DÖNEM: 22 CİLT: 146 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
60’ıncı Birleşim
7 Şubat 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMA
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1.- Bursa Milletvekili Ali Dinçer'in, organ bağışının
önemine, organ nakli bekleyen hastaların sorunlarının çözümü
için yapılması gerekenlere ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın,
laik devlet ilkesi ve laiklik kavramının anlamına ilişkin gündem
dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı
3.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, tarımsal
kalkınma kooperatiflerine destek uygulamalarının etkilerine
ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet
Mehdi Eker'in cevabı
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- 17/1/2007 tarihli ve 5574 sayılı Türk Petrol Kanunu'nun
bazı maddelerinin, bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1202)
C) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden İspanya Temsilciler
Meclisi Başkan Vekili ve İspanya-Türkiye Parlamentolararası
Dostluk Grubu Başkanı Ignacio Gil Lazaro ve beraberindeki heyete
Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve
İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030)
(S. Sayısı: 904)
3.- Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin
Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı
San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/1226) (S. Sayısı: 1247)
VI. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Kocaeli Milletvekili Salih GÜN'ün, Yalova'daki
deniz dolgusu çalışmalarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Osman PEPE'nin cevabı (7/19854)
2.- Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, İstanbul'da
SHÇEK'e ait bir arazinin devredildiği iddiasına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun
cevabı (7/19863)
3.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, TEDAŞ'a
elektrik borcu olan kurum ve kuruluşlara ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/19888)
4.- Manisa Milletvekili Ufuk ÖZKAN'ın, TBMM 2007
ajandasına ilişkin Meclis Başkanından sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/20041)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum
yaptı.
Uşak Milletvekili Alim Tunç, Dünya Kanser Haftası
münasebetiyle, bu hastalıkla mücadelede erken tanının önemine
ve organ bağışı konusunda karşılaşılan sıkıntılara ilişkin gündem
dışı bir konuşma yaptı.
İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen'in, İstanbul
başta olmak üzere, Ankara ve İzmir'deki trafik cezası uygulamalarına
ve İstanbul'un trafik sorununa,
Sivas Milletvekili Selami Uzun'un, gazeteci
Hrant Dink cinayetinden sonra yaşanan olayların kamuoyuna yansımalarına
ve yaratılan bilgi kirliliğinin olumsuz etkilerine,
İlişkin gündem dışı konuşmalarına, İçişleri Bakanı
Abdülkadir Aksu cevap verdi.
Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt ve 21 milletvekilinin,
Bursa'nın Keles ilçesinde kurulması düşünülen termik santral konusunda
(10/419),
Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 21 milletvekilinin,
trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak, öncelikle kara
noktalarda olmak üzere kara yolları güvenliği konusunda alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla (10/420),
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacakları ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı
açıklandı.
Hırvatistan Parlamentosu Başkanı Vladimir Şeks
ve beraberindeki Parlamento heyetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
konuğu olarak, resmî temaslarda bulunmak üzere, ülkemizi ziyaretinin
uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento
heyetinin temas ve görüşmelerde bulunmak üzere ABD'ye gitmesine,
İsveç Parlamentosu Dışişleri Komitesi Başkanının
TBMM Dışişleri Komisyonu heyetini İsveç'e davetine icabet edilmesine,
İlişkin Başkanlık tezkerelerinin,
Genel Kurulun 13/2/2007 Salı günkü birleşiminde,
gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmının 286'ncı sırasında yer alan (10/351),
338'inci sırasında yer alan (10/399) ile 356'ncı sırasında yer alan
(10/417) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin birleştirilerek
görüşülmesine, bu görüşmelerden sonra 299'uncu sırasında yer alan
(10/365) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşülmesine
ve bu birleşimde çalışma süresinin (10/365) esas numaralı Meclis
araştırması önergesinin ön görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
uzatılmasına; 13/2/2007 Salı ve 14/2/2007 Çarşamba günkü birleşimlerinde
sözlü soruların görüşülmemesine, 14/2/2007 Çarşamba ve 15/2/2007
Perşembe günleri 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine
ilişkin CHP Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra,
Kabul edildiği açıklandı.
İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz, Malatya Milletvekili
Süleyman Sarıbaş'ın, konuşmasında, Grubuna sataştığı iddiasıyla
bir açıklamada bulundu.
Zonguldak Milletvekili Harun Akın'ın, Zonguldak
İlinde Beycuma Adında Yeni Bir İlçe Kurulmasına Dair (2/701),
Ankara Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun,
Fındık Üreticisinin Korunması ve Fındık İçin Devlet Politikası
Oluşturulması ile İlgili (2/849),
Kanun Tekliflerinin İç Tüzük'ün 37'nci maddesine
göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edilmedikleri açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının:
1'inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden,
2'nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı'nın (1/1030) (S. Sayısı:
904) görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından,
Ertelendi.
3'üncü
sırasında bulunan, Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin
Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı
San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı'nın (1/1226) (S. Sayısı: 1247), görüşmelerine
devam olunarak 2'nci maddesine kadar kabul edildi; 2'nci madde üzerinde
bir süre görüşüldü.
7 Şubat 2007 Çarşamba günü, alınan karar gereğince
saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 20.01'de son verildi.
Sadık Yakut
Başkan
Vekili
|
Harun Tüfekci |
Türkân
Miçooğulları |
|
|
İzmir |
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
No.: 79
II. - GELEN KÂĞITLAR
7 Şubat 2007 Çarşamba
Cumhurbaşkanınca
Geri Gönderilen Kanun
1.-
17.1.2007 Tarihli ve 5574 Sayılı Türk Petrol Kanunu ve Anayasanın 89
uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/1301) (Anayasa ile Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 6.2.2007)
Teklifler
1.-
Kırklareli Milletvekili Mehmet S. Kesimoğlu ve 43 Milletvekilinin;
3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa Bir Madde Eklenmesi Hakkında
Kanun Teklifi (2/943) (İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31.1.2007)
2.-
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; 12.9.1960 Tarihli ve 80 Sayılı Kanun
ile 24.6.1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/944) ( İçişleri Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1.2.2007)
3.-
Bursa Milletvekilleri Faruk Çelik ve Mustafa Dündar'ın; Toplu Konut
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/945) (Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 1.2.2007)
4.-
Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün'ün; Avda ve Sporda Kullanılan Tüfekler,
Nişan Tabancaları ve Av Bıçaklarının Yapımı, Alımı, Satımı ve Bulundurulmasına
Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/946)
(Adalet ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
1.2.2007)
7 Şubat 2007 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
14.04
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram
ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60'ıncı Birleşimi'ni açıyorum.
III. - Y O K L A M A
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için beş dakika süre veriyorum. Sayın
milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını
bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama
pusulalarını, görevli personel aracılığıyla beş dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline
gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, organ bağışı konusunda ve
sağlık sorunlarıyla ilgili söz isteyen, Bursa Milletvekili Ali
Dinçer'e aittir.
Buyurun Sayın Dinçer. (Alkışlar)
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
1.-
ALİ
DİNÇER (
Öncelikle,
rahatsızlığım sırasında yakın ilgi gösteren, başta Sayın Cumhurbaşkanımız
olmak üzere, Meclis Başkanımıza, Başbakanımıza, Kabine üyelerine,
tüm değerli milletvekili arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum,
sağ olun. (Alkışlar)
Bir
teşekkür borcum da… Ben, rastlantı eseri, 1954'te Ankara'ya geldiğimde
ilk defa Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine gitmiştim.
Son tedavilerimi de orada oldum. Çağdaş, demokratik, laik Türkiye
Cumhuriyeti'ni kuran Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına ne kadar
teşekkür etsek az. O müesseseleri çağdaş cumhuriyet gerçekleştirdi.
Ben, o müesseselerden, dünyada görülebilecek en üst düzey sağlık
hizmetini aldım; son derece riskli bir operasyonu başarıyla gerçekleştirdiler.
Tekrar tekrar ruhları şad olsun.
Şimdi,
tabii, teşekkür etmekle birlikte, bu olay üzerine benim üzerime bir
görev düştü. Damdan düşen damdan düşenin hâlinden anlar misali, bire
bir yaşayınca organ nakli olayının ne kadar önemli olduğunu, ne kadar
hayati önemi haiz olduğunu da gördüm.
Ben, 22 Aralıkta karaciğer nakli oldum. Allah rahmet
eylesin, organlarını aldığım Hasan Saka kardeşimize; onun annesine,
babasına tekrar teşekkür ediyorum. Benim arkamdan, yılbaşı ve bayram
tatili süresi içinde durmadı Ankara Üniversitesi, 4 karaciğer
nakli daha yaptı, çok sayıda böbrek nakli yaptı. Hatta, Arnavutluk
Hükûmeti ile Türk Hükûmeti arasında yapılan anlaşma gereği, Arnavutluk'tan
gelen hastaların böbrek nakillerini de, 20'ye yakın hastanın böbrek
naklini de yine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi yaptı.
Çoğuyla birlikte olduk, aynı mekânlarda kalıyorduk.
Hepsinin hikâyelerini biliyorum. Karaciğer nakli olan, on yıldır
bekleyen genç bir kız… Eskişehirli bir emekli tır şoförünün kızı. On
yıldır bekleyen, son günlerini sayan bir polis memuru… Yirmi yıldır
şekerden ve böbrek yetmezliğinden şikâyetçi, Kastamonu Defterdarlığında
bir müstahdem. Ona, hem böbrek nakli hem pankreas nakli yapıldı başarılı
bir şekilde. Trabzonlu bir şoför… Van Belediyesinde çalışan Diyarbakırlı
bir inşaat mühendisi kardeşimiz… Hepsi sıradan insanlar, sade insanlar,
bizim insanlarımız.
Türkiye'de organ nakliyle ilgili çok ciddi kadrolar
gelişmiş, gördüm. İlk organ naklini yapan, ilk karaciğer naklini yapan
Ankara Üniversitesi bu konuda da öncülük yapıyor, yapmaya devam
ediyor. Daha başka pek çok, tıp fakültesine, ihtisas hastanesine
bu kaynaktan eleman yetiştirilmesi mümkün, kadronun zenginleştirilmesi
mümkün. Artık Amerika'da uzun yıllar çalışmış olan, başka ülkelerde
çalışmış olan başarılı organ nakli cerrahlarımız da Türkiye'ye dönüyorlar.
Hemen hemen çoğu
özel sektörde görev alıyor. O da gerekli. Çünkü, imkânı olup da özel sektörde
bu organ naklini olacaklar da olurlar, parasını verirler. Yurt dışından,
yine imkânı olanlar, daha uygun koşullarda, Batı ülkelerine gideceklerine
Türkiye'ye gelirler, özellikle komşu ülkeler. Yine, bu özel sağlık
kurumları onlara hizmet eder; ama, önemli olan, benim organ nakli olduğum
yerdeki hizmet. Size kısa bilançoyu verdim, şöyle maksimum bir
aylık bilanço. Hepsi sade vatandaşlar ve böyle yüz binlerce insanımız,
dar gelirli…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dinçer, buyurun.
ALİ DİNÇER (Devamla) - Dar gelirli yüz binlerce insanımız
organ nakli bekliyor. 40 bine yakın insanımız sosyal güvenlik kurumlarının
güvencesiyle her hafta gidip böbrek diyaliz makinesine giriyorlar,
iki defa, üç defa; büyük eziyet çekiyorlar. Bunu on yıldır, on beş yıldır
yapanlar var ve bu diyaliz sistemi de çok pahalı. Yani, 40 bine yakın,
diyalize ulaşabilen yurttaşımızın maliyeti, diyaliz masrafı,
ithal masrafı 1 milyar avrodan fazla. Bir de ulaşamayan bir o kadar
yurttaşımızı düşünün. Yani, yüz binlerce insanımızı ilgilendiriyor.
Türkiye ölçeğinde bir ülkede yılda en az 5-6 bin karaciğer nakli yapılması
gerekiyor; ama, yılda toplam organ bağışı miktarı 140'ı geçmiyor. Bu
sorunun çözülmesi gerekiyor, hem Türkiye'deki yurttaşlarımıza,
insanlarımıza, ihtiyacı olanlara katkı açısından, sağlık getirmek
açısından hem de Türkiye'nin bir bölge gücü olarak komşu ülkelere bu
alanda hizmet verebilmesi açısından. Arnavutluk'a şimdi Ankara
Üniversitesi kanalıyla hizmet veriliyor, iki ülke arasında yapılan
anlaşmayla. Bu, aslında çoğaltılabilir. Bütün Balkan ülkeleri,
özellikle Karadeniz ülkeleri, Kafkas ülkeleri, Orta Doğu ülkeleri,
komşu ülkeler bizim hinterlandımızda Türkiye'nin imkânlarından yararlanabilirler.
Bunun için güçlü bir organ nakli kurumu kurmak gerekiyor. Bunu yasalaştırmak
inşallah bize nasip olur. Bu kurumun ciddi bir bütçesi olmalı. Özellikle
beyin ölümü gerçekleştikten sonra nakledilecek organların ilgili
hastaneden nakil bölgesine aktarılması bile sorun. Bunun çözümü
gerekir merkezî olarak ve ağırlıklı olarak da, yüzde 90'ıyla, belki
daha fazlasıyla dar gelirli insanlarımıza, imkânı olmayan insanlarımıza
hizmet eden tıp fakültesi hastaneleri, özel ihtisas hastaneleri,
yüksek ihtisas hastaneleri, kamu kurumları desteklenmeli bu bütçeden.
Özel sektör sorunu çözebilir, ama, burada pahalı bir iş bu, ama yurt
dışıyla kıyasladığınız zaman misli misli ucuz, ekonomiye ucuz geliyor.
Bunların desteklenmesi gerekiyor, çünkü, şu anda sosyal güvenlik
kurumlarının verdiği paralar yeterli değil ve bu kurumun yönetiminde
özellikle organ naklini yapan "Genel Cerrahi Uzmanları Derneği"
gibi sivil toplum kurumları da yer almalı.
Bu kurumla birlikte, tabii, organ bağışı konusunu
da çözmek gerekiyor. Bu konuda en başarılı olan Belçika gibi, İspanya
gibi ülkelerin mevzuatını incelemeye başladım ben. Belçika'da bu
iş çok sadeleştirilmiş, aynı bizim askerlik mükellefiyetimiz gibi.
Askere gideceğimiz zaman, ne bizden ne anamızdan babamızdan muvafakat
istenmiyor, vatan görevi diyoruz, millet görevi diyoruz hepimiz
gidiyoruz. Yüz binlerce insanı doğrudan, yakınlarıyla birlikte
milyonlarca yurttaşımızı ilgilendiren bu olayda halkımızın sağlığını
gözlemek, kollamak da bir vatan görevi.
Belçika modelinde olduğu gibi, sadece organ bağışı
yapmak istemeyen insan dilekçe yazıyor, başvuruyor, onun dışındakiler,
otomatik, organ bağışını beyin ölümü gerçekleştiği zaman yapma durumundalar.
Böyle, dilekçeyle başvuranların sayısı yüzde 2; yani, Belçika nüfusunun
yüzde 98'i, beyin ölümü gerçekleştiği zaman organlarını bağışlıyor
ve orada artık organ bağışı gibi bir sorun söz konusu olmuyor, organ
nakline ihtiyacı olan tüm yurttaşlar bu organı bulabiliyorlar. Bu,
son derece insani bir görev, son derece ülke yararına, insanlık yararına
bir iş. Böylesine hızlı yürüyen, etkin ve sade bir sistemi hep birlikte
geliştirmemiz ve onu kısa süre içinde yasalaştırmamızda büyük yarar
görüyorum.
Tekrar… Bütün arkadaşlarım yakından ilgilendiler,
hepsinin adını aldım, fakat, ben can pazarındaydım, karşılık vermem
mümkün değildi sağlık dileklerinize. Şimdi bir fırsat buldum; tekrar,
siz değerli milletvekili arkadaşlarıma gösterdiğiniz yakın ilgiden
dolayı çok teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Dinçer.
Gündem dışı ikinci söz, laik devlet ilkesi hakkında
söz isteyen Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'a aittir.
Buyurun Sayın Yalçınbayır. (Alkışlar)
2.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, laik devlet ilkesi
ve laiklik kavramının anlamına ilişkin gündem dışı konuşması ve
Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; söz aldığım konuya girmeden önce, Bursa Milletvekilimiz,
Meclis Başkan Vekilimiz Değerli Ali Dinçer'i aramızda görmekten son
derece mutlu olduğumuzu belirtiyorum, kendilerine geçmiş olsun
diyorum, verdiği mesajı da herhâlde tüm milletimiz almıştır, kurumlarımız
almıştır diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, 5 Şubat 1937 tarihinde,
Malatya Mebusu İsmet İnönü ve 153 arkadaşının vermiş olduğu Anayasa
değişiklik teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşüldü ve
1924 Anayasası'nın 2'nci maddesi değiştirildi ve 2'nci maddeye, o dönem
tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisinin altı oku ve bunların arasında
da laiklik ilkesi Anayasa'ya geçmiş oldu.
Türkiye Cumhuriyeti, devletin laik olması ilkesi
üzerine kuruldu. 1921 Anayasası'na baktığımızda, 1924 Anayasası'na
baktığımızda ve diğer süreçlerde bir dizi devrim kanunlarıyla bugünlere
gelindi. Laiklik kavramı üzerinde çok konuşuldu, binlerce eser yazıldı
ve hâlâ konuşuluyor. Böylesine önemli bir konunun beş dakika içinde
anlatılabilmesi fevkalade zor. Bu zorluğu dikkate alarak ve söylediklerimin
yetersiz olduğunu da bilerek aşağıdaki hususları arz etmek istiyorum:
Laiklik
kavramının sözlük anlamı üzerinde genellikle çok belirgin bir anlaşmazlık
yok, ama kapsam ve toplumsal uygulaması açısından çok değişik yorumlara
yol açtığı gözleniyor. Batı sözlükleri laikliği genel olarak
"din ve ruhbanlıkla ilgisi olmayan" diye tanımlar; ama, laiklik,
ne dine karşı bir husumettir ne dinsizliktir
ne din düşmanlığıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Laiklik, dinî değil
hukuki bir kavramdır. Hukuki açıdan laiklik -belki kısaca bunları
açmak gerekir- genel olarak din işleriyle dünya işlerini ayıran
bir rejimdir. Laiklik ilkesiyle, dinin, siyasi ve hukuki bir
güç olması engellenir. Laik devlet, herkesin inancına saygılı, ama
din hususunda tarafsızdır. Laiklik, özgürlük ve barışın teminatıdır.
Böyle bir ilkedir. Özgürlükler ve demokrasi laiklikle güvence altına
alınmıştır. Laiklik, devletin dinsel kurallara göre yapılandırılmamasını,
aklın ve bilimin devlet ve toplum yaşamında egemen kılınmasını, kanun
önünde eşitliği ve bireyin saygı görmesini öngören bir yaşam biçimidir;
devletin, sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin
kısmen de olsa din kurallarına dayandırılmamasıdır.
Her ülkeye göre laiklik incelenmelidir.
1921-1924 Anayasaları, kademe kademe birçok devrim kanunlarını çıkararak
bugünlere gelmiştir ve Anayasa'mızın başlangıcında laiklik ilkesinin
gereği, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılamayacağı öngörülmüştür ve Anayasa'nın genel esasları
içinde, cumhuriyetin nitelikleri içinde laiklik önemli bir yer tutmaktadır
ve laiklik ilkesi, hepimizin bildiği gibi, değiştirilemeyecek
hükümler arasındadır. Devletin temel amaç ve görevleri de cumhuriyeti
ve bunun niteliklerini korumaktır.
Kanun önünde eşitlik, demokrasinin vazgeçilmez
ilkelerinden biridir ve buraya bakıldığında, herkes dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri
sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Devlet organları
ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun hareket etmek zorundadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, buyurun. Toparlar mısınız
lütfen.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Temel hak ve özgürlüklerle
ilgili, temel haklar ve ödevlerle ilgili, Anayasa'ya bakıldığında
din ve vicdan özgürlüğünün yer aldığını, ancak, sadece bunun laiklikle
ilgili olmadığını görürüz. Bu, laikliğin bir unsurudur. Laiklik,
sadece din ve vicdan özgürlüğünün değil, tüm özgürlüklerle ilgilidir,
ilintilidir ve bunların da güvencesidir ve temel hak ve özgürlükler
kullanılırken, şüphesiz ki, laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı
amaçlayan faaliyetler kesinlikle mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, özellikle 24'üncü maddenin
son fıkrasına bakıldığında, kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi
veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma
veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne
suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal
sayılan şeyleri istismar edemez, inkılap kanunları da Anayasa'da
özellikle korunmuştur.
Şüphesiz ki bu kuralların yorumu mahkemelere
ait olan bir yorumdur. Kanunları biz çıkarıyoruz, yürütmeye tevdi
ediyoruz, ama yorum konusunda mahkemelerin vermiş oldukları kararlar
bize önderlik etmektedir. Mahkemelerin kararları, sadece sonuçları
itibarıyla değil, gerekçeleri itibarıyla da bir bütündür ve bu bütünsellik
içinde değerlendirilmek gerekir. Anayasa Mahkemesinin 2000 yılında
Resmî Gazete'de yayınladığı bir kararıyla da bu ayrıca teyit edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin
yargıçlarının, Anayasa Mahkemesinin bunlara nasıl baktığını kısaca
ifade etmek istiyorum. Anayasa Mahkemesi yargıçları, kararlarında,
ilk olarak, ülkenin geçirdiği tarihsel deneyimlerin sonucunda laikliğin
anayasal bir statü kazandığını, laikliğin demokrasinin temel şartı
olduğunu, din özgürlüğünün ve kanun önünde eşitliğin teminatını
oluşturduğunu belirtmiştir. Laik bir devlet, yasama işlemini yerine
getirirken dinî inancı ileri sürememektedir. Laiklik, millî egemenlik,
demokrasi ve özgürlük ve bilime dayalı olan siyasi, sosyal ve kültürel
hayatın medeni düzenlemesidir, düzenleyicisidir. Laiklik, bireyin
düşünce özgürlüğüyle kişiliğini ispat etmesine olanak tanıyan,
siyaset ve dinî inançlar arasında ayrım yaparak din ve vicdan özgürlüğünü
etkili kılan ilkedir. Dine dayalı, dinî düşünce ve kurallarla işleyen
toplumlarda siyasi örgütlenmenin niteliği dinîdir. Laik bir rejimde,
din, siyasi rol edinmesine karşı korunmaktadır, yetkililer elinde
bir araç değildir ve her bireyin kendi vicdanı tarafından belirlenecek
olan saygıdeğer yerini muhafaza etmektedir.
Herhâlde, sanıyorum ki, bu konunun felsefi boyutunu
ve uygulamadaki yansımalarını, sanıyorum, konuşmamıza cevap
verecek olan Sayın Mehmet Aydın, yirmi dakikalık geniş süreçte daha
da iyi açıklayacaklardır.
Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yalçınbayır.
Gündem dışı konuşmaya Hükûmet adına Devlet Bakanı
Sayın Mehmet Aydın cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Mevcut
Anayasa'mız, hepimizin gayet iyi bildiği gibi, cumhuriyetimizi
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlıyor. Elbette
ki, laiklik, bir hukuk ilkesi olarak, cumhuriyetimizin bir başarısıdır,
bu konuda en ufak bir tereddüt yoktur. Ne var ki, bu husus, "laisite" ışığında
açıklanabilecek bazı düşünce ve uygulamaların yakın ve etkin tarihimizde
gerilere gittiği gerçeğini bir tarafa itme anlamına gelmez. Laiklikte
önemli bir anlayış ve uygulama alanı olan -Sayın Yalçınbayır da bu
konuya temas etti- din ve vicdan hürriyeti bizim medeniyetimizin
ana kaynaklarında vardır, Selçuklu'nun, Osmanlı'nın tarihî tecrübesinde
de vardır. Bu bağlamda, Osmanlı millet sistemini, diğer adıyla Osmanlı
barış sistemini hatırlamak yeterlidir. Bu var olma, yakın ve etkin
tarihimizde çok daha belirgin bir hâle gelmiştir. Gerek Tanzimat yenileşmesinde
gerek meşruti yönetim tecrübelerinde seküler alan gözle görülür
bir genişleme ve zenginleşme kazanmıştır. Bu, hukuk alanında olmuştur,
iç ve dış siyaset alanında olmuştur, eğitim alanında olmuştur, sosyal
hayatta olmuştur. Olmuş olanlar bütünlük arz eden tutarlı bir yapı
içinde mi olmuştur sorusuna hayır diye cevap vermemiz gerekiyor. Bunun
tutarlı bir bütünlük içinde olabilmesi, bizi cumhuriyete götüren
pek çok şartların oluşmasına, pek çok imkânın gerçeklik kazanmasına,
gerçeklik alanına çıkmasına ve neticede Mustafa Kemal'in, Atatürk'ün
büyük ufku içinde toplanan millî iradenin kararına bağlı olmuştur.
Ben, huzurunuzda "Niçin laiklik?" konusu yahut sorusuna
cevap niteliğinde olduğunu düşündüğüm birkaç noktayı dile getirmek
istiyorum.
Bir hukuk ilkesi olarak laiklik, öncelikle, vicdan,
dinî inanç ve kanaat hürriyetini -Anayasa'dan aldığım terimlerle
ifade ediyorum- güvence altına alır. Dolayısıyla, temel hak ve hürriyetleri
zedelememek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmaya yönelmemek kaydıyla, ibadet, dinî ayin ve törenlerin icrası
da aynı şekilde güvence altına alınmıştır. "Kimse, ibadete,
dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz, dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz."
(Madde 24) Aynı hak ve hürriyetler, devletin gözetim ve denetimi altında
yürütülen din eğitimi ve öğretimi konularında da geçerliliğini
korur. Anayasa'mızın 24'üncü maddesi, öğretim ile eğitim arasında
ince bir ayrım yapar. Din kültürü ve ahlak öğretimini -ki, maalesef
çok yanlış anlaşılan bir konu olmuştur hem yurt içinde hem yurt dışında-
ilköğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasına yerleştirir;
öte yandan, din eğitimi ise, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin
de kanuni temsilcisinin talebine bağlı olarak formüle edilir ve
hayata getirilir. Yine aynı madde, dinin veya din duygularının yahut
dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilmesini ve kötüye kullanılmasını
da açıkça, kesinkes yasaklar. Yeri gelmişken şunu ifade edeyim ki,
Anayasa'mızın 24'üncü maddesi, din eğitimi konusunda çok geniş bir
alan açmakta ve çok farklı modellerin geliştirilmesi ve uygulanmasına
imkân sağlamaktadır.
İkinci olarak, laiklik, Türkiye'nin iki asra yakın
bir süredir yaşamakta olduğu asrileşme süreciyle de doğrudan ilgilidir.
Yakın ve etkin tarihimizde, planlı, programlı bir çağdaşlaşma, yani
modernleşme projesi "yanlış din anlayışlarının ve yorumlarının
etkili olmadığı bir politik alanın varlığı"nı gerekli kılıyordu.
Burada size Atatürk'ün iki tarihî ifadesini hatırlatmak
istiyorum. O şöyle diyordu: "Asrileşmeyi, yani, modernleşmeyi
kâfirlik zannedenlerin önüne geçmek icap ediyor. Çünkü, asıl kâfirlik
onların bu zannıdır, bu kanaatidir." Biraz önce kullandığım
"yanlış din anlayış ve yorumları" ifadesinin altını çizmek
istiyorum. Çünkü, çağdaşlaşmanın hızını kesen, dinin kendisi değil,
işte o yanlış anlayışlar ve yanlış yorumlardı, dinin kendisi olamazdı.
Atatürk de bunu zaten çok açıkça ifade ediyordu: "İslam, akla, ilme
ve fenne tam manasıyla tetabuk etmektedir. Onun içindir ki en son
din olmuştur ve en kâmil din olmuştur." diyordu. Atatürk'e göre,
burada önemli olan, din işleri ile devlet işlerinin açıkça tefrik
edilmesiydi.
Şunu hemen ifade edeyim ki, çağdaşlaşma sürecindeki
işleviyle laiklik, zorla empoze edilmeyi öngören bir kültür politikasını,
ideolojik bir kültür planlamasını asla öngörmüyor. Başka bir ifadeyle,
kültürün neredeyse tamamının dinin etkisinden uzaklaştırılması
laikliğe tamamen ters düşen bir anlayıştır, bir düşüncedir. Hak ve
hürriyetler olmadan ve bunlara karşılık ödev ve sorumluluklar ciddiye
alınmadan, bütün enginliği ve zenginliğiyle kültür olmadan maddi
ve manevi boyutları içeren insan kişiliği gelişemez, olgunlaşamaz.
"Maddi ve manevi" sözlerini de yine Anayasa'mızdan alıyorum.
Devletin temel amaçları (Madde 5) sayılırken, insanın maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması zorunluluğu
açıkça dile getiriliyor. Yine, 15'inci madde -iktibas ediyorum- kişinin
maddi ve manevi varlığının bütünlüğünün korunması gerektiğini,
dokunulmazlığını açıkça dile getiriyor. Bu bütünlüğü korumak,
17'nci maddeye göre, insanın temel hak ve hürriyetlerinin başında
gelir.
Üçüncü olarak: Çağdaşlaşma yolunda başarılı olma,
tutarlı bir millî siyaseti gerekli kılıyordu. Millî siyaset, millî
bütünlük üzerine oturmak, millî bütünlüğe istinat etmek durumundaydı.
İşte, laiklik burada da önemli bir rol oynayabilecek güce sahip bulunuyor.
Mademki cumhuriyeti kuran Türk halkına, Türkiye halkına "Türk
milleti" deniyor ve mademki hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir,
halkındır ve mademki millet, hukuk muvacehesinde dil, din, ırk farklılığına
göre sınıflandırılamaz, o hâlde laiklik, bir millîlik bağlamında da
çok önemli işlevi olan, anlam ve değeri olan bir kuraldır, bir ilkedir.
Son olarak, laik bir yapı içinde, Diyanet İşleri
Başkanlığı gibi bir devlet kurumunun nasıl ve niçin var olduğu konusuna
kısaca değinmek istiyorum. Bu konunun, gerek yurt içinde, yine, gerek
yurt dışında bazı çevreler tarafından oldukça zor, hatta çok kere
yanlış anlaşıldığını hepimiz biliyoruz.
İzninizle,
önce şuna işaret etmek istiyorum: Din-devlet ilişkilerini düzenleme
siyaseti, politikası, ülkeden ülkeye -Batı ülkeleri dâhil- çok
büyük çeşitlilik ve farklılık arz etmektedir. Burada, teoriyle pratik
arasındaki ilişkiler düzenindeki, düzlemindeki farklılıklara
da dikkat edilmesi gerekiyor. Söz gelimi, İngiltere teoride laik
değildir, yani devlet başkanı aynı zamanda kilisenin başkanıdır.
Başbakan, Centerbury başpiskoposunun, hiyerarşinin başında bulunan
kişinin, hatta kilise üst düzeyinde bazı atamaların belirlenmesinde
birinci derecede yetki sahibidir. İngiltere'de sadece kilise resmen tanınmaktadır
ve mesela, cami ve mescit gibi mekânlar hayır kurumları olarak kayda
girmektedir. Buna rağmen, kabul etmek lazım ki, pratikte, İngiltere,
din ve vicdan özgürlüğünün belki de en güçlü olduğu ülkelerden biridir.
Yani, teori ve pratik her zaman bir arada yürümeyebiliyor.
Fransa'da, biliyoruz yine, bir din devleti yoktur
ve laiklik oldukça sıkı bir biçimde uygulanmaya çalışılır. Buna
rağmen, orada da başbakanın kardinalleri Vatikan'a önerme yetkisi
vardır. Başta Sayın Sarkozy olmak üzere pek çok yetkili, dinî kurumların
bir kısım faaliyetlerinin devlet tarafından desteklenmesi gerektiğinin
müzakereye açılması hususu üzerinde durmaktadır. Almanya'da kiliseye
tanınan pek çok imtiyazlar vardır ve yine biliyorsunuz, İslam, Almanya'da
resmen tanınan bir din değildir. İsveç'te din ile devlet ilişkisi daha
birkaç yıl önce, tabir yerindeyse, gevşetildi, hatta onların tabiriyle,
boşanma hasıl oldu, vaki oldu. Kilise, Norveç'te, Danimarka'da, İsviçre'de,
hele Polonya, Yunanistan ve İrlanda'da bugün de oldukça etkilidir
ve güçlüdür. İsrail'in durumunu ise hiç açıkça zikretmeye gerek
yok, dinin ne kadar etkili olduğunu biliyoruz.
Kilise teşkilatının, başta Amerika olmak üzere
pek çok Batı ülkesinde anaokullarından başlayıp üniversitelere
kadar uzanan öğretim ve eğitim kurumları vardır, hastaneleri vardır,
öğrenci yurtları, Kızılhaç gibi yardım kuruluşlarında kilisenin
büyük ağırlığı bulunmaktadır. Doğru, kiliselerin cemaatlerinde
önemli azalmalar olmuştur, ama bu, bir kurum olarak kilisenin sosyal
hayatta, siyasette, uluslararası ilişkilerde güçlü olmadığı anlamına
gelmemelidir, böyle görülmemelidir. Mesela, Hristiyanlığın Avrupa
Anayasası'nda -Fransa'nın, Hollanda'nın reddettiği, pek çok ülkenin
kabul ettiği- yer alması için kilise, tabir yerindeyse, gece gündüz
faaliyet göstermiştir ve böyle bir durumun gerçekleşmemesi için laiklik
yanlılarıyla liberal çevrelerle birlikte Türkiye olarak uzun ve
hakikaten çetin bir mücadele vermiş bulunuyoruz.
Bütün bunları şunun için dile getiriyorum: Türkiye'de
Diyanet İşleri Başkanlığının durumunu anlamanın hiç de zor olmaması
gerekir. Anayasa'mıza göre, Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare
içinde yer alan bir kurum olarak, iktibas ediyorum: Laiklik ilkesi
doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak
ve -bunun altının çizilmesi lazım- milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi
amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.
Hepimiz biliyoruz, din, temelde, özde, bir vicdan
meselesidir. Ama, yine, hepimiz biliyoruz ki, din, toplumsal hayat
üzerinde etkili olmadan milletçe dayanışma ve bütünleşmenin gerçekleşmesinde
de etkili olamaz, etkili olması mümkün değildir. Oysa, burada zikredilen
anlamda etkili olmak, Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal sorumluluğudur,
anayasal görevidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimiz,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak azim ve kararlılıkla
Türkiye'yi bugün medeni âlemde çok önemli bir yere taşımıştır. Geleceğimizin
teminatı ve daha parlak ufuklara doğru ilerlemesi cumhuriyetimizin
akıp giden on yıllar içinde daha güçlenmesi ve zenginleşmesiyle,
mümkün olacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündem dışı üçüncü söz, tarımsal kalkınma kooperatiflerine
destek uygulamaları ile ilgili söz isteyen Karaman Milletvekili
Mevlüt Akgün'e aittir.
Buyurun Sayın Akgün. (AK Parti sıralarından alkışlar)
3.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, tarımsal kalkınma kooperatiflerine
destek uygulamalarının etkilerine ilişkin gündem dışı konuşması
ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben de sözlerime başlamadan önce, Meclis Başkan
Vekilimiz Sayın Ali Dinçer Bey'e geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Değerli arkadaşlarım, nüfusunun yüzde 30'undan
fazlası tarımdan geçinen ülkemizde, tarım kesimi, en sorunlu sektör
olarak görünmektedir. Yıllardan beri yapısal dönüşümlerin bir türlü
gerçekleştirilememesi, üretimde yeterli bilgi ve teknolojinin
kullanılamaması, sulama altyapısının yetersizliği, işletmelerin
küçüklüğü, çiftçilerimizin örgütlenememesi, girdilerin yüksekliği
gibi birçok nedenlerden dolayı sorunlar giderek ağırlaşmıştır. Özellikle
57'nci Hükûmet döneminde çiftçimiz, borçlarını ödeyemediğinden dolayı
haciz ve hapis kıskacına girmiş, önemli girdilerini karşılayabilmek
için traktörünü satar hâline gelmiştir. Ancak, biliyoruz ki, tarımı
kalkındırmadan Türkiye'yi kalkındırmak mümkün değildir ve Türkiye,
sanayi ülkesi ile tarım ülkesi olmak arasında bir tercih yapmak zorunda
da değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin
her alandaki potansiyelini harekete geçirmeyi, imkân ve kaynaklarını
doğru biçimde kullanmayı kendisine amaç edinen AK Parti İktidarı,
tarımı öncelikli sektör olarak ilan etmiştir. Bu sektörü rahatlatmak
amacıyla, daha iktidara geldiği ilk günlerde 809 bin üreticinin
1,5 katrilyonluk borcu silinmiş,
ayrıca, üreticinin 1995 yılından bu yana tarımsal sulamada kullanılan
660 trilyonluk enerji borcuna kolaylık getirilmiştir.
Ekonomide sağlanan güven ve istikrar ortamına
paralel olarak tarımsal kredi faizleri yüzde 59'dan yüzde 17,5'a düşürülmüş
ve kullandırılan kredi miktarı tam 10 kat artırılmıştır. 2003, 2004,
2005 yıllarında üreticiye toplam 1 milyar 42 milyon YTL mazot desteği
verilmek suretiyle, üreticinin mazotu yüzde 40 ucuz kullanması
sağlanmıştır. 2007 yılında da 492 milyon YTL mazot desteği ödenecektir.
Ayrıca, çiftçimize kimyevi gübre desteği verilerek gübre maliyetine
yüzde 20 oranında katkı sağlanmıştır.
Hayvancılık desteklerinin 7 kat arttığı sektör,
aynı zamanda prim desteklerinin de 4 kat desteklendiği sektör hâline
gelmiş ve bu desteklerle sektör, 2004 ve 2005 yıllarında üst üste iki
yıl pozitif büyüme göstermiştir. Yine, bu dönemde tarımın gayrisafi
millî hasılaya katkısı yüzde 73 artarak 37,8 milyar dolara yükselmiş,
tarımın ihracat payı da 2006 yılında 10 milyar dolara çıkmıştır. Ayrıca,
traktör satışları bu dönemde 5,5 kat artmıştır. Bu rakamlar, tarımda
"at binenin, kılıç kullananın" deyiminin haklılığını ortaya
koymaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarımızın
en önemli destek uygulamalarından birisi de, hiç kuşkusuz, tarımsal
kalkınma kooperatifleri desteklemeleridir. Tarım Bakanlığı,
1990 yılından bu yana kooperatiflerin hayvancılık projelerini
desteklemektedir. Ancak, bu destekler, iktidarımız döneminde öncesiyle
kıyaslanamayacak ölçüde artırılmıştır. 1999-2002 yılları arasında,
yani, bir önceki hükûmet döneminde 187 kooperatifçilik projesi desteklenmiş
ve toplam 87 milyon YTL kredi kullandırılmıştır. 2003 yılında, Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Devlet
Bakanlığıyla Tarım Bakanlığı arasında imzalanan protokol çerçevesinde
proje uygulamasına hız verilmiştir. 2003-2006 yıllarında toplam
895 kooperatif desteklenmek suretiyle, bu projelere toplam 591 milyon
YTL kredi verilmiştir. Böylelikle, kooperatif destekleri, bir önceki
iktidarlara göre 6 kattan fazla artırılmıştır. Bu süre zarfında
39.394 aileye 97.488 gebe düve, yine 6.750 aileye de 224.900 damızlık
koyun ve koç verilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akgün, buyurun.
MEVLÜT AKGÜN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Kooperatifçilik destekleri sadece hayvancılıkla
sınırlı olmayıp, soğuk hava tesisi, seracılık gibi tarımsal üretim
sahalarını da kapsamaktadır. Uygulama kapsamında, Karaman ilimizde
de, önceki iktidarlar döneminde sadece 2 kooperatif desteklenmişken,
AK Parti İktidarı döneminde bu sayı 6 kat artarak 12'ye çıkmıştır. Hayvancılık
ve kooperatifçilik desteklemelerini çok olumlu bulan üreticilerimizden
bu konuda oldukça fazla talep gelmektedir. Bakanlığımızın kooperatif
ve hayvancılık destekleme bütçesinin daha da artırılması gerektiğini
düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kooperatif
ve hayvancılık projelerine destek ve bu konudaki uygulamayı başarıyla
gerçekleştiren başta Başbakanımız, Hükûmetimiz, Tarım Bakanımız,
Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü çalışanları, Karaman
Tarım İl Müdürlüğü çalışanları olmak üzere tüm ilgilileri tebrik
ediyorum.
Bu duygularımla, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akgün.
Gündem dışı konuşmaya Hükûmet adına Tarım Bakanı
Mehdi Eker cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Bakan soru
sormadı zaten.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Zaten söylenecekleri söyledi.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Söylenecekleri
söyledi, sizin söyleyeceklerinizi.
BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekilleri…
YILMAZ KAYA (İzmir) - Bugün NTV'yi izlemeden konuştunuz
yalnız. Traktörlerini satamıyor çiftçi.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Çiftçi-köylü
bitti, siz konuşuyorsunuz!
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Bakan.
TARIM
VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Karaman Milletvekilimiz Sayın Mevlüt Akgün'ün gündem dışı yaptığı
konuşmaya cevap vermek üzere huzurlarınızdayım ve yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Hükûmetimiz,
kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın, özellikle tarım ve hayvancılıkla
uğraşan çiftçilerimizin hayat seviyelerini, özellikle ekonomik
anlamdaki hayat seviyelerini, daha verimli bir üretim yapmalarını
ve daha iyi bir düzeyde yaşam geçirmeleri için göreve geldiği andan
itibaren bir seri proje hayata geçirmiştir. Bunlardan bir tanesi
de kırsal alanda üreticilerimizin, vatandaşlarımızın kurdukları
tarımsal kalkınma kooperatiflerine ayrılan kaynaklardaki artış
ve desteklenen kooperatif sayısındaki artıştır.
Değerli
milletvekilleri, biz, kırsal kalkınma kooperatif projelerinde
iki kaynağa başvuruyoruz. Bunlardan bir tanesi genel bütçe kaynakları.
Bir de, daha önceden Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Fonu'ndaki kaynakların
yerinde kullanılmayıp, bütçe açıklarının kapatılmasında kullanılmasının
aksine, Hükûmetimiz, Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Fonu'ndaki paranın
tamamını yerinde, amacında kullandığı gibi, ayrıca, genel bütçeden
de buraya transfer yapmak suretiyle, bu alanda, kırsal alanda yaşayan
vatandaşlarımıza, özellikle ekonomik durumları düşük, yani, gelir
düzeyleri son derece düşük olan ve yardım yapılması gereken vatandaşlarımıza
çeşitli şekillerde yardımlar sağlanmasıdır.
Bunlardan
bir tanesi, yine, Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi adı altında,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu'ndan sağladığımız
kaynaklarla yaptığımız desteklerdir.
Bu
projelerin amacı, üreticilerin imkânlarını birleştirerek, ekonomik
büyüklükte işletmeler hâline gelmeleri ve rekabet güçlerini artırıp,
ürünlerini daha iyi değerlendirmelerini sağlamaktır. Bunlar, merkezî
süt sağım üniteli damızlık sığır yetiştiriciliği, besi sığırcılığı,
damızlık koyun yetiştiriciliği, arıcılık ve seracılık, ayrıca,
kooperatiflerin geliştirdiği özel projeler ve tarımsal amaçlı kooperatiflerin
rehabilitasyon projesi şeklinde yapılan proje konularının desteklenmesidir.
Değerli
milletvekilleri, proje kapsamında verilen kredilerin vadeleri,
ilk yılı ödemesiz, ikinci yılı faiz ödemeli, diğer yıllarda da taksit
ve faiz ödemeli olmak üzere, toplam yedi yıl vadeli ve yüzde 5 faizlidir.
Bu yüzde 5 faiz düzeyine, geçtiğimiz yıl yapılan, yaptığımız bir
düzenlemeyle gelindi. Daha önceden bu tür kooperatiflere uygulanan
kredinin faiz oranı yüzde 30'lar seviyesindeydi. Geçtiğimiz yıl,
biz, bütün kooperatif kredilerinin faizlerini yüzde 5'e düşürdük
ve bu çalışmayla, Türkiye'deki 512 tane kooperatif, yani, borcunu
ödemekte olan 512 kooperatifte 38.800 ortak yararlanmıştır. Son derecede
önemli bir fayda sağlamıştır bu yapılandırma.
2003-2006
yıllarına ait uygulamalarda, biz, genel bütçenin imkânlarıyla sağladığımız
desteklerde, kooperatif desteklerinde, toplam 377 kooperatife
proje uyguladık ve 286 trilyon 806 milyar lira bunlara destek sağlandı.
Keza,
Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi de, yine, bizim Hükûmetimiz döneminde
hayata geçmiş bir projedir ve burada da, süt sığırcılığı, koyunculuk,
seracılık konularında ilk iki yılı ödemesiz, toplam beş yıl vadeli
ve faizsiz bir kredilendirme şekliyle, Sosyal Yardımlaşma Fonu'ndan
yardım almaya müstahak vatandaşlarımızın kurdukları kooperatifler,
bu fondan desteklenmektedir. Burada da, yine, 2003 yılında Hükûmetimizle
birlikte başlayan bu uygulamada, 2004'te 176, 2005'te 188, 2006'da 136,
Hükûmetimiz döneminde toplam 518 tane kooperatife buradan destek
sağlanmıştır.
Burada
kooperatiflerle ilgili mukayeseyi yapmak için, tabii, bunun gerçekte
ne olduğunun daha iyi anlaşılması için bir mukayese yapmak gerekiyor.
Bizim mukayesemiz de, bizden önceki hükûmetin toplam süresidir.
1999-2002 yılları arasında üç buçuk yılda uygulanan proje sayısı bütün
kooperatifler için 287'dir ve sağlanan destek ise o günün parasıyla
toplam 87 trilyon lira, bugünün parasıyla ise 87 milyon YTL'dir. Ancak,
Hükûmetimiz döneminde, bu sayı 287'den toplam 895 tane kooperatife
çıkarılmıştır ve 591 trilyon lira destek sağlanmıştır. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, verilen bu desteklerden 128 bin çiftçi ailemiz
faydalanmıştır.
Tabii,
kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın bu kooperatifleşme suretiyle
bir araya gelmeleriyle yaptıkları bu faaliyetlere desteği bu kadar
yüksek düzeyde vermemizin yanında, ilave olarak, biz, kuşkusuz, tabii,
tarım ve hayvancılıkla ilgili yeni projeleri de devreye koyduk. Bunlardan bir tanesi
kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesidir. Kırsal kalkınma
destekleri kapsamında 2006 yılı içerisinde 1.256 tane proje uyguladık.
Bu projelerin her birine yüzde 50 oranında hibe desteği sağladık.
Bunların tamamı, ekonomik yatırımlar ile modern tekniklerle yapılan
damla sulama gibi sulama projeleri bu kapsamda desteklenmektedir.
1.256 adet proje uygulandı. 334 trilyon lira bunların yatırım tutarı
ve bunun yarısını da biz hibe olarak karşıladık. Burada da on binlerce
vatandaşımızın istihdamı imkân dâhiline geldi, yine, kırsal alanda
yaşayan vatandaşlarımızın.
Kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın, üreticilerimizin,
çiftçilerimizin hayatlarını yakından ilgilendiren, üretimi ve
verimliliği önceleyen, yine bu konuyla ilgili bir başka projede,
cumhuriyet tarihinde ilk defa, biz, geçtiğimiz hafta, 2.500 ziraat
mühendisi ve veteriner hekimden oluşan büyük bir teknik eleman kadrosunu,
Türkiye'nin 20 bin köyüne hizmet ulaştıracak şekilde, bu hizmet ağını
kuracak şekilde buraya biz görevlendirdik.
Bunlar: 1) Tarım Bakanlığında çalışan herhangi
bir mühendisle veya veteriner hekimle aynı maaşı alıyorlar.
2)
Bunların imza yetkileri var.
3)
Bunların şu anda 1.800-1.900'üne, biz, oturacakları büro, bir çalışma
alanı oluşturduk köylerde. Bunlar, gece-gündüz, orada, köylülerle,
çiftçilerle, üreticilerle bir arada, onların hem tarım ve hayvancılıkla
ilgili sorunlarını çözecek, onlara danışmanlık yapacak hem de
bu, gerek desteklemelerin daha etkin kullanılması, daha iyi anlatılması
gerek projelerin daha iyi hazırlanması ve diğer tarım ve hayvancılıkla
ilgili hem üretim hem pazarlama konularında kendilerine yardımcı
olacak 2.500 kişi ve gerçekte, bu, Türkiye'deki tarımsal yayım ve eğitim
alanında bugüne kadar yapılmış, atılmış en büyük adım, en büyük hamledir.
Çünkü, tarımsal üretim kapasitesi olan yirmi bin köy hizmet ağı içerisinde
ve bunlar, âdeta, buraya, bu arkadaşlarımıza zimmetlenmiş durumda.
Bunlar da bu yıl göreve başladılar.
Bir
diğer, üretimle ilgili bizim yaptığımız, Türkiye'de yıllarca sözü
edilen ama bir türlü hayata geçmeyen bir başka alan şu: Hep üretim planlamasından,
ürün planlamasından bahsedilir Türkiye'de, ama bir türlü, maalesef
hayata geçmedi. Onun da bu sene biz pilot uygulamasını başlatıyoruz
Trakya'da, Orta Anadolu'da ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde seçilen
pilot illerde Havza Bazlı Tarımsal Üretimin Desteklenmesi Projesi'ni
yapıyoruz. Yani, destekleri, üretimi planlayacak bir ürün planlamasına
yarayacak şekilde, verimlilik durumuna göre bunları farklılaştırıyoruz.
Yani (A) bölgesinde bir ürün çok iyi bir şekilde, çok yüksek verimlilikte
üretiliyorsa orada, o ürüne daha fazla destek vereceğiz; başka bir
bölgede, diyelim o ürünün verimsiz olduğu bir bölgede eğer ürün yetiştiriliyorsa
o ürüne destek vermeyeceğiz veya çok az destek vereceğiz. Bu şekilde,
desteklemelerin üretim planlamasında kullanılması ve ürün planlamasında
kullanması uygulaması da bu yönde atılmış önemli bir adımdır. Bu da
yine bu sene hayata geçen bir proje.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben, tarım ve hayvancılıkla ilgili
bu değerlendirmeyi yaparken, bugün, Ceylanpınar Tarım İşletmesi
sınırları içerisinde, işletmemizin sütünü sattığı bir firmanın
işçilerinin geçirdiği bir elim kaza var. Burada, birkaç tane vatandaşımızın,
şu ana kadar, 2 vatandaşımızın maalesef cesedi bulundu, 8 vatandaşımız
kayıp, 28 vatandaşımız da kurtarılmış durumda. Bunlar açık bir kamyonda,
sel sebebiyle kamyonları devriliyor ve orada kurtarma-arama çalışmaları
devam ediyor.
Ben,
huzurlarınızda, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan
rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum ve bir an önce,
diğer kayıpların da inşallah bulunacağını ifade etmek istiyorum.
Çünkü, kurtarma ekipleri de bütün teknik donanımlarıyla birlikte
olay mahallindeler. Orada çalışmalar yapılıyor. Ben, Ceylanpınar
bölgesindeki vatandaşlarımıza ve tüm milletimize geçmiş olsun
dileklerimi sunmak istiyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup
bilgilerinize sunacağım.
B) TEZKERELER VE
ÖNERGELER
1.- 17/1/2007
tarihli ve 5574 sayılı Türk Petrol Kanunu'nun bazı maddelerinin, bir kez daha
görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
(3/1202)
06/02/2007
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İLGİ:
22.01.2007 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-6337/20715 sayılı yazınız.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca 17.01.2007 gününde kabul edilen
5574 sayılı "Türk Petrol Kanunu" incelenmiştir.
1-
Yasa'nın,
-
1. maddesinde, Yasa'nın amacı, ülke petrol kaynaklarının hızlı, sürekli
ve etkili biçimde aranmasını, geliştirilmesini ve üretilmesini
sağlamak olarak belirlenirken, 07.03.1954 günlü, 6326 sayılı Petrol
Yasası'nın 2. maddesindeki gibi, amacın gerçekleştirilmesinde
ulusal çıkarlara uygun olma ölçütüne,
-
3. maddesinde, petrol hakkının elde edilmesi için yapılan başvurunun
değerlendirilmesinde, 6326 sayılı Yasa'nın 4. maddesindeki gibi,
istemin ulusal çıkarlara uygun olması gerektiğine,
- Diğer maddelerinde de, 6326 sayılı Yasa'nın 12
ve 13. maddelerinde olduğu gibi, ulusal çıkarların nasıl korunacağına
ilişkin kurallara,
yer verilmediği saptanmıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin
bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir.
Yasaların kamu yararı amacıyla çıkarılması ve
uygulamada kamu yararının öncelikle gözetilmesi hukukun evrensel
kurallarının ve hukuk devleti ilkesinin gereğidir. Kamu yararının
da, öncelikle ulusal çıkarları içerdiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa'nın 176. maddesinde, Anayasa'nın dayandığı
temel görüş ve ilkeleri içeren Başlangıç bölümünün Anayasa metnine
dahil olduğu; 2. maddesinde de, Türkiye Cumhuriyeti'nin, Başlangıç
bölümünde yer verilen temel ilkelere dayanan bir Devlet olduğu
vurgulanmıştır.
Anayasa metnine dahil olan, temel görüş ve ilkeler
içeren Başlangıç bölümünün beşinci paragrafında, hiçbir etkinliğin
Türk ulusal çıkarları karşısında korunma göremeyeceği açıkça belirtilmiştir.
Anayasa'nın 11. maddesinde, Anayasa kurallarının
yasama, yürütme, yargı organlarını, yönetimi, diğer kuruluş ve
kişileri bağlayan üstün kurallar olduğu açıklanmıştır.
Üstünlük ve bağlayıcılık özelliği, tüm anayasal
kuralların, bu bağlamda ulusal çıkarların, uygulamada yürütme organı
ve yönetimce, öncelikle ve özenle gözetilmesi gerekeceğini göstermektedir.
Başka bir anlatımla, ulusal çıkarların korunacağının
Yasa'da açıkça düzenlenmemiş olmasının, Devlet organlarının, kamu
kurum ve kuruluşlarının ve kamu görevlilerinin Anayasa'dan kaynaklanan
yükümlülüklerini ve görevlerini ortadan kaldırmayacağı açıktır.
Bu organ, kurum, kuruluş ve görevliler, Anayasa'nın
yukarıda açıklanan kuralları uyarınca, tüm eylem ve işlemlerinde
ulusal çıkarları ve kamu yararını önde tutmak, koruyup güçlendirmek
yükümlülüğündedir. Petrol ve doğalgaz gibi stratejik önemi çok yüksek
ürünler sözkonusu olduğunda bu yükümlülüğün daha da artacağı kuşkusuzdur.
İncelenen Yasa'nın amacını düzenleyen 1. maddesi
ile başvuruların değerlendirilmesine ilişkin kurallar içeren 3.
maddesinde, ulusal çıkarların korunacağına ilişkin açık kural bulunmaması,
bu konuda yapılacak uygulamalarda ulusal çıkar ve kamu yararının
gözetilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
2- Yapılan incelemede, üretilen petrol ve doğalgaz
ürünlerinin ne kadarının ülke gereksinimi için kullanılacağı ne
kadarının dışsatım konusu yapılabileceğinin Yasa'da düzenlenmediği
görülmüştür.
Başka bir anlatımla, Yasa'da, ülkemizde üretilen
petrol ve doğalgazın bir bölümünün, ulusal güvenlik ve ulusal çıkarlar
gereği ülke gereksinimi için ayrılmasını zorunlu kılan bir kurala
yer verilmediği saptanmıştır.
Oysa, 6326 sayılı Petrol Yasası'nın,
- 3. maddesinin, 28.03.1983 günlü, 2808 sayılı Yasa'yla
eklenen 42. fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Türkiye'nin diğer
kamu kurum ve kuruluşlarının, gerçek ve tüzelkişilerinin, Türkiye'deki
tasfiyehanelerin petrol tasfiye etmeleri için kullandıkları petrol
ile Türkiye sınırları ve karasuları içinde her türlü yabancı kara,
deniz ve hava taşıtlarına verilen petrolün tümü "memleket ihtiyacı"
olarak tanımlanmış,
- Yine 28.03.1983 günlü, 2808 sayılı Yasa'yla değişik
13. maddesinin 1. fıkrasının birinci bendinde de, petrol hakkı sahiplerinin,
01 Ocak 1980 gününden sonra keşfettikleri petrol alanlarında ürettikleri
ham petrol ve doğalgazın, karada yüzde 35'ini, denizlerde yüzde
45'ini ham ya da ürün olarak yurtdışına satabilecekleri; geri kalan
tutarlar ile 01 Ocak 1980'den önce bulunmuş alanlardan üretilen ham
petrol ve doğalgazın tümünün ve bunlardan elde edilen ürünlerin
"memleket ihtiyacı" için ayrılacağı belirtilmiştir.
Anayasa'nın 168. maddesinde, doğal servetler ve
kaynakların Devlet'in hüküm ve tasarrufu altında olduğu; bunların
aranması ve işletilmesi hakkının Devlet'e ilişkin bulunduğu; Devlet'in
bu hakkını belli bir süre için gerçek ve tüzelkişilere devredebileceği;
hangi doğal servet ve kaynağın arama ve işletilmesinin, Devlet'in
gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak ya da doğrudan gerçek ve tüzelkişiler
eliyle yapılmasının yasanın açık iznine bağlı olduğu; bu durumda,
gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken koşulların, Devlet'çe yapılacak
gözetim ve denetiminin yöntem ve ilkeleri ile yaptırımların yasada
gösterileceği kurala bağlanmıştır.
İncelenen Yasa'da, Devlet'in petrol ve doğalgaz
arama ve işletme hakkından vazgeçerek bunu yerli ya da yabancı gerçek
ya da tüzelkişiler eliyle yapma amacında olduğu anlaşılmaktadır.
Durum böyle olunca, ülkemizde üretilen petrol ve doğalgazın bir kısmının
ülke gereksinimi için ayrılmasının, ulusal çıkarlar yönünden önemi
daha da belirginlik kazanmaktadır.
Petrol, dünyanın stratejik değere sahip en önemli
ürünlerinden biridir. Dünyadaki tüm anlaşmazlıklar, çatışmalar
ve savaşlar enerji kaynaklarına egemen olabilmek içindir.
Anayasa'nın 168. maddesiyle benzer kurallar içeren
1961 Anayasası'nın 130. maddesinin gerekçesinde, daha o yıllarda
petrol ve doğalgazın büyük stratejik öneme sahip doğal kaynaklar olduğu
belirtilmiştir.
Dünyadaki gelişmeler, petrol kaynaklarındaki
rezervlerin giderek azalması ve enerji kaynaklarına olan gereksinimin
artması petrolün stratejik önemini daha da artırmaktadır.
Ülkemizde üretilen petrolün yarıdan fazlasının
ülke gereksinimi için ayrılmasına ilişkin kural, önemli bir uluslararası
gelişmenin sonucunda 6326 sayılı Petrol Yasası'na konulmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında ve sonrasında, uygulanan
ambargo nedeniyle uçaklarına yakıt bulmakta zorlanınca, ulusal
çıkarlarını korumak için 28.03.1983 günlü, 2808 sayılı Yasa'yla yukarıda
açıklanan düzenlemeleri yapmak zorunluluğunu duymuştur.
Stratejik önemi bu kadar yüksek olan petrolün, tümüyle
dışsatım konusu yapılabilmesini olanaklı kılan düzenlemelerin
ulusal güvenlik yönünden risk taşıdığı ortadadır.
6326 sayılı Yasa'nın ulusal çıkarların korunması
başlıklı 5. bölümünde yer verilen 12. maddede, yabancı devletlerin
doğrudan ya da dolaylı olarak yönetiminde etkili oldukları tüzelkişiler
ile yabancı bir devlet için ya da yabancı bir devlet adına hareket
eden kişilerin,
- Petrol hakkına sahip olamayacakları ve petrol
etkinliklerinde bulunamayacakları,
- Petrol etkinlikleri için gerekli taşınır ya da
taşınmaz mal edinemeyecekleri ya da bunlar üzerinde hak ve yarar
sağlayamayacakları,
- Petrol etkinliği için gerekli tesis kuramayacakları
ve işletemeyecekleri,
belirtilmiştir.
İncelenen Yasa'da, yabancı devletlerin doğrudan
ya da dolaylı yönetiminde etkili olabilecekleri şirketler ile yabancı
bir devlet için ya da yabancı bir devlet adına hareket eden kişilerin
ülkemizde petrol etkinliklerinde bulunmaları, mülk edinmeleri
ve tesis kurmalarının yasaklanmadığı, böylece, stratejik öneme
sahip bir ürün konusunda yabancı devletlerin belirleyici olmasının
önündeki engeller kaldırıldığı için ulusal güvenlik yönünden yaratılan
risk daha da artmaktadır.
Yasa'da ülke gereksinimi için pay ayrılma zorunluluğunun
getirilmemesi, ülkeyi tümüyle uluslararası şirketlerin ya da yabancı
devletlerin kararına bırakmak anlamına gelir ki, bu durumu ulusal
güvenlikle, ulusal çıkarlarla ve kamu yararıyla bağdaştırmak olanaksızdır.
Yurt içi tüketimi karşılamakta yetersiz olan az
sayıdaki kaynaktan elde edilen petrol ve doğalgazın tümünün yurt
dışına satışına olanak tanınarak, daha sonra ülke gereksiniminin
tümünün dışalım yoluyla karşılanmasının ulusal gelire ve ülkemizin
uluslararası kriz dönemlerindeki enerji gereksiniminin giderilmesine
olumsuz etki yapacağı da açıktır.
Petrol ve doğalgaz üretim ve tüketimimizle ilgili
veriler, 6326 sayılı Yasa'nın 13. maddesinde yer verilen, petrol hakkı
sahiplerine Türkiye'de ürettikleri ham petrol ve doğalgazın belirli
bir bölümünü "memleket ihtiyacı"na ayırmak yükümlülüğü
getiren düzenlemenin haklı gerekçesini oluşturmaktadır.
Ayrıca, incelenen Yasa'nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ilk tümcesinde, petrol üreticisinin ödeyeceği Devlet
payının, kuyubaşı fiyatından hesaplanacağı belirtilmiştir. Devlet'in
gereksinim duyduğu petrolün piyasa fiyatından satınalınması zorunlu
iken, petrol üreticilerinin ödeyeceği Devlet payının kuyubaşı fiyatından
hesaplanması ulusal çıkarlarla bağdaşmamaktadır.
Bu nedenle, ülkemizde üretilen ham petrol ve doğalgazın
yurt dışına satılmasına sınır getirilmesi, başka bir deyişle bu
üretimin belli bir kısmının "memleket ihtiyacına" ayrılması
konusunda Yasa'ya kural konulmasının ya da en azından Yasa ile bu konuda
Bakanlar Kurulu'na, durumun gerektirdiği önlemleri ve kararları
alma yetkisi verilmesinin ulusal çıkarlara ve kamu yararına daha
uygun düşeceği değerlendirilmektedir.
3- İncelenen Yasa'nın "Devlet hissesi"
başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrasında,
" Bir arayıcı veya işletmeci, tek rezervuar
olarak tanımlanmış üretim sahasından ürettiği petrolden, aşağıda
belirlenen dilimler arasında aylık net üretimin gün sayısına bölünmesiyle
bulunan günlük üretim miktarlarına göre tespit edilen oranlarda
Devlet hissesi ödemekle yükümlüdür. Devlet hissesi aşağıda belirtilen
oranlardadır:
Karalarda:
Üretim sahası bazında Üretim
sahası bazında
Ham Petrol üretimi Doğal
gaz üretimi
(Varil/Gün) (M3
/Gün)
500'e kadar % 2 85 000'e kadar %
3
501-2 000 için % 4 85
001-340 000 için % 6
2 001-5 000 için % 6 340
001-750 000 için % 8
5 001-10 000 için % 8 750
001-1 500 000 için % 10
10 000'den fazla için % 12 1
500 000'den fazla için % 12
Denizlerde:
Üretim sahası bazında Üretim
sahası bazında
Ham Petrol üretimi Doğal
gaz üretimi
(Varil/Gün) (M3
/Gün)
20 000'e kadar % 2 3 300 000'e kadar %
3
20 001-50 000 için % 6 3 300 001-8
200 000 için % 6
50 001-100 000 için % 8 8 200 001-16
400 000 için % 8
100 001-150 000 için % 10 16 400 001-24 600
000 için % 10
150 000'den fazla için % 12 24
600 000'den fazla için % 12"
düzenlemesine yer verilmiştir.
Böylece,
üretim tutarına bağlı olarak, ülkemizde üretilen ham petrolden yüzde
2-12, doğalgazdan yüzde 3-12 arasında kademelendirilen oranlarda
Devlet payı alınması öngörülmüştür.
Oysa,
6326 sayılı Petrol Yasası'nın 78. maddesinin 1. fıkrasında, bir arayıcı
ya da işletmeci, arama ya da işletme alanından üretip depoladığı
petrolün sekizde birini, yani yüzde 12,5'unu Devlet payı olarak ödemekle
yükümlü kılınmıştır.
İncelenen
Yasa'da yapılan düzenlemeyle, petrolün türüne, yerine, tutarına,
kalitesine ve üretim yöntemine bağlı olarak Devlet payı düşürülmektedir.
Yasa'da, Devlet payı oranının yüzde 2'ye, hatta kimi durumlarda yüzde
1'e kadar düşürülmesine olanak sağlanmıştır.
Yasa'nın geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasında
da,
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce
alınmış arama ve işletme ruhsatnameleri bu Kanun hükümlerine tabidir.
Ancak, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce denizlerde alınmış
arama ve işletme ruhsatnameleri, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden
sonra yapılacak ilk uzatım tarihinden itibaren bu Kanun hükümlerine
tabidir.",
denilerek, 6326 sayılı Yasa döneminde alınan
arama ve işletme ruhsatlarının da incelenen Yasa kurallarına bağlı
olması sağlanmıştır.
Dünyada birçok ülkede, esasen yüksek olan Devlet
payının daha da yukarılara çekilmesi için uğraş verilirken, ülkemizde
bu oranın yüzde 2'ye, kimi durumlarda yüzde 1'e kadar düşürülmesi
haklı bir nedene dayanmamaktadır.
Ayrıca, petrol ve doğalgaz kaynaklarına yönelik
rekabetin yoğunlaştığı bir dönemde, bu kaynakların işletilmesinden
alınan Devlet payının düşürülmesini gerekçelendirmek de güçtür.
Bu nedenle, 5574 sayılı Yasa'nın Devlet payı tutarının
düşürülmesine neden olacak 19. maddesindeki düzenleme ulusal çıkarlar
ve kamu yararı ile bağdaşmamaktadır.
4- İncelenen Yasa'nın "Devlet hissesi"
başlıklı 19. maddesi'nin son fıkrasında,
"Karalarda elde edilen Devlet hissesinin %
50'si işletme ruhsatının bulunduğu ilin il özel idaresinin açtıracakları
hesaba aktarılır.",
düzenlemesine yer verilmiştir.
Düzenlemede, maddenin önceki fıkraları uyarınca
karadaki üretim alanlarından elde edilen ham petrol ve doğalgaz karşılığı
vergi dairesine yatırılan Devlet payının yarısının işletme ruhsatının
bulunduğu ilin özel idare hesabına aktarılacağı öngörülmektedir.
22.02.2005 günlü, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası
ile,
- Tekil devlet modeli yerine, "idari vesayet"
zayıflatılarak "yerel" ağırlıklı devlet modeline geçilmesine
olanak sağlanmış,
- Yetki genişliğine dayanan güçlü merkezi yönetim
yerine, görev ayrılığına dayalı güçlü yerel yönetimlere yer verilmiş,
- İl özel yönetimleri, mali ve idari özerkliğe kavuşturularak
merkezi yönetimin denetim ve gözetimi kaldırılmış ya da zayıflatılmıştır.
Anayasa'nın 123. maddesinde, yönetimin,
- Kuruluş ve görevleriyle bir "bütün" olduğu,
- Merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına
dayandığı,
belirtilmiştir.
Merkezi yönetim, Anayasa'nın 126., yerel yönetimler
ise 127. maddelerinde düzenlenmiştir.
126. maddeye göre,
- Türkiye, merkezi yönetim kuruluşu yönünden
coğrafya durumuna, ekonomik koşullara ve kamu hizmetlerinin gereklerine
göre illere, iller de diğer kademeli bölümlere ayrılmakta,
- İllerin yönetimi "yetki genişliği"
esasına dayanmaktadır.
127. maddeye göre de,
- Yerel yönetimler, il, belediye ya da köy halkının
yerel ortak gereksinimlerini karşılamak üzere, kuruluş ilkeleri
yasayla belirlenen, yasada gösterilen karar organları seçmenlerce
seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.
- Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile
yetkileri "yerinden yönetim" ilkesine uygun olarak yasayla
düzenlenecektir.
- Merkezi yönetim, yerel yönetimler üzerinde,
yerel hizmetlerin yönetimin bütünlüğü ilkesine uygun biçimde yürütülmesi,
kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması
ve yerel gereksinimlerin gereği gibi karşılanması amacıyla, yasada
belirtilen ilke ve yöntemler çerçevesinde "idari vesayet"
yetkisine sahiptir.
Görüldüğü gibi, Anayasa'da, tekil devlet modelinin
yönetsel örgütlenmedeki temel ilkeleri, "merkezden yönetim",
"yerinden yönetim" ve bunları tamamlayan "idarenin bütünlüğü"
olarak belirlenmiştir.
Merkezi yönetim ve yerel yönetimler, Devlet'in
örgütlenmesinde hizmeti ve coğrafyayı esas alarak iki temel parçayı
oluşturmaktadır. Bu iki parçalı yapının yönetsel örgütlenmede
farklı sonuçlara yol açmaması için, Anayasa'da, yerinden yönetim,
"devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği" ve "idarenin
bütünlüğü" ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
"İdarenin bütünlüğü" ilkesi, tekil devlet
modelinde yönetim alanında öngörülen temel ilkedir. Bu ilke, yönetsel
işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların
"bir bütün" oluşturduğunu anlatmaktadır.
"İdarenin bütünlüğü", merkezin denetim
ve gözetimi ile sağlanabilmektedir. Yerinden yönetimin, Devlet'in
birliğini ve kamu hizmetlerinin tutarlılığını bozabilme sakıncası,
Devlet ve onu temsil eden merkezi yönetimin, yerinden yönetim kuruluşlarının
eylem ve işlemlerini denetleme yetkisiyle önlenebilmektedir. Ne
var ki, 5302 sayılı Yasa'yla getirilen sistem, bu denetimin gereğince
yapılmasını engelleyecek içeriktedir.
5302 sayılı Yasa'yla il özel idarelerine tanınan
"mali ve idari" özerklik, merkezi yönetimin denetim ve gözetim
yetkisinin zayıflatılması yerel yönetimleri oldukça güçlendirmiştir.
Bunun yanında, kimi özel idarelere petrol ve doğalgaz üretiminden
alınan Devlet payının yarısının aktarılması, idarenin bütünlüğü
ilkesiyle bağdaşmayacak sonuçlar doğuracak niteliktedir.
Ayrıca, Devlet payının yarısının işletme ruhsatının
bulunduğu ilin özel idaresinin hesabına aktarılması, ülke kaynağının
tüm toplumun çıkarı yönünde kullanılması yerine, bir ya da birkaç
ilin hizmetine sunulması, petrol zengini iller yaratarak bölgesel
dengesizlikleri artıracaktır.
Öte yandan, petrol ve doğalgaz üretiminden alınan
Devlet payının yarısının işletme ruhsatının bulunduğu ilin özel
idaresine özgülenmesi, doğal kaynaklar üzerindeki bölgecilik
akımlarını besleyecek ve tekil devlet yapısına zarar verecektir.
Ülke kaynakları Ulus'un tümüne ilişkindir. Karada
elde edilen ve tüm Ulus'a ilişkin olan petrol ve doğalgaz üretiminden
alınan Devlet payının yarısının, öteki bölgelerin ve illerin gereksinimi
ve Devlet'in mali kaynaklarının, kimi koşullarla yurdun tüm bölge
ve illerinin kalkınmasında kullanılması gerektiği gözardı edilerek,
doğrudan bir ya da birkaç ile özgülenmesi makul ve adil bir çözüm olarak
görülemez.
İller arasındaki gelişmişlik farklarının giderilmesi
amacıyla getirilen etkili özendirme araçlarını içeren yasal düzenlemeler
bulunduğu da gözetilerek, kamuya ilişkin doğal zenginlik olan petrol
ve doğalgaz kaynaklarından elde edilen Devlet payının yarısının
işletme ruhsatının bulunduğu yerin il özel idaresine aktarılmasının
haklı dayanağı bulunmamakta ve bu uygulama kimi sakıncaları da
kendi içinde taşımaktadır.
Nitekim, öngörülen sistemler ve yapılan düzenlemelerle,
yurdun tümünden elde edilen gelirler, gelirin elde edildiği il ayrımı
yapılmadan, tüm iller arasında adil ve ölçülü biçimde dağıtılmaktadır.
Kuşkusuz bu dağıtımda, az gelişmiş bölgelerin
sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyini yükseltmek ve o bölgelerde yaşayan
yurttaşların yaşam standardını iyileştirmeye öncelik vermek Devlet'in
görevidir.
Ancak,
diğer gelirler yönünden il ayrımı yapılmazken doğal kaynaklardan
elde edilen gelirler sözkonusu olduğunda böyle bir ayrıma gidilmesinin
haklı bir gerekçesi olamaz.
Elde
edilen tüm gelirin, dengeli bir biçimde ve öncelikler gözetilerek
belli kamu hizmetlerine özgülenmesi yoluyla, hem bu hizmetlerin
etkinlikle yürütülmesi, hem de sağlıklı bir planlı kalkınmanın uygulanması
sağlanabilecektir.
Doğal
kaynak gelirlerinin bir il ya da bölge insanının değil, Türk toplumunun
hizmetine sunulması ulusal çıkarların gereğidir. Bunun için oluşturulacak
bir fondan, ülke kalkınması ve halkın gönencinin artırılması amacıyla
tüm illerin belli ölçütlerde yararlandırılmasının en uygun yol
olacağı değerlendirilmektedir.
Yayımlanması
yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5574 sayılı
"Türk Petrol Kanunu", 2., 4., 19. ve geçici 1. maddelerinin
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa'nın
değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN
- Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 15.23
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.37
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 60'ıncı Birleşimi'nin İkinci Oturumu'nu açıyorum.
Alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini
görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada yer alan kanun teklifinin
geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden,
teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı:
904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Sağlık Hizmetleri Temel
Kanunu, Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair
Kanun ile Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
3.- Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin Tazminat
ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu
(1/1226) (S. Sayısı: 1247) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Geçen birleşimde, 2'nci madde üzerinde gruplar
adına konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi, söz sırası, şahsı adına Selahattin Beyribey,
Kars Milletvekili… Yok.
Mehmet Çerçi, Manisa Milletvekili.
Buyurun Sayın Çerçi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Sayın Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım; 1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
2'nci maddesi üzerine şahsım adına huzurlarınıza geldim. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi bir haftadan
beri bu yasa üzerine çalışıyoruz, görüşlerimizi muhalefet ve iktidar
olarak dile getiriyoruz, ancak 2'nci maddesine gelmiş vaziyetteyiz.
Burada söz alan çok değerli milletvekillerimizin, özellikle muhalefet
partisine mensup milletvekillerimizin görüşlerini hep beraber
dinliyoruz. Maalesef, burada, bu kanunun amacını aşan, hatta Hükûmetimizin
sağlık politikalarının dışında kastı aşan sözler söyleniyor. Mesela,
dün bir arkadaşımız dedi ki: "Amerika'ya benzemeye çalışıyorsunuz."
Amerika'daki sağlık politikalarından bahsetti.
(x) 1247 S. Sayılı
Basmayazı 31/1/2007 tarihli 57'nci Birleşim Tutanağına eklidir.
Yine, bir başka arkadaşımız, çok değerli Hocamız,
özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinin ve buna ayrılan bütçenin
son dönemlerde azaldığından bahsetti. Hatta biraz daha ileri giderek,
altmış yetmiş sene önce Türkiye'de bu sorunların çözüldüğünden bahsetti.
Biz de, yıllarca bu mesleğe emek vermiş, bu mesleğin içerisinden birisi
olarak, bunlar, maalesef, hilafıhakikat beyanlardır. İşin doğrusu
nedir, işin özü nedir? Bakınız, ben size özetlemeye çalışacağım.
Şimdi, özellikle, Hocamızın dediği gibi, koruyucu
sağlık hizmetleri Türkiye'de, özellikle buna ayrılan bütçe artmış
mıdır azalmış mıdır? Ben, vaktimin de darlığını bilerek çok kısa bir
bilgi sunmak istiyorum size.
Şurada Bakanlığın hazırladığı bir liste var. Koruyucu
sağlık hizmetleri için ayrılan bütçe değerli Hocam: Yıl 2002, toplam
bütçe 880 trilyon, küsuratı var. Yıl 2006, 2 katrilyon 193 trilyon vesaire,
2007 ise 2,5 katrilyon.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Ayrılmış da ne kadar harcanmış?
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Sayın Hocam, Sayın Hocam,
bakınız, burada liste detayları var, ben size bunu verebilirim.
Yine, bir başka listeden bakacak olursak, sadece
koruyucu sağlık hizmetlerinde 2002 yılından 2006 yılına geldiğimizde
aşılama konusunda hazırlanan, ayrılan bütçe bugün 100 trilyonun
üzerinde. 5 trilyonlardan alınmış 100 trilyonu geçmiş. Yani, özetle
şunu söylemeye çalışıyorum: Son üç-dört yılda, Türkiye'de sağlıkta
büyük bir devrimi hep beraber yaptık. Sağlık Bakanlığı ve Hükûmetimiz
ve onun arkasında Meclisin verdiği destekle, buradan çok ciddi yasalar
çıkardık. Yürütme çok önemli programı ardı ardına Türkiye'nin gündemine
getirdi. Maalesef, bazı arkadaşlarımız, özellikle sosyal güvenlik,
sigorta deyince rahatsız oluyorlar sanki. SSK'ları birleştirdik,
burada günlerce itiraz ettiniz.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Ama, itiraz etmişiz, bak geri
döndü.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Yanlış dediniz, olmaz dediniz
ve şu anda Türkiye'yi nereye getirdiğini hep beraber görüyoruz. Yine,
Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı'nın içerisinde on sekiz yaşından küçük
olanları devlet güvencesine aldık, ona da itiraz ettiniz.
Bugün getirdiğimiz yasada, özellikle, konumuza
dönecek olursak, doktorların sıkıntılarını biliyorsunuz. Özellikle
Türk Ceza Kanunu'nda yapılan değişikliklerden sonra ve Hasta Hakları
Kurulu, etik kurullar kurulduktan sonra, doktorların da bir şemsiye
altına alınması gerekiyor. Bu yasa, en başta bunu getiriyor. Nedir
o? Hekim olanlar iyi bilir, Malpraktis Yasası kısaca. Yani, hekim hatalarına
karşı, hekim arkadaşlarımızı bir güvenceye kavuşturmak. Bunun neresine
itiraz ediyorsunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YILMAZ KAYA (İzmir) - Petrole de itiraz etmiştik,
dinlemişsinizdir biraz önce.
BAŞKAN - Sayın Çerçi, lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Yani, şunu söylerseniz
anlarım: Bu yasanın eksik yönleri vardır, şöyle şöyle, daha iyi olması
yönünde bazı ilavelere gerek vardır vesaire; bu yönde eğer bir eleştiriniz
varsa, hep beraber dinleyelim, çözüm yollarını yine beraber arayalım.
Ancak, bu yasa tepeden yanlıştır, baştan aşağı yanlıştır, bu mantık
yanlıştır, bu hedef yanlıştır diyorsanız, o zaman, siz, Türkiye'de
yaşamıyorsunuz; o zaman, siz, hekimlerin bu anlamdaki sorunlarını
anlayamıyorsunuz, paylaşamıyorsunuz.
CANAN ARITMAN (İzmir) - Biz sağlığı ticaret olarak
görmüyoruz, aramızdaki fark o.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Şimdi, tabip odalarının
eleştirileri bize de geldi, bunlar burada, size de gelmiştir. Şimdi,
bu, tabip odasının, özellikle İzmir'den gelen şu eleştirinin neresini
düzelteceksiniz? Burada, hekimleri gerçekten savunan bir cümle
ya da bir mantık var mı? Tamamen ön yargıyla, tamamen ideolojiyle hazırlanmış
bir yazı. Yani, buna göre eğer biz hareket edeceksek, Türkiye'de hekimlerin
hakkını buna göre savunacaksak vah bizim hâlimize! Değerli arkadaşlar,
ben sizi…
YILMAZ KAYA (İzmir) - Tabip odasından bahsediyorsun.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Bakınız, bizim yaptığımız,
sosyal devletin gereğini yapmak. Biz burada ne Amerikan modelini
örnek alıyoruz ne bir geri kalmış ülkeyi örnek alıyoruz. Çağdaşlık
neyse, sosyal devlet neyse, dünyada, gelişmiş dünyada bunlar nasıl
çözülüyorsa, ona benzer, Türkiye'ye özgü formülleri getiriyoruz
ve hekimlerin gerçekten yarın mahkeme kapılarında, hukuk önünde
mağdur olmalarını önlemek için bir çözüm yolu üretiyoruz. Bunu bütün
hekimler bekliyor, ama, siz maalesef buna karşı çıkıyorsunuz. Bunun
neresi sosyal devlet Allah aşkına? Yani, artık, Türkiye'de sosyal
devleti savunmak, sosyal demokrasiyi savunmak da herhâlde AK Partiye
kaldı.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Vay hâlimize!
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Ben, yine, ileriki maddelerde
kanunun diğer maddeleriyle ilgili söz alacağım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çerçi.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Yine, ileriki maddelerde
ben…
BAŞKAN - Sayın Çerçi, lütfen.
MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Tamam, selamlıyorum Başkanım.
…sizlere yine bilgiler sunacağım. Bu kanunun
belki eksikleri tartışılabilir, olabilir; ama, Türkiye için, hekim
camiası için, sağlık camiası için faydalı olduğunu düşünüyorum,
hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen
Mustafa Ünaldı, Konya Milletvekili.
Buyurun Sayın Ünaldı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 1247 sıra sayılı Tasarı'nın
2'nci maddesi üzerinde şahsi görüşlerimi arz etmek üzere söz almış
bulunuyorum. Önce, herkesi saygıyla selamlıyorum.
Burada sağlık hizmetleriyle ilgili değerlendirmeler
içerisindeki yanlışlıkları biraz evvel Mehmet Bey cevaplandırmaya
çalıştı özet olarak. Ben, o konulara girmeden, maddeyle ilgili birkaç
cümle söyleyeceğim. Ancak, şunu vurgulamadan geçemeyeceğim: Daha
önceden kömür yardımı yapılmazken, şimdi fazla miktarda kömür yardımı
yapılınca, bunu, ülkede fakirlerin çoğalması şeklinde değerlendiren
zihniyet, sağlık harcamalarındaki artışı da aynı şekilde değerlendirmektedir.
Bu, yanlış bir oranlamadır, yanlış bir değerlendirmedir, onu vurguluyorum.
Madde hakkındaki görüşlerimi arz etmek istiyorum.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sen kömür yardımını
AKP'nin kasasından yapmıyorsun, devlet bütçesinden yapıyorsun.
BAŞKAN - Sayın
Çetin, lütfen…
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Zamanında yapsalardı,
yine devlet bütçesinden yapacaklardı. Daha evvel yapabilselerdi…
(CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekilleri… Hatibi
dinler misiniz, lütfen.
Buyurun Sayın Ünaldı.
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Geneli hakkında görüşlerimi
ifade ederek söylediğim gibi, Sağlık Bakanlığının sağlık hizmetlerini
geliştirmek için gayretleri sürmektedir. Bunlardan birisi de, eğitim
hizmetlerini artırma çabasıdır. Sivil toplum örgütleriyle uyumlu
çalışmaktan bahsediliyor. Elbette, doğru olan bu, sivil toplum örgütleriyle
uyumlu çalışmak. Ben de sivil toplumdan
yanayım, ama, Türkiye'de önemli sıkıntılardan birisi de, toplumu
temsil eden, gerçek manada toplumu değerlendiren, toplumu düşünen
sivil toplum kuruluşlarının oluşturulamamasıdır. Aşırı ideolojik
tavırlarla "köprüyü yaptırmam" tarzında çıkışlar artık
çağ dışı kalmıştır. İnşallah, demokratik gelişmeler, gerçek manada
sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarını geliştirir, o zaman bu
dilekleri hep beraber telaffuz ederiz ve inşallah, onu da ifade etmeye
çalışırız.
Hekim ve uzman sayısı yönünden hizmet vermekte
sıkıntısı olan bir Bakanlığın yetişmiş eleman üretme hevesinden,
bu yönde tedbirler almasından daha normal ne olabilir? Bu madde böyle
bir arzuyu, böyle bir çare geliştirmeyi ifade etmektedir.
Sağlık eğitiminde hastane, özellikle eğitim hastanesi
elbette ki önem kazanır. Buralardaki hizmet kadrolarının ve idari
kadroların atamalarını düzenleyici bir maddedir bu ve bir ihtiyacı
karşılamak çabasından kaynaklanmaktadır.
Genel anlamda desteklediğim bu madde, elbette
bazı yanlış ifadeler de taşıyor. İnşallah, onları önergelerle düzelteceğiz,
topluma daha verimli hizmetler sunabilecek bir yapıyı oluşturma
gayretini burada hep beraber gerçekleştireceğiz. Eleman teminindeki
hâkimiyeti sağlamak yanında bir yeni tavır geliştiriliyor bu maddede.
Başhekimlik gibi, hekimlikten uzak olarak düşünülemeyen bir kamu
yönetimi makamı için, hekimlik dışı ihtiyaçları da gidermek üzere
bu kadrolara lisans, lisansüstü ve doktora seviyesinde kamu yönetimi
bilgilerinde, yani kamu yönetiminde, hukukta, işletmede, iktisatta
çalışmalar yapan kimselerin de başhekim olabilmesi imkânı sağlanmaktadır.
Bu, genel anlamda olumludur, ancak her çalışma yapanın bu alanda çalışabilir
olması doğru olmadığını düşünüyorum. Buraya da kriterler koymak
gerekir. Yaptıkları çalışmaların yalnız işletmede doktora yapmış
olmak değil, bu işletmede yaptığı doktoranın sağlık hizmetlerine
verimli bir çalışma olduğunu da tespit edecek kriterleri yönetmeliklerde
belirlemek gerekir diye özellikle Bakanlığımızın bu konudaki
dikkatini çekmek istiyorum.
Birçok tenkit getiriliyor bu maddeyle ilgili
olarak. Bunlardan birisi "şefleri jüri seçecek" diyor. Aslında
madde öyle düzenlenmemiş. Şefleri jüri seçecek. Hangi şefleri jüri
seçecek? Daha evvel akademik kariyer yapmış, doçentlik, profesörlük
unvanlarını normal sistemi içerisinde almış kimselerin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ünaldı, lütfen toparlayınız.
Buyurun.
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - …atanmasında jüri seçilecek.
Bu akademik kariyeri almamış olanlar için de sınav sistemi getiriliyor.
Birtakım arkadaşlar da bunun adaletsizlik olduğunu söylüyor, eşitsizlik
olduğunu söylüyor. Eşitsizlik başlangıçta var. Unvanı olan ile unvanı
olmayanın eşitsizliği sınavla eşitlenmeye gidilmektedir. Bunun
da doğru olduğunu düşünüyorum.
Bir başka tenkit… Onu biraz evvel ifade ettim, yüksek
lisans, lisans yapmış olanlarla ilgili ifadelerimi söyledim.
Bir hususu özellikle burada dikkatle vurgulayıp
sözlerime son vereceğim. Beş yıl sonra yapılacak değerlendirme,
bir seferde değerlendirmeyle kazanılmış haklarının elinden alınması,
bana göre, çok doğru değil. Bu konuda yeni bir düzenleme ihtiyacı
olduğu kanaatindeyim. Bu konuda önerge de olduğu duyumunu aldım,
inşallah o önerge vardır. Bunu bir seferde değil, iki üç seferde, ama
daha kısa aralıklarla yapıp, hakikaten, verimsizse belki geri alınabilir,
ama, kazanılmış hakların geri alınması o kadar kolay olmamalıdır
diye düşünüyorum.
Bu maddenin de Bakanlık hizmetlerini geliştirici
bir madde olduğunu, özellikle boş bırakmaktan, kadroları boş bırakmaktan
kaynaklanan verimsizlikleri ortadan kaldıracağını vurgulamak
istiyorum.
Arkadaşlarımız çağdaş ve kaliteli yönetim istediklerini
burada vurguladılar. Boş kadrolarla çağdaş ve kaliteli yönetim
olmaz. Önce kadroların dolması lazım, sonra da o kadroların kaliteli
ve verimli elemanlarla doldurulması lazım.
Bunu da vurgulayarak, tasarının hepimize hayırlı
olmasını, milletimize hayırlı hizmetler getirmesini diliyorum,
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ünaldı.
Madde üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Soru sorma süresi beş dakikadır, her sayın milletvekilinin
süresi bir dakikadır.
Buyurun Sayın Işık.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, yeni getirilen düzenlemelerle,
eğitim ve araştırma hastanelerinde uzmanlık eğitiminde ne gibi
iyileşmeler olacağını öngörüyorsunuz, temel hedefiniz nedir?
İkinci sorum: Hekim açığı olduğu konusunda ısrarlarınıza
rağmen neden itirazlar söz konusudur, sorun nedir?
Üçüncü sorum: Eğitim ve araştırma hastanelerine
yeni şef, şef yardımcısı atanması konusunda kararlılık olduğu görülmektedir;
mevcut durum yeterli değil midir? Profesör ve doçentlerin şef, şef
yardımcısı olarak atanması sürecinde yeni bir sınav düzenlemesi
öngörüyor musunuz?
Son sorumsa, doktorlara yönelik zorunlu sigortalılık
konusunu diğer sağlık personeline yönelik teşmil etmeyi düşünüyor
musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Kaya…
YILMAZ KAYA (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sorum şu: Yabancı bir ilaç firmasının Bakanlığınıza
ilaç satımı sırasında yolsuzluk yaptığı iddialarıyla açılan ceza
davasına hâlâ Bakanlığınız müdahil sıfatıyla müdahale etmemiş
durumdadır. Bakanlığınızca ilgili personel hakkında disiplin soruşturması
yaptırdığınız ve bir zararın olmadığı şeklindeki beyanlarınız
yargıya ve devam eden davaya açık bir müdahale değil midir? Disiplin
soruşturması esas alınacaksa, devam eden davanın önemi nedir? Olası
bir zarar için verilmesi gereken müdahale dilekçesini vermemekteki
ısrarınızın nedeni nedir? Müdahale dilekçesi verilmemesi konusunda
herhangi bir talimatınız var mıdır? Dava sonunda bir zararın olduğuna
karar verilirse, bu zararı şahsen siz mi karşılayacaksınız?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.
Sayın Neşşar…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Benim Bakana sorum, geçen hafta bir AKP milletvekili
arkadaşımızın hekim miktarını artırmak için yaptığı ilginç bir
öneriyle ilgili. Hatırlayacaksınız, arkadaşımız -kendisi de burada
oturuyor- eczacı ve diş hekimlerine biraz daha eğitim verelim doktor
yapalım, diyen geçen hafta çok ilginç bir öneri vardı. Acaba Sayın Bakan
buna nasıl bakıyor? Bu öneriyi başka mesleklere de yaygınlaştırmayı
acaba düşünüyor mu? Düşünüyorsa, bu meslek dalları hangileri olabilir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Sayın Arıtman…
CANAN ARITMAN (İzmir) - Sayın Bakanım, ülkemizde
kişi başı sağlık harcaması 2006 itibarıyla kaç dolardır? Buna göre
Avrupa sıralamasında kaçıncı sıradayız? OECD ülkeleri arasında
kaçıncı sıradayız? Tabii bunu ilaç ve ayaktan tedaviler hariç olarak
soruyorum, çünkü OECD değerlendirmeleri de bu doğrultuda.
İkinci sorum: Kamu sağlık harcamalarının gayrisafi
yurt içi hasılaya oranı 2006 itibarıyla yüzde kaçtır? Buna göre Avrupa
ve OECD ülkeleri arasında kaçıncı sıradayız?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Arıtman.
Sayın Çetin…
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Bakan, bu SSK ve devlet
hastanelerinin birleştirilmesinden sonra SSK ile eczacılar odasının
iş yeri hekim reçetelerini onaylamasına
ilişkin bir protokolleri var. Bu protokol bir bakıma yasal mıdır? Yani,
bazı yerlerde eczanelerin ne kadar reçete yapacaklarına ilişkin
ecza odasının almış olduğu karar hukuka uygun mudur? Sağlık Bakanlığı
olarak böylesi haksız uygulamalara bir buçuk yıldan bu yana niçin
müdahale etmediniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.
Sayın Bakan, buyurun.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Değerli
Başkanım teşekkür ediyorum.
Sayın Işık, "Hekim açığı olduğunu söylüyorsunuz,
bu hususa niçin karşı çıkılıyor?" dedi. Bunu karşı çıkanlara
sorduğumuz zaman makul bir cevap alamıyoruz. Aslında bu güzel bir
soru. Yani, Türkiye'de hekim sayısı artarsa bundan hekimler mi zarar
görecek, vatandaşımız mı zarar görecek? Bu işe karşı çıkanların bunu
bir konuşması lazım. Bize göre hekimler için de, vatandaşlar için de
bu bir zarurettir.
Yeni getirilen düzenlemelerle eğitim ve araştırma
hastanelerimizde Avrupa Birliği standartlarında bir modern tıbbi
nosyon ile örtüşen uzman hekimleri yetiştirme konusunda biraz daha
güçlenmek için bunu istiyoruz. Ayrıca, Anadolu'da yeni eğitim araştırma
hastaneleri kuruyoruz, dolayısıyla sayıyı da artırmamız lazım.
Şöyle bir şey söyleyeyim, Türkiye'de 46 adet eğitim ve araştırma hastanemizde
2.400 tane şef ve şef yardımcısı vardır. 54 adet tıp fakültesinde ise
11.300 öğretim üyesi vardır. Asistan sayılarımız birbirine yakın. 8.800 asistan
eğitim hastanelerinde var, üniversitelerde ise 11.500 asistan var. Dikkat
edilirse burada eğitim kadrosundaki kişi sayısının 4 mislinden
de daha fazla olduğu görülmektedir. Evet, üniversitelerimizde öğrenci
eğitimi de yapılmaktadır, ama, bu, 4 misli fazlalığı izah edebilecek
bir fark kesinlikle olamaz. Onun için yeni klinik şef ve şef yardımcılarına
şiddetle ihtiyacımız var.
CANAN ARITMAN (İzmir) - Eğitimin kalitesi, Sayın
Bakan…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Değerli arkadaşlarım,
eğitimin kalitesinden bahsediyorsunuz, biz YÖK'ün profesör ve doçent
unvanı verdiği, sınavlara sokarak profesör ve doçent unvanı verdiği
değerli arkadaşlarımızı eğitim, araştırma hastanelerimizde öğretim
üyesi olarak, eğitimin elemanı olarak istihdam edeceğimiz zaman buna
karşı çıkıyorsunuz. Bunu anlamak mümkün değildir. Yani üniversitelerimizde
şu anda öğretim üyeliği yapan değerli profesörlerimiz ve doçentlerimizden
bahsediyorum. Bunların istihdam edilmesine bile karşı çıkıyorsunuz.
Bunu gerçekten anlamak mümkün değil. Kaliteli eğitim diyorsak, oradaki
fazlalığı biraz bu tarafa aktarmakta çok büyük bir yararın olduğu
açıktır ve burada yeni bir sınav, profesör ve doçentler için ayrıca
bir sınav düşünmüyoruz, çünkü, bunlar bir sınavdan geçerek profesör
ve doçent oldular, ama, bir jüri sistemiyle bunların dosyalarını
inceleyeceğiz ve buna göre atamalarını yapacağız. Bu jüri de eğitim,
araştırma hastanelerimiz ve üniversitelerimizdeki bilim adamlarından
oluşacak.
Zorunlu sigortanın diğer sağlık personeli için
de geçerli olması hususunda önce hekimler üzerinde, hekimler için
yapılan sigortanın sonuçlarını görmemiz gerektiğine inanıyorum.
Sayın Kaya bir davadan bahsettiler ve buna niçin
müdahil olmadığımızdan da bahsettiler. Aslında buna müdahil olması
gerekenler müdahil oluyorlar. Bu iş, hazine avukatlarının işidir.
Bu paraların tahsili Sağlık Bakanlığının doğrudan görevi değildir.
Yani, normal hukuki süreç içerisinde biz üstümüze düşenlerin hepsini
yaptık. Daha önce de bu kürsülerden soruldu. Savcının soruşturmasına
esas olan bilgileri savcılığa gönderen de Sağlık Bakanlığıdır. Biz
bunları savcılığa gönderdik. Eğer burada, yürümekte olan bir davayla
ilgili bir şey söylenmeyecekse, onu sadece ben değil, siz de söylemeyeceksiniz.
Bu, basında da yazılıp çizilmeyecek.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Bir şey söylemedim, niye müdahil
olmuyorsunuz dedim.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Bakın, şöyle
oluyor değerli arkadaşlarım…
YILMAZ KAYA (İzmir) - Hâlâ olmadınız, doğruyu söylemiyorsunuz.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Buna devlet,
müdahil olması gerektiği ölçüde müdahil olmuş durumdadır.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Bakanlık taraftır bu davada.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Hukukun gerektirdiği
süreç şu anda işlemektedir ve ayrıca, ilgili firma, geri ödeme kurumlarına
belli ödemeler de yapmıştır. Bundan sonra da yine hukuk çerçevesinde bu ödemeleri
yapması temin edilecektir.
Aslında, burada, sizin gözden ırak tuttuğunuz
bir husus var. Bu bahsettiğiniz bürokratlar, Hükûmetimizin iradesiyle
birlikte, bir kararnameyi değiştirerek ülkemize yılda 1 milyar
doların üstünde bir ilaç tasarrufu katkısı sağlamışlardır, aslolan
bunlardır. Bir firmanın yanlış beyanı varsa eğer, -bakın, süreç işlediği
için yanlış beyanı var da demiyorum, hukuki süreç işlediği için,
yanlış beyanı varsa- zaten hukuk bunun neticesinde gerekeni yapacaktır.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Bu davada temyiz hakkınız
olmayacak, müdahil olmadınız. Bunu izah etmeye çalışıyorum Sayın Bakanım. Yine
kaçamak cevap veriyorsunuz.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Neşşar,
zannediyorum, değerli milletvekilinin… Eczacıların doktor olmasıyla
ilgili bir şey söylendi.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, süreniz tamamlanmıştır.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Eczacı ve diş hekimlerinin…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Eczacı ve
diş hekimlerinin… Şu anda, Bakanlığımızda böyle bir çalışmamız
yok.
Sayın Arıtman, kişi başı sağlık harcamaları itibarıyla
Türkiye'nin kamu sağlık harcamalarını verebilirim, çünkü, cepten
harcamaları şu anda tam bilmiyoruz, yani, bunun araştırmasını yapmamız
lazım 2006 konusunda, bunlar için ön rakamlarımız var. Ancak, Türkiye,
1999 yılında 109 dolar harcarken, 2002 yılında da 137 dolar harcarken,
2006 yılında 268 dolar harcamıştır. Yani, dört yıl içerisinde, kamu
sağlık harcamaları hemen hemen 2 misline çıkmış durumdadır. Diğer
detaylarla ilgili hususları da size yazılı olarak takdim edelim.
CANAN ARITMAN (İzmir) - Kaçıncı sıradayız Sayın
Bakanım?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Onları size
yazılı olarak takdim edelim, ama, Sayın Arıtman, bakın, burada çok
önemli bir şeyden bahsediyorum.
CANAN ARITMAN (İzmir) - Sayın Bakan, biz biliyoruz
da siz söyleyiniz, tutanaklara geçsin.
BAŞKAN - Sayın Arıtman, lütfen… Sorunuzu sordunuz,
Sayın Bakan cevap veriyor, lütfen…
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Ben, size
çok önemli bir şeyden bahsediyorum ve sizi de insafa davet ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Bir ülkenin
kamu sağlık harcamaları dört yılda 2 misline çıkmıştır.
Teşekkür ediyorum.
CANAN ARITMAN (İzmir) - Sonuncu sıradayız Sayın
Bakan.
BAŞKAN - Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Madde üzerinde beş adet önerge vardır. Önergeleri
önce geliş sırasına göre okutup, aykırılıklarına göre işleme
alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sayılı yasa tasarısının
2. maddesinin sonuna gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini
arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Yılmaz Kaya Sezai
Önder
Malatya İzmir
Samsun
Haşim Oral Ali Arslan
Denizli Muğla
"Ayrıca, başhekimliği
boş olan hastanelere öncelikle atama yapılır."
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1247 Sıra Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2.Maddesine "Bir Defaya
Mahsus olmak üzere en az 10 Yılını doldurmuş Şef Muavinleri Bakanlık
tarafından atanır." fıkrasının eklenmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Süleyman Sarıbaş Muzaffer
R. Kurtulmuşoğlu Mehmet Erdemir
Malatya Ankara
Yozgat
Muharrem Doğan Züheyir
Amber
Mardin Hatay
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1247 sıra sayılı Kanun Tasarısının 2 inci maddesinin son fıkrasından
sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Dursun
Akdemir
Iğdır
"Çağdaş anlamda
etkin bir sağlık yönetimi ihtiyacını karşılayacak yönetici doktor
ihtiyacını karşılamak üzere; üniversitelerin tıp fakültesi hastaneleri
ile eğitim ve araştırma hastanelerinde tıpta yönetim uzmanları yetiştirmek
için "Tıpta Yönetim Uzmanlığı" bilim dalı veya kliniği
oluşturulur. Araştırma görevlisi sınavına sadece tıp doktorları
başvurabilir. Tıpta Yönetim Uzmanlığını almış Tıpta Yönetim Uzmanı
doçent ve profesör tabipler tıp fakültesi hastaneleri ve diğer eğitim
hastanelerine, Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde klinik şefi
olmuş Tıpta Yönetim Uzmanları eğitim hastanelerine; Tıpta yönetim
uzmanları ise diğer hastanelere öncelikli olarak baştabip ve baştabip
yardımcısı olarak atanırlar. Önergeyle eklenen bu son fıkradan önce
gelen fıkraların tümünü kapsayacak bir şekilde Yüksek Öğrenim Kurumu'nun
Anayasada ki konu ile ilgili maddelerindeki yetkileri göz önünde
tutularak, ortaklaşa hazırlanacak bir yönetmenlik ile uygulaması
sağlanır."
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesi ile değiştirilmesi
öngörülen 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun ek 1'inci
maddesinin ikinci fıkrasının ve bu fıkradan sonra gelmek üzere eklenen
fıkraların aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmesini arz ve teklif
ederiz.
Salih Kapusuz Seyfi
Terzibaşıoğlu Tevhit
Karakaya
Ankara Muğla Erzincan
Ekrem Erdem Yekta Haydaroğlu
İstanbul Van
"Klinik şefi, klinik
şef yardımcısı, başasistan ve asistan kadrolarına, açıktan atama
izni alınmaksızın ilgili mevzuatı çerçevesinde atama yapılır. Şef
ve şef yardımcılığı sınavı, Sağlık Bakanlığınca yılda bir yapılır.
Bu sınava, tıpta uzmanlık unvanını kazanmış, orijinal bilimsel
araştırma ve yayınlar yapmış ve Üniversitelerarası Kurulca merkezi
sistemle hazırlanacak bir yabancı dil imtihanını başarmış bulunan
adaylar, gerekli belge ve yayınlar ile birlikte uzmanlık alanını
bildirerek başvururlar. Bakanlık, uzmanlık alanlarını dikkate
alarak üç veya beş kişilik jüri teşkil eder. Bu jüri yayınları inceleyip
adayı sözlü ve gerektiğinde ayrıca uygulamalı sınava tabi tutar
ve başarılı olanlara, ilgili uzmanlık alanında şef veya şef yardımcılığı
sınavı başarı belgesi verir.
Bir eğitim ve araştırma hastanesi biriminde açık
bulunan şeflik veya şef yardımcılığı kadrosu, Sağlık Bakanlığınca,
isteklilerin başvurması için ilan edilir. Şef veya şef yardımcılığı
sınavı başarı belgesi bulunanlar ile profesör veya doçent olan
adaylar ilan edilen kadroya müracaat ederler. Bakanlık tarafından,
adayların bilimsel ve eğitim yeterliliklerini incelemek üzere,
en az biri atama yapılacak eğitim ve araştırma hastanesi dışından
olmak üzere üç profesör veya şef tespit edilir. Bu profesör veya şefler,
adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını Bakanlığa bildirirler.
Bu mütalaaların Bakan, Müsteşar, Sağlık Eğitimi Genel Müdürü, Tedavi
Hizmetleri Genel Müdürü ve Personel Genel Müdürünün birlikte değerlendirmesi
sonucunda atama yapılır.
Kalkınmada öncelikli illerde bulunan eğitim ve
araştırma hastanelerinde ilan edilen şef kadrolarına en az fiilen
beş yıl şef yardımcısı olarak çalışmış olanların başvurularında sınav
şartı aranmaz. Bu kişiler atandığı kadroda beş yıl fiilen çalışmadan
kalkınmada öncelikli iller dışındaki illerin şef kadrolarına
atanamazlar.
Yapılacak klinik şef ve şef yardımcılığı sınavı
ile başasistanlık sınavlarına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından
hazırlanan ve bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde
yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.
Servis ve laboratuvar şefleri veya şef yardımcıları
ile tıp alanında doçent veya profesör tabipler eğitim ve araştırma
hastanelerine; uzman tabipler veya tıp alanında doktora yapmış tabipler
veyahut hukuk, kamu yönetimi, iktisat, işletme ve sağlık yönetimi
alanlarında lisans, yüksek lisans veya doktora eğitimi almış tabipler
diğer hastanelere baştabip olarak atanabilirler."
BAŞKAN - En aykırı önergeyi okutup işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 Sıra Sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 2. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
Haluk Koç Mahmut
Duyan İsmail Değerli
Samsun Mardin Ankara
Mehmet Neşşar Nurettin
Sözen Sami Tandoğdu
Denizli Sivas Ordu
Ali Arslan Mustafa
Özyurt
Muğla Bursa
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Önergenin gerekçesi üzerinde söz isteyen,
Sivas Milletvekili Nurettin Sözen.
Buyurun Sayın Sözen.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
1247 sıra sayılı Tasarı'nın 2'nci maddesinin metinden çıkarılmasını
öngören önergemiz üzerinde görüşlerimi bilgilerinize sunuyorum.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Biliyorsunuz, bu konu doçentlerin ve profesörlerin
atanmasının önce Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmesi, daha
sonra Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlüğünün durdurulması
şeklinde sonuçlandı. Yani, atama yöntemleri Anayasa'ya uygun bulunmadı.
Buna rağmen Sağlık Bakanlığı bu uyarıları dikkate almadan atamaya
devam etti. Yanılmıyorsam, 150'ye yakın profesör ve doçent doğu üniversitelerinizden
-dikkatinizi çekerim- Erzurum'dan, Van'dan, Elazığ'dan, doğu üniversitelerinden
batı hastanelerine şef ve şef muavini olarak atandılar. Bir kere,
etik olarak Bakanlığın savunduğu temel düşünceye ters. Hem fazla
doktor yetiştirilsin deniliyor hem doktor yetiştirecek kurumlardan
öğretim üyeleri azaltılıyor. Üstelik doğuda hekim azlığından söz
ediliyor, doğudan hekimler ve hocalar alınıp batıya atanıyor.
Doçent ve profesörlerin atanmasıyla ilgili bu
yasa dışı yöntemi gidermek için yeniden bir tasarı hazırlanıyor. Burada
da, biliyorsunuz ki, bazı, eğitim hastanelerine dönüştürme çalışmaları
var. Bakanın da izah ettiği gibi çok şef ve şef yardımcısına ihtiyaç
var; ama, atama yetkisi Bakanlıkta kalarak. Yani hiçbir yarış yapmadan,
hiçbir objektif kural ve ölçüt kullanmadan atamaya yönelik tasarı
metni söz konusu. Yine Anayasadan dönecek, yine yasalara ve kurallara
aykırı.
Şimdi, dikkatinizi çekerim, doçent ve profesör
jürisi kuruluyor; ama, her doçent ve profesör için ayrı bir rapor hazırlanıyor.
Yani, atanacak makama yönelik birincileri saptamak üzere bir jüri
oluşturulmuyor. Oluşturulan jüri raporlarını her öğretim üyesi
için ayrı ayrı veriyor. Bu bir yarış değil, bu bir objektivite değil.
Bu, sadece Genel Kurulumuzu ve halkımızı yanıltmaya yönelik bir
yöntem. Aynı şekilde, şef, şef yardımcısı, başasistanlık için de bir
jüri kuruluyor.
Biliyorsunuz, bu kazanılan haklar İngilizce deyimiyle
bir "degree"dir. Yani dünyanın her yerinde FRCS imtihanları
vardır, konsültan imtihanları vardır. Bu imtihanı kazananlar ölünceye
kadar bu sıfatla yaşarlar, bu sıfatlarıyla da görev yapacakları
hastanelere başvururlar. Dolayısıyla, bir şefin, bir şef muavininin,
bir başasistanın bir sınav sonucu kazanılmış hakları geriye alınamaz.
Oysa tasarıda, beş yıl sonra bilimsel yetersizliği ve performans
eksikliği dolayısıyla görevlerinden, bu sıfatlarından soyutlanıyor
ve mütehassıs hekim olarak atanıyor. Bu, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.
Buna devlet hayatında "tenzili rütbe" denir. Hem özlük hakları
bakımından hem onursal sıfatları bakımından bu sıfatların alınması,
insan haklarına aykırıdır, devlet yönetimine aykırıdır, bütün
yasalara aykırıdır. Onun için, arkadaşlarım, bu yasa, bu madde, hem
Anayasa'ya, daha evvelki hükümler açısından, yani profesör ve doçentlerin
atanması açısından Anayasa'ya aykırıdır hem de şimdi yeni ilave edilen
şef, şef muavini ve başasistanların beş yıl sonra gerektiğinde bu
sıfatlarının ellerinden alınması açısından Anayasa'ya aykırılık
ihtiva etmektedir ve dolayısıyla metinden çıkarılması en doğru
hareket olacaktır.
Bu hareket bir dayatmadır, daha evvel on beş üniversiteye
rektör atanmasında görüldüğü gibi bu bir dayatmadır. Demokrasilerde
dayatmayla olumlu sonuçlar almak da mümkün değildir. Benim tavsiyem,
öncelikle doçent, profesör bir değerlendirme yapılabilir; şef,
şef muavini, başasistan için değerlendirme yapılabilir. Açılan
bir kadroya atama söz konusuysa, objektif bir bilimsel kurul oluşturulur,
hem şef oraya başvurabilir hem profesör, doçent oraya başvurabilir,
o bilimsel kurulun yaptığı öncelikler ve sıralamaya göre de atama
yapılır. Bu sıralama ve yarış yapılmadıkça bireysellik, keyfîlik
devam edecektir. Bu bireysellik, keyfîlik de, Anayasa'mızın temel hükümleriyle
bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla, önerimizle, bu, Anayasa'ya aykırı
maddenin tamamen çıkartılmasını ve yeniden bir, Anayasa'ya uygun,
yasalara uygun bir düzenleme yapılması…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Sözen, lütfen toparlayınız.
NURETTİN SÖZEN (Devamla) - Bitiriyorum efendim.
Dolayısıyla, bu önergemiz kabul edildiği takdirde,
Anayasa'nın, yasalara ve Anayasa'ya uygun maddenin yeniden yazılması
mümkün olacaktır. Bu düşüncelerimi sundum.
Saygılar sunuyorum hepinize efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sözen.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Karar yeter sayısı…
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Neşşar.
Aynı zamanda karar yeter sayısını arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
YILMAZ KAYA (İzmir) - Sayım, sayı sağlanıncaya
kadar devam edecek herhâlde Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birleşime beş
dakika ara veriyorum, karar yeter sayısı yoktur.
Kapanma Saati: 16.17
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.27
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 60'ıncı Birleşimi'nin Üçüncü Oturumu'nu açıyorum.
1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 2'nci maddesinde, Samsun Milletvekili
Haluk Koç ve arkadaşlarının önergesinin oylanmasında karar yeter
sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar
yeter sayısı vardır ve önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
2'nci maddesi ile değiştirilmesi öngörülen 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri
Temel Kanunu'nun ek 1'inci maddesinin ikinci fıkrasının ve bu fıkradan
sonra gelmek üzere eklenen fıkraların aşağıdaki şekilde yeniden
düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz (Ankara) ve arkadaşları
"Klinik şefi, klinik şef yardımcısı, başasistan
ve asistan kadrolarına, açıktan atama izni alınmaksızın ilgili mevzuatı
çerçevesinde atama yapılır. Şef ve şef yardımcılığı sınavı, Sağlık
Bakanlığınca yılda bir yapılır. Bu sınava, tıpta uzmanlık unvanını
kazanmış, orijinal bilimsel araştırma ve yayınlar yapmış ve Üniversitelerarası
Kurulca merkezi sistemle hazırlanacak bir yabancı dil imtihanını
başarmış bulunan adaylar, gerekli belge ve yayınlar ile birlikte uzmanlık
alanını bildirerek başvururlar. Bakanlık, uzmanlık alanlarını
dikkate alarak üç veya beş kişilik jüri teşkil eder. Bu jüri yayınları
inceleyip adayı sözlü ve gerektiğinde ayrıca uygulamalı sınava
tabi tutar ve başarılı olanlara, ilgili uzmanlık alanında şef veya
şef yardımcılığı sınavı başarı belgesi verir.
Bir eğitim ve araştırma hastanesi biriminde açık
bulunan şeflik veya şef yardımcılığı kadrosu, Sağlık Bakanlığınca,
isteklilerin başvurması için ilan edilir. Şef veya şef yardımcılığı
sınavı başarı belgesi bulunanlar ile profesör veya doçent olan
adaylar ilan edilen kadroya müracaat ederler. Bakanlık tarafından,
adayların bilimsel ve eğitim yeterliliklerini incelemek üzere,
en az biri atama yapılacak eğitim ve araştırma hastanesi dışından
olmak üzere üç profesör veya şef tespit edilir. Bu profesör veya şefler,
adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını Bakanlığa bildirirler.
Bu mütalaaların Bakan, Müsteşar, Sağlık Eğitimi Genel Müdürü, Tedavi
Hizmetleri Genel Müdürü ve Personel Genel Müdürünün birlikte değerlendirmesi
sonucunda atama yapılır.
Kalkınmada öncelikli illerde bulunan eğitim ve
araştırma hastanelerinde ilan edilen şef kadrolarına en az fiilen
beş yıl şef yardımcısı olarak çalışmış olanların başvurularında sınav
şartı aranmaz. Bu kişiler atandığı kadroda beş yıl fiilen çalışmadan
kalkınmada öncelikli iller dışındaki illerin şef kadrolarına
atanamazlar.
Yapılacak klinik şef ve şef yardımcılığı sınavı
ile başasistanlık sınavlarına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından
hazırlanan ve bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde
yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.
Servis ve laboratuvar şefleri veya şef yardımcıları
ile tıp alanında doçent veya profesör tabipler eğitim ve araştırma
hastanelerine; uzman tabipler veya tıp alanında doktora yapmış tabipler
veyahut hukuk, kamu yönetimi, iktisat, işletme ve sağlık yönetimi
alanlarında lisans, yüksek lisans veya doktora eğitimi almış tabipler
diğer hastanelere baştabip olarak atanabilirler."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Uygun görüşle takdire bırakıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz
Değerli Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Önerge ile, 20.10.2005 tarih ve 5413 sayılı Kanun
ile Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerindeki klinik
şefi ve şef yardımcısı unvanlı kadrolara yapılacak atamalarla ilgili
daha önce yapılmış olan kanuni düzenlemenin Anayasa Mahkemesince
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiş olması ve Üniversitelerin
profesörlük ve doçentlik kadrolarına atama usulü dikkate alınarak,
bu kadrolara yapılacak atamaların daha objektif ve bilimsel seviyeye
göre yapılmasını teminen atamalara ilişkin usul ve esasların yeniden
belirlenmesi amaçlanmıştır. Böylece, Sağlık Bakanlığı eğitim ve
araştırma hastanelerinin klinik şefi ve şef yardımcısı kadrolarına
atama usulü, Üniversitelerin profesörlük ve doçentlik kadrolarına
atama usulüne paralel hale getirilmiştir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden İspanya Temsilciler Meclisi Başkan
Vekili ve İspanya-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
Ignacio Gil Lazaro ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoş
geldiniz" denilmesi
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Sayın Mehmet Dülger'in
konuğu olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan İspanya Temsilciler
Meclisi Başkan Vekili ve İspanya-Türkiye Parlamentolararası
Dostluk Grubu Başkanı Sayın İgnacio Gil Lazaro ve beraberindeki
heyet şu anda Meclisimizi teşrif etmiş bulunuyorlar. Kendilerine,
yüce milletimiz ve Meclisimiz adına "Hoş geldiniz" diyorum.
(Alkışlar)
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin Tazminat
ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu
(1/1226) (S. Sayısı: 1247) (Devam)
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sıra sayılı Kanun Tasarısının
2 inci maddesinin son fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkranın
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Akdemir
Iğdır
" Çağdaş anlamda etkin bir sağlık yönetimi
ihtiyacını karşılayacak yönetici doktor ihtiyacını karşılamak
üzere; üniversitelerin tıp fakültesi hastaneleri ile eğitim ve
araştırma hastanelerinde tıpta yönetim uzmanları yetiştirmek
için "Tıpta Yönetim Uzmanlığı" bilim dalı veya kliniği
oluşturulur. Araştırma görevlisi sınavına sadece tıp doktorları
başvurabilir. Tıpta Yönetim Uzmanlığını almış Tıpta Yönetim Uzmanı
doçent ve profesör tabipler tıp fakültesi hastaneleri ve diğer eğitim
hastanelerine, Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde klinik şefi
olmuş Tıpta Yönetim Uzmanları eğitim hastanelerine; Tıpta yönetim
uzmanları ise diğer hastanelere öncelikli olarak baştabip ve baştabip
yardımcısı olarak atanırlar. Önergeyle eklenen bu son fıkradan önce
gelen fıkraların tümünü kapsayacak bir şekilde Yüksek Öğrenim Kurumu'nun
Anayasada ki konu ile ilgili maddelerindeki yetkileri göz önünde
tutularak, ortaklaşa hazırlanacak bir yönetmenlik ile uygulaması
sağlanır."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz
Değerli Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçe üzerinde konuşmak isteyen Dursun
Akdemir, Iğdır Milletvekili.
Buyurun Sayın Akdemir.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 1247 sıra sayılı Sağlık Hizmetleri
Temel Kanununun 2'nci maddesine ilave edilmek üzere verdiğim önerge
üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce milletimizi ve
Türkiye Büyük Millet Meclisini saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sağlık Bakanımız biraz
önce burada konuşurken Türkiye'nin değişik yörelerinde yeni eğitim
hastaneleri açacağından söz etti. Hâlbuki çağdaş tıp eğitiminde
doktorların ve uzmanların yetiştirilebilmesi için, yani pratisyen
ve uzman hekimlerin yetişmesi için tıp fakültelerine gerek vardır
ve Türkiye'nin de yeni tıp fakültelerinin açılmasına ihtiyacı
var. Durum bu iken, eğitim hastanelerinde, araştırma hastanelerinde
Sağlık Bakanlığının idari organizasyonu ve eğitimin tartışılır
bir düzeyde sürdürülmesi devam ettirilmek üzere yeni eğitim araştırma
hastanelerinin açılmasını, Türkiye'de doktor yetiştirmek üzere
eğitim sisteminin daha da karışacağını ve bozulacağını beyan etmek
üzere önergeme geçmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, hızlı şekilde okundu önerge.
Önergenin, önce, ne getirdiğini siz değerli milletvekili arkadaşlarıma
anlatmak istiyorum. Türkiye'de hasta memnuniyetinin olmamasının
ve sağlıkta ekonomik verimliliğin olmamasının en önemli nedenlerinden
biri, sağlık kurumlarının profesyonel yöneticiler tarafından yönetilememesidir.
Dolayısıyla, hasta memnun değil ve ekonomik yönden -ne kadar para
harcarsanız harcayın- verimlilik ortaya çıkmıyor.
Getirdiğim önergede… Sayın Bakanımıza, Sayın
Komisyon Başkanımıza ve Sağlık Bakanlığı Müsteşarına bu önergeyi
takdim ettiğimde "gerçekten çok önemli bir ihtiyacı karşılayacaktır"
dediler, ama burada Komisyon Başkanı da katılmadı, Sayın Bakan da
katılmadı. Şimdi bu yüce Meclise soruyorum: Doğru bulunan bir şeyi
bir madde olarak eklemek, acaba iktidarın hangi taraftan gücünü zayıflatacak
ki doğru bir şeyi kabul etmekten korkuyor?
Değerli milletvekilleri, önergede şu getiriliyor:
Tıp fakültesi hastanelerini, Sağlık Bakanlığı hastanelerini yönetecek
başhekimleri yetiştirmek üzere ve sağlık müdürü yapmak üzere -gerektiğinde-
"tıpta yönetim uzmanlığı" diye bir bilim dalı oluşturuluyor.
Aynı zamanda, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde, bu, klinik olarak
adlandırılıyor, üniversite hastanelerinde bilim dalı olarak
önergede bahsedildi. Bu önergeyle, eğer Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde
ve tıp fakültesi kliniklerinde, aynen bir genel cerrahi uzmanı yetiştirmek
üzere nasıl bir klinik varsa, bir dâhiliye uzmanını yetiştirmek üzere
iç hastalıkları bilim dalı nasıl varsa, böylece, tıpta yönetim uzmanı
yetiştirilen bir bilim dalı kurulur. Bu bilim dalından eğitilmiş
olan tıp fakültesini bitirmiş doktorlar, Türkiye'nin sağlık kurumlarında
başhekim olurlar ve aynı zamanda -bu kurumlarda sağlık müdürlüğüne
de ihtiyaç vardır- Türkiye'nin sağlığının yönetilmesi için sağlık
müdürü olurlar.
Hastanede, genellikle tıp fakültesi hastanelerinde
eğitim, çoğunlukla eksiksiz sağlık eğitimi yürütülüyor. Ama, iyi
yürütülemeyen, hastanelerin hizmet yönetiminin yeterli olmayışı,
Sağlık Bakanlığı hastanelerinde de aynıdır. Yani, genel cerrah
olan ya da iç hastalıkları uzmanı olan birisinin, kendi uzmanlık dalını
bırakarak yöneticilikle uğraşması, bu uzmanın zamanını boşuna
harcamasıdır. O nedenle, hastaneyi iyi yönetmek üzere bir uzmanın
yetiştirilmesi, çağdaş anlamda hasta memnuniyetini ve ekonomik
verimliliği de artıracak bir düzen oluşturacaktır ve bu düzen içerisinde,
milyarlarca sağlığa harcanmış olan paralar da hedefine, doğru harcanmış
olacaktır.
Bu konuda, Sayın Bakanımdan öğrenmek istiyorum.
Kendilerine takdim ettiğimde "Gerçekten iyi bir yenilik getiriyor."
demişti. Aynı zamanda, Komisyon Başkanının fikri de oydu. Acaba bu
Genel Kurulda neden kanaatinizi değiştirdiniz, lütfen açıklayın,
73 milyon Türk milletine açıklayın, bu yüce Meclise açıklayın, gerekçelerinizi
anlamış olalım. Yani, iktidar olmak, muhalefetin doğru söylediğini
de yanlış…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akdemir, lütfen…
Buyurun.
DURSUN AKDEMİR (Devamla) - İktidar olmak, doğru
söylediğinizi kabul etmemek anlamına gelmez. Muhalefet de olsa,
doğru söylüyorsa, o zaman kabul edin, bu yüce millet sizin erdeminizi
fark etsin ve takdir etsin.
Değerli arkadaşlarım, zaten bu getirilen yasa,
Anayasa'nın 11'inci ve tekrar sağlık eğitimiyle ilgili 131'inci maddesine
temelden aykırı. Bu önergeyle bu aykırılığı da ortadan kaldıracak
bir güzel fikir getirdik. Diyoruz ki, bu madde eklensin. Eklendikten
sonra da, Yükseköğretim Kurumu ile Sağlık Bakanlığı ortaklaşa olarak
bir yönetmelik yapsın. Bu yönetmelikle uygulama yapıldığında,
Anayasa'nın ruhuna da uygun şekilde yasanın bu maddesi geçmiş olur.
O nedenle, burada, Hükûmetin, Sayın Bakanımızın,
bire bir konuştuğumuzda çok olumlu karşıladığı bu fikri neden Genel
Kurulda olumlu görmediğini… Tabii, açıklayacaklardır. Tatmin edecekse
beni çok memnun olacağım, ama, bu konunun doğru olduğunu ben belirtmek
istiyorum.
Zaten, Anavatan Partisi iktidarında, sağlık eğitiminde,
Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinin tümünün üniversitelere
bağlanarak üniversite tıp fakültesi hastaneleri yapılması planlanmış
vaziyettedir. Bunu bir açıklamak, yenilik olarak buradan vermek istiyorum.
Eğer eğitim yeri, talebe eğitimi, tıp doktoru yetiştirilmesi yeri,
uzman yetiştirilmesi yeri tıp fakültesi ise, o zaman neden bu hastaneler
tıp fakültelerinin eğitim sahası olmasın?
Bir yenilik olarak da, tıp fakültelerini tıp üniversitelerine
dönüştürme kanun teklifi hazırlamış vaziyetteyim. Şu anlamda:
Dişçilik, tıp fakültesi, eczacılık, hemşirelik yüksekokulunu
bir tıp üniversitesi altında toplarsınız ve böylece, sağlıkta ekonomik
verimlilik ortaya çıktığı gibi, hasta hizmetlerinde de memnuniyet
ortaya çıkar. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Akdemir, teşekkür ediyorum.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 Sıra Sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 2. Maddesine "Bir Defaya Mahsus olmak üzere en az
10 Yılını doldurmuş Şef Muavinleri Bakanlık tarafından atanır."
fıkrasının eklenmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Süleyman
Sarıbaş (Malatya) ve arkadaşları
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz
Değerli Başkanım.
BAŞKAN - Önergenin gerekçesini açıklamak üzere,
Muzaffer Kurtulmuşoğlu, Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın Kurtulmuşoğlu. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.
Bu Yasa 4 defa, 5 defa Danıştaydan döndü. Sebep
neydi? İmtihan açın şef ve şef muavinlerine, profesör ve doçent direkt
atamayın diye, burada bir haksızlık oluyor diye 5 defa geri geldi. Şimdi
-çaktırmadan, gizlice, kimsenin anlamayacağı şekilde- efendim,
hem profesör hem doçent ve şef muavinleri de imtihana girer, ama, evraklarını
hazırlamış şekilde jüriye verir diyor. Jüri kimlerden oluşur? Üç
tane Bakanlıktan ilgili şeflerden oluşur.
Sayın Bakanım, üniversitelerden profesör ve doçentleri
alacağımıza bir daha üniversite açsak da, onları oralarda çalıştırsak
da, şu eğitim hastanelerini serbest bıraksak da, bunlar kendi yetiştirdikleri
elemanla birlikte çalışsalar acaba ne olur? Senelerdir şef muavini
olarak bekliyor, on senesi geçmiş, on beş senedir bekliyor, imtihan
açılacak, ben şef olacağım diye bekleyen arkadaşlarım. İmtihan
açılmadı. Ben mi açmadım Sayın Bakanım? Ondan evvel açmadılar diyelim.
Peki, dört senedir, beş senedir siz niye açmayıp da doçent ve profesör
atadınız, beri tarafta haksızlık yarattınız, bir başkasının hakkını
yedik? Bana da söylüyorsun tabii, yani "Bu, Anayasa Mahkemesinden
geri döner." Tabii döner, Danıştaydan da döner, Anayasa Mahkemesinden
de döner. Döner tabii. Çünkü, bir başkasının hakkını yiyoruz burada.
Şimdi "açacağım" diyorsunuz, "Şef muavinlerine de açacağız
beş seneden sonra -önergede- ama, bir şartım var: Mecburi hizmete gönderdiğimiz
doktorlar yetmedi. Anadolu'ya göndereceğim bunları, beş sene orada
kalacaklar, sonra istedikleri hastaneye tayin edilebilecekler."
Yok böyle bir şey. Sağlıkta bu kadar oynanmaz. Sağlık hepimize lazım.
Bugün... Geçenlerde burada söyledim, organ naklini bu yasaya ekleyelim
dediğimde, yarın bize de lazım olur, size de dedim, ama anlamadan
-niye? Ben getirdiğim için, muhalefet getirdiği için- reddettiniz.
Dedim ki: Bir gün size de lazım olacak. Asıl lazım olan arkadaşım -kendilerine
şifa diliyorum- Ali Dinçer Bey -çünkü yerinde gördü ne olduğunu organ
naklinin- hem basın toplantısı yaptı hem de geldi, burada organ naklinin,
organ bağışının ne kadar önemli olduğunu söyledi değil mi arkadaşlarım?
Niye? Ateş düştüğü yeri yakar. Ama, bu, demek değil ki, size, bize lazım
olmayacak demek değil. Ama, siz onu da reddettiniz. Niye ettiniz? Bunun
altında siyaset mi yatıyordu? O yasayı niye reddettiniz burada?
Yine soruyorum. Ama, bir gün vicdanlarınız onunla sızlayacak, o yasayı
reddetmekle.
Şimdi burada ben yine haksızlığın giderilmesi
için uğraşıyorum. Herkes imtihana girsin. YÖK imtihan açsın, doçenti
de girsin madem, profesörü de girsin, benim o on senelik, eğitim hastanelerinde
on beş senedir şef muavini olarak bekleyip de şef olmak isteyen doktor
arkadaşlarım da onlarla birlikte imtihana girsin. Ama, girsin, haksızlık
yapılmasın. Dosyayı hazırlayıp getireceğim, jürinin önüne koyacağım.
Kimi koyacağım? Profesör, doçent arkadaşımı koyacağım. Ya, benim
bu arkadaşlarım bilim adamı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kurtulmuşoğlu, lütfen toparlayınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Onlara ihtiyacımız
yok mu? Var tabii, elbette ki var. Onlar bizim göz bebeğimiz, o hekimlerin
hepsi benim göz bebeğim, ama bir mağduriyeti gidermek mecburiyetindeyiz.
Burada mağduriyetlik var. Burada, benim burada söylemediğim ama
çoğu arkadaşlarımın söylediği… Daha, zaten, hakikaten, Doğu'da
profesör filan kalmadı, hepsini atadık. Şimdi de, bırakalım da, bu
eğitim hastanelerindekilere ve ümit bekleyen, imtihan açılsın diye
bekleyen arkadaşlarıma bir hak tanıyalım. Söylediğim bu, başkasının
hakkı yenmesin. Eğer suçsa, eğer yanlışsa, Sayın Bakan, tabii ki, burada,
gelsin söylesin.
Niye Danıştaydan devamlı döndü? Yanlış yapıldığı
için döndü. Ben de, bir daha bu yanlışı yapmayın, yapmayalım diyorum,
o yanlışı düzeltelim, hem bugüne kadar haksız şekilde şef muavinlerinin
hakkı yendiği için onların da bir hakkını koruyalım diyorum. Başka
bir şey söylemiyorum ki. Eğer kötü bir şey söylüyorsam haklısınız. Ama,
nihayet söyledi bir arkadaşım. Evet, ne kadar şey varmış? On yıllık
şef yardımcısı sayısı 220 taneymiş. Bir sayın ilgiliden aldım. Yani,
bu 220 tane şef yardımcısının -on
seneyi geçmiş, on seneyi geçmiş- bunların günahı ne?
Onun için, ben, sağlıkta bu kadar siyaset yapılmasını
hiç hoş görmüyorum, kabul de etmiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum, sevgiler sunuyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kurtulmuşoğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sayılı yasa tasarısının
2. maddesinin sonuna gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini
arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu (Malatya) ve arkadaşları
"Ayrıca, başhekimliği boş olan hastanelere
öncelikle atama yapılır."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Önergenin gerekçesini açıklamak üzere
Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Malatya Milletvekili.
Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi, Hükûmet bir metin teklif ediyor, Komisyonda
görüşülüyor, Komisyonda saatlerce görüşülüyor, arkadaşlarımız
üzerinde mutabakat sağlıyor veya sağlamıyor ve Komisyonun kabul
ettiği metin yüce Meclise geliyor.
Dünden beri, bu 2'nci madde, iki gündür konuşuluyor.
Hangi şekliyle? Komisyondan gelen şekliyle konuşuluyor. Komisyonda
nasıl kabul… Onun lehinde ve aleyhinde konuşuluyor. Ama, bir önerge
veriliyor, tamamen, Komisyondan gelen şekliyle hiç alakası, ilgisi
olmayan, dünden beri yapılan konuşmalarla ilgisi olmayan bu önerge
kabul ediliyor.
Hakikaten bu garip değil mi değerli milletvekilleri?
O zaman neden bu Meclisi çalıştırıyorsunuz? Bu 2'nci maddede, dünden
beri, bir sürü konuşmacı konuşma yaptı, Komisyondan gelen şekli
üzerinde yaptı, ama bir önergeyle… Hiç ilgisi olmayan, alakası olmayan
bir önergeyi kabul ettiniz. İşin garibi, bir tane Komisyon üyesinin
imzası da yok burada. Değerli milletvekilleri, hakikaten yazık
ediyoruz. Şimdi, bu başhekimlikle ilgili bir madde. Size iki tane
anekdot anlatacağım.
Beydağı Devlet Hastanesi var Malatya'da. Buraya
bir başhekim atadınız. Yani, bu Hükûmet döneminde atandı. Bu arkadaşı
-çalıştı, çabaladı- görevden aldınız, başka bir başhekim atadınız.
Mahkemeye gitti, mahkemeyi kazandı, tekrar döndü, üç gün sonra tekrar
aldınız. Arkadaşlar, nedir kriteriniz? Başarı kriteriniz hasta
mutluluğu mu değil mi, yoksa başkalarının mutluluğu mu? Hasta mutluluğunu
dikkate almıyorsanız, acaba kimin mutluluğunu dikkate alıyorsunuz?
Bu arkadaşımız hırsızlık mı yaptı, namussuzluk mu yaptı, şerefsizlik
mi yaptı? Malatya halkının, bundan daha doğal, bunu bilmesi kadar
bir hakkı yok arkadaşlar. Aldın görevden. Tekrar mahkeme kararı geliyor,
üç gün… Bir daha alıyor.
Değerli milletvekilleri, başarı kriteriniz nedir?
Sağlık Bakanlığının, bir başhekimin başarı kriterini o yöre halkı
bilmesi gerekiyor. Yani, neyin mutluluğunu savunuyorsunuz?
Size ikinci bir anekdot vereceğim: Pütürge Devlet
Hastanemiz var bizim. Pütürge, Malatya'nın en, Adıyaman tarafındaki,
biraz ulaşım sorunu olan ilçelerimizdendir. Çok büyük bir hasta potansiyeli
var, çünkü, tek hastane. Burada, iki yıldır bir baştabip görev yapıyor.
Bir buçuk yıl önce oraya bir uzman aile hekimi de atanmasına rağmen,
bu başhekimi görevden almadınız. Niye? Çünkü, "Orada bir uzman
doktor varsa, pratisyen doktor başhekim olamaz." diyorsunuz. Peki,
bir buçuk yıldır bunu niye uygulamadınız? Bir buçuk yıl geçmiş. Ani
bir telefon kararı ve Bakanlıktan, "Görevden aldık dün." Peki,
nedir sebebi? Yine, bu arkadaşımız, hırsızlık, namussuzluk veya
görevinde başarısızlık mı yapmış? Nedir biliyor musunuz arkadaşlar?
Oradaki bir eczanenin ellerinde ilaç kupürü, daha önce birilerinin,
kime verdiği belli olmayan, "bunları yazacaksınız…" Bunları
yazmadığı için görevden alındı. Bunu da söyleyen, ilgili başhekim,
arkadaşlar. Bu zabıtlara geçmesi için söylüyorum.
Sayın Bakanım, Malatya Beydağı Devlet Hastanesinde
görevden aldığınız başhekim 59 tane inceleme dosyası gönderdi Valiliğe
ve Sağlık Müdürlüğüne. Aradan bir ay geçti. Bir tanesi hakkında işlem
yaptınız mı? Yapılmadı arkadaşlar, bir tanesi hakkında işlem yapılmadı.
Bakanlıktan, Sağlık Müdürlüğü ve Valilik müfettiş istedi, bir ay
geçti, hâlâ gitmedi arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, böyle, "ben görevden
aldım, ben yaptım"la… Ama, altında neler var, bunun ortaya çıkması
lazım. Kim olursa olsun. Ben, özellikle tutanaklara geçmesi açısından,
Malatya Beydağı Devlet Hastanesinde Pütürge'de yaşanan olayı,
özellikle bu konuşmayı yaptım.
Demin, Sayın Ali Dinçer Bey bir konuşma yaptı. Ben
çok duygulandım. Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine
Sudan'dan ve Azerbaycan'dan nakil yapmak üzere bir sürü hasta geliyor,
karaciğer nakli. Burası bir merkez arkadaşlar, ama yatağı olmadığı
için, ama elemanı olmadığı için yeni atanan dekan yalvarıyor:
"Bana yardım edin. Her gün bir sürü hasta müracaat ediyor yurt dışından,
özellikle Sudan ve Azerbaycan'dan. Ne olursunuz, şu benim kadromu verin, ebemi verin,
hemşiremi verin, sağlık memurumu verin. Ne olursunuz, açamıyorum
yataklarımı, bana bu yataklarımı açtırın. Azerbaycan'dan, Sudan'dan,
dünyanın değişik yerlerinden bir sürü organ nakli yaptırmak isteyen
hastalar geliyor."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Ama, hâlâ o insanlar
yalvarıyor, biz burada bakıyoruz.
Ben, sizin, hepinizin vicdanına bırakıyorum. Bir
insan kalkmış yalvarıyor. Eğer "ben burada organ nakli yapacağım,
insanlığa faydalı olacağım" diyorsa, buna eğer, hakikaten, burada
duyarsız kalıyorsak hepinizin vicdanına sunuyorum.
Saygılar sunarım, teşekkür ederim. (CHP ve Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair
bir önerge vardır. Malumları olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı
veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı
veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini
isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde
yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin
dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup komisyona
soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla, en az 13 üyesiyle katılırsa
önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun
salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sıra sayılı Kanun Tasarısının
Çerçeve 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki çerçeve 3
üncü maddenin eklenmesini ve diğer maddelerin buna göre teselsül
ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih Kapusuz Seyfi
Terzibaşıoğlu Tevhit
Karakaya
Ankara Muğla Erzincan
Ekrem Erdem Yekta
Haydaroğlu
İstanbul Van
"Madde 3- Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun
Ek 5 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir."
"Devlet hizmeti yükümlülüğünü yapmakta
olan personel, bulundukları ilde sözleşmeli aile hekimi olarak çalışabilirler
veya ihtiyaç halinde aile hekimliği uygulamaları için görevlendirilebilirler.
Bu personelin aile hekimliğinde geçen süreleri Devlet hizmeti yükümlülüğünden
sayılır. Aile hekimliği uygulamasına geçilen yerlerde bu uygulamadan
kaynaklanan nedenlerle birinci basamak sağlık kuruluşlarında görev
yapan Devlet hizmeti yükümlüsü personelin il içinde görev yeri değiştirilebilir."
BAŞKAN - Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor
mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış
olduğundan, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Sayın Başkan, şahsım adına
konuşmak istiyorum.
BAŞKAN - Söz istiyorsunuz.
Sayın Topuz, grup adına mı istiyor Sayın Sözen?
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Grup adına Neşşar konuşacak
efendim.
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
isteyen, Mehmet Uğur Neşşar, Denizli Milletvekili.
Buyurun Sayın Neşşar. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yine bir baskın maddeyle, alışıldığı
üzere, sağlık sisteminde bir değişiklik yapma çabası içerisinde
Sayın Bakan. Nedir? Aile hekimliği için uygun olan kişilerden -en
son Denizli örneğinde yaşandığı üzere- ataması mümkün olan kişilerden
yüzde 60'ı-70'i bu uygulamaya karşı çıktığı için, aile hekimliği
sistemine istedikleri gibi hekim bulamadıkları için ve dün de dediğim
gibi, belirli kişiler dışında, Türk sağlık sisteminde görev alan
herkesin Bakanlığın yaptığı bu uygulamalara karşı çıkmasından
kaynaklanan bir aile hekimliği mahcubiyetinde hekim eksikliğini
tamamlayabilmek için, şimdi zorunlu hizmet yapan hekimlerin uzmanlık
dalına vesaireye bakmadan aile hekimi olarak çalıştırılabilmesine
olanak tanıyan bir ani kanun maddesiyle karşı karşıyayız.
Şimdi, aslında bunun, bir sene önce çıkıp da, mecburi
hizmeti kaldırdım, diye övünen bir iktidarın, bir sene sonra mecburi
hizmeti geri getirdiğinde olduğu gibi, aile hekimliğinin ne büyük
bir devrimmiş olduğunu sunan bir iktidarın, çaresizlik içerisinde,
kanunlara baskın maddeler ekleyerek, önüne gelen herkesi istediği
yere aile hekimi diye atamasının altını yapan bir kanun maddesi
teklifi. Tabii, üzüntü verici bir durumdur.
Ben, mümkün olduğu kadar, kürsüye çıktıkça belli
konuların netleştirilmesi… Dün de biraz bahsettim, Bakanım da çok
kızdığı için yine dile getirmek istiyorum, bazı sözlerim çok rahatsız
edici oluyor sanıyorum. Ama, belli konulardaki bilgisizlikleri
de buraya çıktıkça gidermek, tamamlamak, düzeltmek ve yüce Meclisi
olduğu kadar yüce Meclisin dışında da bu konuyla ilgili çevrelere
düşüncelerimizi aktarmak için bir fırsat olarak değerlendiriyorum
bu kürsüyü.
Değerli milletvekilleri, aile hekimliğini üç
şekilde tanımlamak mümkündür. Bunlardan bir tanesi, dün Nurettin
Hoca'nın da güzel bir şekilde dile getirdiği gibi aile hekimliği
uzmanlığıdır. Aile hekimliği uzman sayısı ülkemizde yetersizdir,
giderek sayı artmakta bile olsa. Aile hekimliği uzmanlığı üzerine
inşa edilmiş bir aile hekimliği sistemini Türkiye'de şu anda oluşturmamız
mümkün değildir.
İkinci bir tanımlama, genellikle çok kullanılan
ve Sayın Bakanın da uygulamaya çalıştığı gibi, bir özel sağlık sunum
modelinin birinci basamak hekimi olarak tanımlanan bir aile hekimliği
anlayışıdır. Burada, kişinin uzmanlığına, branşına bakılmadan
-birtakım ülkelerde var bu- aile hekimliği diye anlaşılır, birinci
basamakta görevlendirilir. Ama, esas itibarıyla bu uygulama, sağlık
sigortacılığı sistemine dayanan -biraz sonra sağlıkta neden sigortacılığın
olmayacağını da buradan aktarmaya çalışacağım- kafa başı muayene
hesabıyla hekimlere para ödenen bir anlayış.
Bir de, Sayın Bakanın bunu yaparken arkasına saklandığı,
saklanırken de Nusret Fişek Hoca'nın kırk yıl önceki kitabına atıf
yaptığı aile hekimliği anlayışı vardır. Aile hekimliği anlayışı,
Bakanın çok güzel aktardığı ve maalesef, vatandaşlarımızın da bu
anlatımın etkisiyle sanki Bakan Bey'in bir yenilik getiriyormuşçasına
sunduğu şeyin gerçekten yenilikmiş olduğunu düşünmesine neden
olan yaklaşım. Bu, esas itibarıyla, sağlık ocaklarındaki pratisyen
hekimlerin taa sosyalizasyon çıktığı zamandan beri ve taa Nusret
Hoca kitabını yazdığından beri yaptıkları hekimlik yaklaşımının
bir tanımlamasıdır. Yani, bir yörede yaşayan insanları doğumundan
ölümlerine, onların çocukluk çağı hastalıklarından, aşılamalarından,
koruyucu hekimliklerinden o yörede, o ailede yaşayan insanları
yaşlılıklarına kadar tümüyle takip eden, tümüyle izleyen ve o yörenin,
o ailenin, o çevrenin hekimi olarak lanse edilen bir hekimlik anlayışıdır
ve bu, kırk sene önceden beri Türkiye'de yasal olarak vardır. Yani,
sağlık ocağı hekiminin görevlerinden bir tanesi, aile hekimliği
yapmaktır ve maalesef, kırk senedir, içerisinde "sosyalizasyon"
kelimesi geçtiği için bu yasa uygulanmadığından hayata geçirilememiştir.
Evet, sizin bugün "devrim" dediğinizi, 1960 yılında, üstelik
hem akademik olarak kitabını yazarak hem de yasasını çıkartarak
Türk tabipleri, Türk tabiplerinin fikir önderleri ortaya atmıştır
zaten. Siz bunu özelleştirmeyi sağlamak amacıyla kullanıyorsunuz
ve bunun içerisindeki aile kavramını, bir şekilde istismar etmiş
oluyorsunuz.
Sayın milletvekilleri, bu aile hekimliği modeli
pilot çalışması… Daha önce de bunu dile getirdim, bir pilot çalışmayı
oluşturmak için, bu işi bilen 3-5 kişi, beş-on günde bir pilot çalışmayı
hazırlayabilirler ve hazırladıkları pilot çalışmanın amacı, pilot
çalışma yapıldıktan sonra ortaya çıkan sonuçların irdelenerek,
uygulamanın ona göre planlamasını sağlamaktır ve bu gerçekten yapılmıştır,
yapan ülkeler de vardır aile hekimliği konusunda pilot çalışmalar.
Bunların başında -belki tekrar dile getirmişimdir bu kürsüden-
Kanada gelmektedir. Kanada -bildiğiniz üzere- hâlâ, eski İngiliz
modelini uygulamaktadır ve yüzde 85 ticaret yaptığı güneyindeki
Amerika Birleşik Devletleri'nin, Kanada'daki sağlık sisteminin
özelleştirilmesi için çok yoğun bir baskısı vardır. Kanada bu baskılar
sonucunda, üç değişik bölgesinde, üç değişik pilot çalışma yürütmüştür,
gerçekten aile hekimliği uygulaması daha rantabl mıdır, daha sürdürülebilir
midir, daha ekonomik midir, daha uygulanabilir midir diye ve maalesef,
Kanada, bunu çok net bir şekilde, sağlık harcamalarını 2-3 kat artırdığını
görmüş, bunu kaydetmiş ve ona göre tutumunu sürdürmeye, eski sistemini
değiştirmemek için direnmeye devam etmektedir.
Şimdi, biz ne yaptık pilot uygulama diye? Sağlık
sistemini düzeltmek isteyen bir idarenin öncelikle hedefleyeceği
yer, sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamayan kesimlerin
öncelenmesidir, ama, bakıyorsunuz, bizim aile hekimliği pilot uygulamamız
önce Düzce'de başlıyor, arkasından Türkiye'nin en çok hekime sahip
olan, ekonomisi en gelişmiş Eskişehir, Denizli, Samsun gibi illerinde,
güya üstüne bir de "pilot" kelimesi yakıştırılarak, tepeden
uçakla indiriliyor. Peki, bu pilot uygulama ile ben, bu aile hekimliği
modeliyle, ileride birinci basamak hekimlik hizmeti vereceksem,
Erzurum'un bir köyünde ya da Ankara'nın hemen burnunun dibindeki
bir kasabada -daha batıya gidelim- Denizli'nin hemen 30 kilometre,
40 kilometre dışındaki bir kasabada etkin sağlık hizmeti verebilecek
miyim? Bunun olmayacağını Sayın Bakan da biliyor, Bakana bakan insanlar
da biliyor ve vatandaşlarımız, yurttaşlarımız da biliyor. En çok
da bunu doktorlarımız biliyor, yani sağlık hizmetinin içerisinde
olan insanlar biliyor. O nedenle Denizli'de kıyamet kopuyor. O nedenle
ben buradan bir kere daha Denizli Tabip Odası Başkanını ve Denizli
tabiplerini yürekten kucaklamak, kutlamak istiyorum; çok doğru bir mücadele vermişlerdir, çok
başarılı olmuşlardır; ıstıraba, baskıya, zulme göğüs germişlerdir;
Bakanın yaklaşımlarına karşı durmuşlardır, durmaya da devam edeceklerdir.
Çünkü, bu sistem, Türkiye'nin sağlık problemini çözecek bir sistem
değildir. Sayın Bakan istediği kadar, gece yarılarında ya da kanunlara
maddeler ekleyerek, yeni hükümler getirsin, aile hekimi oluşturmak
için, isterse -henüz uygulamaya koymadığı, ama bir AKP'li eczacı arkadaşımızın
önerdiği gibi- başka branşlardaki insanları on beş günlük kurslarla
doktor diye ilan etsin, hatta aile hekimi diye ilan etsin, sonuçta
yine sonuç alınamayacaktır. Çünkü, bu uygulanan model, Türkiye'nin
kişiliğine, bünyesine uygun bir model değildir. Türkiye'yi Amerika'dan
yönetemezsiniz. Dünya Bankası uzmanlarının -aynı, IMF uzmanlarının
geldiği gibi- Sağlık Bakanlığına gelip, şunları şunları şunları
yapmışsınız, bunlar eksik kalmış, hadi bunları da tamamlayın, deyip
gitmesiyle Türkiye'de sağlığı değiştiremezsiniz. Türkiye'de sağlığı
değiştirebilmenin yolu, Türkiye'nin koşullarına göre oluşturulmuş
bir modeldir ve bu model, bundan kırk sene önce oluşturulmuş, konulmuş...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Neşşar, buyurun.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bitiriyorum efendim.
Kırk sene önce bu model oluşturulmuş, konmuştur. Kırk
sene boyunca, bu kadar eksiğine
rağmen, altı bin sağlık ocağı boyutuna çıkmıştır, 80 bin pratisyenin
üzerinde bir potansiyeliniz vardır. Bir inat uğruna, bir "benim
dediğim olacak" uğruna, dört buçuk senedir yaptığınız bütün çabalara
rağmen Türkiye'de hiçbir şeyin değişmediğini göre göre bu kanun
maddesini buraya eklemeye çalışmakla da aile hekimliğine hiçbir
katkı getiremeyeceksiniz Sayın Bakan.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Madde üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz
isteyen Hüseyin Güler, Mersin Milletvekili.
Sayın Güler, buyurun.
Süreniz on dakikadır.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ihdas edilen kanun teklifi
üzerinde Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Aslında, tabii, dört buçuk yıllık bir sistemi mi
tartışsak, yoksa, sağlığın sistemsizliğini mi tartışsak? İşte delillerden
bir tanesi. Meclisin tüm yönetmelik de dâhil olmak üzere her türlü tasarruf
hakkı, her türlü gündemi belirleme hakkı AKP'nin iradesi olmasına
karşın, işte son dakikada ihdas edilen bir madde daha. Nedir? Kamuoyuyla
paylaşmak istiyoruz sadece.
Türkiye'deki sağlık sisteminde aksayan birçok
boyut var. Deveye sormuşlar "Boynun neden eğri?" o da demiş ki,
"Nerem doğru?" Evet, daha önce çakılı personel konusunda
da ikaz etmiştik sizleri burada. Bu süreç içerisinde, bu, yine sizin
kendi elinizle getirebileceğiniz, çakılı personelin hareket yeteneğine
ihtiyaç olduğunda direnemeyeceksiniz, yeni bir kanun teklifi getireceksiniz;
onu söyledik. Haklı çıktık. Söz dinlemediniz. Aile planlaması
konusunda sizleri ikaz ettik, dinlememeye özen gösterdiniz. Bugün
ise, aile hekimliğiyle beraber çakılı personeli buraya taşımak
ve buradan da istenilen yere transfer etme veya naklini sağlamak
gibi bir kanun teklifi.
Peki, sormak lazım: Türkiye'de, dört buçuk yılda,
her reform dediğiniz, devrim diye kamuoyuyla paylaştığınız kanunlara
baktığımızda, sistemdeki tıkanıklıkları birer birer sizlerle
paylaşacağız.
Tabii, ben, buradan AKP'lilere değil, buradan kamu
vicdanına seslenmek istiyorum. Nihayetinde, hastane köşelerinde
yine kuyruklar, nihayetinde, yine hastane köşesinde, özellikle
borcu ödeyemeyen binlerce vatandaşımız, altına imza attığı çekler,
senetler karşılığında hacizle karşı karşıya. Hani Sayın Başbakan
da derdi ya "Bir tane senet tahsil ediliyorsa, gelsin bizden hesabını
sorsun." diye, ama, maalesef…
Tabii, sağlığın tek çatı altında birleştirilmesinden
tutun da sosyal güvenliği tek çatı altında birleştirirken, bugün
Bağ-Kur'luların hâli perişan, nihayetinde, çünkü, üçte 1'i borcunu
ödeyemiyor ve sağlık hizmetini alamıyor. Nihayetinde, yine sağlığı
tek çatı altında birleştirirken, Sayın Bakan buradayken açıklarsa
çok sevineceğiz, eski SSK'da çalışan başta hekim, hemşire, ebe gibi
tüm personelin özlük hakları eskiden Sağlık Bakanlığına göre daha
iyiydi. Şimdi isyan ediyorlar: "Biz Sağlık Bakanlığı bünyesi altına
girdik, ama bu ortam içerisinde haklarımızdan mahrum kalmaktayız. Bugün
bu haklarımızın çiğnenmekte olduğunu görüyoruz ve burada, sendikalar
aracılığıyla biz mahkeme sürecini başlatıyoruz." Temennimiz,
devletin çalışanıyla, devletin halkıyla barışık olduğu bir ülke
özlemi, hayali içerisindeyiz. Bu doğrultuda, Sayın Bakan bu konuda
bizi de aydınlatırsa ve burada mağdur olan süreç içerisindeki tüm
çalışanlarına da buradan bir mesaj verirse, biz de memnuniyetimizi
paylaşırız.
Kısaca sistemin kendisine bakalım. Aile hekimliği.
Rakamları iyi kullanıyorsunuz, her alanda, yönlendirmeyi de, istediğiniz
rakamları içerisinden çıkararak kamuoyunu aydınlattığınızı düşünüyorsunuz
ama, bunu, maalesef kullanıyorsunuz.
Şimdi, Sayın Bakan, lütfen, burada bizleri ve kamuoyunu
aydınlatsın. Bir yerde başlayan pilot uygulamayla aile planlaması
Dünya Bankasının projesi mi değil mi, lütfen gelsin açıklasın bize.
Düne kadar birikimlerimizi bir kalemde silip atma gibi bir lüksümüz
yok. Türkiye'nin sosyalizasyon konusundaki, sağlıktaki bir birikimi
var, ama, biz, bugün Anavatan olarak şunu söylüyoruz, diyoruz ki: Getirilen
bu uygulama, Türkiye yine bir pazar payından öteye gitmeyecek bir
anlayış, yani Dünya Bankasının ve IMF'in dayattığı bir süreç. Bugün
ülkeye çözüm mü getirecek? Hayır. Çakılı personel konusunda -nihayetinde
yüzde kaçı etkiler bilemiyorum ama- bu konuda, çakılı personel kanununa
dâhil sözleşmeli personel dahi bulamadığınız bir süre içerisinde,
işte "zorunlu hizmet" adı altında tekrar getirdiniz. Ya,
zorla güzellik olur mu, verimlilik olur mu? Bu ülkenin sıkıntısı verimsizlik.
Akılsız yönetim bu ülkenin temel sorunu. Biz de diyoruz ki, bunları
çözmenin yolu, verimliliği artırabilecek teşvik koşullarını yaratalım.
Ama, gördüğümüz kadar, sadece günü kotarmak… Beş yıldır sevabıyla,
daha çok günahıyla bu ülkedeki tüm icraatlarının bedelini bu
halk ödemekte. Nihayetinde, biraz önce not geldi. Yine, on beş rektörün
atanmasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi veto etmiş. Biz, sizi burada
ikaz ediyoruz. Dört defa görüştük, beşinci defa herhâlde ömrünüz yetmeyecek
getirmek için. Yasaları zorlamanın bir anlamı yok. Tek başına aldığınız
bir çoğunluğu kendi inisiyatifiniz dâhilinde kullanma hakkınız
yok. Bu getirdiğiniz öneri de çözüm değil. Bu ülkenin sağlık sisteminde,
her geçen gün artan yoksulluğu ve sefaleti göz önünde bulundurduğumda,
zaten insanlar temel anlamda sağlıksız.
Her gün övündüğünüz, asgari ücretin üçte 1'i kadar
geliri olan yeşil kart bağımlılarının dahi -düşünün bir defa bu ülkedeki
kriteri, rakamları- aylık 110 milyon TL, şimdiki 110 YTL'nin altında
geliri olanlara verdiğiniz yeşil kart sayısı her geçen gün artmakta.
Sayın Başbakan şunu da söylüyordu: "İstediğiniz
doktoru seçeceksiniz." Söyler misiniz hangi yeşil kartlının
doktor seçme şansı var? Buradan AKP'li grup başkan vekilleri ve Sayın Bakan açıklasın. Diğer özel sektöre gittiğinde
katkı payı alacaklar. Vatandaşın dolmuş parası yok. Eskiden ben SSK
acil hekimiydim. Şöyle bir hasta profili vardı: Hastası olan taksisiyle
de gelebilirdi. Şimdi, komşusuyla gelebilen oluyor ancak ya da gelmiyor,
kaderiyle baş başa.
Kısaca, sağlığın bu kadar tıkandığı bir yerde
dört buçuk yıl sonra getirdiğiniz bu nokta yine çözüm değil. Kendi
kendinizle çelişiyorsunuz. Sağlıkta verimlililiği değil, verimsizliği
veya günü kotarmaktan öteye gitmeyecek bir süreç.
Çakılı personeli aile hekimliği statüsüyle
atadığınızda ne olacak? Söyler misiniz, daha önce liseleri üniversitelere
çevirirken, tabela değiştirdiğinizde çözüm mü buldunuz? Eğitimde
kaliteyi mi artırdınız? Ama, buna karşın sağlıkta da kalite yükselmiyor.
Biz de diyoruz ki, bugünkü önerdiğiniz bu kanun teklifi bu ülkenin
sağlık sorununa derman değil, tam tersine, çaresizliğin bir adım daha
derinleşmesine sebep olacaktır.
Bugün, bu kanun teklifiyle, çakılı personel statüsünde
olan hekimleri, özellikle aile hekimi statüsüyle atayacaksınız. Ya,
bu kadar plansız yola çıkılır mı, söyler misiniz. Herhâlde, bu aksayan
yönleri düzeltmek Anavatan'a kısmet olacak. Anavatan iktidarında,
günübirlik değil, en az beş yılını görebilen bir siyaset… Tabii ki,
kamu ve özel sektörle beraber, sağlıkta verimliliği artırabilecek
bir süreci yaşamak lazım.
Bugün, doktorunu dahi seçmek gibi, kulağa çok
hoş görünen bir söylemle sadece, sağlık hassas olduğu için… İki boyut
var, Türk toplumunun en hassas olduğu nokta; biri sağlık, biri eğitim.
Suistimale de çok açık. Bu konuda, becerirsiniz, sizleri yürekten
kutluyoruz. Sayın Başbakan başta olmak üzere, isteyen istediği
hastaneyi, isteyen istediği hekimi seçme özgürlüğü var gibi, kulağa
çok hoş gelen… Hâlbuki, kamu sağlığı bu kadar lüks ve bu kadar müsrif
boyutuyla ele alınmamalı, kullanılmamalı. Bugün, İngiltere gibi
gelişmiş ülkelerde dahi aile hekimliği sorgulanırken, bize dayatılan
bu, özellikle IMF'in ve Dünya Bankasının dayattığı bu sağlıktaki
sistemi zorlamanın ne anlamı var? Zaten, şurada süreniz altı ay
kaldı. Altı ay sonra zaten bu ülkede yeni iktidarlar oluşacaktır
ve bu doğrultuda, lütfen toplumu germeyin, lütfen, toplum içerisindeki
sağlıkta oynamayın, gölge etmeyin ihsan istemez misali…
AKP'nin yarattığı tahribatlar yeter ve bu da bir
çözüm olmayacaktır. Hele aile hekimliği statüsüyle beraber, bir
sağlık standardı yükselecek ve bu da yine, dışarıda özellikle tıbbi
malzemeler konusunda, tıbbi tesisatlar konusunda bağımlı olan
bir ülkeyiz. Yine, ithalata bağımlı bir sağlık sektörü. Çünkü, son
on beş yıldır, hep sürekli ithalata bağımlı ve daha çok gayri sarf
malzemeleriyle yüzde 75 sağlık giderinin arttığı bir dönemde, her
geçen gün personelin asgari düzeyde, ama, en üst düzeyde verimliliğin
yaşandığı bir sağlık personeline lütfen bunları yapmayın.
Her yıl eğitimde oynadığınız müfredatı, şimdi,
ikinci dönemde gene uygulayacaksınız. Sağlıkta da aynısı. Sistemin
bir bütünlüğünü ele alın lütfen. Bu ülkede sistem tıkanırken sağlıkta
palyatif çözümlerle günü kotaramazsınız. Burada sağlık personelinin
dahi her gün çalışma koşullarının zorluğu içerisinde "Acaba
ne olacak?" derken, kaygıyla bakarken, işte, yabancı hekimler
çalıştırılıp çalıştırılmayacağı konusunda kaygı içerisindeyken
şimdi de farklı bir statü. Bu statü içerisinde, aile hekimliğinin
hangi eğitim programı içerisinde bir ihtisas alanı olan aile hekimliği
statüsüyle eş değer tutacaksınız? Ne olur, Türkiye'nin bir sistemini
bir bütün olarak algılayın. Pilottaki tecrübenizi, o zaman, gelin,
"biz bugün başlatıyoruz" diyebilecek yüreğiniz varsa, buyurun,
uygulama sizin. Gücünüz de var, iktidarsınız, bugün hükûmetsiniz,
ama, yapmıyorsunuz, yapamazsınız da.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Güler.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Kısaca, sağlık çalışanlarının dahi bu ülkede
sıkıntı yaşarken ve bugün statüsü dahi, içeriği dahi tam olarak aydınlatılmayan
bir konuda ihdas edilirken -yani, bunlar, sistematik, günübirlik
değil, komisyon öncesi bürokrasi hazırlar- ve komisyonda geniş
ele alınabildiği kadar tartışılması gerekirken, son dakika, Meclisteki,
Genel Kuruldaki çoğunluğunuza güvenerek böyle bir kanun teklifi
getirdiniz. Biz, Anavatan olarak diyoruz ki, bunlar çözüm değil. Ülkede
bugün çalışanların döner sermayesini dahi alamazken -Mersin'im de
dâhil olmak üzere Sayın Bakanım- Mersin Devlet Hastanesinde maalesef
döner sermayenin tıkandığını duyuyoruz ve sistemin, özellikle
üniversitelerin kamudaki alacaklarının tahsil edemediği bir ülkede,
sağlığın bu kadar tıkandığı bir yerde, ben, kamuoyuna sadece, içiniz
rahat olsun, diyorum. AKP'den kurtuluş yılları az kaldı, geriye dönüş
az kaldı. Ülkeye umut, heyecan ve inanç verecek, sistemin kamu
imkânlarını verimli kullanacak bir Anavatan iktidarı geliyor ve
bu doğrultuda bu kanun teklifinin çalışanlarına da pek huzur getirmeyeceğini
çok iyi biliyoruz, kafalar yeniden karışacak. Sadece burada günü
kotarmaya çalışıp Dünya Bankasının dayattığı projelere
"Evet" demekten öteye gitmeyen bir politikanız mevcut. Bu
doğrultuda yapacağınız tek bir şey var. Lütfen oynamayın, yeter diyoruz
ve bu ülkenin sistemin içerisinde verimliliği artıracak, rekabeti
artıracak bir anlayış olmalı.
AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Vekilim, ileri gideceğiz,
ileri! Geriye dönüş yok artık.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - "Geriye dönüş
yok." diyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Yeni, lütfen… Hatibe söz atmayalım
ve yerinize oturunuz.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - İki ileri, bir geri. Hep
bunu bir adım ileri kabul ediyorsunuz. Nihayetinde temel espriniz
o. Ama, buna karşın, bu ülkenin kamu vicdanına sesleniyoruz ve içiniz
rahat olsun diyoruz, umutlarınız bitmesin.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.23
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.37
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 60'ıncı Birleşimi'nin Dördüncü Oturumu'nu açıyorum.
1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Nurettin
Sözen, Sivas Milletvekili.
Buyurun Sayın Sözen.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
AKP Grup Başkanının da imzasını taşıyan ve yeni bir madde ihdasını
öngören teklif üzerinde görüşlerimi sunacağım.
Değerli arkadaşlarım, Sağlık Bakanlığından ne
zaman bir yasa gelse, bu Genel Kurulda ciddi değişikliğe uğrar. Anımsıyorum,
bir maddelik yasa tasarısı geldi buraya, önergeyle bu yasa tasarısı
değiştirildi. Bizim siyasal sistemimizde yasa tasarıları Bakanlar
Kurulu kararından sonra komisyona gelir, komisyondan sonra da Genel
Kurula gelir. Etik olarak, şimdi Sayın Bakana soruyorum: Sizin ihdas
ettiğiniz bir maddeden diğer bakan arkadaşlarınızın bilgisi var
mı, haberi var mı, onayı var mı? Hiçbirinin onayı yok. Yaptığınız iş
yanlıştır. Eğer bunu sadece bu masumiyet içerisinde yapıyorsanız,
bu, ileriyi görmemek demektir, yasa tasarısı hazırlanırken özen
göstermemek demektir. Eğer bunu bir siyasi oyun olarak yapıyorsanız,
bu da cumhuriyet hükûmetlerinin bakanlarına yakışmaz. Birinci mesele
bu.
İkinci mesele, zorunlu hizmet. Yine Anayasa'ya
aykırı bir hüküm getiriyorsunuz. Zorunlu hizmet, 1980 yılının -hep
tekrarlayacağız bunları- faşist yönetiminin sadece hekimler
için öngördüğü zorunlu ve zorlayıcı meslek ifa etme uygulamasına
yeni bir boyut getiriyorsunuz. Arkadaşlarımız, doktorlar, kendilerini
orada, sağlık ocağında veya devlet hastanesinde hizmete hazırlarken,
onların rızalarını almadan, onlara sormadan ve gönüllülük esasını
da reddeden bir anlayışla, yeniden aile hekimliğinde çalışmayı
öngörüyorsunuz. Bu, tamamen kurallara aykırı, Anayasa'ya aykırı,
çünkü, her doktor nereye gideceğini bilir iken, şimdi onlara yeni
bir görev yapma mekânı veya yeri tayin etmiş oluyorsunuz. Bu da kazanılmış
haklara aykırı.
Bir başka mesele: Hep söylüyorum, aile hekimliğini
belki yasal kılabildiniz, ama hiçbir zaman hukuki kılamayacaksınız;
çünkü, Türkiye'de ve dünyada aile hekimliği bir ihtisas dalıdır. Bu
ihtisas dalında bu ihtisas belgesini almayan, yani, aile hekimi
uzmanı olmayan insanlardan oluşan bir sistem başarısızlığa mahkûm
olacaktır.
Önergedeki bir hususa daha dikkatinizi çekerim.
Orada, zorunlu hizmete gidecek hekimlerden söz ediyor, mütehassıs
hekim ile pratisyen hekim ayrımı yapmıyor. Eğer bunu bilerek yaptılarsa,
bir radyoloji uzmanını aile hekimi olarak çalıştırabilirler,
bir kadın doğumcuyu, bir gözcüyü, bir başka ihtisas alanındaki uzmanı
da aile hekimliğinde bu önergeye dayalı olarak çalıştırabilirler.
Eğer dikkatsizlikle yaptılarsa, önergeyi geri alıp, onu hiç olmazsa
"pratisyen hekimler" diye değiştirsinler, düzeltsinler.
Böylesine, aile hekimliğinin kurallarını çiğneyerek,
zorunlu hizmet müessesesini dejenere ederek ve de devletin siyaset
yapma, yasa çıkarma sistemini etik olarak bozarak, yani, bir Bakanlar
Kurulu tasarısını sadece bir bakanın isteğiyle ve Sağlık Komisyonunun
çoğunluğunun kararıyla madde şeklinde tekrar Genel Kurula getirmek,
etik olarak doğru değildir, yanlıştır, bizim üzerinde düşünmemizi
ve bu konudaki görüşlerimizi oluşturmaya da engel teşkil etmektedir.
Bu yüzden, bu önergeye karşı olduğumu bildiriyorum ve hepinizi,
yeniden, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sözen.
Şahsı adına söz isteyen Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili.
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki, kanun tasarısını, maddelerini ve gerekçelerini
incelediğimde, kanun tasarısının gerekçesinde ilginç ifadelere,
ibarelere denk geldim. Bunu sizinle paylaşmayı bir borç biliyorum,
özellikle Sayın Bakanımızın bu noktadaki dikkatini istirham ediyorum.
Gerekçede: "Tıbbi uygulamalarda tedavinin
istenmeyen etkilerinin ortaya çıkması ve uygulanan tedavi ile
beklenen sonucun elde edilememesi gibi durumlarla (komplikasyon)
karşılaşılmaktadır.
Yeni Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ve
Sağlık Bakanlığının hasta hakları uygulamasından sonra tabipler,
söz konusu nedenlerden dolayı daha fazla itham edilmektedir. Bu durum,
tabiplerin riskli tıbbi uygulamalardan kaçınmasına ve gerekli
olan tedavileri ihmal etmesine yol açabilmektedir." deniliyor.
"Dolayısıyla, tabiplerin performansları ve halk sağlığı olumsuz
etkilenmektedir." deniliyor, kanun tasarısının gerekçelerinde.
Değerli arkadaşlar, peki, bunlar biliniyor ise…
Sayın Bakanım, istirham ediyorum sizden, beş yıldan beri Sağlık Bakanısınız
ve halk sağlığını çok yakından ilgilendiren tespitler yaptığınızı
kanunun gerekçesinde de dercetmişsiniz. Peki, beş yıldan beri neredeydiniz?
Beş yıldan beri bu tedbirler neden alınmadı? Sağlık Bakanlığının
personellerinin gözünden mi kaçtı, sizin mi gözünüzden kaçtı? Eğer,
bir performans yetersizliği, performans noktasındaki bir açıklıktan
söz ediyor isek ve halk sağlığına etkilerinin olumsuz yönde olacağını
siz gerekçenizde sunuyor iseniz ve bunu birinci yılda, ikinci yılda,
üçüncü yılda görmediyseniz, beşinci yılda bunu görüp bunun tedbirini
şimdi almaya çalışıyor iseniz, ben size teşekkür ediyorum.
Tabii, tabipler için zorunlu mali sorumluluk sigortası
doğru bir uygulamadır. Bu uygulamanın da hayata geçirilmesi gerekiyor
idi, ama beşinci yılda değil, birinci yılda hayata geçirilmesi gerekiyor
idi, sağlık hizmeti verecek olan tabiplerimizin, doktorlarımızın
korkusuzca yüksek bir performansla
hizmet verebilmeleri için.
Devam ediyor gerekçe: "Tabiplerin haftalık
çalışma süresi kırk beş saat olduğu hâlde, nöbetlerde hiç dinlenmeden
otuz altı saat çalışmak zorunda kalmaktadırlar." Tabiplerimiz… "Bir tabip için kabul edilen günlük
hasta sayısı 20 olduğu hâlde, ülkemizde
hasta yoğunluğu ve tabip yetersizliği sebebiyle birçok tabip günde
100 ve üzeri hastaya bakmak zorunda kalmaktadır. Bu kadar hastaya
tıbbi ve etik kuralları dikkate alarak bakmak mümkün değildir."
Sayın Bakanımız söylüyor bunu. Bu kadar hastaya bakmak, tıbbi ve
etik kurallara göre, maalesef mümkün değildir, ama bu uygulamalar
-az önce de ifade ettim- bu tespitler eğer bugün yapılıyor ise, beşinci
yılda yapılıyor ise, ben bunu siz değerli milletvekillerimizin ve
aziz milletimizin takdirine sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, devam ediyor gerekçede:
"Ülkemizdeki tabip sayısının ve dağılımının istenilen şekilde
sağlık hizmeti verilmesine kâfi gelmediği bilinen bir gerçektir."
Eğer dağılımda bir sorun varsa bunu çözecek olan sizsiniz Sayın Bakanım.
Ben bu ülkede tabip yetersizliğinin olduğunu düşünmüyorum. Birçok
yerle yapmış olduğum görüşmede… Evet, ben hekim değilim, tabip değilim,
ben iktisatçıyım, ama gerekçenizi ve kanun gerekçelerinizi, madde
gerekçelerinizi okuyunca aklıma çok farklı şeyler geliyor, çok
farklı şeyler düşünmeye başlıyorum.
"Dünya Sağlık Örgütü -bunu koymuşsunuz, siz
kendiniz söylüyorsunuz- verilerine göre" demişsiniz,
"Avrupa bölgesindeki 52 ülke arasında sonuncu sırada bulunmaktayız."
diyorsunuz, ama bunun tedbirini, bunun önlemini bugüne kadar alamamışsınız.
"Ülkemizde
genel olarak tabip ve özellikle anestezi uzmanı yetersizliğinden
dolayı birçok hastanede anestezi uzmanı bulunmamaktadır."
diyorsunuz. "Yeni Türk Ceza Kanunu'nun da yürürlüğe girmesiyle
birlikte, anestezi uzmanının bulunmadığı durumlarda cerrahi müdahalelerin
yapılmasında tereddütler yaşanmaktadır." diyorsunuz. "Bu
sebeple, ilgili uzmanın gözetiminde ve direktifleri doğrultusunda
anestezi teknisyeninin iş ve işlem yapabilmesine kanuni dayanak
oluşturması ve bu suretle uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi
gerekmektedir." diyorsunuz. Ne zaman diyorsunuz bunu? Beşinci
yılda diyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, bunu kabul etmek mümkün değil.
Tıp fakültelerinin bugünkü kapasiteleriyle tabip açığının kapatılması
mümkün değil. Ben buna inanmıyorum, buna katılmıyorum.
Diğer taraftan, ülkemizdeki hekim sayısının
artmasına katkı sağlamak için, yabancı tabiplerin ülkemizde çalışmalarının
önündeki engelleri kaldırmak için "Türk olma" şartının kaldırılması
gerekmektedir… Yabancı tabiplerin istihdamına yönelik bir uygulama
başlatıyorsunuz. Peki, bu yabancı tabiplerin Türkiye'de çalışma…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Ne mahzuru var?
BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen toparlayınız.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Yabancı tabiplerin
Türkiye'de çalışmalarını temin ettiğiniz zaman, acaba İngiltere'den,
Hollanda'dan, Fransa'dan, İtalya'dan, Almanya'dan mı sizlere doktor gelecek?
Ben size bunu soruyorum. Yoksa, Orta Doğu ülkelerinden, üçüncü sınıf
dünya ülkelerinden 500 dolara, 600 dolara çalışmayı kabullenmiş
olan doktorları çalıştırmak suretiyle halk sağlığı, toplum sağlığıyla
oynamanın gayreti içerisinde misiniz? Bunu anlamak mümkün değil.
CANAN ARITMAN (İzmir) - 600 değil, 100 dolara…
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
bakın Sayın Bakanım, mecburi hizmet uygulaması… Allah aşkına, somut
bir şey söylüyorum, somut bir şey: Mecburi hizmet uygulaması vardı.
Sayın Bakanımız geldiler, zafer kazanmış komutan edasıyla,
"Demokratik değildir. Tabiplerimizin boynunda Demoklesin kılıcı
gibi durmaktadır." dedi ve mecburi hizmet uygulamasını kaldırmak
suretiyle sözleşmeli personel atama uygulamasına girdi ve aradan
iki yıl geçti, iki yıl sonra o kanunu tekrar getirmek zorunda kaldı
ve o iki yıl boyunca 2 bin tabip kadrosu, doktor kadrosu boş kaldı ve
boş kaldıktan sonra, komutan edasıyla değiştirdiği kanunu, iki yıl
sonra, gecikmiş olarak tekrar değiştirmek durumunda kaldı.
Efendim, Sağlık Bakanı, yazboz tahtası şeklinde
sağlık politikası güdemez, toplum sağlığıyla oynayamaz. Bu, basite,
hafife alınacak bir şey değildir. Sağlık politikalarınızı oluştururken
önünüzdeki on yılı, yirmi yılı, hatta otuz yılı görerek oluşturmak
durumundasınız. Aksi takdirde, ciddi performans gösteren bir sağlık
anlayışını, sağlık politikasını Türkiye'de var etmeniz, hem sağlık
hizmeti verenleri hem sağlık hizmeti alanları mutlu kılmanız mümkün
olmayacaktır. Tabip olmak ayrı bir şey, Sağlık Bakanı olmak ayrı
bir şey. Her tabip, her hekim, her profesör -Sağlık Bakanlığı icracılıktır
aynı zamanda- Sağlık Bakanlığı yapabilir diyemeyiz. Tabip olmak
ayrı bir şey, Sağlık Bakanı olmak ayrı bir şey. Sağlık Bakanı olup da
sağlık politikaları oluşturmak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen…
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bitiriyorum…
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sağlık Bakanı olup da
toplumun ihtiyaçlarını görecek olan, ülkenin ihtiyaçlarını görecek
olan sağlık politikaları oluşturabilmek ayrı bir şeydir.
Ben, özellikle yabancı tabiplerin çalıştırılmasıyla
ilgili konunun yeniden değerlendirilmesi, irdelenmesi gerektiğine
inanıyorum ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.
Madde üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi
yapılacaktır. Soru sorma süresi beş dakikadır.
Sayın Kaya… Yok.
Sayın Işık…
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, devlet hastaneleri başhekimlerini,
uzman hekimlerin yanı sıra, tıp alanında doktora yapmış ve hukuk,
kamu yönetimi gibi alanlarda doktora eğitimi yapmış tabiplerin
atanması, hastanelerimizdeki sağlık hizmeti sunumunu nasıl etkileyecektir?
Son sorum: Aile hekimliği sisteminin pilot bölgelerdeki
elde edilen sonuçlarına baktığımızda, 2007'de teşmil edildiğini
görüyoruz. Kaç ilde bu genişlemektedir? Seksen bir ili kapsamasındaki
öngörü süreniz nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Arıtman…
CANAN ARITMAN (İzmir) - Sayın Bakanım, bu aile hekimliği
konusunda, meslektaşlarımız gönüllü değiller, siz onları zorluyorsunuz.
Zaten, sisteme alıyorsunuz, buluyorsunuz, ama, hekimler, bunun
halk sağlığı için doğru bir çözüm olmadığı görüşündeler. Bakın, beş
yıldızlı otellerde toplantılar yapıyorsunuz, aile hekimliği eğiticilerine
hem para verip hem de eğitim başına 10 bin puana kadar varan puanlar
veriyorsunuz ve bu durumda, başka alanlarda eğitim almış meslektaşlarının
önüne geçilmesine neden oluyorsunuz ve diğer meslektaşlarından
farklı olarak binlerle ifade edilen hizmet puanına hak kazanıldığı
için de, bu konuda meslek örgütleri tarafından geçtiğimiz cuma günü
itibarıyla tekrar mahkemeye verilmiş oldunuz.
Şimdi, Sayın Bakanım, bakın, birinci basamak sağlık
hizmetlerine hekimler gönüllü, severek gidip ve seve seve ülkesine,
milletine hizmet ederken, düşündünüz mü acaba, niçin aile hekimliği
sistemine bu işin uzmanı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Arıtman.
Sayın Ekmekcioğlu…
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Türkiye'de, birçok kesim gibi, geçim sıkıntısını
doktorlarımız da yaşamaktadır. Bugün, bir pratisyen doktor ortalama
750 YTL almaktadır, bir profesör maaşı ise yaklaşık 1.500 YTL'dir. Yapılan
araştırmalara göre doktorların yaklaşık yüzde 75'i ikinci bir yerde
çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu durum göz önüne alındığında, doktorlarımızın
ücretlerinde emekliliklerine de yansıyacak bir artış yapmak için
Bakanlığınızca bir çalışma yapılmakta mıdır?
Bakanlığınızca aile planlaması hizmetleri askıya
alınmış mıdır? Aile planlaması anlayışınız nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ekmekcioğlu.
Sayın Akdemir…
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Bakanıma soruyorum,
iki sorum var: Döner sermayeden, Sağlık Bakanlığı ve tıp fakülteleri
hastanelerinde hekimler faydalandığı hâlde belediye hastanelerinde
faydalanmıyorlar; niçin? Ne zaman faydalanacaklar?
İkinci sorum: Hastanelere ödemeler konusunda
büyük sıkıntı var. Ankara'nın merkezinde eğitim hastanesinin başhekimiyle
konuştum, Ankara Tıp Fakültesi Hastanesi Dekanıyla görüştüm ve
Hacettepenin bir listesi var elimde. Her üç hastanede, alacaklarını
alamadıklarından işlerin yürümediği ve hastanede zor şartlar altında
sağlığın yürütüldüğü söyleniyor. Şu anda, Hacettepenin listesinde
70 milyon 919 bin YTL alacağı var ve bu alacaklarının 14 milyonu Emekli
Sandığından, 10 milyon 824 bini SSK'dan ve Sağlık Bakanlığından 4 milyon
429 bin ve gene Sağlık Bakanlığından 3 milyon 204 bin. Neden borcunuzu
ödemiyorsunuz?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akdemir.
Sayın Tütüncü…
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Ben, geçen hafta Sayın Bakanımıza üniversite
hastanelerinin sıkıntılarıyla ilgili sorular sormuştum, fakat
gerekli yanıtı alamadım, üzülerek söylüyorum; şimdi, bir soru daha
sormak istiyorum aynı çerçevede.
Üniversite hastanelerinin yatırım bütçeleri
sıfırlanmış durumdadır. Buna göre, tıp fakültelerinin alacakları
ödenmez ise -ki toplam 1 milyar YTL'yi geçmiştir- bu hastaneler, yeni
teknolojinin zorunlu kıldığı yatırımları yapamayacaklardır;
nitekim, bazı hastanelerde ameliyatların yapılamaması tehlikesi
ortaya çıkmıştır, çıkmaktadır; geçen hafta İbni Sina Hastanesinde
bir ameliyat yapılmamıştır. Sayın Bakanımız, sorunun çözümü için
acil olarak neler yapılmasını düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tütüncü.
Soru sorma süresi tamamlanmıştır.
Sayın Bakan, buyurun.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Başkanım,
teşekkür ediyorum.
Sayın Işık'ın sorusuna cevaben, devlet hastanelerinin
başhekimliklerini, belli alanlarda, işletme ve benzeri alanlarda
doktora yapmış pratisyen hekimlerin de yapmasına açmak, kuşkusuz
ki, bu alanda eğitim görmüş kişilerin önünü açmak açısından çok yararlı
sonuçlar doğuracaktır.
Aile hekimliği sisteminde, pilot bölge olarak,
bugüne kadar dokuz şehirde uygulamaya başladık. 2007 yılı içerisinde
bunu yirmiye tamamlamayı ve daha sonra da kanunu yeniden gözden
geçirerek yolumuza devam etmeyi düşünüyoruz. Arkadaşlarımızın
zaman zaman ifade ettiği gibi, sonuçta bir pilot çalışma yapıyoruz.
Yalnız, konuşulurken, bazı konuşmacılar konuşmalarını yaparken,
değerli arkadaşlarım, aile hekimliğiyle ilgili olarak aslında
birtakım yanlış ifadelerde bulundular. Şunu net olarak ifade etmem
lazım: Aile hekimliği ile sosyalizasyon arasında benzerlikler
var, farklar var. Farkların en önemlisi, sosyalizasyonda bireyin,
vatandaşın, yurttaşın hekimini seçme hakkı olmamasına rağmen, aile
hekimliğinde yurttaşın kendi hekimini seçme hakkının olmasıdır.
Siz buna karşı mı çıkıyorsunuz? Ben buna gerçekten hayret ediyorum.
Bakın, bu çok temel bir farklılık ve çok önemli bir farklılık. Çünkü,
sosyalizasyonun mantığı budur.
ALİ ARSLAN (Muğla) - Zorla gönderdiğin doktoru
seçmek zorunda kalacaklar.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Arkadaşlar,
oradan laf atacaksanız konuşamayız.
Bir bölgedeki insanları siz belli bir hekime mecbur
tutuyorsunuz. Evet, eğer bu işi gönüllü yapan kişi bulamamışsak,
yüzde 20 oranlarını, yüzde 15 oranlarını geçmiyor bu ve özellikle
de periferde geçmiyor. Canan Hanım da bir soru sordu: "Acaba niçin
hekimlerin bir kısmı bunu tercih etmiyor?" O kadar basit ki, bir
hakkaniyet ölçüsü içerisinde, şehir merkezinde değil de periferde
çalışması gerekiyorsa, istemiyor bunu; şehirde oturmak istiyor
da onun için.
Bahsettiğiniz bu eğitim veren kişilerle ilgili
puanlardaki problemi ben fark ettim. Bu husustaki uyarınız çok haklı
ve bununla ilgili arkadaşlarıma da talimat verdim, bunu düzelttiriyoruz.
Sayın Ekmekcioğlu pratisyen doktorların aylık
kazançlarının 750 YTL olduğundan bahsetti. Bu çok yanlış bir bilgi.
Hem maaşları bundan yüksek hem de ek ödeme ortalamalarıyla pratisyen
hekimlerimizin yıllık/aylık kazançları bunun çok çok üstünde. Emeklilikle
ilgili hususta da aslında yasayı yaptık. Anayasa Mahkememizce bazı
maddeleri iptal edilen ve bu sebeple yürürlüğü temmuz ayına ertelenmiş
olan Sosyal Güvenlik Yasası'nda, ek ödemeler de dâhil olmak üzere, çalışan
bir kişinin bütün kazançları, aylık kazançlarının emeklilik keseneğine
sayılması ve sonuçta emeklilik maaşına yansıması öngörülmüştü. Bunu
önümüzdeki günlerde yine yüce Meclisimizle birlikte çözeceğimize
inanıyorum.
Bakanlığımızca aile planlaması çalışmaları
askıya alınmamıştır. Aile planlaması çalışmalarını üreme sağlığı
altında düşünmek lazım. Bir rakam vereyim yalnızca: Bizden önceki
dört yılda bu şekilde hizmet almış çift sayısı 12 milyon kişi iken, bizim
dönemimizdeki dört yılda 18 milyon kişi olmuştur, özellikle de riskli
bölgelerde çalışıyoruz.
"Döner sermayeden belediye hastaneleri yararlanabilir
mi, ne zaman yararlanır?" dedi Sayın Akdemir.
Bu konu üzerinde Maliye Bakanlığımız belediyelerimizle
çalışıyor. Konu biraz da onlarla alakalı.
Bu hastanelere ödemelerle ilgili meseleye gelince:
Değerli arkadaşlarım, yıl sonlarında ödenek sıkıntısı zaman zaman
çekilebilmektedir. Ancak, ocak, şubat ve mart ayları itibarıyla
-yüce Meclisin huzurunda Maliye Bakanımıza, Çalışma Bakanımıza
da teşekkür etmeliyim- alacaklarımızı, borçlarımızı ödeyecek ölçülerde
aldık, alıyoruz ve problemlerimizi çözmüş durumdayız.
Üniversite hastanelerimizle ilgili hususta,
hem Sayın Akdemir'in hem Sayın Tütüncü'nün daha önce de sorulan sorulara
benzer soruları var. Şunu net olarak yüce Meclisin huzurunda Türk
kamuoyuna bir kere daha ilan etmiş oluyorum: Sağlık Bakanlığı hastanelerinin
tahakkuklarından yıllık tahsilat oranları yüzde 70 civarındadır,
2005 ve 2006'da. Üniversite hastanelerimizin tahakkuklarından tahsilat
oranları yüzde 70'in çok çok üstündedir. Üniversite hastanelerimizdeki
verimlilik sorununu çözmeden, verimlilik problemini çözmeden bu
meseleyi çözmek de kolay görünmemektedir değerli arkadaşlarım. Aslında,
bütün döner sermayeli kuruluşların kanunlarında şu var: Yıl sonunda
para artırmış olsalar bile bunlar hazineye gider. Dolayısıyla,
sanki devletin üniversite hastanelerini, devletin değilmiş de
başka bir yerinmiş gibi düşünmek, bu şekilde meseleyi gündeme getirmek
yanlıştır. Sonuçta, devletin kurumlarının yine devletin hastanelerine
ilgili borçları vardır ve bunlar mutlaka birlikte çözülür, çözülebilir.
Şunu da söyledi Sayın Tütüncü: "Üniversite
hastanelerinin yatırım bütçeleri sıfırlanmıştır." Böyle bir
şey kesinlikle yok. Üniversite hastanelerimize, geçmiş yıllarda
olduğu gibi, son yıllarda da ciddi yatırım bütçeleri tahsis edilmektedir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme
alıyorum.
Okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sıra sayılı kanun tasarısının
2'nci maddesinden sonra gelmek üzere kanun metnine eklenmek istenen
3'üncü maddenin (yeni) aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Ali Arslan Canan
Arıtman Mehmet Neşşar
Muğla İzmir Denizli
Nurettin Sözen Yılmaz
Kaya
Sivas İzmir
"Madde 3 - Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun
Ek 5'inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir."
Devlet hizmeti yükümlülüğünü yapmakta olan personel,
kendi istemleri halinde bulundukları ilde sözleşmeli aile hekimi
olarak çalışabilirler."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz
Değerli Başkan.
BAŞKAN - Önergenin gerekçesini açıklamak üzere
Ali Arslan, Muğla Milletvekili.
Buyurun Sayın Arslan.
ALİ ARSLAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
bu torba yasaya son anda ilave edilen… Daha önce torba yasadaki, neredeyse
bütün maddelere itirazımız olduğunu bu kürsüden belirtmiştik. Beterin
de beteri varmış anlayışıyla, bu torbanın içine başka yine sağlık
çalışanlarının, hekimlerin büyük itirazına neden olan bir madde
ilave edilmiş oluyor. Nedir bu? Gerekçesi de çok güzel şekilde açıklanmış:
Aile hekimliği uygulamasında herhangi bir güçlükle karşılaşmadan
uygulanabilmesi için.
Değerli arkadaşlarım, sağlıkla ilgili bu Meclisten
çıkardığınız birçok yasa, konuyla ilgili çalışanların, yurttaşlarımızın,
bizim, Cumhuriyet Halk Partisinin, diğer muhalefet partilerinin,
bizi bırakın, yargı organlarının, Cumhurbaşkanının…
Yargı organları bıktı sizin çıkardığınız yasaları
defalarca geri göndermekten. Bakın, rektör atamalarıyla ilgili
biraz önce telefonlarımıza gelen mesaj, yine iptal kararı var.
Değerli arkadaşlarım, sanıyorum, Anayasa Mahkemesi
ve Danıştay daireleri, artık, Sağlık Bakanlığından gelen davaları
görüşmekten yoruldu.
Değerli arkadaşlarım, şef, şef yardımcılarıyla
ilgili biliyorsunuz daha önce bir düzenleme yaptınız, Anayasa
Mahkemesi durdurdu. Bu arada, 176 şef, şef yardımcısını atadınız.
2'nci maddede görüştük -dünden beri görüşüyoruz-
son dakikada o maddeyi tamamen çıkarıyorsunuz, yeni bir madde ilave
ediyorsunuz. Yine, Anayasa Mahkemesi kararlarını dikkate almadan
hazırlanmış bir madde. Anayasa Mahkemesi -siz de biliyorsunuz bunu,
Sayın Bakan da biliyor- yine durduracak, ama, siz, bu arada, Anayasa
Mahkemesi kararlarında geri dönüş olmadığı için, kendi yandaşlarınızın
-liyakate bakmadan, sadakate bakarak- atamalarını yapacaksınız;
yaptığınız da yanınıza kâr kalacak sanıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, ayıp, gerçekten ayıp, bu
Meclise yazık!
Şimdi, başka bir uygulama, sağlıkta dönüşüm… Biliyorsunuz
iktidara geldiğinizden beri uygulama konusunda çok hevesli olduğunuz
bir proje. Sanıyorum bu dönem -2002-2007 yılları arası- sağlıkta dönüşüm
değil de, sağlıkta facianın olduğu yıllar olarak Türk sağlık tarihine
geçecektir.
Şimdi, nedir sağlıkta dönüşüm? Defalarca bu kürsüden
anlatmaya çalışıyoruz, sizler de biliyorsunuz, sağlıkta dönüşümün
amacı şu: Anayasal bir hak olan sağlığı, bir ticari hizmet hâline getirip
alışveriş yapılan, para kazanılan, devletin sorumluluğunda olmayan,
sadece devletin gözetiminde olan bir alan hâline getirmek. Sağlıkta
dönüşümün birinci basamaktaki ticari kurumları aile hekimleri,
ikinci basamaktaki ticari kurumları da hastane işletmeleri. Bu
yasanın tümü üzerindeki görüşmelerde söyledim; bunu yaptınız bile
zaten. Bazı hastanelerimiz "işletme" diye tabela astılar.
Yarın bu aile hekimleri de aile hekimliği işletmesi diye tabela
asacaklardır.
Değerli arkadaşlarım, aile hekimliğini çok süslü
püslü laflarla anlatıyorsunuz, insanlar da "gerçekten ne güzel
ya, doktorumuz olacak, doktor seçme özgürlüğümüz olacak…" Sayın
Bakan diyor ki: "Sosyalizasyondan farkı doktor seçme özgürlüğüdür."
Ya, nasıl bir doktor seçme özgürlüğü? Bakın -zorla, bu maddeyle- şimdi
görüştüğümüz maddeyle aile hekimliğine geçmek istemeyen, aile
hekimliğinde çalışmak istemeyen, periferde ya da merkezde çalışmak…
Denizli'de 290 civarında hekim, merkezde de olsa aile hekimliğinde
görev yapmak istemediler. Şimdi, oralara zorla hekim göndereceksiniz.
Ee, zorla gönderdiğiniz hekimi de yurttaşlarımız seçecek. Şimdi,
bu, yurttaşlara hekim seçme özgürlüğü veren bir yasa mı olmuş oluyor?
Değerli arkadaşlarım, bir söz var biliyorsunuz,
bu kürsüden daha önce de söyledim: "Zehri teneke kupa içinde
sunmazlar." Parıltılı laflarla, işte, herkes ne güzel istediği
doktora gidecek, hiç sıkıntı çekmeyecek, sevkleri olacak, bedava
olacak…
Bakın, aile hekimliği, bugün, başarılı olsun diye,
aile hekimliğine yurttaşların itirazları olmasın diye ücretsiz
gerçekten, ama, yarın, genel sağlık sigortasıyla birlikte… Bakın,
aile hekimliğinin parasal kaynağını genel sağlık sigortasından
karşılayacaksınız. Aile hekimliğini ya da diğer sağlık hizmetlerini
görüşürken arka taraftaki genel sağlık sigortasını mutlaka da düşünmek
lazım. Genel sağlık sigortasında bir gün primini yatırmayan yurttaş,
bırakın yurttaşı, eşi ve çocuğu birinci basamak sağlık hizmetinden
yararlanamayacak, aile hekimliği hizmetlerinden yararlanamayacak.
Bugün güzel gibi görünüyor…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Arslan, lütfen toparlayınız.
ALİ ARSLAN (Devamla) - Bakın, Düzce'de bir pilot uygulama
yapıldı. Düzce, hepinizin bildiği gibi, Ankara'ya çok yakın ve küçük
bir ilimiz. En uzak köyleri merkeze neredeyse bir saatlik mesafede,
çok yakın, bir ulaşım problemi yok. Ayrıca, küçük olduğu için Ankara'dan
yönlendirilmesi, hangi alanda ne sıkıntılar varsa Ankara'dan giderilmesi
çok basit olan bir ilimiz. Prepilot uygulamaya döndü sonra pilot uygulama.
Pilot uygulama nedir? Orada eksikleri, yanlışları, hataları nedir,
gözlemek.
Bakın, Düzce'deki pilot uygulamayla ilgili hangi
aksaklıklar oldu hâlâ Sağlık Bakanlığından ciddi bir açıklama yok. Başarılı
olduğunuz söyleniyor, başarılı olduğunuzu kabul edip bütün Türkiye'ye
uygulamaya çalışıyorsunuz. Denizli'deki doktorlar isyan ediyor
"Biz, bunu yapmak istemiyoruz, böyle bir vahşetin içine girmek
istemiyoruz." diye. Sırf Denizli'deki doktorların aile hekimliğinde
görev almak istemelerindeki direnci kırmak için böyle bir yasayı
çıkarıyorsunuz. Bu, gerçekten, torba yasanın içi, daha önceki hâlini,
görüşmekte olduğumuz hâlini aratır hâle geldi. Torbayı doldurdukça
dolduruyorsunuz sağlık alanında, sağlık çalışanlarının, yurttaşlarımızın
sıkıntıya gireceği yasalarla… Ama, bir gün gelecek, bu alanda, sağlığın,
devletin anayasal görevi olduğunu hatırlayan iktidarlar gelecek
ve buradan, bu, sizin bugün çıkarmaya çalıştığınız, bugün alelacele
çıkarmaya çalıştığınız yasaları mutlaka halkın yararına, çalışanların
yararına, sivil toplum örgütlerinin de görüşlerini alarak, daha
düzenli hâlde yasalar çıkaracaktır diye umuyorum.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Arslan.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Karar yeter sayısı
istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Neşşar, henüz bir şey söylemedim
ben.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Söyleyeceksiniz.
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Neşşar.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler…
Sayın milletvekilleri, kâtip üyeler arasında anlaşmazlık
olduğu için elektronik sistemle oylama yapacağız.
Oylama için üç dakikalık süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı
vardır, önerge reddedilmiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi 4'üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE 4- 31/12/1980 tarihli ve 2368 sayılı Sağlık
Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanunun 2 nci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 2- Kamu
sağlık hizmetlerinde çalışan personelin
haftalık kanunî çalışma süresi 45 saat, 4 üncü maddede tanınmış
olan haktan yararlananlar için ise 40 saattir. Personelin günlük çalışma
saatleri, 657 ve 926 sayılı kanunlardaki hükümlere göre tespit
edilir. Ancak, bu personelden iyonlaştırıcı radyasyon ile teşhis,
tedavi veya araştırmanın yapıldığı yerler ile bu iş veya işlemlerde
çalışan personel, Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte
belirlenen radyasyon dozu limitleri içinde çalıştırılabilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen Ali Arslan, Muğla Milletvekili.
Sayın Arslan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ALİ ARSLAN (Muğla) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; artık, araya giren başka ilave maddelerle
sıraları değişti, görüşülmekte olan -4'üncü madde galiba- 4'üncü
madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlamadan önce, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu torba yasada, radyoloji
alanında çalışan doktorlarımızın, röntgen uzmanlarımızın, radyoloji
teknisyenlerinin büyük itirazlarına neden olan bir madde bu. Bildiğiniz
gibi, bu alanda çalışan meslektaşlarımız, teknisyenlerimiz hayat
sigortası yaptırırken bile, riskleri nedeniyle normal yurttaşa
göre (2) kat daha prim ödemek zorunda kalan… Sadece kendi hayatları
değil, iyonizan radyasyonun etkileri sonucu, gelecek nesillerinde
de ortaya çıkabilecek hastalıklara yakalanma riski olan yurttaşlarımız
bunlar. Daha önceki yasalara göre günde beş saat mesai yapıyorlardı.
Şimdi, bu getirilen yeni düzenlemeyle günde yedi buçuk saat çalışmak
zorunda kalacaklar.
Değerli arkadaşlarım, nereden çıktı, böyle bir
ihtiyaç nereden doğdu? Bildiğiniz gibi, artık, hekimlere, sağlık
çalışanlarına düşük maaşlar veriyorsunuz. Biraz önce Antalya
milletvekili arkadaşlarım "Maaşları düşük doktorlarımızın."
diye itiraz ettiklerinde, Sayın Bakan cevap verdi "Hayır, düşük
değil yüksek." diye. Söylediği rakamlar çok küçük, bir miktar da
fazlalığı var. Gerçekten, bu çalışanlarımızın çıplak maaşları
çok düşük ve emekliliklerine yansımıyor. Emekliliklerine yansıyan
hakkaniyetli bir ücretin mutlaka bu alanda çalışan hekimlerimize,
sağlık çalışanlarımıza verilmesi gerekiyor. Aynı statüde çalışan
başka meslek gruplarındaki insanlardan çok daha düşük emekli maaşı
alıyor bu insanlar.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Bakan söz verdi.
ALİ ARSLAN (Devamla) - Hani nerede? Dört buçuk yılı
geçti iktidarınız, hâlâ bu konuda bir düzenleme yapılmış değil. Ne
yapıyorsunuz onun yerine? Performansa dayalı… Ne kadar çok çalışırsan
ne kadar çok tahlil yaparsan ne kadar çok hasta bakarsan o kadar prim
vereceğim sana, döner sermayeden pay alacaksın. Bu sefer de, bakın,
bu alanda, radyoloji alanında öyle bir gelişme olmuş ki, iktidarınız
sırasında radyoloji alanında yapılan tetkik sayısı yüzde 200 artmış.
Bir bölümü bunların gereksiz. Sadece hastanenin döner sermaye gelirlerini
artırmak için yapılan tahliller, tetkikler.
Değerli arkadaşlarım, zaten, bu konuda, özellikle
radyoloji teknisyenliği konusunda Avrupa Birliği ülkeleriyle aramızda
uçurumlar var. Tetkik sayısı arttıkça da bu konudaki eleman eksikliği
daha çok hissedilmeye başlandı. Şimdi, bu alanda çalışan meslektaşlarımızın,
bu alanda çalışan doktorların, radyoloji teknisyenlerinin mesai
sürelerini uzatarak bu açığı kapatmaya çalışıyorsunuz. Ama, gerekçe
öyle değil. Maddenin gerekçesine baktığınızda, gerekçe kutsal
bir gerekçe, gerekçe bilimsel bir gerekçe, gerekçe Avrupa Birliğine
uyum için yapılan bir gerekçe gibi, diğer maddelerde olduğu gibi. Mesela,
yabancı hekimlerin çalışması konusunda da gerekçeniz Avrupa Birliğine
uyum. Ancak, buradaki gerekçe de, yine, Avrupa Birliğinin normları.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Konseyinin Euratom/96/29
sayılı Yönergesi'yle, artık, bu alanda, iyonizan radyasyon alanında
çalışanların mesai sürelerine değil, çalıştıkları sürece aldıkları
iyonizan radyasyon miktarına göre çalışma esası düzenlenmiş. Diyor
ki direktifte: Bir yılda en çok 50 milisivert, üst üste beş yılda da
100 milisivert iyonizan radyasyon alabilirler, daha fazlasını alamazlar.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği bu konuda
altyapısını önceden hazırlamış. 28 Haziran 1997'den 30 Mayıs 2000'e
kadar, iş yerlerindeki zararlı radyasyonu engellemek için, gerekli
altyapıları düzenlemişler. Bu düzenlemeden sonra da ancak böyle
bir uygulamaya geçme kararı almışlar.
Peki, bizdeki görünüm bu mudur? Bizde Avrupa Birliğindeki
gibi radyoloji işyerleri, iyonizan radyasyon ihtiva eden işyerleri,
röntgen laboratuvarları, röntgen muayeneleri Avrupa Birliği
standartlarında mı?
Değerli arkadaşlarım, bakın, Ankara Fen Fakültesi
Fizik Bölümü rastgele 110 tesisi incelemiş. Yapılan incelemenin
sonucunda, sağlığa zararlı radyasyon yayan, orada çalışanların
hayatlarını tehlikeye atan cihaz sayısı yüzde 50'nin üstünde. Sayın
Bakan diyor ki: "TAEK'in ön araştırma yapmadığı çok az sayıda laboratuvar
kaldı."
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin direktiflerinde,
elbette ilk açılış sırasındaki incelemeler önemli. Ancak, onun takibi
de gerekiyor. Periyodik olarak, orada çalışanların sağlık durumları,
oradaki röntgen cihazlarının kaçak yapıp yapmadığı, havalandırmasının
doğru çalışıp çalışmadığı, iyonizan radyasyon yayıp yaymadığı konusunda
da periyodik tetkikler, tahliller, incelemeler yapılması gerekiyor.
Bu konuda çok ciddi, henüz Türkiye'de gerçekleştirilememiş çalışmaların
yapılması gerekiyor. Bakın, bunu denetlemekle görevli kurum, Türkiye
Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) diyor ki: "Bende 36 personel var bu
işi yapacak." Türkiye'deki radyoloji ünitesi sayısı dokuz binin
üstünde, on binlere yakın.
Değerli arkadaşlarım, 36 personelle, bu periyodik
muayenelerin, periyodik kontrollerin yapılması, bu cihazların
zararlı iyonizan radyasyon yayıp yaymadıklarının kontrol edilmesi
mümkün değil. Kendileri de bunu itiraf ediyor. Ancak, Sayın Bakan,
burada "Ben TAEK'le görüştüm, böyle bir şey yok." dedi. Ne kadar
inanırız bilmiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakın, Avrupa'da bir radyoloji
teknisyeni günde 20-25 hastaya bakıyor ve 50 ila 60 şutluk röntgen çekiyor.
Türkiye'de bir radyoloji teknisyeni günde 75 hastaya bakıyor ve
250 şutluk röntgen çekiyor. Değerli arkadaşlarım, arada müthiş bir
fark var. Gerçekten sayısal yetersizliğimiz hekimler arasında yok,
ama, radyoloji teknisyenleri konusunda müthiş bir eksikliğimiz
var. Bunun bir an önce tamamlanması gerekiyor. Bu konuda ne yapılması
gerekiyorsa, Sağlık Bakanlığının, mevcut olanları daha çok çalıştırarak
değil, mevcut olanların sağlıklarını koruyarak, mevcut olanları
çağdaş çalışma normları içinde çalıştırarak, yeni anestezi teknisyenleri,
radyoloji uzmanlarının yetiştirilmesi konusunda bir an önce tedbirler
alması gerekiyor. Ama, ben inanıyorum ki, çıkardığınız böyle bir
yasayla, radyoloji alanında çalışanların hayatlarını tehlikeye
atan, sağlıklarını tehlikeye atan, sadece kendilerinin değil, kendisinden
sonra gelecek nesillerin de sağlıklarını tehlikeye atan böyle bir
mesleğin elemanlarını çoğaltmak, bu yasadan sonra zorlaşacaktır.
Çünkü, herkes de biliyor ki, artık, hayatları tehlikededir. Böyle
bir mesleği seçecek cesarette yurttaşımız var mıdır yok mudur bilmiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakın, yapılan araştırmalara
göre, dozimetreyle, bu çalışanların, ne kadar iyonizan radyasyon
aldıkları tespit ediliyor. Dozimetrenin dörtte 1'i yetersiz, var
olan dozimetrenin ne kadar sağlam olduğu, ne kadar güvenilir olduğu
tartışılıyor, ayrıca, dörtte 1'inde dozimetre yok. Anadolu'dan -bilen
arkadaşlarımız vardır meslekten- alaylı yetişenler var, kayıtlı
olmayanlar var, röntgen teknisyeni olarak çalışanlar, bunlarda dozimetre
kontrolü falan yapılmıyor.
Değerli arkadaşlarım, yine, kurşun önlük bu mesleğin
olmazsa olmazlarındandır, yüzde 15'inde kurşun önlük yok. Bırakın
diğer teknik, daha modern ülkelerde görülen diğer tedbirleri, klasik,
olması gereken tedbirler bile henüz tam olarak alınmış değil.
Değerli arkadaşlarım, bizim cihazlarımıza gelince,
Avrupa Birliğindeki cihazların en yaşlısı beş yaşında, ama, bizde,
âdeta, bu alanda, Avrupa'nın çöplüğü hâline geldik. İkinci el cihazlar
Avrupa'dan getirtiliyor ve maalesef de, kontrolün tam olarak yapılabildiği
konusunda toplumun büyük endişesi var. Bu alanda çalışanlar da yapılmadığını
iddia ediyorlar Bakanımızın tersine.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Arslan, lütfen toparlayınız.
ALİ ARSLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım,
sırf birilerine, sermayeye hizmet etmek uğruna böyle bir yasa çıkardığımızda,
benim aklıma hızlı tren faciası geliyor. Türkiye'nin altyapısı hazırlanmadan,
bu konuda radyoloji laboratuvarları gerekli teknik altyapıya
kavuşturulmadan, sırf, hızlı tren gibi… Hızlı treni getireceğiz,
zorla getireceğiz, işte, beş saatte, üç saatte İstanbul'a gideceğiz
diye uygulamaya çalıştığınız hızlı tren kazası sonucu, biliyorsunuz,
36 yurttaşımız hayatını kaybetmişti. Ama, bu yasa, bırakın 36 yurttaşımızı,
bu alanda çalışan bütün yurttaşlarımızın, bütün meslektaşlarımızın
hayatını risk altına atan bir uygulamadır.
Gelin şöyle bir uygulama yapalım: Önce bu alanda
hizmet gören radyoloji muayenelerinin, hastanedeki laboratuvarların,
röntgen laboratuvarlarının teknik altyapısının geliştirilmesi
konusunda kendilerine bir zaman verelim. Önce bunu hazırlayalım,
bu konuda gerekli çalışmaları bu alanda herkes yapsın, kontrollerini
yapacak insan iş gücünü oluşturalım, Türkiye Atom Enerjisi Kurumunu
bu konuda yeterli hâle getirelim, ondan sonra da, eğer gerçekten gerekliyse,
şimdi söylediğiniz, geçirmek istediğiniz yasayı, hep birlikte,
el birliğiyle geçirelim. Bunu yapmadan alelacele böyle bir kanunun
geçirilmesi, bence, tren faciasından daha büyük bir faciaya neden
olacaktır.
Bu insanlar bize gönderdikleri elektronik postalarda
diyor ki: "Eğer bu yasa böyle geçerse, iki elimiz bu Mecliste bu
yasaya 'evet' diyen milletvekillerimizin yakasındadır, bunu unutmayın."
Bu duygularla, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Arslan.
Madde üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz
isteyen Muzaffer Kurtulmuşoğlu, Ankara Milletvekili.
Sayın Kurtulmuşoğlu, buyurun. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan
evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, üç gündür bu yasa üzerinde konuşuyoruz. Ama,
bir şey var: "Muhalefet ne kadar konuşursa konuşsun biz dediğimizi
yaparız." Anladık, yapacaksınız da, ama, bu sağlık. Bu hepimize
lazım. Bu bir firmayı kayırmak değil, bir iş sahibinin işine engel olmak değil, bu konu 73 milyon insanı
ilgilendiriyor.
Doğru, doktor hatasından, elbette ki sigortalı
yaparsak, diyoruz "mağdur olanların mağduriyetini karşılamak
için sigorta sistemi getirdik…" Doğru, getirelim, iyi. Hangi
şartlarda? Doktoru hangi şartlarda çalıştırıyoruz? Doktorun bütün
çalışma şartları güzeldi de, doktor bilerek mi hata yaptı? Yapar
mı? Hayır.
Evet, ne dedik: Avrupa Birliğine girerken, Avrupa
Birliği aşamasında, biz, bazı yasalarımızı da ona uygulayalım. Peki,
Avrupa Birliğinde çalışan hekimlerin veya sağlık personelinin
çalışma şartlarını buraya getirebildik mi, ülkemize getirebildik
mi? Radyoloji uzmanının veya teknisyenlerinin çalışma saatini
Avrupa standartlarına uyduralım diye beş saati yedi saate çıkaralım,
yedi buçuk saate. Getir Avrupa'yı buraya. Elbette yapalım. Buna
kimse karşı çıkar mı?
Şimdi, "ithal doktor" dediniz, torba kadroyla
birlikte. Acaba, Avrupa Birliği ülkelerinden Türkiye'ye çalışmak
için, İsveç'ten mi doktor gelecek, Fransa'dan mı gelecek, Almanya'dan
mı gelecek, yoksa Türki devletlerinden mi gelecek? Onlar, zaten benden
çok daha gerideler hekimlikte.
Peki, ben, o zaman öneriyorum: Yani, 3 bin tane
doktor geldiğini düşün, gelmez ya… O zaman, söylüyorum; üniversite
hastanelerinden hekimleri altmış yedi yaşında ayırmıyor muyuz,
onları yetmişe kadar çalıştıralım.
DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Yetmiş yaşındaki
adam nasıl çalışsın?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Devlet hastanelerinde
altmış beş yaşında emekli etmiyor muyuz, onları çağıralım. İşte,
sizin doktor eksiğinizi tamamlayayım burada ben.
CANAN ARITMAN (İzmir) - De Bakey seksen sekiz yaşında,
ameliyat yapıyor.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Ne ithal
doktora lüzum kalır, kendi adamların, kendi profesörlerin gelir,
çalışır. Bu bir öneri. İlla hep tenkit mi edeceğimi zannediyorsunuz,
öneride bulunuyorum.
Şimdi, hava ambulanslarını geliştirelim diyoruz,
hastalara daha erken ulaşıp ilgili yerlere gönderelim diyoruz. Onun
için de diyorum ki, devlet hastanelerinin veya üniversite hastanelerinin
-bundan sonra yapılacaklara olsun- bahçelerini, ambulans, yani
helikopter inecek şekle getirelim. Hani diyorsunuz ya muhalefet
hep tenkit ediyor; işte, yol gösteriyorum size, bunu böyle yapalım.
Bugünkü şartlarda da hastane bahçelerinde -eğer uygun ise, değilse-
onların zeminlerini hazırlayalım.
Bakınız -bu bir duyum, doğru olduğuna ben inanmıyorum-
yakında bir helikopter kiralaması olacak, hava ambulansı. Vilayetini
siz bilirsiniz. Aşağı yukarı, iki senelik kira bir helikopter alacak
şekilde. Ben, bu ülkeme, ülkemin, kendisinin olmasını istiyorum.
Sağlık Bakanlığı, kiralamasın lütfen, helikopteri satın alsın;
iki tane alsın, üç tane alsın, satın alsın.
Sevgili arkadaşlarım, şimdi söylediğim, belki,
bugün için size ters gelebilir. Ama, unutmayınız ki, kimin ne zaman
yolda trafik kazası geçireceğini hiç kimse garanti edemez. Onu oradan
alıp getirmek için hava ambulansına ihtiyaç vardır. Ama, ben diyorum
ki, bunu satın alalım, kiralamayalım. Ben bunu söylüyorum.
EYÜP FATSA (Ordu) - Fiyatı kaç para, kirası kaç para
Sayın Kurtulmuşoğlu?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Bazı şeylere
para buluyoruz da helikopterlere öyle güzel buluruz ki… O benim
insanımın en layık olduğu bir vasıta, en lazım olduğu bir vasıta. Bu
da sadece, dediğim gibi, doktor Kurtulmuşoğlu'na lazım değil, 73
milyon insana lazım.
ASIM AYKAN (Trabzon) - Kiralamak daha ucuza geliyor.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Onun sağlığı
değil, hepimizin…
Hasta olana kadar hiçbirimiz doktoru umursamayız;
aman, param var, paramla istediğim doktora giderim, dersiniz. Ama,
iş öyle değil; bir, hasta olduğunuzda, o doktora düştüğünüzde "aman doktor beni kurtar" diye
bağırıyoruz değil mi, hepimiz "aman ne olur bana bir çare
bul" diye söylüyoruz.
ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Doğru ağabey,
doğru.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - O zaman,
kardeşim, niye ben bu doktorlarımı küstüreyim, niye bunların insanca
çalışabileceği imkânı vermeyelim.
ORHAN
SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Verelim.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Neden vermeyelim. Çakılı kadro deyip
yapamadığımız işi… Şimdi, tekrar geri döndük. Ben size "çakılı
kadro yapmayın. Yapamazsınız, yanlış yaparsınız" dedim,
"özendirin" dedim, "özendirici bir ücret skalası uygularsanız
Türkiye'nin her tarafına istediğiniz şekilde doktor bulursunuz"
dedim. Yine söylüyorum: Bu palyatif tedbirleri bırakın, temelden
sökelim, temelden bu işi halledelim.
Tekrar
söylüyorum, eğer Türkiye'de sağlığı bir rayına oturtturamazsak,
devlet politikası yapamazsak, her gelen bakan kendine göre böyle
bir şeyler uydurur. Doktorda kadroculuk olur mu, doktorun benim, senini
olur mu; bu bizdendir, bu sizdendir diye bir doktor tayin edilir mi?
DURDU MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Var mı öyle bir
şey?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Bir hastaya
bakarken -biz yemin ettik, biz- hiçbir hekimin, hastasının rengine,
şekline, cinsiyetine bakma olasılığı var mı? Herkese bakmak mecburiyetinde.
Eğer, bu gözle, bu gözle, biz, bakanlık olarak, bu hekimleri çalıştırmaya
başlarsak, çok şeyi hallederiz sevgili arkadaşlarım.
Bu, benim, otuz yedi senelik hekimlik tecrübemden
söylüyorum ve hep yöneticilik yaptım. Ama, ben, bu Sayın Bakana bire
bir de söylüyorum. Yani, "bu bizim adamımız, kadro yoksa sağlık
müdürü yapalım, müdür muavini yapalım, hastane başhekim muavinlerini
çoğaltalım." Hayır, hayır olmaz öyle şey! Olmaz, yanlıştır! Hekim
yetiştireceğiz, hekimi iyi yetiştireceğiz, o hekimi iyi şartlarda
çalıştıracağız, o hekimlerden vazife isteyeceğiz, ama o şartlarını
temin edeceğiz.
Sayın Bakan, belki
duyulur diye söylüyorum: "Her hastaneye hasta gider" diyorsun.
Hayır, Bağ-Kur'luları hiçbir üniversite hastanesi kabul etmiyor,
SSK'yı da keyfine göre. Özel hastaneler diyor ki, "Bakarken şu kadar
fazla para alırım." Üniversite hastanesi diyor ki, "Hocaya
muayene olacaksan, 100 milyon fazla para ödeyeceksin." Hani herkese
açıktı, kapılarımız herkese açık değil miydi? Sevgili arkadaşlarım,
öyle demiyor muyuz, açık demiyor muyuz?
ASIM AYKAN (Trabzon) - Yok öyle şey. Yok, yok…
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Açık falan
değil, her taraf kapalı.
Şimdi, bir doktora…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kurtulmuşoğlu, lütfen toparlayınız.
Buyurun.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - …"sen
bu ilacı yazarsın, yazamazsın" denir mi böyle bir şey bir hekime
ya, bir hekime bu denir mi? Bu hastana, hastayı… O anda karşılaştığın
hastayla sensin, başkası değil ki, Maliye Bakanı da değil karşı karşıya
olan, doktor; Maliye Bakanı değil doktor bu, karşısına aldığı hastaya
bakacak, bu ilaç daha kısa zamanda seni iyileştirir veya tedavine
iyi gelir, dediğinde -hayır, eş değerlilik varmış- "bunu yazacaksın…"
Senede de dört defa Maliye Bakanı diyor ki, "Sağlık Bakanı, dikkat
et, bunları bunları ödeyemem, bunları yazdırma doktorlarına."
diyor. Peki, şimdi soruyorum: Elimde bir tümen hastane alacakları
var, üniversite hastanelerinin, özel hastanelerin alacakları
var. Neden bu geri ödemeler yapılmıyor? Her sene, her taraf güllük gülistanlıktı,
her şeyi hallediyorduk! Beş aydır ödeme yok. Devlet hastanelerinde
bazen veriyorlar, veriyorsunuz. Sebebi ne biliyor musun? Döner
sermayelerini alsın diye veriyorsunuz; ama, diğerlerinde yok Sayın
Bakan, yok.
Elimde Hacettepenin var -işte, biraz önce arkadaşlarım
da söyledi- 70 milyon alacak parası var. Bu adama… Hastanelerin parasını
ödemezsen, bu hastane nasıl hastasına yarayışlı olacak, nasıl sarf
malzemelerini alacak, nasıl hastasına yemek yedirecek?
Yani, şairin bir lafı var: "Dert çok, hemdert
yok." diyor. Sağlık da hakikaten öyle. Kusura bakmayın, sizi
sevmem ayrı şey, gerçekleri söylemem ayrı şey ve onu yaşıyorum.
Gelin, bu sağlıkta bir şey yapılırken doğru dürüst
yapılsın. Sakın ola ki siyasetçi arkadaşlarım, doktor söyledi gitti,
biz kaldıralım parmağımızı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum.
BAŞKAN - Sayın Kurtulmuşoğlu, lütfen…
Teşekkür için açıyorum.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Onun için,
ben doğru bildiğimi her zaman söyleyeceğim. Çünkü, ben -belki de burada,
sizin gibi devamlı, elli sene, yüz sene burada durmayacağım- sokakta
dolaşırken rahat dolaşmak istiyorum, vicdanen rahat etmek istiyorum.
Ben zamanında söyledim.
ASIM AYKAN (Trabzon) - Biz elli sene burada mı kalacağız?
ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - İnsanın ömrü
yetmez
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Siz, öyle
zannediyorsunuz, buradakiler de hep böyle zannediyorlardı, ama
şimdi yoklar. Bakın, ben gerçekçi bir adamım. Siyasette hiçbir şeye
güvenilmez, -siyaseti unutmayın- siyaset, hiçbir zaman kimseye
yâr olmamıştır, ömür boyu da orada kimse siyaset yapmaz. Asıl siyaset,
burada doğruları yaptığında, sokağa çıktığında, milletvekilliğinden
de ayrıldığında, bakanlıktan da ayrıldığında "ben, bunları
yaptım" diyebilmek, rahat yürüyebilmektir.
Hepinize saygılar sunuyorum, hoşça kalınız.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kurtulmuşoğlu.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Mustafa
Ünaldı, Konya Milletvekili. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Ünaldı, buyurun.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1247 sıra sayılı Tasarı'nın 3'üncü maddesi, yeni
şekliyle 4'üncü maddesi üzerinde şahsi görüşlerimi arz etmek, bazı
meslektaş tekliflerini dile getirmek üzere söz aldım. Önce, herkesi
saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında bir hususu özellikle belirtmek
istiyorum. Bu kürsüden konuşurken değerlendirmelerimizi doğru
yapmamız, yarınlara da doğru istikamet vermemiz gerekir. O kadar
çok yanlış şeyler söyleniyor ki, insan şaşırmamakta tereddüt ediyor.
Şimdi, tabii, dinleyiciler de yanıltılıyor buradan. Biraz evvel
bir madde ekledik. Madde eklenmesi, Hükûmete karşı bir haksızlık, bakanlara
karşı haksızlık olarak telakki edildi ve böyle söylendi burada. Hâlbuki,
bütün milletvekili arkadaşlarımızın, bir kişi olarak, bir imzayla
kanun teklifi verme hakkı vardır; onu da komisyonun görüşme, burada
Meclisin kabul etme durumu vardır. Nitekim, o madde de…
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Kanun tasarısı bu, kanun
tasarısı!
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Kanun teklifi tabii. Bir
kişi kanun teklifi yapabilir.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Bu, kanun teklifi değil,
kanun tasarısı, bilmiyorsunuz!
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Burada madde teklifi
kanun teklifinden daha ağır bir şey mi? Onun için, milleti yanıltmamak
lazım, bu kürsüde söylenen sözleri doğru olarak telaffuz etmek lazım.
Maddeyle ilgili olmayan bir başka hususu daha
söylemek istiyorum maddenin içinde geçtiği için. Şu kırk beş saat meselesi.
Deniyor ki, "Sağlık çalışanları kırk beş saat haftalık mesai yaparlar."
Niye diğer personel kırk saat yapar da sağlık çalışanları kırk beş
saat yapar, bunun izahı yok, kanuna bağlanmış çünkü. Peki, sağlık
hizmeti kolay bir hizmet mi? Riski olmayan bir hizmet mi? Hâlbuki, başka
kanunlarda, aksine, ağır ve yıpratıcı bir hizmet olarak tarif edilmektedir.
Öyleyse, bu kırk beş saat konusunu da Bakanlığımız değerlendirmelidir,
en azından, beş saatlik fazla mesainin hakkı bu çalışanlara verilmelidir.
Bunu, bir köle düzeni anlayışından uzak tutmak gerekir diye, özellikle
ifade etmek istiyorum.
Hizmetlerdeki gelişmeler ve Avrupa Birliğine
giriş, entegrasyon çalışmaları, bir ihtiyacı ortaya koyuyor. Bu
görüştüğümüz madde de bu ihtiyaca cevap vermek üzere düzenlenmiş,
ancak -geneli hakkında görüşmem sırasında da ısrarla söyledim- bu
maddeyle ilgili entegrasyon o kadar kolay değil. Önce, bir teknoloji
meselesi. Onun için, bence, bu maddeyi düzenlemeye ihtiyaç var;
ama, yürürlüğün acele edilmesinde sakınca var diye düşünüyorum,
yürürlük maddesinde bir düzenlemeye ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Onu da, özellikle, burada ifade etmek istiyorum.
Yani, şunu sormak lazım: Şu anda, dozimetre, birçok
hastanemizde, çalışanların yakasında takılı, bir yerde takılı
duruyor. Peki, ne işlem görüyor? Ölçümler ne kadar yapılabiliyor?
Şimdiye kadar, Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu kimi uyarmış, kimin
dozunun aştığını belirtmiş? Bu konularda yeterli bilgi yok. Öyleyse,
bu iyonlaştırıcı radyasyonla muhatap olan, onunla karşı karşıya kalan
görevlilerimizi, hizmetlilerimizi korumak bakımından, biraz
daha ihtiyatlı davranmak, kazanılmış haklarını ellerinden almamak,
ama bu yasalaşmayı mutlaka da yapmak lazım, bu uyum çalışmasını mutlaka
yapmak lazım. Geçiş için, maddede geçen unsurun özelliklerinden dolayı
süreye ihtiyaç vardır diye özellikle belirtmek istiyorum.
Keşke, imkân olsa da bu radyasyona muhatap olmadan
elemanlarımız çalışsa, kimse bu radyasyona muhatap olmasa, ama ihtiyaç
var. Nasıl savaş şartlarında tehlikeli bir ışınsa bu, barış şartlarında
da kullanıyoruz, ama kullanılan ortamda insanımızı tehdit ediyor.
Bazen, az dozlar bile tehlikeli, zararlar verebiliyor. Bu, tıbbi
yayınlarda mevcuttur. Bunu özellikle belirtmek, talebimi, meslektaşlarımın
talebi olarak Sayın Bakana ve Komisyonumuza arz etmek istiyorum.
Atom Enerjisinin çalışmaları çok yüklü, yani yeterli
seviyede cevap verebileceği, kısa zamanda cevap verebileceği
kanaatinde değilim. Tabii, biraz uzun süre evvel...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ünaldı, lütfen toparlayınız.
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Ben, biyokimyasal alanda, yani biyokimyasal hormon
tahlillerinde radyoaktiviteyle çalıştım. Uzun zaman bekledim, gelen
olmadı ruhsat vermek için. Biz çalışmaya devam ettik, ama müracaatımızı
da yaptık zamanında, gelmedi. Maalesef, Türkiye Atom Enerjisi Komisyonunun
böyle bir yavaşlığı var. Bunu bir çırpıda düzeltmek, hemen hemen mümkün
değildir diye, onu özellikle burada hatırlatmak istiyorum. Tabii,
yalnız oraya ait değil kusur, mekânları da doğru değerlendirmek lazım.
İzbe ve bodrum yerlerde, çok kere havalandırılmayan ortamlarda bu
sistemlerin kurulduğunu hepimizi biliyoruz ve görüyoruz. En modern
binalarda bile, çok kere bu kuytu yerler, izbe yerler tercih ediliyor,
havalandırma sistemleri de işte, günün şartlarına göre ne olabilirse
onunla yapılmaya çalışılıyor. Yalnız röntgen çekenler değil, o ortamda
çalışıp röntgenle uğraşmadığı hâlde, ultrason çekiyor ama o ortamda
bulunuyor, o çalışanlarımız bile bu riskle karşı karşıya oluyor. Onun
için, dozimetre alanının da aslında, genişletilmesi gerekir. O muhitte
çalışan, yakın muhitte olanlara da bu dozimetrelerden temin etmek
gerekir. Bunu, her hâlde yönetmeliklerle falan ortaya koymak gerekir
diye düşünüyorum.
Özel sağlık kuruluşlarında, şimdi hâlihazırda
uygulamalarda hiçbir şey olmadığı, koruyucu hiçbir tedbirin olmadığı,
mesai sınırlamasının da olmadığı söyleniyor ve ben de öyle biliyorum
şahsen. Bunu da nasıl hastanelerde bir çatı genişletmesi yapmışız,
bütün sağlık sistemini birleştirmeye çalışmışsak, özel olanları
da bu maddenin içerisine zikrederek, herkesi aynı şartlarda kontrol
altına, koruma altına almak gerekir diye düşünüyorum.
Tabii, Sayın Bakanımız, geçenlerde burada açıklamalarda
bulundular şu kadar ruhsat verdik, şu kadar sayıda gelişmeyi sağladık
diye…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ünaldı, lütfen…
Teşekkür için açıyorum Sayın Ünaldı.
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Elbette ki, Sayın Bakanımızın
açıklamalarını kabul ediyoruz ama, ne var ki, teknik gelişmelerde
ne kadar hızlı olduğumuz, ne kadar adapte olabildiğimiz, entegre
olabildiğimiz de hepimiz tarafından biliniyor. Çok hızlı gelişme
patolojik sonuç verebilir, kanser gibi, akromegali gibi.
Onun için, bence, toplumun gelişme imkânlarını, gelişme
istidatlarını kontrol etmek, uygun zemin, bilimsel zemin ve yeterli
altyapı ortamında bu geçişi sağlamak gerekir diyorum. Onun için,
süre, süre, süre diyorum. En az bir yıl yürürlük süresi, yasama değil.
Yasamayı yapalım, kanunu koyalım, ama, yürürlük süresinde, iyi gelişmelerin,
doğru gelişmelerin ortaya çıkması için bir zaman ve zemin yoklaması
yapalım diye düşünüyorum.
Dileğimiz, bu konuda Avrupa standarlarını mümkün
mertebe yakalamaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ünaldı.
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Bir cümlem var Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Ünaldı, ikinci defa uzatma
süresi verdim ben size.
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Teşekkürden önce bir
cümle söyleyeceğim.
Bilindiği gibi değerli arkadaşlar…
BAŞKAN - Sayın Ünaldı, lütfen teşekkür eder misiniz.
MUSTAFA ÜNALDI (Devamla) - Tamam.
Bilindiği gibi, Avrupa, emeklilikten sonra da
kontrol altına almaktadır çalışanlarını. Ben, bunu da hatırlatıyorum.
Sayın Başkana müsamahasından dolayı teşekkür
ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ünaldı.
Şahsı adına söz isteyen, Seyfi Terzibaşıoğlu,
Muğla Milletvekili. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 1247 sıra sayılı Tasarı'nın 4'üncü maddesinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum
ve her işin başı sağlık, önce sağlık diyorum.
Değerli milletvekilleri, bu maddede vurgulanmak
istenen, 1937 yılında çıkarılan 3153 sayılı Radyoloji, Radiyom ve
Elektrikle Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun'a
istinaden hazırlanıp 1939 yılında yürürlüğe giren ve o günün teknik
şartlarına göre hazırlanan, Radyoloji, Radyom ve Elektrikle Tedavi
Müesseseleri Hakkında Nizamname ve bu kabil işlerde çalışan personel
için beş saat çalışma şartı getirilmişti.
Değerli arkadaşlarım, günümüzde teknoloji o
günden bu güne çok gelişmiş, mesela o gün adı bile duyulmayan MR cihazı
kullanılmaya başlanmış, gene günümüzde o gün adı sanı duyulmayan,
hiç akılda olmayan ultrasonografi cihazı kullanılmaya başlamıştır.
Hekim arkadaşlarımızın bildiği gibi, bu cihazlar radyasyon neşretmez.
Tabii, birçok arkadaşımız burada söz alırken şunu söylediler, özellikle
bir arkadaşımızın söylediği söz garibime gitti: "Biz, muhalefet
olarak, bu 1247 sıra sayılı Tasarı'nın bütün maddelerine karşıyız."
dedi.
Değerli arkadaşlarım, bu ülke hepimizin. Bu yüce
Meclis, bu gazi Meclis ülkenin menfaatleri için çalışıyor. Ben şunu
kabul edemiyorum: Bütün maddelerine karşı olmak son derece yanlış. Demek ki, varsayımlarla
hareket ediliyor ve buraya iyi niyetle gelinmiyor.
Ayrıca, yine bir hekim arkadaşım dedi ki:
"Performansa dayalı puanını artırmaya yönelik, doktor ve teknisyen
arkadaşlar gereksiz yere tetkik istiyorlar." Değerli arkadaşlarım,
hiçbir hekim, hiçbir Türk hekimi gereksiz yere tetkik istemez. Ben
buna inanmıyorum. Bunu da buradan düzeltmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Ünaldı hocamızın
tereddütlerine kısmen katılıyorum. Evet, radyasyon çok önemli. Bu
maddenin uygulama aşamasına gelinmeden önce bir yürürlük maddesi
ilave edilerek, Türkiye'deki şartların ve dozimetrelerin iyi çalışır
duruma getirilmesinde çok önemli yarar var.
Yalnız, değerli arkadaşlarım, beş saat içinde,
bir radyoloji uzmanının veya bir teknisyenin birçok röntgen çekerek,
röntgen odasına girerek ışın alması mı önemli, yoksa yedi saat içinde
belirli sayıda röntgen çekmesi ve belirli ışın alması mı önemli? Bence,
dozimetreye dönmek son derece yerinde, hem hekim için hem teknisyen
için son derece yararlıdır.
Değerli arkadaşlarım, yine, iki arkadaşım burada
söz alarak dediler ki, "Türkiye'de hekim açığının olduğuna biz
inanmıyoruz." Hatta bir arkadaşımız elinde bilgilendirme kartonuyla
çıkarak -bunu, işte, çarpmış, bölmüş- şu kadar hasta düşüyor, bunlar,
hastalar böyle değerlendirilirse şu şekilde muayene edilirlerse
doktor başına şu kadar hasta düşer, dolayısıyla Türkiye'nin hekim
açığı yoktur denildi.
Değerli arkadaşlarım, herhâlde, bu arkadaşlarım
yörelerinde dolaşmıyorlar, vatandaşı dinlemiyorlar, Anadolu'dan
ses dinlemiyorlar. Ben, gittiğim her yerde şunu görüyorum: Benden
doktor istiyorlar, benden ebe istiyorlar.
Şimdi, mecburi hizmeti kaldıralım, yabancı doktor
getirmeyelim, üniversitelerdeki kadroları artırmayalım. Peki,
değerli arkadaşlarım, böyle olunca, ülkenin doktor açığını nasıl
kapatacağız acaba?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Terzibaşıoğlu, lütfen toparlayınız.
Buyurun.
ORHAN SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım, bu konulara hep birlikte,
iyi niyetle, muhalefetiyle iktidarıyla yapıcı olarak eğilmek mecburiyetindeyiz,
çünkü, halkımızın sağlığı çok önemli. Ayrıca, bugüne kadar, dört yılı
geçtiğimiz iktidarımız döneminde, hakikaten, iktidarımız ve
Sağlık Bakanlığımız Türkiye'de çok iyi işler yaptı, bunların da devam
edeceğine inanıyorum.
Hepinizi, tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Terzibaşıoğlu.
Madde üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Soru sorma süresi beş dakikadır.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakandan şu hususu öğrenmek istiyorum: Sayın
Bakanım, radyasyona maruz radyolog harici branşlarda çalışan hekimler,
örneğin, anjiyografi yapan kardiyologlar için herhangi bir düzenleme
söz konusu mudur? Ayrıca, düzenlemenin performans ve verimliliğe
etkisini yorumlar mısınız.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın Ekmekcioğlu…
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın başkan,
teşekkür ediyorum.
Sayın Bakana iki sorum var: Kamu sağlık harcamalarının
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2006 yılı itibarıyla yüzde kaçtır?
Buna göre, Avrupa ve OECD ülkeleri arasında kaçıncı sıradayız?
İkinci sorum: Hastanelerde yoğun hasta yüküyle
karşı karşıya olan çalışanlar arasında hemşireler de yer almaktadır.
Hemşirelerimiz haftada yaklaşık yetmiş saat hizmet vermektedirler.
Hemşirelerimizin görev yükünü azaltmak için yeni personel almayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ekmekcioğlu.
Sayın Kaya…
YILMAZ KAYA (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Biraz önce sorduğum soruya Sayın Bakan tam net cevap
vermediği için tekrar bazı kısımları sormak istiyorum. Denetim, soru, soru
önergesi olunca, Sayın Bakan ve Kabinedeki diğer sayın bakanlar hemen
sinirleniyorlar. Hâlbuki, milletvekillerinin denetim görevi de
vardır, onu yerine getirmeye çalışıyoruz.
Bakanlığınızda yaptırdığınız disiplin soruşturması
sonucu, Bakanlığınızda çalışan memurlar o soruşturmadan beraat
etmişlerdir. Hâlbuki, aleyhinde dava devam eden şirketin yetkilileri
konusunda o Disiplin Kurulu bir karar vermemiştir. O davada taraf
olma yetkisinin Sağlık Bakanlığında olduğu konusunda, iddia ediyorum,
müdahale dilekçesi vermeme nedeniniz nedir, muhtemel zarar için
verilmesi gerekirken? Yani, bir zararın kesinleşmesi gerekmiyor,
muhtemel zarar. Verilirse ne kadar ve talimatınız var mı diye özellikle
soruyorum, verilmeme konusunda.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.
Sayın Neşşar…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Bakanın hekim ve üniversitelere karşı bir
husumeti var, bunu gayet iyi biliyoruz. Bu bıçak parasını da, yıllardır
Sayın Bakan hekimlere karşı bir silah olarak kullanmaktadır, yani,
hekimlere karşı bir bıçak olarak kullanmaktadır. Şimdi, biz, bıçak
parası deyince, kişinin sağlık hizmeti almak için ödemek zorunda
olduğu paradan bahsediyoruz. Şimdi, vatandaş soruyor, ben de soruyorum,
diyorum ki: Eskiden doktora ödüyorlardı, şimdi özel sağlık kuruluşlarına
ödüyorlar. Eskiden doktora ödedikleri zaman Türkiye'de kalıyordu,
şimdi çok uluslu büyük sermayeye gidiyor. Sayın Bakan, ne değişti
bıçak parasında, bana bir anlatabilir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Sayın Baloğlu…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan
teşekkür ediyorum.
Ben, Sayın Bakana şunu sormak istiyorum: Sivil
toplum örgütleri demokrasilerde çok önemli yer tutuyorlar. Türk tabiplerinin
merkez örgütü var, Türk Tabipler Birliği ve tabip odaları var. Bu yasayla
ilgili çok yoğun eleştiriler geliyor bize, milletvekillerine.
Ben, Sayın Bakanın bunları hiç dikkate almadığını görüyorum. Hangi
gerekçeyle dikkate almıyorsunuz Sayın Bakan bu itirazları?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Baloğlu.
Başka soru yok.
Sayın Bakan, buyurun.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Işık'ın sorusuna cevaben şunu ifade edeyim:
Radyasyonla doğrudan maruziyet
hâlinde radyoloji uzmanı veya radyoloji teknisyeni olmasa
da, kişiler aynı haklara sahip oluyorlar. Mesela, bir kardiyolog
anjiyografi yapıyorsa aynı haklara sahip.
Yeri gelmişken burada bir kere daha ifade etmek
isterim ki, değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; bizim
için insanımızın sağlığı çok önemli olduğu gibi, kuşkusuz, yine insanımızın
içinde insanımıza hizmet veren sağlık çalışanlarının da sağlığı
çok önemlidir.
Şimdi, Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan aldığım
bilgileri bir kere daha söylüyorum: 3.434 kişi üzerinde, kayıtlara
şu ana kadar geçilmiş olan 3.434 kişi -2006 için konuşuyorum- üzerindeki
çalışmanın sonucu şöyle: 9 kişi yıllık 20 milisivert -telaffuzu
zor bir ifade- limiti aşmış olan 9 kişi var ve aslında, beş yıllık limite
bakmak lazım. Yani, beş yılda 100'ü aşmadıkça bunlar bugünkü mevcut
bilimsel kaidelere ve Avrupa Birliği normlarına göre tehlikeli
sınırlar değil.
Şundan herkes emin olmalıdır: Sağlık çalışanlarımızın,
radyasyonla ilgilenen sağlık çalışanlarımızın sağlığını, kanunun
bu maddesi yapıldıktan sonra da büyük bir özenle korumaya devam edeceğiz,
eskiden olduğundan çok daha büyük bir özenle korumaya devam edeceğiz.
Çünkü, burada önemli olan, kişinin aldığı dozdur. O doz limitlerini
aşmaması hususunda, bir kişinin, gerekli tedbirleri alırsanız
herhangi bir problem olmayacaktır.
Sayın Ekmekcioğlu, kamu sağlık harcamalarının
gayrisafi yurt içi hasıla içindeki oranını bana sordular. Bir de,
hemşirelerin görev yoğunluğuyla ilgili bir soru sordular. Doğru,
hemşirelerimizin iş yerlerindeki iş yoğunlukları çok fazla, nöbetleri
de fazla. Şöyle bir şey oldu geçtiğimiz dört yıl içerisinde: Bizden
önceki dört yılda sağlık çalışanı olarak istihdam edilen yeni personel
sayısı 39 bin kişidir. Dönemimizde bu sayı 61 bin kişi oldu. İçinde
bulunduğumuz yıl, 2007'de de çok önemli miktarda sağlık çalışanı istihdam
edeceğiz.
Yalnız, Sayın Ekmekcioğlu, şöyle bir sorunumuz
var, hemşire açısından da ebe açısından da: Artık, bu personeli de,
hekimler gibi, istihdam edecek sayıda bulmakta büyük zorluk çekiyoruz.
Bakınız, Doğu ve Güneydoğu'da, Orta Anadolu'da ebe gerektiren, kırsalda
ebe gerektiren birçok ilimizde ihtiyacımız olan ebe sayısına ulaşamıyoruz,
kadro açtığımız hâlde. Dolayısıyla, Türkiye'de bu sağlık çalışanı,
sağlık personeli istihdamı için gerekli sayılara mutlaka ulaşmak
zorundayız. Bu hususta da en büyük görev yine YÖK'e düşmektedir, çünkü
bu sağlık çalışanlarını onlar yetiştirecekler. Yani, bir anayasal
görev ve anayasal sorumluluk olarak bu YÖK'ün üzerindedir.
Gayrisafi yurt içi hasıla içinde kamu sağlık harcamalarıyla
ilgili 2006 rakamlarını size yazılı olarak verelim. Arkadaşlarım
şimdi veremediler bana.
Sayın Kaya, sorulara sinirlendiğimi ifade ettiler.
Değerli Milletvekilim, sinirlenmiyorum, hiç sinirlenmiyorum hem
de. En tabii hakkıdır yüce Meclisin bu soruları sormak. Biz de size
elimizden geldiği kadar cevap vereceğiz.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Doğru.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Şöyle bir
şey söyleyeyim: Bu bahsettiğimiz dava, ilaçla ilgili davada, yeni
Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre, ceza davalarında şahsi hak ileri
sürülemiyor, yani ceza davasıyla ilgili olarak biz zaten müdahil
olamıyoruz. Ancak, bu müspet suçlardan dolayı kamu zararının tespit
ve tazmini yapılıyor ve bununla ilgili olarak da gerekli kurumlar,
Çalışma Bakanlığımız, Maliye Bakanlığımız geri ödeme kurumları
olarak meseleyi takip ediyorlar, biz de onlara gerekli bilgileri
iletiyoruz.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Şahsi davayı kaldıran
da sizin Hükûmetiniz Sayın Bakan.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Ayrıca, hazine
avukatlarımız da bu davaları takip ediyorlar.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Takip etmiyorlar.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Nitekim,
bu firmalardan 1,8 milyon euroluk bir ödeme de bu tebligatlarla, mahkeme
sonuçları da beklenmeden, şu ana kadar tahsil edilmiş durumdadır.
Çok net olarak sorunuza cevap veriyorum: "Bu
işleri takip etmeyin" diye bir talimatım olmadığı gibi, takip
edilmesi hususunda da arkadaşlarıma gerekli hassasiyetle talimatları
vermiş durumdayım.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Merak ettiğim konu bu idi,
teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Bakan, süre tamamlanmıştır.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Neşşar,
hekim ve üniversitelere husumet içinde olduğumdan bahsettiniz,
"bunu biliyoruz" dediniz. Size bir kere daha bu sözü de iade
ediyorum, bu "husumet" kelimesini. Benim için, hekimler,
kutsal insanlardır. Bu hekimlerimizi yetiştiren üniversitelerimiz
de bu ülkenin en güzide kurumlarıdır. Onun için, bu "husumet"
kelimesini, ben, şahsınıza iade ediyorum.
Bıçak parası konusuna gelince, hangi çok uluslu
şirketlere gidiyormuş? Türkiye'de çok uluslu şirketlere ait özel
hastaneler mi varmış; bunu çok merak ettim. Sizin ezberlediğiniz
bazı cümleler var…
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Hayal görüyor,
hayal!
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - O cümleler
gerçekleri yansıtmıyor. Ben, size şunu söyleyeyim: Şu anda, Türkiye'de
kamunun, kamu geri ödeme kurumlarının aldığı hizmetin yüzde
90'ını Sağlık Bakanlığı hastaneleri vermektedir. Dolayısıyla, burada
özel sektörün payı hâlâ çok küçük. Önemli olan, vatandaşımızın dün cebinden
muayenehanelere veya başka adreslere vermek zorunda kaldığı parayı
bugün vermemesidir. Bunu büyük ölçüde gerçekleştirdik. "Bunu
sıfıra indirdiniz mi?" derseniz, hayır, henüz sıfıra indirdik
diyemeyiz, ama, çalışmalarımıza bu yönde, vatandaşımızı rahatlatıcı
yönde devam edeceğiz.
Teşekkür ediyorum Değerli Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme
alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sıra sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 4. maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve
teklif ederiz.
Haluk Koç İsmail
Değerli Nurettin
Sözen
Samsun
Ankara Sivas
Ali Arslan Sami
Tandoğdu Mustafa Özyurt
Muğla Ordu Bursa
Mehmet
Neşşar
Denizli
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz
Değerli Başkanım.
BAŞKAN - Önergenin gerekçesini açıklamak üzere
Mehmet Neşşar, Denizli Milletvekili.
Sayın Neşşar, buyurun.
Sayın Neşşar, bugün çok heyecanlısınız.
Buyurun.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Teşekkürler Sayın
Başkan, size de heyecanınızı iade ediyorum.
Sayın Bakanla biz, sürekli, karşılıklı, birbirimize
husumetler iade edip duruyoruz. Bu güzel bir diyalog yarattı, hoşuma
gidiyor.
Şimdi, hakikaten sinirleniyor Sayın Bakan. Doğru
söylemiyorsunuz diyorum, kızıyor.
Şimdi, Türkiye'de çok uluslu sermayeye nasıl gidiyor?
Bir şeyi ezberlemedik Sayın Bakan, okuyoruz. Sağlık harcamalarının
yüzde 60'ı ilaca gidiyor ve bu ilaca giden paranın da yüzde 60'ından
fazlası, her yıl da artarak, çok uluslu büyük ilaç firmalarına gidiyor.
Şimdi, bu açık seçik…
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Bıçak parasıyla
ne ilgisi var?
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Ben sağlık harcamalarından
bahsediyorum.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - "Bıçak parası"
dediniz.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Sağlık harcamalarından
bahsediyorum.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - İnsaf yani.
BAŞKAN - Sayın Akbulut, lütfen…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Şimdi, buradan şuraya
geçeceğim. Şimdi, yine, bir başka konu var. Demin Sayın Bakan sosyalizasyonla
aile hekimliğinden bahsederken "Aile hekimliğinin farkı, sosyalizasyondan
farkı, hasta seçme özgürlüğüdür." dedi. Yani, Sayın Bakan, bu
da doğru değil, başka bir kelime kullanacağım yine sinirleneceksiniz.
Şimdi, dediniz ki ilk sene, biz, birtakım insanlara
diyeceğiz ki, siz gidin kendinize 2 bin tane hasta bağlayın, ondan
sonra onlara karşılık biz size para ödeyelim falan… Arkasından,
şimdi, gidiyorsunuz, sosyalizasyonu eleştirdiğiniz yerlerde, pilot
proje yaptığınız yerlerde, gidiyorsunuz nüfusu bölüyorsunuz,
orada, biraz önce geçirdiğiniz kanunla, zorunlu hizmetle doktorlara
"aile hekimi olacaksın" diye dayatıyorsunuz, olmayanları
oradan oraya sürüyorsunuz, ondan sonra bu doktorlara diyorsunuz
ki, sana şurayı bağladım, sana burayı bağladım. Allah aşkına, bunun
neresinde doktor seçme özgürlüğü var? Yani, birbirimizi kandırmayalım.
Garip bir sunuş içerisinde Türk sağlık sistemini baştan aşağı değiştiriyorsunuz.
Ha, hep bir şeyler ezberlemişsiniz falan dediniz.
Sizin alışık olduğunuz, bizim, yani, tabip odası ağzıyla ya da diğer
sendikaların ağzıyla değil de, sizin sevdiğiniz taraftan, yani,
sanayi odalarının, TÜSİAD'ın ağzıyla söyleyeyim, Denizli Sanayi
Odası Başkanının 5 Ekimde milletvekillerine yolladığı mektup, aile
hekimliği pilot uygulaması ile ilgili. "Sorunların derinlemesine
incelenmediği anlaşılmaktadır. Külfet yükleyerek sanayicilerin
masraflarını artırdığı ortaya çıkmıştır. Alıştığımız acele düzenleme
alışkanlığının devam ettiğini burada da gözlemliyoruz. Sorunlar
görüldükçe düzenlemeler yapılır mantığının burada da mevcut olduğunu
ve ancak, sosyal düzen olduğunu görüyoruz. Pilot uygulamaya alınacak
olan Denizli ve diğer dokuz ilin bu konuda, ne yazık ki, deneme tahtası
olacağını ve bu illerdeki kurum ve çalışanların hayli sıkıntılı
günler yaşayacağını tahmin edebiliyoruz."
Şimdi, sanayicisi şikâyetçi, doktoru şikâyetçi,
halkı şikâyetçi, bir tek bu sırada oturan arkadaşlarımız bu işten
çok memnun ve biz bunu söylediğimiz zaman… Yani, kusura bakmayın Sayın
Bakan, siz Türkiye'nin koşullarını bilmiyorsunuz. Dünya Bankasından
gelip -isterseniz onları da getireyim, aralıkta sizin önünüze koydukları,
odamda var- "bunları yapacaksınız" diyorlar. Siz de yapmazsanız,
üç ay sonra geliyorlar "niye yapmadın bunları, düzelt" diye
geri gidiyorlar, tıpkı IMF'nin yaptığı gibi. Bunu dediğimiz zaman
kızıyorsunuz. Buraya gelip ondan sonra bana bir sürü laf söylüyorsunuz,
ama maalesef dediklerimiz doğru. Türkiye, sizin bildiğiniz Türkiye
değil. Türkiye, Amerika'dan da yönetilemez. Türkiye'de aile hekimliği
uygulamaları da doğru değildir.
Şu bıçak parasına da geri döneyim. Türkiye'de bıçak
parası bir miktar azalmış olabilir, ama sistemin içerisinden birtakım
kişilerin rant sağlaması sistemi, ki, biz buna bıçak parası diyoruz,
illaki muayenehanede doktora verilen para değildir. Sizin sisteminize
göre, muayenehanesini kapatmış, güya kapatmış, hastanede döner
sermayeden geçimini sağladığı varsayılan insanların birtakım
özel kuruluşlarla yaptığı anlaşmalar devam etmektedir. Kaçak yürütülen
muayenehaneler devam etmektedir. Ha, bir miktar yol almış olmanıza
ben hiç itiraz etmiyorum, ama bıçak parasını, hekimlerin üzerine,
sadece ve sadece hekimleri kötülemek için kullanılan bir aracı
hâline getirirseniz, o zaman ben de çıkar buradan derim ki, siz hekimlere
karşı husumet içindesiniz. Her iki lafınızdan bir tanesi, üniversitedeki
verimliliğin ne kadar düşük olduğu olursa, iki lafınızdan bir tanesi
üniversitedeki kaynakların kısılması olursa, olduğunu inkâr ede
ede olursa, o zaman ben size üniversitelerle husumet içindesiniz
derim.
Siz çıkıp, istediğiniz zaman YÖK'ün arkasına…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Sayın Neşşar lütfen…
Buyurun.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Heyecanımı hoşgörün,
kusura bakmayın Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Şimdi, istediğiniz
zaman YÖK'ün arkasına sığınıyorsunuz, diyorsunuz ki: "Biz, işte,
bu şef olarak atayacağımız insanların, YÖK tarafından üniversite
doçenti, profesörü unvanı olmuş olanlarının bu unvanlarına bakarak
seçiyoruz." Arkasından niye Danıştayın, Anayasanın kararları
varken, jürilerin oluşturulmasını da YÖK'e bırakmıyorsunuz da birtakım
dolambaçlı yollarla, Anayasa Mahkemesinin vereceği karara kadar
geçen süreye oynayarak, şu kadar şef atamak için, YÖK'ü baypas etmek
için kullanıyorsunuz?
Sayın Bakan, samimiyetsizliğiniz -kusura bakmayın,
buna da kızacaksınız- maalesef görülüyor. Gelin, barış, uzlaşma
sağlayalım. Bitirelim husumetlerin hepsini. Gelin, bilim ne diyorsa
onu yapalım. Gelin, mahkemeler ne diyorsa onu yapalım. Gelin, ne Yüksek
Öğretim Kurulunu -Kurumu değildir,
onu da düzelteyim- ne Türk Tabipler Birliğini ne sağlık çalışanlarını
dışlamayalım. Hep beraber, bir araya gelerek… Çünkü, bir araya gelmeden,
hekimlerin desteğini almadan hiçbir şeyi çözemezsiniz. Eğer, hekimlerin
desteğini bu aile hekimliği projesinde almış olsaydınız, şimdi
çoktan çözülmüştü bu proje. Onun için, gelin, bir kere daha barış teklif
ediyorum, uzlaşma teklif ediyorum. Gelin canlar bir olalım, bilimin
dediğini yapalım, hukukun dediğini yapalım.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Kimin adına teklif
ediyorsun?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Karar yeter sayısı…
Geç mi kaldım?
BAŞKAN - Geçti Sayın Neşşar. Bunca heyecanınız yetmedi.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Karar yeter sayısı…
(AK Parti sıralarından "geç kaldın" sesleri.) Bu sefer geç
kalmadım Sayın Başkan. Bu sefer geç kalmadım.
BAŞKAN - Geç kaldınız Sayın Neşşar.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Hayır, bu sefer geç
kalmadım.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Geç kalmadı.
BAŞKAN - Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.17
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.22
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 60'ıncı Birleşimi'nin Beşinci Oturumu'nu açıyorum.
1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
5'inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 2368 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 4- 1 inci madde kapsamına giren personelden,
özel kanunlarına göre meslek ve sanatlarını serbest olarak icra etme
hak ve yetkisine sahip olanlar istedikleri takdirde 1 inci maddede
öngörülen tazminat hakkından yararlanmamak şartı ile mesai saatleri
dışında serbest olarak çalışabilirler. Bunlara iş güçlüğü, iş riski
ve teminindeki güçlük zamları veya bu mahiyetteki zamlar ödenmez.
Ancak, il sağlık müdürlüğü ve başhekimlik görevini yürütenler serbest
olarak çalışamazlar. Askerî sağlık kurum ve kuruluşlarında görev
yapan başhekimler serbest çalışma yasağına tâbi değildir."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen, Mehmet Neşşar, Denizli Milletvekili…
Sayın Neşşar, buyurun.
Süreniz on dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Şimdi, bu madde üzerinde konuşurken, yine deminki
kaldığımız yerden kısmen devam ediyor olacağız. Ama, hekimlerin döner
sermayelerini aldıklarını, giderek muayenehane sayısının azaldığını
Sayın Bakan sıklıkla dile getiriyor. Kendisine bir soru önergesi
yöneltmiştim, 7/17791 sırayla. Orada, demin kısmen bahsettiğim kurumlarda
çalışan kişilerin, hekimlerin, yönetici statüsünde çalışan kişilerin
özel sağlık kuruluşlarıyla olan ilişkilerini sormuştum. Sayı nedir,
hiç bu konuyu araştırma gereğini duydunuz mu, demiştim. Aldığım cevap
Sayın Bakanın her zaman söylediği doğrultuda; biz şu tarihte şunu
yaptığımızdan itibaren insanlar muayenehanelerini kapattılar,
eskiden hekimlerimizin yüzde 11'i tam zamanlı çalışmakta iken, şimdi
yüzde 56'sı tam zamanlı çalışmaktadır, diye. Şimdi, tabii, bu böyle
olabilir, ama, bilinen gerçekler var ki, bu da bize değişik kanallardan
intikal etmektedir. Kamu ile özel sağlık kuruluşları arasındaki
bağlantı, ki, bunu da Sayın Bakan inkâr etmeyecektir, zannetmiyorum,
öteden beri var, bu tomografi cihazlarıyla birlikte başladı, şimdi
birçok başka cihazla birlikte devam ediyor. Kamuda çalışan hekimlerle
bu hekimlerin ortak oldukları bazı sağlık kuruluşları arasındaki
ilişkiler, hasta trafiği -bu da bir çeşit bıçak parası doğal olarak,
benim anlayışıma göre- devam etmektedir ve bu giderek artmıştır.
Şimdi, dün bir rakam verdim, ülkede 308 tane özel
sağlık kuruluşu var ve bunlar sağlık harcamalarının yüzde 60'ını götürüyorlar
diye ya da yüzde 50'sini ya da yüzde 40'ını diyelim, fark etmez. Yani,
neticede, verdikleri hizmete oranla 10 misli para tüketiyorlar
asgarisinden. Şimdi, bu arada bir paslaşma var, bir iletişim var ve
vatandaşın cebindeki parayı çok uluslu şirketlere aktaran yol da
bu, aynı zamanda bir kısmını da aracı olan hekimlerin cebine aktaran
yol da bu.
Dolayısıyla, hem deminki konuşmayı, biraz heyecanlandığım
konuşmayı biraz daha toparlayarak hem de bu maddeyle bağlantılayarak
devam edersek, Türkiye'de sağlık sektörü üzerinden haksız kazanç sağlanması
ve bunun sağlık sektöründe görev yapan hekimlerin de cebine gitmesi
uygulaması süreci bu Hükûmet, bu iktidar zamanında değişmemiştir,
sağlık harcamalarıyla birlikte, aksine artmıştır. O hâlde, bu mekanizmayı
ortadan kaldıracak bir yaklaşıma, bir çözüme ihtiyaç vardır. Şimdi,
biraz önce "barış sağlayalım" dedik, ondan sonra, arada Sayın
Bakanla, Sayın Komisyon Başkanıyla da birbirimize iltifatlar ettik,
o çizgide biraz daha yumuşak bir havayla götürürsek… Aslında, birtakım
şeylerin değiştirilme arzusu içerisinde olunduğunu hissediyorum,
bu konuda bir itirazım yok; ama, bu arzunun yeterli olduğuna, bu arzunun
olmasıyla sistemin çözülebileceğine inanmıyorum. Gerçekten, biraz
önce bir arkadaşımız yine çıktı "sosyal demokratlık bize kalacak"
falan gibi laflar etti. Gerçekten "insan için", "halk
için", "halkla beraber" gibi kelimeleri kullanabilmek
için, bunu hissetmek, bunu yaşamak lazım ve birlikte olmak lazım.
Şimdi, Sayın Bakanın işbaşına geldiği günden beri,
bir, YÖK'le -o genel anlamda AKP'nin çizgisidir- Yükseköğretimle;
iki, üniversitelerle; üç, Türk Tabipleri Birliği sağlık emekçileriyle
giderek tırmanan, bir türlü uzlaşma noktasına getirilemeyen bir
ilişkisi var. Şimdi, Sayın Bakan, bir konuda devrim yapabilmeniz
için, çözüm bulabilmeniz için insanları yanınıza almanız gerekir.
Dün ya da evvelki gün bir başka arkadaşımız da çok güzel dile getirdi,
Mustafa Kemal, devrimi, vatandaşla, halkla birlikte yapmıştır. Dünyada
sistemleri değiştiren, ülkelerin yönlerini değiştiren olayların
tümü, vatandaşları, bireyleri yanınıza alabilirseniz sağlanabilmiştir.
Onları birtakım dogmalarla ikna edebilirsiniz bir süre, birtakım
korkularla onları bir arada tutmaya çalışabilirsiniz, birtakım
şekil şartlarıyla insanları bir takım hâline getirmeye çalışabilirsiniz,
ama, sonuç alabilmek için, o insanların yüreklerini ve katılımlarını
sağlamak zorundasınız. Türkiye'de sağlık sistemini çözemediniz,
çözemeyeceksiniz, ama, her kim çözecekse -ki, biz olacağımızı umut
ediyoruz önümüzdeki seçimden sonra- mutlaka ve mutlaka… (AK Parti
sıralarından gülüşmeler)
Gülmeyin… Bakın, en azından sizin bu "Eczacıları,
doktorları biraz daha eğitelim de doktor yapalım." önerinizden
daha mantıklı bir şey söylüyorum.
AHMET YAŞAR (Aksaray) - On beş gün değil yalnız.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - En az ondan biraz daha
mantıklı bir şey söylüyorum. Eczacı olduğunuzu biliyorum.
BAŞKAN - Sayın Neşşar, lütfen karşılıklı konuşmayın.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - En azından şunu biliyorum
ki doktor olarak, biraz daha eğitilirsem benden bir eczacı yaratamazsınız.
Ben tıp profesörü olmuşsam, belki biraz da fazla okumuş sayılırım
ama, biraz daha beni eğitirseniz ben eczacı olamam; biraz daha eğitirseniz,
örneğin, veteriner olamam, diş hekimi de olamam, yeni baştan başlamam
gerekir. Onun için, en azından benim fantezilerim diyeyim, benim beklentilerim
sizinkinden çok daha gerçekçi. Onun için, umut ediyorum ki, önümüzdeki
seçimden sonra biz olacağız.
Çıkış yolu, sağlık çalışanlarını ve sağlık emekçilerini
ve hekimleri başta olmak üzere yanınıza alabilmektir, akademisyenleri
yanınıza alabilmektir.
Sizin şikâyet ettiğiniz birçok şeyden ben de
şikâyet ediyorum Sayın Bakan. Hastanelerden ben de şikâyet ediyorum.
Çok şükür, bir hekim olarak… Demin, doktorluğu bırakıp milletvekili
olmamı önerdi Sayın Bakan. Kendisine saygı duyuyorum, teşekkür
ediyorum. Ama, milletvekili olabilmeye dönüşmekteki benim en büyük
avantajım, yirmi küsur sene hizmet verdiğim bölgedeki hastalarımın
bana sahip çıkması, destek olmasıydı. Çünkü, ben onları hiçbir zaman
üzmemiştim, hiçbir zaman incitmemiştim. Onlar da beni yücelttiler,
bugün bu kürsüye getirdiler.
İnsanları yanınıza alabiliyorsanız Sayın Bakan,
o zaman sonuç alırsınız. Doktorları yanınıza alamadığınız sürece,
sağlık emekçilerini yanınıza alamadığınız sürece bu mücadeleyi
kazanmanız mümkün değildir. Hiç kimse, hiçbir örgüt, hiçbir grup mükemmel
değildir. Akademik dünyadaki insanların da birçok defektleri vardır,
YÖK'ün de birçok defekti var. YÖK'le ilgili bizim de çok büyük sıkıntılarımız
olduğunu defalarca dile getirmişizdir. Bir kere de Meclis kürsüsünden
söylemiş olayım, ben de asaleti verilmediği için üniversiteden ayrılmış
bir YÖK'zedeyim. Ama, bu, bir kötüyü yeni bir kötüyle değiştirmek anlamına
gelmez. O kötüyü geliştirmek, iyiye getirmek, iyiye götürmek lazım.
Onu yapmak için de üniversitedeki akademisyenlerin, onların, birikimlerine,
tecrübelerine, bilgilerine ihtiyacımız var, doktorların bilgilerine
ihtiyacımız var. Eğer Türk Tabipleri Birliğinin bazı uygulamalarından
hoşnut değilsek, onlarla inatlaşmak yerine, belki, onlarla birlikte
olarak karşılıklı birbirimizi dönüştürmek söz konusu olabilirdi.
Bunun olabilmesi için de insanın sadece ve yalnız sağlık sistemini
düşünüyor olması gerekir. O zaman da ben size diyeceğim ki, sadece
politikacı, sadece bir AKP bakanı olarak değil, biraz da bu kimliklerinizden
arınarak, o konuma ve o imkânları eline geçirmiş bir doktor, bir sağlıkçı
gibi düşünseydiniz bunları çözebilirdiniz; ama, maalesef, bazı
konulardaki aşamadığınız -bana göre- ön yargılarınız, bazı, geçmişten
gelen kırgınlıklarınız diyelim -en yumuşak ifadesiyle- yüzünden
bu sistemi dönüştürebilme şansını -bunu sadece size söylemiyorum,
bütün AKP'ye söylüyorum- maalesef yitirmiş görünüyoruz.
Bir şey daha var, onu da vurgulamam lazım: Hep, zaman
zaman eleştiriyorum ben burada, AKP sözcülerinin, bu postmodern,
ultraliberal, işte, bu devirler geçti söylemlerini. Ben sizlerden
biraz daha dünyaya dikkatle bakmanızı rica edeceğim. Dünyadaki
bu ultraliberal, postmodern dönem yavaş yavaş dünyayı yok etmeye
başlamıştır. Dünya buna kendine göre tepkiler vermeye başlamıştır.
Güney Amerika'dan başlayan bir başka dalga var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Neşşar, lütfen…
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkan.
Belki Güney Amerika'daki son sosyalist değişimin
arayışı bir çıkış değildir; ama, bir arayıştır. En azından Amerika
Birleşik Devletleri önderliğindeki bu vahşi kapitalizmin dünyayı
mutlu etmediği, yavaş yavaş görülmektedir, en azından bunu göstermesi
bakımından önemlidir. Dolayısıyla, gerçekten, artık iktidar olmak
istiyorsak, bir, vatandaşı yanımıza almak zorundayız, vatandaşla
birlikte olmak zorundayız; iki, rekabet edemeyenlerin de düşünüldüğü
bir sistem peşinde gitmek zorundayız. Sağlık da bunun en başında gelen
örneklerinden bir tanesidir. Sağlık piyasalandırılamaz Sayın Bakan.
Fırsat olursa, ilk fırsatta size, neden sağlığın sigortalanamayacağı
konusundaki görüşlerimi de aktaracağım.
Yüce heyeti saygılarla selamlıyorum beni dinledikleri
için. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz
isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN
(Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1247
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 5'inci maddesinde söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, sağlık sistemimizin, hakikaten
çok büyük sorunları var. Bu sorunlar öyle bir noktaya gelmiş ki… Geçen
hafta, çok değerli bir meslektaşım, Aksaray Milletvekilimiz Sayın
Ahmet Yaşar, eczacılardan doktor yapmak istiyor. Ben de bir eczacı
olarak bazı hissiyatlarımı burada aktarmak istiyorum. Sayın Profesör
Neşşar'ın fikirlerine tamamen katılıyorum, aynı çerçevede birkaç
söz söyleyecektim.
AHMET
YAŞAR (Aksaray) - Olmaz mı diyorsun?
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Devamla) - Bu, Sayın Ahmet Yaşar'ın eczacıları doktor yapma
hadisesi, hakikaten eczacılara hakaretten başka bir şey değildir.
Sayın Ahmet Yaşar, eczacılık fakültesinde neler okuduğunuzu
ne çabuk unuttunuz. Eczacıdan doktor olamayacağı gibi doktordan
da eczacı asla ve katiyetle olmaz. Hem eczacılara hakaret etmiştir
hem de diş hekimlerine hakaret etmiştir.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Dava aç, dava.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Sayın Ahmet Yaşar,
bakın, bir şey söylemek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan… Sayın Özdoğan…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Siz, Allah'ınızı severseniz,
eczacılık fakültesinde yığınla farmasotik kimya okumadınız mı,
yığınla farmakoloji okumadınız mı? Tıp adına ne okudunuz?
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Sayın Başkanım, böyle,
kahvehane konuşması gibi Meclis konuşması olmaz ki.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Hakaret etmeyin.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Zaten kamuoyunda eczacılar
bir kısım kitleler tarafından yarım doktor olarak addediliyor. Eczacılık
özgün bir meslektir, bağımsız, büyük bir meslektir. Bu fikirlerinizi
hakikaten eczacılığa bir hakaret olarak kabul ediyorum. Eczacıdan
doktor olmadığı gibi, doktordan da iki sene, üç sene okumakla eczacı
asla ve katiyetle olmaz. Bir defa, bunu düzeltmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, öncelikle, Sayın Sağlık Bakanının
geçen hafta perşembe günü yapmış olduğum konuşmamın ardından bu
kürsüden bana cevaben dile getirmiş olduğu bir hususa dair önemli
bir notum var. Sayın Sağlık Bakanı, Erzurum'un Karlıca köyünde hayatını
kaybeden 4 küçük çocuğun durumunu ele almış olmam nedeniyle "Böyle
konuların üzerinden siyaset yapmayın, ayıp oluyor." dedi.
Değerli arkadaşlar, siyaset, tam da bu konular
üzerinden yapılır. Siyasetin konusu insandır, insan yaşamıdır,
vatandaş yaşamının güvencesi, kalitesi ve refahıdır. Bir Sağlık
Bakanı için de siyasetin konusunun en başta hayatını kaybeden vatandaşlar
olması gerekir normalde, değerli arkadaşlar. Ülkemizin köylerinde
kötü bakım şartları, doktorsuzluk ve sağlık ocağı yetersizliği nedeniyle
4 küçük çocuk on beş gün boyunca aralıklarla hayatını kaybettiyse,
tam on beş gün boyunca kimsenin bu çocuklardan haberi olmadıysa ve
Sağlık Bakanı için bu siyaset konusu olmuyorsa, siyasetimiz için
tehlike çanları çalıyor demektir değerli arkadaşlar.
Sağlık Bakanının ilk evvela ve her şeyden önce anlaması
gereken budur değerli arkadaşlar. Bunu anlamadan sağlık siyasetçisi
olmanın bu ülkeye bir yararının olması mümkün değildir. Ayrıca,
"ayıp" şeklinde ifadelerle, yüce Meclisin kürsüsünün insanımızın
sorunlarını dile getiren milletin vekillerine karşı bir baskı
aracı olarak kullanılmaya çalışılması demokratik tutumların sınırlarının
dışındaki bir tutumdur ve yüce Meclis milletin dertlerini dile getirmede
ihtiyaç duyduğumuz demokrasi çatısını bize çok şükür vermektedir.
Değerli arkadaşlar, şunu ehemmiyetle kaydetmek
istiyorum ki, 3 Kasım 2002 seçimlerinden bugüne kadar geçen sürede
ülkemizin temel sağlık hizmetlerinin kategorik olarak iyileştirilmesi
yönünde bir mesafe kaydedilmemiştir. Hükûmetin, önceden programlanmış
Avrupa Birliği uyum paketlerini Meclisten geçirme dışında inovatif
ve ülkeye ivme katıcı özgün bir katkısı maalesef olamamıştır. Sağlık
konuları, Avrupa Birliği paketlerinde, en azından hâlihazırda
sosyal içerikleri itibarıyla yer tutmadığı için, sağlık, Hükûmetin
en rotasız, isteksiz ve gayretsiz olduğu alanlardan birisidir. Bırakınız
gelişmiş ülkelerin halklarına sunduğu güvenlikli ve ferah sağlık
sistemlerini, Türkiye'de, halka hâlen sağlık hizmetlerinin temel
koruyuculuğu dahi sunulamamaktadır. Sağlık sisteminin temel koruyuculuğunun
en önemli ayaklarından birisi olan hastaneleşme alanında Hükûmet ve
Sağlık Bakanı çok başarısız olmuştur maalesef. Göç alan büyük şehirlerde
hastaneler bundan on-on beş sene öncesinin seviyesinden bir milim
öteye geçmemiştir. Nüfus artışı ve -dahi- patlamasına maruz kalan
şehirlerimizin hastane altyapılarında bu Hükûmetin ve Sağlık Bakanının
kaydetmiş olduğu bir ilerleme mevcut değildir.
Değerli arkadaşlar, bu vurguya bilhassa önem atfediyorum,
çünkü, Türkiye'nin Avrupa Birliğine entegrasyon yolunda almış olduğu
çok önemli ve zor virajlardan sonra iktidara gelmiş olan bu Hükûmetin,
eskiye nazaran daha kolay olan bu dönemde, bu kadar vurdumduymaz,
rahat ve mirasyedi bir tutum içinde olabilmesini en başta hakkaniyet
ve adalet duygusuyla hiçbir şekilde bağdaştıramıyorum. AK Parti
Hükûmetinin sağlık sisteminden anladığı tek bir şey var aslında: Sağlığı
devletten mümkün mertebe uzaklaştırmak.
Hastane üzerine bir hastane koymayan bu Hükûmet
döneminde, devlet hastaneleri, sürekli bir cezalandırılma ve
itilme durumu içerisinde dayanmaya ve ayakta kalmaya çalışmakla
meşgul durumdadır.
Bakınız, yüzlerce örnekten bir tanesini anlatmak
istiyorum. Doğu Karadeniz Bölgesi'nin en önemli ve tek guatr hastanesi
personel yetersizliği yüzünden gerekli hizmeti veremiyor. Karadeniz'de
guatr hastalıklarının yaygınlığı malumdur. Bu nedenle, yaklaşık
yirmi yıl önce devlet hastanesi olarak açılarak 1998'de yapılan düzenleme
sonunda, bölgede tek olma özelliğiyle önemli bir konumda bulunan
Fındıklı Bölge Guatr Araştırma ve Tedavi Merkezi, personelsizlik
nedeniyle sıkıntılı günler yaşıyor. Uzman doktora rastlamanın büyük
bir mutluluk hadisesi olduğu hastanede, görev yapan pratisyen hekimler
ise, acil servis hizmeti vermeye çalışıyor. Eski binasındaki yetersizlikler
yüzünden bölge halkından toplanan yardım ve bağışlarla yeni ve modern
bir binaya kavuşturulan guatr hastanesi, önceki yıl, Sayın Başbakan
Erdoğan'ın da katıldığı bir törenle yeniden düzenlenerek hizmete
açıldı. Hastanenin açılışı nedeniyle 3 uzman doktor atandı. Ancak,
kısa bir süre sonra, hem bu doktorlar hem de daha sonra ataması yapılan
2 uzman doktor görevlerinden ayrıldı. Bölgedeki sivil toplum örgütlerinden
gelen bilgilere göre, bunun sebebi, hastane yönetiminde hüküm süren
kadrocu ve siyasi tutumlardır.
Bölgeden ve çok çeşitli kanallardan bana ulaşan
bilgiler şunu göstermektedir: AK Parti Hükûmeti dönemindeki kadrolaşma
ve siyasi baskılar, kamu alanında çalışanların hizmet şevkini kırmaktadır.
Tehdit ve sürgünlerle çalışanların yıldırıldığı, ihale takipçiliği
ve rant elde etme çabalarının yoğunlaştığı görülmektedir. Personel
yokluğu yüzünden hastanede muayene olmayan yöre halkı, çevre il
ve ilçelere gitmektedir. Yaklaşık yirmi yıldır hizmet veren bu hastanede
eskiden ameliyat yapılıp, bütün bölge insanına hizmet verilirken,
böylesine önemli bir merkez bu Hükûmet döneminde doktorsuz bırakılmıştır.
Bu Hükûmetin ve bir sayın bakanın görevi halkın sağlığa ulaşması sürecinin
her aşamasını kontrol etmek ve çok güzel yönetmektir. Hülasa, sağlıkta
devrim yaptık diyenler eskiden işleyeni işlemez hâle getirerek
olanı da darmadağın ettiler.
Değerli arkadaşlar, hiçbir kimse sadece kendi
aklını beğenerek güzel işler meydana getiremez. "Alçak dağları
ben yarattım" havasıyla da hele bu işler hiç olmuyor. Kendine
yapılan eleştiri ve önerilere kibirle karşılık vermek kıymeti harbiyesi
olmayan bir tutumdur. Hem de kibirle bakanları biz de bir noktadan
daha küçük görürüz. Zira, kibirli bir insanı küçük görmek benim
inancımın gereğidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan, lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, bu olumsuzlukları görmüyorsanız,
çıktığınız ilk sokakta 10 vatandaşa bu sağlık sistemini bir sorun,
dertlerini dinleyin.
Hastaneleşmedeki muazzam yetersizlik ve hastane
ağının artan nüfus ve ihtiyaca uygun olarak genişletilmemesi tüm
Türkiye'nin her noktasında en ana sorunların başında gelmektedir. Bunun
yanı sıra Hükûmet mevcut hastanelerin konumlarıyla çok enteresan
bir biçimde uğraşmaktadır. Hükûmet, örneğin, İstanbul'da gelir getirecek
bölgelerdeki hastaneleri şehir dışına taşımayı belki de planlıyor.
İstanbul'da Koşuyolu Kalp ve Damar Hastalıkları Hastanesi Kartal'a,
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Seyrantepe'ye, İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Küçükçekmece bölgesine taşınmak
isteniyor. Hükûmet, buna sebep olarak hastanelerin teknolojik yetersizliklerini
göstermektedir. Ancak bizce bunun gerçek sebebi bu bölgeleri büyük
alışveriş merkezlerine dönüştürme niyetinden başka bir şey değildir.
Nitekim, Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, 2005 yılında, Acıbadem
Kozyatağı Hastanesinin açılışında, hastane sahibi Mehmet Ali Aydınlar'a
"Sana Şişli Etfali verelim, bir de yer gösterelim, orada modern
bir hastane yap, Etfali de ister hastane yap ister alışveriş merkezi
yap." demesi, ranta müsait alanlarda bulunan hastanelerin
alışveriş merkezine dönüştürülmek istendiğini çok açık bir biçimde
göstermektedir. Bir şehrin içindeki hastaneleri şehir dışına taşımak
kimsenin aklına gelmemişti, ne bu ülkede ne de başka bir yerde, AK
Parti Hükûmeti gelinceye kadar.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özdoğan.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Ahmet Yaşar,
Aksaray Milletvekili.
Sayın Yaşar, ayrıca, sataşma nedeniyle söz talebiniz
vardı, ama, ben, Sayın Özdoğan'ın konuşmasını dinledim ve herhangi
bir sataşma unsuru göremedim.
Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AHMET YAŞAR (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; görüşülmekte olan 1247 sayılı yasayla ilgili olarak,
5'inci maddeyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle, hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, hepinizin bildiği gibi,
dört yılı aşkın süredir, AK Parti Hükûmeti, yıllardır üzerinde durulmamış,
ihmal edilmiş konuları birer birer reforme ederek, yeniden yasalaştırmaktadır.
Şimdi, bugün de yaptığımız yasayla ilgili, çok
önemli çalışmalar, düzenlemeler yapmaktayız. Ama, ne yazık ki, bu
reformlara arkadaşlarımızın, özellikle muhalefet partilerinin
çok şiddetli tepkileri olmaktadır. Üzülerek ifade ediyorum, gerçekten,
Türk toplumu, reformları, burada siyaset yapanlardan çok daha iyi
algılamakta ve çok daha çabuk kabullenmektedir. Bunu nereden anlıyorsunuz?
Çünkü, yapılan reformları toplumun geniş kesimleri eğer kabul ediyor
ise, ona tepki göstermiyor ise, bu, reformun doğru olduğunu gösterir.
Evet, sağlık alanında da çok ciddi reformlar yaptık, çok önemli reformlar
yaptık, bunlara da karşı çıktınız. Hastanelerin birleşmesine karşı
çıktınız. Yeşil kartlı hastalara ilaç verilmesine, serbest eczanelerden
ilaç almasına karşı çıktınız. SSK'lı hastaların serbest eczanelerden
ilaç almalarına karşı çıktınız. Aile hekimliğine karşı çıkıyorsunuz.
Her şeye karşı çıkıyorsunuz. Biz de diyoruz ki, bu ülke seksen beş
yıldır böyle yönetiliyor. Giydirdiğiniz ceket dar geliyor. Artık
bu ceketin kalıbını değiştirmemiz lazım. Yeni düzenlemeler yapmamız
lazım.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sizin iktidarınız
ceket bile vermedi. Ne ceketi ya?
AHMET YAŞAR (Devamla) - Hayır, olmaz diyorsunuz.
Olmaz, ama ülke de bir yere gidemiyor arkadaşlar. Bakın, 1960'lı yıllarda
bizimle beraber olan birçok ülke, mesela İspanya, mesela Portekiz
bugün nerelerde, biz hâlâ neredeyiz. Onların, 1960'lı yıllarda 380
dolar civarındaki millî hasılası, o gün bizim de o kadardı, ama,
biz, hâlâ 5 bin dolarlarda seyrederken, onlar 15 bin, 20 bin dolarlarda.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Elli yıldır
sağ iktidarlar yönetiyor bu ülkeyi, sizin aranızda onlar.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Sayın Milletvekilim, beni
dinle, bak, çok önemli bir şey söylüyorum.
Bakın, siyaset yapmak adına, burada yapılan reformlara
direnmek kadar yanlış bir şey yok.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ne reformu ya, ne reformu?
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Reformun r'si yok.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Türk toplumuna hakaret ediyorsunuz. Türk toplumu,
inanın bana, sizden yirmi yıl önde yürüyor.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Yapma ya, nerede reform?
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Köydeki yaşayan vatandaşlarımız bile sizden yirmi
yıl önde yürüyor, yirmi yıl. Yirmi yıl önde yürüyor. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Yanlış yapıyorsunuz.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Reformun r'si yok. Hayatınızda reform görmemişsiniz.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Ben hep düşünüyordum, Allah için, ya, hakikaten,
Cumhuriyet Halk Partisi ana muhalefet partisi, neden acaba ivmesi
yükselmiyor, oy potansiyeli artmıyor diye.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sizin hayaliniz o, hayaliniz; kendinize
bakın, birinci parti Cumhuriyet Halk Partisi.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Ama, bakın, bu kürsü imtihan kürsüsü. Bu kürsüyü yüce millet,
inanın bana, en ücra köşelerde bile dinliyor. İbrahim Özdoğan'ın
konuşmasını da dinliyor, sizin konuşmalarınızı da dinliyor ve kafasında
bir muhakeme yapıyor "Bu parti neyi savunuyor, ben bu partinin
savunduğu fikirler doğrultusunda bu partiye oy versem benim ülkemi
nereye götürür?"
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sizden iyi yere
götürür.
AHMET YAŞAR (Devamla)- Bakıyor ki, eski şeyleri söylüyorsunuz,
toplum sizden yirmi yıl önde, bunun için de size oy vermiyor. Onun için
ivmeniz yükselmiyor. Onun için partiniz… Anavatan Partisi zaten
yok, olmaya da niyeti yok bu kafayla. Cumhuriyet Halk Partisi de
25'lerden inmişsiniz 16'lara, 17'lere. (CHP sıralarından gürültüler)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Haydi, seçime
gidelim madem!
ZÜHEYİR
AMBER (Hatay) - Ne diyor bu?
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Şimdi, bakın, ben bir şey söyledim…
ZÜHEYİR
AMBER (Hatay) - Ayıp ediyorsun!.. Kınıyorum seni!.. Çok ayıp…
AHMET YAŞAR (Devamla) - Ben bir şey söyledim. Bu,
Hükûmetin tasarısı falan filan değil. Ben dedim ki geçen haftaki konuşmamda,
arkadaşlar, dedim…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Esas köylerde
söyle, köylere gidemiyorsunuz siz.
BAŞKAN - Sayın Baloğlu, lütfen…
AHMET YAŞAR (Devamla) - Ne söylediğimi bilmeden
sürekli müdahale ediyorsunuz. Ben ne söyleyeceğim Sayın Milletvekilim,
bir dinleyin.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Köylere gidelim
köylere, haydi gel!
AHMET YAŞAR (Devamla) - Laf atıyorsunuz, ben ne
söyleyeceğim?
CANAN ARITMAN (İzmir) - Gel gidelim beraber bir
kahveye, bir bakın…
AHMET YAŞAR (Devamla) - Ama sürekli bunu yaptığınız
için, bak, sürekli bunu yaptığınız için, üzülerek söylüyorum, partinize
zarar veriyorsunuz, partinize zarar veriyorsunuz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Milletvekilim,
bana propaganda yapma, halk bunları yemiyor!
ZÜHEYİR AMBER (Hatay) - Sayın Başkan, susturman
lazım bunu. Bize sataşıyor.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Vermeye de devam edin.
Bakın, ben bir şey söyledim, burada geçen hafta
bir şey söyledim... (CHP sıralarından gürültüler) Dedim ki: "Eczacıları,
tıp fakültesinde okuduğu, ama eczacılıkta okumadığı dersleri de
alarak, onların tamamını okuyarak bunları doktor yapalım." Bakın,
bunu şunun için söyledim, açıklıyorum: Ne yazık ki, koskoca profesörümüz
de iyi anlayamamış, çünkü iyi dinlemiyorsunuz. Sayın Özdoğan da iyi
dinlememiş.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Anladık, anladık!..
AHMET YAŞAR (Devamla) - Bakın, dört yıl eczacılık
fakültesini okuyarak, imtihanlara girmiş…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Yazık sana!..
BAŞKAN - Sayın Yaşar, lütfen toparlar mısınız. İsterseniz,
Sayın Yaşar, bu iki dakikalık süre içerisinde de maddeden bahsederseniz…
Buyurun.
AHMET YAŞAR (Devamla) - …ve tıp fakültesine devam
etmiş, tıp fakültesini bitirmiş doktor eczacı arkadaşlarımız
var.
Sayın Neşşar, benim söylemek istediğim şu: Tıp fakültesinde
ne kadar ders varsa, eczacının okumadığı dersleri tekrar okuması
şartı kaydıyla. Bunu dedim, zamanı kısaltır. Neden? Lise mezunu,
liseden mezun olmuş bir çocuk, tıp fakültesine başladığı zaman, birinci
sınıfta, ikinci sınıfta, üçüncü sınıfta alacağı eğitimle, eczalık
fakültesini bitirmiş, eczacılık nosyonuna kavuşmuş bir insanın
o sıralarda oturduğunda alacağı eğitim, kavrama kabiliyeti denk
midir? Biri beş senede alır, altı senede alır, öbürü iki senede, iki buçuk
senede bunu tamamlar dedim. On beş günde demedim. Sizin zihniyetiniz,
yıllar önce, sulandırılmış eğitimle öğretmen yaptı, bu ülkeyi mahvettiniz.
Evet, bu ülkeyi mahvettiniz. (CHP sıralarından gürültüler)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Perişan ettiniz
ülkeyi…
AHMET YAŞAR (Devamla) - Öyle demedim ben.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Hâlâ konuşuyor!..
AHMET YAŞAR (Devamla) - İsteyen eczacı arkadaşlarımız…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sağlık Bakanı kabul
etmiyor senin bu görüşünü.
AHMET YAŞAR (Devamla) - …meslektaşlarımız bir sınava
tabi tutulur…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Yazık, yazık!
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ayıp, ayıp!
AHMET YAŞAR (Devamla) - …tıp fakültesinde fark
derslerini vermek üzere. Üniversiteler de böyle bir program açar,
iki yıl, üç yıl bu arkadaşımız bu programı tamamlar ve hekim diploması
alır.
CANAN ARITMAN (İzmir) - Bütün dersler farklı.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Bunu niçin söyledim? Şu
anda ihtiyaca cevap verecek sayıda eczacı var, ama, ihtiyaca cevap
vermeyecek bir hekim sayısı var.
CANAN ARITMAN (İzmir) - Doğru değil, doğru değil.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Tıp fakültesi… Tıp fakültesini
açıyor… Tıp fakültesi açılmıyor veya açılsa bile öğrenci sayısı sürekli
düşüyor. Tıp fakültesini bitiren arkadaşlar bu TUS sınavlarına
giriyor. Benim söylemek istediğim bu. Bunu anlamıyorsunuz.
"On beş gün" falan tabirini kullanmadım ben.
ALİ ARSLAN (Muğla) - Çok komik, yine de komik.
AHMET YAŞAR (Devamla) - İyi dinleyin, ondan sonra
cevap verin.
Bakın, dün de arkadaşlar, Sayın Nurettin Sözen
bir şey söyledi. Gerçekten çok yanlış. Sayın Bakanımız "Eczacılar
durumundan memnun." dedi. Evet, eczacılar durumundan çok memnun.
Efendim, niye yürüyorlar o zaman? Bakın, kaç tane eczacı odası, on
dört tane eczacı odası yürümüş İstanbul'da, mitinge katılmış. Kırk
yedi tane eczacı odası var Türkiye'de. Bunun otuz üç tanesi katılmamış.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ölçü mü oluyor
bu?
AHMET YAŞAR (Devamla) - Başkanım, tamamlıyorum.
BAŞKAN - Sayın Yaşar, lütfen…
AHMET YAŞAR (Devamla) - Sayın Başkan, nasıl olsa
bitti program, artık bir şey yapamayacağız.
BAŞKAN - Zaten, konuşmanız maddeyle ve konuyla
ilgili değil.
Teşekkür ediyorum.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Sayın Başkan…
BAŞKAN - Teşekkür için açıyorum Sayın Yaşar, lütfen…
AHMET YAŞAR (Devamla) - Sayın Başkanım, nasıl olsa
bitti süre de onun için. Yani…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan,
olur mu? Bunları gitsin köylerde anlatsın gidebiliyorsa.
BAŞKAN - Teşekkür için açıyorum Sayın Yaşar.
Buyurun.
MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sataşma var Sayın
Başkan.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sataşma var
bana da.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Eczacılar durumdan gayet
memnun. O eczacılar dediler ki, 6197 sayılı Yasa'yı getirin de değiştirin.
Biz onunla uğraşıyoruz. O yasa taslağı hazır, inşallah onu değiştireceğiz,
onu istiyorlar eczacılar. Eczacıların ne istediğini bilmeden,
burada, kalkıp toplumu yanıltmak kadar yanlış bir şey yok, ben onu anlatmaya
çalışıyorum.
ALİ ARSLAN (Muğla) - Eczacılar biraz sonra ağlamaya
başlayacaklar. Eczane zincirleri açılırsa ağlamaya başlayacaklar.
Meclisin karşısındaki eczaneye git…
AHMET YAŞAR (Devamla) - Aynı zamanda, eczacılar
o gün yeşil karttan… Evet, yeşil karttaki alacaklarını alamamışlardı.
Ödendi arkadaşlar, onlar da tamamen ödendi.
Bakın, toplumu yanlış bilgilendirmeyin.
Şimdi, 5'inci maddeyle ilgili bir cümle söyleyeceğim.
Bu yasada baştabipler, biliyorsunuz, muayenehane açamıyorlar.
Ama, askerî hastanelerdeki baştabiplerimiz belirli bir hiyerarşik
düzen içerisinde baştabip olabildikleri için, bunlarda muayenehanelerini
kapatma zorunluluğunu kaldırıyor bu yasa. Bana göre doğru bir yasa,
çok isabetli bir yasa. Gerçekten onlarda "ben bu görevi kabul etmiyorum"
gibi bir anlayış yok. Bir hiyerarşik yapı var. Onun için, onları bu yasayla,
baştabip oldukları zaman muayenehane kapatma zorunluluğunu kaldırıyor.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yaşar.
Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen, Remziye
Öztoprak... Yok.
Haluk Koç, Samsun Milletvekili... Yok.
Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili... Yok.
Ümmet Kandoğan... Yok.
Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz tamamlandığı
için, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 8 Şubat
2007 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.