DÖNEM: 22 CİLT: 151 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
81’inci Birleşim
28 Mart 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMA
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, Hükûmetin
17 yeni üniversite kurma kararına ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale
Orman Bölge Müdürlüğü ve bağlı işletmelerde son günlerde yaşanan
yönetim sıkıntıları ile ormanların gelişmesi sağlanırken orman
köylülerinin yaşam standardını ve kalitesini artırmanın önemine
ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin
cevabı
3.- Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'nun,
Arnavutluk Mitrovica Belediye Meclisinin almış olduğu bir kararla
Türkçeyi resmî dil olarak kabul etmesine ilişkin gündem dışı konuşması
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
ÖNERGELERİ
1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü ve 22 milletvekilinin,
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü yönetimiyle ilgili iddiaların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/431)
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Libya'ya yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1237)
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.- 15.2.2007 Tarihli ve 5581 Sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi
ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1315)
(S. Sayısı: 1361)
2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
3.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
4.- 1.3.2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi
Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1331) (S.Sayısı 1371)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik
ve Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/885) (S. Sayısı:
860)
6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya
Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim,
Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/1037) (S. Sayısı: 967)
7.- Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun
29 Kasım 2006 - 8 Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbul’da Yapılmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü Arasında
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1222) (S. Sayısı:
1243)
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi ve Finansmanına
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1233) (S. Sayısı: 1245)
9.- Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Anayasa Komisyonu Raporu (1/1300) (S. Sayısı: 1342)
10.- 17.1.2007 Tarihli ve 5574 Sayılı Türk Petrol Kanunu
ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi
ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu
Raporu (1/1301) (S. Sayısı: 1352)
11.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet
Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
VI. - OYLAMALAR
1.- 1.3.2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi
Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresinin
oylaması
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik
ve Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısınının oylaması
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya
Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim,
Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısınının oylaması
4.- Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun
29 Kasım 2006 - 8 Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbul’da Yapılmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü Arasında
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısınının oylaması
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi ve Finansmanına
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısınının oylaması
VII. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza GÜLÇİÇEK'in,
yurt dışında yaşayan vatandaşlara oy kullanma imkânı sağlanmasına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı
(7/19999)
2.- Isparta Milletvekili Mevlüt COŞKUNER'in, Isparta'daki
hava kirliliğine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin
cevabı (7/20390)
3.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Diyanet
İşleri Başkanlığınca bastırılan bir kitaptaki bir makaleye ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet AYDIN'ın cevabı (7/20419)
4.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur YAKA'nın, Muğla-Fethiye'de
düşünülen deniz dolgusuna ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Osman PEPE'nin cevabı (7/20857)
5.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, devredilen
Etibank'ın yönetim kurulu üyelerine,
TMSF'nin uyguladığı ana para ve faiz indirimlerine,
Kral TV'nin tanıtım kampanya harcamalarına,
İlişkin soruları ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/20861, 20862, 20863)
6.- Yozgat Milletvekili Emin KOÇ'un, yurt dışına
gönderilen dinî yayınlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet
AYDIN'ın cevabı (7/20903)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak beş oturum
yaptı.
Çanakkale Milletvekili İbrahim Köşdere'nin, Çanakkale
Savaşı'nı ziyaretçilere daha iyi ve daha bilinçli anlatmak amacıyla
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı'nda yapılan son değişikliklere,
Konya Milletvekili Ahmet Işık'ın, Konya'daki göl,
gölet, obruk, baraj ve kuyu sularındaki su miktarının azalmasına
ve bu azalmaya küresel ısınma ile tarımsal sulamanın etkisine,
İlişkin gündem dışı konuşmalarına Çevre ve Orman
Bakanı Osman Pepe cevap verdi.
İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek, son yıllardaki
ekonomik krizler ile büyük marketlerin şehir merkezlerine girmelerine
ve üretici firmaların bakkallara ayrı, süpermarketlere ayrı fiyat
uygulaması nedeniyle bakkal esnafının sorunlarına ve Dünya Tiyatrolar
Günü münasebetiyle, Devlet Tiyatroları'ndaki sıkıntılara ilişkin
gündem dışı bir konuşma yaptı.
Manisa Milletvekili Hasan Ören ve 21 milletvekilinin,
Manisa-Turgutlu'da gerçekleştirilecek bir madencilik faaliyetinin
çevre üzerindeki etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/430), Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini
alacağı ve ön görüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak'ın,
Japonya'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi,
Ankara Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun,
3813 Sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/192),
Şırnak Milletvekili Mehmet Tatar'ın, Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin (2/613),
İç Tüzük'ün 37'nci maddesine göre doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergeleri, yapılan görüşmelerden sonra;
Malatya Milletvekilleri,
Ahmet Münir Erkal ve 31 milletvekilinin, kayısı
ürününün ekonomik değerinin artırılması için alınması gereken önlemlerin
(10/99),
Muharrem Kılıç ve 37 milletvekilinin, don olayları
nedeniyle kayısı üreticilerinin uğradığı zararların (10/184),
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin,
kayısı üreticilerinin sorunlarının (10/384),
Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 47 milletvekilinin,
kayısı üretimindeki ekonomik değer kaybının ve kayısı üreticilerinin
sorunlarının (10/410),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin, birlikte
yapılan ön görüşmelerinden sonra;
Kabul edildiği açıklandı.
Kurulacak komisyonun:
14 üyeden teşekkül etmesi,
Çalışma süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü
ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere, üç ay olması,
Gerektiğinde Ankara dışında da çalışması;
27/3/2007 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan
1371 sıra sayılı 1/3/2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu
ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasa'nın
89'uncu ve 104'üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha
görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresinin, 48 saat geçmeden,
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmının 3'üncü sırasına alınmasına ilişkin Danışma
Kurulu önerisi,
Kabul edildi.
Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir ve Isparta
Milletvekili Mehmet Emin Murat Bilgiç de, Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeler üzerinde birer açıklamada bulundular.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının:
1'inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden;
2'nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3'üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askerî Alanda
Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair (1/885) (S. Sayısı: 860),
4'üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
(1/1037) (S. Sayısı: 967),
5'inci sırasında bulunan, Deniz Emniyeti Komitesinin
82. Oturumunun 29 Kasım 2006 - 8 Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbul'da
Yapılmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik
Örgütü Arasında Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında (1/1222) (S. Sayısı: 1243),
6'ncı sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Uluslararası Telekomünikasyon Birliği Arasında
2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler Konferansının Organizasyonu,
Gerçekleştirilmesi ve Finansmanına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında (1/1233) (S. Sayısı: 1245),
7'nci sırasında bulunan, Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
(1/1300) (S. Sayısı: 1342),
8'inci sırasında bulunan, 17.1.2007 Tarihli ve
5574 Sayılı Türk Petrol (1/1301) (S. Sayısı: 1352),
Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
9'uncu sırasında bulunan, Emniyet Teşkilatı
Uçuş Hizmetleri Tazminat Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı (1/437) (S. Sayısı: 1150) görüşmelerini müteakiben
elektronik cihazla yapılan açık oylamadan;
10'uncu sırasında bulunan, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
İlk Nasıp İstihkakına İlişkin Kanunda (1/1137) (S. Sayısı: 1080),
11'inci sırasında bulunan, Yedek Subaylar ve Yedek
Askerî Memurlar Kanununda (1/1213) (S. Sayısı: 1263),
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları,
yapılan görüşmelerden sonra;
Kabul edildi.
12'nci sırasında bulunan ve Cumhurbaşkanınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen 15/2/2007 Tarihli ve
5581 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın (1/1315) (S. Sayısı: 1361) üzerindeki
görüşmeler tamamlandı, tümünün oylamasında Genel Kurulda karar
yeter sayısı bulunmadığı anlaşıldığından,
28 Mart 2007 Çarşamba günü, alınan karar gereğince
saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.09'da son verildi.
Sadık Yakut |
|
|
Başkan
Vekili |
|
|
|
Bayram Özçelik |
Yaşar Tüzün |
|
Burdur
|
Bilecik |
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
|
Mehmet Daniş |
Harun Tüfekci |
|
Çanakkale |
|
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
No.: 112
II. - GELEN KÂĞITLAR
28 Mart 2007 Çarşamba
Rapor
1.-
9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Anayasanın 89 uncu
ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1265)
(S. Sayısı: 1370) (Dağıtma tarihi: 28.3.2007) (GÜNDEME)
Meclis Araştırması
Önergesi
1.-
İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ ve 22 Milletvekilinin, Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü yönetimiyle ilgili iddiaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/431) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/3/2007)
28 Mart 2007 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
14.03
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Yaşar
TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81'inci Birleşimi'ni açıyorum.
III. - YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için beş dakika
süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak
salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik
personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen
üyelerin ise, yoklama pusulalarını, görevli personel aracılığıyla,
beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce
üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz,
17 yeni üniversite kurulması hakkında söz isteyen Karaman Milletvekili
Mevlüt Akgün'e aittir.
Buyurun Sayın Akgün.
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, Hükûmetin
17 yeni üniversite kurma kararına ilişkin gündem dışı konuşması
MEVLÜT AKGÜN (Karaman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimizin yeni üniversiteler
kurma kararı konusunda gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kıymetli arkadaşlarım,
her ile 1 üniversite anlayışıyla hareket eden Hükûmetimiz, geçtiğimiz
günlerde 17 adet yeni üniversite kurma kararını açıklamıştır. Bu
üniversiteler, altyapısını büyük ölçüde tamamlayan Karaman, Ağrı,
Sinop, Siirt, Nevşehir, Karabük, Kilis, Çankırı, Artvin, Bilecik,
Bitlis, Kırklareli, Osmaniye, Bingöl, Muş, Mardin ve Batman illerinde
kurulacaktır.
Bütün engelleme girişimlerine
rağmen, Hükûmetimizin önce 15, şimdi de 17 yeni üniversite kurması,
yıllardan beri yeni üniversite hayaliyle yanıp tutuşan illerimizde
büyük mutluluk ve heyecan meydana getirmiştir. Kanun kapsamına giremeyen
diğer illerimiz de -ki bunların sayısı 9'dur- altyapıyı oluşturdukları
zaman, yeni AK Parti İktidarı döneminde üniversitelerine kavuşmuş
olacaklardır. Hükûmetimiz büyük bir cesaret ve kararlılıkla, Anadolu'yu
baştan başa üniversitelerle donatmaktadır. Bu seferberliğe Mecliste
destek veren, iktidarı muhalefetiyle tüm milletvekillerimize
teşekkür ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üniversiteler çağdaş bilim yuvalarıdır. Dünyada
gelişmiş ülke statüsüne girebilmek için her yarım milyon nüfusa 1
üniversitenin düşmesi, nüfusun yüzde 30'unun da yükseköğretim görmüş
olması gerekmektedir. Halbuki, Türkiye'de yükseköğretim görme oranı
yüzde 19'dur. Nüfusumuzun 70 milyonun üzerinde olduğu düşünülecek
olursa, ülkemizde en az 140 üniversite bulunması gerekliliği ortaya
çıkmaktadır. Bırakınız gelişmiş ülkeleri, nüfusu 50 milyon olan
Ukrayna'da 300, 15 milyonluk Kazakistan'da ise 100'den fazla üniversite
bulunmaktadır. Genç nüfusun yüksekliğine baktığımız zaman, ülkemizde
yükseköğretimdeki okullaşma oranının düşüklüğü hemen göze çarpmaktadır.
Türkiye'nin daha fazla
üniversiteye ihtiyaç duyduğu kesin olmasına rağmen, bu konuda
anayasal göreve sahip olan YÖK, üzerine düşen görevleri bir türlü
yapmamıştır. YÖK, yükseköğretimin geleceğine yönelik hiçbir program
ortaya koymadan bu konuda kendisine iletilen her teklife karşı
çıkmıştır. Nitekim, bu tutum yüzünden 1992 yılında kurulan 22 üniversiteden
bu yana AK Parti İktidarına kadar hiçbir yeni üniversite kurulamamıştır.
YÖK, 15 üniversitenin kurulması aşamasında da, 4 üniversite hariç,
diğer illere karşı durmuştur. Şimdi ise aynı YÖK, kurulmasına karşı
çıktığı üniversitelerin rektörlerini atama telaşı içerisine
girmiştir. 17 yeni üniversite kurulması için çalışmalar başlatıldığında
Millî Eğitim Bakanlığımız YÖK'e görüş sormuş, YÖK inceledikten sonra
görüş bildirileceği gerekçesiyle işin sürüncemede kalması için
cevap bile vermemiştir. Hükûmetimiz, bütün bu olumsuz tavırlara rağmen,
kararlılıkla kanun metni hazırlamıştır. Metin, Bakanlar Kurulunda
imzaya açılmış olup, önümüzdeki günlerde Meclisimize kanun tasarısı
hâlinde sunulacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
şüphesiz ki, bu yeni üniversiteler bir günde bir Harvard, bir Oxford
olacak değillerdir. Ancak, bu üniversitelerin hayata geçmesi için
bir yerden başlanılması gerekmekteydi. Bir yerden başlamadan yeni
ilim yuvaları kurmak mümkün değildir. Kaldı ki, daha üniversite kararları
çıkmadan hayırsever halkımız üniversitenin harcına bir tuğla koymak
için sıraya girmiştir. Türk milleti, hayırda yarışan bir millettir.
"İlim Çin'de de olsa gidip alınız" diyen ve bir harf okutanın
kırk yıl kölesi olmaya aday bir millettir. Bu açıdan bakıldığı zaman,
üniversite kurulacak illerimizin maddi ve manevi potansiyelleri
bütün ihtiyaçlarını giderecek seviyededir. Bugün ülkemizde
68'i devlet, 24'ü vakıf olmak üzere 92 üniversite bulunmaktadır. Üniversitelerin
bulundukları ilin sosyal, kültürel ve ekonomik hayatlarına yaptıkları
katkı ortadadır. Başlangıçta barakalarda eğitime başlayan birçok
üniversite, bugün sadece kuruldukları ilin değil bölgesinin ve
hatta ülkemizin ilim merkezleri hâline gelmiştir, pek çok ilimiz üniversitesiyle
özdeşleşmiştir. Üniversiteler illerimizin aynı zamanda prestiji
hâline gelmiştir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı.)
BAŞKAN - Sayın Akgün,
lütfen toparlayınız, buyurun.
MEVLÜT AKGÜN (Devamla)
- Bu nedenle, bütün illerimizin haklı olarak üniversite talebi
vardır. Üniversite kurulması için altyapısı uygun olan illerimizin
bu haklı talebine kulak vermek, Hükûmetimizin laf değil iş üreten siyaset
anlayışının bir sonucudur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üniversite kurulacak diğer iller gibi Karaman
ilimiz de yıllardan beri kendi üniversitesine kavuşmak için çaba
sarf eden illerden birisidir. İlimiz, bu amaçla bütün imkânlarını seferber
etmiştir. Selçuk Üniversitesine bağlı 3 fakülte, dört yıllık Beden
Eğitimi ve Spor Okulu ile Sağlık Yüksekokulu, 3 meslek yüksekokulu
bulunan ilimizde 5.400 öğrenci eğitim görmektedir. Son yıllarda hayırsever
iş adamlarımız ve Üniversite Yaptırma Vakfı tarafından yaptırılan
fakülte binaları, sosyal tesisler, yurt binaları boy göstermektedir.
Karaman'a, Türkçeyi ilk defa devlet dili ilan ederek "Bugünden sonra,
dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır."
diyen Karamanoğlu Mehmet Bey adına bir üniversite kurulmasına
ilişkin, Karaman Milletvekilleri olarak verilmiş kanun tekliflerimiz
Meclis gündeminde bulunmaktadır. Değişik zamanlarda ilimizi ziyaret
eden birçok siyasetçi üniversite kurma vaadinde bulunmuştur, ancak,
siyaseti bir çözüm aracı olarak gören iktidarımız, ilimizin bu haklı
talebini hayata geçirmeye hazırlanmaktadır.
YÖK'ün tüm engelleme
girişimlerine rağmen, büyük bir kararlılıkla, yeni üniversiteler
kurarak Anadolu'nun yüzünü güldüren, başta Başbakanımız olmak üzere,
Millî Eğitim Bakanımıza ve tüm Hükûmet üyelerimize, tasarılara Mecliste
destek veren siz değerli milletvekillerimize milletimiz adına teşekkür
ediyor, bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Akgün.
Gündem dışı ikinci
söz, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü ve bağlı işletmelerde son günlerde
yaşanan yönetim sıkıntıları ile ilgili söz isteyen Çanakkale Milletvekili
Ahmet Küçük'e aittir.
Buyurun Sayın Küçük.
2.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale
Orman Bölge Müdürlüğü ve bağlı işletmelerde son günlerde yaşanan
yönetim sıkıntıları ile ormanların gelişmesi sağlanırken orman
köylülerinin yaşam standardını ve kalitesini artırmanın önemine
ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin
cevabı
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına, yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğündeki yönetim sıkıntıları hakkında
söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Çanakkale, birçok açıdan Türkiye'nin dikkat çeken illerinden birisidir,
önemli illerinden biridir. Hepimizin bildiği gibi, çok yakında,
18 Mart Deniz Zaferi'ni ve dolayısıyla şehitlerimizi andık. Bütün
dünyanın gözü, Türkiye'nin gözü Çanakkale üzerindeydi.
Çanakkale'nin en önemli
özelliklerinden bir tanesi de çok ciddi bir orman varlığı sahibi olmasıdır.
Çanakkale ilinin topraklarının yüzde 54'ü ormanlarla kaplıdır ve
orman istihsalinin, yaklaşık Türkiye'nin yüzde 2,6'sını Çanakkale
ili tek başına karşılar, Marmara Bölgesi'nin de yüzde 18'ini tek başına
Çanakkale karşılar. Dolayısıyla, ormanları bu kadar geniş alana
yayılmış ve yer yer kaliteli orman olma özelliği de taşıyan Çanakkale
ormanları, dolayısıyla, içinde barındırdığı yaklaşık üç yüz köyde
insanların yaşamı açısından da çok önemlidir. Aynı zamanda, Çanakkale
ili içinde iki tane millî parkın bulunması, bir ören yerinin bulunması...
Bunlar, hepimizin bildiği gibi Gelibolu Tarihî Millî Parkı ve gene
Kazdağı'nın -İda Dağı'nın, mitolojideki adıyla- içinde bulunduğu
Kazdağı Millî Parkı'dır, bir de Troya Ören Yeri'miz vardır.
Bütün bu özellikleri
nedeniyle, Çanakkale'nin üzerinde dünyanın gözü vardır, ilgisi
vardır. Yakın tarihimizle çok ilişikli olan Gelibolu Tarihî Millî
Parkı ve içinde uygulanan Uzun Devreli Gelişme Planı nedeniyle herkesin
dikkatini çekmekte ve takibindedir. Gene, Kazdağı (İda Dağı)'nın
da, geçmiş mitolojik tarihte "tanrıların dağı" olması nedeniyle,
Yunanistan'daki Olympos Dağı'nın eş değeri olması nedeniyle çok
önemli özellikleri vardır.
Değerli arkadaşlarım,
tabii, böyle önemli bir orman varlığını ve içinde çok önemli nüfus barındıran
bir orman varlığını çok ciddi bir şekilde yönetmek, korumak, geliştirmek
ve hem ormanların iyi gelişmesini sağlarken hem de orman içinde yaşayan
köylülerin yaşam standardını, yaşam kalitesini yükseltmek gerekir.
Bu da, iyi bir işletmecilik anlayışıyla, politikadan uzak, realist
uygulama ve yönetim anlayışıyla olur.
Fakat, maalesef, 17
Mart 2006'da, yani 18 Marttan bir yıl önce (geçen yıl) Başbakanın Çanakkale'yi
ziyaretinde, akşamı yapılan bir toplantıda, 2 AKP'li belediye başkanının,
Orman Bölge Müdürünün hakkında yaptığı şikâyetler sonucunda, Çanakkale
milletvekillerini aşan bir siyasi müdahaleyle, Orman Bölge Müdürümüz
görevden alınmış ve ardından olumsuz gelişmeler had safhaya ulaşmış
ve işin tadı kaçmıştır değerli arkadaşlarım.
21/4/2006 tarihinde
Sinop Orman Bölge Müdürlüğüne atanan Bölge Müdürü Musa Akşan, daha
sonra Bursa 2. İdare Mahkemesinden 5/7/2006 tarihli ve 2006/1536 sayılı
yürütmeyi durdurma kararıyla geri dönmüş, 15/8/2006 tarihinde görevine
başlamış, ama, bu arada, tekrar, hemen müfettiş incelemesiyle yeni
bir müdahaleyle, 12/12/2006 tarihinde, bu defa Ankara'ya mühendis
olarak tayini çıkarılmış ve bunun ardından, gene bölge idare mahkemesine
başvuran Musa Akşan, 23/2/2007 tarihinde tekrar görevine geri dönmüştür.
Bu boşluklarda, yani, Orman Bölge Müdürünün görevinden alındığı
dönemlerde, Mustafa Demirel isimli, Edremit bölgesinden, geçici
Bölge Müdürü olarak gelen arkadaşımız, maalesef, Çanakkale Orman
Bölge Müdürlüğünün huzurunu kaçırmış ve işletmelerin var olan yapısını
tamamen bozmuştur. Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğünde, basına da
-yani ulusal basına- yansıyan şekliyle, hepimizin bildiği gibi
"Çanakkale'ye ben komünist bıldırcın avlamaya geldim." diye
-ilk- şöhret olmuş ve ardından personel üzerinde büyük baskılar uygulamış…
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Avcı mı kendisi?
AHMET KÜÇÜK (Devamla)
- Evet, bu arkadaşımız bıldırcın avcısıymış, komünist bıldırcınları
avlıyormuş. Nasıl ayırıyorsa? Nerelerinde ne işaret varsa?
Ardından, yasaya aykırı
bir sürü ihaleler yapmış, personele kötü davranmış, yer yer hakaret
etmiş, ağza alınmayacak laflar söylemiş -inanın, ne burada ne bir
başka yerde söylenmeyecek laflar- ve personeli jurnalci hâle getirmiş,
jurnalcilik yapan, şikâyet dilekçesi veren personeli…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Onu ava Bakan mı göndermiş?
BAŞKAN - Sayın Küçük,
lütfen toparlayınız.
AHMET KÜÇÜK (Devamla)
- Bu personeli belli görevlere taşıyarak onları ödüllendirmiş ve
dolayısıyla, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü ve bağlı işletmelerde
yönetim zafiyeti oluşmuş tam manasıyla. İnsanların birbirine güveni
azalmış, personel arasında kavgalar başlamış ve artık Orman Bölge
Müdürlüğü ve Çanakkale ormanları Allah'a emanet bir hâle gelmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü kapsamındaki ormanların öneminden
bahsettim. Bu ormanlar, Türkiye'nin ve dünyanın en önemli ormanlarıdır.
Bunları gözümüz gibi korumalıyız ve onlara sahip çıkmalıyız.
Değerli arkadaşlarım,
şu anda da Orman Bölge Müdürü Musa Akşan, görevine mahkeme kararıyla
geri dönmüş ve 4 tane müfettiş şu anda görev yapıyorlar Çanakkale'de
ve Orman Bölge Müdürünün odasını işgal etmiş vaziyettedirler. Sanki,
Orman Bölge Müdürlüğünde veya Çanakkale'de bu müfettiş arkadaşların
çalışacağı başka yer kalmamış gibi, Bölge Müdürünün odası işgal
altına alınmış ve Bölge Müdürünü yönetemez hâle getirip, sinirlendirip,
onu agresif bir şekle büründürerek suç işlemesini sağlamaya yönelik
bütün atraksiyonlar uygulanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, yangın mevsimi geliyor. Çanakkale bölgesinin yangınlar açısından
çok duyarlı bir bölge olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz, Gelibolu
Tarihî Millî Parkı ormanlarının şehitlerimizin yeşil örtüsü olduğunu
hepimiz biliyoruz. Gene, Kaz Dağı Millî Parkı'nda da, dediğim gibi
mitolojiyi içinde barındıran ve dünyanın gözü olan ormanlar olduğunu
biliyoruz.
Bakın, şöyle söyleyeyim:
Yangınlar açısından en duyarlı illerden birisi olan Çanakkale'de,
otuz dokuz yılda, ortalama yılda 57 adet yangın çıkmış ve 1.294 hektar
da ortalama her yıl orman arazisini kaybetmişiz. Hâlbuki, bu arkadaşımızın
görev yaptığı geçmişteki dönemlerde, en fazla 689, 2005 yılında da
7 hektarlık yangın oluşmuş, yani, Orman Bölge Müdürlüğünde yönetim
zafiyeti olmadığı açıkça ortada, görülmektedir.
Bütün bunlar ortadayken,
ağaçlandırma çalışmaları hızla yürürken, Orman Bölge Müdürlüğüne
yapılan bu müdahale herkesi canından bezdirmiş, personeli ayaklandırmış
ve personel görev yapamaz hâle gelmiş, artık herkes birbirinden şüphelenir
hâle gelmiştir ve personel arasında, artık, "Mustafacı",
"Musacı" diye kavgalar oluşmaya başlamıştır ve özellikle
Tarım Orman-Sen üyesi ormancı arkadaşlarımıza ve işçi arkadaşlarımıza
büyük baskılar oluşmakta, tam manasıyla personel üzerinde terör estirilmektedir.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Ahmet Bey, doğru değil bu!
AHMET KÜÇÜK (Devamla)
- Bakın, yangın mevsimi geliyor. Eğer, Çanakkale'de bir yangın çıkarsa,
bu yönetim zafiyetinden oluşan bir yangın oluşursa, Çanakkale ormanları
sadece yanmakla kalmaz, Çanakkale ormanları bu Hükûmeti de yakar. Bunu
herkes böyle bilsin, Hükûmeti de yakar. Çanakkale ormanlarının ateşi
çok sıcaktır. Bunu herkesin böyle bilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu vesileyle, gene bir şeyden söz etmek istiyorum. Şu ara, Çanakkale'de
kirliliğe dönük bir sanayileşme başlamıştır. Çanakkale'de hâlen
iki tane termik santral vardır. Bunların bir tanesini devlet yapmış,
360 megavat, Çan'da; birisi de 120 megavat, Biga'dadır. Şimdi, iki tane
daha termik santral müracaatı bulunmaktadır. Bakın, böyle ormanlık
alanların bulunduğu ve çevrenin bu kadar önemli olduğu bir ilde, artık,
kesinlikle, bir defa, bir termik santral açılmasına izin verilmemesi
gerekmektedir. Sayın Çevre ve Orman Bakanımız da buradayken bunları
ifade etmek istedim, bu konudaki görüşünü de öğrenmek istiyoruz.
Çanakkale artık termik santral istemiyor, kirlilik istemiyor, çünkü,
Çanakkale Türkiye'nin gözünün bebeği olan bir yerdir.
Bu vesileyle ben, Yüce
Meclisi saygılarımla selamlıyorum ve Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğündeki
terörün de bir an önce bitmesi gerektiğini düşünüyorum ve önümüzdeki
pazartesi günü, ben, Orman Bölge Müdürümüzü, çalıştığı kendi odasında,
makam odasında ziyaret etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
FİKRET BADAZLI (Antalya)
- İyi olur, iyi olur.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Beraber gidelim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Küçük.
Gündem dışı konuşmaya,
Hükûmet adına, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Bakan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Kocaeli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; Çanakkale Milletvekili
arkadaşımız, doğrusunu söylemek gerekirse, Çanakkale'nin genel
sorunlarıyla alakalı olarak, ormanlarla alakalı, millî parkla alakalı
genel konuşmalar yapsaydı ve belli taleplerde bulunsaydı, öyle
zannediyorum ki daha şık olurdu.
AHMET ERSİN (İzmir) -
Bir sıkıntıyı anlatıyor.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Kocaeli) - Yani, bir siyasetçi, bir milletvekili, bir
bölge müdürüyle alakalı gündem dışı söz alıp konuşursa çok şık olmaz.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
- Bir yıldır terör estiriyorsunuz, bir yıldır devam ediyor Sayın Bakanım.
Erzurum Millî Eğitim
Müdürüne döndü.
BAŞKAN - Sayın Küçük, lütfen…
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Devamla)
- Sayın milletvekilleri, söz konusu Bölge Müdürü bizden önceki
hükûmet zamanında Bölge Müdürlüğünden alınmış, Artvin'e Şube Müdürü
olarak gönderilmiş bir mühendisti, Artvin'de Şube Müdürüydü.
Hükûmet olduk, kendisini Artvin'den aldık, Çanakkale'ye Bölge Müdürü
yaptık. Çanakkale'de, arkadaşımızın, halkla ilişkiler ve personel
arasındaki ilişkilerde görmüş olduğumuz sıkıntılar ve Çanakkale
ormanlarının, bölgesinin hassasiyetine binaen oradan kendisini
aldık, Çanakkale'den aldık, Sinop'a Bölge Müdürü olarak gönderdik.
Bak, dikkat edin, Çanakkale Bölge Müdürlüğünden alıyoruz, Sinop'a
Bölge Müdürü yapıyoruz. Çanakkale deniz kenarı, Sinop deniz kenarı. Oradaki
ek göstergesi 3.600, Sinop'taki ek göstergesi 3.600. Orada da lojmanı
var, yani, Çanakkale'de de lojmanı var, Sinop'ta da lojmanı var. Herhangi
bir maddi kaybı yok, herhangi bir özlük haklarında kaybı söz konusu
değil, herhangi bir itibar kaybı söz konusu değil, ama, maalesef, idare
mahkemesine gitti, idare mahkemesinden tekrar görevine, Çanakkale'ye
iadesine karar verildi. İki tane bölge müdürlüğü; yani, adamı ben
bölge müdürlüğünden alıp da mühendis yapmadım ki, adamı ben bölge müdürlüğünden
alıp da şube müdürü yapmadım ki, adamın herhangi bir maddi kaybı olmamış
ki, manevi kaybı olmamış ki; ama, mahkeme böyle bir karar vermiş. Yargının
kararı olduğu için de uymuşuz. Tabii, bu çok enteresandır.
Yargıda çok enteresan
kararlarla da karşı karşıya kaldığımı bu vesileyle ifade etmek istiyorum.
İki yıllık okul mezunu, meslek yüksekokulu mezunu bir teknisyenimiz
mahkemeye başvurdu, orman mühendisi olarak göreve iadesine karar
verdi mahkeme. Ne kadar enteresan bir şey. Yani, Türk yargı tarihine
geçecek, bundan daha…
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Bu mahkemeleri kaldıralım, zaten doğru iş yapmıyorlar!
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, hukuk hepimize lazımdır.
Benim söylediğim şey hikâye değil, fıkra anlatmıyorum. Ben bir mahkemenin
kararından bahsediyorum, son derece ciddi bir şeyden bahsediyorum.
İki yıllık meslek yüksekokulu mezunu
birisini, mahkeme, idare mahkemesi, bana orman mühendisi olarak
geri iade ediyor, görevine iade ediyor, orman mühendisi olarak.
MUHARREM İNCE (Yalova)
- Sayın orman mühendisi demiş mi!
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Devamla)
- Şimdi, İç Anadolu Bölgesi'nde 2 tane bölge müdürü var, birisi on
beş yıllık, birisi on altı yıllık. Bir on beş yıllık, on altı yıllık
bölge müdürlüğü yapmış birisinin… İşletme körlüğü denilen bir şey
var. Bir adam bir yerde on beş sene işletme müdürlüğü, bölge müdürlüğü
yapıyorsa bir müddet sonra artık oranın işlerini kanıksar, orada
başarılı olamaz, verimli olamaz. Ne yaptık? Bunları becayiş yaptık,
karşılıklı becayiş yaptık, bunu da mahkeme kararı durdurdu. Ya on
altı sene... Peki, ben, yani bu adamlar, beşik kertmesi yaptık biz bölge
müdürlerini, beşik kertmesi ölene kadar kaydıhayat şartıyla bölge
müdürü olacaklar!
Şimdi, bu ve benzer uygulamalar elbette
ki bizim çalışma azmimizi, şevkimizi birazcık kamçılıyor tabii.
Ama, şunu söyleyeyim: Çanakkale Milletvekili arkadaşımıza ben
bir hatıramı burada ifade etmek istiyorum. Yıl 1978, Ereğli Demir
Çelik Fabrikalarında makine mühendisi olarak işe başlamışım.
10'uncu dereceden lup mühendis olarak, "looper", mühendis
olarak işe başlamışım. Cumhuriyet Halk Partisi hükûmet oldu ve geldi.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ikiye bölündü, Teknoloji Bakanlığı
ve Sanayi Bakanlığı diye. Ereğli Demir Çelik Fabrikaları, yani benim
çalıştığım fabrika Teknoloji Bakanlığına bağlı oldu. Ben, 10'uncu
dereceden lup mühendis olarak çalıştığım Ereğli Demir Çelik Fabrikalarında,
Cumhuriyet Halk Partisi hükûmet olunca, beni sıcak haddehane müdürüm
çağırdı, sorgu odasına aldı beni, dedi ki: "Osman Pepe, sen bu
fabrikaya girerken senin iki tane referansın var. Birisi şu, birisi
şu. Bunları nereden tanıyorsun? Bu adamları nereden tanıdığını
bana söyleyeceksin."
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
- Sayın Bakan, sen bizim söylediklerimizi cevapla.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Devamla) - Bunları, ben… Birisi fabrikanın personel ve
sosyal işler müdürü, birisi de… Bunların ikisi de fabrikada çalışan
insanlar. Verdiğim cevaplar müdür beyi tatmin etmediği için, beni
10'uncu dereceden 9'uncu dereceye indirdi, lojman hakkımı aldı ve
vardiyaya tabi tuttu beni. Şimdi…
MUHARREM İNCE (Yalova)
- 9'a inince derece artar, artar. Aşağı doğru derece artmaz mı?
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Devamla) - Orada, arkadaşlar, şimdi, tabii, oranın yönetmeliği
ayrı olduğu için…
BAŞKAN - Sayın İnce,
lütfen…
MUHARREM İNCE (Yalova)
- 9'uncu derece 10'uncu dereceden daha yüksektir.
BAŞKAN - Lütfen Sayın
İnce…
Sayın Bakan, lütfen
Genel Kurula hitap edin.
Buyurun.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Devamla)
- Şimdi, benim yıllar önce yaşadığım bir olay. Elbette ki, genç bir mühendis
olarak benim anılarım arasında çok özel bir yere sahip, ama, kapattık
o defteri gitti.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın Bakan,
Çanakkale'den bahsedin lütfen.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Devamla)
- Şimdi, ben… Bugünkü atamalarımızda yapmış olduğumuz bütün tasarruflarda
hukuka uygunluk bizim için son derece önemli. Personelimiz ne kadar
başarılı olursa, biz o kadar başarılı oluruz. Biz de bunu biliyoruz.
Ancak, şunu söyleyeyim ben: Personelimin herhangi bir maddi kaybının,
manevi kaybının olmaması için zaten gerekli olan şeyi yapıyoruz.
Ancak, burada, değerli milletvekili arkadaşımızın dile getirmiş
olduğu husus çok spesifik bir konudur. Bir kişinin herhangi bir maddi
kaybını, manevi kaybını kesinlikle içermeyen tasarruflarımız biraz
önce ifade ettiğim şekildedir. Ben,
değerli milletvekili arkadaşlarımızın bu konudaki dile
getirmiş oldukları hususları, bir kişinin avukatlığını yapmaktan
daha çok…
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Çanakkale
ormanlarının avukatlığını yapıyoruz Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Devamla) - ...genel
sorunlar şeklinde burada ifade edilirse, zannediyorum daha yerinde
olur.
Ben, Sayın Başkana ve
siz değerli milletvekili arkadaşlarıma saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
- Hiçbir şeye cevap vermediniz Sayın Bakan. Çanakkale ormanlarının avukatlığını
yapıyoruz biz, kimsenin değil.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Gündem dışı üçüncü
söz, Arnavutluk'un Türkçeyi resmî dil olarak kabul etmesi hakkında
söz isteyen Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'na aittir.
Buyurun Sayın Çavuşoğlu.
3.- Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'nun,
Arnavutluk Mitrovica Belediye Meclisinin almış olduğu bir kararla
Türkçeyi resmî dil olarak kabul etmesine ilişkin gündem dışı konuşması
YÜKSEL ÇAVUŞOĞLU (Karaman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Arnavutluk
Mitrovica Belediye Meclisinin 10 Mart tarihi itibarıyla almış oldukları
bir kararı, Türkçe'nin resmî dil olarak kullanılmasıyla ilgili kararı
tebrik etmek üzere gümdem dışı söz almış bulunmaktayım. Sözlerime
başlamadan önce yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
sözlerime başlamadan önce, Millî Eğitim Bakanlığı vasıtasıyla Bakanlar
Kuruluna indirilmiş olan ve henüz Meclise gelmeyen ve Karaman'a
açılması öngörülen üniversitemizle ilgili başta Başbakanımız,
ilgili bakanlarımız ve Millî Eğitim Bakanımız olmak kaydıyla bütün emeği geçen, faydası dokunan herkese
teşekkürlerimi bir borç olarak bildirmekten şeref duyuyorum.
Değerli arkadaşlarım
ve milletvekili arkadaşlarım, insanın ve toplumların vasıf kazanması
dille olur. Toplumların evrensel dilleri vardır. Teknik resim, trafik
kuralları, bilgisayar yazım dilleri vesaire vesaire, ama en büyüğü
de, en önemlisi de konuşulan dildir. İnsanların en büyük özelliklerinden
birisi ise, düşünmesi, muhakeme etmesi, düşüncesini yaşaması,
düşüncesinden ve tecrübelerinden bilgi üretmesi, ürünler ve değerler
ortaya koyması ve bunların gelecek nesillere aktarılmasıdır. Bunu
yapabilmenin aracı ise dildir. Dil, bir milletin medeniyetinin ayrılmaz
bir parçasıdır. Dil olmadan kültür olmaz, medeniyet olmaz, kısaca
insan olmaz, toplum olunamaz, çünkü, bir milletin dili, o milletin
kimliğidir. Dil, muasır medeniyetler hedefine giden yolda, bilgi
ve teknolojinin gelişmesine ve aktarılmasına hizmet eden müessir
bir araçtır. Zengin bir dil, güçlü bir dildir. Zenginlik, dilin muhtevasına,
ülkenin ekonomisine, sanayisine, siyasetine ve bilimine bağlıdır.
Bunlardan hassaten bilimde ne kadar güçlüyseniz, o kadar güçlü bir
devletsiniz demektir. Güçlü bir dil, güçlü bir millettir. Gücünü tarihin
derinliklerinden alan Türkçemiz, bugün, yeryüzünde, bütün lehçeleriyle
birlikte, 12 milyon metre karelik bir alanda 220 milyon kişi tarafından
konuşulmakta, yaşayan ve konuşulan dünya dilleri arasında ise beşinci
sırayı almaktadır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
her dilde olduğu gibi dilimizdeki erozyon ve yozlaşma kimliğimize,
kültürümüze menfi olarak, ama dilimizdeki ilmi olarak zenginleşmesi
ise yeryüzünde yayılmasına da müspet tesir etmektedir. Türkçemizdeki
bozulmayı, yozlaşmayı ve yabancılaşmayı önlemek için hem birey
olarak bizlere hem de devletin kurumlarına büyük görevler düşmektedir.
Görev ve sorumluluk olarak addettiğim, dilimizi sadece tehditlere
karşı korumak değil, aynı zamanda bilimsel yönde geliştirmek ve
zenginleştirmektir. Dilimizi tehdit
Türkçemizi yabancı dillerden korumak
ve gelişmesini sağlamak için, her ne kadar cezai müeyyideler gerekliyse
de, öncelikli olarak yeni nesle Türkçeyi sevdirmek, iyi ve etkili
şekilde kullanılmasını sağlamak için teşvik edici metotlar geliştirilmelidir.
Üniversitelerimizin "Türk dili ve edebiyatı" bölümlerinde
okutulan dersler daha ağırlıklı ve muhtevalı ele alınmalıdır. Türkçe
ve matematik dersleri, ana okulundan fakülte sonuna kadar yoğun
bir müfredatla verilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Çavuşoğlu.
YÜKSEL ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Yeri gelmişken
şunu da belirtmek isterim ki: Karaman'da Selçuk Üniversitesi bünyesinde
açılan Edebiyat Fakültemizin, muhtemelen hazirandan sonra Karaman
şehrimizde kurulacak olan üniversitemizde, bazı edebiyat fakültelerinde
olduğu gibi, Türk dili enstitüleri ile desteklenmesinin faydalı
olacağına inanıyorum. Her ilde üniversite ve bünyelerinde edebiyat
fakülteleri açılarak bütün Türkiye, Türkçe ve matematik eğitimi
almalıdır diyorum.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, Türkçenin Karaman açısından ayrı bir
önemi vardır. Bizler, Karaman'ı Türkçenin başkenti olarak görüyoruz.
Döneminde Farsça ve Arapça yaygın bir şekilde kullanılırken Karamanoğlu
Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 tarihi itibarıyla yayımladığı bir fermanla
"Bugünden sonra hiç kimse sarayda divanda, mecliste ve seyranda
Türkçeden başka bir dil kullanmayacaktır." diyerek Türkçemiz
için çok önemli bir adım atmıştır. 1961 yılından beri Türk Dili Bayramı
ve Yunus Emre'yi anma etkinlikleri düzenli olarak her yıl ilimizde
coşkuyla kutlanmaktadır. Böylece, Türk dili, Yunus Emre'nin sevgi
ve dostluk anlayışıyla imtizaç ettirilmektedir.
Sözlerime son verirken, Arnavutluk
Mitrovica Belediye Meclisinin değerli üyelerine, ayrıca Orta
Asya'da, Kafkaslarda, Balkanlarda, Avrupa'da, Orta Doğu'da, Afrika'da,
kısaca, her yerde Türkçe konuşan her kim varsa, kendilerine binlerce
kilometre uzaktan milletim adına kucak dolusu selam ve sevgilerimi
gönderiyorum.
Saygılarımla. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çavuşoğlu.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin bir önerge vardır, okutuyorum:
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü ve 22 milletvekilinin,
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü yönetimiyle ilgili iddiaların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/431)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Tiyatrosu Yasasının
4. maddesine aykırı olarak Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü makamına
getirilen, fakat kadrosu "dramaturg" olduğu için atama kararnamesi
Cumhurbaşkanından geri dönünce bu göreve vekâleten atanan, Sayın
Mine Acar döneminde Devlet Tiyatroları; kadrolaşma ve yolsuzlukların
yaşandığı, kimi çalışanlara karşı baskı ve sindirme politikalarının
yürütüldüğü, çağdaş bir sanat kurumuna hiç yakışmayacak sansürlerin
uygulandığı, kanunsuz ve yönetim iradesinden yoksun bir kurum olarak
anılmaya başlamıştır.
Devlet Tiyatrolarında
yaşanan sorunların başlıca nedeni, şu anda Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü görevini vekâleten yürütmekte olan Mine Acar görev geldikten
sonra "Devlet Tiyatroları Görev ve Çalışma Yönergesi"nde
yapılan değişikliklerdir.
06.01.2006 tarihinde
Bakan onayından çıktığı hâlde, tam 5 ay Devlet Tiyatrosu çalışanlarına
dahi açıklamayan bu yönergeyle, Devlet Tiyatrolarının işleyişi,
kadro tanımları, kurum dışı çalışma izinleri, sınavlar, göreve
alış ve benzeri konularda çok önemli değişiklikler getirilmiştir.
Özellikle yönergeye konulan bir madde ile dramaturg kadrosunda bulunan
Mine Acar'a, 'Sanatçı' kadrosuna geçme yolunun açılması, kişiye
özel bir değişiklik olarak algılanmış ve Mine Acar'ın yürüttüğü göreve
asaleten atanmak için "hukuki bir dayanak" hazırlama çabası
içinde olduğu iddia edilmiştir.
Mine Acarın, "kendi
adına bir avantaj elde etmediğini" söylemenin imkansız olduğu
bu değişikliğin yanında başka bir değişiklikle de, bugüne kadar
branşları saptanmış meslek lisesi mezunlarının çalıştırıldığı
Devlet Tiyatroları Teknik Kadrolarına, bu defa branş belirtilmeden,
meslek ya da düz lise mezunlarının da alınması öngörülerek, bu kadrolara
İmam Hatip liselerinden mezun olanların da girebilmesinin önü açılmıştır.
Getirilen değişikliklerin
çoğu, 1310 sayılı yasayla değişik 5441 sayılı Devlet Tiyatroları
Yasası'na aykırı olduğundan, sanatçıların ve çalışanların oluşturduğu
sivil toplum örgütlerinin açtığı davalar sonucunda bu yönerge,
Danıştay tarafından iptal edilmiştir.
Bu karar üzerine Mine
Acar yönetimi, "130 kişilik kadro almıştık bunu kullanamayacağız...
Devlet Tiyatrosu çalışanları artık TV dizilerinde oynayamayacak"
gibi, konuyu saptırmaya ve bilgi kirliliği yaratmaya yönelik
açıklamalar yaparken, Kültür ve Turizm Bakanı da sanatçıları,
"kendi ayaklarına kurşun sıkmakla" suçlamaktadır. Oysa,
Mine Acar'ın fedakarlık yaparak gidereceğini söylediği bu sorun,
1310 sayılı yasanın 5. maddesi son paragrafında ve 2007 yılı sanatçı
sözleşmesinde zaten çözümlenmiş durumdadır.
Danıştay'ın verdiği
karar ortadayken sanatçıları adeta kanuna uymakla suçlayan ve
"Ne güzel hukuksuz bir iş yapıyorduk, bunu mahvettiniz" demeye
getiren bu açıklamalar; bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti
adına utanç vericidir. Sorun, sanatçıların dizilerde görev alamaması
değil, Mine Acar'ın bu yönergeye dayanarak elde etmiş olduğu
"sanatçı" kadrosunu kaybetmesi ve Bakanlığın ise kadrolaşma
çabasının engellenmesi olarak görülmektedir.
Devlet Tiyatroları
şu anda zaten; görevde yükselme sınavına girmeyi bile hak etmeyenlerin
yasadaki boşluklar sayesinde terfi ettirildiği, hukuksuz atamalar
yapılırken kimi çalışanların da baskı ve yıldırma politikalarıyla
kurumdan uzaklaştırılmak istendiği, Genel Müdür vekilinin bile
"haberim yok" dediği sansürlerin yaşandığı, henüz sezonu
açamayan sahnelerin olduğu, oyunların sürekli iptal edildiği, kimi
yolsuzluk ve taciz gibi suç iddialarıyla dahi gündeme gelen, hukuki
ve idari olarak çökmüş bir kurum halindedir. TBMM'nin denetim yetkisini
kullanarak bu güzide kurumumuzun içine düşürüldüğü bu halden kurtarılmasında
etkin rol oynaması bir zorunluluktur.
Bu nedenlerle,
"Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nde yaşanan hukuksuz uygulamaların
ve yönetim zafiyetinin ortadan kaldırılması için alınması gereken
tedbirler ile kurumun ihtiyaç duyduğu yasal değişikliklerin saptanması
amacıyla" Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri
uyarınca bir Meclis Araştırması açılması için gereğinin yapılmasını
saygılarımızla arz ve teklif ederiz.
1- Hakkı Ülkü (İzmir)
2- Berhan Şimşek (İstanbul)
3- Osman Özcan (
4- Osman Kaptan (
5- Atila Emek (
6- Canan Arıtman (İzmir)
7- Vezir Akdemir (İzmir)
8- Hasan Ören (Manisa)
9- Hüseyin Ekmekcioğlu (Antalya)
10- Nail Kamacı (Antalya)
11- Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
12- Feridun Ayvazoğlu (Çorum)
13- Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
14- İsmail Değerli (Ankara)
15- N. Gaye Erbatur (Adana)
16- Türkân Miçooğulları (İzmir)
17- Muharrem Toprak (İzmir)
18- Mehmet Nuri Saygun (Tekirdağ)
19- Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
20- Mehmet Semerci (Aydın)
21- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
22- Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
23- Mehmet Boztaş (Aydın)
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Başbakanlığın, Anayasa'nın
82'nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza
sunacağım.
Okutuyorum:
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.-
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Libya'ya yaptığı resmî ziyarete katılacak
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1237)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in, Türkiye-Libya
Karma Ekonomik Komisyonu 20 nci Dönem Toplantısı'na katılmak üzere
bir heyetle birlikte 29 Ocak - 1 Şubat 2007 tarihleri arasında Libya'ya
yaptığı resmi ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin
de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu
Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine
göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
LİSTE
Ali Oksal
Resul Tosun Tokat Milletvekili
Maliki Ejder Arvas Van Milletvekili
Fazlı Erdoğan Zonguldak Milletvekili
BAŞKAN -
Gündemin "Oylaması Yapılacak İşler"
kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.-
15.2.2007 Tarihli ve 5581 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1315) (S. Sayısı: 1361) (x) (xx)
BAŞKAN - Bu kısımda yer alan
Kanun'un tümünü oylarınıza sunuyorum:
Alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini
görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
2.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı:
305)
BAŞKAN - 1'inci sırada yer alan kanun
teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden
teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, 1/3/2007 Tarihli
ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri
Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlıyoruz.
(x) Kanun'un ilk görüşmeleri 31/1/2007 ila 15/2/2007
tarihlerindeki 57 ila 64'üncü Birleşimlerde yapılmıştır.
(xx) 1361 S. Sayılı Basmayazı 27/3/2007 tarihli
80'inci Birleşim Tutanağına eklidir.
4.- 1.3.2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu
ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir
Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1331) (S.Sayısı 1371) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1371
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri
1/3/2007 tarihli ve 5588 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 28'inci maddesi
Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere,
bu hususta gösterilen gerekçeyle birlikte Başkanlığımıza geri
gönderilmiştir.
Plan ve Bütçe Komisyonu,
Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçesini uygun bularak, 28'inci
maddeyi Kanun metninden çıkarmıştır.
Anayasa'nın 89'uncu
maddesinin ikinci fıkrasında "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun
bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun
bulunmayan maddeleri görüşebilir." İç Tüzük'ün 81'inci maddesinin
son fıkrasında ise "Cumhurbaşkanınca yayımlanması kısmen uygun
bulunmayan ve bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine
geri gönderilen kanunların sadece uygun bulunmayan maddelerinin
görüşülmesine kanunun görüşmelerine başlamadan önce Genel Kurulca
görüşmesiz karar verilebilir. Bu durumda, sadece uygun bulunmayan
maddelerle ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün oylaması her
hâlde yapılır" hükümleri yer almaktadır.
Bu hükümlere göre,
geri gönderilen kanunun tümünün veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun
bulunmayan maddelerinin görüşülmesi Genel Kurulun kararına bağlıdır.
Ancak, Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek
üzere geri gönderilen Kanun'un 28'inci maddesi Kanun metninden çıkartıldığından,
kısmen görüşülecek bir husus kalmamıştır. Bu nedenlerle, Kanun'un
diğer maddelerinin görüşülüp görüşülmemesi konusunda Genel Kurulun
kararını alacağım.
Kanun maddelerinin
görüşülmemesini Genel Kurulun onayına sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek
üzere geri gönderilen Kanun'un 28'inci maddesinin kanun metninden
çıkartılması nedeniyle, Kanun'un madde numaraları teselsül ettirilmiş
ve yürürlük maddesinin (A) bendinde, 29, 30, 31 ve 32'nci maddelere
yapılan atıflar, 28, 29, 30 ve 31 olarak düzeltilmiştir.
Şimdi, Kanun'u bu haliyle
oylarınıza sunacağım.
Kanun'un tümünün oylanmasından
önce, İç Tüzük'ün 86'ncı maddesine göre, ne yönde oy kullanacağını
belirtmek üzere ve lehinde olmak üzere, Ankara Milletvekili Faruk
Koca...
Kütahya Milletvekili
Alaettin Güven…
Sayın Güven, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya)
- Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; 1/3/2007
tarihli ve 5588 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasa'nın 89'uncu ve 104'üncü maddeleri
gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme
tezkeresi üzerinde şahsım adına, lehinde olmak üzere söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
daha önce burada görüşüldüğü üzere, bu geri gönderme tezkeresinin
muhtevasında, ev kadınlarının, üretime katkı noktasında, aile
bütçelerinin iyileştirilmesini sağlamak için iş yeri açmaksızın
her türlü ürün imalatı vergi dışı bırakılmaktadır ki bunun, aile
bütçesine katkı yapmak isteyen kadınlarımızın ve üretime katkıda
bulunmak isteyen ev hanımlarımızın lehine getirilen bir yasa olduğu
açıkça görülmektedir.
(x) 1371 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Ayrıca, asgari geçim
indirimi getirilmek suretiyle, ücretli çalışanlar üzerindeki
vergi yükü azaltılmaktadır. Yapılan bu düzenlemeyle fiş biriktirip
beyan etme yükümlülüğü de kaldırılmakta olup bunun da bir kolaylık
olduğu görülmektedir.
Bu yasayla, yine, sahip
olunan gayrimenkullerin elden çıkarılması, yani satılması sırasında
kazancın vergiden istisna olabilmesi için gerekli olan dört yıl elde
bulundurma süresi beş yıla çıkarılmış olup, yine muhtasar beyannameyi
içerik, şekil olarak belirlemeye Maliye Bakanlığına yetki verilmekte
olup, bu yasanın ülkemize ve ev hanımlarımıza hayırlara vesile
olmasını temenni eder ve saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güven.
Yine, Tüzük'ün 86'ncı
maddesine göre, ne yönde oy kullanacağını belirtmek üzere ve aynı
zamanda aleyhte olmak üzere Ümmet Kandoğan, Denizli Milletvekili…
Yok.
Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili.
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gelir Vergisi Kanunu
tabii ki önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor tarafımdan,
ama ben burada vergi politikasıyla ilgili, gerek gelir vergisi gerek
kurumlar vergisiyle ilgili izlenmesi gereken politikanın ne olması
gerektiği hususunda birkaç meseleyi sizlerin görüşlerinize arz
etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
hem esnafımızın, sanatkârımızın hem de KOBİ'lerimizin en önemli girdi
kalemi, en önemli girdisi vergi oranlarıdır. İktisadi bir kuraldır
ki, temel bir kuraldır ki, bir ekonomide vergi oranları ne kadar düşürülür
ise, o ülkede vergi hasılatı o oranda artacaktır. Dolayısıyla, şu
an izlenen vergi politikası vergi oranlarının düşürülmemesine
yönelik bir vergi politikasıdır. IMF'nin özellikle bu noktada
Hükûmete tavsiyesi, telkini hep bu şekilde olagelmiştir. "Vergi
oranlarınızı indirmeyin, sübvansiyonlarınızı, desteklerinizi
kısın, kamu harcamalarınızı kısın ve bütçe açığı noktasında dikkatli
olun" şeklinde, IMF'nin Türkiye'ye, Türkiye ekonomisine, Türkiye
Hükûmetine sürekli telkini ve tavsiyesi bulunmaktadır. Ama biz şunu
biliyoruz ki, eğer bir ülkede yatırım, üretim, ihracat, dolayısıyla
buna bağlı olarak da istihdamın gelişmediği, oluşmadığı bir ekonomide
vergi oranlarının düşürülmeyerek vergi hasılatının artırılmasının
imkânı ve mümkünatı yoktur.
Değerli milletvekilleri,
Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde vergi oranlarının en fazla
yüklü olduğu, en fazla oransal açıdan yüksek olduğu ülke Türkiye'dir.
Ve esnafımızın, özellikle KOBİ'lerimizin, sanayicilerimizin,
tekstilcilerimizin ve ihracatçılarımızın global piyasada, özellikle
Avrupa piyasasında yarışamamalarının temel nedenlerinden biri
de, ülkedeki vergi oranlarının yüksek olmasıdır.
Avrupa Birliği ülkelerinde
kişi başına düşen vergi oranı yüzde 20 iken, Türkiye'de kişi başına
düşen vergi oranı yüzde 40 dolayındadır. Vergi oranlarının düşürülerek
tabana yayılması söz konusu olacak idi, ama bugüne kadar bu gerçekleşememiştir.
Vergi oranlarında yüzde 10'luk bir indirime karşı… Evet, yüzde 10'luk
bir indirim yapılmıştır, ama, maalesef, bu yüzde 10'luk indirim karşısında
yatırımcının yatırım indirimi de beraber kaldırılmıştır. Bir taraftan
bir şey yaparken, diğer taraftan yapmış olduğumuz indirimi farklı
bir yönden tolere etme gayreti içerisine girmişiz.
Değerli arkadaşlar,
Anayasa'ya göre vergi, herkesin gücü nispetinde katlanabildiği
bir yükümlülüktür. Ama, mevcut vergi oranlarının yüksekliği ve dolayısıyla
verginin önemli bir girdi kalemi, önemli bir girdi maliyeti olması, özellikle ihracatçılarımızı, üreticilerimizi,
tekstilcilerimizi, sanayicilerimizi, esnaf ve sanatkârlarımızı
ciddi bir sıkıntıya sokmuştur.
Değerli arkadaşlar,
vergi yükü ve vergi oranlarındaki düşüşler vergi hasılatını artırır
demiştik. Bu, iktisadi temel bir kaidedir. Ama, Sayın Maliye Bakanımızın
bir sözü aklıma geliyor. Vergide kaçakçılığın olduğu, vergi kaybının
olduğu ve kayıt dışı ekonominin, yılda, Türkiye'ye 90 milyar dolar
zararı olduğunu Sayın Kemal Unakıtan Bey burada ifade etmişti. İşte,
bu kayıt dışı ekonominin, kayıt dışı çalışmaların ve kayıt dışı istihdamın
ortadan kaldırılması ve Türk ekonomisinin yılda 90 milyar dolar
-Sayın Bakanımızın ifadesiyle- zarara uğratılmaması için, hem
vergi oranlarının düşürülmesi gerekmektedir…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen toparlayınız.
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- …hem vergi oranlarının kayıt dışı ekonomiyle ve kayıt dışı istihdamla
mücadelenin temel kuralıdır. Vergi oranlarının düşürülmesi gerekmektedir,
tabana yayılması gerekmektedir, adil ve düzenli bir vergi reformuna
Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu apaçıktır. Aksi takdirde, biz, 90 milyar
doları, 100 milyar doları her yıl maalesef kaybetmeye devam edeceğiz
kayıt dışı ekonomiyle, kayıt dışı istihdamla ve bakın, kayıt dışı
istihdam Türkiye'de 11 milyon kişi, Türkiye'de 11 milyon kişi kayıt
dışı çalışmaktadır ve Türk ekonomisine maliyeti 14 katrilyondur.
Ne yapmamız gerekiyor? Vergi reformu noktasında siyasi irademizi
sergilememiz gerekiyor, bu noktada cesaretli olmamız gerekiyor.
Vergi oranlarında ve diğer girdi maliyetlerinde, mesela, işverenin
işçiye ödemiş olduğu SSK primleri yüksek ve kayıt dışı istihdam da
14 katrilyon maliyet de işte buradan kaynaklanıyor. Bunların indirilmesinden
hiçbir zaman kuşku duymamak lazım, çekinmemek lazım ve bu indirimleri
yapmak suretiyle, vergi hasılatımızı da artırma yolunu seçmemiz
lazım. Hepimiz göreceğiz ki, bu radikal kararlardan, siyasi iradenin
gereklerini yerine getirmemizden sonra göreceğiz ki, hep beraber
şahit olacağız ki, bu ülkede kayıt dışı ekonomi de kalmayacaktır,
kayıt dışı istihdam da kalmayacaktır, Türkiye'nin vergi hasılatı
da artacaktır, ona bağlı olarak 20 katrilyonluk çek ve senet de protesto
edilmeyecektir. 2 milyona yakın çek ve senedin protesto edildiği,
bunun tutarının da 20 katrilyon olduğu bir Türkiye'yi de görmeyeceğiz
o zaman diyorum ve bu kanunun birçok güzelliği, birçok doğru stratejiyi
getirdiğini…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen… Teşekkür için Sayın Eraslan…
MEHMET ERASLAN (Devamla)
- …ama, bizim de burada bahsettiğimiz konuların da tekrar yeniden
değerlendirilmesi, yeniden düşünülmesi ve yeni bir kanun tasarısıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna getirilmesi, Türk ekonomisi
ve Türk halkı açısından doğru olacaktır diyorum.
Bu Kanun'un ülkemize
ve milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Eraslan.
Kanunun tümü, açık oylamaya
tabidir.
Açık oylamanın, elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için beş dakika
süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin
teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme
giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen beş
dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan
oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen beş dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun'un oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 239
Kabul : 222
Ret : 9
Çekimser : 8 (x)
Böylece Kanun kabul
edilmiştir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağın sonuna eklidir.
4'üncü sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve Bilimsel
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlayacağız.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik
ve Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/885) (S. Sayısı:
860) (x)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 860
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yakup Kepenek, Ankara
Milletvekili.
Sayın Kepenek, buyurun.
Süreniz yirmi dakikadır.
CHP GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (
BAŞKAN - Sayın Kepenek,
bir saniye.
Şahsınız adına da söz
istediğiniz için yeniden başlatıyorum, sürenizi de ekliyorum.
Buyurun.
YAKUP KEPENEK (Devamla)
- Teşekkür ederim efendim.
Evet, 860 sıra sayılı,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Hükümeti Arasında Askeri
Alanda Eğitim, Savunma Sanayisi, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması'nın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu üzerine CHP Grubu ve şahsım adına konuşacağım. Hepinizi sözlerime başlarken saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, konuya geçerken
bir noktanın üzerinde kısaca durmak isterim. Bize dağıtılan bu tasarının
başlığında "sanayisi" sözcüğü yanlış yazılmıştır -bunu
kayıtlara geçirmek için söylüyorum- "sanayii" biçiminde
yazılmıştır. Aslında bu yanlış ilk değil, üzülerek belirteyim ki,
yasalarımızda bu tür Türkçe yanlışları sıkça yapılmaktadır. Geçenlerde
bir yazarımız haklı olarak "Bu tasarıları hiç kimse okumuyor
mu?" diye soruyordu. Üstelik, geçtiğimiz haftalarda Türkçe
üzerinde çalışmak üzere bir araştırma komisyonu kurduk ve biraz evvel
de Sayın Çavuşoğlu, Türkçenin Arnavutluk'ça resmî dil olarak
Yaklaşık üç yıl önce imzalanan, ancak
Meclisimizce yeni ele alınabilen bu Anlaşma'nın askerî eğitim ve öğretim,
silahlı kuvvetler, araştırma, teknoloji, askerî gözlemciler, teknolojik
ve bilimsel gelişmeler, yenilikler, muharebe, elektronik ve bilgi
sistemleri, lojistik yönetimi, savunma sanayisi, askerî tıp ve
sağlık, sosyal, kültürel ve sportif amaçlı etkinlikler alt başlıklarında,
Türkiye Cumhuriyeti ile Şili Cumhuriyeti arasında iş birliği alanları sıralanmaktadır.
Hiç kuşku yok ki bu iş birliği, iki ülke arasındaki dostluğu ve dünya
barışını güçlendirecektir ve onaylayacağınızı umduğum bu anlaşmayla,
ülkemiz, Şili'yle daha fazla, daha yakın iş birliği olanaklarına
sahip olacaktır ve bu arada, jandarma konusunda iş birliği yapıldığını
da -son iki yılda- belirtmek isterim iki ülke arasında.
(x)
860 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlar, Şili, Latin Amerika'nın,
uygun deyimiyle "dünyanın ucunda" bir ülkesidir. En son verilere
göre nüfusu 16 milyon dolayındadır, ancak, kişi başına geliri 12
bin dolardır. Şili'nin, bağımsızlığını 19'uncu yüzyılın başlarında
kazandığını biliyorsunuz ve Şili, özellikle doğal zenginlikleriyle
ve bakırıyla bilinen bir ekonomik güçtür. Ancak, yakın yıllara kadar
bu zenginlikler Şili halkının değil, bu yer altı zenginliklerini
sömüren uluslararası tekellerin, firmaların, şirketlerin -çoğu
Amerika Birleşik Devletleri'nden olmak üzere- etki alanında ya da
oyun alanı olarak kalmıştır.
Şili'de bize yakın bir duruş şöyle gelişmiştir
değerli arkadaşlar: 4 Eylül 1970'te Şili halkının oylarıyla, yüzde
36,3 oyla, tüm sol partilerin oluşturduğu Halk Birliğinin adayı olarak
Salvador Allende başkan seçildi. Allende -halk oyuyla, seçmen oyuyla
işbaşına gelen- demokratik sosyalist bir programı uygulamaya koydu,
toprak reformu girişimi başlattı. Mustafa Kemal'in iki kez yüce Meclise
önerdiği hâlde, bir türlü gerçekleştiremediğimiz toprak reformu,
Şili'de büyük ivme kazandı. Türkiye'nin yine bir türlü yapamadığı,
doğal zenginliklerini ulusal değerlendirme yönünde adımlar attı.
Ancak, başka bir şey oldu: Amerika Birleşik Devletleri'nin Şili'ye
olan yardımları bıçakla kesilir gibi kesildi. Amerika'nın o zamanki
Dışişleri Bakanının "Latin Amerika'nın sorunları, Şili seçmeninin
kararına bırakılmayacak kadar önemlidir." demesiyle, yeni
bir boyut kazandı. Allende, askerî bir darbeyle, CIA'in katkılarıyla,
girişimleriyle işbaşından uzaklaştırıldı. Bu eylem, bu darbe (Faşist
askerî darbe) Allende'yi -darbeye karşı çıkması nedeniyle- öldürerek
sonuçlandı. Başkanlık Sarayı'nda darbe girişimine karşı çıkan ve
seçmen oylarıyla işbaşına gelen Allende, bunu canıyla ödedi ve Şili,
1973'ten 1990'a kadar sürecek karanlık, faşizan bir yönetimin esiri
oldu.
Aynı günlerde, hiç unutmuyorum -içinizde
hatırlayanlar da vardır- ülkemizin kimi yöneticileri, galiba,
aşırı sol düşmanlıklarından olacak, Allende'ye olanın iyi olduğu,
doğru olduğu yönünde demeçler verdiler. Bu, üzüntü verici bir durumdu.
Oysa, çok değil, 12 Mart 1971'de, gene Türkiye'de, bir askerî harekâtla
Anayasa kuşa çevrilmiş, Hükûmet düşürülmüş ve o sırada, bunun nedeni
olarak -12 Mart demokraside geri dönüşün, ülkenin geriye götürülmesinin
nedeni olarak da- hem uluslararası basında hem yerli basında hem de
dönemin Dışişleri Bakanının ağzından, bu işin haşhaş ekimini engelleyen
Hükûmetin tutumuna karşı yapıldığı, yani, 12 Mart'ın asıl gerekçesinin
haşhaş ekimi olduğu vurgulanmıştı. Ve bildiğiniz gibi, 12 Mart askerî
darbesinden sonra Türkiye, haşhaş ekimini, seçimle yeni bir Hükûmetin
73'te işbaşına gelmesine kadar yasaklamak zorunda kaldı ve o dönemin
devamında başka şeyler de oldu. O süreç, 12 Mart 1971 süreci, Türkiye'yi,
hepimizin bildiği ve hâlâ etkilerini, toplumun, siyasetin, ahlakın
birlikte yaşadığı 12 Eylül dönemine götürdü. Şimdi bunları niye
söyledim? Her ne kadar, Türkiye ile Şili arasında bu çerçevede bir
benzerlik varsa da, olmayan taraf da var. 1990'dan sonra, Şili, hızla
demokratikleşme yönünde adımlar atmaya başladı.
Burada, ayrı bir parantez
açarak bir noktaya değinmeme izin verin. Dün -bugünkü basında var-
eski başbakanlarımızdan ve cumhurbaşkanlarımızdan biri, Bilkent'te
öğrencilerle konuşurken "ODTÜ öğrencileri nerede?" diye
soruyor. Yani, son gelişmeler karşısında neden öğrenci hareketi
görülmüyor demeye getiriyor. Ben, onların ne olduğunu söyleyeyim:
ODTÜ öğrencileri de bu memlekette emperyalist sömürüye karşı çıkanlar
da ve benzerleri de 12 Eylül'de ezildiler, onların üzerinden 12 Eylül'ün
paletleri geçti. İşte o nedenle, ODTÜ öğrencileri de başkaları
da bu toplumun duyarlı gençleri de duyarlı sendikaları da duyarlı
üniversiteleri de ses çıkaramıyorlar. Bilgilerinize sunar ve kayıtlara geçmesini
dilerim.
Değerli arkadaşlar, şimdi, Latin Amerika'da
ne oluyor? Asıl, galiba, Şili bağlamında, biraz da bu konu üzerinde
durmakta yarar var. Latin Amerika'da, son yıllarda, bir biri arkasından
geniş halk kitlelerinin desteğiyle sol eğilimli iktidarlar işbaşına
geliyor. Bugün Latin Amerikan halklarının yüzde 80'e yakını, şu veya
bu şekilde, şu veya bu renkte -biraz sonra geleceğim- şu veya bu eğilimde
sol iktidarlarca yönetiliyor. Orta Amerika'yı ve Meksika'yı bir tarafa
bırakırsanız, bu ülkelerin nüfusu 350 milyon dolayında ve bunlar
büyük bir güç ve sol eğilimli hükûmetlerin işbaşında olduğu ülkeler,
Brezilya, Kolombiya, Arjantin, Venezuela gibi en büyükleri… Şimdi,
nasıl oldu da bu sonuca ulaşıldı, bu noktaya gelindi? Latin Amerika
ülkeleri, özellikle 1988-2000 yıllarında, küresel sıcak paranın etkisiyle
ekonomik büyümelerinin eksiye düşmesi ve sosyal patlamalarla
çok sıkıntılı günler yaşadılar. Aynı sıkıntıyı, ekonomik ve sosyal
krizi, bildiğiniz gibi Türkiye de yaşadı. Latin Amerika seçmenleri,
bu yıkımın nedenini, şu veya bu şekilde, doğru veya yanlış, ama
"Washington Uzlaşması" denilen liberal politikalara bağladılar
ve muhalefete, sola oy vermeyi yeğlediler.
Kuşkusuz, biraz evvel de söyledim, Latin
solu tek tip değil, sosyal demokratlardan çok daha aşırı veya radikal
sayılabilecek noktalara uzanan sol eğilimleri içinde barındırıyor.
Sözünü ettiğimiz Şili, birinci gruba, sosyal demokrat kesime giriyor.
Buna
Değerli arkadaşlar, Latin Amerika
hükûmetleri işbaşına geldikten sonra ne yapmaya başladılar? Ne yapıyorlar?
En başta şunu yapıyorlar: Hepsi söz birliği etmişçesine yoksullukla
mücadele programı uyguluyorlar. Yoksullukla mücadele programında
büyük aşamalar kaydetmiş bulunuyorlar.
Yine, ortaklaşa bir noktalarını söyleyeyim:
Latin Amerika ülkelerinde ekonomik büyüme, 2000'li yıllarda istikrarlı,
yükselen bir seyir, bir eğilim gösteriyor ve bu, halkçı hükûmetlerin
işbaşında bulunması nedeniyle, bu büyümenin getirisi halka yansıyor,
halka olduğu gibi veya büyük ölçüde iletiliyor. Bu da, çok bozuk
olan gelir bölüşümünün düzelmesine yardımcı oluyor. Bu da, her şeyden
evvel halkın yararına oluyor ve yoksullukla savaşımından başka,
yine, Latin Amerika ülkeleri, özellikle eğitim ve sağlık alanında
tüm halkı kapsayan, yoksulları kapsayan, köklü ve geleceğe olan girişimlerde
bulunuyor, ülkelerinin geleceğine, eğitim ve sağlıkla, daha doğrusu
insana yatırımla katkı yapmaya çalışıyor. Geçmişin eşitsiz gelir
bölüşümünün, geçmişin "latifundia" denilen büyük toprak
ağalığının ve geçmişin büyük ölçüde mafya ilişkilerine dayanan
ekonomik ağının yavaş yavaş buralarda ortadan kalktığı görülüyor
ve halkın yararına yönetimler, halkın yararına işler yapmaya çalışıyor.
Şimdi, bu bağlamda söylenecek çok somut
bir şey var. Bunu doğru değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Başta Arjantin ve Brezilya olmak üzere, Latin Amerika ülkeleri,
IMF'ye olan borçlarını ya kısa sürelerde taksite bağlayarak ya da
-defaten dedikleri- anında ödediler. Latin Amerika ülkelerinin
büyük çoğunluğunun, artık IMF'ye bağımlılığı yok. Şimdi, bu neyi
sağlıyor? Bu, IMF'ye bağımlı olmamak, ülkelerin kendi ekonomi politikalarını
kendilerinin yapmasını sağlıyor. Bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu,
ne kadar büyük bir olumluluk olduğu, ne kadar büyük yararlı bir nokta
olduğunu, herhâlde, bu sırada IMF denetiminde olan Hükûmetimiz çok
iyi anlıyor. Herhâlde, devletin en tepesinde bulunanlar, ister siyasetçi
olsun ister bürokrat, kendi kendilerine, acaba IMF heyeti ne zaman
gidiyor, ne zaman serbest kalabiliriz, ne zaman denetimden uzak olabiliriz,
diye soruyorlar. Latin Amerika, IMF'nin denetiminden çıktı. Ekonomi
politikalarını kendisi ve bağımsızca oluşturuyor. Peki, bunun
sonucunda bu ekonomiler yıkıldı mı? Yani sıcak para, yani uluslararası
tekeller, yani borsalar bu ülkeleri yerle bir edip, ekonomilerini
yerle bir edip bu ülkelerin, enflasyonu yeniden azdırma, faiz oranlarını
yeniden artırma gibi bir sonuç alabildiler mi? Değerli arkadaşlar,
kesinlikle hayır. Latin Amerika ülkeleri çok düşük bir enflasyonla,
istikrarlı, ama, kendi politikalarını yaparak, kendi ayaklarının
üstünde, IMF'ye bağımlı olmadan, dış sermaye güçlerinden güç ve kuvvet
almadan varlıklarını sürdürüyorlar, halklarına hizmet ediyorlar.
Bu nokta çok önemli. Bu nokta çok önemli, çünkü, bu nokta işin düğümü.
Türkiye ise daha kasımda imzaladığı -sonuncu diyelim- anlaşmayla
yeniden her şeyini IMF cenderesine soktu. Daha evvel birkaç kez belirtildi,
ben de belirteyim: O kadar ki, IMF'ye verilen mektupta, doktorlarımızın
hangi tür ilaçları nasıl kullanacakları konusunda eğitim almaları
isteniyor. Bunlar mektupta var, isterseniz size sağlayabilirim.
Şimdi, kuşkusuz, Türkiye'nin koşulları farklı, Türkiye'nin borcu şu
kadar, başka değişkenleri var; onları söyleyebilirsiniz, ama,
ben, Latin Amerika'nın IMF'nin cenderesinden kurtulduktan sonra ekonomisini
düzlüğe çıkardığının bu vesileyle altını çizmek istiyorum. Bundan
yararlanma işi kuşkusuz ülkeyi yönetenlere düşüyor.
Üçüncü bir nokta var; hiç de üçüncül olmayan,
önemli bir nokta var. Geçtiğimiz günlerde, bu ayın sonunda Evo Morales
Bolivya'da bir devrim başlattı. Şimdi, "devrim" deyince kimilerimizin
algılamaları değişiyor, kimilerimizin renkleri değişiyor, kimilerimiz
başka tür anlıyor. Evo Morales'in başlattığı devrimin adı ne, biliyor
musunuz? Değerli arkadaşlar, o devrimin adı "ahlak devrimi."
Peki, ne olacak, nedir bu "ahlak devrimi" dediğiniz şey?
"Ahlak devrimi" dediğiniz şey, bir yerde başka türlü söyleyip
bir yerde başka türlü davranmak değil; hem siyasette hem bürokraside
yozlaşmaları önlemek, yargı süreçlerini sonuna kadar işletmek.
Herhâlde bununla ne demek istediğimi çok rahat anlıyorsunuz. Siyasetçinin
üzerindeki dokunulmazlıkları kaldırmak, daha doğrusu sınırlamak,
kürsü dokunulmazlığıyla sınırlamak, bürokraside de ahlak değerlerinin
adım adım egemen olmasını, rüşvetin, yolsuzluğun, ihale yolsuzluklarının
ortadan kaldırılmasını sağlamak. Şimdi, topyekûn, bütüncül, bütün
ülkeyi, toplumu kapsayan bu tür bir ahlak devriminin Bolivya'dan
başlayarak diğer ülkelere de adım adım yayılması kaçınılmaz gibi
görünüyor. Yorumcuların belirttiği, söylediği bu.
Şimdi, bu noktalar neyi
getiriyor? Bu söylediklerim, yani halkçı, seçmeninin eğilimlerine
göre davranmak zorunda kalan, ülkesinin yer altı ve yer üstü zenginliklerini
halkının hizmetine sunan hükûmetlerin seçimle iş başına gelmesi
ve Amerika'nın artık -geçen hafta Başkan Bush'un ziyaretinde de görüldüğü
gibi- bu ülkelere dokunamaz hâle gelmesi, bu işe de önemli katkılar
yapıyor. Başka bir şey daha oluyor, hemen onu da söyleyeyim: Bu ülkeler
siyasetlerini, toplumsal yapılarını ve her şeyden önce demokratik
kurumlarını güçlendirmek için, bunları insan hak ve özgürlüklerine
dayalı yürütmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Değerli arkadaşlar,
Latin Amerika bir başka yer. Bileceksiniz Küba, Latin Amerika'nın,
bir anlamda bu gelişmelerin odak noktası ve bildiğiniz gibi Küba,
Bolivya bağlamında, diğer ülkeler bağlamında her zaman en önde gelen
yerlerden bir tanesi. Küba'nın özellikle sağlık ve eğitim alanındaki
büyük başarıları ve ezilen Latin Amerika halklarına, her zaman,
son kırk senedir, elli senedir ulusal bağımsızlığın ve ulusal onurun
örneğini vermiş olmasının Latin Amerika'daki gelişmelere çok büyük
katkısı olduğu yadsınamaz.
Değerli arkadaşlar,
dünya değişiyor, dünya farklı bir düzleme taşınıyor ve tek kutuplu
anlayışın, soğuk savaş sonrasının tek kutuplu anlayışının Irak'ta
nasıl yıkıma yol açtığı da biliniyor. Dolayısıyla, Türkiye'nin
bir taraftan Latin Amerika'daki gelişmeleri çok dikkatle izlerken,
IMF'yle ilişkilerini gözden geçirmek zorunda olduğunun altını çizmek
gerekiyor. Gene, bu bağlamda, kurumsal yapısını güçlendirmesinin
altını çizmek gerekiyor ve ahlak seferberliğinin, toplumsal ahlak
seferberliğinin, doğruluğun, dürüstlüğün, hakkın öne çıktığı, insana
saygının egemen olduğu, eşitliğin egemen olduğu bir toplumsal ahlak
düzleminin yakalanmasına bir gereksinim olduğu son zamanlarda
yaşadığımız kapkaç olaylarından, benzerlerinden, bir dizi olaylardan
ortaya çıkıyor.
Değerli arkadaşlar,
kuşkusuz bu sözlerimle şunu demek istemiyorum, yani Latin Amerika'da
her şey güllük gülistanlık, her şey düzgün gidiyor demek istemiyorum.
Latin Amerika'da da kimi hükûmetlerin büyük eksikleri var, eleştiriler
alıyorlar ve değiştirmeye, güçlenmeye çalışıyorlar, yanlışlarından
dönmeye uğraşıyorlar, ama orada çok önemli bir kazanım var, onu belirtmek
istiyorum. O kazanım şudur: Hükûmetler, siyasi partiler, hareketler,
aydınlar, köylü hareketleri, topraksızlar hareketleri, işsiz hareketleri
ve benzerleri, hepsi, yaptıkları işi, yaptıkları girişimleri hep
demokratik kuralları çalıştırarak ve eşitlik anlayışıyla yapıyorlar.
Şimdi, örgüt düzeyinde
demokrasinin işletilmesi, parti düzeyinde demokrasinin işletilmesi
kaçınılmaz olarak ülke düzeyinde halkın taleplerinin hükûmetlerce
göz ardı edilememesi sonucunu veriyor. Hükûmetler, toplumlarına
sürekli duyarlı kalmak zorunda kalıyorlar.
Kıta, yer altı ve yer
üstü zenginlikleriyle çok büyük bir ekonomik potansiyele sahiptir,
çok büyük bir gizil güç dediğimiz şey var. Ancak, bu potansiyelin, bu
ekonomik gücün daha çok iş, daha çok aş olarak halkın yararına dönmesi,
hakça bir gelir bölüşümünün ortaya çıkması ve ekonomik gelişmenin,
ekonomik refahın güçlenmesi gerekiyor. Burada büyük komşuları
Birleşik Amerika'ya da önemli bir görev düşüyor, bunu da burada vurgulamakta
yarar var. O görev şudur: Latin Amerika, geçmişte Amerikan başkanları
tarafından "işte, bizim arka bahçemiz, her şeyi yaparız, ederiz"
biçiminde algılandı bir ara, ama, dönem değişti. Şimdi, Amerika'nın
yapması gereken, bu ülkelerin kendi halklarının özlemleri doğrultusunda
ekonomik yönden güçlenmelerine, demokratik yönden gelişmelerine
katkı yapmaya çalışmak. Bunu ben söylemiyorum, uluslararası örgütler
söylüyor. Örneğin, Brezilya'nın ürettiği kimi ürünlerin Amerika
Birleşik Devletleri'ne satılması sınırlandırılmış bulunuyor. Bunun
yerine Amerika, kendi mısır ve şeker üretimini destekliyor, korumacılık
yapıyor. Buna Amerika'nın ihtiyacı olmamak gerekir. Bunu şunun
için söylüyorum: Uluslararası ekonomik ilişkilerde, Amerika Birleşik
Devletleri'nin en azından Latin Amerika'yla çok daha eşitlikçi bir tutum
sergilemesi, bu taraflara da örnek olacaktır. Bu taraflar dediğim,
anlıyorsunuz, Orta Doğu'ya, Avrupa'ya ve başka yerlere.
İkinci, ama ikincil olmayan
bir nokta daha var, o da şu: Bu deneyim, Latin Amerika deneyimi güçlenmeli,
güçlendirilmeli, buna katkı yapmalı ve bu koalisyon, bu büyük koalisyonlar,
halkın değişik gruplarının koalisyonunun sağlıklı bir siyasal gidişe,
gelişime öncülük etmesinin yolları açılmalıdır. O deneyim başarılı
olduğu takdirde, Latin Amerika deneyimi başarılı olduğu takdirde,
hiç kuşkusuz, bu, yalnız o ülkelerin milyonlarca, 300-400 milyon olan
halkları için değil, bütün insanlık için de öğretici, örnek ve çok
olumlu, önemli bir kazanım olacaktır diye düşünüyorum.
Şili ile Türkiye arasındaki
bu iş birliği anlaşmasının onaylanmasını diliyorum. Bu anlaşmayla,
iki ülke arasında, esasen var olan kimi benzerliklerin daha da güçleneceğini,
demokratik süreçlerin işlemesinde çok daha ileri adımlara yol açacağını
düşünüyorum,
Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kepenek.
Şahsı adına söz isteyen
Recep Garip, Adana Milletvekili… Yok.
Tevfik Akbak, Çankırı
Milletvekili… Yok.
Ümmet Kandoğan, Denizli
Milletvekili…
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan kanun tasarısının tümü üzerinde şahsım adına
söz aldım.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'ye
çok uzak mesafelerde olan Şili Cumhuriyeti ile ilgili olarak yapılan
bir anlaşmanın uygun görülmesiyle ilgili bir kanun tasarısı. Bu kanun tasarısının
ülkemize ve Şili'ye hayırlar getirmesini temenni ediyorum. İnşallah,
bundan sonra bu iki ülke arasındaki her türlü ilişki daha da gelişir,
artar. Öncelikle askerî alandaki ilişkilerin gelişmiş olması, birbirine
çok uzak mesafelerde olan iki ülkenin de yararına olacağı inancındayım.
Yine, gerekçeden de gördüğümüz kadarıyla, Şili'nin, son dönemlerde,
liberal ekonomi açısından son derece hızlı gelişmeler gösterdiği
ve bunun neticesinde de iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin de
gelişebileceği şeklindeki bir kanaat gerekçeye hâkim olmuş. Bu
gerekçeye, ben, aynen katılıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye, 70 milyonluk nüfusuyla, 600 bin kişilik dinamik bir ordusuyla,
bulunduğu coğrafyada ve dünya genelinde adından en çok söz ettirmesi
gereken ülkelerin başında gelmektedir.
Öncelikle, yakın çevresinde
ortaya çıkan gelişmelerin karşısında, bu noktada Türkiye'nin ne
söyleyeceği, bu noktada Türkiye'nin ne düşündüğü, mutlaka çevre
ülkeler tarafından dikkatle incelenmesi ve araştırılması gereken
bir konudur.
Ancak, son dönemlerde,
bakıyoruz ki, etrafımızda ve dünyada olup biten bütün gelişmeler
karşısında 70 milyonluk bir ülkenin ağırlığını göremiyoruz. Maalesef,
Kıbrıs'taki son gelişmeler, Irak'taki son gelişmeler, Avrupa Birliğiyle
olan ilişkiler, maalesef, son dönemlerde hep Türkiye'nin aleyhine gelişmektedir.
Bunun sebebi, Türk dış politikasının olması gerektiği şekilde bu
Hükûmet tarafından temsil edilememesinden kaynaklanmaktadır. Öyle
bir zayıf dış politika uygulanmaktadır ki, Güney Kıbrıs Rum kesimi
böyle bir zayıf politikaya sahip bir Hükûmetin olduğu bir dönemde
Akdeniz'de petrol arama faaliyetleri içerisine girebilmektedir.
Yıllardan beri böyle bir teşebbüste bulunmayan bir ülkenin, Güney
Kıbrıs Rum kesiminin, etrafındaki ülkelerle ortak bir hareket içerisine
girerek petrol arama faaliyetleri içerisinde olması karşısında
70 milyonluk bir ülkenin sesinin daha gür bir şekilde çıkması gerektiği
inancındayım. Özellikle son dönemde Irak'taki ve Kuzey Irak'taki gelişmeler
karşısında, yine, uygulanan politikaların olması gereken politikalar
olduğunu söyleyebilecek bir tek kişi çıkmaz.
Sayın Başbakan grup
toplantılarında konuşuyor, Kuzey Irak'taki gelişmelerle ilgili
grup toplantılarında çok sert sözlerle oralara mesaj gönderiyor;
ancak, ertesi günü Kuzey Irak'tan bir ses: "Sayın Erdoğan, bu, Kuzey
Irak'ın veya Irak'ın iç meselesidir. Kerkük bir Kürt şehridir. Bu sene
burada referandum yapılacaktır. O nedenle, Türkiye'nin, Kuzey
Irak'ın veya Irak'ın iç işlerine karışmasını şiddetle reddediyoruz
veyahut Kuzey Irak'a karşı yapılacak bir operasyon veya bir sınır
ötesi harekât karşısında biz sizi çiçeklerle karşılamayız."
Bir diğeri, Kerkük'le
ilgili olarak çok ağır sözler... Halil Zad, Büyükelçi, çıkıyor, Kerkük'ten,
Kuzey Irak'tan "Kürdistan" olarak bahsedebiliyor. Kim bu?
Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyükelçisi. Kim konuşuyor? Amerika
Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, bir konuşmasında
Kuzey Irak'tan Kürdistan olarak bahsediyor, ama, bu Hükûmetin ilk dönemlerinde,
ilk yıllarında hep şu sesi duyuyorduk Sayın Başbakandan, Sayın Dışişleri
Bakanından: "Bizim, Irak'la ilgili kırmızı çizgilerimiz vardır.
Bu kırmızı çizgilerimizden asla taviz vermeyiz." Hep bu söylemler
ortadaydı, ama bugün gelinen noktada Irak'taki kırmızı çizgilerden
bir tek eser bile kalmamıştır ve oradaki bütün gelişmeleri bir seyirci
edasıyla bu Hükûmet izlemektedir. Nedir politikanız bu konuda? Hangi
yaptırımlarınız var? Hangi müeyyideleri uygulayacaksınız? Kuzey
Irak'taki olası gelişmeler karşısındaki (B) planınız nedir?
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Ovaya in biraz, ovaya! Ovaya in biraz!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, oradan Manisa Milletvekili diyor ki: "Siz ovaya gelin."
Biz ovadayız, biz ovadayız. Bakınız, bu ülke terör belasından çok
çekti. 35 bin insan hayatını kaybetti, 5 bin şehit verildi, 100 milyar
dolar, o bölgedeki terör hadiselerine bu ülkenin kaynakları ayrıldı.
Siz, Sayın Bilen,
"dağlarda eli silahlı teröristler silahla dolaşmaya devam etsinler"
diyorsanız, o sizin probleminiz. Biz, Doğru Yol Partisi olarak diyoruz
ki: "Hiç kimse eli silahlı dağlarda dolaşmasın." Dolaşmasın…
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Ovaya insinler, ovaya.
BAŞKAN - Sayın Bilen,
lütfen…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Elbette, ya korkudan ya pişmanlıktan ovaya inecekler bunlar, inecekler.
Doğru Yol Partisi iktidarı döneminde bunlar inecekler ovaya. Korkudan
inecekler, pişman oldukları için inecekler, bu işin sonu olmadığını
gördükleri için indireceğiz ovaya, inecekler ovaya bunlar.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Eli silahlı siyaset mi yaptıracaksınız?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bakınız, değerli milletvekilleri, Sayın Ağar'ın bu konuşmasından
sonra, Jandarma Genel Komutanlığı bir açıklama yaptı, resmî açıklama.
Dedi ki Jandarma Genel Komutanlığı: "Biz, dağdaki teröristlerin
aileleriyle irtibat kuruyoruz, onları dağdan indirmeye çalışıyoruz."
Jandarma Genel Komutanının resmî açıklaması. Üç gün sonra Emniyet
Genel Müdürlüğü bir açıklama yaptı, dedi ki: "Biz, dağdaki teröristlerin
aileleriyle irtibat kuruyoruz ve onları dağdan indirmeye çalışıyoruz."
Bu Meclis değil mi, sizin oylarınızla
buradan çıkmadı mı, Eve Dönüş Yasası, Pişmanlık Yasası bu Meclisten
çıkmadı mı? Peki, bu kanunlar neyi getiriyordu? Dağdaki teröristleri,
pişmanlık içerisinde olan teröristler varsa, bunları ovaya indirmeye
yönelik bir kanun değil miydi bunlar? Sayın Bilen, sizin Genel Başkanınız
değil mi, Sayın Genel Başkanınıza, Başbakan Erdoğan'a sordular,
"Sayın Ağar böyle bir açıklama yaptı, ne diyorsunuz" dediklerinde,
Sayın Başbakan, "Sayın Ağar çok doğru şeyler söylemiş" dedi.
Dışişleri Bakanına
sordular, Sayın Gül'e: "Ne diyorsunuz Sayın Ağar'ın açıklamalarıyla
ilgili?" Sayın Gül de dedi ki: "Sayın Ağar çok doğru şeyler
söylemiş." Ya siz, Manisa Milletvekili olarak Sayın Erdoğan ve
Sayın Gül'ün söyledikleri dışında bir fikre sahipsiniz, Başbakanınızın
fikrinden daha farklı bir fikre sahipsiniz… Siz, Manisa Milletvekili
olarak, bu teröristler dağlarda eli silahlı dolaşmaya devam etsinler
diyorsunuz; ama, biz, Doğru Yol Partisi olarak demiyoruz. Bu dağdaki
teröristler düze inecekler, silahlarını bırakacaklar, devletin
şefkatli kollarına kendilerini bırakacaklar. Eğer, herhangi bir
terörist faaliyete, eyleme katılmışsa, bunun hesabını yüce Türk
mahkemesi önünde verirler, ondan sonra da normal hayatlarına devam
ederler. Eğer, herhangi bir suça karışmamışsa, gelirler, adalete de
teslim olurlar ve onun gereği yerine getirilir. Ne yaptınız Allah
aşkına, dört buçuk yıldan beri iktidardasınız, bu terörün önlenmesi
yolunda hangi tedbirleri aldınız? İşte Kuzey Irak. Geçmişte onlarca
kez, terörist faaliyetler takip edilerek Irak içlerine kadar 50 kilometre,
100 kilometre bu ülkenin güvenlik güçleri girdi, şimdi 1 metre adım
atabiliyor musunuz Irak sınırında?
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Orada askerlerimizin olduğunu biliyor musunuz?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Atabiliyor musunuz? Hangi eylemleri yaptınız? Hangi hareketleri
yaptınız?
İşte Kandil Dağı. Kandil
Dağı orada duruyor, teröristler orada duruyor.
Bizim Sayın Genel Başkan
Sayın Erdoğan'a dedi ki: "Yüreğin yetiyorsa Kandil Dağı'na gidelim."
dedi Sayın Ağar. Hani, neredesiniz?
SONER AKSOY (Kütahya)
- Bravo…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Neredesiniz? Neredesiniz?
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
lütfen…
SONER AKSOY (Kütahya)
- Onları gördük biz!
BAŞKAN - Lütfen toparlayınız
Sayın Kandoğan.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Güneydoğuya bir kere bile gitmedin Ümmet Kandoğan, yapma!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Genel Başkan, daha kısa bir süre önce… İki hafta önce biz Sayın
Genel Başkanla Diyarbakır'daydık. Bundan iki ay önce Diyarbakır,
Şanlıurfa, Mardin'deydik. Beraberdik Sayın Genel Başkanla.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Sayın Genel Başkan bizim sayemizde oralara gidebiliyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, Sayın Erdoğan Hakkâri Şemdinli'ye gitmiş, oradan bir mesaj veriyor…
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Sayın Genel Başkan bizim sayemizde oralara gidebiliyor.
BAŞKAN -Sayın Bilen,
lütfen…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- …efendim, ben Hakkâri'deyim, Şemdinli'deyim, diğer liderler de gelsin
Hakkâri'ye.
Ey Erdoğan, ey Sayın
Başbakan, Hakkâri Şemdinli bu ülke sınırları içerisinde bir il, bir
ilçe. Hakkâri Şemdinli'ye gitmekle niye övünüyorsun? Türkiye sınırları
içerisinde bir yere gitmekle övünen bir Başbakanı ilk defa görüyoruz.
Yüreğin yetiyorsa Kandil Dağı'na gidelim Sayın Başbakan, Kandil!
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Gidebiliyor muydun eskiden?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Teröristler orada.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Eskiden gidebiliyor muydun?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Teröristler orada.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- O yürek var mıydı?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Gücünüz yetiyorsa, hadi, buyurun. Mahmur Kampı'na gidelim, buyurun.
Koordinatöre havale
ettiniz, koordinatöre havale ettiniz… Hiçbir ülke bir başka ülkenin
teröristleriyle uğraşmaz.
Biz, Doğru Yol Partisi
olarak, geldiğimiz gün, koordinatörlük müessesesini yerle bir
edeceğiz, yerle bir edeceğiz.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Bu millet daha önce sizi denemedi mi?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Türkiye, 70 milyonluk bir ülke, 600 bin kişilik dinamik bir orduya
sahip, terörle mücadele noktasında son derece tecrübeli güvenlik
güçlerine sahip. Bu kadar güçlü bir ülke, terör mücadelesini Amerika'ya
havale edemez. Türkiye'nin meselesi, terörün meselesi, Süleymaniye'den,
Erbil'den, Washington'dan değil, Ankara'dan çözülür. Ankara'da güçlü
bir hükûmet, güçlü bir irade, terörle mücadele noktasında her türlü
göreve hazır olan bir hükûmet olursa, koordinatörlük diye bir şey olmaz.
Bu mesele güçlü bir iradeyle çözülür diyor ve yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kandoğan.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ İLE ŞİLİ CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ
ARASINDA ASKERİ
ALANDA EĞİTİM, SAVUNMA SANAYİİ, TEKNİK VE
BİLİMSEL İŞBİRLİĞİ
ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1.- 20 Nisan
2004 tarihinde Ankara'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma
Sanayii, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması"nın onaylanması
uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Hakkı
Ülkü, İzmir Milletvekili.
Sayın Ülkü, süreniz
on beş dakikadır.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Şili
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii,
Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına ve şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, Şili,
1926 yılında imzalanan dostluk anlaşmasıyla, Latin Amerika'da Türkiye'yi
tanıyan ilk ülke olmuştur. Türkiye, 1930'da ilk maslahatgüzarını
göndermiş, 1943'te ise elçimiz güven mektubunu sunmuştur. İlk Şili
elçisi ise 1940 yılında ülkemize gelerek, güven mektubunu sunmuştur.
Ülkenin başkenti Santiago'da Türkiye
Cumhuriyeti Meydanı, Atatürk büstü, Atatürk Koleji vardır. Ülkemizde
de, Şili'nin kurtarıcısı ve cumhuriyetinin kurucusu Bernardo'nun
anıtı ve Şili Meydanı, iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmek
adına yapılmıştır.
Şili, 757 bin kilometre kare yüz ölçümlü,
16 milyon nüfuslu bir Güney Amerika ülkesidir. İspanyolca konuşulur.
İthalat-ihracat dengeleri, 2003 yılı sonu verilerine göre, ihracat
lehinedir. Kişi başına düşen gelir 10.500 dolar ile 11.500 dolar arasındadır.
Büyüme oranı yüzde 3,5 düzeyinde, işsizlik oranı ise yüzde 7,5 civarındadır.
Güney Amerika'nın çileli ülkelerindendir
Şili. "Pablo Neruda" gibi, dünyaca ünlü diplomat ve şairleri
de vardır. 1971'de Nobel edebiyat ödülünü alan Pablo Neruda, Şili'nin
efsane lideri Allende'ye karşı düzenlenen darbeden on iki gün sonra
yaşamını yitirmiştir. Bizim gençliğimizin idollerinden olan Neruda'nın,
Türkçesi "kazanacağız" demek olan "Venceremos" adlı
şiiri çok çarpıcıdır. Çünkü, şiirinde "venceremos, venceremos",
"zulme ve yoksulluğa paydos" der. 1976 yılında TÜPRAŞ'ta yapılan
bir direniş esnasında "venceremos" kelimesini "tencerem
boş" diye anlayan bir grup, yürüyüş anında "tencerem boş, tencerem
boş" diyerek, bu türküyü, âdeta, Türkçeye çevirmiştir.
Şili'nin ilginç bir siyasi
tarihi vardır. Örneğin, 1930'larda meşhur 29 dünya krizinin akabinde,
on iki günlük bir sosyalist cumhuriyet kurulmuştur Şili'de. Marks ve
Engels'ten esinlenmek yerine, Troçkist grupların egemenliği söz konusu
olmuştur bir süre. Belki de Meksika'da çekilen ve son yılların en güzel
filmlerinden birisi olan Frida'nın orada çekilmesinin nedeni de bu
olsa gerek.
Bu on iki günlük sosyalist
cumhuriyette, önce, bahriyeliler ve diğer siyasi tutuklular için
af ilan edilmiştir. Sonra, gıda maddelerinin dağılımı kontrol altına
alınmıştır. Petrol, tütün ve şeker üretimi için devletin şirket kuracağı
açıklanmıştır. Yabancı sermaye baskısına son verileceği ilan edilmiştir,
bankaların sosyalleştirileceği duyurulmuştur. Bir yasa da çıkartılarak,
kitlelerin temel ihtiyaç maddelerini üreten işletmelere devletin
el koyma hakkı tanınmıştır. Ama, bunlardan sadece affı gerçekleştirebilmişlerdir.
Bu anı Şili tarihinde her zaman sevimli ve sembolik bir anlam taşımıştır.
Daha sonra, seçimle
iktidara gelen ilk marksist lider Salvador Allende bu on iki günlük
hükümetin yapmak istediğini tek tek gerçekleştirmiştir. Allende'nin
Şili'deki iktidarında birçok yenilikler ülkede iktidara damgasını
vurmuştur.
Aslında, Allende'nin
siyasi mücadele tarihi irdelenmeye değer bir süreçtir. Üç kez başkan
adayı olan Allende, kendi partisi içinde bile 13'e 11 oyla başkan adayı
seçilebilmiştir. Ama, Allende, Hristiyan demokratların önceki seçimlerde
vaat edip gerçekleştirmediği bütün reformları vaat etmiştir. Toprak
reformu, bakır madenleri ve sanayinin millîleştirilmesi, sağlık
hizmetlerinin yeniden düzenlenmesi ve yaygınlaştırılması, eğitim
reformu gibi reformlar baştadır.
Bunları yapmak için
sendikalar ve diğer sol partilerle birlikte halk cephesi oluşturulması
gerekiyordu ve bu halk kesimlerine şöyle hitap ediyordu: "Herkesin
varlıklı olacağına söz vermiyorum,
sadece onurun ve gerçek özgürlüğün umudu için söz veriyorum."
Seçime gidildiğinde
Allende Eylül 1970 tarihinde artık başkanlığı kazanmıştı. Allende'nin
iktidarı dünya tarihinin çok kritik bir dönüm noktasına rastlar. Vietnam
Savaşı'nın tüm şiddetiyle sürmesi, Amerikan toplumunu radikalleşmeye
doğru götürüyordu. Latin Amerika'da ise bir toplumsal canlanma başlıyordu.
ABD, 1967 Savaşı'ndan sonra, Orta Doğu Arap dünyasından tecrit olmuştu.
Üçüncü dünya hareketi doruk noktasına ulaşıyordu. 1968 olayları
Avrupa'da bir radikalleşmeyi ve kökünden değişiklikleri beraberinde
getiriyordu. Daha sonraki zamanlarda Amerikan dış politikası Şili
ve buna benzer ülkeler için millî güvenlik konseyi tarafından -ki,
buna "kırklar kurulu" da deniyordu- sık sık değiştirilmiş
ya da gözden geçirilmiştir.
Bugün, ben bu hikâyeyi
biliyorum dedirtecek kadar bayağılaşan ve başka ülkelerde de başvurulan
taktikler Şili'de de uygulamaya konuldu tabii. Allende, Halk Cephesi
yönetimi karşısında, orduyu uzun bir süre tarafsız konumda tutmayı
başardı. Tabii, bunun nedeni, orduda Halk Cephesi yandaşlarının
belirli bir etkiye sahip olmasıydı. Bunu bilen darbeciler, ordunun
bir kesimini etkisiz kılabilmek için sistemli bir tasfiyeye başvurdular.
Örneğin, generallerden birisinin iki oğlu Halk Cephesi için çalışmakta
iken, Allende'nin başkanlığının kongrede onaylanmasından bir gün önce
öldürüldüler. Bu eyleme "sol terör başladı" havası verip,
Allende'nin başkanlığının onaylanmasını engellemeyi ummuşlar,
ama başarılı olamamışlardır.
Ordu içerisindeki
meşruiyetçi güçler sistemli biçimde geriletilmiştir ve etkisizleştirilmiştir.
Şili'ye verdiği bütün ekonomik kredileri kesen ABD, Şili ordusuna
çok uygun koşullarda silah ve askerî donatım sağlamaya devam etmiştir,
orduyla kurumsal ilişkilerini de derinleştirmiştir. 1973'te, ordu,
artık tüm meşruiyet yanlısı komutanlarını tasfiye edilebileceği
bir noktaya gelmiştir. Genelkurmay başkanına suikast düzenlenmiştir.
Allende'nin yaveri öldürülmüştür. 1973 yılının Ağustosunda da genelkurmay
başkanı ve demokrasiye bağlı diğer subaylar istifaya zorlanmıştır.
Daha sonra, darbe yapacak olan Pinochet ekibi komutayı ele almış,
hemen daha ilk günden ordu içinde tasfiye hareketi başlatmıştır. Eski
genelkurmay başkanı Pinochet (Pinoşe)'nin ajanları tarafından Arjantin'de
kaldığı evin kapısında vurularak öldürülmüştür.
1973'te yapılan seçimlerde
Allende'nin oylarının artması üzerine, Allende hemen bugün düşürülmeli,
yoksa 1976 seçimleri gelip çattığında oyların yüzde 80'ini toplayacaktır
diye telaşlanmışlardır. Eski içişleri bakanını öldürüp, suçu solcuların
üstüne yıkmaya çalışmışlardır.
Allende'ye suikast girişiminde
bulunulmuştur. Ülkenin en önemli ihraç malı olan bakır işletmelerine
sabotajlar düzenlenmiştir. 19 sendikacı ve sosyalist parti yöneticisi
öldürülmüştür. Demir yollarına, köprülere, santrallere ve fabrikalara,
73 yazı boyunca, 600 bombalama eylemi meydana gelmiştir. Askerler
sık sık fabrikalara baskınlar düzenleyerek, zaten saldırıya uğrayan
işçileri moral çöküntüye uğratmışlardır. Hatta o günlerde rakibi
ama, daha sonra arkadaşı olan ve sonuna kadar da birlikte mücadele
ettikleri Pablo Neruda, Allende'nin bu kuşatılmışlığını görünce
"Şili sessiz bir Vietnam'dır." demiştir. Zaten, on gün arayla
biri öldürülmüş, diğeri de bu acıya dayanamayıp ölmüştür.
Allende'nin Genelkurmay
Başkanlığını yapan Pinochet için söylenecek çok söz var. Geçtiğimiz
yıl aralık ayında kalp krizinden öldü, biliyorsunuz. Şili'yi 1990 yılına
kadar demir yumrukla yöneten Pinochet döneminde 3 binden fazla solcu
öldürülmüştür, yaklaşık bin kişi kaybolmuştur, hatta, bazı muhalifler
helikopterle okyanusa atılmışlardır.
Ülkeyi komünizmden
kurtardığını söyleyen diktatör Pinochet'in adamları yaklaşık 30
bin kişiyi işkenceden geçirmişlerdir, birçok kişi ülkeyi terk etmiştir.
"Ölüm karavanı" adlı özel bir askerî bir manga ülkeyi dolaşarak
muhalifleri yargılamış, öldürmüş ya da hapsetmiştir.
BAŞKAN - Sayın Ülkü,
isterseniz biraz da sözleşmeden bahsedin.
Buyurun.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU
(Artvin) - Kimle sözleşme yaptığımızı bilelim diye anlatıyor.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla)
- Sıra oraya geliyor efendim.
Tarih, her yönetimi
ve yönetimlerin başında bulunanları layık olduğu şekilde yerli
yerine oturtuyor deyip, geçeyim.
Şili bugün, üst düzeyde
piyasa ekonomisinin hâkim olduğu bir ülkedir. On yıl boyunca yüksek
büyüme oranları görülen Şili ekonomisi, 1999 yılında durgunluğa
girmiş, ancak, 2000 yılında yakaladığı yüzde 4,5'luk büyüme oranıyla
yeniden büyüme sürecine geçmiş, genellikle de sağlam ekonomik politikalar
izlemeyi de hep tercih etmiştir.
Ülkede ücretler enflasyonun
üzerinde artmış ve yaşam standartlarının yükselmesine neden olmuştur.
Nitekim, Birleşmiş Milletler insani kalkınma endeksinde 175 ülke
içinde 43'üncü sıradadır. Şimdi de biz, bu ülkeyle askerî alanda iş
birliği anlaşmasını uygun bulduğumuza dair yasa çıkartıyoruz.
Şunu itiraf etmeliyiz
ki, son yıllarda başarılı bir ekonomi politikasıyla yönetilen Şili,
ülkemizle, kendilerine göre en akıllıca verilmiş bir kararla, ülkemizin
en başarılı olduğu, neredeyse tek alan olan askerî alanda, bir iş birliği
ve eğitim anlaşması imzalamaktadır.
Bunu, hem bir övgü hem
de bir yergi anlamında söylüyorum. Biliyorsunuz, kimi uluslararası
ilişkiler uzmanlarına ve yorumcularına göre, ülkemizin en önemli
ihraç alanları ne yazık ki, hâlâ, sadece askerî birikimimiz ve gücümüzdür.
Çünkü, üretimimiz yoktur; üretmezsen bitersin. Şimdi de, bu durumu
yaşıyoruz.
Gönül isterdi ki, Şili
ile dış ticaret açığı vermeyen, iyi bir ekonomi politikasıyla yönetilen,
başarılı bir sanayi ve teknoloji ülkesi olarak bir serbest ticaret
anlaşması imzalayalım; ama, ne yazık ki, AKP İktidarında, ülkemizin
iç ve dış borçları Aralık 2006 tarihi itibarıyla 350 milyar dolara
çıkmış, işsizlik yüzde 15'in üstünde dış ticaret açığı da 52 milyar
dolardır. İhracatımızın ithalata bağımlılığı da yüzde 70 düzeyindedir.
Oysa Şili, 1990'lardan
başlayarak, yani, Pinochet'nin işbaşından uzaklaştırılmasından
başlayarak, önce Meksika ve Kanada ile, daha sonra komşularıyla,
Avrupa Birliğiyle ve Güney Kore'yle serbest ticaret anlaşmaları
imzalamış, ABD ile de 1 Ocak 2004'te yürürlüğe giren anlaşma ile gümrüklerin
on iki yıl içinde karşılıklı olarak sıfırlanmasını sağlamıştır. Halen,
Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Yeni Zelanda ve Singapur ile de bu
anlamda görüşmelerini sürdürmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, Şili, bu anlaşmaları yaparken diğer yandan da,
yüksek vergi oranlarını buğday, un, bitkisel yağlar ve şeker için devam
ettirerek hem üreticisini ithal ürünler karşısında ezdirmemek,
hem de kendi elinde var olan bir ürünü tutup da başka ülkelerden alarak
ekonomisine zarar vermemek gibi bir akıllılığı ve yurtseverliği
de sürdürmektedir. Gönül isterdi ki, bizim ülkemizde de bu bilince,
bu akla ve bu yurtseverliğe sahip bir iktidar olsun.
Şili, ayrıca, en önemli
ihraç malı olan bakırı, bir devlet kuruluşu olan CODELCO adlı şirketle
dünyaya pazarlamaktadır. Bu, devlete ait şirket, dünyanın en çok bakır
üreten firmasıdır. Nitekim, Şili'nin ihracatı, 2002'de gayrisafi
millî hasılasının yüzde 27'sine ulaşmıştır. Bu da, AKP'nin adı Türk,
kendisi tamamen yabancı Petrol Yasası'nı çıkararak uluslararası
tekellere hizmet ettiği bu günlerde örnek alınması gereken bir politikadır.
Sen, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığını devreden çıkaracaksın,
ülkenin kaynaklarını yabancı tekellere sunacaksın, elin oğlu gelip
seninle serbest ticaret anlaşması yapacak! Olmaz; gereği de yoktur
zaten. Nitekim, Şili ile olan dış ticaretimiz AKP İktidarıyla birlikte
genel olarak, bütün dış ticaretimizde olduğu gibi, aleyhimize bir
seyir izlemeye başlamıştır. 2002 yılında Şili ile olan dış ticaretteki
açığımız 60 milyon dolar iken 2003'te 145 milyon dolara yükselmiş,
2006'da ise 35 milyon dolar ihracat yapmışız, 442 milyon dolar da ithalatımız
olmuş. Yani, açığımız da 307 milyon dolara çıkmış.
Şili'de 11 Eylül tarihi
çok önemlidir. 11 Eylül 1973 Şili için ne kadar önemliyse ABD için de o
kadar önemlidir, Şili için nasıl bir kara darbe ise ABD için de kara
bir gündür. Hatta, hatırlarsınız, 11 Eylül için kara eylül de denilir.
Filistinlilerin de kanayan yarasıdır 11 Eylül. Çoluk çocuk, genç,
yaşlı, kadın, erkek, sevgili, anne, baba, yurtsuz yuvasız bırakılmışlardır
11 Eylül'de Filistin'de. Bizim de bir 11 Eylül'ümüz var. Ülkemizde de
12 Eylül'e uzanan kara bir gecenin başlangıcıdır o gün. "Bizim
çocuklar o gün işi bitirmişlerdi." CIA elemanları öyle diyordu.
Hakikaten bitirmişlerdi; gerçekten…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü,
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla)
- Bitiriyorum efendim, bir dakika falan.
BAŞKAN - Buyurun.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla)
- Hastaneler, sokaklar, evler, caddeler, tımarhaneler ve hapishaneler
o günün kurbanlarıyla doldurulmuştur. Hâlâ o günün psikolojik sorunlarını
defetmeye, kendimize gelmeye çalışıyoruz ülke olarak.
Halkına, sadece onuru ve gerçek özgürlüğü
için söz veren Allende, kuşatılan başkanlık sarayında direnmiş ve
üzerine yağdırılan kurşunlarla öldürülmüştür. Sadece o mu? Sanatçılar,
aydınlar statlara doldurulmuştur. Onlardan biri ve en önemli kişisi
de Victor Jara'dır. Victor Jara, dünyaca tanınmış bir gitaristtir.
Gitar çalan parmakları bir daha çalmasın diye tek tek kırılmıştır. Yetmemiş,
bilekten kesilmiş elleri. Dolayısıyla, Şili'nin de sesi, nefesi
kesilmiş. 11 Eylül böyledir işte.
Kısa bir halk iktidarı
dönemi yaşayan Şilililer, her çocuk beslenebilsin, her bebek büyüyebilsin,
yaşayabilsin diye her sabah evlerinin önüne birer süt şişesi bırakan
Halk Cephesi yönetimini coşkuyla desteklerken, emperyalist güçler,
General Motor ve ITT isimli sermaye odakları kamyoncuları da devreye
sokarak, bolluğu kıtlığa dönüştürmüşlerdir. Çocuklara süt vermeyi
yasaklamışlar ve coşkulu günleri kargaşaya ve karanlığa gömmüşlerdir.
Bunlar size bir şeyler
çağrıştırdı mı bilemiyorum. Akaryakıt kıtlığını, yağ kuyruklarını,
paralı ilanları… Yani, 12 Eylül öncesi Cumhuriyet Halk Partisi İktidarında
yapılanları, bizim yirmi aylık iktidarımızı.
Bizi ilk tanıyan ülkelerden
olan Şili ile, zaman zaman işte yollarımız böyle de kesişiyordu. Şimdi,
artık, askerî alanda iş birliği yapmak düşüyor bize. Bu, karşılıklı
güvenin boyutunu gösteriyor aynı zamanda. Dileriz, bir gün, bu
alan, aynı zamanda, dostluğumuzun, dayanışmamızın, kaderimizin,
sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarla birlikte hepsi birden gelişmiş
olsun.
Hepinize sevgi ve
saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ülkü.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Gökhan
Durgun Hatay Milletvekili.
Buyurun Sayın Durgun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN
DURGUN (Hatay) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 860 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma
Sanayii, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesi üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Şili'nin yönetim biçimi
cumhuriyet, dili İspanyolca, nüfusu 16 milyon, kişi başına millî
geliri 10.600 dolar. Bunu özellikle söylüyorum, Türkiye'deki millî
gelirle, kişi başına düşen millî gelirle kıyaslamak amacıyla, aradaki
farkı görelim diye bunu ifade etmek istiyorum. Yine, dış borcu 44
milyar dolar olan bir Latin Amerika ülkesi. Türkiye'nin dış borcu 300
milyar doları geçmiş durumda şu anda.
Şili ve Türkiye arasındaki
ilişkiler 1926 yılına kadar uzanır. Şili, 1926 yılında imzalanan
dostluk anlaşmasıyla, Latin Amerika'da Türkiye'yi ilk tanıyan ülkedir
ve bu çerçevede, ilk büyükelçiliğimizin açıldığı ülke de Latin
Amerika'da Şili'dir. Buna hitaben, Şili'de ve Türkiye'de, bu iki ülkenin
sembollerini ortaya koyan birtakım yatırımlar da yapılmıştır. Bu
da dostluğun pekişmesi anlamında önemli bir gelişmedir.
Brezilya ve Meksika'dan
sonra Latin Amerika'da en çok ticaret hacmine sahip olduğumuz ülke
Şili'dir. Şili, 1980'li yılların ortalarından bu yana liberal ekonomik
bir modeli benimsemiştir. Şili ekonomisinin yüksek rekabet gücünü
haiz, teknoloji ve bilimsel altyapıya sahip, piyasa kurallarının
sağlıklı işlediği, yabancı yatırımcılar için yatırım riskinin düşük
ve sürdürülebilir kalkınma trendinin yüksek olduğu bir ülkedir.
Şili'ye olan ihracatımız
inişli çıkışlıdır. Değişik rakamlar var, bu sınırları söyleyerek
geçmek istiyorum. İhracatımız 11 ile 27 milyon dolar arasındadır.
İthalatımız ise yine çok değişiklik göstermektedir, 1 milyon ile
25 milyon dolar arasında değişmektedir.
Şili, 1990 yılından
itibaren dış politikada dünyayla bütünleşmeye önem vermiştir. Bu
bağlamda, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, uluslararası kuruluşların
faaliyetlerine aktif şekilde katılmaktadır. Şili'nin 2004 dönemi
için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmiş
olması da bu duruma en iyi örnektir.
Şili Cumhuriyetiyle
başka anlaşmalar da yapılmıştır. 9 Ekim 1989 tarihinde Ankara'da Ticaret
ve Ekonomik, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması da imzalanmıştır.
Silahlı Kuvvetlerimizin ortaya çıkabilecek her türlü tehdit ve
tehlikeye karşı hazırlıklı olması şarttır. Ülkemizin uluslararası
politikasının ana hedefleri arasında, Birleşmiş Milletler Anlaşması
göz önünde tutularak, uluslararası barış ve güvenliğin tesisi bulunmaktadır.
Ulu Önder Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi bu
politikanın da temelini oluşturmaktadır. Silahlı Kuvvetlerimiz,
bu çerçevede kabiliyetlerini geliştirmek için çalışmakta ve dünyada
kendi alanlarında etkin ve teknoloji olarak yenilikleri uygulayabilen
ülkelerle iş birliği olanaklarını araştırmaktadır.
Şili'yle askerî ilişkilerimiz
2000 yılından itibaren ivme kazanmaya başlamıştır, yani yedi yıllık
bir geçmişi var.
Şili'yle ülkemiz arasında
gündemde olan bir başka konuda F-16 pilot ve bakım personelinin ülkemizde
eğitimine ilişkin projedir. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinin,
iki ülke arasında gündemde olan bu projenin gerçekleştirilmesi
için uygun bir zemin oluşturacağı da düşünülmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
ben burada bir ekleme yapmak istiyorum. Bu kanunlar, bu uluslararası
anlaşmalarda askerî konularla ilgili bir anlaşma yapılırsa, lütfen,
içine bir madde ekleyelim: "Türkiye Cumhuriyeti'nin milletvekilleri,
anlaşmalar kapsamında, limanlar ve havaalanları kullanılıyorsa
oraya girebilmelidir" maddesi de eklensin. Bunu niye söylüyorum?
Bir tezkere çıkardınız burada, limanlarımızı ve hava meydanlarımızı
iyileştirmek üzere çıkan bir tezkereydi. Ben, İskenderun Limanı'na
Türkiye Cumhuriyeti'nin milletvekili olarak giremedim. Onun için
bu maddenin de eklenmesi daha doğru olur diye düşünüyorum.
Türk demokrasisini
kesintiye uğratan 1970 ve 1980 askerî darbeleri, sıklıkla, Afrika
ve Latin Amerika ülkelerinde de gerçekleşmiştir. Şili'de 1970 seçimlerinde
sol güçler oyların yüzde 37'sini alarak seçimlerden güçlü çıktı ve
Allende Devlet Başkanı seçildi. Allende Hükûmeti, ekonominin başlıca
dalları olan bankacılığı, tarımı ve özellikle de bakır madenlerini,
haberleşmeyi devletleştirmeye başladı. Bu durum, muhalefetle
arasında bir çekişmeye meydan verdi. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri
de Allende'nin bu devletleştirme politikasından büyük rahatsızlık
duymuştu. Zaten, Amerika Birleşik Devletleri'nin genel yapısı
odur. Kendi ulusal çıkarları anlamında, diğer ülkelerin ulusal çıkarları
neyi gerektiriyorsa onun karşısında her türlü tedbiri almayı göze
almış bir ülkedir; bugün örneklerini görüyoruz.
Bu gelişmelerin ardından,
11 Eylül 1973 tarihinde hükûmete karşı bir askerî darbe gerçekleşti.
Başkan Allende, inandırıcı olmasa da, görgü şahitlerinin ifadeleriyle,
Başkanlık Sarayı'nda intihar ettiği söylenerek olay kapatıldı. Bununla
birlikte, yüzlerce Allende yanlısı öldürüldü, binlercesi tutuklandı,
tüm devlet birimleri askerî birlikler tarafından işgal edildi. Tüm
yetkileri, cunta lideri olarak Pinochet eline aldı. Askerî birlikler,
kuzey Şili'nin en tenha çöl bölgelerinde ve Patagonya'nın yerleşimi
seyrek yerlerinde toplama kampları oluşturdu -Türkiye'de de olduğu
gibi- birçok cunta muhalifi işkencede öldürüldü ya da uçaklardan
denize atıldı; binlerce Şilili, insan hak ve ihlallerinden dolayı
yurt dışına kaçtı ya da sürgüne gönderildi. Pinochet'nin iktidarı
ele geçirmesiyle, Amerika Birleşik Devletleri, tekrar, yoğun olarak
ekonomik bağlamda ülkeyi desteklemeye başladı.
Pinochet Hükûmeti, Allende
döneminde devletleştirilen tüm kararları ve yasaları geriye çekti.
1973-1990 arasında 16
milyonluk nüfusu olan bu ülkede, diktatörlük döneminde, 3 bin insan
öldürüldü. Tüm sendikal haklar iptal edildi. 1988 yılında yapılan
referandumda, yüzde 55 oranında oyla, Pinochet'nin ülkeyi daha fazla
yönetemeyeceği sonucu çıktı. 1989 yılında, on beş yıllık dikta rejiminden
sonra, ilk seçimler yapıldı. Seçimleri Hristiyan Demokratlar kazandı.
Devlet ile halk barıştırılmaya çalışıldı. 1993 yılında darbe döneminin
bazı subayları insan hakları ihlallerinden dolayı mahkemeye çıkartıldı;
çok sayıdaki sürgün, ülkeye geri döndü. 1994-2000 yılları arasında
ülkeyi Hristiyan Demokratlar yönetti. Pinochet, 1998 yılında İngiltere'de
tutuklandı ve daha sonra dışarı çıkma yasağı kondu. 2000 yılında
ise sağlık sorunları yüzünden serbest bırakıldı.
Şili'de 2000 yılında
sosyalistler işbaşına geldi. 2006 yılında ise, ülkenin tarihinin
ilk kadın başkanı Michelle Bachelet bu makama geldi. Michelle Bachelet
işbaşına geldikten sonra, dünyada ortaya çıkan çatışmalarda ve
insan hakları ihlallerinde önemli bir duruş sergiledi. Örneğin,
İsrail'in Lübnan'ı işgalinde, orada yaşanan katliamı kınadı, acil
ateşkes çağrısında bulundu, masum insanların ve çocukların öldürülmesinin
kabul edilmeyeceğini söyledi. Birleşmiş Milletlerin daha aktif
bir politika izlemesi gerektiğini savunarak, İsrail'in Güney
Lübnan'dan çekilmesini talep etti.
Tel Aviv'deki Şili elçisini
geriye çağırarak, Şili Başkanı Michelle Bachelet, Venezuela'nın
Birleşmiş Milletler Konsey üyeliğine karşı oy kullanması yönünde
ABD'nin yaptığı telkinleri de dinlemeyerek, Venezuela'nın Birleşmiş
Milletler Konsey üyeliğine "evet" oyu kullandı.
Türkiye'de yaşanan
askerî darbelerde, Şili'deki gibi birçok insan hayatını kaybetti,
birçok insan fişlendi, işkence gördü. 1980 darbesinde, Türkiye'de,
bir bilanço çıkartmak istersek, bakın neler yaşandı:
650 bin kişi göz altına
alındı.
Şu anda çatısı altında
bulunduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi kapatıldı.
Siyasi partilerin
kapısına kilit vuruldu, bütün mal varlıklarına el kondu.
1 milyon 683 kişi fişlendi.
Açılan 210 bin davada
230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi idam cezasıyla yargılandı, 517
kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden
50'si asıldı; bunun içinde, on yedi yaşındaki Erdal Eren de vardı. Yine,
asılanlar içerisinde, Gaziantep'te alelacele yargılanarak idam
edilen ve ailesinin şu ana kadar dahi mezarını bulamadığı insanlarımız,
vatandaşlarımız da var.
71 bin kişi Türk Ceza
Kanunu'nun 141, 142 ve 163'üncü maddesinden yargılandı.
388 bin kişiye pasaport
bile verilmedi. 30 bin kişi, sakıncalı olduğu için işten çıkartıldı
ya da işe giremedi. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkartıldı. 30 bin kişi
siyasi mülteci olarak yurt dışına gitti. 300 kişi, kuşkulu bir şekilde,
tutukluyken öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
937 film, sakıncalı
bulunduğu için yasaklandı. 23.677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3.854 öğretmen, üniversitede
görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin görevine son verildi. 400 gazeteci
için toplam dört bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere üç bin
üç yüz on beş yıl altı ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine
girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler üç yüz gün yayın yapamadı. 39 ton gazete ve dergi imha
edildi.
Cezaevlerinde toplam
299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi tutuklu bir şekilde öldü. 14 kişi
açlık grevinde öldü. 16 kişi kaçarken öldü. 95 kişi çatışmada öldü.
73 kişiye doğal ölüm raporu verildi. 43 kişinin de intihar ettiği
açıklandı.
İşte, değerli arkadaşlarım,
bir darbenin bilançosu bu. Şili'de yaşananlar da Türkiye'de yaşananlardan
çok farklı değil.
Tabii, 12 Eylül 1980
darbesi, ülkemizde birçok alanda olumsuzluğa sebep oldu. Bunların en önemlisi
de eğitim konusudur. Eğitim işini yapan öğretmeni ve eğitimin temeli
olan öğrencileri de derinden yaralayan bir darbedir 12 Eylül. Yıllar
geçmesine karşın, bu yaralar henüz daha sarılamamıştır; tam tersine,
kangren olması noktasındadır. Eğitim ezberci bir hâle gelmiştir.
Dershaneler ve özel okullar paralı eğitim döneminin başlamasına
sebep olmuştur. Üniversite harçları o dönemde çıkmıştır. Eğitime
katkı payları 1983 yılında yürürlüğe girmiştir. 12 Eylül döneminde
eğitime ayrılan pay azalmıştır. Örneğin, 1963 yılında 2,1 iken 1981
yılında 0,71 olmuştur eğitime ayrılan pay. Birçok yurtsever öğretmen
suçlu gibi görülmüş, binlercesinin 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası
kapsamında görevine son verilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Şili'deki darbecilerin bir kısmı yargılanabilme şansını bulmuştur.
Hiç olmazsa, çok kısa bir süre de olsa İngiltere'de, diktatör olan Pinochet
belli bir noktada, evinde kalma cezasına çarptırılmıştır. Ne yazık
ki, Türkiye'de darbecilerin hiçbiri yargılanamamıştır, bugün,
hâlâ, ortada dolaşmaktadır. İşin acısı, o darbeyi yapanlar, Türkiye
Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı için çalışanlara karşı yapılan o
darbeyi yapan general, bugün, oturduğu yerden, Türkiye'nin birliğini
ve beraberliğini bozabilecek bir nokta olan, bir anlayış olan eyalet
sisteminin Türkiye'ye getirilmesi için demeç veriyor. O generallerin
başı, bugün, Türkiye'de bu demeçleri verebiliyor. Bence, o demeci
vermeden önce, 1980'de biraz önce saydığım bilançonun hesabını vermesi
lazımdı, ama, ne yazık ki, Anayasa'da bulunan bir madde nedeniyle,
bu hesabı şu ana kadar vermedi. Ama, umuyorum, önümüzdeki dönem, Şili'deki
gibi, Latin Amerika'daki birçok ülkedeki gibi, sosyal demokrat Cumhuriyet
Halk Partisi iktidara gelir ve bunların hepsinin hesabını, o günlerin
hesabını sorar ve insanlarımızın yaşadığı acılar da hiç olmazsa
birazcık hafifler.
Değerli arkadaşlarım,
beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Tekrar sizleri saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Durgun.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Feridun
Ayvazoğlu, Çorum Milletvekili.
Buyurun Sayın Ayvazoğlu.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası bir sözleşmenin
onaylanmasına dair kanun tasarısını görüşüyoruz. Elbette, inanıyoruz
ki, bütün milletvekili arkadaşlarımızın görüşü ve Cumhuriyet
Halk Partisinin görüşü de bu anlaşmanın onaylanmasına ilişkindir.
Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına almış olduğum konuşmada,
bu konuda görüşlerimizi ifade etmek istiyorum.
Giderek gelişen ilişkilerimizin başlarında
yer alan ülkelerden Şili, bir Latin Amerika ülkesi. Peki, Şili dediğimizde
nasıl bir ülke olduğunu, bugüne kadar nasıl bir süreç geçirdiğini,
kısaca, böyle bir anlaşma görüşülürken, siz değerli milletvekillerine
bazı bilgileri sunmanın da bizlerin görevi olduğunu düşünmekteyim.
Aymara dilinden türeyen Şili "Dünyanın
son bulduğu diyar" anlamını taşıyor. 16 milyon nüfusu, 757 bin
kilometrekare alanıyla, 11.937 dolar gayrisafi millî hasılasıyla,
ama, henüz sosyal eşitliği tam sağlayamamış ekonomisiyle Şili, yıllar
öncesi, milattan önce 13 bin yıllarına dayanan bir tarihe sahip.
İnka Krallığı'ndan sonra İspanyolların eline geçen Şili, büyük mücadeleler
vererek bağımsızlık savaşları yapmış ve bu bağımsızlık savaşları
1800'lü yıllarda başlıyor, 1865 yılında Şili ve İspanya savaşları
tarihiyle gözümüz önüne geliyor ve ilk devlet yöneticisi de komutanlardan
O'Higgins, 1818 yılında böyle bir bağımsızlık savaşıyla adını duyuruyor.
Tabii, Şili, sınır anlaşmazlıklarının
da yaşandığı bir ülke. Bunun başında Peru-Bolivya savaşları ve en
önemlisi de 1891, 1893 ve 1902 yıllarında Arjantin'le yapılan sınır
savaşları da Şili adına tarihe geçen bağımsızlık savaşlarıdır.
Yakın tarih olarak bizi ilgilendiren
en önemli konular, 1969 yılında başlıyor. Şili, kökeninden gelen bağımsızlık
ruhunu taşıyan bir ülke olması nedeniyle, kurmuş olduğu "Halk
Cephesi" ve "Sol Güçler" adı altındaki UP adlı seçim birliği
bir zafer kazanıyor ve işte, bu, seçim birliği, "Sol Güçler"
adındaki UP adayı olarak Salvador Allende karşımıza çıkıyor ve
1970 yılında demokrasi adına yapılan seçimde başkan oluyor. Fakat,
bundan birileri rahatsız oluyor. Dünyada, her rahatsız olanın başında
olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri, böyle bir seçimden ve bu
seçim süreci sonrası Şili'de yaşanılan demokratik uygulamalardan
dolayı rahatsız oluyor. Bu rahatsızlığının temeline bakıldığında,
Amerika Birleşik Devletlerinin 1954 yılındaki Devlet Başkanı Eisenhover'ın
bir teorisi vardı, bunun adı "Domino Teorisi." Domino Teorisinin
anlamı, nasıl ki, Latin Amerika ülkelerinde, Küba'da olduğu gibi,
komünist ülkelerin nasıl Küba gibi başlangıcı oldu ise bunun devamı
olan Şili'nin de aynı şekilde giderek komünizme doğru gitmesinden
endişe etmesinden bahisle bu Domino Teorisini atmış ve bunda yaratılan
tereddüt sonucu da Şili'nin üzerinde oyunlar oynamaya başlamıştır.
Ne zamana kadar? 1973 yılında…
1973 yılında Başkan olan Salvador Allende'nin
kendisinin işbaşına getirdiği Genelkurmay Başkanı Pinochet, maalesef,
her zaman ve her ülkede olabildiği gibi, ihtimaller dahilinde olabildiği
gibi, kendi eliyle Brutus'ünü yaratıyor ve Pinochet kanlı bir darbe
sonucu Salvador Allende'yi iktidardan ediyor ve Salvador Allende
bulunduğu yerde, intihar ediyor iddiası var ise de, öldürülüyor.
Değerli arkadaşlar, elbette, bunun devamında
Pinochet'in 11 Eylül 1973'ten 1998'e kadar on beş yıllık, hatta -daha da
bir iki yıllık onun etkileri sonucu- on yedi yıllık diktatörlüğü sonucu,
en sonunda, İngiltere'de gözaltına alınarak 91 yaşında -yaşından
dolayı- yargılanma yapılmak istenirken ölmüş olması da diktatörün
sonu olarak tarihteki yerini buluyor.
Değerli arkadaşlar, kısaca, siyasi
yönden tanıtmak zorunda olduğumuz Şili ile Türkiye'nin benzerliklerinin
köküne bakıldığında, Türkiye'de yaşanan 1919'lu yıllardaki ulusal
bağımsızlık mücadeleleri ile Şili'de yaşanan bağımsızlık özlemi
ve kurulan cumhuriyetin benzer bir uyuşması sonucu da bugünlere
kadar gelinmiş ve Şili'yle böyle bir anlaşmanın, daha önce yapılan
millî eğitimle ilgili, kültürle ilgili yapılan anlaşmaya benzer,
2005'te yapılan uluslararası anlaşmaya benzer bir anlaşma da, işte,
önümüzde yapılacak olan anlaşmayla karşımıza geliyor.
Şili ve Türkiye, 1926 yılında yapılan
Dostluk Anlaşması'yla iki dost ülke olarak tarihteki yerini almıştır.
Tabii, bir özelliği de Şili'nin, Latin Amerika ülkesi olarak, ülkemizi
ilk tanıyan Latin Amerika ülkesi şeklinde tarihteki yerini alması
da bizim için önem taşımaktadır. Peki, biz buna karşılık, karşılıksız
bir şey yaptık mı? Hayır. Elbette, buna karşı, dostluğun gereğini yerine
getirerek biz de ilk Latin Amerika ülkesi olarak Şili Büyükelçiliğini
Türkiye'mizde açmış olduk.
Yine, Şili'nin kurtarıcısı ve cumhuriyetinin
kurucusu Bernardo O'Higgins Anıtı, Şili Meydanı ve Şili Cumhuriyet
İlköğretim Okulu, iki ülke dostluğunun pekiştirilmesine vesile
olmuştur. Aynı şekilde, 3/5/2005 tarihli 2004 ve 2006 yılları için kültür,
eğitim, bilim, gençlik ve spor alanlarında değişim programları onaylanarak,
dostluğumuza bir yenisi daha katılarak pekiştirilmiştir. Bunun
ilk adımını atanlardan yine Şili, Başkent Santiago'da Türkiye Cumhuriyeti
Meydanı, Atatürk büstü ve Atatürk Koleji yapmak suretiyle de bize
bu kadirşinaslığı göstermek ve bunun devamında da Türkiye'yle bundan
böyle hep dost kalacağının göstergesini tarihte tescil ettirmiştir,
etmiştir.
Değerli arkadaşlar, yine 1994-2000 yıllarında
Şili'nin Hristiyan demokratlarının iktidarı karşımıza geliyor.
2000 yılında sosyalist Ricardo Lagos başkan seçiliyor. En son
12/10/2004 tarihinde Şili Cumhurbaşkanı Ricardo Lagos, Sayın Cumhurbaşkanımız
Ahmet Necdet Sezer tarafından Türkiye'de konuk edilmek suretiyle
de bir kez daha dostluğumuz bu şekilde pekişmiş oluyor.
Tabii, yine 20-21 Nisan tarihleri arasında
Şili Millî Savunma Bakanı da ülkemize gelerek, Sayın Millî Savunma
Bakanımız Vecdi Gönül tarafından karşılanmak suretiyle gerekli
konukseverlik gösterilmiş ve dostluğumuz bir kez daha, o şekilde
tescil edilmiş, sağlamlaştırılmıştır.
Değerli arkadaşlar, en son, 2006 yılında
ülke tarihinin ilk kadın başkanı olarak da Michelle Bachelet seçilmek
suretiyle yeni bir ilke imza atan ülkelerden birisidir Şili. Aynı
şekilde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin de geçici üyesi
bulunan Şili'nin, elbette, askerî alanda Türkiye'yle yapacağı iş
birliğinin bu yönden önem taşıdığının da bir göstergesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu anlaşmanın, şimdiye kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinde aynı
şekilde yapılan anlaşmaların bir benzeri olduğunu hepimiz bilmekteyiz
ve önümüze gelen, Anayasa'mızın 90'ıncı maddesine göre tartışılıp
önümüze sunulan, getirilen bu kanun tasarısının… Uluslararası
anlaşmanın onaylanmasına dair kanun tasarılarının hemen hemen
çoğuna yakını, yüzde 100'e yakını, aynı şekilde, bizlerin de desteğiyle,
oy birliğiyle onaylanan anlaşmalardandır.
Bunların, bize, bir örnek olarak huzurumuza
getirildiğinde bir şeylere mesaj vermesi gerekiyor. Bu mesajın,
başta belirtmiş olduğumuz bağımsızlığın aynı şekilde ülkemizde
de yaşandığını, bağımsızlık uğruna, özgürlük uğruna, demokrasi
uğruna o ülkelerde neler yapıldı ise Türkiye'de de benzer şeyler yapıldı,
bundan hepimizin bir ders alması gerekir diye düşünmeliyiz.
Değerli arkadaşlar, bu uğurda, dünyada
sayısız diktatörler gelmiş geçmiştir. Diktatörlerin başında Mussolini'den
tutunuz Hitler'ine, Franco'suna, Salazar'ına, Çavuşesku'suna, en son
yaşanan Saddam örneklerine kadar, ülkelerini diktatörlükle, teokratik
zihniyetlerle yönetmek isteyenlerin sonlarının nerelere geldiğini
ve ne şekilde sonlandığını, acı bir şekilde sonlandığını hepimiz
biliyoruz. Tarih bunu gösteriyor, tarih bunu anlatıyor. Ama, bizler
bundan ders çıkarabilecek miyiz? İçinde bulunduğumuz ve bize emanet
edilen demokrasinin ve cumhuriyetin bizlere verdiği, bizlere gösterdiği,
demokrasinin üç ayağı olan, üç ayağından
birisi eğer topal olursa, eğer üç ayağı bir yetkiyle birleşirse
bizim de aynı şekilde, demokrasi kullanılmak suretiyle teokratik
bir rejime veya diktatörlük adına bazı heveslere ne gibi imkânların
sağlanması uğrunda demokrasinin katledilebileceğini hepimiz
bilmeliyiz. Bu üç ayağın, sacayağın, Anayasa'mızda yer aldığı gibi
yasama, yürütme ve yargının her birinin görevlerinin ayrı olduğunu,
yürütmenin bütün işlem ve eylemlerinden dolayı yargıya karşı sorumlu
olduğunu hepimiz biliyoruz. Ne zaman tehlike başlar değerli arkadaşlarım?
İşte bu önemli yetki, demokrasinin sacayağı dediğimiz üç yetkiden
ikisi veya üçü bir elde toplanmaya çalışıldığı anda, o elde toplanmasının
şekli ne olursa olsun, "demokrasi bizim için amaç değildir"
zihniyetiyle değil, "demokrasi bizim için amaç değil araçtır"
diye düşünen zihniyetlerin… O üç ayağı, eğer, iki ayak şeklinde, tek
ayak şeklinde ele geçirebilmek için demokrasinin olanaklarından
faydalanmaya çalışılırsa, çalışırsa, işte, bizim o zaman oturup
hepimizin düşünmesi lazım ve korkarız ki şu andaki demokrasinin
bize bahşettiği, demokrasinin bize verdiği, cumhuriyetin bize
vermiş olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinin özgür Parlamentosunun
da o günlerde gelebilecek -ama olmasını hiçbirimizin istemediğine
inandığımız- öyle bir rejimin de bizlerden uzak tutulabilmesi için
hepimize düşen, milletvekili olarak hepimize düşen görevin ve görevlerin
olduğunu unutmayalım değerli arkadaşlarım. Bazı ülkelerde diktatörlerin,
az önce saydığımız diktatörlerin, elbette, ülkeleri adına diktatörlük
heveslisi olduğunu biliyoruz, ülkelerini diktatörlükle yürüttüklerini
biliyoruz. Ama, en önemlisi ve bütün ülkeleri ürküten, korkutan en
önemlisi vardır; bunların başında, maalesef, dünyanın jandarmalığına
soyunan Amerika Birleşik Devletleri'nin, sadece ve sadece demokrasiyi
kullanarak, insan hakları ve özgürlüklerini ağzından düşürmeyerek,
onları suistimal ederek, istismar ederek kullanmak suretiyle
"demokrasiyi götürüyorum, insan haklarını götürüyorum, özgürlükleri
götürüyorum" adı altında yerine getirmeye çalıştığı o demokrasi
hareketinin adı, sadece ülkesi adına diktatörlük değil, dünya adına
bir diktatörlüğün ilanıdır. Buna karşı hepimizin uyanık olması gerekir.
Amerika Birleşik Devletleri'nin istediği, özellikle başında bulunan
şu andaki Başkanının istediği, Amerika'nın kendi adına, kendi ülkesi
adına diktatörlüğü değil, dünyanın diktatörü olmasının, hepimiz
tarafından, bütün partililer tarafından… Hangi siyasi parti olursa
olsun, öncelikle, bunu, kendimiz, içimizde, beynimizde, yüreğimizde
kabul etmek suretiyle ona göre gereken tepkileri zamanında ve yerinde…
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu,
lütfen, toparlayınız.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - …bu tepkileri zamanında ve yerinde göstermemizin kaçınılmaz
olduğudur. Elbet, lafa geldiğinde, Amerika Birleşik Devletlerinin,
yine, hiçbir zaman, hiçbir şekilde ağzından düşürmediği "Türkiye
bizim müttefikimizdir." lafıyla bizi nerelere kadar götürebileceğini,
1 Mart tezkeresiyle, hep beraber biz burada yaşadık; ülkemiz gördü,
yaşadı. Eğer onun anlayışıyla "Türkiye bizim müttefikimizdir."
anlayışıyla, Amerika Birleşik Devletleri'nin, biz, 65 bin askerine
"gel buyur kardeşim, Türkiye senin müttefikin olduğuna göre
güle güle otur, 65 bin Amerikan askerini buraya yerleştir ve buradan
Irak'a istediğin hareketi yap" deseydik, bizim başımıza neler
gelebilirdi, ne gibi olayların yaşanabileceğini düşünmek dahi
hiçbirimiz istemiyoruz. Ama, aklıselim Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Parlamentosunda yer alan, vicdanlarının ve beyinlerinin özgürce
düşüncelerinin sesini yerine getiren başta Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanı ve milletvekillerimizle, değerli AKP'li bazı milletvekili
arkadaşlarımızın da oylarıyla 1 Mart tezkeresi reddedilerek, tarihe
altın harflerle Amerika Birleşik Devletleri'ne kırmızı kartı gösteren
bir Parlamento olarak ve üyeleri olarak her zaman şeref duyuyoruz,
şeref duymaya devam edeceğiz.
Değerli kardeşlerim,
ülkemize, aylar önce, yıllar önce bizim ülkemizi bölmeye çalışan
insanları -içtekilerle, dıştakilerle- onlara karşı vereceğimiz
mücadeleyi hiçbir zaman için unutmayalım. Değerli arkadaşlarımızın
belirttikleri 12 Eylül Harekâtı'ndan tutunuz, 12 Martlarına kadar
"insanlarımıza özgürlük getiriyoruz" adı altında idam
sehpalarına götürürken, o ülkelerdeki bağımsızlık savaşlarının
temelinde neler yattığını biz bilelim, bunları bilmek zorundayız.
Eğer suç işleyenler tekrar cezalarını çekmeden dönerlerse biz, şu
andaki Anayasa'yı değiştirmekle yargılanmalarının gereğini yapalım.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu,
teşekkür ediyorum.
FERİDUN AYVAZOĞLU
(Devamla) - O insanların ve faşist zihniyetlerinin mutlaka ve mutlaka
yargılanması gerekir, diye hep birlikte mücadele edelim.
Bu duygu ve düşüncelerle
yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum, yapılan anlaşmanın
ülkemizin iyiliğine olmasını diliyorum, sevgiler sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ayvazoğlu.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika
süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin
teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme
giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak Sayın Bakanlar var ise hangi Bakana vekaleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan
oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve Bilimsel İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın
açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 227
Kabul : 227 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Birleşime on dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.51
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağın sonuna eklidir.
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.12
BAŞKAN : Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81'inci Birleşimi'nin İkinci Oturumu'nu
açıyorum.
5'inci sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın,
Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor ile Dışişleri Komisyonları Raporları'nın görüşmelerine
başlıyoruz.
6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya
Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim,
Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/1037) (S. Sayısı: 967) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 967
sıra sayısıyla bastırıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İsmail Özay, Çanakkale
Milletvekili.
Buyurun Sayın Özay.
CHP GRUBU ADINA İSMAİL
ÖZAY (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli Meclis üyeleri; Türkiye
Cumhuriyeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükûmeti
arasında kültür, eğitim, bilim, basın-yayın, gençlik ve spor alanlarında
işbirliği anlaşmasının onaylanması hakkındaki kanun tasarısı
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere
söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu yıl Afrika yılı. Hükûmet olarak, özellikle Afrika'yla olan ilişkilerimizi
daha da geliştirme noktasında, doğru bir yaklaşımla, Afrika'yla
olan ülkelerle ilişkilerimizi daha iyi noktaya getirme çabası
içerisindeyiz. Etyopya'yla da, iki yıl içerisinde, Başbakanlık düzeyinde
üç kez resmî ilişki kurulmuş. Geçtiğimiz yıllarda, Sayın Başbakan,
Etyopya'yı ziyaret etmişler. Afrika Birliği toplantısıyla ilgili,
Addis Ababa'ya 29-30 Ocak tarihleri arasında bir ziyarette bulunulmuş
ve Etyopya Başbakanı Zenawi, bundan on beş gün kadar önce Türkiye'yi
ziyaret etmiş.
Hiç şüphesiz, Afrika
Birliği üyeleriyle ilişkiler, Türkiye'nin dış ilişkileri konusunda
çok önemli bir duyarlılığı oluşturuyor. Özellikle 2008 yılındaki
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine destek arama noktasındaki
bu çabaların ülkemize yarar getirdiği de bir gerçek. Kaldı ki, son
gezide, Afrika Birliği Zirvesinde, bu noktada, Zenawi'yle yapılan
görüşmede, olumlu bazı teyitler alınmış durumda.
Etyopya, nüfus açısından
Türkiye büyüklüğünde, 73 milyon nüfusu var, Türkiye'nin 2 katı büyüklüğünde
bir toprak alanı var. Ama, Orta Afrika'nın oldukça önemli bölgelerinden
bir tanesi. Örneğin, Afrika'nın çatışma bölgeleri içerisinde,
Eritre, Somali, Sudan, Kenya gibi ülkelerle sınır ilişkileri var. Bunlar,
bildiğiniz gibi, son yirmi yılın hep çatışma bölgeleri. Ama, Etyopya,
genellikle, bu bölgede, istikrarlı bir konumda bir ülke görünümünü
son on beş yıldır sergiliyor.
Çok kültürlü bir ülke.
Yüzde 45'i Müslüman, yüzde 45'i Hristiyan, yüzde 10 da yerel dinler
var. Ama, dünyanın hiçbir
ülkesinde olmayan bir dinler arası hoşgörü de söz konusu. Özellikle,
din anlayışı, sömürgecilik, köle
ticaretine, yayılmacılığa ve ayrımcılığa karşı bir özgürlük mücadelesi
(x) 967 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
olarak ortaya çıkmış.
Bu çerçeve içerisinde, dinler arası ilişki, insan ilişkilerinin
hoşgörüyle bir noktaya gelmesi konusunda önemli bir argümanı oluşturuyor.
Örneğin "Afrika Afrikalılar içindir" kavramı, din kavramı
içerisinde bütünleşen ve özgürlük mücadelesini sürdürme noktasında
da önemli bir kavram olarak ortaya çıkmış.
Tabii ki, özgürlük mücadeleleri
-siyasal boyutları özellikle 20'nci yüzyılın başlarında ulaştığında-
siyasi partiler kanalıyla sürdürülürken, din, kendi rayında, ama,
dinler arası hoşgörünün yaygın olduğu bir yapılanma da olmuş.
Osmanlı'yla olan ilişkileri
var, Osmanlı Devleti'yle. Bu bölge, Osmanlı Devleti'nin ilişkilerinden
oldukça hoşnutluk duyan bir bölgeyi kapsıyor. 1560'da Mısır işgalinden
sonra, Habeş Eyaleti Eritre Bölgesi belli güvenlik ve vergi dilimi
içerisinde iyi ilişkiler geliştirmiş. Hâlen, Harar bölgesi diye tanımlanan
bölgede bulunan insanların bir kısmı, Osmanlı'yla olan ilintilerini,
tebaa anlayışı içerisinde, bir geleneksel yapı içerisinde sürdürmeye
çalışıyorlar.
Son yıllarda, 1990'dan
sonra, Haile Selasiye'nin 1970'lerde tahtan indirilmesinden sonra,
on beş yıl içerisinde, kabile savaşları ve iç karışıklıklar, kuraklık,
bu ülkede, Etyopya'da, belli bir istikrarsızlığı gündeme getirmiş.
Sovyet yanlısı bir rejimle yönetilmeye çalışılmış; ama, son dönemde
ise, daha istikrarlı, çeşitli demokratik sıkıntıları olsa bile,
demokrasi çerçevesi içerisinde ülke yönetiminin sürdürüldüğü
bir yapıya ulaşmış.
Özellikle, son günlerde,
Somali'deki radikal, şeriatçı, El Kaide ve Taliban milis güçlerine
karşı Somali meşru hükûmetini destekleyen bir Etyopya varlığı, bölgede
istikrarı kurma açısından diğer dünya uluslarının, özgürlükçü
ulusların da dikkatini çekmeye başlamış. Tarım ülkesi, yüzde 40 civarında
tarıma dayalı. Türkiye'yle ilişkileri son yıllarda gelişmiş, bu anlaşmalarla
daha da gelişecek. Yaklaşık ticaret hacmimiz 140 milyon dolar gibi
çok küçük miktarlarda. Geçtiğimiz sene Türk Hava Yolları seferleri
başlamış. Özellikle Avrupa'daki çeşitli ulaşımın Türkiye'den yapılmasıyla
birlikte önemli bir kapasite oluşturuyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı
ve TİKA'nın çalışmaları, altını çizerek belirtmek isterim, burada
bulunan Türk Büyükelçiliğimizin performansını aşan, gerçekten büyük
çabalar içerisinde, saygı uyandıran gelişmeleri oluşturuyor. Dış
ticaretimizin geliştirilmesi konusunda az sayıdaki Müsteşarlık
bürokratı ve TİKA'nın çalışmaları Türkiye Cumhuriyeti'nin daha kalıcı varlığı konusunda da önemli
adımlar atılmasına neden oluyor.
Bu arada, tabii, bu anlaşmalardan
önce gelişen bazı ilişkiler var. Örneğin, Ankara ile Addis Ababa,
kardeş şehir ilişkisini kurmuşlar. Çok önemli gelişmeler yok, ama en
azından bu anlamda yerel ilintiler var. Şanlıurfa'yla Harar bölgesi,
Müslümanların yoğun olduğu bölgeyle de yerel yönetim anlamında
ilişkiler var.
Değerli Meclis üyeleri,
bu Anlaşma öncesinde atılmış bazı adımlar var. Örneğin, Addis Ababa
Üniversitesi bölgenin, Afrika'nın önemli üniversitelerinden bir
tanesi, gelişmekte olan bir üniversite. Ama, önümüzdeki yıl Türkoloji
bölümünün açılacak olması buradaki ilginin, Etyopya'daki Türkiye'ye
olan ilginin bir göstergesi. Hiç bu anlaşmalar ortada yokken bir çabayla
oluşturulan bir girişim var. Ama, bunun yetmeyeceği bir gerçek.
Burada, Sözleşme'de
gördüğüm gibi, özellikle arkeoloji, antropoloji, paleantropoloji
dallarında; rekreasyon, restitüsyon ve su teknolojileri noktasında
da bilimsel iş birliğinin, özellikle Harran Üniversites -Şanlıurfa'da
bulunan ve Ankara Üniversitesiyle ilişki kurulması ve yaygınlaştırılması
çok önemli bir konum hâline gelebilir. Bunların niçin olması gerektiğine
biraz sonra değinmeye çalışacağım. TİKA kanalıyla, hâlen 50'ye yakın
öğrenciye de burs verilmektedir.
Etyopya'da karşılaştığımız,
gördüğümüz en önemli, temel ve ortaöğretimde misyoner okullarının
egemen olması. Çeşitli ulusların, dinsel misyonerlikten tutun da
ulusal misyonerliğe kadar çeşitli temel ve ortaöğretim okulları
var. Bu anlaşmanın çerçevesi içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin
de temel ve ortaöğretime yönelik ağırlık vermesi, katkıda bulunması
da gerçekten çok önemli.
Biraz önce rekreasyon
ve restitüsyon konusunda üniversiteler düzeyinde işbirliği yapılmasından
bahsetmiştim. Gerekçe olarak şunu söyleyebiliriz: Harar çevresi,
İslamiyetin Mekke, Medine ve Kudüs'ten sonra en kutsal yerlerinden
bir tanesini oluşturuyor. Özellikle, Harar bölgesinde UNESCO'nun
dünya kültür mirası olarak belirlediği 2 bin civarında, dört
yüz-beş yüz yıllık evler var. Bunların korunması, UNESCO çerçevesi
içerisinde hiç tartışmasız Türkiye'nin üstesinden gelebileceği
ve bir kültürel yapılanmaya katkı verebileceği, birikimini orada
sergileyebileceği bir yapıyı oluşturuyor. Ayrıca, gene, Harar
bölgesinde Osmanlı eserleri var. Örneğin, Necaşi Türbesi, burası
da önümüzdeki dönemde onarılacak.
Değerli milletvekilleri,
bu noktada, Arabistan'ın özellikle ekonomik entegrasyonu içerisinde
bir ülke olması bakımından bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Geçtiğimiz yıllarda Arabistan'ın bir ölçüde egemen olduğu bölgelerde,
örneğin Bosna'da, örneğin Mekke'de, Ecyad Kalesi'nde olduğu gibi,
Osmanlı eserlerinin bir ölçüde ortadan kaldırılması, deforme
edilmesi gibi bazı çabaları, maalesef, üzülerek gördük. Diliyoruz
ki, bu anlaşmadan sonra Osmanlı eserlerinin Harar bölgesinde ayakta
kalabilmesi ve tarihe tekrar yansıtılabilmesi bakımından da çok
acil ve öncelikli tavırlar takınmamız gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım,
günün gelişen konuları içerisinde, gene bu anlaşma kapsamı içerisinde
ele alınabilecek evrensel bazı gelişmeler var. Örneğin, müzik, moda,
spor gibi. Bunlara da anlaşmada yer verilmiş.
Giderek dünyada zaman
zaman, dönem dönem müzik endüstrisini canlandıran bazı kavramlar
var. Örneğin blues müziği, rock müziği, caz müziği dönem dönem dünyada
önemli izler bırakıyor. Şimdi ise, dünyada afro müzik, new age ve ritmik
müzik kavramları ön planda.
Etyopya'ya yönelik
çok özgün bir yapı var. Dinsel ve yerel müziğin sentezinin doğaçlama
yöntemiyle oluşturulduğu, dünyada
çok az örnekleri olan bir müzik türü var.
Türkiye'ye döndüğümüzde,
özellikle biraz önce bahsettiğim new age ve ritmik müzik konusunda
da örneğin, Okay Temiz, Erkan Öcal, Mercan Dede, Hüsnü Şenlendirici
gibi dünya çapında önemli sanatçılarımız var. Bunların iş birliğinin
kurulması hâlinde, birlikte çalışmalar, kültürel anlamda, müzik
alanında da çok önemli çalışmaları ortaya çıkaracaktır.
Ayrıca, moda konusunda,
Türkiye'nin konfeksiyon ve tekstildeki ağırlığını da göz önüne alacak
olursak, iş birliği, kaçınılmaz bir odak noktasını oluşturuyor. Örneğin,
Naomi Campbell'in dünyadaki konumu, bu iş birliğinin hangi ölçülerde
cazip noktaya gelebileceğinin de önemli ipuçlarını veriyor.
Spor dediğimizde,
hiç tartışmasız, o bölgede atletizm, Abebe Bikila'dan -maraton şampiyonu-
çıplak ayaklı maratoncudan bugünlere kadar geliyor. Türkiye'de de
Türk yurttaşı olan Etyopyalı Elvan'ın başarıları, gerçekten, Türkiye
adına da önemli vurgular. Bu çerçeve içerisinde, Türkiye'nin sporda
da iş birliği yapabilmesi söz konusu.
Bir başka konu: AIDS
konusu bu bölgede çok yaygın. Aslında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bu
bölgede çalışma yapıyor. Ama, Etyopyalı entelektüellerin savunduğu
bir yaklaşım var: İşi ağırdan alarak doğal seleksiyona yol açtıkları
konusunda bir iddia söz konusu.
Genellikle nüfusunun
yüzde 50'sinin Müslüman olması nedeniyle, Türkiye'nin, AIDS'le mücadele
konusunda iş birliği yapabilmesi ve bu konudaki, özellikle cinsellik
konusunda daha rahat bu konunun eğitimini verebilmesi konusu,
insanlık adına gözden geçirilmesi gereken kavramlardan bir tanesi.
Değerli arkadaşlarım,
burada söz edilmemesine rağmen, bilimsel çerçeve içerisinde ele
alınabilecek konu da, su yönetimi ve su rejimi düzenlemesidir. Küresel
ısınma, dünyada su yönetimiyle ilginin giderek artmakta olduğunu,
önemli stratejilerin geliştirilmesi gerektiği konusunda da yeni
bir yapılanmayı ortaya çıkarıyor.
Türkiye'nin de içinde
olduğu bir sorun var: Sınır ötesi suların kullanılması. Belli ölçülerde
Türkiye'nin bu konuda deneyimleri de var. Sınır ötesi suların kullanılması
noktasında uluslararası hukukun da önümüzdeki dönemlerde yeni
bir statüye kavuşması bakımından da Etyopya ile iş birliği yapmak kaçınılmaz
bir konumu oluşturuyor. Nereden kaynaklanıyor sınır ötesi sular:
Nil Nehri'nin tüm kaynakları Etyopya'dan oluşuyor; şu anda da, bu suları
kullanma şansına sahip değil.
Değerli arkadaşlarım,
hepinizin bildiği, ama, bir ölçüde teknik anlamda dikkatinizi çekebilecek
Etyopya ile ilişkiler konusunda bazı noktalara değindim. Bunlardan
alıntılar yaparak, ülkemizde de hangi noktalara ağırlık vermemiz
konusunda da bir iki noktaya değindikten sonra sözlerimi bitirmek
istiyorum.
Biz, ocak sonunda Sayın
Başbakanla birlikte, benim de bulunduğum heyetle Etyopya'yı ziyaret
etmiştik. Orada Sayın Başbakanın, Etyopya varoşlarındaki çocuklara
gösterdiği ilgi, hem yerel basında hem ulusal basında gerçekten kayda
değer, sempati uyandıran ilişkileri oluşturdu. Tabii, biliyorsunuz,
Clinton'ın 1999 yılında deprem sonrası küçük bir çocuğumuzu kucağına
alması da dünyanın gündeminde yer oluşturmuştu. Başbakanın bu yaklaşımı
büyük bir ilgiyle, büyük bir sempatiyle karşılandı; ama, aynı ilginin
Türkiye'de Güneydoğu'da, göç nedeniyle varoşlarda yaşayan çocuklarımıza,
Romen veya Çingene yurttaşlarımızın varoşlarda yaşayan çocuklarımıza,
daha yaygın şekilde, bu sefer devletin kucaklayıcı yapısı içerisinde
ortaya çıkarılmasında yarar var. Örneğin, Güneydoğu'da varoşlarda
yaşayan çocukların, göç nedeniyle, dil konusunda, eğitim konusunda
zorlukları var. Bu çocuklarımızın okul öncesi eğitim konusundaki
çabalarımızı daha da hızlandırmamız gerekiyor. Ayrıca, Romen yurttaşlarımızın
kentlerde, Çingene yurttaşlarımızın kentlerde eğitimde, okullarda
ayrımcılık yapıldığı konusundaki yaygın şikâyetleri hem yaşıyoruz
hem duyuyoruz. Çocuklara cinsel taciz, çocuklara şiddet, son günlerin
önemli kavramlarından bir tanesi. Çocuk işçiler, tarımda ve küçük
işletmelerdeki çocuk işçiler konusu, Türkiye'de hepimizin kucaklaması
gereken, Başbakanın Etyopya'da çocuklara gösterdiği ilginin, belki,
kendi ülkemizde daha yaygın şekilde gösterilmesi gereken gerekleri
ve tabloları da oluşturmakta.
Değerli arkadaşlarım,
bu yasa tasarısında, anlaşmada 1'inci maddedeki (b) bendini dikkatlerinize
çekmek istiyorum. Burada tiyatro konusunda iş birliği yapmamızdan
bahsediliyor. Aslında dün bu konuları görüşecektik. Ancak, bugüne
ertelendi. Ama, gecikerek de olsa, bir gün gecikse de 27 Mart Dünya
Tiyatrolar Günü'nü, yani Tiyatro Bayramı'nı ben de kutluyorum. Ama,
biraz buruk kutluyorum ve 1'inci maddedeki (b) bendiyle alıntı içerisinde
değerlendirmek istiyorum. Atatürk Kültür Merkezini yıkım konusunda,
Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunu yıkım konusunda çabaların sergilendiği
bir ülkede, herhâlde, tiyatro konusunda iş birliği noktasını biraz
ertelememiz gerekiyor. Çünkü, Etyopya'ya da kötü örnek olmaktan
da işin doğrusu çekinme durumunda olabileceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
son olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisimizle paylaşmak istediğim
bir konu var. Daha fazla gündemi işgal etmemek için, geriye kalan
iki üç dakikalık süre içerisinde, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde
bir bağlantı yapmak istiyorum: Etyopya'yla, bundan on beş gün önce,
çifte vergilendirme konusunda bir yasayı kabul ettik. Bunu 2 Mart
2005 tarihinde imzalamışız, 1/1/2008'de yürürlüğe girecek, yani üç
sene sonra. Bu anlaşmayı 25/6/2004 tarihinde imzalamışız, 28/3/2007
tarihinde görüşüyoruz, kısa bir zamanda da Cumhurbaşkanınca onaylanacağını
ümit ediyorum. Demek ki bu anlaşmaları üç yıl gibi bir süre içerisinde
yerine getirebilmişiz. Keşke, Türkiye için yararlı olabilecek bu
tür anlaşmaları daha kısa süre içerisinde gerçekleştirebilelim.
Ama, bunlardan daha önemli bir anlaşma, Birleşmiş Milletler İşkenceye
Karşı Sözleşmenin Ek Seçmeli Protokolü konusunda 2005 yılında Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti olarak onay vermişiz. Neredeyse iki seneye aşkın
bir süreden bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmemişiz. Sayın
Başbakana, bunun ne zaman görüşüleceği konusunda bir yazılı soru
önergesi vermiştim, Sayın Adalet Bakanımız yanıtlamışlar ve diğer
sorularımın da daha sonra yanıtlanabileceği, bilgi alındıktan
sonra yanıtlanabileceğini ifade etmişler.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, son günlerde, baktığımızda, cezaevlerinde inanmadığımız,
inanmak istemediğimiz çeşitli kavramlar var. Bunlardan bir tanesi
"Öcalan'ın zehirlenmesi", "telsizle talimat veriyor"
iddiaları, açlık grevi konusunda "Behiç Aşçı'nın, iki yüz seksen
dokuz gün sonra, devlet yöneticilerinin de çabasıyla açlık grevinden
vazgeçirilmesi" gibi kavramlar. Bunlar, Türkiye'nin cezaevleri
konusundaki sıkıntılı kavramlarından bir tanesi. Hükûmet olarak,
Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşmeyi, ek seçmeli protokolünü
zaten imzalamışız, zımnen Hükûmet olarak kabul etmişiz, ama, Türkiye
Büyük Millet Meclisinden geçmediği için bunun yürürlüğü söz konusu
değil. Şimdi, Etyopya'ya gösterdiğimiz bu anlayışı biraz daha erkene
alarak büyük bir değerlendirme içerisinde olmamız gerekiyor.
Avrupa Birliği kriterleri
içerisinde, geçtiğimiz dönemde, izleme kurulları kurduk. Ancak,
bunlar, Adalet Bakanlığının resmî organları içerisinde göreve getirilen
kurullar. Yani, resmî kurullar. Bu seçmeli ek protokole göre, sivil
toplum kuruluşlarının da içinde yer aldığı izleme kurullarının
oluşması, bizim -özellikle zaman zaman uluslararası çevrelerde de
zor durumda bırakabilen- bazı noktalarda elimizi güçlendirecek
diye inanıyorum.
Ben inanıyorum ki, Bakanlık,
Dışişleri Bakanlığı, özellikle bu konuda biraz sonra oylayacağımız
ve kabul oyu vereceğimiz Etyopya ile ilişkiler konusundaki ikili
anlaşmalar gibi, hatta daha kısa bir sürede bu anlaşmayı da gündeme
getirebilir.
Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, Etyopya'yla kurulacak olan, özellikle bilimsel ve kültürel
anlamdaki, bu kanun tasarısını destekliyoruz. Ülkemiz için hayırlı
olmasını diliyoruz.
Saygılarımı sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özay.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ İLE ETYOPYA FEDERAL DEMOKRATİK CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ
ARASINDA KÜLTÜR, EĞİTİM, BİLİM, BASIN-YAYIN, GENÇLİK VE SPOR ALANLARINDA
İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ
UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1.- 25 Haziran
2004 tarihinde imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür,
Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşması"nın
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Gökhan Durgun, Hatay
Milletvekili.
Buyurun Sayın Durgun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN
DURGUN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 967 sıra sayılı
"Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın,
Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı" konusunda, 1'inci maddesinde
söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Kültürel iş birliği
ülkeler arasında daha köklü ve sağlam ilişkiler kurmaya ve farklı
toplumlar arasındaki iletişim ortamını yaratmaya uygun bir zemin
hazırlamaktadır. Kültürel iş birliği, aynı zamanda, ekonomik, ticari
ve siyasi ilişkilerimizin gelişmesine de katkıda bulunmaktadır.
Bu çerçevede, Etyopya
Federal Demokratik Cumhuriyeti ile bu anlaşma 25 Haziran 2004 tarihinde
Addis Ababa'da imzalanmıştır. Aradan üç yıl geçmiştir, ancak üç yıl
sonra bugün yürürlüğe girecektir. Bu üç yıl çok da önemli, kayıp bir
dönem olarak telakki edilmelidir.
Ülkemizin Afrika'ya
açılma politikası çerçevesinde Etyopya ile böyle bir kültür iş birliği
anlaşması imzalanması, kültürel ilişkilerimizin yanı sıra siyasi
ve ekonomik ilişkilerimizin de geliştirilmesine ayrıyeten zemin
hazırlayacaktır.
1'inci maddede kültür-sanat
kurum ve kuruluşları arasında doğrudan temasın sağlanması, deneyim
ve gelişmeler hakkında değişimlerin ortaya konması, tiyatro, müzik,
bale ve diğer sanatsal alanlarda iş birliği ile karşılıklı ziyaretler
ve etkinliklerin düzenlenmesi, sergilerin gerçekleşmesi, müzik
alanlarında sanatçıların ve gösteri gruplarının değişimi, sinema,
film yapımcıları konusunda temasların artırılması ve buna benzer
bazı maddeler var.
Etyopya ile diplomatik
ilişkilerimiz 1905 yılına, yani Osmanlı İmparatorluğu dönemine
dayanmaktadır. Osmanlı Devleti'nin Etyopya'daki ilk resmî temsili
1910 yılında Harar kentine atanan bir fahri konsolos ile başlamıştır.
Afrika'daki ilk mukim büyükelçimiz, 1926 yılında Addis Ababa'da tesis
edilmiştir. Siyasi ilişkilerimiz ise Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan
sonra gelişmiştir.
Türkiye-Etyopya ilişkileri,
tarihî bağlarla beslenen ve karşılıklı anlayış ve iş birliğine dayanan
bir zeminde gelişmektedir. 1998 yılında uygulamaya konulan bizim
Afrika'ya açılım politikamız çerçevesinde ülkemiz, Etyopya ile
siyasi ilişkilerini geliştirmeye ve çeşitlendirmeye önem vermektedir.
Türkiye ve Etyopya arasında ikili anlaşmalar sadece bu konuda sınırlı
değildir. 1993 yılından başlamak üzere 1997, 1998, 1999, 2000, 2001,
2002 yıllarında da ekonomik anlamda, ticaret anlamında, sağlık anlamında,
enerji ve tabii kaynaklar anlamında, yatırımların karşılıklı teşviki
anlamında, uluslararası uyuşturucu maddelere karşı iş birliği
konusunda, uluslararası tehditçilik ve örgütlü suçlar konusunda
birtakım ikili anlaşmalar gerçekleştirilmiştir.
Etyopya'nın nüfusu
67 milyondur. Kişi başına düşen millî gelir 100 ABD dolarıdır. Yani,
fakirlik aşamasında, baktığımız zaman dünyanın fakir sayılacak
ülkelerinden birisidir. Az miktarda altın rezervleri, platin, bakır,
potas, doğal gaz, hidroelektrik genelde doğal kaynaklarıdır. Birçok
etnik gruptan oluşan bir ülkedir. Ülkenin yüzde 45'i Müslüman, yüzde
40'ı Etyopyalı Ortodoks, yüzde 12'si Anemist, diğerleri ise yüzde 3
ile yüzde 8 arasında değişmektedir. Etyopya'da otuza yakın dil konuşulmaktadır.
Bunlar içerisinde özellikle şehirlerde İngilizce yaygın bir şekilde
kullanılmakta ve ticaret dili şeklinde de kendini göstermektedir.
İlginç bir tespit, okuma yazma oranı ortalama yüzde 42,7'dir. Yalnız,
bu okuma yazma oranının ortalama yüzde 42 olması, köylerde ve şehirlerde
farklı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Şehirlerde okuma yazma oranı
biraz daha yüksek, ama kırsal kesimde, köylerde bu oran oldukça düşmektedir.
Tarımsal ürünlerinin başında hububat, bakliyat, kahve, yağlı tohumlar,
şeker kamışı, patates, deriler, büyükbaş hayvan, koyun, keçi gibi
birtakım ürünler gelmektedir. 1934 ile 41 dönemindeki İtalyan işgali
hariç tutulursa, Afrika ülkeleri içinde sömürgeci yönetim altında
idare edilmeyen tek ülke Etyopya'dır ve uzun süre bir monarşi ile yönetilmiştir.
1974 yılında askerî
cunta ile 1930 yılından beri hüküm süren İmparator Haile Selasiye
tahtından indirilmiştir ve sosyalist bir devlet kurulmuştur. Kanlı
darbeler, isyanlar, uzun süren kuraklık yılları ve toplu iltica sorunları,
1991 yılında isyancı güçlerin Etyopya Halkın Devrimci Demokratik
Cephesi altında bir koalisyon kurmaları ile bu rejim devrilmiştir.
Anayasa 1994 yılında yürürlüğe konmuştur ve Etyopya'nın ilk çok partili
seçimleri Mayıs 1995'te yeni anayasa göre yapılmıştır.
71 milyonluk nüfusuyla
Etyopya, Mısır ve Nijerya'dan sonra Afrika'nın en kalabalık üçüncü
ülkesi konumundadır. Etyopya'da, genellikle limanlar, altyapı, yollar
konusunda büyük sıkıntılar, büyük eksiklikler yaşanmaktadır. Bunun
yanında Eritre ile yaşadığı anlaşmazlıktan dolayı da yeteri kadar
gelişme gösterememektedir.
Şimdi, biz, bu eğitim
konusunda bir anlaşma imzalıyoruz. Bir de Türkiye'nin eğitim konusuna
bakalım: 2002 yılı rakamlarına göre, ilköğretimde net okullaşma
oranı yüzde 90,98 iken bu oran 2006 yılında, yani geçen yıl yüzde
89,77'ye gerilemiştir. Bu, sizin hükûmet olduğunuz 2002 ile 2006 arasındaki
gerileme miktarıdır. 2006 rakamıyla ilköğretimde okullaşma oranı
erkeklerde yüzde 92,29'a, kızlarda ise yüzde 87,16'ya gerilemiştir. Her
ne kadar "Haydi Kızlar Okula" kampanyası düzenlemiş olsanız
da bu, gerilemenin önüne geçememiş görünüyor. İlköğretimin zorunlu
olmasına karşın, ilköğretim çağı nüfusunun yüzde 10,23'ü eğitim
hakkından yararlanamamaktadır. Yine, ortaöğretim çağı nüfusunun
yüzde 43,37'si ortaöğretime devam edememekte ya da etmemektedir.
2002 yılından bu yana ilköğretimde okuyan öğrenci sayısı 342.290
artmış olmasına rağmen öğretmen ve okul sayısı artmamıştır. Hatta,
2004-2005 eğitim-öğretim yılında ilköğretimde 401.288 öğretmen görev
yaparken, bir sonraki dönem öğretmen sayısı 11.429 azalarak
389.859'a gerilemiştir. Yani, eğitimde bunlar yaşanırken, Türkiye'de
nüfus artarken, öğrenci sayısı artarken, öğretmen ve okul sayısı
düşüyorsa, biz, Etyopya'yla hangi anlamda eğitim iş birliği yapacağız,
hangi katkıları sunacağız, onu da biraz oturup düşünmek lazım.
Artan öğrenci sayısına
karşı, Millî Eğitim ve Yükseköğrenim bütçeleri tam anlamıyla yerinde
saymıştır. Eğitimde bütçeden ayrılan payların ortalama yüzde 65'i
personel harcamalarına ayrılmış, eğitimin finansmanı öğrencilerin,
dolayısıyla velilerin omuzlarına bırakılmıştır.
İktidarınız döneminde,
2002 yılında Millî Eğitim Bakanlığının bütçesinin yüzde 17,18'i yatırımlara
ayrılıyor iken, bu pay, 2006 yılında yarı yarıya düşmüş bulunmaktadır.
Şimdi, tablo buyken,
özel dershaneler, özel okullar ön plana çıkartılırken, özel okullarla
ilgili vergi indirimleri söz konusu olurken, öğretmenler içerisindeki
sendikalaşmalara karşı bir tepki oluşturulurken, bunlara engel
olmaya çalışılırken, bizim, Etyopya'yla, hukuk anlamında, kültür
anlamında, tiyatro anlamında ne gibi katkılar vereceğimizi ben
de düşünmek istiyorum.
Tiyatro, bale dedik.
Peki, biz Türkiye'de tiyatroya, baleye, sanata, sinemaya ne kadar
fon ayırıyoruz, ne kadar kaynak ayırıyoruz, ne kadar sahip çıkıyoruz,
bunu da bir ortaya koymak lazım. Şimdi biz, kendimizin sahip çıkamadığı
bu değerlerimize, bu anlayışımıza, Etyopya'yla iş birliği yapmak
suretiyle sahip çıkma noktasına geliyoruz ki, Etyopya'nın yapısına
baktığımızda, bu alanlarda bizden çok daha geride olduğunu görüyoruz.
Bu nedenle, ben, bu anlaşmanın
çok da fayda getireceğini zannetmiyorum, ama, anlaşmayı yine de
desteklediğimizi, onay verdiğimizi, kabul edeceğimizi ifade etmek
istiyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Durgun.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Berhan Şimşek, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun Sayın Şimşek.
CHP GRUBU ADINA BERHAN
ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve
Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
İlişkin Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesi üzerinde grubum adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Etyopya -diğer adıyla
bildiğimiz, hatırladığımız Habeşistan- Afrika kıtasının doğusunda
yer almakta. Sudan, Kenya, Somali ve Cibuti Cumhuriyeti'yle sınır
komşudur. Fakat, Sayın Özay da ifade etti, bizim çocukluğumuzdan da
bir hatıradır, bir resimdir: Etyopya denince, Abebe Bikila akla gelir.
Dört kez olimpiyat şampiyonu olmuş ve çıplak ayakla, yalın ayakla koşan
bir olimpiyatçıydı, atletizm dünyasının çok önemli değerlerinden
biriydi.
Değerli arkadaşlarım,
anlaşmanın 1'inci maddesi iki ülke arasında kültür alanında yapılacak
iş birliğini düzenlemekte. Bu madde, kültür ve sanat kurumları, kuruluşları
arasında doğrudan temas, iş birliği, deneyim ve gelişmeler hakkında
değişimleri, tiyatro, müzik, opera, bale ve diğer sanatsal alanlarda
iş birliği ile karşılıklı ziyaretler ve etkinlikler düzenlenmesinin
kolaylaştırılmasını, müziğin çeşitli alanlarında sanatçı ve gösteri
grupları değişimi, sinema alanında iş birliği, film yapımcıları
kuruşları arasında temasların artırılması, kültür yetkilileri
ve planlamacılarının değişimi gibi alanlarda ilişkilerin geliştirilmesini
hedeflemekte.
Dünya Tiyatro Günü'nden
bir gün sonra Etyopya'yla imzaladığımız bu kültür iş birliği anlaşmasının
uygun bulunma yasasını görüşüyor olmamız bir tesadüf, iyi bir tesadüf
aslında.
Değerli arkadaşlarım,
bir kez daha tiyatrocuların, emekçilerin ve tiyatro sevenlerin
Dünya Tiyatro Günü'nü kutluyorum. Ne var ki, bu dönem içerisinde tiyatroyla
ilgili çok da hoş bir süreç yaşanmadı. Yeni Sahne Girişimi ve Ankaram
Platformu tarafından Dünya Tiyatro Günü nedeniyle yapılan açıklamada,
her şeye rağmen tiyatroya gönül veren sanatçı ve seyircilerin tiyatronun
gülen yüzünden değil, ağlayan yüzünden ağlamaya mahkûm edildiği
ifadeleri kullanılmakta. Bu Hükûmet döneminde, Hükûmetiniz döneminde,
maalesef, tiyatronun tarihi sahneleri, Ankara Yeni Sahne yıkıldı,
şimdi İstanbul'da Atatürk Kültür Merkezi ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi
yıkılmak isteniyor.
Değerli arkadaşlarım,
bunları yıkmaktansa -İstanbul'da arazileri büyük iş merkezlerine,
plazalara veriyoruz- yeni kültür merkezleri yapılabilir. İstanbul
12 milyonluk bir kent. Sadece bir AKM'yle İstanbul'u idare edebilmek
ve kültür salonlarına toplamak mümkün değil. Biraz da meseleyi yıkıp
yapmaktan ziyade, tarihin derinliklerinde geçmiş kimliğiyle o binaların
yaşamasının öneminin de altını çizmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Etyopya'dan buraya
gelen sanatçıları, yeni yaptığımız binalarda mı, tarihî, kültürel
derinliği olan ve kültür katmanlarından gelen bir ülkede mi karşılamamız
gerektiğinin takdirini sizlere bırakıyorum değerli arkadaşlar.
Özel tiyatrolara destek
vermesini düzenleyen -ki, Genel Kurulda arkadaşlarımızın da büyük
bir çabasıyla ortaya geldi- yasa çıktı. Maalesef, üç ay geçmiş olmasına
rağmen özel tiyatrolara hâlâ ödenekler verilmedi ve bununla ilgili
birkaç kez Bakanlık yetkilileriyle görüşmeme rağmen "bugün,
yarın" diye bu sıkıntı devam ediyor değerli arkadaşlar.
Devlet tiyatrolarında
yaşanan sıkıntıları hepimiz basından biliyoruz, ama, maalesef,
bu inat bir türlü çözülmedi. Kadrosu dramaturg olan ve o nedenle genel
müdür olarak atadığınız ve hâlâ görevde, asaleten atayamadığınız,
Mine Acar. Devlet Tiyatrosu Yasası, genel müdürlük makamına atanacak
olanlarda kadro ve görev olarak sanatçı, tiyatro yazarı, eleştirmen,
temayüz etmiş tiyatro yönetmeni, üniversitelerde tiyatro sanatı
dalında görev yapan öğretim elemanı olma niteliklerinden birini
öngörmektedir. Mine Acar bu koşullarda olmadığı için genel müdür
olarak da atanamamaktadır.
9 Mart 2007 Cuma günü,
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Ankara Devlet Tiyatrosu Altındağ
Tiyatrosunda ilk temsili sergileyecek olan "Kadıncıklar" isimli oyunun
afişine, rejisörün haberi olmaksızın, anlaşılmayan bir nedenle
yapıştırılan sansürle "16+" yaş kısıtlaması getirildi. Oyun,
yıllar önce Edebî Kurul denetiminden geçtikten sonra, yıllardır hiçbir
kısıtlamaya uğramaksızın devlet tiyatrolarının değişik sahnelerinde
sahnelendi. 11 Mart 2007 Pazar günü sansür yazılı ve görsel basına
yansıyınca, Devlet Tiyatroları Genel Müdür Vekili Mine Acar, sansürü
"Benim haberim yok, bir memurun işgüzarlığı" diyerek açıkladı.
12 Mart 2007 Pazartesi günü de basına yansıyan röportajında, özetle
"Rejisörden talep gelince memurlar gerekli değişikliği yapmışlar."
diye açıklama yaptı. Ayrıca, "Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğüne
yeni atanan müdürün ilk günü karşılığı gibi" hiç de tutarlı olmayan
yorumlar yapmıştır. Devlet tiyatrolarının kötü yönetildiğinin,
o görevde kalması ısrarla istenen Genel Müdür Vekilinin, maalesef,
bu görevi yapamadığının, kurumu yönetebilme kabiliyetinden eksik
olduğunun bir göstergesi de bu olaylardır.
Bir diğer konu:
"Avrupa Komedyası" adlı bir oyun idari gerekçelerle, değerli
arkadaşlarım, sansür edilmekte. Demokrasi havarisi olanların, demokrasiyi
bir araç olarak görenlerin devri iktidarında oyunların sansürlenmesi,
demokrasinin amaca ulaşmak için araç olarak kullanıldığının açıkça
bir göstergesidir.
Değerli arkadaşlarım,
son dönemlerde dizilerde oynayan oyuncu arkadaşlarımızla ilgili
de sayfa sayfa basında yer almakta, bu arkadaşlarımızla ilgili
hiç de hoş olmayan açıklamalar yapılmakta Sayın Bakan ve yetkililer
tarafından. Bu arkadaşlarımızın içerisinde iki oyunda, üç oyunda
rol alan arkadaşlar var. Fakat, almış oldukları rakamlar ekonomik
olarak kendilerine yetmediği için bu dizilerde oynamak mecburiyetinde
kalıyorlar ve Sayın Bakan bu konuda "bu arkadaşlar bugüne kadar
çalışıyor muydu da bugün bunları söylüyorlar" gibi bazı ifadelerde
bulunuyor. Kendisi, ayrıca, AKM'nin yıkımıyla ilgili sanat alanında
yiğit olarak kendini görüyor Sayın Koç ve diyor ki: "Benim yoğurt
yiyişim böyle."
Buradan ilk defa açıklıyorum.
Sayın Bakanla baş başa konuştuğumuz için: Bir bürokratıyla ilgili
buradan ifade edemeyeceğim biçimde suistimaller ve anlatılamayacak
kadar çirkinlikleri kendisiyle baş başa İstanbul'da konuştum, bir
CD dinlettim, "Bu görevliyi alın. Bu görevliyi görevinden, bu
müdürü almazsanız, sizi müdahil olarak kabul ederim." dedim. Ama,
bu, gerektiği zaman… Sayın Bakana buradan bir kez daha duyuruyorum:
Eğer gerektiği zaman bu müdürü görevden almazsa, basın toplantısıyla
ifşa edeceğim. Bu kişi, ayrıca, AKP milletvekili adayı olan bir zattır
değerli arkadaşlarım.
Bütün bunların ötesinde,
umarım ki, Etyopya ile ilgili, bunları kötü örnek olarak, biz bir kadrolaşma
yapılanması olarak da sunmayız.
Değerli arkadaşlarım,
ayrıca, bu anlaşma içerisinde eğitimle ilgili de çalışmalar var. Dün,
Sayın Millî Eğitim Bakanının Adana'da yaptığı bir açıklamayı okuyorum.
Diyor ki Sayın Bakan: "Sözleşmeli öğretmenin tayin hakkı yoktur."
Daha önce yaptığı bir açıklamada "Sözleşmeli öğretmenler ile
kadrolu öğretmenler arasında bir fark yok." diyordu. Eğitim alanında
Etyopya ile yapacağımız iş birliğinde, umarım, Sayın Bakan öğretmenlerimizi
de, kamuoyunu da yanıltmaz. Önümüzdeki günlerde, geçici işçilere
kadro veren bir tasarıyı burada görüşeceğiz. O kanun sözleşmeli
öğretmenleri kapsamıyor, Millî Eğitim Bakanlığında çalışan öğretici,
usta öğreticileri kapsamıyor. Sonra da Sayın Bakan çıkıyor
"Sözleşmeli öğretmenlerin tayin hakkı yok." diyor. Ne yapacaksınız
yani? Bu öğretmenleri çalışma hayatları boyunca ilk atandıkları
illerde mi çalıştıracaksınız? Böyle bir mantık kabul edilebilir
mi? Bu gençlerin başka bir kentten başka bir kente gitmeye, evlenmeye,
çalışmaya hakkı yok mu? Sözleşmeli öğretmenlerin hepsine kadro verilmeli
ve öğretmenler arasında yaşanan bu adaletsizlik de ortadan kaldırılmalı.
Değerli arkadaşlarım,
elbette, yurt dışı ilişkilerimizi geliştireceğiz, bu ikili anlaşmaları
imzalayacağız, ama, kendi ülkemizde sivil toplum örgütleriyle,
eğitim sendikalarıyla, üniversitelerle, YÖK'le bu ülkenin çıkarları
için iş birliği yapamıyoruz. Üniversitelerle kavgalısınız, hem
öğretmenlerle, hem de öğretmen örgütleriyle kavgalısınız, kendi
göreve getirdiğiniz bürokratlarla mahkemeliksiniz. Bu Millî Eğitim
Bakanlığı elini nereye atsa, oradan bir yargı süreci başladığını
da ifade edebilirim. Millî Eğitim Vakfı seçimlerinde Sayın Bakan ve
bürokratları müdahale ettiler. Konu yargıya taşındı. Ben bu konuyla
ilgili beş soru önergesi verdim. Şimdi bu yargı sürecini yakından
takip ediyorum. Mahkeme heyeti ve savcıyla birilerinin görüştüğü
yönünde duyumlar alıyorum. Yargı bağımsızdır. Yargıyı rahat bırakmalarını
kendilerine tavsiye ediyorum, çünkü, gün gelecek, o yargının adaletine
en çok onlar ihtiyaç duyacak. Kimse yargının işine karışmasın ve
herkes yaptıklarının sonucuna katlansın arkadaşlar.
Bu davanın ayrıntılarına
girmek istemiyorum, ama, bu elimdeki belgeyi size okumak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, Millî Eğitim Vakfının genel kurulu 28 Mayıs 2006 tarihinde
yapıldı. Ancak, bu genel kurul evrakları, oy pusulaları 29 Mayıs
2006'da…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla)
- …29 Ekim 2006, saat 14.00'te teslim edilmiş. Yani, bir gece birilerinde
kalmış. Teslim tutanağı da elimde değerli arkadaşlar. Sanırım ki
bu evrakların kimde kaldığını Sayın Bakan iyi biliyordur.
Değerli arkadaşlarım,
ayrıca, bu hafta 43'üncü Kütüphane ve Kütüphanecilik Haftası ve
kütüphanelerimiz yerlerde sürünüyor. Bundan dört beş ay önce komisyona
bir kütüphanecilikle ilgili yasa geldi, ama, bir türlü komisyondan
buraya kütüphaneler, Kütüphanecilik Yasası inmiyor. Şu anda bir
iki rakamla -sabrınızı rica ediyorum Sayın Başkan- bunlar, gerçekten,
yüce Meclisin bilgilerine aktarmamız gereken bilgiler. Mevcut
halk kütüphanesi sayısı 1.178; hâlen kapalı kütüphane sayısı 117;
60 adet gezici kütüphaneden yaklaşık 50 tanesi ödenek ve personel
yetersizliğinden çalışamıyorlar. Kütüphaneler Genel Müdürlüğünün
2.388 personeli var. Bunlardan sadece 348 tanesi kütüphanecilikle
ilgili kişiler değerli arkadaşlarım ve kadro yetmezliğinden dolayı
kütüphaneleri yok saymışız. Aslında, kütüphaneler -ki, Osmanlı
döneminden başlayan altı yüz yıllık bir birikimdir- bir ülkenin bilgi
birikimi, kültür-sanat değerleridir, ışığıdır. Fakat, her konuda
tarihle, geçmişle ilgili bilgiler aktarırız, ama, eyleme gelince
bunları unuturuz.
Değerli arkadaşlarım,
bu anlaşmanın 5'inci maddesiyle spor alanında iki ülke arasında
dostluk bağlarının pekiştirilmesi amaç ediliyor. Uluslararası müsabakalarda
Türkiye adına yarışan ve şampiyonluklar elde eden Etyopya kökenli
Elvan Abeylegesse'yi burada telaffuz etmek, sanırım ki, haksızlık
olmaz ve kendisini de kutluyorum. Elvan 5 bin metrede dünya rekorunu
kırmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
biz, eğitimde, kültürde, sporda ve daha farklı olan bu anlaşmalarla,
sanıyorum ki, sadece uluslararası ilişkilerde değil -Sayın Özay
da ifade etti- işkencenin kabulünden ve yapılanmasıyla biz önce
kendi ülkemiz…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
lütfen, teşekkür için buyurun.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla)
- …önce kendi ülkemiz için bunları yapıp daha sonra ülkeler arasında
tabii ki bu ilişkileri yerine getirmemiz gerekiyor.
Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Şimşek.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakikalık
süre veriyorum. Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı'nın açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 212
Kabul : 212 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
6'ncı sırada yer alan,
Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun 29 Kasım 2006 - 8 Aralık
2006 Tarihleri Arasında İstanbul'da Yapılmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti
ile Uluslararası Denizcilik Örgütü Arasında Mutabakat Muhtırasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
7.- Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun
29 Kasım 2006 - 8 Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbul’da Yapılmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü Arasında
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1222) (S. Sayısı:
1243) (xx)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 1243
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yakup Kepenek, Ankara
Milletvekili.
Buyurun Sayın Kepenek.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YAKUP
KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
zamanın geç olduğunun, bugün bir millî maç olduğunun bilinciyle, konuşmamı
olabildiğince özet ve kısa tutmaya çalışacağım. Üzerinde konuştuğumuz,
görüşeceğimiz 1243 sıra sayılı Denizcilik Komitesinin 82. Oturumunun
-dikkat edin- 29 Kasım-8 Aralık Tarihleri Arasında İstanbul'da Yapılmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü Arasında
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini
açıklamak üzere söz aldım.
Değerli arkadaşlar,
önce, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum; ancak, şimdi görüşeceğimiz,
onaylayacağımız mutabakat muhtırası aylar önce yapılmış olan bir
toplantıya ilişkindir. O toplantı yapıldı, bitti. Biz -ne derler
halk arasında- istim arkadan gelsin mantığıyla yapılmış, bitmiş toplantının
yasal düzenlemesini, anlaşmasını şimdi, üç dört ay sonra Meclis
gündemine getiriyoruz ve onaylıyoruz. Önce, tek başına bu gecikmeli
uygulamanın, bu gecikmenin hiç de doğru bir tutum olmadığını, yasa
yapma anlayışına, yasama organının saygınlığına gölge düşüren
bir nitelik taşıdığını vurgulamak isterim.
Gerek kendi iç işlerimizle
ilgili olarak gerekse uluslararası örgütlerle ilgili olarak çıkardığımız
yasaların ya da çıkaracağımız düzenlemelerin bu derece savsaklanması,
bu derece bir tarafa itilmesi, aslında gerçekte Hükûmetimizin, yasama
organını beş yıla yakın bir süredir nasıl önemsiz tutmak istediğinin
ayrı bir göstergesidir. Oysa yüzde 100'e yakın oranda yasalar tasarı
olarak geliyor, yani, Hükûmetin önerisi olarak geliyor, milletvekillerinin
yasa teklifi hazırlamaları çok sınırlı kalıyor. Yasama denetimi
yapılmıyor. Haftalardır, ne haftalardır, aylardır sözlü sorular
görüşülemiyor. Yine, verdiğimiz onca araştırma önergesi gündeme
alınmıyor, bekletiliyor. Yine, verdiğimiz yazılı soru önergeleri
de ya çok gecikmeli yanıtlanıyor ya da çoğu kez sorduğumuz soruya
değil de başka konulara ilişkin cevaplarla geçiştiriliyor.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağın sonuna eklidir.
(xx) 1243 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bunlara değindikten sonra asıl konumuza gelelim. Asıl konumuz şu:
Biz, Nazım'ın dediği gibi, dört nala gelip uzak Asya'dan bir kısrak başı
gibi Akdeniz'e uzanan, bu memleketin çok şanslı bireyleriyiz. Ancak
şunu baştan söyleyeyim ki, denizlerimizden yararlanma yönünde aynı
mutluluğu, aynı başarıyı, aynı beceriyi gösterdiğimiz söylenemez.
Üç tarafı denizlerle çevrili olan bu ülkenin 73 milyon dolayındaki
insanı denizlerden yeterince yararlanamıyor.
Çok kolaydır, Yunanlılarla
kara suları sınırı nerede olacak, Ruslarla Karadeniz'i nasıl kullanacağız
ya da Montrö Anlaşması'nın ülkemize sağladığı kazanımları nasıl
koruyacağız konularında konuşmak, ahkâm kesmek, söz söylemek, ama
iş, denizleri iyi kullanma, doğru kullanma, onlardan halk yararına
yararlanma noktasına geldiği zaman bunun hiç de başarılı bir süreç
izlemediği, hiç de başarılı olmadığı çok açıktır. Nasıl açıktır,
hemen belirteyim:
Değerli arkadaşlar,
önce denizlerdeki taşımacılık, gerek yolcu taşımacılığı gerek
yük taşımacılığı, çok ucuz olmasına karşın, çevre dostu olmasına
karşın, çevreyi kirletme düzeyi çok az olmasına rağmen bir türlü gelişmiyor.
Değerli arkadaşlar,
önce şunu söyleyeyim, bu konudaki istatistikler çok gecikmeli yayınlanıyor.
Elimizde İstatistik Enstitüsünün en son verilerine göre, ulaştırma
istatistikleri -denizcilikle ilgili olanlar- 2003'te sona eriyor.
Aradan dört yıl geçti, -daha sonra başka bir münasebetle değineceğim-
İstatistik Enstitüsünün özellikle bu konulardaki istatistiklerini
çok daha hızlı, çok daha kısa sürelerde yayınlamasında yarar var. Bu
veriler ne diyor? 1999'a göre, 2003'e kadar Türkiye'de yük taşımacılığında
kara yollarının payı hızla artmış, buna karşılık deniz yollarının
payı büyük ölçüde azalmıştır. Önce, bunun üzerinde durmak gerekir.
Kara yollarının payı, yüzde 89,9'dan yüzde 91,4'e yükselmiştir. Yolcu
taşımacılığındaki kara yolları payı da yüzde 94,8'den yüzde 95'e
yükselmiştir, yani, yüzde 100'e yakın bir kara yolu ağırlığı vardır.
Peki, deniz yollarının durumu nedir? Yük taşımacılığında, sadece
yüzde 5'in altında, 4,9; demir yollarının payı da yüzde 5. Yolcu taşımacılığına
gelelim: Yolcu taşımacılığında, deniz yolları yok denecek durumda,
demir yollarının payı 3,4; hava yollarının payı -son yıllarda büyük
ölçüde arttı, onun da altını çizelim- yüzde 1,6; 2003 verileriyle.
Buradan şuna gelmek
istiyorum: Türkiye, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, büyük çabalarla,
1 Temmuz 1926'dan bu yana, kendi limanları arasında yük ve yolcu taşımacılığının
Türk bayrakları taşıyan gemilerle yapılması hakkını elde etti,
ancak, bu konudaki gelişmeler hiç de arzu edildiği gibi, istenildiği
gibi gitmiyor. Son günlerin tartışmaları bir kez daha gösteriyor
ki, limanlarımız arasında kendi gemilerimizle taşımacılıkta da
kimi sıkıntılar var ve bunların bir an evvel giderilmesi gerekiyor.
Bu nokta bir tarafa, denizlerimizde yolcu taşımacılığı artık yapılmıyor.
Devletin elindeki gemileri, şimdiki ve ondan önceki hükûmetler sattılar,
devletin, kamunun elinde gemi kalmadı. Özel girişimimiz de ne kadar
okşarsak okşayalım, ne kadar özendirirsek özendirelim, deniz ulaşımına,
yolcu taşıma anlamında hiç de yakın durmuyor ve Türkiye, bu nedenle,
yük ve yolcu taşımacılığında denizlerin kullanımı bakımından,
gerçekten içler acısı bir durumdadır, gerçekten yürekler acısı bir
durumdadır ve bunun mutlaka şu veya bu şekilde düzeltilmesi, bunun
şu veya bu şekilde yeniden ele alınıp, taşımacılığın kara taşımacılığından
deniz taşımacılığına kaydırılmasında büyük yarar var. Bu sabah
radyolarda vardı. Türkiye'de ilk trafik kazası, karada tabii, 1910
yılında bugün olmuş. Türkiye, kara yollarında yük ve yolcu taşımacılığında
yüzde 95'lere varan uygulamasıyla ve onca cana mal olan, onca mala
mal olan kayıplarıyla, denizlerini doğru ve iyi değerlendirememenin
sıkıntısını yaşıyor.
Özellikle, 1946'dan
sonra, Amerika Birleşik Devletleri'nin yardım komisyonlarının da
önerisiyle, Türkiye, demir yolu ve deniz yolu ağırlıklı ulaştırma
sisteminden tümüyle kara yolu ağırlıklı ulaştırma sistemine geçmiş
ve bu, ülkemiz için çok büyük maliyetlere yol açan, çok büyük sıkıntılara
yol açan bir sonuç doğurmuştur. Bu durumun planlı, programlı bir biçimde
ve bir ulaştırma planıyla mutlaka düzeltilmesi gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar,
denizlerden yararlanma konusunda ikincil bazı önerilere geleceğim.
İkincil ama, hiç de önemsiz olmayan bir nokta var, o da şudur: Türkiye,
denizlerinin balık varlığından da yeterince yararlanamıyor. Cumhuriyet
Halk Partili arkadaşlarımın balıkçılık komisyonu kurarak, ülkemizin
üç denizinin kıyılarında ve iç sularında balıkçılık üzerine yaptıkları
incelemeler şunu çok net olarak gösteriyor ki, Türkiye, balık avlama
ve yetiştirme ve de kullanım yönünden dünya fukarası bir ülke özelliği
taşıyor. Türkiye'de kişi başına balık tüketimi, yılda, 2004'te 7,8
kilogramdır, yılda, yılda! Bu, dünyanın sonuncu sıralarında yer
alan bir orandır, çünkü, diğer ülkelerde bu, kişi başına 10 ila 100 kilo
arasında değişmektedir balık tüketimi. Yine, 2002 verilerine göre,
dünya balıkçılık üretiminde Türkiye'nin payı binde 6'dır ve bu pay
ile Türkiye dünya balıkçılık sıralamasında sonuncu sıralarda
yer almaktadır. Yine, bir başka nokta var: Türkiye'de deniz balıkçılığı
önemlidir, yüzde 70 dolayında paya sahiptir, ancak, deniz balıkçılığının
-gerek trolle avlanma gerek diğer nedenlerle- korunmadığı, kollanmadığı
ve bu nedenle de uzun dönemde zarar gördüğü bilinmektedir.
Bu çerçevede belirtilmesi
gereken kimi önlemlere de değineyim izninizle. Onlardan bir tanesi
şudur: Türkiye, kıyılarında bir master plan, bir kıyı düzenleme planı
yapmış değildir. Kıyılarına nasıl sahip çıkacağının planını,
programını yapmayan bir ülke konumundayız, bu ayıbın bir an önce giderilmesi
gerekmektedir.
Bunun yapılmasının
ötesinde bir şey daha söyleyeyim bu kıyıları kötüye kullanmamızın
bir örneği olarak. Şimdi, değerli arkadaşlar, Doğu Karadeniz şeridinde
yapılan yol tamamlanmak üzere, ülkemize, halkımıza hayırlı, uğurlu
olsun. Karadeniz insanı yolsuzluktan, her iki anlamda yolsuzluktan
çok çekti, ama, bu yola sahip olmak önemlidir, olumludur, doğrudur,
hayırlı olsun. Ama, başka bir şey var. Doğu Karadeniz'de yapılan yolun
-ki ben baştan beri bu haliyle yapılmasına karşıydım, onu da vurgulayayım-
bu iyi olan yolun iki noktada irdelenmesi, değerlendirilmesi gerekir.
Bunlardan bir tanesi, bu yolun maliyetidir. Türkiye Cumhuriyeti
bu yolu kilometre başına kaç liraya mal etmiştir? Bu yolun başta keşif
bedeli ne kadardı? Şu anda, tamamlandığında, o keşif bedeline göre
ne kadar bir tutar, bir miktar ödenmektedir? Bu maliyetin, halkımıza
doğru dürüst ve açıkça söylenmesi lazımdır. Yüce Meclisin en temel
görevlerinden biri budur. Doğu Karadeniz yolunun maliyeti nedir?
Bunu niye söylüyorum? Denizcilikle bağı olduğu için söylüyorum. İkincisi:
Yine aynı yolun, Doğu Karadeniz kıyı yolunun uzun dönemde halkın
denizle bağını keserek ülkeye vereceği maliyet ne kadardır? Yani,
Türkiye bu kıyı boyu yol yaparak ne kazanmaktadır uzun dönemde, ne
kaybetmektedir? Bunun da hesabının çok doğru yapılmasında yarar
var.
Değerli arkadaşlar,
yine Cumhuriyet Halk Partisinin araştırmalarının verilerine göre,
Türkiye denizlerinde 60 dolayında batık gemi vardır. Karadeniz
kıyılarında yine zehirli variller bir zamanlar büyük bir dert oluşturuyordu.
Denizlerimizin bu anlamda temizlenmesinde çok büyük yarar olduğunu
düşünüyorum, bu işin bir an evvel yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak şunu söyleyeyim:
Denizcilik, kurumsal yapısı itibarıyla, çalışması itibarıyla
son zamanlarda gerek gemi yapımında gerekse yat yapımında büyük
gelişmeler kaydetmesine karşın üvey evlat muamelesi görmemelidir.
Yani, devletin, denizcilerin, balıkçıların eğitiminden sosyal
haklarına kadar her konuda desteğe ihtiyacı olduğunu bilmesinde
yarar vardır. Yine, bunun gibi, karada kurulacak olan balıkçılık
tesislerinin, göllerin kenarında kurulacak balıkçılık tesislerinin
de çevreye zarar vermeyen bir özellik taşıması ve kesinlikle yöre
halkının istekleri doğrultusunda çalışmalarının sağlanması gerekmektedir.
Bütün bunların yapılması
neyi getirecektir? Bütün bunların yapılması şunu getirecektir:
Türkiye, denizcilik açısından da hakkı olduğu ve üç tarafının denizlerle
çevrili olmasından doğan olanakları, avantajları, getirileri
doğru kullanan, halkının yararına kullanan, onun refahı için denizlerden
yararlanan bir ülke durumuna gelecektir. Umarım, bu tür toplantılar,
bu tür anlaşmalar, bu tür konuşmalar, böyle bir denizci Türkiye oluşumuna
katkıda bulunur.
Bu düşüncelerle hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Bu arada, millî maçımızda da başarılar
diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Kepenek,
süreyi tam kullandığınız için teşekkür ediyorum.
YAKUP KEPENEK (Devamla)
- Ben teşekkür ederim.
BAŞKAN - Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
DENİZ EMNİYETİ KOMİTESİNİN
82. OTURUMUNUN 29 KASIM 2006 - 8 ARALIK 2006 TARİHLERİ ARASINDA İSTANBULDA
YAPILMASINA DAİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE ULUSLARARASI DENİZCİLİK
ÖRGÜTÜ ARASINDA MUTABAKAT MUHTIRASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU
HAKKINDA KANUN TASARISI
MADDE 1- 10 Mayıs 2006
tarihinde Ankara'da imzalanan "Deniz Emniyeti Komitesinin
82. Oturumunun 29 Kasım 2006 - 8 Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbul'da
Yapılmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik
Örgütü Arasında Mutabakat Muhtırası"nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rasim Çakır, Edirne
Milletvekili.
Buyurun Sayın Çakır.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA RASİM
ÇAKIR (Edirne ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Deniz Emniyeti Komitesinin 82'nci Oturumunun 29 Kasım-8
Aralık 2006 tarihleri arasında İstanbul'da yapılmasına dair Türkiye
Cumhuriyeti devleti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü arasında
mutabakat muhtırasının onaylanması ile ilgili kanun teklifinin
1'inci maddesinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Uluslararası Denizcilik Örgütü, Birleşmiş Milletlere bağlı bir
ihtisas örgütüdür. Merkezi Londra'da bulunan, 166 ülkenin üye olduğu
bir ihtisas örgütüdür. Deniz Emniyeti Komitesi de, Uluslararası
Denizcilik Örgütünün altı alt komitesinden bir tanesidir.
Uluslararası Denizcilik
Örgütü, genel olarak, deniz kazalarının minimuma indirilmesi, önlenmesi
ve denizlerdeki çevre kirliliğinin, deniz kirliliğinin önüne geçilmesi
ile ilgili uluslararası kuralları belirlemeye yetkili olan bir
örgüttür. Bu örgüt, 82'nci oturumunda ilk defa Londra'nın dışında bir
başka kentte toplantının yapılmasına dair bir karar almış ve bu yerin
de İstanbul olması, İstanbul'un ve Boğazların deniz emniyeti, deniz
trafiği ve kirliliği ile ilgili sıkıntılarının bu örgüt üyesi ülkeler
ve uzmanlar tarafından yerinde görülmesi, tespit edilmesi ve bu sorunların,
sıkıntıların aşılmasına yönelik önlemlerin alınması, önerilmesi
noktasında, Türkiye açısından gerçekten çok önemli olmuştur ve bu
toplantı, Sayın Ulaştırma Bakanının da katıldığı bir biçimde, 29
Kasım-8 Aralık tarihleri arasında İstanbul'da yapılmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
İstanbul Boğazı, her ne kadar, 45 milyon dolar para harcanarak VTS
sistemiyle donatılmış olmasına rağmen, hâlâ, günümüzde deniz trafiği
açısından risk taşıyan ve her an, İstanbul'da oturan vatandaşlarımızın
büyük bir gemi kazasına maruz kalabileceği bir noktadadır. Her ne
kadar elektronik sistemler bu kazaların önlenmesine yönelik önemli
adımlar atılmasına sebep olmuşsa da, Boğaz'dan geçen gemilerin kılavuz
alma zorunluluğunun olmayışı, Boğaz'ın kendine özgü akıntı ve yapısının
bulunması, kazaları belki sıfıra indirmek mümkün değil ama, bugün
de -geçtiğimiz günlerde yine şahit olduk- İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında
deniz kazalarının zaman zaman olmasına sebep olmaktadır.
Türk Boğazları, özellikle
İstanbul Boğazı, 1953 yılından 2002 yılına kadar 461 deniz kazasına
şahit olmuştur. Bu kazaların yüzde 10'u, 110 tanesi sol seyir düzeninden
-bu, 1953 ile 1982 yılları arasındaydı biliyorsunuz bu düzen- 269 tanesi
sağ seyir düzeninden, yani 1982 ile 1994 yılları arasında, 82 tanesi
tüzük döneminden, 1994 ile 2002 yılları arasında meydana gelmiştir.
Yine, İstanbul Boğazı'nda
meydana gelen bu dönemdeki deniz kazalarının 209 tanesi çatışma,
138 tanesi oturma, 77 tanesi kıyıya bindirme, 28 tanesi yangın veya
patlama, 9 tanesi de dümen kilitlenmesi, makine arızası, bayılma
türündeki kazalardan oluşmaktadır. Yani, alınan, Türkiye, Boğaz
trafiğinin emniyetiyle ilgili üzerine düşen vecibeleri yerine
getirmesine rağmen, Montrö Sözleşmesi gereği uluslararası gemilerin
kılavuz kaptan alma zorunluluğunun olmayışı, hâlâ Boğazlarımızın
her an tehlikeli bir kazayla karşı karşıya olduğunu bizlere ifade
etmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
bu toplantı 29 Kasım-8 Aralık tarihleri arasında İstanbul'da yapılmış
ve ülkemiz açısından olumlu neticeler getirdiğine inanıyoruz.
Yalnız, çevreyle ilgili,
deniz kirliliğiyle ilgili, yine, bu 22'nci Dönemde çıkardığımız
Çevre Yasası'na paralel olarak, Boğazlarda ve İstanbul kıyılarında
deniz kirliliği yönünden kontrol ve ceza kesme yetkisi büyükşehir
belediyelerine bakanlık tarafından yetki devredildiği için, maalesef,
bu konularda henüz daha olumlu ve yeterli adım atabilmiş değiliz.
Kara sularımızda,
gerek Karadeniz'de gerek Akdeniz'de gerek Ege Denizi'nde, deniz kazaları
sebebiyle, çok ciddi, çok önemli deniz kirlilikleriyle maalesef
karşı karşıya kaldık petrol tankerleri ve diğer kazalarla ilgili
ve deniz kazaları, ülkemiz denizleri açısından her zaman bir risk,
bir tehdit olarak, maalesef, çözmek zorunda olduğumuz bir sorundur.
Bu vesileyle yapılmış
olan bu toplantının hayırlı olmasını diliyorum ülkemize ve anlaşma
yasasına Cumhuriyet Halk Partisi olarak olumlu oy kullanacağımızı
ifade eder, hepinizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çakır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.27
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.37
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81'inci Birleşimi'nin Üçüncü Oturumu'nu
açıyorum.
1243 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, tasarının
2'nci maddesini okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Halil Akyüz, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun Sayın Akyüz.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALİL
AKYÜZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası
Denizcilik Örgütünün Deniz Emniyeti Komitesinin İstanbul'da yaptığı
toplantının şimdi kararını almak üzere söz almış bulunuyorum, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
Arkadaşlar, Deniz Emniyeti
Komitesinin toplantısı 29 Kasım-8 Aralık tarihleri arasında İstanbul'da
yapıldı. Biz, önce, bu toplantı için bu kanunu, kararı buradan geçirecektik.
Bu sözleşme, Meclise, bu toplantı için gelmişti. Bu toplantıdan önce
de bu Meclisin gündemine geldi, fakat müzakere edilmedi, nedense
geri çekildi. Şimdi, biz, bu toplantının arkasından gidiyoruz. Bütün
olayların arkasından sürüklendiğimiz gibi, bu olayın da arkasından
sürükleniyoruz. Aslında, bu, doğru bir şey değildir, uygulama yapılmıştır.
Türkiye, Deniz Emniyeti
Komitesinin Türkiye'de yapılmasını talep etmiştir. Uluslararası
Denizcilik Örgütü de bizim bu talebimizi onaylamıştır genel kurulunda,
24'üncü genel kurulunda onaylamıştır. Uluslararası Denizcilik Örgütü
Deniz Emniyeti Komitesinin toplantısı ilk defa Londra dışında
bir yerde yapılmaktadır. Bu, 82'nci toplantıdır ve 81 toplantının tamamı
Londra'da yapılmıştır. Niye Türkiye'de yapılmasına karar verildi?
Başka ülkeler talep etmiyor mu kendi ülkelerinde bu toplantının
yapılmasını? 166 üyesi olan çok önemli bir örgüt bu. Türkiye'nin talebi,
İstanbul'un ziyaret edilmesi bakımından, Boğazlardaki sorunların
yerinde görülmesi bakımından, 166 ülke, oy birliğiyle, toplantının
İstanbul'da yapılmasına karar verdi. Tabii, İstanbul'u dünyada kim
görmek istemez ki?
Derler ki, İstanbul
dünyanın önemli kentlerinden biri. Bu doğru değil; İstanbul dünyanın
en önemli kentidir arkadaşlar. Dolayısıyla, 166 ülke, oy birliğiyle,
bu toplantının İstanbul'da yapılmasına bu nedenle karar vermiştir.
Ama, biz, gene, misafirperverliğimizi yapmışızdır. Sözleşmede olduğu
üzere, her türlü misafirperverliğimizi yapmışız, masraflarını
karşılamışız. Diplomatik muafiyetlerini tanımışız, başka toplantılarda
olduğu gibi. Ama, bunlara ne göstermişiz, biliyor musunuz arkadaşlar?
İstanbul'un kirli sahillerini göstermişiz. Yani, dünyanın bu en
önemli kentinin, en güzel kentinin, en tarihî kentinin, sanatı ve
kültürü en yüksek olan kentinin sahillerinin kirliliğini göstermişiz.
Şimdi, İstanbul'da,
gelmiş geçmiş belediye başkanları ahkâm keserler; büyük hizmetler
yapmışlar… İyi de, Florya'dan denize girebiliyor muyuz? Suadiye'den
denize girebiliyor muyuz? Zaman zaman belediye başkanları bir büyük
çalışma yaparak sahili yüz metre temizlerler, "gelin, denize
girin, bakın, burada koli basili yok" derler, bir yüz metre sahil,
İstanbul'da denize giriliyor izlenimini verirler, büyük hizmet
yaptıkları izlenimini verirler; fakat, birkaç hafta sonra oralarda
ölçümler yapılır, "koli basili insan sağlığı için tehlikeli
boyutlardadır, sakın buradan denize girmeyin" kararı alınır.
AHMET ERSİN (İzmir) -
Hangi belediye başkanı?
HALİL AKYÜZ (Devamla)
- Tabii…
Başka bir şey söyleyeyim
size: Eğer, Boğaz'da alttan ve üsten akıntı olmasaydı var ya, bizim Karadenizliler
Boğaz'a çoktan inşaatları yapmıştı bile, çoktan Boğaz dolmuştu. Yani,
Boğaz'ın böyle temiz kalması, bizim başarımız değildir, doğanın,
tabiatın bir başarısıdır.
Şimdi, arkadaşlar,
tabii, bizim Boğazlardan seyrüsefer sorunlu. O nedenle bizim birtakım
engeller koymamız gayet doğaldır. Ama, koyduğumuz engeller uluslararası
anlaşmalara aykırı olduğu zaman bize ceza yazıyorlar, önümüzü
kesmeye kalkıyorlar ve bizim, Boğazlarda kaza yapan yabancı gemilerden
doğru dürüst bir tazminat aldığımız da vaki değil. Yani, bu, çevreyle
ilgili konuşurken, tabii, Çevre ve Orman Bakanı dinliyor.
Benim beklentim şudur
arkadaşlar: İstanbul'un sahillerinden denize girilecek. Çünkü,
İstanbul'un sahillerini kirleten deniz değildir, balıklar değildir,
hatta, büyük ölçüde, geçen gemiler de değildir. Kirliliğin yüzde
10'u geçen gemilerden kaynaklanıyor.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Kocaeli) - Yüzde 5'i.
HALİL AKYÜZ (Devamla)
- Yüzde 5'i kaynaklanıyor. Hesap etmişsiniz, güzel; üzerinde duracaksınız,
öyle anlaşılıyor.
Nereden kirleniyor
deniz? Yerleşim alanlarından kirleniyor. Yani, biz bu yerleşim alanlarında
doğru dürüst bir kanalizasyon sistemi kuramamışız ve biz övünüyoruz!
Arkadaşlar, İstanbul gibi kenti olan bir ülkenin dünyada kredisinin
hiç bitmemesi lazım, hiç bitmemesi lazım. Böyle bir kente sahip olan
bir ülke, dünyanın en şanslı ülkesidir; ama, yaptırdığımız, uyguladığımız
şehircilik son derece ilkel; kanalizasyonu olmayan, bütün atıklarını
denize akıtan bir kent! Olacak şey mi bu ya? Bu olacak şey mi ya?
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa)
- Kule yapacağız! Kuleci bunlar, kuleci.
HALİL AKYÜZ (Devamla)
- Yani, bunu önlemek zor bir şey mi?
Sevgili belediye
başkanları, İstanbul'da belediye başkanlığı yapmış arkadaşlar;
bu, önlenemeyecek bir sorun mudur?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Yapıyoruz işte.
HALİL AKYÜZ (Devamla)
- Yapıyorsunuz! Önce kaçak inşaatları yaptırıyorsunuz, ondan
sonra kanalizasyon yapmaya kalkıyorsunuz.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul)
- Biz yaptırmadık, bizden öncekiler yaptırdı onları.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Kaçak inşaatları
yıkıyoruz. Uyum villaları yıkıldı. Villalar yıkıldı Halil Bey!
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Şimdi, İstanbul
kentinin bu büyük önemi karşısında, bütün görevliler, bütün belediye
başkanları, Çevre Bakanı büyük bir seferberlik ilan ederek İstanbul'un
sahillerini temizlemelidir. Biz, İstanbul'u dünyaya tertemiz,
pırlanta gibi, inci gibi bir kent olarak sunmalıyız. "Ya, niye
bize turist gelmiyor?" İşte o zaman bakın, nasıl turist geliyor.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Kocaeli)
- İki buçuk sene sonra İstanbul'un atık sularının tamamı arıtılmış
olacak.
BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, karşılıklı
konuşma usulümüz yok. Lütfen Sayın Bakan. Olur mu Sayın Bakan!
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Sayın Bakan, yani,
öyle anlaşılıyor ki…
HALUK KOÇ (
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Hayır, hayır,
Sayın Bakan diyor ki: "İki buçuk sene daha en az bu görevdeyim. Yani, eğer beni bu görevde
tutarsanız, ben bu sahilleri temizleyeceğim." Ama, ne olursa
olsun, kim gelirse gelsin, kim giderse gitsin, İstanbul'u temizlemeliyiz
arkadaşlar.
Şimdi, biliyorsunuz,
Boğazlar, 1918'de, yani Birinci Cihan Harbi'nden sonra bizim kontrolümüzden
çıktı, müttefik devletlerin kontrolüne verildi, taa 1933'e kadar.
1933'te, Lozan Konferansı'yla aldığımız hakkı, bir de bir ölçüde tescil
ettik, ama 1936'da Boğazları kontrolümüze alabildik.
Arkadaşlar, 1945 ve
1946 yıllarında, İkinci Cihan Harbi sonunda, Rusya Boğazlar üzerinde
hak talep etmeye başladı. Boğazlardan geçişin, sadece, Boğazlarda
kıyısı olan…
Doldu mu zamanım?
BAŞKAN - Lütfen devam
edin Sayın Akyüz.
HALİL AKYÜZ (Devamla)
- Birkaç dakika vereceksiniz, çünkü Lozan'dan söz edeceğim, Boğazlardan
söz edeceğim.
BAŞKAN - Sayın Akyüz,
heyecandan unuttunuz galiba, buyurun.
HALİL AKYÜZ (Devamla)
- Şimdi, 1945 ve 1946'da, İkinci Cihan Harbi bitti, Ruslar, harbe girmemiş
olan Türkiye'den, Birinci Cihan Harbi mağlubu sayılan, ama bu mağlubiyeti
asla kabul etmeyen Türkiye'den, İkinci Cihan Harbi'nin sonunda intikam
alacaklar, dolayısıyla, Boğazların statüsünü kendi istedikleri
gibi düzenleyecekler… Rusya bize iki tane nota veriyor ve bu iki notayı
da, Türkiye Cumhuriyeti reddediyor, kabul etmiyor. Şimdi, yakın
geçmişimizde, 11 Eylül terör olayından sonra Amerika Karadeniz'de
önemli bir güç, deniz gücü bulundurmak istiyor. Tabii, Bulgaristan'da,
Azerbaycan'da, Ermenistan'da filan birtakım güçleri var, bir hayli
güçleri var, gerek ikili anlaşmalarla gerekse NATO çerçevesi içinde
birtakım güçlerini barındırmış, yerleştirmiş, konuşlandırmış,
ama, daha önemlisi, Karadeniz'de birtakım güçlerini konuşlandıracak,
oradan "Büyük Orta Doğu Projesi"nin gerçekleşmesine katkı
sağlayacak, belki de İran üzerindeki projelerini gerçekleştirecek…
Türkiye, bu talebi reddetmiştir. Tabii, reddetmesi gerekiyordu.
Çünkü, Karadeniz de bizim coğrafyamızdan.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akyüz,
lütfen, toparlayınız.
Buyurun.
HALİL AKYÜZ (Devamla)
- Toparlıyorum.
Nasıl, Güneydoğu Anadolu
coğrafyamızı kullandırmadıksa, Karadeniz'deki kara sularımızı
da kullandırmaya izin vermedik. Bu, doğru bir karardı.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
çok önemli olan bu Deniz Emniyeti Komitesi, gerçekten, uluslararası
deniz sularında gemilerin sağlığı bakımından, gemilerin denizleri
kirletmemesi bakımından, seyrüseferlerin ve ticari taşımacılığın
daha sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi bakımından gereklidir,
doğrudur, olumludur. Bu sözleşmeye, elbette, olumlu oy vereceğiz.
Hepinizi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Akyüz.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Erdal Karademir,
İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın Karademir.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ERDAL
KARADEMİR (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Deniz Emniyeti
Komitesinin 82. Oturumunun 29 Kasım 2006-8 Aralık 2006 Tarihleri
Arasında İstanbul'da Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın 3'üncü
maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletlerin ihtisas organı olan Uluslararası
Denizcilik Örgütü IMO, denizde güvenlik, seyrüsefer etkinliği,
gemilerden kaynaklanan deniz kirliliğinin önlenmesiyle ilgili
kontrolü, bunlarla ilgili kural ve standartları belirleyen uluslararası
bir örgüttür. Merkezi İngiltere-Londra'da olan Uluslararası Denizcilik
Örgütü 1958 yılında kurulmuş, 166 üye ülkeden bir tanesi de Türkiye
Cumhuriyeti devletidir. Bu örgütün Deniz Emniyeti Komitesi, örgütün
en ana komitelerinden bir tanesidir. Deniz Emniyeti Komitesinin
82'nci dönem toplantısını 29 Kasım-8 Aralık 2006 tarihleri arasında
İstanbul'da yapmış olması bizleri sevindirmiştir; ama, bu yasa tasarısı,
diğer konuşmacı arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, yapılmış
bir toplantı; ama, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bunu, yapılmış
bir toplantının kararlarını bu tarihte almamız da bir eksiklik diye
düşünüyorum.
Bu komitenin ilk defa
İngiltere dışında başka bir ülkede yapılmış olması ve bu toplantının,
yine, İstanbul'da yapılıyor olması, ülkemiz için önemli bir kazanımdır.
Bu anlamda, bu kanun tasarısını önemsiyoruz, destekliyoruz. Bunu
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, bugüne kadar birçok uluslararası örgüt ve uluslararası
sözleşmeye katılan ve imzalayan bir ülkedir. Bu yaklaşım bizleri
sevindiriyor; ama, önemli olan, uluslararası örgütlere katılmak
veya uluslararası sözleşmelere imza atmak değildir, bu örgüt ve
uluslararası sözleşmelerin kararlarını yaşama geçirmektir. Ne
yazık ki, ülkemizi yönetenler, üyesi olduğu uluslararası örgütlere
göstermelik olarak katılıyorlar ve alınan olumlu kararları da, ne
yazık ki, Türkiye'de uygulamıyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
Uluslararası Denizcilik Örgütünün en önemli görevlerinin başında,
deniz kirliliğinin önlenmesine yönelik kural ve standartları
oluşturmak ve uygulamasını denetlemektir. "Ülkemiz, deniz
kirliliğine yönelik kural ve standartları uyguluyor mu" diye
baktığımızda -sanırım denizlerimize baktığımızda, gerek Karadeniz,
gerek Ege Denizi, gerek Akdeniz- hiç de bunun böyle olmadığını beraberce
görebiliriz. Bu sorunlara olumlu cevap vermek elbette mümkün değil.
"Neden" derseniz, denizlerimize, kıyılarımıza hep beraber
bakarsak, nedenlerini de anlamak mümkündür. Bunu biraz daha geliştirirsek,
tabii, ülkemizi yönetenlerin, önce, başta Adalet ve Kalkınma Partisinin
ve yine onun Çevre Bakanı Sayın Osman Pepe'nin uygulamalarıyla çok
somut görmek mümkündür. Bu konuda çok somut örnekler vermek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, sizlere şunu hatırlatmak istiyorum: Deniz kirliliğiyle
ilgili, AKP Hükûmetinin ve Çevre Bakanı Sayın Osman Pepe'nin tutumuyla
ilgili çok somut bir örnek: 25/2/2000 tarihinde İskenderun Limanı'na
demir atan ve dört buçuk yıl orada demirli iken 6/9/2004 tarihinde taşıdığı
tehlikeli atıkla birlikte batan Ulla Gemisini hatırlamanızı istiyorum.
Tehlikeli atık taşıdığı bilinen Ulla Gemisi'nin tam dört buçuk yıl
Türk kara sularında batmasına resmen göz yumulmuştur. Bu olay için
Çevre ve Orman Bakanının açıklaması herkesi şaşırtmıştır. Sayın
Bakan Osman Pepe, aynen, bu olaydan sonra şu açıklamayı yapmıştır:
"Akdeniz'de akıntı vardır, on beş-yirmi gün içinde akıntı bu tehlikeli
atıkları geminin battığı yerden alır götürür. Böylece, İskenderun
Körfezi de bu tehlikeli atıktan kurtulur" demiştir.
EYÜP AYAR (Kocaeli) -
Anlamamışsın.
ERDAL KARADEMİR (Devamla)
- Bakanın bu açıklaması, gemiyi zehirli atığıyla İskenderun Limanı'na
getirenleri, belki de batıranları cesaretlendirmiştir. Yine bu
açıklama, Hatay ve İskenderun Körfezi'nde yaşayan insanları, balıkçıları,
turizmcileri, esnafları moral yıkıntısına uğratmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Bakan, dört buçuk yıl içerisinde, geminin çıktığı ülke olan İspanya
Hükûmeti ile gerekli girişimleri zamanında yapmayarak, uluslararası
Basel Sözleşmeleri gereği haklarımızı yeteri kadar da kullanmamıştır.
Gemi battıktan sonra ortaya çıkacak çevre kirliliğinin araştırılması,
su altı örneklerinin alınarak zehirli madde miktarının net olarak
tespit edilebilmesi, AKP Hükûmetinin ve Çevre Bakanının büyük bir
ihmalidir. İskenderun'da yaşayan balıkçı esnafın, turizmcinin yaşayacağı
mağduriyetlerin giderilmesi konusunda AKP Hükûmeti hiçbir girişimde
bulunmamıştır. Geminin batış nedeninin sabotaj olup olmadığı da
araştırılmamıştır. Bu olayla ilgili Belçikalı bir parlamenter aynen
Türkiye'ye yönelik şu ifadeleri kullanmıştır: "Türkiye bir Avrupa
ülkesi değildir. Türkiye'nin bir Avrupa ülkesi olduğu söylenemez
ve bu olay da bunun kanıtıdır." demiştir. Eğer, bugün, Türkiye
Cumhuriyeti devleti, Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerinde bu derece
olumsuz bir sürece gelmişse, bu olayların da bunda ne kadar yeri olduğunu
hatırlatmak istiyorum.
Bu duygularla hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Karademir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için iki dakika
süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Deniz Emniyeti
Komitesinin 82'nci Oturumunun 29 Kasım 2006-8 Aralık 2006 Tarihleri
Arasında İstanbul'da Yapılmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti ile
Uluslararası Denizcilik Örgütü Arasında Mutabakat Muhtırasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı oylama
sonucu:
Oy sayısı : 215
Kabul : 215
(x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
7'nci sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler Konferansının
Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi ve Finansmanına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi ve Finansmanına
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1233) (S. Sayısı: 1245)
(xx)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1245
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Osman Coşkunoğlu,
Uşak Milletvekili.
Buyurun Sayın Coşkunoğlu.
CHP GRUBU ADINA OSMAN
COŞKUNOĞLU (Uşak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi,
üzerinde konuşmaya başladığımız Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
ile Uluslararası Telekomünikasyon Birliği Arasında 2006 Yılı Tam
Yetkili Temsilciler Konferansına ilişkin yasa AKP Hükûmetinin, zannediyorum, Türkiye
Büyük Millet Meclisi
tarihinde yarattığı ilklerden birisi
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağın sonuna eklidir.
(xx) 1245 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
dahadır. Bir ilk daha
yaratmıştır AKP Hükûmeti. Çünkü, şimdi onayladığımız konferans, şimdi
onaylanmasını tartıştığımız konferans olup biteli üç ay geçti. Konferans
yapılmadan önce gerçekleşmesi gereken onaylama, konferans yapılıp
bitirildikten sonra, üç ay sonra gündeme geliyor ve burada biz bunu
onaylamayı tartışıyoruz. Hem de nasıl bir konferans?
Bakın, sıra sayısının
gerekçesinden size bunun ne kadar önemli bir konferans olduğunu Sayın
Hükûmet yetkililerinin, Hükûmetin yazdığı şekliyle okuyorum: Söz konusu
anlaşma, yani, bu tartıştığımız anlaşma ile konferansın Antalya'da
yapılmasından kaynaklanan ilave masraflar sağlıklı ve etkin olarak
yürütülmesi için ihtiyaç duyulan altyapı, sağlanacak imkânlar, hizmetler,
yerel personel, teknik donanıma ilişkin hükümler düzenleniyor burada.
Rastgele bir konferans değil bu. Burada da yine ifade edildiği gibi,
ITU'nun, yani, Uluslararası Telekomünikasyon Birliğinin en üst düzeydeki
konferansı bu. Dört yılda bir yapılır ve Türkiye'de yapılacağı dört
yıl önce karar verilmiştir.
Yine gerekçeden okuyorum:
"ITU'nun (Uluslararası Telekomünikasyon Birliği) işleyişine
yönelik olarak birçok yetkiyi uhdesinde bulunduran Tam Yetkili
Temsilciler Konferansına dünyanın her bölgesinden çok sayıda bakan
ile üst düzey yetkilinin de yer aldığı 2 bin civarında delegenin ve
240 civarında çalışanının, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği
çalışanının katılması beklenmektedir" denilen bu çok önemli
konferansın bitişinden üç ay sonra, biz, bu konferansın yapılması
için imzalanmış olan anlaşmayı onaylıyoruz. Bu, AKP Hükûmetinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarihine sunduğu ilklerden biridir tahmin
ediyorum.
Bu tahminimin doğru
olup olmadığını, ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanına
sordum. Bu anlaşmanın onaylanmasına ilişkin bu yasa tasarısı 14
Aralık'a kadar gündemde durdu. 15 Aralık günü, ne zaman ki bütçe görüşmeleri
başladı, zorunlu olarak gündemden çıkarıldı, daha sonra yine gündeme
geldi. 18 Aralık günü, ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanına
yönelttiğim soruda, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinde böyle
bir şey olup olmadığını sordum. Ayrıca, onaylanmamış bir anlaşma
ile Türkiye Büyük Millet Meclisinden, yani Başkanı olduğu Türkiye
Büyük Millet Meclisinden onaylanmamış bir anlaşma ile bu toplantının,
konferansın 6 Kasım-25 Kasım arasında yapılması hakkında ne düşündüğünü
sordum; bunun masrafları, bunun ilgili tüm diğer planlaması, görevlendirilmesi
hakkında ne düşündüğünü sordum. Benim bu soruma Sayın Başkanın,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanının verdiği cevabı aynen
okuyorum: "Gündemin yoğunluğu ve gündemdeki işlerin sırasında
sonradan yapılan değişiklikler nedeniyle anılan tasarı henüz görüşülmemiştir."
Ben görüşülmediğini biliyorum zaten.
"Tasarı kanunlaşmadığı veya İç Tüzük'ün 75'inci maddesine
göre Hükûmet tarafından geri alınmadığı takdirde dönem sonuna kadar
gündemde kalmaya devam edecektir." Sayın Başkan, benim soruma
cevap vermemiş oluyor bu şekilde; fakat, benim tahminim, bu, Türkiye'de
bir ilktir.
Nasıl yapıldı bütün
bu masraflar? Bu konuyu da Sayın Ulaştırma Bakanına sordum. Yine,
18 Aralıkta vermiş olduğum soru önergesinde, kendilerine "Türkiye
Büyük Millet Meclisi onayı alınmadan bu konferansın yapılıp bitmiş
olması ile ne gibi ihlaller söz konusu olmuştur?" diye sordum,
yanıt yok.
Bu konferansta Türk
delegasyonunun seçimlerde… Bu konferansta seçimler de yapılıyor,
bu uluslararası önemli kuruluşun seçimleri de yapılıyor. Bu konferansta
Türk delegasyonunun seçimlerde ve alınacak kararlarda oy kullanabilmesi
için anlaşmanın yasal olması, yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından onaylanması gerekmiyor muydu? Türk delegasyonu oy kullanabildi
mi? Kullandı, ama, bu yasal mıdır? Kullandıysa, bu yasal mıdır? Bu sorum
da cevapsız kaldı. Yazılı soru önergesinden okuyorum.
Bir diğer soru: Bu konferans
için ev sahibi olarak yapılan harcamaların toplam miktarı nedir? Yasa
çıkmadan, anlaşma Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanmadan bu
harcamaları kim, hangi kaynaktan ve hangi yetkiyle yapmıştır? Cevapsız
bir soru daha.
Diğer bir soru: Bu konferansa
katılmak için ödenmesi gereken miktar, yani, Türkiye Cumhuriyeti'nin
ödemesi gereken miktar, bir katılımcı olarak, 1 milyon 250 milyon
franktır, İsviçre frangıdır. Bu, yaklaşık 2 milyon 250 bin yeni Türk
lirasıdır, yani, eski parayla 2 trilyon 250 milyar. Bu miktarı kim,
hangi bütçeden, hangi yetkiyle ödemiştir? Yanıt yok. Bu konferansın
yapılmasının gerekçesinde aynen şöyle deniyor: "Ülkemizin
Uluslararası Telekomünikasyon Birliğinde daha etkin bir rol oynaması
imkânını sağlayacağı…" Böyle bir imkân sağlanabilmiş midir? Cevap
yok. Ülkemiz Uluslararası Telekomünikasyon Birliğinde bu konferanstan
sonra ne gibi konu ve pozisyonlarda daha etkin bir konuma gelmiştir?
Cevap yok.
Ayrıca, ayrıca, değerli
milletvekilleri, bu konferansta seçimler olmuştur. Genellikle ev
sahipliği yapan ülkenin bir adayı genel sekreter yardımcılığına
seçilir tabii o adayın yetkin birisi olması kaydıyla. Bu konferansta
gayet yetkin birisi aday idi ve onun adaylığı Sayın Ulaştırma Bakanı
tarafından da onaylanmıştı. Son dakikada bu başarılı çalışma yürütmüş
adayı geri çektik, başka bir aday ileri sürdük ve genel sekreter yardımcılığı
seçimini farklı bir şekilde kaybettik. Bu da zannedersem bir ilktir,
yani, hem ev sahipliği yapacaksınız hem de böyle bir seçimi kaybedeceksiniz.
Bütün bunların olup
bittiği konferansta Türkiye Büyük Millet Meclisinden onaylanmadan
yapılan masrafları, yetkilendirmeleri, donanımları, bütün gelişmeleri
düzenleyen bir yasa olmadan, bir anlaşma yasal hâle gelmeden yapılan
konferansta Sayın Başbakan da bir konuşma yapmıştır. Sayın Başbakanın
konuşmasının tam metni önümdedir, elimdedir. Size oradan da bir iki
satır okuyacağım. Sayın Başbakanın bu yasal olmadan yapılan uluslararası
konferansta söylediği bir cümle şudur: "Büyük bir memnuniyetle
söyleyebilirim ki, Türkiye, son yıllarda gerçekleştirdiğimiz büyük
atılımlarla artık, yirmi dört saat online bir devlettir." Online,
yani, her an İnternet'ten erişilebilir bir devletmişiz bu son zamanlarda
yapılan çalışmalar sonucunda. Bu, doğru değildir. Bunun doğru olmadığını
yabancı ülkeler de bilir. Sayın Başbakan devam ediyor: "Türkiye'nin
erişim dışı olduğu hiçbir alanın kalmaması için, bilgi topluluğuna
dönüşüm çalışmalarımızı büyük bir hızla sürdürüyoruz." Sayın
Başbakan bunu söylüyor. Bu devletin online olması, yani, devletin
İnternet üzerinden topluma hizmet veriyor, her zaman hizmet veriyor,
yirmi dört saat -Sayın Başbakan öyle diyor- hizmet veriyor iddiası
yanlıştır. Daha henüz böyle bir hizmetin verildiği bile yoktur. Bununla
ilgili proje yürütülmektedir ve o projenin ne kadar başarısız olduğu
da Sayıştay raporuyla belirlenmiştir. Sayıştay denetlemiştir bu
e-devlet uygulamalarını. Sayıştay denetlemiştir etkinliğini,
yararlılığını, işe yararlılığını ve iki tane rapor üretmiştir. Bu
raporların önce Plan ve Bütçe Komisyonunda, daha sonra da Türkiye
Büyük Millet Meclisinde tartışılması gerekir. Bu raporlar, Sayıştayın
raporları, altı yedi ay önce yayınlanmıştır, fakat hâlâ Türkiye Büyük
Millet Meclisinde umursanmamıştır bile bu raporlar. Bu raporlar aslında,
Sayın Başbakanın orada, 180 ülkenin önünde söylediği sözlerin yanlış olduğunu
da belgeliyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisi yasal olarak, yasa gereği
tartışması gerektiği Sayıştay raporlarını henüz tartışmış değildir.
Sayın Başbakan, devam
ediyor: "2004 yılından itibaren telekomünikasyon sektöründe
serbestleşmeyi sağladık. Sektörü,
işletme ve altyapıya sahip olma açısından serbest rekabete açtık.
Hükûmet olarak, en son bilgi ve iletişim teknolojilerini, ülkemizin
sosyoekonomik yapısını da dikkate alarak, insanımızın yararına
sunmanın gayreti içerisindeyiz."
Yanlıştır değerli milletvekilleri ve
bunun yanlışlığı AB ilerleme raporunda da gösterilmiştir. Serbestleşme
henüz gerçekleşmemiştir telekomünikasyon sektöründe. Örneğin,
kablo TV, henüz, yüzde 95 kullanılmayan, boş kapasiteyle… Güzelim
kablo altyapımızın yüzde 95'i kullanılmamaktadır, TÜRKSAT'ın tekelinde
duruyor. TÜRKSAT'ın tekelinde durması yanlıştır, doğrudur demiyorum,
yüzde 95'inin henüz kullanılmaması ve serbestleşmenin olmamasından
bir örnek veriyorum. Yeni, Türk Telekomun önerdiği, Telekom Kurumunda
Sayın Başbakanın bir cümlesini daha
okuyacağım: "Memnuniyetle ifade edebilirim ki, bugün, Türkiye'de,
bilgi teknolojilerinden en etkin şekilde yararlanmasını mümkün
kılan bir altyapı oluşturulmuştur." Yanlış olduğunu herkesin
bildiği cümleler. Bunlar, maalesef, yasal olmadan toplanan uluslararası
konferansta 180 ülkenin temsilcileri -bakanlar var, üst düzey temsilciler-
önünde söylenmiştir.
Bu arada, bütün bunlar olup biterken,
Uluslararası Telekomünikasyon Birliği de, 2006 sonunda Enformasyon
Toplumu Raporu'nu açıklıyor. Bu Enformasyon Toplumu Raporu'yla,
2006'da, sayısal fırsat endeksi diye, yani, üyesi olan 180 ülkenin bu
sayısal, dijital de dediğimiz, bilgi teknolojileri dediğimiz
alandaki fırsat endeksini, olanak endeksini hesaplamışlar. Bu hesaplamaya
göre Türkiye kaçıncı sırada? Türkiye bu hesaplamaya göre 58'inci
sırada. Türkiye'nin 58'inci sırada olduğu sayısal fırsat endeksinde,
58'inci sırada olduğu bir ortamda, Türkiye'nin, bilgi teknolojilerini
en etkin bir şekilde kullanacak altyapıya sahibiz demek, yani biz
en etkini uyguladığımız hâlde, ancak ve ancak 58'inci sırada olabiliyoruz
demektir. Bunu, ben bir Türk yurttaşı olarak, her şeyden önce reddediyorum;
Türkiye'nin, böyle bir Sayın Başbakanın bu söylediğinin bizleri de
kapsayan, bizleri de mahkûm
Değerli milletvekilleri,
yine, Uluslararası Telekomünikasyon Birliğinin topladığı
"Dünya Enformasyon Toplumu Zirvesi" 18 Kasım 2005'te toplandı,
buna Türkiye Cumhuriyeti de bu zirve toplantısına katıldı. Bu zirve
toplantısında, Türkiye Cumhuriyetinin de altında imzası olduğu
bir anlaşma vardır, bu anlaşmanın tamamı ihlal edilmektedir. Ben sadece
bir tanesini okuyacağım, en ilk, anlaşmanın 1'inci maddesi. Toplum
merkezli, bu bilgi teknolojilerinin toplum merkezli olması diyor.
Türkiye'de bilgi teknolojileri,
e-devlet uygulaması toplum merkezli değildir. Toplumun talebi
bu gelişmeler içerisinde düşünülmemiştir; sadece ve sadece, birtakım
hizmetlerin teknolojik, elektronik ortama aktarılması projesi
yürütülmektedir, o da, yine Sayıştay raporunun belirttiği gibi,
doğru dürüst yapılmamaktadır, fakat, sadece ve sadece, elektronik
ortamda birtakım hizmetlerin sunulması. Peki, bunu talep edecek
olan halkımızın bunu talep etme olanakları nedir? Talep edecek olan
halkımızın erişme olanakları nedir? Talep edecek olan halkımızın
ödediği ücretler nedir? Dünyada bir tek Uganda vardı bizden daha fazla
iletişim teknolojilerinden vergi alan ülke, Uganda da azalttı vergisini;
Türkiye'dir, sadece Türkiye, en sondayızdır, iletişim vergisi ve
KDV iletişim teknolojileri kullanmanın, İnternet ve diğer iletişim,
telefon kullanmanın… Cep telefonunuzun faturasında göreceksiniz,
yüzde 25 özel iletişim vergisi vardır, yüzde 18 KDV vardır ve bu, dünyada
en fazladır.
Değerli milletvekilleri…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Son cümlem Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Coşkunoğlu.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, elimizde görüştüğümüz yasanın gerekçesinde
de yazıldığı gibi, bu çok önemli, 180 ülkenin bakan düzeyinde bile
katılımlar sağladığı konferansın harcamaları nasıl yapıldı bilmiyoruz.
Burada yazıyor: "Toplantının yapılması nedeniyle ortaya çıkacak
maliyetlerin karşılanması." Nasıl yapıldı bilmiyoruz. Ben soru
önergesi verdim, yanıt alamadım. "Toplantı esnasında alınacak
güvenlik önlemleri; anlaşmanın uygulanması sırasında ortaya çıkabilecek
anlaşmazlıkların çözüm usulü." Bütün bunların bu anlaşmayla
belirlenmesi gerekiyor; ama, bu anlaşma onaylanmadığı için geçerli
değil. "Toplantıya katılacak görevlilere sağlanacak imtiyaz
ve dokunulmazlıklar." Onu da bu düzenliyor. Onu da onaylamadık.
Bunların bilinmediği, verilmiş olan imtiyaz ve dokunulmazlıkların
bilinmediği, yapılan harcamaların hangi yetkiyle kim tarafından
yapıldığı bilinmediği, açıklanmadığı bir anlaşmanın, eğer bu anlaşma
gerçekten 6 Kasımda bu uluslararası toplantı olmadan önce yapılmış
olsaydı, memnuniyetle, en heyecanla onaylanması gerektiğini,
olumlu oy verilmesi gerektiğini savunacak kişiyim. Fakat, bu kadar
bilinmezin olduğu, kimin nereden bulduğu parayı nereye harcadığı
belli olmayan, birtakım imtiyazların verildiği, kimin nasıl verdiği
belli olmayan bir anlaşmanın ancak ve ancak konferans bittikten üç
dört ay sonra önümüze getirilip onaylanması gibi bir öneriyi ben
ciddiyetsizlikten uzak olmanın da ötesinde çok büyük bir saygısızlık
olarak görüyorum. Dolayısıyla, bu anlaşmanın onaylanmasında Cumhuriyet
Halk Partisi olarak bizim oyumuz çekimser olacak.
Hepinize saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Coşkunoğlu.
Tümü üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Malatya Milletvekili.
Sayın Aslanoğlu, süreniz,
kendi talebinizle beş dakika.
Buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, yüce Meclisin çok değerli üyeleri; tabii
bu, uluslararası bir konferans, bir iletişim konferansı ile ilgili
bir anlaşma, ama bir iletişim. Uluslararası bir konferansta Türkiye
olarak, bunun en önünde olmamız gerektiğini savunuyorum. Acaba,
Türkiye'de, şu gün için vatandaşa verdiğimiz hizmette, iletişim konusunda
uluslararası düzeyde miyiz? İki tane örnek vereceğim.
Değerli milletvekilleri,
Türk vatandaşı, iletişim konusunda, sosyal devletten her türlü hizmeti
almalıdır. Türk Telekomu sattık;
1) Satılırken, kurumlar
vergisinde yüzde 10 indirim biliniyor muydu? Bunun böyle yapılacağı
bilinseydi, Türk Telekomun fiyatı, acaba bu mu olurdu?
2) Sayın milletvekilleri,
bir ay önce veya iki ay önce yürürlüğe giren şehir içi, şehirler arası
tarifesini acaba kimse hesapladı mı?
YAKUP KEPENEK (
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Vadeli
sattığımız bir Türk Telekomu, 2007 yılında sadece şehirler arası,
şehir içi farkını eşit hale getirmekle, bir kişi günde on telefon görüşüyorsa
arkadaşlar, en fazla iki telefon şehirler arası görüşüyor, sekiz
telefon şehir içi görüşüyor. Buradan elde ettiği kâr nedir? Ben, vicdanlarınıza
soruyorum: Buradan elde ettiği kâr nedir? Bunun böyle olacağı eğer
bilinseydi, Türk Telekoma talip olan insanlara, acaba bu fiyata,
bu beylere gidecek miydi?
3) Kaç şirket kuruldu
dışarıda? Tüm alımları, Türk Telekoma gelen tüm ihaleler hangi şirketlere
veriliyor, bu şirketler kimindir?
Ne olursunuz, bu ülke
bizim. Sadece ödeyeceği taksitlerin -taksitli satıldı- ne kadarını
kurumlar vergisinden ettiği kârdan, ne kadarını yaptığı zamdan karşılıyor?
Lütfen, ne olursunuz, bu ülkenin bir insanı olarak bir araştırın. Ben,
hepinizin bilgisine sunuyorum.
Yine, haberleşme özgürlüğü
anayasal bir haktır arkadaşlar. Burada defalarca söyledim, Türkiye'de
GSM operatörleri var. GSM operatörlerine, yine, buradan böyle bir
yasa geçerken sizin oylarınızla -hepimizin oylarıyla- gizli numara
uygulaması kaldırılsın…
Arkadaşlar, Türkiye'de
55 milyon cep telefonu var. Beni arayan insanı benim bilmem en tabii
anayasal hakkımdır. Bu yüzden, gizli numaralar hırsızlıkların,
uğursuzlukların, sahtekârlıkların, artık, bir numaralı bir aracı oldu.
Burada Sayın Ulaştırma Bakanım -hatırlarsanız, yine, bu konuşmayı
yaptım- haklısınız… Çünkü hepimiz "En kısa sürede gizli numara
kaldırılsın" dedik. Ama, aradan geçti iki yıl.
Değerli milletvekilleri,
nasıl uygulama biliyor musunuz? Sizi rahatsız eden, ailenizi rahatsız
eden veya tehdit eden her şey yapılıyor. Numarayı öğrenmek için önce
savcılığa gidip dilekçe vereceksiniz. Daha sonra savcılık o dilekçeyi
gönderecek; onlar cevabı lütfedip size vermiyor, savcılığa veriyor.
Bir daha savcılığa gidip o numaraları alacaksınız. Hayır arkadaş,
benim ismimle beni arayan kişiyi ben bilmek zorundayım. Bunun adı
zulümdür. Türkiye'de eğer hırsızlığın, birtakım tehdidin, birtakım
unsurların ortadan kalkmasını istiyorsanız… Bu GSM'deki gizli numaralar
kalkmadığı sürece büyük sorunlar yaşarız değerli arkadaşlarım.
Onun için, hassaten rica ediyorum, çok
zor bir olay değil. Türkiye'de 55 milyon insanın cep telefonu var arkadaşlar,
zor bir olay değil veya bunun için süreç gerekiyorsa, tüm numaraların…
O zaman ben dilekçemi verdiğim anda, kendisine faksladığım anda
hüviyetimle beraber, bana cevap vermek, bilgi vermek mecburiyetinde
bu operatörler arkadaşlar. Bu, bir zulümdür! Eğer, bu zulüm devam ettiği
sürece arkadaşlar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu,
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Toparlıyorum.
Benim, hepinizin çoluğu çocuğu var.
Hepinize saygılar sunarım, teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Aslanoğlu.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ İLE ULUSLARARASI TELEKOMÜNİKASYON BİRLİĞİ ARASINDA
2006 YILI TAM YETKİLİ TEMSİLCİLER
KONFERANSININ ORGANİZASYONU, GERÇEKLEŞTİRİLMESİ VE FİNANSMANINA
İLİŞKİN ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN
TASARISI
MADDE 1- 5 Haziran
2006 tarihinde Cenevre'de imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Uluslararası Telekomünikasyon Birliği Arasında 2006 Yılı Tam
Yetkili Temsilciler Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi
ve Finansmanına ilişkin Anlaşma"nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yakup Kepenek, Ankara
Milletvekili.
Buyurun Sayın Kepenek.
Süreniz beş dakikadır
Sayın Kepenek, kendi isteğinizle.
CHP GRUBU ADINA YAKUP
KEPENEK (Ankara) - Değerli arkadaşlar, çok zamanınızı almayacağım.
Biliyorum üçüncü kürsüye gelişim ve bu -sizi de hani- özleminizi
gidermek için büyük ölçüde, başka bir nedenle değil. Maçta da başarılar
dilediğimi söyledim biraz evvel.
Değerli arkadaşlar,
sürem kısa o nedenle hemen konuya gireyim. Önce, arkadaşlarımın
da söylediği gibi, bu telekomünikasyon konusundaki uluslararası
anlaşmanın geç onaylanması, bizim yasamaya verdiğimiz, Hükûmetin
yasamaya verdiği ya da yasamaya ne kadar önemsemediğinin bir göstergesi.
Her iki konuda da burada olması gereken sayın bakan, yani Ulaştırma
Bakanı yok, ama bir başka bakanımız var.
Değerli arkadaşlar,
Telekom konusunda söylenecek çok şey var, ama ben, özenle üç noktanın
altını çizmek istiyorum. Önce şunu belirtmekte yarar var: 1980'li
yıllarda Teletaşla başlayan yabancıya satış süreci, bildiğiniz
gibi, 2005'de Telekomun Oger Telekoma satılmasıyla noktalandı. Oysa,
aynı tarihlerde -burada defalarca vurguladım- Yunanistan, Almanya,
Fransa gibi ülkelerde Telekomda kamu payı yarının üzerindeydi. Peki,
sattık da ne oldu? Sattık da ne olduğunun yanıtını, birkaç gün evvel,
1 Martta yürürlüğe giren Telekom zamlarıyla halkımız fazlasıyla
aldı. Uluslararası görüşmelerde indirime gitti Telekom, ama sabit
ücretlerde ve şehir içi aramada yüksek oranda zam yaptı. Bir hesaba
göre yüzde 25, diğerine göre yüzde 16, öbürüne göre yüzde 23. Şu veya
bu, kontörü sayarsanız, vergiyi sayarsanız yüzde 300 dolayında
zam. Şimdi, işçiye ve memura yüzde 5 artı 5 gibi zam verirken, Telekom
ücretlerine en çok kullanılan alanlarda getirilen bu fiyat artışı,
gerçekten halkın soyulmasından başka bir şey değildir. Ha, diğer bazı
alanlarda indirime gidilecekmiş de, evlere İnternet götürülecekmiş
de, bunlar işin süslemesidir. Sayın Coşkunoğlu'nun da belirttiği gibi,
buradan elde edilecek yıllık gelir, Telekomun bedeli olan 5,5 milyarın
yıllık taksiti olan 1 milyara yakındır. Yani, Telekom şirketi, bu
zamlarla, taksitini de Türkiye tüketicisinin sırtından çıkarma
olanağını elde etmiştir; ne bakanlığın ne Telekomünikasyon Üst
Kurulunun bu konuda bir girişimde bulunmamasını halkımız hayretle
karşılamaktadır. Tüketiciler Birliği, bu konuyu "telekazık"
olarak -izninizle, kusura bakmayın bu terim için gecenin bu saatinde-
niteliyor. Bizim Telekomla geldiğimiz nokta, üzülerek belirteyim
ki, budur. Bu, böyle olmamalıydı.
Yine, geçtiğimiz günlerde
800 dolayında Telekom çalışanı başka kurumlara gönderilmek üzere
havuza atılmıştır. Bu da çok sakıncalı bir gidiştir, gelişmedir. Bunun
da doğru olmadığını -bu konuda zaten yasanın iptali için Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun Anayasa Mahkemesine iptal davası açtığını
biliyorsunuz- bilginize sunarım.
Son bir noktaya daha
değineyim, o da şu: Değerli arkadaşlar, Türkiye'de üniversitelerin
çoğalması hepimizin isteğidir ve bu konuyla doğrudan bağlantılıdır.
Sayın Akgün, Mevlüt Akgün arkadaşımız, bu sabah, gündem dışı konuşmasında
YÖK'ün yeni kurulacak on yedi üniversiteye karşı çıktığını ağır
eleştirilerle belirtti. Hemen şunu söyleyeyim: Biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak veya burada herhangi bir kimse yeni üniversite
kurulmasına karşı değildir. Doğru söyleyelim. Yanlış olan, yanlış
yapılan, aceleyle, hazırlıksız, altyapısız üniversite kurulması
yoluna gidilmesidir. Sonuçta ne araştırma-geliştirmede iyi bir sonuç
alabiliyoruz ne doğru dürüst üniversite kurabiliyoruz. Kurduğumuz
üniversitelerin rektörlerini atayamamamız bunun ayrı bir örneğidir.
Buradaki sıkıntı varlığını sürdürüyor. Bunu, şunu veya bunu suçlamak
için söylemiyorum. Bir vakıadır, bir olgudur bu. Bunun tekrar etmemesi
gerekir.
Son bir şey daha söyleyeyim:
Ben, YÖK tarafından üniversiteden atılan bir arkadaşınızım, YÖK
Başkanı imzasıyla, 1983'te. YÖK'ü savunmam. Ama, YÖK bir evrim geçirdi,
gelişti, değişti, o ayrı. Ama başka bir şey doğru: YÖK, geçen yıl, kendisini
ele alan bir rapor hazırlattı. Türkiye'de bir kurum, bilim insanlarına,
yerli-yabancı, -YÖK kendisini ele alan- düzgün bir rapor hazırlattı.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kepenek, lütfen toparlayın.
Buyurun.
YAKUP KEPENEK (Devamla) - Ne Hükûmetimiz,
Sayın Millî Eğitim Bakanımız ve diğerleri, ne yüce Meclis bu kurum
kendi kendini yenilemek, geliştirmek için bir rapor hazırladı. Burada ne oluyor diye,
en azından, merak bile duymadı. Ha, sonuç ne oluyor? Sonuç, İstatistik
Enstitüsü, araştırma-geliştirme verilerini yayınlamıyor, Türkiye
bu konuda hâlâ yaya kalıyor ve biz yerimizde sayıyoruz. Bir başka
Telekom, Oger Telekom geliyor, Batı'dan alacağı teknolojiyi, üstüne
zam koyarak, Türk halkını soyma yoluyla kazanç elde ediyor, bu işin
ticaretini yapıyor ve biz de seyrediyoruz. Böyle olmamalıydı,
böyle olmamalıdır. Bu konudaki araştırma ve soruşturma önergelerimiz
lütfen gündeme alınsın.
Hepinize saygılar
ve sevgiler sunuyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kepenek.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika
süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler Konferansının
Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi ve Finansmanına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı oylama
sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 197
Kabul : 181
Çekimser : 16 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Çevre ve Orman Bakanı
Osman Pepe teşekkür konuşması yapacaktır.
Buyurun Sayın Bakan.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
uluslararası anlaşmaların iktidar ve muhalefet milletvekili arkadaşlarımız
tarafından bugün, burada kabul edilmiş olması gerçekten takdire
ve teşekküre layıktır, ben de teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
Erdal Karademir, İzmir Milletvekili arkadaşımız İskenderun Körfezindeki
Ulla Gemisi'yle alakalı herhangi bir iş ve işlem yapılmadığından
bahsettiler. Bu, tabii, doğru değildir. Çünkü, 2000 yılı Mayısında
İskenderun Körfezine gelen ve 2004'ün Eylül ayında batan Ulla Gemisi'yle
alakalı gerek Türkiye'de gerek Cenevre'de ve gerekse İspanya'da pek
çok toplantı yapılmıştır. Geminin battığı ilk günden itibaren Orta
Doğu Teknik Üniversitesi, Mustafa Kemal Üniversitesi, İstanbul
Üniversitesi Su Denizcilik Bilimleri Enstitüsü, birlikte, Deniz
Kuvvetleriyle de koordinasyon içerisinde yapmış olduğumuz çalışmalarda,
bölgede insan sağlığını, bölgede çevre sağlığını, bölgede yaşayan
deniz canlılarının sağlığını tehdit edecek herhangi bir kirliliğe
rastlanmamıştır. Geminin battığı ilk haftadan itibaren, bölgede,
Tarım Bakanlığı ve ilgili bütün üniversiteler, bahsetmiş olduğum
üniversiteler, sürekli olarak ölçümleri yapıp balıklar üzerinde
araştırmalar yapmaktadırlar ve balıkların, insan sağlığı üzerinde,
bölgenin ekosistemi üzerinde herhangi bir kirlilik yükü meydana
gelmemiştir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağın sonuna eklidir.
Lafarge firması, biliyorsunuz,
Fransız firmasıydı. Bu gemi battıktan sonra kendilerinden 1,5 milyon
dolarlık bir yardım alındı ve geminin ambarlarındaki atıklar 2.200
ton atığın içerisinde 3 kilogram krom 6 vardı- bu atığın çıkartılmasıyla
alakalı yapılan çalışmalar malzeme taşlaştığı için, maalesef, çıkartılamamıştır.
Yüzde 30 kadarı çıkartılmıştır. 22 Mart, yani, bundan dört beş gün önce
İngilizlerin Titan firmasıyla yapılan çalışma "gemi bütün
olarak çıkartılacak" kararı verilmiştir. Bir ihaleyle bu mesele
çözülecektir.
Şunu ifade edeyim…
BAŞKAN - Sayın Bakan,
lütfen, teşekkür konuşması…
Buyurun.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Devamla) - Hemen son cümlelerimi söylüyorum:
Lafarge firmasının
buradaki ikircikli tavrından dolayı Bakanlık olarak kendilerine
uygulamış olduğumuz yaptırımlar neticesinde Lafarge firması
Türkiye'de el değiştirmiştir; yani Türkiye'deki çimento fabrikaları
el değiştirmiştir. Bakanlığımızın "Lafarge"a uygulamış
olduğu yaptırımlar neticesinde buraya gelinmiştir. Türkiye'nin
Karadeniz, Ege ve Akdeniz'de, yani Türkiye'nin bütün denizlerinde,
daha önce hiç olmadığı kadar istasyonlar kurduk, izleme istasyonları
kurduk. Atık su arıtma tesislerini faaliyete geçiriyoruz, yapılmasını
teşvik ediyoruz. Herkesin şunu bilmesi lazım ki, 13 Mayıs 2006 tarihinde
çıkan, sizlerin destekleriyle çıkartılmış olan Çevre Kanunu Bakanlığımızın
inisiyatif alanlarını fevkalade genişletmiştir. Hangi aktör olursa
olsun, kim olursa olsun elimizdeki bu kanunun güç ve imkânlarıyla yanlış
yapana yanlış yapma imkân ve fırsatı vermiyoruz. Ulla meselesini
yakından takip ediyoruz ve bunu, kamuoyunun ve siz değerli milletvekili
arkadaşlarımızın bilmesini arzu ettim.
Hepinize saygılar
sunuyorum ve bu uluslararası anlaşmalar hayırlı olsun diyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
8'inci sırada yer alan,
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
9.- Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Anayasa Komisyonu Raporu (1/1300) (S. Sayısı: 1342)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
9'uncu sırada yer
alan, 17/1/2007 Tarihli ve 5574 Sayılı Türk Petrol Kanunu ve Anayasanın
89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlıyoruz.
10.- 17.1.2007 Tarihli ve 5574 Sayılı Türk Petrol Kanunu
ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi
ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu
Raporu (1/1301) (S. Sayısı: 1352)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
10'uncu sırada yer
alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
11.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet
Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Millî Futbol Takımımız, bu gece, 2008 Avrupa Kupası Eleme Karşılaşmalarında
Norveç ile karşılaşacaktır. Millî Takımımıza, bu karşılaşmada,
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına başarılar diliyoruz. (Alkışlar)
Diğer kanun, tasarı
ve tekliflerinin görüşülmesi için de komisyonların hazır bulunamayacağı
anlaşıldığından, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için, 29 Mart 2007 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati:
19.54