarsa oranın haline vereceklerdir,
oranın belediyesine vereceklerdir. En önemli değişikliklerimizden
birisi budur.
Hal Yasası, zaten, belediyeler,
büyükşehir belediyeleri… Toptancı hallerini kurmak, kurdurmak,
işlettirmek veya bu yerlerin gerçek ve tüzel kişilerce açılmasına
izin vermek belediyelerin görevleri arasındadır; aynı zamanda,
Büyükşehir Belediye Yasası'nda da toptancı halleri işletmek, işlettirmek,
özel halleri ruhsatlandırmak ve denetlemek yetkisi vardır.
Biz, Hal Yasası'nda
tahsis yönteminin yanında kiralama ve satış yöntemini getirirken,
belediyelerin ellerine genişlik verdik, yetki verdik. Yani, belediye
eskiden sadece tahsis yöntemine tabi idi. Orayı tahsis alan bir kişi,
başka birine hava parası karşılığında devrederek istediği kadar
rant elde edebiliyordu, ama, sadece belediyenin orası üzerinde
yetkisi yoktu. Onun için, şimdi, belediyeler istiyorlarsa kiralama
yöntemini benimseyecekler, yani, bir dükkânı kiralayacaklar, öbür
dükkânı satacaklar, öbür dükkânı tahsis edecekler; böyle olmayacak. Belediye,
hali toptan ya kiralama yöntemini benimseyecek ya tahsis yöntemini
benimseyecek ya da satış yöntemini benimseyecek. Bu konuya getirilen
eleştirilerden bir tanesi, efendim, belediye satacak halleri, ondan
sonra gidecek bir başka yere de hal açacak eleştirisiydi en çok. Böyle
bir şeyin olması zaten mümkün değil. Belediyelerin hal açma yetkisi
her zaman var, ihtiyaç duydukları zaman, toplumun ihtiyaçlarına
göre, şehrin ihtiyaçlarına göre zaten toptancı halleri yapmak ya
da açmak, açtırmak, ruhsatlandırmak, denetlemek yetkisi vardır. Belediyeler
bunu her zaman yapabilir. Yani, sırf sadece bu yasaya göre, efendim,
belediyeler bunu satacak yeniden hal açacak, kiralayacak yeniden
hal açacak gibi eleştiriler zaten kabul edilemez.
Onun için, bu Hal Yasası
gerçekten belediyelerimizin önünü açabilecek, belki de orada gayriyasal
dönen birtakım rantların önüne geçilebilecek, belediyelerin ellerini
güçlendirebilecek, daha iyi denetimin sağlanabileceği bir yasa
olmuştur. Hepimize hayırlı uğurlu olsun diyor, saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Uzun,
teşekkür ediyorum.
Teklifin tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ali Oksal, Mersin
Milletvekili.
Buyurun Sayın Oksal.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ALİ OKSAL
(Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, 12/9/1960 Tarihli ve 80 Sayılı Kanun ile 24/6/1995 Tarihli
ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
1/2/2007 tarihinde, toptancı hallerinin satışıyla ilgili olarak
AKP Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik, çok yüksek bir ihtimalle,
Hükûmetten gelen istek doğrultusunda bir kanun teklifi hazırlamış
ve teklif, ilgili ihtisas komisyonu olarak, benim de üyesi bulunduğum
İçişleri Komisyonuna sevk edilmiştir. Kanun teklifi, 2/2/2007 tarihinde
Komisyonumuz gündemine alınarak olağanüstü bir hızla görüşülmeye
başlanmıştır. İçişleri Komisyonumuzda görüşülmesi bitmiş, raporu
yazılmış hayati değerde onlarca kanun tasarısı veya teklifi varken,
sadece belediyelere gelir getirecek bir kanun teklifiyle karşı
karşıyayız.
Bu Hükûmet, halkın yararına
olan her şeyi satmayı kafaya koymuş bir kere. Tabii satacak ki, para
gelsin! Yabancıların Türkiye'deki yatırıma dönüşmeyen sıcak paralarıyla
ekonomiyi iyi gibi gösteriyorlar. Hepsi aldatmaca, hepsi gerçek
dışı. Artık, bunu tüm halkımız da biliyor zaten. Çünkü, halkın durumunda
iyiye giden hiçbir şey yok. Alım gücü her geçen gün düşüyor. Bunun tepkilerini
zaten sandıkta da hep beraber göreceğiz.
Değerli milletvekilleri,
ben, milletvekili olmadan önce yaş sebze meyve üreticiliğiyle uğraşan
bir kişiydim. Bu yüzden, sektörün yaşadığı problemleri yakından
bildiğimi düşünüyorum. Bu nedenle, kanun teklifi İçişleri Komisyonumuza
geldiğinde, konunun ciddiyeti nedeniyle, bir alt komisyon kurularak
kanunun doğru bir şekilde çıkarılması ve enine boyuna tartışılması,
aynı zamanda, uzmanların ve tarafların görüşlerinin alınması hususunda
ısrarcı olarak bir alt komisyon kurulmasını sağlamış idik.
Kanunun bu şekilde
çıkması durumunda üreticilerin, tüketicilerin ve komisyoncuların
büyük bir mağduriyet yaşayacağını Sayın Faruk Çelik'e ısrarla anlatmaya
çalıştım. Hatta, komisyonda, bir belediye başkanının, belediyeye
ait toptancı hali satarak gelir elde etmek istediği için bu kanun
teklifinin verildiğini söyledim ve bu görüşüm de doğrulandı. Ancak,
şunu sizlerle paylaşmak istiyorum ki -alt komisyonda olan arkadaşlarımız
da gayet iyi biliyor- ben ve diğer Cumhuriyet Halk Partili komisyon
üyesi arkadaşım bu kanun teklifine karşıyız.
Muhalif olmamızın
en önemli ve ilk gerekçesi, toptancı hallerde tahsis yerine kiralama
ve satışın hallerin işleyişinde yaratacağı sıkıntılardır. İkinci
gerekçe ise, bu konuda uzun süreli çalışma sonucunda Sanayi ve Ticaret
Bakanlığınca hazırlanan yasa değişikliğinin Başbakanlığa sunulmuş
olmasıdır. TÜSEMKOM Federasyon Başkanından, komisyoncular dernek
başkanlarından ve 53 kurumdan görüş alınarak bir çalışma yapılmış,
fakat, henüz Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmemiştir. Bu nedenle,
Sayın Faruk Çelik'e ait yasa teklifinin Başbakanlıktaki tasarıyla
birlikte değerlendirilmesinin daha doğru olacağını dile getirmiş
idik.
Değerli arkadaşlar,
bu kanun teklifi komisyona ilk geldiğinde de komisyon üyesi arkadaşlarımıza
aktardığım gibi, 2004 tarihinde çıkarılan 5272 sayılı Belediye
Kanunu'nun 15'inci maddesinin (j) bendi ile 2005 tarihinde çıkarılan
5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 15'inci maddesinin (j) bendine göre,
toptancı hallerini kurmak, kurdurmak, işletmek, işlettirmek veya
bu yerlerin gerçek ve tüzel kişilerce açılmasına izin vermek, belediyelerin
görevleri arasında sayılmaktadır.
Ancak, 2004 tarihinde
çıkarılan 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu'nda, "Her çeşit
toptancı hallerini, mezbahaları yapmak, yaptırmak, işletmek ve işlettirmek,
imar planında gösterilen yerlerde yapılacak olan özel hal ve mezbahaları
ruhsatlandırmak ve denetlemek Büyükşehir Belediyesinin görevleri
arasındadır." denilmektedir. Yasa teklifinin genel gerekçesinde
de yazıldığı gibi, toptancı hallerinin amme emlakinden sayılıp
kiraya verilemeyeceği yönünde en son çıkan belediye kanunlarında
bir hüküm bulunmamakta, hatta, toptancı hallerinin özelleştirilmesi
yönünde bir adım atıldığı da iddia edilmektedir.
Oysa, yürürlükteki
80 sayılı Kanun ve 552 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameyle, toptancı
hallerinin satılmasının kanuni olarak mümkün olmadığı da görülmektedir.
Bu yasalara göre, toptancı haller amme emlakinden sayılıp kiraya
dahi verilememekte, kiraya verilemeyen yerin satışı da mümkün
olamamaktadır. Yıllar evvel çıkarılan bu iki kanun dahi, hal esnafını
ve üreticileri koruma açısından bu son çıkarılan, yani yukarıda
bahsettiğim yasalardan çok daha ileridedir.
Çünkü, toptancı hallerinin
tahsis yöntemiyle işletilmesi, hem üreticileri hem de tüketicileri
koruma altına almaktadır. Böylesine oturmuş bir sistemin değiştirilmesiyle
üreticiler çok büyük zararlar görecek ve bu zararlar tüketicilere
de yansıyacaktır. Çünkü, tahsis sahibi komisyoncular, idareye teminat
yatırmakta ve bu teminat da üreticileri koruma altına almaktadır.
Üretici, teminata güvenerek ürününü gönül rahatlılığıyla komisyonculara
bırakmaktadır. Teminatın kalkmasıyla, üreticiler alacaklarını
uzun hukuksal mücadelelerle tahsil etmeye çalışacaklarından,
sistem işlemez hâle gelecektir. Bu durum, bir taraftan üreticilerin
zor durumda kalmasına neden olacakken, diğer taraftan, küçük komisyoncuları
da mağdur edecektir.
Getirilmek istenen
düzenleme daha çok büyük sermaye sahiplerinin işine yarayacaktır.
Bu durum, üreticilerin, tekel koşullarında, mallarını tekelcilerin
belirlediği fiyattan satmalarına neden olacak, hem de tüketicilerin
daha yüksek fiyatlardan mal almalarına neden olacaktır. Toptancı
hallerindeki rüsum oranları yüzde 2'den yüzde 1'e düşmüş olacağı
için, belediyelerin uzun vadede önemli gelir kayıpları söz konusu
olacaktır.
Belediyeler, ellerindeki
toptancı hallerini satarak belki kısa vadede kaynak sağlayacaklar,
ama rüsumlardaki azalışlar nedeniyle, aslında, uzun vadede gelir
kaybına uğrayacaklardır. Buradan, üreticilerin aleyhine olarak
kim ya da kimlere rant sağlanmak isteniyor? Örneğin, 195 dükkânı olan
Ankara Toptancı Halinin belediyeye ödediği yıllık hal rüsumu
15-20 trilyon civarındadır. Bu olayın gerçekleşmesi durumunda pay,
direkt, 10 trilyona veya 1-2 trilyon aşağısına inecektir. Gerçi, Ankara
Halinin bulunduğu yer, konumu itibarıyla da satılamaz.
Bu yasa teklifiyle
kamu hizmeti başka ellere bırakılarak rekabet sistemi ortadan
kaldırılmaktadır. Oysa, devletin bazı görevleri yapması da bir zorunluluktur.
Özelleştirme, her zaman halk yararına olmayabilir, tıpkı burada
olduğu gibi. Ancak, büyük bir çoğunluğun mutluluğu bu kanun teklifiyle
heba edilmektedir.
Ayrıca, belediyelere,
gerçek ve tüzel kişilere, hal açma yetkisinin, satış ile birlikte
verilmesi, yeni hallerin kurulmasına, denetimlerin zorlaşmasına,
üreticilerin bilinmeyen yeni hal esnafına mal yaparak, hak kaybına
uğrayabileceği de akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenlerle, bu
yasa teklifinin geri çekilmesini dahi talep etmiş idik. Ancak,
AKP'li üyelerin çoğunluğu nedeniyle yasa teklifi görüşülmeye de
devam edildi. Kurulan alt komisyonun ilk toplantısına, bu işin bizzat
içinde olan kişilerin çağırılması anlamında, Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçişleri Komisyonundan davetiye çıkarttırarak, TÜSEMKOM
Federasyonu Başkanı ve çeşitli, ilgili muhtelif dernek başkanları,
Anadolu Yakası Meyve Sebze Hali Başkanı, Avrupa Yakası Meyve Sebze
Hali Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri Ankara Sebze Meyve Komisyoncuları
Derneği yöneticilerinin bizzat gelerek taleplerini komisyonumuzda
anlatmalarını sağlamış idik.
Değerli arkadaşlar,
haller belediyelerin kamburu değil, halka hizmetin yanında, halkın
sağlıklı ve ekonomik beslenmesini sağlamanın vazgeçilmez bir unsurudur.
Hallerin özelleşmesi, Türkiye'nin tarımına, üretici emeğine, alın
terine ve tüketiciye vurulan ağır bir darbedir.
Hallerin kurulmasındaki
asıl amaç, bir tarım ülkesi olan Türkiye'de, üretici ve tüketici haklarının
eşit ve dengeli biçimde gözetilerek, arz talep dengesi içinde, kalite
ve standartlara uygun ürünlerin değerlendirilmesi ve ekonomiye
pozitif katkı sağlamaktır. Tarım ürünleri içinde meyve ve sebze, dayanıklılık
ve tüketim koşulları açısından ayrı bir önem arz etmektedir. Devlet,
bu önemi üreticinin emeğini koruyarak, tüketiciyi de gözeterek
göstermek zorundadır.
Bu sektör, üç beş şirkete
emanet edilemez. Sosyal devlet olmanın gereği bu değildir. Değişiklik
talebinin esas amacı, sebze ve meyve üreticisinin, satıcısının ve
tüketicilerimizin korunmasına, özetle kamu yararına olması gerekirken,
yalnızca bir belediyeye kaynak yaratmaya yönelik olduğu da görülmektedir.
Bu durum hepimiz için de üzüntü vericidir. Mademki AKP'li arkadaşlar,
bu yasa teklifiyle toptancı hallerini satmayı kafalarına koymuşlar,
o zaman, en azından, satış aşamasında, şu anda bu işi yapan komisyoncu
arkadaşlarımızın haklarını korumak için bazı maddelerde düzenlemeler
yaptık.
Bunun dışında, sektörde
yıllardır var olan ciddi sıkıntıları giderme anlamında da şu değişiklikler
yapılmıştır: Örneğin, bir maldan 2 kere hal rüsumu kesilmesini engelledik.
Yapılan düzenlemeyle "Üretildiği il veya ilçe dışına sevk edilen
mallar satışa sunulacağı yer haline girer ve bunlardan alınacak
belediye payı, malın satışa sunulduğu yer belediyesince tahsil
edilir." kısmı zorunlu olarak Komisyonunuzca kabul edildi.
Gölbaşı derebeyliğine
kalıcı çözümler ürettik. Şöyle ki "Malın sevkiyatında, sevk irsaliyesi
veya taşıma irsaliyesi veya müstahsil makbuzu veya ziraat odası
kaydı belgelerinden birinin bulunması ve kontroller sırasında ibrazı
zorunludur." diyerek, kontrollerdeki keyfî uygulamalara böylelikle
son verdik.
Ayrıca, bu yasa teklifiyle,
toptancı hallerde şu an komisyoncu olarak dükkânları bulunanların
bu satışlardan en az etkilenmeleri için şöyle bir düzenleme yapıldı:
"Toptancı hallerinde bulunan işyerlerinin satışında veya kiraya
verilmesinde, halde işletmecilik yapanlara, ihale bedeli üzerinden
yüzde 25 oranında indirim uygulanır. Bu kişilere yapılan satış bedeli,
üç yılı geçmemek üzere 6 taksitte tahsil edilebilir" şeklinde
düzenlendi. Böylece, en azından, şu anda bu işi yapan arkadaşlarımızın
getirilmek istenen değişiklikten en az etkilenmesinin teminini
sağlamaya çalıştık.
Ancak, burada
"edilebilir" kelimesi, kapsam olarak geniş bir anlam ifade
etmekte ve bir keyfiyeti göstermektedir. Bu nedenle, bağlayıcı olması
için "edilebilir" kelimesinin "edilir" şeklinde
değiştirilmesi gerekir. Bununla ilgili önergemizi de sunduk.
Geçici bir maddeyle
de getirdiğimiz başka bir değişiklikse "Kuruluş işlemleri
23/7/2004 tarihinden önce başlatılmış olan hallerin 10/7/2004 tarihli
ve 5216 sayılı Kanunun Ek 2 nci maddesine göre Büyükşehir Belediyelerine
devrinde ilgili belediyenin muvafakati zorunludur. Devir için
muvafakat verilmeyen haller, ilgili belediye tarafından bu Kanun
Hükmünde Kararname hükümlerine göre ruhsatlandırılır ve işletilir"
denildi. Böylelikle, büyükşehir belediye başkanları ile belde
başkanlıkları arasındaki hal konusundaki uyuşmazlıklar da ortadan
kaldırılmış oldu.
Madde başlığı
"Kiralama ve satış" olan 21'inci madde, "kiralama, satış
ve tahsis" olarak değiştirildi. Buna göre, belediyeler, toptancı
hallerini kendilerinin işletebilecekleri gibi, kiralama veya
satış yoluyla da işletir veya işlettirir.
İş yerlerinin kiralanması
veya satılmasına ilişkin işlemler, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu
hükümlerine göre yapılır.
Toptancı hallerinde
bulunan iş yerlerinin yüzde 10'u üretici birliklerine kontenjan
olarak ayrılır. Ankara, İstanbul ve İzmir Büyükşehir Belediyesi
sınırlarındaki haller hariç tutularak, ayrı bir muameleye tabi
tutuldu. Diğer illerdeyse halin bulunduğu il sınırlarındaki üretici
birlikleri arasında yapılacak ihaleyle kiraya verilmesi uygun
görüldü.
Üretici birliklerine
kiralanmış iş yerlerinin herhangi bir nedenle boşalması durumunda
toptancı halinde iş yeri bulunmayan diğer üretici birliklerine
tahsis yapılır. Üretici birliklerine ayrılan iş yeri sayısı kadar
talep olmaması hâlinde, diğer talep sahiplerine kiralama yapılabilir.
Toptancı hallerinde
bulunan iş yerlerinin kiralanması veya satılması durumunda, gerçek
ve tüzel kişiler en fazla bir iş yeri kiralayabilir veya satın alabilir.
Doğrudan veya dolaylı olarak birden fazla iş yerinin aynı kişi tarafından
kiralandığının veya satın alındığının tespit edilmesi durumunda,
kira sözleşmesi feshedilir, satış işlemi ise iptal edilir. Ayrıca,
bu kişilere belediye encümen kararı ile 25 bin YTL idari para cezası
verilir.
Kira süresi en fazla
on yıldır. Kira süresi sona erenler açılacak kiralama ihalelerine
tekrar katılabilir.
Toptancı hallerin
tahsis yoluyla işletilmesine karar verilmesi durumunda, tahsis
ücreti, belediye meclisince belirlenecektir.
Ancak, getirilen bütün
bu düzenlemeler ve yenilikler, yine de özel hallerin muhtemel etkilerini
ve sakıncalarını ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Örneğin:
Özel haller nedeniyle
üretici ve tüketici arasındaki denge bozulacaktır.
Özel hal yöneticileri
ve güçlü birkaç şirket piyasada tekelleşmeye gidecektir.
Sermaye gücü ile üreticiden
ürünleri istediği fiyata alacak olan bu özel hal işleticileri, zamanla
üretime de girecek, üreticinin tarlasını önce icarla, sonra da satış
yoluyla elde edecektir.
Üretime de tüketime
de hâkim olmayı amaçlayan bu güçlü sermaye şirketleri, zamanla üretici,
küçük çiftçi, pazarcı, manav, küçük ve orta ölçekli marketleri piyasadan
silecek, kendi uzantıları olan hipermarketlerle piyasayı tekellerine
alarak istedikleri ürünü, istedikleri fiyatla halka satacaklardır.
Bu gelişmeler sonucu,
hükûmetlerin zaman zaman imdat simidi gibi sarıldığı tarla ürünü
meyve-sebzelerin enflasyona etkisi pozitiften negatife dönecektir.
Ülkemizin önemli sorunu
olan işsizlik tarlasını ve işini kaybeden tarım sektörünün yeni işsizler
ordusuyla daha da artacak, bu da ekonomiyi olumsuz etkileyecektir.
Hallerin özelleştirilmesi,
özellikle büyük kentlerde mantar gibi yeni özel halleri doğuracak,
bunun neticesinde fiyatlarda istikrarsızlık olacak ve tüketici
çok büyük bir zarar görecektir.
Toptancı hallerinin
çok fazla olması ve devletin denetiminden uzaklaşması, bu sektörde
hallerin borsa işlevini yitirmesi anlamına da gelecektir.
Sonuç olarak, Hükûmet,
2002-2007 özelleştirme modasına da son bir sayfa da ekleyerek, Türk
köylüsünü, üreticisini, tüketicisini ve tarımını kurban etmektedir.
Azınlıktaki bir grubun istekleri ve çıkarları doğrultusunda büyük
bir çoğunluğun menfaati görmezden gelinmektedir. Birileri bu düzenlemeyi
ısrarla istedi, ısrarla "Çabucak çıkarın." dedi ve ısrarla
toptancı hallerin satışı kanunlaşıyor.
Birçok hayati kanun
sümen altında bekletilirken, böylesine, faydasından çok zararı
olacak bir kanun teklifiyle üreticilerimizin büyük mağduriyet yaşayacağına,
birikimlerin yok olacağına inandığımız için, kanun teklifine muhalif
olduğumuzu belirterek, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ancak, Sayın Başkanımızın
konuşmasında değindiği bir konuya da bir açıklık getirmek istiyorum.
Sayın Başkanımız dedi ki: "Zaten, bu, Yasa'da var. Yani, belediyeler,
gerçek ve tüzel kişiler toptancı
halleri açmakla yetkilidirler, neden yapmıyorlar?" Bunlar yapıldığı
zaman, belli bir şekilde maliyet yükleyecek belediyelere. Ama,
şimdi, satışı yoluyla belediyelere gelir elde edileceği için, belediye
başkanları yeni hallerin açılmasını sağlayacaktır ve üreticiler
de bundan çok büyük bir mağduriyet duyacaklardır. Bunun açıklaması
budur Sayın Başkan.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Oksal.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen Adana Milletvekili Recep Garip.
RECEP GARİP (Adana) -
Konuşmayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Başka söz talebi
yok.
Teklifin tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yeter sayısının aranmasını istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum, ancak karar yeter sayısı arayacağım:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı vardır, kabul
edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
YAŞ SEBZE VE MEYVE TİCARETİNİN DÜZENLENMESİ VE TOPTANCI HALLERİ
HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN BAZI MADDELERİNİN
DEĞİŞTİRİLEREK KABULÜNE İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ
MADDE 1- 24/6/1995 tarihli
ve 552 sayılı Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı
Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 4- Toptancı
halleri; belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeler,
büyükşehir belediye sınırları içinde büyükşehir belediyeleri
tarafından açılır veya açılmasına ruhsat verilir.
Gerçek ve tüzel kişiler
tarafından toptan ve perakende halleri açılması belediyelerin
iznine tâbidir.
Toptancı hallerin kuruluşuna
ilişkin usul ve esaslar, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile İçişleri
Bakanlığının uygun görüşü alınarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
çıkaracağı bir yönetmelikle düzenlenir."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hüseyin Ekmekcioğlu,
Antalya Milletvekili.
Buyurun Sayın Ekmekcioğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifinin 1'inci maddesiyle
ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlarım.
Bu kanun teklifinin
kabul edilmesi sonucunda, toptancı hallerinin özelleştirilmesine
başlanmış olacaktır. Tahsislerin kaldırılmasıyla birlikte -hallerin
kiraya verilmesi veya satılması- belediyelerde ciddi bir gelir
ortaya çıkabilecektir. Ancak, bu özelleşmeyle beraber üreticiler
bu işten büyük zarar görebileceklerdir. Bu durum sonucunda, tüketiciler
ve komisyoncular da zarar görme noktasına gelecektir.
Türkiye, dört mevsimi
yaşayabilen bir ülkemizdir. Bu nedenle, meyve ve sebze yetiştiriciliği
için büyük bir potansiyele de sahiptir.
İstatistik Kurumu
verilerine göre, ülkemizde sebze üretimi 26,5 milyon ton, meyve
üretimi de 14,5 milyon tondur. Dünyada üretilen incirin yaklaşık
yüzde 27'si, kayısının yüzde 17'si, kavunun yüzde 12'si, karpuzun yüzde
11'i, yeşil fasulyenin yüzde 14'ü, patlıcan ve domatesin yüzde 9'u,
turunçgillerin ise yüzde 13'ü ülkemizde üretilmektedir. Dünya sebze
üretiminde Türkiye'nin payı yüzde 3'ler dolayındadır.
Ancak, ne yazık ki, ülkemiz
yaş sebze ve meyve üretiminin yalnızca yüzde 5'ini ihracata konu yapabilmektedir.
Aynı oranda, bizimle birlikte, aynı iklime sahip İspanya'da bu oran
yüzde 45'tir. Yaş sebze ve meyve ihracatımızı artıracak tedbirlerin
mutlaka artırılması gerekmektedir. Bu anlamda üretilen yaş sebze
ve meyvenin çok büyük bir kısmı ülke içinde kalmakta, bu miktarın yüzde
25 ila yüzde 30'u tüketim merkezlerine ulaşmadan çürüyebilmektedir.
AKP Hükûmeti, beş yıldır,
yaş sebze ve meyve ihracatını artırmak için bir çaba göstermemiştir,
üreticimiz perişan olmuştur. Aksine, tarımla uğraşan çiftçilerimize
girdi fiyatlarını yükselterek, kotalar koyarak, destekleme primlerini
yeterli oranda vermeyerek, âdeta, sen burada üretim yapma denilmiştir.
Ülke nüfusunun yarıdan
fazlası tarımdan geçinmektedir. Bu insanlarımız son beş yıllık dönemde
perişan edilmişlerdir. Ancak, artık, AKP dönemi sona ermektedir. Bundan
sonra ülkemizin önü, tarım sektörümüzün önü açılacaktır. Bu da, Cumhuriyet
Halk Partisi iktidarıyla olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Antalya Finike'de, Sahilkent'te, Hasyurt'ta, Kumluca'da,
Merkez, Beykonak, Mavikent ve diğer sahil ilçelerimizde bulunan
toptancı halleri, ülkemiz ekonomisi için çok önemli bir yer tutmaktadır.
Bu ilçe ve beldelerimizde, ülkemizin yaş meyve ve sebzesinin yaklaşık
yüzde 40'ı üretilmektedir ve bu hallerden pazarlara gitmektedir. Ülkemizde
bu ve benzeri hallerde yapılan yaş sebze ve meyve ticareti, bu ürünlerin
üretimiyle uğraşan üreticileri, üretici birlikleri ve kooperatifleri,
taşıyıcı, aracı ve komisyoncuları, toptan ve perakende çalışan
tüccarları, ithalat ve ihracatçıları, yerel ve merkezî kamu örgütünü
ve en önemlisi, bu ürünlerin tüketicisi konumundaki geniş halk yığınlarını
çok yakından ilgilendirmektedir. Bu yüzden, toptancı halleri, ülkemiz
ekonomisi için çok hassas bir noktadır. Buradaki düzenlemeleri yaparken
çok dikkatli olmalıyız.
Şu anda görüşmüş olduğumuz
teklif, hallerin özelleştirilmesini öngörüyor. Az önce de bahsetmiştim.
Bu anlamdaki bir çabanın, gelecekte, üretimden perakendeye tüm
zincire el koymak isteyen büyük mağaza zincirlerine hizmet edeceği
çok açıktır; hem üreticinin hem de tüketicinin bundan zarar göreceği
de ortadadır.
Sorun, sosyal devlet
ilkesi ile tekellerin kârları arasındaki çatışmadır. Önceliğin,
toplumun kaliteli, sağlıklı, ama daha da önemlisi ucuz beslenebilmesi
olması gerekmektedir. Büyük mağazalarda yaş sebze ve meyve fiyatları
üretici fiyatlarına göre 6 katına dek çıkabilmektedir, hallere
göre bu oran 2-3 katına dek çıkabilmektedir. Örneğin, bir büyük mağazada
199 kuruşa satın alınan starking cinsi elma toptancı halinde 80 kuruşa
satılmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de yaş meyve ve sebze sektörünün üretim yapısı, fiziki altyapısı
ve pazarlama altyapısından kaynaklanan sorunlar bulunmaktadır. Özellikle,
muhafaza, ambalaj, girdi kullanımı, etiketleme, organik tarım,
yetiştiricilik sistemleri, pazarlama altyapısının uygunsuzluğu
ve eksikliği, üretici örgütlenmesindeki yetersizlik sorunları
öne çıkmaktadır.
Alanla ilgili olarak
daha önce yapılan yasal düzenlemeler, bu sorunların çözümüne yönelik
yaklaşımlar içermekten öte zincirin ilk ve son halkası olan üretici
ve tüketici aleyhine bir eğilim sergilemiştir.
Meyve ve sebze üretiminin
artırılması asıl hak sahibi üreticilerin sistemden aldığı payı
artırırken, fiyatların düşürülmesi yasal düzenlemelerin temel
ekseni hiçbir zaman olmamıştır.
AB ile Türkiye'nin sebze
ve meyve üretimi karşılaştırıldığında tartışmasız bir üstünlüğe
sahip olduğumuz da görülecektir. Gelecekte bu durumumuzu koruyabilmemiz
ve geliştirebilmemiz için, acil ve önemli önlemler almamıza ihtiyaçlar
vardır. Bunun için de meyve yetiştirme ve ambalajlama teknikleriyle
yetiştiricilerin buluşturulması ve yetiştiricinin ürününü değerinde
pazarlayabileceği bir sistemin kurulması gerekmektedir. Bu anlamda,
üreticiye yönelik belirlenebilecek politikalarda, üreticiyi
söz sahibi kılacak düzenlemelerin yapılmasında sayısız yararlar
olduğu da ortadadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üretim yerlerinde tüm meyve ve sebzelerin halden
geçmesi gerekmesine rağmen, üretilen ürünlerin, yaklaşık, sadece
yüzde 30'luk kısmı hallere gitmektedir. Büyük bir kısım, hallere girmeden,
büyük mağazalara gidebilmektedir. Bu büyük mağaza zincirleri
ki, çoğu yabancı sermayeli veya ortaklık konumundadır. Bu durum,
komisyoncular açısından bir haksız rekabeti ortaya koymaktadır.
Örneğin, 100 kilograma kadar olan malları hale uğratmadan semt pazarlarına
götürme ayrıcalığını suistimal eden kaçak komisyoncular korsan
haller oluşturulmasına yol açmaktadırlar. Belediyelerin bu konuyu
çözmeleri için denetimlerini sıklaştırmaları gerekmektedir.
Ama, gerçek rekabet, haller ile büyük mağaza zincirleri arasındadır.
Türkiye genelinde,
resmî 117 sebze ve meyve hali mevcuttur. Haller, bir borsa işlevi görmektedir.
Ülkede tarımla uğraşan nüfusun aileleriyle birlikte yüzde 55'leri
bulduğunu, Türkiye'de yılda 41 milyon ton sebze ve meyve üretildiğini
düşünürsek, hallerin önemini algılamak daha da kolaylaşacaktır.
Ancak, bu miktarların ancak yüzde 20'si kayıtlı olarak toptancı hallerinde
pazarlanmaktadır. Her gün, mevsimine göre, 50-80 çeşit sebze-meyve
giriş çıkışının olduğu hallerde, dağıtım yapılan malların toplam
hacmi 50 bin tonu bulabilmektedir. İstanbul'daki Haller Müdürlüğünün
denetimindeki ticaret hacminin yılda 3 milyar doları bulduğu söylenmektedir.
Ürünlerin yüzde 99'u yerli olurken, sadece ananas ve avokado gibi
yüzde 1'lik tropik ürünler ithalat yoluyla sağlanabilmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; toptancı hallerinin özelleştirilmesinin çok
önemli sakıncaları da bulunmaktadır. Bunların en önemlisi, üretici-aracı-tüketici
arasındaki denge, hem üreticinin hem de tüketicinin aleyhine dönecektir
ve üreticinin küsmesi üretimi düşürecektir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Ekmekcioğlu.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bununla birlikte,
özel hal yöneticileri ve güçlü birkaç şirket piyasada tekelleşmeye
gidecektir. Özel hal işletmecileri, sermaye gücü ile üreticiyi tarım
işçisi hâline getirebilecektir. Ayrıca, manav, küçük market sahipleri,
pazarcı gibi diğer küçük aracılar sahneden silinebilecektir. Tarım
ürünlerinin enflasyonu yükseltici etkisi artabilecektir. İşsizlik,
başta tarım sektörü olmak üzere giderek artış gösterecektir.
Üretici kendine göre,
komisyoncu kendine göre, tüccar kendine göre bir hal yasası yapmak
istemektedir. Burada yapılması gereken en uygun şey, yapılacak
küçük değişikliklerle mevcut Yasa'nın uygulanmasıdır. Mevcut Yasa'yla
birlikte, mali denetimler mutlaka daha ciddi bir şekilde yapılmalıdır.
Bununla birlikte, malların üretim bölgelerindeki hallerden direkt
olarak tüketim bölgelerindeki pazarlara inmesi gerekmektedir.
Bu yasa, bu sıkıntıları
gidermeye yetmeyecektir. Burada temel amaç, üreticileri desteklemek
ve rahatlatmak olmalıydı. Bu yasa bunu sağlamamaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
bu duygu ve düşüncelerle yüce Türk milletini ve yüce Meclisi sevgiyle
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ekmekcioğlu.
Başka söz talebi yok,
ancak soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Şimdi, Haller Yasası'ndaki
değişiklikte, ben üreticinin konumunu düşünüyorum. Hallerde belediyelerin
etkisi azaltılarak, bir çeşit, bir özelleştirmeye doğru bir adım. Ama,
doğrudan üreten kişi ürününü hale getirdiği zaman, belirli bir miktarın
üstünde olduğunda daha çok vergi alınıyor. Denizli'de, özellikle
bu çok yaşandı. Örneğin Honaz'da, domatesini, salatalığını getiren
kişi, kendi malının hırsızlığını yapıyordu âdeta; 100 kilodan daha
fazla olduğu zaman, vergi biraz az olsun diye çeşitli yollara başvurur.
Bu düzenlemede, üretici, doğrudan üretici malının değer bulması
için caydırıcı bir vergi olmadan hale gelip malını teslim edebilecek
mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gazalcı.
Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Yazılı cevap vereceğiz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yeter sayısı…
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 552 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesinin 11/6/1998 tarihli ve
4367 sayılı Kanunla değişik üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Üretildiği il
veya ilçe dışına sevkedilen mallar satışa sunulacağı yer haline
girer ve bunlardan alınacak belediye payı, malın satışa sunulduğu
yer belediyesince tahsil edilir. Malın sevkiyatında, sevk veya taşıma
irsaliyesi veya ziraat odası kaydı belgelerinden birinin bulunması
ve kontroller sırasında ibrazı zorunludur. Belediye sınırları
ve mücavir alanlar içinde toptancı hal dışında malların toptan veya
her ne şekilde olursa olsun toptancı halden satın alınmadan perakende
satışa sunulduğunun tespiti halinde, malların toptancı hale girişi
sağlanarak hal müdürlüğünce açık artırma ile satışı yapılır veya
yaptırılır. Bu durumda belediye veya işletme payı yüzde yirmibeş
olarak uygulanır."
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 552 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin 21 inci maddesi, başlığıyla birlikte
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Kiralama, satış
ve tahsis
MADDE 21- Belediyeler
toptancı hallerini tahsis yoluyla işletebilecekleri gibi kiralama
veya satış yoluyla da işletir veya işlettirir.
İşyerlerinin kiralanması
veya satılmasına ilişkin işlemler, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu
hükümlerine göre yapılır.
Toptancı hallerinde
bulunan işyerlerinin yüzde onu üretici birliklerine kontenjan
olarak ayrılır ve Ankara, İstanbul ve İzmir Büyükşehir belediyesi
sınırlarındaki haller hariç, halin bulunduğu il sınırlarındaki
üretici birlikleri arasında yapılacak ihale ile kiraya verilir. Üretici
birliklerine kiralanmış işyerlerinin her hangi bir nedenle boşalması
durumunda, toptancı halinde işyeri bulunmayan diğer üretici birliklerine
tahsis yapılır. Üretici birliklerine ayrılan işyeri sayısı kadar
talep olmaması halinde, diğer talep sahiplerine kiralama yapılabilir.
Toptancı hallerinde
bulunan işyerlerinin kiralanması veya satılması durumunda, gerçek
ve tüzel kişiler en fazla bir işyeri kiralayabilir veya satın alabilir.
Doğrudan veya dolaylı olarak birden fazla işyerinin aynı kişi tarafından
kiralandığının veya satın alındığının tespit edilmesi durumunda,
kira sözleşmesi feshedilir, satış işlemi ise iptal edilir. Ayrıca,
bu kişilere belediye encümeni kararı ile 25.000 YTL idarî para cezası
verilir.
Kira süresi en fazla
10 yıldır. Kira süresi sona erenler açılacak kiralama ihalelerine
tekrar katılabilir. Kira bedeli her yıl aylık olarak 4/1/1961 tarihli
213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri
uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme katsayısı oranında
artırılarak uygulanır.
Toptancı hallerinin
tahsis yoluyla işletilmesine karar verilmesi durumunda, tahsis
ücreti, 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 18 inci
maddesinin birinci fıkrasının (f) bendine göre belediye meclisince
belirlenir. Tahsisin usul ve esasları Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak Yönetmelikle
düzenlenir.
Bu Kanun Hükmünde Kararname
hükümlerine ve kira sözleşmesine aykırı hareket ettikleri tespit
edilenler yazılı olarak uyarılır. Tespit edilen eksiklik ve aykırılık
en fazla 20 gün içinde giderilmez ise kira sözleşmeleri feshedilir.
İlgililer, sözleşmenin
fesih bildiriminden itibaren işyerini 30 gün içinde tahliye etmek
zorundadır. Tahliye, öngörülen sürede yapılmadığı takdirde, belediye
tarafından yapılır.
Kendilerine işyeri
tahsis edilenlerin, Yönetmelikte öngörülen şartları taşımadıkları
veya sonradan kaybettiklerinin tespiti durumunda, belediye encümeni
tarafından tahsisin iptaline ve haldeki işyerinden çıkarılmasına
karar verilir.
İlgililer kararın
tebliği tarihinden itibaren haldeki yerini 30 gün içinde tahliye
etmeye mecburdur. Bu süre sonunda tahliye edilmeyen yerler, belediye
zabıtası tarafından tahliye edilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Necati Uzdil, Osmaniye
Milletvekili.
Buyurun Sayın Uzdil.
CHP GRUBU ADINA NECATİ
UZDİL (Osmaniye) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; öncelikle
sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, 22 Temmuzda yapılacak
genel seçimlerin Türk milletine hayırlı olmasını, hayırlar getirmesini
diliyorum.
Değerli arkadaşlarım,
22 Temmuzda seçim kararı aldık, ama, maalesef, sanki bir şeyler yapacakmışız
da cezaevine düşen çiftçilerimizi kurtaracakmışız gibi… Onları
sağlamayı bir tarafa bıraktık, Hal Yasası'nda değişiklik yapıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
yeni bir hal yasası taslağı hazırlığı var mı yok mu? Soruyorum sizlere. Haberiniz var mı?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Var, var.
NECATİ UZDİL (Devamla)
- Yeni bir hal yasası taslağı hazırlığı var. Nerede bu hazırlık?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Hükûmette.
NECATİ UZDİL (Devamla)
- Bu Yasa niye değiştirilmedi toptan? Peki, 2007 yılının ikinci…
SELAMİ UZUN (Sivas) -
Burada, burada.
NECATİ UZDİL (Devamla)
- Var; onu niye getirmiyorsun, kaç yıldır elinde tutuyorsun? Şimdi,
kapkaç gibi seçim kararı alınmış, sadece ve sadece iki konuyu sağlamak
için buraya değişiklik yapan kanun getiriyorsun.
Değerli arkadaşlarım,
bir bakın komisyonların toplandığı tarihe, lütfen. Alt komisyonun
ve İçişleri Komisyonunun toplandığı tarihe lütfen bir bakmanızı
öneriyorum size. Bu, sağlıklı bir iş mi, doğru bir iş mi, yoksa, bu toplumu
kandırmak için yapılan iş mi veyahut da birilerini aldatmak mı?
Değerli arkadaşlarım,
bu, haldeki işlemlerin tamamı tarımsal üretim üzerine kurulmuş
bir sistem. Peki, ben size soruyorum: Hal Yasası'nda değişiklik yapıyoruz.
Alt komisyonda herkesleri çağırıyorsunuz da, çiftçilerin temsilcileri
niye yok? Benim malımın pazarlanacağı yerde nasıl bir düzen kuracağınızı
yazıyorsunuz da, benim üreticim niye yok bu alt komisyonda? Onun düşüncelerine
niye müracaat edilme ihtiyacı hissedilmiyor?
Ayrıca, yine söyleyeyim
değerli arkadaşlarım, burada üretici birlikleri var. Üretici birlikleriyle
de ilgili değişiklik yapılıyor güya -anlatacağım zaman içerisinde-
üretici birliklerini niye çağırmadınız acaba? Kimsenin haberi
yok ki. Kooperatifler var, köylerde kalkınma kooperatifleri var;
onların malları da pazarlanıyor, niye çağırmıyorsunuz? Hayır,
çünkü, bu yasanın konusu olan ürün sanki fabrikalarda yetişiyor,
değil mi arkadaşlarım? Tüccarlar kendi iş yerlerinde yetiştiriyor
sanki. Bunun bir mantığı, bir yakışıklı tarafı, bir güzel tarafı
var mı?
Lütfen, lütfen, milletvekili
arkadaşlarım, çıkan yasalarda ne var ne yok hiç olmazsa birazcık ilgilenin
de ne olduğunu öğrenin. Yine istediğiniz oyu verin, ama buralarda
neler getiriliyor, bunu öğrenin sevgili arkadaşlarım.
Size söylemek istiyorum,
burada okuyalım, buyurun: Üretici birliklerine de kontenjanlar
ayrılacakmış hallerde; iş yerlerinde, üretici birliklerine yüzde
10 kontenjan ayrılacakmış.
Sevgili arkadaşlarım,
peki, biz Üretici Birlikleri Yasası'nı çıkardık, bu Meclis çıkardı,
olumlu oy verildi, Üretici Birlikleri Yasası çıktı. Peki, Üretici
Birlikleri Yasası'nda sevgili hemşehrim, ne var? Siz, Üretici Birlikleri
Yasası'na "üretici birlikleri ticaret yapamaz" diye madde
koydunuz mu koymadınız mı? Üretici Birlikleri Yasası'nda "ticaret
yapamaz" diyeceksiniz, ama, geleceksiniz "hallerde üretici
birliklerine yüzde 10 kontenjan verelim iş yeriyle" diyeceksiniz.
Bu nasıl iştir? Üretici birliği ticaret yapamıyor ise, halde nasıl
iş yeri vereceksiniz? Halde yapılan iş ticaret değil mi, soruyorum
sizlere? Lütfen, lütfen, arkadaşlarım, burada okunan, geçen şeylerin
ne olduğunu bari, hiç olmazsa dinleyelim veyahut da elimize gelince
üstünkörü bile olsa bakalım.
Bir yasa taslağı hazırlıyor.
Komisyonu var, bürokratı var. Bir arkadaşımız önerge vermiş, Komisyonda
çıt yok, bürokratta çıt yok. Üretici birlikleri ticaret yapamaz. Ancak,
hallerde iş yeri tahsis edilir yüzde 10. Ne mantığı var? Neyi anlatmak
istiyorsunuz değerli arkadaşlarım?
Değerli arkadaşlarım,
bu yasa, narenciye Dörtyol'da 150 kuruş iken, 150 yeni kuruş iken, biz,
burada, marketlerde 2 milyon liraya narenciye yememizi önleyecek
bir yasa mı? Bu kadar acil madem, bunu önleyecek bir yasa ise kabul. Seçim kararı
alınmış, ama, yine de çıkaralım. Peki, bu yasa bunu önlüyor mu? Bununla,
zerre kadar buna bir katkısı, faydası var mı? Hayır.
Peki, ne getiriyor
sevgili arkadaşlarım? Bu yasanın getirdiği en önemli şey değerli arkadaşlarım,
haldeki iş yerlerini belediyeler satarlar, isterlerse satarlar.
Kaynak yaratacaklarmış, kaynakları yokmuş! Onun için, bu alelacele
getirilen yasa bunu getiriyor. Esas yapılmak istenen şeylerden
bir tanesi bu sevgili arkadaşlarım. Yoksa, çiftçilere, üretici
birliklerine veya tüketicilere bir katkı getirsin diye getirilmiş
bir yasa kesinlikle değildir sevgili arkadaşlarım. Bunu, burada,
sizleri düşünmeye davet ediyorum milletvekili arkadaşlarım. Konuşacağınıza,
çıkardığınız yasalarda ne var, bari onları öğrenmeye çalışın sevgili
arkadaşlarım.
Peki, başka ne getiriyor?
Arkadaşlar, özel haller kurulabilecek. Neye, kime yarayacak sevgili
arkadaşlarım? Bu özel haller kurulacak. Hayhay… Alalım, ürünün yetiştirilmesinden,
nakliyesinden, muhafazasından, hayhay, özel haller de kuralım. Ama,
hiçbir şey yapmayacaksın, sıkboğaz ettiğin, perperişan ettiğin
çiftçinin ürünü üzerinden buraya geleceksin. Bir de, sanki belediyelerin
hallerini çok güzel çalıştırdık da, çiftçilerimize, üreticilerimize,
tüketicilerimize büyük katkılar sağladı da, bir de özel haller kuralım.
İşte, bu yasanın verilişinde, alelacele, kaptıkaçtı gibi herkesten
gizlenerek çıkarılmasındaki amaç bu iki şeydir sevgili arkadaşlarım.
Dikkatinizi özellikle çekiyorum.
Değerli arkadaşlar,
bir de son fıkraya dikkatinizi çekiyorum. İçimizde, Meclisimizde
hukukçu arkadaşlarımın bir hayli çok olduğunu biliyorum. Özellikle
avukat arkadaşlarıma, hukukçu arkadaşlarıma sesleniyorum -ben
tarım mühendisiyim, benim sadece dikkatimi çekti, doğru mu, yanlış
mı, bilmiyorum, bu taslağı ilk defa görüyorum, dikkatimi çekti- hukukçu
arkadaşlarıma sesleniyorum: Lütfen, son fıkrayı bir okuyun. Değerli
arkadaşlarım, sanki bana öyle geldi. Hukukçu arkadaşlarım çıksın,
cevap versinler. Artık hukuku da mı belediye meclislerine emanet
edeceğiz acaba diye düşündüm. Doğru, yanlış, bilmiyorum. Lütfen, hukukçu
arkadaşlarım bu konuya açıklık getirirlerse sevinirim.
Değerli arkadaşlarım,
bu yasada bir başka şey daha var: "Ankara, İstanbul ve İzmir hariç
yüzde 10'u iş yerlerinin, ihaleyle verilir" diyor. Bunun da açıklığa
kavuşturulmasında yarar olduğu inancındayım.
Bu seçim kararından
sonra Meclisteki bu çalışmaların ne kadar zor olduğunu sizler kadar
ben de biliyorum. Biraz sonra yine Başkanımız bu maddeyi oylarken
"karar yeter sayısı" diyecek, biraz sonra sevgili arkadaşlarım,
bu kapıdan içeriye bir sürü arkadaşımız, dostumuz, milletvekili sevgili arkadaşlarım
hücum edecek…
FİKRET BADAZLI (
NECATİ UZDİL (Devamla)
- …ve tutacaklar ellerini kaldıracaklar. Neye el kaldırdıklarını
maalesef bilmiyorlar. Kime hizmet ettiklerini bu yasayla bilmeden,
sadece grup başkan vekillerinin işaretiyle oy veriyorlar. Şu anda
seçim kararı alınmış…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzdil,
lütfen toparlayınız.
NECATİ UZDİL (Devamla)
- Bitiriyorum efendim.
Şu anda seçim kararı
alınmış, sandık milletin önüne konmuş, ne yaparsanız yapın sonuçta
o millete gideceksiniz, "anasını alıp git" dediğiniz çiftçiye
gideceksiniz. Bu sefer onlar, analarının yanında babalarını da
alıp, kardeşlerini de alıp inşallah o sandığa gelecek. Vatandaşımızın
dediğine de bizler de saygı duyacağız.
AHMET YENİ (Samsun) -
Bize gelecekler, bize sandıkta oy verecekler.
NECATİ UZDİL (Devamla)
- Bekle, rüyanda inşallah! Hayal et, inşallah görürsün diyeyim, ne
diyeyim başka ki!
Sizlere ve tüm milletimize
seçimin hayırlı olmasını diliyorum, tümünüze sevgiler, saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Uzdil.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Önerge vardı Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Koç,
önerge 5'inci maddede.
4'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- 552 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin 29 uncu maddesi, başlığıyla birlikte
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yürürlükten kaldırılan
hükümler
MADDE 29- Bu Kanun Hükmünde
Kararnamenin 23 üncü maddesi ile 12/9/1960 tarihli ve 80 sayılı 1580
sayılı Belediye Kanununun 15 inci maddesinin 58 inci Bendine Tevfikan
Belediyelerce Kurulan Toptancı Hallerinin Sureti İdaresi Hakkında
Kanunun 1 inci, 3 üncü, 6 ncı maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır."
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5'inci maddeyi okutuyorum.
MADDE 5- 552 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 3-
Toptancı hallerinde bulunan işyerlerinin satışında veya kiraya
verilmesinde, halde işletmecilik yapanlara, ihale bedeli üzerinden
yüzde 25 oranında indirim uygulanır. Bu kişilere yapılan satış bedeli,
üç yılı geçmemek üzere altı taksitte tahsil edilebilir.
Kuruluş işlemleri
23/7/2004 tarihinden önce başlatılmış olan hallerin 10/7/2004 tarihli
ve 5216 sayılı Kanunun Ek 2 nci maddesine göre Büyükşehir Belediyelerine
devrinde ilgili belediyenin muvafakati zorunludur. Devir için
muvafakat verilmeyen haller, ilgili belediye tarafından bu Kanun
Hükmünde Kararname hükümlerine göre ruhsatlandırılır ve işletilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi? Yok.
Ancak, aynı mahiyette
iki önerge vardır. Önergeleri sırasıyla okutup, her iki önergenin işlemlerini
ve oylamalarını birlikte yapacağım.
Şimdi, önergeleri
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in 12/9/1960 tarihli ve 80 Sayılı Kanun
ile 24/6/1995 tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin 5. Maddesinde düzenlenen Geçici
Madde 3'ün birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
|
Ali Oksal |
Vahit Çekmez |
Mustafa Gazalcı |
|
Mersin |
Mersin |
Denizli |
|
Muharrem İnce |
Necati Uzdil |
Hüseyin Ekmekcioğlu |
|
Yalova |
Osmaniye |
Antalya |
Toptancı hallerinde
bulunan işyerlerinin satışında veya kiraya verilmesinde, halde
işletmecilik yapanlara, ihale bedeli üzerinden yüzde 25 oranında
indirim uygulanır. Bu kişilere yapılan satış bedeli, üç yılı geçmemek
üzere 6 taksitte tahsil edilir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1400 sıra sayılı Kanun Teklifinin çerçeve 5 inci maddesinin düzenlendiği
geçici 3 üncü maddenin birinci fıkrasının sonunda geçen "edilebilir"
ibaresinin "edilir" biçiminde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
|
Selami Uzun |
Gürsoy Erol |
Mehmet Yüksektepe |
|
Sivas |
İstanbul |
Denizli |
|
Mehmet
Ceylan |
Recep
Garip |
|
|
Karabük |
|
|
BAŞKAN - Komisyon
önergelere katılıyor mu?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU
BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Uygun görüşle takdire
bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor
mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN - Sayın Oksal,
konuşacak mısınız, gerekçeyi mi okutayım?
ALİ OKSAL (Mersin) -
Konuşacağım.
BAŞKAN - Gerekçesini
açıklamak üzere Ali Oksal, Mersin milletvekili.
Buyurun Sayın Oksal.
ALİ OKSAL (Mersin) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu yasa teklifini,
zaten komisyonda komisyon üyesi arkadaşlarımızla paylaşmış idik.
Orada değiştirme şansı olmamıştı, ama, kısmet, Genel Kurula geldi.
80 sayılı Hal Yasası'yla, 552 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
toptancı halleri amme emlakinden sayılmaktaydı ve halde iş yapan
komisyoncularımızın hak ihlali olmaması nedeniyle, altı eşit
taksitte ve üç yılda bir ödeme planı yapmış idik, fakat, buradaki
"edilebilir" kelimesi kapsam, anlamı itibarıyla çok geniş
bir alana yayılmakta, bir keyfiyeti ortaya koymakta, belediye başkanlarını
istedikleri gibi davranmaya sevk edebilmekteydi; "edilir"
kelimesi ise bağlayıcı bir hüküm ifade etmektedir. Önergemizi bu
şekilde verdik.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Oksal.
Diğer önergenin gerekçesini
okutuyorum:
Gerekçe:
Taksitlendirme konusunda
takdir yetkisi kaldırılmakta keyfiliğin önüne geçilmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önergeler
doğrultusunda maddeyi…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN - …oylarınıza
sunuyorum.
Arayacağım Sayın
Koç.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Madde kabul edilmiştir. Karar yeter sayısı vardır.
6'ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
MADDE 7- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Teklifin tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Teklif kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
8'inci sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Ukrayna Hükümeti Arasında
Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlayacağız.
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Ukrayna Hükümeti
Arasında Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/1109) (S. Sayısı: 1083)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
9'uncu sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı ile Suriye Arap Cumhuriyeti
Ulaştırma Bakanlığı Arasında Yapılan Lokomotif, Vagon ve Diğer
Ray Hizmetlerini de Kapsayan Demiryolu Araç ve Gereçlerinin Yapımı,
Geliştirilmesi, Yenilenmesi, Bakımı ve Onarımı ile İlgili Karşılıklı
Anlaşma Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
9.- Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı
ile Suriye Arap Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı Arasında Yapılan
Lokomotif, Vagon ve Diğer Ray Hizmetlerini de Kapsayan Demiryolu
Araç ve Gereçlerinin Yapımı, Geliştirilmesi, Yenilenmesi, Bakımı
ve Onarımı ile İlgili Karşılıklı Anlaşma Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/936) (S. Sayısı:
824)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
10'uncu sırada yer
alan, Adalete Uluslararası Erişim Hakkında Sözleşmenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlayacağız.
10.- Adalete Uluslararası Erişim Hakkında Sözleşmenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/922) (S. Sayısı: 843)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
11'inci sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti ile Sovakya Cumhuriyeti Arasında Hukuki
ve Ticari Konularda Adli İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlıyoruz.
11.- Türkiye Cumhuriyeti ile Slovakya Cumhuriyeti
Arasında Hukuki ve Ticari Konularda Adli İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/939) (S. Sayısı: 845)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
12'nci sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Bosna-Hersek Adalet
Bakanlığı Arasında İşbirliği Konusunda Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlıyoruz.
12.- Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile
Bosna-Hersek Adalet Bakanlığı Arasında İşbirliği Konusunda Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/964) (S. Sayısı: 847)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
13'üncü sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığı ile Özbekistan Cumhuriyeti Dış Ekonomik İlişkiler
Ajansı Arasında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlıyoruz.
13.- Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Özbekistan Cumhuriyeti Dış Ekonomik
İlişkiler Ajansı Arasında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/970) (S. Sayısı: 853)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
14'üncü sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında İktisadi Kalkınma İşbirliği Fonu Kredilerine İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
14.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında İktisadi Kalkınma İşbirliği Fonu Kredilerine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/986) (S. Sayısı: 857)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
15'inci sırada yer
alan, Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
15.- Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı ile Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1338) (S. Sayısı:
1394) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1394
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Gazalcı,
Denizli Milletvekili.
Buyurun Sayın Gazalcı.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır
Sayın Gazalcı.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Yunus Emre Vakfının kurulmasına ilişkin yasa tasarısı üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Tümünüzü saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu Vakfın kurulma amacı, Türk kültürünü, sanatını dışarıda tanıtmak.
Dilini, kültürel mirasını çeşitli etkinliklerle tanıtacak bu Vakıf
yurt dışında. Başka ülkelerle kültür alışverişinde bulunacak bu
Vakıf aracılığıyla, orada merkezler açacak, yurt dışında. Paralı-parasız
eğitim çalışmaları yapacak.
Bu amaç güzel, adı da
güzel; yani, Yunus Emre, tam Anadolu kültürünü temsil eden çok güzel
bir ad. Ancak, bu tasarı komisyonda görüşülürken, üzerinde durduk,
bizim, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, böyle bir vakfın kurulmasına
evet… Türk dilinin, kültürünün, sanatının dışarıda tanıtılması
tamam; ancak, bu Vakfın yapısına ilişkin söyleyeceğimiz birtakım
sözler var.
Değerli arkadaşlar,
elinizde tasarı var. Tasarının "genel gerekçe" bölümünde,
Vakfın, işte, olabildiğince sivil toplum örgütlerinin katıldığı
bir yapı oluşturmasından söz ediliyor. Ama, hemen maddelere bakıyorsunuz,
Vakfın yapısına ilişkin organlara bakıyorsunuz, orada oluşan üyelere,
genel gerekçede söylenen sivil toplum kuruluşlarının bu yapıya
yansıması, maalesef, yok. Şimdi, Vakıf, doğal olarak, kimi organlardan
oluşuyor. İşte, Mütevelli Heyet var, Yönetim Kurulu var, Denetim
Kurulu var, Danışma Kurulu var. Aslında,
bu kurullar, belki heyet yerine, başlangıçta da bir dil birliği gerekli.
Arkadaşlar, bu yasalar getirilirken
hep söylüyorum, Türkçesi varsa, önce Türkçesini kullanmaktır görevimiz.
İki: Yasanın bütünlüğü içinde bir söz birliğinin de olması gerekir.
O, işin bir başka boyutu, ama, şimdi, bakıyorsunuz, örneğin Mütevelli
Heyet; madde 4'te kimlerden oluştuğunu söylüyor. Şu bakan, şu bakan,
şu bakan, şu bakan, şu bakan, şu bakan, şu bakan, 8 tane bakanın adını
sayıyor ve yalnızca, bakanın dışında burada Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği Başkanı var, eğer bakan gelemezse müsteşar ya da temsilcisi
gelir, diyor.
Değerli arkadaşlar, Bakanlar Kurulu
23 kişiden oluşuyor, üçte 1'inden fazlası, bu Vakıfta, Mütevelli
Heyette temsil ediliyor.
Şimdi, Sayın Bakan orada dedi ki:
"Mütevelli Heyet, yılda, işte çok az toplanıyor." Ama, karar
organı arkadaşlar, bu Vakfın karar organı Mütevelli Heyet. Yani
burada ortaya çıkıyor her şey. Bu, bir çeşit -komisyonda da söyledik-
mini Bakanlar Kurulu gibi, yani bırakın toplanma güçlüğünü, demokratik
yapısını alıp götürüyor Vakfın. Genel gerekçede söylenen, yani
Türk kültürünü dışarıda kim temsil edecek? Dün burada arkadaşlar
da konuştular, resmî görüşün her zaman hükûmetlerin Türk kültürünü,
sanatını, kültürel mirasını en iyi temsil ettiğine ilişkin bir kanı
oluşmayabilir. O yüzden, bu yapı, demokratik bir yapı değildir, sivil
bir yapı değildir. Toplanma güçlüğünün dışında, o yapıdan, Türk kültürünü
bütünüyle kucaklayacak bir anlayış çıkmaz. Başka ülkelerde böyle
tanıtım yolları, vakıflar, şirketler var, tamam. Biz, zaten, kurulma
amacına bir şey söylemiyoruz, gerçekten, Türk kültürü dışarıda tanıtılmalı
diyoruz.
(x) 1394 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir.
Yönetim Kuruluna bakıyorsunuz,
Vakfın yürütme işlerini yapan kurul, orada da, gene, bakanlığın
üst bürokratları var, hepsini saymak istemiyorum, Odalar ve Borsalar
Birliğinden 1 kişi var, üniversitelerin Türkçe dil merkezleri başkanları
ile diğer sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden yalnızca
1 kişi. Yani, üniversiteler, öteki sivil kuruluşlardan 1 kişi.
Arkadaşlar, buradaki
yapı da, gene, özlenen, kuruluş amacında ortaya konan, gerekçede
ortaya konan yapıya uygun bir yapı değil. Yani, bakanların Türk sanatına,
kültürüne, diline ilişkin neyse eğilimleri, düşünceleri ya da üst
bürokratlarının düşünceleri, bu Vakfa bütünüyle yansımış.
Denebilir ki, bir de
Danışma Kurulu var. O da yılda bir kez toplanıyor, adı üstünde, Danışma
Kurulu. Burada da, yine, o yapı, bakanlık yapısı, üst bürokratların
yapısı korunuyor. Mütevelli Heyetin seçeceği, demin söylediğim
Türkçe dil merkezleriyle üniversitelerden bu sefer 5 üyeyi seçer. Kim
seçer? Mütevelli Heyet. Biz Mütevelli Heyetin yapısına karşıyız.
Değerli arkadaşlar,
AKP'li arkadaşlar, burada bulunanlar; bir şeyi yaparken, ruhuna uygun,
özüne uygun yapmak gerekir. Biz, kültürümüzün, dışarıda, sanatımızın,
dilimizin tanıtılmasını yürekten istiyoruz. Ama bu yapının gerçekten
Türk kültürünü bütünüyle kucaklayacak sivil bir yapıdan, demokratik
bir yapıdan oluşması gerekir. Bu yapı demokratik bir yapı değil, bu
yapı bürokratik bir yapı. Bu yapı bürokratik bir yapı, demokratik
bir yapı değil. Önce bunun üzerinde durmak istiyorum.
Hemen gene biçimsel
olarak kaygılarımızdan birisi de Anayasa'mızın 82'nci maddesinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin yapamayacağı işler sayılmış,
yani üyelikle bağdaşmayacak işler neler diye. Devletten yardım sağlayan
ve vergi muafiyeti olan vakıfların, kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşları ile sendikalar ve bunların üst kuruluşlarına katılamayacaklarını söylüyor milletvekilleri
için.
Şimdi, bakan da bir çeşit
milletvekilidir. Onun da iyi incelenmesi hukuksal olarak gerekir
diye düşünüyoruz. O konuda da bir kaygı var. Bir, yapıya ilişkin.
İki, orada bakanların bulunması hukuksal açıdan da ne derecede doğrudur,
bilmiyorum. Çünkü parasal olarak etkinliklerde bulunacak
kendisi kişisel olarak yapmasa bile.
Değerli arkadaşlar,
bu tür konularda yapıyı oluştururken gerçekten önce iyi danışılması,
konuşulması gerekir. Şimdi, Kültür Bakanlığı bunun sahibi, ama
başkanlığını Dışişleri Bakanlığı yapıyor birçok yerde. Tabii ki
Kültür Bakanı -doğal olarak- kültürü, turizmi ilgilendiren dışarıda
tanıtacak bir konuda önde olması gerekir, ama o da burada yapılmamış.
Efendim, Bakanlar Kurulunda bakanlar demiş ki, ben de olmak istiyorum.
Maliye Bakanı para için herhâlde buraya konmuş. İşte, ekonomiden sorumlu
Bakan kim bilir niçin konmuş? Ben istiyorum, ben istiyorum, ben istiyorum…
Arkadaşlar, burada
yasa yapıyoruz, geleceğe dönük bir şey yapıyoruz. Bunun, önce, çerçevesi
demokratik oluşması gerekir, işleyişi demokratik olması gerekir,
amacın bu yapıda, gerçekten, işlemesi gerekir. Bunda kaygılarımız
olduğunu söylüyorum.
Değerli arkadaşlar,
Anadolu kültürü, ne yazık ki, içeride yeterince korunamıyor. Anadolu,
gerçekten, uygarlıklar beşiği, Ahmet Arif'in söylediği gibi. Onlarca
uygarlık burada milattan önceden beri olmuş. Batı'nın bildiği Grek
uygarlığından önce Anadolu uygarlığı var. Burada Frigya var, Lidya
var, Hititler var, Bizans var, Selçuklu var, Osmanlı var, Urartu var ve
binlerce uygarlığa beşiklik etmiş bu topraklar. Gerçekten, bu kültürün
içeride ve dışarıda korunması gerekir. Ama bizim höyüklerimiz,
toprağın altındaki, toprağın üstündeki kültürel yapımız içeride
de yeterince korunamamıştır.
Biliyorsunuz,
Uşak'taki bu Karun Hazinesinden kimi değerli kültürel eserlerin çalınmasından
sonra müzelerin durumu ortaya çıktı. Bakan da, orada, açık sözlü
davrandı. Ben, gerçekten, kendisini kutluyorum. Millî Eğitim Bakanı
gibi, örtmedi bazı şeyleri. Dedi ki: "Bizim müzelerimizin durumu
şudur: Birçoğunda elektronik gözetleme yok, şu personel eksikliği
var, kayıt eksikliği var…" Doğrusu, yaklaşımı, benim hoşuma
gitti. Eksiğini açıkça söyledi.
Değerli arkadaşlar,
yurt dışından, nice çabalarla, devletin değil, bazen bizim dışımızda,
Özgen Acar gibi -burada hemen bir tanesinin adı aklıma geldiği için
söylüyorum- yaza yaza, yurt dışından kimi eşyalarımızı, değerli
parçaları bize getirdiler. Ama biz, onlara gene sahip çıkamadık.
Hatta kimilerinde şöyle bir kanı oluştu: Türkiye'ye geleceğine
yurt dışında kalsın -Nazım'ın mezarı gibi- biz burada ona sahip çıkamayız!
Ne kadar acı bir durum arkadaşlar bu. Yani, Türkiye, kendi kültürünü,
kendi mirasını, bin yıllardan süzülüp gelen değerli varlıklarını
koruyamıyor, koruyamadığını söylüyor, müzelerde bunları yeterince
sağlıklı bir biçimde koruyamıyor, ee, orada kalsın.
Değerli arkadaşlar,
bu kültürel mirası koruma bilinci, önce, kafalarda ve gönüllerde
Türkiye'de işlenmesi gerekir. Yani, bakan olabilirsiniz, ama, o bilinçten
de yoksun olabilirsiniz. Sizin bakan olmanız, ekonomiden sorumlu
olmanız, paraya hükmetmeniz, kültürel mirası koruma bilincine
de sahip olduğunuzu göstermez. O yüzden, önce, bizim, bu bilinci,
bireyler olarak, kamu görevlileri olarak, yerel yöneticiler olarak,
okullarda, öğrenciler, öğretmenler, herkesin bu kültürel mirasa
sahip çıkma bilincinin işlenmesi gerekir. Bu bilinç yeterince yoksa,
bakan olur… "Efendim, bizi Bizans'ın kültürel kalıtı ilgilendirmez,
onlar taştır." demişti bir zamanlar bir bakan, adını şimdi söyleyip
de üzmek istemiyorum kendisini, dinliyorsa… Hani, Kültür Bakanı
oluyor, bu topraklardaki uygarlığın sahiplenmesini yapamıyor.
Bu ne kadar acı bir durum. Demek ki, Kültür Bakanı da olsanız, bu topraklarda
yerleşmiş uygarlıkların bizim varlığımız olduğunu kabul etmiyorsunuz,
edemiyorsunuz.
Değerli arkadaşlar,
bu bilincin bütün Türkiye'de yerleşmesi gerekir ki, önce içeride
sahip çıkalım, dışarıda da göğsümüz kabara kabara… Böyle, turist
gelsin diye değil. Gerçeği anlattığımız zaman, zaten, insanlar buraya
geleceklerdir. Yani, Dolmabahçe'yle ilgili, Topkapı'yla ilgili,
başka yerlerdeki müzelerle ilgili, zaman zaman gazetelere de yansıyan
acı haberleri duyuyorsunuz. Yani, önce, burada, buna sahip çıkmak,
o mirası kabul etmek gerekir.
Şimdi, Yunus Emre Vakfını
kuracağız, dışarıda bizim dilimizi anlatacak. Acaba, Yunus'un
13'üncü yüzyılda ortaya koyduğu o insancıl, hümanist kültürü, biz,
bugün, kendimiz uygulayabiliyor muyuz? Şu günlerde, şu aylarda,
bu yıllarda yeterince uygulayamıyoruz.
Yunus'ta büyük bir hümanizma
var. Yani, Yunus diyor ki:
"Bir kez gönül yıktın
ise
Bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi
Elin, yüzün yumaz değil."
Arkadaşlar, gönül
yıkmayı Yunus o kadar güzel anlatıyor ki, yani şuradaki felsefeye
bak:
"Adımız miskindir
bizim,
Düşmanımız kindir bizim,
Biz kimseye kin tutmayız,
Kamu âlem birdir bize."
Şimdi, buradaki derinlik,
buradaki insancıl düşünce, buradaki gerçekten hümanist felsefe…
Anadolu uygarlığı ki, Türkiye'de, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir),
Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat gibi kişiler, Anadolu uygarlığının
büyüklüğünü, geçmiş uygarlıklarla beslendiğini hep anlatmışlardır
Türkiye'ye. Bu konuda güzel eserler de ortaya çıkmıştır.
Yani, biz ne olduk da,
bu Kahramanmaraşları, Çorumları, Sivasları, acıları yaşadık? Ne
olduk da, birbirimizin düşüncesine dayanamadan birbirimize kıymaya
başladık?
Değerli arkadaşlar,
bu kültür, insancıl kültür, çoğulcu kültür, demokratik kültür, önce
bilinç olarak, eğer ders kitaplarımızda yoksa, okullarda yoksa, bakanların
kafasında yoksa, uygulamalarınızda yoksa, "aman efendim, işte,
ben şunu yapıvereyim, burada bu olsun, burada bu olsun, başkası
yanlış yapar" derse, asıl yanlışı o zaman siz yaparsınız. Devletin
parasıyla, devletin gücüyle, demokratik yapı oluşturmazsanız yanlış
yaparsınız. Bugün siz olursunuz, yarın başkaları olur. Yani,
hükûmet, Bakanlar Kurulu çok değişir. Yapıyı öyle kurmalı ki, Anadolu'nun
bütününü kucaklayacak, bu konudaki kültürel varlıklarımıza sahiplenmede
o kuruluşların temsilcilerini alacak bir yapıya kavuşturmak gerekir.
Bakın, paranızın bolluğu, teknikte ilerlemeniz, sizin uygar olmanızı,
kültürlü olmanızı göstermez. Amerika Birleşik Devletleri Irak'ı işgal etti,
Bağdat Müzesi'ni yağmaladı ilkin. Bence, insanın öldürülmesi kadar
acı, göz yaşartıcı bir durumdu o. Binlerce yıllık o kültürel kalıtlar
yağmalandı, Amerika'ya kaçırıldı, başka yerlere gidildi, şu oldu,
bu oldu.
Değerli arkadaşlar,
onlar nasıl toplanacak bir daha, nasıl gelecek o? Yani, yalnız Bağdat
bölünmedi, yalnız her gün insanlar orada ölmüyor. 600 binin üstünde
insanın ölümü çok büyük acı tabii, ama, orada bir tarih de yok edildi,
orada bir kültürel miras da yok edildi.
Amerika dünyanın en
büyük ordularına sahip olabilir -ki, öyledir- Birleşmiş Milletleri
hiçe sayarak, emperyalist bir düşünceyle oraya girmiştir, ama Bağdat
Müzesi'ni yağmalatmıştır.
Anadolu kültüründe,
gerçekten uygarlıklara beşiklik etmiş Anadolu kültüründe bir sevme
vardır, insana ve insanın ürettiğine değer verme vardır. Bu kim tarafından
yapılırsa yapılsın, geçmişte bu topraklarda yaşamış hangi -adı- ülkeden
olursa olsun, onlar bizim olmuşlardır. Ki, Mustafa Kemal, Çanakkale'de,
bunun en güzel konuşmasını da yapmıştır; yani, orada ölenleri bile
kendimizden kabul etmiştir ki...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Peki Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar,
biz, buradaki yasanın amacına karşı değiliz. Karşı olduğumuz yapısına
ilişkindir, yeterince kucaklama olmadığına ilişkindir. İyi bir
amaçla kurulmuş bir düşüncenin… İyi araç bulamazsanız, iyi bir mekanizma
bulamazsanız, o iyi amaç gerçekleşmez. Hatta tam tersi amaçlar gerçekleşebilir.
Yurt dışında öyle bir etkinlik yaparsınız ki bir kuruluşla, öyle
bir proje yaparsınız ki, sizin tasarladığınızın çok ötesinde olabilir.
Başka bir amaçla orada örgütlenmiştir. Bir tarikat bağı vardır, başka
bir bağı vardır, ticaret bağı vardır. Bunlarda bizim amacımız, Türk
kültürünün, Anadolu kültürünün, uygarlığının, dilinin buraya
yansımasıdır.
Bir iki düşüncem daha
var, ama, onu belki fırsat olursa başka maddelerde anlatırım. Tümünüze
saygılar sunuyorum arkadaşlar. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gazalcı.
Tümü üzerinde AK Parti
Grubu adına söz isteyen Nevzat Yalçıntaş, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Yalçıntaş.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır
Sayın Yalçıntaş.
AK PARTİ GRUBU ADINA
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, çok değerli
arkadaşlar; zannediyorum ki, şu dört buçuk sene içerisinde çıkardığımız
çok sayıda kanunlar içerisinde en önemli, ehemmiyetli on tane kanun
ayırsak, bu kanun onlardan biridir. Burada kabul ettiğimiz kanunlardan
bir kısmı icrayı devam ettirmek, yani rutin denilen kanunlardır. Bir
kısmı esasen yerleşmiş, uygulanan kanunlarda bazı değişikliklerden
ibarettir.
Bu kanun, bir yenilik
getiriyor. Bu kanun, diğerleri gibi paraya, pula müteallik, terfiye
ve birtakım avantajlar dağıtmaya müteallik değil. Bu kanun, değerlerimize,
kültürümüze, dilimize ve bütün insanlığa sunabileceğimiz tepsimizde
ne varsa ona müteallik, onu ilgilendiriyor. Bundan dolayı, Sayın
Bakanımıza, Bakanlığımıza teşekkür ediyor ve tebrik ediyorum. İsmi
de güzeldir, Sayın Gazalcı'ya iştirak ediyorum, kim bulmuşsa bu ismi,
fevkalade sempatik, güzel bir isim bulmuş. Yani, Yunus'un hangi şiirini
şurada, hangi arkadaşımız -ki, çok güzel şiir okuyan arkadaşlarımızın
olduğunu dün gördük- okusa hepsini anlarız.
Sayın Gazalcı, haklı
olarak bir sual sordu: "Ne oldu bize?" Yani, bu hümanist, bu
insancıl, bu insanı sevme felsefesine dayanan bu topraklar üzerinde
bu vahşetler niye? Bunlar nasıl oluyor? Hem de bazıları bu değerler
adına bu vahşeti… Yunus Emre, cevabını vermiş. Hani, Yunus Emre'nin
şiirlerini Molla Kasım ayıkladı, ayıkladı, sonunda kendisi gelince
"Bir Molla Kasım gelir" deyince dehşete düştü. Yunus diyor
ki, hepimizin bildiği, "Yaratılanı severiz Yaradandan ötürü."
Yani, aşkın, sevginin bir ilahi, bir elle tutulmayan, bir maddeyle
ölçülmeyen, bir menfaatler skalasının tamamen dışında bir manevi
merkezi var, bir manevi kaynağı var. Biz o kaynağa bir isim koymuşuz,
"Yaradan" diyoruz, İngiliz başka bir şey söylüyor, Rus başka
bir şey söylüyor, ama, aynı şey. Buradan koparırsanız, insanlar manevi
değerlerden ceste ceste her yerden kopmaya başlarsa, hatta, o değerleri
referans aldığını söyleyenler dahi vahşet numuneleri vermeye
başlarlar. Gördük, şehir ismi zikretmeyelim, alınganlıklar oluyor,
siz eski örnekleri verdiniz, yeni örnekler var Sayın Gazalcı. Önce,
demek, biz aşkın, sevginin ana kaynağı Yaradana, ilahî kaynağa doğru
gidelim. Yunus bunu söylüyor asırlar evvel. O zaman, bu mahkemelerimizin
de işlerinin yüzde 80'i azalır.
Dolayısıyla, bu tasarı
fevkalade ileri bir adımdır. Yeni müesseseler getiriyor, Türk kültürünü,
Türkçeyi dünyaya açmak, tanıtmak, yani dost edinmek fiilini müesseseleştiriyor.
Nitekim "Amaç" maddesinde de -Sayın Gazalcı söyledi, tekrarlamıyorum-
hem sanatımızı hem kültürümüzü hem dilimizi… Ve maddede aynen şu
var: "Diğer ülkelerle dostluğunu geliştirmek." Bunu kim
yazmışsa bir düşünce adamıdır, bir fikir adamıdır. Malum, Arapçada
da bir atasözü vardır: "İnsan bilmediğinin düşmanıdır."
Bilmeye başladığı zaman, tanımaya başladığı zaman birtakım sempatiler,
sevgiler doğar.
Bu maddeler üzerinde
konuşulacak, o kısımları atlıyorum. Ama, şunu unutmayalım: İki
ana kuruluş getiriyor. Birisi, Yunus Emre Araştırma Enstitüsü. Bunun
yeri zikredilmemiş, "Türkiye'de" deniyor. Tabiatıyla, burada,
Türk sanatı, Türk dili, Türk kültürü verilebilecek, şekilleriyle
anlatılacak.
Bir de, asıl, yurt dışında
Yunus Emre Türk kültür merkezleri getiriyor. Ben de incelediğim zaman
Gazalcı'nın üzerinde durduğu durumu gördüm. Ağırlık kamu sektörüne
verilmiş, kuruluşlara.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Hocam, personeli de incelemişsinizdir herhâlde.
NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla)
- Ne yapayım? İnceleyeceğim efendim. Buraya, birisi "çıkın"
deyince alacağız, inceleyeceğiz, okuyacağız. Ben de inceledim.
Benim de, doğrusunu
söyleyeyim -Sayın Bakan mutlaka dikkat buyuruyorlar- neden böyle
yaptık? O bakan, bu bakan… Hepimizin burada, zannediyorum, belki
istisnasıyla, bürokrasi tecrübemiz var, bunlar yazılır, işi fiilen
görecek bakanlıkta toplantı olunca o bakanlar gelmez, yerlerine
birtakım insanlar gönderirler. Ee, bunun sahibi Kültür Bakanlığı,
bunun başında Kültür Bakanının olması lazım. Yani, on tane, Sayın
Bakanım, toplantı yapsanız, belki bir tanesine Dışişleri Bakanı
gelecektir, onun yerine Müsteşarını gönderecektir. Maliye Bakanı,
tamam, ama, her Maliye Bakanının kültürden, sanattan, manevi değerlerden
anladığını nasıl garanti edeceğiz? Maliye Bakanı bunun finansmanıyla
ilgilidir, niye bu şeyde bulunur? Ben de aynı duygular içerisinde
oldum. Ama, herhâlde, Türkmen göçü gide gide düzelir. Bu kanunu ertelemeyelim
bu iş için, kadük olur ve şu güzel fırsat elimizden kaçar. Bu kanunu kabul
edelim, ama, Gazalcı'nın buyurduğu, benim arz ettiğim, benden sonra,
söylenecek birtakım noksanlıklarını da gidermeye, sonra çalışalım.
Peki, başka ülkelerin
böyle kuruluşları var mı? Tabii, var, bunu bilmeyenimiz yok. İngilizler,
hem kendi dillerini ve kültürlerini yaymak için British Council'ı
kurmuşlardır, teşvik ederler, herkes gelsin. Fransızlar, Alliance
Française'i, İtalyanlar Casa d'İtalia'yı, İspanyollar, Almanlar Goethe
Enstitüsünü, Ruslar vesaire, saymayayım. Yani, medeni seviyelerini
ve kültürel birikimlerini kendileri için evrensel bir güç görüp
-ki, öyledir bir birikim varsa- buna resmen el koymuşlardır senelerce
önce. Neyse, hatanın neresinden dönersek kârdır. Bazı arkadaşlar
düşünebilir ki, bu tip hizmetleri yapan kuruluşlarımız var: TÖMER,
TİKA, dış üniversitelere gönderdiğimiz Türkçe öğreten hocalar ve
diğerleri. Fakat, bunların hepsi perakende, hepsi, çok belirli dar
gayelere yönelmiştir. Nedir onlar? İşte, üniversite, yabancı öğrenciye
dil öğretmek için TÖMER gayrette bulunur. TİKA, daha çok yardım, ekonomik
ve diğer yardımlara yönelmiştir. İşte, ilk defa, Batı'da olduğu gibi,
ilk defa, kendi kültürlerinin kendileri için büyük bir değer olduğunu
idrak etmiş milletlerin yaptığı gibi biz de bir şey kuruyoruz. Bir
vakıf şeklinde kuruyoruz. Velev ki, resmî ağırlık var. Resmî ağırlık
azaltılmalıdır, aynı kanaatteyim. Elbette, orada ve Kültür Bakanlığının
başkanlığında olmalı, sahibi bu işi götürmelidir. Ama, bu ileri
adımı, hepsini toparlayıcı olarak görmemiz lazım.
Bu, Türkiye'ye ne kazandırıyor?
Elimizde çok müşahhas -yeni tabiriyle somut- bir örnek var, o örneğin
de öncüsü burada, Sayın Köksal Toptan Beyefendi. 10 bin öğrenci getirilecek
denildiği zaman, herkes bir hayalden bahsediliyor zannediyorlardı.
Hayal, 10 bin öğrenciyi Türkiye'ye getirecek, okutacak, besleyecek,
yerleştirecek… Ondan sonra geldi, bu oldu. Aksamalar olmadı mı? Oldu.
Ama, unutmayalım -Köksal Bey'den bu izahatı Sayın Kültür Bakanımız
alabilir- onların bu gayretlerine sivil toplum örgütleri el verdi,
yardımcı oldu. Hatta, zannediyorum, yanılmıyorsam, kendileri de
sonra bir vakıf kurdu bu konuda. Yani, bu iş el birliğiyle…
Büyük projeler sadece
memurlara havale edilmez, memuriyetten gelen birisi olarak söylüyorum.
Hepimiz devlette bulunduk, devlet memuru olmakla iftihar ederiz.
Ama, siz büyük bir proje getiriyorsanız, ister ekonomik olsun ister
kültürel olsun, toplumu buna angaje etmeniz lazımdır. Bunun örnekleri
çoktur. Dolayısıyla, bu perakende çabalar ilk defa toplanıyor.
Kültür Bakanlığının
da ve diğer teşekküllerimizin de bu tanıtımda yerleri ve rolleri
olmuştur. Önemli bir ikisini hatırlayalım: Muhteşem Kanuni Sergisi
çok büyük ilgi görmüştür. Aylarca Londra'da, Paris'te, Amerika şehirlerinde
kuyrukları gördüm ben. Yani, birkaç sene sürdü bu. Ne zaman gitsem
"Ne oluyor?" diye gitmişimdir. Aynı malzemeyi görüyorum
ama, merakla, insanlar bunun kendileri için kültürlerine ve dünya
görüşlerine bir katkı yaptığını görünce buralarda kuyruklar yapmışlardır.
Şimdi bu daha da zaruri,
çünkü Türkiye kuşatılmak isteniyor. Bu Ermeni tasarısını dün…
Şimdi kendileri burada değiller, Sayın Büyükelçimiz Şükrü Elekdağ,
bir "kollek ( meslektaş ) " olarak son temaslarını -Amerika'da-
rica ettim, lütfettiler anlattılar. Askıya alınmış sadece, bir Demoklesin kılıcı gibi
tepemizde.
Bu arada, işte Sarkozy'nin
durumu. Açıkça, hem kampanyada Türkiye aleyhtarlığı yaptı sebeplerini
söyleyerek hem de şimdi ikinci tura girerken rakibesiyle yaptığı
açık oturumlarda Türkiye'yi, tu kaka, elinin tersiyle itiyor. Tabiatıyla,
öyle bir tutarsızlığı da var ki bu şahsın, Macaristan'da karma bir aileden
gelme, ırkçılığın kurbanı olmuş bir etnik kökenden gelme, Fransa'ya
gelmiş; yine kendisi gibi göçmenlere ve yine ırkçılık bazında
aleyhte tutum takınıyor.
Peki, biz, bunların
üstesinden nasıl geleceğiz? Çıkarmalarla. Yani ne gibi çıkarmalar?
Paris'e çıkarma, Lyon'a çıkarma yapacağız; onların kazandığı en büyük
şehirlerde Türk kültürünü, Türk medeniyetini… İki yüze yakın devlet
var Birleşmiş Milletler listesinde ve içeride, harbin sonunda sadece
kırk küsurdu. Meşhur beyanname neşredildikten sonra gelenler, kırk
kadar, kırk beş kadar devlet. Yirmi beş-otuz sene tarihin derinliklerine
gittiğimiz zaman, ancak yirmi kadar devleti ve millet topluluğunu
sayabiliriz. Londra'daki "Türkler" sergisi, onun da önünde
kuyruk var, bin yıllık tarih ve kültür sergisi bunu ispat ediyor Londra'nın
ortasında. Böyle sergiler açabilecek kaç millet var? Çinliler açabilir,
Ruslar açabilir, Araplar açabilir, Mısırlılar, Yunanlılar filan,
liste bitiyor. Bugün büyük kültür ve medeniyetinden bahsettiğimiz
Almanya, birliğini ancak 19'ucu asırda yaptı, İtalya deseniz öyledir,
diğer milletler yeni doğdular. Dolayısıyla, bu, bizim en büyük gücümüzdür;
bu gücü kullanmakta fayda vardır ve bu bir zaruret hâline gelmiştir.
Canlı yaşadığım bir olayı söyleyeyim ve dil meselesine geçelim.
Senelerce evvel Londra'da büyükçe bir resepsiyona ben de davetliydim
ve gittim; kalabalık, büyükelçiler, devlet ricali, vesaire, başka
tanıdıklarım var. Birisi böyle kıpırdadı falan, neyse, bir baktım
beni buldu. Dedi ki: "Burada, geleceğini tahmin ediyorduk. Habeşistan
Büyükelçisi sizinle görüşmek istiyor." Tabii, önce anlamakta
güçlük çektim. Habeşistan'la benim bir alakam yok, Habeşistan'da araştırma
da yapmıyorum. Gittim. Habeşistan Büyükelçisi dedi ki: "Bize
yardım etmenizi istiyoruz." Buyurun ekselansları, ne gibi
bir yardım? "Biz…" Bakın, rahmetli Atatürk'ün dehasını, bir
daha, burada zikretmemiz gerekir. "Tarihimizi…" Habeş,
tabii onlar "Etiyopya" diyorlar, artık isim değişti.
"Tarihimizi yeniden yazıyoruz. Bunun için bir komisyon, encümen
kurduk ve tarihimizin derinliklerine gittikçe, Osmanlılarla karşılaştık."
Çünkü, meşhur, Osmanlı Habeş eyaleti vardır. Habeş eyaleti üzerine
de Türkiye'de güzel etütler vardır. Bir tanesi de İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesinde yapılmıştır, bu isimle. "Orada, Osmanlılar
gelmişler, şu şu şehirlerimizin bulunduğu yerde şu kadar süre kalmışlar.
Elimizde arşiv vesikası olmadığı sürece bir şey yazmamız mümkün
değil. Arşivleri almak istiyoruz, karşımıza yüz tane müşkülat çıkıyor."
Türkiye'den almak istiyorlar. Tabii, bunları, rutin kanalla, yani,
büyükelçi, büyükelçilikteki kültür ataşesi filan… O kültür ataşelerinin
büyük çoğunluğu, öğrenci işinin altında ezilmektedirler, çünkü,
kültür ataşesi, talebe müfettişliği aynı sıfatta bulunuyor birçok…
Tabii, gitmişler, tabii, zorluklarla karşılaşmışlar. "Sizin Ankara'da
ve İstanbul'da da ilişkilerinizi biliyoruz, bize yardım eder misiniz?"
Bir örnek olarak veriyorum. Tabii, yardım ettik, tabii, bizzat üzerimize
meseleyi aldık. Buna benzer otuz küsur ülke var bölgemizde, tarihleri
Türkiye'yle irtibatlı. Bu Türkiye'deki arşivleri, vesikaları,
belgeleri elde edemezlerse… Bu tasarı onu getiriyor. İnceleyen
arkadaşlar biliyor. Burada, belgeler verilecek onlara, temin edilecek.
Oralarda açılmış olan Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri bunu yerine
getirecek. Tabii, en önemli fonksiyonlardan birisi bu.
Tasarının, Türkçeyi
yaygınlaştırma ve ortak Türkçe… Şimdi, buna çok kısa bakalım. Gerçi zaman doluyor, ama çok kısa bir
iki şey söylemek istiyorum.
Dil bilimcilerin incelemeleri
dünyada 2.200'e yakın dil olduğunu gösteriyor, 2.200. Bu civarda dil
var. Bunun sadece 200'e yakını Hindistan'dadır. Hindistan'daki resmî
dil 9 civarındadır, yanlış kalmadıysa, ama, bu diller konuşuluyordu.
Afrika'da öyle. Kafkasya'da, Kafkas dağlarında Arap coğrafyacıları,
o dağların o çok lisan konuşulan tarafına "cebeli elsine"
demişlerdir, "cebel" malum, dağ, "elsine" lisanlar.
Buradan Elmadağ, Elmadağ'ı aşın, Kırıkkale'ye kadar gideceğiniz
alanda 15-20 dil konuşuluyor o mıntıkada, Dağıstan'a girişte. Her
bir köyün neredeyse bir dili var. Ölen diller de var. İşte bir tanesi
Ubıhça. Ölmemesi için lengüistler çalışıyor. Bu 2.000 küsur dilin
içerisinde 1 milyonun üzerinde insanın konuştuğu dil sayısı 75. Öbürleri,
kabileler, köyler, vesaire. Bu 75 dil incelenmiştir UNESCO tarafından,
yayınlanmıştır. En fazla konuşulan 10 dil vardır. Dünyada en fazla
konuşulan, bu 2.200 içerisinde 75, onun içinde 10 lisan vardır.
Benim bir başka sebeple
yurt dışında yaptırdığım bir araştırma da -vakit yok onlara girmeye-
bunu teyit etti. Hangi lisanlar bunlar? Sırayla arz ediyorum, UNESCO'nun
tespit ettiği en çok konuşulan lisanlar: Birincisi İngilizce, Yaymışlar,
tabii, Kuzey Amerika en önemli payı alıyor. İspanyolca, bütün güney
kıtası Latin İspanyası. Çincenin Mandarin lehçesi. Çince dediğimiz
şey, birçok dilden müteşekkil; Mandarin lehçesi. Sonra, Bahasa Endonezya.
O mıntıkaya ben hasbelkader gittim. Endonezya'da ve Malezya'da konuşulan
dil. Sonra? Sonra, Türkçe. Sıralamada 5'inci geliyor. Dünyada 180
milyon ve 200 milyon arasında kişi Türk menşeli dil konuşuyor. Sonra
Arapça, Portekizce -Portekizce, Brezilya sebebiyle- Rusça, Fransızca,
Almanca. Yani, modern diller bakın Türkçe'nin ne kadar arkasında. Öyleyse
arkadaşlar, dilimizi dünyanın büyük dilleri arasında görmeliyiz,
öğretmeliyiz, uluslararasında konuşulan dil hâline getirmeliyiz.
Bazı harcamalar kaçınılmazdır, ama bu harcamalar bize çok daha fazlasıyla
döner. Bunu da hemen refere edeyim ki, 40-50 bin dolar için bir uluslararası
kuruluştan, önemli bir kuruluştan, Türkçenin, o parayı ödemeyelim
diye çıkarılması da çok büyük bir hata olmuştur.
İşte, buna ilaveten…
Birkaç dakika verebilir
misiniz Sayın Başkan?
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Yalçıntaş.
NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla)
- Sağ olun.
…iki önemli problemimiz
daha var: Niçin dilimizi işleyeceğiz, yayacağız, öğreteceğiz,
müesseseler açacağız, burslar vereceğiz ve yayınlar yapacağız? Birincisi,
ortak dil için. Türk havzası da oldu, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne. Rahmetli
Atatürk'ün rüyası. 1930'larda, burada, Ziraat Bankasındaki bir törende
söylediği sözleri hatırlayın. Ama, bu havzada, Adriyatik'ten Çin
Seddi'ne kadar olan havzada, batı Türkçesi hariç -yani Hazar'ın batısında
bulunan Azerbaycan, Türkiye, Kırım, Kıbrıs, İran, Irak vesaire, bunlar
hariç- doğuya gittiğimizde, yani Kıpçak dünyasına geçtiğimiz zaman,
ortak Türkçede epey bir kayıplar var. Öyleyse, bu ortak Türkçenin yaygınlaştırılması
bir kültürel programa ve teşebbüse bağlı.
İkincisi, dilimizin
yabancı istilasından kurtarılması için bu gayret lazım. İnelim şuradan,
Ulus'a doğru gitmeye de lüzum yok, Kızılay'da manzara meydana çıkar:
İngilizce, Fransızca, hem de onların imlalarıyla. Hele, İstanbul
gibi Türk kültürünün merkezi olan bir yerde, benim yaşadığım caddede
-geçen gün merak ettim, saydım- altmış küsur dükkân, mağaza vesaire
var. Nişantaşı'nın Abdi İpekçi Caddesi. Sadece altı tane Türkçe levha
gördüm. Hepsi ya Fransızcadır, ya İngilizcedir, üstelik de onların
yazış şekliyle. Demek ki, bir de kültürel istila karşısındayız. Bundan
yüz sene evvel Gaspıralı İsmail "dilde, fikirde, işte birlik"
dedi. Önce dili koydu. Dilleri anlaşamayan insanlar arasında hangi
birliği kuracaksın? İktisadi birliği dahi kuramazsın.
Dolayısıyla, bugün,
bu acil mesele bu tasarı ile gelmiştir. Tebrik ediyoruz, teşekkür
ediyoruz. Türkçenin bozulmasını önlemek için de bir komisyon kuruldu,
çalışıyor: Türkçenin bozulma ve yabancılaşmasını önleme… Sayın
İstanbul Milletvekili Ekrem Bey bunun başındadır. İnşallah, güzel
sonuçlar alacaklar.
Şimdi bir yeni kuruluş
doğuyor. Yunus Emre Vakfı doğuyor, Türk kültür merkezleri doğuyor,
enstitüsü doğuyor. Kültür Bakanlığını tekrar tebrik ediyorum ve
fakat aynı zamanda arz ediyorum ki, Meclisimiz önemli bir hizmeti
yerine getiriyor. Biz yepyeni bir müessese kuruyoruz, kültürümüzü,
sanatımızı, tarihimizi dünyaya sunmak için. Hayırlı olsun ve sağlam
bir kuruluş meydana getirelim ve etkili bir şekilde bu kuruluşu
yürütelim.
Hepinize en kalbî duygularımla
selamlarımı arz ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Yalçıntaş.
Sayın milletvekilleri,
birleşime saat 14.30'a kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.09
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 14.34
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
1394 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının tümü üzerinde
şimdi söz sırası Denizli Milletvekili Mehmet Yüksektepe'ye aittir.
Buyurun Sayın Yüksektepe.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET YÜKSEKTEPE
(Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1394 sıra sayılı
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Yunus Emre, şimdiye kadar yeterince bilinmemiş, yeterince anlaşılmamış
ve bu noktada iki hususu sizlerle paylaşmak istiyorum. Yunus Emre'deki,
birincisi, insan ve evren sevgisi; ikincisi ise, Türkçe bilinci. Yunus
Emre milletimizin yetiştirdiği en önemli gönül ve hâl adamı ve hayatına
dair hemen hemen pek bir şey bilinmiyor. Ancak, halkımız hayatı hakkında
fazla bir şey bilmediği hâlde Yunus Emre'yi çok sevmiştir. Hatta, Anadolu'nun
birçok yerinde Yunus Emre'ye ait mezarlar vardır. Bu gönül adamını
neredeyse her yöre kendi hemşehrisi olarak kabul etmiştir. Hatta,
Yunus'tan sonra pek çok halk tekke şairi Yunus Emre adını kullanarak
şiir söylemiş, Yunus gibi şiir söylemeyi geleneği hâline getirmiştir.
Bu noktada tarihsel
ve diğer verilere baktığımızda en kuvvetli görüş Yunus Emre'nin mezarı
ve türbesiyle ilgili, bugün Ankara ve Eskişehir yolu üzerinde Sarıköy
yakınlarında mezarı ve türbesi bulunmaktadır. Tabii, bunu söylerken
Anadolu'nun diğer bölgelerindeki "Yunus Emre bizim bölgemizdedir,
bizim beldemizdedir." diyenlere de saygı göstermekteyim.
Değerli arkadaşlar,
Türk halkı Ömer Seyfettin'in deyişiyle arifane bir halktır. Halkımız
gönül penceresinden bakar, sezgileri kuvvetlidir, kendini seveni,
kendisi gibi olanı çok sever. İnsanımızın Yunus sevgisi çok anlamlıdır.
Bu sevgiyi iyi okumak gerekir. Onun bazı mısralarından, tasavvuf
edebiyatının büyük üstadı Mevlânâ Celâleddin Rûmî'yle karşılaştığı
anlaşılmaktadır.
Yunus Emre'nin 13'üncü
yüzyılın ikinci yarısı ile 14'üncü yüzyılın ilk yarısı arasında yaşadığı
söylenebilir. Yaşadığı dönem, Anadolu Selçukluların sonu ile Osman
Gazi devrine rastlamaktadır. Bu dönem, Anadolu'da bir devrin bitip
bir devrin başladığı dönemdir. Hatta bu dönem, devlet otoritesinin
kaybolduğu, büyük bir boşluk ve karmaşanın yaşandığı dönemdir. Yunus,
böyle bir karmaşa ortamında kaybolan otorite boşluğunda gönülleri
de sevgiyle doldurur. Şiirlerinin çoğunda insan sevgisine vurgu
yapması da bundandır.
Bu anlamda, özellikle
çağımızda ve şiddetin son dönemde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde
de giderek artması ve bugünkü geldiğimiz çağda özellikle gençlerimizin,
yeni nesillerimizin, Yunus Emre'nin bu engin insan sevgisiyle mutlaka
buluşturulması gerekmektedir.
Yunus Emre şöyle diyor:
"Bir kez gönül yıktın
ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil.
"
Yunus Emre, ortaya
koyduğu böyle bir insan sevgisiyle, dünya kültürüne de büyük katkı
yapar. Üstat, üstün bir düzey ve aşılmaz bir değer oluşturur. Kendi
kültürümüzün olduğu gibi, dünya kültürü ve medeniyetinin de en
değerli yapı taşı insan sevgisinin üst sınırını çizer. Bu bakımdan,
o, sadece yaşadığı devirde değil, çağımızın ve gelecek çağların
da yol göstericisidir. Bütün yaratılmışları kapsayan engin sevgiyle
düşünceleri, insanlık var oldukça devam edecektir. O, bütün insanların
hem kendileriyle hem de evrenle kaynaşmasını sağlamak, insanın evrenin
bir parçası olduğuna, evrenle uyum içinde olması gerektiğine inanır
ve bu düşünceleri dile getirir.
Yine, Yunus Emre bir
şiirinde şöyle der:
"Sözü bilen kişinin,
yüzünü ak ede bir söz,
Sözü pişirip diyenin
işini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı,
söz ola bitire başı,
Söz ola ağulu aşı, yağ
ile bal ede bir söz.
Kişi bile söz demini,
demeye sözün kemini,
Bu cihan cehennemini,
sekiz cennet ede bir söz.
Yunus şimdi söz yatından,
söyle sözü gayetinden,
Pek sakın o şah katından,
seni ırak ede bir söz."
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kültür ve medeniyetimiz için onun en önemli özelliği
Türkçe bilincidir. Yunus, sayfalarca açıklama gerektiğinde -zor
durumlar ve karmaşık ayrıntılar- en kısa ve etkili bir biçimde söyleyebilecek
bir gönül adamıdır.
Yunus Emre Anadolu'da
gönül adamı olarak tek midir? Elbette hayır. Bu kapsamda baktığımızda
özellikle öne çıkan isimler, Harezmi, Farabi, Biruni, İbni Sina,
Kaşkarlı Mahmut, Ahmet Yesevi, Uluğ Bey, Ali Kuşçu, Mevlânâ, Hacı Bektaş
Veli, Fuzulî ve diğerleri.
Kültür Bakanlığımız
bu adımı atmakla, tüm bu değerleri de hem Anadolu'da hem de tüm dünyada
bu engin bilgi birikimini, engin deneyimi ve medeniyet birikimini
yaymak noktasında çok olumlu bir adım atmıştır.
Bunlar, bu saydığım
şahsiyetler, yıllarca, hem Asya'nın göklerini aydınlattılar hem de
insanlığın ufkunu genişlettiler. Bu muhterem insanlar bilgelik
evinin sultanları idiler. Bugün dünyada çok insan var, ama, insanlık
çok az. Dolayısıyla bu insanlar, bu âlimlerden, bu bilgelerden alacakları
çok insanlık dersleri var.
"Kişi doğdu, öldü,
sözü kaldı bak!
Özü gitti insanın,
adı kaldı bak!"
Değerli dostlar, Anadolu
halkını bir yandan dinî inceliklerle buluşturan Yunus, söyleşi
özellikleriyle Orta Asya'da konuştuğumuz öz Türkçeyle buluşturur.
Başka bir ifadeyle şöyle demek gerekir: Bizler, Yunus'tan, insani,
dinî inceliklere ulaşır ve kendimizi buluruz. Bu bakımdan, insanımız,
medeniyetimiz ve düşünce dünyamız için temel belirleyendir Yunus.
Bir ara, Yunus,
Mevlânâ'yla karşılaşır. Bu sıralarda Mevlânâ, başyapıtı kabul edilen
Divan-ı Kebir'i yeni bitirmiştir. Yeni
bitirdiği bu eseri incelemek üzere Yunus'a verir. Yunus, şöyle bir bakar,
biraz inceler. "Divan-ı Kebir'i çok söylemişsin. Ben olsaydım,
'ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm' derdim."
Saygılar sunuyorum.
Bu yasanın hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Yüksektepe.
Tümü üzerinde şahsı
adına söz isteyen Sami Güçlü, Konya Milletvekili.
Buyurun, Sayın Güçlü.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) -
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.
Bugün, Yunus Emre Vakfı
Kanunu Tasarısı'nı görüşüyoruz. Dün, İstiklal Marşının Kabulü ve
Mehmed Akif Ersoy'u Anma Günü İlan Edilmesi Hakkında Kanun Tasarısı'nı
görüştük. Dün de ifade ettim, Sayın Enis Tütüncü Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, AK Parti Grubu adına Sayın Nevzat Yalçıntaş, çok dikkate
değer konuşmalar yaptılar. Kültürümüzün ve ortak değerlerimizin
ne kadar önemli olduğuna dikkat çektiler, hepimizi etkilediler. Dolayısıyla,
teşekkürlerimi tekrar yineliyorum burada.
Bugün, aynı konuya
yönelik olarak önemli bir kanun tasarısını görüşeceğiz, Yunus Emre
Vakfı Kanunu Tasarısı'nı. Evvela, Yunus Emre hakkında birkaç söz
söylemek istiyorum. Dünkü konuşmamda da ifade etmiştim, bugün tekrar
edeceğim. Anadolu topraklarında, Türk yurdunda, uzun tarihî geçmiş
içerisinde, düşünce, sanat ve tasavvuf adamları içerisinde en çok
sevilen kim dersek, Anadolu halkının söyleyeceği söz, Yunus Emre'dir.
Tabii, bu büyük ve uzun zaman aşıp gelen sevginin kolayca oluşmayacağını,
oluşsa bile bu kadar uzun bir süre taşınmayacağını hepimiz tahmin
edebiliriz. Yani, bir düşünce zemini, bir fikir zemini, gönüllerde
yer eden kuvvetli bir etkisinin olduğu ortadadır, yani, Mevlânâ gibi,
Hacı Bektaş Veli gibi, Şeyh Edebali gibi.
Yunus Emre'nin düşünceleriyle
ilgiyi birkaç cümle ifade etmek istiyorum. Evvela, ana fikir, sevgiyi
felsefe hâline getirmiş bir insandır. Yaklaşık yedi yüz yıldır, Türk
milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz
olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus
Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış
bir gönül adamıdır.
Bazı kaynaklarda,
Anadolu'ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup 1238 dolaylarında
doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir. Tıpkı, 1320 dolaylarında
Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi.
Yunus Emre'yi öne çıkaran
önemli bir özellik, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri
bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. "Din tamam olunca doğar
muhabbet." diyen Yunus, İslam'ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik,
iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder. Yunus'un sanat
anlayışı, dinî ve millî değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini
gösterir. Tasavvufa, Türkçenin en güzel ve en güçlü özelliklerini
kullanarak tercüman olur. Gerçekten, 11, 12 ve 13'üncü asırlarda Türkistan
ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri
arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da
Yunus Emre.
Yunus'un insan sevgisini
ilahi sevgiyle nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı ifadesi,
bir mısrada kendisini bulur: "Yaratılanı hoş gör, Yaradandan
ötürü." Yunus Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk,
mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Mademki
insanoğlu ruh yönüyle Allah'tan gelmektedir, öyleyse insanlar, hiçbir
şekilde birbirinden bu anlamda ayrılmazlar. Dolayısıyla, sözün
özü, Yunus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyan, seven herkes
için çok şey ifade eder.
Bu tasarı üzerinde,
benden önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Mustafa Gazalcı,
AK Parti Grubu adına da Sayın Nevzat Yalçıntaş grup adına görüşmeler
yaptılar; Sayın Mehmet Yüksektepe de şahsı adına söz aldı. Ben, daha
teknik bir konuşma yapacağım, yalnız bunun sebebi ise alt komisyonda
yaptığımız çalışmalarla ilgili biraz bilgi vermek, ama, ondan önce,
birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum. Onları da şöyle ifade ediyorum,
yorum yapmadan aktaracağım:
2006 yılında, Fransız
Cumhurbaşkanı Jacques Chirac "Türkiye Avrupa Birliğine girmek
isterse, bir kültürel reform yapmalıdır…" Aynı yıl, 9'uncu Türk
Kurultayında, Sayın Başbakanın ortaya attığı yeni hedeflerden
bir tanesi, Türkçe konuşan devletler arasında ortak ders kitaplarının
yazılmasıdır. Bunu bir adım ileriye götürürsek, ortak bir alfabenin
kurulması, geliştirilmesi, kabul edilmesi konusu gelmektedir.
2007 yılı UNESCO tarafından
"Mevlânâ Yılı" olarak ilan edilmiş ve kutlanmaktadır. 2008 yılı,
Frankfurt Kitap Fuarında "Türkiye Yılı" olarak kutlanılacaktır
ve 2010 yılı için de İstanbul "Avrupa Kültür Başkenti" ilan
edilmiştir. Dolayısıyla, kültürümüzü korumak, geliştirmek, anlatmak,
aktarmak ve bu konuda yeni çalışmalar yapmanın zamanıdır. Bu, zaten
geçmişte de devam eden bir faaliyettir. Ama, içinde bulunduğumuz zaman
diliminde daha yoğun bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Ortak paydamızı
büyütmek, bunun etrafında güçlenmek, kendimize olan öz güvenimizi
kazanmak ve başkalarına tanıtmak; Mevlânâ'yla, Yunus Emre'yle ve kitap
dünyamızla ve Türk dünyası arasında alfabe birliğini sağlayarak
ortak düşünceyi geliştirmek üzere.
29 Martta Millî Eğitim,
Kültür Komisyonuna gelen tasarı, gerek amacı gerekse hedefleri
itibarıyla, kapsamı itibarıyla Komisyon üyelerimiz tarafından
geniş olarak kabul gördü. Çünkü, kültürel mirası, Türk dilini, kültürünü,
sanatını tanıtmak, yabancı ülkelerle dostluğu geliştirmek, kültürel
alışverişi artırmak, gerekli olan bilgi ve dokümantasyonu istifadeye
sunmak ve Türk dilini öğrenmek isteyenlere hizmet vermek amacıyla
yurt dışında, yabancı ülkelerde Yunus Emre Türk kültür merkezlerini
açmak, Türkiye'de Yunus Emre araştırma enstitüsü kurmak üzere bir
vakıf kurulmasıydı hedef. Bugüne kadar bu yönde faaliyet gösteren
ülkeleri biliyoruz. Almanların, Fransızların, Amerika Birleşik
Devletleri'nin, İspanyolların yoğun faaliyetini, ülkemize de yansıyan
faaliyetlerini biliyoruz. Biz de bu konuda faaliyetlerde bulunduk.
Dışişleri, Kültür Bakanlığımız, Millî Eğitim Bakanlığımız bünyesinde
bu faaliyetler oldu. Ama, çok etkin ve yaygın bir şekilde yapamadık.
İşte geçmişte bu yapamadığımız faaliyetlere katkı sağlamak üzere
bazı düşünceler, oluşumlar da ortaya çıktı. Bunlardan bir tanesi,
1961 yılında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü kuruldu ve bir bakıma,
yukarıda ifade edilen amaçları gerçekleştirmek üzere yayın faaliyetine
geçti. Bir dernek statüsündeydi ve devletten yardım alarak bu faaliyeti
çıkarıyordu. 1970'lerde gerekli kaynak sağlayamayınca bu faaliyet
durdu. 1992 yılında Sovyet blokunun dağılmasından sonra ortaya çıkan
Türk dünyası ve Türk cumhuriyetlerine yönelik, özellikle Balkanlar,
Kafkaslar ve kültür dünyamızla ilgisi olan ülkelerde gelişmeleri
takip etmek, onlara teknik destek vermek amacıyla Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı kuruldu. Bu birliğin amaçlarından bir
tanesi de, eğitim ve kültür alanlarındaki iş birliği programlarının
yurt dışında Türk kültür merkezleri aracılılığıyla yürütülmesi
için gerekli düzenlemeleri yapmak, şeklindeki bir amaç yer aldı. Ama,
sadece eğitim ve kültür değildi TİKA'nın amacı, onun dışında daha
çok teknik projeler ağırlıklıydı. Bunun dışında, Türk kültür ve sanatları
ortak yönetimi "TÜRKSOY" adıyla, 1993 yılında, Türk dilini
konuşan altı ülkenin kültür bakanlarının öncülüğünde TÜRKSOY
oluşturuldu.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güçlü,
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
TÜRKSOY da, Türk dili
konuşan ülkeler arasında ortak Türk kültürünü, dilini, sanatını,
tarihini, sanat ürünlerini, tarihî mirasını, kültürel değerlerini
araştırmak, geliştirmek, tanıtmak, gelecek kaynaklara, gelecek nesillere
aktarmak ve kalıcı kılmak, gibi ifadelerle amacını tarif etti. Bunlar
çok önemli faaliyetler, arayışlar, ama, burada da arzu ettiğimiz neticeyi
alamadık.
Bakanlığımız, bunun
üzerine, yeni bir tasarı daha hazırladı; 29 Martta Komisyonumuza
intikal etti, Meclise intikal ettikten sonra. Burada yeni bir model
arayışında olduklarını ve bir model geliştirdiklerini söylediler.
Çünkü, geçmişte sivil toplum kuruluşlarına devredilen bir kısım
kültürel faaliyetlerin arzu edilen anlamda sonuç vermediğini, benim
biraz önce saydığım Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsünün belli
bir müddet sonra faaliyetini durdurmak zorunda kaldığını, TÜRKSOY'un
bazı sebeplerle sadece sınırlı altı ülke içerisindeki faaliyetlerde
de yine belli bazı başarılar dışında sürekliliği sağlayamadığını
ifade ettiler ve dolayısıyla, bir devlet vakfı, devletin desteğini,
kaynaklarını kullanacak, kanunla kurulmuş bir vakıf... Tabii, bu,
Komisyonumuza geldiğinde, oluş şekli, organizasyon şekli konusunda
-biraz önce Mustafa Gazalcı'nın ifade ettiği gibi- o gün Komisyonda
bulunan arkadaşlarımız, başta Muharrem İnce olmak üzere, hepimiz,
bu kuruluş şekli konusunda, Mütevelli Heyete, Yönetim Kuruluna,
Denetleme Kuruluna ve yurt dışında olacak Koordinasyon Kuruluna
acaba biraz sivil karakter katılamaz mı diye düşündük ve alt komisyona
havale edildi. Alt komisyonda yaptığımız çalışmalarda -Muharrem
Bey söz alacaksa ifade edecektir- büyük ölçüde mutabakat sağlayarak,
evvela, yapıyı bütünüyle değiştiremedik.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güçlü,
lütfen…
Teşekkür için açıyorum.
Buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla)
- Peki efendim, ben de özetleyerek konuşmamı tamamlayayım müsaade
ederseniz.
Alt komisyonda yaptığımız
çalışmalarda, Yunus Emre Mütevelli Heyetinin bize geldiğinde 9
üyesi vardı, TOBB üyesi hariç, bakanlardan oluşuyordu. Yani, 8 tane
bakan vardı. Yönetim Kurulu ise 7 üyeden oluşuyordu; yine, sadece
TOBB üyesi ve üniversitelerden gelecek 1 üye dışında, yani 5 üyesi
bu defa genel müdür ve müsteşarlardan oluşuyordu. Denetleme Kurulunun
da yapısı, yine, 5 üyeden oluşuyor ve tamamen bakanlık temsilcilerindendi.
Danışma Kurulu ise 11 üyeden oluşuyordu. Bunların içerisinde, yine,
sivil karakterli Odalar ve Borsalar Birliği temsilcisi ile üniversitelerden
gelen 5 üye vardı.
Ben çok özetle şu ifadeyi
sunmak istiyorum: Bakanlar Kurulundan Meclise intikal eden, Komisyonumuza
intikal eden Vakfın yapısı konusunda bütünüyle bir değişiklik yapmadık.
Komisyonumuz bu görüşü, Bakanlıktan aldığımız bilgilerle tamamen
değiştirmedi, ancak yapıyı büyük ölçüde sivilleştirdi. Örnek şöyle:
Mütevelli Heyetin 9 üyesine 6 sivil ilave ettik. Bu üyeler; Üniversitelerarası
Kurulun seçtiği 2 üye, eğitim, kültür, sanat alanlarında faaliyet
gösteren dernek ve vakıf yöneticilerinden 2 üye, kültür, sanat ve
dil alanında çalışmalarıyla tanınmış 2 üye, toplam 6 üye ilave edildi.
Yönetim Kuruluna ise, aynı şekilde 7 üyeye 3 yeni üye daha katıldı.
Bunlar yine üniversitelerden gelen 1 temsilci, dernek ve vakıflardan
gelen 1 temsilci, kültür, sanat ve dil alanında çalışmalarıyla tanınmış
kişiler arasından seçilen 1 üye olmak üzere 10'a çıkartıldı. Özellikle,
Denetleme Kurulu konusunda, Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşlarımız…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
teşekkür ediyorum.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla)
- Sayın Başkan, ben, bir dakika daha…
BAŞKAN - Lütfen Sayın
Bakan, hayır; iki dakika fazla süre verdim.
Teşekkür için açıyorum
Sayın Bakan, buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla)
- Peki.
Efendim, Denetleme
Kurulu konusunda, arkadaşlarımızın teklifiyle, iktidar ve ana
muhalefet partisi tarafından belirlenecek 2 üyenin bu Vakfın Denetleme
Kurulunda yer almasını ifade ettik. Danışma Kurulundaki üye sayısı da 11'den 35'e çıktı,
24 yeni sivil üye ilave edildi.
Ben, vakti çok aştığım
için Sayın Başkanımdan özür diliyorum. Konuyla ilgili diğer arkadaşlarım
ilave açıklamalar yapacaklardır.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güçlü.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN - Karar yeter
sayısı arayacağım Sayın Koç.
…oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.00
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.08
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
1394 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının maddelerine
geçilmesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi
tasarının maddelerine geçilmesini tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısını arayacağım.
Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır ve kabul edilmiştir.
1'nci maddeyi okutuyorum:
YUNUS EMRE VAKFI KANUNU TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam ve Tanımlar
Amaç ve kapsam
MADDE 1- (1) Bu Kanunun
amacı; Türkiye'yi, kültürel mirasını,
Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin diğer ülkeler
ile dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini artırmak, bununla
ilgili yurt içi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine
sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere
yurt dışında hizmet vermek Türkiye'de Yunus Emre Araştırma Enstitüsü
ve yurt dışında Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri açmak için merkezi
Ankara'da olan Yunus Emre Vakfının kurulmasına ilişkin esas ve usûlleri
belirlemektir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Muharrem İnce, Yalova
Milletvekili.
Buyurun Sayın İnce.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM
İNCE (Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Öğleden önceki oturumda,
her zaman kendisinden çok şey öğrendiğimiz Değerli Hocamız Sayın
Yalçıntaş'ı dinlerken, şu dönemde on tane kanun saysak, bir tanesini
bunu sayacağını, o kadar önemsediğini söyledi; keşke, kendisine
katılabilseydim.
Yine, Sayın Sami Güçlü'nün
uzlaşmacı kişiliğiyle alt komisyonda çekincelerimizin önemli
bir kısmını giderdik. Fakat, yine, çekincelerimiz devam ediyor burada.
Nedir bunlar? Vakfın adının "Yunus Emre" olması, vakfın hemen
iyi olduğunu, güzel olduğunu göstermez. Bir parti kursa birisi,
biz temiz partiyiz dese, başlangıçta daha hemen onu temiz olarak kabul
edemeyiz. Yeni bir şeyin hemen iyi olduğunu kabul etmek, onun güzel
olduğunu kabul etmek, yeninin eskileşme sürecini hızlandırır.
Nedir buradaki yanlışlıklar?
Ben, Sayın Bakandan, bu kürsüye çıkıp, şunu açıklamasını istiyorum:
Israrla, İspanyol modelini, İngiliz modelini, Alman modelini örnek
aldığınızı söylediniz. Siz, sadece şunu söyleyin Sayın Bakan, çıkın,
bu kürsüye gelin, deyin ki, İspanyol modelinde de, Alman modelinde
de, İngiliz modelinde de yönetimlerde, mütevelli heyetlerinde 8
tane bakan var. Bir tane gösterin bana. Bırakın 8 bakanın olmasını,
1 tane bakan var mı buralarda? Siz mademki bir sivil oluşum oluşturmak
istiyorsunuz, ama, bu, devletin sivil girişimi gibi oluyor. Nedense,
başlangıçta iyi bir düşüncenin içine öyle bir şey sıkıştırıyorsunuz
ki; işte, örneğin, illere üniversite kurmak. Herkes ister üniversiteyi,
ama, bir geçici madde ekliyorsunuz, diyorsunuz ki: "Kurucu rektörleri
Bakanlar Kurulu atar." Hemen amacınız ortaya çıkıyor. Demek
ki, derdiniz, Üniversitelerarası Kurulu ele geçirmek.
Burada da, yine, ülkemizin
tanıtımının yıllardır bir sorun olduğunu hepimiz biliyoruz. Dışişleri
bunu yapamadıysa, eksiklikler varsa, giderelim. Yani, Sayın Cumhurbaşkanı
adayımızın yapamadığını bir anlamda siz yapacaksınız burada Sayın
Bakan. Bu anlamda da sizi kutluyorum tabii ki.
Elçiliklerimizin
olduğu ülkelerde kültür merkezleri açamıyor muyuz, buralarda dil
kursları düzenleyemiyor muyuz? Nedir eksikliğimiz? Bunları kapatabiliriz.
Dışişleri Bakanlığının
bazı yetkilerini teşkilat kanununu değiştirmeden devretmiş oluyorsunuz
burada. Kültür etkinlikleri düzenleyecek birimler sivil örgütler
olmalı, doğru. Fakat, az önce de dediğim gibi, 8 bakandan şimdi vazgeçmek
üzere olduğunuzu duyuyorum, bunu 4'e düşürmek üzeresiniz
herhâlde. Bu, neden? Yani, biz muhalefet etmeseydik, siz Bakanlar Kurulunun
tümünü yazacaktınız oraya, azalta azalta 4'e kadar geldiniz. Ülkemizi
temsil edecek, tanıtacak kişilerin, uzmanların her türlü siyasi
baskıdan uzak olmaları gerekir ki, bu, çok temel bir kuraldır. Yani
-Dışişleri, Maliye, Millî Eğitim, Kültür Turizm Bakanı, 4 tane Devlet
Bakanı- bu nasıl bir sivil oluşumdur, doğrusu anlayabilmiş değilim.
Yine, Anayasa'mız açısından
da sakıncalı bir durum söz konusudur. Şimdi, bakınız, benim elimde
bir yazı var. Ben 2004 yılında Meclis Başkanlığına -hem de Millî Eğitimin
uygulamalarını protesto etmek için- bir dilekçe verdim. Hemen Dışişleri
Bakanlığının arkasında Ömer Seyfettin Lisesinde dersler boş geçiyor,
fizik dersi boş geçiyor. Ben buradaki derslere girmek istiyorum,
ücret de istemiyorum, dedim. İzin istedim Meclis Başkanlığından.
Amacım iki şeyi göstermekti: Bıraktım Doğu'yu, Doğu Karadeniz'i, Güneydoğu'yu,
Ankara'nın ortasında, Dışişleri Bakanlığının arkasında derslerin
boş geçtiğini göstermek istedim.
Meclis Başkanlığından
bana gelen yanıt: "Milletvekilinin yürütme organına karşı bağımsızlığını
koruma altına alan Anayasa hükmü karşısında milletvekilinin yürütme
organı emrinde görevlendirilmesi, ücret alınmasa dahi mümkün bulunmamaktadır."
Şimdi, nasıl oluyor
da siz bu Mütevelli Heyetinde görev alacaksınız? Anayasa'nın 82'nci
maddesi açık: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri şu şu görevleri
yapamazlar, diyor.
Bizim bakanlarımız
aynı zamanda yasamanın bir üyesi, yasama üyelerinin sahip oldukları
bütün haklara sahipler. Yani, bir taraftan milletvekiline diyeceksiniz
"Ücret almadan da olsa okulda gidip ders veremezsin..." Ama,
siz nasıl burada, yönetimde görev alacaksınız, bunu doğrusu anlayabilmiş
değilim.
Ayrıca, diyeceksiniz
ki: "Millî Eğitim Vakfı da var." Millî Eğitim Vakfı kanunla kurulmuş
bir vakıf değil, yani doğrudan anayasal denetime muhatap olmamıştır
o. Ayrıca, Millî Eğitim Vakfında neler döndüğünü yargı kararıyla
biliyoruz. Teftiş Kurulu Başkanı başkan, Personel Genel Müdürü
yardımcısı. Millî Eğitim bürokratlarının bu kadar sıkı sıkıya sahip
oldukları, teslim aldıkları o Vakıfta, belgelerde tahrifat yapıldığı,
sahte evrak düzenlendiği mahkeme kararıyla bellidir. Bunları hepimiz
biliyoruz. "Milletvekilleri olmaz." diyorsunuz, bakanları
yazıyorsunuz. Bunu daha önce tartışmıştık.
Yine, çalışanların
durumu… Arkadaşlar, size bir müjde vereyim: Yetiştirebilirseniz
seçimlere kadar, çok güzel kadrolar çıkacak size. Yani, akrabaları
falan… Onar tane falan düşer adam başı. Kesinlikle… Çalışanları devre
dışı bırakacaklar, tazminatlarını verecekler. Ne olacak? Bir, Dışişlerinin
personeli olmayacak artık bunlar. Kim olacak? Vakfın personeli.
İki, güvenlik soruşturmasından da yırtmış olacağız, yani kimi isterseniz
onu alacaksınız. Yani, 10 taneden aşağı kadro verirlerse inanmayın,
Bakan kendisine kullanıyor demektir. Onar tane dağıtmaları lazım.
Tabii, ömrünüz yeterse buna.
Yine, bu giderayak
bir kadrolaşma harekâtıdır. Ama, bu vakıf bir çiftlik olacak arkadaşlar.
Bir şey söyleyeyim mi? Bunu inanarak söyleyeyim. Kim iktidar olursa
olsun orası çiftlik olur. Bu sadece size özgü olmaz. Kim olursa olsun
orası çiftlik olur.
MUSTAFA DURU (Kayseri)
- Biz size hazırlık yapıyoruz.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Çünkü, devre dışı bırakıyorsunuz. Bunu kabullenebilmek mümkün
değil.
Yine, genel müdürler,
müsteşarlar filan da var. Sayın Bakana "Vermeden almak Allah'a
mahsustur." diyen genel müdürleriniz var sizin. "Vermeden
almak Allah'a mahsustur." diyen genel müdürleriniz var. Ne demek
istediğimi çok iyi bilirsiniz Sayın Bakan, daha fazlasını açıklayamam
burada. Herhâlde, bu tür genel müdürleri burada görevlendirmeyeceksiniz
diye düşünüyorum.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Almadan vermek mi, dediniz?
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Nasıl? Nasıl dedim?
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Kayıtlara yanlış geçmesin.
BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu,
lütfen.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Vermeden almak… Yanlış söyledim herhâlde.
Sayın Dağcıoğlu, isterseniz
Sayın Bakanın yanına gidin, ne demek istediğimi o size anlatacaktır.
BAŞKAN - Sayın İnce,
lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz, karşılıklı konuşamazsınız,
lütfen.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Herhâlde bunları bulmayacaksınız Sayın Bakan.
Yine, Sayın Bakan, size
iki ay önce bir soru önergesi verdim. Dedim ki: "Yandaş yayınevlerini
korudunuz mu? Kütüphanelere kitapları hangi yayınevlerinden aldınız?"
Sayın Bakan, ben anayasal görevimi yapıyorum. İki aydır bu soru
önergeme cevap vermediniz. Bunu istiyorum Sayın Bakan. Halkın kürsüsünden
istiyorum. Bunu istemek benim hakkım. Kadük olacak yakında, seçim
var, gidiyor. Hangi yayınevlerinden aldınız kütüphanelere kitapları?
Lütfen Sayın Bakan bunları açıklayınız.
Şu mantıktan vazgeçmemiz
lazım değerli arkadaşlarım: "Parayı ben verdim, düdüğü ben çalarım."
"Mühür kimde, Süleyman o." Kültür işleri böyle yürümez. Tabii
ki, devlet burada olsun, organizasyonlara yardımcı olsun, hiç itirazım
yok, katkı sağlasın, yönlendirsin, ama yönetmesin.
Şimdi, yurt dışında
ülkenizi tanıtacaksınız, bir şair şiir okuyacak. Hangi şiiri okuyacağına
siz mi karar vereceksiniz, devlet mi karar verecek? Böyle bir şey olamaz.
Bakanların burada olmaması gerekir. Siz, o 8 sayısını 4'e düşürseniz
de sorunu çözmüş sayılmazsınız.
Ayrıca, burada, yine
şirketler kurulacak, paralar konuşacak, personel alınacak. Bunları
daha net bir şekilde önümüzdeki günlerde tartışacağız, hep birlikte
göreceğiz.
Benim çekincelerim
buraya personel alımıyla ilgilidir. Burada, buna güveniyor musunuz,
derseniz; güvenmiyorum Sayın Bakan. Size de güvenmiyorum, sizden
öncekilere de, sizden sonrakilere de. Kişilerin güveni üstüne
kurulmaz bu. Bu bir sivil örgüt değil, "devlet" adıyla kurulmuş,
yeni alınacak personeli Dışişleri Bakanlığının kadrosundan ayırarak
Vakıf personeli yapmak için getirilmiş bir tasarıdır. Üzüldüğüm taraf
ise şudur: Burada "Yunus Emre" adının olmasıdır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın İnce,
lütfen, toparlayınız.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Üzüldüğüm taraf ise, burada "Yunus Emre" adının olmasıdır.
"Yunus Emre" adı hepimiz için çok saygındır, çok saygıdeğerdir.
Keşke, daha doğru dürüst bir kanunda olmuş olsaydı diyorum, çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkan, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın İnce.
Madde üzerinde Anavatan
Partisi Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
MUSTAFA DURU (Kayseri)
- Kim adına, onu da söyle.
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa)
- Demokrat Parti mi, devlet partisi mi, hangisi, adı ne, adı?
AHMET YENİ (Samsun) -
Kim adına konuştuğunu da söyle!
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 1394 sıra sayılı, Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı
hakkında, şimdilik, Anavatan Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. [AK Parti sıralarından alkışlar (!)] Madem
bahis açtınız, ben de Demokrat Partinin kapatıldıktan kırk yedi yıl
sonra, yani, yarım asır sonra büyük milletimizin başına bir güneş
gibi doğduğunu size ve büyük milletimize müjdeliyorum. Hayırlı,
uğurlu olsun. [AK Parti sıralarından alkışlar (!)]
MUSTAFA DURU (Kayseri)
- Güneşe bak!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, milletimiz bunu iyi algılamıştır. Büyük
milletimiz Demokrat Partinin ruhunu genlerinde taşımaktadır. İnşallah,
22 Temmuzda hepimiz boy ölçüşeceğiz, boyunuzun ölçüsünü Allah'ın
izniyle alacaksınız. (AK Parti sıralarından gürültüler)
TEVFİK AKBAK (Çankırı)
- Özal'ın kemikleri sızlıyor!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, bakın, Yunus Emre Vakfının kuruluşu, Türk
dil, kültür ve sanatının promosyonunda muhakkak çok önemli bir işlev
görecektir ve bu kanun tasarısını, hakikaten, ayakta gururla ve
onurla selamladığımı hepinize en derin saygılarımla tekrar bildirmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
bizim büyük milletimiz, çok önem verdiği zatların, mezarlarını, kabirlerini
Anadolu'nun çeşitli yerlerinde göstermektedirler. Elbette ki, başımızın
tacı, çok büyük değerimiz, manevi dinamiklerimizden Yunus Emre'nin
de Anadolu'nun çeşitli yerlerinde kabri gösterilmektedir. Bu kabirlerden
birisi de, belki insanımızın birçoğu bilmez, Erzurum'un güneybatısında,
en fazla 10 kilometre uzaklıktaki Tuzcu köyünde Yunus Emre'nin kabri
vardır ve şeyhi Taptuk Baba ile birlikte yan yana yatmaktadır ve de
bir Erzurumlu olarak, gerçek Yunus Emre'nin mezarının Erzurum'un
Tuzcu köyünde olduğunu ben sizlerle paylaşmak istiyorum değerli
arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar,
şurası açıktır ki, milletleri millet yapan ve onları diğer milletlerden
ayıran, her şeyden önce, ruhlarıdır ve milletlerin ruhları, dilleri,
kültürleri ve sanatları bedenlerinde ancak bir mana ifade edebilirler.
Biz, dil, tarih ve kültür
konusunda çok şanslı bir milletiz. Çünkü, ruhumuz, tarihin çeşitli
zamanlarında toprağımızın kültürel zenginliğinde dilimizin yalınlığı
ve gücünde çağlar boyu birikmişliğin bir eseridir de ondan. Ancak,
bu esere bakmadan, onu korumadan, geliştirmeden ve millî yapımızı
gürbüzleştirecek bir temele dönüştürmeden başarılı sayılmamız
da elbette ki mümkün değildir.
59'uncu Hükûmet döneminde
Türkiye'nin aklında kültür ve sanata dair, Sayın Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla Koç ve onun, "Kıyıların turşusunu mu kuracağım?" ve
"Dinini şey ederim!"i ve sadece sanatçılarla kavgaları
akılda kalmıştır.
Değerli arkadaşlar,
bir de neyi akılda kalmıştır, onu da burada tekrar bir hafıza tazeliği
yapmak istiyorum: Bildiğiniz gibi, Akdamar Ermeni Kilisesi'ni
restore ederek açmıştır, fakat İstanbul Kasımpaşa'daki tarihî Piyale
Paşa Kur'an Kursu'nu da o insanlarımızın gözyaşları, ağlamaları
arasında da kapatmıştır ve yıkmıştır. Bunları, milletimizin hafızasında
tekrar tazelemek istiyorum değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım,
yine, son olarak, bir de alfabedeki harfleri artırma fikri vardı. Hafızalarımızda,
Türk kültür ve sanatı adına tat ve umut verici başkaca bir mutluluğun
sahibi olmadık bu Hükûmet döneminde.
Hatırlarsınız değerli
arkadaşlar, AK Parti İstanbul Milletvekili Sayın Ekrem Erdem'in
vermiş olduğu ve Meclis Genel Kurulunda geçtiğimiz şubat ayında
ele alınan "Türkçenin bozulması ve giderek yabancılaşmasının
nedenlerinin araştırılarak bulunması ve önlem alınması" konulu
önerge görüşüldü ve kabul edildi Meclisimizde. Değerli arkadaşlarım,
bu önerge, Hükûmetin, Türkçenin sorunlarına yaklaşma seviye ve kapasitesini
çok iyi anlatan bir göstergedir. Çünkü, Türkçedeki bozulma en az yirmi
senedir bu memlekette konuşuluyor ve hâlâ, Meclisin gündemine gelen
"nedenleri bulunsun" konulu bir araştırmadan öteye de gidemiyor.
Aklımca beklerdim ki, değerli arkadaşlar, hangi kurumsal önlemlerin
alınacağı konusuna gelmiş olsunlar en azından.
Yine, şöyle düşündüm:
Hâlâ, Türkçenin sorunlarını tespitle değil Türkçeyi hangi yasal ve
kurumsal önlemlerle uygulamaya koyacağız; bunu konuşalım diye
çok arzu ederdim, bunun nedenlerini araştıralım diye çok arzu ederdim.
Üstelik, değerli arkadaşlar, AK Partiden arkadaşlar, söz konusu
önergede, restoranlara konulan yabancı isimlerle sadece meşgul
oldu. Türkçeyi korumak için restoran sahiplerine kaldıysak arkadaşlar,
işimiz bu konuda maalesef çok zordur.
Türkiye'de acilen yapılması
gereken, Türkçeyi Koruma Kanunu'nu tavizsiz bir biçimde uygulamak
ve millî eğitimi, tüm öğrencilere, Türkçeyi, belli bir standartta ve
eksiksiz öğretmenin eğitimini verebilmektir. Restoran isimleriyle
vakit geçiren Hükûmetin yaptığı ise, sadece ve sadece "laf ola
beri gele" veya "dostlar alışverişte görsün"den ibarettir.
Bakınız, bundan yaklaşık
iki hafta önce, 23 Nisanda, 23 Nisan kutlamalarına dair haber veren
TRT-3'te, yani devletin televizyonunda ne gördüm değerli arkadaşlar,
sizlerle paylaşmak istiyorum: 23 Nisan kutlamalarına dair geçen
bir alt yazı "ilk kutlama Ulus'daki Meclis'teydi" şeklindeydi.
"Ulus" kelimesi (s) harfiyle bitiyor değerli arkadaşlar,
"Meclis" de; ama, "Ulus"tan sonra gelen (-da) eki (d)
harfiyle, "Meclis"ten sonra gelen (d) ise (t) ile yazılmış. Burada
bir kuralsızlık ve imla hatası mevcuttur değerli arkadaşlarım ve
bu hatayı yapmayı engelleyen unsurun ortalama bir lise eğitimi
olması beklenir. Devletin televizyonu bu tür yazı hatası yaparsa
başkaları ne yapsın?
Değerli arkadaşlarım,
ülkemiz, maalesef, lise mezununa asgari bir standartta Türkçe eğitimi
verme başarısından yoksun bir hâldedir. Yani, hâlimiz içler acısıdır.
Hatta, ülkemizde yeterli uzmanlıkta ve sayıda Türkçe öğretmeni
de istihdam edilememektedir değerli arkadaşlarım. Kırsal bölgelerimizde
bu yoksunluk çok daha katmerli ve dayanılmaz boyutlardadır.
Değerli arkadaşlarım,
bunun da dışında, ülkemizde çocuklarımıza ve öğrencilerimize
farklı kategorilerde eğitim sunulmaktadır. Şunu dile getirmek
ağırıma gidiyor, ama ülkemizde millî bütünlüğe uygun bir eğitim sunulamamaktadır
değerli arkadaşlarım. Okul tiplerine, sosyal dokulara, vesaireye
göre farklı edebiyat eğitimleri söz konusudur. Bir milletin asla
yapamayacağı şeylerden bir tanesi de, şüphesiz ki, eğitimde farklı
kültürel formasyonlara ve edebî eğitimlere müsaade edilmesidir. Bazı
liseler İngiliz edebiyatı, bazıları Fransız edebiyatı öğretirken,
Anadolu'da durum çok daha bambaşka bir hâldedir. Birkısım Türk öğrencisi
Rus edebiyatını tanır, bir kısmı tanımaz, bir kısmı Arap kültürünün
formasyonuna tabi tutulur, bir kısmı Fransız'ınkine. Bunun adına
"millî eğitim" demek, elbette ki mümkün değildir.
Şaşırtıcı olan bir husus
da şudur ki: Avrupa Birliği ülkeleri kendi dilleri dışında eğitime
hiç prim vermezken, bizde bu, bir tercih ve sosyal statü meselesidir.
Avrupa ülkeleri kendi dilleri dışında bir üniversiteye dahi müsaade
etmezler, bizde ise hiç Türkçe eğitimi görmeden ilkokuldan üniversiteye
ve oradan hayata akış bir övünç meselesi yapılmaktadır.
Bir devletin, vatandaşlarına
farklı kategorilerde, farklı gruplar hâlinde eğitim vermesi veya
buna müsaade etmesi akıl alacak bir iş değildir ve ülkemizde olan,
maalesef, budur.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen toparlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)-
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım .
Değerli arkadaşlarım,
Türkçemizin kullanımında yaşanan sorun, devletin sunmakta yetersiz
kaldığı eğitim standardı ile doğrudan alakalıdır.
Kötü Türkçe kullanımı
konusunda, bizzat halkın Türkçe algısında dolaysız bir rol oynayan
televizyon yayıncılığı büyük bir rol oynamaktadır.
Türkiye'de medya,
Türkçenin kullanımında en etkili modellerden birisidir ve bu model,
maalesef, Türkçemizi zehirleyen bir araç hâline gelmiştir.
Okulların öğrenciye
sunduğu Türkçe eğitimi ise iddiasız, sevgisiz ve seviyesizdir. Avrupa
ülkelerinde lise mezuniyeti ana dilde eğitim rüştüne katı kurallarla
bağlanmışken, bizde Türkçe rüştüne değer verilmemekte, lisede
Türkçe hâkimiyetini garantilemekle meşgul olması gereken öğrenci,
üniversite sınavının ve dershanelerin kıskacında, Türkçeyi es geçerek
lise diploması almaktadır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar,
bu durum, ziyadesiyle kabul edilemez ve bizleri derin endişeye
sevk etmesi gereken bir durumdur. 59'uncu Hükûmet, eğitimin Türkçeyi
koruyucu bir standarda ulaşması konusunda sıfır mesafe kaydetmiştir.
AK Parti Hükûmeti, bu konuda da diğer alanlarda olduğu gibi, hiçbir
vizyonun ve başarının sahibi olmamıştır. Mesele, dilimize karışan
yabancı kelimelerde değildir esas olarak.
Uzun tutmak istemiyorum,
ama, kısaca, Türkçemizi kıskaca alan sorun alanına bir göz atmak istiyorum.
Bu konudaki düşüncelerimi de 2'nci maddede anlatmak istiyorum değerli
arkadaşlarım.
Hepinize en derin
saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Recep Garip, Adana Milletvekili.
Buyurun Sayın Garip.
RECEP GARİP (Adana) -
Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; 1394 sıra sayılı
Yunus Emre Vakfı Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi hakkında söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, Yunus Emre'yle
ilgili böyle bir vakıf kurulması konusundaki sözlerimizin içerisine
siyasal söylemlerimizi yerine getirmenin veya ifadelendirmenin,
Yunus Emre'nin tevazusuna, anlayışına çok fazla sığdığını düşünemiyorum.
Çünkü, düşünüyorum, eğer Yunus Emre'de birleşemiyorsak, Mevlânâ'da
birleşemiyorsak, tarihî sorumluluklarımızda birleşemiyorsak,
ülkemizin çıkarlarında birleşemiyorsak, birlik ve beraberlikte
birleşemiyorsak, hemen hemen her şeyi siyasetin diliyle ele almak
gibi bir noktaya giriyorsak, Yunus'un ruhaniyetini incittiğimizi
düşünüyorum, Anadolu'yu incittiğimizi düşünüyorum.
Bu doğrultuda, Yunus
Emre'nin, özellikle böyle bir kanun tasarısıyla bir vakıf etrafında
Türkiye'nin içte ve dıştaki yapılanmasında Türk dilinin, Türk kültürünün
anlatılmasına çok önemli bir hizmet vereceği konusundan kuşku duymadığımı
belirtmek istiyorum.
"Aşkın aldı benden
beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni."
diyen Yunus Emre, gerçekten birlik ve beraberliği her şeyden çok
önemsemiştir. Halk şiirimizin tartışmasız öncüsü olan Yunus Emre,
yaklaşık yedi yüz yıldır, şiirleriyle Türk Edebiyatına ve Türk diline
eşsiz katkılar sağlamıştır.
Tüm bunların yanı sıra
İslam'a ve insanlığa bakış açısıyla, barışın, kardeşliğin ve umudun
kapısı olmuştur. Birçok şiiri türkü ve ilahilere konu olan şairimiz,
ince ve naif duygu iklimiyle esenlik muştusunu çağlar ötesine, yani
günümüze taşımıştır.
Türkiye'yi, kültür mirasımız
Türk dilinin ve kültür ve sanatının, ulusal ve uluslararası noktalara
tanıtmak amacıyla Yunus Emre Vakfının kurulmasına yönelik kanun
tasarısının, bugün, yüce Meclisimizin çatısı altında görüşülüyor
olmasından son derece mutlu olduğumuzu, bu anlamda, kanunun oluşmasında
Sayın Kültür Bakanımız Atilla Koç Bey'in katkılarına gönülden, yürekten
teşekkürlerimi arz etmek istiyorum.
Bu çalışmayla, mutlak
surette yurt içinde ve yurt dışında önemli hizmetlerin başarıyla yürütüleceğine
inanmaktayız. Bu çalışma sayesinde Yunus Emre'yle ilgili tüm dokümanların
tek merkezde toplanması, yayımı ve dağıtımı da mutlak surette sağlanmış
olacak.
Yunus Emre misyonunun,
yapılacak faaliyet ve çalışmalarla uluslararası düzeyde tanıtımı
da mutlak surette büyük önem taşıyacak. Tarihsel sorumlulukta bize
ait olan bütün değerlerin yanında, Yunus'un kendi divanının ve Yunus
Emre anlayışının, mutlak surette, dünya ülkelerinde, Türk dilinin
anlatılmasında son derece önemli hizmetler vereceğini ifadelendirmekte
de yarar görmekteyiz.
Aramızdan hiç ayrılmamış
gibi, şiirleri, felsefesi, din ve ahlak anlayışıyla, günümüz toplumuna
önemli katkılarda bulunmaya devam ediyor.
Türk kültür ve medeniyetinin
oluşmasında Yunus Emre büyük izler bırakmış ve Türk milletinin gönül
kapısı hâline gelmiştir.
"Taştın yine deli
gönül,
Sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım,
Yollarımı bağlar mısın?"
diye mısralarıyla bize yön gösterir.
Onda bitmeyen bir sevgi
pınarının sürekli çağladığını, aşk kapılarının yeni doğan bir güneş
gibi, hiç eskimeden, solmadan,her gün yeniden doğduğunu söyler durur.
"Biz her gün yeniden
doğarız,
Bizden kim usanası"
diye mısralarıyla, her yeni günle her insanın yeniden, yeni bir günle
yeni doğuş gerçekleştirdiğini ifade eder.
Aşk kapısını asla kapatmayan,
aşkta kaybolan Yunus Emre;
"Ben yürürüm yane
yane
Aşk boyadı beni kane
Ne akilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi."
diyen Yunus, şiiriyle sonsuz gizemin içinde tanımlar kendisini ve
aşkın sonsuz iklimlerine doğru yol almamızı sağlar.
"Bir garip öldü
diyeler,
Üç gün sonra duyalar.
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin."
diyen Yunus, kendi yaşamını mütevazı bir anlayışla, bilge birkaç
mısrayla ifadelendirir...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Garip,
lütfen toparlayın.
RECEP GARİP (Devamla)
- …birkaç mısrayla toparlar ve anlatır. Her ne kadar, vefat ettiği
yerlerle ilgili birden fazla rivayetler olsa da, kesin olan şu ki,
büyük halk şairimizin bulunduğu yerin tüm milletimizin kalbinde
olduğudur.
Anadolu coğrafyasının
bütüne sığmayan bu coşkun insanlar ve Yunus Emre ve Mevlânâ gibi, Hoca
Ahmet Yesevi gibi insanlar, bu tek bir yere hapsedilemeyen, sığdırılamayan
büyük deha çaplı insanlardır.
Yunus Emre, tarih sayfalarında
barış elçisi olarak yerini almış. Tarihin derinliklerinden gelen
bu ses, dün olduğu gibi bugün de hepimiz için büyük bir hassasiyetle
kulak verilmesi gereken önemli mesajları taşımıştır.
Anadolu'da acı ve gözyaşının
yaşandığı, halkın üstünde karamsarlık bulutlarının dolaştığı
bir dönemde, savaş ve istilalardan yorgun düşen halkın acılarına
merhem olmak için karış karış, tıpkı Mehmed Âkif Ersoy gibi Anadolu'yu
ve İslam coğrafyasını, bu coğrafyayı gezen Yunus Emre, gerçekten
şiirlerini Anadolu'ya, bu coğrafyaya hasreder.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Garip,
eksiğinizi tamamlayın; teşekkür için açıyorum.
RECEP GARİP (Devamla)
- Peki Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Yunus Emre üzerine
sözlerimizi sürdüreceğiz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Garip.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ayhan Sefer Üstün, Sakarya Milletvekili… Yok.
Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan, bence
çok önemli, belki de en önemli kanun tasarılarından biri olan kanun
tasarısı hakkında şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
fırsat bulursam birkaç konuşmada daha ben de dün Nevzat Hoca'nın değindiği
boyutuyla konuyu ele almaya çalışacağım.
Kısaca küreselleşme
sürecine değinmek istiyorum, ama, küreselleşmeyi, böyle, klasik,
ekonomik kitaplarının ya da günümüz siyaset jargonunun bize talep
ettiği ya da önümüze getirdiği boyutuyla almamaya çalışacağım.
Yani, salt ekonomik pencereden dünyadaki para hareketlerinin ya
da dünyadaki ticari dengelerin, sermaye hareketlerinin günümüzdeki
analizlerini yaparak küreselleşme budur demek ve borsa, faiz, döviz
kıskacına kapılıp kalmak bence küreselleşmeyi hiç anlamamak demektir.
Değerli arkadaşlarım,
küreselleşme dediğimiz sürecin yaşadığımız tarih diliminde en
önemli etkilerinden bir tanesi, ülkelerin, ulusların millî varlıklarına,
millî geçmişlerine ve millî yapılarına, kültürlerine olan olumsuz
etkileridir.
Değerli arkadaşlarım,
sermayenin yaşam şeklimize hükmettiği bir dönemden geçiyoruz. Bunu
da klasik sol kültürden gelen bir politikacı olarak "sermaye"
lafını, ne olur, 1980 öncesi sol literatür çapıyla değerlendirmeyin.
Benim bahsettiğim sermaye, bugün, demin konuşmamın başında söylediğim
gibi, millî kimliğimizi kuşatmaya başlayan ve bizi farklı bir toplum,
farklı gelenekleri hazmetmiş, farklı kimliklerde birleşmiş, hocamın
dediği gibi, Coca Cola'laşmış bir kimliğin etrafında düğümlenmiş
bir toplum hâline dönüştürmeye çalışan sermayeden bahsediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
dikkat edin, hepimiz belli bir yaşın üzerindeyiz. Yaşadığımız yakın
dilime bakın, bizden öncekilere değil. Bizden öncekileri okuyoruz,
değerlendiriyoruz. Bizden yaşı daha büyük olanlar o süreci bilakis
kendileri de yaşayarak geldiler. Sadece kendi aklımızın erdiği
dönemleri bir alt alta koyalım ve bugüne nasıl geldik, bakalım. Dikkat
ediyor musunuz?
Değerli arkadaşlarım,
gittikçe, ülkelerin, şehirlerin, şehirlerdeki binaların, köylerin,
oralarda yaşayan insanların tüketim alışkanlıklarının, yaşam biçimlerinin,
müzik dinleme alışkanlıklarının, yemek yeme alışkanlıklarının,
giyinme alışkanlıklarının hepsinin tekdüzeleştiği ve o büyük bahsettiğim
sermaye yapısının bize emrettiği gibi, kendi kârını hedef alan yaşam
biçimine doğru hızla dönüştüğünü
göreceksiniz. Eğer bunu görmüyorsak çok büyük bir aymazlık içindeyiz.
Altımızdaki halı da, masa da, gemi de her şey gidiyor demektir.
Değerli arkadaşlarım,
bizim siyaseten de söylemek istediğimiz bunlar. Sayın Garip'e burada
bir iki söz söylemek istiyorum. Tabii ki, bunları siyaseten tercüme
edeceğiz Sayın Garip. Bundan hiç alınmaya gerek yok ve dün Hoca'nın da
söylediği gibi, eğer sizin de iktidar partisi grubu olarak bu süreçte
bazı tahlillerde ve onun sonucu olan siyasi davranışlarda hatalarınız
varsa, bu sürecin bizi etkileyen olumsuz noktalarında belki bir öz
eleştiri yapma fırsatı getirecektir size de. Doğru algılamak gerekiyor.
Bizim söylediğimiz bu. Yoksa, günlük siyasi tartışmaların içerisinde
bir taraf olarak bunları söylemiyorum. Çok geniş bir pencereden bunu…
Dün, artık, Parlamentonun zorlama yasalarının çıktığı bugünlerde
biraz daha felsefi, biraz daha geniş boyutlu konuşmalarla, hem buradaki
tansiyonu hem bir seçim öncesi topluma da gerekli olacak o hoşgörüyü
sunma görevi içerisinde değerlendirin lütfen.
Değerli arkadaşlarım,
benim bu konuda söyleyeceklerim var. Bu süreci… Kimlik nedir tartışmasına
girmek istiyorum ve Yunus'u, ben, çağını aşan bir kimlik olarak, bizzat
rahmetli Hocam, Galatasaray Lisesinden Tahir Alangu'nun anlatımıyla
biraz Yunus Emre'yi…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) -
…çağını aşan çok nadir kimliklerden biri olarak anlatmasından aklımda
kalanları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Rahmetli Tahir Alangu,
son derece önemli, Türk edebiyatı antolojileri düzenleyen ve derslerinde
sınıf geçme kaygısı olmayan ve inanılmaz bir diyalektikle ders anlatan
ve o sınıfta olmayan öğrencilerin de o derse katıldığı -lise düzeyinde
bu, üniversite amfilerinden bahsetmiyorum- bir kişiydi. Bu arada,
onu da burada tekrar Allah'tan rahmet dileyerek anmak istiyorum huzurunuzda
ve onun bakışıyla da Yunus Emre'yi kısaca değerlendirmek gerekiyor
ve kanun tasarısında "Yunus Emre" adının amaçla nasıl bütünleştiğinin
altını çizmemiz gerekiyor.
Evet, şimdilik teşekkür
ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 2- (1) Bu Kanunda
geçen;
a) Bakanlık: Kültür
ve Turizm Bakanlığını,
b) Başkanlık: Yunus
Emre Vakfı Başkanlığını,
c) Enstitü: Bu Kanunun
amaçlarını gerçekleştirmek üzere eğitim ve öğretim ile bilimsel araştırma
ve uygulama yapan Vakfa bağlı kuruluşu,
ç) Kültür Merkezi:
Vakfın amaçlarını, her türlü tanıtım, kültür, sanat, eğitim ve sosyal
faaliyetleri gerçekleştirmek için yurt dışında Vakfa bağlı olarak
kurulan ve Yunus Emre Türk Kültür Merkezi olarak isimlendirilecek
birimleri,
d) Mütevelli Heyet:
Yunus Emre Vakfı Mütevelli Heyetini,
e) Onur kurulu: Kültür
Merkezinin bulunduğu şehirde tanınmış Türk ve yabancı iş adamları,
bilim adamları, sanatçılar gibi Kültür Merkezine ve kültürel alışverişe
katkıda bulunacak kişilerden oluşan kurulu,
f) Vakıf: Yunus Emre
Vakfını,
g) Yönetim Kurulu:
Yunus Emre Vakfı Yönetim Kurulunu,
ifade eder.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Enis Tütüncü, Tekirdağ
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENİS
TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son derece önemli, bize
göre, bir yasa tasarısı üzerinde görüşüyoruz. Benden önce bu kürsüde
bu konudaki görüşlerini dile getiren arkadaşlarıma teşekkür
ediyorum.
Bu yasa tasarısı çok
önemli gerçekten. Neden önemli? Çünkü, biz, ne yazık ki, geçmişimizdeki
güzelliklerin, zenginliklerin, hatta üstünlüklerin, bize göre,
pek farkında değiliz. İşte, bu yasa tasarısı, hem Türk dilinin evrensel
bir dil hâline dönüşmesine katkı yapacaktır hem de geçmişimizin
inanç, kültür ve felsefi zenginliklerini günümüze, hatta geleceğe
daha da geliştirerek taşıyacaktır.
Türk dili ve edebiyatının
en büyük şairlerinden biri, Anadolu felsefesinin ünlü ozanı Koca
Yunus hakkında konuşmak hem çok kolay hem de çok zor. Yunus'un derinliğini
kavramak gerekiyor konuşmak için.
Yunus'un çok ünlü bir
özdeyişi var, onunla başlamak istiyorum. Demiş ki koca Yunus:
"Dünya benim rızkımdır/ Halkı kendi halkımdır."
Yineliyorum:
"Dünya benim rızkımdır/ Halkı kendi halkımdır."
Yunus Emre bu özdeyişiyle,
kanımızca, hümanizma felsefesini neredeyse bir inanç hâline getirmeye
çalışmıştır. Yunus'u anlamak için, -az önce dediğim gibi- 13'üncü
yüzyıldaki Anadolu hümanizmasını 13'üncü yüzyılda yükselen o insanlık
ışığını, o felsefeyi iyi kavramak gerekiyor.
Anadolu düşünürleri,
-daha 13'üncü yüzyılda- insanın, bilginin, emeğin, sevginin, hoşgörü
ve dayanışmanın en önemli değerler olduğunu 13'üncü yüzyılda insanlığa
kazandırmışlardır. İnsan-devlet ilişkilerinde, insanın devletten
önce geldiğini, devletin insanın hizmetinde olması gerektiğini
dile getirmişlerdir. Kimi zaman siyasal iktidarları sorgulayan,
güçlüleri sorgulayan, halka zulmedenlere başkaldıran bir dayanışma
içinde, bir tepki içinde, bir hak arayan anlayış içinde olmuşlardır. Bu
temelde sevginin önemi, bilginin değeri, özgürlüğün anlamı, kadının
saygınlığı, dayanışma ve paylaşımın erdemi gibi konularda -Sayın
Haluk Koç'un da ifade ettiği gibi- çağını ve coğrafyasını çok aşan
düşünsel açılımlar insanlık tarihine kazandırılmıştır. Bu açılımlar
-dün de ifade etmeye çalıştım- hem dünya felsefe tarihi hem de insan
hakları tarihi açısından son derece önemlidir. Bu açılımlar, Anadolu
insanının yaşam felsefesini şekillendirmiştir ve Anadolu'nun insan
odaklı, insan merkezli, dayanışmacı halk kültürünün de temelini
oluşturmuştur. Daha sonraları Osmanlı coğrafyasının önemli bir bölümüne
yayılan bu dayanışmacı halk kültürü nesilden nesile aktarılarak
günümüz Türkiye'sine miras kalmıştır.
Dün de ifade etmeye
çalıştığım gibi, bu düşünsel açılımların Batı dünyasındaki Rönesans
hareketinden iki yüz yıl önce yapılmış olması son derece önemlidir.
Çünkü, Batı insanının Orta Çağ karanlığı içinde bunaldığı bir dönemde,
Anadolu'da dinsel dogmaları aşmaya çalışan, katı dincilikten
uzak; cinsiyet, soy, sop ve kabile farklılığı gözetmeyen bir insan
ve sevgi anlayışı savunulmuştur. Anadolu hümanizmasının evrensel
boyutları, ne yazık ki, az önce de ifade ettiğim gibi, hem felsefe
tarihi hem de insan hakları tarihi açısından yeterince algılanabilmiş
değildir. Bu durum, bu toprağın insanı bizler açısından son derece
üzüntü verici bir durumdur, bunun altını çizmek durumundayız. İşte,
bu yasa tasarısı, geç de olsa, öyle sanıyorum, bu eksikliği belirli
ölçüde giderecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu konuşmadan yararlanarak şu anda, konuşmamın
bu bölümünde, Yunus'un felsefesindeki insan varlığının ne anlama
geldiğini kısa da olsa sizle paylaşmak istiyorum. Yunus'un felsefesinde,
insan varlığı, diğer tüm varlıklardan üstün tutulmuştur, hatta, bir
yönüyle kutsal görülmüştür. Bu durumun, Tanrı'nın insanı yaratırken
kendisinden insana önemli nitelikler aktarmış olduğundan kaynaklandığı
düşünülmüştür. Bu nedenle, bu dünya görüşüne göre insan, sahip olduğu
akıl, düşünce gücü ve yetenekleri açısından, Tanrı'nın, Allah'ın kendisine
aktardığı değerlerin anlamını ve değerini çok iyi kavramalıdır.
Bakınız, bu konuda, Yunus Emre ne demiş:
"Çok aradım özledim,
yeri göğü aradım,
Çok aradım bulamadım,
buldum insan içinde."
Yine, bu çerçevede
demiş ki Koca Yunus:
"Bu tılsımı bağlayan
Türlü dilde söyleyen
Yere göğe sığmayan
Sığmış bir can içinde."
Yine, bu çerçevede
Yunus'a göre, insan varlığı, Tanrı ve evrenle öylesine bütünleştirilmiştir
ki, insan, sanki Tanrı'dan -ki, Tanrı yüce Allah- o felsefi inanca göre,
bir yüce nur, sonsuz bir enerji kaynağı olarak görülmüştür; bu yüce
enerji kaynağından, sonsuz enerji kaynağından dışa fışkırmayla
oluşmuştur. Bir dışa fışkırma olmuş evrenin bir bölümü, bir dışa fışkırma
olmuş bir diğer bölümü ve insan… Bu şekilde ve bu nedenledir ki, Yunus
"Bir ben var bende, benden içeru." diyebilmiştir bu inançla
ve bu mesaja Mevlânâ, aynı zaman kesitinde şöyle eşlik etmiştir, Anadolu
felsefesinin tümünün görünmesi açısından:
"Gönlümdeki iç
ve dış O'dur. Bende can O.
Gövdem, damarım, ruhum
O'dur. Bende kan O.
Tek Tanrıya, çok tanrıya
tapmak bir mi?
Bak benzeri yok varlığımın:
Var olan O." Ve Mevlânâ'nın bu mesajına Hacı Bektaş Veli "İncinsen
de incitme." demiş, "Düşmanınızın da insan olduğunu unutmayınız."
demiş 13'üncü yüzyılda.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dün de ifade etmeye çalıştım, ünlü şairimiz, ozanımız
Mehmed Âkif'le ilgili yasa tasarısı görüşülürken, bu düşünceler,
şu anda, dünyada İslam ile demokrasiyi en fazla ve en iyi şekilde
bağdaştırma olanağını Türkiye'ye sağlamıştır, bize sağlamıştır. Biz,
şu anda, İslam ile demokrasiyi evrensel boyutta en iyi bağdaştıran
bir ülke konumunda isek, bu felsefeye borçluyuz.
Sayın Bakanımız Aydın
buradalar, Sayın Kültür Bakanımız buradalar ve Plan ve Bütçe Komisyonunda
bu konuda yapmış olduğumuz bir açılıma Sayın Aydın'ın da coşkuyla
katıldığına tanık olmaktan memnuniyetimi, bir daha, burada sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Bu Anadolu felsefesinin,
bu insanlık âleminde erken Rönesans ışığının çakılmasında, yakılmasında
alın teri olan koca Yunus'un, Türk diline yaptığı katkılarla bir arada,
önümüzdeki yıllarda insanlık âlemine, bu felsefe açısından çok daha
geniş açılımlar ve ufuklar sağlayacağına inanıyorum ve bu yasa tasarısının
da, burada, bu konuda, bize önemli olanaklar ve fırsatlar sağladığını
görüyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tütüncü,
lütfen toparlayınız.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla)
- Bu yasa tasarısını hazırlayan Sayın Bakanımıza, Hükûmete ve bu
yasa tasarısının olgunlaşmasında
alın teri döken bütün arkadaşlara teşekkürlerimi ve şükranlarımı
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Madde üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 1394 sıra sayılı, Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın
2'nci maddesinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi, tekrar, saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlar,
hakikaten, bu yasa tasarısı üzerinde, ben de hissiyatımı şöyle
bildirmek istiyorum, belirtmek istiyorum yüce huzurunuzda: Dört
buçuk yıllık süreç içerisinde burada çok kanunlar çıkardık. Hakikaten çok önemsediğim
yasa tasarılarından bir tanesidir. İnşallah, bugün kanunlaşacak.
Ben de bu konuda bu yasa tasarısını hazırlayan herkese, katkısı
olan herkese teşekkürlerimi tekrar bildirmek istiyorum.
Tabii, bu Vakfın adının
Yunus Emre olması hasebiyle buraya çıkan değerli konuşmacılar
Yunus Emre hakkında çeşitli görüşler bildirmişlerdir; kimisi, Yunus
Emre felsefesi olarak bahsetmiştir, Yunus Emre düşüncesi olarak
bahsetmişlerdir.
Değerli arkadaşlar,
ben bu konuda bir iki cümle konuşmak istiyorum. Yunus Emre'nin öğretisine
her kim ne ad verirse versin, şurası muhakkaktır ki, Yunus Emre bu öğretisinin
ışığını, ışığının temelini tamamıyla İslamiyet'ten ve hak din olan
İslamiyet'in Kur'an-ı Kerim kitabından almıştır değerli arkadaşlarım.
Bir insan Yunus Emre felsefesini öğrenirken, eğer Kur'an-ı Kerim'i
bilmiyorsa bile, kesinlikle, o insan, o bilim adamı, Kur'an-ı Kerim'le
iştigal ediyor demektir. Bir defa, bunu, burada paylaşmak istiyorum
ve yine, Türkçe üzerine hazırladığım bazı notlara huzurlarınızda
devam etmek istiyorum değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar,
yabancı kökenli kelime, kavram kullanımı, bütün dillerde, alana,
dili kullanan grubun mesleki ve eğitimsel olarak paydalarına bağlı
olarak yaygın olan bir durumdur. Anglosakson ülkelerde fikir üretiminde
ve değişik alanlardaki akımlarda önde oldukları için, İngilizce,
uluslararası alanda terminolojik olarak hâkim durumdadır. Bu bahsettiğim
durum, dil kişiliği çok güçlü olan başka diller için de elbette geçerlidir.
Örneğin Almanca, dil kişiliği olarak, en az İngilizce kadar, hatta
daha da güçlüdür. Lakin, terminolojik olarak yeni düşünsel gelişimleri
ifade eden alanlarda İngilizce'nin etkisi çok daha önemlidir. Almanca
konuşan ülkelerin call center'ları var. Mesela, new economy kavramı
gündeme hâkim. Center mainstreaming, bunun Almancası yok, ancak yorumlanabilir,
çünkü düşünsel formasyonun ilk çıkışı Almanca da değil ve yerine
başka da bir şey konulmamış, sağlık ve toplum politikasının belli
yönlerini belirlemede kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
Almanca konuşulan ülkelerde, muhafazakâr kesimler, genelde, bu
tür kavramlardan uzak duruyorlar. Hristiyan demokratların liberal
kesimleri bu terminolojiyi kullanmaktan imtina etmezken, daha
muhafazakâr olan kanatlar kullanmıyor bu tür kavramları.
Dil ve yabancı terminoloji
kullanımında iki husus var: Birincisi, yukarıda bahsettiğim uluslararası
etkileşimin artmasına bağlı olan ve güçlü dilleri de kapsayan olgu;
diğeri ise, Türkçe kullanımının temel bazı meseleleri.
Türkçenin dil olarak
bir meselesi yok elbette ki. Zihinsel, entelektüel ve duygusal anlamda ifade
için, her anlamda da Türkçe yeterli. Edebî tadı yüksek edebî eserlerin
başka dillere tercümesi kolay ve etki gücünü tercüme sonrası da
muhafaza ediyoruz. Lakin, dilini bu kadar kötü kullanan başka bir
millet de bulmak mümkün değildir. Bu bakımdan, elbette ki milletçe
ve heyetçe hepimiz bu konuda çok üzgünüz.
Değerli arkadaşlarım,
bu da son yirmi beş senenin toplum gelişimi süreciyle alakalı bir
meseledir. Bakanlıkların İnternet sayfalarında dahi düşük cümle
ve yazılım hatası maalesef mevcuttur. Bunu, Sayın Bakanların dikkatlerine
arz etmek istiyorum. Bakanlıklara ait sayfaların ciddi kontrollerden
geçmeden yayınlanması, esasen, hiç olmaması gereken bir durumdur
da. Onun için, Sayın Bakanlarımızın pürdikkat kesilmeleri lazım bu
konuda.
Değerli arkadaşlar,
televizyonlarda veya başka yerlerde konuşan insanların, bozuk
cümlelerin yanı sıra, konuşurken yüz kaslarını kullanışları, zaten
sorunun kişilik boyutunu gösteriyor. Asimetrik, abartılı ağız hareketleri,
tonlama bozuklukları veya size geri dönen telefonistler, sizi
yönlendiren hava limanı görevlileri, bunlar çok çiğ olarak başka
dillerden alınmış kalıplar ve suni kelimeler kullanıyorlar.
Bir başka nokta da, öz
Türkçe akımlarının, bilhassa aşırıya kaçtıkları zaman, dilin doğal
dokusuna zarar veriyor ve toplumun duygusal birleşimine bariyer
teşkil ediyor olmalarıdır. Eski Türkçenin okullarda, en azından iyi
eğitim verme iddiasında olan okullarda öğretilmesinin çok önemli
olduğunu düşünüyorum. Türkçe nasıl geliştiyse, o hâliyle, oturmuş
bir dil gelişiminin garantisi olarak öğretilmeli.
Değerli arkadaşlar,
bir diğer husus da şu: Meclisimizde şubat ayında kabul edilen, Türkçenin
bozulması ve giderek yabancılaşmasının nedenlerinin araştırılarak
bulunması ve önlem alınması konulu önerge tartışılırken, "tıp
kavramları Türkçeleşsin" gibi bir fikir ortaya atıldı. Uzman
dili diyebileceğimiz alanlarda yabancı kavram kullanımının dil
üzerinde yıkıcı bir etkisi olamaz, zaten başka türlüsü mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, bir eczacı olarak, eczacılık terimleri de vardır
Latince. Ben, bunu, buradan da bildiğim için, bu konuyu ortaya attım
değerli arkadaşlarım. Uzman dillerinin kullanıldığı alanlar zaten
belli, dar sınırları temsil ettikleri için, terminolojik olarak
dil üzerinde sosyolojik bir gösterge olamazlar. Kaldı ki, tıp terminolojisini
Türkçeleştirirseniz bile, kavram netliği ve iletişim sağlayamazsınız.
Tıp terminolojisinin temsil ettiği olguları görsel olarak şekillendirecek
bir eğitim alınmadan, kullanılan kavram ne olursa olsun, bir algı sağlayamaz.
Kafatasındaki bin tane deliğin adını Türkçe de söyleseniz, o bin
tane deliğin görsel eğitimini almayan birisi için, kullanılan kavramlar
hangi dilde olursa olsun işe yaramaz. Doktor hastasına, o deliklerle
ilgili bir şey anlatacaksa, bunu, kavramsaldan ziyade başka bir şekilde
izah etmek zorundadır.
Dolayısıyla, değerli
arkadaşlarım, mesele, bunun çok ötesinde olan bir meseledir. Bu mesele,
sunulan eğitimin garantisinin sağlanması ve ayrıca en önemli hususlardan
birisi olarak da, Türkçeyi Koruma Kanunu'nun en tavizsiz bir biçimde
uygulanmasıdır. Nasıl ki, Türk bayrağı buruşturulamazsa, Türkçe
de kurumlarda buruşturulamaz, eğilemez, bükülemez değerli arkadaşlar.
Bunu yapmanın bir müeyyidesinin olması gerekmektedir. Yüce Meclisimizin,
üzerinde çalışması gereken husus da budur.
Âdeta bir tartışma
programında olduğu gibi, Meclisimizin, hâlâ, bugün de, bu saatte
Türkçenin sorunlarını tartışıyor olması ve son beş seneyi de bu işle
heba etmiş olması, ziyadesiyle elem verici bir durumdur.
Değerli arkadaşlarım,
ana dilimiz Türkçe, yeryüzünün en eski ve en geniş coğrafya parçasında
konuşulan, gelişmiş, zengin bir kültür, bilim ve sanat dilidir. Türkçe,
en eski, en köklü dillerdendir diyoruz; çünkü, bugünkü dillerin çoğu
ortada yokken, hatta, bugünkü bazı dillerin ataları sayılan diller
bile ortada yokken, Türkçe vardı değerli arkadaşlarım. Türkçe, en
geniş coğrafya parçasında konuşuluyor; çünkü, bugün, artık, Türk
dili, sadece Anadolu'da ve Balkanlarda değil, sadece Türkistan'da
ve Sibirya'da değil, çalışmak amacıyla, Avrupa'ya, Amerika'ya, Avustralya'ya
giden vatandaşlarımız sayesinde, dünyanın dört bir bucağında konuşuluyor
değerli arkadaşlarım.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen, toparlayın.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar,
Türkçenin lehçeleri dediğimiz çeşitli kolları Balkanlardan Uzak
Doğu'ya kadar geniş coğrafyada yazı ve konuşma dili olarak kullanılıyor.
Yaklaşık 75 milyon kişinin konuştuğu Türkiye Türkçesi, sadece Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil, diğer bölgelerde de konuşulan
ve yazılan dillerdendir.
1980'lerin ortalarında,
UNESCO, hazırladığı bir raporda, Türkçenin, konuşucu bakımından
dünyanın beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştı. Bu raporu hazırlayanlar,
Türk dilinin bütün kollarını, yani, dil ve lehçelerini bir bütün
olarak kabul ederek bu sonuca ulaşmışlardır.
Kesin nüfus sayımı
sonuçlarına dayanmasa da, Türk dilinin çeşitli kollarını konuşan
200 milyonu aşkın insan bulunduğu sanılmaktadır. Ancak, UNESCO, daha
sonraki yıllarda hazırladığı raporlarda, Türk dil ailesini bir bütün
kabul etmeyerek, her Türk lehçesini sıralamada ayrı ayrı değerlendirdi.
Böylece, Türk dilinin sıralamadaki yeri değişti. Bu durum, gerçeği
değiştirmez değerli arkadaşlarım. Yaklaşık 12 milyon kilometrekarelik
bir alanda Türk dilinin birbirine uzak veya yakın lehçeleri konuşulmakta,
yazı dili olarak kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
herhangi bir dilde yazılmış bir romanın Türkçeye çevirisi yapılabiliyorsa,
felsefe eserleri Türkçeye çevrilebiliyorsa, Türk yazarlarının
eserleri yabancı dillere çevrilebiliyorsa, Türkçe, bir kültürdür,
sanat ve edebiyat dilidir. Bilim eserlerinin yazılabildiği, çevrilebildiği,
yeni terimlerin türetilebildiği ve her aşamada öğretimin yapılabildiği
Türkçe bir bilim dilidir aynı zamanda. Türkçe, gelişmiş bir dildir
diyoruz; çünkü, Türkçenin söz varlığı, bugün, 75 bine ulaştı.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özdoğan, lütfen tamamlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Türk Dil Kurumunun
1945'te çıkardığı birinci baskı Türkçe Sözlük'te, 20 bin civarında
söz vardı. 1998'de çıkan Türkçe Sözlük'te ise 75 bin söz var.
Türkçe, kavramlar yönünden
son derece zengindir. Akrabalık ilişkilerimize verdiğimiz önemin
sonucu, akrabalıkla ilgili sözler başka hiçbir dilde görülemeyecek
kadar fazladır, zengindir. Pek çok dilde, bırakınız baldız, görümce,
elti gibi sözlerin karşılıklarını, teyze ile halayı ayırt edecek
sözler bile yoktur. Renk adlarımız renklerinin en küçük ayrıntısına
kadar tonlarını verecek şekilde çok zengindir; yavruağızı, gülkurusu,
gök mavisi gibi.
Peki, bu zengin söz
varlığından yararlanabiliyor muyuz? En azından yeterince yararlandığımızı,
maalesef, söyleyemiyoruz değerli arkadaşlarım.
Türkçe Sözlük'ün son
baskısında, madde başı olarak 75 bin söz var dedik az önce. Ne yazık
ki, bu söz varlığından yeterince yararlanamıyoruz. Her toplumda
gündelik hayatta kullanılan söz sayısı, o dilin genel söz varlığına
göre düşüktür. Ancak, yapılan araştırmalara göre, Türkiye'de bu
oran çok daha düşük, sokaktaki insanın söz varlığı elbette onun dünyasına
göre olacaktır, ama, kitle iletişim araçlarının söz varlığı daha geniş
olmalıdır. Birkaç yüz sözle, en fazla 500-600 sözle haber programları,
hatta, diziler çekiliyor değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım,
Türkçenin sorunları üzerinde elbette ki çok şey konuşulabilir, ancak
bunları çözmenin yoluna mutlak surette bakmalıyız değerli arkadaşlarım.
Ben, burada sözlerimi
bitirirken…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkan, yarım dakika…
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkanımın müsamahasına sığınarak değerli arkadaşlarım,
sözlerimi Türk dili ve edebiyatının ölümsüz üstadı, Sultân-üş- şuâra
Necip Fazıl'ın bir şiiriyle noktalamak ve bu yolla Türkçemizi selamlamak
istiyorum:
"Ne azap ne sitem
bu yalnızlıktan,
Kime ne, aşılmaz duvar
bendedir,
Süslenmiş gemiler
geçse açıktan,
Sanırım gittiği diyar
bendedir.
Yaram var, havanlar dövemez merhem;
Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem.
Ne çıkar, bir yola düşmemiş
gölgem;
Yollar ki, Allah'a çıkar,
bendedir."
Hepinizi değerli arkadaşlarım,
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Nusret Bayraktar, İstanbul milletvekili. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Bayraktar.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 1394 sıra sayılı, Yunus
Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'yla ilgili, 2'nci maddesi üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Millî birlik ve beraberliğimizin
çimentosu olan ve her yerde, her zaman iftiharla yâd etmiş olduğumuz
ve en önemli zamanlarda âdeta hep beraber sarıldığımız yüce değerlerimizden
biri olan Mehmed Âkif Ersoy'la ilgili kanun tasarısı dün, Yunus Emre'yle
ilgili kanun tasarısı bugün, inşallah, gelecekte de Mevlânâ gibi,
Hacı Bektaş-ı Veli gibi bizim gerçek değerlerimizi, kültürümüzü,
insanımıza, günümüze ve geleceğimize köprü olacak değerlere
ulaşacak şekilde sahip çıkabilme çalışmalarını birlikte yürüteceğiz.
Böyle güzel bir kanun
tasarısı dolayısıyla emeği geçenleri kutlarken, böyle güzel bir
olayı, millî bir duyguyu, dinî ve kültürel anlayışlarımızın da ortaya
konduğu bir ortamda, Anavatan Partisi sözcüsü Sayın İbrahim Özdoğan
-ayrıldılar… Lütfen, ayrılmazsanız sevinirim- böyle bir günde, doğru
bilmediği bir gerçeği, kamuoyuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
sayesinde bu çatıda, bir kere daha akıllara koymak için, yanlış bir
ifadeyi kullandı. Düzeltme gereği duydum, onun için özellikle söz aldım.
Nedir bu? Böyle bir,
millî değerlere, kültüre, inanca saygıda bulunan Hükûmetimizin temsilcileri
ve Parlamentomuzun üyeleri ve özellikle Kültür Bakanımıza atfen,
Akdamar Kilisesi'nin açılışıyla ilgili övgüyü söylerken "anlayışınız
ve zihniyetinizde, İstanbul Kasımpaşa'da Kur'an Kursu'nu yıkan bir
anlayış…" Dedi.
Olayın aslını, bu vesileyle
Türk milletine ve yüce Meclisimize aktarmak istiyorum. Çünkü, Kasımpaşa'daki
Piyale Paşa Kur'an Kursu ve Camisi ile ilgili, 1994 yılında, benim o
bölgede belediye başkanı bulunduğum andan bu yana neler olup bittiğini
nokta nokta bilenlerden biriyim. Bir sorumluluk hissi içerisinde
açıklıyorum.
Piyale Paşa Camisi,
Mimar Sinan tarafından yapılan, İstanbul'un ve Türkiye'nin en önemli
tarihî ve kültürel ibadethanesidir. Haliç'ten İplikçi deresi vasıtasıyla
sandallarla dahi ulaşılabilen Fatih Camisi gibi büyük bir cami. Ama,
ne yazık ki, uzun yıllardan bu yana, ona gerçek sahiplik yapılamadığı
için, Vakıflar Genel Müdürlüğümüz veyahut Kültür Bakanlığımız veyahut
bütçemiz veyahut belediyelerimiz gerçek sahipliğini yapamadığı
için, Fatih Camisinin orta avlusuna bir Kur'an kursu kondursaydık
ne diyeceklerdi? Kırk beş yıl önce orada bir Kur'an kursu yapılmış, caminin
avlusuna ve kırk beş yıl önce olduğu için, zaten, dayanıklılığı açısından
da tartışma konusu olduğunu, muhtemel bir deprem olduğu takdirde
yıkılabileceğini, Mimar Sinan'ın o kültürel, sanatsal eserinin
bahçesine bunun yakışmadığını, buranın mutlaka boşaltılarak
başka taraflara taşınması gerektiğini o dönemlerde ben başlatmıştım,
ve Kur'an kursu yöneticileriyle bir anlaşma yaptık. Dedik ki:
"Size ayrı bir yer gösterelim, oraya sizi taşıyalım, burayı boşaltalım,
çevirelim. Büyükşehir Belediye Başkanımız da bize destek verecek.
Bu Cami'nin etrafını tamamen boşaltacağız. Vakıflar Genel Müdürlüğüyle
birlikte de böyle tarihî eserleri onaracağız." Onlar, dediler
ki: "Nereye taşıyacaksınız? Nereyi istiyorsunuz?" 150
metre hemen aşağısında bir arsaları vardı. Orada imar durumları da
müsaitti. "İnşaatları yapın, biz, size, Vakıflar kanalıyla
destek vereceğiz…" ve altı katlı binayı yaptılar, oraya taşındılar.
Dediler ki: "Bize bu yetmeyecek." Emir Efendi'de, Kulaksız'da,
Emir Efendi Camisi'nin hemen arkasında "Beyoğlu İnsan ve Çevre
Vakfı" diye benim kurduğum bir vakfın öncülüğünde, 400 metrekare
temelli, altı katlı, asansörlü, kaloriferli, sosyal tesisli, modern
bir binayı yaptık. Bunu da bunlara tahsis ettik, meşru olarak.
"Tamam, bundan sonra boşaltacağız" dediler ve sürekli istismar
ettiler, istismar ettiler. Benim dönemim bitti, benden sonra Kadir
Topbaş Bey aynı şeyi devam ettirdi. Dedi ki: "Artık, siz bunu boşaltmalısınız."
"Tamam, ama, bize yine yetmeyecek" dediler. "Yetmeyecekse,
Sinan Paşa Camisi'nin yanında da kaba inşaatı bitmiş bir yer vardır;
maliyetine, size, bunu da tahsis edelim, gelin, oraya gelin"
denmiş olmasına rağmen, "tamam" dediler söz verdiler ve netice
itibarıyla, on iki yıl bizi oyalaya oyalaya bu noktaya gelindikten
sonra, Kültür Bakanlığımız ve Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün ve İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanımızın, hassasiyetle, tarihî ve kültürel
eserleri korumaya matuf atmış oldukları adımların devamına yönelik
Piyale Paşa Camisi'nin aslına uygun bir hüviyete kavuşturulması
için, o binanın artık yıkılması gerektiğini, daha fazla istismar
etmemeniz gerektiğini söyleyerek… "Tamam" dediler,
"boşaltıyoruz" dediler. Ne zaman ki, dozerler oraya geldi,
bir istismarcı, provokatörler geldiler "efendim, bunlar Kur'an
kursu yıkan…"
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
NUSRET BAYRAKTAR (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
isterseniz bu süre içerisinde de konudan bahsedelim.
Buyurun.
NUSRET BAYRAKTAR (Devamla)
- Tabii, ben başta bu konuyu anlattım, ama çok önemli olduğu için, bir
iftiraya matuf kalınmıştır, bunu burada anlatmam gerekiyor.
İşte, din istismarcılığının
ne olduğunu anlamak açısından, bazı sağ gazetelerde de yazıyorlar
"bunlar Kur'an kursu yıkan…"
Değil arkadaşlar,
biz, daha güzelini, daha iyisini, plana, programa, projeye, zamana,
çağdaşlığa, anlayışımıza, kültürümüze uygun olarak yaptık, verdik.
Bu eski eserleri de onarmaya yönelik bu işlemleri yapıyoruz. Bunu,
kimse istismar etmesin. Türkiye'de de CD'yle dağıtarak "bunlar
Kur'an kursu yıkan insanlar" diyerek, böyle, arkadaşlarımızın
söylediği gibi, yüce çatının bu önemli kürsüsünden anlatmanın yanlış
olduğunu, hele hele Yunus Emre adına -o Yunus ki dizeleriyle, anlatımlarıyla,
yaşantısıyla insanlarımıza barışı, sevgiyi, hoşgörüyü, kaynaşmayı,
dayanışmayı, geleceği, ümidi ve sevgiyi aşılayan bir anlayışın
ortaya konduğu bir ortamda- böyle, gerçek dışı olayları anlatmanın
üzücü olduğunu belirtmek zorundayım.
Bu vesileyle, kanunun
hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bayraktar.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Yıkılan Piyale Paşa
Kur'an Kursu hakkındaki kanun tasarısı üzerinde şahsım adına söz aldım.
Özür diliyorum. Konu o şeklide bağlandığı için daha önceki konuşmacı
tarafından, bu şekilde bir giriş yaptım.
Konu, Yunus Emre Vakfı
Kanunu Tasarısı. Şahsım adına söz aldım ve demin yarım kalan bazı
tahlillerimi müsaade ederseniz tamamlamak istiyorum, grup adına
değil ama şahıs adına daha kolay olabileceği düşüncesiyle.
Değerli arkadaşlarım,
küreselleşmenin millî kültürleri erozyona uğrattığını ve yaşamı
"coca-cola"laştırdığını, benzeştirdiğini binaları, insanları,
giysileri, yemeği, kültürü, yaşayış biçimini ve bizim toplumumuz
üzerindeki küreselleşmenin en önemli riskinin de bunun olduğunu
belirtmiştim.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, bu sürecin, ulusal yapımız… Hiç siyasi, ekonomik boyutlarına
girmiyorum, yani, Türkiye coğrafyasının bugün tartışılan bir coğrafya
olduğu noktasına girmiyorum, ekonomik sürecine girmiyorum, sadece
kültürel boyutuna giriyorum. Onun için, Yunus Emre Vakfının önemi
de burada yatıyor; gizli, açık bir saldırı karşısında, bizim ulusal
kültürümüzde millî yapımızda.
Bu tespiti yaparken,
1895 ile 1910 arasına kısaca bir gidelim isterseniz. İngiltere-Fransa
koalisyonu, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde, Balkanların elimizden
çıkma sürecinde, Rusya bir tarafta, iyi polis kötü polis oynuyorlar,
-oradaki ayrılıkçı terörü- çeteleşmeleri bir yandan Rusya'nın kışkırtmasını
sağlıyorlar, bir yandan da o süreç başladıktan sonra, klasik davranış
şekilleriyle, kendi kültürlerini de devreye katarak, onlara hamilik
yaparak, Osmanlıdan kopan parçacıkları kendilerine bağlı, emperyal
zincirdeki devletler hâlinde tutma gayretini inatla sürdürüyorlar.
Bir yanda da sanayileşme sürüyor dünyada, endüstrileşme var. Dolayısıyla,
sonuç: Yeni alanlar, yeni pazarlar aranıyor, o günkü sanayileşmenin
pazarı olabilecek alanlar ve Osmanlı da hâlâ bir din ve tarım toplumu
ve çok büyük bir coğrafya. Almanya uyanıyor, Prusya uyanıyor ve Kayser
II. Wilhelm tahta çıkıyor ve bütün gözünü, kültür emperyalizmi boyutunda
Orta Doğu'ya, Osmanlının Orta Doğusu'na, bizim topraklarımız olan
Orta Doğu'ya dikiyor. İki kez İstanbul'u ziyaretten sonra, belli kültür
anlaşmaları, belli askerî anlaşmaları, belli Osmanlı elitinin değişik
alanlarda eğitimini Almanya'da sağlayacağı anlaşmaları, altyapıları
sağladıktan sonra, sonuçta, bir gezi düzenliyor 1908'de. Nereye? Kudüs'e.
Oraya gidiyor, oradaki Müslümanların, oradaki Katoliklerin, oradaki
Protestanların, oradaki İbranilerin, hepsinin ruhani majestesi,
ruhani lideri havasında bir atmosfer estiriyorlar. Hatta, Müslümanlar
arasında "Hacı Wilhelm" diye geçiyor, hacı oldu diye geçiyor.
Daha sonra, başımıza,
o 1908 sürecinin Birinci Dünya Savaşı'nda neler getirdiğini yaşadık
ve gördük. Yani, kültür emperyalizmi bir ülkeye girdiği zaman, sadece
o millî kimliği zayıflatmakla, gelenekleri kemirmekle kalmıyor;
dil, din, bayrak, toprak bütünlüğü, ekonomi, tümünü elinizden alacak
bir sürecin parçası oluyor. Bu tespitte, ne olur, geçen günkü polemikler
içerisindeki konuşmam sırasında da -o polemik doğrudan benden kaynaklanmamıştı,
bir kere daha onu ifade edeyim- polemik yapıldığı için polemikle cevap
verebileceğimizi söylediğim için demiştim ve şunu ifade ediyorum,
orada da söylemiştim: Ne olur, ister siyaset yapın, ne yaparsanız yapın,
ne olur, şu yakın tarihimizi bir öğrenelim. Yakın tarihimizi detaylarıyla,
ayrıntılarıyla bir öğrenelim. Neler yaşamış bu toprak, bu ulus neler
yaşamış ve bugüne nasıl gelmişiz, bugün nereye gitmek istiyoruz,
nerelere sürükleniyoruz, bunu çok daha iyi değerlendiririz.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, küresel baskılara karşı ulusal kimliğin korunması son derece
önemli.
Nedir kimlik? Herkes
"Kimlik nedir?" sorusuna çok farklı cevaplar verebilir. Kimlik
dildir. Çok önemli. Kimlik, dinî inançlar sistemidir o toplumu ayakta
tutan.
Kimlik nedir?
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, toparlayınız
lütfen.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Keşke on dakika alsaydım.
Teşekkür ederim.
Bölüm bölüm oluyor,
ama ben, kendi düşüncelerimi, Sayın Yalçıntaş'ın "Hiç olmazsa
bu düzeyde konuşalım." davetinden sonra sürdürmeye çalışıyorum.
Kimlik nedir? Dildir
dedim, dinî inançlar sistemidir, bütünüdür dedim. Kimlik, aynı zamanda
vatandır. Vatansız, ne dil olur ne din olur. Batı Trakya'daki soydaşlarımızın,
ziyaretlerim sırasında, başka bir bayrak altında bu kimliği yaşamanın
imkânsız olduğu yakarışlarını, o konuyla ilgili de burada dile getirmiştim.
Yaşayanlar var, vatansız yaşayanlar var. Vatanları var, ama, kimlikle
bütünleşmeyen toprak vatan olmuyor.
Başka nedir? Kimlik
bayraktır. Tabii, kimlik, Osmanlı Türk geleneğinde kimlik, birlikte,
kardeşçe yaşamak geleneği ve hoşgörüsüdür. Bu, bu toprakların bize
bıraktığı en büyük mirastır. En büyük mirastır. O yüzden, böyle, günlük
siyasetlerle -yok Akdamar, yok şu, yok İstanbul, yok bilmem ne- bunları
erozyona uğratmadan, bu değerlerin hepsi Anadolu'nun ortak kültürüdür,
varlığıdır, mirasıdır ve biz, onların üzerinde, onları koruyarak
yola devam etme becerisini hep beraber göstermek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, Yunus Emre ve Magna Carta. 1214 Magna Carta'nın yayınlanışı. Kelimeler var, maddeler
var, yazılı bir metin, ama, onun felsefi boyutu Anadolu'da ve aynı tarih
diliminde. On yıl önce, on yıl sonra, yirmi yıl önce, yirmi yıl sonra.
Felsefi boyutu, insan haklarına da temel oluşturacak, demokrasiye
de temel oluşturacak, hoşgörüye de temel oluşturacak o felsefi boyutu
Anadolu'da var, o tarihte var. Nerede var? Yazılı bir belge değil bu,
maddeler hâlinde ele alınmamış, belirtilmemiş: Ama nerede var? Dizelerinde
var, felsefesinde var. Ben onları söylemiyorum arkadaşlarım dile
getirdiği için.
Onun için, Yunus, rahmetli
Tahir Alangu Hoca'nın söylediği gibi "Çağını aşan bir kimlik."
Hadi kendi değerlerimizden bahsediyoruz, dünyada da değerler
var. Yine, bir kere daha bir konuşmam sırasında söylemiştim. Meşhur
İspanyol yazar Cervantes, Don Kişot'un yazarı, o da çağını aşan bir
kimliktir. Her olayda, siyasi, ekonomik her süreçte Cervantes'in Don
Kişot'unu bulabilirsiniz. Dikkat
edin, her olayda bir Don Kişot vardır; her olayda yel değirmenleri vardır,
her olayda Sancho Panza'lar vardır. Her olayda, her senaryoda, her dekorda
bunlar vardır. Cervantes de, tıpkı Yunus gibi çağını aşan bir dünya
yazarıdır.
Değerli arkadaşlarım, dün Âkif'ten bahsettik.
Âkif'ten çok güzel dizeler okundu, ama Âkif'in özünü bu dönemdeki siyasi
uygulamalarda da yaşamamız gerekiyor.
Onun için, bu dönemin envanterini yaparken
-Adalet ve Kalkınma Partili kardeşlerime söylüyorum- bu dönemin
siyasi envanterini yaparken, nelerin altına imza attık, nelere
siyasi sorumluluk içerisinde, disiplin içerisinde "evet"
dedik, bunları da bir ruh huzuruyla, vicdan huzuruyla, Âkif'in ve Yunus'un
size verdiği öğretiyle o miras üzerinde bir kere daha vicdanınızla
tartın, gelecek dönemlerde çok daha
farklı yaklaşacaksınız konulara.
Çok teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
İKİNCİ
BÖLÜM
Vakfın
Amaçları ve Organları
Vakfın amaçları
MADDE 3- (1) Vakfın amaçları şunlardır:
a) Türkiye'yi, kültürel mirasını, Türk
dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin diğer ülkeler ile dostluğunu
geliştirmek, kültürel alışverişini artırmak için yurt dışında kültür
merkezleri kurulmasını ve işletilmesini sağlamak,
b) Türkiye, kültürel mirası, Türk dili,
kültürü ve sanatı konularında yurt dışında ücretli veya ücretsiz
eğitim vermek veya verdirmek, bu alanlarda sertifika vermek, verilmesini
sağlamak,
c) Türkiye, kültürel miras, Türk dili,
kültürü ve sanatına ilişkin yurt içi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri
dünyanın istifadesine sunmak için, araştırmalar, etkinlikler yapmak
veya yaptırmak, yurt içinde ve yurt dışındaki üniversite ve sivil
toplum örgütleri, ilgili diğer gerçek ve tüzel kişiler ile ortak
projeler yürütmek ve yazılı ve görsel medyada süreli veya süresiz
yayınlar yapmak veya yaptırmak,
ç) Yurt dışında benzer kuruluşlar ve
uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak,
d) Yurt içi ve yurt dışında bu Kanunun
amacını gerçekleştirmek için araştırma- geliştirme ile ilgili kurum
ve kuruluşlarla ve bilgi bankalarıyla işbirliği yapmak, toplanan
bilgileri dünyanın istifadesine sunmak, tanıtma büroları, enstitü
ve dokümantasyon merkezleri kurmak,
e) Türkiye'yi, kültürel mirasını, Türk
dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmaya ilişkin etkinlikler hakkında
yurt içinde kişi ve kuruluşların bilgilendirilmesi, katılımın
sağlanması ve yönlendirilmesi için gerekli çalışmaları yapmak,
f) Bu Kanunun amaçlarını gerçekleştirmek
için; Vakfa ve kuruluşlarına sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerin
katılımını sağlamak, kültür, sanat, eğitim alanlarında kurulmuş
vakıflarla veya derneklerle işbirliği yapmak, bu alandaki akademik
çalışmalara aynî veya malî destek sağlamak,
g) Türk dilinin, kültürünün ve sanatının
tanıtımına ilişkin yarışmalar düzenlemek ve ödüller vermek,
ğ) Kültür Merkezlerinin kurulmadığı
yerlerde bu Kanunun amaçlarının gerçekleşmesi için yurt dışında faaliyet
gösteren diğer kamu kurum ve kuruluşları ile birlikte çalışmalar
yürütmek.
(2) Vakıf tarafından yurt dışında Kültür
Merkezi açılan şehirlerde diğer kamu kurum ve kuruluşları aynı
amaçla başka birimler oluşturamaz.
(3) Vakfın yurt dışındaki ilişkileri
bakımdan 8/6/1984 tarihli ve 227 sayılı Vakıflar Genel Müdürlüğünün
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3
üncü maddesi uyarınca Dışişleri Bakanlığının uygun görüşü yeterli
sayılır, İçişleri Bakanlığının izni aranmaz.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Enis Tütüncü, Tekirdağ Milletvekili.
Sayın Tütüncü, buyurun.
CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
3'üncü madde, Vakfın amaçları ve organlarını
düzenliyor. Burada Vakfın, Yunus Emre Vakfının amaçları, bence, güzel
bir şekilde sıralanıyor. Ben, bu amaçlara bir başka açıdan katkıda
bulunmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, son on yıllık dönemde, Mustafa
Kemal'in düşünce ve söylemlerini, hümanist düşünce açısından, insancıllık
açısından incelemeye çalıştık. On yıllık ciddi ve iddialı bir araştırma
sonucunda gördük ki, Mustafa Kemal'in dünyasında insanın yüceliği
son derece anlamlı bir şekilde ön planda tutulmaktadır.
31 Ağustos 1922 sabahı, Mustafa Kemal,
Dumlupınar muharebe alanını dolaşıyor. O savaşın bütün içler acısı
sonuçları ortada. Mustafa Kemal yürüyor, uzaklaşıyor yanındaki
insanlardan. Bakıyorlar, Mustafa Kemal'in gözlerinde yaş, damlıyor;
ağlıyor Mustafa Kemal ve dudaklarından şu sözler dökülüyor Gazi
Mustafa Kemal'in: "Böyle mi olmalıydı? Ne gerek vardı buna? Zavallı
insanlık!" Mustafa Kemal'in Dumlupınar Meydan Savaşı alanındaki
sözleri.
Yine, Mustafa Kemal'in dünyasında insanın
ne kadar yüce bir değer oluşturduğuna bir örnek olarak da, bir anıyı
sizinle paylaşmak istiyorum: Cumhuriyeti kuranlar Mustafa Kemal'e
gelmişler belirli bir zaman sonra, devlet oturuyor, demişler ki:
"Paşam, şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin armasını oluşturmamız
lazım." Öyle ya, Osmanlı İmparatorluğu'nun, Osmanlı Devleti'nin
arması var. O zamanki devletlerin armaları var. İmparatorlukların
bir bölümü tarihe karışmış olmasına rağmen armalar var, hâlâ armalar
var. "Peki" demiş Mustafa Kemal "Türkiye Cumhuriyeti
devletinin arması üzerinde çalışın." Çok titiz, uzun, iddialı
çalışmalar yapılmış ve elemeden sonra, Mustafa Kemal'in önüne örnekler
getirilmiş. Mustafa Kemal örnekleri incelemiş, incelemiş, incelemiş,
hepsini bir tarafa koymuş "Hayır, bunların hiçbiri yaşadığımız
çağda kurulan bir devletin arması olamaz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin
arması, sembolü insan başı olmalı." demiş. Sembol, sembol, sembol…
"İnsan başı olacak Türkiye Cumhuriyeti devletinin arması."
demiş ve "Bir insanın, insan başının, insan zekâsının ifade edemeyeceği
hiçbir şey yoktur, hiçbir yücelik yoktur." demiş.
Şimdi, Mustafa Kemal'deki
böylesine derin ve anlamlı insan sevgisinin kökünde ne var diye
baktık; Anadolu felsefesi var, Yunus Emre var, Mevlânâ var, Hacı Bektaş
Veli var, Ahi Evran var; Anadolu erenlerinin anlayışı bu insan.
Mustafa Kemal, bakınız,
24 Aralık 1930 tarihinde Edirne'de yaptığı bir konuşmada aynen şöyle
söylemiş: "En iyi fert, kendinden çok mensup olduğu sosyal toplumu
düşünen, onun varlığını korumaya ve mutluluğuna kendini adayan
insandır."
Ankara'da 5 Kasım
1931 yılında şunu söylemiş Mustafa Kemal: "Türk siyasetinin
esaslı ilkeleri barış ve insanseverliktir. Biz, bunlar için çalışıyoruz
ve çalışmaya devam edeceğiz."
Yine Mustafa Kemal,
Anadolu felsefesi ışığındaki incelemelerimiz sonucunda yakaladığımız
bir söyleşisinde de şunu söylemiş 26 Ekim 1931 günü Ankara'da:
"İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak,
insanlıktan uzak ve son derece üzüntü duyulacak bir yoldur. İnsanları
mutlu edecek tek vasıta, onları birbirine yakınlaştırarak, onlara
birbirlerini sevdirerek karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını
sağlamaya yarayan hareket ve enerjidir."
Mustafa Kemal'in dünyasındaki
insanın ne kadar yüce bir konumda olduğunu göstermesi açısından
son bir örnek: 26 Eylül 1932 yılında Diyarbakır'da konuşmuş ve Diyarbekir
Gazetesi'nde yer almış. Bu söylemi biliyoruz; bu kürsülerde dile
getirildi, ancak o söylemin içeriğindeki bir ayrıntı var ki, oraya
dikkatinizi çekmek istiyorum. "Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu,
Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir soyun evlatları,
hep aynı cevherin damarlarıdır -aynı cevherin damarlarıdır- Bizim
yeni işimiz budur. Bu damarlar, birbirini duysun ve birbirini tanısın.
Bu dediğim şey gerçek olacak, çünkü gerçektir. Bu dediğim şey olduğu
zaman, başka bir âlem görülecek ve bu âlem, dünyaya hayret verecek;
ışığı ve feyzi insanlığa saçacaktır." Bu kürsüden zaman zaman
dile getirilen, bu söylemdeki ayrıntı gibi duran küçük bir kelime
üzerine dikkatlerinizi çekiyorum. "Hep aynı cevherin damarlarıdır
Diyarbakırlı, Vanlı Erzurumlu… Damar, cevher… Buradaki "damar"
ve "cevher" insan varlığını ifade etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz, aslında, insanlık âlemine Yunus Emre'yi tanıtırken,
Yunus Emre'nin coşkusunu, Yunus Emre'nin felsefesini tanıtırken,
bu Yunus Emre Kültür Vakfı aracılılığıyla, bir bakıma da, Mustafa
Kemal'in düşüncelerini, Mustafa Kemal'in insan sevgisini, Mustafa
Kemal'in dünyasındaki hümanizma anlayışını da öyle sanıyorum
ki, yansıtmak durumundayız.
Mustafa Kemal, Kurtuluş
Savaşı'nı, Anadolu hümanizması değerleriyle yoğrulan -dikkatinizi
çekiyorum- Anadolu ve Rumeli insanıyla başarıya götürmüştür. O
değerlerle yoğrulan yeni Türkiye'yi bu kültürel değerlere dayanarak
kurmuş ve çağdaşlaşmayı bu anlayış üzerinde gerçekleştirmiştir. Anadolu'nun
insan odaklı, dayanışmacı halk kültürü, Mustafa Kemal'in çocukluk
düşünce dünyasının temelini oluşturmuştur. Bunu açık bir şekilde
ortaya koyduk, açık bir şekilde görülüyor. Mustafa Kemal, bu çocukluk
ve delikanlılık dünyasının bu güzelliklerini Batı dünyası felsefe
sistemleriyle bütünleştirmiş, özellikle 1789 Fransız Devrimi ile
bunu takip eden düşünce akımlarını özümseyerek, muhteşem bir düşünce
sentezi oluşturmuştur. Mustafa Kemal'in düşünce, söylem ve eylemleri
zaman sürecinde yoğrularak Atatürkçülüğün genel esaslarını, temel
esaslarını oluşturmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yunus'tan hareket ettik, Anadolu düşünürlerinden,
felsefesinden hareket ettik Mustafa Kemal Atatürk'e geldik ve bu
Meclis çatısı altında konuşuyoruz. Öyle sanıyorum ki, Yunus Emre
Vakfı Kanunu Tasarısı'nın 3'üncü maddesindeki Vakfın amaçlarında,
burada belki yazmıyor ama, Atatürk'ün insana bakışı, Atatürk'ün Anadolu
hümanizmasıyla nasıl yoğrulmuş olduğu gerçeği…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Tütüncü.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla)
- …Anadolu felsefesiyle nasıl yoğrulmuş olduğu gerçeği, Mustafa
Kemal'in savaş meydanlarında Yunus'u yaşamakta olduğu gerçeği,
Mevlânâ'yı yaşamakta olduğu gerçeği, Hacı Bektaş Veli'yi yaşamakta
olduğu gerçeği, öyle sanıyorum ki dünyaya bu Vakıf aracılığıyla
da anlatılacaktır.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Atilla Maraş, Şanlıurfa Milletvekili.
Sayın Maraş, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET ATİLLA MARAŞ
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1394 sıra sayılı,
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlarım.
Türkiye'nin kültür mirasını
korumak ve tanıtmak, Türk dilini korumak, geliştirmek, dünyada en
çok konuşulan diller arasına girmesi için tanıtımına katkıda bulunmak,
Türk dilinde yaratılan sanatın bütün şubeleriyle yurt dışında tanıtımını
sağlamak, kültür ve sanatın aracılığıyla ülkeler arasında kültür
köprüleri kurarak dostluklar geliştirmek, bu amaçlarla, yani Türk
dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak amacıyla yurt dışında kültür
merkezlerinin kurulması, bu kanun tasarısıyla gerçekleşecektir.
Hedef, ülkeler arası dostluğun gerçekleştirilmesi, ülkeler arası
kültür alışverişinin gerçekleştirilmesi, bunun için uluslararası
çapta etkinliklerin düzenlenmesi düşünülmüştür. Bu gibi konularda,
süreli ve süresiz yayın yapılması da düşünülen hedefler arasındadır.
Bugün bir çok ülke, özellikle Akdeniz'e kıyısı olan ülkeler -ki, İspanya,
Fransa, Yunanistan- tanıtım faaliyetlerini, yurt dışındaki teşkilatları
aracılığıyla yapmaktadırlar. Bu teşkilatlar, vakıf, birlik ve birtakım
şirketlerdir.
Kurulacak olan Yunus
Emre Vakfı bünyesinde kültürel nitelikli faaliyetler icra edilecek
ve ülkemizin dış dünyada tanıtımı yapılacaktır. Kurulacak olan
bu Vakfın bünyesinde, kültür merkezleri ve enstitüler oluşturulacaktır.
Bu kuruluşlara, çeşitli kolaylıklar ve birtakım muafiyetler getirilecektir.
Vakıflarımıza tanınan bütün hak ve yetkiler, kurulacak olan Yunus
Emre Kültür Vakfına da tanınacaktır.
Kurulması düşünülen
vakfın adı Yunus Emre; bu isim, bu Vakfa, isabetle seçilmiş ve verilmiştir.
Peki kimdir Yunus? Kendi diliyle şöyle diyor: "Ete kemiğe büründüm/Yunus
diye göründüm."
Bir başka şiirinde de
şöyle diyor: "İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır."
Böyle devam edersek,
tabii, Yunus'tan çok şiir var, ezberimde de çok şiir var. Esasen, bir
dönemin sonunda hepimiz çok yorulduk, siyaset de çok ağır bir yük,
ağır bir ortam. O hâlde, bugün Yunus'tan şiirler okuyarak ruhlarımızı
biraz dinlendirelim istiyorum. Ben, şiirlerle devam etmek istiyorum müsaade
ederseniz.
Yunus bir şiirinde diyor
ki:
"Yûnus'durur benim
adım
Gün geldikçe artar
odum
İki cihanda maksûdum
Bana seni gerek seni.
Eğer beni öldüreler
Külüm göğe suvuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç
huri
İsteyene sen ver anı
Bana seni gerek seni."
Yine, başka bir dizesinde
de "Severem seni candan içeri/ Bir ben var ki bende, benden içeri."
Yani, Yunus, ete kemiğe büründüğünü, esasen ruh dünyasının etsiz
ve kemiksiz bu yeryüzü yuvarlığında dolaşamayacağını biliyor. Hepimiz
aslında ete kemiğe büründük ve bu yeryüzü coğrafyasında Yunus diye,
Ahmet diye, Mehmet diye göründük. Bu dünya, gurbeti… Esasen bizim öz
ülkemiz değil, bir gün bu kılıftan, bu et ve kemikten sıyrılıp, esas
ruhlar dünyasına hepimiz, bir bir, bizden öncekiler gibi geçip gideceğiz.
Günümüzden yedi yüz
yıl önce, bu topraklarda yaşamış, Anadolu coğrafyasını bir baştan
bir başa dolaşarak, arı, duru bir dille Türkçe şiirler söylemiş olan
koca Türkmen dervişi Yunus, büyük şair, büyük insan.
Fransız şairi Bodler
şöyle diyor: "Hayatta üç kişiye saygı duyunuz, şair, savaşçı
ve derviş." Yunus Emre'de bunun üçü de var; hem şairdir hem savaşçıdır
hem derviştir. Nasıl savaşçı? Bir şiirinde diyor ki:"Kastım odur,
şehre varam/Feryad u figan koparam." İşte size bir savaşçı örneği.
Olumsuzluklara, kötülüklere bir iç isyan, bir başkaldırı var Yunus'un
şiirlerine baktığımız zaman. Bir taraftan da, Yunus, dervişçe söyleyişler
içerisindedir. Der ki bazı şiirlerinde…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Maraş,
lütfen, toparlayınız.
MEHMET ATİLLA MARAŞ
(Devamla) - Yani, müsaade edin de okuyayım Başkanım, bir iki dakika.
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET ATİLLA MARAŞ
(Devamla) - "Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın"
diyor.
Dolayısıyla derviş
Yunus, zaman zaman derviş kılığında, zaman zaman savaşçı kılığında
Anadolu'yu, bu coğrafyayı baştan başa dolaşmış ve bütün insanları
"Ben kimim, bu hâl neyin nesi" diye ayaklandırmış. İç isyanını,
millete, olumsuzluklara karşı her dizelerinde göstermiştir.
Şimdi, bu şair… Yunus
Emre ozan değil, bir defa onu söyleyeyim. Yunus Emre şairdir, şiir
söyledi ve şuuru başında olan bir insan, akıllı bir insan. Ozan diye
bunları ayırmam lazım bir şair olarak, çünkü ozan kopuz çalana derler,
kopuz biliyorsunuz üç telli, ilkel bir saz ve ozanlar da ümmidir, okuma
yazması yoktur. Onun için ben şair diyorum Yunus Emre'ye.
Bir şiirinde şöyle diyor
yine: "Benim burada kararım yok…" Bizim gibi, yani, bir zaman
sonra çekip gideceğiz, bu mekanlar bizim değil, başka arkadaşlar
gelecek.
"Benim burada kararım
yok.
Ben buradan gitmeye
geldim.
Bezirganım metaım
çok,
Alana satmaya geldim.
Ben gelmedim davi
için,
Benim işim sevi için,
Gönüller dost evi
için,
Gönüller yapmaya geldim."
İşte, Yunus böyle bir insan, gönül yapan bir insan ve gönülleri birleştiren
dost bir ses.
Birleşmiş Milletlerin
kültürel bir kuruluşu olan UNESCO, 1991 yılını, hatırlayacaksınız
"Yunus Emre Yılı" ilan etmişti. O yıl, Türkiye'de, İstanbul'da
"Dünya Şairler Kongresi" düzenlenmişti ve bendeniz de Kültür
Bakanlığı adına o şairler kongresine delege olarak katılmıştım. O
tarihte, Brüksel'deki UNESCO'nun giriş kapısına aynen Yunus Emre'nin
şu dizeleri yazılmıştı: "Sevelim, sevilelim, dünya kimseye
kalmaz." Bu yıl Mevlânâ Yılı, ama 1991 de Yunus Yılı idi…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Maraş,
teşekkür için açıyorum.
Buyurun.
MEHMET ATİLLA MARAŞ
(Devamla) - Evet, bitiriyorum ben de.
Şöyle bitirelim o zaman,
yine Yunus'un iki dörtlüğü ile bitireyim, hoşgörü ve dünyanın geçiciliğiyle
ilgili diyor ki:
"Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü.
Yaratılanı severiz,
Yaradan'dan ötürü."
Ve son olarak şöyle diyor:
"Bu dünyadan gider
olduk.
Kalanlara selam olsun.
Bizim için hayır dua
Edenlere selam olsun."
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Maraş.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ali Yüksel Kavuştu, Çorum Milletvekili. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Kavuştu, buyurun.
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU
(Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1394 sayılı, Yunus
Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın 3'üncü maddesinde söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Yunus Emre Vakfı Kanunu
Tasarısı, uluslararası olan Türkiye'nin kültür mirasının, Türk dili,
kültürü ve sanatının tanıtılması, yaşatılması, geliştirilmesi
ve benimsenmesi, Türkiye'nin diğer ülkelerle dostluğunun geliştirilmesinde
ülkemizin millî, manevi, tarihî, kültürel ve sanatsal varlıklarının
korunmasında, tanınmasında, ayrıca, yurdun turizme elverişli bütün
imkânlarının ülke ekonomisine olumlu katkı sağlayacak şekilde değerlendirilmesinde
büyük önem arz etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; eski Arap toplumlarında, Mısır'da, Bizans'ta ve Roma'da
vakfa benzer müesseseler bulunmaktaysa da, vakıfların etkin hizmet
etmesi, İslam'ın doğuşuyla birlikte başlamıştır. İslam medeniyetinde
vakıfların doğuş ve gelişmesinde birçok siyasi, ekonomik ve sosyal
şart söz konusudur. İslam'ın tarihler yoluyla hızla yayılıp refah
seviyesinin yükselmesi, vakıfların kurulması için gerekli ekonomi
ortamını hazırlamıştır. İslam'ın hayır ve yardımlaşmayı teşvik
eden temel ilkelerinin ahiret hayatına yönelik telkinleri, bir
dinî ve hayri müessese olarak vakıfların gelişimini sağlamıştır.
Özellikle, Peygamber Efendimizin vakfiyesindeki teşvik eden hadislerin
yanı sıra, bizzat kendisinin de vakıf kurması, vakıf düşüncesinin
yerleşip gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Peygamber Efendimizin
ashabının da çeşitli vakıflar kurması Müslümanlara örnek olmuş
ve insanlığa hizmet etmiştir.
Vakıf müessesesinin
hukuki temelleri de Peygamber Efendimizin döneminde atılmıştır.
Vakıf kuranlardan kendi vakfına bizzat nezaret edenlerin ilki de
Hazreti Ebubekir'dir.
Emeviler ve Abbasiler
döneminde vakıflar büyük gelişme gösterdi ve çok genişledi. Abbasiler
döneminde özellikle vakıf hukuku tanzim edildi. Vakıfların idaresi
için "Vakıflar Nezareti" adı altında bütün vakıfları kontrol
eden ve onları düzene bağlayan bir teşkilat kuruldu.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vakıflar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde
de geniş yelpazede yaptıkları büyük hizmetlerle kâmil seviyeye
ulaşmışlardır. Vakıflar, bu nedenle, özellikle Batılı tarihçiler,
Osmanlı Devleti için "vakıf cenneti" tabirini kullanmışlardır.
Bu dönemlerdeki vakıf hizmetlerinde "İnsanlığın en hayırlısı
insanlara faydalı olanıdır; malın en hayırlısı Allah yolunda harcanandır
ve vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı
karşılamaktır" prensibi hareket noktası olmuştur. Bu sayede
vakıflar toplumsal hizmetin zirvesine ulaşmıştır.
Vakıf kurumuyla benzerlik
gösteren başka sosyal yardımlaşma kurumları da bulunmaktadır. Ancak,
yüzyıllar boyunca vakfın sınırlarını çizen ve muhtevasını belirleyen
temel prensipler olmuştur. Bu prensipler, onu diğer sosyal yardımlaşmalardan
ayırt etmiştir. Bu nitelikler, aynı zamanda vakfın kökünü maziden
alan, ama günümüzün sosyal ihtiyaçlarına da cevap verebilecek bir
yapıya kavuşturmuştur. Bu sayede vakıflar, sosyal güvenlik kurumlarının
en gelişmişi, en kapsamlısı ve en sistemlisi hâline gelmiştir.
Görüşmekte olduğumuz
tasarının hayırlı olmasını temenni ediyor, Genel Kurulu tekrar
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kavuştu.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yeter sayısı istiyorum Başkan.
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Koç.
Kabul etmeyenler… Karar
yeter sayısı yoktur.
Sayın milletvekilleri,
birleşime 17.15'e kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.58
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.16
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu
açıyorum.
1394 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 3'üncü maddesinin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, 3'üncü maddeyi
tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
3'üncü maddeyi kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, madde kabul
edilmiştir.
BAŞKAN - 4'üncü maddeyi
okutuyorum.
Organlar
MADDE 4 - (1)Vakıf aşağıdaki
organlardan oluşur:
a) Mütevelli Heyet:
Mütevelli Heyet, Vakfın karar organıdır. Dışişleri Bakanı, Maliye
Bakanı, Milli Eğitim Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı, Hazine Müsteşarlığının
bağlı bulunduğu Bakan, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu
Bakan, Başbakanlık Tanıtma Fonu Başkanlığının bağlı bulunduğu Bakan,
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığının bağlı bulunduğu
Bakan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Mütevelli Heyetin
tabii üyeleridir. Ayrıca, kültür, sanat, Türk dili ve edebiyatı alanında
çalışan profesör öğretim üyeleri arasından üniversitelerarası
kurulun seçeceği iki kişi, eğitim, kültür ve sanat alanında kamu yararına
faaliyet gösteren dernek ve vergi muafiyeti tanınmış vakıfların
üyeleri arasından Bakanlar Kurulu'nun seçeceği iki kişi, kültür,
sanat, ve Türk dili alanında çalışmalarıyla tanınmış kişiler arasından
Bakanlar Kurulu'nun seçeceği iki kişi, üç yıl süre ile Mütevelli Heyet
üyeliğini yürütür. Herhangi bir nedenle toplantıya katılamayan
Mütevelli Heyet üyesi yerine, ilgili bakanlık müsteşarı veya heyet
üyesini vekâlete yetkili temsilci, toplantılara katılabilir. Dışişleri
Bakanı Mütevelli Heyetin başkanıdır. Dışişleri Bakanının bulunmaması
durumunda, Heyete Kültür ve Turizm Bakanı başkanlık eder.
b) Yönetim Kurulu:
Yönetim Kurulu, Vakfın icra organıdır. Bakanlık Müsteşarı, Dışişleri
Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürü, Milli Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler
Genel Müdürü, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanı, Yunus Emre
Enstitüsü Başkanı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği temsilcisi
Yönetim Kurulunun tabii üyeleridir. Ayrıca, üniversitelerin
Türkçe dil öğretim merkezleri başkanları arasından Mütevelli Heyetin
seçeceği bir kişi, eğitim, kültür ve sanat alanında faaliyette bulunan
ve Bakanlar Kurulunca kamu yararına faaliyet gösterdiği kabul
edilmiş dernek veya vergi muafiyeti tanınmış vakıfların üyeleri
arasından Mütevelli Heyetin seçeceği bir kişi, kültür, sanat, ve
Türk dili alanında çalışmalarıyla tanınmış kişiler arasından Mütevelli
Heyetin seçeceği bir kişi üç yıl süreyle Yönetim Kurulu üyeliğini
yürütür. Bakanlık Müsteşarı Yönetim Kurulunun başkanıdır.
c) Denetleme Kurulu:
Bakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı tarafından görevlendirilecek
birer üye ile iktidar ve ana muhalefet partisi tarafından üç yıl süreyle
seçilecek birer üyeden oluşur. Maliye Bakanlığı temsilcisi Denetleme
Kurulunun başkanıdır.
ç) Danışma Kurulu:
Vakfın danışma organı olup, yılda bir kez toplanarak Vakfın bir önceki
yıl yaptıklarını değerlendirir ve bir sonraki yıl için önerilerde
bulunur. Bakanlık Müsteşarı, Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulunun
seçilmiş üyeleri, Başbakanlık Tanıtma Fonu Genel Sekreteri, Türkiye
Radyo ve Televizyon Kurumu Genel Müdürü, Basın Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürü, Diyanet İşleri Başkanlığı temsilcisi, Danışma Kurulunun
tabii üyeleridir. Ayrıca, İşçi Sendikaları Konfederasyonlarının
seçeceği birer kişi, İşveren Sendikaları
Konfederasyonunun seçeceği üç kişi, kültür, sanat, Türk dili ve
edebiyatı alanında görev yapan öğretim üyeleri arasından Vakıf Yönetim
Kurulunca seçilecek on kişi ile Türk dili, kültürü ve sanatı alanındaki
yazar ve düşünürler arasından Vakıf Yönetim Kurulunun seçeceği
beş kişi üç yıl süre ile Danışma Kurulu üyeliğini yürütür. Bakanlık
müsteşarı Danışma Kurulunun başkanıdır.
(2) Birinci fıkra uyarınca
seçimle görevlendirilecek üyeliklerin boşalmasından altı ay önce
Bakanlık Resmi Gazetede duyuruda bulunur. Seçimi yapacak merciler
asil ve aynı sayıda yedek üyeyi yedek sıralamasını da belirterek
kararlarını ilanı takibeden üç ay içerisinde Bakanlığa bildirir.
Bakanlık onbeş gün içerisinde ilgililere tebligat yapar. Bir kişi
birden fazla organda asil veya yedek üye olamaz. Asil üyeliğin süresinden
önce boşalması durumunda, onbeş gün içerisinde, yedek üyelere beş
gün süre verilerek göreve başlamaları yedek sırasına göre Vakıf
Yönetim Kurulu başkanınca bildirilir. Süresinde göreve başlamayan
yedek üye çekilmiş sayılır ve bir sonrakine tebligat yapılır, yedek
üyeler asil üyeden kalan süreyi tamamlar. Bu fıkranın uygulanması
ile ilgili esas ve usûller Bakanlıkça belirlenir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Gazalcı,
Denizli Milletvekili.
Buyurun Sayın Gazalcı.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk
kültürünü yurt dışında tanıtmak için kurulacak Yunus Emre Vakfı Yasa
Tasarısı'nın 4'üncü maddesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz aldım. Tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu madde, Vakfın organlarının kimlerden oluşacağını ve hangi organlardan
oluşacağını belirliyor.
Sabahki oturumda, bu
konuda tümü üzerinde konuşurken görüşlerimizi söylemiştim. Yani,
bu yapının yeterince demokratik olmadığını, bürokratik olduğunu
söylemiştim. Sonra, AKP Grubu adına konuşan Sayın Nevzat Yalçıntaş
ve başka arkadaşlar da bu ortak görüşü dile getirdiler. Sanıyorum
bir önerge hazırlanıyor. Bir ölçüde daha bu yapı daha sivilleştirilecek,
daha demokratikleştirilecek. Çünkü, Hükûmetten tasarı geldiği biçimde,
Komisyona ilk geldiğinde, gerçekten, Bakanlar Kurulundan oluşan
bir yapı vardı büyük ölçüde. Arkadaşlarla orada, Komisyonda konuştuktan
sonra bir alt komisyon kuruldu. Burada birazcık daha bu yapı sivilleştirildi,
demokratikleştirildi. Şimdi Genel Kurulda da aynı kanı söylenince
-sanıyorum bir önerge hazırlanıyor iktidar partisince- biraz daha,
bir adım daha ileri gitmiş olacak. Özlediğimiz biçimde olmayacak
yine de bu. Yani, tam bir demokratik yapıya kavuşmayacak, ama söylediğimiz
gibi, bu, amaç olarak güzel. Türk kültürünü, sanatını, Türk kültür mirasını
dışarıda tanıtmak, bunun için etkinlikler düzenlemek, kültür alışverişi
yapmak, içeride bir enstitü kurmak, dışarıda da kültür merkezleri
oluşturmak. Bu amaç çok güzel. Eğer, bu amaç iyi bir araçla ve iyi bir yapıyla
yapılabilirse, tabii, doğru sonuç alınır.
Anadolu kültürü -arkadaşlarım
da söylediler- hümanizmi kucaklayan ve bu konuda çeşitli uygarlıkların,
kültürlerin oluşturduğu bir büyük sentezdir, kültürdür. Bunun dışarıda
tanıtılması ve içeride sahiplenilmesi gerekir. Ancak, dışarıda
tanıtırken, bir kez daha söylemek istiyorum, içeride de biz bu kültüre
sahip çıkmalıyız. Yani, ulusal kültürü ve onu korumayı geliştirme
bilincini içeride, okullarda, üniversitelerde, toplumda eğer kazandırmazsak
yeni kuşaklara, yurt dışında yapılacak çalışmalar yetersiz olur.
"Yunus Emre"
adının yakıştığını söyledik, çünkü, UNESCO, bizim kültür değerlerimize,
kültür insanlarımıza zaman zaman bütün dünyada o kişilerin adına
bir yıl düzenlenmesini kabul etmiştir. Bunlardan
birisi de -burada söylendi-
Yunus Emre'dir. Atatürk için böyle bir kabul yapmıştır UNESCO 1997'de,
doğumunun 100'üncü yılında yine büyük kültür adamı Hasan Âli Yücel
için yapmıştır ve bu yıl da Mevlânâ için. Bunlar bizim Türk kültürümüzün
temel taşlarıdır. Bunların, içeride ve dışarıda tanıtılması gerekir
gerçekten.
Atatürk "Türkiye
Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür." demiştir değerli arkadaşlar.
Onuncu Yıl Söylevi'nde ortaya koymuştur ve Türkiye'nin temel niteliklerinden
birisinin güzel sanatları sevmek ve onda yükselmek olduğunu söylemiştir
aynı söylevinde. Dolayısıyla, ulusal kültürümüz hem cumhuriyetin
temelidir hem de bunu yükseltmek, güzel sanatlar alanında içeride
ve dışarıda tanıtıcı çalışmalar yapmak bize yakışan bir durumdur.
Sanıyorum, bu yasayla, eğer iyi amaçlar için kullanılabilirse çok
güzel çalışmalar yapılabilir diye düşünüyorum. Ama, niyet kötü
olursa, yani, Anadolu kültürünün büyüklüğünü dışarıya taşımak
yerine kendi siyasal görüşünü, orada birtakım, bizim kültürümüze
yakışmayan çalışmalar yapan kişilerle, kuruluşlarla iş birliği
yaparak çalışmaya başlarsa, o zaman, bu güzellik bozulur, Yunus'un
adı -burada şiirler okundu, hepimiz o güzelliği söyledik- onun hümanist
kişiliği, barışçı kişiliği gerçekten gölgelenmiş olur. Çünkü, Yunus
Emre, bizim her bakımdan sahip çıkacağımız bir değerdir. Onun adına
yapılan çalışmaların da öyle olması gerekir. 1942 yılında, biliyorsunuz,
Adnan Saygun, Yunus Emre Oratoryosu'nu yazmıştır.
Değerli arkadaşlar,
Yunus'un kullandığı dil -arkadaşlarım burada şiirler de okudular-
eğer o güzellik, Türkçedeki o duruluk o günden bu yana dilimiz kirlenmeden
işlenip geliştirilebilseydi, yalnız coğrafya değil, kullanıldığı,
o Türkçeyi kullanan insan sayısı değil, bilim ve kültür dili olmada
çok daha ileri bir durumda olurdu Türkçemiz.
Bugün, Yunus'un kullandığı
dil, kendi ülkemizde ne yazık ki kullanılmıyor. Sokaklarda levhalara
baktığınız zaman, Türkçe değil. Kimi okullarda Türkçe eğitim yapılmıyor.
Yani, Türkçeyi geliştirme, koruma bilinci, bazen devlet politikası
olarak, bazen yurttaşlarca ya da başka alanlarda yeterince sahiplenilmiyor.
Dolayısıyla, Yunus
Emre adına bir vakıf kurulurken, bir enstitü kurulurken, dışarıda
kültür merkezleri kurulurken, onun felsefesi, kullandığı dil de
göz önünde tutulmalıdır. Yani, o felsefe nedir? O felsefede büyük
bir açılım vardır, insanları kucaklama vardır, hoşgörü vardır, sevgi
vardır. Onun dili nasıldır? Dili Türkçedir ve yabancı dillerin etkisinden
büyük ölçüde kurtulmuş bir dildir. Yoksa, yedi yüz yıldır nasıl ayaktadır?
Yunus'u şiirleri okunduğu zaman -burada örnekler verildi, ben de
verdim- öylesine arı, duru bir dille yazılmış ki, yüz yıllardan sonra
hâlâ ışılıyor, hâlâ onun adına bir oratoryo kuruluyor. İşte, biz büyük
bir çalışma içindeyiz, enstitüler kurulacak, vakıflar kurulacak.
Dolayısıyla, Yunus Emre'nin bu büyüklüğüne yakışır çalışmalar olmasını
diliyoruz.
Değerli arkadaşlar,
bu Yönetim Kurulunda, Mütevelli Heyette, Danışma Kurulunda oluşacak
kişilerin, alt komisyonda ve burada verilecek önergelerle, bir ölçüde,
bakanların ve bürokratların etkisi azaltılıyor, ama bunu yeterli
bulmadığımızı bir kez daha söylüyoruz. Ortak bir kanı oluştu. Demek
ki, kimi zaman, eğer oldubittiye getirilmezse, içtenlikle üzerinde
görüşmeler yapılabilirse, kimi ilerlemeler yapılabiliyor. İşte,
bu, Yunus Emre'nin Türk kültürünü dışarıda tanıtmada kullanılacak
Vakıfta olduğu gibi. Çünkü, alt komisyonda bir çalışma yapıldı, yeterli
bulunmadı, buraya geldi, burada da konuşmacıların bir ortak paydasıyla
bir adım daha atılıyor.
Değerli arkadaşlar,
kültürümüz zengin, kültürümüz yalnız bize değil, belki dünyanın
birçok yerindeki insanlara, burada söylenen, işte, o hümanist sevgi,
hoşgörü anlayışını taşıyabilir…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
lütfen toparlayın.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Peki Sayın Başkanım.
…ülkemiz ve insanlık
bundan kazanır, kendiliğinden, doğal olarak turizmimiz, kültürümüz
gelişmiş olur. Buna sahip çıkmak gerekir. Bu bilinci içeride ve dışarıda
geliştirmek gerekir. Diliyorum, umuyorum, bu yasa bu amaca hizmet
eder.
Tekrar, emek verenlere
teşekkür ediyorum ve önerilerimizi, uyarılarımızı göz önüne alıp
adım atanları da tekrar kutluyorum.
Teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gazalcı.
Madde üzerinde Anavatan
Partisi Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 1394 sıra sayılı, Yunus Emre Vakfı Kanunu'nun 4'üncü
maddesi üzerinde Anavatan Partisi adına görüşlerimi bildirmek istiyorum.
Hepinizi tekrar saygıyla selamlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
Türkçe üzerine konuşmalarıma geçmeden önce, 1'inci maddede bu yasa
tasarısı vesilesiyle, Hükûmetimizin ve Sayın Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla Koç'un millî meseleler üzerindeki hassasiyetsizliğine, dikkatsizliğine
dair örnekler vermiştim. Bunlardan bir tanesi de Piyale Paşa Camisi
içerisindeki Kur'an kursunun ve talebe yardım derneğinin yıkılışıyla
ilgili bir konuyu anlatmıştım. Bunun üzerine, çok değerli İstanbul
Milletvekilimiz Sayın Nusret Bayraktar Beyefendi bu kürsüye çıkmış
ve bana cevap vermişlerdi. Kendilerine açıklamalarından dolayı
teşekkür ediyorum. Yalnız, bu konuşmasında "provokatör"
kelimesi filan, bunlardan kullandı. Tabii, bunu basınla ilgili
olarak kullandı, ama…
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Anlaşma yapıldığı hâlde birileri provoke etti orayı.
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
lütfen.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Ben de birazcık bunu üstüme aldım. Hayatımda hiçbir zaman bir şeyde
provokatörlük yapmadım.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Sizi kastetmedim.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Tamam. Teşekkür ediyorum. Teşekkür ediyorum.
Çünkü, hiçbir zaman
ifsat edici olamayız inancımız gereği, ifsat edici olamayız. Cenabı
Allah Kur'an-ı Kerim'de öyle buyuruyor "Yeryüzünde fesat çıkarmayın."
diye. Bu, bu anlamdadır.
Şimdi, Sayın Bayraktar,
bakın, Piyale Paşa Camisi içerisindeki bu tarihî Kur'an kursunu,
sabahleyin, dozerlerle yıkım ekibi gidiyor ve yıkmaya başlıyorlar.
Oradaki talebeler, halk yığılıyor. Bir taraftan bağrışmalar, ağlamalar.
Bunlar tabii ki provokatör değil. Ben sizin dediğinizi anladım.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- O olayı provoke ediyorlar.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Tamam, tamam.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Anlaşma sağlanmıştı.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değil, ama bakın, ben hukukun…
ASIM AYKAN (Trabzon) -
Nusret Bey'i iyi dinleyin.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Dinliyorum. Ben hukukun üstünlüğüne inanırım, hukuka inanırım.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Anıtlar Kurulu yıkımına karar verdi. Yoksa…
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
lütfen…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, bakın, o gün, Sayın Bayraktar, bu Vakfın Piyale Paşa Camisi
Kur'an Kursunun avukatı Sayın Suat Kaya İstanbul 5. İdare Mahkemesinden
yürütmeyi durdurma kararı getirdi ve yıkım ekibi gitti, ama…
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Onlar yanlış. Yanlış.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- …öğleden sonra tekrar geldiler, yıktılar dozerlerle…
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
konu anlaşılmıştır. Lütfen, konuya döner misiniz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- …ve oradaki halkın üzerine…
BAŞKAN - Sayın Özdoğan…
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Yine yanlış.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- …biber gazı sıktılar. Ayıplanan şey budur. Ayıplanan, hukukun çiğnenmesidir.
Değerli arkadaşlarım…
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Yanlış, hayır. Anıtlar Yüksek Kurulu kararının gereği yapıldı. Olur
mu öyle şey?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Tamam, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen, konuya döner misiniz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum.
Şimdi, bizim kültürümüzün
üzerine, sadece Sayın Atilla Koç'un -kendisini de çok severim, ama,
milletim adına eleştirmek zorundayım- hassasiyetsizlikleri bu
noktada bitmiyor değerli arkadaşlar. Bakın, 9 Ekim 2005. Dubai Şeyhi
El Maktum gelmiş ve Sayın Bakan, Sakal-ı Şerif'i Atatürk Havalimanı'na
ayağına kadar götürmüştür. Ne karşılığı? İstanbul'a 5 milyar dolarlık
yatırım yapacakmış! Yani, bu Hükûmet döneminde, bu bakanlar döneminde
her şey para için satılıyor.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Yalan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bizim milletimiz, bizim inanan insanımız,
bırakın Hazreti Peygamberin Sakal-ı Şerifi'ni, ayakkabısının tozuna
bile kendisini kurban eder. Böyle bir anlayış olabilir mi değerli
arkadaşlarım? İşte biz bunlara karşıyız.
Bir de, Sayın Nusret
Bayraktar, siz buna cevap verirken, peki, Akdamar Kilisesinin restore
edilmesini de ben eleştirdim, buna neden cevap vermediniz? Bu işinize
gelmedi mi Sayın Bayraktar?
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen, karşılıklı konuşmayı bırakalım. Genel Kurula hitap eder
misiniz konuyla ilgili.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Sayın Başkanım…
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
lütfen…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
Türkçe üzerine konuşmalarımı, görüşlerimi devam ettirmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
sözlük kullanma alışkanlığımız da, maalesef, tam olarak gelişmemiştir.
Sözlere kendimize göre anlamlar yükleyip kullanıyoruz. Bu durum
yalnızca yabancı kaynaklı sözleri değil, Türkçe kökenli sözleri
de birbirine karıştırıp yanlış kullanmamıza yol açıyor. Söz gelişi
"gözaltına almak" ile "gözlem altına almak" sözleri
yerli yerinde kullanılmıyor. Bu yanlışı kitle iletişim araçları
yapınca yanlış kullanış toplumda hızla yayılıyor.
Sözleri yerli yerinde,
bilerek kullanmak gerekir değerli arkadaşlar. Anlamı bilinmeyen
sözler için mutlaka sözlüğe başvurulmalıdır. Bunun eğitimi ilkokuldan
başlayarak yapılmalıdır. Zaten bu işin temeli de eğitimdir. Okullarımızda
Türkçe eğitimi gözden geçirilmeli ve bilişim teknolojilerinden
de yararlanılarak düzenlenmelidir. Ama, değerli arkadaşlar, bu
işler için istek, niyet ve vizyon sahibi yönetimler gerekir.
Türkçenin kullanımıyla
ilgili olarak yaşanan sorunların başında söyleyiş bozuklukları
gelmektedir. Türkçe kökenli sözlerde söyleyiş bozukluğu fazla görülmüyor,
ama yabancı kaynaklı alıntı sözlerde söyleyiş bozukluğuna çok sık
rastlıyoruz. Bu yanlışlardan kurtulmak için kullandığımız sözün
doğru söylenişini bilmemiz gerekir. Dilimizde karşılığı bulunan
sözlerin Türkçesini kullanmak da bu yanlışlardan kurtulmamızı sağlayacaktır.
Dilimizde karşılığı
olmayan sözleri de kullanırken Türkçe'de kabul görmüş ve yaygınlaşmış
şekilleri kullanmalıyız. Mesela "hâkem" değil "hakem,"
râkip" değil "rakip" demeliyiz. Bu yanlışları radyo-televizyon
sunucuları yapınca tabii, yanlışlıklar da hızla yayılıyor.
RECEP GARİP (Adana) -
Arapça…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Türkçe de öyle. Biz Arapça konuşmuyoruz Sayın Garip.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) - Senin kadar Türçemiz yok!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Radyo ve televizyon sunucularına, spikerlerine bu konuda büyük
görevler düşüyor. Sunucular ve spikerler sözleri doğru biçimlerde
söylerlerse, doğru biçimler toplumda daha hızlı olarak yayılır.
Yabancı dillerin etkisinin
artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz
yönde etkiliyor. "Divan Oteli" demek dururken "Hotel
Divan," "Marmara Oteli" demek dururken "The Marmara"
demek söz dizimi özelliklerini zorlamaktadır.
Son zamanlarda bir de
çeviri yoluyla anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım
kalıbı yabancı kaynaklı. Doğru olmayan bu kullanışlar da maalesef
yaygınlaşıyor. "Çay içmek, kahve içmek" yerine "çay almak,
kahve almak," "özür dilerim" yerine "üzgünüm"
gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç örnektir. Türkçenin yapısına
ve mantığına aykırı bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor.
Türkçemize son yıllarda
Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden bir söz akını olduğunu
herkes biliyor. Sözlerin bir bölümü, tabii, teknolojiyle birlikte
geldi. Dolayısıyla, bu konuda da teknolojik gelişmelere uygun
olarak çıkan yeni araçlara, hızla, yeni isimler bulmak ve bunu basın
yayın araçlarıyla topluma yaymak mecburiyetindeyiz. Mesela, çok
şükür ki, buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu ve bu gibi şeyleri
yabancı isimlerin etkisinden kurtardık. Buna karşılık, yabancı
kaynaklı sözlerin dilimize girişi her geçen gün biraz daha artıyor.
Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu
aletlerin çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcılarıyla ilgili
sözler de, maalesef, dilimize geçmeye başladı değerli arkadaşlar.
Günlük hayatta, çarşıda,
pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda, kısacası
her yerde yabancı sözleri, artık, bilinçsizce kullanır olduk. Bu
olumsuz duruma karşılık toplumda Türkçe bilincini uyandırmak ve
canlı tutmak zorundayız. Türkçedeki yabancı ögelerin artmasında
kitle iletişim araçlarının da çok büyük etkisi vardır. Türkçenin bozuk
ve kulak tırmalayıcı bir biçimde kullanılması çok rahatsızlık verici
ki, aklı başında herkes Türkçedeki bu yabancılaşmadan rahatsızdır,
milletçe rahatsızız değerli arkadaşlar.
Dilin söz varlığının
zenginleştirilmesi, bütün bilim dallarında öğrenim ve araştırmanın
sürdürülmesi için dile terimlerin kazandırılması, dildeki gereksiz
yabancı ögelerin ayıklanması gereklidir. Bunlar yapıldığında dilde
iyileştirme, daha doğru bir söyleyişle gelişme, zenginleşme yaşanacaktır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen toparlayın.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlarım,
Türkçenin katledilmesine seyirci kalınmasının mümkün olmaması
gerekiyor, bunu mutlaka önlemeliyiz. Türkçe, hepimizin kutsal
varlıklarından bir tanesidir. Türkçe, bizim kimliğimizdir, adımızdır,
soyadımızdır, türkümüzdür, şarkımızdır, sevgimizdir, şairin dediği
gibi "Türkçe, ses bayrağımızdır."
Türkçeyle biz dinimizi
de öğreniyoruz değerli arkadaşlar. Hakikaten, onun için Türkçe, aynı
zamanda mübarek bir dildir.
Bir de, biz, bu dilimizi
atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan da ödünç
aldık. El ele verelim, dilimize sahip çıkalım, gelecek kuşaklara
Türk'e yakışır bir Türkçe bırakalım değerli arkadaşlar.
Seçimlerin -Hükûmet
buna hâlâ alışmamış olsa da- iyice yaklaşmış olmasına sevinmek için
çok sayıda sebepleri vardır. Bunlardan birisi de, iktidarımızda
Türkçemiz ve yaygın iyi bir eğitim için çok yapılacak şey olmasıdır.
59'uncu Hükûmetin mensupları
bunu iyi bilir. Vizyon sahibi çok iyi bir Millî Eğitim Bakanı vardı değerli
arkadaşlar, bırakılsaydı bu alanda devrim yapacak ve dilimizin
eğitiminde büyük ve kalıcı adımlar atacaktı. İşte, o adımlar, değerli
arkadaşlar, hâlâ alışamadığımız ve yasını tuttuğumuz bu genel seçimlerin
sonrasına kaldı. O adımların heyecanıyla genel seçimi bekliyoruz.
Türkçenin bayrağını, Türk kültürünün bayrağını dalgalandırmak
için bekliyoruz değerli arkadaşlar bu seçimi.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Sayın Bayraktar, bir
dilekçe vererek, Sayın Özdoğan'ın sataştığını söylüyorsunuz. Ne
söyledi de sataştı size?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Üç kere ismimden bahsederek…
BAŞKAN - Evet, isminizden
bahsetti.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- …yanlış bilginin aktarıldığını, yürütme kurulunun orada durdurma
kararı olmasına rağmen yıktığımızı söyledi. Oysa öyle değil. Düzeltmek
istiyorum yerimden.
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
ben o konuşmayı dinledim, Sayın Özdoğan sizin bir önceki konuşmanıza
cevap mahiyetinde konuşmalar yaptı, herhangi bir sataşma olarak
değerlendirmedim.
Teşekkür ediyorum.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Ben düzeltme istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet adına
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dün de bahsettiğim
gibi, Mehmed Âkif Kanunu'ndan sonra Yunus Emre Vakfıyla Türk dilini
ve Türkçeyi ve Türk kültürünü bütün dünyaya yaymak üzere kuracağımız
bir teşebbüsün, bir vakfın kanunlaştırılması için çalışmalarda bulunuyoruz
ve sabahtan beri, iktidarı olsun muhalefeti olsun, bütün konuşanları
gayet nezih konuştular.
İlk konuşmasında Sayın
Erzurum Milletvekilimiz, herhâlde sehven olacak, bazı şeyler söyledi.
Yine bu günün hoşgörüsüyle cevap vermek niyetinde değildim, ama
ikinci defa söyleyince, bazı meseleleri açık ve seçik ortaya koymanın
şart olduğuna inandım ve daha da önemlisi, eğer bilmeden iftira ettiyse
tövbe etsin ve özür dilesin, bilerek yaptıysa gereğini, gerekleri
yerine getiren Ulu Allah cevabını verecektir.
Birinci mesele: Dil
çalışmaları için kurulan komisyon beni çağırdı Türk dilinin gelişmeleri
hususunda. Halk Partili milletvekillerimiz de vardı. Gayet ariz
amik, Türk dilinin ve linguistik açısından bütün dünya dillerinin
durumu ve dilimizin ve alfabelerimizin gelişmelerini açıkça beyan
ettikten sonra, bir arkadaşımız soru sordu. Dedi ki: "Her yerde
din bahçeleri yapmak, dinler bahçesi yapmak gibi bir çalışma var. Bu
hususta ne düşünüyorsunuz? İstanbul'da da yapacak mısınız?"
"İstanbul'da herhangi bir şey, böyle bir şey yapmaya gerek yok, zaten
İstanbul bir dinler bahçesidir. Sadece Antalya'da yapıldı. Ama, şunu
unutmayalım: -cümlemi söylüyorum, yani aynen tekrar ediyorum. Şunu
unutmayalım- Bugün Strasbourg'da 72 tane cami vardır ve Alanya'da
eğer 20 bin Alman varsa onların da dinlerine -işte orada sehven ve
hiç de farkına varmadan- şey etmemiz lazım…" Oradaki "şey etmemiz"
gayet açık ve seçik ki, onların da dinlerine hürmet edip kilise kurulması
gerekiyorsa kiliseyi kurmak gerekir. Bir arkadaşım, yine bizim
partimizden bir arkadaşımız "Ağabey, bu 'şey' lafı yanlış kaçtı,
başka bir çağrışım yapar, düzeltin." dedi. Dedim: "Bunun düzeltecek
bir şeyi yok ki, -yine 'şey' le konuşuyoruz. Bunun düzeltecek bir şeyi
yok ki- Benim şimdiye kadar, bütün Anadolu toprağının ve -örnekleri
de vermiştim, tekrar vereyim- bizim bu husustaki toleransımızın
en önemli örneği de Ulus'tadır. Hacı Bayram Veli Hazretleri, Anadolu'nun
Müslümanlaşmasına ve Türkleşmesine vesile olan büyük veli, değil
tek tanrılı dinlerin, çok tanrılı dinlerin mabedi olan Ogüst Mabedini
bile yıkmamıştır, yanına dergâhını yapmıştır. Biz bu anlayıştan geliyoruz.
Bu anlayıştan gelenlerin Alanya'daki insanların dinî ihtiyaçlarına
cevap vermesi gayet normaldir" dedim. Mesele bu. Anladınız mı
Beyefendi? Hah!
BAŞKAN - Sayın Bakan,
lütfen, Genel Kurula hitap edelim, karşılıklı konuşmak yok.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Devamla) - Peki.
İkinci husus: Sakal-ı
Şerifler meselesinde, Türkiye'nin her tarafında -galiba 550 tane-
Sakal-ı Şerif var, ama ben, yüz yetmiş yıldır Topkapı Sarayı'nda bir düzenleme
yapılmıyor, onları yapıyorum -ki, iki senedir de 100 trilyonun üzerinde
para harcadık- ve bunları yaparken Sakal-ı Şeriflerin bulunduğu
sandukaların gayet harap olduğunu, onları düzeltmemiz gerektiğini
İl Müdürümüze söylemiştim. Bir gün, sabahleyin uçaktan indim, karşımda
Sakal-ı Şerif'i gördüm ve -tekrar söylüyorum huzurunuzda ben- bu bir
şey olarak değil, hepimiz aynı şeyde, bir Müslüman olarak, Sakal-ı Şerif'e
hürmet eden bir insan olarak doğrusu çok da tuhafıma gitti. "Efendim,
bu…" dedi; -gazetecilerin, kameraların çalıştığını filan da
görmedim- "Yerine götürün oğlum, orada görürüz." dedim. Mesele
bundan ibaret. Bu bir.
Bundan sonra, kıymetli
arkadaşım, "Dubaililerden 5 milyar dolar almak için" diyorsunuz.
Bir defa, mantık…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Yatırım yapmak için, almak için değil.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Devamla) - Bir dakika… Bir dakika…
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
Sayın Bakan, lütfen karşılıklı konuşmayalım.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Devamla) - Bir dakika… Bir dakika… Eğer… Ben sizi dinledim,
siz de dinleyin.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- "Yatırım yapmak için" dedim, ayrı anlamlar taşıyor.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Devamla) - Bir dakika… Yatırım yapmak için, tamam, peki,
sizin dediğiniz gibi olsun. Siz, yalnız Türkiye'yi bilmediğiniz gibi
dünyayı da bilmiyorsunuz. O bölgenin insanlarının Sakal-ı Şerif
hürmeti bizim gibi değildir, onlara bu yapılmaz. Önce kendi ülkenin
sosyolojisini bildiğin gibi, bilmen gerektiği gibi İslam ülkelerinin
de sosyolojisini bilmen lazım.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Faruk Anbarcıoğlu, Bursa Milletvekili.
Buyurun Sayın Anbarcıoğlu.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
FARUK ANBARCIOĞLU
(Bursa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1394
sıra sayılı kanunun 4'üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
dün yüce Parlamentomuz, İstiklal Marşı'mız ve onun yazarı Mehmed
Âkif Ersoy hakkında kanun çıkararak geç de olsa gereğini yerine getirdi.
Birleşmiş Milletler, 2007 yılını Mevlânâ Hazretleri'nin 800'üncü doğum
tarihi dolayısıyla Mevlânâ Yılı ilan ederek, onlar da gereğini yerine
getirdi. Bugün de yine, yüce Parlamentomuz Yunus Emre adını ölümsüzleştirecek
bir kanuna imza atarak gereğini yerine getiriyor. Türk kültürümüzü
dünyaya tanıtan bu yüce şahsiyetlerin ve kültür elçilerimizin
önünde saygıyla, sevgiyle eğiliyor, rahmetle anıyoruz.
Bu Vakfın amacı nedir?
Vakfın amacı, Türkiye'yi, kültür mirasını, Türk dilini, Türk kültürünü
ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin diğer ülkelerle dostluğunu geliştirmek,
kültürel alışverişini artırmak ve yurt dışında kültür merkezlerinin
kurulmasını, işletilmesini sağlamaktır.
Değerli arkadaşlar,
bu 4'üncü maddede, biraz önce muhalefetten Sayın Gazalcı'nın da belirttiği
gibi, bir önergeyle -biraz sonra önerge huzurlarınıza gelecek- Mütevelli
Heyetin 11 üyeye inmesi düşünülüyor. Burada 4 bakanımız ve 7 sivil
toplum örgütünün temsilcisinin olması kararlaştırılıyor.
Yunus Emre, Türk halk
şairlerinin tartışmasız öncüsü, Türk'ün İslam'a bakışını, Türk dilinin
tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe
hâline getirmiş örnek bir insandır. Türk tasavvufunun dilde ve şiirde
kurucusu olan Yunus Emre'nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi
konuların hemen hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü
çerçevesinde bir yerlere oturtulur. Yunus Emre'nin tasavvuf anlayışında
dervişlik olgunluktur, aşktır, Allah katında kabul görmektir; nefsini
yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, riyaya,
düşmanlığa ve şekilciliğe karşı çıkmaktır. İşte, gelin, bu Yunus
Emre'nin bir kültür dünyası olarak onun zamanına gidelim ve neler yaşanmış,
bizlere neler demiş, onlara bir bakalım. İnsan aşkını, tabiat aşkını
ve Allah aşkını o kadar güzel işlemiştir ki, yüzyıllar boyunca Anadolu'nun
dört bir tarafında seslendirilmiştir.
"Ben yürürüm yane
yane,
Aşk boyadı beni kane,
Ne akılem ne divane,
Gel gör beni aşk neyledi.
Ben Yunus'u biçareyim,
Baştan ayağa yareyim,
Aşk elinden avareyim,
Gel gör beni aşk neyledi."
Bir başka şiirinde,
malı, mülkü, parayı her şeyi terk eder, onun hiç umurunda değildir. O,
hep gerçek aşkı, gerçek sevgiliyi özlemiştir. İşte, onun için de şöyle
der:
"Aşkın aldı benden
beni,
Bana seni gerek seni.
Ben yanarım dünü günü,
Bana seni gerek seni.
Ne varlığa sevinirem,
Ne yokluğa yerinirem,
Aşkın ile avunuram,
Bana seni gerek seni.
Sufilere sohbet gerek,
Ahilere ahret gerek,
Mecnunlara Leyla gerek,
Bana seni gerek seni."
Bir başka şiirinde,
ilim öğrenmenin asıl amacının insanın kendini keşfetmesini düşünerek,
bizlere bir şeyler demiştir:
"İlim, ilim bilmektir.
İlim kendini bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Dört kitabın manası,
Bellidir bir elifte.
Sen elifi bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var Hacca
Hepsinden iyice
Bir gönüle girmektir."
Bir başka şiirinde
ise ölüm ötesini sorgular, "Oralardan haber var mı?" diyenlere
de şöyle seslenir:
"Yalancı dünyaya
konup göçenler,
Ne söylerler ne haber
verirler.
Üzerinde türlü türlü
otlar bitenler,
Ne söylerler ne bir haber
verirler.
Kiminin başında biter
ağaçlar,
Kiminin başında sararır
otlar,
Kimi masum, kimi güzel
yiğitler,
Ne söylerler ne bir haber
verirler."
Bu kanunun hazırlanmasında
emeği geçen bütün arkadaşlarımızı yürekten tebrik ediyorum. Kanunun
hayırlara vesile olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Anbarcıoğlu.
Madde üzerinde soru-cevap
işlemi yapılacaktır.
Sayın Karapaşaoğlu,
buyurun.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU
(Bursa) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanımıza delaletinizle bir soru
yöneltmek istiyorum.
Sorum şöyle: Milletimiz,
biliyorsunuz, Orta Asya'dan çeşitli kavimleri, çeşitli kültürleri
geçerek Anadolu'daki mevcut kültürlerin üzerine yerleşmiş bir millet.
Dolayısıyla, gerek kültürümüzde gerek geleneklerimizde gerekse
dilimizde çok önemli değişiklikler vuku bulmuş, o günden bugüne gelmiş. Fakat, bugün
hâlâ, baktığımızda, en üst kademedeki yöneticimizden halkımıza
kadar çeşitli kademelerde konuşan, Türkçe konuşan insanlarımızda
bu kültür farklılıklarının getirdiği, bu çeşitli kültürlerin etkileri
altında kalmışlığın getirdiği dilde bir karmaşa var. Bugün hâlâ bir
tedbir alınarak "dilde bu konuşulacak" şeklinde Türk Dil Kurumunun
yayınladığı müşahhas bir belge, bilgi niteliğinde bir sözlükten
başka bir şey yok.
Acaba, Kültür Bakanlığımız
bu konu üzerinde bilimsel bir çalışma yaptırıyor mu, yaptırmak niyetinde
mi? Bu çalışmaların sonuçlarını basılı bir yayın şeklinde bilgisayar
ortamında veya basılı olarak bizlere de intikal ettirmeyi düşünüyor
mu?
Teşekkür ediyorum
efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Karapaşaoğlu.
Sayın Bakan, buyurun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Sayın Karapaşaoğlu'na çok teşekkür ederim.
Bakanlık olarak, benim
bu husustaki kanaatim, aynı cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün
kanaati gibidir. Atatürk, gerek Türk Dil Kurumunu gerek Tarih Kurumunu
bir sivil toplum kuruluşu olarak kurmuştur.
Bunun devlet eliyle
değil, sivil toplum kuruluşları eliyle yapılması gerektiğine inanıyorum.
Çünkü, fevkalade dinamik bir, etkin, devinimli bir yapıdır dil, hatta
Allah'ın bir mucizesidir. Onun için, zamana, mekâna göre eskimeler
ve yenilenmeler beraber olur. Bunu devlet müdahalesiyle değil,
ama, fevkalade bir kültür, daha doğrusu, üniversite ve üniversitenin
desteklediği enstitüler aracılığıyla müdahale edilmesi veyahut
da katkıda bulunulması kanaatindeyim. O sebepten, ben, sadece güzel
Türkçe eserlerin dünyaya yayılması için çalışmalar yapmaktayım;
ama, esas görev de Türk Dil Kurumunundur. Ben, onların yaptıkları çalışmalara
Bakanlığım olarak sadece maddi katkılarda bulunuyorum ve bu şekilde
davranmaya da devam edeceğim.
Arz ederim efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Madde üzerinde bir
adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1394 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 4 üncü maddesinin (a) bendinde
yer alan "Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakan, Vakıflar
Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakan, Başbakanlık Tanıtma Fonu
Başkanlığının bağlı bulunduğu Bakan, Türk İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığının bağlı bulunduğu Bakan" ibaresinin madde
metninden çıkartılmasını arz ederiz.
|
İrfan Gündüz |
Recep Garip |
M. Atilla Maraş |
|
İstanbul |
Adana |
Şanlıurfa |
|
Hacı Biner |
Eyyüp Sanay |
|
|
Van |
Ankara |
|
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Takdire
bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor
mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Mütevelli Heyetteki
siyasi ağırlığın azaltılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum.
HALUK KOÇ (
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.
5'inci maddeyi okutuyorum:
Kültür Merkezi koordinasyon
kurulları
MADDE 5- (1) Kültür
Merkezi koordinasyon kurulları, Kültür Merkezlerinin bulunduğu
ülkelerdeki büyük elçinin veya o şehirdeki temsilcisinin başkanlığında
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı temsilcisi, Kültür
ve Tanıtma Müşaviri ile Eğitim Müşaviri, Kültür Merkezinin kurulduğu
şehirde veya ülkede yaşayan tanınmış Türk işadamları, bilim adamları,
kültür ve sanat adamları arasından Yönetim Kurulunun üç yıl için seçeceği
üç üyeden oluşur. Kararlarını oy çokluğu ile alır. Görevleri şunlardır:
a) Kültür Merkezinin
bulunduğu ülkenin özellikleri dikkate alınarak yerinin belirlenmesi,
çalıştırılacak sözleşmeli personelin ve Kültür Merkezi müdürünün
seçimi, bütçesi, yapılacak faaliyetlerin belirlenmesi hususunda
Vakfa önerilerde bulunmak,
b) Kültür Merkezinin
faaliyetlerini desteklemek, tanıtmak, Vakfın kuruluş amacı, bulunulan
ülkenin mevzuatıyla veya ülke menfaatleriyle bağdaşmayan herhangi
bir eylem veya faaliyetin varlığının tespiti durumunda, durdurulması için gereken acil önlemleri
almak ve Vakfı durumdan haberdar etmek,
c) Onur kurulunun oluşumu
ve etkin olarak çalışması için gerekli işbirliği ve çalışmaları
yapmak.
ç) Vakıf tarafından
belirlenecek usûl ve esaslar çerçevesinde kültür merkezinin yönetimine
destek sağlamak,
d) Kültür Merkezinin
yönetimi için, bulunduğu ülke mevzuatına uygun olarak kuruluş işlemlerini
yürütmek, denetimi konularında Vakıfla işbirliği sağlamak.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Gazalcı,
Denizli Milletvekili.
Buyurun Sayın Gazalcı.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türk kültürünü
dışarıda tanıtmak için kurulacak Yunus Emre Vakfı Yasa Tasarısı'nın
5'inci maddesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
5'inci madde, dışarıda
oluşturulacak kültür merkezlerinin eş güdümüyle ilgili, nasıl çalışacağıyla
ilgili bir düzenlemeyi yapıyor.
Burada, maddede de
görüleceği gibi, o kültür merkezlerinin açılacağı kentte büyükelçi,
büyükelçi yoksa temsilciliğin başkanlığında kültür ve tanıtma müşaviri,
danışmanı, tanınmış Türk iş adamları, bilim adamları, sanat adamlarından
seçilecek üç yıllığına 3 üyeden oluşacak bu eş güdüm. Bu kurulun görevi,
bu kültür merkezinin yerinin belirlenmesi, personel alımı ve çalışılacak
etkinlikler, kimin müdür olacağına ilişkin önerilerle ilgili çalışmalar
yapacak, yani, Vakfa önerilerde bulunacak. Orada Türk kültürüyle
ilgili yanlış bir şey yapılıyorsa, onu Vakıfla beraber, haber vererek
düzeltmeye çalışacak, doğrusunu yapacak.
Değerli arkadaşlar,
tabii, burada -önce bir arkadaşım da söyledi- bu sözleşmeli personelde,
müdürde, sanıyorum, dar siyasal bir anlayış güdülmez. Kültür ve sanat
işi, dar siyasetleri de aşan büyük bir olaydır ve zaten Türk kültürünü,
sanatını dışarıda tanıtmak için bu merkezler oluşturuluyor, içeride
bir enstitü oluşuyor.
Sanıyorum, 30'lu yıllarda,
genç Türkiye Cumhuriyeti, dışarıda, yeni oluşan cumhuriyeti, devleti
tanıtmak için bir gemi kiralar ya da görevlendirir. Bu gemiye Türkiye'yi
tanıtacak birtakım değerlerimiz konur, dünyayı dolaştırılır. Büyük
yankı yapar bu olay ve ben, bunu okuduğum zaman, çok heyecanlanmıştım.
Değerli arkadaşlar,
böyle, özellikle kültür ve sanat etkinliklerini tanıtmada, işte,
çok güzel şeyler yapıyor Anadolu Ateşi, "Sultanların Dansı"
diye. Bizim folklorumuzdan, bizim ulusal oyunlarımızdan çağdaş yorumla,
böyle, çok hareketli bir dans topluluğu çıktı. Zaman zaman başka sanatçılar
da, "Ben Anadolu'yum" diye -Yıldız Kenter birden aklıma geliyor-
çok güzel oyunlar sergiledi. Şimdi, bu Vakıf, bu gemi örneğinde olduğu
gibi, belki bizim değerlerimizi, gemiler dolaştırarak ya da grupları
dolaştırarak, oralarda Türk kültürünü, sanatını tanıtmak için kimi
çalışmalar yapabilir.
Değerli arkadaşlar,
bugüne değin yurt dışındaki bu çalışmalarda, ne acı ki, devlet fazla
yoktu, yani, biraz oluruna bırakmıştı. Biz Sayın Bakanla Hindistan'a
gittik. Bizi orada birtakım gençler karşıladılar. O karşılayanlar,
oradaki, Türk kültürünü devlet adına temsil eden kişiler değildi. İyiydi
kötüydü ayrı bir konu, ama, dışarıda birtakım eğitim alanında şimdi
etkinlikler yapılıyor, okullar açıldı. Bu kimi ülkelerde kapatıldı,
yasaklandı, mahkemeye düştü, kimi ülkelerde de devam ediyor, ama,
devlet burada öncü olamadı. Oysa, devletin birçok konuda örnek, öncü
olması gerekir. Kültür ve sanatın tanıtılmasında da bu. Bu yalnız
şu demek değil: Yalnız resmî olarak şöyle bir kültür vardır, onun dışındakilere
kapıyı kapamak değil. Örnek olacak, fırsat verecek, bazen özel girişimin,
kuruluşların yaptığı güzel etkinlikleri, kültürümüzü tanıtan,
yansıtan çalışmaları da içeride ve dışarıda belki alacak, onlarla
birlikte projeleri geliştirecek. Ben bunun, bu Vakfın bu çalışmalarını
düzenlerken, yani kültür merkezlerinin oluşturacağı etkinliklerde
enstitünün yapacağı bilimsel çalışmalarda, gerçekten, kültürümüzü,
sanatımızı büyük boyutlarıyla ortaya koymak gerekir. Geçmişte
örneğin -birden aklıma geldi gene- Anadolu'nun çeşitli yerlerine
ressamları göndererek o yurt köşelerinden tablolar getirilmiş
Türkiye'ye. Şiir yarışmaları düzenlenmiş. Yani, Kültür Bakanlığımız,
belki, yurt dışında, yurt içinde böyle kültürümüzü ve sanatımızı
geliştirecek birtakım yeni değerlerin ortaya çıkmasında öncülük
de yapabilir. Bu Vakıf da bunu yapabilir.
Değerli arkadaşlar,
o çalışmaların bir kısmı sonradan korunamamış -yine öyle okumuştum-
o tabloların büyük bir kısmı kaybolmuş gitmiş. Şimdi bizde süreklilik
de olmuyor çok fazla. Yani, bir arşiv, müze, korumak, geliştirerek
onu ülkemizde ve dünyada tanıtmak. Bu da yeterince yapılmıyor.
Eğer bu çalışmalar dar siyasi anlayıştan, günlük siyasi anlayıştan
uzak olarak gerçekten sanat ve kültür öne çıkarılarak bilim ve akılla
yapılırsa çok güzel şeyler yapılabilir, çünkü Türk kültürü çok zengin
bir kültürdür. Anadolu uygarlıkları -burada hep söyledik, konuştuk-
çok büyük bir uygarlıklar beşiğidir. Bunun dışarıda tanıtılması,
bize çok büyük olumluluklar kazandıracaktır. Yani, bugün gelişmiş
kabul edilen kimi ülkeler var, orduları var, paraları var, ama dışarıya
götürdükleri nedir? Ölümdür ya da o ülkenin huzurunu, barışını
bozmaktır. Biz, tam tersine, insanlığı, barışı aşılamak istiyoruz.
Bu, orduların dışında bir şey, yani, kültürü taşıyarak, oradaki insanları
gerçekten o sanatla, kültürle buluşturarak, müzikle, resimle, tiyatroyla
ya da eserlerimizi onlara göstererek… Bu konuda geçmişe dönük ihmallerimiz
çok oldu. Özellikle Türk dili konusunda, ben, Almanya'da biliyorum
en çok insanımız orada var, bu dil nedeniyle, yani, Türkçe orada zorunlu
diller arasına sokulamadığı için ve bir ikinci kuşak çocuk orada Almancayı
yeterince öğrenip eğitime katılamadığı için, hak etmediği bir biçimde
cezalandırıldı eğitim yönünden. Yani, orada yapılan çalışmalar
da Almanların uyum çalışmaları da yeterli olmadı, daha sonra kendi
ırkından gelen insanlar, bu Sovyetlerin dağılmasından sonra, ülkelerine
geçince yabancılarla çok fazla ilgilenmez oldular.
Değerli arkadaşlar,
Türkçenin dışarıda öğretilmesi, kendi çocuklarımızın dil sorunları,
özellikle sanat ve kültür anlayışı… Bakın, buradaki yazarlarımızın
eserleri yurt dışına götürülebilir, bir Yaşar Kemal'i, bir Orhan Kemal'i,
bir Fakir Baykurt'u yurt dışındaki çocuklar da tanımalıdır. Yalnız,
kendiliğinden, çevirmesi beklenmeden… Bir Nâzım Hikmet, bunlar bizim
değerlerimiz; bir Fazıl Hüsnü Dağlarca, bunlar bizim değerlerimiz.
Değerli arkadaşlar,
bunların yurt dışında tanıtılması, gerçekten çok iyi niyetle yapılacak
çalışmaya bağlıdır. Bu kültür…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
lütfen toparlayalım.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Toparlıyorum efendim.
Bu maddeyle, kültür
merkezleri, çeşitli kentlerde oluşacak kültür merkezlerinden söz
ediliyor. Bakın, bir işe nasıl başlanırsa öyle gider. Eğer, orada, bu
oluşacak, eş güdümlü sanat ve kültür insanı seçmezseniz, benim adamım
var orada, filanca firmanın sahibi, bu işin içinde olsun derseniz,
oraya iyi bir müdür atamazsanız, olaya yalnız dar bir açıdan bakarsanız,
dağ fare doğurur, burada Yunus'tan okuduğumuz şiirler, hep söylediğimiz
güzel sözler boşa gider.
Ben bir daha söz almayacağım,
ama, arkadaşlar, bir ekonomik emperyalizm gibi kültürel emperyalizm
olduğunu bilmeliyiz. Bakın, film yoluyla, başka yollarla sizi öyle
avlarlar ki, içerisine biraz sanat, kültür de koyarlar, selamlaşmanız
değişir, bugün olduğu gibi, en yakınlarınıza davranışınız değişir,
bugün olduğu gibi. Yani, siz, kendi kültürünüzü içeride ve dışarıda
geliştirip koruyamazsanız başkaları sizi tutsak alır, bugün olduğu
gibi. İşte, bu güzel amaç, iyi bir araçla, iyi bir başlangıçla, gerçekten
kendi kültürümüzü başkalarını etki altına almak için değil, insanlığın
dayanışması için, sevgi için, barış için… Çünkü, benim kültürümde o
var ve o yüzden UNESCO beni örnek gösteriyor, o yüzden benim kültür
adamlarıma, dünya yılı olarak, bütün dünyada tanınması için fırsat
veriyor. Bu fırsatı iyi kullanalım diyorum.
Yasanın, tekrar, Türk
kültürünün, sanatının yurt dışında gelişmesi, tanınması için yararlı
çalışmalar yapmasını diliyorum. Tümünüze saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gazalcı.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Fahri Keskin, Eskişehir Milletvekili.
Buyurun Sayın Keskin.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Yunus Emre Vakfı
kuruluş kanun tasarısının 5'inci maddesi hakkında görüşlerimi
arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Türk milletinin yüzyıllar
içerisinde yetiştirmiş olduğu en büyük şahsiyetlerden birisi de,
mutasavvıf şair Yunus Emre'dir. 1240 yılında Eskişehir Sivrihisar
yakınlarındaki Sarıköy'de doğmuştur. Yine Sivrihisar'a bağlı Sarıköy'de
1320 senesinde vefat etmiştir.
Dönemin en büyük sufilerinden
olan Taptuk Emre tarafından yetiştirilmiştir. Gençliğinde Mevlânâ
Celalettin Rumi, Hacı Bektaş Veli gibi kutsal gönül ehli kişilerle
görüşmüştür.
Yunus'un bilinen iki
eseri vardır; Divan ve Risaletü'n Nushiyye.
Her yıl -Osmanlı döneminde-
padişahlar tarafından, Sarıköy'deki dergâha kaynak aktarımı sağlanarak,
buranın açık tutulması yüzyıllar içerisinde sağlanmıştır. Günümüze
kadar gelinmiştir. Her yıl, bu yıldan başlanmak üzere, devlet töreniyle,
artık, Yunus Emre Hazretleri, kabrinin başında anılacaktır. Bununla
ilgili olarak 6 Mayıs günü seçilmiştir. Yarın başlayacak olan saat
ondaki anma törenleri, Eskişehir ilinde düzenlenecek etkinlikle
hafta boyunca devam edecektir.
Yunus, bir aşk ve irfan
adamıdır. Ona göre, insanın kötülüklerden arınıp Tanrı'ya yolculuk
yapabilmesi için tek şeye ihtiyacı vardır, o da sevgidir. Sevgiye
dayanan felsefesi şu mısra ile özetlenmektedir:
"Hakkı gerçek sevenlere
Cümle âlem kardeş gelir."
Başka bir beytinde:
"Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz."
demektedir.
Şu hâlde, sevmek her şeyin
başıdır. Sevilmek için sevmesini bilmemiz gerekir. Noksanlıklarımızdan
uzaklaşıp mükemmeliyete ulaşmanın yolu sevgiden geçmektedir.
Yunus'un şiirleri
gökkuşağını saran ses gibidir. Gönül gözünü açanlar, can kulağıyla
dinleyenler, bu seste nice dünyalar, nice âlemler bulurlar.
Mevla'sını "Dağlar
ile taşlar ile /seherde öten kuşlar ile" çağıran Yunus, insana,
arıya, kurda, kuşa, sarı çiçeğe, mutlak sırrın A,B,C'sini öğretmektedir.
İşte bu, hayatın kendisidir. Onu bu özelliğinden dolayı, Yunus'u,
milletimiz bağrına basıp "Bizim Yunus" diye anar.
Dünyaya dava için değil
mana için, kavga için değil sevgi için gelen Yunus, ölü canlarımıza
üflediği nefesle gönüller yapmaya devam etmektedir.
Manevi dünyamızın
aydınlatılması için her zaman Yunus ve Yunus gibi gönül adamlarına
büyük ihtiyacımız vardır.
Yunus'a göre insan,
bu dünyaya kendisini bilmek için gönderilmiştir. Ona göre kendisini
tanımayan kişi, en aşağılık yaratıktan daha aşağıdır. İnsanın hedefi
insan olmalıdır. O hâlde gelin hepimiz insan olalım, hepimiz bir Yunus
olalım, bu zor bir şey değildir. Bunun sermayesi sevgi ve irfandır.
"Yaratılanı severiz Yaradan'dan ötürü." ifadesi bunu ne
güzel ifade etmektedir.
Dünyaya bakış açısı
da Yunus'un, hepimize örnek teşkil etmektedir.
"Mal da yalan mülk
de yalan
Gel sen de biraz oyalan
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi"
mısraları da bize
çok şeyler ifade etmektedir.
Yunus Emre'nin bu yılla
birlikte devlet töreniyle kabri başında anılması, kendisine verilen
ehemmiyetin, önemin bariz bir şükranesi olarak kabul edilebilir. Gönül
istiyor ki, Eskişehir'de bir Yunus Emre enstitüsünün açılması,
uluslararası yarışmaların düzenlenmesi, çeşitli iletişim araçlarıyla
gençliğimize, gençlerimize, halkımıza, Yunus'la ilgili olarak görüşlerin
aktarılması, küçük çocukların belleğine şiddet değil, Yunus'tan
mısraların yerleştirilmesi en büyük hedefimiz olmalıdır diyorum,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Keskin.
Sayın Komisyonun madde
üzerinde bir düzeltmek talebi vardır.
Buyurun Sayın Komisyon.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Sayın
Başkanım, 5'inci maddenin (b) fıkrasındaki ağırlığı biraz gidermek
ve daha anlaşılır hâle getirmek üzere "tanıtmak" kelimesinden
sonra bir noktalı virgül koymaya ve hemen ardından gelen "vakıf
kuruluş amacı" ifadesini de "amacıyla" şeklinde düzeltmeye
ihtiyaç var.
Arz ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Komisyon, konu anlaşılmıştır, tutanaklara geçmiştir.
Komisyonun düzeltme
talebiyle birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6'ncı maddeyi okutuyorum:
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Gelirler ve Muafiyetler
Gelirler
MADDE 6- (1) Vakfın gelirleri
şunlardır:
a) Vakfın yapacağı
hizmetler karşılığında alınacak ücretler,
b) Genel Bütçeden ve
ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca aktarılacak miktarlar,
c) Her türlü yardım ve bağışlar,
ç) Vakfa ait taşınmazların
gelirleri,
d) Enstitü ve iktisadî
işletmelerden elde edilecek gelirler,
e) Diğer gelirler.
(2) Vakıf, amaçlarını
gerçekleştirmek ve yurt dışındaki Kültür Merkezlerinin işleyişini
sağlamak için enstitü, iktisadi işletme veya sermaye şirketi kurabilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Enis Tütüncü, Tekirdağ
Milletvekili.
Buyurun Sayın Tütüncü.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENİS
TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Madde üzerindeki konuşmamı,
koca Yunus'taki toplumsallığa açılım konusu üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak düşüncelerimizi sizinle paylaşmak istiyoruz.
Yunus'un felsefesinde,
insan yüceliğinin doğal bir sonucu olarak, toprağın, üretimin, paylaşımın,
hem de din, ırk ve cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin tüm insanlar
için muhteşem bir biçimde savunulduğunu görüyoruz. Şöyle demiş koca
Yunus:
"Çalış kazan ye
yedir
Bir gönül ele getir
Yüz Kâbe'den yeğrektir
Bir gönül ziyareti."
Yani, çalışacaksın,
kazanacaksın, kazandığını da efendi gibi yiyeceksin, yaşayacaksın
bu dünyada, ama paylaşacaksın. Sosyal adaleti gözeteceksin. Bu, öylesine
önemlidir ki, yüz kez Kâbe'ye gidip de kazanacağın sevaptan çok daha
fazlasını, bir insanın gönlüne girmekle, bir insana yardımcı olmakla
kazanırsın. "Yüz Kâbe'den yeğrektir/Bir gönül ziyareti."
Yunus Emre'nin bu düşüncesine,
yüz yıl sonra, yine, Anadolu'da, Şeyh Bedrettin hareketinin yeni açılımlar
kazandırmakta olduğunu görüyoruz. Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa,
bakınız, 14'üncü yüzyılın başlangıcında neler söylemişler insanlığa;
demişler ki: "Yeryüzü bütün insanların ortaklaşa yararlanmalarına
açık bir yaşama alanıdır. Bu alanda çalışan geçinir, çalışma esastır,
diyor, çalışamayan kendiliğinden silinir gider. Toplum, bütün bireylerin
oluşturdukları ortaklaşa bir kuruluştur. Bu nedenle, bütün toplum
malları ortaktır. Mülkiyet bu hâliyle" -o zamanki hâliyle- doğaya
aykırıdır. Bir kimsenin bir başkasını baskı altına almaya, özgürlüğünü
ortadan kaldırmaya ya da kısıtlamaya yetkisi yoktur." 14'üncü
yüzyılın başlangıcından söz ediyoruz değerli milletvekilleri. Aile
kurumuyla ilgili yeni açılımlar getiriyor 14'üncü yüzyılda bu düşünce
akımı. Diyor ki: "Aile kurumu da bu hâliyle doğaya aykırıdır.
Kadın, erkeğin tutsağı değildir, özgür insandır…" 14'üncü yüzyılın
başlangıcında. "…Bu özelliği dolayısıyla, kadının da kendi istenciyle
ortak olmasında, dilediği gibi davranmasında bir sakınca yoktur.
Kadın özgürlüğünü bugünkü anlamıyla savunuyor Şeyh Bedreddin ve
Börklüce Mustafa.
Bu anlatımda, sayın
milletvekilleri, Anadolu hümanizmasındaki din, ırk ve cinsiyet
ayırımı gibi farklılıkların toplumsallıkla yoğrularak nasıl dengelenmek
istendiğini, hatta, nasıl aşılmak istendiğini çok somut bir biçimde
görüyoruz.
Bu arada, bu düşüncelerin,
Fransız sosyalistler ve sosyal demokratlar açısından, sosyalist hareketin
başlangıçlarından ya da ilk örneklerinden biri olarak kabul edildiğini
-bazı Fransız düşünürleri tarafından da- bu vesileyle dikkatlerinize
sunmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yunus'un felsefesinin bir başka özelliği var. Bu
felsefe, belli kuralları olan bir insanlık disiplinidir. Bu felsefede,
kötü düşüncelerden arınmak, ölüm korkusunu yenip insanlık yolunda
çaba göstermek gerekir. Elde tespih, dilde dua, her şeyden elini ayağını
çekmiş insanlara, softalara Yunus şiddetle karşı çıkmıştır ve şiirlerinde
sürekli olarak bunları yermiştir. Bakınız, nasıl yermiştir:
"Dervişlik dedikleri
hırka ile taç değil
Gönlünü derviş eden
hırkaya muhtaç değil
Çeşmelerden bardağın
doldurmadan kor isen
Bin yıl dahi beklesen,
kendi dolası değil" demiştir koca Yunus.
Böylece, Yunus Emre,
13'üncü yüzyılda, bağnazlık ile körü körüne kaderciliği, gerçek
din düşüncesiyle -kendisinin inancıyla- bağdaştıramamıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yunus Emre Vakfının, bu yasa tasarısının kabulüyle
birlikte kurulacak olan Yunus Emre Vakfının, Anadolu felsefesinin
özünü yansıtan bu düşünsel açılımları da insanlığa tanıtması gerektiğine
inanıyoruz. Bu Vakfın böyle bir sorumluluk altında olduğuna inanıyoruz.
Son olarak, Anadolu
hümanizmasından 20'nci yüzyıla yansımış bazı örneklere değinerek
sözlerimi noktalamak istiyorum.
"Toprak vatanım
-yani, dünya vatanım- nevi beşer -yani, tüm milletler- milletim,
İnsan olur ancak, buna izanla inandım."
Tevfik Fikret… 20'nci yüzyıla yansımış
Yunus.
"Ben ezelden beridir hür yaşadım,
hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?
Şaşarım."
Mehmed Âkif Ersoy'a yansımış.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - "…vatanım
ruyi zemin."
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Beyefendi, sizin
dediğiniz Şinasi'yle ilgilidir, "…vatanım ruyi zemin."
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - "Milletim
nevi beşerdir, vatanım ruyi zemin."
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Evet, o Şinasi'nindir.
O Şinasi'nindir, ben Tevfik Fikret'i söylüyorum. O Şinasi'nindir, bakarsak…
Neyse, Anadolu felsefesinin o 19'uncu
yüzyıla yansımasıdır. Ben, Tevfik Fikret'ten söz ediyorum, 20'nci yüzyıla
yansıma.
Ve yine 20'nci yüzyıla yansıma:
"Yok edin insanın
insana kulluğunu,
Bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi
tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret bizim."
Nazım Hikmet… Aynı
felsefenin ozanlarıdır bunlar.
Bakınız, Nazım Hikmet'in
Mevlânâ'yla ilgili bir başka dörtlüğü var:
"Ebede set çeken
zulmeti deldim,
Aşkı içten duydum, arşa
yükseldim.
Kalpten temizlendim,
huzura geldim,
Ben de müridinim, işte
Mevlânâ."
Son olarak, bu konuda
Mustafa Kemal'in bir sözünü sizinle paylaşmak istiyorum. Demiş ki
Mustafa Kemal: "İnsanlar arasında kin ve hırs denilen olumsuz
duyguları boğmak, öldürmek gerekir. Onun yerine, insan denen varlığın
büyüklüğü fikri ve bu büyüklüğü sevmek esası konulmalıdır."
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bundan önceki konuşmamda da ifade ettiğim gibi,
13'üncü yüzyıldan, Yunus Emre'den hareket ettik. Yunus Emre ve 13'üncü
yüzyıl felsefesinin, dün Mehmed Âkif Ersoy'la ilgili konuşurken, bu
felsefenin altında yatan ana dayanaklarını, Maveraünnehir'den
gelen düşünce akımlarını, Kuzey Irak'tan gelen düşünce akımlarını,
Magrip ve Endülüs'ten gelen düşünce akımlarını ve aynı zamanda Anadolu'nun
tarih öncesindeki binlerce yıllık dönemdeki inanç, felsefe, kültür
birikimlerinden uzanan düşünce akımlarını ve bu düşünce akımlarının
İsevilik ve Musevilikteki tasavvuf biçimlendirmelerini, hepsini
hepsini bir arada Anadolu hümanizmasını, Anadolu felsefesini nasıl
yarattığını dile getirmeye çalıştık.
İşte, öyle sanıyorum
ki, Yunus Emre Vakfı, Türkçenin evrensel, yaygın, özgün bir dil hâline
getirilmesinin ötesinde, bizim kendimize özgü inanç sistemimiz
ve felsefe, düşünce akımlarımızın, üstünlüklerimizin, güzelliklerimizin,
tarihsel zenginliklerimizin de insanlığa ve dünyaya tanıtılması
açısından yaşamsal bir rol oynayacaktır diye düşünüyorum.
Tekrar, bu yasa tasarısının
ülkemize, milletimize ve insanlığa hayırlı uğurlu olmasını diliyorum,
hepinizi, tekrar, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Alaettin Güven, Kütahya Milletvekili. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya)
- Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte
olduğumuz 1394 sıra sayılı, Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın
6'ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, hepinizi,
yüce Meclisi ve yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Dün Mehmed Âkif Ersoy'u
anma ve İstiklal Marşı'mızın kabulünün resmî kutlama günü olarak yasalaşması,
bugün Yunus Emre Vakfı kurulması kanunu tasarısının yasalaşması,
inanıyorum ki, 22'nci Dönem milletvekillerinin yarınlara hoş bir
seda bırakabilmesi adına yapılan önemli faaliyetler arasında yerini
alacaktır diye düşünüyorum.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; sürekli anılmak, kalıcı olmak, hoş bir
seda bırakmak ve özellikle hayırla, iyilikle yâd edilmek her insanın
temel hedefi olsa gerektir. Bu duyguları özen ve arzuya dönüştüren
de örnek şahsiyetlerin örnek ve anlamlı hayatlarını gün yüzüne çıkarmaktır,
sürekli kılmaktır. Bu bağlamda, Mevlânâ, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre
ve şahlı mazimizin birçok yüz akı bilge kişiler sürekli yaşamayı
yakalayabilmiş örnek şahsiyetlerdir. Ölümsüzdür onlar, onların
mezarı gönüllerdedir, otlardadır, çiçeklerdedir, güllerdedir.
Sevgi varlığın sesi soluğu, hayatın temel azığı ve gıdası, yaşamanın
anafor gücü ve varoluş sebebi olduğunda tadılan şey de ölümsüzlük
olsa gerek. Kuşkusuz, ölümle ölümsüzlüğü tadan öncülerden biri Yunus
Emre'de hayatın ana fikri sevgidir. O "Ben gelmedim davi için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim"
derken, hayatı ve yaratılış sebebimizi ve yaratılış sırrımızı
da ifşa ediyor.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Yunus, 13'üncü asrın Anadolusu'ndan zamanımıza
uzanan bir soluk, herkese açık bir pencere ve sonsuz bir ufuktur. Yunus,
hür fikirli, serbest düşünceli, şekle değil manaya değer veren, varlık
birliği inanışını ve ilahi aşkı terennüm eden bir şairdir. O, Türk
milletinin en büyük aşk ve samimiyet adamıdır. O, aşkın kaynağı ve
pınarıdır. Bir aşk adamıdır. Bu dünyaya kavga değil sevgi için geldiğine
inanır. Gönüllere derman olarak Allah aşkını sunar. Çağrısı, Anadolu
yaylalarının pınarları kadar durudur, arıdır ve "yaratılanı
sev Yaradan'dan ötürü" der.
Yunus Emre'nin hayat
amacı, insanlığın bütün kirlerini aşk ateşiyle temizleyip bütün
anlaşmazlıkları birde, birlikte çözmektir. Yolculuğu, aklı, aksiyonu,
dış dünyaya değil, özlere, ruhlara, insanın iç dünyasına doğrudur.
O, gönüllerin fethine memurdur. Yücelikleri ve yüce değerleri
toplumun orta yerinde feryadı figan kopararak saçmaya, ekmeye
gelmiştir. Yunus, insanı Allah'ın en mükemmel eseri olduğu için sever,
yüceltir. Bu dünyada insanı en aziz varlık bilir. İnsanın acz ve kusurunu
hoş görür. İnsanlarla ilişkilerinde ivazsız, garazsız, çıkarsız,
öfkesiz ve ihtirassız olup, kendini gönüller yapmakla görevli sayar
ve
"Bir kez gönül yıktın
ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Yol oldur ki doğru vara
Göz oldur ki Hakk'ı göre
Er oldur ki alçakta
dura
Yüceden bakan göz değil."
derken…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güven,
lütfen.
ALAETTİN GÜVEN (Devamla)
- …sözlerimi, koca Yunus'un insanlığın ortak soluğu "Sevelim,
sevilelim, dünya kimseye kalmaz." özdeyişiyle bitirirken, çağımız
bilgi çağının ve tüm çağların sevgi çağı boyasıyla boyanması dileklerimle,
yüce Meclisimizi ve yüce milletimizi tekrar selamlıyor, saygı ve
sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güven.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu, 3'üncü kez şahsım adına
söz alışım; öncelikle zamanınızı aldığım için özür diliyorum, ama,
bence önemli açılımlar oldu bu konuşmalar sırasında ve bir hususa
değinmek istiyorum.
Demin, küresel baskılara
karşı millî, kültürel kimliğin korunması noktasında bazı değerlendirmelerim
olmuştu ve ondan sonra da "Kimlik nedir?" diye açmıştım. "Kimlik
dildir, dinî inançlar sistemidir, kimlik vatandır, bayraktır ve birlikte
kardeşçe yaşama geleneği ve hoşgörüsüdür." demiştim. Ben, bu
şekilde özetlemiştim ve burada "Kimlik dildir." derken,
Türk dili üzerinde ve bu kanun tasarısının konusuyla ilgili olarak
bazı görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin büyük kentlerinde, Ankara'da hemen Kızılay'da, bir Fransız
Kültür Merkezi'yle veya British Council'la veya Amerikan Kültür Merkezi'yle,
keza İstanbul'da, bu söylediğim ülkelerin kültür merkezleriyle,
İtalyan Kültür Merkezi'yle, Alman Kültür Merkezi'yle, dil merkezleriyle
karşılaşıyorsunuz. Bu ülkelerin hepsi, bir süreç içerisinde emperyal
hedefleri olan ve uygulamaları olan ülkelerdir ve Türkiye coğrafyasında
da bunların -Kayser Wilheim II'yi söylemiştim, Kudüs ziyaretiyle-
o süreçten başlayan Alman etkisi de, günümüzde Fransız etkisi ve
İngiliz etkisinden sonra artan İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki
Alman yapılanmasıyla Türkiye'nin gündemine girmiştir.
Şimdi, biz, Türkiye
olarak bakalım. Bir de dünyaya bakalım. Dünyaya, Latin Amerika'ya
baktığımız zaman, İspanyolca ve Portekizcenin, bütün Latin Amerika
kıtasındaki ülkelerde yaygın olarak kullanıldığını biliyorsunuz.
Fransızcanın, Kuzey Amerika'nın Quebek bölümü ve Louisiana ve aşağıda
New Orleans kısmında egemen olduğunu ve daha sonrasında, yine Anglosakson
kültürü dolayısıyla o bölgede İngilizcenin egemen olduğunu görüyoruz.
Yeni Zelanda ve Avustralya'da,
oranın yerel dillerinin üzerine İngilizcenin, nasıl bir kültürel
hegemonya ile dayatıldığını ve bugün resmî dil olduğunu biliyoruz.
Peki, Osmanlı? Bakın,
altı yüz yıl çok önemli bir aktif, etkin, her zaman üzerinde kültür
olan, gelişme olan bir coğrafya parçasını kullanan Osmanlı İmparatorluğu,
ne Osmanlıcayı ne Türkçeyi bu bölgelerde etkin bir şekilde, maalesef,
miras olarak bırakamamıştır. Yani, biz, Osmanlı, acaba egemenliği
altındaki topraklarda, bir İngiltere'nin, bir Fransa'nın, Portekiz'in,
hatta Belçika'nın merkezî Afrika'da bıraktığı gibi, bu, toprak parçası
olarak egemenliğinde bulundurduğu bölgelerde bir emperyal devlet
olmuş mudur olmamış mıdır tartışması çıkıyor.
Osmanlı, kendi sarayında
bile Türkçeyi bir miktar örselemiştir, ötelemiştir ve ikinci planda
bırakmıştır. Bu, bir gerçektir. Daha karmaşık, daha ağdalı bir dil
olan Osmanlıcayı ön plana almıştır.
Peki, Türkçe nerede
kalmıştır? Türkçe, gariban Anadolu'da kalmıştır. Yani, Türkmen boylarında
kalmıştır, Türk boylarında kalmıştır, Anadolu'da kalmıştır. Horasan'dan
gelen erenlerin öz Türkçesi ile Anadolu'da, o dokuda kalmıştır, yörüklerde
kalmıştır.
Şimdi, baktığımız zaman,
iddialı bir ülke olmak, gelecek yüzyılda, kim ne derse desin, dünyadaki
bütün bölüşmenin, dünyadaki bütün savaşların temelinde ekonomi
vardır, ama, burada milletlerin rolü inkâr edilmemelidir. Klasik,
sosyolojik görüşlerin çatışmasını burada yansıtmak istemiyorum;
ekonomi kadar, milletlerin kimliği, varlığı ve gelenekleri, kültürleri
de önemlidir dünyadaki çatışmalarda.
Onun için, Türkiye olarak,
Türk milleti olarak, mutlaka, demin örneklerini verdiğim kültür
merkezleri gibi, çok iyi bir yapılanmayla, dünyanın çeşitli yerlerinde,
çeşitli bölgelerinde, mutlaka, Yunus Emre Vakfına bağlı olarak
oluşacak kültür merkezlerini, aktif olarak, bir yasa tasarısının
üstüne kalmadan, verilen görevi yerine getirecek şekilde yapılandırmak
zorundayız. Biz, diğer devletler gibi bir emperyal hedefin peşinde
değiliz, ama, dünyanın neresinde Türk yaşıyorsa, orası, Türk ulusunun
bir parçasıdır, kalbinin köşesinde yer edinen bir coğrafyadır görüşü
doğrultusunda, bunun içini mutlaka doldurmak zorundayız.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Bunun içini mutlaka doldurmak zorundayız. Bunu siyasete kurban etmemeliyiz
ve gelecekte kim, nerede, ne şekilde yürütme görevi alacak olursa
olsun, bu kanunun gereklerini mutlaka yerine getirmesi, birinci
asli siyasi görevi olmalıdır diye, tutanaklara bir iz bırakmak
istiyorum.
Bu vesileyle de tekrar,
Türkiye'ye hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7'nci maddeyi okutuyorum:
Muafiyetler
MADDE 7- (1) Vakıf ve
Vakıf tarafından kurulacak Kültür Merkezleri ile enstitüler;
a) Kurumlar Vergisinden
(iktisadî işletmeler hariç),
b) Yapılacak bağış
ve yardımlar sebebiyle Veraset ve İntikal Vergisinden,
c) Sahip oldukları
taşınır ve taşınmaz mallar ile yapacakları tüm muameleleri her türlü
vergi, resim ve harçtan,
ç) Vakıflar Genel Müdürlüğünce
vakıflardan tahsil edilen teftiş ve denetleme masraflarına katılma
paylarından,
muaftır.
(2) Vakıf, Bakanlar
Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflara diğer kanunlarla tanınan
vergi, resim ve harç istisnalarından yararlanır.
(3) Vakfa ve enstitüye
yapılacak bağış ve yardımlar Gelir ve Kurumlar Vergisi matrahından
indirilebilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hüseyin Bayındır,
Kırşehir Milletvekili.
Buyurun Sayın Bayındır.
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN
BAYINDIR (Kırşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime
başlamadan önce hepinizi yürekten sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Bugüne kadar Meclis
kürsüsünde yaptığım konuşmaların bana göre en anlamlısı olan, bizim
birikimimizin, bizim kültürümüzün, bizim değerlerimizin ortak
noktasındaki Yunus'umuzu ben de o bölgenin, yani Kırşehir'in, Yunus
Emre'nin kabrinin yattığı Kırşehir'in, Hacı Bektaşı Veli'nin kabrinin
yattığı Kırşehir'in, Ahi Evranı Veli'nin kabrinin yattığı Kırşehir'i
ve oradaki bu anlayışı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Daha 13'üncü yüzyılda,
Avrupa Orta Çağ karanlığını yaşar iken, Anadolu'nun göbeğinde, benim
de Kırşehir'imde, bir yanda hümanizmasıyla bizi biz yapan değerlerde
buluşturmaya çalışan Hünkâr Hacı Bektaşı Veli, diğer yandan sevginin
adresi, sevginin adı Yunus Emre'm ve Osmanlıyı yedi yüzyıl ayakta tutan,
loncalar sistemiyle sendikacılığın öncülüğünü yapan, toptan kaliteyi
getiren, üretimi teşvik eden esnaf Ahi Evranı Veli'nin, o pirlerin,
o kültür adamlarının şehrinde, bölgesinde doğmaktan, o şehirden
milletvekilliği yapmaktan onur duyduğumu söylüyorum.
Büyük şairimiz ve düşünürümüz
Yunus Emre, tarih derinliklerinden günümüze kadar gelen ve asırların
ötesinden yükselen coşkun bir ses, iz, heyecan ve düşünce şelalesi
gibi, ta şimdiye kadar ve 21'inci yüzyılda Türkiye'de Parlamento çatısı
altında onun adına bir vakıf kurmaya çalışmanın engin mutluluğunu
yaşayarak hazzını aldığımı söylüyorum. Ne kadar hoş söylemiş. Yedi
yüzyıl öncesinde, günümüze, insanlığa, daha da insanlık var oldukça
binlerce yıl okunacak şiirlerini nasıl yazmış Yunus'um. Bir düşünün,
bir hissedin diye kendimi de, sizi de teşvik ediyorum. (Alkışlar)
Bakın ne demiş:
"Bir kez gönül yıktın
ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil."
Manadaki, şiirdeki,
dörtlükteki anlamı kavrayan insanın hümanist olmaması için, insanlığa
sevgi göndermemesi için bir sebep olabilir mi diye düşünüyorum.
O, hayatını da, eserleri
gibi halkın gönlüne bırakıp gitmiştir. Çünkü, o, benlik tuzağından
hep kaçmıştır. Kendisini hiçbir zaman ön plana çıkarmamış, tıpkı
"Bir garip öldü diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin."
dizelerinde olduğu
gibi. Bu dörtlüğünde de arzu ve temenni ettiği gibi bir ölümle de
dünyadan göçüp gitmiştir.
Bugün yurdumuzun birçok
yerinde, Yunus Emre mezarının olduğu inancıyla anma törenleri düzenlenmekte
ve onların kabrinin başında anma programları yapılmaktadır. Ben
de diyorum ki, bu ne büyük sevgi. İster Kırşehir'de olur, ister Eskişehir'de,
ister Azerbaycan'da, ama, bunun tek bir çağrısı var: Sevgi. "O sevgiye
biz de varız" diyen illerin yaptığı bu kutlamaları da takdirle
karşıladığımı ifade etmek istiyorum.
Ne diyor yine bir dörtlüğünde:
"Ben gelmedim davi
için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller almaya geldim."
diyordu Yunus. Ne zaman?
Yedi yüzyıl önce. Ne zaman? Avrupa Orta Çağ karanlığı yaşarken. Avrupa aydınlanma
dönemine -ben iddia ederim- bizden çok sonra geçmiştir. Neden? Biraz
evvel saydığım ve bölgemin de insanı olmaktan onur duyduğum o insanlara
demiş ki Hacı Bektaş Veli:
"Erkek dişi sorulmaz
muhabbetin dilinde
Hakk'ın yarattığı her
şey yerli yerinde
Benim nazarımda kadın
erkek farkı yok
Noksanlıkla eksiklik
senin görüşlerinde."
diyordu. Kim? Hünkâr
Hacı Bektaş Veli.Yine bir dörtlüğünde Yunus'um,
"Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim, sevilelim
Dünya kimseye kalmaz."
diyordu.
Yunus Emre, gönlümüzde
ve sevgisinden ve kardeşliğinden uzaklaşmaya çalışan günümüz toplumlarını
da ortaya koyduğu hümanist düşüncelerle, aynı görüş etrafında
birleştirecek kuvvetli bir kudret ve güçtür diye düşünüyorum.
Yunus'un telkin ettiği
gibi, onun dile getirdiği ulvi düşünceler etrafında bizlerin de
bu sevgiden bu toplumun nasiplenmesine katkı sunmak da bana göre
bu anlayışı, bu felsefeyi o gönül gözünü gören tüm insanların da
ortak özelliğidir, özlemidir, görevidir diye düşünüyorum. İyi ki
onlar varmış, iyi ki onlar Anadolu'da Anadolu aydınlanmasının öncülüğünü
yapmışlar.
Size yine aynı yaşdaşı,
aynı akranı, yani 13'üncü yüzyılın bir başka felsefecisi, bir başkası
Ahi Veli Hazretlerinden de bahsetmek istiyorum. Türk esnafının yüzlerce
yıldır gönülden bağlı olduğu Ahilik kültürünü yaşatmak adına ve
onun bugün tanıtılmasını, bugün de onun değerlerini, bize sunmaya
çalıştığı değerlerinin ortak noktasının da bana göre, Avrupa ülkeleri,
daha bir çağdaş olduğunu söyleyen ülkeler, bizden ileri olduğunu
söyleyen ülkelerin, o felsefenin yaratıcılığından da bizden önce
davrandıklarını, o hassasiyeti onların gösterdiğini burada rahatlıkla
söyleyebilirim. Anadolu'nun mert ve cesur halkına alın teriyle geçinme,
başı dik, kendine güvenli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandıran
Ahilik, tarihi süreç içerisinde çok önemli işlevler de üstlenmiştir.
Kalite… İnsanlar üretim yaptıklarında, Ahilik anlayışında, onları
denetleyen bir otokontrol sistemi vardı. Bu otokontrol sisteminde
hileli ya da çalıntı mal üreten bir esnaf olur ise, huzura geldiğinde
ona bakılır, onun kalite kontrolü yapılır, eğer, bu kalitede eksik
malzeme ya da hatalı malzeme kullanıldığı, art niyetli olduğu ortaya
çıkar ise, bu sefer de o esnafın pabucunun biri ayağından çıkartılıp
ibretiâlem için dama atılırdı. Yani, biz büyük bir kültürün, büyük
bir kültür hazinesinin odak noktasındaki bir toplumun insanlarıyız.
Onun için, üretimi, kaliteyi, sevgiyi, hoşgörüyü, dostluğu, barışı,
kardeşliği, el ele, yan yana birlikte yaşama becerisini gösterebilme,
algılayabilme, öncelikle Türk milletinin, Türk toplumunun işidir
diye de aldığım bu felsefe ışığında bu kürsüden rahatlıkla söyleyebiliyorum.
Ben, buradan, sizleri,
tüm parlamenterleri… Gerçi yarın farklı bir çalışma sistemimiz var
ama… Yarın, benim ilçem Kırşehir'imin Mucur'unda Güzyurdu köyünde
Anadolu Türkmenlerinin bir festivali var. Ben o festivale eğer grubumdan
izin alırsam katılacağım. Buradan da o festivali düzenleyenlere
teşekkür ediyorum. Sizleri de o kültür hazinesinin, o birikimin,
o 13'üncü yüzyıldaki değerlerden sonra o dilini bize bahşeden, Muharrem
Ertaşları yetiştiren, Âşık Paşa'yı yetiştiren, Neşet Ertaşları yetiştiren,
o türkü tadında yaşamak için türküyü sevenlerin, türkü sevenlerin
orada da bulunması adına davet ediyorum.
Sayın Başkana, Sayın
Grubuma ve hepinize de beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum,
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bayındır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 1'i okutuyorum:
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Çeşitli ve Son Hükümler
Vakfın kuruluş işlemleri
GEÇİCİ MADDE 1- (1)
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde
Vakfın kuruluşu, Vakıf resmi senedi ve Vakfın Türk Medenî Kanunu hükümlerine
göre tesciline ilişkin işlemler Bakanlıkça sonuçlandırılır.
(2) Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir ay içerisinde Vakfın kuruluş işlemlerinde
kullanılmak ve kalanı kuruluş tamamlandıktan sonra Vakfa aktarılmak
üzere Bakanlığa, Tanıtma Fonundan bir milyon Yeni Türk Lirası aktarılır.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 2'yi okutuyorum:
Devir
GEÇİCİ MADDE 2- (1)
Vakfın kurulmasından sonra, Vakıf tarafından Kültür Merkezlerinin
kurulduğu yerlerde kamu kurum ve
kuruluşlarına ait olup, bu Kanunun amaçlarına uygun faaliyet
gösteren birimler, araç ve gereçleri, alacak ve borçları ile birlikte bu ülkede faaliyet göstermek üzere Vakıf
tarafından kurulan Kültür Merkezlerine devredilir. Devredilen
birimlere ait taşınmazlar ise, Vakıf
tarafından kurulan Kültür Merkezlerinin bedelsiz kullanımına
bırakılır. Devir işlemlerine ilişkin esas ve usûller ilgili kamu kurum
ve kuruluşu ile Bakanlık arasında belirlenir.
(2) Bu birimlerde sözleşmeli
veya işçi olarak çalışan personelin tüm yasal hakları ödenmek suretiyle
sözleşmeleri sona erdirilir.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum : Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8'inci maddeyi okutuyorum
:
Yürürlük
MADDE 8- (1) Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum : Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
9'uncu maddeyi okutuyorum
:
Yürütme
MADDE 9- (1) Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum : Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika
süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Yunus Emre
Vakfı Kanunu Tasarısı'nın açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Oy sayısı : 290
Kabul : 290
(x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun.
Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla Koç teşekkür konuşması yapacaklardır.
Buyurun Sayın Bakan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Sayın Başkanım, sayın milletvekili arkadaşlarım;
bugün çok mutluyum, çünkü, ses bayrağım Türkçeyi bütün dünyada yaymak
için, bugün, hep beraber, bu Meclis çatısı altında bir başlangıç yaptık.
Türkçe ses bayrağım.
26 zamanıyla, küçük ve büyük armonisiyle Türkçem, ahengin büyük dili.
Bunu bütün dünyaya yaymak için, bütün dünyanın bu güzelliğe sahip
olması için, kültürümüzle beraber Türkçemizi yayacağız, Türk kültürümüzü
yayacağız. Bugün, aşağı yukarı -öğleden sonradan- üç saatten, dört
saatten beri, iktidar olsun, muhalefet olsun, bütün konuşan arkadaşlarımız
hep Yunus'tan bahsettiler.
Yunus bir başkadır.
Elbet kıyaslamaları sevmeyiz, ama, hep "Hacı Bayram Veli Hazretleri"
deriz, "Hacı Bektaş Veli Hazretleri" deriz, "Mevlânâ Hazretleri"
deriz, ama "Yunus Emre Hazretleri" demeyiz, "bizim Yunus"
deriz. Bugün, bizim Yunus, bütün olanca ağırlığı -o ağırlık manevi
ağırlıktır ve ufuneti dağıtan bir ağırlıktır, yoğunluktur- bugün
üzerimizdeydi ve bize birliğin, beraberliğin ve sevginin yüceliğini
gösterdi. Sizler de bugün onun temsilcileri oldunuz. Hepinize, ama
hepinize çok teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
16'ncı sırada yer alan
Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına
İlişkin Kanun Tasarısı ve Çevre ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
başlıyoruz.
16.- Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi
ile Enerji Satışına İlişkin Kanun Tasarısı ve Çevre ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonları Raporları
(1/1260) (S. Sayısı: 1360)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağın sonuna eklidir.
17'nci sıraya alınan
Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Devletleri Örgütü Genel Sekreterliği
Arasında Çerçeve İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri
Komisyonları Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
17.- Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Devletleri
Örgütü Genel Sekreterliği Arasında Çerçeve İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/983) (S. Sayısı: 856)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
Komisyonun olmadığı
anlaşıldığından, alınan karar gereğince, Cumhurbaşkanlığı seçimi
yapmak ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 6
Mayıs 2007 Pazar günü saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.