DÖNEM: 22 CİLT: 149 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
72’nci Birleşim
7 Mart 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1.- Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun, 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü dolayısıyla gündem dışı açıklaması ve Anavatan Partisi
Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan Balandı, CHP Ankara Milletvekili
Ayşe Gülsün Bilgehan ve AK Parti İstanbul Milletvekili Güldal Akşit'in
grupları adına, İstanbul Milletvekili Yaşar Nuri Öztürk'ün de şahsı
adına konuşmaları
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
ÖNERGELERİ
1.- Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç ve 42 milletvekilinin,
bölünmüş yol çalışmalarında kalite düzeyinin araştırılarak standardın
sağlanması ve maliyet artışlarının önlenmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri (10/426)
2.- Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt ve 44 milletvekilinin,
eczacılık mesleğindeki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/427)
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
3.- Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Anayasa Komisyonu Raporu (1/1300) (S. Sayısı: 1342)
4.- Avrupa Patentlerinin Verilmesi ile İlgili
Sözleşmenin (Avrupa Patent Sözleşmesi) Değiştirilmesine İlişkin
Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1075) (S. Sayısı: 1022)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etiyopya
Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden
Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının ve
Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1242) (S. Sayısı: 1338)
6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan
ve Karadağ Bakanlar Kurulu Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/1176) (S. Sayısı: 1185)
7.- 10 Kasım 1972, 23 Ekim 1978 ve 19 Mart 1991 Tarihlerinde
Cenevre'de Gözden Geçirilen 2 Aralık 1961 Tarihli Yeni Bitki Çeşitlerinin
Korunması Uluslararası Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/1135) (S. Sayısı: 1085)
8.- Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan
ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1249) (S. Sayısı: 1344)
9.- Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1274) (S. Sayısı: 1347)
V. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in, İstanbul
Fener Rum Patriğinin ekümenik sıfatıyla aldığı bir davete ilişkin
sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün
cevabı (7/19927)
2.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, zihinsel
engellilerin eğitim ve rehabilitasyonuna ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/20000)
3.- Denizli Milletvekili Mehmet U. NEŞŞAR'ın, bisikletli
kanser kampanyasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın
cevabı (7/20033)
4.- İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, TSE
personeline ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un
cevabı (7/20811)
5.- İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in,
TSE'de çalışan bir mühendisin işe alımıyla ilgili iddiaya ilişkin
sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/20813)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu 15.00'te açılarak altı oturum
yaptı.
Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin Börü'nün,
Deprem Haftası münasebetiyle, ülkemizin fiziki yapısı ve konumu
itibarıyla muhtemel deprem afetine karşı hazırlıklı olunması için
alınması gereken tedbirlere,
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun,
son günlerde Malatya ve Elâzığ'da meydana gelen depremler nedeniyle,
özellikle riskli bölgelerde bulunan orta ve ağır hasarlı binaların
yıkılarak depreme dayanıklı şekilde yeniden yapılmasına ve belediyelerin
altyapı sorunlarını giderebilmeleri için desteklenmesinin önemine,
Elâzığ Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu'nun, Malatya
ve Elâzığ'da meydana gelen deprem sonrasında, özellikle fay hattı üzerinde
bulunan yerleşim yerlerindeki yapılarda rehabilitasyon çalışmalarına
ağırlık verilmesine,
İlişkin gündem dışı konuşmalarına Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak cevap verdi.
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair 15/2/2007 tarihli ve 5581 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin
Anayasa'nın 89 ve 104'üncü maddelerine göre bir kez daha görüşülmek
üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel
Kurulun bilgisine sunuldu.
Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan hakkında
tanzim edilen soruşturma dosyasının geri gönderilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi okundu; gündemde bulunan soruşturma dosyasının
Hükûmete geri verildiği bildirildi.
ABD Kongresi'nde, ilgili bakanlıklarla ve diğer
mercilerle temas ve görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye Büyük Millet
Meclisinden bir Parlamento heyetinin Amerika Birleşik Devletleri'ne
gitmesine,
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül başkanlığında:
Makedonya Cumhuriyeti'ne,
Fas'a
Yapılacak resmî ziyaretlere, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin milletvekillerinden
oluşan birer heyetin katılmasına;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent
Arınç'ın, İtalya Meclis ve Senato Başkanlarının ortak davetine icabetle
Floransa ve Roma'da düzenlenecek olan Roma Antlaşması'nın 50'nci Yıl
Dönümü Töreni ve Etkinlikleri'ne katılmak üzere İtalya'ya resmî ziyarette
bulunmasına,
İlişkin Başkanlık;
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Gürcistan'a yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık;
Tezkereleri kabul edildi.
Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 55'inci sırasında
yer alan (10/94) ile 359'uncu sırasında yer alan (10/424) esas numaralı
Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin Genel Kurulun
6/3/2007 Salı günkü birleşiminde ve birlikte yapılmasına ilişkin
CHP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 353'üncü sırasında yer alan 1185 sıra
sayılı Kanun Tasarısı'nın bu kısmın 8'inci, 312'nci sırasında yer
alan 1085 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 9'uncu, 441'inci sırasında
yer alan 1344 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 10'uncu, 442'nci sırasında
yer alan 1347 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 11'inci, 9'uncu sırasında
yer alan 1340 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 12'nci, 10'uncu sırasında
yer alan 1261 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 13'üncü, 446'ncı sırasında
yer alan 1352 sıra sayılı Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere
geri gönderme tezkeresinin 14'üncü, 30'uncu sırasında yer alan 1237
sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 15'inci, 11'inci sırasında yer alan
1275 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 16'ncı, 396'ncı sırasında yer
alan 1315 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 17'nci, 344'üncü sırasında
yer alan 1150 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 18'inci sırasına alınmasına
ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel
Kurul'un 6-7, 13-14, 20-21, 27-28 Mart 2007 Salı ve Çarşamba günkü birleşimlerinde
sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesine; 6,
13, 20, 27 Mart 2007 Salı günlerindeki birleşimlerinde kanun tasarı
ve tekliflerinin görüşülmesine; 6, 13, 20, 27 Mart 2007 Salı günkü
birleşimlerinde 15.00-22.00; 7, 14, 21, 28 Mart 2007 Çarşamba günkü birleşimlerinde
14.00-22.00; 8, 15, 22, 29 Mart 2007 Perşembe günkü birleşimlerinde ise
14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin
AK Parti Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.
Ankara Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun,
5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanununun 32 nci Maddesine (j) Bendi Eklenmesi
ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 152 nci Maddesinin
"II" Sayılı Tazminatlar Bölümünün, (6) Adalet Hizmetleri
Tazminatı Bendinde Değişiklik Yapılması Hakkında (2/400),
Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün'ün, Don Olayları
ve Kuraklık Sebebiyle Ürünleri Zarar Gören Çiftçilerin T.C. Ziraat
Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerinden Kullandıkları Tarımsal
Kredilerin Geri Ödenmesinin Ertelenmesine İlişkin (2/850),
Kanun Tekliflerinin İç Tüzük'ün 37'nci maddesine
göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergeleri, yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edilmedi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının:
1'inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden,
2'nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı'nın (1/1030) (S. Sayısı:
904) görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından,
Ertelendi.
3'üncü sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik ve 3 Milletvekilinin,
Büyükşehir Belediyesi Kanunu, Belediye Kanunu, İl Özel İdaresi
Kanunu ve Mahallî İdare Birlikleri Kanunlarında (2/911) (S. Sayısı:
1317),
4'üncü
sırasında bulunan, İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani
Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Hatay Milletvekili Züheyir Amber
ve 35 Milletvekilinin, İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara
Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunun
1 ve 2'nci Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi;
Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, 5434 Sayılı Emekli Sandığı
Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi;
Şırnak Milletvekili Mehmet Tatar ve Denizli Milletvekili Ümmet
Kandoğan'ın, 24/2/1968 Tarih ve 1005 Sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş
Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması
Hakkında Kanunun 1'inci Maddesinde (1/714, 2/95, 2/161, 2/625) (S. Sayısı:
1350),
Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarı ve Tekliflerinin görüşmeleri tamamlanarak,
7 Mart 2007 Çarşamba günü, alınan karar gereğince
saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.28'de son verildi.
İsmail Alptekin
Başkan
Vekili |
|
|
|
Harun Tüfekci |
Ahmet Küçük |
|
|
Çanakkale |
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
Ahmet Gökhan
Sarıçam |
|
|
Kırklareli |
|
|
Kâtip
Üye |
|
|
No.: 98
II. - GELEN KÂĞITLAR
7 Mart 2007 Çarşamba
Tasarılar
1.-
Batman İli Hasankeyf İlçesinin Merkezinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Tasarısı (1/1316) (İçişleri
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 2.3.2007)
2.-
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında
Kanun Tasarısı (1/1317) (Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2.3.2007)
3.-
Kamu İdare, Kurum ve Kuruluşlarında Geçici İş Pozisyonlarında Çalışanların
Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri,
Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı (1/1318) (İçişleri; Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 5.3.2007)
Teklifler
1.-
İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz'un; Kuru Sıkı Tabir Edilen
Ses ve Gaz Fişeği Atabilen Silahlar Hakkında Kanun Teklifi (2/964)
(Adalet; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.2.2007)
2.-
İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 41 Milletvekilinin; 3218 Sayılı
Serbest Bölgeler Kanununun Geçici 3. Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/965) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2.3.2007)
3.-
Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 42 Milletvekilinin; Çiftçi
Mallarının Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/966) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2.3.2007)
4.-
Isparta Milletvekili Mehmet Sait Armağan'ın; Yüksek Öğrenim Kredi
ve Yurtlar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/967) (Plan ve Bütçe ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.3.2007)
5.-
Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi
Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/968) (İçişleri Komisyonuna)
(Başkanlığı geliş tarihi: 5.3.2007)
6.-
Muğla Milletvekili Hasan Özyer'in; Siyasi Partiler Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/969) (Anayasa Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2.3.2007)
7 Mart 2007 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
14.05
BAŞKAN: Başkan Vekili
İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet
KÜÇÜK (Çanakkale), Harun TÜFEKCİ(
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'ni açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, Hükûmet adına Devlet Bakanı Sayın Nimet Çubukçu'nun,
8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla İç Tüzük'ün 59'uncu maddesine
göre söz talebi vardır. Gündeme geçmeden önce bu talebi yerine getireceğim.
Sayın Bakanın açıklamasından sonra, istemleri
hâlinde siyasi parti gruplarına ve grubu bulunmayan milletvekillerinden
birine söz vereceğim.
Konuşma süreleri Hükûmet için yirmi dakika, siyasi
parti grupları için on dakika, grubu bulunmayan milletvekilleri
için de beş dakikadır.
Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
III. - BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1.- Devlet Bakanı
Nimet Çubukçu'nun, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla gündem dışı
açıklaması ve Anavatan Partisi Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan
Balandı, CHP
DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul)
- Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kadın üyesi olmaktan duyduğum onur ve mutlulukla tüm kadınlarımızın
8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyor, bugün yüce Meclisin çatısı
altında şu anda duyarlılık gösterip burada bulunan tüm milletvekillerini
saygıyla selamlıyorum.
Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip
olmak yolunda verdiği mücadelenin temsilî başlangıcı olan 8 Mart
1857'den bu yana kuşkusuz kadınlar açısından çok önemli ilerlemeler
kaydedildi ve bu umut verici gelişmeleri yaşamakla beraber, dünyanın
gündeminde kadın sorunları hâlâ ilk sıralarda yer almaktadır.
Birleşmiş Milletlerin 1977 yılında 8
Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması kararından bu yana kadınların
toplumsal yaşama katılma, eşit fırsatlardan yararlanma istekleri
ve kadın haklarının önemi böyle bir günde bir kez daha vurgulanmaktadır.
Kadınların siyasi, ekonomik, kültürel
hayata katılımını sağlayacak tüm haklardan eşit şekilde erkeklerle
yararlanmaları amacıyla uluslararası düzeyde gerçekleştirilen
çalışmalar, eşitlik, kalkınma ve barış ortak hedeflerinin ülkelerin
gündemine de yerleşmesine neden olmuştur. Başta Birleşmiş Milletler
olmak üzere, pek çok uluslararası kuruluşun bu çabaları bugün birçok
ülkenin katılım ve desteğiyle çok önemli bir noktaya taşınmıştır.
Ülkemizde kadın-erkek eşitliğini sağlamaya
dönük çabalar her geçen gün artarak sürmektedir. Özellikle son yıllarda,
sosyal taraflar ve yüce Meclisimizin saygıdeğer üyelerinin çabalarıyla,
kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yolunda, Anayasa'nın 10'uncu,
41'inci, 66'ncı ve 90'ıncı maddeleri değişikliğiyle, kadın-erkek
eşitliğinin yasal anlamda eşitlikçi bir güvenceye kavuşması ve Medeni
Kanun, Ailenin Korunmasına Dair Kanun, aile mahkemelerinin kurulması,
İş Kanunu, töre cinayetleriyle mücadelede en ağır hükümlerin yer
aldığı yeni Türk Ceza Kanunu gibi değişiklikler, Meclisimizin
yüz akı değişiklikler olmuştur.
Ancak, tüm ülkelerde olduğu gibi, kadınlar
yasal anlamda eşit haklara sahip olsalar da bunların hayata geçirilmesinde
hâlâ sorunlar yaşanmaktadır. Toplumsal yapı içerisindeki cinsiyetçi
değer yargıları, kadınların sosyal yaşama ait gündelik pratikleri,
bu haklardan yararlanmalarının önünde çok ciddi engeller olarak
durmaktadır. Türkiye'de kadınların eğitim ve sağlık gibi toplumsal
fırsatlardan yararlanma, çalışma hayatına katılma ve sosyal hayatta
temsilleri konusunda yaşanan eşitsizliklerin en önemli sonuçlarından
birisi de eğitim alanında yaşanmaktadır. Türkiye'de herkes, eğitim
hakkına erişimde, yasalar önünde, cumhuriyetin ilk günlerinden bu
yana eşittir, ama, hepimizin bildiği gibi, cinsiyete dayalı eğitim
eşitsizlikleri hâlâ sürmektedir. Bu eşitsiz durumu ortadan kaldırmak
ve 2010 yılında kız ve erkek çocuklar için okullaşma oranını yüzde
100'e ulaştırmak hedefi, ülkemizde bir toplumsal seferberlik ruhuyla
sürmektedir. Bu hedefe ulaşmak için, Millî Eğitim Bakanlığımızın,
uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve medya özel
desteğiyle yürüttüğü Kız Çocuklarının Okullaşmasına Destek Kampanyası
çerçevesinde ülke genelinde 222 bin kız çocuğu eğitime kazandırılmıştır.
Bu çalışmaların yanı sıra, eğitimin
kalitesinin artırılmasına ve kapsamın genişletilmesine yönelik
çalışmalar da sürdürülmektedir. Hâlen yüzde 82 olan kadın okuryazarlık
oranının yükseltilmesi amacıyla okuma yazma kursları açılmakta ve
hayat boyu eğitim amacıyla kadınların istihdam edilebilir meslek
gruplarını sağlamaya yönelik yaygın eğitimler gözden geçirilmekte
ve yeniden düzenlenmektedir.
Türkiye'de, uzmanlık gerektiren mesleklerde
kadın oranları oldukça yüksektir. Bugün, ülkemizde, üniversitelerdeki
öğretim görevlilerindeki kadın oranı yüzde 36'dır, tüm profesörler
içerisindeki kadın oranı yüzde 25, keza mimarların yüzde 31'i, doktor
ve operatörlerin yüzde 29'u, avukatların ise yüzde 26'sı kadındır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
çalışma hayatında kadının durumuna bakıldığında, devletin iş gücü
piyasasına girişte ayrımcılığı önleyecek tüm hukuki düzenlemeleri
de yaptığını görüyoruz. Ülkemizde, çalışma hayatını düzenleyen
İş Yasası'nda 2003 yılında yapılan düzenlemeler ile çalışma yaşamında
kadın-erkek eşitliğinin sağlanması alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Kadınların iş gücüne katılımında yasal açıdan herhangi bir ayrım
olmamakla birlikte, kadınların erkeklerin gerisinde olduğu ve
yıllar itibarıyla, iş gücüne katılımda son on yılda ciddi oranlarda
düşme olduğu bilinmektedir. Kadınlarımızın sosyal ve ekonomik gelişmelerden
yararlanabilmeleri kadınların iş gücü piyasalarına da eşit olarak
katılımlarıyla mümkündür, çünkü, çalışma yaşamımız kadınlarımıza
ekonomik özgürlük sağlarken öz güvenlerini ve toplumsal saygınlıklarını
artırmakta, aile içindeki konumlarını iyileştirmektedir. Kadınların
iş gücüne katılımları ve istihdam oranlarının artmasına yönelik
yürütülen projelerin kadın ve erkeklerin iş gücüne katılım oranları
arasındaki dengesizliğin giderilmesine de katkı sağlayacağına
inanmaktayız. Ancak, kadınların aile yaşamındaki sorumlulukları
onları çalışma hayatından uzaklaştırmakta, çalışma hayatına girebilen
kadınların da işten ayrılmalarına yol açmaktadır veya bu toplumsal
cinsiyet rolleri, kadınların kariyerlerindeki yükselmelerin ve
potansiyellerini ortaya çıkarmalarının önünde çok ciddi bir engel
oluşturmaktadır.
İş ve aile hayatının uzlaştırılması
için, kadınların aile yaşamındaki güçlüklerinin, yükümlülüklerin
eşler arasında paylaşılması, devletin desteği büyük önem taşımaktadır.
Bu nedenle, ülkemizde ebeveyn izni müessesesinin teşkili ve bu
haktan, evlat edinme hizmetlerinden de yararlanılması amacıyla
Devlet Memurları ve İş Kanunu'nda yapılan değişiklik de tasarı olarak
TBMM'nin gündemindedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'de sorun alanlarından, en önemlilerinden
birisi de kadınların siyasette yeteri kadar temsil edilememeleridir.
Türk kadını siyasal yaşama 1934 yılında kavuşmuş ve dünyaya bu anlamda
öncülük etmiş olmasına rağmen, bugün, bu Parlamento çatısı altında
24 kadın milletvekili olarak çalışıyoruz. Şüphesiz, bu sonuç, Türk
siyasi hayatında olması gereken düzeyin çok ama çok altındadır ve
bu yetersizliğin önümüzdeki dönemlerde giderileceğini, kadınlarımızın
siyasette ve karar alma mekanizmalarında hak ettikleri gibi yüksek
bir oranda temsil olanağına kavuşacaklarını umuyoruz.
Daha önce de bahsettiğim
gibi, yasal alanda kaydedilen bu çok önemli değişiklikler ve gelişmeler
maalesef tek başına yeterli olmamaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi,
yasalar üzerinde yapılan bütün bu düzenlemelerin hayata taşınması,
sokaktaki kadının hayatına yansıması maalesef zaman alıyor ve ülkemizde
de olumsuz ve kötü gelenekler, kötü değer yargılarından biri olarak
karşımıza çıkan kadına yönelik şiddet, töre ve namus cinayetleri,
kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasının sadece yasal mücadeleyle
olmayacağının en açık ve en uç örneğidir. Kadına yönelik şiddet,
töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için, kadınları dezavantajlı
konuma iten geleneksel yaklaşımlara karşı da harekete geçmeye ihtiyacımız
var. Bunun yöntemi ise, kadına yönelik duyarlılığın, farkındalığın
ve bilincin artırılması yoluyla toplumsal cinsiyet eşitliğinin
sağlanmasıdır. Bakanlığım bu amaçla, kadına yönelik şiddet, töre
ve namus cinayetlerinin önlenmesi konusunda tüm ilgili tarafların
iş birliği ve katkılarıyla çeşitli bilinçlendirme kampanyaları,
eğitimler, seminerler gibi çalışmalar gerçekleştirmektedir. İzninizle
size bu çalışmaların bazılarından bahsetmek istiyorum.
25 Kasım Kadına Karşı
Şiddetin Ortadan Kaldırılması Günü münasebetiyle Birleşmiş Milletler
Nüfus Fonuyla birlikte yürüttüğümüz Kadına Yönelik Şiddete Son
Kampanyası, kamu kurumları, yerel yönetimler, sivil toplum ve özel
sektörün iş birliğiyle devam etmektedir. Kampanya çerçevesinde,
Sayın Başbakanımızın da yer aldığı bir spot film hazırlanarak ulusal
ve yerel televizyon kanallarında gösterime sunulmuştur. Türkiye
Giyim Sanayicileri Derneği ve Ankara, İstanbul büyükşehir belediyeleriyle
yapılan iş birliği neticesinde kadına yönelik şiddet konusunda
duyarlılık ve farkındalık artırılmıştır. Bugün Parlamento çatısı
altında da Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle hem Avrupa Konseyinin
kadına yönelik şiddeti önleme afişleri hem de Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğünün hazırlamış olduğu kadına yönelik şiddeti sonlandıracak
afişlerin yer alması konusunda gösterdiği özen ve destek için de buradan
Meclis Başkanımız Sayın Bülent Arınç'a teşekkürlerimi sunuyorum.
Aynı zamanda, 4320 sayılı
Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un uygulanmasındaki aksaklıkların
giderilmesi amacıyla yapılan değişiklik tasarısı da tamamlanmış,
Genel Kurulda yasalaşma sürecine girmiştir.
Şiddet mağduru kadınlar
için ilk adım başvuru yerleri olan 921 polis merkezi ve 276 karakolda
çalışan yaklaşık 40 binin üzerindeki polise, emniyet teşkilatının
mensuplarına, kadına karşı şiddet, aile içi şiddet ve toplumsal cinsiyet
eşitliği, şiddet mağdurlarına yaklaşım tarzı gibi konularda farkındalık
ve duyarlılığı artırmanın, şiddetle mücadele zincirinin önemli
bir halkası olduğunu düşünmekteyiz. Bu amaçla, Bakanlığım ve İçişleri
Bakanlığı arasında hazırlanan Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde
Polisin Rolü ve Uygulanacak Prosedürler Eğitim Projesi de protokol
olarak imzalanmıştır.
Aynı zamanda, bu dönemde
belki de en önemli çalışmalardan biri olan 4 Temmuz 2006 tarihli Başbakanlık
genelgesi de, özellikle kadına yönelik şiddet ve töre, namus cinayetleri
konusunda alınacak önlemlere ilişkin koordinasyon görevini, Bakanlığıma
bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğüne vermiştir. Söz konusu koordinasyon
görevi çerçevesinde, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından
üçer aylık dönemler hâlinde kurumlar arasındaki iş birliği takip
edilmekte ve yönlendirilmektedir.
Yine Başbakanlık genelgesinde
yer alan tedbirler içinde bulunan Kadına Yönelik Şiddeti İzleme Komitesinin
kurulması çalışmaları, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından
başlatılmış, komitenin ilk toplantısı 14 Mart 2007 tarihinde gerçekleştirilecektir.
Öte yandan, Genelkurmay Başkanlığımızla yaptığımız protokol çerçevesinde,
her yıl 420 bin askerimiz, kadına yönelik şiddet dâhil olmak üzere,
kız çocuklarının eğitimi, üreme sağlığı gibi konularda "Kadının
İnsan Hakları Eğitimi" başlığı altında eğitime tabi tutulmaktadır.
Ben, bu çalışma için de Genelkurmay Başkanlığımıza teşekkür ediyorum.
2007-2010 yılları dönemini
kapsayacak, kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerinin önlenmesi
amacıyla yasal ve kurumsal önlemleri kapsayacak Ulusal Eylem Planı,
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmakta ve üniversiteler,
yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle 2007
yılında tamamlanacaktır.
2005-2007 yılı Türkiye-Avrupa
Birliği Katılım Öncesi Mali İş Birliği Programı kapsamında da, Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğünce, 2007-2008 yılları arasında gerçekleştirecek
olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Yaygınlaştırılması Projesi'dir.
Projenin, kadına karşı aile içi şiddetle mücadele konusundaki
ikinci bileşeni kapsamında kadına karşı şiddetin aile içi sebep
ve sonuçları araştırılacak ve nitelik ve nicelik olarak ortaya konacaktır.
Araştırma bulguları temelinde, kadına karşı şiddetle mücadele
konusunda kapsamlı bir ulusal eylem planı gerçekleştirilecek, değişimleri
izlemek üzere bir veri tabanı modeli oluşturulacak, hizmet modelleri
çeşitli bilinçlendirme ve hizmet içi program modülleri gerçekleştirilecektir.
Böylelikle, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, sivil
toplum kuruluşları ve tüm paydaşların kadına yönelik aile içi şiddetin
yok edilmesine dair kapasitesi güçlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Kadına karşı şiddetle
mücadelenin en önemli parçasını teşkil eden erkeklerin konuya duyarlılığını
artırmak amacıyla yapılan ve silah altındaki er ve erbaşların eğitimine
yönelik olan yurttaşlık sevgisi çerçevesinde verdiğimiz eğitim,
sadece şiddetle de sınırlı olmayıp kız çocuklarının okullaşması,
kadın-erkek cinsiyet eşitliği, kadının insan hakları, kadına yönelik
şiddet, töre ve namus cinayetlerinin önlenmesine ilişkin konuların
yer aldığı eğitim materyalleri, CD ve afişleri hazırlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde gerçekleştirilen ileri düzeyde yasal
düzenlemelerin yaşama geçirilmesi hâlinde ülkemizdeki kadınların
yaşadığı birçok sorun bugünden yarına son derece önemli bir aşama
kaydedecek ve çözümlenecektir. Kadınlarımızın eşit hak ve fırsatlara
ulaşabilmesi için toplumun bütün alanlarına eşit bireyler olarak
katılmaları temel şarttır. Sürdürülebilir kalkınmanın temel hedefi
olan sosyal kalkınma ve sosyal adaletin sağlanması, yoksulluğun ortadan
kaldırılması ancak kadının sosyal ve ekonomik kalkınmaya erkeklerle
birlikte eşit olarak katılımıyla mümkün olacaktır ve bu çalışmalar
sürecinde bu dönem Parlamentosu, özellikle kadına yönelik cinsiyet
eşitliğini sağlama konusundaki başta Anayasa değişiklikleri olmak
üzere, kadın haklarını savunan tüm değişiklikler de bütün grupların
olumlu katkılarıyla çıkmıştır. Muhalefet Partisi Cumhuriyet Halk
Partisi milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinin yanı sıra
Anavatan Partisine ve AK Parti Grubuna, kadın hakları konusunda
gösterdikleri bugünkü duyarlılıktan dolayı teşekkür ediyor, başta
Meclis Başkanımız Sayın Bülent Arınç olmak üzere, Sayın Başbakana
da kadın hakları konusunda bugün verdikleri destekten dolayı teşekkürlerimi
sunuyorum.
Sözlerime son verirken,
ülkemin ve tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü yeniden
kutluyor, bu günün savaşsız bir dünyada eşit ve umuda açılan bir kapı
olmasını temenni ediyor, tekrar, 8 Martta, bugün konuştuğumuz birçok
sorunu da konuşmamayı temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan.
Gruplar adına söz vereceğim.
Anavatan Partisi Grubu
adına Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Reyhan Balandı.
Buyurun efendim. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA REYHAN BALANDI
(Afyonkarahisar) - Teşekkür ederim, sağ olun Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Türk kadınının toplumdaki
yeri ve sorunlarıyla ilgili, Anavatan Partisinin görüşlerini belirtmek
üzere söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dünya kadınlarının uzun yıllardır hak
arama çabalarının simgesi hâline gelen 8 Martı, anma, kutlama ya
da hatırlama gününe dönüştürmeye çalışan anlayışların konudan
ne kadar uzak olduklarını başta söylemek lazım. Daha önce de bu kürsüden
dile getirdim, bugüne kadar görülmemiş bir çoğunlukla iktidara
gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, kadın aday ve kadın seçmenler sayesinde
siyaset sahnesinde yerini aldı. Türk kadını, kendini yönetmesi ve çilesinin bitmesi
için Adalet ve Kalkınma Partisine yetki verdi. Aradan dört yıldan fazla
zaman geçti. Ben, Sayın Başbakanın bu geçen dört yıl içerisinde yapılan
yanlış icraatların hiçbirisini kabul ettiğine tanık olmadım kadın
politikaları dışında, çünkü her şey gün gibi ortadaydı. Çünkü, Nene
Hatunlarla, Satı Kadınlarla, Eliflerle, Halide Ediplerle tarihini
yazmış Türkiye'de, tecavüze uğrayıp aile meclisinin kararıyla töre
cinayetine kurban giden Güldünyaların dramları yaşandı. Daha
dün, kapağı olmayan rögarın mezar olduğu Dilara'nın annesinin dramı
yaşandı, bugün de sorumlu firmanın iktidar partisiyle birtakım
bağlantıları olduğu ve aynı firmanın, tekrar 150 milyarlık bir ihale
aldığı yazıyor ve söyleniyor.
Daha dün, çocuğunun
doğum borçlarını hastaneye ödeyemeyen anne Nuriye'nin nasıl hapse
girdiği gerçeğini gördük. Bugünse, kim bilir, yine kaç kadın şu anda
geçim sıkıntısıyla gözyaşlarını içine akıtıyor, kaç kadın sözlü
ya da fiziksel şiddete maruz kalıyor, dayak yiyor.
Yapılan araştırmalara
göre, hâlâ haklarının neler olduğunu bilmeyen pek çok kadınımız
var. Öylesine bastırılmışlar ki, İzmir'de, gecekondu semtlerinde
yaklaşık bin kadın üzerinde yapılan araştırmada, kadınların erkeklerle
eşit haklara sahip olmalarını beklemediklerini söyleyen kadın
sayısı yüzde 49,9. Ankete katılan kadınların yüzde 7,1'i kadınların
bazı durumlarda şiddeti hak ettiklerini düşünüyor. Kadınların
yüzde 67,5'i kendi istemediği hâlde, sadece eşi istiyor diye bazı
iş ve eylemlerde bulunuyor. Bu kara tabloya rağmen, gelişen teknoloji
ve iletişim hızı sayesinde kadınlarımızın haklarının farkına
varmaları süreci çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Haksızlığa, şiddete
uğrayan bazı kadınlarımızın karşı duruşları ve bilinçlenmeleri
de çok kısa bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşiyor.
Geçtiğimiz yıl yapılan
bir araştırmada, kadınların yüzde 79'u fiziksel şiddete, yüzde
52'si sözel şiddete, yüzde 29'u duygusal ve yüzde 18'inin de ekonomik
şiddete maruz kaldığı belirtiliyor.
Türkiye'deki evliliklerin
ilk üç yılında, üniversiteli kadınların yüzde 73'ü, gecekonduda
yaşayan kadınların yüzde 90'ı şiddete maruz kalıyor.
En çok da, ekonomik sıkıntı
ve ekonomik bağımlılık kadınlarımızın kanayan yarası. Anne kendinden
önce çocuğunu düşünür, çocuğunu, etiyle, sütüyle, sebzesiyle besleyemeyen
annenin yüreği yaralıdır. Onun üzerine kıyafetini alamayan, gereği
gibi okula gönderemeyen annenin yüreği yaralıdır.
Sayın Başbakanın,
dünkü grup toplantısında kadınlara yönelik bir konuşma gerçekleştirdiğine
şahit olduk. Adalet ve Kalkınma Partisinin kadınlara yönelik yapılan
grup konuşmasında, bir avuç kadına oturmak için yer bile verilmediğini
akşam televizyonda, haberlerde hepimiz izledik. Bugün ise, Anavatan
Partisinin grup toplantısında Türkiye'nin dört bir yanından gelen
kadınlarımızın nasıl hak ettikleri hak ve önceliklerine, saygınlıklarına
özen gösterildiğini de bütün kamuoyu ve medya görüntüledi. Umarım
gerçek demokrasi için hangi siyasi partilerin kadın politikalarına
samimiyetle eğildiklerinin göstergesi olan bu tablo medyada da mukayeseli
olarak yer bulur ve kimin gerçek demokrasiden yana, kimin kadın hakları
için mücadele eden bir siyasi parti olduğu hiç olmazsa bugün gözler
önüne serilir.
Sayın Başbakan dünkü
grup toplantısında maalesef Türk kadınını, sivil toplum örgütlerini
de hayal kırıklığına uğrattı. "Haydi kızlar okula" kampanyasını
pozitif ayrımcılık yaptık diye gururla anlatan, Anayasa'ya pozitif
ayrımcılık ibaresini yerleştirmekten de ısrarla kaçınan Sayın
Başbakanın, "Meclisin yüzde 95'i erkek ama haksızlık etmeyelim,
çoğu da maço değil" diye bir açıklama yapan kadından sorumlu Bakanı
olacak elbette. Nasıl yani? Türkiye Büyük Millet Meclisinin çoğu
değil de bir kısmı mı maço Sayın Bakan? Nerede Sayın Bakan? Bir kısmı
mı maço? Peki, bu Mecliste hiç maço milletvekili yok da, siyasette
olmayınca kadınların sorunları çözülmüş mü oluyor? Bana kalırsa,
siz, Başbakanın eşini ya da siyasi parti liderlerinin eşlerini düşüneceğinize
ve dilinize dolayacağınıza ev hanımlarının, üniversiteli genç
kızlarımızın, çalışan kadınlarımızın sorunlarını düşünün ve
bunları yüreğinizde hissederek konuya eğilin. (Anavatan Partisi
ve CHP sıralarından alkışlar) Çünkü, bakın, Avrupa Birliğine uyum
çerçevesinde bazı yasalar çıkartıyoruz, çalışmalar yapıyoruz,
ancak inandırıcı olamıyorsunuz, maalesef yeterli olamıyorsunuz.
Geçtiğimiz gün…
REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara)
- Uyduruyorsun!
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Uydurmuyorum. Ne uydurması? Her şey gözler önünde cereyan ediyor.
Sayın Bakanın konuşmaları orada, Sayın Başbakanın konuşmaları
orada…
REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara)
- Sen ne kadar geliyorsun Meclise?
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Hanımefendi, lütfen, dinlemeye davet ediyorum. Çıkar burada cevabınızı
verirsiniz. Sayın Bakan veremiyorsa eğer, siz çıkar verirsiniz. (Anavatan
Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara)
- Konuyla ilgili konuşmuyorsunuz.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Bakın, burada Dünya Kadın Hakları Günü'nden konuşuyoruz. Tablo
ortada! Ne yapalım yani, güllük gülistanlık bir tablo mu çizelim?
BAŞKAN - Sayın Balandı,
siz Genel Kurula hitap edin.
Siz de müdahale etmeyin
efendim.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Lütfen… İnandırıcı değilsiniz. İnandırıcı değilsiniz.
Geçtiğimiz gün, gazetelere
yansıyan bir fotoğraf var. Bu da gerçekleri gözler önüne seriyor. Önde
Sayın Bakan Çubukçu, arkasında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumunun bürokratları. Kadından sorumlu Bakanlığın bünyesindeki
bir bürokratlar tablosu ve bu tabloda tek bir kadın yok. İşte, tablo
budur. (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar) Bu yöneticiler
arasında hiçbir kadın yok. Bütün bakanlıklarda bu zaten böyledir,
ama, kadından sorumlu Bakanlığın bünyesinde kadın bürokratların
olmayışı, maalesef, dramı gözler önüne seriyor.
Nasıl olacak da Türk
kadınını, kendisine layık görülen yere değil de layık olduğu konuma
getireceğiz? Öncelikle yönetim kademesindeki erkekler, erkek
egemen siyaset yapısı şunu kabul etmelidir ki, toplumun yarısından
fazlası kendileri gibi düşünmüyor, çünkü onlar kadın. Kadınlar,
öğretildiği gibi eksik değil, aksine fazladır, sevgide fazladır,
şefkatte fazladır, merhamette, anlayışta fazladır. Demokrasi,
farklılıkları kabullenmek demekse, kendisi gibi olmayanları anlamak
demekse, kadınların yerine kadın için erkeklerin siyaset yapması
kabul edilemez bir durumdur. Bugün Türkiye'de yapılan, çok erkekçe
bir siyaset. Devlet babanın devlet anaya dönüşmesi ve ana gibi
hâlden anlaması için siyasetin dişileşmesi gerekiyor, nerede ne
kadar erkek varsa orada o kadar kadın olması gerekiyor. Çünkü, ömür
boyu eğitimin süregeldiği yer, omuz omuza, diz dize olduğumuz yer,
kadınların öğretmeni olduğu aile kurumudur. İktidar partisi,
kendisiyle çelişen ve partinin içinde kadın milletvekillerinin
de rahatsız olduğunu bildiğim bir tavır içerisinde.
2002 seçimlerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi, 550 milletvekili adayı içerisinde sadece
31 tane kadın aday gösterebildi ve bu kadın adayları listelerin hep
sonuna koydu. Bir tanesi dışında tamamı listelerin ilk sıralarında
değildir.
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU
(Çorum) - Siz nereden geldiniz?
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Bugünden itibaren bu iş kandırmacadan, laf kalabalığından uzak
olmalı. Kadın sorunlarının çözümü, ülkeyi bir anda yüceltir ve
yükseltir.
DEVLET BAKANI NİMET
ÇUBUKÇU (İstanbul) - Siz hâlâ aynı yerde misiniz?
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Sizin nerede olduğunuz görünüyor Sayın Bakan.
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU
(Çorum) - Hangi partiden geldiniz Hanımefendi, hangi partiden?
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Yani, oradan, tamam, laf atıyorsunuz, çok güzel de, sizin nerede olduğunuz,
Anavatan Partisinin de nerede olduğu gayet net bir şekilde görünüyor.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU
(Devamla) - Sen nereden geldin?
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Kadın sorunlarının çözümü ise, siyasetle, siyasette temsil oranının
yükseltilmesiyle mümkündür.
Samimiyetle buradan
söylüyorum: Hükûmetin yanlış ekonomi politikaları kadınımızın
gözünde mor halka olarak ortaya çıkmaktadır. İktidar partisi her
şeyi iddia edebilir, ama, dört-beş yıllık iktidar döneminde kadın sorunlarını
çözebildiklerini, kadının konumunu yüceltip yükseltebildiklerini
iddia edemez. Eğer böyle bir iddianız varsa, bunun göstergesi ortadadır.
Anavatan Partisinin yaptığı gibi koyarsınız parti tüzüğünüze… Maalesef,
sadece yüzde 30'u… Çünkü, Siyasi Partiler Kanunu sadece buna müsaade
ediyor.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET YENİ (Samsun) -
Meclise taşıyanlar… Yazık! Yazık!
BAŞKAN - Buyurun efendim,
ek süre verdim, konuşmanızı tamamlayın.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Teşekkür ederim, sağ olun Sayın Başkan.
Ondan sonra, Anayasa'nın
10'uncu maddesine mi koyacaksınız, bu "pozitif ayrımcılık"
ibaresini mutlaka iliştirirsiniz. Onun dışında söylediğiniz hiçbir
şeyin anlamı ve önemi yoktur.
Bir de "kadın vekil
sayısını artıracağız" diyorsunuz. Allah aşkına, bu düşünce
yapısıyla bunun mümkün olmadığını zaten bilmiyor musunuz!
Tabii, her şey kotayla
da bitmiyor. Kadının düşüncelerini ve kendini kabul ettirebilmesi
için, parti teşkilatlarında ve tabanında kadına bakış perspektifinin
geniş olması önemli. Kadınlar, hem saygınlığından hem de kadınlığından
ödün vermeden katkı sağlayabileceği, emek vereceği siyasi görüş
içinde yer almak isterler. Bunun karşılığında da makam, mevki talepleri
yoktur, çünkü, bunun biraz da ekonomik bir boyutu vardır. Biz, Anavatan
Partisi olarak, kadınların milletvekili adayı olduğu takdirde
adaylık parası altında siyasi partilerin aldıkları parayı almayacağımızı
bu kürsüden bir kez daha deklare ediyoruz ve tüm milletin önünde, Meclis
kürsüsünden, kadına ayrımcılığın her türlüsünü cezalandıracak
bir anayasal düzenlemeyi getireceğimize söz veriyoruz.
Her kadına emeklilik
hakkı sağlayacağımız ve sosyal güvenlik şemsiyesi altında pek çok
imkân sağlayacağımızı da ve bunun da çok mümkün olduğunu buradan
beyan ediyoruz.
Hem tüzüğümüzdeki
kota uygulamasının hem de bahsettiğim diğer uygulamaların hem
Adalet ve Kalkınma Partisine hem de diğer partilere örnek olmasını
temenni ediyoruz.
Şimdi, bu kota uygulamasının
hayata geçirilmesiyle ilgili çalışmalarımız var. Biz Anavatan
Partisi olarak iddiayla söylüyoruz: Eğer buraya 350 milletvekiliyle
gelirsek en az 100 kadın milletvekilini bu Parlamento görecek inşallah.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
- 175 olsun, 175.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Tabii, biz bunlarla uğraşırken, Sayın Başbakan konuşmasında
"kadınların annelik misyonunun küçümsenmesine razı olamayacaklarını"
söylerken, kadını yalnızca annelikle özdeşleştiren bir çerçeveye
sığdırmış oldu. Türk toplumunda Türk kadınının annelik misyonu hiçbir
zaman küçümsenmez ve kimse de buna razı olmaz. Ama, "kadın annedir"
söyleminden daha geniş bakış açısını Türkiye yakalamak zorundadır.
Kadın insandır, üretmek ister; sadece çocuklarına değil, ülkesine
de hizmet etmek ister. Türk kadını artık kalıplarını kırmıştır. Bunun
önüne geçilmesi değil, başarı ışığı gördüğümüz her bir kadın bireyi
teşvik etmemiz gerekiyor. Burada olmayan şeyleri varmış gibi göstermekle
başarı elde edemeyiz.
Dün "Kadınlara
Müjde" başlığı altında birkaç tane haber verildi. Kadınlarımızın
evlerde ürettikleri el işlemelerinden gelir vergisi alınmayacakmış,
belediyeler ise evde el sanatlarıyla uğraşan kadınlarımızın
ürünlerini satması için festivallerde stant açmalarına izin verecekmiş.
Kusura bakmayın, bu tip basit söylemler, Türk kadınının, ezilen, cefa
çeken, yoksulluk çeken kadınımızın…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
- Meslek edinmeyi de söyleyin Reyhan Hanım.
BAŞKAN - Sayın Balandı,
lütfen konuşmanızı tamamlayın, özetleyin. Son sözlerinizi rica
ediyorum.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- …derdine derman olmaktan çok, bu söylemler onların içini acıtıyor,
gururunu rencide ediyor. Bunlara dikkat etmek lazım. Bunlar zaten
var olan şeyler.
Şimdi, Sayın Başbakan
"haydi gençler evlenmeye" diyor. Lütfen, konulardan biri,
vergi iadesinin… İşte, vergi indirimi adı altında bir para veriliyor
ve diyor ki: Haydi gençler… Biz size yılda bir defa vergi iadesi veriyoruz
-bunun da adı değişti- haydi gençler evlenmeye, diyor. Yani, bu kadar
toplumdan uzak bir bakış açısını kabul etmek mümkün değil.
Bakın, buradan ben
bir fikir sunayım: Bu denli güçlü bir iktidar partisi, çok büyük maddi
imkânlara sahip bir iktidar eğer Türkiye Cumhuriyeti'ni muasır medeniyet
seviyesinin üstüne gerçekten çıkarmak istiyorsa ne yapacak biliyor
musunuz: Önce, dul ve yetimden başlamak üzere, kadına işsizlik maaşı
bağlayacak, evdeki kadına da işsizlik maaşı bağlayacak. Bakın o
zaman Türkiye nasıl silkeleniyor, kadın şiddetten ve sıkıntıdan o
zaman nasıl kurtulabiliyor. Bu hiç de imkânsız bir şey değildir.
Dört-beş yıl kaynaklar doğru kullanılsaydı, böyle büyük bir ülke bunun
altından rahatlıkla kalkabilirdi ve müthiş bir gelişme elde edilebilirdi,
Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi. Biz hâlâ "dikiş dikersen
senden vergi almayacağız" demekle yetiniyoruz, ama ne yapalım,
bu da bir şeydir.
Kadına şiddet devam
ediyor, töre cinayetleri devam ediyor, gazete ve televizyonlar
kontrol mekanizmalarını yeterince çalıştırmıyorlar ve bu da zarar
veriyor. Ama, bunca karmaşa, bunca ayıp… Millî ve manevi değerler ve
aile yapısı üzerinde ayakta duran Türk toplumunda demek ki birileri
yanlış yapıyor, suç işliyor, birileri de hastalıklı ruh hâliyle kadınlarımıza
ve genç kızlarımıza, dolayısıyla toplumun temel değerlerine zarar
veriyor.
İnternet terörü ve
ahlaksızlıkların çocuklarımızın karşısına ne zaman ve ne şekilde
çıkacağını kestiremiyoruz bile. Terörde evladını kaybeden anaların
ciğeri yanıyor. Ülkemizin dış politikalardaki başarısızlığı
kadınımızı doğrudan doğruya etkiliyor. Bu ülke bunları hak etmiyor.
Türkiye'de mevcut aile
yapısı, kabul etmek gerekir ki, hiç de gurur duyulacak bir durumda
değildir. Kadının verdiği ödünlerle ayakta bir aile kalabiliyorsa,
orada huzur, mutluluk, sevgiyi aramak yersizdir. Yetişen çocuklar
da problemli olur.
Kadına şiddetin önlenmesi
komisyonunun kurulması için benim bazı milletvekillerinden daha
önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunduğum (10/282)
sayılı önergemin diğer milletvekillerinin önergeleriyle neden
birleştirilmediğini sordum, sordum, cevap alamadım.
BAŞKAN - Sayın Balandı,
bakınız…
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Bitiriyorum Sayın Başkanım, çok kısa kaldı.
BAŞKAN - Efendim, bitirmiyorsunuz,
ben görüyorum.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Çok kısa kaldı.
BAŞKAN - Sayın Bakan
süresinden önce bitirdi. Böylesine güzel bir günde ben size müdahale
etmek istemem, ama İç Tüzük'ün amir hükmü bu. Son cümlelerinizi rica
ediyorum. Altı dakika ek süre verdim.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Peki, son cümlelerimi söylüyorum ve selamlıyorum Sayın Başkanım.
Konunun önemine…
HÜSEYİN GÜLER (Mersin)
- Sayın Başkan, hoşgörün.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Kadınlar yılda bir kere konuşuyor Sayın Başkan.
BAŞKAN - Efendim, o zaman
İç Tüzük'ü değiştirin.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sizin müsamahanız yeter Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Sayın Başkanım, konunun önemine binaen göstermiş olduğunuz hassasiyete
de son derece teşekkür ediyorum.
Efendim, hemen konuşmamın
sonunda bir cümleyle şunu söylemek istiyorum: Kadına şiddetle ilgili,
övüne övüne öldüğümüz Avrupa Birliği uyum yasaları var. Avrupa
Birliği uyum yasalarının, maalesef, uygulamada çıkan bir sürü boşlukları
ve yanlışlıkları var. Bunun için, bunları ortadan kaldırmak için -bu
konuyu da bizzat yaşamış birisi olarak söylüyorum- kadına şiddetle
ilgili davaların görülmesi için, ayrıca ihtisaslaşmış mahkemelerin
kurulması ve görev yapması ve bunların da polisle ve hukuk uygulayıcılarının
bir anlamda bilinçlendirilmesi ve bu konuda eğitimden geçmeleri
gerekiyor. Bu da size çözüm için samimi bir öneri.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Sayın Milletvekili, sizin Türkiye'den haberiniz yok. Bu dedikleriniz
başladı, yapılıyor ya! Polis eğitimi başladı ya!
BAŞKAN - Efendim, siz
konuşmanızı tamamlayın.
Sayın Şahin, müdahale
etmeyin lütfen.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Hepsinden haberim var. Hiçbiri yeterli değil ve sadece sözde kalan,
sadece sözde kalan…
FATMA ŞAHİN (
REYHAN BALANDI (Devamla) - Efendim, hepsini
takip ediyoruz, bizzat içindeyiz, yaşıyoruz. Hiçbiri doğru değil
bunların. Bu söylediklerinizin hiçbiri doğru değil.
FATMA ŞAHİN (
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Bakın, suçlular elini kolunu sallaya sallaya ortada dolaşıyorlar.
BAŞKAN - Sayın Şahin,
lütfen müdahale etmeyin.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Fatma Hanım, sizin dünyadan haberiniz yok.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- 40 bin tane polis nasıl eğitim alacak?
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Çıkmışsınız, söylüyorsunuz: "Kadın annedir." Peki, şunu
soruyorum ben size…
BAŞKAN - Sayın Balandı,
siz Genel Kurula hitap edin.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- "Cennet annelerin ayağı altındadır." derken, "Ananı
da al git." derken, peki, anneleri nereye gönderiyorsunuz, siz
bana onu bir söyler misiniz, cennete mi gönderiyorsunuz? (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Balandı,
siz Genel Kurula hitap edin.
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Dün diyor ki "Ayağını öperim.", bugün diyor ki "Anaların
ayağı altındadır."
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Bu kadar küçültemezsiniz!
REYHAN BALANDI (Devamla)
- Lütfen… Sizler bu söylediğiniz sorunların samimi olarak eğer üzerine
gitmezseniz…
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Bu kadar küçültemezsiniz!
REYHAN BALANDI (Devamla)
- …Allah'ın izniyle, bizler kadınlarımızın yaralarına parmak basacağız
ve bu sorunları Anavatan Partisi olarak çözeceğiz diyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Balandı.
Sayın Balandı, şunu
da bilin: Sekiz dakika yirmi saniye ek süre vermiş oldum. Bunu da bilin
efendim.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Teşekkür ederiz Sayın Başkan.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan, Sayın Bilgehan'a da on dakika müsamaha edin.
BAŞKAN - Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Ayşe Gülsün
Bilgehan.
Buyurun Sayın Bilgehan.
(CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 8 Mart Dünya Kadınlar
Günü nedeniyle, Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak
üzere söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, başta büyük Atatürk
olmak üzere, cumhuriyetimizin kurucuları bundan bir asır öncesinden,
bir ülkenin gelişmesi ve ilerlemesinin kadınların toplum içindeki
konumlarına ve etkinliklerine bağlı olduklarını anlamışlardı.
Hatta, bu eksikliğin, Osmanlı Devleti'nin çöküşünü hızlandıran nedenlerin
başında geldiğini düşünmüşlerdir. Bu yüzden, kadın, Atatürk devrimlerinin
temel hedefi olmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınları
her alanda, her yerde görüyoruz ve kadın, Türk kadını, geleneğine,
göreneğine, inancına bağlı, ama, aynı zamanda çağdaş değerleri,
cumhuriyet ilkelerini de benimseyen bir kadındır. Şeriatın kaldırılması
ve yeni Medeni Yasanın kabulü ile daha 1926'da Türk kadını, saklı
kaldığı kafeslerin ardından, kapatıldığı haremlerden çıkmış, erkeklerle
eşit haklara sahip bir vatandaş kimliğini almıştır. Türk kadınının
bundan seksen bir yıl önce elde ettiği boşanma, velayet ve mallar
üzerindeki vesayet hakları, çok eşliliğe son verilmesi gibi düzenlemeler,
bugün bile dünyanın pek çok bölgelerindeki kadınların hâlâ beklediği
gelişmelerdir. Bizim 5 Aralık 1934'te kazandığımız seçme ve seçilme
hakkına kavuşabilmek için İsviçreli kadınlar kırk iki yıl beklediler.
Değerli arkadaşlarım, çağdaşlaşma sürecinde
devrimlerin sonu yoktur. Bugün Türk kadını, özellikle Müslüman toplumlar
arasında hâlâ kadın haklarının en üst düzeyde olduğu bir konumda bulunuyor.
Yasal düzenlemeler açısından, gerçekten, bizim dönemimizde de
önemli ilerlemeler kaydedildi ve bunları birlikte yaptık. Bundan
kısa bir süre önce, hayal bile edilemeyecek değişiklikler yaptı
bu Meclis. Türk Ceza Yasası'ndaki, örneğin töre cinayetlerine hafifletici
neden olan maddeleri temizledik. Bu insanlık suçunu hâlâ "namus
cinayeti" olarak niteleyemiyoruz, ama, "nitelikli adam
öldürme" kapsamına alabildik ve en ağır cezanın verilmesini
sağladık.
İş yerinde taciz, evlilik
içi cinsel saldırıyı suç saydırdık ki, bunlar, inanın, henüz Avrupa
Birliği ya da Avrupa Konseyi ülkeleri arasında, pek çoğunda daha
yapılamadı.
İş Kanunu'nda cinsiyet
ayrımcılığı, hamilelik nedeniyle işten çıkarmayı önledik. On altı
haftalık doğum izni aldık. AB ortalamasının üzerindedir.
Anayasa'nın 10'uncu
ve 41'inci maddeleri değişti.
Bundan iki yıl önce,
gene burada bir konuşma yapmışım. O zaman "12 adet" demişim
sığınma evlerini, kadın sığınma evlerini, bugün 30'u aştı. Hatta,
yarın, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, bir kadın
sığınma evi açacağını biliyorum. Nereden nereye geldik demek ki.
Bunları nasıl yaptık? (AK Parti sıralarından alkışlar)
Yok, yok, daha durun.
Bunları nasıl yaptık? Bunları yapanlar karşıda, karşıdaki dinleyici
localarında oturuyor. (Alkışlar) Öncelikle, duyarlı, bilinçli,
kararlı kadınların desteğiyle yaptık. Bugün temsilcilerinden bazılarının
aramızda olduğu sivil toplum kuruluşları, kadın dernekleri, basın
kuruluşlarıyla birlikte çalıştık. Onların önerilerinin büyük bölümünü
yasalaştırdık. Evet, birlikte yaptık, iktidar, Hükûmet birlikte yaptık.
Biz, diğer milletvekili, kadın milletvekili arkadaşlarımızla
-24 kadın- birlikte çalıştık, yapabildiğimizi yaptık, ama, eksiklerimiz
var. Şimdi sıra yasal düzenlemeleri hayata geçirmeye geldi.
Çünkü, değerli milletvekilleri,
büyükannelerinin torunlarından ileri olduğu tek ülkeyiz, öncelikle
iki alanda. (CHP sıralarından alkışlar) Büyükannelerinin torunlarından
ileri olduğu ülkeyiz. 1994'te yüzde 34 olan kadının iş gücüne katılım
oranı, istihdama katılım oranı, bugün yüzde 22. Dünyada başka bir
örneği yok, başka hiçbir ülkede bu oran düşmüyor. Avrupa ülkelerinde
ortalama yüzde 56. Diğer ülkelerden, yani yüzde 80 oranı olan Kuzey
Avrupa ülkelerinden, İsveç'ten, Norveç'ten bahsetmiyorum.
Ekonomik özgürlüğe
erişmeden, kadın haklarından söz edilemez. Ayrıca, çalışan o yüzde
22 oranındaki kadınlarımızın da neredeyse yarısı ücretsiz işçi.
Sendikalı kadın oranı yüzde 10, kendi hesabına çalışan kadın yüzde
12. Kadınların yüzde 80'inin üzerine kayıtlı bir gayrimenkul ya da
araç yok. Ben, aslında, biraz daha iyi örnekleri Sayın Bakanın vermesini
bekledim. Çünkü, bugün Türkiye'de, örneğin yargıda Danıştay Başkanı,
Anayasa Mahkemesi Başkanı kadın, iş alanında TÜSİAD Başkanı kadın.
Daha pek çok örneğimiz var. Pek çok alanda kadınlar üniversitelerde,
basında, başka sektörlerde yüzde 30 oranında temsil ediliyorlar,
ama, şunu da görmek gerekiyor: Veriler kadının yoksul olduğunu gösteriyor.
İris Eşitlik ve Gözlem
Grubunun kamu sektöründe yönetici kadınlar üzerinde yaptığı son
araştırmaya göre, gene 1994'te yüzde 15,1 olan üst düzey yönetici oranı,
2006'da yüzde 11,8'e inmiş. Başka hiçbir yerde böyle bir şey yok. Gerilemişiz!
Bugün, Türkiye'de tek bir kadın müsteşarımız yok, tek bir valimiz
yok, belediye başkanımız yok. Yerel yönetimlerde kadın temsilciler
bindelik oranlarda yer alıyorlar. Garip olan nedir? Garip olan, dediğim
gibi, büyükanneler torunlarından ileri durumdaydılar. Yani, bir
müsteşarımız daha eski dönemlerde vardı, kadın valimiz vardı, şimdi
yok!
Ayrıca, çalışan kadınlarımıza
sunulan olanaklar, o yüzde 22'ye bile sunulan olanaklar son derece
kısıtlı. Kreş ve çocuk yuvaları yetersiz. Aile içinde iş paylaşımı
çok az. Kadınlar her türlü yükü kendileri taşımak zorunda kalıyorlar
ve aile ile iş arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıyorlar. Oysa,
hedef, artık, dünyada, değerli arkadaşlarım, bu iki yaşamı bağdaştırabilmek.
Yani, kadının hem anne hem eş hem de başarılı bir iş kadını olabilmesi.
Hedef bu. Cumhuriyetin, Atatürk'ün hedefi buydu.
Gelelim ikinci önemli
konuya: Parlamentolar Arası Birlik, dünyada kadın siyasetçi oranının
2006'da yüzde 17 artarak rekor düzeye eriştiğini gösteriyor. Şaşırtıcı
değil. Biz bu kadınları her yerde, sizler de her yerde görüyorsunuz.
Bugün, ilk defa, Amerika Birleşik Devletleri'nde de Temsilciler Meclisi
Başkanı bir kadın seçildi. Amerika'da, İsrail'de, Yunanistan'da,
Avusturya'da, İngiltere'de, İsveç'te dışişleri bakanları kadınlar;
hem de böyle sorunlu ülkelerde. İsrail'in Dışişleri Bakanı bir kadın.
Avrupa kıtasında parlamentolarda kadın oranı yüzde 19,1; Amerika'da
yüzde 16; Asya'da yüzde 16,1; Sahra altı Afrika'da yüzde 16,8; Arap ülkelerinde yüzde 8,6.
Ben, geçenlerde, Malta'da, Avrupa Konseyi adına bir toplantıya katıldım.
Oradaki Arap ülkelerinin Arap kadınlarının, etkinliklerini, faaliyetlerini,
enerjilerini, çalışma azimlerini, haklarını elde etme azimlerini
gördüm ve inanın ki imrendim. Bakın, Arap ülkelerinde yüzde 8,6. Bir
örnek daha veriyorum: Tunus'ta yüzde 23. Bizde kaç? 4,4. Yorum yapmaya
gerek yok. Seçilme hakkımızı aldığımız 1934'ten beri tam yetmiş üç
yıllık bir gecikmemiz var arkadaşlar. Kadınların bu Meclisten alacağı
çok. Bir seçim öncesinde, ilgili her kesimin, ama öncelikle kadınların
sorumluluklarının bilincinde olmalarını bekliyoruz. Bu kaderi
değiştirmemiz lazım. Türkiye'ye bu görüntü yakışmıyor. Ama, bu zinciri
kıramama nedenlerini biliyoruz. Bunların başında eğitim geliyor.
Bugün okuma yazma bilmeyen, hâlâ 5 milyon kadınımız var. Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'da bu oran neredeyse kadın nüfusunun yarısı. Kadın nüfusunun
yarısı okur yazar değil. Kadınların Türkiye'deki ortalama eğitim
süresi -bilmiyorum biliyor musunuz-
dört yıl, dört yıl. Üniversite mezunu kadınların oranı yüzde
4. OECD'nin yaptırdığı bir araştırmaya göre, çok ilginç bir oran "atalet oranı" diye bir oran
var. Bu atalet oranı, 15 ila 19 yaşları arasındaki kızlarda hiç okula
gitmeyen, yani, ne okula giden ne de çalışan kızların oranını belirliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN
(Devamla) - Türkiye'de 15-19 yaşları arasındaki kızların yüzde
44,3'ü ne okula gidiyor ne işe gidiyor, evde oturuyor ve zaten 3 kızdan
1'i 18 yaşın altında evleniyor.
Karşılaştırmak için
bir örnek vereyim: OECD'nin ortalaması, bu atalet oranı ortalaması
yüzde 8,2. Avrupa ülkelerinde bunun içine 30 ülke giriyor. Gerçi
biraz daha geniş, Amerika ve Japonya da var. Neyse, yani bizim de üye
olduğumuz OECD'de ortalama yüzde 8,2; bizde yüzde 44,3. Gerçekler
bunlar.
Değerli milletvekilleri,
demek ki görüyoruz ki, yürürlükteki yasalara, hatta belki iyi niyetlere
rağmen, uygulamada istediğimiz düzeyden çok gerideyiz. Yasal düzenlemelerin
hayata geçirilmesinde önümüze asırların getirdiği engeller çıkıyor.
Biliyoruz ki zihinsel değişim olmadan eşitliğin sağlanması çok
zordur. Ancak, bir seferberliğin başlaması için de siyasi irade gerekir.
Bütçede kaynak olmadıkça bakanlık genelgelerinin sonuç vermesi
beklenemez.
Bakın, bugün, bu sorunların
görüşüldüğü bir tek gün, Sayın Çubukçu, Sayın Bakan, kadından sorumlu
Devlet Bakanı, ne yazık ki Bakanlar Kurulu bölümünde tek başına
oturuyor. Sizlere bakınız. Yani ne kadar az milletvekili katıldı
bu oturuma ve şimdi, ben, Cumhuriyet Halk Partisinin temsilcisi olarak
burada söylemek durumundayım ki, bizim taraf daha kalabalık, bizim
arkadaşlarımız buradalar (CHP sıralarından alkışlar), bizim Genel
Başkanımız aramızda ve gördüğünüz gibi, şiddete karşı başlatılan
kampanyanın simgesi olan beyaz kurdele onların da yakalarında, Sayın
Bakanın ve benim de yakamda.
Değerli milletvekilleri,
27 Kasım 2006 günü Madrid'de, Türkiye'nin 1949'dan beri üye olduğu Avrupa
Konseyinin "Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete Son" kampanyası
başlatıldı. 2006-2008 yıllarını kapsayacak dönemde gündemde kalan
kampanyaya 46 ülkenin parlamentosu katılıyor, bizim ülkemiz de
katılıyor ve ben, geçenlerde, geçen ay, bu kampanyayı yürüten Avrupa
Konseyinin Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun Başkanlığına
seçildim. Ancak, benim bu kampanyayı bu Mecliste de yürütebilmem
için, bu sorunları bu Mecliste de dile getirebilmem için muhatap
alacağım bir komisyon bile yok. Avrupa ülkelerinin hepsinde bir
eşitlik komisyonu var, kadın-erkek eşitliği komisyonu var. Yok… Biliyorum,
bizden de çok değerli arkadaşlarım önergeler verdiler, sizden de
verdiler, iktidar partisinden de verdiler, ama sonuç yok. Dört buçuk
yıl geçti, bu Mecliste birlikteyiz ve bir kadın-erkek eşitlik komisyonumuz
yok.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim,
ek süre verdim, konuşmanızı tamamlayın.
AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN
(Devamla) - Çok teşekkür ediyorum, çünkü bu nedenle bu kampanyayı
anlatmak için başka bir zaman ve başka bir imkân bulamayacağımı düşünüyorum
ve bu Komisyonun Başkanı olarak da bu görevi Türkiye'de birisinin
yapması lazım, yoksa ben kendi kendime Başkan olarak Türkiye'nin hanesine
bir eksi koymak zorunda kalacağım.
Değerli milletvekilleri,
aile içi şiddet, ülke, sınıf, eğitim farkı gözetmeyen ve bütün Avrupa
ülkelerini ilgilendiren ciddi bir sorun. Aile içi şiddet nedir biliyor
musunuz? Aile içi şiddet, kadının en çok güven duyması gereken yerde,
kendi evinde, yuvasında ve en çok sevdiği insan tarafından şiddet
görmesi. Bir insanlık sorunu, bir insanlık ayıbı. Bu sorunu artık
aile içi bir mesele olarak görmek mümkün değil. İşte, bu yüzden, bizim
de üye olduğumuz Avrupa Konseyi, çağımızın derdi olarak görülen
bu yaraya çözüm bulmak, parlamentolar arasında bir dayanışma sağlamak
için, uygulamaları denetlemek için, yeni yasalar çıkarabilmek
için bir ortak çalışma kararı aldı. Kampanya kapsamında başka ülkelerde
de iki yıl boyunca çeşitli etkinlikler var. Bugün gördünüz, bugün
özel bir gün; birtakım afişler astırdık, bu konuyu gündeme getirecek,
sizlere çarpıcı gelecek birtakım görsel sergiler sunmaya çalıştık.
Aslında, bu sergilerden bir tanesi, ne yazık ki, kıyıda köşede kalmış
bir kadın portreleri sergisi. Sizleri, o sergiyi de gezmeye, izlemeye
davet ediyorum. Bunun dışında başka etkinliklerimiz de olacak. O
etkinliklerde, hepinize, birer parlamenter olarak çok görev düşüyor,
çünkü, Türkiye, aile içi şiddet konusunda özel bir konumda bulunuyor.
Yasal düzeyde ülkemiz gene çok ileride. 1998 yılında çıkmış bir yasamız
var, aileyi koruma kanunumuz var. Bunun dışında, yeni Belediyeler
Kanunu'nda da nüfusu 50 bini aşan belediyelerde, 50 bini aşan yerel
yönetimlerde mutlaka bir kadın sığınma evi kurulması maddesi yer
alıyor. Ancak, ülkemizde aile içi şiddet, yapılan araştırmalara göre,
Avrupa Konseyi ülkeleri içerisinde en yüksek düzeyde. Yani, değişik
değişik araştırmalar yapıyoruz, ama, gene en yüksek düzeyde çıkıyor
ve bu veriler, yüzde 34 ile yüzde 97'ye kadar çıkabiliyor. Bakın, son
altı yılda, Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre, 1.129 töre
cinayeti işlenmiş Türkiye'de ve bunların yüzde 29'unun gerekçesi
namus. Bir insanlık suçu olan töre cinayetleri, namus cinayetleri
konusunda, Avrupa Konseyi ülkeleri içinde, sanık sandalyesinde
oturan tek ülkeyiz. Bunu artık değiştirmemiz gerekiyor ve bunu artık
değiştirmek için, birbirimize gerçekten destek olmamız, birbirimizi
anlamamız gerekiyor.
Bu kampanyanın kendi
ülkemde de son derece ciddi bir şekilde yürüyeceğine ve hepinizin
bu konuya dikkat göstereceğine eminim. Biliyor musunuz, aslında,
Nimet Hanım'ın söylediği, birtakım, gerçekten ilerlemeler var. Ben
buraya gelmeden önce, bir hat var, 183 Alo Şiddet Hattı, orayı aradım,
baktım iyi çalışıyor mu diye, bana cevap verecekler mi, bir sonuç
alabilecek miyim diye ve söyleyebilirim ki çok iyi bir sonuç aldım.
Hemen telefon açıldı, hemen hat açıldı ve karşıma çıkan kişi de -ben
tabii kim olduğumu söylemedim, ama, bu konuyla ilgili yardım almak
istediğimi söyledim- bana gayet olumlu, iyi bir yaklaşımla neler
yapabileceğimi söyledi. Demek ki olabiliyor. Yani, bu konuda, bakın,
ille de muhalefetiz diye sizlere, sizin yaptığınız her şeye karşı
olmak gerekmiyor. Bakın, bazı konular var ki, bunlar gerçekten bir
insanlık sorunu, partilerin üstünde, siyasetin üstünde. Onun
için, bu konularda birlikte çalışmamız gerektiğini düşünüyorum.
Tıpkı, bazı çok önemli uluslararası konularda olduğu gibi.
Sayın Başkan, çok teşekkür
ediyorum. Gerçi söylenecek çok şey var ama, daha fazla sabrınızı da
tüketmek istemiyorum. Nezaketinizden dolayı teşekkür ediyorum.
Evet, 8 Mart kutlanacak
bir gün değil zaten. Ama, bu günü anan ve böyle önemli bir oturumda buraya
gelen sizlere, iktidar partisi milletvekillerine ve benim değerli
arkadaşlarıma... Çünkü, yüzde 4,4'lük kadın oranının temsil edildiği
bir Mecliste erkeklerin desteğini almadan hiçbir şey yapamayız ve
zaten Türk ailesinin geleneksel özelliği, kadın-erkek birlikte pek
çok değere, pek çok çağdaş uygar değere sahip çıkmamız.
Katılan bütün arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum ve beni dinlediğiniz için de, saygılarımı sunarak
teşekkürlerimi yineliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Bilgehan.
AK Parti Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Güldal Akşit.
Buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
GÜLDAL AKŞİT (İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
dilerseniz, öncelikle bu 8 Mart günü nedir, niye anılmaktadır ya da
kutlanılmaktadır, kısaca tarihçesine değinmek isterim.
8 Mart 1857'de, Amerika
Birleşik Devletleri'nde, tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadın,
günde on beş-on altı saat süren çalışmalara karşı, on saatlik çalışma
süresi, daha iyi iş koşulları ve daha iyi ücret talepleriyle grev
başlatmışlardır. Bu grev sırasında çıkan olaylarda 129 kadın, maalesef,
hayatını kaybetmiştir. Kadınlar, bundan yaklaşık elli yıl sonra, 8
Mart 1908'de yine yürüyüşe geçmiş, bu sefer, elli yıl önceki taleplerine
yenilerini de ekleyerek, sekiz saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk
emeğiyle ilgili yasa çıkarılması gibi talepler öne sürmüşlerdir.
Bu kez çıkan olaylarda ise 140 kadın hayatını kaybetmiştir.
Sonraki yıllarda, 8
Mart 1857 tarihi kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak
için verdikleri mücadelenin de başlangıcı kabul edilmiş, 1977 yılında
Birleşmiş Milletlerin 8 Mart gününü "Kadın Hakları İçin Birleşmiş
Milletler Günü" ilan etmesiyle bugün "Dünya Kadınlar Günü"
olarak resmen anılmaya başlanmıştır. Ülkemizde, 8 Mart tarihi, 1984
yılından bu yana, her yıl "Dünya Kadınlar Günü" olarak çeşitli
etkinliklerle anılmaktadır.
BAŞKAN - Sayın Akşit,
bir dakikanızı rica edebilir miyim.
Sayın milletvekilleri,
zannediyorum siz de farkındasınız, Genel Kurulda ciddi bir uğultu
var. Rica ediyorum… Çok önemli bir günün değerlendirmesini yapıyoruz.
Arkadaşlarımız hatibi dinlesinler. Bunu rica ediyorum Başkan olarak.
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik)
- Hangi taraf yapıyor Sayın Başkan? Onu da söyleyin.
BAŞKAN - Bütün arkadaşlarımdan
rica ediyorum.
Buyurun.
GÜLDAL AKŞİT (Devamla)
- Saygıdeğer milletvekilleri, ülkelerin toplumsal cinsiyet bilincine
ve duyarlılığına ulaştığında ve kadın-erkek eşitliğini her alanda
sağlayabildiğinde çağdaş bir toplum yapısına ulaşabileceği artık
evrensel bir kabul olmuştur. Çağdaş bir toplumu ancak bilgi ve bilinç
düzeyi yüksek, başkalarının haklarına saygı gösteren bireyler
oluşturup yaşatabilir. Çağdaş toplumun vazgeçilmez koşulu ise siyasal
yaşam dâhil toplumun bütün alanlarına kadın ve erkeğin dengeli dağılımı,
kadın ve erkek arasında etkin bir fırsat eşitliğinin aile ve çalışma
yaşamını da kapsayacak şekilde hayata geçirilmesidir.
Eşitlik, kalkınma ve
barış, küreselleşen dünyanın taleplerinin birleştiği en temel değerlerdir.
Tüm dünyada ve tabii ki ülkemizde eşitlik, kalkınma ve barışın sağlanması
için üretilen politikalar, bize, biri olmadan diğerinin hayat bulamayacağını
söylemektedir. Bütün uluslararası insan hakları belgelerinde
herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine sahip olduğu ve
cinsiyete dayalı ayrımcılığın kabul edilmezliği ilkeleri benimsenmesine
rağmen, hâlen tüm dünyada kadınlara karşı ayrımcılığın mevcut olduğu
görülmekte, bunun ortadan kaldırılması vazgeçilmez olarak kabul
edilmektedir.
Günümüzde bir ülkenin
gelişmişlik düzeyi sadece ekonomik göstergelerle değil, aynı zamanda
toplumun sosyal ve kültürel yapısı ve insani gelişme ölçütleriyle
birlikte değerlendirilmektedir. Ülkelerin kalkınmışlık düzeyine
bakıldığında, yükselen her uygarlıkta toplumun her düzeyine kadın
ve erkeğin eşit katılımını, öte yandan geri kalmışlığın tarihinde
ise kadının toplumsal ve sosyal yaşamdan dışlanmışlığını görmek
mümkündür.
Türkiye'de de tarihimiz
boyunca birçok güçlüğe katlanan ve büyük sorumluluklar üstlenen
kadınlarımızın toplumsal yaşama etkin biçimde katılmaları ülkemizin
en büyük hedefleri arasında yer almış, bu kapsamda ülkemiz yıllardır
kadın-erkek eşitliğini sağlamak için hem ulusal düzeyde hem de uluslararası
platformda süreklilik gösteren çalışmalar yürütmüş ve bu alanda yürütülen
uluslararası çabalara da her zaman aktif bir şekilde katılarak
destek olmuştur.
Bu çerçevede, Türkiye,
Birleşmiş Milletlerin kadın-erkek eşitliğini sağlamak üzere kadınlara
karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi konusunda yaptığı bir dizi
uluslararası toplantı sonucunda ortaya çıkan Birleşmiş Milletler
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni,
yani CEDAV Sözleşmesi'ni 1986 yılında, Kadının İnsan Hakları Bildirgesi
olarak da anılan CEDAV İhtiyari Protokolü'nü ise 2003 yılında ülkemiz
açısından yürürlüğe sokmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri,
ben, hâlen aktif görev yapan bir Türk kadın siyasetçisi olarak, Türkiye'nin
bu konuda katettiği mesafelerden ve bugünkü durumdan sizlere kısaca
bahsetmek istiyorum.
Ülkemizde cumhuriyet
öncesi toplumsal yaşam içerisinde çok sınırlı bir şekilde yer alan,
yasal hakları yok denecek kadar az olan Türk kadını, 1923 yılında cumhuriyetin
ilanından sonra gerçekleşen devrimlerle birlikte, eşit insan, eşit
yurttaş olarak toplumdaki yerini almıştır.
1924 yılında eğitimi
tek sistem ve tek çatı altında toplayan Kanun, 1926 yılında kabul edilen
Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu ve 1934 yılında kadınlara seçme ve
seçilme hakkını tanıyan Kanun ile birlikte Türkiye kısa sürede,
kadın hakları, kadın-erkek eşitliği açısından dünyanın ileri ülkeleri
arasına girmiş bulunmaktadır.
Kadına yönelik politikalarda
yaşanan değişimin önemli bir yansıması olan Anayasa, Medeni Kanun,
Türk Ceza Kanunu, İş Kanunu ve Belediyeler Kanunu'nda yapılan değişikliklerle,
kadın-erkek eşitliği yasal düzeyde sağlanmıştır.
Ancak, yasaların uygulanmasının
izlenmesi sonucunda ortaya çıkan değişiklik ihtiyacı ile hazırlanan
iki önemli kanuna dair değişiklik tasarısı ise şu anda Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündeminde bulunmaktadır.
Bunlardan birisi, bütün
dünyada olduğu gibi ülkemizin de en önemli sorunlarından biri
olan aile içindeki şiddetin önlenmesi amacıyla 1998 yılında çıkarılan
Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un uygulanmasındaki aksaklıkların
giderilmesini teminen hazırlanan değişiklik tasarısı taslağıdır.
Diğeri ise, doğum
izinleri konusuna ilişkin farklı sosyal güvenlik kuruluşlarına
bağlı olarak çalışanlar için ebeveyn izni ve evlat edinme hâlinde de
bu iznin kullanılabilmesi amacıyla hazırlanan Devlet Memurları
Kanunu ve İş Kanunu'nda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısıdır.
Bu iki önemli tasarının yasalaşmasında, yüce Meclisimizin siz değerli
üyelerinin büyük duyarlılıkla katkı sağlayacağına gönülden inanmaktayım.
Saygıdeğer milletvekilleri,
tüm bu çabalarla amacımız, kadınlarımızın iş gücüne katılımlarını
artırmak, geleneksel çalışma alanları dışında farklı sektörde istihdama
katılım düzeylerini yükseltmek, eğitim imkânlarından daha fazla yararlanmalarını
sağlamak, sosyal güvenlik göstergelerini iyileştirmek, sağlık sorunlarını
azaltmak ve en önemlisi belki de, aile içi şiddetin önlenmesi için mücadele
etmektir. Ancak, yasal açıdan elde edilen bu gelişmelerle, eşitlik
konusunda kadınların elde etmiş oldukları kazanımların oluşturduğu
avantajlı durumun yeterli olmadığının da bilincindeyiz.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
GÜLDAL AKŞİT (Devamla)
- Teşekkür ederim.
Yasaların uygulanmasını,
kadınların gündelik yaşamlarının ayrımcılıktan fiilen arındırılmasını
sağlayacak önlemler alınması ve gerekli mekanizmaların oluşturulması,
en önemli hedef olarak önümüzde durmaktadır. Biliyoruz ki, yasalarla
uygulama arasındaki açıklık sürdükçe, geleneklerin ve törelerin
etkileri, kadınların yaşamı üzerinde belirleyici olmaya devam
edecektir.
Yasaların uygulamalara
tam olarak geçirilmesini sağlamanın en etkin yöntemi ise toplumda
bir zihinsel dönüşümün sağlanmasıdır. Toplumlarda zihinsel dönüşümlerin
çok zor bir süreç olduğunu bilmekle birlikte, kesinlikle ümitsiz değiliz.
Hükûmetimiz, yasaların
işlerliğinin artırılması ve uygulamalara tam olarak geçirilebilmesi
için çalışmaları artırarak sürdürmektedir. Özellikle kız çocuklarının
eğitime katılımlarının artırılması ile kadına yönelik şiddet,
töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi konularında çalışmalar
başarıyla sürdürülmektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
eğitim, her Türk vatandaşı için sunulan zorunlu, yasal bir hak ve
imkândır. Eğitimde hedefimiz olan 2010 yılına kadar kız çocuklarımızın
okullaşma oranını yüzde 100'e ulaştırmak için Millî Eğitim Bakanlığımızın
uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları, medya ve özel
sektörün destekleriyle başlattığı kız çocuklarının okullaşmasına
destek kampanyası çerçevesinde ülke genelinde 220 bin civarında
kız çocuğu eğitim sistemine kazandırılmış bulunmaktadır.
Hepinizin bildiği
üzere, eğitim olanaklarından yararlanmış kadınlarımız, uluslararası
platformları da kapsayacak şekilde önemli başarılara imza atmaktadırlar.
Ancak, Türk kadını, siyasal haklarına 1934 yılında kavuşmuş ve dünya
kadınlarına öncülük etmiş olmasına rağmen bugün Türkiye Büyük
Millet Meclisinde kadınların 24 milletvekiliyle temsil ediliyor
olması, Türk siyasi hayatında olması gereken düzeyin çok altında
bir durumu ifade etmektedir. Bu yetersizliğin önümüzdeki dönemlerde
giderileceğine, kadınlarımızın siyasette ve karar mekanizmalarında
hak ettikleri gibi yüksek oranda temsil olanağına kavuşacaklarına
inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
özellikle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sorun alanı
olan olumsuz gelenekler ve değer yargılarının sonuçlarından biri
olarak ortaya çıkan kadına yönelik şiddet ile töre ve namus cinayetleri…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim,
konuşmanızı tamamlayabilirsiniz, buyurun.
GÜLDAL AKŞİT (Devamla)
- …kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasının sadece yasalarla mümkün
olamayacağına en açık örnektir. Bu konuda yüce Meclisimiz ileri
bir adım atmış, kadına yönelik şiddet ve töre cinayetlerinin önlenmesi
konusunda alınacak tedbirleri belirlemek amacıyla 2005 yılında
bir Meclis araştırma komisyonu oluşturmuştur. Komisyon, çok başarılı
bir çalışma gerçekleştirip bu konuda kapsamlı bir rapor hazırlamıştır.
Rapor, Hükûmetimiz tarafından da benimsenmiş, raporda yer alan tedbirlerin
hayata geçirilmesi için Başbakanlık genelgesiyle tüm sosyal taraflara
sorumluluk verilmiştir.
Değerli milletvekilleri,
kadınlarımız toplumsal ve ekonomik yaşamın ayrılmaz bir parçası,
üretimin etkin ögesidir. Ülkemizde her alanda başarılı çalışmalar
yapan kadınlarımızın sayısının artması övünç kaynağımızdır. Devletin
ilgili kurumlarının yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının da kadın
haklarının geliştirilmesi ve kadınların bilinçlendirilmesi konusunda
yürüttükleri çalışmalar mutluluk vericidir. Bu anlamda kendilerine
teşekkürü bir borç biliyorum.
Kadınlarımızın birey
olarak kendi sorunlarına sahip çıkmaları, erkeklerin bu sürece
dâhil olmaları ve daha iyi bir yaşam düzeyine ulaşmak için birlikte
çaba göstermelerinin, geleceğin çağdaş Türkiye'sini kurma çabalarımıza
önemli katkılarda bulunacağına inanıyoruz. Türkiye'nin çağdaşlık
sınavını sürdürebilmesi için kadının toplumsal statüsünün güçlendirilmesi
temel önceliğimiz olarak algılanmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
tabii, söylenecek çok şey var. Ancak, ben, güzel bir temenniyle bu gündeki
konuşmamızı sonlandırmak istiyorum ve kimseye de sataşarak siyaset
yapmak istemiyorum böyle bir günde.
Değerli arkadaşlarım,
ayrımcılığın önlendiği, insanların eşitlik ilkesi çerçevesinde
hak ve özgürlüklerini adil biçimde kullandığı, kadınlarımızın yönetimin
her aşamasında daha çok temsil edildiği bir dünyada yaşamak umuduyla,
tüm kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyor, yüce Meclisimizin
üyelerini saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Akşit.
Şahsı adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Yaşar Nuri Öztürk.
Buyurun Sayın Öztürk.
(Alkışlar)
Süreniz beş dakika.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (İstanbul)
- Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
8 Mart Dünya Kadınlar
Günü münasebetiyle kadın hakları ve özellikle Türk siyasetinde
kadının durumu hakkında birkaç söz söyleyeceğim. Şahsım ve Halkın
Yükselişi Partisi adına hepinizi tekrar selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
evvela içimin burkulduğunu söyleyerek söze başlamak istiyorum.
550 kişilik Parlamentoda kadın hakları ve Türk siyasetinde kadınla
ilgili özel bir oturum yapılıyor ve sıralar boş aşağı yukarı.
HARUN AKIN (Zonguldak)
- Siz de ilk defa geliyorsunuz.
AHMET YENİ (
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla) - Sıralar boş böyle bir günde ve genel başkanlar,
gördüğüm kadarıyla, Sayın Baykal ve bendeniz dışında burada yoklar.
Bunu da buradan ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar…
AHMET YENİ (
ÖZKAN ÖKSÜZ (
AHMET YENİ (
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen…
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla) - Genel başkanlar
ne kadar geliyorsa, ben, onlardan fazla geliyorum. Lütfen… Lütfen…
BAŞKAN - Sayın Öztürk, buyurun, siz Genel
Kurula hitap edin.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, hayatın mutluluk, sevgi, şefkat ve merhamet kaynağının
kadın olduğu, bütün dinlerin, felsefelerin ortak kabulüdür. İslam
dünyasında da ortak
Atatürk Türkiye'sinin getirdiği ve kurduğu
cumhuriyetle, kadın, İslam dünyasında, medeni dünyada ait olduğu
yere, hatta o yerden daha ileri bir noktaya taşındı, fakat, ne yazık
ki, son yıllarda buradan tekrar, kadın, geri çekilmektedir. Ülkemizde
kadının durumu, hemen hepimizin çok iyi bildiği gibi, üzücü, kaygı
vericidir.
Değerli arkadaşlar, ben Karadenizli
bir babanın ve Doğulu bir annenin çocuğuyum. Bu iki bölgeyi özellikle,
tabii, Türkiye'nin diğer bölgelerini de, ama buraları bilirim. Benim
doğup büyüdüğüm yerlerde -çok özür diliyorum- yük hayvanlarının
yük taşıyamayacağı arazilerde yükler kadınlara taşıtılır ve
hâlâ büyük kısmında öyledir. Altı-yedi aylık hamile kadınların 40,
50, 60 kilo yüklerin altında hiçbir itiraz hakkı taşımadan nasıl
inim inim inlediklerini yıllarca seyrederek büyüdüm.
Bu acıları yaşadığım için benim fikir
hayatım kadın hakları ve bu ülkenin kadınlarının ezilmişliğine
karşı büyük bir mücadeleyle geçti. İtiraf edeyim ki, bu mücadeleyi
daha çok dinci tasallutun kadınımıza vurduğu prangalara ve yaptığı
kötülüklere karşı verdim. Ancak, geldiğimiz noktada şunu gördük
ki, bu dışarıdaki mücadeleler hayata geçmiyor, mücadeleyi burada
vermek lazım. Burada kadın meselesi hallolmadıkça dışarıda
atılan nutuklar eskileri gibi boşa akıp gidecektir.
Peki, burada yapılacak
olan ne? Burada yapılacak olan da nutuk atmak değil. Burada yapılacak
olan, 550 kişilik Parlamentonun içinde 24 kadın yerine, yüzde
4,5'luk oran yerine, nüfusunun genel nüfusa oranı yüzde 52 olan kadınları,
o orana yaklaşır biçimde buraya taşımaktır.
Şimdi, siyasi partilerin
ve Seçim Kanunu'nun buna engel olduğunu, antidemokratik olduğunu
söylüyor. Müsaadenizle, ben bir tablo size çizeceğim. Ben bütün siyasi
parti listelerini Partimi kurmadan önce tetkik ettim. Hiçbirinde,
kadınların idari birimlerdeki oranının yüzde 10'a varmadığını
gördüm. Buna engel mi var? Engel yok. Halkın Yükselişi Partisi olarak
biz bunu kurucu üyeler listesinde yüzde 26'ya çıkardık, bir ilk.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Başkanım…
BAŞKAN - Buyurun efendim.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Bugün itibarıyla, kadınların siyasi partilerin idari birimlerinde
oranları yüzde 8'i, 9'u geçmiyor. Biz bunu yüzde 47'ye çıkardık değerli
arkadaşlarım.
Şimdi, yeni bir şey
yapmak lazım bu seçime giderken. 26 Şubat akşamı Karadeniz TV'de,
27 Şubat akşamı Habertürk kanalında, 2 Mart akşamı Kanal-B televizyonunda
ve 5 Mart akşamı yine Karadeniz TV'de, diğer partileri de davet ederek
bir deklarasyon halkın önüne koyduk. Buradan da tekrar ediyorum huzurlarınızda:
Bu seçimde, nüfusun, genel nüfusun kadın oranı yüzde 52 küsur olan
Türkiye'de, hiç değilse, milletvekili listelerine yüzde 40 oranında
kadın koyalım. Biz, bunu yapacağız. Bunu, Halkın Yükselişi Partisi
olarak deklare ettim, şimdi de tekrar ediyorum, sizleri de buna davet
ediyorum. Yüzde 52'yi yakalamak hedefimiz ama, yüzde 40'ı gerçekleştirelim.
Buna ne Partiler Kanunu engeldir ne Seçim Kanunu engeldir. Buna engel,
bir tek zihniyettir. O zihniyet devriminin vücut bulması için, balığın
başı olan -tabiri mazur görün- burada, bu işi, milletin ve cihanın
önüne koymak lazım.
Arkadaşlarımız, önce
konuşanlar, kadın hakları bakımından maruz bulunduğumuz sıkıntıları,
acıları, ıstırapları, töre cinayetinden kadınların eğitimden
dışlanmasına kadar gayet güzel anlattılar, ama, bunlar yıllardır
anlatılıyor. Bunun tek çözümü, burada, bu 550 kişilik yüce Meclisin
üyeleri içinde kadın oranının yüzde 52'lik orana yakın bir düzeye çıkarılmasıdır.
O zaman inanıyoruz ki, Türkiye'nin kaderi de değişecektir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- İki-üç cümle daha müsaade var mı?
BAŞKAN - Buyurun efendim,
konuşmanızı lütfen tamamlayın.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Arkadaşlarımız ikiye katladılar onar dakikalarını.
Değerli arkadaşlar,
her şeye karışan AB, kurbanlarımızın kesimine, mahallelerde evlerimizin
boyasına kadar karışan AB, ne hikmetse, bu kadın meselesinde ciddi
hiçbir tavır takınmamıştır, ciddi hiçbir söz söylememiştir; ara sıra,
böyle ağzının alt taraflarından bir iki şey söylüyor, fakat, bunlarda
hiçbir dayatma ve diretme yok. Niçin? Çünkü, AB'nin hesabı, Türkiye'nin
yücelmesi ve yükselmesi değil, kendilerine pazar olması, hatta
sömürge olması için nasıl bir noktaya getirilmesinin hesabıdır. Bu
işi, Atatürk Türkiye'sinin çocukları, Anadolu annelerinin evlatları
yapacaklardır; bunu, burası yapacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
sözlerimi bitirirken, kadına reva görülen haksızlıkların, kadına
reva görülen kötülüklerin durdurulmasına yönelik zihniyet devriminde
üstümüze düşeni yerine getirmek ümit ve çağrımızı huzurlarınızda
tekrarlıyorum ve hepinize, Sayın Başkanıma saygılarımı tekrar iletiyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Öztürk.
Sayın milletvekilleri,
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin iki önerge vardır, ilk önergeyi okutuyorum:
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç ve 42 milletvekilinin,
bölünmüş yol çalışmalarında kalite düzeyinin araştırılarak standardın
sağlanması ve maliyet artışlarının önlenmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri (10/426) (x)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Bölünmüş yolların kalite
düzeyinin belirlenmesi ve bundan sonra yapılacak yol çalışmalarında
standardın sağlanarak gereksiz maliyet artışlarının önüne geçilmesini
temin etmek amacıyla Anayasanın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılması hususunda gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
1- Nadir Saraç (Zonguldak)
2 - Mehmet Yıldırım (Kastamonu)
3 - Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
4 - Mesut Değer (Diyarbakır)
5 - Tacidar Seyhan (Adana)
6- Kemal Demirel (Bursa)
7- Ahmet Ersin (İzmir)
8- Vezir Akdemir (İzmir)
9- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)
10- Hakkı Ülkü (İzmir)
11- Feridun Ayvazoğlu (Çorum)
12- Nurettin Sözen (Sivas)
13- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
14- Mehmet Kartal (Van)
15- Mehmet Ziya Yergök (Adana)
16- Mehmet Parlakyiğit (Kahramanmaraş)
17- Sıdıka Sarıbekir (İstanbul)
18- Mehmet S. Kesimoğlu (Kırklareli)
19- Ali Oksal (Mersin)
20- Yılmaz Kaya (İzmir)
21- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
22- Türkân Miçooğulları (İzmir)
23- Canan Arıtman (İzmir)
24- Bülent Baratalı (İzmir)
(x) (10/426) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin tam metni
Tutanağa eklidir.
25- Ufuk Özkan (Manisa)
26- Şevket Arz (Trabzon)
27- Hüseyin Bayındır (Kırşehir)
28- Mehmet Boztaş (Aydın)
29- İsmail Özay (Çanakkale)
30- Sedat Pekel (Balıkesir)
31- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
32- Erdal Karademir (İzmir)
33- Uğur Aksöz (Adana)
34- Zeynep Damla Gürel (İstanbul)
35- Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
36- N. Gaye Erbatur (Adana)
37- Oya Araslı (Ankara)
38- Mevlüt Coşkuner (Isparta)
39- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
40- Atilla Kart (Konya)
41- Abdulaziz Yazar (Hatay)
42- Mustafa Gazalcı (Denizli)
43- Ahmet Küçük (Çanakkale)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Özet
Ülkemizde yük ve yolcu
taşımacılığının büyük kısmı karayolu ile gerçekleştirilmektedir.
Deniz ve hava yollarının son yıllarda gelişim göstermesine rağmen
karayoluyla ulaşım, etkinliğini ve ayrıcalıklı konumunu sürdürmektedir.
Bugün ülkemizin her yanına karayolu ile rahatlıkla ulaşılabilmektedir.
Ancak, giderek artan araç sayısı ve bunun beraberinde getirdiği
trafik yoğunluğu, mevcut karayollarının yetersizliğini ortaya
çıkarmıştır. Özellikle transit yollar artık ihtiyaca cevap veremeyecek
duruma gelmiştir. 'Bölünmüş yol' ya da başka bir ifadeyle 'duble yol'
çözüm sağlayacak seçeneklerden biri olarak öne çıkmaktadır. Adalet
ve Kalkınma Partisi'nin iktidara geldiği 2002 yılında Acil Eylem
Planı'nda ortaya koyduğu ve önemli projelerden biri olarak tanıttığı
bölünmüş yol projesi 4 yıldır birçok merkezde yapılmaya başlanmıştır.
Türkiye'nin ana aksları ve transit koridorları incelenerek, 15 bin
kilometre yolun bölünmüş yol olarak yapılması öngörülmüştür. Toplamda
6800 km. karayolu bölünmüş yol haline getirilmiştir.
Bölünmüş yol projesinin
ortaya atıldığı günlerde, yolların yapımı bizzat Sayın Başbakan'ın
ifadesiyle "resmi kurumlardan toplanacak makineler ve dere
yataklarındaki malzemeler kullanılarak" olacağı şeklindeydi.
Bu şekilde oluşturulacak yollar sathi kaplama olarak trafiğe açılacaktı.
Hatta geçmiş iktidarlar döneminde ihalesi yapılıp yapımına başlanmış
olan BSK (Bitümlü Sıcak Karışım) yollarında Sathi Kaplama dönüştürülmesine
yönelik bütün Karayolları teşkilatına genelge gönderilmişti. Karayolu
üstyapı projelendirmelerinde BSK veya Sathi Kaplama birbirinin
alternatifi asla değildir. Bir yolda projelendirme safhasında trafik
sayımları vb. kriterlere göre yolun üst yapısı BSK veya Sathi Kaplama
olarak belirlenir. Sonuç olarak bürokratın veya siyasinin iradesine
bağlı değildir.
Dünyada ilk kez AKP iktidarı
döneminde bölünmüş yol yapımı için resmi kurumların makine parkı
kullanılmıştır. Ve yine ilk kez yol yapımı, kış aylarına bırakılmıştır.
İktidar partisinin göreve getirdiği Karayolları yöneticilerinin
bir kısmı (yol yapımıyla ilgili olanlar) bu uygulamanın doğru olmadığını,
sadece akaryakıt masrafı ile yolların ihalesinin yapılabileceğini
anlatmaya çalıştıkları için görevlerinden ayrılmak zorunda bırakılmışlardır.
Kış şartlarında yapılan yollar, 2 ay sonra bozulmaya başladığında
Sayın Başbakan'ın ve bürokratlarının dahice fikri terkedilmiş ve
yollar yine ihale usulü yapılmaya başlanmıştır. Ne var ki bu kez de
komple yol ihalesi yapmak yerine yoldaki imalat grupları ayrı ayrı
ihaleye çıkarılınca sanat yapıları, toplak işleri, üstyapı gibi
işler daha deneyimsiz, donanımsız ve birikimsiz kişilere verilmeye
başlanmıştır. Yüksek tenzilatlarla (%70'lere varan) ve teknik deneyimden
yoksun yapılar yeniden iflas edince sorumlu bulunamamıştır. Yapılan
bölünmüş yolların önemli bir bölümü AKP iktidarının yapım yöntemini
tarif ettiği yollardan olmayıp, 2002 yılından önce projeli olarak
ihalesi yapılmış ve yapımı devam eden Bitümlü Sıcak Karışım yollarıdır.
Bölünmüş yol yapılması,
can ve mal kaybını azaltmasının yanı sıra trafik yoğunluğuna çözüm
getirmesi bakımından önemlidir. Ancak daha da önemli olan unsur, yolun
kaliteli olmasıdır. Kalıcı çözümler yerine geçici çözümleri
tercih eden AKP hükümeti, yol yapımında kaliteyi göz ardı etmiştir.
Yol yapımında en önemli unsur olan alt zemin inşasında kalite en
aza düşürülmüştür. Sonuç olarak bölünmüş yolların büyük bir kısmında
yapımının üzerinden 1 yıl dahi geçmeden çökmeler ve çukurlar oluşmuştur.
3,1 milyar YTL harcanarak bölünmüş yollar haline getirilen karayollarının
çökmesi ve bu nedenle yenilenmek zorunda kalınması, maliyetleri
ikiye katlamış, kıt ülke kaynaklarının verimsiz bir şekilde kullanılmasına
yol açmıştır.
Bölünmüş yolların kalite
düzeyinin belirlenmesi ve bundan sonra yapılacak yol çalışmalarında
standardın sağlanarak gereksiz maliyet artışlarının önüne geçilmesini
temin etmek amacıyla Anayasanın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılması hususunda gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulur.
Sayın milletvekilleri,
okunan önerge 500 kelimeden fazla olduğu için özeti okunmuştur. Ancak,
tam metni tutanak dergisinde yayımlanacaktır.
Önerge gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön görüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Şimdi ikinci önergeyi
okutuyorum:
2.- Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt ve 44 milletvekilinin,
eczacılık mesleğindeki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/427)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Sağlık harcamalarının
38 milyar dolar olacağı tahmin edilen ülkemizde, bunun yüzde 30'unu
ilaç harcamalarının alacağı tahmin edilmektedir. OECD ülkelerine göre kişi başına ilaç
harcaması bakımından, Türkiye özellikle Avrupa Birliği ülkelerine
göre geri durumdadır. SSK ve Yeşil Kartlıların serbest eczanelerden
ilaç alımı nedeniyle önceki yıllara göre bu oranda ciddi artışlar
meydana gelmiştir.
6197 sayılı Eczaneler
ve Eczacılık Hizmetleri Hakkında Kanun, eczacılık mesleğinin güncel
gereklerine yanıt vermekten uzaktır. Yasa hakkında uzun süredir çalışmalar
yürüten "Türk Eczacılar Birliği"ne kulak verilmesi gerekmektedir.
Eczacılık teknisyenleri için eğitimin zorunlu hale getirilmesi
gerekmektedir.
SSK ve Yeşil Kartlıların
eczanelerden ilaç almaya başlaması, İlaç Fiyat Kararnamesi ile ilaç
fiyatlarının düşmüş olması, ilaçta KDV oranlarının 1 Mart 2004 tarihinden
itibaren % 8 olarak uygulanması, iyi bir gelişme olmakla beraber,
ilaç hammaddelerinde de KDV oranının düşürülmesi gerekmektedir.
İlaç alımlarında kamu kurumlarının,
belirlenen sürelerde geri ödeme yapmamaları, eczacıların finans
sıkıntısı yaşamasına neden olmaktadır. Diğer yandan, SSK'nın reçetelerin
bir kısmının kontrol ettikten sonra eczacıya geri göndermemesi veya
reçete kesintisinin nedenini bildirmemesi, önemli bir sıkıntıya
neden olmaktadır. Reçete kontrollerinin elle yapılmasından kaynaklı
hatalar ve hatalı reçetelerin iade edilmemesi uygulamasının yarattığı
kayıplar nedeniyle geri ödeme ile ilgili de bir standart ihtiyacına
gereksinim duyulmaktadır.
Tedavi Yardımı Tebliği ile reçeteye
yazım ve geri ödeme koşullarının birçok formalite gerektirir şekilde
yapılması, birçok ilacın uzman hekim tarafından yazılma zorunluluğu
gibi uygulamalar, hastalar açısından da sorunlar yaratmakta ve
hastaların ilaç temininde güçlük yaşamasına neden olmaktadır. Tedavi
Yardımına İlişkin Tebliğ'in daha sade ve basit olması uygulamanın
daha sağlıklı ve doğru yapılmasını sağlayacaktır.
Geri ödeme konusunda yaşanan sorunu
çözmek için; bütçeden sağlığa ayrılan payın artırılması, kurumların
ilaç ödemelerine ayrılan ödeneği önceliklerden biri haline getirmesi,
borcunu zamanında ödemesi ve zamanında ödeyemiyorsa eczacının
geç ödemeden doğan zararını telafi etmesi gerekmektedir.
Eczacılar bir yandan ilaç fiyat değişimleri
ve reçete kontrollerinin standart olmamasından kaynaklı büyük sıkıntılar
yaşamakta, diğer taraftan da kamunun ilaç tasarrufunun eczacılar
üzerinden yapılması gibi bir yanlış yaklaşımın mağduru konumuna
getirilmektedirler. İlacın en büyük alıcısı olan kamu sektörü ilaç
ıskontolarını her yıl biraz daha yukarıya çekmeye uğraşmakta, bu
da eczacılar açısından güçlükler yaratmaktadır.
Türkiye'nin eşdeğer ilaç kullanımını
özendirici daha geniş tedbirler alması gerekmektedir. İlaçların
akılcı kullanımı ile ilgili toplumu bilinçlendirici faaliyetler
yürütmek, hem insan sağlığı hem de kamu bütçesinin korunması açısından
çok elzem bir konudur. Bu konuda gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Orijinal ilaç üretimi için Ar-Ge altyapısının
geliştirilmesi ve gerekli insan gücünün eğitimi önemli konulardır.
Bu nedenle Ar-Ge yatırımlarının özel teşvik kapsamına alınması gerekmektedir.
Eczacılık mesleğinin ülkemizde bir karşılığının olmaması, eczacılarımızın
"ikinci sınıf vatandaş" gibi görülmesine neden olmaktadır.
AB ülkelerinin çoğunda var olan ve her ilaçta kutu bazında bir değerle
ifade edilen meslek hakkının, artık ülkemizde de bir karşılığının
olması gerekmektedir.
Kamuda çalışmakta olan yaklaşık 1.500
eczacının, birçok sorunla karşı karşıya olduğu bilinmektedir.
Hastanelerde başeczacı kadroları bulunmamaktadır. Eczacılıkta
lisansüstü diplomaya sahip eczacılar başeczacı sıfatını kullanamamakta
ve bunun gereği birçok haktan yararlanamamaktadırlar. Çeşitli kurumlarda
çalışmakta olan eczacılar arasındaki ücret eşitsizliği halen devam
etmektedir. Sadece parasal olmamakla beraber özlük hakları
da kurumdan kuruma farklılık göstermektedir. Kamuda çalışan eczacıların
denetim maksadıyla dış göreve çıkmalarına rağmen, harcırah hizmetlerinden
yararlanamamaları da maddi kayıplarına neden olmaktadır.
Eczacılık mesleğinin
sorunlarının, günümüz koşullarına göre ciddi bir şekilde araştırılabilmesi
amacıyla Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü'nün
104. ve 105. maddelerine göre Meclis araştırması açılmasını arz ederim.
1- Mustafa Özyurt (Bursa)
2- Ali Arslan (Muğla)
3- Sezai Önder (Samsun)
4- Tacidar Seyhan (Adana)
5- Feridun Fikret Baloğlu
(Antalya)
6- Kemal Demirel (Bursa)
7- Mesut Değer (Diyarbakır)
8- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)
9- Ahmet Ersin (İzmir)
10- Feridun Ayvazoğlu
(Çorum)
11- Hakkı Ülkü (İzmir)
12- Nurettin Sözen (Sivas)
13- Ahmet Yılmazkaya
(Gaziantep)
14- Nadir Saraç (Zonguldak)
15- Sıdıka Sarıbekir
(İstanbul)
16- Mehmet Kartal (Van)
17- Mehmet S. Kesimoğlu
(Kırklareli)
18- Ali Oksal (Mersin)
19- Yılmaz Kaya (İzmir)
20- Mehmet Küçükaşık
(Bursa)
21- Türkân Miçooğulları
(İzmir)
22- Canan Arıtman (İzmir)
23- Bülent Baratalı (İzmir)
24- Ufuk Özkan (Manisa)
25- Şevket Arz (Trabzon)
26- Hüseyin Bayındır
(Kırşehir)
27- Mehmet Boztaş (Aydın)
28- Mehmet Ziya Yergök
(Adana)
29- İsmail Özay (Çanakkale)
30- Sedat Pekel (Balıkesir)
31- Mehmet Mesut Özakcan
(Aydın)
32- Erdal Karademir (İzmir)
33- Mehmet Parlakyiğit
(Kahramanmaraş)
34- Mehmet Yıldırım (Kastamonu)
35- Vezir Akdemir (İzmir)
36- Uğur Aksöz (Adana)
37- Bihlun Tamaylıgil
(İstanbul)
38- N. Gaye Erbatur (Adana)
39- Oya Araslı (Ankara)
40- Mevlüt Coşkuner (Isparta)
41- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
42- Atilla Kart (Konya)
43- Abdulaziz Yazar (Hatay)
44- Mustafa Gazalcı (Denizli)
45- Ahmet Küçük (Çanakkale)
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulur.
Önerge gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılması konusundaki ön görüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri,
birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.39
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.57
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'nin İkinci Oturumu'nu
açıyorum.
Alınan karar gereğince
sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon
raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan,
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
3.- Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Anayasa Komisyonu Raporu (1/1300) (S. Sayısı: 1342)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer
alan, Avrupa Patentlerinin Verilmesi ile İlgili Sözleşmenin (Avrupa
Patent Sözleşmesi) Değiştirilmesine İlişkin Anlaşmaya Katılmamızın
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlıyoruz.
4.- Avrupa Patentlerinin Verilmesi ile İlgili
Sözleşmenin (Avrupa Patent Sözleşmesi) Değiştirilmesine İlişkin
Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1075) (S. Sayısı: 1022)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
5'inci sırada yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etiyopya Federal Demokratik
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının ve Eki Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etiyopya
Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden
Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının ve
Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1242) (S. Sayısı: 1338)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
6'ncı sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar
Kurulu Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlıyoruz.
6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan
ve Karadağ Bakanlar Kurulu Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/1176) (S. Sayısı: 1185)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
7'nci sırada yer alan,
10 Kasım 1972, 23 Ekim 1978 ve 19 Mart 1991 Tarihlerinde Cenevre'de Gözden
Geçirilen 2 Aralık 1961 Tarihli Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması
Uluslararası Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
7.- 10 Kasım 1972, 23 Ekim 1978 ve 19 Mart 1991 Tarihlerinde
Cenevre'de Gözden Geçirilen 2 Aralık 1961 Tarihli Yeni Bitki Çeşitlerinin
Korunması Uluslararası Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/1135) (S. Sayısı: 1085)
BAŞKAN - Komisyon?
Yok.
Ertelenmiştir.
8'inci sırada yer
alan, Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
8.- Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan
ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1249) (S. Sayısı: 1344) (x)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon Raporu 1344
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına Kastamonu Milletvekili Sayın Sinan Özkan, buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA SİNAN ÖZKAN (Kastamonu)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne
Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın geneli
üzerinde AK Parti Grubu adına söz aldım. Konuşmamın başında, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
(x)
1344 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
Üzerinde görüştüğümüz kanun tasarısı,
20 bin polis memuru kadrosu ihdasını öngören bir düzenlemedir. Bu
tasarı sizlerin oylarıyla
Böyle bir düzenlemeye, yani, polis memuru
sayısının artırılmasına olan ihtiyaç hepimizin malumudur. Zira,
ülkemizin sosyal ve ekonomik yönlerden gelişmesi, yeni yerleşim
birimlerinin kurulması, mevcut yerleşim bölgelerindeki nüfus artışı
ve mülki yapılanmada meydana gelen değişikliklerle birlikte, jandarma
sorumluluk bölgesinde bulunan yerleşim bölgelerinin polis sorumluluk
bölgelerine devredilmesi gibi nedenler, emniyet teşkilatının
iş yükünü ve personel ihtiyacını sürekli artırmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine
göre 2000 yılında ülkemizin nüfusu 67 milyon 800 bin iken, bu sayının
bugün 73 milyona çıktığı tahmin edilmektedir.
Avrupa Birliğine üye ülkelerde ortalama
250 kişiye 1 polis düşmekteyken, ülkemizde polis sayısı 167 bin
olup, 1 polis 300 kişiye hizmet vermektedir. Avrupa Birliği standartlarına
göre bu sayının yetersiz olduğu bir gerçektir. Avrupa Birliği ülkelerindeki
250 kişiye 1 polis standardı dikkate alındığında, bugün olması gereken
polis sayısı 198 bin, 2009 yılında 210 bin, 2012 yılında ise 220 bin şeklindedir.
Yani, bu düzenlemeyle 20 bin polis memuru kadrosu ihdas edilip,
alındığında, bu standarda, bugün itibarıyla önemli ölçüde yaklaşmış
olacağız.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetimiz,
göreve geldiği tarihten bugüne kadar her yıl polis memuru sayısını
artırmış, buna dönük eğitim altyapısını kurma konusunda önemli
adımlar atmıştır. 2002 yılı sonunda, yani, AK Parti İktidarı başında
ülkemizde polis memuru sayısı 155 bin civarında iken, bugün, hâlihazırda
bu sayı 167 bindir. Yani, dört yıl zarfında ülkemizde polis memuru
sayısı 12 bin artmıştır.
Artan personel açığının kısa sürede
giderilebilmesi ve ideal personel sayılarına ulaşmak amacıyla,
Bakanlar Kurulunun 2003 yılında aldığı bir kararla, polis meslek
yüksekokulu sayısı 20'den 27'ye çıkarılmıştır. 2003 yılında 4.630
mezun veren polis meslek yüksekokulları, bugün 6.367 polis memuru
mezun verir hâle gelmiştir.
Emniyet teşkilatının polis memuru sayısının
artırılmasına yönelik en önemli çalışma ise, yine bizim dönemimizde,
26/4/2005 tarih ve 5336 sayılı Kanun'la polis meslek eğitim merkezi müdürlüklerinin
açılmasıdır. Bu kapsamda 9 tane polis meslek eğitim merkezi müdürlüğü
faaliyete geçmiştir. 2006 yılı sonu itibarıyla bu okullardan toplam
7.050 polis memuru mezun olmuş, önümüzdeki dönemlerde ise yıllık ortalama
7.500 polis memurunun mezun olması planlanmıştır.
Üniversitelerin dört yıllık fakülte
ve yüksekokullarından mezun olanların başvurabildiği polis meslek
eğitim merkezi müdürlükleriyle birlikte emniyet teşkilatımızın
genel eğitim seviyesinde ve niteliğinde ciddi bir artış yaşanmaktadır.
Bunun yanı sıra, emniyet teşkilatı
personelinin eğitim seviyesinin yükseltilmesi amacıyla, Anadolu
Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesiyle yapılan protokol çerçevesinde
emniyet teşkilatı personelinin en az iki yıllık ön lisans programı
mezunu olması amaçlanmış ve bugüne kadar 87.317 personel -ki, bu,
toplam personelin yüzde 48'ine tekabül etmektedir- programa kayıt
yaptırmış, bunlardan 24.876'sı da mezun olmuştur.
Emniyet teşkilatı personelinin
2001-2006 yılları arasındaki eğitim seviyesine bakıldığında ortaokul
ve lise mezunlarının sayısının düştüğü, ön lisans ve lisans mezunlarının
sayısında da artış olduğu görülmektedir.
Bu yıllar arasında, yani 2001-2006 yılları
arasında ön lisans mezunlarının oranı yüzde 7,94'ten yüzde 38,93'e,
lisans mezunlarının oranı ise yüzde 9'dan yüzde 16,27'ye yükselmiştir.
Hülasa, 2003 yılından beri, Hükûmetimiz
döneminde emniyet teşkilatımızın hem personel yönünden ciddi şekilde
güçlendirildiği hem de personel kalitesinin artırılmasına dönük
ciddi adımların atıldığı ortadadır. Bu tasarıyla hedeflenen 20
bin yeni polis memuru kadrosunun ihdası ve bu sayıda memurun istihdamıyla
da, güvenlik hizmetlerinin iyileştirilmesine ciddi katkıda bulunulacak
ve polislerin daha iyi şartlarda hizmet vermesi temin edilecektir.
Günümüz şartlarında suçlar çeşitlenmiş,
suçların işlenişinde teknoloji çok yoğun biçimde kullanılır olmuştur.
İşte bu noktada, teknolojiyi kullanan, özellikle bilişim teknolojisini
iyi kullanan suçlular ve organize suç örgütleriyle mücadele etmek
ve bu mücadeleyi etkin şekilde gerçekleştirip netice almak için,
polisimizin, emniyet teşkilatı personelimizin bu teknolojiyi
kullanabilecek yeterlilikte eğitilmesi, personel kalitesinin
artırılması son derece önemlidir. İşte, suç ve suçlulukla mücadelede
bilişim ve iletişim teknolojilerinin kullanılması ve alan hâkimiyetinin
sağlanması gerekmektedir.
Bu dört yıllık AK Parti İktidarı döneminde,
personel sayısının artırılması yanında personel kalitesinin artırılmasına
da en az onun kadar önem verilmiş, polisin hizmet içi eğitim faaliyetleri
artırılmış, göreviyle ilgili konularda polisimizin teknolojiyi
kullanması için hem bunun altyapısı oluşturulmuş hem de personel,
bu teknolojiyi kullanabilecek şekilde yetiştirilmiştir.
Bu kapsamda, bilişim teknolojilerini
kullanarak suç ve suçluluğun azaltılması amacıyla önemli projeler
hayata geçirilmiştir. İlk olarak İstanbul'da uygulamaya başlanan
MOBESE Projesi diğer illere de yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.
2007 yılı içinde on altı ilimizde bu sistemin kurulması hedeflenmektedir.
Suçla mücadele ve suçluların tespitinde çok önemli bir projedir.
Hrant Dink cinayeti failinin de MOBESE kameralarının görüntüleri
incelenerek tespit edildiği hatırlanırsa bu projenin önemi daha
iyi anlaşılabilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şu an Genel Kurulda görüştüğümüz tasarı ile 20 bin yeni polis memurunun
emniyet teşkilatı saflarına katılmasının, bu yolla ülkemizde
asayiş ve güvenliğin daha arzulanan seviyeye çıkarılmasının yolu
açılmaktadır. Bu şekilde, hem 20 bin kadar gencimize kamuda istihdam
imkânı sağlanacak hem de toplumumuzu huzursuz eden, rahatsız eden,
gasp, kapkaç ve benzeri suçlarla, terörle ve organize suçlarla daha
etkin mücadele edilebilecektir. Burada hedeflenen elbette ki budur.
Ancak, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek kabul edilen tasarıya
komisyonun Cumhuriyet Halk Partili üyeleri muhalefet şerhi koymuşlar
ve olumsuz oy kullanmışlardır. Emniyet teşkilatımızın personel ihtiyacı
bu kadar fazla iken ve Cumhuriyet Halk Partili sayın milletvekilleri
de bunu ifade ediyor iken, 20 bin polis memuru kadrosu ihdas eden, emniyet
teşkilatımızı güçlendiren, suç ve suçluyla mücadelede önemli bir
adım anlamı taşıyan ve bunun dışında hiçbir düzenleme getirmeyen
böyle bir kanun tasarısına ana muhalefet partisine mensup milletvekillerinin
karşı çıkmasının altında yatan mantığı anlamak gerçekten çok zordur.
Gerçi, muhalefet şerhi okunduğunda, buna dair bazı sözüm ona çekincelerini
satır aralarında ifade etmişler. Şöyle deniliyor ayrışık oy yazısında:
"AK Parti Hükûmeti, polis atamalarında, cumhuriyetin temel niteliklerini
değiştirmeyi ve yozlaştırmayı hedef alan bir kadrolaşma süreci
başlatmıştır." Bu ifade üzerine söylenebilecek tek bir şey olabilir:
El insaf! Çünkü, polis memurları polis meslek yüksekokullarına eskiden
olduğu gibi yine ÖSYM'nin yaptığı merkezî yerleştirme sınavı, yani
üniversite sınavı olarak bilinen ÖSS sınavında alınan puanlar
esas alınarak kabul edilmekte, bunun yanında, boy, kilo gibi mesleğin
gerektirdiği birtakım şartlar da tabii olarak aranmaktadır. Yani,
bizden önce usul neyse, bizim dönemimizde de usul aynen devam etmektedir.
Oraya alınan gençlerimizin hepsi de bu memleketin evlatlarıdır.
Bizim için, taşıdıkları düşünce, siyasi görüş de önemli değildir. Önemli
olan, bunların devlet ve milletlerine bağlılıkları ve görevlerinin
gerektirdiği niteliklere sahip olmalarıdır. Bunun ötesinde, bizim,
hiç kimsenin kafasının içiyle ya da iç dünyasıyla ilgili bir kehanette
bulunma gibi bir niyetimiz yoktur, olamaz da. Her yıl alınan binlerce
öğrencinin siyasi görüşünü tespit etmek de zaten mümkün değildir.
Bu önemli de değildir. Bizim için, AK Parti için önemli değildir, ama,
öyle anlaşılıyor ki, Cumhuriyet Halk Partisi için bu gayet önemli. Herhâlde,
aradan on yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, "Kendi teşkilatımın
mensuplarını almayıp da filanca partilileri mi alacaktım?"
diyebilen bir Adalet Bakanının zihniyetini aynen taşımaya devam
ediyorlar.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Siz hâlâ problem çıkmasını mı istiyorsunuz değerli kardeşim?
SİNAN ÖZKAN (Devamla)
- Ama, arkadaşlar, bu zihniyeti, bu anlayışı terk etmemizin zamanı
geldi de geçiyor.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sen, sen, sen… Hâlâ
problem çıkarmak istiyor musunuz?
SİNAN ÖZKAN (Devamla) - Bu asılsız kadrolaşma
iddialarını o kadar yoğunlaştırdınız ki, tamamen objektif kriterlere göre…
HALUK KOÇ (
SİNAN ÖZKAN (Devamla) - …ya da "kamu
personeli seçme sınavı" adı verilen merkezî bir sınavla kamuya
alınan gençlerimiz de, artık, bilin ki, bu asılsız iddia ve isnatlarınızdan
rahatsız olmaya başladı.
Soruyorum sizlere: Ne demektir AK Parti
Hükûmeti polis atamalarında cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirmeyi
veya yozlaştırmayı hedef alan bir kadrolaşma süreci başlatmıştır?
Emniyet teşkilatına bu iktidar döneminde alınanlar cumhuriyet
düşmanı mıdır? Alınırken özel olarak mı seçilmiştir? Hedefleri demokrasiyi,
laikliği, sosyal hukuk devletini ortadan kaldırmak mıdır?
HALUK KOÇ (Samsun) - Bana dön de küfür
et, bana dön!
SİNAN ÖZKAN (Devamla) - Böylesine,
akıl dışı, mantık dışı, insanları töhmet altında bırakan böylesine
bir iddiayı, iftirayı sırf siyaset yapma adına nasıl ortaya atarsınız?
Değerli milletvekilleri, milletimiz
için, memleketimiz için bugün de, gelecek yıllarda da en büyük ihtiyaç
ve de sermaye huzur, hoşgörü ve güvendir. Bunları baltalayacak her
türlü söylemden, tavır ve davranıştan uzak durmak da bu ülkenin yönetimine
talip olan siyasetçilerin ve özellikle şu kutlu çatının altında
temsil görevini yerine getiren milletvekillerinin görevidir,
sorumluluğudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
emniyet teşkilatımız, bu dönemde, her zamankinden daha etkin çalışmalarını
yürütmüş, özellikle uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlarla
mücadelede önemli başarılara imza atmıştır. Ülkemizin geçmişine
şöyle bir göz attığımızda, maalesef, kimin tarafından, ne amaçla işlendiği
ilk bakışta belli olmayan, sadece ülke barışı ve huzurunu hedef
alan bir seri cinayetin işlendiğini ve hiçbirinin failinin dahi
yakalanamadığını, yani hemen hepsinin faili meçhul kaldığını görüyoruz.
Son dört yıllık döneme baktığımızda ise, yine huzur ve istikrarı hedef
alan birtakım hain saldırı ve cinayetlerin işlendiğini, ancak, öncekilerden
farklı olarak, artık, bunların ya faillerinin hemen yakalandığını
ya da bu menfur saldırıların henüz planlanma safhasında iyi bir istihbaratla
tespit edilip, engellendiğini hepimiz biliyoruz, izliyoruz.
Bu noktada, ülkemizin ve milletimizin
huzuru ve geleceği üzerinde oyun oynamak isteyen ve hain emeller
besleyen birtakım çeteleri deşifre edip, devletimize ve milletimize
çok büyük hizmetlerde bulunan emniyet teşkilatımıza, ben, bu vesileyle
bir kere daha teşekkür ediyorum.
Netice olarak: Bu kanun tasarısı, 20
bin polis memuru kadrosunun ihdasını öngören bir tasarıdır. Emniyet
teşkilatımızın personel açığını gidermek üzere hazırlanmış, önemli
bir ihtiyacı karşılayacak olan bir düzenlemedir. Emniyet teşkilatımız
ve ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Özkan.
Anavatan Partisi Grubu adına Ankara
Milletvekili Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu, buyurun. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
1344 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlamadan evvel, yine, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyorum.
Yine, burada, benden evvel konuşan, İktidar
Partili Milletvekili Arkadaşım, muhalefet partisi gibi konuşmaya
başladı. Ondan sonra da diyorlar ki, "Muhalefet bizi çok eleştiriyor."
Muhalefet tabii ki eleştirecek. Ama, iktidar da burada, acaba, üzüm
mü yiyecek, bağcı mı dövecek, onu anlamış değilim, iktidar partisi
sözcüsünün. Şık değildi, onu söyleyeyim. Yanlış yaptı. Bu iktidar
partisi yönetimi, buraya çıkan konuşmacılara çok daha dikkat etse
iyi olur diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tasarının genel gerekçesinde, ülkemizin sosyal
ve ekonomik yönlerden gelişmesi, yeni yerleşim birimlerinin kurulması,
mevcut yerleşim bölgelerindeki nüfus artışı ve mülki yapılanmada
meydana gelen değişikliklerle birlikte jandarma sorumluluk bölgesinde
bulunan yerleşim bölgelerinin polis sorumluluk bölgesine devredilmesi
gibi nedenler, emniyet teşkilatının iş yükünü ve personel ihtiyacını
sürekli artırmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre
2000 yılında ülkemizin nüfusu 67 milyon 800 bin iken, bu sayı 72 milyon
900 bin olduğuna göre, 2000 yılında polis bölgesindeki nüfus yaklaşık
43 milyon 500 bin iken, bugün yüzde 13 artarak 49 milyon 500 bine çıktığından
bahsedilmektedir.
Elbette ki, bu artışa
paralel olarak ihtiyaç duyulan oranda polis sayısının artırılması
gerekir. Ancak, suç oranlarındaki artış, polis sayısının yetersizliğiyle
açıklanamayacak şekilde artmıştır.
Zira, tasarının gerekçesinden anlaşılacağı
üzere, 2000 yılından bu tarafa, polis sorumluluk alanındaki nüfus
artışı yüzde 13,8 artmıştır. Buna karşılık, polis sorumluluk alanında
2000 yılında toplam suç sayısı 286 bin 500 iken, bu sayı 2005 sonunda
526 bine çıkmış. 2006 yılında da 783 bin 500'e çıkmıştır. Yüzdeyle ifade
edilecek olursa, suç oranı 2000 yılına göre 2005 yılında yüzde 183,
2006 yılında ise yüzde 273 artış göstermiştir. Sadece 2005 yılından
2006 yılına suç sayısı yüzde 148 oranında artmıştır. Ülkemizde kapkaç
ve gasp oranları çığ gibi büyümesine rağmen, yakalanan sanık sayısında
büyük bir düşüş gözlenmemektedir. Dolayısıyla, asayiş olaylarını
sırf polis yetersizliğine bağlamak, polis sayısının artırılmasıyla
suçun önlenebileceğini söylemek mümkün değildir. Suç oranlarının
bu şekilde, astronomik bir şekilde artmasının altında Hükûmetin uyguladığı
ekonomik politikaların, vatandaşı açlığın ve sefaletin kıskacına
alması yatmaktadır.
Öte yandan, polisin sayısal olarak artırılması,
suçun önlenmesinde, asayiş ve güvenliğin temininde yeterli olmayacaktır.
Polislik mesleğinde kalitenin de artırılmasına ihtiyaç vardır.
Bu nedenle, polislik mesleğine kabulde kadrolaşma çabalarından
uzak durulmalı, kayırmaların önüne geçilmeli ve gerçekten bu mesleği
icra edebilecek kişilerin mesleğe kabul edilmeleri şarttır diye
düşünüyorum. Çünkü, polisler her an suçlularla karşı karşıya olan
ve devamlı surette zor şartlarda görev yapan meslek mensuplarıdır.
Bu nedenle, eğitimlerinin ve psikolojilerinin en üst düzeyde
olması gerekmektedir.
Bu nedenle, yine, polis
okullarının personel ve eğitim kalitesinin artırılması gerekmektedir.
Bakanlar Kurulunun 10/9/2003 tarih ve 2003/6120 sayılı Kararıyla, 20
olan polis meslek yüksekokulu sayısı 26'ya çıkarılmıştır. Ayrıca,
3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu'nda yapılan düzenlemeyle de
dört yıllık fakülte ve yüksekokul mezunlarının altı aylık temel
eğitime tabi tutulmak suretiyle polis olmaları sağlanmış ve bu
amaçla da 6 polis meslek eğitim merkezi kurulmuş ve faaliyete geçirilmiştir.
14 bin kapasiteye sahip
mevcut polis meslek yüksekokullarından yılda yaklaşık 6.500'le 7
bin, altı ay süreyle polis meslek eğitim merkezlerinden ise iki dönem
hâlinde yılda 6.500'le yine 7 bin polis adayı mezun olmaktadır.
Gerekçede, 2007 ve izleyen
yıllarda kullanılmak üzere mevcut kadrolarına ilaveten ek 20 bin
polis memuru kadrosunun ihdas edilmesi gerektiğinden bahsedilmekte.
Bu kadroların 2007 ve 2008 yıllarında kullanılacağı belirtilmektedir.
Ancak, kadro planlamasının günübirlik değil uzun yılları kapsayacak
şekilde hesaplanıp yapılması daha uygun olacaktır.
Polis okullarında
bir üniversite düzeyinde bilimsel eğitim yapılması imkânsız olduğundan,
polis memurlarının polis okullarında yetiştirilmesi yerine üniversite
mezunları arasından seçilmesi daha doğru bir uygulama olacaktır
diye düşünüyorum. Zira, büyük illerimiz dışında, polis okulları,
polis yetiştiren okullardan çok açıldıkları yöreye ekonomik katkı
sağlayan kuruluşlar olarak görülmekte ve bu nedenle okullardan verim
alınamamaktadır. Açılan okullarda yeterli nitelikte öğretim üyesi
bulunmadığından ciddi eğitim yapılamamaktadır. Emniyet teşkilatı
içinde polis okulları tercih edilmeyen yer konumunda olduğundan buralara
daha çok kurum içinde değerlendirilemeyen personel atanmaktadır.
Bu durum da polis okullarındaki kaliteyi düşürmektedir.
Üniversitelerin en
önemli özelliklerinden birisi kendi öğretim üyelerini ve yardımcılarını
kendilerinin yetiştirmesidir. Oysa, polis akademisi kendi öğretim
elemanlarını yetiştirememektedir. Bu nedenle polis akademisinin
YÖK ile ilişkilendirilerek kendi öğretim elemanlarını yetiştiren
bir kurum hâline getirilmesinde büyük fayda düşünüyorum. Öte yandan,
polislerin özlük hakları da yaptıkları zor görevle orantılı değildir.
Polisler, geçimlerini sağlayacak durumda değillerdir. Bugün, 9'uncu
derecenin 2'nci kademesindeki bir polis memuru, 1.194 YTL civarında
aylık alabilmektedir. Hafta sonu, gece, gündüz, bayram, tatil demeden
çalışmak ve en fazla mesai yapmak zorunda olan emniyet teşkilatı
personelinin, bu fedakârca çalışmalarının karşılığını alamadıkları
herkes tarafından bilinmekte ve kabul edilmektedir. Özellikle büyük şehirlerde görev yapan polislerimizin,
bu ücretlerle, bırakın gönül rahatlığıyla görev yapmalarını, hayatlarını
sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmeleri için bile yeterli değildir.
Bu nedenle, polislerin ücretlerinde acilen iyileştirme yapılmalı
ve büyük şehirlerde görev yapan polislere ise büyük şehir tazminatı
ödenmelidir diye düşünüyorum. Bugün, polisler, büyük şehirlere
tayinini yaptırmak istemiyorlar. Ayrıca, kirada oturanlara kira
yardımı yapılmalıdır. Bu iyileştirmeler acilen hayata geçirilmeli
ve bütün memurların da aynı şekilde iyileştirmelerden yararlanmalarını
salık ediyorum. Emekli aylıklarının düşük olması nedeniyle, polisler
fiilen emekli olmamaktadırlar. Hukuken emekli olsalar bile, emekli
maaşları hayatlarını devam ettirmelerine imkân tanımadığından
ve birikimleri de olmadığından başka işlerde çalışmak zorunda
kalmaktadırlar. Tasarının gerekçesinde, Avrupa Birliği ülkelerinde
250 kişiye 1 polis düştüğü, bizde ise 3 bin kişiye 1 polis düştüğünden
bahisle, polis sayısının Avrupa Birliği standartlarına getirilmesi
gerektiğinden bahsedilmektedir. Aynı standartların, polislerin
özlük ve sosyal hakları ile çalışma şartlarının da gözetilmesi gerekmektedir.
Oysa, vatandaşa külfet yüklenirken, Avrupa Birliği standartlarını
dayatan Hükûmet, maalesef, vatandaşın faydalanacağı hususlarda
Avrupa Birliği standartlarını görmezden gelmektedir. Polislerin,
gereği gibi görevlerini ifa edebilmeleri için, özlük haklarıyla
ilgili sorunların acilen çözümlenmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere, yardımcı
kolluk kuvveti olarak çarşı ve mahalle bekçilerimiz de emniyet teşkilatına
bağlı olarak görev yapmaktadır. Burada şunu söylemek istiyorum:
Türkiye'de şu anda 6.100 küsur tane bekçi bulunmaktadır. Bekçiler,
hakikaten, polislere yardımcı oluyordu. Geceleri mahallelerde
hiçbir şey yapmasa, düdük çalarak dolaşıp, bekçi burada diye evinde
daha rahat uyuyabiliyorlardı. Hükûmete tavsiyem, bu bekçilik kanununu
tekrar gözden geçirip, tekrar bu bekçilerimizi, yani çocukların
bekçi amcalarını geri istiyorum.
Evet, şimdi polislerin
durumu bu, kadro alınması da doğru, onda bir şeyimiz yok. Fakat,
Hükûmetin söylediği gibi "enflasyonu durdurdum" deyip, devamlı
burada beyan ettiklerine göre, sonra ben bakıyorum halkımın cebine,
kendi cebime, para yok.
Tabii, polislerin…
250 kişiye Avrupa Birliğinde 1 polis düştüğüne göre ülkemizde de
olsun, doğrudur. Ama, polis sayısını artırmakla suçlu sayısını
aşağıya indiremedik ki. Ne kapkaçı indirdik ne hırsızlığı indirdik.
Bunu niye yapamadık? Bunu sormak istiyorum iktidara. Elinde her
şey var: Polisin var, bekçin var, emniyet müdürlerin var, genel müdürlerin
var, valilerin var, bunu niye yapamıyorsunuz?
Nasreddin Hoca'nın
helva yiyesi gelmiş, ama almaya parası yok. Bakkala gider, der ki
"Bakkal efendi, unun var mı?" "Var." "Yağın var
mı?" "Var." "Şekerin var mı?" "Var." O zaman,
"Bakkal efendi niye helva yapıp yemiyorsun?" diye sorar. Ben
de şimdi soruyorum: -20 bin kadroyu da vereceğiz- Polis kadromuz
var, bekçi kadromuz da az da olsa var,
müdürlerimiz var, Genel Müdürümüz de geldi -hayırlı olsun,
beş ay sonra da olsa geldi- valilerimiz de var, peki neden bu kadar,
suç oranı arttı? Burada bir terslik var, burada bir terslik var. Bu
terslik de yönetimden geliyor, baştan geliyor.
YILMAZ KAYA (İzmir) -
Helvacı iyi değil, helvacı!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Eğer her şeyimiz tamamsa neden bu suç oranının arttığını
ben anlamış değilim.
Tabii, Sayın Başbakan
AKP'nin seçim vaatlerini sıralamış:
1) Asgari ücretin
vergisi düşürülüp işçinin eline geçen asgari ücret artırılacak.
2) Yoksulluk tarih
olacak, kişi başına düşen millî gelir 10 bin dolar olacak.
3) İşsizlik maaşı ikiye
katlanacak, işsizlik maaşı alma şartları kolaylaştırılacak.
4) 4 çocuğu olan asgari
ücretlilerin maaşından vergi kesintisi yapılmayacak.
5) Kamuda çalışan
215 bin geçici işçi kadroya geçirilecek.
6) Kamu kurumlarına
100 bin memur alımı yapılacak.
7) Alınan yeni öğretmenlere
ek olarak 35 bin öğretmen daha alınacak.
Ee Sayın Başbakan,
sormazlar mı adama, beş senedir ne yaptınız da, bunları yapmadınız
da tam seçim arifesinde "seçim yatırımı" demezler mi adama?
Şık değil Sayın Başbakanım, bunlar şık değil. Bunun, seçim yatırımı
olduğu, seçim vaadi olduğu güpegündüz ortada değil mi sevgili arkadaşlarım?
ALAATTİN BÜYÜKKAYA
(İstanbul) - Halkın yararına mı, değil mi?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Ben soruyorum: Bunlara tabii ki ihtiyaç vardı, bunların
yapılması beni mutlu eder, başka hiçbir şey yapmaz, ama dört senedir
neredeydiniz? Ben de bunu sorarım. O zaman, Sayın Başbakanım, şık
değil bu söyledikleriniz, diğer siyasi partilere haksızlık yapmış
oluyorsunuz. Böyle bir şey olmaz. Demokrasilerde bunlar, seçim yatırımı
olarak gündeme çıktığında, bir başkalarını incitir, yanlıştır. Bunu
söylüyorum, bu yanlışlığı yapmayınız. Bu yanlışlığı, seçim yatırımı
olarak yaptığınızı düşünüyorum. Elin adamı hem sormaz mı -bir insanın
yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır- yarın, size, kürsüde
sormayacaklar mı bunu Doktor Kurtulmuşoğlu'nun sorduğu gibi. Sen
dört senedir yapmadın bunu da şimdi mi aklınıza geldi, diye sorduklarında
bile, benim, Türkiye Cumhuriyeti'nin 72 milyon insanının Başbakanına
böyle bir soru sorulması beni bile incitir.
RECEP GARİP (Adana) - İnsaf, insaf!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Burada siyaset yapmıyorum, beni bile incitir. Dört senedir
yapmadın bu işi de seçim senesine mi bıraktın, diye sorduklarında,
o, beni bile incitir; çünkü, Başbakan sizin Başbakanınız değil,
Başbakan 73 milyon insanın Başbakanı, ben de onlardan bir tanesi olduğuma
göre, beni de incitir o söylenen laf, şık değil.
Şimdi, ikinci bir mesele:
Deniyor ki "İşsizliği azalttık." Bakalım azalmış mı: 1996'da
işsizlik 6,3; 1997'de 7,2; 1998'de 6,7; 1999'da 7,4; 2000 Ekiminde 6,5;
2001 Ekiminde 8,4; 2002 Ekiminde 10,3; 2003 Ekiminde 10,5; 2004 Ekiminde
10,3; 2005 Ekiminde 10,3; 2006 Ekiminde 9,9.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Bunlar kayıtlı olan, hiç müracaat etmeyenler var.
RECEP GARİP (Adana) -
2 milyon genç iş buldu, 2 milyon...
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Yani "İşsizliği indirdim." derken de bu, adamı
güldürür; bu, insanları güldürür. Mahallemdeki işsizleri düşünüyorum,
üniversite mezunu işsizleri düşünüyorum, sokakta gezen lise mezunlarını
düşünüyorum. Bakıyorum, bunların hepsi işsiz. Ama "İşsizliği
düşürdüm." dediğinizde bile, işte, bugünkü gazetede verilen
veri burada. Nereyi düşürdünüz?
RECEP GARİP (Adana) -
Yanlış bilgiler, yanlış...
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Evet, doğrudur, insanlar nereye düştü biliyor musunuz?
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Belediyelerin yardımlarına düştü. İşte bunu yaptınız,
bunun için düştü. Böyle görüyorsunuz. Benim vatandaşımı, belediyenin
kapılarında, akşamları bir kap sıcak yemek alsın diye, oraya düşürdünüz.
Ben olsaydım iktidarda, onlara balık yemesini değil, balık tutmasını
öğretirdim. İktidarın görevi budur. İktidar, işsizlere iş bulmaktır,
aşsızlara aş bulmaktır. Ama buraya gelip de "İşsizliği düşürdüm."
demek, bana pek doğru gelmiyor; ki, bunu benden duyuyorsunuz, ben,
muhalefet yapmak için söylemiyorum. Geliniz, muhalefet-iktidar
demeden, bu ülkemizin insanlarına nasıl aş bulacağız, nasıl iş bulacağız,
nasıl sokakta yürümeleri lazım, huzur içinde yaşamaları için, evlerinde
rahat uyuyabilmeleri için ne yapmak lazımsa, onu, hep birlikte yapalım
diyorum.
Hepinize saygılar
ve sevgiler sunuyorum. Hoşça kalınız. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Kurtulmuşoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Ali Kemal Deveciler. (CHP sıralarından alkışlar )
CHP GRUBU ADINA ALİ KEMAL DEVECİLER (Balıkesir)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kadro Usulü Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne
Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, tümü üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Son dönemlerde, asayiş alanında Türkiye'de
ciddi sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Bunda, elbette, temel amillerden
biri AKP tarafından izlenen ve artık meyvelerini veren ekonomi politikalarıdır.
İşsizliğin bir türlü indirilemediği,
ekonomik büyümenin büyük sermayedara, yabancı yatırımcıya ve yabancı
ülkelerin işlerine yaradığı ekonomik politika uygulamaları
sonucu huzursuzluk artmış, kapkaç artmış, hırsızlık âdeta bir endüstri
hâline gelmiştir. Nitekim, 2005 yılının tamamında 197.996 adet şahsa
karşı işlenen asayiş suçlarının, 2006 yılının ilk dokuz ayında
244.119'a yükseldiği görülmektedir. Öte yandan, aynı dönem itibarıyla,
mala karşı işlenen asayiş suçlarının sayısı 289.765'ten 354.269'a çıkmıştır.
AKP İktidarı döneminde artan yoksulluk,
artan göç, çarpık şehirleşmenin son aşamasına ulaşması, artan şehir
rantlarının yandaşlara pay edilmesi nedeniyle, Türk toplumu kendini
bir cenderenin içinde sıkışmış gibi hissetmekte ve bundan çıkış yolu
bulamamaktadır. Bunun bir yansıması olarak şiddete eğilimli diziler,
konular toplum tarafından talep edilmekte ve toplum, daha fazla şiddetin
kıskacına AKP Hükûmeti döneminde girmektedir.
21'inci yüzyılda, bu denli gelişmiş teknolojinin
insanın emrinde olduğu bir dönemde, aklın ışığında yürünmesiyle
doğrunun ve huzurun bulunabileceği bir çağda, bu kadar çok insan,
şiddetin mağduru olduğunu, hakların ihlal edildiğini ve çaresizliğin
pençesinde kıvrandığını hissetmemelidir. Bunun önlemini almakla
mükellef olanlar iktidarı elinde tutanlardır.
İktidar, sanal dünyada yaşayarak herkesle
birlikte kendini kandırmaya çalışma yeri değildir. İktidar, sorunları
doğru tespit ederek onlara çözüm bulma yeridir. Fakat, maalesef,
AKP Hükûmeti, IMF gibi toplumsal konularda kendisine yol gösterebilecek
bir başka uluslararası kurum olmadığı için, bu konuyu herhangi bir
politika üretmeden kendi hâline bırakmıştır. Yani, aslında, AKP
Hükûmetinin her konudaki liberal politikasının ardında yatan temel
neden, öngörüsüzlük ve politika üretememekten kaynaklanan aczdir.
Bu şekliyle Hükûmet, literatüre, güvenlik konusunda da "bırakınız
yapsınlar, bırakınız çalışsınlar" fikriyatını tanıtmıştır.
AKP Hükûmetinin başındakiler, bir daha
bu iktidarı bulamayacaklarını çok iyi bilmektedirler. Bu yıl tamamlanmadan,
AKP, iktidardaki günlerini hasretle yâd eden bir parti olacaktır. Bu
nedenle de Hükûmet, Türkiye'nin kurumlarını bir tarafa bırakmış, zaten
hiç yapamadığı uzun dönemli politika üretmenin fikrini dahi terk
etmiş, seçim için kanun çıkarmaya, bu arada da iktidardan ne alabilirse
onu almaya hız vermiştir. Bu tavrın, biriken sorunlarla ilgili yapıcı
bir yanı var mıdır?
Hükûmetin, emniyet
teşkilatına çağdaş yaklaşımı, bugün, kapkaç, hırsızlık, gasp ve Çocuk
Esirgeme Kurumundaki utanç verici tablolar, orta dereceli okullarda
öğrencilere, öğretmenlere ve yöneticilere yönelik saldırılar
birlikte değerlendirildiğinde şöyle bir tablonun ortaya çıktığını
görmekteyiz: Sosyoekonomik politikaların yarattığı adaletsizlik
ve bunun doğurduğu çözülmeler emniyet teşkilatındaki niteliksiz
kadrolaşmayla bütünleşince, Türkiye, ciddi bir asayiş sorunuyla
yaşamaya başlamıştır. Bunun somut göstergesi AKP döneminde yapılan
terfilerdir. Poliste, birim amirlerinin 2003 ve 2005 yılı terfilerinde
objektif davranılmamış, kıdem sıralamasında ilk 100'de yer alan polislerden
ancak yüzde 7'si terfi ettirilirken, diğer terfiler ağırlıklı olarak
kıdem sırası 250 ve üstü olanların içerisinden seçilmiştir. Bunun
akıl ve mantıkla açıklanır bir yönü yoktur. Bu tercih, açıkça, polisin
siyasallaştırılması anlamına gelmektedir. Açıkça ifade etmek gerekirse,
AKP Hükûmeti, polis atamalarında cumhuriyetin temel niteliklerini
değiştirmeyi ve yozlaştırmayı hedef alan bir kadrolaşma süreci
başlatmıştır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; işte, bugün, üzerinde görüşmelerde bulunduğumuz
tasarıda da, Hükûmet tarafından 20 bin ek kadro talebinde bulunulmaktadır.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bunu, bu kadro verilmesini
destekliyoruz. Ama, her şeyden evvel, emniyet teşkilatının büyük
sorunlarına da değinmek gerekir, önce de bunların çözülmesi gerekir.
İş, artık, sadece kadro sorunu olayını aşmıştır, çoktan aşmıştır.
Güvenlikle ilgili sorunlara, emniyet personelinin özlük hakları
da ele alınacak şekilde, kapsamlı bir şekilde yaklaşmak gerekmektedir.
Fakat, maalesef, Hükûmet, bunu, sadece kadro meselesine indirmektedir.
Bakıyoruz, 3 maddelik bir yasa -aslında 1 maddelik, 2 tanesi yürürlük
ve yürütme maddesi- burada, sadece, kadro sorununa eğilmektedir.
Bu da yanlıştır.
Emniyet teşkilatının
en büyük sorunu, en riskli meslek grupları arasında ve başında yer
almasına, çok stresli ortamlarda görev yapmasına rağmen, gerek çalışırken
almış oldukları maaş ve gerekse emekli olduklarında ellerine geçen
toplu ikramiye ile emekli maaşları son derece yetersizdir. Bugün
itibarıyla, otuz yıllık fiilî hizmeti bulunan lise mezunu, 6/2 dereceli
bir polis memuru ayda 1.400 YTL maaş almakta; emekli olması hâlinde
25.976 YTL emekli ikramiyesi ve 887 YTL emekli maaşı bağlanmaktadır.
Yine, otuz yıllık fiilî
hizmette bulunan 1/4 dereceli lise mezunu bir baş komiserin şu anda
aylık maaşı 1.491 YTL olup emekli olduğunda alacağı ikramiye 26.594
YTL ve emekli maaşı da, ne yazık ki, üçte 2 oranında, 906 YTL'dir.
Otuz yıllık fiilî hizmeti
bulunan birinci sınıf emniyet müdürünün ortalama maaşı 2.200 YTL
olup emekli ikramiyeleri 40.890 YTL civarında ve emekli aylıkları
da 1.712 YTL civarındadır. Bunda da üçte 2 civarında emekli olunca
maaş almaktadır.
Benzeri güvenlik hizmeti
ifa eden jandarma ve silahlı kuvvetler mensuplarının yanında, bazı
meslek gruplarında emekli ikramiyelerinin emniyet mensuplarının
çok üzerinde olması, mevcut maaş ve emekli aylıklarının da aynı şekilde
yüksek olması gerçeğinden hareketle, ülkenin asayiş ve iç güvenliğiyle
ilgili çok temel, vazgeçilmez ve ertelenemez bir görev ifa eden emniyet
mensuplarının özlük haklarının ve ekonomik sorunlarının çözümü
için on yıllardan beri süregelen ve bir türlü bitirilemeyen iyileştirme
çalışmalarının, artık, kuru vaat olmaktan çıkarılıp hayata geçirilmesi,
maaşa ve emekliliğe yansıyan ve şu anda son derece düşük olan tazminat
ve katsayıların artırılarak günün şartlarına ve yaşam standartlarına
uygun hâle getirilmesi gerekmektedir. İnşallah, önümüzdeki yapılacak
olan seçimlerde, Cumhuriyet Halk Partisi kadroları bu konuyu çok
iyi bilmektedir ve ilk yapacağımız icraatların başında da, emniyet
mensuplarına yaşanabilir bir ücret vermek olacaktır, uygun bir seviyeye
getirmek olacaktır.
Yine, ülkemizde, günlük
sekiz ve haftalık kırk saat olan mesainin büyük bir bölümünün, herhangi
bir hizmet ifa etmeksizin sadece oturmakla eş değer tutulduğu bir
tabloda, haftada yetmiş beş saat ve aktif olarak görev yapan ve 2005
yılı hesaplamalarıyla, bir yılda, Türkiye'deki ortalama memur mesaisinden
iki ay on gün, yani yetmiş gün fazla mesai yapan emniyet teşkilatı
mensuplarına, standart olarak ve ortalama, ayda 170 YTL olarak yansıtılan
fazla mesai ücreti yerine, yasal çalışma saatinden fazla çalışılan
her saatin hesaplanarak maaşa yansıtılacağı bir ücret politikası
acilen getirilmelidir.
Polisin asli görevi,
suç işlenmesini önlemek ve işlenmiş suçların faillerini yakalayarak
adalete teslim etmektir. Bunun yanında, pasaport, ruhsat, ehliyet
tescil belgesi vermek gibi görevler de ifade edilmektedir. Devlet
memuru olmaktan başka özel bir eğitim gerektirmeyen bu hizmetler,
derhal ve derhal polisten alınmalıdır. Yakın bir tarihe kadar, derneklerin
takibi ve ruhsat işlemleri polis tarafından yapılmaktayken, bu konuda
isabetli bir karar verilerek, artık, derneklerin ve ruhsat işlemlerinin
polisle ilgisi kalmamıştır. Aynı uygulamanın pasaport, trafik
tescil, ehliyet gibi işlemler konusunda da yapılması gerekmekte,
polisin büro hizmetleri en aza indirilmeli, niceliği artırılmak
yerine niteliği artırılmalı, polisin kalitesi, polisin verimi
ve temel işlevi artırılmalıdır.
Emniyet teşkilatında
görevli personelin gelirlerinde reel olarak, yıllara göre azalma
olmaktadır. Ağır çalışma şartlarına, riskli hizmet grubunda olmasına
ve diğer benzeri kurumların çalışanlarına göre ücret dengesizliğinin
acilen giderilmesi gerekmektedir. Mevcut bütçe kısıtlamaları nedeniyle,
emniyet teşkilatında görevli personelin geçici görev yolluğu,
tedavi giderleri ve emekli olanların sürekli görev yollukları, çoğu
zaman, aylarca sonra ödendiği için, personelin yaygın bir şekilde
mağduriyetine yol açmaktadır. Çoğu ilçelerimizde, hâlâ, görev
yolluklarının, geçici görev yolluklarının ödenmediği, 2006 yılında
ödenmediği ilçelerimiz bulunmaktadır. Ben, Sayın Bakandan -gerçi,
kendisi yok burada, ama sayın emniyet teşkilatı mensupları var- bu
gibi rakamların, acilen, en kısa zamanda ödenmesini istiyorum. Bu
söz konusu harcama kalemleri başta olmak üzere personelin mağduriyetine
ve hizmet veriminin düşmesine yol açan benzeri kısıtlamalar acilen
kaldırılmalıdır. Zaten, emniyet teşkilatının, Başbakanlığın genel
tasarruf tedbirleri çerçevesinde, diğer kurumlarla eşit muameleye
tabi tutulması tamamen abestir, kendi bindiğimiz dalı kesmekle eş
değerdedir.
Öte yandan, birçok kurumda ciddi bir şekilde
yürütülmekte olan döner sermaye uygulaması, benzer biçimde emniyet
teşkilatında da uygulanarak, polisin vatandaşa vermiş olduğu
hizmetlerden -pasaport, ruhsat, tescil belgesi vermek gibi işlemlerden-
devlete gelir kaydedilen meblağın belirli bir oranının Emniyet Genel
Müdürlüğü bütçesine aktarılması ve bu paylardan da mevcut bütçeye
destek verilmesi sağlanmalıdır.
Emniyet hizmetleri sınıfında görev
yapan polis memurlarının kadro, derece ilerlemelerinin üçüncü
kadro derecesiyle sınıflandırılmayıp öğrenim durumu itibarıyla
birinci kadro derecesine düşürülmesini sağlayacak yasal düzenlemeler
yapılmalıdır. Fiilen çalışanların emekli olduklarında aldıkları
emekli maaşları, fiilen çalıştıklarında aldıkları maaşların üçte
2'sine inmektedir; üçte 1'i kesilmektedir, üçte 2'sine inmektedir.
Özellikle, büyük şehirlerde, turizm bölgelerinde, nüfus hareketlerinin
çok fazla olduğu yerlerde polis sayımız Avrupa ülkeleriyle kıyaslanamayacak
kadar azdır. Sonuçta, polis, fizikî olarak bu mekânlarda yoktur. Ayrıca,
polisin araç, gereç, benzin gibi önemli sorunları da hâlâ devam etmektedir.
Bunlar da yıllardan beri kanayan yara gibi devam etmektedir. Hâlâ
bunlara bir çözüm bulunamamıştır. Hem polisten görev yapmasını isteyeceğiz
vatandaşlar olarak, halk olarak, devlet olarak hem de polisin görev
yapması için gerekli temini yapmayacağız.
Son yıllarda, ülkemizde, polise karşı
müessir fiil, görevi engelleme, fiilî güç kullanma, darp, cebir, görevin
yapılmasını engelleme, hakaret, tehdit ve sövme şeklinde nitelendirilebilecek
suçlarda belirgin bir artış gözlenmektedir. Bu ve benzeri fiilleri
işleyen kişilerin hemen tamamının, mahkemeye bile çıkarılmadan
savcılıklarca serbest bırakılması, polisin devleti ve kanun hâkimiyetini
temsil gücünü zayıflatmakta; hiçbir Avrupa ülkesinde ve demokratik
toplumda örneği görülemeyen tabloların gündelik hayatın sıradan
bir parçası gibi algılanması da ne yazık ki yaygınlaşmaktadır.
Son dönemde, Ceza Muhakemesi Kanunu
ve Türk Ceza Kanunu'nda yapılan düzenlemeler ile Polis Vazife ve Selahiyet
Kanunu'nda birtakım çelişkiler ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda, emniyet
teşkilatı, suçun önlenmesine dönük yaptırımlarında son derece
kısıtlanmış bir durumdadır. Bu nedenle, emniyet teşkilatının suçla
mücadele inisiyatifinde gerilemeler oluşmuş ve polisin hareket
imkânı daraltılmıştır. Sonuçta, karşımıza, önleyici güçlerin budanmış
olduğu bir emniyet teşkilatı, suça ve suçluya müdahalede geri bıraktırılmış
bir polis ve patlayan bir suç oranı bulunmaktadır. Gece eve hırsız giriyor,
gece polis bunu yakalıyor, sabaha getiriyor, göz altına alıyor,
savcılığa çıkarıyor ve savcılık bu hırsızları salıyor. Yani, bunun
gibi bir sürü suç, TCK'da ve Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda bu şekilde
dönüştürülmüştür ve polisin de mukavemet gücü azaltılmıştır. Bunun,
tekrar, yapılacak olan düzenlemelerle eski durumuna kavuşturulması
gerekmektedir. Burada, polis görev yapamaz duruma gelmiştir, vatandaş
da mağdur durumdadır. Bunun önlenmesi gerekmektedir. Yani, bu nedenle,
sorun, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'nda düzenleme yapmak
dâhil olmak üzere kapsamlı bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyaç
vardır, ama AKP'nin bunu yapacak zamanı da kalmamıştır, artık, seçim
gelmiştir. Dört buçuk yılı, beş yılı boşa heba ettiniz.
İçişleri Bakanlığının
sorumluluğunun en önemli ve en öncelikli kısmı, iç güvenlikle ilgili
görevleridir. Ulusumuzun, toplumumuzun özgün yapısı ile ülkemizin
ayrıcalıklı konumu, iç güvenlik alanında çok özel duyarlılıkların
ve zorlukların da kaynağıdır. Bu duyarlılık ve zorlukların giderek
yükselmekte olduğunu da bilmekteyiz. Bu nedenle, iç güvenlik, kamu
düzen anlayışımızı ve örgütümüzü bu yükselişe uygun olarak sürekli
geliştirmek ve çağdaşlaştırmak zorundayız.
Polis eğitiminde,
üniversite, yükseköğretimin hedef alınması önemli bir aşamadır. Ancak,
asıl önemli olan, öğrencinin ne için eğitildiğidir. Çünkü, eğitim bir
üretimdir, insan odaklı bir üretimdir. Polislik, sadece mesai saatlerinde
yapılan sıradan bir iş değil, bir kimliktir, bir kişiliktir, ahlaktır,
insan sevgisidir.
Polisi çağdaş, demokratik
toplumun huzur, güven ve mutluluğunu sağlayacak polis olarak eğitmeliyiz.
Hedefimiz, dürüst, çalışkan, cesur, adil, sabırlı, güvenilir, güler
yüzlü, aydınlık yüzlü polis modeli olmalıdır. Eğitim programı da
bu tip polis üretmeye elverişli olmalıdır.
Çağdaş güvenlik örgütü
ve kavramı, artık, yasakların, şiddetin, zor ve zorlamanın simgesi
değil, özgürlüklerin, haklılıkların, hukuk devletinin, laik demokratik
cumhuriyetin ve toplumsal esenliğin güvencesi olmalıdır.
Bununla birlikte, polisin
eğitimi hususunda da Meclis İçişleri Komisyonu Raporu'ndan da anladığımız
gibi, ciddi sorunlar bulunmaktadır. Bu raporla, polis okullarının
bir üniversite düzeyinde bilimsel eğitim verebilmesinin olanaksız
olduğu, büyük iller haricinde polis okullarının durumları hakkında
çarpıcı saptamalar yapılmaktadır. Üzücü olan, bu durumun yeni bir
şey olmadığıdır. Ne yazık ki, işin eğitim yanına ya hiç dikkat edilmemiş
ya da hiç önemsenmemiş ve bugünlere gelinmiştir. Diğer bir deyişle,
Hükûmetin istediği kadroyla bu işin aşılamayacak derecede büyük
bir sorun hâlini almış olmasıdır. Yani, az evvelden beri söylemekte
olduğum gibi, sadece emniyet teşkilatının sorunu, ülkenin sorunu,
polisin sorunu kadro sorunu değildir.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, AKP Hükûmeti
her fırsat çıktığında kurumlar arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkmasını
körüklemekte, bunları sorumlu bir iktidar gibi önceden çözememekte,
tüm sorunların kamuoyunun önüne dökülmesine izin vermektedir. Bu
durum, zaten biriken sorunlar nedeniyle bunalmış olan halkımızı
daha da üzmekte ve tedirgin etmektedir ve ne yazık ki, hâlen, iktidarın
aklının başına geldiğine dair en ufak bir emare de yoktur.
Türk-İş'in mart ayı başında yapmış olduğu
son hesaplamalara göre, ülkemizde açlık sınırının 628 YTL'ye, yoksulluk
sınırının ise 2.045 YTL'ye ulaştığı, istihdamın yarıya yakın bir kısmının
kayıt dışı olduğu, bizzat Çalışma Bakanının kontrolleri artırmaları
hâlinde işsizliğin büyüyeceğine dair ifadelerinin gazetelere
yansıdığı, kayıt dışılıkta hiçbir ilerleme sağlanamadığının ekonomiden
sorumlu Bakan Sayın Ali Babacan tarafından yabancılara itiraf
edildiği, Çin borsasında yaşanan dalganın gelip en şiddetli şekliyle
Türk piyasalarına vurduğu ve ekonomide, tüm uyarılarımıza rağmen,
bu kadar risk birikmişken, bunların realize olmaması için, Hükûmet,
gelişmelere sadece seyirci kalmakta olduğu gibi, güvenlik ve emniyet
teşkilatının sorunlarını da tamamen kendi hâline bırakmış bulunmaktadır.
Neyse ki, hiçbir konuda basiret sahibi
olmayan AKP İktidarının sandıkta kalacağı günler yaklaşmaktadır,
halkımızın bu iktidardan kurtulacağı günler de yaklaşmaktadır.
CHP, iktidarı, sorunlarımıza hak ettiği biçimde yaklaşıp ele almak
için beklemektedir. Bunun için, halkımız, sadece, sandığın kendi önüne
getirileceği günü de sabırsızlıkla beklemektedir. Cumhuriyet
Halk Partisi iktidarının da, tüm bu sorunların, tüm bu çözümlerin
aşılacağı bir iktidar olacağını, burada, huzurlarınızda söylüyorum.
Hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Deveciler.
Şahsı adına, Samsun
Milletvekili Sayın Haluk Koç.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının
bu bölümünde, şahsım adına söz aldım.
Aslında, konuşmaya
niyetim yoktu. Önemli bir kurumumuzun bir kadro ihtiyacının giderildiği
bir kanun tasarısı. Bu konuda ayrışık oy yazısı da Cumhuriyet Halk
Partili üyelerin. Siyasi iktidarın, emniyet teşkilatıyla ilgili
uygulamaları konusunda birtakım çekincelerini, muhalefetin
temel görevleri içerisinde tespit ederek oraya düşürmeleri, oraya
yazmaları kadar doğal bir şey yok.
Kadro ihtiyacı ayrı,
toplumdaki ihtiyaç ayrı, bizim, muhalefet partisi olarak, emniyet
teşkilatının bu dönem içerisindeki yapılanmasıyla ilgili, bu dönem
içerisindeki kadrolaşma iddialarımızla ilgili tespitlerimiz
ayrı. Bunları birbirinden ayırt edecek kadar siyasi ufka sahibiz,
bilince sahibiz.
Şimdi, bunları, muhalefet
yazısında, ayrışık oy yazısında belirteceğiz, bunları söyleyeceğiz.
Kadro verilmesinin önünde, Cumhuriyet Halk Partisi, iktidar partisi
sözcüsünün ifade ettiği gibi, emniyet teşkilatına karşıdır, emniyet
teşkilatının şurasına şudur… Böyle, birtakım, nereden konuşulduğu
belli olmayan cümlelerle, muhalefet partisine dönük birtakım suçlamalar
dile getirirseniz, bunun cevabını da bu kürsüden, uygun bir lisanla
almak durumundasınız. Söylediklerimiz çok net ve açık.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, Server Tanilli, tavsiye ederim… Zaman zaman bazı yazarlarımızı,
bazı düşünürlerimizi söylüyorum. Yüzyılı herkes farklı tarif ediyor,
aydınlar da farklı tarif ediyor, ama, yüzyıl, bu yüzyıl, Başkan Bush'un
bir savaş yüzyılı olarak ilan etmesinden sonra çok farklı bir kavrama
girdi. Şimdi, Server Tanilli bakın ne diyor: "Bu yüzyıl neler hazırlıyor
insanlığa? Neler bekliyor bizi?" Dünyamızın yağmalandığını
söylüyor. Türkiye de bu dünyanın içinde. Biz, Türkiye'deki bazı politikalarla
da Türkiye'de bir yağma düzeninin sürdürüldüğünü iddia ediyoruz. Başka?
İnsanların hızla çoğaldığını ve kentlerin hastalıklı bir büyüyüş
içine girdiğini söylüyor. Doğru, Türkiye'yi ilgilendiren boyutları
da var bunun. Bunun, kapitalizmin küreselleşmeyi de arkasına alarak
yeni bir fetih çağına girdiğini söylüyor. Bunu Başkan Bush ilan ediyor
ve uyguluyor da, Afganistan'dan Irak'a kadar uyguluyor da. Yarın başka
coğrafyalarda neler planladıkları belli değil; bunlar uygulanıyor.
Ondan sonra, eşitsizlikler hem dünyada hem ülkede diz boyu ve demokrasi
fikir olarak belki kazandı ama, piyasanın diktatörlüğü kurulmuştur,
diyor.
Değerli arkadaşlarım,
medyanın -daha dün görüşüldü, ifade ettik- fikirleri saptırdığı,
kendi çıkar, ticari ilişkilerini ön plana aldığı bir Türkiye'de,
kadın sorunlarının, bugün tartıştığımız gibi, hâlâ çözümlenemediği
bir Türkiye'de, nüfus artış hızının hâlâ dünya ortalamasının üstünde
olduğu bir Türkiye'de, nüfus değişiminin kentlerde çok farklı gettolar
yarattığı bir Türkiye'de, suçluluk oranlarının, suçluluk şekillerinin,
suç yapılarının, gelişen teknolojiyle suçluluk ve suç örgütleri
kavramlarının boyut değiştirdiği dünyamızda emniyet teşkilatının
tabii ki sorunları vardır, tabii ki sorunları olacaktır, eğitiminden
çalışma koşullarına kadar. Ee, bunları bu Parlamentoda, bu kürsüde,
bu komisyonlarda dile getirmeyeceğiz, nerede dile getireceğiz
değerli arkadaşlarım? Şimdi anladınız mı farkı? Kadro sorunu ayrı,
sorunlar ayrı. Bakın, Sayın İçişleri Bakanı olsaydı keşke, tekrar
böyle bir fırsat geçtiği için çok mutluyum. Geçen sene, 8 Şubat 2006
tarihinde, buraya şu kadar dosyayla çıktım ve 1983'ten itibaren, Sayın
Abdülkadir Aksu'nun İçişleri Bakanı olma sorumluluğunu taşıdığı
dönemlerin tüm konuşmalarını ve bu dönemde, 58 ve 59'uncu Hükûmetlerde
İçişleri Bakanlığı sorumluluğunu taşıdığı dönemlerde, komisyonlarda
ve Genel Kurulda, bütçe konuşmaları dâhil, yaptığı konuşmaların
bütün tutanaklarını çıkarttım ve söylediğim, sorduğum sorular
var, ifade ettim, tanıdım. Emniyet teşkilatımızın, devletin halka
dönük yüzü olduğunu o zaman da vurgulamışım şimdi de vurguluyorum.
Demokratik bir devlet yapısında, polis teşkilatının, emniyet teşkilatının
mutlaka bu normlara göre yapılanarak, eğitiminden görev alanına
kadar tüm noktalarda donatılarak görev yapması, sadece benim değil,
bu Parlamento kürsüsünde, milletvekilliği görevine başlarken,
cumhuriyetin temel ilkeleri üzerine, ülkenin bölünmez bütünlüğü
üzerine ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası üzerine yemin eden tüm
milletvekillerinin ortak dileğidir demişim. Var mı bir itirazınız?
Bunları dile getirmeyelim mi? Buradaki bu yemin üzerine bu görüşlerini
ifade etme durumunda olan muhalefet partisi milletvekillerinin
bu tespitlerini, muhalefet şerhi olarak, bir kanun tasarısı görüşülürken,
burada görev olarak bunları dercetmelerine niye tepki gösteriyorsunuz?
Bunları dile getirmeyelim mi?
Sonra, emniyet teşkilatının,
Sayın Bakanın defaatle söz vermesine rağmen, özlük haklarıyla ilgili,
çok çeşitli sorunlar altında polis arkadaşlarımızın, emniyet mensubu
görevlilerin ezildiğini söylemek ve bunları tekrar etmek, verilen
bütün sözlere rağmen -verilen bütün sözleri tarih olarak tutanak
olarak size getirilebilirim- buna rağmen, dört buçuk yılın sonunda
hâlâ iktidar tarafından bunların giderilmesi, bunların tamir edilmesi,
bunların sağlanması konusunda bir adım atılmadığını söylemek niye
sizi bu kadar hiddetlendiriyor Sayın Vekilim? Yazık değil mi? Yazık
değil mi? Bunları söylemeyecek mi muhalefet? Söylemeyecek mi? Yapmayın!
Burada söylemişiz, "Polisler emekli olmaya korkuyorlar."
dedim. Birinci sınıf bir emniyet amiri emekli olmaya korkuyor. Bu
yaşına kadar devlete hizmet etmiş, gerekirse canını siper etmiş,
yedi kanı bozuk sokaktaki her türlü mikropla uğraşmış, bu ülkeye
karşı silah sıkan insanla uğraşmış. O insan emekli olmaya korkuyor.
Neden? Emekli olduğunda, taşıdığı o üniformanın ailesini ve kendisini
geçindirecek bir emekli maaşı vermediğini söylüyoruz. "Bunları
düzelteceğiz." dediniz. Bu kadar zaman geçti ve hâlâ bunları muhalefet
söylediği zaman muhalefete kızacaksınız.
SABRİ VARAN (Gümüşhane)
- Sinirlenme Hocam, sinirlenme!
HALUK KOÇ (Devamla) -
Kadroyla ilgisi yok, sinirlenmiyorum, sinirlenmiyorum, bazı haksızlıkları
gidermeye çalışıyorum.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Siz niye yapmadınız?
HALUK KOÇ (Devamla) -
İnşallah yaparız, biz yaparız. Değerli arkadaşlarım, burada verilen
sözler var. Ben sizin yerinizde olsam Akbulut, bu tür konuşmalar sırasında
hiç hatibe söz atmam. Çünkü, hatibe söz attıkça sizin adınıza burada
zikredilerek bir cevap verilirse bu haksızlığa uğrayan insanlarla
doğrudan siz muhatap hâle gelirsiniz. Benim size önerim, lütfen, sakin
dinleyin.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi bakın, hep söyledik. Burada -çok basit- Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığının 68'inci maddesinde makam ve temsil tazminatının
emekliye yansıtılabilmesi için iki yıllık çalışma şartı getirilmiş.
2000 yılında, vazife malulleri ki, bunların içinde birçok şehidimiz
de var -bir kere daha bu arada hepsinin ruhunu şad ederek söylüyorum-
bu şehitlerimizin dul ve yetimlerinin mağdur edilmemesi için bunlarda
iki yıllık şartın aranmaması yönünde değişiklik yapılmış, ancak,
kendi iradesi dışında yaş haddi nedeniyle emekli edilenler bu kapsamda
değerlendirilmemiş. Hadi gelin düzeltelim. Daha var: "657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu'nda diğer meslek sınıflarının tamamına
yakın bölümüne 8'inci dereceden itibaren ek gösterge verilmesine
rağmen, emniyet hizmetleri sınıfı personeline 4'üncü dereceden
itibaren ek gösterge verilmesi, mevcut ek gösterge puanlarının da
diğer kamu personeline oranla daha düşük tutulması Anayasa'nın
eşitlik ilkesine aykırı değil mi Sayın Aksu?" diye sormuşuz. Sormayalım
mı? Daha devam ediyor… Daha devam ediyor… Daha devam ediyor:
"Grevli, toplu sözleşmeli sendikal hak" demişiz. Niye polisi
ayırıyoruz? Hadi bırakın polisi, diğer kamu çalışanlarına böyle
en demokratik hakkı vermemişiz. Polise de bunu verelim, gelin. Gelin, bütün kamu
çalışanlarına verelim. Dört buçuk yıl geçti; grevli, toplu sözleşmeli
sendikal hak kamu çalışanlarına. Var mı gücünüz? Yok… Yok… Sadece
polisler bağlamında söylemiyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim,
konuşmanızı tamamlayın.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, emeklilik konusuna değindim, söyledim.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, kadroyu verelim, kadro konusunda bir sıkıntımız yok. Emniyet
içerisindeki sıkıntılarımızı dile getireceğiz. Emniyet içerisinde
yükselme noktasında olup da şu anda liyakatleriyle, görev sicilleriyle
hak ettikleri yükselmeyi almayan emniyet teşkilatı mensuplarının
uğradığı haksızlıkları dile getireceğiz, bunları vurgulayacağız
ve emniyet teşkilatının bir siyasallaşmaya tabi tutulmamasının
altını önemle bir kere daha çizeceğiz. Demokrasi diyeceğiz, hukuk
devleti diyeceğiz, güler yüzlü polis diyeceğiz, demokratik bir yapı
diyeceğiz ve ondan sonra da her türlü (F) tipinden bilmem ne tipine
kadar örgütlenmenin önünü açacağız ve ondan sonra bunlar tespit
edildiğinde de, efendim, geçmiş dönemde de siz bunu yapmışsınız, bunu
yapmışsınız, gibi birtakım suçlamaları da burada konuşacağız. Bunlar şık değil!
Evet, yeni kadroların hayırlı olmasını
diliyorum; ama, bu sorunların, iktidarınızın dört buçuğuncu yılında
hâlâ giderilmemiş olduğunun altını çiziyorum ve eğer varsa gücünüz,
Cumhuriyet Halk Partisi hazır… Varsa gücünüz, Cumhuriyet Halk Partisi
hazır. (CHP sıralarından alkışlar) Gelin, beş yıldır verdiğiniz sözlerin,
bir yasa tasarısı, hadi tasarıyı da bırakın, Eskişehir Milletvekilimiz
Muharrem Bey var, eski emniyet müdürü, bir yasa teklifi hazırlasın
-hazırlatıyorsunuz ya milletvekillerine- şu bahsettiğimiz özlük
haklarının hepsini getirin, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak
anında destek verelim ve emniyet mensubu arkadaşlarımızın özlük
haklarıyla ilgili bu kangrenleşmiş sorunlarını artık bu kürsüde
çözelim.
Hepinize, şahsım ve Cumhuriyet Halk
Partisi adına saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Koç.
Şahsı adına, Eskişehir Milletvekili
Sayın Muharrem Tozçöken.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUHARREM TOZÇÖKEN (Eskişehir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Genel Kadro ve Usulü
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel
Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bugüne kadar kürsüden, emniyet teşkilatının
sorunlarını ve çözüm yollarını, iktidarıyla muhalefetiyle dile
getirmeye çalıştık. Doğrusu, itiraf ediyorum, bugün, bizden önce
konuşan muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımız da, çok
güzel şekilde dile getirdiler. Ben, kendilerine teşekkür ediyorum.
Tabii, emniyet teşkilatının sorunları şimdi değil, önceden beri devam edip gelen
sorunlardır. Gerçekten oldukça sorun vardır. Ama burada, muhalefetin
içerisinde, bakanlık yapmış çok değerli milletvekillerimiz vardır,
yine bağımsız milletvekillerimizden de İçişleri Bakanlığı yapmış
olan milletvekillerimiz vardır. Bu 22'nci Dönem milletvekillerimizin,
hep beraber, özellikle polisin ekonomik durumunu iyileştirmek
için yıllardan beri ilk defa 140+40… Polis arkadaşlarımızın ifade
ettiği gibi, onu el birliğiyle, ekonomik durumlarını, bir nebze olsun
iyileştirmeye çalıştık. Yine aynı şekilde, yine sizlerin de katkılarıyla,
emekli olan polislerimize de bunu şamil kılarak 100 milyon lira gibi,
seyyanen bir ek ücret ilave ettik.
Yine, bekçilerimizle ilgili olarak
da, yıllardan beri, biliyorsunuz, özellikle bekçilerimiz emekli
olduklarında silah ruhsatlarından sade vatandaş gibi harç alınıyordu.
Bekçilerimizden silah ruhsatları için harç alınmaması yine, hep beraber,
sizlerin de katkılarıyla kararlaştırıldı ve kanunlaştı.
Yine, bu cümleden olmak üzere -bekçilerimizle
ilgili olarak- özellikle bekçilerimiz, polislerimiz gibi aynı görevi
yapıyorlar ve aynı görevi yapmalarına rağmen yardımcı hizmetler
sınıfında görev ifa ediyorlar. Yine, inşallah, ümit ediyorum ki, bu
22'nci Dönemde -yani bizim dönemimizde- bu da emniyet hizmetleri
sınıfında yer alarak… Onlarda da, çok değerli bekçilerimiz de, şu
anda eskiden olduğu gibi, ilkokul mezunu değil, hatta, lise mezunu
değil, üniversite mezunu durumuna gelmişlerdir.
Yine, 22'nci Dönemde, özellikle Hükûmetimiz
döneminde de, şunu da kabul etmek gerekir: Polislerimizin eğitim
seviyelerinde oldukça yükselişler olmuştur. Bunu, biraz önce,
benden önceki arkadaşlarımız ifade ettiler.
Yine, Türk polis teşkilatı, hizmet alımına
giren konularda modern ve bilimsel metot ve yöntemleri kullanmada
POLNET Projesi'ni hayata geçirmiştir. Aynı şekilde, özellikle
POLNET uygulamalarıyla desteklenen kent güvenlik sistemi MOBESE
Projesi'yle ilgili çalışmalar da devam etmektedir.
Değerli Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; uyuşturucuyla mücadelede tüm Avrupa
Birliği ülkelerinin toplam mücadelesine eşit seviyede, tamamına
eşit seviyede… Özellikle, emniyet teşkilatının uyuşturucuyla mücadelesi
göz kamaştırmaktadır. Bu, tüm Avrupa Birliği ülkeleri tarafından
da teyit edilmektedir.
Yine, silah kaçakçılığıyla
mücadelede suç örgütlerinin tüm üyelerinin deşifre edilerek yakalanması
bu dönemde sağlanmış, Türk polisi bu konuda da inanılmaz başarılara
imza atmıştır.
Bakın, 2002 ve 2006 yılları
arasında, özellikle terörle mücadelede başarılı bir dönem de geçirildiğini
söylemek istiyorum. Terör örgütlerine yönelik yapılan 6.255 operasyonda
23.950 sağ, 70 yaralı, 595 terörist ölü, 1.307 adet de uzun namlulu silah
ele geçirilmiş, 427 adet tabanca ve 2.380 adet bomba ele geçirilmiştir.
Türk polisi, özellikle insan hakları ihlalleri konusunda da sıfır
toleransla çalışmaktadır. Bunu da burada ifade etmek istiyorum.
Değerli Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; sizlerin de katkısıyla inşallah bu tasarı
kanunlaştığında, polisimiz, emekli olanların yerine bir taze güçle
çalışacaktır.
Ben, emeği geçen tüm
milletvekili arkadaşlarımıza huzurunuzda teşekkür ediyorum,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Tozçöken.
Sayın milletvekilleri,
tümü üzerindeki konuşmalar tamamlandı.
Şimdi, soru-cevap kısmına
geçiyoruz. Yirmi dakikalık süre içerisinde soru-cevap işlemini
yapacağız.
İlk soru Sayın Koç…
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sormayacağım efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Tütüncü…
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ülkemizde kapkaç ve
gasp olayları oransal olarak hızla artıyor, buna karşılık yakalanma
etkinlikleri aynı oranda artmıyor. Bu durum dikkate alınarak, emniyet
teşkilatının etkinliğinin artırılması için, kadro sayısının ötesinde,
ne gibi acil önlemler düşünülmektedir? Birinci sorum bu Sayın Başkanım.
İkinci sorum: Polisin
özlük haklarını Sayın Bakanlık yeterli buluyor mu? Özellikle çalışılan
dönemdeki maaş miktarıyla, emeklilik dönemindeki maaş miktarı
arasındaki büyük farkın kapatılması için, nasıl, ne zaman, ne gibi
düzenlemeler düşünülmektedir?
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tütüncü.
Sayın Yıldırım, sesiniz
Kastamonu'dan duyuluyor.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu)
- Duyulsun diye bağırıyoruz efendim.
BAŞKAN - Efendim biraz
sakin olalım.
Teşekkür ederim.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Vasıtanızla Sayın Bakanıma şu soruyu
yöneltmek istiyorum:
Sayın Bakanım, emekli
olan polislerimize 2006 yılında 100 YTL'lik bir katkı sağlamıştık. Buna
ilaveten, hâlihazır görevde olan polislerimize, 100 YTL, 40 YTL artı
bir 40 YTL katkı sağlamıştık TÜFE farkının dışında. Diğer memurlarımızın
emekli olması hâlinde, aldıkları maaşın yüzde 70'i emekli maaşlarına
yansımakta, ama, maalesef, polis emeklilerimizin emeklilik durumundaysa
maaşlarının yüzde 45-50 civarında bir kısmı yansımakta emekli maaşlarına.
Buradaki sorun, tayın bedeli, fazla çalışma ücreti gibi yan ödemelerin
emeklilikte olmaması. Ama, şu da bir gerçek ki, hayat standardı bir
anda yarı yarıya düşmesi, gerçekten polis emeklilerimize sosyal
hayatlarında sıkıntıları da beraberinde getiriyor ve toplumdaki
konumları gerçekten iç açıcı değil. 2006'da olduğu gibi, 2007'de de,
özellikle emekli polislerimize ve devamla da hâlihazır polislerimize
100 YTL'lik gibi bir katkı düşünülmekte midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Başkan, bu soruların cevabını
yazılı olarak vereceğiz.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Karar yeter
sayısı, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Maddelere geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar
yeter sayısı bulunamamıştır.
Birleşime beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.20
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.32
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'nin Üçüncü Oturumu'nu
açıyorum.
1344 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Hükûmet ve Komisyon yerinde.
Tasarının maddelerine
geçilmesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi,
tasarının maddelerine geçilmesini tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısını arayacağım.
Maddelere geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir
ve karar yeter sayısı vardır.
1'inci maddeyi okutuyorum:
GENEL KADRO VE USULÜ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN
EKİ CETVELLERİN EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE AİT
BÖLÜMÜNDE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- Emniyet Genel
Müdürlüğünün taşra teşkilâtında kullanılmak üzere ekli listede
yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin ilgili bölümüne
eklenmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Özcan,
buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1344 sıra sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde Anavatan
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri
-bu yasaya geçmeden önce- dün Mersin'de yaşanan faciayı gördünüz. Gerçekten,
bu, Hükûmetin, sağlık konusunda ne kadar duyarlı(!) olduğunun bir
ifadesidir. Mersin'de 6 kişilik bir ailenin, son çocuğunun doğumunda
sezaryen parasını ödemediği için, beyi, eşi ve çocuğuyla hapse
atıldığını gördünüz değerli arkadaşlar, televizyonlar gösterdi,
gördünüz. Bir de, o çocukların, evde kalan çocukların, on yaşındaki,
altı yaşındaki, dört yaşındaki ve iki yaşındaki çocukların durumunu
gördünüz. Sizin, AK Parti olarak, sağlığa bakış açınız bu mu? Söyler
misiniz, bir insanın doğumda sezaryen parasını ödemediği için hapsedildiğini,
hem de eşinin, ailesinin ve kucağında küçük çocuğunun hapse gittiğini
dünyanın hiçbir yerinde gördünüz mü, şahit oldunuz mu? Ama, şahit olduk
Türkiye'de, AK Partinin sağlığa bakış açısını da herkes gördü.
Değerli arkadaşlar,
bunlar, gerçekten yürekler acısı, yürekler acısı. O insanın o çırpınışı,
ağlayışı, o mağdur oluşunun nedeni nedir arkadaşlar? Neden ödemedi?
Neden ödemiyor bu insanlar borçlarını?
RESUL TOSUN (Tokat) -
Genel sağlık sigortasının veto edilmesidir sebebi. Yasa çıkartıldı,
on sekiz yaşına kadar herkes devlet güvencesi altındadır diye.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin)
- Anayasa'yı değiştirin.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla)
- Sayın Milletvekilim, yaşadı, vatandaş gördü, senin bana anlatman
bir şeyi değiştirmez ki.
BAŞKAN - Sayın Özcan,
siz Genel Kurula hitap edin.
Sayın Tosun, lütfen
müdahale etmeyelim.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla)
- Bunları örtemezsiniz, güneşi balçıkla sıvamaya kalkmayın.
Değerli arkadaşlar,
dün, AK Parti Grubundan çıktığında bir grup vatandaşın o polis memurlarına
karşı davranışını gördünüz. Neredeyse adamların üzerine yürüyecek.
Bir kısmı diyor ki, yaka numarasıyla falan ilgili… Koşuşmalar yapıyorlar.
Doğru şey mi? Geçmişte bir siyasi partinin milletvekili yapmıştı,
polisi dövmüştü. Şimdi, artık, onlardan galiba örnek aldınız. Artık,
Grubunuza gelen insanların oradaki emniyet görevlilerine karşı
davranışını da, bizler, Anavatan Partisi ve sağduyulu olan insanlar
yadırgadık. Ama, o tür davranışları sizlerden de bazılarınızın yadırgayacağına
eminiz.
Değerli arkadaşlar,
hep tozpembe gösterdiniz. Tabloya bakıyoruz, gerçekten, şurada,
mala karşı işlenen suçlar 2006 yılında 463.827. Suç oranlarından, örneğin
yankesicilikten bahsedelim: 18.556'dan 27.612'ye çıkmış. Hırsızlıklar
35.060'tan 64.166'ya çıkmış.
Toplam olarak gördüğümüz
tablo… Bu ülkede bu insanlar niye hırsızlık yapıyor, niye yankesicilik
yapıyor, neden suç işliyor? İrdelediğimizde, bunun altındaki yatan
gerçek, işsizlik, perişanlık, yoksulluk. Hani yoksulluğa çare bulacaktınız,
yoksulluğu kaldıracaktınız, yolsuzluğu kaldıracaktınız, haydi
buyurun. Bu insanlar durup dururken bu suçları ne için işlemiş? Bu,
sadece mala karşı işlenen suç. Bu, sizin bu beş yıllık Hükûmetiniz döneminde
karnenizin ne kadar, böyle, düzgün olduğunun bir ifadesi!
Değerli arkadaşlar,
şahsa karşı işlenen suçların toplamı ise, 2005'te 196.380, 2006'da ise
319.675. Düşünebiliyor musunuz, neden oluyor bunlar, neden suç işliyorlar?
İnsanlar durup dururken suç işler mi? Elbette işlemez. Bunların nedeni
işsizliktir. Her ne kadar işsizliği yüzde 10'lar civarında da gösterseniz,
çok insan artık iş bulmaktan umudunu kestiği için gidip de işçi bulma
kurumlarına, iş bulma kurumlarına uğramıyor. Artık, umudunu kesmiş
sizden. Çünkü, sizin çare olmadığınızı görmüş, o insanlar, ailesinin
üzerine yük olarak, var gücüyle, fedakârca günlerini geçiriyorlar.
Ama, o günler gelecek ki bir gün, bir gün gelecek ki, sizlerin, geçmişteki
olanlar gibi, bunun hesabını daha ağır ödeyeceğinize eminiz.
Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliğinde polisler bu kadar alıyordu, ama Türkiye'de polisler
ne alıyor? 20 bin kadroya karşı değiliz, elbette olsun, bulunsun. Bu
beş yıldan beri niye beklettiniz bugüne kadar bu kadroları, soruyorum?
Bu insanların, on sekiz saat, yirmi saat çalışan polis memurlarının
aldığı ne? Emeklilik yaşlarını doldurduğu hâlde emekli olmamalarının
amacı nedir değerli arkadaşlar? Elbette ki, geçim ve ekonomik sıkıntıdır,
onun için.
Büyük şehirlerden polis
memurları, memurlar kaçıyor. Niye kaçıyor hiç sordunuz mu?
SELAMİ UZUN (Sivas) -
Büyük şehirlerden kaçan maçan yok.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla)
- Bu insanlar büyük şehirlerden niye kaçıyor?
SELAMİ UZUN (Sivas) -
Hiç kaçan maçan yok.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla)
- Kira parası ödeyemiyor, dolmuş parası ödeyemiyor, çocuklarını
okutamıyor. Yakacak parasını ödeyemeyecek kadar bir sürü memurumuz
var. Bunları görmüyor musunuz?
Değerli arkadaşlar,
bunlar ortadayken -bu insanlar- polis memurlarımızın, elbette ki,
özlük haklarıyla ilgili, emeklilikleriyle ilgili, mesaileriyle
ilgili konuların düzeltilmesinde yarar var. Biz destekçiyiz. Her
zaman da, her geldiğimizde savunuyoruz. Bu insanlar -canını- fedakârca,
gece gündüz demeden, hırsıza karşı, soyguncuya karşı, yolsuzluğa
karşı mücadele veriyorlar. Devlete hizmet ediyorlar, vatandaşa
hizmet ediyorlar. Bunların almış olduğu paraları, acaba, siz, Avrupa
Birliği polisleri bu kadar… Avrupa Birliğinde alınan, emniyet güçlerinin
aldığı parayı hiç hesapladınız mı? Hep "Şu kadar polis lazım..."
Neden bugüne kadar, beş yıldan beri 20 bin polisi almadınız da, bugün
seçim yatırımı olarak kendinize bir paye çıkarıyorsunuz? Bugüne
kadar alsaydınız. Neden bu insanlar... Mademki bu kadar ihtiyaç
var, 20 binin üzerinde, 30 binin üzerinde daha polise ihtiyaç varsa,
hiç durmadan alaydınız. IMF veyahut da Avrupa Birliğinin yetkilileri
geliyor: "Aman ha almayın, personeli çıkarın." Onlara uydunuz
ve bugün de görülüyor ki, bu açıklar, Türkiye'de gerçekten zaruri ihtiyaçlar
olduğunu görüyoruz. Alırken de gerçekten hizmet görebilecek, her
yönüyle bu ülkenin insanlarına fedakârlık yapabilecek, çalışmasıyla,
bilinciyle, kültürüyle, halkın hizmetine kendini adayan arkadaşların
alınmasında yarar var. Hiçbir zaman için de buna karşı olmayız. Ama
alırken de kendi yandaşlarınızla ilgili bir seçim yaparsanız, Türk
emniyetine siyaseti karıştırmış olursunuz ki, o da çok büyük yanlış
olur. Eğer siz bugün polisimizin veyahut da müdürümüzün terfileri
konusunda hâlâ taraf tutuyorsanız, eğer alacağınız bu kadrolarda
da taraf tutarsanız, çok büyük yanlışın içerisine iyice gömülürsünüz.
Değerli arkadaşlar,
polisin özlük haklarını, güvencesini -daha artırmanın yolunu-
elbette ki, bir an önce tedbir alıp, artırmak zorundayız. Canıyla,
her yönüyle göğüs geren bu insanların eğer kafasında açlık problemi
varsa, bu insan, eve giderken de, işe giderken de, görev yaparken de,
bir tarafta hırsız ve yolsuzla uğraşırken, bir tarafta da -evinde para
bekleyen- su parasını, elektrik parasını ve bakkala olan borcunu
hesap yaparsa, bu insan yeteri kadar motive olmaz ve çalışmaz.
Değerli arkadaşlar,
gazetelerde, geçmişte de, bugün de hâlâ, kredi kartlarından dolayı
bu polis memurlarımızın, memurlarımızın sıkıntılarını görüyoruz,
intihar edenler de oldu. Ev eşyaları icralarda satılan polis arkadaşlarımız,
memur arkadaşlarımız da binlerce. Neden evindeki eşyasını icraya
göndersin? Demek ki, geçinemiyor. Eğer geçinemiyorsa tedbir almak
zorundayız, bu insanları daha doyurucu, daha besleyici, gerçekten,
daha çağdaş, Avrupa Birliği seviyesinde sosyal güvenceye… Özlük
haklarıyla ilgili, emeklilik haklarıyla ilgili konularda yasaları
bir an önce çıkarmalıyız ve onları da, beynindeki, ruhundaki ve
psikolojik olarak sıkıntı içerisinde oldukları şeylerden uzak tutmalıyız.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla)
- Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
çocukluğumuzda bekçilerimiz vardı, hatırlarsınız. O bekçi dayılar
bazen küçük çocuklarımızı korkuturdu, ama, her seferinde sesleri
sokaklardan gelirdi. Bu bekçilerimizin, bugün, Türkiye'de, 6 binin
üzerinde bekçi vatandaşımızın sosyal güvenceleriyle ilgili, özlük
haklarıyla ilgili düzenlemelerin bir an önce yapılması, gerekirse
de… Ki, biz Anavatan Grubu olarak, özellikle bekçilik müessesesinin
tekrar kurulmasıyla ilgili bir yasa teklifi hazırladık, yakında
Meclise getireceğiz ve bu bekçilerimizin, tekrar, geçmişte olan o
düdük seslerine hasret kaldığımızı söylüyoruz.
Bütün alınacak memurlarımıza
ve mevcut olan polis memurlarımıza, emniyet teşkilatımıza ve bu
görevi yapan bütün memurlarımıza, görevlilerimize sağlık ve afiyetler
dileyerek…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümlelerinizi
alabilir miyim Sayın Özcan.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla)
- Bu yasanın bütün çalışanlarımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor,
sağlık ve esenlikler diliyorum.
Sağ olun. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özcan.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Bilecik Milletvekili Sayın Yaşar Tüzün. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA YAŞAR
TÜZÜN (Bilecik) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 1'inci maddesi üzerinde
Grubum adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
konuşmama başlarken, öncelikle, yeni atanan Emniyet Genel Müdürümüz
Sayın Oğuz Kağan Köksal'a başarılar diliyorum. Bugüne kadar yapılamayanları,
eksiklikleri, bu çalışma döneminde, alacağı birtakım radikal kararlarla
gerçekleştirir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar,
bugün, kendimizi, ailemizi ve bulunduğumuz ortamı güvende hissediyorsak,
bunu, günde en az on iki saat ile yirmi saat arası çalışan ve mesai yapan,
elbette ki, polis teşkilatımıza borçluyuz. Ancak, "emniyet
teşkilatı personelinin özlük hakları sorununun hâlâ devam ettiği
ve devam etmekle kalmayıp, her geçen gün sorunların çığ gibi büyüdüğü"
ifadeleri komisyonlarda ve komisyon raporlarında yer almaktadır.
İçişleri Komisyonunda
kullanılan bu ifadeler, AKP İktidarının, polis teşkilatına bakış
açısını göstermektedir. AKP İktidarının kadrolaşma hırsı polis
teşkilatının sorunlarını unutturmuş, sorunların göz ardı edilmesine
neden olmuştur. Yaklaşık beş yıldır iktidarda olan AKP'nin, emniyet
teşkilatının sorunlarını çözmemiş olması, gerçekten, çok acı bir
durumdur.
Yine, İçişleri Komisyonu
Raporu'na göre, ülkemizde kapkaç ve gasp olayları sayısal oranda
hızla artış olmasına rağmen, yakalanan suçlu sayısında bir düşüş
gözlenmemektedir. Bu durum, vatandaşımızın emniyet teşkilatına
karşı, maalesef, güvenini sarsmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
polislik bir moral mesleğidir. Gece gündüz demeyen, cumartesi pazar
bilmeyen, bayram seyranı unutmuş polisimizin vatandaşa karşı zor
durumda bırakılmaması gerekir.
Görüşmekte olduğumuz
bu kanun tasarısının 1'inci maddesinde, Emniyet Genel Müdürlüğünün
görevlerini daha etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için taşra
teşkilatlarında çalıştırılmak üzere 20 bin kadro ihdas edilmektedir.
Şimdi, buradan sizlere
soruyorum: Bu alınacak olan 20 bin kadroyu nerede eğiteceksiniz? Polis
okullarında, değil mi? Peki, gerek Genel Kurulda gerekse komisyonlarda
"polis okullarının eğitimi yetersiz" diyen sizler değil misiniz?
Siz değil misiniz "polisimizin bilimsel eğitimden geçmesi gerekir"
diyen? Bilimsel eğitimden geçmiş polislerimizin toplumsal olaylarda
daha başarılı olduğunu söyleyen sizler değil misiniz? Bunun yanı
sıra, polis okullarımızın bilimsel eğitim konusunda yetersiz olduğunu
söyleyen yine sizlersiniz.
Bu nedenle, "kadro
ihdasıyla birlikte polis okullarının şartlarını iyileştirelim,
bilimsel eğitim yapalım" diyen, elbette, bizleriz.
Değerli arkadaşlarım,
polis okullarının durumları ortada. Görev alan polislerimizin durumu
farklı değil. Sosyal ve ekonomik sorunların altında maalesef ezilmiş
durumdadırlar. Bugün, mesleğe yeni başlayan bir polis memuru 800
YTL maaş alıyor. Örneğin, sekiz yıl görev yapan bir polisin eline ayda
sadece 912 YTL geçiyor. Bu maaşlara yan ödemeler eklense de, özellikle,
büyük şehirlerde yaşayan polis memurları, kazançlarıyla hayatlarını
devam ettirememektedirler. Örneğin, İstanbul'da 28 bin polis görev
yapıyor; ama, buna karşılık, sadece 4.200 polis lojmanı bulunmaktadır.
Mevcut lojmanların 850 tanesi istihbarat ve terör gibi hassas birimlerde
çalışan personele tahsis ediliyor. Yani, geriye kalan 24 bin polis
kirada oturuyor. İstanbul'da alt ve orta sınıf bir daire fiyatının
400 milyon ile 1 milyar lira arasında değiştiğine bakacak olursak,
maaşının yarısı gerçekten kiraya gitmektedir. Kalanı da telefon,
elektrik, akaryakıt ve su gibi harcamalara gittiğinde, polisimizin
elinde hiçbir para kalmamaktadır. Elbette, kendisi aç olduğu gibi
çoluk çocuğu da maalesef aç kalmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
vermeden almak Allah'a mahsustur. Verin ki, verelim ki, Hükûmet olarak
gerekli desteği, maddi ve manevi olarak katkı verin ki, biz de emniyet
teşkilatımızdan ve polislerimizden karşılığını isteyelim. Bakınız,
4'üncü sınıf bir emniyet müdürü arkadaşımız, 1.400 YTL maaş alıyor,
il emniyet müdürlüğünde çalışan bir arkadaşımız da 1.800 YTL maaş
alıyor. Bir ili emanet ettiğiniz il emniyet müdürü ile… İlin jandarma
açısından asayişini emanet ettiğiniz bir alay komutanı 2.875 lira
maaş alıyor. Yani, aynı ilde görev yapan bir il emniyet müdürüyle
bir il jandarma alay komutanı arasında tam tamına 1.000 lira, yani
diğer rakamla 1 milyar Türk lirası fark olmaktadır. Bu farklılığın
en kısa zamanda giderilmesi için gerekli çalışmaların yapılması
konusunda bir kez daha ilgili iktidar partisini ve ilgili Bakanlığı
uyarıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
yine, emeklilikte de durum farklı değil. Çalışırken maaşın büyük
bir bölümü mesai, tayın bedeli, yol ücreti gibi, güvenlik tazminatı
gibi ek ödentilerden oluştuğu için düşük temel maaştan kesilen emeklilik
ödentisi emekli maaşlarının da düşük kalmasını getiriyor. Özellikle,
son aylarda ve son yıllarda baktığımızda, birçok polis intiharları
polisimizin çalışma koşulları ve ekonomik sıkıntılarını gözler
önüne seriyor.
Yine, Emniyet Genel
Müdürlüğümüzün, 1992-2006 yılları arasında yaşanan 380 polis intiharı
üzerine yaptığı araştırmada, sorunun temelinde ücret yetersizliği
ve çalışma şartlarının ağırlığının yattığı ortaya konuluyor.
Değerli arkadaşlarım,
bizler Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu yasaya asla karşı değiliz;
ancak, yasanın çıkmasıyla birlikte, 20 bin kadronun verilmesiyle
birlikte, bunun ekonomik, sosyal açıdan yetersiz olduğunu söylemeye
çalışıyoruz. Polisimizden, emniyetimizden de Anayasa'mıza, başta
Anayasa'mıza, cumhuriyetimize sahip çıkan bir polis teşkilatı istiyoruz.
Devletimizin polisimize vermiş olduğu bu üniformayı, bu tabancayı
halka karşı kullanan değil, halkın yanında olan, halkın sorunlarını
çözen, onu, ona yardımcı olmak anlayışı adı altında kullanılmasını
temenni ediyoruz ve diyoruz ki emniyet teşkilatımıza, "Önce
insan. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." felsefesinden ayrılmamalarını
temenni ediyoruz. İnsanımıza, gerekli yardımı, gerekli kolaylığı
ve gerekli katkıyı vermesini temenni ediyoruz. Özellikle, toplumsal
olaylarda gördüğümüz polisimizin bu kışkırtıcı tavrından en kısa
zamanda uzaklaşmasını temenni ediyoruz. O görünen, bugüne kadar
görünen, televizyonlarımızda, gazetelerimizde görünen o fotoğrafların
bir daha görünmemesini temenni ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
bizler, konuşan Türkiye'yi koruyor…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
YAŞAR TÜZÜN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Evet, polisimiz, konuşan
Türkiye'yi koruyor. Ama, kendileri konuşan Türkiye'yi korurken, maalesef
kendileri de konuşamıyor. Sivil toplum liderlerinin konuşma güvenliğini
sağlayan polisler, memur olmalarından dolayı kendi sorunları hakkında
maalesef konuşamıyorlar. O nedenle, 20 bin kadronun ihdasında, polisimizin
ve emniyet teşkilatımızın bu sorunlarını göz ardı etmeden, sosyal
ve özlük haklarının iyileştirilmesiyle ilgili çalışmaların en
kısa zamanda tamamlanmasını temenni ediyoruz ve diyoruz ki, sayısal
yeterlilik yanında niteliksel yeterlilik olmalıdır. Yani, 20 bin
kadroya ihtiyaç varsa, elbette verelim, 50 bin kadroya ihtiyaç varsa
verelim. Ama, bu, sayısal yeterlilik olmamalı, bu, çalışan, yeni
başlayacak, göreve başlayacak olan polis arkadaşlarımızda gerekli…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
YAŞAR TÜZÜN (Devamla)
- Son cümlem.
BAŞKAN - Son cümlelerinizi
alabilir miyim.
YAŞAR TÜZÜN (Devamla)
- …niteliksel yeterliliğin de olmasını
temenni ediyoruz.
Bu kanunumuzun, başta
polis teşkilatımıza, Emniyet Genel Müdürlüğümüze ve ülkemize
hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce Meclisi saygıyla bir kez daha
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tüzün.
Şahsı adına, Sivas
Milletvekili Sayın Selami Uzun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
SELAMİ UZUN (Sivas) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kısaca, bu kanun, emniyet
hizmetleri sınıfına 20 bin kadro ihdas edilmesidir. Elbette gereklidir
ve sayısal olarak ve diğer gerekçeleri vardır.
Sayın milletvekilleri,
hukuk devleti üç sütun üzerine inşa edilir: İnsan haklarının gerçekleştirilmesi,
adaletin sağlanması, güvenliğin temin edilmesidir.
Ülkesinde toplum
hâlinde yaşamanın ilk ve vazgeçilmez şartı olan güvenliği ve sosyal
düzeni sağlayamamış olan devlete hukuk devleti denemez. Bir hukuk
devletinin varlık sebebi, insan haklarına dayalı, adil ve güvenli
toplumsal bir düzen kurmak ve bunu kesintisiz bir şekilde sürdürmektir.
Hukuk devletinin bir
başka yönü, eylem ve işlemlerinde ölçülü, yani orantılı davranan
devlet olmasıdır. Otorite ile hürriyet birbirlerine ters düşen kavramlar
gibi görünmektedir. Ama, ölçülü bir otorite olmadan hürriyetlerin
sağlanması asla mümkün olamaz. Toplumdaki her fert hürriyetlerini
kendisi belirlemeye kalkarsa, kimse hür olamaz. İşte, hayatımızın
bu noktasında polis ve diğer emniyet güçlerine büyük iş düşmektedir.
Polisin görevleri,
vatandaşın hayatına, insanların mal varlığına ve kamunun düzenine
yönelik tehlikelerin bertaraf edilmesi ve sonrasındaki hizmetleridir.
Vatandaşın yaşamı, mal varlığı ve onuru bakımından tehlike ne kadar
büyükse, önleme yetkileri de o kadar büyük olmalıdır. Temel haklar
tehlikeye düşerse müdahale gerekir.
Polisin en önemli görevlerinden
bir tanesi, özgürlüğün ve güvenliğin dengelenmesidir. Polis, görevlerini
yerine getirirken yasalar ve yetkilerle sınırlandırılmıştır. Polis,
yetkilerini kullanırken yasalara dayanır. Yasalar, özellikle temel
haklar konusunda polisin yetkilerini ayrıntılı bir şekilde belirtmelidir
ki, polis hem yetkilerinin sınırını bilsin hem de töhmet altında
kalmasın. Polis, yetkilerini kullanırken sayısal olarak da yeterli
olmalıdır. Az sayıda görevliye çok iş verilmesi ülke gerçeğiyle
ters düşmektedir. Bugün, polisimiz, gerek karakollarda gerek diğer
yerlerde son derece ağır şartlarda hizmet vermektedir. Bu da onların
iş ve ev düzenlerinde huzursuzluğa yol açmaktadır. Bugünün bütçe
imkânlarıyla, belki, ancak ellerine geçen para ailelerini geçindirebiliyor.
Bunu kabul etmemiz gerekir. Polisimizin almış olduğu ücret, yaptığı
işle orantılı değil, yetersiz durumdadır. Bugün, 72 milyon nüfusun
50 milyonu polis bölgesinde yaşamaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde
250 kişiye 1 polis düşecek şekilde verilen emniyet hizmetleri,
bizde 300 kişiye 1 polis düşecek şekilde sürdürülmektedir.
Bugün, emniyet hizmetlerinin
kesintisiz sürdürülebilmesi için sayıca yeterli olmanın yanında,
boşalan kadroların da süratle doldurulması gerekmektedir. Bu
amaçla, 27 polis meslek yüksekokulumuzun yanında, dört yıllık fakülte
mezunlarının alınıp altı aylık temel eğitime tabi tutuldukları
14 bin kapasiteli 9 eğitim merkezi bulunmaktadır. Bunlar da yılda
iki dönem hâlinde hizmet vermektedir. Biliyorsunuz, geçen yıllarda,
değişik fakültelerden mezun olan gençlerimize polis okullarında
altı aylık temel eğitim verilerek polis olmaları sağlanmış ve çok
isabetli olmuştur. Halkın içerisinden gelmiş hem de yeterli eğitimi
almış gençler kısa sürede polis teşkilatını benimseyerek verimli
hizmetlerde bulunmaktadırlar. Böylece, polisin halktan ve sivil
hayatın gerçeklerinden uzak kalmadan vatandaşa daha iyi hizmet verebileceği
görülmüştür.
Gece ve gündüz, tatilde
ve bayramda kesintisiz hizmet veren emniyet teşkilatımızı maddi
ve manevi olarak sayısal ve araç gereç teçhizatıyla, teknolojiyle
donatmak, desteklemek, onların morallerini ve çalışma kapasitelerini
en üst düzeyde tutmak görevimiz olmalıdır. Eksik olan ne varsa, çıkarılacak
yasalar neyse, Meclis görev başındadır. Bu amaçla, artan personel
açığının kısa sürede giderilebilmesi ve ideal personel sayılarına
ulaşmak amacıyla, 2003 yılında polis meslek yüksekokulu sayısı
27'ye çıkarılmıştır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim,
konuşmanızı tamamlayın.
SELAMİ UZUN (Devamla)
- 2003 yılında hazırlanan yirmi yıllık personel projeksiyonlarına
göre, 2006 yılında 198 bin polis olması gerekirken, bu sayı 166 binde
kalmıştır. Onun için, bu tasarının yasalaşması ve uygulamaya konulması
hâlinde bu açığın büyük ölçüde giderileceği açıktır. Polis sayısının
ideal rakama ulaşması hâlinde, hem güvenlik hizmetlerinin iyileştirilmesine
katkıda bulunacağı hem de polislerin mesai saatlerinin makul ölçülere
çekileceği malumunuzdur.
Görevi başında can
veren güvenlik mensupları ve polislerimizi rahmetle anıyorum. Yeni
atanan Emniyet Genel Müdürüne başarılar diliyor, tebrik ediyorum.
Gece gündüz demeden, görevi başında halkımızın can ve malını koruyan
emniyet camiasının fedakâr fertlerine başarılar diliyor, saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Uzun.
Şahsı adına ikinci konuşmacı,
Eskişehir Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken... Yok.
Üçüncü konuşmacı, İzmir
Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Komisyonu üyesi
olmamız nedeniyle, daha önce, çeşitli nedenlerle, polislerle ilgili
konuşmalar yapmıştık, ama, bugün, burada, Komisyon üyesi olarak bizim
arkadaşlarımızdan kimse konuşmadığı için, beş dakikalığına söz
almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar,
öncelikle polislik mesleği, kıdeme, kariyere, deneyime dayalı
bir meslektir. Bunun siyasallaşmaması lazımdır. Şu anda, kimi arkadaşlarımıza
göre 166 bin, başka görüşlere göre de 180 bin civarında bir polisimiz
var, 20 bin daha polis alınacak. O öngörülüyor ve yasa o nedenle gündemimizde.
Ama, ülkemizde, gerek şahsa gerekse mala karşı işlenen suçlar azalmıyor,
azalmak yerine, üstelik, artıyor. Onlarla ilgili rakamlara bakıldığında,
şahsa karşı işlenen suçlar -kasten adam öldürmeden ırza geçmeye,
zimmetten insan ticaretine kadar- 2005 yılında 196 bin, 2006 yılında
319 bin, mala karşı olan suçlardaki istatistikler de 2005 yılında
289 bin, 2006 yılında da 460 küsur bin olarak yerini alıyor.
Şimdi, demek oluyor
ki, sadece polis almak, polis adedini sayısal olarak çoğaltmak sorunları
çözmeye yetmiyor. Deniliyor ki: Avrupa'da 250 kişiye 1 polis düşüyor,
bizde de 300 kişiye. Olabilir. Bunun için yapılacak düzenlemeyi tabii
ki destekliyoruz. Her ne kadar bizim ayrışık görüşümüz olmuş olsa
bile, temelde destekliyoruz.
Ancak, size önemli bir şey söylemek istiyorum.
Polis meslek yüksekokulları, şimdiye kadarki işlevleriyle, yapmış
oldukları hizmetleriyle, belki belli ölçüde faydalı olmuştur.
Ama, son 2005 yılında 10 bin kişilik bir kadronun Cumhurbaşkanlığına
gittikten sonra tekrar geri gelmesinde bir ölçüt vardı. Deniliyordu
ki: "Burada bir adaletsizlik var. O nedenle, dört yıllık yüksekokul
ve fakülte bitirenler de buna dâhil olmalı." O niyetle de, gerçekten,
dâhil edilerek çok sayıda kişiler bu sınavlara girdiler, başarılı da oldular. Zaten KPSS sınavına
da girmek şartı vardı ve böylece fakülte ve yüksekokul bitirenlerden
birçok polis alındı. Bunlar altı aylık bir eğitime tabi tutuldular, altı aylık eğitimden sonra da polislik
yapmaya başladılar, bayağı da faydalı oldular. Şu anda, belki, polis
teşkilatı içerisinde en faydalı olan kesim, hatta en objektif davranan
kesim bunlar oldu. O nedenle, benim buradan bir önerim olacak: Polis
meslek yüksekokulları -26 ya da 27 tane var- zaman içerisinde giderek
kapatılmalı ve bunların yerine, her yıl 1,5 milyon civarında kişinin
üniversiteye giriş sınavlarına girdiğini hatırlarsak, buradan
mezun olan kişilerden yine eğitime tabi tutularak alınacak olan insanlarla,
alınacak olan gençlerle hem polisin kalitesi yükselmiş olur hem de o
altı aylık eğitimden sonra da Türkiye'nin yüz akı olabilecek olan emniyet
mensuplarının Türkiye'nin dört bir tarafında görev yapması sağlanabilir.
Emniyet örgütünün
temsilcisi, tabii ki, hükûmetler değil. Emniyet örgütü temsil edilirken,
bizim anlayışımıza göre, demokrasilerde bu iş sendikal örgütlenmeyle
olur.
Bakın, örgütsüzlük
polisimizi ne hâle getiriyor: Bugün, Sabah gazetesinin Ankara
ilavesinde bir emniyet eski mensubu "Polisin Hâli" diye
bir yazı yazmış ve orada bazı önerilerde bulunuyor, yakınmalar yapıyor.
İşte, 1950 yılında polis olduğunu belirtiyor. O günkü maaşını söylüyor.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HAKKI ÜLKÜ (Devamla)
- Bitiriyorum efendim.
Son zamanlarda polise
çok fazla yüklenmeler olduğu nedeniyle bir dizi şikâyetlerde bulunuyor.
Ama, esas olan, önemli olan burada, bazı önerilerde bulunurken, bu
önerileri örgütsel anlamda değil de kendi inandığı anlamda yapıyor.
Mesela, diyor ki:
"Polis vasıtaları
yenilenmeli, aynı marka olmalı.
Esas önemli isteğimiz,
polisin kıyafetinin derhâl değiştirilmesi. Nedenine gelince: Belediye
zabıtası, her türlü güvenlik teşkilatları, gerek polis elbisesini
gerekse polis armalarını pervasızca taşımaktalar. Bir misal, 'Televizyon
kanallarından birinde pazarcıyla polis kapıştı.' diyor. Bakıyorsunuz,
bunların polisle alakası yok, zabıta memurları.
Neticede, polis şehirdir,
polis güvencedir, polis istikbaldir.
Polis kardeşlerim,
sakın ola iki şeye dayanmayın: Birisi adam, birisi ağaç.
Çünkü bunların biri
ölür, biri kurur."
Güzel, ancak, tabii,
örgütsüz, iyi niyetle yazılmış bir serzeniş bu. Oysa polislere demokratik
hak ve özgürlük konusunda sendika kurma hakkı verilmiş olsa, bütün
bunları bir tek polisin…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla)
- …serzenişi olarak değil de, tüm polis teşkilatının örgütlü bir biçimde
seslerini yükseltmesiyle, o sendikal haklara kavuştuktan sonra
zaten kendileri gereğini yapar, o haklarını alırlar. Dolayısıyla,
haklarını alan polis, hem Batı standartlarında görev yapmış olur hem
şikâyetler azalır hem de giderek demin saymaya çalıştığım, o hem mala
karşı hem insana karşı olan suçlarda da azalma olur diye düşünüyorum
ve 20 bin polis kadrosunun hayırlı olması dileğiyle, İzmir Valimizin
buraya gelerek, Ankara'ya gelerek Emniyet Genel Müdürlüğü görevine
atanmasını -biz kendisini çok sevdiğimizden dolayı- memnuniyetle
karşılıyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Ülkü.
Madde üzerinde konuşmalar
tamamlanmıştır.
Şimdi, soru-cevap faslına
geçiyoruz.
Buyurun Sayın Tütüncü.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Benim aracılığınızla
Sayın Hükûmete iki sorum olacak. Birincisi: Poliste birim amirlerinin
2003 ve 2005 yılı terfilerinde objektif davranılmadığı, kıdem sıralamasında
ilk 100'de yer alan polislerden ancak 7'sinin terfi ettirildiği, diğer
terfilerde ise ağırlıklı olarak, kıdem sırası 250 ve sonrasında
olanlardan seçildiği iddia edilmektedir. Bu iddia ne derece doğrudur?
Bu iddianın doğruluk payı yüksek ise, böylesi bir tercih, polisin
açıkça Hükûmetin emrinde siyasallaştırılmış olacağı anlamına gelmiyor
mu? Birinci sorum bu.
İkinci soruyu soruyorum
Sayın Başkanım:
Polislik aynı zamanda
bir moral desteğidir, bunu biliyoruz. Ne var ki, AKP Hükûmeti döneminde
polislerin gerekli moral desteğini bulamadıkları ve bazı olaylarda
sahipsiz bırakıldıkları gözlenmiştir. Bu çerçevede, polislik mesleğinin
son yıllarda ciddi bir imaj kaybına uğradığı ileri sürülmektedir. Göz
bebeği gibi korumamız gereken polislerimizin… Soruyorum: Göz bebeği
gibi korumamız gereken, esirgememiz gereken polislerimizin morallerinin
yükseltilmesi ve erozyona uğratılmış olan imajlarının yükseltilmesi,
düzeltilmesi için, Bakanlığınızca nasıl bir proje ve nasıl bir politika
öngörülmektedir?
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tütüncü.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben de Sayın Bakanıma
şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Avrupa Birliği ülkelerinde
250 kişiye, Sayın Bakanım, 1 polis düşmektedir. Türkiye bu standardın
neresinde ve bu standardı yakama süresindeki öngörünüz nedir?
Ayrıca, meslek içi
eğitim programları yapılmakta mıdır? İçerik olarak bunlardan bahsetmeniz
mümkün mü?
Son olarak, polislerimiz
fazla çalışma mesaisi olarak maktu ücret almaktadırlar. Bu maktu
ücret de 178 YTL olmaktadır, ama, biz biliyoruz ki diğer devlet memurlarının
fazla mesai ücret kriterleri farklıdır. Bununla ilgili bir düzenleme
söz konusu mudur?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Sayın Bakan, yazılı
mı cevap veriyorsunuz?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Hayır, sözlü cevap vereceğim.
BAŞKAN - Buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Enis Tütüncü Bey'in sorusu
daha evvelden de gündeme Sayın Kart tarafından da gelmiş. Yazılı olarak o zaman
da ifade ettim. Böyle bir şey varit değil. Yani, bu, ilk 100'e giren hakkında,
terfi meselesiyle ilgili o iddialar varit değil.
Bu, ayrıca, moralle
ilgili geniş kapsamlı çalışmaları, o kısmı, size yazılı olarak detaylı
bilgi verilecek.
Sayın Işık'ın sorusuyla
ilgili olarak da, 296 kişiye 1 polis düşmekte, 2014 yılında da bu
250'ye 1 olacak. Emniyet Genel Müdürlüğünde de böyle bir çalışma sürdürülüyor.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
madde üzerinde soru-cevap bölümü de tamamlanmıştır.
Şimdi, 1'inci maddeyi
ekli cetvelle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Çanakkale Milletvekili Sayın
Ahmet Küçük. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AHMET
KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Genel
Kadro Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin ekli cetvellerinin
genel müdürlüğüne ait bölümünde değişiklik yapılmasına dair
1344 sıra sayılı kanun hakkında şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bugün, burada, çok önemli bir konuyu, çok önemli bir sorunu, bir kanun
çerçevesinde değerlendiriyoruz, görüşüyoruz, görüş alışverişinde
bulunuyoruz. İnsanların bu dünyada mutlu olmasının, huzurlu yaşamasının
ve bu huzurunun, yaşamdan keyif almasının temel, en önemli nedenlerinden
biri olan güvenlik sorunumuzu irdelemeye çalışıyoruz. Bu dünyada
yaşamanın, elbette, birinci sorun, yaşamak için, öncelikle insanların
karnını doyurabilmeleri, yaşamlarını devam ettirebilecek aktivitelerde
bulunabilmeleri ve en önemlisi de bunu huzurlu ve güvenli bir ortamda
yapabilmeleridir. Bu huzurlu ve güvenli ortamı sağlayabilmek
adına, yıllar içerisinde, evrim içerisinde, insanlar, devlet diye
bir kurum ve mekanizma oluşturmuşlar ve bu devletin dış güvenlik ve
iç güvenlik sorunlarını halletmekle ilgili de yüzyıllar içerisinde
kurumlar yaratmışlar, kurumlar oluşturmuşlar. Öncelikle, tabii,
dış güvenliğimizle ilgili kurumumuz, ordumuz. Bizim ülkemizde
komşularımıza, çevremize, dünyada bağımsız, hür yaşayabilmenin
koşulu olarak ordumuzu oluşturmuşuz. İç güvenliğimizi sağlamak,
güncel yaşamımızda mutluluğumuzu daim tutmak adına da, bir, ordumuzun
içerisinde kırsal bölgelerde güvenliğimizi sağlamak üzere jandarma
teşkilatını oluşturmuşuz ve bunun yanında kentsel alanlarda da güvenliğimizi
sağlamak, huzurlu yaşamak adına da polis teşkilatımızı oluşturmuşuz.
Yüz otuz beş yılı aşkın bir geçmişe sahip olan polis teşkilatının bugün
hâlâ tartışılıyor olması ve üzerinde bir sürü spekülasyonun yapılıyor
olması da, maalesef, polis teşkilatının kurumsallaşma adına yeteri
kadar gözetilmediği, esirgenmediği ve siyasete alet edildiği yolundaki
kanaatlerimizi artırmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
iç güvenlik ve insanların iç güvenlik kaygıları elbette çok önemli.
Hele Türkiye gibi ekonomik gelişmesini tam tamamlamamış ve millî
gelirini çok artıramamış, elde ettiği geliri alınan siyasi kararlar
nedeniyle iyi paylaştıramamış ve toplum kesimleri arasındaki gelir
dağılımı uçurumunun bu kadar fazla olduğu, dünyanın en bozuk ülkelerinden
biri olduğu ülkelerde, tabii ki, iç güvenlik sorunu ekonomiye dayalı
olarak daha da artar, daha da önemli olur.
Biraz önce, değerli
arkadaşlarım, arkadaşlarımız çeşitli kereler ifade ettiler, Avrupa'da,
Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama 250 kişiye 1 polis düşerken
Türkiye'de 300 kişiye düşüyor diye. Şimdi, aslında, bu, ilk bakıldığında
çok kötü bir rakam değil gibi. Yani, birçok rakamda biz Avrupa Birliği
ülkeleriyle daha büyük kopukluklar yaşıyorken polis sayısında
buna yaklaşmış olmamız sanki iyi bir durum gibi görünebilir, ama,
öyle değil. Çünkü, Avrupa Birliği ülkelerinin ortalama millî geliri
20 bin dolarların üzerindeyse ve insanlar gelecek kaygısı ve bugün
kaygısı, yaşam kaygısı yaşamıyorsa ve iş güvenceleri varsa, elbette
suç işlemeye meyilleri daha az olur ve dolayısıyla, daha az polisle
daha çok güvenlik sağlama imkânınız olur. Ama, Türkiye gibi, hem hızlı
bir nüfus, demografik yapı değişikliğinin yaşandığı, yani, kentlere
doğru kırsal kesimden hızlı bir göçün yaşandığı ve büyük bir evrilmenin
yaşandığı bu süreçte -ki, hatırlıyoruz hepimiz, 70'li yıllarda yüzde
30 kentlerde, yüzde 70 köylerde olan nüfus bugün tam tersi bir tablo
hâline gelmeye başladı- çok kısa sürede yaşanan bu yoğun göç, elbette
ki, kentlerdeki doku değişikliği, uyumsuzluk, iş bulamama, işsizlik
ve bulunan işlerde alınan yetersiz ücretler, gelir dağılımı bozuklukları,
hepsi bir araya geldiğinde, elbette çok değişik problemlerle bizi
karşı karşıya bırakmakta, teknolojinin gelişimiyle birlikte de,
hepimizin bildiği gibi değişik suç unsurları ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle, bence, bu konuda Avrupa Birliğiyle 250-300'den ziyade,
Avrupa Birliğine göre belki daha çok güvenlik kurumu üyesini, yani
polisi biz barındırmak zorundayız diye düşünüyorum.
Dolayısıyla, değerli
arkadaşlarım, bir de, tabii, bu ülke, 1980'den bu yana coğrafyasının
önemli bir bölgesinde çok ciddi bir sıkıntı yaşıyor ve düşük yoğunluklu
iç savaş diye adlandırılan böyle bir mücadele yaşanıyor ve burada
köyler boşaltılıyor, oradaki insanlar mutsuz ve huzursuz oluyor ve
buralardan özellikle kentlere doğru kontrolsüz, önü alınamayan bir
nüfus hareketi oluşuyorsa, elbette, değişik, Türkiye'ye has suç şekilleri
ortaya çıkıyor ve dolayısıyla, bu suç şekilleriyle de uğraşmak
için buna göre bir polis örgütünü kurmak ve mutlaka çok ciddi bir şekilde
organize etmek lazımdır.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, çağdaş bir devlette kurumsal olmak, kurumsallık esastır. Meşhur
bir söz vardır: Bir ülkede kışlaya, okula, hastaneye siyaseti sokmayacaksınız.
Tabii bir de karakola sokmayacaksınız. Karakol da çok önemli değerli
arkadaşlarım. Çünkü, karakollar hepimizin ve hepimizin güvenliği
onlara bağlı. Gecelerimiz, gündüzlerimiz ve yaşamımızdaki her
şey onlardan soruluyor. Alışverişimizdeki düzenlilik, alacağımızın
güvencesi ve huzurlu ve mutlu yaşamımızın sebebi onlar. Dolayısıyla,
polisi, mutlaka bu konuda çok esirgemek ve kurumsal bir yapıya kavuşturmak
lazım.
Ben, her yerde çok sık
örnek veririm değerli arkadaşlarım. Bugüne kadar bana, hiçbir astsubay,
beni kıdemli başçavuş yap diye gelmedi. Size geldi mi hiç? Ordudan
böyle bir torpil talebiyle, beni müdür yap, alay komutanı yap, tabur
komutanı yap diye bir taleple karşılaştınız mı? Ne güzel değil mi?
Hiç böyle bir sıkıntımız yok. Çünkü, ordumuz gerçek bir kurumsal bir
kimliğe kavuşmuş ve dolayısıyla bu konuda bir sıkıntı yok. Ama, aynı
sıkıntıyı neden başka kurumlarda duyuyoruz, neden poliste böyle
bir sıkıntı var? Derhal bu konuda, bence, kurumsal bir yapıyı oturtmalı
ve polisi de en az ordu kadar güvenilen, halkın güven duyduğu bir yapıya,
siyasi müdahalelerden uzak bir yapıya kavuşturmamız lazım. Kesinlikle
bu konuda gerekli adımları atmalıyız.
Bakın, değerli arkadaşlarım,
şapkamızı önümüze koyalım. Demin, gerçi, her ne kadar Sayın Bakan
demişse de ilk 100 kişide, yani 7 kişinin kademesinin artırıldığı,
diğerlerinin 250'den sonrası için geçerli olduğu sözünü ifade etmişse
de bu boş bir laf değil. Bakın, bugün, polislik, bir defa, moral mesleğidir,
disiplin mesleğidir ve hiyerarşik bir meslektir. Yani, kıdemin,
efendim, bilginin ve saygının çok büyük önemi vardır. Eğer siz o hiyerarşik
saygı üzerine kurulu hiyerarşik yapıyı kuramazsanız, bunu bozarsanız,
müdahale ederseniz, hak etmeyeni hak etmediği bir yere getirirseniz
polisin moral değerlerini sıfırlarsınız ve disiplinini bozarsınız.
Bakın, şimdi, bugün,
maalesef, değerli arkadaşlarım, polisin içinde, artık, nasıl bir
kadrolaşmadan ziyade, hangi tarikatın polis üzerinde egemen olduğu
tartışması yapılmaktadır. Mesela…
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Yapma Allah aşkına!
AHMET KÜÇÜK (Devamla)
- Maalesef öyle.
Hatta, bugün, dış bir
ülkede ikamet etmekte olan ve bir cemaat lideri olan yapının polis
üzerinde egemen bir kadrolaşma, egemen bir yönetim yapısına sahip
olduğu iddiaları çok ciddidir.
MUSTAFA NURİ AKBULUT
(Erzurum) - Yapma Ahmet Bey!
AHMET KÜÇÜK (Devamla)
- Bunu polislerden duyuyoruz, polislerden, değerli arkadaşlarım.
Tabii ki, polis arkadaşlarımızın
tamamı bu konuda kusurlu falan değil, müdahale edenler kusurludur,
iktidar kusurludur. Burada dediğim kurumsal yapıyı kursak ve hak
eden hak ettiği zamanda, hak ettiği yönetim mekanizmalarına gelebilse
ve bu konuda hiçbir siyasi müdahalenin olmayacağı hiyerarşik
bir yapı kurulsa, o zaman böyle bir durumla karşılaşır mıyız?
Elbette ki, 20 bin polis
gereklidir ve alınmalıdır, ama, bu 20 bin polis alınmadan önce, bugün
mutsuz polislerimizin arasına 20 bin mutsuz insanı daha katmamalıyız.
Polisin mevcut, bir defa, özlük haklarıyla ilgili düzenlemeleri
arkadaşlarım teknik olarak defalarca dile getirdiler. Derhal bu
yapıyı düzeltmeli ve onları mutlu ve huzurlu yaşam koşullarına
mutlaka kavuşturmalıyız.
Değerli arkadaşlarım,
arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım çok değişik
şekillerde ifade ettiler özlük haklarıyla ilgili sorunları, ama,
bana ulaştırılan bir sorunu ben söyleyeyim: Mesela, üniversite mezunu
polis memuru, 1'inci dereceye düşmesine rağmen, ek gösterge 657'ye
göre 3.200 olması gerekirken 2.290 ek göstergede kalıyormuş. Bu belki
bir detay haksızlık, ama, bütün bu haksızlıklar sisteme olan, siyasete
olan, siyasetçiye olan…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET KÜÇÜK (Devamla)
- …devletin yönetimine olan, polisin güvenini azaltmakta ve dolayısıyla,
maalesef, sıkıntıların devamına sebep olmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
polisler çok önemlidir, çok önemli bir kurum polislik teşkilatı ve
mutlaka bu teşkilatın özenle korunup esirgenmesi, özlük haklarının
iyileştirilmesi, çalışma şartlarının iyileştirilmesi lazım. Bu
konuda, Grup Başkan Vekilimiz, net bir şekilde Cumhuriyet Halk Partisinin
çözümünü söylemiştir. Polisler en kısa zamanda sendikal haklara
kavuşturulmalıdır ve bu zaman içerisinde mutlaka, gerekirse grevli,
toplu sözleşmeli bir sendikal hak olmalıdır. Bunun yolu budur. Çağdaş
ülkeler nasıl çözdüyse öyle çözeceğiz arkadaşlar. Hem Avrupa Birliğine
gireceğiz hem memurlarımıza güvenmeyeceğiz, birtakım hakları
onlardan esirgeyeceğiz. Böyle bir şey yok. Yani, canımızın istediğini
istediğimiz kadar alarak Avrupa Birliği ülkesi, çağdaş dünyanın
parçası olamayız. Mutlaka o yollardan geçerek gereğini yapmalıyız.
Değerli arkadaşlarım,
ben sözlerime son verirken, polislik mesleğini bu ülkenin birliğini,
bütünlüğünü, devamını savunmak adına, bu ülkede insanların mutlu
yaşaması adına mücadele ederken şehit düşmüş tüm polis memurlarımızı
saygıyla anıyorum, önlerinde eğiliyorum. Bu konuda gazi olmuş,
uzuvlarını kaybetmiş değerli polis arkadaşlarımıza, güvenlik görevlisi
arkadaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum ve ülke olarak,
bu ülkenin Parlamentosu olarak, Türk milleti adına hepsine sevgi
ve saygılarımı sunuyorum. Yeni göreve başlayan, çok geç, altı aydır
bir türlü atanmayan ve yeni atanan Emniyet Genel Müdürü arkadaşımız,
eski İzmir Valisi Oğuz Kağan Köksal'a da başarılar diliyorum ve polis
teşkilatının lüzumsuz tartışmaların dışında tutulması gerektiğini
bir kez daha ifade ediyorum.
Saygılar sunuyorum.
(CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Küçük.
Anavatan Partisi Grubu
adına Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlar; Emniyet Teşkilatının Uçuş Hizmetleri Tazminat Kanunu'nda
değişiklik yapılması üzerine Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında buradaki konuşulması
gereken tek boyutuyla bir rakam meselesi değil, yani, nitelikten
uzak bir nicelik kavramı değil. Bu yüzden, emniyete bir topyekûn bakma
ihtiyacı duyuyoruz. Evet, biraz önceki konuşmacı arkadaşlar da
söyledi: Emniyet Genel Müdürlüğünün altı aydır boş kalması ve nihayetinde
dün atanması. Tabii ki, atanan İzmir'in Valisi Sayın Oğuz Kağan Köksal'a
başarılar diliyoruz. Aslında bu hiyerarşinin tarihi belliydi.
Emniyet Genel Müdürünün yaş haddinden emeklilik süreci belli. Bunu
Hükûmet maalesef öngörüde bulunamamıştır, sonra da bireylerin kavgasına
girmiştir. Tabii ki bu, emniyet teşkilatında çatışmalara, sıkıntılara
yol açmasına sebep olmuştur. Bu yüzden AKP'nin öngörüsü maalesef bu
konuda da yoksundur.
Evet, bakıyoruz emniyet
teşkilatındaki sıkıntıları hep beraber paylaşıyoruz. Aslında
burada hangi kitleyi, hangi köylüyü, çiftçiyi, memuru dile getirseniz
hep sıkıntı. Bugün de nihayetinde emniyet teşkilatındaki rakamsal
eksikliği vurguladık. Aslında burada biraz da emniyet teşkilatının
görev alanlarını kapsamak lazım. Yaklaşık, Türkiye nüfusunun yüzde
67'sinin güvenlik ve diğer sorumluluklarını paylaşan bir emniyet
teşkilatı, yüzde 67. Yaklaşık 180 bin emniyet personeli; bunun, 166
bini polis memuru, 14 bini idari, yani emniyet amiri statüsünde,
küçük de olsa 6.200'ü bekçi statüsünde. Böyle bir yapıyı düşündüğümüz
zaman nüfusun yüzde 67'si büyük bir rakam arkadaşlar.
İkincisi, görev alanı.
Böyle bir görev alanı diye bir şey yok. Sanatsal programlar yapılıyor,
sanatçılar davet edilir, güvenliği emniyete. Spor müsabakaları
yapılıyor, özellikle futbol maçları, görev emniyete. Nihayetinde,
emniyetin kamu görevi dışında yapılan ekstra görevlere baktığımızda,
olağanüstü angaryalarla donatımlı ve emniyetin en büyük sıkıntısı
bu. Görevini yaparken, sorumluluğunu ve görevini bilmek ister.
Son derece haklı. Hepimizin belli görevleri vardır, sorumlulukları
vardır ve nihayetinde, yasal altyapısı var, ama yaşamın her alanına
müdahale edebilecek emniyet yapısı. İşte, komşumuz; komşumuz rahatsız
etse emniyete, karakola; hırsızlık olsa karakola. Yani, her türlü
can, mal güvenliği ve hukukla, devletle halk arasındaki ilk köprü,
en çok bunların başında da karakollar gelir ve bu karakolların
daha sağlıklı görev ve hizmet yapabilmesi için… Tabii ki özlük hakları
önemli bir kavram, sadece bunu maaş olarak algılamıyoruz. Emniyet
teşkilatındaki arkadaşlar da bunun altını çiziyor, özveride bulunuyor
zaten.
Mesai kavramı… Nedir
bilmez mesai kavramı. Allah aşkına söyler misiniz, on sekiz saat,
yirmi dört saat çalışan emniyet personeli var. Ortalama çalışma
konusundaki bu mesaideki sıkıntı başta bireysel ve sonra da ailesel
çatışmalara doğru dönmekte.
Evet, görev alanları…
Nihayetinde jandarmanın mücavir alandaki görevi emniyet teşkilatına
verildiğinde üzerine bir yük daha artmakta. Bizce en önemli unsurlardan
birisi, bazı bölgelerdeki demografi, yani, nüfus akışının yazın,
kışın koşullarına göre değiştiğinde yine sıkıntı had safhada.
Bu kadar özveriyle
çalışan emniyet teşkilatı başta olmak üzere, düne kadar kısmen daha
rahatken her geçen gün sıkıntıya giren, yani kısaca, kredi kartıyla
vicdanı arasında sıkışan bir kitle. Her geçen gün ekonomik anlamda
sıkıntının had safhada yaşandığı bir kitle.
Bu yüzden, Türkiye'nin
temel sorunu, sistem sorunu ve bu sistemde emniyet teşkilatını da
sayısal anlamda görmeyin ve emniyet teşkilatının sıkıntıları… Biz
diyoruz ki, her geçen gün büyük şehirler artık polis memuruyla dolmak
üzere, sürgün bölgesi olarak algılanmakta. Yani, kendi can ve mal güvenliğine…
Geçenlerde yine Mersin'de yaşadık, brifingler aldık ve bu konuda emniyet
personelinin sıkıntılarını gördük ve kendileri de daha huzurlu
bir ile tayin ister.
Biz de diyoruz ki, Türkiye
yaşanmaz değil, büyük şehirler yaşanmaz şehirler değil. Emniyet
teşkilatına güveneceğiz ve ona görev verdiğimiz gibi, yetki ve sorumlulukları
da paylaşacağız hukukun içerisinde, yargının içerisinde, çünkü,
biz sosyal devlet ve hukuk devletiyiz ve uluslararası dediğimiz Avrupa
Birliği standartlarında hareket yeteneğini de vereceğiz. Sadece
ilkel koşullarda çalışmasın istiyoruz!
Sadece can ve mal güvenliği…
Günümüzde gelişen bilişim çağında, gelişen teknolojik çağda,
eğer siz, çetelerle çatışmak ve onlarla baş etmek istiyorsanız, en
azından onların bir adım gerisinde olacaksınız. Aksi takdirde çeteler,
mafyalar ve terör örgütleri, bugünkü yapılan teknolojik altyapısı
tabii ki az da küçümsenemeyecek bir ortamda. Biz de diyoruz ki, emniyetin
bir aile sıcaklığı içerisinde, karşılıklı disiplin adı altında,
ama, bu disiplin asla despotizme varmadan, birilerinin iki dudağı
arasında değil, çalışan özellikle polis memurunun tabii ki özlük
haklarında iş güvencesi, özlük haklarında maaş; özlük hakları deyince
aklımıza mesai saati, özlük hakları deyince görev alanı, bunlar
bir bütündür ve polisimize her türlü imkânlar tanınmalı. O karakollar,
sıkıntının adresi değil halkın buluştuğu adresler olmalı. Ama, görüyoruz
ki, bugünlerde de yargıya düşmüş, özellikle burada altını çizmekte
fayda var, karakollarda artık CMUK'a bağlı avukat istenmediği haberi,
bilgisi geldi bize. Yaklaşık beş buçuk yılın üzerinde, bir yasa dışı
suçla itham edilen hükümlüler veya karakolda tutuklular, avukat
barolardan istememekte. Bu, ciddi anlamda zafiyet anlamı çıkmakta.
Yani, bu, tabii ki, emniyetin sorunu değil ama, Hükûmetinizin taa,
sorunu ve bu ülkede yargıyı da bir bütün olarak almak lazım.
Tabii ki, karakolda
verimliliği artırabilmenin yolu, başta kendi içinde barışık ve
huzur ortamı yaratmak zorundayız. Ama, görüyoruz ki, yaşanılan sıkıntı
o kadar had safhada ki, o stres ve o gerginlik, daha çok, maalesef, emniyetimizle,
halkımızla, kısmen farklı ortamlarda karşılaştığında kıvılcım
olarak algılanıyor. Biz de diyoruz ki, bu kadar özveriyle çalışan
bir personele, bu kadar özveriyle çalışan emniyet teşkilatına,
dünya standartlarının, en azından Avrupa Birliği standartlarının
tanınması ve yapılandırılması gerekir ve mobil olmalı, hareketli
olmalı, sadece karakol gibi sabit bir nokta değil, onun can ve mal güvenliğinin
sağlanabilmesi için de büyük şehirlerde özellikle, bizzat, artan
hırsızlık ve gasp olaylarını da göz önünde bulundurduğumuzda, emniyetin
de artık bu konuda ciddi donanımlarla donatılması.
Hizmet içi eğitim, tabii
ki, her geçen gün standart yükseliyor. Başta yüksekokul veya üniversite
çağında artık alınan emniyet teşkilatında eğitim standardı yükselmekte.
Bu, ciddi bir kazanım. Hizmet içi eğitim faktörleriyle beraber emniyet
sınıfında yürüyebilmesi için hiyerarşi ve özellikle de terfi edebilmesi
için bunların önünün açılması lazım. Tabii ki, temel prensip bu terfilerde
liyakat olmalı, ama, görüyorum ki, AKP her yerde, her zaman söyler
"Biz seçim politikası uygulamıyoruz." der. Ee, bunlar da
onlardan bir tanesi. Yani, dört yıldır, beş yıldır bu ülkenin polis
ihtiyacının olduğunu bilmiyor muydunuz? Daha önce, 10 bin polis memurunun
kadro ataması için çıktı, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderildi.
Ee, bir daha gönderseydiniz, ısrarcı olsaydınız, ama, altınızdaki
niyet farklı biraz. Ama, inanıyorum ki, emniyet teşkilatı bu sağduyuyla,
alet olmayacak ve bu oyunlara prim vermeyecek. Biz de diyoruz ki, emniyet
bu ülkenin can ve mal güvenliği konusunda ciddi anlamda yaşadığı
sıkıntıyı baş başa yaşıyor ve emniyet teşkilatında yaşanan cinnet
diyebileceğimiz sıkıntılar da göz ardı edilmemeli. Nihayetinde
-bizim, Mecliste çalışan polis memurlarından bir tanesi intihar
ettiğinde- normalinde suça karışma oranı ne kadar düşük de olsa,
her geçen gün bunun önü alınmalı; özellikle halkla ilişkiler içerisinde
ciddi, samimi, sağlıklı ilişkilerin gelişmesi için, çünkü, o da nihayetinde
bu toplumun bir bireyi, nihayetinde polisimiz de insanımız, bu
toplumun bir parçası; tabii ki, halkla kuracağı diyaloglar sağlıklı
olmalı, çalışma ortamı -günde on sekiz saat zaman ayırıyor- stres,
gerginlik, en ufak bir olay kıvılcım olarak algılanıyor. Bu yüzden,
emniyet personelimize verilecek her türlü, çalışma koşullarını
başta iyileştirmek üzere… Özellikle de, tabii ki, bu artan sorumluluk
ve görevin yeniden yapılandırılması lazım. Bunun altı çok net çizilmeli.
Teker teker bastırıyoruz arkasından. Biz, Anavatan olarak diyoruz
ki, yapacağınız her olumlu adımda yanınızdayız. Bu konuda da yanınızdayız.
Biz Anavatan olarak hep yapıcı davrandık, yapıcı da davranmaya devam
edeceğiz, ama, sizler de seçim politikasını bire bir hayata…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, tabii ki, söylenecek
çok sözler var, bu kanunun emniyet camiasına bir katkıda bulunmasını
bekliyoruz, ama, ifade ettiğimiz gibi, sade sayısal bir rakam olarak
değil, aynı anda da çalışan tüm terfi… Özellikle, hâlâ vekâleten yönetilen
il emniyet müdürlükleri var ve bunların bir an önce asaleten atanması
gerekmekte. Bunlardan bir tanesi de bizim Mersin'imiz. Mersin gibi,
ciddi, kozmopolit diyebileceğimiz, sevginin, kardeşliğin her geçen
gün özlemle arandığı bir ilimizde, emniyet teşkilatının böyle
vekâleten yönetilmesi bana göre bir sıkıntı. Diğer illerde de olduğunu
duyduk ve biz de diyoruz ki, emniyetimize güvenelim ve emniyet müdürlerimize
de, bu vekâlet anlayışından çok onlara asli görevler verelim ve çalışma
hayatında barışı, çalışma hayatında verimliliği öne çıkartalım.
Emniyet teşkilatımıza bu kanunun… Tabii ki, 20 bin gencimizin emniyet
teşkilatında görev alması bekleniyor ve bir an önce pratik şekilde
uygulanıp, özellikle eğitim seviyesi yüksek bir donanımla…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Efendim, ek
süre verdim, son cümlelerinizi rica edeyim.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Sayın Başkan, teşekkür ediyorum sabrınızdan dolayı.
Amacımız, emniyet
personelimize, başta özlük hakları olmak üzere tüm çalışma koşullarının
daha olumlu şekilde getirilmesini diliyoruz ve bu kanunun hayırlı,
uğurlu olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Güler.
Şahsı adına, Eskişehir
Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken.
Buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
MUHARREM TOZÇÖKEN
(Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
ben biraz önce söz almıştım, özellikle bu kanun tasarısının kanunlaşmasının
gerek iktidar gerek muhalefet milletvekilleriyle beraber olacağını
ifade etmiştim. Ben, katkıda bulunan, katkıda bulunacak olan arkadaşlarımıza
da huzurunuzda teşekkür ediyorum. Kanun tasarısı kanunlaştığında,
tekrar ifade ediyorum, özellikle emekli olan polislerimizden sonra,
yeni bir kanla, yeni bir heyecanla yeni polislerimiz göreve başlayacaktır
diyorum.
Bu vesileyle, tekrar
hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tozçöken.
Şahsı adına, Sivas
Milletvekili Sayın Selami Uzun... Yok.
Şahsı adına, Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Buyurun efendim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinize
saygılar sunuyorum.
Bu ülkenin birlik beraberliği
için büyük bir mücadele örneği veren kolluk kuvvetlerimize başarılar
diliyorum, rahmetli olanlara Tanrı'dan rahmet diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
tabii, bu yasayı görüşürken… Tabii, devletin kolluk kuvvetlerinin
vatandaşın emniyetini tesis etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu,
hukuk devletinin temel bir ilkesidir. Vatandaşın emniyetini devletin
jandarması ve polisi tesis eder. Ancak, bir kez daha dile getiriyorum
(Çok şikâyet ettim; ama, kimse bu konuda bir adım atmadı.) bu ülkede zamanında
tesis edilmiş 70 bin tane köy korucusu var. Bunlar bir insan, önce.
Bir sosyal devlet, yani, insani anlayışla… 70 bin köy korucusu var
arkadaşlar. Bu insanlar yaklaşık yirmi yıldır görev yapıyor. Yine
söylüyorum: Benim şahsi anlayışım, devletin sosyal güvenliğini
sağlayacak, devletin kolluk kuvvetleridir. Ancak, insani boyutuyla,
70 bin tane insan, bunlar perişan. Yirmi yıldır hizmet ediyorlar. Dünyanın
hiçbir yerinde devletin veya özel sektörün çalıştırdığı ve maaş
ödediği bir kişinin sosyal güvenliği olmaz mı arkadaşlar?
HÜSEYİN GÜLER (Mersin)
- Devlet kaçak çalıştırıyor, kaçak.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, dünyanın bir yerinde, özel sektörde
sosyal güvenliği olmayan bir kişi çalıştırılıyorsa, sosyal güvenliği
yoksa en ağır cezayı veriyorlar. Devlet adam çalıştırıyor, devlet
maaş veriyor, "sen korucumsun" diyor, "al sana maaş"
diyor. Peki, bu adamları devlet kaçak çalıştırıyor, kaçak, arkadaşlar!
Sosyal bir devlet kaçak adam çalıştırır mı sayın milletvekilleri? Devlet
resmen kaçakçılık yapıyor. Bu adamları sosyal güvenlik kurumu şemsiyesi
altına almadan…
Değerli milletvekilleri,
insanlık açısından bir yaradır bu. Ben gene ihbar ediyorum (Hangi bakanım
var, bilmiyorum. Sosyal Güvenlik Bakanım buradaydı, ona ihbar ettim.)
İçişleri Bakanlığı kaçak işçi çalıştırıyor. Bunun adı nedir değerli
milletvekilleri? Bunlar insan. Yirmi yıl emek vermiş. Etmeyin, tutmayın.
Bunlarla ilgili, Sayın İçişleri Bakanı, aralık ayında bütçe konuşmaları
sırasında... Ben bunu daha önce bir kez daha dile getirmiştim, aynen
cevabı şu idi: "Hazırlık yapıyoruz, Bakanlar Kuruluna getireceğiz."
Ama, daha sonra ise başka bir cevabında, böyle bir çalışmanın olmadığı
söylendi.
Değerli milletvekilleri,
sosyal devlet, 70 bin kişinin sosyal güvenliğini sağlamak zorundadır.
O zaman, bunları çalıştırmayın. Eğer çalıştırıyorsanız, sosyal güvenliği
devlet olarak yapmak zorundasınız. Sosyal güvenliğini… Örneğin,
insanları muhtar yapıyorsunuz, muhtar oldu diye "Sen mecburen
Bağ-Kur'lu olacaksın." diyorsunuz. Seçimle gelen insan, seçimle!
Veya 250 kilo tütün ekiyor, 250 kilo tütün eken insana, mecburen tütününü
Tekele teslim ettiği için, "Arkadaş, önce Bağ-Kur'lu ol gel."
dediniz ve şimdi bunların hepsi borçlu, bunların hepsi yılda 250 kilo
tütün arkadaşlar ve asgari basamaktan bunları sigorta yaptılar,
on-on beş yıldır 250 kilo tütün ekenlerin -şu anda tütün de kalmadı-
on yıllık, on beş yıllık borçları var. Şimdi o tütün ekicilerinin her
birinin 25 milyar Bağ-Kur'a borcu var.
Şimdi, bir tarafta,
"sosyal güvenlik şemsiyeleri" diyoruz, ama bu ülkede sosyal
güvenlik şemsiyesi altına alınmayan, senin maaş verdiğin 70 bin kişi
var. Bunun adı ne haktır ne adalet. Ben, hepinizin vicdanlarına sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Aslanoğlu.
Madde üzerinde konuşmalar
tamamlanmıştır.
Soru-cevap bölümüne
geçiyorum.
Buyurun Sayın Tütüncü.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efendim, ben iki soru
soracağım -Sayın Başkan, aracılığınızla- ancak sorulara geçmeden
önce, bundan önceki dönemde, maddede daha doğrusu, sorduğum bir soruya,
Sayın Bakan "Bu sorudaki iddia tamamen yanlıştır." şeklinde
yanıt verdi, yani terfilerle ilgili. Ben, ne derece doğrudur, dedim.
Tamamen, külliyen mi yanlış? Bu konuda Sayın Bakanın beni aydınlatmasını
rica ediyorum. Yani terfiler, 2003 ve 2004 yılı terfileri tam anlamıyla,
hakkıyla mı yapılmıştır? Bu iddialar külliyen yanlış mıdır? Doğruluk
payı hiç yok mudur? Zabıtlara geçiriyorum, o çerçevede yanıt verilmesini
istiyorum.
Şimdi, Sayın Başkan,
şöyle sorumu soruyorum izin verirseniz: Hepimizin bildiği gibi,
büyük şehirlerde olaylara erken müdahale edebilecek hareket kabiliyeti
yüksek ekipler oluşturulması yaşamsal önemde. Özellikle hızlı kentleşme
ve varoşlardaki yoksulluk, büyük kentlerdeki asayişsizliği ön plana
çıkarmaktadır. Bu nedenle, hareket kabiliyeti yüksek ekiplerin
artırılması yaşamsal önemde görülmelidir. Acaba, İçişleri Bakanlığının,
bu konuda nasıl bir projesi ve programı vardır hareket kabiliyeti
yüksek ekiplerin gücünün artırılması açısından?
İkinci sorum Sayın
Başkan: Açılan polis okullarında yeterli ve nitelikli öğretim üyesinin
bulunmadığı ve bu nedenle ciddi bir eğitimin yapılamadığı ileri
sürülmektedir ve buna dayanarak Polis Akademisinin YÖK ile ilişkilendirilerek
kendi öğretim elemanını yetiştiren üniversite hâline getirilmesi
gereği üzerinde durulmaktadır. Bu konuda İçişleri Bakanlığının
herhangi bir çalışması var mıdır? Bu konuda Sayın Bakanlığın bizi
aydınlatmasını rica ediyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Sayın Özcan, buyurun.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Kısa ve öz
olursa… Başka arkadaşlar da var.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Evet, kısa ve öz.
Bugün vekâleten emniyet
müdürlüklerine bakan ve emniyet amirliklerine bakan arkadaşlarımızın
gerçekten emniyet müdürlüğü yapabilecek bir kapasitede ve liyakatte
olmadığından mı, yoksa siyasi olarak davranıldığından mı bir sürü
müdür ve amirimiz vekâleten görevde bulunmaktadır? Bunu öğrenmek
istiyorum.
İkincisi: Sayın Başkan,
bu bekçilerin başarılı olanların polisliğe terfisi konusunda çalışmalar
var mı? Böyle bir düşünceleriniz gelişebilir mi?
Üçüncüsü de: Bekçilik
müessesesi tekrar canlanacak mıdır?
Bunları sormak istedim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özcan.
Sayın Özdoğan…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İki sorum var Sayın
Başkan, Sayın Hükûmete.
Birinci sorum, çok yalın
bir soru: On yıllık, 2 çocuklu bir polis memuru ne kadar maaş almaktadır
ve vicdanınıza göre, bu maaş kendisine yetmekte midir? Açlık sınırı
altında mı, yoksa yoksulluk sınırı altında mı yaşamaktadır?
İkinci sorum: Erzurum'da
her zaman PKK terörü potansiyel bir tehlike altındadır. Buna rağmen,
Erzurum emniyetinde 80 küsur model araçlar bulunmaktadır. Bunları
değiştirmeyi, yenilemeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özdoğan.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)
- Cümleyi tekrar etsin Sayın Başkan. PKK potansiyel tehlike altında
mı?
BAŞKAN - Sayın Tosun…
RESUL TOSUN (Tokat) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Aracılığınızla Bakanlığımıza
bir soru yöneltmek istiyorum, şöyle ki:
Bilindiği gibi, dünyada
atlı polis bir hayli gelişmiş vaziyette ve 1 atlı polisin 50 çevik
kuvvet polisine denk olduğu da toplumsal olaylarda bilinen bir gerçek.
Bizim çevik kuvvet bünyemizde Ankara'da atlı bir polis biriminin
olduğunu biliyoruz, ama, tarihî bir kent olan İstanbul'umuzda neden
bir atlı polis birimi kurulmuyor? Bunu sormak, öğrenmek istiyorum.
Ayrıca, Ankara'daki
atlı birliğin fiziki imkânlarının geliştirilmesi hususunda yapılan
hazırlıklar nelerdir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tosun.
Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Tütüncü'yle ilgili
olarak: Bana verilen bilgide ben ısrar ediyorum, ama ikna olmadılarsa
tabii ki yazılı olarak kendilerine ifade edeceğiz. Onun dışında "Açılan
okullarda yeterli nitelikler var mı?" diye sordular. Benim aldığım
bilgiye göre gayet tabii var ve Polis Akademisi YÖK'e bağlı olarak çalışıyor,
hem master hem doktora yapılıyor ve kendi öğretim üyeleriyle çalışmaları
sürdürüyorlar.
Sayın Özcan'ın sorusu:
Bekçilik kadrosu yok, yani bundan sonra olmayacak, boşalan kadrolar
da polise çevriliyor.
İbrahim Özdoğan
Bey'le ilgili olarak da: Eski araçlar tabii ki yenilenecek, ama bununla
ilgili detaylı rakamı yazılı olarak size ifade edelim.
Sayın Tosun'un sorusuyla
ilgili: Atlı birlikler Ankara'da var, İstanbul'da yok; bunlar da ihtiyaca
göre, illerin ihtiyacına göre düzenleniyor, İstanbul'da şu anda
buna gerek olmadığı ayrıca bildirildi.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Sayın Bakan, emniyet müdürlüklerine vekâleten bakanlarla ilgili...
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Ona yazılı cevap vereceğiz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
2'nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın
Salih Gün. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA SALİH
GÜN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz kanun hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle, yeni
atanan Emniyet Genel Müdürümüz Oğuz Kağan'a görevinde başarılar
diliyorum.
8 Mart Dünya Kadınlar
Günü olması vesilesiyle, bütün kadınlarımızın gününü kutluyorum.
Değerli arkadaşlar,
ilimiz Kandıra ilçesinde iki gün önce bir trafik kazasında Kandıra
Kaymakamımızı kaybettik. Kandıra halkına, İçişleri Bakanlığı camiasına
başsağlığı diliyorum, geride kalanlara Allah'tan uzun ömür diliyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin iç güvenliğini ve huzurunu sağlayan,
halk tabiriyle malını, canını, namusunu emanet ettiğimiz bu camianın
işinin son yıllarda ne kadar zor olduğunu vatandaşlar ve yetkililer
görmekte ve duyarlı herkesin takdirle karşıladığı bir görev yaptıklarının
idraki içerisindeler. Polis okullarımız artmakta, polis eğitimine
son yıllarda daha çok önem verilmekte. Tabii, bu eğitim, ihtiyacın
ne kadar gerekli olduğunu kamuoyuna da yansıtmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
polis kadrolarını ne kadar yükseltirseniz yükseltin, ne kadar eğitim
verirseniz verin, şuradaki bugün dağıtılan kanun maddesinin
12'nci sayfasındaki, işlenen, 26 tane maddede sıralanmış, mala karşı
işlenmiş suçlar var. 2005 yılında 289 bin, 2006 yılında 463 bin. Yüzde
50, suç oranı bir yılda artmış. Burada şahsa karşı işlenen suçlar
var. Bu da 196 binden 319 bine çıkmış. Bu da hemen hemen yüzde 50'ye varan
bir artış.
Suçlar artarken neleri
araştırıyoruz? Bu ülkede yoksulluk varsa, işsizlik varsa, çiftçinin
sorunu varsa, memurun aldığı yetişmiyorsa, bu memlekette suç oranı
kendiliğinden artar. Bunun için ne kadar çok polis yaparsanız yapın,
yetiştirirseniz yetiştirin, bu suçlar bunların tedbirini almadığınız
sürece devam edecektir. Yarın adliye binalarını fazlalaştıracaksınız,
hapishaneleri çoğaltacaksınız. Buradaki çözüm polisi çoğaltmak
değil. Tabii ki bugün ihtiyacımız 20 bindir, 30 bindir, bunlar atanmalı,
yerinde bir karardır, ama buna neden olan unsurları görmezlikten
geldiğiniz sürece bu ülkede sorunlar devam edecek, polis ihtiyacı
devamlı ihtiyaç hâline gelmeye devam edecektir.
Polis kadroları ne
kadar… Polisin mesaiye başlama saati vardır. Ama, mesai saati bellidir,
mesai bitimi ikinci bir emre kadardır. Polis sabahleyin sekizde işbaşı
yapar, maalesef, polisin paydos saati ikinci bir emre kadardır. Trafik
kazasını polisle bertaraf etmek istersiniz; maçta saha dışı güvenlik,
polis; miting, polis; grev, gösteri yürüyüşü, polis; mesai saati mefhumu
düşünülmeden koşuşturulan polistir. Karakol bekçisinin, bu ülkede,
mahallede nöbet tutarken, mahalleden mahalleye düdüğüne saygı
duyulan bir ülkede, ne acıdır ki, polis, kamu binalarının önünde,
ağır silahlarla nöbet tutmaktadır. Kuralların, yasaların, insan
haklarının çiğnendiği, ekonomik olarak toplumun fakirleştiği,
halkımızın yasal ve yasa dışı tepkilerinin karşısında hep polis
vardır. Bu yoğun tempoda çalışma süresi de, biraz önce bahsettiğim
gibi, devamlı ikinci bir emre kadardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; her konuda, her kurumun, her vatandaşın görev beklediği
bu insanlar nasıl yaşarlar? Aldıkları maaş, insanca yaşayabilecekleri
bir maaş mıdır, hiç düşündük mü? 23 Şubat 2006 tarihinde, bir yıl önce,
Sayın Başbakana, bir AKP'li, eski emniyet müdürümüz bir mektup yazmıştır.
Demek ki, artık -bu camianın içerisinden geldiği için- buraya kadar
gelmiş, canına tak etmiştir, vicdanen sorumluluğunu hissetmiştir.
Bunu bugün burada herkes dile getirdi. Bir yıl önce Yalova Milletvekilimiz
de bunu bildirmiş.
1992-2006 yılları arasında
380 polisimiz intihar etmiştir. Hatta, intihar eden polislerimizden
bir tanesi de Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapmaktaydı. Polisin
intihar nedenleri arasında, ruhi bunalım, ekonomik sıkıntılar,
ailevi nedenler başta gelmektedir.
Tayinleri çıktığı
ilde, ilçede kira sorunları, çocuklarının eğitim sorunları, sosyal
ve ekonomik uyumsuzluğu ortaya koymaktadır. Ekonomik sıkıntı açık
seçik kendini belli etmektedir. Burada, bütün arkadaşlar da bundan
bahsettiler.
Araştırmalar gösteriyor
ki, yüksek bir yüzde oranında, polis ailelerinin kredi borcu vardır.
Bu tür ekonomik sıkıntılar içerisinde, stresle başa çıkmaya çalışan,
onuru ve gururuyla yaşamak isteyen bu insanların psikolojik bunalımı
tetiklenmektedir. Ücretler, yapılan işle orantılı değildir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gerek özel sektörde gerekse kamuda çalışılan
fazla mesai ücrete tabidir. Ancak, polisimizin mesai ücretleri
ödenmemektedir. Avrupa Birliği eşiğinde olduğunu söyleyen
Hükûmet, zaman zaman yirmi saati aşan, polise niye acaba mesai hakkını
vermemektedir?
Bakanlık polislerin
yaşam şartlarını iyileştirmek konusunda ne yapıyor? Bakanlık hiçbir
şey yapmamaktadır. Sorun kaderine terk edilmektedir. Böyle onurlu
bir görevi yapmakta olan insanların kaderine terk edilmesi, yok sayılması
içler açısıdır. Muhalefet olarak, iktidar olarak, hepimiz, konuşmacıların
hepsi, bugün, bu konuyu dile getirdi.
Değerli arkadaşlar,
polis alımında da, biraz önce arkadaşlarım da bahsetti, birtakım
olumsuz duyumlar, sınavlarda belli kesimlere mensup şahıslara sınav
kazandırıldığı duyumları vardır. Polis okullarına öğrenci alınırken
belli kesimlere yakın insanlara öncelik verilmesin. Polis hepimizin
polisidir. Kadrolar belli kesimlere yakın insanlara verilirse,
burada, yarın, uyumsuzluk başlar.
Tayin ve terfilerde,
torpillerin, husumetin, sürgünlerin bitmesi lazım. Batıdan doğuya,
doğudan batıya tayinlerde adalet gözetilmeli.
Maaşlar iyileştirilmeli,
mesaileri verilmeli.
Lojman, güvenlik, sosyal
imkânlar artırılmalı.
İstanbul'da 28 bin civarında
polis görev yapmaktadır. 4.200 tane polisin lojmanı vardır. 24 bin
tane polisimiz ne yapıyor diye… Ek bir ücret verilmekte midir? Lütfen,
bu imkânları eşit şekilde vermeye gayret gösterelim.
Polise psikolojik
yardım yapılmaktadır. Psikolojik yardımdan önce ekonomik yardım
düşünülmelidir.
Polisin devletin polisi
olması, hepimizin polisi olması için, iktidarıyla muhalefetiyle
hepimiz birlik, beraberlik içerisinde olmak zorundayız.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
SALİH GÜN (Devamla) -
Bitiriyorum Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
SALİH GÜN (Devamla) -
Çok teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar,
tek tip polis oluşturulmak istenilirse, bu tarz yaklaşımlar tehlikelidir.
İleriyi göremez. Demokrasilerde çeşitlilik vardır. Çok renklilikten
korkmayalım. Belli bir fikre mensup polis yerine, her düşünceden,
insanı anlayabilecek bir teşkilatı oluşturmaya gayret edelim.
Bu kanunun polisimize,
ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gün.
Sayın milletvekilleri,
madde üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır.
Soru-cevap bölümüne
geçiyoruz.
Buyurun Sayın Güler.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
İki tane sorum var.
Birincisi: Emniyet
ile jandarma arasındaki güvenlik konusunda, bir eş güdüm ve koordinasyon
konusunda daha üst düzeyde verimliliği artırmak için bir çalışmanız
var mı?
Yine, aynı şekilde,
aynı güvenlik konusunda görev alan emniyet ile jandarma arasındaki
özellikle özlük haklarındaki farkı… Jandarmanın asla düşürülmesini
istemiyoruz. Emniyet müdürünün jandarma komutanı veya bir polis
memurunun, başkomiserin bir başçavuş maaşı düzeyine çıkartılması…
Çünkü, AKP'nin yaptığı, daha çok, eşitliği sağlarken alt zeminlerde
düşünürler de. Bu arada, bu sefer, kaş yapalım derken göz çıkarmayalım.
İkinci sorumuz: Yine,
emniyetin konusundaki, emniyet ile istihdam arasında, daha doğrusu
emniyetin görev kapsamı içerisinde yeniden bir yapılandırma gibi
bir genelge veya yönetmelik gibi bir çalışması var mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güler.
Sayın Özdoğan, buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Dört sorum var Sayın
Hükûmete.
Birinci sorum: Polisimizin
mesai ücretleri neden ödenmiyor? Bu, Anayasa'mıza göre, angarya,
görev olarak suç değil midir? Mesai ücretlerini ne zaman ödeyeceksiniz?
İkinci sorum: Artan
kadın sürücü oranına göre yeterli sayıda, hatta yok denecek derecede
bayan trafik polisi vardır. Bayan trafik polislerinin sayısını artırmayı
düşünüyor musunuz?
Üçüncü sorum: İstanbul'da
suç oranları hayli yükselmiştir. Buna göre polis sayısını artırmayı
düşünüyor musunuz?
Dördüncü sorum: Erzurum'daki
Sanayi Mahallesi'ndeki Sanayi Karakolunun görevi sona erdirilmiştir
bir süreden beri, kapatılmıştır. Suç oranı da burada çok yüksektir,
Sanayi Mahallesi'nde. Bu Karakolu tekrar açmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özdoğan.
Sayın Tütüncü, buyurun.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Polislerimizin yüzde
kaçı herhangi bir lojmanda oturmaktadır? Emniyet Genel Müdürlüğünde
lojman ihtiyacının, lojman talebinin yüzde kaçı karşılanmaktadır?
Lojman talebindeki açığın karşılanması için nasıl bir planlama ve
programlama öngörülmektedir?
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Güler'in sorusuna
cevap: Gayet tabii ki, emniyet ve jandarma arasında valilerin eş güdümünde
gayet uyumlu bir ortam vardır ve bu eş güdüm gayet iyi bir şekilde sürmektedir.
Özlük hakkı farkı konusunda
yazılı cevap vereceğiz.
Sayın İbrahim Özdoğan'la
ilgili olarak da: Mesai ücretleri ödeniyor, maktu olarak ödeniyor
ve 178 lira olarak.
Bayan-erkek diye trafik
polisi ayrımı yok. Dolayısıyla, bu sorunuzun cevabı: Bir ayrım olmadığı
için de ihtiyaca göre, gerekliliğe göre ayarlanıyor.
Erzurum Sanayi Mahallesi'yle
ilgili yazılı cevap vereceğiz.
Sayın Tütüncü'nün sorusuyla
ilgili olarak da -lojman talebinin karşılanması noktasında, fark
açısından söylüyorum- TOKİ'yle özel bir çalışma var. 7 bin civarında
bir inşaat -daire açısından- söz konusu. Bunlar da TOKİ tarafından
inşa edilip ihtiyaca karşı emniyete devredilecek.
Diğer sorularınızı,
varsa, onları da yazılı olarak cevaplandıracağız.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
3'üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri,
saat 20.00'de toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.11
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.08
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'nin Dördüncü Oturumu'nu
açıyorum.
9'uncu sırada yer
alan, Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.
9.- Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1274) (S. Sayısı: 1347) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Komisyon Raporu 1347
sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın
Alaattin Büyükkaya.
Buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı için AK Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, yüce Meclisimizin siz
değerli üyelerini şahsım ve AK Parti Grubu adına saygıyla selamlarım.
Çok değerli milletvekilleri,
yurt dışına çıkış harcının önce, tasarıya girmeden önce kısa bir
tarihçesine değinmek istiyorum. Ne zaman başladı bu uygulama? Bu
uygulama, ilk defa, 1978 yılında Ecevit Hükûmeti döneminde başlamış,
dış seyahat harcamaları vergisi adı altında ve o tarihten itibaren,
ta 1984 yılına kadar yurt dışına çıkan herkesten 100 dolar alınmış.
1984 yılında, Özal Hükûmeti döneminde, bu konut fonu kurulmuş, Türkiye'de
konut meselesinin çözümü için. Bu harç da, bu vergi de, konut fonunun
kaynakları arasına alınmış, ama, yurt dışına, gene, çıkarken, o harcın
ödenmesine devam edilmiş. Fakat, kaynak devletin diğer harcamaları
içine değil, doğrudan doğruya konut yapımına tahsis edilmiş. Sonra
1996 gelmiş. 1996 tarihinde de, bu uygulamanın tamamına son verilmiş.
Sonra, artık, insanlar rahatladım derken, 12/7/2001 tarihinde, tekrar
-ki, Ecevit İktidarında, koalisyonda, Başbakanlığı döneminde- 50
dolar karşılığında harç alınacak şekilde bu uygulamaya tekrar başlanmış.
Evet, bu uygulama, daha
sonra, 1/3/2002 tarihinde, 70 YTL olarak (Bugünkü parayla 70 milyon
lira) Türk lirasına endekslenmiş ve pul şeklinde pasaporta yapıştırılarak
veya makbuz karşılığında bu vergi tahsil edilerek, bugünlere gelinmiş.
Gene, bizim iktidarımız
döneminde de, 30/12/2004 tarihinde, Toplu Konut İdaresi kuruldu biliyorsunuz,
bu harcın, gene, doğrudan doğruya konuta tahsisi için, konut yapımına
tahsisi için, kanuna hüküm eklenmiş ve o günden sonra da, yani, 2005
ve 2006 yıllarında da buradan elde edilen gelir doğrudan doğruya
toplu konut yapımında kullanılmış. Evet, tarihçe bu. Efendim, şu sebeple,
bu sebeple, ama, bu harç bugüne kadar bu tarihî gelişme içinde devam
etmiş.
(x) 1347 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
Peki, buradan acaba
ne almışız, ne kadar kazancımız olmuş, bir de ona bakmakta fayda var,
çünkü, özellikle 2001 uygulamasından sonra devam eden uygulamaların
hepsinde o kadar çok muafiyetler getirilmiş ki ve mesela sadece
-önce, isterseniz, ne alınacağından önce onu da söyleyeyim- uygulamada
sadece bu konut fonunu ödeyenler 2003 yılında yüzde 15, 2004 yılında
yüzde 13, 2005 yılında yüzde 14, 2006'da -rakamlar belli olmamakla
birlikte- aşağı yukarı bu oranlarda olduğu görülüyor; yani, yüzde
76, yüzde 85'i, 86'sı ödememiş, sadece küçük bir grup ödemiş.
Elde edilen gelirler
de şu: 2001 yılında 21 milyon YTL, bugünkü parayla, 2002'de 61 milyon
YTL, 2003'te 65, 2004'te 67 milyon, 2005'te 79, 2006'da ise yaklaşık 100 milyon
YTL'lik buradan bir kaynak ortaya çıkmış ve 2005, 2006 doğrudan doğruya
konut fonuna aktarıldığı için, aşağı yukarı da, küçük, halka dönük
konut bakımından da 6 bin civarında da dairenin yapıldığı görülüyor.
Ama, yani, uygulama çok daraldığı, muafiyetler bu kadar olduğu
için… Bir de normal vatandaş gidiyor, kapıdan gireceği zaman, biletini
almış, her şeyi almış, kapıdan çıkacak, diyorlar ki: "Pulun var
mı?" O, gidiyor pul almak için, makbuzunu yatırmamış, tam kapıdan
uçağı kaçıranlar… Herhâlde havaalanındaki olan biteni de hepimiz,
çoğumuz yaşamış ve biliriz. Dolayısıyla, bu iş, hem bu kadar dar bir
çerçeve içerisinde uygulanmış hem de büyük bir çileye dönüşmüş. Aslında,
adil olmayan bir tablo da bugüne kadar gelişmiş. Peki, biz ne yapmak
istiyoruz? Şimdi, bir, yeni bir düzenleme getiriyoruz. Biz, bu gelişmeyi
nereye getiriyoruz?
Bir kere, bu kanunla
70 YTL olan harcı 15 YTL'ye indiriyoruz. Birinci yaptığımız düzenleme
bu. 15 YTL'nin ne manaya geldiğini söylememe gerek yok. Herhâlde
Ulus'a taksiyle gitmek isterseniz 15 YTL civarında. Bir kere oldukça
aşağı bir rakama indirilmiş durumda. İnsanlara yük olmaktan büyük
ölçüde çıkarıldı.
Ayrıca, muafiyetler
kaldırılıyor. Başbakansan da, Cumhurbaşkanıysan da, bakansan da,
milletvekiliysen de, kamu görevlisiysen de, kim olursan ol, bilet
alıp yurt dışına seyahat ediyorsan bu harcı ödemek durumundasın. Sadece
kimler ödemeyecek? Yedi yaşından küçük çocuklar ve bir yılda altı
aydan fazla yurt dışında ikamet edenler. Bir de, kara, deniz, hava ulaşım
araçlarını kullanan mürettebat ödemeyecek. Onun dışında herkes
bu kanunun kapsamında. Peki, eski bürokrasi devam edecek mi? Hayır,
etmeyecek. Çünkü, eskiden doğrudan doğruya seyahate giden bu parayı
direkt ödemek zorundayken şimdi bilet ücretine dâhil ediyoruz. Yani,
bilet alırken, biliyorsunuz alan vergileri var, birçok vergileri
zaten tahsil ediyor onlar bizden. Bilet ücreti sadece taşıma ücreti değil, onun
içinde birçok vergiler var. Bunlar arasına konuluyor. Böylece bürokrasi
de ortadan kaldırılmış oluyor ve insanlar rahat bir şekilde, huzurlu
bir şekilde biletini aldıktan sonra uçup gidebilecek. Ha, 15 lira
bir para ödeyecek, ama, artık bürokrasiden uzak ve vergiyi ödeyecek
kişi de bileti kesen kurum, ilgili vergi dairesine ayın on beşine
kadar beyan edecek ve takip eden üç iş gününde de bu parayı ödemek durumunda.
Böylece, AK Parti İktidarında, Türkiye'nin başına dert olan bir meseleyi
de halkımızı rahatlatıcı şekilde çözüme kavuşturmuş olacağız.
Peki, başka bir soruyu
da sormakta fayda var. Bizim yaptığımız düzenlemeyle, acaba… Biraz
önce söyledim, ortalama yüzde 14'ü, 15'i halkımızın, bu vergiyi,
yurt dışına seyahat edenlerin -ki, yılda ortalama 7 milyon insan seyahat
ediyor- yüzde 14'ü, 15'i ödüyordu. Peki, bu uygulamayla daha az mı gelir elde edeceğiz?
Hayır. Sadece 2006'daki sayının sabit olduğunu düşünsek bile aşağı
yukarı 105 ile 110 milyon YTL gelir elde edeceğiz, yani geçmiştekinden
daha yüksek gelir elde edeceğiz. Sayı arttıkça daima daha yüksek gelir
elde edilecek. Yani, kısaca şey yaparsak, ortalama, bir fakire yapılan
bir dairenin -bunlarda çünkü arsa bedeli olmuyor- 25 bin lira civarında
bir maliyeti olduğu düşünülürse, yılda 4 bin aile de bu sayede ev
sahibi yapılmış olacak.
Evet, konu bu ve bu şekilde
sanıyorum ki hem halkımız rahatlatılmış hem de ülkemizdeki bir ihtiyacı,
fakirin, fukaranın ev sahibi yapılması yönünde de bir problem ve
yardımcı olunmuş olacak. Evet, bu yurt dışı harcıyla ilgili konu böyle.
Bu kanunla sadece bu
konuyu da çözmüyoruz. Gene Türkiye için önemli olan birçok meseleyi
de çözüyoruz. Biliyorsunuz, gene iktidarımız döneminde, 2005 yılında,
özürlülerin maaş almasıyla ilgili bir kapsam genişletilmesi yapıldı.
Yani çalışamayacak, bir hizmet üretemeyecek durumda olan özürlüler
de 2022 sayılı Kanun'a tabi tutularak altmış beş yaşını doldurmuş
güçsüzlerin kanun hükümlerinden yararlanması imkânı getirilmişti,
ancak, bu işin, bu maaşın bağlanabilmesi için sosyal güvenlik kurumumuzda
-ki, üç kişiden oluşan, bir uzman hekimden oluşan bir grup- bir kurul
rapor veriyordu, ama, tek bir kuruldu bu. Tabii, sayı çoğalınca, bu
kurula müracaat edenlerin sayısı artınca, bu kurul ihtiyacı karşılayamaz
hâle gelmişti ve büyük sıkıntılar doğuyordu, gecikmeler oluyordu.
İşte, bu getirdiğimiz yeni düzenlemeyle, bu kurulun sayısını artırıyoruz,
artırma yetkisini veriyoruz bu kanun tasarısıyla. Böylece, oradaki
insanlarımızın da hemen hızla işlemlerinin görülüp emekli maaşlarının,
aylık bağlanmasının yolunu da açmış olacağız. Tabii, sosyal olmak,
halkın taleplerini karşılamanın bu demek olduğunu söylememize
gerek yok.
Evet, madde 3'te ise,
biliyorsunuz, yine bizim iktidarımız döneminde, AK Parti İktidarı
döneminde Türkiye çok büyük bir devrim yaptı sağlık hizmetinde; bütün
hastaneleri insanların hizmetine açtı, bütün eczanelerden insanlar
ilaç alır hâle geldi. Bu acaba iki yıl önce, üç yıl önce denilseydi ki,
ya, böyle bir şey olacak Türkiye'de, kimse inanmazdı, ama, bu oldu. Tabii
ki, bu uygulama içerisinde bazı aksayan noktalar da oluyor, ama,
biz bir kompleks içinde değiliz, aksayan bir nokta varsa, bunu çözmek
de yine bizim işimiz.
Ha, ne yapıyoruz? Şimdi,
bu, bir kere reçetelerin, faturaların incelenmesi sırasında tabii
ki daha fazla doktor ve eczacıya ihtiyaç var; başka kurumlardan geliyor.
Bunların, başka kurumlardan bu iş için görevlendirileceklerin,
3'üncü maddeyle özlük haklarını düzenliyoruz. Böylece, onların
bir zarara uğramamasını da sağlamış oluyoruz.
4'üncü maddeyle ise,
bu incelemeler yapılıyor faturalarda, makbuzlarda, fakat, bunlar
binlerce, on binlerce, milyonlarca evrak. Burada bütün dünyada kabul
edilmiş bir usul vardır, örnekleme metodu. İşte bu usulü getiriyoruz
ek madde 1'le. Diyoruz ki, sağlık hizmeti sunan gerçek ve tüzel kişilere,
kamu idarelerine ait döner sermayeli işletmelerin hizmet bedeli
-yani, faturaları, makbuzları- yüzde 5 ve 10 oranında örnekleme
metoduyla incelenerek, geneli hakkında sonuç verecek bir kanaate
ulaşmak. Çünkü, bugün neyi şikâyet ediyor eczacılarımız, kurumlarımız
diyor ki, bu işin altından kalkın, paramız geç kalıyor. Niye? Çünkü,
bunun hepsini incelemeye kalkınca, bunun altından çoğu zaman gerçekten
kalkılamıyor. Dünyada da kabul edilmiş bir usul vardır. Bir örnekleme
metodu. İşte bu metodu bu kanun tasarısıyla uygulamaya getiriyoruz
ve diyoruz ki, yüzde 5'iyle yüzde 10'u oranında örnekleyerek seçeceğiz,
inceleyeceğiz, eğer bunlarda bir problem yoksa, tamamı hakkında da
problem yoktur deyip onun işlemini bitireceğiz. Eğer, kurumlar, ben
örnekleme metodunu istemiyorum, benim tamamını incele derse,
biz buna da hayır demiyoruz; ama, böyle bir talebi yoksa, örnekleme
metodunu da kabul etmiş sayıyoruz.
Ayrıca, örnekleme
yönteminin içinde, kurum dışından da tabip görevlendirme yetkisi
veriyoruz bu maddeyle.
Ayrıca, başka bir şey
daha yapıyoruz: 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci
Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu'na tabi meslek
memurlarından da yararlanma, denetim kurumlarından da yararlanma
imkânı getiriyoruz. Bu konudaki düzenlemeyi, tabii ki ilgili kurum,
Sağlık ve Maliye Bakanlığının görüşünü alarak yapacak.
Ayrıca, bence, başka
bir çağdaş bir düzenleme daha yapıyoruz: Elektronik ortamda bu bilgileri
alma, bu bilgileri saklama ve onların da kontrolünü yapma konusunda
da yetki veriyoruz. Böylece, işlemlerde kâğıdı, bürokrasiyi de ortadan
kaldırmayı amaçlıyoruz.
Gene bu kanunumuzla,
ek 2'nci maddede ise, yeşil kart sahipleri için de Sağlık Bakanlığına
bağlı kuruluşlardan yararlanmak konusunda Maliye Bakanlığına
sözleşme yapma yetkisi veriyoruz. Böylece, yeşil kartlıların da
hukukunu korumak, onların da farklı bir muameleye tabi olmalarını
önlemek istiyoruz.
Evet, getirilen yenilikler
bunlar. AK Parti İktidarı daima bu ülkede insanlarının sıkıntılarını
azaltmak, onların mutluluğunu sağlamak için hizmet yaptı. Zaten böyle
olduğu içindir de hiçbir iktidara nasip olmayan, iktidardayken oyları
sürekli artan bir parti olduk. Oyları sürekli artan bir parti olarak halkın teveccühünü kazanıyoruz.
Bunu, seçim meydanlarında da, sandık önümüze konulduğu zaman da
hep beraber göreceğiz.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Buna cevap vermek gerekir Sayın Vekilim!
ALAATTİN BÜYÜKKAYA
(Devamla) - Dolayısıyla, AK Parti hem beş yılda…
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Sayın Başkan, cevap hakkımızı kullanacağız!
ALAATTİN BÜYÜKKAYA
(Devamla) - …kanuni süresi içerisinde seçim yapan ilk hükûmet, ilk
parti hem de iktidardayken oyları yükselen, halkın teveccühü artan
bir parti ve hükûmet.
Dolayısıyla, bu düzenlemelerle
halkımızın büyük bir ihtiyacını karşılamış olduk, olacağız ve bu
düzenlemelerin milletimize, ülkemize hayırlı uğurlu olmasını
diliyorum ve bu kanunun hazırlanmasında emeği geçenlere ve Hükûmetimize
de teşekkür ediyorum.
Ayrıca, yarın, 8 Mart
Kadınlar Günü. Ülkemiz kadınlarının da kadınlar gününü bugünden
kutluyorum, onlara sağlık, huzur ve hep güzel günler diliyorum.
Hepinize saygılar sunarım, teşekkür
ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Büyükkaya.
Anavatan Partisi Grubu
adına, Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlar, Yurt Dışına Çıkış Harcı Kanunu üzerine, Anavatan Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, önce iki tane
iyi niyetimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
Birincisi, biraz önce
kuliste Anamur muzu dağıtan Bozyazılı ve Anamurlu üreticilere teşekkür
ediyorum. Ellerine sağlık, tadı damağımızda kaldı ve buradan da
halkımızdan muz tüketirken uluslararası değil, yerli muz tüketmesini
buradan ricada bulunuyoruz.
İkincisi ise, yine,
yarın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle o çilekeş kadınlarımızın,
çilekeş analarımızın gününü kutluyorum ve sürekli biz Anavatan
olarak yanlarında olduğumuzu bilmelerini istiyoruz.
Evet, yurt dışı çıkış
harcı konusunda… Aslında, biraz bir şey aklıma geldi, bu kanunu çıkartırken
Sayın Başbakandan izin aldınız mı bilemiyorum. En çok yurt dışına
çıkan kim? Sayın Başbakan. Ne kadar hesap ödeyeceğini hesapladınız
mı?
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
- Aldık, aldık…
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Yaa, mesele orada.
Gönül tabii ki ister
ki -bunlar işin esprisi- bu kanunda bu harçlar komple kalksın. Kriz dönemlerinde
yaratılan bu tür vergiler, hâlâ sizin iktidar döneminizde de maalesef
genişletiliyor.
Seçim döneminde 70
YTL'yi 15 YTL'ye düşürdüğünüzü söyleyeceksiniz, ama, kapsamı genişleteceksiniz.
Biraz önceki konuşmacı arkadaşımız da paylaştı "Bizim topladığımız
vergiler düşmeyecek." dedi. 80 milyon YTL, yani, eski parayla
80 trilyon… Yani, bu sayı daha da yükselecek, anlaşıldı. Dolaylı
vergilerle bu halkın cebinden elinizi çekmeyeceksiniz.
Son derece doğal
olan, dünyanın küçüldüğü bir yerde, bu tür, harçlarla, vergi adı altında
dolaylı vergilerle milletin cebinden almayı da hâlâ benimsiyorsunuz,
son derece rahatsınız.
İkincisi, bakıyoruz…
YEKTA HAYDAROĞLU
(Van) - 70 YTL'ydi.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Evet, 70 YTL'ydi. Beş yıldır niye almadınız?
YEKTA HAYDAROĞLU
(Van) - Yıllardır alınıyor.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- İşte, seçim yatırımı. Bir de "Seçim politikaları uygulamıyoruz."
diyorsunuz ve nihayetinde… Bunun adına ne denir? Seçim yatırımı
değil de ne denir?
AHMET RIZA ACAR (Aydın)
- Yatırım yatırımdır.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Evet, yatırım yatırımdır. Haklısınız. Bu halk bu rüşvetlere aldırmayacak.
Bu halkımız gereken en iyi şekilde sizlere cevap verecek. Sayın Alaattin
Bey "iktidar döneminde oy oranımız artıyor" dedi. Ben, kendisini,
hakikaten hayretle karşıladım. İnşallah, o halkın arasında dolaşıyordur.
O halkım da hesap soracak günü dört gözle merak ediyor, sizleri nasıl
kucaklayıp öpeceğini(!) dört gözle merak ediyor; 4 Kasım mı olur, öncesi
mi olur, hiç fark etmez, sizi dört gözle bekliyor. Çünkü, kamuoyunun
neler çektiğini, nasıl sıkıntılar ve ıstıraplar içerisinde yaşadığını
hepimiz biliyoruz. Siz de halkın arasına gidemediğiniz gibi, sadece
buralarda, kendi dünyanızda her geçen gün oyun arttığını söylüyorsunuz.
Buna kendiniz de inanmıyorsunuz, ama böyle, kendinizi kamuoyuna
-biz alternatifsiziz der gibi kamuoyuna- sürekli, dezenformasyon
dediğimiz bilgi bombardımanına devam ediyorsunuz. Ama, bu halk, daha
önce, geçmişinde, DSP'ye oy verdi, yüzde 19 oyla, sonraki memnuniyetsizliği
karşısında yüzde 1'lere düşürdü; keza, MHP için de aynısı, yüzde
19'lardan, yine yüzde 8,5'lara düşürdü. Siz, herhâlde, ders de almıyorsunuz.
Kendinizi, sürekli, iktidar dünyasında görüyorsunuz. Ama, görünecek
ki, o, size gereken siyasal mesajı verecek.
Evet, harcırah dedik.
Bu paralar, 80 trilyon toplanıyor, herhâlde, bütçeye gelir olarak yazılıyor.
Başka hangi amaçla kullanılıyor? Halkımın hangi refah düzeyi için
katkıda bulunuyor? Ama, gördüğüm kadar, TOKİ'yle beraber konut, TOKİ'nin
yarattığı, zaten başta:
1) Müteahhitlerin
iflas ettiği bir sistem,
2) Yüzde 20 halkımın
yoksul olduğu ve bunun da belgesi olan yeşil kartlı insanlarımızın
sürekli, her geçen gün sayısı artan, 13-14 milyona ulaşan yeşil kartlar
-Sayın Bakanım da burada, bu konuda bizi aydınlatırsa sevineceğim-
ve bu konuda… Bunlar neyle konut alacak? Ama, konut da alamayacak. Yine,
ikinci konut olarak TOKİ'de kullanılacak veya sizin aracılığınızla
daha çok yandaşlar diyebileceğimiz müteahhit grubuna altyapı yaratacaksınız,
zemin. Belediye-TOKİ iş birliği ve ardından rant.
Evet, yine aynı şekilde,
krizler döneminde çıkartılan bu vergiyi, daha sürdürülebilir ve
sürekli hâle getirdiniz. Bugün, size sormak isterim, iki tane muafiyet
var, biri, yedi yaş altı. Peki, sosyal hukuk devleti olan ve Türkiye'de
sosyal güvenlik ve yardıma muhtaç olan bir sürü yurttaşlarımız var,
onları da muafiyetten esirgediniz. Yeşil kart bağımlısının yurt dışına
çıkma hakkı yok, değil mi; altmış beş yaş yukarısının çıkma hakkı
yok, değil mi? Düşünmediniz ve düşünmeye de niyetiniz yok. Biz, Anavatan
olarak, bunun kaldırılmasından yanayız şu anda ve bu konuda da gelirlerin,
Türkiye'de kazanandan, dolaylı vergilerden değil kazanandan ve sizin
döneminizde, her geçen gün, bu oranın yüzde 73'lerin üzerine çıktığını
biliyoruz ve bu ülkeye vergi vermesi gerekenler bu ülkeye borç veriyor
ve yarattığınız bir sahte cennet diyeceğimiz ve bunun bedelini de
halkın ödediğini çok iyi biliyoruz.
Evet, biraz önce, Sayın
İstanbul Milletvekilimiz Alaattin Bey sağlıkta reformdan bahsetti.
Daha iki üç gün önce Mersin'de yaşanan olayı, herhâlde hafızanız zayıf
değildir, hatırlıyorsunuzdur. "Sosyal güvenliği tek çatı altında
bulundurduk, işte, ne yapalım Anayasa Mahkemesi iptal etti." Ee,
biz sizi zamanında uyarmadık mı? Neredeydiniz? Bir yürütme tarihi
belirliyorsunuz, altı ay kala, beş ay kala bu kanunları çıkarma ihtiyacı
duyuyorsunuz. Öngörünüz yok muydu arkadaşlar? Anayasa'yı değiştirecek
çoğunluğunuz yok muydu? Bu halkım, cezaevlerini hak mı ediyor? En
kutsal olan sağlık haklarından mahrum mu kalacak? Sayın Başbakan sloganlarla
söylüyordu "Herkes istediği doktoru seçecek." Bırakın
doktor seçmeyi, hastaneyi…
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Hapishaneyi seçiyorlar!
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Haa, hapishaneyi seçme hakkı var mı, onu sormak lazım; doğru, haklısınız.
Bundan sonra hapishaneyi seçme hakkı olacak sayenizde, çünkü insanlarımız,
en kutsal sosyal hukuk devletinde sağlıktan dolayı mahkûm olabiliyor
borcunu ödemediğinden dolayı. Bununla övünebilirsiniz, doğru,
haklısınız!
Her şeyden önemlisi,
gelir dağılımı sürekli bozulmakta. Ben, Sayın Bakanım buradayken
bir şey sormak istiyorum. Sağlığı
tek çatı altında birleştirelim diye, reform adı altında sunduğunuz
dönemde, SSK'daki -eski sosyal güvenlik kurumundaki- hastanelerden
Sağlık Bakanlığına geçen personelin özlük haklarının nasıl yitirildiğini
bilir misiniz arkadaşlar? Şu anda, geçmişinde, gerek döner sermaye
veya çeşitli adlar altında, özlük haklarında bugün Sağlık Bakanlığında
sıkıntılarla baş başa. Bunun çözümü için, Sayın Bakanım, ne yaptınız
Sağlık Bakanlığıyla? Bir istişare… Sadece, tüm personel artık Sağlık
Bakanlığının, bizi ilgilendirmiyor, mu diyorsunuz? Çalışanlar
mutsuz. Her geçen gün, döner sermayenin şimdiki vermiş olduğu sıkıntıysa
çok net. Bilir misiniz, hekim arkadaşlarımız ve döner sermayeyle
çalışan sağlık personeli yıllık iznini kullanamaz hâle geldi. Niye?
"Performans kriteri" adı altında aldığı döner sermayeyi
sürekli alabilmesi için çalışması lazım; aksi takdirde, bu çark dönmüyor.
İnsanlarımızı bu hâle getirdiniz, çalışanlarımızı bu hâle getirdiniz
ve zaten emeklilik gibi diğer haklardan mahrum kalmış. Biz de diyoruz
ki, yaşanılan, gerek sağlık ve gerekse iş dünyası açısından baktığımızda,
sürekli artan sıkıntıyı hep dolaylı vergilerle elde etmeye devam
ediyorsunuz.
Peki, bugün, bu kanun
sürecine baktığımızda, içerisinde -yine diğer kanunlarla birlikte
ele aldığımızda- küçük bir detay var. Gerek ilaç ve gerekse fatura
ödemeleriyle ilgili kurduğunuz komisyonlara dışarıdan hekim
atayacaksınız ve ek kat sayıyı yüzde 700 kadar artıracaksınız. Yani,
kısaca, yandaşlarınızı o gruplara çağıracaksınız ve orada ek yüzde
700 ödeme… Peki, söyler misiniz, bu, seçim rüşveti değil de nedir söyler
misiniz? Ama, tabii ki, gördüğümüz kadar, sadece belirli küçük bir
azınlığa verdiğiniz bu haklar karşısında, sadece… Partizanlık mı
diyelim, kadrolaşma mı diyelim, yoksa… Tercihler nasıl yapılıyor
bilemiyorum, ama gördüğüm tek şey var, her geçen gün, çalışma hayatını
da sıkıntılar içerisinde boğdunuz. İstihdam konusunda yarattığınız
bu çelişki ve handikaba da baktığımızda, Türkiye'nin yaşadığı sıkıntı,
her geçen gün, kısır döngüye doğru gidiyor.
İnanıyorum ki, halkım
burada sağduyuyla yanıt verecek; AKP'den bir kurtuluş gününün, dört
gözle, geriye bir sayım dönemine başladı. Siz, ister Cumhurbaşkanlığı
seçiminden sonra bu ülkeyi erken genel seçim sürecine sokun ya da
normal zamanda, 4 Kasımda yapın, hiç fark etmez; bu halkımız size sandıkta
hesap soracak, çok net; umutsuzluğun hesabını, bu hayal kırıklığının,
bu karamsarlığın hesabını sizden soracak. Ama, her geçen gün gerginlikten
bir medet umar hâle geldiniz. Anayasa'yı değiştirecek çoğunluktaki
iktidarınız döneminde, Sayın Başbakan sürekli kurumlarla kavgalı.
Ne oluyor söyler misiniz? Kurumlarla kavgalı. Bir başbakan kurumlarla
kavga etmez; gerektiğinde her türlü altyapısını yaratır ve gerektiğinde
koordinasyonu sağlar. Ama, sizlerin, başarısızlığınız üzerine
sadece bir günah keçisi veya mazeret olarak algılayabileceğiniz,
toplumu germekten öteye gittiğiniz bir siyasi anlayışınız yok. Burada
YÖK, asker, sayacağım bir sürü kurumlar var; bu konularda kavga kime
yarar, bu halkıma yarar mı?
Cumhurbaşkanlığı dönemi…
Türkiye'ye maliyeti nedir, hiç hesapladınız mı? Yüzde 1, yüzde 2…
Her geçen gün, dünyanın en büyük reel faizini veren bir ülke olarak,
bununla soyulmaktan, sömürülmekten övünç mü duyacağız? Cumhurbaşkanlığının
süreci belli. Sayın Başbakan, aday sürecinin son anına kadar açıklamamayı
düşünüyor. Ne olacak? Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğunuz var.
Bir şüpheniz mi var? Bu ülkeyi niye geriyorsunuz?
Evet, biz Anavatan olarak
şunu söyledik: Halka güvenelim, halk seçsin artık. Çünkü, bireylerle
kavgamız yok. Sorun bireysel de değil, kurumsal. Bu ülkede sistem sorunu
var, dedik. Ama, siz halktan kaçtınız. Bu halk da bunları unutmayacak.
Size bir beş yıl diye havale ettiği şeyde tek şey var: Cumhurbaşkanı
olma, demek.
EYÜP AYAR (Kocaeli) -
Kanunla ne alakası var bunların?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Bu ortam içerisinde toplumu germekle yaratacağınız tek şey var:
Finans kaynaklarını dolaylı vergilerle toplarsınız Sayın Vekilim,
yüzde 73'lere dayandı. Bir cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiye'ye
maliyetinin hesabını yaptınız mı? Yapma niyetinde yoksunuz; çünkü
"Duymadım, bilmiyorum, vicdanen rahatım!" Bir de görmezlikten
gelirsen, bu işler böyle gider. Al gülüm ver gülüm! Bu ülkenin bedelini
sizler değil, halkım ödüyor; kullandığı telefondan, kullandığı benzininden,
içtiği sigarasından, tükettiği her türlü vergiden.
Bu ülke, sizin döneminizde
184 milyar dolar faiz ödedi. Bu paralar nereye gitti, söyler misiniz
bize?
Peki, sormak istiyoruz:
Bu vergiler ülkemden tasarruf değil, halkımın kursağından tasarrufuyla
elde edildi. Ama, tabii ki, böyle bir kavganız ve niyetiniz yok ve elinizi
hâlâ bu halkın cebinden çekmemek için çaba sarf ediyorsunuz. Bu kanun
da onu gösteriyor.
Biz, Anavatan olarak,
ülkemizde, verimliliği ve bereketi ve rekabeti sağlayabilecek,
özellikle gelir getirenden vergisini alabilecek bir sistem, ekonomik
bir sistem. "Dolaylı vergiler" adı altında yaratılan ve dünyada
en yüksek, Türkiye'de, toplanan bir ülke konumunda kaldık. Bunun sıkıntılarını
tüm halkım hep çekiyor. Bu seçim döneminin yatırımları olarak algılıyorsunuz.
Halkımız saf mı zannediyorsunuz bilemiyorum, ama halkım bunları
yemeyecek ve gereken siyasal mesajı da seçim sandıklarına net olarak,
siz hiç farkına dahi varmadan… Size tek ricam, giderayak, bu halka
iyilikler yapın. Gelin, bir önergeyle, bu kanunda, bu yurt dışı çıkış
harcı konusunda vergiyi kaldıralım; geçsin vatandaşım, dünyayı
gezsin. Hani dünya küçüktü? Dünyayla entegrasyon sağlansın. Ama, 80
milyon YTL… Hatırlarız, Sayın Maliye Bakanı, özellikle yurt dışından
gelen rantiyeciye, özellikle borsada ve tahvilde vergi alalım derken,
"yahu bir şey değil, 3 milyon YTL, bir şey olmaz…" Sanki cebinden
vermiş! Sayın Bakan, onlardan esirgemediniz. Peki, bunları halkımdan
niye esirgiyorsunuz?
Hiç de niyetiniz yok.
Anlaşıldı, halkın sırtından, halkın cebinden elinizi çekmeyeceksiniz.
Biz, her vurduğumuz bir süreçte, bu kanunun, ülkem adına, çok da net
olarak söylüyorum, yakışmadığını düşünüyoruz. Tamamıyla kaldırılmasından
yanayız yurt dışı harcın ve bu konuda, üstelik de TOKİ gibi kurumlara
yönelttiğiniz ve kamunun konut sorununu çözdüğünüzü zannettiğiniz
TOKİ'nin yaptığı şu ana kadar konutlara bir bakın. Hangi halkım ne kadar
almış, yoksa TOKİ'nin elinde konutlar mı kaldı? Bir hesabını yapın
lütfen.
Vergileri, bu kadar
çarçur etme lüksüne sahip değilsiniz, daha verimli alanlarda kullanın.
Ama, sizin -açık ve net olarak söylüyoruz- halkımıza vereceğiniz
çok bir şey olmadığından dolayı seçim stratejileri kabul ediyorsunuz
bu tür yasalarda. İşte 70 milyon TL'den 15 YTL'ye düşürmeye, "halkım,
bak seni düşünüyorum" der gibi düşünüyorsunuz; ama alanı genişlettiğinizden
dolayı, daha geniş kitleye mal ederek, bu dolaylı vergileri almaya
devam edeceksiniz.
Evet, AKP İktidarının
son yıllarını ve son günlerini, geriye dönüş olarak saymaya devam
eden bu halkım, inanıyorum ki, bu yapılanları unutmayacaktır. Bu kanunun
halkıma fayda getirmeyeceğini ve bunun seçim rüşveti olarak algılamasını
bekliyorum. Bu konuda, inanıyorum ki halkım, sizleri de, bizleri
de hep beraber izliyor ve bunun seçim stratejisi ve taktiği gibi algılamaktan
öteye farklı bir anlayışa da sahip olmadığını iyi biliyoruz.
Söylenecek çok söz
var. Aslında, Türkiye'nin temel sorunları o kadar çok büyükken, bu
tür, harcırah gibi temeli olmayan, ama ülkemde sıkıntı yaratan kanunları,
hâlâ, öncelikmiş gibi getirmenize şaşmamak mümkün değil. Türkiye'deki
istihdam sorununun önündeki vergilerin kaldırılması gereken bir
dönemde ve iş dünyasının dünya ile rekabet edebilecek -başta enerji,
istihdam, sosyal, özellikle de SSK gibi- primlerin daha kolay ve rekabete
uygun olabilecek şekilde olmasını beklerken, siz ise, dolaylı vergileri
tamamıyla genişletmeyi marifet zannediyorsunuz ve bu konuda da
bu kanunların Türkiye'nin temel ihtiyaçları olmadığını düşünüyoruz.
Asıl önemli olan, bu ihtiyaçları bir an önce öne alıp giderayak bu halka
bir iyilik yapın. Halkımız da, giderayak -AKP ile ilgili olarak-
"iyiydi" desin. Bu sizin hayrınıza olur. Ama öyle bir niyetinizin
olmadığını biliyoruz.
IMF dolaşıp duruyor.
Ne kadar ondan izin alırsanız, kanunları getiriyorsunuz ve IMF'ten
beş yılda kurtaramadınız bu ülkeyi, kurtarmaya da niyetiniz yok. Hâlâ
devam edeceksiniz, hâlâ birlikteliğe devam edeceksiniz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Oyları artıyor mu, eksiliyor mu?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla)
- Sizin, "IMF'e, işte, borcumuz düştü" diye kamuoyuna Sayın
Başbakanın açıkladığı gibi… En ucuz krediyi düşürdünüz. Türkiye'de
yüzde 19,5 en az, bugünlerde yüzde 20 civarında olan iç tahvil borçlarının
dünyanın en büyük reel faiz olduğunu unutuyorsunuz herhâlde, halkı
da bu konuda saf kabul ediyorsunuz. IMF'in vermiş olduğu kredi oranları
belli, LİBOR + faiz oranları belli; ama buna rağmen, IMF'ten kurtulma
gibi derdiniz yok ve bu ülkede IMF'i dışlayacak olan, IMF'le ipleri
koparıp bu ülkenin kendi ayakları üzerinde, ekonomik anlamda, siyasal
anlamda ve dış politikasında da kendine güvenen ve uluslararası
örnek olabilecek, lider olabilecek bir Türkiye'nin özlemi içerisindeyiz
ve bu konuda da Anavatan olarak biz bunu başaracağımıza inanıyoruz.
Halkımız da bize güvensin, bize destek versin ve yaptığımızda, bu
süreç içerisinde, bu kanunun çok da toplumun ihtiyacını karşılamadığını
biliyor…
Tabii ki, çoğunluğunuzun
vermiş olduğu şeylerle, hiç tartışmadan, bu kanunun geçmesini sağlayacaksınız
ve bu şekilde de yolunuza devam edeceksiniz. Ama, halkımız 4 Kasımda
sizi öyle bir şamar oğlanına çevirecek ki, diğer siyasi partilerden
ders almadığınız gibi, sizin de kaderiniz öyle olacak ve AKP'den bu
ülke kurtulacaktır en yakın zamanda.
Burada sizler ve sizin
aracılığınızla da halkıma saygılar ve sevgiler sunuyorum. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güler.
Tümü üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, görüşmekte olduğumuz tasarı hakkında
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu görüşmekte olduğumuz tasarının esas maddesi, bu yurt dışına çıkış
harcıyla ilgili düzenlemedir. Onun dışında da ufak tefek bazı düzenlemeler
var.
Şimdi, bu yurt dışına
çıkış harcı ne zaman ve hangi maksatla konulmuştur, ona bir bakalım.
Bu, 1970'li yıllarda, Türkiye'nin büyük döviz sıkıntısı çektiği bir
dönemde, yurt dışına çıkışları caydırmak ve bu yolla biraz döviz tasarrufu
edebilmek amacıyla konulmuş bir kanundu. Ama, ne yazık ki bu vergi öyle
bir yerleşti ki, hiçbir iktidar bundan vazgeçemez hâle geldi. Adı zaman
zaman değişti, ama niteliği hep aynı kaldı; kim ki yurt dışına çıkıyor
bir vergi ödesin, yani bir kelle vergisi ödesin. Bunun adı bir
"kelle vergisi" dir, ama bütün kellelerden almıyorsunuz da
yurt dışına çıkanların kellesinden alıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
bu, ilkel bir vergidir; bu, çağ dışı bir harçtır. O nedenle, hâlâ, modern,
çağdaş olma iddiasında bulunan bir partinin bu tasarıyla yüce Meclisin
önüne gelmiş olması, gerçekten hüzün verici bir tablodur. Şimdi,
hangi ülkede yurt dışına çıkanlardan böyle harç alınıyor? Böyle bir
şey olmaz!
Şimdi, 70'lerde başlayan
bu uygulama, 2001'de, yurt dışına çıkış harcı şeklinde devam etti. O
zaman dış seyahat harcamaları vergisiydi, ilk, 70'lerde. Önce 50 dolar
kişi başına, kelle başına alalım deniliyordu; sonra bunu o günkü
kurla değerlendirdiler, 70 YTL, o zamanki parayla 70 milyon lira almaya
başladılar. Fakat, bu yurt dışına çıkış harcını düzenleyen Kanun'da,
Bakanlar Kuruluna verilen bir düzenleme yetkisi vardı. Bakanlar
Kurulu, dilediği grupları Kanun kapsamı dışına alabiliyordu. Bu
maksatla, önce, on beş grup, bu vergiden, bu harçtan muaf tutulmuştu;
arkasından, giderek yirmi üç gruba çıkarıldı. Yani, çıkanların çoğu
vergi vermez hâle gelmişti. İşte, bir sürü de formalite; gideceksiniz,
eğitim görüyorsanız, eğitim gördüğünüz kurumdan alacaksınız, bilmem,
iş için gidiyorsanız, sizi görevlendiren kurumdan alacaksınız;
bitmez, tükenmez bir bürokrasi.
Şimdi Hükûmet diyor ki
bu tasarısıyla, işte, eski sistemde çok muafiyetler filan vardı,
istediğim vergiyi alamıyorum, istediğim hasılatı toplayamıyorum;
öyleyse, bunları biraz aşağı çekeyim, ama şu muafiyetleri de bir
azaltayım diyerek 15 YTL'ye indiriyor. Ama, burada, benim üzerinde
durmaya çalıştığım, bu miktar değil, bunun niteliği. Yani, bu, biraz
önce de söylediğim gibi, bir ilkel vergidir, çağ dışı bir vergidir,
bir kelle vergisidir. Artık, AB'ye aday olan bir ülkenin, uluslararası
camiada iddia sahibi olan bir ülkenin, hâlâ, yurt dışına çıkan vatandaşlarından
harç almaya kalkması, gerçekten çok hüzün verici bir tablodur.
Şimdi, buraya gelen
sözcüler, sayın bakanlarımız, her konuşmalarında, Türkiye'yi nereden
nereye getirdiklerini hep anlatırlar, Türkiye çok büyük gelişmeler
gösterdi derler; ama Türkiye'yi, hâlâ, kelle vergisine muhtaç bir ülke
olmaktan kurtaramadılar. Bu tasarının anlamı budur. Bu tasarıyı,
eğer… Artık, biz… Bir ara çok ciddi şekilde bu düşünülmüştü, yurt dışına
çıkış harcı -zannediyorum Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığı döneminde
de ciddi şekilde düşünülmüştü- kaldırılacaktı. Bunu, şimdi, biz
beklerdik ki, bu kadar iddialı bir parti, artık, ben bu kadar küçük
vergiye muhtaç değilim, ben kelle vergisi almam, ben çağ dışı vergi
almam; ben, çağdaş yöntemlerle gelir üzerinden vergi alırım, kurum
kazançları üzerinden vergi alırım desin ve bu ilkel vergiyi kaldırsın.
Ama, bunu yapamadığınız anlaşılıyor.
Sonra, bunun toplam
hasılatına bakıyoruz, eski harç 94 milyon YTL. Bu nedir ki? Yani,
toplam bütçe gelirleri içinde, toplam bütçe giderleri içinde bu nedir
ki? Bu kadar küçük meblağa hâlâ muhtaç olmak ve insanları eziyet altında
tutmak gerçekten son derece yanlıştır değerli arkadaşlarım.
Tabii, istisnaları
filan kaldırıyoruz, muafiyetleri kaldırıyoruz, miktarı düşürdüğümüz
için herkesten alıyoruz, diyorsunuz da yurt dışına tedavi amacıyla
gidenden de vergi almak, harç almak olacak bir iş midir değerli arkadaşlarım?
Zaten, yurt dışına tedaviye giden insanların bir kısmı çok zengindir
-belki Türkiye'de bile tedavi olacak hastalık nedeniyle yurt dışına
gidiyor olabilir- ama bir kısmı Türkiye'de çaresi olmadığı için nesi
var nesi yok satarak, savarak yurt dışına giden insanlardan, bir de
refakatçisiyle beraber giden insandan harç almak, bu da yanlıştır.
Eğer bir istisna getirilecekse -burada, işte, yedi yaşından küçükler
filan diye bazı istisnalar var- buraya, hastalık nedeniyle, doktor
raporuna bağlı olarak yurt dışına gönderilenlerden de bu vergiyi,
bu harcı almamak doğru olur.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bu verginin sorumlusu kim diye bakıyoruz. Bu verginin sorumlusu,
yurt dışına gidenler için bileti kesenler, acenteler. Şimdi, belki
kolaylık diye düşündünüz, ama vergi güvenliği açısından önemli bir
sorun yarattığınızın bilmiyorum farkında mısınız.
Türkiye'de, bu seyahat
acentelerinin, turizmde tur düzenleyen firmaların sık sık kapandığını,
battığını hep duyarız. Hatta, bir ara çok flaş olan, adı çok duyulan
firmaların, bir süre sonra ortadan kaybolduğunu, battığını, hatta,
topladığı paralarla kaybolduğunu hep duyarız.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Kayıt dışı!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
- Şimdi, bu çıkış harçlarını, bileti kesen acenteler toplayacak ve
sorumlu olarak onlar beyan edecekler. Korkarım ki, çoğu kez, bu paralar
toplanacaktır, ama maliyeye, hazineye yatırılmayacaktır. Böyle
bir risk olduğunu, vergi tahsilatı açısından önemli bir sorunla karşı
karşıya kalacağımızı da buradan belirtmeyi bir görev olarak söylemek
istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bu tasarıda, gene öngördüğünüz düzenlemelerden biri de, işte,
sağlık kurumlarının satın aldığı sağlık malzemeleri, ilaç, diğer
şeylerin faturalarının denetimiyle ilgili bir örnekleme yöntemi
olabilir diyorsunuz. Olabilir tabii, bütün faturaları denetlemek
mümkün olmadığına göre, iyi seçilmiş bir örneklemeyle de aynı sonuca
varabilirsiniz ve burada da 3568 sayılı Yasa'ya göre ruhsat almış
serbest muhasebeciye, serbest muhasebeci mali müşavire ve yeminli
mali müşavire de bu görevlerin verilebileceği konusundaki düzenlemeyi
memnuniyetle karşıladığımı ifade etmek istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
Sayın Büyükkaya -galiba ayrıldı, konuşmasının sonuna yetiştim-
diyor ki…
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Komşusu olarak ben varım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
- Evet, Sayın Halil Aydoğan, temsilcisi olarak burada oturduğunu
söylüyor. Bizim Meclisimizde pek vekâlet müessesi yok, sadece bakanlar
birbirine vekâlet ediyor; milletvekillerinin birbirine vekâlet etmesi
ne yazık ki yok. Ama, siz aktarabilirsiniz, ondan eminim.
Şimdi "İktidardayken
oyunu artıran tek parti Adalet ve Kalkınma Partisidir." dedi. Tabii,
fiyakalı bir laf. Şimdi, değerli arkadaşlarım, eğer, yerel seçim sonuçlarını
kastediyorsanız, daha önce, Anavatan Partisi de genel seçim başarısından
sonra yerel seçim yaptığında, yerel seçimde oyunu artırmıştı. Bu,
genel bir kuraldır. Kim iktidarı ele geçirmişse, halkımız, "ya,
bunlar iktidarda, belediyelerimize biraz kaynak aktarırlar, yol
yapılır, su gelir filan…" niyetiyle oylarını verirler, ama hiçbir
şeyin değişmediğini de yaşayarak görürler. Ama, böyle bir psikoloji
vardır. Siz de o şekilde yerel seçimlerde oyunuzu artırdınız. Ama, oyunuz iktidarda
artmaya devam etmiş olsaydı, biz, iki kez erken genel seçim istedik.
Birincisinde dedik ki geliniz, şu Kasım 2006'da -bugüne kadar hiçbir
parlamento dört yıldan fazla işbaşında kalmamış- şu seçimi yenileyelim.
"Hayır" dedi Sayın Başbakan "biz, beş sene gideceğiz."
Sonra, bu cumhurbaşkanlığı tartışmaları büyük sorun yaratıyor,
bir kaosa doğru gidebiliriz; geliniz, bunu demokratik bir şekilde
çözelim, nisan ayında erken genel seçim yapalım, yeni parlamento yeni
cumhurbaşkanını seçsin ve haziran ayından itibaren de seçim tartışmalarını
tamamlayıp yolumuza devam edelim, dedik, gene istemediniz. Yani, iktidardayken
oyu artan bir parti, önüne gelen böyle bir fırsatı teper mi? Yapar seçimini,
alır sonuçlarını, dört sene, beş sene daha iktidarda kalır. Siz de
biliyorsunuz ki, oyunuzun artması diye bir şey söz konusu değil. Çünkü…
Vallahi, köylere kaç
milletvekili gidiyor bilmiyorum, ama köylere gidip mesela, narenciye
konusunu konuşan milletvekilinize rastlamıyorum; köylere gidip
buğday meselesini tartışana rastlamıyorum, köylere gidip fındık
üreticisiyle tartışan milletvekilinize rastlamıyorum. Ama, burada
geniş bir Grubunuz var, birbirinizin moralini düzelterek "biz
çok iyi gidiyoruz" diye… Maşallah, bir de gelenek yerleştirdiniz,
grup toplantı salonunu stadyuma çevirdiniz. Başbakana müthiş alkışlar,
kıyametler, bindirilmiş kıtalar… Onlar da herhâlde herkesin moralini
düzeltiyor. Ooo, müthiş; aldı başını gidiyor.
Değerli arkadaşlarım,
her parti, bırakınız grup toplantısını, spor salonlarını dolduracak
kadar dinleyici… Dikkat edin, hiç, yüzde yarım oy alan partilerin bile
gidiniz kurultaylarına, müthiş kalabalık olur. Onun için, hazır toplanmış
kalabalıklar sizi yanıltmasın. Esas, sandık önümüze geldiğinde
hep beraber sonuçları göreceğiz.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
Sayın Başbakan dün grupta bir konuşma yaptı, bu vergi iadesini kaldırıp
onun yerine asgari geçim indirimini getiren -geçenlerde burada
kabul ettiğimiz- kanunla ilgili müthiş güzel şeyler söyledi.
Şimdi, bunu dinleyen
insanlar… Mesela, 2007 yılında vergi iadesi alacak mı ücretliler
diye kanuna bakıyoruz. Diyor ki: "Ücretlilere vergi iadesiyle
ilgili kanun 1/1/2007'den itibaren yürürlükten kalkmıştır." Tamam,
2007 yılında ücretlilere vergi iadesi yapılmayacağını orada görüyoruz,
buradan geçti. Peki diyoruz, yerine ne geldi? Asgari geçim indirimi
geldi. Acaba diyoruz, 2007 yılında ücretliler asgari geçim indiriminden
yararlanacak mı? Yine kanuna bakıyoruz, diyor ki: "Asgari geçim
indirimi uygulamasına 1/1/2008'den itibaren başlanır."
Yani, değerli arkadaşlarım,
2007 yılında ücretliler ne vergi iadesi alacaklar ne de asgari geçim
indiriminden yararlanacaklar. Yani, 2007 yılında ücretlilerin
vergi iadesi güme gitmektedir ve yeni getirilen asgari geçim indiriminden
ücretliler yararlanamamaktadır.
Burada önerge vermiştik,
hiç yoksa asgari geçim indirimini 1/1/2007'den itibaren başlatalım
diye, o vesileyle de konuşmuştum, gene sizin oylarınızla reddedilmişti.
Sayın Başbakan, mesela, bundan hiç bahsetmiyor. Diyor ki: "Herkes
evlensin, daha çok asgari geçim indirimden yararlansın; daha çok
çocuk yapsın, asgari geçim indiriminden yararlansın." Tabii,
evlenecekleri eşlerinin de işinin olmaması lazım, bir avantaj sağlayacaksa
çalışmayan eş. Ee, zaten, Allah'a şükür, AKP döneminde kadınların
iş gücüne katılma oranı hızlı bir şekilde düşmüştür. Bugün, yarın
kutlayacağımız Kadınlar Günü nedeniyle burada rakamlar da açıklandı.
Gerçekten, AKP döneminde kadınların iş gücüne katılma oranı, yani,
kadınların çalışmak isteyenler ve çalışanların oranı hızla azalmaktadır.
O nedenle de Sayın Başbakan onlara çözümünü bulmuş, diyor ki:
"Gidiniz, işi olmayan, hiçbir yerde çalışamayacak, çalışmayacak
kimselerle evleniniz, biraz daha az vergi ödeyiniz." Yılda
100-150 milyon lira daha fazla vergi avantajı sağlamak için acaba insanlar
evlenir mi? Bir koltuk herhâlde 200-250 milyondur. Yani, Sayın Başbakan,
o evleneceklere bir de şöyle kredi filan vereceğini vaat etse evliliği
teşvik etmesinin bir anlamı olabilir.
Şimdi, bu konular gene
burada anlatıldı, Sayın Başbakan da anlattı, Plan ve Bütçe Komisyonunda
da konuştuk. İşte, evinde erişte yapan hanımlar, belediyenin
gösterdiği yerlerde o erişteleri falan satarlarsa, vergi vermeyecekler.
Bu da büyük bir -kadınlara dönük- politika olarak anlatılıyor.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu, "esnaf muafiyeti" dediğimiz, küçük esnaftan vergi
alınmaması meselesi. Siz, hangi esnaftan, küçük esnaftan, seyyar
esnaftan ne kadar vergi alınıyor ki, şimdi "ona biz muafiyet tanıdık"
diye bunu büyük bir reklam şeklinde sunuyorsunuz? Nedense, Sayın
Başbakan, bu konularda çok eksik bilgilendiriliyor, yanlış bilgilendiriliyor
ve kendisini de hemen böyle kaptırıyor.
Geçenlerde, 2006 yılı
bütçe sonuçlarını -herhâlde, ben hiç hatırlamıyorum herhangi bir
başbakanın bütçe sonuçlarını açıklamasını- "Otuz Yılın Performansı"
diye açıkladılar. Ben de "Otuz Yılın Palavrası" diye bir basın
toplantısı yaptım.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
- Şimdi, 2006 yılında 4 katrilyon açık vermişti. Böyle açıkladı Sayın
Başbakan, "büyük bir performans" olarak. Ben, rakam rakam basın
toplantısında da açıkladım, hiç kimseden de bir cevap gelmedi. 17
katrilyon liradır değerli arkadaşlarım, 2006 yılının açığı 17 katrilyon
liradır. Onun için Başbakanın bunu 4 katrilyon lira gibi göstermesi
aldığı yanlış bilgiye dayanmaktadır. Bir şeyi halının altından
bir yere doğru süpürürsünüz, ama sonunda bir yerden çıkar. Nitekim,
2007 yılı Ocak bütçe sonuçları da 6 katrilyon açık olarak ortaya çıktı.
Peki, Ocak 2006 sonuçlarını ne Maliye Bakanı ne Başbakanın bir basın
toplantısı yaptığına ben tanık olmadım. Böyle bir, Maliye Bakanlığının
basın açıklaması şeklinde duyuruldu, çünkü, orada büyük başarısızlık
var.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
- 2006 yılında kamufle edilmişti açıklar, gizlenmişti, şimdi onlar
yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
O bakımdan, konuştuğumuz
konular rakama dayalı konular, konuştuğumuz konular birbirimizi
aldatmamamız gereken konular. Rakamları, bilgileri doğru verelim.
Yorum yaparken, herkes bir ucundan, farklı bir şekilde değerlendirebilir,
ama, artık biz Maliye Bakanlığının açıkladığı bütçe rakamlarına
güvenmek istiyoruz, artık biz Türkiye İstatistik Kurumunun açıkladığı
verilere, bilgilere güvenmek istiyoruz. Ama, buralarda bir oynama,
kamuflaj, güzelleştirme yapıldığı zaman Türkiye'de doğru değerlendirme
yapma imkânı kalmaz. Bu da hepimiz için çok kötü olur, çok yanlış değerlendirmeler
yaparız.
BAŞKAN - Sayın Özyürek,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
- Toparlıyorum Sayın Başkan.
O bakımdan, biz, devlet
kurumlarının, Maliye Bakanlığının, Planlamanın ve Türkiye İstatistik
Kurumunun açıkladığı rakamların doğru olmasını istiyoruz, bunlara
güvenmek istiyoruz. Bu noktadaki kamuflajları, bu noktadaki çarpıtmaları
büyük bir üzüntüyle karşılıyoruz.
Bu vesileyle, yüce
Meclise saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özyürek.
Sayın milletvekilleri,
birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 21.09
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 21.21
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'nin Beşinci Oturumu'nu
açıyorum.
1347 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Hükûmet ve Komisyon yerinde.
Şimdi, tasarının tümü
üzerinde, şahsı adına söz isteyen Kocaeli Milletvekili Sayın Muzaffer
Baştopçu.
Buyurun efendim.
MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) - Vazgeçtim.
BAŞKAN - Edirne Milletvekili
Sayın Necdet Budak. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
NECDET BUDAK (Edirne)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 1347 sayılı
Yurt Dışına Çıkış Harcı Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Aslında söz almayı
düşünmüyordum, ancak, Edirne milletvekili olarak, özellikle dört
tane sınır kapısı olan Edirne'yi sınır ticareti bakımından çok yakından
ilgilendirdiği için söz aldım. Edirne'de, özellikle Yunanistan'a,
Bulgaristan'a kendi iş adamlarımızın, giriş çıkışlarda bu harcın
yüksek olması nedeniyle, Edirne milletvekillerimize, Maliye Bakanımıza
ve gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanımıza bu konuda çok yoğun bir
talepleri olmuştu. Bu taleplerin diğer sınır illerindeki milletvekillerimizin
de katkısıyla birlikte değerlendirilip, bir yasa taslağı hâline
gelip, bu olayın çözülmesinden dolayı bir sınır ili milletvekili
olarak memnuniyetimi dile getirmek istiyorum.
Özellikle, bizim Edirne'de,
geçtiğimiz yıllarda açılan, 2004 yılında açılan Hamzabeyli Sınır
Kapısı da, yine kara ve deniz aracılığıyla yük taşıyan araçların
mürettebatından yine harç alınmaması bakımından da yine ayrı bir
önem arz ediyor. Tabii, burada konuşmacılar da dile getirdiler, 2
Mersin milletvekilimiz. Burada bizim gruptan da Mersin milletvekillerimiz,
özellikle Anamur ve Bozyazı'dan gelen AK Parti ilçe teşkilatlarının
bu akşam milletvekillerine ikram ettiği Anamur muzuyla ilgili teşekkür
etmemi istediler. Bu arada, onu da Mersin milletvekillerimiz adına
gerçekleştiriyorum.
Tabii, 70 milyondan
15 milyona gelmesi, hatta kaldırılması çok güzel bir şey, ancak, 78
yılından bu yana kadar uygulanan bir uygulama. Tabii, bugüne kadar,
biraz önceki muhalefet partisi milletvekillerinin de konuşmalarında
dile getirdikleri gibi, aslında, çağdaş, sosyal devlet anlayışı
bakımından bu vergiyi dikkate aldığımızda, dünyada olduğu gibi,
hiç olmamasını arzu ederiz. Uzun yıllardır, 70 milyon, hatta 50 dolar
uygulamasının en azından 15 milyona çekilmesi gerçekten sevindirici.
Ben, gönül ister ki diyorum, millî gelir 2.500 dolardan 5 bin dolara,
10 bin dolara gelir ve 10 bin dolara
geldiğinde özellikle millî gelir arttıkça, Türkiye zenginleştikçe,
yine Türkiye'nin kasalarının delikleri kapandıkça bu tür vergilerin
yavaş yavaş önümüzdeki dönemlerde tamamen kalkacağını düşünüyorum.
Bunun basamak basamak olacağı inancındayım.
Ayrıca, şunu da söylemek
gerekiyor: Başbakanımızdan bile bu verginin alınması çok önemli. Çünkü,
100 kişiden 11'i bunu ödüyormuş ve burada Hükûmetimizin politikası
tabana yaymak ve bu tabana yayarak bir eşitlik, kanunlar önünde herkesin
eşit bir şekilde faydalanmasını sağlamak. Örneğin, yapılan hesaplara
göre, aynı çıkışla 8 milyon 250 bin kişiden 15 YTL aldığımızda 123
milyon yapar ki, şu andaki alınan 79 milyon YTL. Bu bakımdan da önemli.
Yine, bir başka önemi,
sosyal adalet anlayışı bakımından… Buradan gelen paranın Toplu Konut
İdaresi tarafından ihtiyaç sahiplerine ev kazandırmak adına, yılda
yaklaşık 4 bin kişiye, bir anlamda ekmek
vermek demek. Ev demek, çünkü, ekmek demek. Bu anlamda, bu faydanın
da önemli olduğunu düşünüyorum.
Yine, kendi ilimden
örnek verecek olursam. İpsala'da, Keşan'da, Edirne'de, Yenimuhacir'de,
Uzunköprü'de sosyal anlamda ihtiyacı olan fakirlere, yoksul kent
projeleriyle, fakir kent projeleriyle, toplu konut çalışmalarıyla
hizmet verilmesi, buradan gelen paralarla sağlanıyor.
O nedenle, ben, bu yasanın,
ülkemiz için gerekli, faydalı bir yasa olduğunu görüyorum. Zaten
bütün iktidar-muhalefet de bu anlamda anlaşmış durumda. Türkiye'nin
millî geliri arttıkça vergilerdeki yük azalacak. Bunun da topluma
sosyal anlamda çok büyük faydalar getireceğini düşünüyorum.
Ben, daha fazla vaktinizi
almamak için, Edirneliler adına, sınır ilimizin talepleri doğrultusunda
gerçekleşen bu tasarının ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Saygı
ve sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Budak.
Şimdi, soru-cevap kısmına
geçiyoruz.
Efendim, Sayın Tütüncü,
buyurun.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ)
- Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla Sayın Bakana bazı
sorular yöneltmek istiyorum.
Birincisi: Yurt dışına
çıkış harcı, ki, bunu biz "kelle vergisi" olarak niteliyoruz.
Bu kelle vergisi dünyada hangi ülkede uygulanıyor? Birinci sorum
bu.
İkincisi: Dört buçuk
yıldan bu yana bu kelle vergisi alınıyor, dokuza beş kala, yani iktidarınızın
sonunda böyle bir düzenleme yapmaya neden gerek gördünüz?
Üçüncü sorum ise, mevcut
uygulamanın 70-75 trilyon liralık bir gelir getirdiğini, yeni düzenlemenin
ise daha fazla bir gelir sağlayacağını, az önce AKP'den bir sözcü arkadaşımız
ifade etti. Gerçek gelir, bu uygulamadan sonra ne kadar tahmin edilmektedir?
Daha iyi anlaşılması için yineliyorum Sayın Başkan, izin verirseniz:
Şu andaki mevcut uygulamada ne kadar gelir vardır ve yasa değişikliğinden
sonra gelir artışı ne kadar beklenmektedir?
Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) -
Sayın Bakanım, çıkış harcı ne zamandan beri alınmaktadır? Yıllık ortalaması
ne kadardır? Başlangıç tarihi nedir? Miktar ne kadardır? Şu anki yasayla
15 YTL'ye düşürülüyor; buradan elde edilen gelir nereye aktarılacak?
Bugüne kadar elde edilen gelir nereye aktarılıyordu? En önemlisi,
bugünden itibaren, tasarının yasalaşmasından itibaren hangi fona
aktarılacak?
Teşekkür ederim, sağ
olun.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Buyurun Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Soru soran değerli Tütüncü'ye ve Sayın Işık'a da çok teşekkür ediyorum.
Sayın Işık'ın sorusunu
cevaplamak istiyorum öncelikle. 2001 yılında malum uygulama başlamış
bulunmaktadır. Son iki yılda, 2005 yılında 79,5 milyon YTL yahut da
79,5 trilyon, 2006 yılında da 94,7 milyon YTL yurt dışı çıkış harcı tahsilatı
gerçekleştirilmiştir. Bu son iki yılda gerçekleştirilen bu tahsilat,
doğrudan doğruya TOKİ'ye devredilmiştir. Gelir durumu düşük vatandaşlarımızın
konut sahibi olmasına yardımcı olmak amacıyla, iki yılın, 2005 ve
2006 yılının tahsilatları TOKİ'ye
devredilmiş ve orada kullanılması öngörülmüştür.
Şimdi, Sayın Tütüncü'nün
sorusuna buradan geçmek istiyorum. 2006 yılında 94,7 milyon YTL… Yüzde
10'luk bir artış öngörülmektedir, yani, 100 milyon YTL'yi geçecek bir
tahsilat öngörülmektedir.
"Başka ülkelerde
örneği var mı?" Başka ülkelerde tam bizimkine benzer bir örnek
olmayabilir, ama, çoğu ülkede de havaalanlarında buna benzer harçlar
alındığı malumdur.
Burada, tabii,
"Neden son dakikada bu kanunu çıkarma ihtiyacı duyuldu?"
Hayır, daha yasama faaliyetlerimiz devam ediyor. Meclisimiz, son
dakikaya kadar elbette yasama görevini yapma hassasiyeti içerisinde
olacak. Burada vatandaşlarımızın lehine bir durum söz konusu. Konuşmacılar
da ifade ettiler, 70 YTL olan yurt dışı harcı 15 YTL'ye indirilmektedir.
Ayrıca, yirmi üç muafiyet kaldırılmakta birkaç istisna dışında,
herkes bu genel uygulamaya tabi olacaktır. İşin bürokrasisi de son
derece hafifletilmektedir. Bilet ve makbuz suretiyle de bu harçların
tahsilatı daha kolaylaştırılacak, vatandaşa daha kolaylık sağlanacaktır.
Evet, teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
YURT DIŞINA ÇIKIŞ HARCI HAKKINDA KANUN İLE ÇEŞİTLİ
KANUNLARDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI
Yurt dışına çıkış harcı
MADDE 1- (1) Türkiye
Cumhuriyeti pasaportu ile yurt dışına çıkış yapanlardan çıkış başına
15 YTL harç alınır.
(2) Yurt dışına çıkış
harcının mükellefi, yurt dışına çıkış yapan kişilerdir.
(3) Çıkış tarihi itibarıyla
son bir yılda altı aydan fazla yurt dışında ikamet edenler ve 7 yaşını
doldurmamış olanlar ile yurt dışına ticari amaçla sefer yapan kara,
deniz, hava ve demiryolu toplu taşıma ve yük taşıma araçlarının mürettebatından
yurt dışına çıkış harcı alınmaz.
(4) Yurt dışına çıkış
harcı; kara, deniz, hava ve demiryolu toplu taşıma araçları ile gerçekleştirilen
çıkışlarda biletin düzenlendiği anda ve bilet üzerinde ayrıca
gösterilmek suretiyle bileti düzenleyenler tarafından tahsil
edilir. Harç tahsilatını yapan gerçek ya da tüzel kişiler bu şekilde
tahsil ettikleri harcı, gelir veya kurumlar vergisi bakımından
bağlı oldukları vergi dairesine bir beyanname ile bildirmek ve beyanname
verme süresini takip eden üç gün içinde ödemekle yükümlüdürler. Beyannameler,
her ayın bir ila onbeşinci ve onaltı ila sonuncu günlerine ait iki dönem
için ayrı ayrı düzenlenir ve her ayın onbeşinci ve sonuncu gününü
takip eden yedi gün içinde ilgili vergi dairesine verilir.
(5) Yurt dışında düzenlenen
biletlere ilişkin vergi sorumluluğu, taşımayı yapan firmalara
aittir.
(6) Biletin çıkış yapılmadan
önce iptal edilmesi durumunda, tahsil edilen harç iade edilir.
(7) Bilet düzenlenmeyen
durumlarda harç, makbuz mukabili tahsil edilir.
(8) Bu Kanun hükümlerine
göre ödenen harç, katma değer vergisi matrahının hesabında dikkate
alınmaz.
(9) Gelir İdaresi Başkanlığı;
harca tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu
tutmaya, harca ilişkin beyan dönemlerini, tahsilat tutarına bağlı
olarak, aylık ya da üçer aylık dönemler itibarıyla tespit etmeye,
harcın iadesine ve makbuz mukabili tahsiline ilişkin usul ve esaslar
ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye
yetkilidir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu
adına Gaziantep Milletvekili Sayın Ömer Abuşoğlu. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi, partim adına saygıyla selamlıyorum.
Aslında bu madde üzerinde
konuşmak arzum, konuşmak talebim söz konusu değildi, ama, iktidar
partisi sözcülerinin burada dile getirdikleri görüşler doğrultusunda
mutlak surette bazı hususları açıklığa kavuşturmak ve özellikle
de sizi halka şikâyet etmek üzere buradayım. Sizi halka şikâyet etmek
üzere buradayım, niçin? Ben söylemiyorum, iktidar partisi sözcüsü
Sayın Budak söyledi: "Bu yeni düzenlemeyle, eskiden 75 milyon
topluyorduk, şimdi 125 milyon toplar hâle geldik." İnsafınız kurusun
desem yeri. Bir taraftan işsizlik, bir taraftan gelir dağılımı adaletsizliği,
bir taraftan 17 milyon sayısına varan yeşil kart, bir taraftan dağıtılan
kömür, bir taraftan dağıtılan erzak -halkımız bunlara muhtaç- bir taraftan
da eskiden 75 milyon toplarken, şimdi 125 milyon lira toplamaya yönelik
bir vergi düzenlemesi. Bu mu adalet? Bu mu "Adalet ve Kalkınma"nın
içindeki adalet anlayışınız? Ayrıca, iktidar partisi sözcüleri
şunu ifade ediyor: "Kişi başına gelir 2.500 dolardan 5 bin dolara,
5 bin dolardan da 10 bin dolara çıkınca bu vergiler yavaş yavaş kalkacak."
Bu vergilerin özü ve esası nedir, öncelikle ona bakalım.
Benden önce konuşan
gerek Anavatan Partisi ve gerekse de CHP sözcüsü ifade etti, bu vergi,
yurt dışına çıkış harcı veya yurt dışına çıkış vergisi adı altında
zaman zaman uygulanan bu verginin esası, ekonomik kriz dönemlerinde
döviz krizine, dış ödeme güçlüğüne düşen ülkenin yurt dışına döviz
çıkışlarını kısıtlamak ve sınırlandırmak ve bir de yurt dışına çıkan
varlıklı kişilerden gelir elde etmek üzere düzenlediği ve uyguladığı
bir vergi.
İlk uygulamaya konduğu
yıl 78'den bu yana Türkiye'de zenginleşme apaçık ve bariz, ortada.
78'den bu yana bu verginin kaldırılması gerekirken, sizin iktidarınız
sayesinde bu vergi giderek yaygınlaştırılıyor. Eskiden vergi mükellefi
olmayan kişi de artık vergi mükellefi konumuna getiriliyor. Bu
mu vergi adaleti?
Zaten, halkımız dünyada
düşük gelir gruplarından. En yüksek düzeyde vergi alan ülkelerin başında
geliyoruz. Bu yetmiyormuş gibi bir de Almanya'daki oğlunun, kızının,
torununun hasretiyle yaşayan ve Almanya'ya hasbelkader bir seyahat
imkânı bulan kişiden siz tutup 15 YTL de ilave bir vergi alacaksınız.
Hani ülke zenginleşiyordu
sizin sayenizde! 2.500 dolardan, kişi başına gelir, 5 bin dolara
çıkmıştı! Hani ekonomik kriz giderek Türkiye'den uzaklaşıyordu! Öyleyse,
kriz dönemlerinde konan bu vergiyi siz niçin hâlâ yaygınlaştırmak
ve halkın cebinden aldığınız parayı 75'ten 125'e çıkaracak bir uygulamayı
niçin getiriyorsunuz? Bırakınız olduğu yerde kalsın, 75 milyon lira
ödemeye devam etsin.
Siz, yetmiyormuş gibi
bu 75 milyon lira, varlıklı kişilerin ödediği bu 75 milyon lirayı
görev gereği yurt dışına çıkan memurdan da alacaksınız, tedavi
için yurt dışına gidecek hastadan da alacaksınız. Velhasıl "kelle
vergisi" adı altındaki bu vergiyi, "ödeme gücü var mı yok
mu"suna bakmadan her önünüze gelenden bunu alacaksınız.
Üstelik de bu verginin
sorumlusu kim? Yurt dışına seyahati düzenleyen, yurt dışına seyahate
aracılık eden acenteler, bilet kesenler. Siz, devlete gelir olsun diye
topladığınız bu verginin, iki üç aylık -muhtemelen- dönemler hâlinde
maliyeye ödenmesini sağlayacaksınız ve bu iki üç aylık dönem içerisinde
de mutlak surette bunların finansmanını sağlayacak. Bunları dile
getirmeyelim mi, bu yanlışları?
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
- Getirdin, tamam, Allah razı olsun!
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Bu halk, vergi ödemekten bıktı. Maliye Bakanı, kalkıp her konuşmasında
diyor ki: "Biz, vergi tahsilatını artırdık." Bugüne kadar,
dünyanın hiçbir ülkesinde, vergi tahsilatını, vergi gelirlerini
artırdığını, giderek vergileri ağırlaştırdığını, üzerine basa
basa, bir hünermiş gibi, iftihar ederek söyleyen bir Maliye Bakanı
sadece bizde var.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Baskı ve tehditle alıyorlar zaten.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Yeter artık, bu milletin vergi diye…
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Vergiler azaldı.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- …yurt dışına çıkış vergisi adı altında, katma değer vergisi adı altında
vergiler, neresi azaldı? Bulgurdan hâlâ yüzde 8 katma değer vergisi
alıyorsunuz.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - İlaçta kaç?
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Allah'tan korkun, bulguru kim yiyor? Madem düşüreceksiniz, madem
vergileri indiriyorsunuz, indirin bakalım şu bulgurdaki KDV'yi
yüzde 1'e, fakir fukara sevinsin.
NİYAZİ PAKYÜREK (Bursa)
- Bir dahaki sefere.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- 1 milyon liraya aldığı bulguru 900 bine alır hâle gelsin.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum)
- Gelecek… Gelecek…
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Alnınızı karışlarım sizin, ama, yapamazsınız. Sizin literatürünüzde,
sizin lügatinizde, fakire katkı yapacak herhangi bir uygulama
söz konusu değil. Sadece ne yaparsınız biliyor musunuz, kurumlar
vergisini, üçte 1 oranında, yüzde 30 oranında indirirsiniz. Kime
yarar bu? Hariri'ye yarar.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Zengine…
ALİ KEMAL DEVECİLER
(Balıkesir) - Ofer'e yarar, Ofer'e!
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Telekom'u sattınız, arkasından, Hariri'ye yılda 500 milyon YTL ilave
gelir imkânı sağlayacak kurumlar vergisi düzenlemesi yaptınız. Ben
mi yaptım bunu, muhalefet mi yaptı, muhalefetin teklifi üzerine
mi yaptınız? Ama, Hariri'ye, sen al Türk Telekom'u, biz sana nasıl olsa
vergi indirimini uygulayacağız iki ay sonra dediniz ve Hariri'nin
ödediği, Telekom'a ödediği paranın tamamını, her yıl 500 milyon lira
ona yeni ilave gelir imkânı sağlayarak on senede amorti etme imkânı
sağladınız.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Ev telefonlarına zam yaptılar zaten.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- Telekom'dan söz açılmışken, söyleyecek o kadar çok şey var ki! Sabit
ücret meselesi. Yurt içi, yurt dışı telefon görüşmelerinin aynı fiyata
indirilmesi. Güya siz ne yaptınız? Özelleştirdiniz, rekabete açık
hâle getirdiniz; satın alan yabancılar da Türk milletinin cebinden
her seferinde biraz daha almak, biraz daha kaçırmak noktasında birbirleriyle
yarışır hâle geldiler. Bu mu sizin adaletiniz? Bu mu sizin öğrenegeldiğiniz?
Adil düzenden öğrendiğiniz adalet anlayışı bu mu?
Sayın Erbakan Hoca'nın
sizin bu uygulamalarınızı gördükçe içi cız ediyordur, size siyaset
noktasında, nasıl olup da bu icazeti verdiği noktasında herhâlde pişmanlık
duyuyordur.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR
(Kütahya) - Anavatan Partisinin koyduğu vergileri AK Parti indiriyor.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- O bakımdan, öncelikle, adil olmak noktasında, toplumun her kesimine
adaletle yaklaşmak noktasındaki ilkeden ve prensipten taviz vermeyiniz.
Aksi takdirde, bu milletin geçmiş iktidarlara yaptığı gibi size
de vuracağı şamar, sizin feleğinizin şaşmasına yeterli olacaktır.
Geçmiş iktidarlara verilen dersten yeteri kadar ders çıkarmayanlar…
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
- Şamarı vurdun, yeter!
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla)
- …geçmiş iktidarlardan daha kötü, daha rezil duruma düşmeye müstahaktır
der, hepinize saygılar sunarım. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Abuşoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Adana Milletvekili Sayın Kemal Sağ.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA KEMAL
SAĞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1347 sıra sayılı
Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; özellikle son zamanlarda AKP Hükûmetinin hazırlayarak
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu tasarıların genel gerekçelerini
okumanın bile, gündemde neyin tartışılacağını ve sonuca bağlanarak
kanunlaşacağını bilmek açısından son derece öğretici olduğunu
düşünüyorum. Zira, AKP Hükûmetinin halka rağmen sürdürdüğü politikaların
tek tek kanunlar bazında somutlaştığı ve mızrağın çuvala sığmadığı
yerler, genellikle Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmekte
olan tasarıların genel gerekçeleri olmaktadır. İşte, üzerinde konuşmakta
olduğumuz Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Yasa Tasarısı da bunlardan
birisi durumundadır.
Sayın Başkanım, konuşmam
mı gerekiyor, dinlemem mi gerekiyor acaba?
BAŞKAN - Sayın Sağ,
siz Genel Kurula hitap edin.
Arkadaşlar, Sayın Hatibi
dinleyelim. Doğru, Genel Kurulda uğultu var.
KEMAL SAĞ (Devamla) -
Genelde konuşmacıları dinleseler belki bazı şeyleri öğrenme şansını
yakalayacaklar, ama, dinlememekte ısrar ediyorlar.
Yurt dışına çıkış harcı
hakkında Hükûmet tarafından hazırlanan bu kanun tasarısının kanunlaşması
hâlinde, 70 YTL olan yurt dışı çıkış harcı 15 YTL'ye indirilmiş olacaktır.
Bildiğiniz gibi, yurt dışına çıkış harcının tarihi 70'lere kadar
uzanır. O yıllarda, dış seyahat harcamaları vergisi uygulanmaktaydı.
80'li yıllarda bu vergi kaldırıldı ve yerine Toplu Konut Fonu getirildi.
2001 yılına kadar devam eden bu uygulama, yurt dışına çıkış harcı uygulamasıyla
son buldu. Hâlihazırda, yurt dışına çıkış harcı, yurt dışına çıkış
kapılarında bulunan gümrük saymanlıklarınca, saymanlık bulunmayan
yerlerde ise Emniyet Genel Müdürlüğü mensuplarınca, sayman mutemetleri
adına tahsil edilmektedir. Mevcut uygulamada, yurt dışına çıkış
harcından muaf tutulacak olanlar Bakanlar Kurulunca belirlenmektedir.
Başlangıçta on beş konuda muafiyet düşünülmüş iken, bugün bu muafiyet
sayısı yirmi üçe çıkarılmıştır. Son üç yılın verileri incelendiğinde,
pasaportla yurt dışına çıkış yapanlardan yaklaşık olarak 2003 yılında
yüzde 15'inin, 2004 yılında yüzde 13'ünün ve 2005 yılında yüzde 14'ünün
bu harcı ödediği, yurt dışına çıkan insanların ortalama yüzde
85'inin ise bu harcı ödemediği görülmektedir.
Harç tutarının nispeten
yüksek belirlenmiş olması, ödeme prosedüründe yaşanan sorunlar
ile muafiyet uygulaması ve bürokratik işlemler dolayısıyla yaşanan
olumsuzluklar, yasanın gözden geçirilmesi ve yeni düzenleme yapılmasını
şart kılmıştır. Bu düzenlemeyle, Türkiye Cumhuriyeti pasaportu
taşıyan ve yurt dışına çıkış yapanlar söz konusu harcın mükellefi
olacaklar ve yurt dışına her çıkış için 15 YTL ödeyeceklerdir. Yurt dışına
çıkanlar bu harcın mükellefi olacaktır. Çıkış tarihi itibarıyla
son bir yılda altı aydan fazla yurt dışında ikamet edenler ve yedi yaşını
doldurmamış olanlar ile yurt dışına ticari amaçla sefer yapan kara,
deniz, hava ve demir yolu toplu taşıma ve yük taşıma araçlarının mürettebatından
bu harç alınmayacaktır.
Yurt dışına çıkış harcı,
kara, deniz, hava ve demir yolu toplu taşıma araçlarıyla gerçekleştirilen
çıkışlarda biletin düzenlendiği anda ve bilet üzerinde ayrıca
gösterilmek üzere bileti düzenleyenler tarafından tahsil edilecektir.
Tahsilatlar, beyannameyle, bağlı bulunulan vergi dairesine beyan
edilip ödenecektir. Yurt dışına görevli olarak çıkan kamu görevlilerine
ise bu harç devlet tarafından ödenecek. "Alınmayacak." deniliyor
ama, aslında alınacak, ama, devlet tarafından tekrar ödenecektir.
Bu hususlar eski ve
yeni düzenlemelerin mukayesesiyle ortaya çıkan sonuçlardır. Ama,
genel gerekçe ile madde gerekçesinin karşılaştırılarak daha yakından
bakılması hâlinde, aslında, bu düzenlemenin harç tutarının indirilmesi
yoluyla harç ödemek durumunda olan yurttaşlarımız lehine bir hüküm
içeriyor gibi görünmesine rağmen, muafiyet sınırlarının ciddi biçimde
daraltılarak harç gelirlerinin artırılmasını hedeflediği açıktır.
Hükûmet bu düzenleme ile uygulamanın dışında bıraktığı kimi yurttaşları
bir başka düzenleme ile uygulama kapsamına almaktadır, hepsi bu.
Oysa, gönül isterdi
ki, Avrupa Birliğine tam üyelik yolunda ilerleyen ülkemiz, Birlik
üyesi ülkelerle aynı doğrultuda bir düzenleme yaparak kendi yurttaşlarından
bu harcı tahsil etmesin. Yine, gönül isterdi ki, Anayasa'mızın 23'üncü
maddesinde "Yerleşme ve seyahat hürriyeti" başlığı ile düzenlenmiş
olan ve sadece vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması
sebebiyle hiçbir şekilde sınırlanmayacağı belirtilen vatandaşın
yurt dışına çıkma hürriyetinin mali sebeple de olsa sınırlanamayacağı
bir düzenleme yapılsın ve gönül isterdi ki, Batılı ülke yurttaşlarından
uygar ve modern bir yaşamı görme ve isteme bakımından hiçbir eksiği
olmayan Türkiye Cumhuriyeti'nin saygın yurttaşları, sadece yurt
dışına çıkıyor ve bu isteklerine uygun bir seyahat tercihinde bulunuyor
diye harca tabi bir mükellef -tabir biraz kaba, ama, mazur görürseniz-
"yolunacak kaz" gibi değerlendirilmesin. Yani, gönül isterdi
ki, artık bu harçlar tamamen kaldırılsın ve vatandaşımız bu eziyetten
kurtulsun.
Peki, siz ne diyordunuz?
"Ekonomi her yönden iyi durumda" demiyor muydunuz? "Millî
gelir şöyle arttı, enflasyon şöyle düştü, gayrisafi millî hasıla
şöyle arttı" demiyor muydunuz? "Bütçe artık açık değil fazla
veriyor" demiyor muydunuz? Vatandaş, hangi sözünüze inanacağını
şaşırıyor doğrusu. Eğer, bu sözleriniz doğruysa, yurt dışı harcını
neden tamamen kaldırmıyorsunuz? Eğer, sözleriniz doğru değilse,
bu harcın miktarını neden azaltıyorsunuz, söyler misiniz?
SERACETTİN KARAYAĞIZ
(Muş) - Kaldırsak ona da itiraz edeceksiniz.
KEMAL SAĞ (Devamla) -
İzahatı siz yapın beyefendi.
Son bir soruyla konuşmamı
tamamlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
bu harç zamanında neden 70 YTL olarak alınıyordu ve şimdi neden 15
YTL? Neden 25 değil de, 15 veya başka bir rakam değil? Acaba, bu rakamı
neye göre hesap ettiniz, ben merak ediyorum doğrusu. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
70 dolar alan biz değiliz
beyefendi. İnşallah gelirsek, ne alacağımızı görürsünüz.
Sözlerimi tamamlarken,
AKP Hükûmetinin mükellef yaptığı bireylerin, yine ve yeniden Türkiye
Cumhuriyeti'nin saygın yurttaşları olduğunu hatırladığı yarınlar
temenni ederken, tüm kadınlarımızın yarınki Kadınlar Günü'nü en içten
dileklerimle kutluyor, onlara mutluluk ve esenlikler diliyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Sağ.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremizin bitmesine çok az bir zaman kalmıştır. Bu nedenle, kanun tasarı ve tekliflerini…
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Önerge vardı.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin)
- Madde oylandı Sayın Başkan.
BAŞKAN - Madde kabul
edildi yani, önerge gelmedi bize.
Tekriri müzakere talebiniz
olabilir, çünkü ben oyladım. Bana gelmiş bir önerge yok.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, bu sizden bize geldi.
BAŞKAN - Benden gelmedi.
Kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 8 Mart 2007 Perşembe günü, alınan karar gereğince
saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
İyi geceler diliyorum.
Kapanma Saati: 21.55