DÖNEM: 22 CİLT: 141 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
36’ncı Birleşim
18 Aralık 2006 Pazartesi
İ Ç İ N D E K İ L
E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden Endonezya Halk Danışma
Meclisi Başkanı Hidayet Nurvahit ve beraberindeki heyete Başkanlıkça
"hoş geldiniz" denilmesi
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
l.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçeye Dahil Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S.Sayısı: 1269, 1270, 1271)
A) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı
Kesinhesabı
B) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
C) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
1.- Devlet Personel Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
D) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU
1.- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
E) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI
1.- Danıştay Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Danıştay Başkanlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
F) TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
G) TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
H) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI
1.- Hazine Müsteşarlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Hazine Müsteşarlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
İ) AVRUPA BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ
1.- Avrupa Birliği Genel Sekreterliği 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
J) BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
K) SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
L) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
M) TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı 2007
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2005
Mali Yılı Kesinhesabı
IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam’ın,
bazı ifadelerinin yanlış anlamalara yol açabileceğine ilişkin
açıklaması
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak beş oturum
yaptı.
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçeli Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarılarının (1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S. Sayısı:
1269, 1270, 1271) görüşmelerine devam olunarak;
Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Gümrük Müsteşarlığı,
Dış Ticaret Müsteşarlığı,
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,
2007 yılı bütçeleri ve 2005 mali yılı kesinhesapları
ile;
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü,
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü,
İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi,
Sermaye Piyasası Kurulu,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu,
GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı,
Tütün, Tütün Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası
Düzenleme Kurumu,
2007 yılı bütçeleri;
Kabul edildi.
Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu, Kültür ve
Turizm Bakanı Atilla Koç’un, konuşmasında, Genel Başkanlarına sataştığı
iddiasıyla,
Adana Milletvekili Mehmet Ziya Yergök, Devlet Bakanı
Kürşad Tüzmen’in, konuşmasında, şahsına sataştığı iddiasıyla, yerinden,
Birer
açıklamada bulundular.
Alınan karar gereğince, 18 Aralık 2006 Pazartesi
günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime 21.40’ta son verildi.
|
|
Sadık Yakut |
|
|
|
Başkan
Vekili |
|
|
Ahmet Küçük |
|
Bayram Özçelik |
|
Çanakkale |
|
Burdur |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
|
|
|
|
18 Aralık 2006 Pazartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
11.04
BAŞKAN: Başkan Vekili
İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet
Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36’ncı Birleşimi’ni açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları
üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
Program
uyarınca bugün iki tur görüşme yapacağız. Beşinci turda Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Devlet Personel
Başkanlığı, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Danıştay Başkanlığı,
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı, Türkiye
Bilimler Akademisi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali
Yılı Genel ve Katma Bütçeye Dahil Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S.Sayısı: 1269, 1270, 1271) (x)
A) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
B) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
C) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
1.- Devlet Personel Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
D) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU
1.- Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
E) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI
1.- Danıştay Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay Başkanlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
F) TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
G) TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerindedir.
(x) 1269, 1270, 1271 S.
Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri
15/12/2007 tarihli 33’üncü Birleşim Tutanağına eklidir.
Sayın milletvekilleri, 5/12/2006 tarihli 27’nci
Birleşim’de bütçe görüşmelerinde soruların gerekçesiz olarak yerinden
sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin yirmi dakikayla sınırlandırılması
kararlaştırılmıştır. Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili
olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine
kadar sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp parmak
izlerini tanıttıktan sonra ekrandaki söz isteme butonuna basmaları
gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye
başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.
Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru
sahipleri, ekrandaki sıraya göre
sorularını yerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi on dakika
içerisinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de on dakika süre
verilecektir. Cevap işlemi on dakikadan önce bitirildiği takdirde,
geri kalan süre için sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.
Bilgilerinize arz ediyorum.
Beşinci turda grupları ve şahısları adına söz
alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Anavatan Partisi Grubu
adına Muğla Milletvekili Sayın Hasan Özyer, süresi on beş dakika;
Iğdır Milletvekili Sayın Dursun Akdemir, on beş dakika; Mersin Milletvekili
Sayın Hüseyin Güler, on beş dakika. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen, yedi buçuk dakika;
Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Küçükaşık, yedi buçuk dakika; Adana
Milletvekili Sayın Kemal Sağ, on iki buçuk dakika; Tekirdağ Milletvekili
Sayın Mehmet Nuri Saygun, yedi buçuk dakika; Ankara Milletvekili
Sayın Yakup Kepenek, on dakika. AK Parti Grubu adına Zonguldak Milletvekili
Sayın Polat Türkmen, yedi buçuk dakika; Afyonkarahisar Milletvekili
Sayın Ahmet Koca, yedi buçuk dakika; Samsun Milletvekili Sayın Mehmet
Kurt, yedi buçuk dakika; Elâzığ Milletvekili Sayın Zülfü Demirbağ,
yedi buçuk dakika; Çorum Milletvekili Sayın Muzaffer Külcü, yedi
buçuk dakika; Erzurum Milletvekili Sayın Muzaffer Gülyurt yedi buçuk
dakika süreyle konuşacaklardır.
Şahısları adına: Lehte olmak üzere, Burdur Milletvekili
Sayın Bayram Özçelik, on dakika. Aleyhte olmak üzere, Çorum Milletvekili
Sayın Feridun Ayvazoğlu, on dakika.
Bilgilerinize arz ediyorum.
Şimdi, ilk sözü, Anavatan Partisi Grubu adına Muğla
Milletvekili Sayın Hasan Özyer’e veriyorum.
Buyurun Sayın Özyer. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
Süreniz on beş dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HASAN ÖZYER (Muğla)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
ile Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde Anavatan Partisinin
görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi
sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin, eğitimden
başlayarak, her alanını içine alan bir gençlik siyaseti sorunu vardır.
Daha doğrusu, Türkiye’nin bir gençlik siyaseti, ne yazık ki yoktur. Gençlerin
seçilme yaşının düşürülmesi gençlik siyaseti değildir. Esasen burada
da yapılması gereken, gençlere seçilme hakkı tanınmasıyla birlikte,
gençlerle birlikte siyaset yapma yolunun açılmasıdır. Siyasetin
mevcut hastalıklarına gençleri de çekmenin gençlik siyasetine
bir katkısı olmayacaktır. Eskiden beri, Türkiye’nin en büyük zenginliğinin
genç nüfusu olduğu söylenegelir. Ancak, on-on beş yıl sonradan itibaren,
Türkiye, bu avantajını kaybetmeye başlayacaktır. Bu tarihten sonra
Türkiye, Batı toplumları gibi yaşlı bir nüfus hâline dönüşüm yolunda
ilerleyecektir.
Bugün nitelik kazandıramadığımız için işsizlik
batağında çırpınan, geleceğe ilişkin umutları körelmeye başlayan
bir gençlikle karşı karşıyayız.
Bu gençlik yapısı Türkiye için taşınması giderek
ağırlaşan bir yük hâline dönüşecektir. Bugüne kadar “avantajımız”
dediğimiz bu genç nüfus kitlesi yarın en büyük sorunumuz hâline gelebilecektir.
Bunun için, anne babalar, siyasetçiler, öğretmenler velhasıl topyekûn
millet olarak bir gençlik siyaseti belirlememiz gerekiyor. Eğitimimizi
buna göre yapılandırmalıyız, üretimimizi buna göre planlamalıyız,
istihdamı buna göre yönlendirmeliyiz ve hatta dış ilişkilerimizin
önceliklerini de buna göre tespit etmeliyiz.
İhtiyacımız olan, sadece taraftarı olunan futbol
takımlarının rekabetiyle tatmin olmayacak, kendi bilgi ve becerilerinden
kaynaklanan rekabet iklimini oluşturacak bir gençlik siyasetidir.
İhtiyacımız olan, başkalarından iş dilenen değil, başkalarına iş
veren insanlar ortaya çıkartacak bir gençlik siyasetidir. İhtiyacımız
olan, diplomalı işsizler üreten değil, dünya çapında talep edilen
donanımda insanlar yetiştiren mesleki eğitim sistemini kuracak
bir gençlik siyasetidir. İhtiyacımız olan, insanların mezuniyetten
sonra dahi iş bulamayacaklarını bile bile, çaresizlikten kapısında
yığıldıkları üniversite sistemi değil, isteyen ve hak eden herkese
uluslararası standartlarda yüksek eğitim imkânı verecek bir gençlik
siyasetidir.
Gençlik siyasetinin unsurlarını uzun uzadıya
anlatmak mümkündür. Ama, bunları bu salonda bulunan sizler de, evlat
sahibi bütün vatandaşlarımız da zaten biliyor. Sorun ortadadır.
Esasen çözüm de aşağı yukarı bellidir. Ama, bu çözümü hayata geçirecek
irade konusunda ciddi sıkıntı bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, emekleriyle, bilgileriyle,
alın terleriyle, onurlarıyla yaşamak isteyen, üretmeyi, kendisine,
ailesine ve ülkesine faydalı olmayı hayal eden gençlerimiz ne yazık
ki bir duyarsızlık ve ilgisizlik duvarıyla karşı karşıyadırlar. Ortaöğretim
ve yükseköğretim sınavlarından başlayarak hayatının her aşamasında
stres, kaygı ve umutsuzluk dolu bir yarış içinde olan gençlerimize bu
işkenceyi başkaları değil biz kendimiz yapıyoruz. Üstelik, bunca
işkenceyle amansız bir yarış içinde büyüttüğümüz çocuklarımıza
doğru dürüst bir şey de öğretemiyoruz. Özel okullar, özel dersler,
özel öğretmenler, dershaneler, dergiler, kitaplar, servisler ve daha
pek çok külfete katlanarak yetiştirdiğimiz çocuklarımız sınavlarda
sıfır puan alabilmektedirler. Toplum içinde sağlıklı bir hayat sürmesini
temin edecek kriterlerin hiçbirini zaten kazandıramadığımız
gençlere, en basit matematik, fen, Türkçe, sosyal konularını dahi
öğretemediğimiz anlaşılmaktadır. Yılda -bir hesaba göre- 4 milyar
dolar para harcayıp da, sadece 200 bin öğrenciyi lisans düzeyinde
üniversite programlarına yetiştirebilen bizden başka bir ülke bulunmadığını
sanıyorum. Öğrenci başına 20 bin dolarlık bu maliyet, dünyanın eğitim
bedelinin en yüksek üniversiteleri düzeyindedir; ama elde ettiğimiz
sonuç, bu 200 bin öğrencinin büyük çoğunluğunu diplomalı işsiz olarak
sokağa salmaktan ibarettir. Türkiye, bu kahrı, ıstırabı, işkenceyi
boşuna çekiyor. Yozlaşmanın, hantallığın ve akılsızlığın bedelini
ödüyoruz. Bu sorunu çözmeden, yani, gençlerimize içeride ve dışarıda
rahatlıkla iş bulup çalışabilmelerini sağlayacak niteliği kazandıracak
siyaseti oluşturmadan onların ve ülkenin diğer hiçbir sorununu
çözemeyiz.
Değerli milletvekilleri, burada, Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğümüzün bütçesini görüşüyoruz. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğümüzün ismindeki “gençlik” ifadesi, spor perspektifi
dışında, maalesef, herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Gençler
için yaz kampları düzenlemek “gençlik” kavramının ifade ettiği çalışmaları
yapmak anlamına gelmemektedir. Gençliğin sorunlarının çözümü,
büyük ölçüde Millî Eğitim Bakanlığına, kısmen de, Çalışma ve Sanayi
gibi, dolaylı olarak ilgili kurumlara bırakılmış durumdadır. Oysa,
Türkiye’nin, gençliğin sorunlarını bütün boyutlarıyla kuşatacak
politikalar üretme birikim ve yeteneğine sahip kurumlara ihtiyacı
vardır. Konuyu sadece Millî Eğitim Bakanlığının uhdesine terk ederseniz,
o kurum doğal olarak sorunu eğitim boyutundan ibaret görür; konuyu
sadece Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bırakırsanız, o da
soruna sadece istihdam istatistikleri açısından bakar; konuyu
sadece Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bırakırsanız, o da sorunu
sadece çıraklık okulları açısından ele alır; konuyu sadece şu anda
bütçesini görüştüğümüz Genel Müdürlüğe bıraktığımızda ise, soruna
sadece sportif faaliyetler açısından baktığını görürüz. Halbuki
biz diyoruz ki: Türkiye’nin, bunların hepsini de içine alan ve fakat
daha üstten bakılıp planlanması gereken bir gençlik siyasetine ihtiyacı
vardır. 2007 yılında bu teklifimizin ciddiyetle tartışılmasını
ve sözünü ettiğimiz gençlik siyasetinin temel parametrelerinin
ortaya konmasını temenni ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, spor,
insanlık tarihinin başlangıcına kadar uzanan bir geçmişe sahip,
toplumsal yaşantımızın vazgeçilmez bir olgusudur. Günümüzde spor
sanayinin, hızla gelişimi, yoğun kentleşme, serbest zaman artışı
gibi temel toplumsal değişmelere bağlı olarak yeni boyutlar kazanmıştır.
Spor, hareket ve heyecan olarak iki ana temele dayanır,
ama, spor, her hâlükârda bir eğitim işidir, bir bilim dalıdır.
Spor, fertlerin bedenen, ruhen ve fikren gelişmelerini
sağlayan, bu ögeler arasında koordinasyon yeteneğini derinleştiren
bir bilimdir. Bu çerçevede, spor profesyonelce yapılan zirve sporu
veya yarışma sporuyla, toplum veya kitle sporu olarak ikiye ayrılmaktadır.
Daha mutlu ve daha güçlü bir Türkiye’ye ulaşmak
için diğer alanların yanı sıra genel ve ortak bir millî konumuz olan
spora da önem vermek zorundayız.
Çocukluktan başlayarak gençliklerine ve ileri
yaşlarına kadar insanımızın sporla ilişkisini sağlıklı bir temele
oturtmak için bütün kurumlara görev düşmektedir.
Acımasız bir rekabetin yaşandığı dünyamızda
kültürel, bilimsel ve ekonomik alanların yanında sporda da çağı yakalamak
zorundayız. Çocuklarımızı ve gençlerimizi sporun içine ne kadar
çok çekebilirsek, uluslararası rekabette başarılı olma şansımız
o kadar yükselecektir.
Türkiye’nin turizmde geldiği yer başta olmak üzere
birçok çalışmasına katkı sağlayan tanıtım atağının gerisinde,
sportif faaliyetlerde elde ettiğimiz başarılarının da önemli bir
payının bulunduğunu hatırlatmak isteriz.
Gençlik konusunda olduğu gibi sporda da bir siyasete
ihtiyacımız vardır. Spor siyasetimiz her kesimden insanın içinde
yer alacağı, partiler ve kurumsal taassuplar üstü bir siyaset olmalıdır.
Spor politikamızı oluştururken, ülke gerçeklerini, yöresel koşulları
ve alışkanlıklarımızı da göz önünde bulundurmalıyız.
Sporun ülke düzeyinde yaygınlaştırılmasına çalışırken,
özellikle yarışma sporları için neyin, nerede, nasıl yapılacağı
doğru şekilde belirlenmelidir.
Spor dallarında önceliklerin belirlenmesinden
tesis yapımına, malzeme seçiminden personel yetiştirilmesine
kadar tüm çalışmaları belirlediğimiz spor politikası doğrultusunda
gerçekleştirmeliyiz. Aksi takdirde, bugüne kadar pek çok örneği
görüldüğü üzere, yüzme sporcusu olmayan yerlerde olimpik yüzme havuzu
yapılır, basketçisi olmayan yerlerde tam teşekküllü basketbol sahası
inşa edilir. Binlerce çocuğumuz ve gencimiz, eğiticileri olmadığı
için mahalle maçı yapar gibi antrenmana çıkarken, spor akademilerinden
mezun olanlar işsiz gezer.
Dünya çapında başarı elde edecek kapasitedeki
sporcularımız yol parası bulamadığı için antrenmana gidemezken,
hangi kritere göre seçildiği belli olmayan birtakım insanlar, yarışmalara
katılma bahanesiyle ülke ülke dolaşıp turistik gezi yaparlar. İşte
bütün bunları önlemek için, gerçekçi ve bilimsel temellere dayalı
bir spor siyaseti oluşturulmasını istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, gerek gençlik gerekse
spor alanında oluşturulacak ülke siyasetinin sürükleyicisi ve
önemli uygulayıcılarından birisi olması gereken Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğünün ilgisinin, maalesef, başka alanlara yoğunlaştığını
görüyoruz. Örneğin, geçtiğimiz temmuz ayında Genel Kurulda kabul
edilen 5538 sayılı Kanun’un 10’uncu maddesiyle, gençlik ve spor il müdürlükleri,
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun dışına çıkartılmıştır. Oysa,
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, kamu kaynaklarının etkili,
ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılmasıyla, mali saydamlığı
sağlamaya yöneliktir.
Gençlik ve spor il müdürlükleri, ilgili mevzuatı
çerçevesinde, denetim ve gözetim unsurlarına bağlı olarak her türlü
şaibeden uzak çalışmaya devam edecek iken, her türlü soru işaretine
açık bir düzenlemeye tabi tutulmuşlardır. Üstelik, gençlik ve spor
il müdürlüklerinin, yerel yönetimler reformu çerçevesinde mahallî
idarelere devri söz konusu iken, böyle bir yola başvurulmuş olması,
soru işaretlerini daha da artırmaktadır. Her yıl çok sayıda etkinlik
gerçekleştiren, ülkenin her köşesinde yatırımları olan bir kurumun
böyle bir duruma maruz bırakılmayı hak etmediğine inanıyoruz.
Esasen, etkinlik organizasyonu ve tesis bekçiliği
bu Genel Müdürlüğün işi olmamalıdır. Bu Kurum, belki statüsü daha
da yükseltilerek, bir politika üretim, sertifikasyon, araştırma,
denetim ve koordinasyon işlevine kavuşturulmalıdır. Böylece,
gençlerimize ve sporcularımıza çok iş yapıyormuş görüntüsü altında,
gerçekten, kalıcı ve yapısal hiçbir hizmet üretilmeden yılların heba
edildiği bir dönemi kapatmış olacağız.
Bir kez daha altını çizerek belirtmek istiyorum:
Benim itirazım, bu Genel Müdürlüğün yaptığı çalışmalara değildir,
tam tersine, yapmadığı işleredir. Yapılan çalışmalar, bu ülkeye
elbette bir hizmettir, ama, Türkiye’nin önceliği ve ihtiyacı, böylesine
bir merkezî kurumun, baştan beri ifade etmeye çalıştığım gençlik siyasetini,
spor siyasetini oluşturması yönündedir.
Bu düşüncelerle, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüzün
bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, konuşmamın bu bölümünde
Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün bütçesi üzerinde görüşlerimi ifade
etmek istiyorum.
Vakıf konusu birçok bakımdan üzerinde dikkatle
durulması gereken bir husustur. Öncelikle, vakıflar, tarihimizin
çok önemli bir kurumudur. Türk vakıf kültürü başlı başına bir medeniyetin
konusu olabilecek zenginlik ve derinliğe sahiptir. Nitekim, bugün
dünyanın birçok ülkesinde başarıyla sürdürülen vakıf uygulamaları
bizden örnek alınmadır. Bunun yanında, vakıflarımız bugün dahi fevkalade
büyük ekonomik değerleri bünyesinde barındıran kuruluşlarımızdır.
Ülkemizin birçok bölgesinde en değerli binalar
ve araziler vakıflarımıza aittir. Öte yandan, ülkemizin geleceğine
ilişkin tartışmaların en kritik unsurlarından biri de yine vakıflardır.
Sadece, geçtiğimiz ay Mecliste kabul edilen ve dokuz maddesi Cumhurbaşkanı
tarafından yeniden görüşülmek üzere Parlamentoya iade edilen Kanun
vesilesiyle yaşanan tartışmalar dahi bu durumu anlatmaya yeterlidir
sanıyorum.
Vakıfların, ülkemizin dört bir yanında sosyal dayanışmanın
yaşatılması çerçevesinde yürüttüğü çalışmalar malumunuzdur. Öğrencilere
verilen destekler, maddi ve manevi değerlerimizi koruma bağlamında
yürütülen çalışmalar da konunun ayrı bir boyutudur.
Vakıflarımızın sadece ana başlıklarını ifade
edebildiğimiz bu işlevlerine daha pek çok ilave edilmesi mümkündür.
Ancak, bu kadar önem taşımasına rağmen vakıflar meselesi ülkemizde
yeteri kadar ciddiyet ve samimiyetle ele alınıp değerlendirilen
bir konu değildir.
Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün bütçesi vesilesiyle
komisyonda yapılan tartışmalara baktığımızda, konunun, daha
çok, Genel Müdürlüğün gerçekleştirdiği onarım çalışmalarına odaklandığını
görüyoruz. Yeni Vakıflar Kanunu’yla ilgili tartışmaların ise cemaat
ve azınlık vakıflarıyla yabancılar hususunda yoğunlaştığı dikkati
çekmektedir. Bir de geçmişte irtica tartışmaları bağlamında vakıfların
gündeme geldiğini hatırlıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, vakıf mallarının birçoğunun atıl durumda olduğu
doğrudur; ama, bu sorunun çözümü, vakıf mallarının çeşitli mevzuat
oyunlarıyla yağmalanmasına uygun zemin oluşturulması değildir.
Çözüm, vakıf mallarının vakfiyelerine veya bunların günümüzdeki
karşılıklarına en uygun şekilde nasıl etkin olarak değerlendirilebileceğinin,
ekonomiye ve milletimize fayda sağlar hâle getirilebileceğinin
formüllerinin üretilmesidir. Yağma ve üleşme yolu belki iştah açıcıdır,
ama, vakfiyelerdeki vakıf mallarına göz dikenler için yazılmış bedduaların
ve millet vicdanının da unutulmaması gerekmektedir. Vakıfların
yeniden etkin bir şekilde toplum hayatımıza girmesi, yaşadığımız
pek çok sorunun devlete yük getirmeden kendiliğinden çözümünü sağlayacaktır.
Bugün çok sınırlı sayıda insanın fayda sağlayabildiği vakıf birikimimizi,
doğru araçlar ve nitelikli bir yönetimle yeniden eski muhteşem günlerine
yakın bir düzeye çıkartabiliriz, ama bunun için, öncelikle samimiyet
şarttır. Vakıf mallarını korumak, kuru kuruya vakıf mallarını dokundurtmamak,
vakfiye amacına ve ülkeye hiçbir fayda getirmeden atıl olarak durmasına
seyirci kalmak değildir. Çünkü, vakıflar, kuruluş mantığı itibarıyla
dinamik kurumlardır. Bu kurumları yeniden kuruluş mantığına uygun
olarak dinamik müesseseler haline getiren her kim olursa olsun, bu
ülkeye ve millete çok büyük hizmet yapmış olacaktır. Vakıflar konusunu,
sadece azınlıklar ve yabancılar, irtica, malların yağmalanması
gibi arızi durumlarda gündeme getirmek yerine, asıl bu çerçevede
tartışmak ve çözümler üretmek zorundayız. Çünkü, kamuoyunda
tartışma konusu olan hususlar “vakıf” dediğimiz devasa kurumun onda
1’ini dahi oluşturamamaktadır. Esasen bu tartışmalar ne şekilde sonuçlanırsa
sonuçlansın, vakıflarla ilgili ifade etmeye çalıştığımız sorunların
çözümüne hemen hiçbir katkısı olmayacaktır. Çünkü, tartışmalar
daha çok iç ve dış gündem doğrultusunda şekillenmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN ÖZYER (Devamla) – Tamamlıyorum Başkanım.
Değerli milletvekilleri, yeni Vakıflar Kanunu
üzerinde gerçekleşen tartışmalar bize şunu göstermiştir: Bir yandan Avrupa ve komşularımız
başta olmak üzere, yabancıların Türkiye’ye karşı niyetlerine ilişkin
derin bir kaygı ve bundan kaynaklanan refleks vardır. Öte yandan ise,
Türkiye’nin, günümüz dünyasında daha sağlam bir yer edinebilmesi
için gerekli olan çağdaş düzenlemelere ihtiyacı vardır. Islahat
Fermanı’ndan beri bu ikilemi yaşadık ve bugün de yaşamaya devam ediyoruz.
Nitekim, yeni Vakıflar Kanunu görüşülürken, aynı tereddütlerin
gündeme geldiğini görüyoruz. Yasa elbette önemlidir, ama asıl önemli
olan uygulamadır. Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunun, bankacılık
başta olmak üzere, birçok alanda yasaları başka türlü emrediyor olsa
da üstü örtülü millî kotalar uyguladıkları bilinmektedir. Biz de
mütekabiliyet ilkesi ve elimizde diğer imkânları kullanarak pek
çok şey yapabiliriz, ama, bunun için, önce bu güce sahip olmalıyız. Aksi
takdirde, var olan kanunlarımızı bile uygulattırmazlar. Nitekim,
bunun pek çok örneği de vardır. Tartışmaları deve kuşu mantığıyla
değil de, bu açıdan yürüttüğümüzde, çok daha sağlıklı sonuçlar alabileceğimizi
düşünüyoruz.
Sonuç olarak, vakıflar konusunda yeni düzenlemelerin
de, görüşmekte olduğumuz bütçenin de milletimize hayırlı olmasını
diliyor, hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özyer.
Anavatan Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı,
Iğdır Milletvekili Sayın Dursun Akdemir.
Buyurun
efendim.
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Devlet Personel Başkanlığı, Danıştay Başkanlığı
ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ile ilgili söz almış bulunmaktayım.
Partim Anavatan adına yüce Meclisi, siz değerli milletvekili arkadaşlarımı
ve büyük milletimizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Devlet Personel Başkanlığı 1960’lı yıllarda, kamu
personel yönetimine yön verilmek üzere kurulmuş olup kamu yönetimimizin
önemli kurumlarından birisidir. Özelleştirilen kamu kurumlarındaki
personelin diğer kamu kurumlarına nakli, hükûmet ile sendikalar
arasında toplantıların düzenlenmesi, merkezî memur yerleştirmeleri
ve görevde yükselme uygulamaları Başkanlığın en önemli konularından
birisidir.
Türk
kamu idaresinde personel politikası ve devlet teşkilatıyla ilgili
uygulamalarda darboğazların aşılmasında stratejik önemi haiz
olan bu kurum, bu önemli görevlere rağmen, Hükûmetiniz döneminde oldukça
zayıflatılmış, hatta, tabiri caizse, kurum yerlerde sürünmektedir.
Nitekim,
Devlet Personel Başkanlığıyla ilgili olarak Yeni Şafak gazetesinde
–basına göstermek istiyorum- bu gazetede “657’liler Ailesi” ilginç
tespitlerde bulunmuştur. Konuşmamı bitirirken Sayın Bakana takdim
edeceğim, burada ayrıntılı bilgiler vardır. Bakanlığın, özellikle
Başkanlığın en önemli görevlerinden birisi olan sorun çözme fonksiyonundan,
özellikle AKP Hükûmeti döneminde tamamen uzaklaşılmıştır. Gazetede
bu, çok güzel vurgulanmaktadır. Kamu kurumlarının görüş talepleri,
madde hükümlerinin alt alta yazılmasından ibaret yazılarla cevaplandırılmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; kamu kurum ve kuruluşlarına
yol göstermekle yükümlü olan Devlet Personel Başkanlığının, herhangi
bir başkanlığın uygulamaya ilişkin görüş taleplerine karşılık görüş
tesis etmediklerine, 657’liler ailesi gibi, ben de çeşitli defalar
şahit oldum. Burada, görüş sunulan konuya ilişkin maddeler aynen
yazılıp, konudaki, “yukarıdaki hükümler çerçevesinde konuların
çözümlenmesi ya da hukuk müşavirliğinizden alınacak görüş çerçevesinde
değerlendirilmesi” şeklinde cevaplar yazılmaktadır. Sayın Bakan,
hukukçu bir kimliğinizle, bu kurumun kanunla kendisine verilen
görüş tesis etme görevini neden yapamıyorsunuz, niçin bunun üzerine
gidemiyorsunuz? Sayın Bakan, Devlet Personel Başkanlığında yapılan
bu görüş tesis etmeme hakkında neler söyleyeceksiniz, şahsen, ben
merak ediyorum.
Değerli
Bakanım, Hükûmetinizin en önemli projelerinden birisi olan ve Devlet
Personel Başkanlığının merkezinde bulunması gerektiği kamu personel
reformunun, acaba, neden Başbakanlıkta, Başbakanlık Müsteşarı istediği
için mi düzenleniyor? Bunun sebebini açıklayabilecek misiniz?
Devlet Personel Başkanlığının bel kemiğini oluşturan Devlet Personel
uzmanları motivasyonsuzluktan perişan olmakta, yeni proje üretmemekte,
iş yapmamayı içeren ruh haline düşmekte ve verimli olabileceğini
düşündüğü diğer kamu kurumlarına geçmektedirler. Neden?
Devlet
Personel Başkanlığında görevli uzmanlar, hazırladıkları yazıların
Başkan tarafından imzada bekletilmesinden ve imzalanmamasından
şikâyetçiler. Niçin?
Kamu
reformu kapsamında, gerek personel konularında gerekse de teşkilat
kanunlarında yapılan değişikliklerin lokomotifi olması gereken
Devlet Personel Başkanlığı, bu asli görevini yerine getirmekten
uzak olduğu gibi, dört buçuk yıla yakın bir zamandır birçok reform girişimi
de askıda kalmıştır.
Sayın Bakanım, ben de, Yeni Şafak gazetesinin takip
ettiği bilgileri aynen tasdik ediyor ve sizin de incelemenize arz
ediyorum. Ayrıca, kamu yönetimine yeniden düzenlemeye ihtiyaç
bulunduğunun bir zorunluluk olduğunu belirtiyorum. Yapılması
gerekenin de, öncelikle, Devlet Personel Başkanlığının yeniden
yapılanması olduğunu vurgulamak istiyorum.
Son zamanlarda basın yayın organlarında, geçici
işçilerin de kadroya alınması ile ilgili tasarı hazırladığınızı
duyuyoruz. Bu tasarıya, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki 4/C’yle
çalışan geçici işçiler ile özelleştirme mağdurları sonucu işsiz
kalan ve Devlet Personel Başkanlığınca başka kamu kurumlarına ataması
yapılan geçici işçilerin de kadroya geçirilmesi gerekmektedir.
Kamu personelinden sorumlu bir bakanımız olarak, bu konuda mevzuatta
değişiklik yapmanız, özelleştirme mağduru olan işçiler ve aileleri
tarafından sevinçle karşılanacaktır. Bu konuda desteğiniz beklenmektedir.
Değerli milletvekilleri, ayrıca, sendikalar
daire başkanlığı gibi, merkezî sınav başkanlıkları gibi kurulların
da kurulması gerektiğinin bir ihtiyaç olduğu yıllardan beri biliniyor.
Bakan Bey de bildiği hâlde, şimdiye kadar bir adım atamadı. Neden atamıyor?
Bunun için, artık, Devlet Personel Başkanlığı Teşkilat Kanunu’nda
değişiklik yapılması zorunluluğuna inanın ve kabul edin Sayın Bakanım.
Ayrıca, son yapılan KPSS yerleştirmelerinde,
ÖSYM tarafından ilan edilen sınav sonuçları İnternet sitesinden neden
kaldırıldı? Kamuoyu cevap bekliyor.
Sayın Bakanım, bu itibarla, altyapısı sağlam
olan personel yetiştirilmesi için özerk bir devlet personel sınav
başkanlığı kurulması gerektiğinin zamanı geçti artık.
Devlet Personel Başkanlığı, AB’deki gibi, aynen,
uyum sağlamak amacıyla bu başkanlığın da AB’deki eş değeri gibi yeniden
yapılandırılması Türkiye’nin çağdaş adım atması açısından gereklidir.
Bunun üzerinde durulması gerekir.
Devlet Personel Başkanlığınca tüm kamu kurumlarında
toplam kalite ve iş analizi ve performansa dayalı ücret mekanizması
kurulması çalışmaları hızla gerçekleştirilecek önemli bir problemdir.
Şimdi, sayın arkadaşlarım, Danıştaya geçiyorum.
Anayasamızın 155’inci maddesiyle yüksek mahkemeler
arasında yer alan Danıştayın, cumhuriyetimizin, laik ve demokratik
hukuk devletimizin en önemli kurumlarından bir tanesi olduğu bilinmektedir.
Bu yıl içerisinde Danıştayın verdiği şehide Allah’tan rahmet diliyor
ve Danıştay ailesine bundan sonra bu tür olumsuzlukların gelmemesini
temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bir ülkenin hukuk devleti
olduğunu gösteren belki de en önemli kıstas, devletin tüm eylem ve
işlemlerinde önceden belirlenmiş objektif hukuk kurallarına yine
kendisinin uygun davranabilmesidir. Hukukun üstünlüğü olan devlette
kişinin vazgeçilmez hak ve özgürlükleri güvence altına alınmalıdır.
Bununla birlikte, yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin en önemli,
belirgin özelliği, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereği olmalıdır.
Hâkimlik ve savcılık teminatı yargıya tanınan bir ayrıcalık olmayıp
mahkemeye başvuran vatandaşlar için kabul edilmiş bir güvencedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızda
yer alan ve devletimizin temel yapısını oluşturan hukuk devleti ilkesi
sonucu vatandaşlarımızın hürriyetlerinin korunmasında, özellikle,
idare ile birey arasındaki ilişkilerde adaletin sağlanmasında Danıştayın
görevi takdire şayandır. 1868 yılında kurulan ve adı Şûrayı Devlet
olan o mükemmel Danıştay, ülkemizde hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesinde
oldukça önemli destekler vermiştir, vermeye devam etmektedir.
Değerli arkadaşlar, yöneticilerin hukuk güvenliği
ile temel hak ve özgürlüklerinin korunabilmesi ve idarenin haksız
uygulamalarının önüne geçilebilmesi ise, ancak etkili bir yargı
denetimiyle mümkün olmaktadır. İşte, tam bu noktada, köklü ve vazgeçilmez
kurumlarımızdan olan Danıştay, verdiği kararlarla idarenin hukuka
aykırı işlemlerini iptal ederek, kişilerin hak ve menfaatlerini
korumaktadır.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, Danıştay, yüksek
mahkeme sıfatıyla Anayasa ve kanunlarda öngörülen görevlerini
temel hak ve özgürlüklerden ve hukuk kurallarından ödün vermeden,
başarıyla yerine getirmiştir ve getirmektedir.
Sayın arkadaşlar, yargı bağımsızlığına saygı
göstermek, bütün devlet kurum ve kuruluşlarının görevidir. Yargı,
bağımsız, yansız ve güvenceli değilse hak ve özgürlükler tehlikeye
düşer, hukukun üstünlüğü sağlanamaz. Yasama ve yürütme organlarının
hukuka uygunlukları yargı tarafından onaylandığı oranda güvenirlik
kazanır. Hükûmetin, zaman zaman yargı denetiminden yakınmaları,
hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmamaktadır.
Adalet Bakanlığı emrinde çalışan bir müfettişin
hâkim ve savcılar üzerinde söz sahibi olması, yargı bağımsızlığı
ve hâkim teminatıyla yine bağdaşmamaktadır. Danıştay ve diğer mahkemelerce
verilen yargı kararlarının idarelerce uygulanmama yönünde ya da
etkinleştirmeme yönünde bakanlıkların ısrarlı adımlar attığı görülmektedir,
bilinmektedir. Örneği, Erzurum Millî Eğitim Müdürü, 8 kez davayı
kazandığı hâlde görevine iade edilmiyor. Hükümeti, bu noktada,
yargı kararlarına uymaya davet ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştayın
en önemli sorunlarından bir tanesi, çağdaş bir ülkenin yargı sistemine
uygun bir hizmet binasının olmamasıdır. 1974 yılında kullanıma
alınan bir binada ve mülkiyeti bir başka kuruma ait olan ek hizmet binasında
faaliyet gören Danıştayda, üyeler, tetkik hâkimleri ve savcıları,
3-4 kişilik, yeterli olmayan aynı odayı paylaşarak çalışmak zorunda
kalmaktadırlar. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Danıştay, kapasitesini
yine de yüzde 80 oranında kullanmaktadır.
Bunun için, Danıştayın eksiklikleri giderilmelidir.
Yargı bağımsızlığının önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkim teminatının sağlanması bakımından,
Anayasa ve diğer yasalarda ihtiyaç duyulan değişiklikler bir an
önce yapılmalı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı ve işleyişi
değiştirilmelidir. Yargıtay ve Danıştay üyelerinin, hâkim ve savcılık
teminatının sağlanması açısından, yüksek yargı organlarının genel
kurullarınca seçilmesi süratle sonuçlandırılmalıdır. Danıştay
Kanunu’nda süratle değişiklik yapılarak, Danıştayda bakılmakta
olan davalara, bazılarına bölge idare mahkemelerince çözümlenmek
Danıştayın yükünü hafifletecektir.
Değerli arkadaşlar, burada, adalet ve hukuktan
bahsetmenin Danıştay için önemli bir nokta olduğunu belirtirken,
Hükûmetin de bir gün bu kanunlara ihtiyacı olacağını, adalete ihtiyacı
olacağını hatırlaması gerektiğini buradan tekrarlıyorum.
Şimdi, üçüncü konu olan Yüksek Denetleme Kuruluna
geçiyorum. Yüksek Denetleme Kurulu, kamu iktisadi teşebbüslerinin
işletmecilik kurallarına ve ekonominin genel ilkelerine uygun,
kârlı, verimli çalışmalarına yönelik tespit ve önerilerde bulunmak
amacıyla, anılan kuruluşları sürekli gözetim ve denetim altında
bulunduran, bilanço ve sonuç hesaplarını inceleyen, yöneticilerin
aklanmasına veya aklanmamasına ilişkin raporlar düzenleyen, üst
düzeyde bir denetleme kuruludur.
Hükûmetiniz döneminde yönetim kurulları üyeliklerine
yapılan atamalarda, mevzuat gereği bilgi birikimi ve deneyimi
ön planda tutması gerekirken, kimi zaman, bu hususlara yeterince
ve gereği kadar özen gösterilmemektedir. Üst düzey yöneticilerin
atamalarında ve görev değişikliğinde ise objektif kriterlere
uyulmamakta, bu nedenle haksızlıklar ortaya çıkmaktadır. Üst düzey
yöneticilerinin, bilgi birikimi edinmelerine ve deneyim kazanmalarına
fırsat bırakılmadan, kimi zaman ekonomik zorunluluklar dışındaki
başka tercihlere dayalı olarak sık sık değiştirilmesi, yönetimde
istikrarın kaybolmasına ve performansın düşmesine neden olmaktadır.
Çoğu zaman, orta ve alt düzey yönetim kadrolarında da aynı paralelde
değişiklikler yapılmasıyla istikrarsızlıklar artmaktadır. Bu anlamda,
iktidarınız döneminde tarihin en büyük kadrolaşması yaşanmıştır.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun raporlarında yer alan ve
ilgili bakanlıklarca yerine getirilmesi gereken çeşitli konularla
bağlantılı soruşturma ve inceleme taleplerinin karşılanmasında
gecikmeler ortaya çıkmakta ve çalışmalar zamanında sonuçlandırılmamaktadır.
Bunun neden sonuçlandırılmadığını Sayın Bakandan öğrenmek istiyorum.
Yolsuzluklarla mücadele diye iktidara geldiniz,
ancak, Hükûmetiniz döneminde kamu kuruluşlarında ve KİT’lerde yolsuzluklar
had safhaya ulaştı. Mücadelede Yüksek Denetleme Kurulu raporları
dikkate alınmadı.
Değerli arkadaşlar, konuşmama son vermeden önce,
hukuk devletinde adalet…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
DURSUN AKDEMİR (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın
Başkanım.
Değerli arkadaşlar, adalet, devletin asla vazgeçemeyeceği
bir kamu hizmetidir. Adalet herkese gereklidir. İktidar, idare hukukunun
kurallarına uymayı içine sindirmeli ve daima hukuk kuralları içerisinde
kalmalıdır, çünkü, bir gün ona da lazım olacaktır.
Değerli
arkadaşlar, sayın milletvekilleri ve yüce Meclisin değerli Başkanı;
konuşmama son verirken, AK Parti Hükûmetinin iktidara gelirken
Hükûmet Programı ve Acil Eylem Planında halka verdiği sözleri yerine
getirmediğimizi yüce halkımıza buradan şikâyet ediyor; siz değerli
milletvekili arkadaşlarımı, yüce Meclisimizi ve büyük Türk milletini
en derin saygılarımla selamlıyor, saygılarımı sunuyor, söz konusu
kurumlarımızın bütçelerinin hayırlı olmasını temenni ediyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Akdemir.
Anavatan
Partisi Grubu adına son konuşmacı, Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin
Güler. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (
Evet,
TÜBİTAK, bilimin kanayan yarası ve eseriniz olarak övünebileceğiniz
bir süreç. Bugün, 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında,
TÜBİTAK üzerinde yapılan sıkıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bugün,
ülkemizi, 1990’lı yıllardan itibaren bu kurumda emek sarf etmiş ve bu
kurumun kurumsallaşması için emeği geçen tüm bilim adamlarına ve
çalışanlarına burada şükranlarımızı iletiyoruz.
Avrupa
Birliğiyle ilgili de… Avrupa Birliği tarama sürecinde, geçen dönemde,
hatırlarsak, biraz hafızamızı zorlayacak olursak, özerklik, hak ve
özgürlük gibi kavramlar çok öne çıkan kavramlar olacaktır. Özerkliği
vesayet altına sokulmuş bir kurum ve iki kanun değişikliği girişimiyle
Anayasa Mahkemesi tarafından yürürlüğünün durdurulması ve meşruiyeti
tartışmalı bir hâle gelmiş yöneticiler ile bilim ve araştırma konusunu
görüşmeye gitmiş olmak tutarlı bir tavır mıdır? Bu yapılanlar, müzakere
sürecinin genel çerçevesiyle bağdaşmakta mıdır?
TÜBİTAK’ta
oluşturulan vizyonsuz ve deneyimsiz kadrolar, emanet edilen bu yüklü
kaynağı plansız, projesiz, öngörüsüz bir biçimde, bir an önce bitirme
telaşıyla, pervasızca, işler israf etmektedirler. Şöyle ki: -bunlardan
biri burs- desteklenen kişi sayısı ve destek miktarları oldukça artırılmıştır;
o kadar artırılmıştır ki, bir lisans
öğrencisi doktora düzeyinde çalışan öğretim üyesi, yüksek lisans
öğrencisi yardımcı, doçent düzeyinde bir öğretim üyesi, doktora
burs öğrencisi ise neredeyse bir doçent düzeyinde burs ücreti almaktadır.
Akademik sektör dışındakiler bunlara sevinebilir,
hoş gözükebilecek bir durumdur. Aslında, ciddi sakıncaları göz ardı
edilmiştir. Makul düzeyde verilecek burs miktarlarıyla desteklenen
bursiyer sayısı 4 katına çıkartılabilir, ama, çalışma ve iş hayatına
atıldıktan sonra bu bursiyerlerin gerçek yaşamda aldıkları maaşla
karşılaştıkları anda sadece hayal kırıklığı ve karamsarlık oluşacaktır.
Bu da, gençleri bunalıma sokacak ve verimi düşürecektir. Yine, öğretim
üyesine, memuruna maaş artışını bile çok gören Hükûmet, öğrencilerine
daha fazla vererek ilgili öğretim üyesinin ve memurunun motivasyonunu
aşağıya çekecektir.
Dikkatimi çeken bir hususu da sizlerle şöyle paylaşmak
isterim: Daha önce TÜBİTAK tarafından teşvik kapsamı içerisinde,
burslar konusunda, fen ve mühendislik bilimleri hep daha önceydi. Bir
örnek vermek olursa, 2004 yılında, fen bilimlerinde 135 öğrenci burs
alırken sosyal bilimlerden ise 36 öğrenci burs alıyordu. Bugün ise,
2006 yılında ise, fen bilimlerinde 190 öğrenciye karşılık 469 öğrenci,
yani sosyal bilimlerde, felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih gibi.
Burada şunu sormadan da edemiyorum: Bu, çok sayıda çarpıcı sayısal
değişiklik, temel bir paradigma değişikliğinin ilk adımları mıdır?
Sayın Bakan, bu konuda yanıt verirseniz sevineceğiz.
İkincisi, projeler konusunda: Projeler 3 kat artmasına
karşın -altını çiziyoruz, 3 kat artmasına karşın- bunlar nitelik
olarak değil, daha çok nicelik açısından önem verilmiş. Ama, ulufe dağıtır
gibi, çok kısa zamanda, neredeyse bir oturumda yetersiz panelistler
tarafından proje değerlendirmesi yapılarak kalite çıtası olağanüstü
düşürülmüştür. Burada da popülizm yapılmış, Türkiye’nin en kaliteli
üniversiteler yerine, proje desteği, daha çok kırsal, taşra üniversitesi
diyebileceğimiz üniversitelere kaydırılmıştır. İlk yılında olmasına
rağmen sosyal bilimlere verilen proje desteği, fen bilimlerine neredeyse
eşit durumuna düşmüştür.
Özellikle “TARAL” adı altında -bunun altının çizilmesi
gerekir- ar-ge projelerinin birçoğunda, proje bütçelerinin büyük
bir kısmı binlerce panelist, danışman, hakemlere ödenen ücret, seyahat,
konaklama ve iaşe ve buna benzer bedellerle posta giderlerine,
proje teşvik ikramiyelerine -yaklaşık yüzde 20’si projede yer görev
alan personele, maaşlarının yaklaşık yüzde 70’ine kadar aylık ikramiye
olarak dağıtılmaktadır- kurum hisselerine, toplantılara gitmektedir.
Yine “kamu projeleri” adı altında desteklenen
projelerde çalışan memurlar aldıkları proje teşvik ikramiyesiyle
diğer çalışanlar arasında huzursuzluğa neden olmuştur. İlgili kurumlarda
iş barışı bozulmuştur.
Şüphesiz, en tedirgini ve üzücü olanı ise, TÜBİTAK
yönetimince, sadece başvuru sayısını artırmak ve başarılı gözükme
aracı olarak seçtiği bu popülist yöntem yüzünden ülkenin kıt kaynakları,
cömertçe ayrılan bu paranın bir katma değer yaratmadan israf edilmesi,
ar-ge faaliyetlerinin amacından uzaklaşmıştır.
Sanayi ar-ge tartışması, teşvikleri, sanayi
ar-ge teşvikleri: Söz konusu büyük kamu kaynağının bir an önce bitirilmesi
kapsamında, Dış Ticaret Müsteşarlığınca ödenen ve TÜBİTAK payı
olan yüzde 6,5; yaklaşık yüzde 1,5 düşürülerek aradaki fark elde edilen
paradan karşılanmış ve o kadar kurum zararı oluşmuştur. Popülizm
burada da kendini göstermiş, sanayide ar-ge payını artırmış gösterme
gayretiyle, oldukça büyük rakamlar firmalara aktarılmıştır.
Sanayi ar-ge desteği için proje başvuru sayılarının
yıllara göre dağılımı nedir? Sayın Bakan açıklarsa sevineceğim.
2006 yılı itibarıyla Konya ilinden proje başvurularının yüzde
50’si, 2004 yılından sonra başvuru yapılmıştır. Bu patlamanın sebebi
nedir ve bu çerçevede yapılan proje başvurusundaki çarpıcı açığın
sebebi nedir? Kuruluş bazında destek tutarlarına, örneğin, Alvera,
eski adıyla Çelik Güneş firmasının aldığı destek tutarı göze çarpmakta.
Bu firmanın Yimpaş şirketiyle bir ilişkisi var mıdır? Bu firma 2006
yılında ar-ge desteği için başvuru yapmış ve onlarca milyon dolarlık
bütçeyle destekleme kapsamına alınmış mıdır?
Yine, tadilat ve tefriş işlemleri: Yaklaşık yeni
yönetim geldiği günden bu yana, dur demek bilmeden Bakanlık binasında
tadilat ve tefriş yapılmaktadır, hiçbir rasyonel gerekçeye ya da
ihtiyaca dayanmadan yeniden inşa edilmektedir. Çalışanlar, yer
değişikliği ve şantiye ortamında bezdirilmiş, verimleri düşürülmüştür.
Onarım işleri, üç yıldır bitmemiş, yeniden başlayarak özellikle
üst makam katları konforlu hale getirilmiştir. Bunlar yapılırken
de kurumun tamamının bir plan, projeye bağlanmadığı ve telaşe, yeni
bir şeyler yapılıyormuş görüntüsü vermek için yapboz tahtasına dönüştürülmüştür
ve hiçbir rasyoneli olmayışı ve insaf sahibi her kişi tarafından,
tüyü bitmemiş yetimin hakkını har vurup harman savurmaktan başka
bir açıklaması olmayan bu işlerin, bir de mevzuat bakımından tartışılması
gerekir. Şöyle ki: Bu işler, olması gerektiği gibi, bir bütünlük
içinde yapılmakta mıdır? Yoksa, neredeyse her kat için ayrı bir ihale
edilerek, ihale mevzuatına aykırı işlemler mi yapılmaktadır?
Seyahatler: Kurum tarihinde görülmemiş oranda
seyahat harcamalarıyla karşı karşıyayız. Kurum, seyahat acentesine
dönüştürülmüştür. Özellikle Başbakanlıktan alınan seyahat izni
yetkisinden sonra, Başkan Vekili bu konuda oldukça rahat davranmaktadır.
Yurt içinde yapılan yoğun seyahatlerin yanı sıra bir o kadar da yurt
dışına seyahatler yapılmakta, korkunç kaynak israfı yapılmaktadır.
Ama, burada haklılıkları yargı kararlarıyla kanıtlanmış, devletin
kör kuruşu üzerine titreyen onurlu ve seçkin insanlara, “tüyü bitmemiş
yetim hakkı” sloganıyla haksız, insafsız saldırılar yönlendiren
Sayın AKP yöneticileri, bu şuursuz israfa acaba neden göz yumuyor?
Personel konusunda da: Bir yandan düzinelerle
eski çalışan işten atılırken, sadece Başkanlıkta, 2003’teki personel
sayısına göre 2006’da yüzde 50’ye yakın bir fazla eleman istihdamı
yapılmıştır. Kurum tamamen deneyimsiz kişilerce doldurulmuştur.
Birincil hedeflerinin kurumsal hafızanın yok edilmesi olduğu artık
tüm tarafsız ilgili camia tarafından çok iyi anlaşılmıştır. Bu yeni
genç ve deneyimsiz elemanlar bu temel hedef için bir araç olarak kullanılmaktadır.
Ar-ge personelinin artış oranında ciddi yükselme olduğunu söylemek
için, ar-ge niteliği taşımayan bu personele yapılan idari düzenlemeler
ile ar-ge kadroları verilmiştir. Yani,
işleri güçleri sanal istatistik oyunları.
Kurumun
hafızası silinmek isteniyor sistematik olarak ve kurumun kırk yıllık
adı ve amblemi değiştirilmiştir. Anlamsız bir hınç göstergesinden
başka bir şey olmayan bu amblem değişikliğinin faturası ne olmuştur?
Tasarımını, kimler, kaç paraya yapmıştır? Eski amblemi taşıyan
pek çok kâğıt ve vesaire kırtasiyenin tasfiyesi ve yenilerinin yerine
konmasının maliyeti nedir?
Kurumun
organizasyon şeması devamlı değiştirilmektedir. Birimler kapatılmış
ve isimler değiştirilmiş, kapatılan birimler yeniden kurulmuş,
isimleri değiştirilen birimler yeniden değişmiştir. Araştırma
Destek Programları Başkanlığı kurulmuş, başına sadece doktorası
olan bir kişi getirilmiştir. Bu Başkanlığa bağlanan ve TÜBİTAK’ın
asli görevlerinden birini yerine getiren birimlerden olan araştırma
gruplarının başlarına, tarihinde ilk kez akademik camiada temayüz
etmiş olmak kriterlerini sağlamayan deneyimsiz kişiler ile kurum
içinde uzman kadrosunda olan kişiler atanmıştır. Neden bu kadar üstünde
duruyorum: Zira bu birimler, akademik camianın en seçkin kişilerinin
proje başvurularını değerlendirip kabul veya ret kararını veren
birimlerdir. Sanayiye ar-ge desteği veren bu birimin başına da, kurumda
daha önce uzman olarak çalışan bir kişi başkan yardımcısı olarak
atanarak, yönetim ona teslim edilmiştir.
2004
yılına kadar bu kadrolarda ülkenin bu konularda kariyer yapmış en
seçkin uzmanları -doçent, profesörleri- varken, şimdi neden bu özelliklere
sahip olmayan mevcut kişilerin tercih edildiği çok ciddi şekilde
araştırılmalıdır.
Bazı
sorular sormak istiyorum Sayın Bakana: Yeni yönetim döneminde
kaç tane patent alınmıştır? Yeni yönetim döneminde kaç tane yeni popüler
bilim kitabı basılmıştır? Uzay çalışmaları nasıl gitmektedir? BİLSAT
uydusunun performansı nasıldır? Başkanlıktan, Gebze’deki TÜSSİDE
adlı enstitüye son yıllarda ne kadar kaynak aktarılmıştır? Bunun eski yönetim zamanındaki yıllık
ortalamaya oranı nedir? Enstitü gelirlerinden TÜSSİDE çalışanlarına
yüzde 40 pay dağıtılmakta mıdır? Öyleyse, bu TÜBİTAK Yasası hükümlerine
uygun mudur? TARAL projeleri kapsamında TÜBİTAK enstitülerine
kaynak aktarılmakta mıdır? Aktarılıyorsa bu etik kurallarıyla
bağdaşmakta mıdır?
Yedinci
sorum ise, Hürriyet gazetesinden Yalçın Bayer’in 17 Ağustos 2006 tarihli
ve Nazlı Ilıcak’ın 24 Ağustos 2006 tarihli Bugün gazetesinde söz ettikleri,
9 Ağustos 2006 tarihinde İzmir-Karaburun’da bir plajda haşemalı kişilerce
saldırıya uğrayan bir genç kıza ilişkin haberde, saldırganların
jandarma gelmeden binip kaçtıkları aracın İTÜ’den İsmail Hakkı Biçer
adlı bir öğretim üyesine ait olduğu söyleniyordu. Bu kişi, AKP
Hükûmeti tarafından Temmuz 2005’te TÜBİTAK Bilim Kuruluna atanan
İTÜ Öğretim Üyesi Profesör İsmail Hakkı Biçer ile aynı kişi midir?
Yoksa bu Kurum ve kişi isimlerinin aynı olması çok büyük bir rastlantıdan
mı ibarettir? Hükümet, bu konuyu araştırma gereği duymamış mıdır?
Araştırmadıysa araştırmaya değmez son derece önemsiz bir polisiye
vaka olarak mı yorumlamıştır? TÜBİTAK verdiği burslarla ve yayınlarıyla
Türk gençliğini çağdaş uygularlık gereklerine uygun olarak yetiştirme
misyonuyla da yükümlü bir Kurumdur. Bu Kurumun en üst karar organında
oturan bir kişinin bu kadar çağ dışı ve gerici bir saldırıya karışmış
ve adı savcılık kayıtlarına geçmiş bir kişiyle isim benzerliği böyle
bir araştırmayı gerekli kılmıyor mu?
Sormak
istiyoruz: Türkiye bir hukuk devleti mi? Yüce Türk yargısının aldığı
bir dizi kararlarla TÜBİTAK’ın yeni yönetiminin meşruiyeti çok
tartışmalı bir hale gelmiştir. TÜBİTAK yeni yönetiminin, üniversitelerden
görevlendirilen bilim insanlarına fazla para ödendiği iddiasıyla,
Kurumun, bir grup eski yönetici hakkında 2005 yılında açtığı ve Ankara
17. Asliye Hukuk Mahkemesince görülen bir davada, 2006 yılında,
açıldığı tarihte davacı Kurumun kanunlarına göre atanmış bir başkanı
bulunmadığı -bunu altını çizmek istiyorum, kendi yasalarımız dahi,
kendi mahkemelerimiz dahi bu Kurumu tanımazken- ve dolayısıyla
da davacı Kurumun bir aşamada aktif dava ehliyeti olmadığı gerekçesiyle
reddedilmiştir.
Profesör
Namık Kemal Pak’ın Başbakan tarafından TÜBİTAK Başkanlığına atanmak
üzere Cumhurbaşkanlığına önerilmemesine ilişkin işlemle, bir başkasının
başkan olarak Cumhurbaşkanlığına önerilmesine ilişkin işlemin iptali
ve yürütmenin durdurulması istemiyle 9/1/2004 tarihinde açtığı
dava, Ankara 1. İdare Mahkemesinin 15 Nisan 2004 tarihinde yürütmenin
durdurulması -altını çiziyoruz- 20 Kasım 2004 tarihinde de iptal
kararıyla sonuçlanmıştır. Danıştay 5. Daire tarafından da 27 Aralık
2005 tarihinde alınan… sayılı kararlarla da onaylanmıştır. Davalı
idare, Başbakanlık tarafından karar düzeltme istenilmiş, düzeltme
istemi de 30 Mayıs 2006 tarihinde reddedilmiştir. Yani, kısaca bütün
yargı süreçleri tamamlanmış ve Ankara 1. İdare Mahkemesinin Profesör
Doktor Namık Kemal lehine aldığı iptal kararı kesinleşmiştir.
Başbakanlığın,
20 Kasım 2004 tarihli idare mahkemesinin gereğini yerine getirmemesi
üzerine, Profesör Namık Kemal Pak. Sayın Başbakan hakkında açtığı
dava üzerine 7 bin YTL manevi tazminat ödemeye mahkûm olmuştur.
Yüce
yargı nezdinde her şey tamamlandığına göre, tüm bu kararlar Profesör
Namık Kemal’in seçilmesine engel bir hâlinin bulunmadığı yüce Türk
adaleti tarafından onaylanmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Buyurun efendim.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Artık,
kimsenin TÜBİTAK’a kanunsuz siyasi müdahaleye gerekçe olarak yaratılmış
soruşturma ve davaları gösteremeyeceği açıktır. Kaldı ki, ilahî
adalet, bu karalama ve kamuoyu önünde küçük düşürme amacıyla daha
önce açılmış iki davayı da reddetmiştir ve beraatla sonuçlanmıştır.
Şimdi,
sormak istiyoruz. Gene, hukuk açısından bu konunun ne denli karmaşık
bir hâle geldiğini gözler önüne sermek istiyorum. Kısaca, AKP tarafından,
TÜBİTAK’ın tekrar süreç içerisinde yasallaşması için iki kanun teklifi
vardı, ikisi de Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Bugün
yasal boşluğu olan TÜBİTAK gibi bir bilimsel kuruma yaptığınız bu
haksızlık, Türk yargısı ve adaletince de gerekli dersi vermiştir.
Ama, AKP olarak siz, yargıya olan, gösterdiğiniz saygıyı, gösterdiğiniz
değeri buradaki TÜBİTAK’la bunu görmekteyiz. Bu yapılan haksızlığın
bir an önce düzeltilmesi için bir fırsat olarak doğmasını bekliyor,
yine de bu bütçenin hayırlı uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Güler.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Sevigen, süreniz yedi buçuk dakika, sekiz dakikaya göre ayarladım.
Buyurun.
CHP
GRUBU ADINA MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; önce, hepinizi sevgi, saygıyla selamlıyorum.
Bütçe
konuşmaları, her ne kadar çok ilgi görmese de milletvekilleri tarafından,
belli yılların imtihanı ve hesap verme işidir bütçe konuşması. Yani,
bütçede, bir yılda hükûmetler neler yaptı, o bakanlık ne yaptı, genel
müdürlük neler yaptı diye -toplumun önüne bu televizyonla işte çıkıyoruz-
yaptıkları, yapmadıkları tartışılıyor, kamuoyu buna göre değerlendiriyor,
buna göre oy veriyor, buna göre başarılı olup olmadığının kararını
veriyor.
Şimdi,
konuşmama başlamadan önce, izin verirseniz, bu son günlerde ölüm
orucuna yatan Sevgili Behiç Aşçı avukat arkadaşıma buradan seslenmek
istiyorum. Bugün sabah telefonla da konuştum, bütün gazetelerde
manşet, bu (F) tipi cezaevleriyle
ilgili. Amacına ulaşmıştır artık buradan Behiç Aşçı’nın yaptığı eylem.
İnanan olur, inanmayan olur, kendi davasında bir eylem koyuyor ortaya.
Ama, artık, ölümün son noktasına geldi. İnsan hayatı çok önemli. Behiç
arkadaşım, lütfen, sen amacına ulaştın, gazetelerde manşet oldu,
ben de Parlamento kürsüsüne taşıdım, milletvekili arkadaşlarım
da bunu duyuyorlar. Eğer bu açlık, ölüm orucuna bir son verirsen, inanıyorum
ki, Sayın Bakan da, Adalet Bakanı da duyacaktır buradan ve aranızdaki
ihtilaf çözülmüş olabilir diye düşünüyorum.
Gençlik,
spor bakanlığının bütçesini konuşmak için buradayız. Sayın Bakanı
çok seviyorum, kendi bölgemin milletvekili, çok başarılı, Genel
Müdür arkadaşımız da öyle. İkili ilişkilerimiz çok iyi. Uzun süre,
bizim bölgemizde belediye başkanlığı yaptı, sonra bakanlık yapıyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı yanlışlıkları düzeltiyor çoğu
zaman, Hükûmetin yaptığı yanlışlıkları düzeltiyor, çıkıyor bütün
suçu üzerine alıyor. Son günlerde, Sayın Bakan kendi işinden başka
Hükûmetin bütün işlerine karışıyor. Yani, hangi konuda problem varsa,
Sayın Başbakan Yardımcım çıkıyor, o sempatik tavrıyla -halka böyle
daha yumuşak gözüküyor çünkü, Tayyip Bey biraz daha sert ya, onun daha
böyle suçu var, cezaları var, işte mahkûmiyetleri var Tayyip Erdoğan’ın,
biraz sonra onları da konuşuruz, bu dokunulmazlıkla ilgili- bütün
bunları göğüsleyerek Sayın Bakan, Başbakan Yardımcısı olarak, sempatik
tavrıyla bunları engellemeye çalışıyor. Ama toplumun gözünden tabii
kaçmıyor, kendi işini de bir tarafta o zaman ihmal etmiş oluyor. Neyi
ihmal ediyor Sayın Başkan? Gençlerimiz gerçekten çok zor durumda.
Türkiye’de çok genç insanımız işsiz. Gençlik ve spor bakanlığıyla ilgili,
bunu çözecek hâli yok, bunu hükûmetler çözecek. Ama, bunlarla ilgili
en küçük bir demecini duyamıyoruz; gençlik konusunda, uyuşturucu
konusunda, terör konusunda, kapkaç konusunda, bu Türkiye’de yaşayan
gençliğin sorunu varmış, yokmuş, Türkiye’de genç insanlar varmış, yokmuş.
Sayın Başkan, Sayın Bakanım böyle bir ihtiyaç duymuyor herhâlde, öyle
zannediyorum. Yani, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Sayın Bakana
verilmiş, ama niye böyle bir ihtiyaç duymaz? İnanıyorum ki, Tayyip
Erdoğan’ın açıklarını kapatmaktan -Sayın Başbakan özür dilerim- Sayın
Tayyip Erdoğan’ın açıklarını kapatmaktan, Hükûmetin açıklarını kapatmaktan
kendi işine zamanı kalmıyor, Kemal Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)
Buradan kaynaklanıyor, öyle görüyorum.
Futbolda
amatörlerimiz var, amatör futbolcularımız var, Türkiye’de 4.600 tane
kulübümüz var yaklaşık, 500 tane. Öyle değil mi Mehmet Başkan? Yaklaşık,
amatör kulübümüz bu kadar var mı?
DEVLET
BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – 7.700
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – 7 bin tane. Bu amatör kulüplerimizin çok ciddi
sorunları var. Sayın Bakanın ağzından, Allah aşkına, sizden rica
ediyorum, bir tek kelime amatör futbol diye veyahut da amatör voleybol,
amatör basketbol, amatör kulüp diye bir şey duydunuz mu? Sakın kırılmasın,
burada dostluğumuzu bırakıyoruz. Şimdi, ben, amatörlerin dertlerini
dile getirmek için söylüyorum. Bu amatörlerin maçlarında, inanın,
onlar da insan, genç, geleceğin belki buralarda oturacak bakanı,
milletvekili, bir tek doktor yok maçlarda biliyor musunuz? Bırakın
doktoru, ambulans yok. Çocuklar ölse, kaza geçirse, yaralansa, kavga
etse ambulans yok. Ambulansı bırakın, hemşire; hemşireyi bırakın,
hasta bakıcı… Allah aşkına, onu bırakın, bir kutu verin ya! Kutu, kutu,
var ya bu ilaç kutusu, bunlar bile yok amatörlerin maçlarında.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – Tansiyon aleti yok.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Şimdi bu amatör idarecilerimiz neler yapıyor
biliyor musunuz? Şimdi, bu lokallerin kiralarını veriyorlar ya,
lokallerde çay içiyorlar, kahve içiyorlar, tavla oynuyorlar. Buradan
yoksul, fakir fukara dinlesin diye söylüyorum.
AGÂH
KAFKAS (Çorum) – Kullanamazlar…
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Sen de yoksulların temsilcisi olduğun için bilirsin
bunları, kenar mahalleden geliyorsun, sendikacısın, emeğin ne demek
olduğunu biliyorsun.
AHMET
SIRRI ÖZBEK (İstanbul) – Kâğıt üstünde öyle.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Yok, kendisi de öyledir, kâğıt üstünden ziyade.
İnanın,
şimdi o lokallerden vergi almaya başladılar, dediler ki: “Sen vergi
vereceksin arkadaş, tabi olacaksın vergiye.” Eskiden vergi vermiyorlardı.
Şimdi, bütün insanlar, ceplerinden çıkardığı paraları buraya vermeye
çalışıyorlar.
Esas,
en büyük, vahim olan şey, defterdarlığa ait olan yerlerden bu spor kulüplerini
çıkartıyoruz Sayın Bakanım, amatörleri. Siz bunları çok iyi bilirsiniz.
İstanbul’da mesela, Sarıçubuk. Çakıl Gazinosunun yanında çok güzel
bir yer var, rantı çok yüksek. Şimdi, bu vakıfların ecri misil davası,
diyorlar ki: “Buranın değerine göre yüzde 5’ini kira olarak ödersin.”
100 milyar, 200 milyar ödeyemezsin. Bir kira geliyor, 5 milyar, 6 milyar
ve bunun için kulüpler kapatılıyor. Geçen sene, zannediyorum, yaklaşık
46 tane, 50 tane amatör kulübümüz bu konudan kapatıldı. Şimdi, korumaya
çalıştığımız çocuklarımız kim bilir hangi kahve köşelerinde, hangi
uyuşturucunun peşinde -inşallah olmaz- hangi kapkaçı yapıyorlar
diye düşünüyorum.
Neden
Tayip Erdoğan’ın sözlerini bu kadar açıklıyorsun da, bunlara sahip
çıkmıyorsun Sayın Bakanım? Senin görevin Tayyip Erdoğan’dan sorumlu
Başbakan Yardımcılığı değil ki! Öyle mi? Tayip Erdoğan’dan sorumlu
Başbakan Yardımcılığıysa, bilelim yani. Sizin göreviniz, Başbakan
Yardımcılığı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne bakan konumdan oluyor.
Ve sporu bilmeyen… Gerçekten söylüyorum, çok üzülerek söylüyorum,
dikkat edin, sizin zamanınızda bu haltercilerimiz… Haltercilerimiz
var, hatırlarsınız; dünya şampiyonu olduk. Bizim baba mesleklerimiz,
aslan gibiyiz. Sayın Bakanın döneminde ceza aldı halterciler, biliyorsunuz,
değerli arkadaşlar, men edildik, 100 bin dolar paraya kaptırıldık
ve buradan atıldık yani. Kırmızı çizgiler koyuldu. Türkiye’nin haltercilerini
gördükleri zaman, aslan gibi çocuklarımızı, bu yönetim sayesinde,
onlara bakmaması sayesinde, bu çocuklarımız da şimdi gittikleri
zaman Avrupa maçlarında, ulusal maçlarda, “Türkler geliyor kardeşim,
bunlar dopinglidir; tekrar kontrol edin, bir daha kontrol edin, bir daha
kontrol edin, bir daha kontrol edin…” Günah değil mi Sayın Bakanım ya?
Niye çıkıp bunlara sahip çıkmadınız?
Bir
Süreyya Ayhan meselesi var. Kızımız dünya şampiyonu. Bu dönemde
oldu Sayın Bakan. Yani, işte hamileydi, doping kullandı… Niye sahip
çıkılmaz bunlara, merak ediyorum? Neden bu sporculara sahip çıkılmaz?
İlk defa Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Bakanlığımızın içerisinde,
Federasyonda, kızlarımızla tecavüzle ilgili işte gittiler geldiler,
yüz kızartıcı suçlardan dolayı günlerce gazetelerde manşet oldu,
Bakanımızın tek bir açıklaması yok, düşünebiliyorsunuz arkadaşlar.
Böyle bir şey olur mu? Bakan ağabey, baba değil midir ya? Bütün bu konularla
ilgili ilgilenen, durun bakalım kardeşim, el koyuyorum…
Burada
şey yazıyor, Bakanlığın elinde Teftiş, Yüksek Denetleme Kurulu…
Bunlar ne iş yapar Sayın Bakanım, bu Denetleme Kurulu dediğiniz?
Yolsuzluklara bakmaz mı, bu işlere bakmaz mı? Bu Yüksek Denetleme
Kurulu niye bağlanır size? Şimdiye kadar hangi işi yapmıştır? Sevgili
arkadaşlarım, merak ediyorum, gerçekten söylüyorum: Duydunuz mu
böyle bir kurul, bir iş yaptı da, bir rapor getirdi, Türkiye Büyük Millet
Meclisine sundu? Sırrı duydun mu?
AHMET
SIRRI ÖZBEK (İstanbul) – Nerede yahu?
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Duymadınız. Duymazsınız sevgili arkadaşlarım;
çünkü, bu konularla çok fazla ilgilenmiyorlar.
Bu
İzmir Halkapınar spor tesisleri var. Bunlar çok konuşuldu, geçen sene
de konuşuldu; ama, bunu çok fazla söylemeyeceğim. Mehmet Atalay Başkana
kıyamıyorum. Bursa’da Sabri Sadıklar diye bir Spor İl Müdürü vardı.
“Bu, görevden alınmaz.” diye hakkında rapor var. Bu, görev yapamaz diye…
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, bir dakikanızı rica edeyim.
II. - BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Genel Kurulu
ziyaret eden Endonezya Halk Danışma Meclisi Başkanı Hidayet Nurvahit
ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "hoş geldiniz" denilmesi
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın
Bülent Arınç’ın resmî konuğu olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Endonezya
Halk Danışma Meclisi Başkanı Sayın Hidayet Nurvahit ve beraberindeki
heyet şu anda Meclisimizi teşrif etmiş bulunuyor. (Alkışlar) Kendilerine
Yüce Meclisimiz adına hoş geldiniz diyorum.
III. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçeye
Dahil Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S.Sayısı:
1269, 1270, 1271) (Devam)
A) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
B) VAKIFLAR GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
C) DEVLET PERSONEL
BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Devlet Personel
Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
D) BAŞBAKANLIK
YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam)
1.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
E) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI
(Devam)
1.- Danıştay Başkanlığı
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay Başkanlığı
2005 Mali Yılı Kesinhesabı
F) TÜRKİYE BİLİMSEL
VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
G) TÜRKİYE BİLİMLER
AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
BAŞKAN-
Buyurun Sayın Sevigen.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Sayın Mehmet Atalay döneminde Sabri Sadıklar’ı
aldılar Bursa’dan, bu Genel Müdürü İzmir’e verdiler. İzmir’den de yarım
kalma bir tesisi, tekrar Çankaya belediye başkan adayı olmuş Adalet
ve Kalkınma Partisinin adayına verildi. Bunun detayıyla ilgili
konuşuruz, vaktimiz yok diye söylüyorum.
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Efendim, tamamlar mıyız? İşte misafirleri takdim
ettiniz, geldik kaç dakika kaldı yani.
BAŞKAN
– Ama, süreniz dolmuştu zaten.
Buyurun.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Bir Yüzme İhtisas Kulübü var İstanbul’da, yıllardır
yüzme ihtisas kulüplüğü yapıyor. Kulüp kapatıldı, elinden alındı
yüzme ihtisas kulübü.
Tabii,
bunların hepsinin altında yatan dokunulmazlık işi var. Yıllardır
diyoruz ki: Eğer, bu dokunulmazlığı kaldırırsak, dokunulmazlık
kaldırıldığı zaman bu temiz toplum, temiz siyaset… Çünkü, Sayın Bakan
diyor ki: “Temiz futbol yaratacağım, temiz spor yaratacağım.” Dokunulmazlığı
kaldıralım. Biz, Tayyip Erdoğan’la, yeni seçimden önce -Ömer Çelik
de buradaydı, ben de vardım- Kanal D’de, Deniz Baykal, Tayyip Erdoğan,
Ömer Çelik ve Mehmet Sevigen, namus ve şeref sözü verdik o televizyonda
dedik ki: “Milletvekilliğini kim kazanırsa, kim iktidar olursa dokunulmazlığı
kaldıracak.”
Dokunulmazlık
niye kalkmadı, biliyor musunuz sevgili arkadaşlarım? Bakın, şimdi,
biz dokunulmazlığı kalkmayan, hakkında çeşitli iddialar olan, on
aya mahkûm olmuş… Devlet arazisini, devlet ormanını yakarak, açarak,
ağaçlarımızı keserek ceza almış “Sanık Recep Tayyip Erdoğan.
Davacı:
Kamu.
Orman
Kanunu’na muhalefet. Sanığın, devlet ormanlarını açma yaparak gecekondu
inşa ettiği gerekçesiyle 6831 sayılı madde gereğince Orman Kanunu’na
muhalefetten on ay cezaya çarptırılmıştır” diyor. Ve Orman Bakanı
diyor ki: “Bir ağaç kesen canidir, katildir” diyor, Pepe, bir ağaç kesen.
Sayın Tayyip Erdoğan kaç tane orman kesmiş? Sayın Bakan burada olsa
da sorsam: Başbakan, gerçekten cani, katil mi? Ama, cezaya mahkûm olmuş.
Dünyanın hiçbir tarafında, on aya mahkûm olmuş, hüküm giymiş bir insanın,
bir adayın, bir milletvekilinin, bir başbakanın, sevgili arkadaşlarım,
gerçekten söylüyorum, böyle bir cumhurbaşkanı gibi yüce bir makama
aday olma hakkı var mı ya? Böyle bir aday yapma şansımız var mı? (CHP sıralarından
alkışlar)
Bakın,
o dönemdeki tezler çabuk unutuluyor. O dönemdeki şeye bakın, o dönemler
geldiği zaman. Başbakan Tansu Çiller ne demiş: “Elimde Tayyip’in dosyaları
var” demiş “şeriatla ben mücadele ederim.” Tansu Çiller “Elimde Tayyip’in
dosyası var” demiş, çıkarmış, bütün gazetelerde manşet Tayyip Erdoğan’ın.
Bakın
bir başka gazete, o dönemleri söylüyorum sevgili arkadaşlarım:
“Vay Tayyip Ağa Vay” Bunlar manşet gazetelerin, Türkiye’nin en büyük
gazetelerinin manşetleri, çok çabuk unutuldu.
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, konuya gelir misiniz.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Çok çabuk unutuluyor sevgili arkadaşlarım.
BAŞKAN
– Hiç hoş olmuyor Sayın Sevigen.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Efendim, niye olmasın.
BAŞKAN
– Hiç hoş olmuyor, lütfen konunuza geliniz.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Bakın, şimdi bakın.
Sayın
Başkan, biz bütçeyi konuşuyoruz.
AGÂH
KAFKAS (Çorum) – Hiç doğru olmuyor.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Doğru olma değil, burada var, mahkeme kararı
var.
BAŞKAN
– Sürenizi çok aştınız. Ben rica ediyorum, bakın…
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz. Biz, bütçeyi
konuşuyoruz. Bütçede, bu Hükûmetin yaptığı, yapamadığı…
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, konunuza geliniz lütfen.
KÂTİP
ÜYE AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) – Sevigen mi yapıyor avukatlığı
orada?
(İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen Başkanlık Kürsüsü önüne geldi)
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, Sayın Sevigen, Sayın Sevigen…
KÂTİP
ÜYE AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) – Ben, Sayın Başkana katkı veriyorum
Sayın Sevigen…
BAŞKAN
– Sayın Sevigen… Sayın Sevigen… (Kürsü önünde toplanmalar, gürültüler)
Gelemezsin buraya…
KÂTİP
ÜYE AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) – Buraya gelemezsin…
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Terbiyesiz adam…
KÂTİP
ÜYE AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) – Buraya gelemezsiniz siz.
Başkan Vekili olarak görüşürsün…
BAŞKAN
– Lütfen…(Gürültüler)
Ama,
böyle de şey olur mu?.. Lütfen… Lütfen… Lütfen… Ayıp oluyor, lütfen yerinize
oturun.
Lütfen…
Lütfen…
Lütfen
efendim, oturun yerinize. (Gürültüler)
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
12.10
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
12.21
BAŞKAN: Başkan Vekili
İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet
Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36’ncı
Birleşimi’nin İkinci Oturumu’nu açıyorum.
2007
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere
devam edeceğiz.
III. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçeye
Dahil Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S.Sayısı:
1269, 1270, 1271) (Devam)
A) GENÇLİK VE SPOR
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
B) VAKIFLAR GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
C) DEVLET PERSONEL
BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Devlet Personel
Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
D) BAŞBAKANLIK
YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam)
1.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
E) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI
(Devam)
1.- Danıştay Başkanlığı
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay Başkanlığı
2005 Mali Yılı Kesinhesabı
F) TÜRKİYE BİLİMSEL
VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
G) TÜRKİYE BİLİMLER
AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
BAŞKAN
– Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın
milletvekilleri, biraz önce, bu Parlamentoda, Parlamentoya hiç
de uygun olmayan, olayla ilgili milletvekillerimize de, hem şahıslarına
hem temsil ettikleri siyasi misyona bir şey kazandırmayacak bir
davranışla karşı karşıya kaldık.
İç
Tüzük’ümüze göre, söz isteme dahi, gerek grup başkan vekillerinin
gerekse milletvekillerinin yerinden, ayağa kalkarak, eliyle işaret
ederek, Başkandan izin isteyerek söz isteyebildiği ve kesinlikle
bu çok yüce makamı ve milleti temsil eden Başkanlık makamına, izinsiz
olarak önüne gelerek, herhangi bir davranışta bulunamayacağının,
yine bu yüce Meclisin kabul ettiği İç Tüzük’le belirlendiği bir kural
içerisinde Sayın Sevigen’in kürsüyü terk ederek, gelip…
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Siz çağırdınız beni.
BAŞKAN
– Ben çağırmadım, zabıtta…
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Siz çağırdınız.
BAŞKAN
– Hayır efendim, ben niye çağıracağım sizi.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan, “kürsüye gelir misiniz” dediniz.
BAŞKAN
– Ben sizi niye çağıracağım Sayın Sevigen.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Tutanaklarda var.
BAŞKAN
– Ben sizi niye çağıracağım, niye kürsüye çağıracağım. Böyle bir
usul var mı? Siz ona herhâlde bir vehminiz… Bakın bana da gelmediniz.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Lütfen beni dinleyin.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Peki, bitirin ben de konuşacağım.
BAŞKAN
– Gelerek, Divan Kâtibinin benimle konuşurken ona karşı fiilî hâli
ve sayın milletvekillerinin de burada bir yabancı heyetin bulunduğunu
bilerek burada işi sükûnete getirmeleri gerekirken ayrıca tavırları
gerçekten Başkanlık Divanını fevkalade üzmüştür.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – Efendim, olmaz Sayın Başkan, saptırmayın olayı.
BAŞKAN
– Bu çok üzmüştür. Bunu sizin takdirlerinize bırakıyorum, sizin
takdirlerinize bırakıyorum.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – Olur mu?
MUHARREM
KILIÇ (Malatya) – Sayın Başkan, Başkanlık Divanından Sayın Vekile
küfür ediyor, siz ona söylemiyorsunuz…
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, bakın, sizi yedi buçuk dakika…
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Siz “gebertirim” demediniz mi?
BAŞKAN
– Bakın dinlemesini de bilmiyorsunuz Sayın Başkanı. Lütfen oturun
yerinize.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Zabıtlar burada, ben buradayım…
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Siz “gebertirim” demediniz mi? O sözü geri
alacaksınız.
BAŞKAN
– Lütfen… Sayın Baloğlu, lütfen oturun yerinize.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – “Gebertirim” dedi.
BAŞKAN
– Hiçbir şey kazanmaz bu davranışlar, oturun yerinize lütfen.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – Tutanağa bakın… Divan Kâtibi…
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Ben duydum, lütfen…
BAŞKAN
– Sayın Anadol, lütfen, beni dinleyin… Beni dinleyin…
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, “gebertirim” dedi arkadaşlarıma
benim.
BAŞKAN
– Şimdi, bakın, ben, size yedi buçuk dakikalık sürenizde sekiz dakika
süre verdiğimi ifade ettim. Ondan sonra da tam bir buçuk dakika süreniz
geçtikten sonra “lütfen konuşmanızı tamamlayın” dedim, zabıtlar
burada ve “ortalığı da germeyelim, bir heyet var” dedim. Siz konuşmanızı
tamamlamadığınız gibi bu olaylar oldu. Bunu bir tarafa bırakıyorum.
Şimdi,
süreniz tamamlandı, ben mikrofonu sadece Genel Kurulu selamlamanız
için açıyorum Sayın Sevigen.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN
– Hayır, hiçbir açıklamanıza gerek yok.
Buyurun,
sadece selamlayın.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz
önce ben buradan… Bütün milletimden özür diliyorum bu olaylar için
eğer ben sebep olduysam. Ama şunu bilmenizi istiyorum ki, Sayın Başkan
beni kürsüye çağırdı diye duydum. Zannettim ki Sayın Başkan beni
kürsüye çağırdı diye duydum ben. Zannettim ki, Sayın Başkan beni kürsüye
çağırıyor bu belgeleri gösterdiğim için. Ben, kürsüye doğru giderken,
cumhuriyet tarihinde hiç olmamış, ilk defa Meclis kürsüsünde görev
yapan Divan Kâtip Üyesi bana laf atıyor, küfür ediyor arkadaşlarıma
“ezerim seni” diyor. Birisine “seni yok ederim” diyor. İlk defa…
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, böyle bir hareket yok.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Tutanaklarda var Sayın Başkanım. Tutanaklarda
var, yaşayıp göreceğiz bunu. İlk defa cumhuriyet…
BAŞKAN
– İnceleyeceğim, ama böyle bir şey yok.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Bir Başkan idare ederken, Kâtip mi idare ediyor,
Başkan mı idare ediyor, bunu bilemiyoruz.
Şimdi,
Sayın Başbakan, geçen toplantısında Sefa Sirmen’in gazetesini çıkardı;
hiç kimse yerinden kımıldamadı, gösterdi. Ben, Tayyip Erdoğan’ın on
ay mahkûm olduğu gazetelerdeki manşeti çıkartıyorum da, niye rahatsız
oluyorsunuz, onu anlayamadım? Sefa Sirmen çıkarmadı mı? (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, ben rahatsız olmadım, sürenizin bittiğini ifade
ettim.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – O zaman, Başkanım, sürem biterse arkadaşımdan
devam ederim. Ondan iki buçuk dakika alırım, arkadaşım Mehmet bana
müsaade eder, sizin yerinize de ben konuşurum beş dakika daha.
BAŞKAN
– Sayın Sevigen, lütfen…
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Benim adıma da konuşabilirsiniz, tamam.
BAŞKAN
– Lütfen, lütfen selamlar mısınız.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Sevgili Başkanım, arkadaşımın yerine ben konuşurum
beş dakika daha. Bu bizim süremiz, kırk beş dakika…
BAŞKAN
– Bakın, bir dakikayı geçti Sayın Sevigen.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Ama, o bir dakika kesersiniz.
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Benim süremi veriyorum ben.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Kesersiniz efendim.
BAŞKAN
– Tamam, siz söyleyeceğinizi söyleyin lütfen.
MEHMET
SEVİGEN (Devamla) – Şimdi, sevgili arkadaşlarım, iktidar olabilirsiniz,
iktidarda çoğunluk da olabilirsiniz, ama, içinize sindiremediğiniz,
sindirdiğiniz şeyler olabilir. Yaptığınız yanlışlıklar hepiniz
için değil, içinizden yanlış yapan insanlar da var, yolsuzluk yapan
insanlar da var, bizim içimizde de var, sizin içinizde de var. Hangi
kurumda yolsuzluk yok, yanlışlık yok? Ben burada, kurum içinde, Türkiye
Büyük Millet Meclisi içinde yapılan yanlışlıkları anlatmak için buradayım.
Burada anlatmayacaksam başka nerede anlatacağım? Burası milletin
kürsüsü değil mi? Burası dokunulmazlık olan bir kürsü değil mi şahıslardan
başka? Ben, burada milletin derdini anlatmaya çalışıyorum, yapılan
yanlışlığı anlatmaya çalışıyorum. O dönemlerde yapılan bir yanlışlık
var, bir mahkûmiyet var, bunu anlatmaya çalışıyorum. Bu anlattığım
konular içerisinde arkadaşlarım niye tahammülsüzlük ediyorlar.
Oraya kadar, Sayın Tayyip Erdoğan’a gelinceye kadar dinliyorlardı
tatlı tatlı, güzel şeyler söylüyordum, ama ben gerçekleri söylüyorum.
O da gerçekti, bu da gerçekti sevgili arkadaşlarım. Tahammüllü olacağız.
Ama ben buradan şunu bilmenizi istiyorum: İnanın çok üzülüyorum,
çok üzüldüm. Düşmez kalkmaz bir Allah, buralar gelip geçici şeylerdir.
Atatürk’e de kalmadı bu kürsüler, kimseye kalmaz ama, insanlar haddini
bilmesi lazım diye düşünüyorum. O Divan Kâtibi Üyesi haddini bilecek,
Başkan kendisi mi yönetecek, Divan Kâtibi Üyesi mi yönetecek, buna
kendisi karar verecektir.
Ben,
hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum Cumhuriyet Halk Partisi
adına, kendi adıma. Bu olaylardan dolayı eğer ben sebep olduysam özür
diliyorum, ama bilin ki, Cumhuriyet Halk Partisi sebep değildir, sadece
biz gerçekleri söyledik, onlar sadece tahammülsüz oldular.
Sevgiler,
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Sevigen.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Büyükaşık.
(CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET
NURİ SAYGUN (Tekirdağ) – Sabahtan beri “Büyükaşık” diyorsunuz efendim,
bu iki oldu.
BAŞKAN
– Evet, ilavenizi de veriyorum; sürenizi bu şekilde tamamlamış
olursunuz efendim.
CHP
GRUBU ADINA MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yalnız,
bir düzeltme yapmak istiyorum. Herhâlde dördüncü yılı da geçtik, benim
soy ismim Küçükaşık. Onu bir söyleyeyim, bu bir. Herhâlde tansiyon artınca,
biraz sinirler artınca kavramlar karışıyor. O nedenle soy ismimde
bir değişiklik yapıldı, önemli değil.
BAŞKAN
– Sayın Küçükaşık, ben sizi “büyük” görmek istiyorum demek ki.
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Teşekkür ederim, sağ olun.
BAŞKAN
– Yani, bunda bir kötü niyet yok, gerçekten bir alışkanlık oldu. Özür
dilerim ama…
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Yo, rica ederim. Rica ederim Sayın Başkan.
MEHMET
NURİ SAYGUN (Tekirdağ) – Zaten büyük, büyük görmeye ihtiyaç yok.
BAŞKAN
– Peki, buyurun efendim.
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar
Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten
de şu anda düşündüğümüz bütün konuşmaları yapmak artık biraz daha
geçersiz hale geldi. Çünkü, biraz önce gerçekten de Meclis kurallarını
ihlal eden bir olay yaşandı. Sayın Divan Kâtibi ne derse desin, hepimizin
huzurunda, babası yaşında Sayın İsmet Atalay’a, ağabeyi yaşındaki
Ahmet Sırrı Özbek’e “Alırım ayağımın altına, seni ezerim.” diyecek
bir kişi Divanda hâlâ oturmaya devam ediyor ise, orada bir yanlışlık
var.
ATİLA
EMEK (Antalya) – Ayıp değil mi?
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Önce özür dilenmesi gerekiyor. Özür dileyecek
olan insan da bu Meclisi yönetmekle görevli olan Divan’da yer alan Gökhan
Sarıçam’dır. Bir kere bunun bilinmesi gerekiyor. Hepimizin yanında
bu lafı çok net söyledi. Çünkü, Türkiye’de artık gelenekler değişmeye
başladı.
AHMET
SIRRI ÖZBEK (İstanbul) – Buraya çok haddini bilmeyen adam geldi geçti.
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Biz, Türkiye’de, yasaları Türkiye Cumhuriyeti’nin,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkardığını söylüyoruz, -Vakıflar
Yasa Tasarısı gibi bir tasarıyı- yaklaşık üç aydan beri de Türkiye
Büyük Millet Meclisinde çıkarılıyor ama, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
iradesinin dışında, Avrupa Birliğinin iradesiyle çıkarılıyor
diye defalarca söylemiştik. Ne yazık ki, artık, Türkiye’nin gelenekleri
değişmeye başladı. Bizim, yaklaşık dört yıldan beri, yapılan Parlamento
çalışmaları esnasında, AKP Hükûmeti ve iktidarıyla beraber, en büyük
kavgamız bu. Kavgamızın nedeni şu: AKP Türkiye Cumhuriyeti’nin gelenekleriyle
oynuyor demeye çalıştık. Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiye etmeye
çalıştığı rejimi ve kurumları tekrar yaşatmaya çalışıyor diye
tartıştık.
Arkadaşlar,
bakınız, Türkiye’de, bugün, Vakıflar Genel Müdürlüğünün yönetmiş
olduğu hem mazbut ve mülhak vakıflar olmak kaydıyla, eski vakıflar
dediğimiz vakıflar Osmanlı döneminde kurulan vakıflardı. 1926 yılında
Medenî Kanun’umuzla kurulan… Medenî Kanun’un kabulünden sonra ise
Türkiye’de 4.550 tane yeni vakıf kurulmuştu, bunlar da yeni vakıflar
statüsündeydi. En fazla Türkiye’de tartışma konusu olan cemaat vakıfları
dediğimiz vakıflar, eski vakıflar statüsünde olup, Lozan Anlaşması’nın
37 ve 42’nci maddeleri içerisinde düzenlenmiş vakıflardı. Oralarda
birtakım istisnalar vardı. Türkiye’de çok büyük tartışmalar yaşandı.
Efendim, bizler, Türkiye’de, ikinci bir azınlık cemaatleri Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı değilmiş gibi algıladığımız söylendi sürekli
iktidar tarafından. Öyle değil arkadaşlar. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olan herkes Türk Medenî Kanunu’na göre vakıf kurma hakkına
sahiptir. Ancak, Lozan’da belirtilen azınlık cemaatlerine sahip
olan kişiler, Osmanlı döneminde kurulmuş olan ve bugün Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından sayıları 160 olarak kabul edilen vakıflara
da üye olma hakkına sahiptiler, o kadar. O vakıflar onların vakıflarıdır.
Onların bir istisnası vardı. Benden ayrı herhangi bir statüleri
yoktu; ama, benden fazla azınlık cemaati vakfını yönetme hakkına sahipti.
Biz
ne yaptık bugün? Şunun bilinmesi gerekiyor: 1935 tarihli Vakıflar
Kanunu’muz, yani, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olan Vakıflar
Kanunu’muz Osmanlı’yı bir tasfiye, Osmanlı döneminde kurulan vakıfları
bir tasfiye yasasıydı. Onlar, daha önceki statüleri içerisinde
yönetiliyorlar idi. Ne yapıldı bu yeni gelen Vakıflar Kanunu Avrupa
Birliğinin direktifleri doğrultusunda? Artık, bir tasfiye yasası
olan Vakıflar Yasası değişti ve cemaat vakıfları, yeni Türk Medenî
Kanunu’na göre kurulan vakıflar statüsüne getirilmeye çalışıldı.
Ne yapılmaya çalışıldı? Bunların şubeler açması, temsilcilik açması,
ticari faaliyette bulunması, kendi cemaatlerine ait vakıfları
ve taşınmazları kullanmasına ilişkin olanaklar tanınmaya başlandı.
Arkadaşlar,
buna ne gerek vardı Türkiye’de? İşte, Avrupa Birliği hikâyesi bitti.
Avrupa Birliği için o Vakıflar Kanunu çıkartılmaya kalkıldı. Ne
oldu şimdi? Ne oldu? O kadar büyük tavizler verildi Türkiye’de. Türkiye
adına Kıbrıs’ta tavizler verildi. Vakıflar Yasası’yla beraber Türkiye
Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden tavizler verildi. Ne oldu şimdi?
Bunları savunabilecek içinizde herhangi bir insan var mı? Avrupa
Birliğinin bu verdiği cevaba, bu kadar çabaya rağmen, Meclisin ve
Adalet Komisyonunun bu kadar yoğun çabasına rağmen, yasalarda yaptıkları
değişikliklere rağmen Avrupa Birliğinden alınan cevap tatmin ediyor
mu hepinizi? Yaranabildiniz mi? Avrupa Birliğine yaranabildiniz
mi? Bir verdiniz iki istediler, elinizi verdiniz kolunuzu isteyecek
hâle geldiler. O kadar tavizler verildi ki…
Yasalarımıza
aykırı ve Anayasa’ya aykırı o yasal düzenleme burada yapıldı.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü olarak dedik ki: Yapmayın, yanlıştır;
bu yasa Anayasa’ya aykırıdır.
Sayın
Cumhurbaşkanının vetosu var. Bir cevap gibi insanların suratına
vuruyor Cumhurbaşkanı vetosunda.
Şimdi,
Vakıflar Kanunu, yeni Vakıflar Kanunu, 5555 sayılı Yasa Cumhurbaşkanı
tarafından veto edildi. Şimdi, ben, merak ediyorum: Bu yasa, Anayasa’ya
açıkça aykırı olan bu hükümleriyle beraber tekrar gündemimize -bu
maddeler- getirilecek mi? Sayın Bakanımız diyor ki: “Evet, aynı şekilde
getireceğiz.”
Hangi
cesaretle getirilecek? Hangi gerekçeyle getirilecek? Ben, gerçekten
de bunu merak ediyorum. Türkiye Cumhuriyet… Meclis -Türkiye Cumhuriyeti
ve Hükûmet- Türkiye Cumhuriyeti’yle hesaplaşma yeri değildir, yanlışlığı
ısrar etme yeri değildir. Birtakım usul hükümlerinden yararlanarak,
Anayasa Mahkemesindeki süreç içerisinde o gider, ben de bu yasayı
çıkarırım demek değildir.
Bakınız,
burada Vakıflar Kanunu Tasarısı görüşülürken, vakıflarla ilgili
bir düzenleme yapmıştım, bir sözlü soru sormuştum. “Vakıf Gureba
Hastanesi Başhekimi hakkında, Arena Programında çıkan olaylar nedeniyle
ne yapılmıştır?” diye Sayın Bakana ve Vakıflar Genel Müdürüne soru
sormuştum. Sadece “Soruşturma açıldı.” denilmişti. Görevden alındı
mı? Soruşturma sonuçlandı mı? Aradan bir buçuk ay geçti. Ne biçim bitmez
bir soruşturmadır ki bu, garibin, yetimin hakkını özel, kendi hastanesine
sevk eden bir başhekim hakkındaki soruşturma, hâlâ, bir buçuk aydan
beri bitmez. Ben hâlâ bunu merak ediyorum.
İkincisi,
arkadaşlar, bakınız. Asla asla, vakıfların ticaretle uğraşmasını,
belediyelerde alınan ihalelerle kurulan aşevleri ve öğrencilere
dağıtılan bursları lütfen karıştırmayınız. Bunlar yıllardan beri
var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Efendim, süreniz bitti. Ek süreyi de vermiştim. Son cümlenizi alayım,
lütfen Sayın Küçükaşık.
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti sosyal, demokratik
bir hukuk devleti. Ne olur ve ne olur, ne olur ve ne olur, insanlara sadaka
verir gibi aşevlerinde verilen yemekleri ve yardımları ve ilaç paralarını
-ki, biliyorsunuz Fon’un paraları, Sosyal Destekleme Fonu’nun paraları
hâlâ eczacılar tarafına ödenmedi, zorla ödeniyor bu paralar- onları
insanlara sadaka verir gibi iane yardımı yaparak övünmeyin.
BAŞKAN
– Efendim, son cümlenizi rica edebilir miyim.
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Devamla) – Yapılacak şey, insanlara iş bulmaktır.
Hepinize
sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Küçükaşık.
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) – Sayın
Başkanım, biraz önceki, kürsüdeki görevim esnasında, konuşulan,
kürsüden benimle ilgili bazı cümleler vardı. Bu cümlelerle ilgili
düzeltme yapmak istiyorum.
BAŞKAN
– 69’a göre söz mü istiyorsunuz?
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Buyurun.
NECATİ
UZDİL (Osmaniye) – Özür dilesin.
ATİLA
EMEK (Antalya) – Önce özür dilesin.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Önce gebertme konusu… Kimi gebertiyorsun
sen?
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, biz söz istediğimiz vakit “zabıtlar
gelsin, bakalım” diyorsunuz.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sen kimi gebertiyorsun? Gel buraya, gel…
BAŞKAN
– Efendim, hedef isim... Mutlaka açıklama hakkı var Sayın Başkan. Bu
kadar da yapmayın yani burada!
Bakın,
bir söz ifade edildi hakkında hoş olmayan hakikaten. Onun da açıklama
hakkı var, söylemediyse ya da tavzih edecekse ona o hakkı verelim.
Buyurun.
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Benim yüzüme karşı söyledi, ben oradaydım.
NECATİ
UZDİL (Osmaniye) – Meclis Başkanı olarak siz rahatsız olmadınız mı? Önce sizden
özür dilesin. Biz istemiyoruz özür. Önce Meclis Başkan Vekilimizden
özür dilesin…
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – O, zaten özür mözür dilemiyor.
BAŞKAN
– Kısa, lütfen...
Buyurun.
IV. - AÇIKLAMALAR
VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Kırklareli
Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam’ın, bazı ifadelerinin yanlış anlamalara
yol açabileceğine ilişkin açıklaması
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; biraz önce kürsüde Divan Üyesi, Kâtip Üye olarak görevimi
yaptığım esnada, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen’in
yapmış olduğu konuşmanın uzatıldığı noktasında, âdetten olduğu
üzere, Meclis Başkanımıza Divan Üyeleri olarak değişik konularda
fikirlerimizi aktarırız, ben de bu konuda, Mehmet Sevigen’in süresini
uzun bir süre aştığı… Çünkü, Sayın Başkanımız, Divan olarak aldığımız
kararda kişilerin konuşma süresinin üstüne sadece bir dakika
ilave yapacağını belirtmişti ve Mehmet Beyin konuşmasını bir dakikanın
üzerinde uzattığını Sayın Başkana ifade ettim. Bu esnada, Sayın Sevigen,
kürsüden ayrıldı, Sayın Başkanın kendisini çağırdığını söylemesine
rağmen daha sonraki konuşmasında, direkt benim üzerime “Sen kim oluyorsun,
sen ne yapıyorsun? Ben sana haddini bildireceğim” tarzında sözlerle
direkt benim üzerime geldi.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Ne kadar ayıp, ne kadar ayıp!
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – Ben de bunun üzerine, “Ben bir Divan Üyesiyim,
bu konudaki hatırlatmaları yapmakla yükümlüyüm” şeklinde ifadelerde
bulundum kendisine.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – O kadar mı?
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – Fakat, o esnada, Sayın Ahmet Sırrı Özbek
ve İsmet Atalay Beyin de arasında bulunduğu bir kısım CHP’li milletvekili
arkadaşlarımız Meclis kürsüsünün önüne geldiler ve mesela Ahmet
Sırrı Özbek Beyefendi, o esnada, kürsünün önünde bulunan bardağı
alıp bana atma girişiminde bulundu; yine, Sayın İsmet Atalay Bey,
bana eliyle fiilî hareketlerde bulundu; ben bunların hiçbirine
karşılık vermedim.
AHMET
SIRRI ÖZBEK (İstanbul) – Pes yani, ayıp!
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – Fakat, o karışıklık ortamı içinde, ben
de kendilerine bunları yapmaya haklarının olmadığını belirtecek,
kızgınlıkla ilgili cümleler söyledim, ama şunun altını özellikle
çiziyorum: Biraz önce Sayın Küçükaşık belirttiler, duymadıkları
bir şeyi söylüyorlar. (CHP sıralarından gürültüler)
MEHMET
KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Asla... Asla...
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sen “gebertirim” dedin kardeşim. “Gebertirim”
dedin.
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – Ağzımdan, kesinlikle ve kesinlikle, kesinlikle
ve kesinlikle, altını çiziyorum, tutanaklardan da incelenebilir...
(CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, dinlemeye tahammülünüz yok mu sizin? Bir
dinleyelim.
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – ...yine CHP’li Kâtip Üye arkadaşım da oradadır,
kendisi de şahittir...
İSMET
ATALAY (İstanbul) – Ahmet Bey de şahit, Ahmet Bey de oradaydı.
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – ...ben
kendisine de bizzat sordum ve ayrıca, orada bulunan diğer memur arkadaşlarımıza,
Meclis görevlisi arkadaşlarımıza da sordum, tutanaklara da bakılabilir,
kesinlikle ağzımdan küfür şeklinde bir şey çıkmamıştır. Bunu kesinlikle
bu Parlamentodaki hiçbir milletvekiline uygun görmediğim gibi,
bana da bu şekilde bir tavrın, bu şekilde bir söylemin ifade edilmesini
uygun bulmuyorum. Biz, oradaki görevimizi, mümkün olduğu kadar,
tarafsızlık ilkesi içinde yapmaya çalışıyoruz. Buna da en yakın
şahitler, yine CHP Grubu adına da orada görev yapan Divan Üyesi arkadaşlarımızdır.
Bu saygı çerçevesinde biz ilişkimizi götürmeye çalışıyoruz. Ama,
o esnada konuşulan konuların tansiyonu yükseltmesinden olabilir,
başka bir konudan olabilir, birtakım şeyler...
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – “Gebertirim” dediniz mi, demediniz mi?
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – “Gebertirim” dedin mi, demedin mi?
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – Şimdi, bakın, ben “gebertirim” diye bir
şey söyleyip söylemediğimin, inanın, o anda farkında değilim.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – Tamam, tamam!
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Tamam, tamam!
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – Çünkü, üzerime sekiz, on tane CHP milletvekili,
ellerinde bardakları bana sallamak üzere...
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Kimde bardak yahu?
İSMET
ATALAY (İstanbul) – Kaç bardak var?!
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – ...el
kol hareketleriyle saldırır vaziyetteydiler. (CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın...
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – Ama eğer böyle bir şey de varsa, tutanaklarda
gözükürse...
BAŞKAN
– Gökhan Bey, tamam, açıklamanız tamamdır.
AHMET
GÖKHAN SARIÇAM (Devamla) – ...ben
bu konuyu düzeltmek için çıktığım gibi, onun için de çıkar, bu ağabeylerimizden,
bu arkadaşlarımızdan özür dilemeyi de bir erdem olarak görürüm, bunu
da zevkle yaparım.
Bana
bu söz hakkını verdiğiniz için, Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Sarıçam.
III. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçeye
Dahil Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S.Sayısı: 1269,
1270, 1271) (Devam)
A) GENÇLİK VE SPOR
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
B) VAKIFLAR GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
C) DEVLET PERSONEL
BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Devlet Personel
Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
D) BAŞBAKANLIK
YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam)
1.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
E) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI
(Devam)
1.- Danıştay Başkanlığı
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay Başkanlığı
2005 Mali Yılı Kesinhesabı
F) TÜRKİYE BİLİMSEL
VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
G) TÜRKİYE BİLİMLER
AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü
konuşmacı Adana Milletvekili Sayın Kemal Sağ.
Buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA KEMAL SAĞ (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu kadar heyecanlı bir bölümden sonra herhâlde sakin bir konuşma gerekiyor
sizlere. O yüzden, sakinleştirmeye çalışacağım, ama, inanıyorum
ki, bir daha bu şekilde bir olay cereyan etmez. Teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkanım, yalnız, konuşma süresi farklı.
BAŞKAN
– Vereceğim efendim, ek sürenizi vereceğim.
KEMAL
SAĞ (Devamla) – 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı hakkında,
Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı ve Yüksek Denetleme Kurulu
bütçeleri hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama
Yüksek Denetleme Kuruluyla başlamak istiyorum değerli arkadaşlar.
Bilindiği
gibi, kısaca YDK tarafından düzenlenen denetim raporları Türkiye
Büyük Millet Meclisinin KİT Komisyonunun yaptığı denetimlere
esas teşkil eder. Bu nedenle, YDK ve yaptığı denetimleri biz önemsiyoruz.
Bazı KİT’lerin Mali Kontrol Yasası ile merkezî yönetim bütçesi kapsamına
alınması ile YDK’nın görev alanı daralmıştır. Fakat, KİT’lerin denetimine
ilişkin yasada değişiklik yapılmadan YDK ve dolayısıyla KİT Komisyonunun
bir kısım denetim görevinin 5018 sayılı Yasa ile Sayıştaya devredilmesi
konuyu tartışmalı bir hâle getirmiştir.
Değerli
milletvekilleri, YDK bütçesinden önce, izniniz olursa, elden çıkarılan
KİT’ler ile birlikte ekonomide devletin, denetimde de Yüksek Denetleme
Kurulunun zayıflayan etkinliği ve kaybolmaya yüz tutan bir misyon
üzerinde konuşmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
Özelleştirme
adı altında KİT’lerin gözden çıkarılması, ülkemiz ithalatının bileşiminde
önemli bir süreç başlatmıştır. Yapılan ithalatın tamamına yakını
ham madde ve ara mallarından oluşmakta ve ihracatın ithalatı karşılama
oranı da yüzde 60’lara kadar gerilemiş bulunmaktadır.
Değerli
arkadaşlar, biz, petrol yatakları üzerinde oturan bir ülke değiliz.
İhracat yaptığımız ölçüde, ithalat yapmamız gerekir. Ama, biz, böyle
yapmadığımız gibi dış ticaret açığımızı da dış kaynaklardan telafi
etmeye çalışıyoruz.
Öte
yandan, bakıyorsunuz, Hükûmet, özelleştirme yapmakla övünüyor. Şunu
da sattım, bunu da sattım, şu kadar özelleştirme geliri sağladım diyor.
Peki, sormazlar mı; nereye gitti bu gelirler? Madem bu kadar gelir
sağladın, peki, nasıl oldu da, kamu borçları son dört yılda ikiye katlandı?
Bunu Türk milletine kim izah edecek değerli arkadaşlar?
Ülkede
yatırım yapmıyorsun, istihdam yaratmıyorsun, cari açığı azaltmıyorsun,
üstelik bir de “özelleştirme gelirim var” diyorsun; ama, kamu borçları
bir türlü azalmak bilmiyor, aksine durmadan artıyor. Çok merak ediyorum
değerli arkadaşlar, acaba satacak KİT kalmayınca ne yapacaksınız?
Bir
başka yapısal sorunumuz da, ithal girdilere mahkûm edilen üretim yapımızdır.
Değerli arkadaşlar, ne bizi ne Türk milletini kandıramazsınız. Gelin,
kendinizi de kandırmaktan vazgeçin lütfen.
Ekonomik
canlanma olarak sunduğunuz, ama halka yansımayan bazı iyileşmeler
tamamen ülkeye sıcak para girişiyle ilgilidir. Ekonomide iyileşme
dediğiniz şeyin, halkın refah seviyesine somut bir katkısı olsaydı,
bugün emekliler maaş kuyruğunda “Açız, geçinemiyoruz.” diye feryat
ederler miydi? Memurlarımız sokaklara dökülüp, isyan ederler miydi
arkadaşlarım? Eğer, yeterli kaynak yaratabilseydiniz, emeklilerin
maaşlarından yüzde 10’luk kesintiyi kaldırmak dururken, yüzde 33’e
çıkarır mıydınız? Emekli kan ağlıyor. Çekin elinizi artık emeklinin
cebinden değerli arkadaşlar.
Neyse
ki, Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet Halk Partisinin başvurusu üzerine
bunu kısmen düzeltti de emeklimiz bir nefes aldı. Eğer, emekliyi düşünüyorsanız,
hatanızı tamamen düzeltmelisiniz. Bu tespiti de yapmamın nedeni,
ara malı ve ham madde üreten KİT’lerimizin, özelleştirmeler yüzünden
bu iktisadi fonksiyonları ile birlikte, aynı zamanda, yarattıkları
katma değerin de yok edilmekte olduğunu, yani, üretimin, ithal girdilere
tamamen mahkûm edildiğini anlatmak içindir.
Değerli
arkadaşlar, devleti, üretim ve işletme faaliyetlerinden çekebilirsiniz.
Ama, devletin ekonomiyi düzenleyici ve denetleyici fonksiyonunu
ortadan kaldıramazsınız. Devletin, zamanında öncülük ettiği girişimlerden
özel sektörün önünü açmak için bugün çekilmesi doğal karşılanabilir.
Özel sektörün büyük çaplı girişim ve yatırımlar gerçekleştirmeye
başlamasından sonra, devletin, turizm sektöründe TURBAN’ı, büyük
mağazacılıkta Gimayı, ağaç sanayinde ORÜS’ü, tekstilde Sümerbankı
devretmesini doğal karşılayabilirsiniz, kolonya üretiminden
vazgeçip Perejayı satmasını doğal karşılayabilirsiniz. Ancak,
telekomünikasyon sektöründe Telekom’u, petrokimya sektöründe
TÜPRAŞ’ı, demir-çelik sektöründe de Ereğli Demir Çelik’i satmanıza,
ülke yararı açısından her zaman karşı çıkarız.
Enerji
ve ulaştırma sektöründeki özelleştirmelerde satışa çıkardığımız
tesislerimize hep Batılı girişimcilerin talip olması, sizi hiç
mi düşündürmüyor? Elin adamı bizden daha mı az akıllı değerli arkadaşlar?
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; KİT’lerin tasfiye edildiği ve bir
kısmının denetiminin Sayıştaya bırakıldığı bu süreçte, YDK da bu
olumsuz gelişmelerden nasibini almış, Kurul, sıkıntıya girmiştir.
KİT’lerin sayısının azalması, Kurulun varlığının sorgulanmaya
başlanması, Sayıştayla birleşme veya Türkiye Büyük Millet Meclisine
bağlanması…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KEMAL
SAĞ (Devamla) – Sayın Başkan, benim sürem on iki buçuk artı olması lazım.
Burada altı dakika olarak başladı, herhâlde, benim, sanıyorum yedi
veya sekiz dakika konuşmam gerekir Sayın Başkanım, izninizle.
BAŞKAN
– Hep yedi buçuk geldi…
KEMAL
SAĞ (Devamla) – Benim on iki buçuk artı birdi…
BAŞKAN
– Bir dakika efendim, o zaman ben ayarlayayım.
Tamam,
buyurun.
KEMAL
SAĞ (Devamla) – KİT’lerin sayısının azaltılması, Kurulun varlığının
sorgulanmaya başlanması, Sayıştayla birleşme veya Büyük Millet
Meclisine bağlanma gibi söylem ve girişimler Kurul çalışanlarının
motivasyonunu da bozmuştur. Bütün bunlara son vermek için, Yüksek
Denetleme Kurulunun geleceğini bir an önce masaya yatırıp sonuçlandırmak
gerekmektedir.
Birçok
Avrupa Birliği ülkesinde olduğu gibi, iktisadi kaynakların performans
denetimi ülkemizde de tek elden yapılmalıdır, bunun adresi de Anayasal
bir kuruluş olan Sayıştay olabilir; ancak, bugüne kadar gerçek anlamda
performans denetimi yapan YDK ve mensuplarının maddi ve manevi zarara
uğratılmadan bunun yapılması gerekir.
Sayıştay Yasası’nı dahi çıkartamayan,
mehteran bölüğü gibi iki ileri bir geri giden, AB sürecinde geri kalan,
sınıfta kalan hatta, toplumla uzlaşma yerine “her şeyi ben bilirim”
diyen AKP Hükûmeti bu iki kurumun birleştirilmesinde de gerekli vizyonu
gösterememiştir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak düşüncemiz, bu
iki güzide kurumun, denetim, tecrübe birikimlerini birleştirmek
üzere gerekli yasal düzenlemelerin bir an önce yapılmasıdır. Bunu
yaparken de KİT’lerin performans denetiminin geriye gitmesi önlenmeli
ve daha fonksiyonel hale gelmesi sağlanmalıdır. Eğer bunu yapamayacaksanız
da, lütfen, YDK mensubu ücretlerini de Sayıştaya paralel hâle getirmeniz
gerekmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kamu yönetiminde önemli misyonu
olan bir başka güzide kurumumuz da Devlet Personel Başkanlığıdır.
Bu kurumun iki temel görevi vardır: Birincisi kamu personeline
ilişkin mevzuatı hazırlamak, ikincisi de kamu personel ihtiyacının
nasıl giderileceğini düzenlemektir. Ancak, görüyoruz ki, kurum,
bu görevlerini yerine getirmekte istenen ölçüde başarılı olmamıştır.
Şu anda, hanginiz, bana, kamu çalışanları arasında ücret dengesinin
sağlandığını söyleyebilir? Hanginiz, ücretlerin adaletli olduğunu
söyleyebilir? AKP döneminde, kamu çalışanları arasındaki ücret
dengesizliği giderilememiş, bilakis artmıştır. Aynı unvana sahip
kamu görevlisine kurumdan kuruma farklı ücretler ödenmektedir.
Bu, ciddi bir sorundur ve giderilmesi şarttır. Ama, bugüne kadar düzeltmek
şöyle dursun, her geçen gün denge daha da bozulmuştur. Kırk yıldır uygulanan
Devlet Memurları Yasası, artık günün koşullarına cevap veremez
hâle gelmiştir değerli arkadaşlar. Sistem çökmüştür. Ne gariptir,
konuya yakın herkes böyle düşünüyor, ama, kimse çözüm üretmeye yanaşmıyor.
Hükûmet programında, bunu öncelikli bir sorun olarak gören ve Acil Eylem
Planı’na alan, en kısa sürede yeni bir personel rejimini hazırlayacağını
iddia eden AKP İktidarı, dört yıldır sorunu çözmek şöyle dursun, kamu
çalışanını ezmeyi tercih etmiştir. AKP’nin ücret politikası sonucunda,
kamu çalışanları, dört yıl öncesine göre bugün daha az maaş almakta
olup, fakirleşmişlerdir. Herhâlde, memurlar sokağa dökülürken keyfinden
dökülmüyor değerli arkadaşlar. Madem size göre her şey yolunda, o
hâlde, neden kamu personel ücretlerini yeterince artırmıyorsunuz?
Yolsuzluklara damardan girmeye kalkışan Adalet ve Kalkınma Partisi,
ne yazık ki, o damarda tıkanıp kalmış, yolsuzluk virüsü AKP’ye de bulaşmıştır.
Değerli
arkadaşlar, 2002’den bu yana AKP iktidarlarınca çıkarılan bütçeleri
incelediğimizde, Hükûmetin personel politikasını şöyle özetleyebiliriz:
Öncelikle, AKP’nin memur statüsüne karşı ciddi bir alerjisi vardır.
Memurluğa atama zorlaştırılırken sözleşmeli personel istihdamı
kolaylaştırılmıştır. AKP’nin tercih ettiği istihdam şekli, genelde
geçici personel alımıdır. 2002’de 11 bin olan geçici personel sayısı
2006’da 35 bine ulaşmış değerli arkadaşlar. Yaygın bir başka yöntem
de hizmet alımı ihaleleridir. Bu saydığım her üç yöntem de, memurluk
statüsünün tasfiyesine yönelik olup, devletin şirketler eliyle yönetilmesini
hedeflemiştir.
Bir
başka çarpıcı uygulama, memurluk dışındaki bazı statülere KPSS
sınavı dışında atamalar yapılarak kadrolaşmaların önü açılmıştır.
Diğer taraftan, üniversitelerin ihtiyacı olan atamaların önü türlü
mazeretlerle tıkanmıştır.
Önemli
bir sonuç da, bürokrasinin üst yönetiminin dörtte 3’ünün şu anda
vekâletle yönetiliyor olmasıdır. Bunun temel nedeni nedir biliyor
musunuz değerli arkadaşlar? Hükûmetin adaylarının ya bir şekilde
sakıncalı ya da yetersiz olmasıdır.
Son
tespitimiz de şudur: Kamuoyunda “adamı olan işe giriyor, sınav
hikâye” kanaati iyice yerleşmiştir. Nereden bakarsak bakalım, AKP
Hükûmetinin kamu personel politikası sınıfta kalmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın son bölümünde, sizlere,
Devlet Personel Başkanlığı için bazı öneriler getirmek istiyorum.
Öncelikle,
personel rejimi a’dan z’ye yeniden değiştirilmelidir. Ücret piramidi,
eşit işe eşit ücret ilkesine göre tepeden tabana dengeli olarak yeniden
oluşturulmalıdır.
Kamu
çalışanlarının ücretleri ayarlanırken, seyyanen zam yapmak yerine
oransal zamlar esas alınmalı, ücret piramidi ücret akordiyonu hâline
getirilmemelidir. Ücretler kıyaslanırken, memur müsteşarla değil,
memur memurla kıyaslanmalı, özel sektörde olduğu gibi, kamu çalışanlarına
görevlerine uygun ücretler ödenmelidir.
Orta
kademe kadroda yükselmeler, görevlere uygun eğitim ve sınavlarla
standart hâle getirilmelidir. Üst düzey kadrolara yükselmeler ise
eğitim ve sertifika şartına bağlanmalıdır. Ayrıca, üst görevlere
atamalarda belirli alt görevleri, belirli süreli yapma şartına
kesinlikle uyulmalı ve böylece, siyasi atamaların önü tıkanmalıdır.
Memuriyet
giriş sınavları objektif kriterlerden uzaklaştırılmamalı, mülakatlı
alımlarda da sübjektiflikten uzak durulmalıdır, hatta gerekirse
mülakat hiç yapılmamalıdır.
Değerli
arkadaşlar, konuşmamı bitirirken bir iki noktaya daha temas etmek
istiyorum. Bakınız, geçenlerde Maliye Bakanlığı Gelirler İdaresi
Başkanlığı bir sınav açtı, görevde yükselme sınavı. Gelir uzmanlığı
sınavında 8.500 kişi sınava girdi, 2.500 kişi alındı. Ama, ne var ki,
puanı 70’in üzerinde olan binlerce arkadaşımız bu sınav sonrası atanamadı.
Bence, bu haksızlık tez elden giderilmeli ve bu arkadaşlara hakları
teslim edilmelidir.
Bakın,
Devlet Demiryollarında geçici işçi atamasında çok farklı bir usul
uygulanıyor. Lütfen, orada da, kısa süreli bile olsa, eğer daimî
kadro veriyorsanız, tüm işçilere aynı hak sağlanmalı, eşit bir davranış
biçimi sergilenmelidir.
Son
söyleyeceğim söz de, binlerce üniversite mezunu şu anda işsiz geziyor.
KPSS sınavı yapıyorsunuz, ama bu arkadaşların sınav sonuçlarından
sonra işe yerleştirilmesi mümkün olmuyor. Bu konuya da, acilen, iktidar
iseniz şayet, bir çözüm bulmanız şarttır.
Bu
duygularla, benim önerilerimin de dikkate alınması, daha doğrusu
partimizin önerilerinin dikkate alınması temennisiyle, 2007 yılı
bütçesinin halkımıza ve ülkemize iyilikler getirmesini diliyor,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Sağ.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Mehmet Nuri
Saygun. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
CHP
GRUBU ADINA MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Danıştay bütçesi üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Danıştayın bütçesiyle ilgili olarak temel konularda
ve esasıyla ilgili açıklamalara girmeden önce, izin verirseniz,
son bütçe görüşmelerinden sonra yaşadığımız bir üzüntümüzü, sıkıntımızı,
Danıştayla ilgili bir üzüntümüzü, bir paylaşmak, bir hatırlamak ve
bir rahmet dileme ihtiyacı duyuyorum. Türkiye’de yüksek mahkeme
görevi yapan Danıştayın, özellikle fizibilitesi, yapısı mümkün
olmayan bir binada kalıyor olması, yeterince güvenliğinin sağlanamamış
olması ve toplumda belli kesimlere adres olarak gösterilmesinin
sonucu olarak, biz, Danıştay Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’i, bir menfur
saldırı sonunda kaybetmiştik. Bu vesileyle, ben, tüm Danıştay mensuplarına
ve Mustafa Yücel Özbilgin’in yakınlarına, tüm yargı dünyasına, bir
kez daha, buradan, bir başsağlığı dileme ihtiyacı duydum.
Değerli
arkadaşlarım, şu Meclis kürsüsünden her konuşan arkadaşımız, hukukun
üstünlüğünden, hukuk devleti prensipleri ilkesinden uzaklaşılmaması
gerektiğinden bahsederler ve bugün, hukukla ilgili, hukukun üstünlüğünün
ülke genelinde gerçekleşmesini temin edebilecek bir yargı organının,
bir yüksek mahkemenin, Danıştayın bütçesiyle ilgili bir görüşme
yapıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, öncelikle, Türkiye’de yargı erkinin, özellikle son
zamanlarda ve bu siyasi iktidar döneminde, sürekli hırpalandığının,
eleştirildiğinin hatta -parantez içinde bu “eleştiri” sözcüğünün-
eleştiriden öte, daha ağır bir şekilde, taciz edildiğinin, her fırsatta
somut örneklerini gördük. Böylece, yürütmenin, yargı erki üzerinde,
bir şekilde, bir baskı, bir üstünlük kurma gayreti içinde olduğunu
gözlemledik. Bu, Türkiye’de, cumhuriyet tarihinde eşine pek az rastlanmış
bir uygulama. Türkiye’de, Anayasa’mız gereği kuvvetler ayrılığı
prensibi kabul edilmiştir. Yasama, yürütme ve yargı, bu kuvvetler
ayrılığı prensibi ölçüsüne, kendi iç yapılarında bu sağlanan dengeyle
bugüne kadar gelmişlerdir. Ama son zamanlarda bu dengenin yürütmenin
lehine, ama ülkemizin aleyhine bir şekilde gelişmekte olduğunu
üzüntüyle, ne yazık ki, izliyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, yargının çok ciddi sıkıntıları var. Türkiye’de 9.048
hâkim ve savcı mevcudumuz var Eylül 2006 itibarıyla ve mevcut dosyalarla
sayısal oranlama yapıldığında, Almanya’yı örnek alırsak, Almanya’da
her 100 bin kişiye 25 hâkim düşmekteyken, Türkiye’de her 100 bin kişiye,
ne yazık ki, 6 hâkim düşüyor. Şimdi, böyle bir yapının içinde, yargıçlarımızın
ne kadar başarılı, ne kadar özverili bir çalışma sergilediğini
hepimiz kabul etmek durumundayız. İnanılmaz bir gayretle, Türkiye’de
hukukun üstünlüğünü korumak adına üzerlerine düşenleri, hatta
üzerine düşenlerinden çok daha fazlalarını yapıyorlar.
Danıştaya
gelince, bu tablo biraz daha farklı değerli arkadaşlarım. Danıştayda
şu anda mevcut 98.500 dosya var ve dairelere bunu böldüğümüzde, yaklaşık
her bir daireye yıllık 11-12 bin civarında dosya düşüyor. Böyle bir
yükün kaldırılması mümkün değil. Diyeceksiniz ki, yargıçlardan,
özellikle yüksek mahkeme hâkimlerinden aman aman bir serzeniş yok, sana
ne oluyor.
Değerli
arkadaşlarım, hukuk dünyasının o özverili insanları, o değerli
insanları serzenişte bulunmuyorlar, ama onlar, o gösterdikleri
özveriyle inanılmaz bir mücadele içindeler. Türk hukuk sisteminin
ezilmemesi, rahatsızlık duyulmaması ve hukukun üstünlüğünün korunabilmesi
için, normal yapabileceklerinin çok fevkinde bir çalışmayla bu sistemi
korumaya çalışıyorlar.
Yeri
gelmişken, Danıştay bütçesiyle ilgili değil, ama, sizin uygulamalarınızla
ilgili bir hususu da kısaca belirtmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’deki hükümlü sayısına da şöyle bir baktım.
Türkiye’de, hükümlü sayısında, 73 bin civarında toplam cezaevi kapasitemiz
var. 2004 yılında 55 bin olan hükümlü sayısı bugün 66 bini tamamlamak
üzere. Yani, görünen o ki, Türkiye’deki cezaevlerinin kapasitesi
neredeyse dolmak üzere. Geçen gün, buradan Başbakanımızı dinledik.
Türkiye’nin her tarafına konut inşaatları yapılacağı, çok yaygın
bir şekilde, konutu olmayan insanlarımıza konut kazandırılacağı
iddiasında bulunuldu. Ama, sanıyorum, bu konut seferberliği bırakılacak
ve bu ara bir cezaevi yapma seferberliğine dönüşecek. Bunun sorumlusu
kim derseniz, bunun sorumlusu… Türk halkının bir genetik bozukluğu
yok değerli arkadaşlarım. Türkiye’de suçlu sayısı artıyorsa, bunu
halkın dünyasında aramak gerekmez, bunu bu ülkenin ekonomisini
böylesine perme perişan hâle getiren, insanları yoksulluk sınırının
altında yaşamaya mahkûm eden ve son ceza yasalarıyla yapılan uygulamalarla
da cezalardaki caydırıcılık zeminini ortadan kaldıran bir siyasi
iktidarımız var. Eğer böylesine bir hükümlü sayısında artış varsa,
bunu da bu siyasi iktidardan sormak ve sorumluluğu onlara yüklemek
gerekir.
Değerli
arkadaşlarım, Danıştayımızın bir bina sorunu var. Şu anda görev
yaptığı yeri hepimiz izliyoruz. Bu yer, bir küçücük odada iki üç
hâkimin bir arada binlerce dosyayla çalışmasını gerektirecek bir
pozisyonda. Ama, yeni bina buluna buluna… Ne kadar doğru bilmiyorum,
ama Halk Bankası Genel Müdürlüğü binası, Halk Bankası özelleştirildikten
sonra Danıştaya verilecek deniyor.
Değerli
arkadaşlarım, o binanın yapısı tabii ki Danıştaya uyar. Doğrudur,
Danıştayın iyi bir binaya ihtiyacı vardır, ama bir yüksek yargı organına,
bir yüksek yargı mahkemesine bir bina vermek için, Türkiye'deki küçük esnafın ayakta durma sebebi olan
Halk Bankasını özelleştirmek ve o özelleştirmeden gelecek olan binayı
Danıştaya vermek, ne Danıştayda çalışanları mutlu eder ne de bu Türkiye'deki binlerce, milyonlarca küçük esnafımızı
mutlu eder.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Son cümlenizi rica edebilir miyim.
MEHMET
NURİ SAYGUN (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.
Son
olarak bir küçük şey ifade etmek istiyorum izninizle Sayın Başkanım.
Efendim,
Danıştayın yeterli kadrosu yok. İş yoğunluğu altından kalkılır gibi
değil. Çalışma ortamları uygun değil. İktidarın haksız ve seviyesiz
demeçlerinden ötürü yargı huzurlu da değil. Ama, bütün bunlara rağmen
görevlerini inanılmaz bir özveriyle sürdürmeye çalışıyorlar.
2007
Danıştay bütçesinde rakamsal açıdan bir artış var. Bu artış, tamamen
personel giderleri ve artırılan maaşlarla ilgili bir artış olmaktan
öte bir şey değil. Buradaki mal ve hizmetlere ayrılan bölüm sadece
2 milyon 389 bin yeni Türk lirasıdır. Bu da, Danıştayın 2007’de,
2008’de ve 2009’da kendine münasip bir binaya taşınamayacağının,
ne yazık ki, açık bir göstergesidir.
Her
şeye rağmen, bu ülke insanının, eğer yaralarına, sıkıntılarına,
sancılarına bir parça merhem olabilecekse, belli zümrelerin değil
toplumun tüm kesimini kucaklayabilecek bir bütçe olabilecekse,
bu bütçenin, bu anlamdaki bir bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Saygun.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına son konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın
Yakup Kepenek. (CHP sıralarından alkışlar)
Efendim,
süreniz on dakika.
CHP
GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, TÜBİTAK ve TÜBA bütçeleri üzerine CHP adına söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
TÜBİTAK
Başkanı Sayın Profesör Yetiş’in burada olmamasını üzüntüyle karşıladığımı
bilginize sunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, TÜBİTAK’tan söz ettiğimiz zaman, TÜBA’dan söz ettiğimiz
zaman, ülkemizin, genel olarak kamuoyunun bilimsel gelişmeye, yeniliğe,
teknolojiye yaklaşımı üzerinde kimi gerçeklerin, doğruların altını
çizmek gerekiyor. Günümüzde, küreselleşen dünyada toplumsal gelişmişlik
düzeyi, bilim ve teknoloji yeterliliğiyle ölçülüyor ve üretimden,
toplumsal yaşamın tüm alanlarına kadar her tarafta etkin ve verimli
bir yaşam, ileri teknoloji ve insan gücünün niteliğinin yükseltilmesi
büyük önem taşıyor. Ama, üzülerek şunu söylemek zorundayım: Ülkemizde
toplumsal yapı giderek, adım adım bilimsellikten uzaklaşıyor. Devlet
yönetiminin birimlerinde, eğitimde, sağlıkta her gün bilim dışı
uygulamalar yaşanıyor. Ders kitaplarını burada çok tartıştık.
Gençlerin beyinlerinin köreltilmemesi gerektiğini vurguladık.
Hükûmetimiz, 15 üniversiteyi bir senedir bir türlü açamıyor.
Son,
Konya’da yaşayan iki hanım, kadın doktorun, tesettürlü oldukları
için ultrason çekememesini gerçekten garipsediğimi söylemek zorundayım.
RESUL
TOSUN (Tokat) – Asılsız çıktı, o haber asparagas çıktı.
YAKUP
KEPENEK (Devamla) – Benzer şekilde -umarım düzeltilir- kamu ihalelerinin,
teknik yapılanmanın, doğal kaynakların kullanımının bilimsel olmadığını biliyoruz.
Değerli
arkadaşlar, bu süreçte neler oldu? TÜBİTAK olayı, Hükûmetin hukuku
kullanarak, yasamayı kullanarak bilimi ayaklar altına almasının
en çarpıcı, en somut örneğidir. Bu iş, anımsarsanız Sayın Resul, şöyle
başladı: 2003 yılında Sayın Başbakan, bir defaya mahsus olmak üzere,
TÜBİTAK yönetimini değiştirmek üzere bir yasa teklifi verdi. Bu,
bir defaya mahsus olmak üzere başlayan süreçte, iki kez yasa değişikliği
yapıldı. Her iki yasa da, bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesinden
döndü ve TÜBİTAK yönetimi yasal dayanaktan yoksun bırakıldı.
Bu
süreçte başka bir şey daha yapıldı: Bilim insanları yargıya taşındı.
Avrupa Birliği sürecinde en başarılı sınavı veren, bilim ve araştırma
gelişmelerine katkısı bulunan insanlar, devletin yaptığı ödemeler
yüzünden mahkemelere sürüklendi ve yolsuzlukla suçlandı. Öbür taraftan,
yolsuzluğun çok büyük boyutlarda işlendiği çevreler göz ardı edilebildi.
Sonuçta ne oldu? Sonuçta şu oldu: Hükûmet bilim insanlarına karşı
açtığı davaların tamamını kaybetti. Şimdi, bu durum, Hükûmetin, Kuruma,
TÜBİTAK’a bakış açısının ne kadar yanlış olduğunun en somut göstergesidir.
Değerli
arkadaşlar, benden önce Kurumun iç işleyişiyle ilgili bilgiler
verildi, ama şunu ben söylemeden geçemeyeceğim: Kurumun önceden
yaptığı halk için bilim kitapları yayını son zamanlarda ne durumdadır,
bunun açıklanması gerekir.
Başka
bir şeyin daha açıklanması gerekir: Çok önceden, Vizyon 2023 Projesi
hazırlanmıştı. Bu proje, cumhuriyetin 100’üncü yılında, Türkiye’nin
bilim ve teknolojide alabileceği mesafeyi, yeri göstermesi açısından
önemliydi, ama bütün bunlar istendiği gibi gidiyor denilemez.
Hükûmetimiz,
buna karşı şunu yaptı: 2010 yılında, ulusal gelirin yüzde 2’sinin ülke
çapında araştırma geliştirmeye ayrılmasını öngören girişimlerde
bulundu ve bu bağlamda TÜBİTAK’a paralar aktarıldı. Şimdi, değerli
arkadaşlar, önce, böyle bir davranışın doğru olduğunu söyleyeyim,
ama, başka bir şeyi söyleyeyim: TÜBİTAK, kurum olarak çalışamaz duruma
getirildi. Nasıl çalışamaz duruma getirildi? Örneğin, Orta Doğu
Teknik Üniversitesinin verdiği projeler, başvurunun son günü, bu
projeleri dekan değil de yardımcısı imzalamış diye iade edildi.
Bunun iyi niyetle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Başka bir şey
oldu: TÜBİTAK, ODTÜ projelerinin bütçelerini içeren CD’leri açamadı.
Şimdi, bu, gülmeceden öte, üzücü, kaygı verici bir durumdur.
Değerli
arkadaşlar, ar-ge’ye yalnızca para ayırmak yetmez.
Eğer, ar-ge’ye para ayırmak yeterli olsaydı, dünyada petrol üreten
ülkeler, büyük para sahibi zengin ülkeler bilim ve araştırmada,
ilerlemede, teknolojide çok ileri düzeylere gelmiş olurlardı, ama
hiç de öyle olmuyor. O zaman, temel eksiğimiz nedir? O zaman, temel
eksiğimiz iki ek noktada toplanıyor. Bunlardan birincisi, yeterli
bilim insanı, araştırmacı yetiştirmedeki yetersizliklerdir. Üzülerek
belirteyim ki, bu yönde somut adımlar atılmasında çok yavaş bir ilerleme
vardır, gereği yerine getirilememektedir. Yeni açılan üniversiteler
dâhil, Türkiye, araştırmacı yoksunu bir durumda tutulmaktadır.
İkinci, ama hiç de ikincil olmayan bir ek daha var paraya, o da bilimle
uğraşan kurumların bağımsız, özgür ve etkin çalışmalarının sağlanması,
yönetimlerine siyasal sorumluluk bende diye karışılmamasıdır.
Eğer, bunlar yapılmazsa ne olur, ki, yapılamıyor. Ben 2010’da ulusal
gelirin yüzde 2’sinin ar-ge’ye ayrılması amacına, hedefine ne mesafede
bulunduğumuzu gerçekten öğrenmek istiyorum.
Geçen
yıl ulusal gelirimiz 361 milyar dolar dolayındaydı. Bu yıl yüzde 5
artacağını varsayarsak 380 milyar dolar dolayında olacak. Bunun
yüzde 1’i bile çok büyük bir para. Bunun yüzde 2’sinin 2010’da kamuya,
ar-ge’ye ayrılabilmesi için, bugünden en azından, önemli bir bölümünün
ayrılması lazım.
Sayın
Bakan, son yıllarda ar-ge verileri doğru dürüst yayınlanmıyor. Ben,
iddia ediyorum, bu miktarda ar-ge desteği kullanılmamaktadır, yoktur.
Yani, şu sırada ar-ge’ye ayrılan para -verilerin yayınlandığı- binde
67 dolayının da altındadır diye kaygı duyuyorum. Bunun açıklanmasını
istiyorum. Eğer, bunu yapmazsanız, yani bu parayı açıklamazsanız,
sonuçta ne olur? Sonuçta ortaya şu durum çıkar:
Şimdi,
tarihimizde bilirsiniz “deli” lakaplı Padişah İbrahim var, İbrahim,
havuzlara altın atarmış balıklar belki yer diye. Biz, bu halkın parasını,
ar-ge yapılıyor anlayışıyla, ama hiç de ar-ge olmayan faaliyetlere
bu biçimde, bu yolla çarçur edemeyiz, dağıtamayız. Bunu yapmamamız
gerekir diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye küresel yarışta başarılı olmak zorundadır.
Bu başarıda TÜBİTAK direksiyondur, en önde yer almalıdır, ama direksiyon
kırılmıştır, çünkü Hükûmet, TÜBİTAK’ın çalışmasını üç yıldır engellemiştir.
TÜBİTAK ve diğer kurumlarda yönetici atamaları için “Mayısı bekleyin”
rivayetinin iktidar partisi mensuplarınca yayıldığı görülmektedir,
bilinmektedir. Bu anlayış yanlıştır. Yalnız bilimsellikten uzak değil,
ahlaken de, siyaseten de, hukuken de yanlıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAKUP
KEPENEK (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan. Bir dakika rica ediyorum.
“Mayısta
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra TÜBİTAK ve benzeri kurumlara
atama yaparız, sabredin” demek, bilimin çok hızlandığı, saniyelerin
önem kazandığı bir dönemde -ben daha ağır bir söz söylemek istemiyorum-
aymazlıktır, yanlıştır ve bu yanlıştan çok kısa zamanda dönülmelidir. Çünkü, çağımızda bilimin
ilerlemesi saniyelere sığmıyor. Önümüzde Mayısa beş ay daha var.
Üç dört yıldır TÜBİTAK yönetimsiz. Beş ay daha TÜBİTAK’ı yönetimsiz
bırakmanın büyük sorumluluğu var, büyük zararı var ülkeye ve topluma.
Çünkü, bilimsel üretim önemlidir, zaman kaybına tahammülü yoktur.
Ben,
TÜBİTAK’ın, TÜBA’nın, üniversitelerimizin bilimsel üretime daha
çok katkı yapacağı, toplumun bilimin aydınlık geleceğiyle daha
çok kucaklaşacağı bir…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Efendim, son cümleniz için açıyorum.
YAKUP
KEPENEK (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
…toplumun,
Mustafa Kemal’in, Dil, Tarih Fakültesinin ön yüzünde belirttiği gibi,
bilimin ışığıyla çağdaşlaşma yönünde ilerleyeceği bir Türkiye özlemiyle
bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum.
Sayın
Başkanım, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyoruz Sayın Kepenek.
Sayın
milletvekilleri, saat 14.15’te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati:
13.18
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 14.20
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet
Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK Çanakkale)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36’ncı
Birleşimi’nin Üçüncü Oturumu’nu açıyorum.
Beşinci tur görüşmelere kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
III. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçeye
Dahil Daireler ve İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S.Sayısı:
1269, 1270, 1271) (Devam)
A) GENÇLİK VE SPOR
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
2.- Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
B) VAKIFLAR GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
C) DEVLET PERSONEL
BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Devlet Personel
Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
D) BAŞBAKANLIK
YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam)
1.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
E) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI
(Devam)
1.- Danıştay Başkanlığı
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Danıştay Başkanlığı
2005 Mali Yılı Kesinhesabı
F) TÜRKİYE BİLİMSEL
VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
G) TÜRKİYE BİLİMLER
AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesi
BAŞKAN-
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Beşinci
tur üzerinde şimdi söz sırası, AK Parti Grubu adına, Zonguldak Milletvekili
Polat Türkmen’e aittir.
Sayın
Türkmen, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA POLAT TÜRKMEN (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Spor Genel Müdürlüğümüzün bütçesi hakkında Grubum
ve şahsım adına görüşlerimi bildirmek için söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Spor
tarihi, insanlıkla birlikte başlamıştır. Spor, insanın bedensel
gelişiminin yanında, zihinsel ve ruhsal sağlığını da sağlayan en
temel insan eylemidir. Spor artık günümüzde, sosyal bir aktivite,
bir tedavi metodu olarak yapılır hale gelmiştir. Milletleri heyecan
ve coşkuyla ortak hedeflere yönelten, birlik duygusunu geliştiren,
yaşadığı toplumla gurur duymasını sağlayan en önemli sosyal aktivitedir.
Genç nesillerin sağlıklı yetişmesinde, enerjilerini kullanma, kurallara
uyma, disiplin, sabır, dayanışma, iş birliği ve paylaşma gibi insani
erdemleri kazandırmada, spor, son derece etkin bir araçtır.
Büyük
Önderimiz Atatürk “Spor faaliyetleri, Türk gençliğinin millî terbiyesinin
ana unsurudur.” cümlesiyle sporun önemine dikkat çekmiştir. Bugün
toplumları tehdit eden uyuşturucu, alkolizm, bağımlılık ve tıbbi
bir kısım hastalıkların önlenmesinde sportif faaliyetler koruyucu
rol oynamaktadır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, 21’inci yüzyılda spor, ülkelerin gelişmişliğinin
göstergelerinden biri hâline gelmiştir. Bir ülkedeki lisanslı
sporcu sayısı, spora ayrılan kaynak miktarı, spor tesisleri ve toplumda
sporun ferdî bir bilinç olarak yaygınlığı, toplumların gelişmişliğinin
ve çağdaşlığının ölçütü olmuştur.
Günümüzde,
artık, spor, insanlık için bir yaşam biçimidir. Anayasa’mız sporun geniş
halk kitlelerine yayılmasını hedef göstermiş ve bu görevi devlete
vermiştir. Devlet bu görevini Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü aracılığıyla
yerine getirmektedir.
Bütçesini
görüşmekte olduğumuz Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü sporun geniş
halk kitlelerine yayılması ve ülkemizin uluslararası arenada
temsili ve tanıtımı açısından geçen dört yılda çok özverili çalışmada
bulunmuştur. Bu çalışmalarla ilgili birkaç örnek vermek istiyorum.
Bakınız,
2002 yılında 278 bin 47 olan lisanslı sporcu sayımız, son dört yılda yapılan
çalışmalarla 1 milyon 99 bine ulaşmıştır. Bu rakamlara Millî Eğitim
Bakanlığı ve Futbol Federasyonu tarafından verilen lisanslar da
eklendiğinde sporcu sayımız 1 milyon 730 bin 565’e ulaşmaktadır. Son
dört yılda lisanslı sporcu sayımız 5 kat artmıştır. İşte bu, gelişen
ve sportmenleşen Türkiye’nin göstergesidir. İşte bu, AK Partinin ve
Hükûmetimizin spora ve sporcuya bakışının en güzel göstergesidir.
Geçen
dört yılda yapılan eğitim çalışmalarıyla antrenör sayımızda yüzde
50 artış sağlanmıştır. Antrenör sayımız 20.470’ten 31.940’a çıkmıştır.
Yine, son yılda 6.842 olan spor kulübü sayısı 7.396’ya ulaşmıştır. Yaklaşık
her gün iki spor kulübü kurulmuştur. 2003 yılında 37 olan federasyon
sayımız bugün 57 olmuştur. Bu federasyonların 54’ü de özerk hâle getirilmiştir.
2007 yılı Türk sporunda yapısal değişiklikler yılı olacaktır. Hazırladığımız
Türk spor kurumu kanunuyla spor teşkilatımız daha çağdaş, daha sivil
örgütlerin katıldığı bir yapıya kavuşacaktır. 2004 yılında Sponsorluk
Yasası’nın kapsamının genişletilmesiyle Genel Müdürlüğümüz, federasyonlarımız
ve kulüplerimiz çok ciddi mali kaynaklara kavuşmuştur. Son yirmi
yedi ayda 35 milyon 284 bin 653 yeni Türk lirası kaynak aktarımı sağlanmıştır.
Bakınız daha düne kadar yas adışı bahislerle birilerinin cebine
giden milyonlar, bugün Türkiye’nin kasasında kalmaktadır. Son on ayda
Spor Toto teşkilatımız, 116 milyon 710 bin yeni Türk lirası kulüplere
ve 282 milyon 19 bin yeni Türk lirası da diğer devlet kuruluşlarına
kaynak aktarmaktadır.
Sayın
milletvekilleri, hayallerimiz bir bir gerçek oluyor. Türkiye, artık,
her alanda olduğu gibi spor alanında da büyük uluslararası organizasyonlara
imza atmaktadır. Dünyada en fazla izlenen ve en prestijli organizasyonlardan
olan “Formula 1” yarışları İstanbul’da yapılmıştır. Dünyanın en çok
izlenen ilk beş organizasyonundan biri olan dünya motosiklet şampiyonası
ilk kez Türkiye’de yapılmış ve iki yüz ülkenin televizyonundan naklen
yayınlanmıştır. 2010 yılında dünya basketbol şampiyonasına ev sahipliği
yapacağız. Bölgesinin lider ülkesi olarak 2007 yılında birinci Karadeniz
spor oyunlarına ev sahipliği yapacaktır. Bu organizasyon Karadeniz
Bölgesi’nin tanıtımı açısından büyük önem taşımaktadır.
Hükûmetimiz
döneminde yapılan spor yatırımlarıyla birçok ilimiz artık uluslararası
organizasyonlara cesurca talip olmaktadır. İşte bu, değişen, gelişen
Türkiye’dir. 2001 yılında 103 olan gençlik merkezi sayısı 127’ye çıkarıldı.
2003 yılında 22 adet, 2004 yılında 23 adet, 2005 yılında 11 adet yatırım
tamamlandı.
Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesi, 2006 yılı ödeneğine göre yüzde
8,7’lik artışla 347 milyon 830 bin yeni Türk lirasına çıkarılmıştır.
Son bir yıl içinde elli altı spor branşında ülkemiz, olimpiyatlar,
dünya şampiyonası, Avrupa şampiyonası ve diğer bölgesel organizasyonlarda
temsil edilmiş ve bu turnuvalarda değişik branşlarda toplam 1.154 madalya
sporcularımız tarafından Türk milletine hediye edilmiştir. Şanlı
bayrağımızı 1.154 defa gönderde dalgalandıran, millî marşımızı bütün
dünyaya dinlettiren sporcularımızı milletimiz adına bir kere daha
tebrik ediyorum. Gelecek günlerde daha büyük başarılarını temenni
ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, sizlerin de bu büyük başarıyı gerçekleştiren
spor camiasına, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü bütçesine destek vererek
katkıda bulunacağına inancım tamdır. Genel Müdürlüğümüz millî takım
ruhuyla çalışmalar yapmıştır. Bu millî takımı iktidar ve muhalefet
olarak destekleyerek, şanlı bayrağımızın tüm dünyada dalgalanmasına,
millî marşımızın gurur ile söylenmesine bizler de katkı yapacağız.
Sporun
gelişmesi millî bir meseledir. Tüm arkadaşlarımızın katkılarını
bekliyoruz. Bu vesileyle, 2007 yılı bütçesi görüşmelerinin sportmence
geçmesini diliyorum.
Bizleri
gururlandıran bütün başarıları gösteren sporcularımıza, Genel
Müdürlüğümüz çalışanlarına, Sayın Bakanımıza yüksek huzurlarınızda
bir kere daha üstün başarılar diliyorum, hepinizi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Türkmen, teşekkür ediyorum.
AK
Parti Grubu adına ikinci konuşmacı, Afyonkarahisar Milletvekili
Ahmet Koca.
Sayın
Koca, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA AHMET KOCA (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığına
bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2007 mali yılı bütçesi üzerinde
AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Grubum ve
şahsım adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türk milletinin tarihine baktığımızda,
çok önemli bir gerçeği görürüz: Bizim devletlerimiz eskiden beri
hep dayanışmacı olmuş, Asya’nın ortasından Anadolu’nun içlerine
kadar uzanan yapılanmasında devletin gözetleyici, kollayıcı,
adil elini halkını korumak için kullanmıştır.
Toplumsal
adaleti sağlamaya büyük önem veren tarihî yönetim anlayışımız gereği
vakıf medeniyeti âdeta oluşturulmuştur. Atalarımız bir vakıf medeniyeti
kurmuşlar, gittikleri her yerde vakıf yoluyla sayısız medrese, cami,
mescit, han, hamam, kervansaray, imaret, darüşşifa, çeşme, kale, su
yolu ve külliyeler yaptırmışlardır. Vakıflar, özellikle Selçuklular
ve Osmanlılar döneminde büyük atılımlar yapmış, farklı dinlere ve
etnik yapılara sahip insanların bir arada, eşit sosyoekonomik şartlarda
yaşamasında ve eğitimden sağlığa tüm toplumsal hizmetlerin sunumunda
büyük görevler üstlenmiştir. Tarihte çok önemli görevler üstlenen,
hayırlı iş ve hizmetlere vesile olan vakıflarımız, bu yönleriyle,
hem doğu hem de batıda birçok topluma örnek teşkil etmiştir. Yoksullar
ve garipler için aşevleri, yolcular için kervansaraylar, göçmen kuşlar
için bakımevleri, kuş evleri, eğitim için okullar, misafirler için
hanlar, hamamlar, konukevleri gibi birçok vakıf örneklerini görmek
mümkündür.
Türk
düşüncesinin ve hayat tarzının oluşturduğu vakıflar, çağdaş kültür
ve medeniyete, özveri, yardımlaşma, dayanışma ile ırk, dil, din,
mezhep ve görüş ayrılıkları olmaksızın birlikte yaşamayı, acıyı
veya tatlıyı birlikte paylaşmayı sağlayarak insanlığın ve insanca
yaşamanın vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. Kısaca, vakıflar,
kimsesizlerin kimsesi olmak üzere kurulmuş çok önemli bir örgütlenmedir.
Asırlardır
bu topraklarda hizmetleriyle çok önemli konumda yer alan vakıflar,
günümüz dünyasında da devlet ve özel sektörün yanında üçüncü bir sektör
olarak, eğitim, sağlık, kültür gibi sahalarda önemli hizmetler görmeye
devam etmektedir. Bugüne kadar ülkemizde vakıfların önemi yeterince
kavranamadığından ata yadigârı birçok tarihî eserimiz ihmal ve bakımsızlıktan
yok olup gitmişlerdir. Dört yıllık iktidarımızda, bu alanda çok önemli
ve güzel hizmetlere imza atılarak elde kalanların yok olmaması
için gerekli çalışmalar başlatılmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün yaptığı
hizmetlere bakarsak, sosyal hizmetlerin başında, evinde yemek pişirecek
gücü olmayanlara yapılan imaret hizmetleri gelmektedir. 2002 yılında,
mevcut imaretlerde toplam 8 bin kişiye yemek dağıtılırken, 2006 yılında
bu rakam 81 ilde 180 modern imarette 82 bin kişiye ulaşmıştır. 2007 yılındaki
hedefimiz ise 100 bin kişidir.
Vakıflar
Genel Müdürlüğümüzce, 2007 yılında, Türkiye’nin 794 ilçesinde toplam
70 bin kişiye kuru gıda yardımı yapılması planlanmıştır.
Vakıflar
Genel Müdürlüğü, yeni bir anlayışla sosyal hizmet alanlarına bir
yenisini eklemiştir. 2006 yılında, ortaöğretimde okuyan şehit,
dul, yetim ve tabii afetlerden zarar gören muhtaç ailelerin öğrencilerine
3 bin kişilik burs verilmesine başlanmıştır. Bu sayının 2007 yılında
5 bin kişiye çıkarılması amaçlanmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimizin en başarılı olduğu
alanlardan birisi de vakıflardır. Hükûmet olarak vakıflara verdiğimiz
önem herkes tarafından kabul edilmektedir. Hükûmetimiz döneminde
1.111, altını çizerek söylüyorum 1.111 vakıf eseri onarılarak devreye
sokulmuştur. 2006 yılında restorasyonu yapılacak 750 eser, ivmenin
gittikçe arttığını göstermektedir.
Vakıfların
mallarına sahip çıkılmıştır. Yeni vakıfların devreye girmesi, vakıf
ruhunun küresel anlamda canlandırılması için önemli adımlar atılmıştır.
Ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait, yıllardır atıl durumda
olan, bekleyen gayrimenkuller bu durumdan kurtarılmıştır.
Vakıflar
Genel Müdürlüğü için, taşınmazların sayısının hâlihazır durumunu
bilmek, sağlıklı bir envantere sahip olmak çok önemlidir. Hükûmetimiz
iktidara gelinceye kadar Vakıflar Genel Müdürlüğü kendi envanterine
sahip değil iken, proje uygulama süreci hâlinde olan, devam etmekte
olan CBS, yani Coğrafi Bilgi Sistemi Projesi kapsamında şu ana kadar
Türkiye’deki tüm tapu kütükleri taranmış olup, ayrıca vakıf taşınmazlarıyla
ilgili olarak mevcut durum fotoğrafları, haritalar, imar planları
ve kadastral haritaların çıkartılması işlemleri tamamlanmıştır.
Vakıflar
Genel Müdürlüğünün mevcudiyet sebebi olan ve yıllarca bugünkü dile
çevrilmeyen, çeşitli arşivlerde, dağınık, bakımsız bir şekilde bulunan
vakfiye, hüccet, berat, ilam, şahsiyet kaydı belgelerinin derlenerek
bilgisayar ortamına aktarılmasına büyük önem verilmektedir. Bu
bağlamda, Selçuklu ve Osmanlı dönemi kültür ve medeniyetine ait
bilgi ve belgelerin, İnternet ortamında Türk ve dünya kamuoyuyla
paylaşılmasını içeren Vakıf Arşiv Yönetim Sistemi, yani kısa adıyla
VAYS projesinin çalışmaları da hızla sürdürülmektedir.
2003-2006
yılları arasında toplam 146 adet taşınmaz “kat karşılığı” değerlendirilmiştir.
2003-2006 yılları arasında 45 adet taşınmaz, “yap-işlet-devret” modeline
göre, yine, değerlendirilmiştir. Yine, 70 adet tarihî eser, “restore
et-işlet-devret” modeline göre değerlendirilmektedir.
AK
Parti İktidarı döneminde, 2003 yılında 44 milyon YTL olan Vakıflar
Genel Müdürlüğü bütçesi, 2004 yılında 48 milyon YTL, 2005 yılında
206 milyon YTL; 2006 yılında ise, 2003 yılına göre 10 kat artırılarak,
altını çizerek söylüyorum, 10 kat artırılarak 400 milyon YTL’ye çıkarılmıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2007 yılı mali bütçesi, Maliye Bakanlığı
ve Devlet Planlama Teşkilatınca 393 milyon 585 YTL olarak belirlenerek
bir rekor seviyeye ulaşmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Koca, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun,
ek sürenizi başlattım.
AHMET
KOCA (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Kendi
seçim bölgem olan Afyonkarahisar’da da, bu dönem içerisinde, Vakıflar
Genel Müdürlüğümüz büyük hizmetlerde bulunmuştur. Merkez Ulu Camimiz,
Keçepazarı Camimiz, Merkez Anıtkaya Eğret Hanı’mız, yine Merkezde
Fakıpaşa Camisi ve evinin restorasyonu ve yine kendi ilçem olan
Bolvadin ilçesinin depremde zarar gören ve sonra yangın geçiren camimizin
tekrar hizmete açılması yine Vakıflar Genel Müdürlüğünün büyük çalışmalarıyla,
katkılarıyla olmuştur.
Büyük
tarih beşiği olan Afyonkarahisar’ımızda çeşitli kervansaraylar
ve hanlar, hamamlar restore edilmek suretiyle Çay ve İhsaniye’deki
kervansaraylarımız tamir edilmiştir.
Yine,
Çobanlar ilçemizdeki, Emirdağ ilçemizdeki ve İhsaniye ilçemizdeki
vakıf eserleri tamir edilmiştir.
Yine,
Afyonkarahisar’ımızın merkezinde bulunan üç tane vakıf binamızın
deprem projesine göre güçlendirilmesi 2007 yılı içinde teklif edilmiştir.
Değerli
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime son verirken, 2007
mali yılı bütçesinin Vakıflar Genel Müdürlüğümüze ve milletimize
hayırlı olmasını diliyor, yaptıkları değerli hizmetlerden sadece
ufak bir demet sunduğum Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin Bey’e ve
Genel Müdürümüze ve onun çok kıymetli çalışanlarına, tüm emeği geçenlere
çok teşekkür ederek yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
AK
Parti Grubu adına üçüncü konuşmacı, Samsun Milletvekili Mehmet
Kurt.
Sayın
Kurt, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA MEHMET KURT (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2007 mali yılı Devlet Personel Başkanlığı bütçesiyle ilgili olarak
AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, Devlet Personel Başkanlığı, kamu hizmetlerinde
temel teşkil eden personel, teşkilat ve mevzuatla ilgili konularda
görevlendirilmiş kurumumuzdur. Kamu hizmetlerinde teşkilatlanmanın
rasyonel temellere kavuşturulması, teşkilatların etkin çalışan
birimler hâline getirilmesi, tüm kamu hizmeti görülen kurumlarda
kadro sisteminin karmaşadan kurtarılması, personel hususundaki
planlamaların yapılması, personel kaynaklarının verimli bir şekilde
kullanılması, yine, personel kalitesinin yükseltilmesiyle, yönetimin
planlanmasına imkân verecek bilgilerin depolanması görevlerini
ifa etmektedir.
Kamu
yönetimi, personel, mali kaynaklar, teşkilat ve mevzuattan müteşekkil
bir yapıdır. Kamu hizmetlerinin daha etkin ve verimli yürütülebilmesi
için, yapının temeli olan personel sisteminin ve bu personelin çalışma
şart ve imkânlarının iyileştirilmesi, personelin daha etkin hale
getirilmesi ve kamu hizmetinin işleyiş kurallarının karmaşadan
arındırılıp bürokrasinin asgari seviyeye çekilmesi gerekmektedir.
Değerli
milletvekilleri, sosyal güvenlik reformundan istenilen sonuçların
alınabilmesi için kamu personel rejiminde de reform yapılması gerekir.
Bu maksatla, son yıllarda, personel rejimimizle alakalı olarak yenilikler
getiren düzenlemeler yapılmıştır. Bunları kısaca sıralamak istiyorum:
Birincisi,
Personel Rejimi Kanun Tasarısı Taslağı. Hükûmetimizin, konunun
uzmanı akademisyenlerle ortaklaşa çalışmak suretiyle personel
rejiminin yeniden düzenlenmesine ilişkin Kanun Tasarısı Taslağı,
kamu hizmeti gören tüm personelin eşit şartlarda çalışabilmesi
için önemli bir adım olarak kabul edilmelidir. Kamu personeli reformuyla,
kurumlar arası ücret farklılıkları ve ücret kalemlerinin çokluğu
ve personel dağılımının kurumsal ve bölgesel dengesizliğine son
verilecektir. Ana hatları itibarıyla, Personel Rejimi Kanun Tasarısı
Taslağı, eşit işe eşit ücret sistemini getirmekte, aylıkların hesaplanmasını
kolaylaştırmakta, bütün kamu çalışanlarını mali haklar açısından
tek bir çatı altında toplamaktadır. Bu kapsamlı yasa taslağı üzerindeki
çalışmalar sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarıyla irtibatlı
olarak devam etmekte olup, son şeklin verilmesinin ardından Hükûmetimizce
yakın bir zaman içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
getirilecektir.
Devlet
Personel Başkanlığının çalışmalarından ikincisi ise PERNET, kısaca,
kamu personeli kayıt sistemi, Başbakanlığın 1/4/2005 tarihli Resmî
Gazete’de yayımlanan “e-Dönüşüm Türkiye Projesi 2005 Yılı Eylem
Planı” kapsamında e-Dönüşüm Türkiye Projesi’nin hayata geçirilmesi
amacıyla kamu kurum ve kuruluşlarında hazırlanan ve hâlihazırda
uygulanan ya da hazırlık çalışmaları
sürdürülmekte olan çevrim içi hizmetlerin etkin bir şekilde sunulabilmesi
için gerekli işbirliği ve bilgi paylaşımı sağlanarak, birlikte çalışılabilir
ve güvenli altyapının oluşturulması esası temel kabul edilerek kamu
personeli kayıt sisteminin ilgili kuruluşlara açılması sorumluluğu
Devlet Personel Başkanlığına verilmiştir. Bu sebeple PERNET, kısaca,
kamu personeli kayıt sisteminin tek bir veri tabanında toplanarak
ilgili kuruluşlara açılması projesi başlatılmıştır.
Kamu
kesiminde istihdam edilen bütün personele ait anahtar bilgilerin
MERNİS-KPS, yani kimlik paylaşım sistemi ve kamu kurum kayıt sistemiyle
irtibatlı olarak tek bir merkezde sağlanması ve paylaşılması amaçlanan
bu proje sayesinde kamu personeline ait talep edilebilecek her
türlü istatistiki bilginin verilebilecek olması, karar verici
makamlara hızlı ve doğru karar verebilme imkânı sağlayacaktır. Ayrıca,
projenin temel niteliklerinden biri olan vatandaşın bilgilendirilmesi
ve kamunun bu bilgilerden yararlanması amacına ulaşılmış olacaktır.
PERNET
projesi, kamu personel envanterinin çıkarılmasına yönelik bir
çalışma olup, bu projede personel bilgilerinin merkezî olarak tutulması
amaçlanmıştır.
Ayrıca,
kamu çalışanlarına ait temel nitelikleri kapsayacak bilgilerin
toplanması ve derlenmesi sağlanarak, ilgili personelin tüm bilgilerinin
tutulması da planlanmıştır. Bu projenin 2007 yılı sonuna kadar bitirilmesi
hedeflenmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bizden önceki dönemde personel
alımında merkezî sınav sistemine geçilmiş, bizim dönemimiz de,
adil olan bu uygulamaya devam edilmektedir.
Ayrıca,
yine, görevde yükselme sisteminde, şube müdürlüğüne kadar olan
kadrolara yapılan atamalar eğitim ve sınav şartına bağlanmış olup,
bu sayede görevde yükselmede liyakat esas unsur haline getirilmiştir.
Tüm
bunların yanı sıra, Devlet Personel Başkanlığının diğer bazı önemli
görevleri de vardır ki, bunlar şu şekilde sıralanır:
Devlet
Personel Başkanlığı, özelleştirilen kamu kuruluşlarındaki istihdam
fazlası personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarından nakli görevini
de ifa etmekte. Bu sayede, personel ihtiyacı olan kuruluşlara personel
takviyesi de sağlanmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Personel Başkanlığının
yürütmüş olduğu önemli diğer bir hizmet ise, hizmet içi eğitimdir.
2006 yılı içerisinde yaklaşık 5 bin kamu personeli hizmet içi eğitime
tabi tutulmuştur. 2007 yılı içerisinde bu sayının 9 bin olarak gerçekleştirilmesi
hedeflenmektedir.
Kamu
personel sistemimizin sağlam temellere kavuşturulması için yapılması
gereken, kadroların gözden geçirilmesi ve görev tanımlarının yapılmasıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Kurt, Konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET
KURT (Devamla) – Personel dağılımını adil bir yapıya kavuşturacak
norm kadro çalışmaları tamamlandığında, kurumlar arası ya da bölgeler
arası geçiş talepleri belli kurumlarda ya da belli bölgelerde personel
açığı gibi durumlar tamamen ortadan kalkacaktır. Bu sebeple, norm
kadro çalışmalarına hız verilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, bu denli önemli görevleri üstlenen Devlet Personel
Başkanlığımızın mütevazı bütçesi bu yıl için 10 milyon 469 bin
YTL’dir. Bütçenin memleketimize ve milletimize hayırlı olması dileğiyle,
hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Kurt.
AK
Parti Grubu adına dördüncü konuşmacı Elâzığ Milletvekili Zülfü Demirbağ.
Sayın
Demirbağ, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2007 mali yılı bütçesi üzerinde
AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, konuşmamın başında kısa bir genel değerlendirme
yaptıktan sonra konuya girmek istiyorum.
AK
Parti İktidarımız döneminde özellikle muhalefet tarafından sık
sık dile getirilen ve üzerine siyaset yapılan ve cumhuriyetimizin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadelerinde yer bulan “Köylü
milletin efendisidir.” sözü âdeta hayata geçirilerek, Başbakanımızın
talimatıyla uygulamaya konulan KÖYDES projesiyle yolu olmayan
köy, suyu olmayan ev bırakılmaması yönünde büyük bir mesafe kaydedilmiştir.
Bu
anlamda, bu yaz gezdiğim, önemli kısmı Elâzığ’ın en ücra, güvenlik sıkıntısı
ve ulaşımı zor olan Gökdere-Beyhan-Arıcak bölgesindeki köylerimiz
olmak üzere, 150’nin üzerindeki köyümüzde yapılan çalışmalardan
dolayı çok olumlu tepkiler aldım. Yine, teşkilat çalışmaları nedeniyle
gezip görme imkânı bulduğum Bingöl ve Tunceli ilimize ait özellikle
Yedisu, Adaklı, Kiğı, Pertek, Hozat, Ovacık ilçelerimiz ve köylerinde
yapılan çalışmaların insanımızı büyük ölçüde memnun ettiğini
müşahede ettim. Zira, bu üç ilimize, Elâzığ, Tunceli, Bingöl illerimize
KÖYDES’ten yapılan hizmet -her ilimize 25-30 trilyon olmak üzere- 2006
yılında yaklaşık 85-90 trilyon lira. Bir bu kadar da 2007 yılında yapıldığını
düşünürsek -ki, bu ölçüde bütçe ayrıldı, inşallah yapılacak- diyebilirim
ki, cumhuriyet tarihinde, özellikle, Tunceli ilimize, Bingöl ilimize
yapılan hizmetler kadar hizmet yapılmış olacak.
Ayrıca,
yine, Başbakanımızın talimatlarıyla yapımına start verilen duble
yol projesi de KÖYDES’le birlikte âdeta devrim niteliği taşımaktadır.
Zira, uzun yıllardır Elâzığ’da politikayla uğraşan, iktidar partilerinde
il başkanlığı yapan ve halen AK Parti dışında bir partide siyasete
devam eden bir ağabeyim, kendilerini ziyaretimde -kendi ifadelerini
aksettiriyorum- “Bu Recep Tayyip Erdoğan hiçbir şey yapmasa, sadece
duble yollar sayesinde beş yıl daha iktidara gelir.” ifadesini kullanmıştır.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Ben de, burada, bu ifadeyi teyiden
dört yıl içerisinde yapılan bu güzel hizmetler ve saymakla bitiremeyeceğim
kadar güzel icraatlardan sonra, 2007 yılı sonunda yapılacak genel
seçimde, AK Partimizin, milletimiz tarafından bugünkünden daha
güçlü bir şekilde iktidara taşınacağını gönül rahatlığıyla ifade
etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, 1930’lu yılların ikinci yarısından itibaren devlet
teşebbüslerinin ekonomik hayatta daha etkin görevler üstlenmesi
ve sosyoekonomik nedenlerle giderek yaygınlaşması, bu kuruluşların
çalışma esasları ve denetimlerinin kanunla düzenlenmesini bir
ihtiyaç hâline getirmiş ve Büyük Önder Atatürk’ün 1937 yılında Meclisi
açış konuşmasında verdiği direktif doğrultusunda, 17/6/1938 tarih
ve 3460 sayılı Kanun’la Umumi Murakabe Heyeti, yani bugünkü ismiyle
Yüksek Denetleme Kurulu hayata geçirilmiştir.
Kamu
iktisadi teşebbüslerinin işletmecilik kurallarına ve ekonominin
genel ilkelerine uygun, kârlı ve verimli çalışmalarına yönelik
tespit ve önerilerde bulunmak amacıyla anılan kuruluşları sürekli
gözetim ve denetim altında bulunduran, bilanço ve sonuç hesaplarını
inceleyen, yöneticilerin aklanmasına veya aklanmamasına ilişkin
raporlar düzenleyen Yüksek Denetleme Kurulu, daha sonra, 1960 yılında,
23 sayılı Kanun’la Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlanmış, ancak
kısa bir süre sonra, 1964 yılında, 468 sayılı Kanun’la tekrar Başbakanlığa
bağlanmıştır.
Öte
yandan, 1982 Anayasası’nın 165’inci maddesiyle "Sermayesinin
yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Devlete
ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisince
denetlenmesi esasları kanunla düzenlenir." kuralı getirilmiş
olup, Anayasa’mızın 165’inci maddesinin gerekçesinde de belirtildiği
üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu denetimi Yüksek Denetleme
Kurulu aracılığıyla yapması öngörülmüştür.
Bu
nedenle, 1987 yılında çıkarılan 3346 sayılı Kanun’da da, Türkiye Büyük
Millet Meclisi KİT Komisyonunun, kamu iktisadi teşebbüslerini
Yüksek Denetleme Kurulu raporlarını inceleyerek denetleyeceğine
dair hükümlere yer verilmiştir.
Az
önce de belirtmiş olduğum gibi, Yüksek Denetleme Kurulu, denetiminin
kaynağını Anayasa’nın 165’inci maddesinden almaktadır. Böylece,
sermayelerinin yarıdan fazlasının doğrudan doğruya veya dolaylı
olarak devlete ait olan istisnasız bütün kamu kuruluş ve ortaklıkları
bu kapsama alınmıştır.
Ayrıca,
3346 sayılı Kanun’un 2’nci maddesinde "ödenmiş sermayesinin yarısından
fazlası kamu tüzelkişilerince sağlanmış olan kurumlar ile bu kurumların
ödenmiş sermayesinin yarısından fazlasını sağlamış oldukları diğer
kurumlar ve yukarıda sayılanlardan olmamakla beraber kendilerine
bazı kamu yetki ve görevleri verilmiş olup galip vasıfları bu kamu
hizmetlerini yürütmek olan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından
olmayan özel kanunlara tabi kurumlar ve İller Bankası, bu Kanunla
konulan denetime tabidirler" denilmek suretiyle, denetlenen
kuruluşların kapsamı daha da genişletilmiştir.
72
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 22’nci maddesinde Yüksek Denetleme
Kurulunun denetleme konuları,
1.
Denetlenen kuruluşların kanun veya statülerinde belirlenen amaç
ve esaslara, uzun vadeli kalkınma planı ile programlara uyulup uyulmadığı,
2.
İşletme bütçelerinin gereklere, işlemlerinin bütçelere; maliyet, bilanço ve sonuç
hesaplarının dönem faaliyetlerine uygunluğu,
3.
Çağdaş işletmecilik esaslarına uyulup uyulmadığı,
4.
İşlemlerin hukuka uygunluğu,
5.
Verimlilik ve kârlılık ilkelerine uyulup uyulmadığı,
6.
İşletmenin zarara uğratılıp uğratılmadığı,
Şeklinde
belirlenmiş ve kuruluşlarda uygunluk denetimi yanında, esas olarak,
finansal denetim ve performans denetimi yapılması öngörülmüştür.
Yüksek
Denetleme Kurulunun denetim kapsamına, kamu iktisadi teşebbüsleri,
özel kanunlarında Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine tabi olduğu
belirtilen kurum ve kuruluşlar, fonlar, sosyal güvenlik kuruluşları,
4046 sayılı Özelleştirme Kanunu’nun 11’inci maddesine göre özelleştirme
kapsamına alınan kuruluşlar ile 3346 sayılı Kanun çerçevesinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından denetimi Yüksek Denetleme
Kuruluna verilen kuruluşlar girmektedir.
72
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye göre, Yüksek Denetleme Kurulu,
Başbakanlığa bağlı, tüzel kişiliğe sahip yüksek bir denetleme organı
olup, Yüksek Denetleme Kurulunda hâlen, 1 başkan vekili, 14 üye, 93
baş denetçi, 37 denetçi olmak üzere 145 meslek mensubu; 56 idari personel
olmak üzere 201 personel çalışmaktadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatılmıştır)
BAŞKAN
– Sayın Demirbağ, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Devamla) – 1/1/2006 tarihinden itibaren 5018 sayılı Kanun
kapsamına giren Yüksek Denetleme Kurulunun 2007 yılı bütçesi 2006
yılı bütçesine göre yüzde 12,12 artışla 10 milyon 355 bin yeni Türk
lirası olarak düzenlenmiştir.
Yüksek
Denetleme Kurulunun 2007 yılı bütçesine gider türlerine göre bakılacak
olursa, personel giderleri 6 milyon 731 bin, sosyal güvenlik kurumları
prim gideri 1 milyon 671 bin, mal ve hizmet alım gideri 1 milyon 669
bin, cari transferler 20 bin YTL, sermaye giderleri 265 bin YTL olarak
gerçekleşmiştir.
Değerli
milletvekilleri, konuşmama son vermeden bir hususu da belirtmek
isterim: AK Parti hükûmetleri ilk kurulduğu günden beri yolsuzlukla
sürekli mücadele içerisinde olmuş. Bunun en güzel örneğini de kamu
bankalarında görmekteyiz. Biliyorsunuz ki, önceki hükûmetler döneminde,
gerek kötü yönetimler gerekse yapılan suistimaller nedeniyle,
adına “görev zararı” denmek suretiyle, her yıl katrilyonlarca zarar
ortaya çıkmakta, bunun faturası da en ağır şekilde halkımıza ödettirilmekteydi.
İktidarımız döneminde “görev zararı” diye bir şey söz konusu olmadığı
gibi, kamu bankaları kârlılıkta özel sektör bankalarıyla yarış
eder hale gelmiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Demirbağ, bu, dün görüşüldü galiba, Sayın Bakan da bu hususta
geniş açıklamalar yapmıştı bildiğim kadarıyla. Lütfen konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun
efendim. Lütfen...
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Devamla) – Sözlerime son verirken, Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu 2007 mali yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı
olması dileğimle, Yüce heyetinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Demirbağ.
AK
Parti Grubu adına beşinci konuşmacı Çorum Milletvekili Muzaffer
Külcü.
Sayın
Külcü, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; sizleri saygıyla selamlıyorum.
AK
Parti Grubumuzun -2007 Danıştay bütçesi üzerinde söz aldım- görüşlerini
sizlerle paylaşacağım.
Tabii,
öncelikle, geçen yıl, geçen yasama döneminde, 17 Mayıs tarihinde
yaşanan o menfur saldırıyı ben de Grubumuz adına kınamak istiyorum
ve o saldırıda hayatını kaybeden Mustafa Yücel Özbilgin’e ve ailesine
sabır ve rahmet diliyorum, aynı şekilde, yaralananlara da geçmiş
olsun diyorum.
Ülkemizin
istikrara kavuştuğu, iç huzurun, iç barışın sağlandığı, insanların
birbirine sevgisinin, saygısının arttığı her dönemde, ne yazık
ki, bu tür saldırılar ülkemizde olmuştur. Ümit ediyoruz ve diliyoruz
ki, bundan sonra bu tür saldırılar hiçbir zaman olmasın. Kim yaparsa
yapsın, ne adına yaparsa yapsın, aklıselimin hiçbir zaman böyle bir
şeyi tasvip etmesi, kabul etmesi mümkün değildir, biz de kınıyoruz.
Tabii,
İçişleri Bakanlığımızı ve personelini de olayı kısa zamanda aydınlığa
kavuşturduğu için ve ülkemizde belki yapılması muhtemel birtakım
tartışmaların da böylece önüne geçtiği için huzurlarınızda tebrik
etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, bundan yüz yıl kadar, yüz elli yıl kadar öncesine gidip
hukuk anlayışını, dünyanın hukuk anlayışını değerlendirdiğimizde,
daha çok topluluğun hukukunu öne alan, onu önceleyen bir anlayış
varken, son yüzyılda, daha çok kişinin hukukunu, bireyin hukukunu
önceleyen ve onu koruyan, korumaya çalışan bir hukuk anlayışının
geliştiğini görüyoruz.
Bugün
bütçesini görüşeceğimiz Danıştay da esas itibarıyla buradan doğmuş
bir yüksek mahkemedir. Yani, kişinin devletle, idarenin kişiyle,
bireyle olan ilişkisini düzenleyen ve onun hukukunu koruyan bir
mahkeme durumundadır.
Ne
iş yapar diye baktığımızda iki ayrı görevi var. Bunlardan birisi,
idarenin yapmış olduğu işlem ve eylemlerin yerinde olup olmadığını,
kanuna uygun olup olmadığını denetlemek, bir diğeri ise, bu işlem
ve eylemler yapılmadan önce “biz bunu yapmak istiyoruz, idare olarak
bunun kararını vermek üzereyiz, ama, kanun bu konuda ne diyor, hukuk
ne diyor, bizi sınırlandıran, vazgeçmemizi gerektiren bir düzenleme
var mıdır” şeklindeki başvuruları istişari mahiyette, danışma
mahiyetinde değerlendiren ve neticelerini idareye bildiren bir
yüksek mahkemedir ve Anayasa’mızın 155’inci maddesinde kuruluşuna
ilişkin düzenleme yapılmıştır.
Tabii,
ben, daha önceki bütçe konuşmalarında hangi konulara temas edilmiş
diye bir baktım. Bugün de, yine, gruplar adına konuşma yapan arkadaşlarımız
hemen hemen aynı konulara işaret ettiler ve esasında önemli de konular.
Ben onlara kısaca açıklık getirmek istiyorum.
Bunlardan
bir tanesi malum olaydan sonra da çokça tartışılan bir bina konusu
ki, Hükûmetimizin o anlamda bir çalışması var. Halk Bankasının şu an
kullandığı binayı, Halk Bankasının İstanbul’a taşınması durumunda
veya daha öncesinde, daha kısa bir sürede özelleştirilmesi tamamlanırsa,
orayı, biz yüksek mahkememize, Danıştayımıza tahsis edeceğiz. Onların
da güven içerisinde, huzur içerisinde, refah, ferah mekânlarda çalışması
iktidar olarak bizi de, bilesiniz ki, fevkiyle memnun edecektir.
Onun
dışında, bütçesi her kurumun olduğu gibi, ifade edilen, dile getirilen
bir konu: Değerli arkadaşlar, şöyle bir baktığımızda, acaba Danıştay’ın
daha önceki yıllarda bütçesi neydi, bu yıl ne diye. Bakınız, çok geriye
gitmiyorum, sadece 2002 yılı bütçesini veriyorum: 12 milyon YTL,
yani 12 trilyon lira, 2007 yılı bütçesi ise 36,4 milyon YTL, yani tam 3
katına çıkarılmış bir Danıştay bütçesi bu sene konuşuluyor ki, bu
bizim “Yargıyı çalışmaktan mahrum ediyorsunuz, çalışma alanlarını
daraltıyorsunuz, özlük haklarında iyileştirme yapmıyorsunuz.”
şeklindeki eleştirilere de maruz kalırken, esasında ne kadar haksız
eleştirildiğimizi, öyle düşünüyorum ki, çok açık, net bir şekilde
ortaya koymaktadır…
HÜSEYİN
ÖZCAN (Mersin) – Yargı kararlarını uyguluyor musunuz?
MUZAFFER
KÜLCÜ (Devamla) – Eğer, 3 katına çıkarılmış bir bütçeyi bugün konuşabiliyorsak,
bu, AK Partinin hukuka, adalete ne kadar sıcak baktığını, dikkatli
baktığını, anlayışlı baktığını, Değerli Milletvekilim, ortaya
koyar…
HÜSEYİN
ÖZCAN (Mersin) – Yargı kararlarını uyguluyor musunuz, uygulamıyor
musunuz? Onu söyle.
MUZAFFER
KÜLCÜ (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlar, tabii, burada ifade etmemiz
gereken başkaca şeyler de var. Biz, nasıl yürütme olarak, yasama olarak
belli sınırların içerisinde kalarak görevimizi ifa ediyorsak, üç
erkten birisi olan yargının da kendisine tanınan sınırlar içerisinde
bu görevini ifa etmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bunu
şunun için söyledim: Son zamanlarda Yargıtayımız, zaman zaman âdeta
idarenin yerine geçerek, ülkenin ekonomik politikalarını çok yakından
ilgilendiren, personel hareketlerini çok yakından ilgilendiren
ve Hükûmetin iş yapma yeteneğini neredeyse elinden alan kararlara
imza attığı söz konusudur.
Yani,
vekâleten görev yapan bir müdürün görevden alınması hâlinde tekrar
göreve iade etmesi gibi veya herkesin aday olmak hakkıdır, ama, bir
siyasi partimizden aday olan herhangi bir valinin tekrar aynı yerde
göreve iade edilmesi gibi haller, esasında, Danıştayın, bazı konularda
yargı sınırlarını da hukuk sınırlarını da zorlayarak karar verdiğini
göstermiştir.
Ben,
Danıştay konusunu görüşürken, idare mahkememizle ve bölge idare
mahkememizle ilgili -Çorum’umuzun- birkaç cümle söylemek istiyorum.
Sayın Adalet Bakanımıza sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum. Çorum’a
bir idare mahkemesi açtık. Ama, şimdi, Çorum, kentleşmesini çok büyük
oranda tamamlamış, bölgesinde sanayisiyle adından söz ettiren
“Anadolu aslanları”, “Anadolu kaplanları” diye anılan kimliğiyle,
son yıllarda atak yaptığı turizmiyle, yine bizim dönemimizde kurulan
üniversitesiyle, bölgesinin parlayan bir yıldızı hâline gelmiştir.
Biz,
devletin imkânlarından olabildiğince az yararlanan, kendi müteşebbis
ruhunu ortaya çıkararak kendi imkânlarıyla kalkınmasını, sanayileşmesini
tamamlamaya çalışan bir kentiz ve bu özelliklerimiz dikkate alınarak…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Külcü, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MUZAFFER
KÜLCÜ (Devamla) – …idare mahkemesini bu dönemde Çorum’a açtık. Bunun
için, Adalet Bakanımıza teşekkür ederken, aynı şekilde, yeni yerine
adliyemiz taşındı, boş bir binamız var, güzel bir taş binamız var.
Oraya, bölge idare mahkemesini açmak istiyoruz. Bu başarının da
bu şerefin de bu Adalet Bakanlığına, bu döneme nasip olmasını canıgönülden
diliyoruz. Bütün Çorum, siyasi farklılıklarını bir tarafa bırakarak,
sivil toplum örgütleri, siyasi düşüncelerini, farklılıklarını
bir tarafa bırakarak bunu beklemektedir.
Bu
düşüncelerimi milletimizin kürsüsünden bir kez ifade etmek istedim.
Değerli
arkadaşlarım, Danıştayımızın 2007 yılı bütçesinin hayırlı uğurlu
olmasını temenni ediyorum, Grubumuz adına sizleri saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Külcü.
AK
Parti Grubu adına son konuşmacı, Erzurum Milletvekili Muzaffer
Gülyurt.
Sayın
Gülyurt, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) – Sayın Başkan, yüce
Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
Araştırma Kurumu Başkanlığı ile Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığının
2007 mali yılı bütçesi üzerinde AK Parti Grubumuz adına söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, çağımızın en gelişmiş toplumları,
bilgi temelli ve bilgiye dayanan teknolojik ekonomilere sahip
toplumlar olarak ifade edilirler.
21’inci
yüzyılda, dünyanın önde gelen, güçlü, zengin, halkının refahını artıran
ve geleceğe güvenle bakabilen ülkeler arasında yer alabilmenin
yolu bilgi çağını yakalamak ve onun gereklerini yapmaktan geçmektedir.
Bu açıdan, bilim ve teknolojinin ne kadar büyük bir önemi haiz olduğu
açıktır.
Gelişmiş
toplumlarla rekabet edebilmek, insanlarımızın refahını artırmak,
sürdürülebilir ekonomik büyüme ve kalkınma sağlamak, sosyal, ekonomik
sorunlara etkin ve verimli çözümler getirebilmek için, bilgiyi,
bilim ve teknolojiyi üretmek, kullanmak ve topluma yaygınlaştırmak
gerekmektedir.
Bilim
ve teknolojide yeni gelişmeler sağlamanın yolu da ar-ge yapmaktan
geçmektedir. Sanayimiz, KOBİ’lerimiz, kısacası kamu ve özel sektörümüz
ar-ge faaliyetlerine yönelip kendi bilim ve teknolojilerini oluşturmadıkça
dünyayla rekabette başarı sağlayamayacağımız tartışmasız bir
gerçektir. Artık, üretimimizi, dışarıdan teknoloji ithalatı ve
transferiyle değil kendi geliştirdiğimiz ve hatta dışarıya satar
hâle geldiğimiz bilgi ve teknolojilerle yapar hâle gelmedikçe, geleceğe
güven ve umutla bakan ve rekabet düzeyi yüksek bir ülke durumuna gelemeyiz.
Sormamız gereken soru “dünyada bilim ve teknoloji üreten, bu alanda
sürekli yenilik yapan ülkelerden biri mi olmak istiyoruz” sorusudur.
Elbette ki, gönlümüz, diğer dünya ülkelerinin ürettiği katma değeri
yüksek mal ve hizmetleri fahiş bedeller ödeyerek satın almayı değil,
bilim ve teknolojiyi sanayiye dönüştürerek üretim yapıp, ihraç
etmeyi arzu etmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye’nin bilim ve
teknoloji politikalarından sorumlu köklü bir kurumumuz olan TÜBİTAK
ve yine Başbakana bağlı bilimsel, idari ve mali özerkliğe sahip tüzel
kişiliği olan TÜBA, Sayın Başbakanımızın yüksek ilgi ve destekleriyle,
son yıllarda, önceki dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde hızlı
ve büyük atılımlara girmiştir. Bu, en kısa ifadeyle, aklın ve gönlün
gereğinin hayata geçirilmesi kararlılığıdır. Hükûmetimizin,
araştırma ve geliştirme faaliyetlerine, cumhuriyet tarihinde
eşi görülmemiş miktarlarda, daha önceki yılların 10 katı oranında
ayırdığı kaynak, bu kararlılığın en açık bir göstergesidir. Üstelik
bu tahsis, büyük bir ekonomik krizin yaşandığı süreçte iktidarı
devralan bir hükûmet döneminde gerçekleşmiştir. Buradaki, Hükûmetimizin
amacı, 2010 yılında, Türkiye’nin gayrisafi millî hasıladan ar-ge’ye
ayrılan payın bugünkü rakam olan binde 70’lerden yüzde 2’ye çıkarmak.
Ar-ge yapacak insan gücü kaynağını, yani, araştırmacı sayısını da
40 binlere ulaştırmaktır.
Malumunuz
olduğu üzere, TÜBİTAK’ın vizyonu “toplumdan bilim ve teknoloji kültürünün
benimsenmesini sağlayan, bilim ve teknolojiyi ürüne dönüştürerek
ulusal yaşam düzeyini yükselten ve sürdürülebilir kılan lider bir
Türkiye” şeklinde belirlenmiştir. Yani, Türkiye’nin hedefi, bilim
ve teknoloji üreten, bu alanda rekabet düzeyi yüksek lider ülkelerden
biri olmak, birinci ligde olmaktır. TÜBİTAK, bu vizyon doğrultusunda,
Türkiye Araştırma Alanı (TARAL)’nı oluşturan tüm aktörlerle, yani,
üniversiteler, araştırma kurumları, ilgili kamu kurumları, sanayi
ve özel sektör ve ilgili sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içerisinde
yoğun faaliyetlere girmiştir.
Aynı
zamanda, bu vizyona yönelik olarak da, üstün bilimsel liyakat esasına
göre seçilmiş üyelerden oluşan Türkiye Bilimler Akademisi de, Üstün
Başarılı Genç Bilim İnsanlarını Ödüllendirme Programı (GEBİP)’yla
bu görevi başarıyla yürütmektedir. GEBİP programı otuz yedi yaş altındaki
başarılı bilim insanlarını ödüllendirmekte ve ödül alan, GEBİP
ödüllü bilim insanı sayısı da 144’e ulaşmış bulunmaktadır.
Her
iki kuruluşumuzun, kuruldukları günden bu yana, bilim ve teknoloji
alanındaki ulusal ve uluslararası faaliyetleri, nitelik ve nicelik
olarak çok artış göstermektedir. TÜBİTAK ve TÜBA ile ilgili başarılı
çalışmalara birkaç örnek vermek istiyorum.
Araştırmacı
sayısında, 2010 yılındaki hedeflenen rakama şimdiden ulaşıldığı,
2010 yılında bunun çok daha üzerine çıkılacağını ifade etmemiz
mümkündür. Desteklenen bilim insanı sayısında âdeta bir patlama
yaşanmış, 2003 yılından itibaren önceki yıllara oranla, bilim ve
teknoloji alanında verilen master ve doktora bursları miktarı 10
kat, bursiyer sayısı ise 6 kat artmıştır.
Ayrıca,
ar-ge projelerine sağlanan destek miktarları da 10 kat artış göstermiş,
üniversitelerimizden gelen proje başvuru sayılarında da âdeta
patlama yaşanmıştır.
Proje
desteklerinin, Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelere yayılması
sevindirici bir husustur. Dönemimizde, sanayi ve özel sektöre verilen
ar-ge ve teknolojik yenilik desteklerinde de ciddi bir artış sağlanarak,
üniversite ve sanayi iş birliği, TÜBİTAK’ın geliştirdiği yeni
programlar ile sevindirici ve umut verici seviyeye ulaşmıştır.
Ayrıca,
tarihimizde ilk defa, kamu kuruluşlarımız, görev alanlarıyla ilgili
ulusal kamu araştırma programlarını oluşturmaya başlamışlardır.
İki yıl gibi kısa bir sürede, bu manada, yüzlerce proje başvurusu
gerçekleşmiştir.
Yine,
çok sevindirici bir gelişme, kırk yıldır TÜBİTAK desteklerinden yararlanamayan
sosyal ve beşerî bilimler desteklenmiş, konuyla ilgili araştırma
grubu oluşturulmuştur. Fen ve temel bilimler gibi aynı şart ve koşullarda,
sosyal ve beşerî bilimler alanı da TÜBİTAK desteklerinden yararlanmış
olacaktır.
Dünya
bilim akademileri ile çok yoğun ilişkiler içerisine giren Türkiye
Bilimler Akademisi ve uluslararası bilimsel ve teknolojik faaliyetler
ve iş birliklerinde de gözle görülür bir artışı başarıyla sağlayan
TÜBİTAK, dünya standartlarını yakalama süreci içerisine girdiklerini
göstermektedirler.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Gülyurt, konuşmanızı tamamlayınız, buyurun.
MUZAFFER
GÜLYURT (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, TÜBİTAK ve TÜBA’nın 2007 bütçesinin,
aynı vizyon doğrultusunda ülkemizdeki bilim ve teknoloji faaliyetlerindeki
gelişmeleri daha da artıracağına, genç bilim adamlarımızın sayısının
ve bilimsel niteliklerinin yükseleceğine yürekten inanıyor, ülkemize
ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Yüce Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum, teşekkürlerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Beşinci
turda, şahsı adına, bütçenin lehinde, Burdur Milletvekili Bayram
Özçelik. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın
Özçelik, buyurun.
BAYRAM
ÖZÇELİK (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruluşlarının
2007 yılı bütçe kanunu tasarısı üzerinde, lehte, şahsım adına, söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Türk
sporunun gelişmesi, 1936 yılında Türk Spor Kurumunun kurulmasıyla
başladı ve 16 Temmuz 1938 tarihinde 3530 sayılı Yasa’yla bugünkü
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün kurulması izledi.
Bildiğiniz
gibi Türkiye genç bir nüfusa sahip. Gençlik, ülkenin sadece zenginliği
değil aynı zamanda dinamizmin ve değişimin potansiyelinin de kaynağıdır,
dolayısıyla genç nüfusa sahip olmak, Türkiye için büyük bir
imkândır. Gençlerin boş zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmeleri,
kötü alışkanlıklardan uzak yaşayabilmeleri, sağlıklı birer birey
olarak toplumda yaşayabilmeleri için, gençlik alanında da birçok
çalışma yapılmalıdır. Seçim beyannamemizde, gençliğimiz üzerine
vurgu yapıp “geleceğimizin gençlikle teminat altına alınması
için her türlü imkânın ve fırsatın ellerine verilmesi gerektiği”
ifade edilmiştir.
Günümüzde
spor, geçmişteki dar bakış açısından sıyrılmış ve geniş yelpazeyle
karşımıza çıkmıştır. Spor artık sadece sporcu, antrenör, kulüp anlayışının
dışında, kitle iletişim araçları, şirketler, reklam, pazarlama gibi
yeni kavramlarla birlikte yaşantımıza girmiştir. Bir zamanlar hayırsever
bir uygulama olarak düşünülen sponsorluk, şimdi, global çerçevede
bulunan şirketler için önemli görülmektedir. Kitle iletişim araçlarının
gücünü keşfeden şirketler, reklama yatırım yapmaktansa etkili
bir tanıtım aracı olarak sponsorluk faaliyetlerine yönelmiştir.
Dünya spor endüstrisinin hacmi 80 milyar dolardır. Spor, dünyanın en
büyük 22’nci ticaret faaliyeti olarak görülmektedir. Sadece Amerika
Birleşik Devletleri’nde 5 milyon kişi spor alanında istihdam edilmektedir
ve her yıl, sponsorluk, yüzde 30 olarak büyümektedir. Dünyadaki şirketlerin
sponsorluk harcamalarına baktığımız zaman ise dağılım şöyledir:
Spor yüzde 69, sosyal sorumluluk projeleri yüzde 9, kültür-sanat yüzde
6, festivaller yüzde 9 ve diğer yüzde 7. Görüldüğü gibi, spor yüzde
69’u işgal etmekte ve sportif faaliyetlere sponsor olmak isteyen
şirketlerin ise yüzde 35’i futbolu tercih ederken yüzde 19’u da basketbolu
tercih etmektedir.
2004
yılında kabul edilen Spor Hizmet ve Faaliyetlerinde Üstün Başarı
Gösterenlerin Ödüllendirilmesine Dair Yönetmelik uyarınca ödül
miktarları artırılmış, tüm branş ve kategorilerde sporcu, antrenör,
spor elemanı, teknik direktör ve kulüplere verilen ödül miktarları
ortalama yüzde 200’e varan oranlarda artırılmıştır.
AK
Parti iktidarıyla Türk sporunda da hızlı gelişmeler ve düzenlemelerle,
sporumuz ölüm sessizliğinden kurtularak ciddi bir spor otoritesi
varlığı gerçekleştirilmiştir. Bu süreci hızlandırırken, bunu sporun
adamlarıyla hizmet yapmanın vardığı bir sonuçtur. Öyle ki, lisanslı
sporcu sayısı kısa bir sürede yüzde 180’lere varan oranda artış göstermiştir.
Ayrıca, spor idarecilerinde gerçek spor adamlığı özelliğini aradığımız
içindir ki, 1970’li yıllardan bu yana bitirilemeyen tesislerin birer
birer açılışları yapılmaktadır. Yatırım projelerinin taklit edilmesinden,
özellikle yapılabilirliğini ve önceliğini kaybetmiş olan projeler
teklif edilmemektedir. Artık ülkemizde düzenlenecek olan spor organizasyonlarında
kullanılacak tesislere birinci derece öncelik verilmektedir.
5149 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine
Dair Kanun’un uygulanması sonucu, fanatik ve holigan davranışlarda
bulundukları gerekçesiyle işlemler yapılmıştır. Bunların kimine
Yasa’nın öngördüğü para cezası verilmiş, kimine de müsabakalardan
men cezasına çarptırılmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde
bir bilgi bankası kurulmuş -Yasa zaten onu öngörüyordu- kimler, hangi
amaçlarla hadise çıkarır, artık bu bilgi bankasında tek tek tespit
ediliyor ve ayrıca il güvenlik kurulları da itina ve titizlikle çalışarak
beklenen başarıya ulaşılmış olmaktadır. Avrupa Konseyi, Emniyet
Genel Müdürlüğünü, sporda şiddete yönelik çalışmaları nedeniyle
tebrikte bulunmuştur.
Sporda şiddetin değerlendirilmesinde, sporun
dışında bir de eğitim boyutu bulunmaktadır. Sporcu, spor branşlarında
ve spor alanlarında sportmenliğin alkışlanması, ödüllendirilmesi,
şiddetin yine şiddetle değil, telin edilerek bir eğitimin yerleştirilmesi
gerekmektedir. Olgun, bilinçli seyredilen spor oyunlarındaki seyircilerin
sayısının şiddeti benimseyenlerden daha fazla olması, bilinçli
seyircilerin bilinçsiz seyircilerden daha cesaretle etkinliklere
katılması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vakıf,
şahısların sahip olduğu imkânları kendi istekleri ve iradeleriyle
hayır amacıyla kamunun hizmetine sunmaktır. Vakıflar, dinî, sosyal,
kültürel ve hukuki müesseselerdir. Bugün, gelişen dünyada kamu
ve özel sektörün ardından üçüncü sektör olarak kabul edilmektedir.
Vakıf müessesesi asıl büyük tekâmüle sosyal hayatta
yardımlaşma ve dayanışmaya çok önem veren İslam dininin zuhurundan
sonra mazhar olmuştur. Gerçekten de İslam hukukunun en çok işlenmiş
ve geliştirilmiş bölümlerinden birisi vakıflardır.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Asya’nın ortasından
Anadolu’nun içlerine kadar uzanan yapılanmasında devletin, gözetici,
kollayıcı, adil elini halkını korumak için kullanmıştır. Toplumsal
adaleti sağlamaya çok önem veren Selçuklu ve Osmanlı yönetimleri
bunu gerçekleştirmek için bir vakıf medeniyeti oluşturmuşlardır.
Yurdumuzun hangi bölgesine giderseniz gidin,
karşınıza mutlaka bir vakıf eseri çıkacaktır. Bu eserlere sahip
çıkmak, onları yaşatmak, yıkılmaya yüz tutmuş ise onları tamir etmek,
restore etmek, ihya etmek bizim görevimiz, ama, bir görevimiz daha
olduğunu düşünüyorum, o da vakfın ruhunu ve vakfın anlayışını diri
tutmaktır ve gelecek nesillere bu ruhu, bu anlayışı aktarabilmektir.
Bir de bu vakfın ruhunun, anlayışının istismar edilmesine engel olmaktır.
AK Parti iktidara geldiğinde, Vakıflar Genel Müdürlüğünün
yoksullara yardım yapma amacından uzaklaştığını görerek, hemen asli
görevine dönmesi için gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Vakıflar
Genel Müdürlüğümüzün üzerinde hassasiyetle durması gereken bir
konu da, yurt dışındaki ecdadımızın eserleri olmalıdır. Onlar bizim
mühürlerimiz, kimliğimiz ve nüfus belgelerimizdir. Oralarda mutlaka
başıboşluk olmadığı, eserler üzerinde keyfîlik yapılamayacağı, o
ülkeler tarafından bilinmesi gerekmektedir.
Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, tarihî eser kaçakçılığında
yaptığı çalışmalar, vakıf taşınmazların envanterleri, belgelerle
bilgisayar ortamına taşınmış olması, vakıfların kiracılarının
işgallerine son verilmesi, vakfın arsalarının değerlendirilmesi,
tarihî eserlerinin çevresindeki yapıların kamulaştırılması,
Türkiye genelinde 75 bin aileye yemek verilmesi gibi gurur verecek
çalışmalarda da bulunmaktadır.
Geçmişte devlet adamlarının ve varlıklı kişilerin
önderlik ettiği vakıf medeniyeti, cumhuriyet döneminde özel sektörün
devreye girmesiyle başka bir güç kazanmıştır. Milletimizin manevi
dinamikleri de her zaman vakıf medeniyetinin gelişmesine öncülük
etmişlerdir. Her dava adamının mutlaka vakıf insanı olarak hayatlarını
devam ettirmelerini telkin etmişlerdir. Rabbimizden duamız, bir
vakıf hizmetinde vakıf insanı olarak son nefesimizi almasıdır.
Bu vesileyle, Sayın Bakanımıza, sayın genel müdürlerimize
ve tüm çalışanlarına, Türk milleti adına vakıflara verdikleri bu
özverili hizmetlerden dolayı şükranlarımı sunuyorum. Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, izin verirseniz Hükûmet adına…
BAŞKAN – Hükûmet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Mehmet Ali Şahin.
Sayın Şahin, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sadece siz mi kullanacaksınız Sayın Bakanım konuşma
hakkını?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Evet efendim, benden başka bakan yok. Bütün bu kuruluşlarla
ilgili sorumlu Bakan benim.
BAŞKAN – Peki efendim, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinize
saygılar sunuyorum.
Bütçeleri görüşülmekte olan kuruluşlarımızın
bütçeleri ve faaliyetleriyle ilgili gruplar adına arkadaşlarımızın
düşüncelerini dinledik, tespitlerini ve eleştirilerini öğrenme
ve tespit etme imkânı bulduk. Söz alan, gerek olumlu gerekse olumsuz
eleştirilerde bulunan tüm arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum.
Önce, izin verirseniz, Vakıflar Genel Müdürlüğünün
bütçesi ve bu bağlamda faaliyetleriyle ilgili çok kısa bir değerlendirme
yapmak istiyorum. Şunu memnuniyetle ifade edebilirim ki, Türkiye’de
ödenek sorunu olmayan, bütçeden de herhangi bir maddi katkıya ihtiyaç
hissetmeyen tek kamu kuruluşunun Vakıflar Genel Müdürlüğü olduğunu
altını çizerek ifade etmek istiyorum.
Gerçekten, Vakıflar Genel Müdürlüğü, kendi yağıyla
kavrulan, sahip olduğu özellikle gayrimenkulleri en iyi şekilde
değerlendirerek gelirlerini büyük bir hızla artıran bir kamu kuruluşudur.
Daha önce birkaç vesileyle huzurunuza çıkarak ifade etmiştim,
Hükûmetimizden önceki dört yıllık dönemde Türkiye’de, sadece 46 tane
vakıf eseri onarılabilmişken, bizim Hükûmetimiz dönemindeki dört
yıllık dönemde, bu yıl sonu itibarıyla söylüyorum, 1.850 vakıf eseri
onarılmış ve restore edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bu, bir farkın ifadesidir. Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, bütçesinin
yüzde 53’ünü şu anda yatırımlara ayırabilmektedir. Türkiye’de bütçesinin
yarısını yatırımlar için ayırabilen başka bir kamu kuruluşu da
yoktur. O nedenle, Vakıflar Genel Müdürümüze ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün
tüm personeline, bu gerçekten netice alıcı, yoğun, geceli gündüzlü
çalışmaları nedeniyle teşekkür ediyorum. İnanıyorum ki, burada
bulunan iktidar-muhalefet partilerine mensup tüm milletvekili
arkadaşlarımız da aynı düşüncededirler. Çünkü, Türkiye’nin neresine
giderseniz gidiniz, orada, vakıf eserleriyle ilgili bir şantiyeyle
karşılaşacaksınız, oraların tamir edilmekte olduğunu göreceksiniz,
hatta, birçoğunun da tamir edilmiş olduğuyla karşılaşacaksınız. Tabii,
bundan, biz de övünç duyuyoruz.
Şuna inanıyoruz ki, geçmişine sahip çıkmayanın
geleceği olmaz. Vakıflar Genel Müdürlüğü de bu anlayışla çalışmalarını
büyük bir hızla devam ettiriyor.
Bunu yaparken, birtakım modeller geliştirdik.
Hemen şunu ifade edeyim: Vakıflar Genel Müdürlüğünün birçok gayrimenkulü
var, ancak, bu gayrimenkuller şu ana kadar değerlendirilememiş. Biz,
bunları, yap-işlet-devret, restore et-işlet-devret ve kat karşılığı
yöntemlerle şu anda değerlendiriyoruz. Aslında, gelir artışımızın
en önemli nedenlerinin başında da bunlar geliyor. Sadece şunu söyleyebilirim:
Yap-işlet-devret modeliyle 39, restore et-işlet-devret modeliyle
50, kat karşılığı 150 işlem yapılmaktadır ve bunların parasal değeri
de 490 milyon YTL’dir. 490 milyon YTL’lik bir iş hacmi var, vakıf gayrimenkulleriyle
ilgili, ancak, bu 490 milyon YTL’lik, yani 490 Türk Liralık o parasal
harcamanın içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne bir tek kuruş
yok. Bunu, tamamen, sponsorlar kanalıyla değişik yöntemlerle yapıyoruz.
Yani, kendi bütçemizden bir şey aktarmadan, bu modellerle vakıf
eserlerine sahip çıkıyoruz. İşte, yap-işlet-devret modeliyle, sanıyorum 10’a
yakın iş merkezi şu anda bitti ve faaliyete geçti, 2 tanesi de Kayseri’dedir.
Diğerleri de, Antalya ve diğer illerimizde, yapımı büyük bir hızla
devam ediyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün faaliyetleriyle
ilgili, ilginizi çekeceğini umduğum iki-üç faaliyetten de kısaca
bahsetmek istiyorum. Bir defa, 18.500 vakıf eserimiz var sahip çıkmamız
gereken. Bunlar, tarihî eser niteliğinde olan vakıf eserlerimiz. Bunları
şu anda video filme alıyoruz ve bir arşiv oluşturuyoruz ve bunlar
bilgisayar ortamına da yükleniyor, yani, şunu söylemek istiyorum:
Bu proje -büyük bir hızla çalışmaları devam ediyor- bittiği takdirde,
Türkiye’nin herhangi bir yerindeki bir vakıf eserini, oraya gitmiş
gibi görme ve izleme imkânına sahip olacaksınız; çünkü, kullanılan
kamera çok yeni model bir kameradır ve tabii, bir çekimdir; herhangi
bir vakıf eserini izlerken İnternet ortamında, içini, dışını ve tabii
ki bir spikerin seslendirmesiyle de bu vakıf eseriyle ilgili bilgileri,
beş-on dakika içerisinde öğrenmeniz mümkün olacak; oraya gitmeden
o vakıf eseri hakkında hem bilgi sahibi olacaksınız hem orayı yarı
görmüş gibi olacaksınız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu projemiz,
inşallah, tamamlandığında, meraklı olan arkadaşlarımızın bu
imkândan da yararlanacaklarını umuyorum.
Ayrıca, coğrafi bilgi sistemi projemiz büyük
bir hızla ilerliyor -tüm tapu kütükleri taranıyor- bitmek üzere. Bizim,
bu proje başlamadan önceki dönemde, Türkiye genelinde 59 bin parça
gayrimenkulümüz vardı, taşınmaz vardı. Bu taramadan sonra, bunun
67 bin olduğunu tespit ettik- yani, ne olmuş oldu- 8 bin daha gayrimenkulü
böylece tespit etme ve onlardan haberdar olma imkânına sahip olduk.
Ayrıca, vakıf ilişiği var bazı gayrimenkullerde. Bunun adedi de
119 bindir. Ancak, bunun da eksik olduğu tespit edildi bu tarama sonucunda.
Onun da 136 bin olduğu tespit edildi. İkisini toplarsanız, 25 bin vakıf eseri, bizim
dönemimizde -mevcut olduğu hâlde kayıtlarımızda olmadığı için ve
ilgilenemediğimiz için- şimdi bunlar tespit edildi, bizim kayıtlarımıza
girdi, şimdi bunları değerlendirme imkânına sahip olduk. Demek ki,
Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu dönemde, kendi vakıf eserlerine sahip
çıkar bir konuma gelmiştir. İşte, o yüzden, demin ifade ettiğim o
cümleyi tekrar ediyorum: Şu anda, genel bütçeden para istemeye ihtiyaç
duymayan, gerçekten tüm vakıf eserlerine sahip çıkabilecek bir güce bu nedenle ulaşmıştır. Bundan sonra daha
da gücünün artacağı inancındayım.
Ayrıca, bir de, Vakıf Arşiv Yönetim Sistemi kuruyoruz,
bunun kısa adı VAYS’tır. Bununla, Selçuklu, işte, beylikler, Osmanlı
dönemine ait kültür ve medeniyetine ait bu dönemlerin, birçok bilgi
ve belgeler var; senettir, hüccettir, birçok belgeler. Bunlar, binleri,
yüz binleri aşar. Bunlar, dağınık şekilde depolarda, maalesef, kendi
hâline bırakılmış. Şimdi, bunların hepsi tek tek arşivleniyor, filmi
çekiliyor, bunlar da internete yükleniyor. Bunların, bugünkü lisanla,
Türkçe’yle tercümeleri yapılıyor, altına bu bilgiler konuyor. İnternete
girdiğinizde, bu bilgileri de o şekilde, o belgeleri de o şekilde
görme imkânına sahip olacaksınız. Özellikle, araştırma yapanlar
için bu çok önemli bir imkân olacak.
Değerli arkadaşlarım, tabii imaret hizmetleri
var. İmaret hizmetleri de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, en
iyi şekilde, Türkiye’nin değişik yerlerinde, ihtiyaç olan yerlerde
yürütülüyor.
Ben, vakti tasarruflu kullanmak için Vakıflar Genel
Müdürlüğüyle ilgili bu bilgileri sizinle kısaca paylaşma imkânı
buldum. Şimdi, buradan, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne geçmek istiyorum.
Biraz önce değerli arkadaşlarımız, fikirlerini,
düşüncelerini eleştirilerini ortaya koydular. Hepsine ayrı ayrı
teşekkür ediyorum. Özellikle, muhalefet partilerimize mensup arkadaşlarımız,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü alanında beklenen hizmetlerin yapılamadığı
şeklinde bir eleştiri getirdiler. Özellikle, benim sevgili dostum,
İstanbul milletvekili arkadaşım Sayın Sevigen burada konuşurken
çok tatlı bir üslupla eleştiriler de getirdi. Kendisini saygıyla,
anlayışla karşılıyorum. Şunu söyledi Sayın Sevigen: “Gençlik ve
spor bakanlığı spordan pek anlamıyor” anlamına gelen… Çünkü zabıtlarını
okudum. Bir defa, Sayın Sevigen, gençlik spor bakanlığı diye bir bakanlık
yok.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Genel müdürlük.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü var. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü Başbakanlığa doğrudan bağlıdır. Sayın Başbakan
da Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünü devlet bakanlıklarından birine
bağlar.
Bir de şunu söylediniz: Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde,
federasyonlarda birçok teftiş edilmesi gereken işler oluyor, efendim,
işte doping çıkıyor, gayriahlaki birtakım işler oluyor, ama Sayın
Bakan bunlarla hiç ilgilenmiyor, Başbakanla ilgileniyor, gibi
bir cümle sarf ettiniz ve “Sayın Başbakan Yardımcısı arkadaşımıza
da Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu bağlıdır, niye Yüksek Denetleme
Kuruluna bunları denetletmiyorsun?” dediniz. Şimdi, neresini düzelteyim
ki?
Şimdi, bir defa, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu,
sadece kamu iktisadi teşebbüslerini denetler.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sizin de teftiş kurulunuz
var.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün ayrıca teftiş
kurulu vardır. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü…
MİEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sizin teftiş kurulunuz
var. Soru önergesi de burada.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ama, bak, zabıtlara öyle geçtiği için söylüyorum.
Şimdi, dersinize iyi çalışmadan buraya gelmişsiniz Mehmetciğim.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Yok, zabıtlar burada,
bak. Size soru da sormuştum, hatırlıyor musunuz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bak, çok yüzeysel bilgilerle buraya geldiniz.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Bakanım, size
soru da sormuştum.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – İşte, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kuruluna kamu
kuruluşlarını denetletiyorsunuz, Gençlik Sporu denetletiyorsunuz…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Neyse, peki, denetlemeyi
boş verin. Siz ne yaptınız Sayın Bakan?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Başbakanlık Teftiş Kurulu bu işleri yapar. En
ufak bir ihbar…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Siz ne yaptınız Sayın
Bakanım? Siz, siz…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bakın, Sayın Sevigen, en ufak bir ihbar, gazetelerde
çıkan en küçük bir yolsuzlukla ilgili haber, benim tarafımdan her
zaman ihbar kabul edilmiş; bazen Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Teftiş
Kurulu, bazen de Başbakanlık Teftiş Kurulu görevlendirilmiştir.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Bak, görevlendiriyorsunuz
ama.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Hiçbir konuda arkasını takip etmeme gibi bir durumla
karşı karşıya kalmadım, her türlü sorunun üzerine hassasiyetle
gittim. Ama, siz diyorsunuz ki: “Sayın Bakan bunlardan bahsetmiyor,
konuşmuyor.” İşte “Amatör sporlardan bahsettiğini hiç duydunuz mu
Sayın Bakanın?” dediniz. Sayın Sevigen, Bakanlığım, icranın başında
olanlar, konuşarak iş yapmazlar, hizmet ederek konuşurlar, yani,
hizmetleriyle konuşurlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Peki “ne yaptınız?” dediniz. Şimdi cevap veriyorum,
şimdi cevap veriyorum: Türkiye’de gençlerimizin, bir sporla meşgul
olmak isteyen gençlerimizin, o sporu yapabilmeleri için tesise
ihtiyacı var. “Peki, ne yaptınız dört yıllık süre içerisinde? Siz,
aynı zamanda spordan da sorumlusunuz, ne kadar tesis yaptınız?”
Değerli arkadaşlar, 2002 yılına kadar Türkiye’de
spor salonu sayısı 595 adetti. Biz, dört yıllık süre içerisinde, buna,
110 adet spor salonu daha ilave ettik. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bu şu demektir: Yüzde 20’sini, yani beşte 1’ini şu andaki mevcut spor
salonlarının, bizim dönemimizde gerçekleştirmişiz.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Ya da…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bir şey daha söyleyeceğim…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Ya da mevcutları kapatıyorsunuz,
açıyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bir şey daha söyleyeceğim...
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Çok kapattınız… Kapattıklarınızı
söyleyin, Yüzme İhtisası söyleyin. Beşiktaş’ta bir tane Beden Terbiyesinin yeri var
mı Başkanım? Beşiktaş ilçesi var, tek bir tane tesisiniz var mı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bak, şimdi, Beşiktaş’taki, Ortaköy’deki Yüzme İhtisastan
bahsediyorsunuz ya…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Bir tane tesisiniz
var mı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Orada bir kulüp vardı, o kulübe astronomik rakam
ödemeden o yüzme havuzundan yararlanmanız mümkün değildi. İstanbul
Valiliği -ki, özel idareye aitti o- süresi dolduğu için, oradaki
dernekle sözleşmeyi uzatmadı. Şimdi, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün
kullanımına verdi oradaki yüzme havuzunu. Şimdi, oradan yararlanan
gençlerimiz, aileler diyorlar ki: “Hay Allah razı olsun sizden ya,
hay Allah razı olsun sizden.” (AK Parti sıralarından alkışlar) “Şimdi
buradan para vermeden yararlanıyoruz. Daha önce, biz, buraya giremiyorduk,
şimdi giriyoruz.” diyorlar.
Bakın, aramızdaki fark bu Mehmetçiğim, Sayın Sevigen,
aramızdaki fark bu.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Bakanım…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, 76 tane, 2002 yılına
kadar Türkiye’de 76 adet yüzme havuzu varmış.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Satıldı orası, zenginlere
otel yapıyorlar.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Biz, buna 21 adet
ilave etmişiz, 76’ya 21 adet ilave etmişiz. Sentetik atletizm pisti
17 adetti biz göreve geldiğimizde, biz buna 13 daha ilave ettik.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Bakanım, nerede, yerlerini
de söyler misiniz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şu anda 20.
Tabii ki, listeleri bende, takdim ederim.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Yerlerini de söyleyin.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Nerede bunlar, hepsini… Ne zaman bitirmişiz, kaç
paraya bitirmişiz, özellikleri nedir, bunların hepsini size teker
teker ifade edebilirim.
Değerli arkadaşlar, tabii, keşke İstanbul’da iletişim
kursaydık sizinle, Sarıyer’e gitseydik, Çayırbaşı’na gitseydik.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Beraber gittik zaten.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Oradaki toprak yüzeyli stadın ne hâle geldiğini
görseydik ve birlikte açılışını yapsaydık. Şimdi, oradaki amatör
sporcularımız, spor kulüplerimiz bize dua ediyorlar. Toprak, toprak
da değil artık sentetik yüzeyli çok modern bir zemin üzerinde spor
yapma imkânını buldular.
Keşke
birlikte olsaydık da Silivri’ye gitseydik. Silivri’deki o toprak yüzeyli
stadın ne hâle geldiğini hep birlikte görseydik, iftihar etseydik
ve oradaki gençlerin heyecanını birlikte paylaşsaydık.
Avcılar
da topraktı. Oradan geçerken görüyorsunuz değil mi ne hâle geldiğini?
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Doktorları yok, ambulansları
yok…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – İşte, Fatih’te Silivrikapı’da Namık Sevik topraktı.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Başka bir ülkede mi
yaşıyoruz biz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Yani, bakın, İstanbul… İstanbul Milletvekili olduğu
için söylüyorum.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Siz de öylesiniz efendim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şu anda, İstanbul’da, 254 tane Millî Eğitim Bakanlığı,
kulüplerimiz, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü ve belediyelerinin
spor salonu var. Benim demin verdiğim spor salonlarının içerisinde
okullarımızın, yani, kamu kuruluşlarının salonları dâhil değildir,
Gençlik Spora ait olanları söyledim.
İstanbul’daki tesis sayısını o kadar çok artırdık
ki, bir gün vakit olsa da birlikte buraları dolaşsak. Yani ne yaptınız
diye söylediniz.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Efendim, kapattıklarınızı
da söyleyin.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Niye kapatalım ya? Bir Gençlik Spor Genel Müdürlüğü
veya spordan sorumlu bir Bakanlık bir yeri kapatır mı? Bizim işimiz
açmak. Eğer, tamire ihtiyaç varsa tamir etmek, yeniden, gençlerimizin
hizmetine orayı sunmaktır.
Değerli arkadaşlar, bizim dönemimizde önemli bir
şey daha yaptık biz spor alanıyla ilgili.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Yüzme ihtisas satıldı
mı satılmadı mı, onu söyleyin. Yanlış bilgi vermeyelim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün, tabii ki, bütçesi,
her hizmeti anında yapmaya izin vermiyor. Spor kulüplerimiz, sporcularımız,
gerçekten, ekonomik sıkıntı çekiyorlar. O nedenle sponsorluk
imkânını kullanmamız gerekiyordu. Daha önceden sponsorlukla ilgili
bir düzenleme yapılmıştı, ancak, yeterli değildi. Biz sponsorlukla
ilgili yapmış olduğumuz düzenlemeyle, bireysel spor yapan sporcularımız
dâhil, kulüplerimiz, sporla ilgili herkes sponsorluktan yararlanma
imkânına sahip oldu ve sponsorlar, sponsorlukla ilgili harcamalarını
vergiden düşme imkânına sahip oldular. Ne oldu böyle olunca? Aşağı
yukarı iki yıl içerisinde 40 trilyon Türk lirası, sponsorlukla ilgili
sporcularımız ve kulüplerimiz imkân elde ettiler. İyi ki çıkarmışız.
Birçok salonu da bu şekilde yapıyoruz ve şimdi bir şey daha yaptık
biz: Biliyorsunuz, Belediyeler Yasası’nı çıkardık ve Büyükşehir
Belediyesi Yasası’nı, İl Özel İdaresi Yasası’nı. Burada, belediyelerimizin
sporla ilgili de, değişik sosyal alanlarla ilgili de yetkilerini
artırdık. Şimdi ne yapıyoruz? Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü olarak
belediyelerimizle ve özel idarelerle işbirliği yaparak, daha önce
yapılamayan tesisleri üçlü işbirliğiyle çok kısa sürede tamamlayabiliyoruz.
Bunun o kadar çok örneği var ki, mesela, Antalya-Korkuteli. Elmalı güreşlerine gidiyordum geçtiğimiz
yıl. Elmalı’da da bir güreş eğitim merkezî yapımını üstlenmiştik,
hem onu inceleyecektim -ki, orası da bitti- baktım, dört tane direk
Korkuteli’nde. 1995 yılında -Türkiye’de o kadar çok var ki, bir tanesini
örnek veriyorum- temel atılmış, dört tane direk tam kasabanın ortasında. Bu, ne? “Efendim,
bu, spor salonu.” Niye bitmedi bu? “Efendim bunun ödeneği yok, bu iz
ödenekte.” İşte böyle kalmış. Sayın
Valimize dedim ki, Alaattin Bey’e: Alaattin Bey burayı ikimiz bitirebilir
miyiz? Özel idareden biraz siz para ayırın biraz da ben Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğünden ve Spor Toto imkânlarından para göndereyim buraya.
“Başüstüne” dedi ve salon bitti değil mi?
FİKRET BADAZLI (Antalya) – Açıyoruz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Açmak üzereyiz değil mi?
FİKRET
BADAZLI (
DEVLET
BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – İnşallah
ocak ayının ortalarında açacağız. Çok kısa sürede bitti. 500 milyar Türk lirası gönderdim,
500’de valilik koydu, bitti. Bu modeli, şu anda bu modeli o kadar çok
yaygınlaştırdık ki…
HARUN AKIN (Zonguldak) – Her şey iyi de, niye il müdürlüklerini
terk ediyorsunuz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, bakın, Kayseri’de, Antalya’da…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Peki Sayın Bakanım,
ne zaman biteceği belli değil ki bunların?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – …ve şimdi Bursa
da talip. Şehir statları şehrin ortasında kaldı. Belediyeler diyorlar
ki bize: “Bu statları bize verin. Biz, çok daha modernini, çok daha
fazla seyirci alacak olan statları, dışarıda, daha uygun bir yerde
yapacağız.” Kayseri’de başlattık, temelini attık, on dört ayda bitecek.
On dört ayda bitecek…
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Sayın Bakan, biraz da personel
işine dönelim, personel…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Antalya böyle.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sayın Bakan, 30 bin kişilik
stadı şehrin merkezinde yapıyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – İzmir’de Cumhuriyet Halk Partili Belediye Başkanı
Sayın Aziz Kocaoğlu, onunla birlikte Universiade bağlamında İzmir’e
o kadar çok tesis kazandırdık ki, özel idaresi imkânlarıyla, belediye
imkânlarıyla, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü imkânlarıyla. Dolayısıyla…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Bakan,
şehrin ortasına…
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sayın Bakan…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen arkadaşlar…
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sayın Bakan yanlış söylüyor.
BAŞKAN – Hayır, Sayın Bakanı duyamıyoruz ki sizin
gürültünüzden, lütfen.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bakın…
TUNCAY ERCENK (Antalya) – 30 bin kişilik stat merkeze
yapılıyor Sayın Bakan, ondan bilginiz var mı sizin?
BAŞKAN – Sayın Ercenk, lütfen…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Nerede?
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Meltem Mahallesine yapılıyor.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Ona itiraz ediyoruz
Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Belediye meclisi nereye karar vermişse, biz sadece
yardımcı oluruz.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Karar vermedi ki daha.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Şimdi, öyle mi oldu?
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Yani, ona dikkat edelim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Antalya nereye yaparsa, Antalya Büyükşehir Belediyesi
nereye uygun görmüşse oraya yapılır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Kayseri’de şehrin dışına
yapacaksınız, Antalya’da şehrin içine yapacaksınız 30 bin kişilik
stadı!
BAŞKAN – Sayın Ercenk… Sayın Ercenk, lütfen…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ama, Antalya’ya çok acilen 10 bin kişilik spor salonuna
ihtiyaç var. Niye biliyor musunuz? 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası
finallerini Türkiye aldı. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ayaklardan
birisi de Antalya’da olacak ve dolayısıyla, Antalya’nın mutlaka
çok kısa sürede 10 bin kişilik bir spor salonuna ihtiyacı var.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Nerede ama, nerede?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ve, 30 bin kişilik, bir stadyum projesi hazırlandı.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Başladı, doğru. Nerede? Antalya’nın
merkezinde, göbeğinde değil. Ulaşımı aksatacak, turizmi aksatacak...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Senin teşekkürün ancak
bu kadar.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Biz de Antalya merkezindeki o stadı -ki, merkezde
kaldı- Büyükşehir Belediyesine veriyoruz. Çünkü, özellikle kış
aylarında onlarca yabancı takım Antalya’da kampa gelir, ancak, turnuva
yapılacak, doğru dürüst maç yaptıracağımız bir stat olmaz.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Tamam, yapalım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – İnşallah, Antalya’daki, 30 bin kişilik, dünyanın
en modern statlarından biri olacak, kısa sürede yapılacak ve yabancı
takımların karşısında artık mahcup olmayacağız.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Yapalım, stadı yapalım,
ama, şehrin merkezine değil.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Hastanenin
karşısına yapmaya kalkıyorsunuz, hastanenin. Hastanenin karşısında
stat mı olur?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, biraz önce Sayın Sevigen dediler ki: “İzmir’de
Halkapınar Spor Salonu yarım kalmıştı, siz onu Çankaya belediye
başkan adayınıza verdiniz.”
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Tam vakit kalmadı,
söyleyemedim, anlatamadım Sayın Bakan. Anlatamadım Sayın Bakanım,
daha, yarım kaldı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, Sayın Sevigen, Halkapınar Spor Salonu yarım
falan kalmamıştı.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Yarım kaldı Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Universiade’la ilgili Halkapınar Spor Salonu’nun
yapımını rahmetli Ahmet Piriştina Büyükşehir Belediye Başkanı
olarak üstlenmişti.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Doğru, başladı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Uluslararası federasyona dedi ki, bunu ben yapacağım
dedi, protokol böyleydi.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Doğru.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüyle de böyle yapıldı.
Biz göreve geldik, yedi ay var Universiade oyunlarına,
Universiade oyunlarıyla ilgili en önemli tesislerden bir tanesi
de on bin kişilik Halkapınar Spor Salonu, ama, ihale bile edilmemiş.
İhaleye çıkarılmış, ama, iptal edilmiş. Aziz Bey bana geldi, dedi ki,
“Sayın Bakanım, biz, bu işin üstesinden gelemeyeceğiz, gideceğim
uluslararası federasyona diyeceğim ki, kusura bakmayın, biz bunu
yapamıyoruz.” Tabii, Türkiye’nin prestiji açısından bu son derece
vahim bir sonuç doğururdu. “Aziz Bey, hiç merak etmeyin, ayrı ayrı
partilerden olabiliriz, ortada Türkiye’nin onuru vardır, ben İzmir’e
geliyorum, orada sizlerden bir brifing alayım.” Aldık ve Halkapınar
Spor Salonu’nun yapımını Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü olarak biz
üstlendik ve bir şeye geliyorum…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Buraya kadar her şey
doğru. İhaleyi de anlatın, kime verdiniz, nereden aldınız?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – …Sayın Piriştina döneminde yapılan ihalede en
iyi ikinci teklifi vermiş olan firma da girdi.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Kim o firma?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – İsmini bilmiyorum, Bozoğlu İnşaat olabilir. Bozoğlu
İnşaat girdi…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Adalet ve Kalkınma
Partisi Çankaya Belediye başkan adayı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – …en iyi teklifi verdi ve bu firma, iki yüz on günde,
yedi ayda, 10 bin kişilik spor salonunu tamamladı. Ben, kendisini
tebrik ediyorum. Çünkü, ENKA gibi uluslararası birçok firmaları
da davet etmiştik buraya. Onlar dediler ki, kusura bakmayın, biz,
iki yüz on günde burayı yetiştiremeyiz. Uluslararası düzeyde inşaat
yapan, birçok, Türkiye’nin önemli firmaları mazeret beyan ettiler,
ama, o firma girdi, iki yüz on günde burayı tamamladı, İzmir’in de Türkiye’nin
de sporla ilgili bir güç durumda kalmasından uzak durmasını sağladı.
O bakımdan, bu arkadaşa ancak teşekkür edilir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) İhaleye girmiş, en iyi teklifi vermiş, ikinci en iyi teklifi
de daha önce vermiş.
Bakın, bizim dönemimizde, hiç kimseye, öyle arka
çıkılması, efendim, onlara kıyak yapılması falan söz konusu değil.
İhale Yasası neyi gerektiriyorsa, ihaleye giren firmaların hangi
şartları taşımaları gerekiyorsa o şartlar aranır, kimsenin siyasi
etiketine bakılmaz. Öyle olsaydı, biz, İzmir’li CHP Büyükşehir Belediyesine
niye yardımcı olalım?
Şimdi bakın, 2011 Avrupa Gençlik Olimpiyatını
Trabzon aldı, bizzat ben takip ettim. Trabzon hangi belediye? CHP’li
değil mi? Hiçbir ayırım yapmıyoruz sporda biz, hiçbir ayırım yapmıyoruz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) 2013 Akdeniz Oyunlarına Mersin talip.
Mersin hangi partiden? CHP’li değil mi? (CHP sıralarından gürültüler)
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sporla siyaseti karıştırıyorsunuz
siz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Yaa… Hiç karıştırmıyoruz, hiç.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Mersin de buna layık,
Trabzon da buna layık, onun için yapıyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Siz iktidarda olsanız, ben eminim…
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sporla siyaseti karıştırıyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Siz iktidarda olsaydınız, İzmir Büyükşehir Belediyesi
AK Partili olsaydı, siz bu yardımı yapmazdınız, adım gibi biliyorum,
ama, biz yaparız. (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Çünkü, biz herkesin iktidarıyız. Bu Hükûmet, kendisine oy versin vermesin,
herkesin hükûmeti gibi hareket etmiştir, bundan sonra da öyle hareket
edecektir.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Bakanım, yapmanıza
bir şey dediğimiz yok. Yapmanızın şekline bakın. Siz, o ihaleyi o
adama nasıl verdiniz? Anlatın…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ben tesislerle ilgili sözü burada tamamlamak istiyorum.
Sponsorluktan bahsetmiştim değerli arkadaşlarım.
HARUN AKIN (Zonguldak) – Bunu özel idareye niye
devrediyorsunuz? Ondan hiç bahsetmediniz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ayrıca, yerel yönetimlerle işbirliğinin ne gibi
avantajlar sağladığını biraz önce sizlerle paylaştım.
HARUN AKIN (Zonguldak) – Sayın Bakanım, bu özel idareye
devri konusu konuşulmadı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ayrıca, değerli arkadaşlarım, sizlerle bir hususu
daha paylaşmak istiyorum. Sporcularımız, gerçekten, kendilerine
yapılan yardım, destek sayesinde, şimdi, dünyada ve Avrupa’da önemli
başarılar yakalamaya başladılar. Sadece 2006 yılında yakaladığımız
bazı başarıları sizlerle paylaşmak istiyorum.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Başarısızlıkları
da, ikisini birden söyleyin.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bakın, Bayan Okçuluk Millî Takımımız, tarihinde
ilk defa Büyükler Avrupa Şampiyonu oldu, ilk defa oluyor. Sadece
2006’dan bahsediyorum.
Grekoromen Güreş Millî Takımımız, Çin’de, tarihinde
ilk defa Rusya ve Amerika’yı geride bırakarak Dünya Şampiyonu oldu.
Grekoromen Millî Takımımız, Rusya’da takım hâlinde Avrupa Şampiyonu
oldu. Grekoromen Millî Takımımız, Macaristan’da Dünya Kupasını kazandı.
Tekvando Erkek Takımımız, takım hâlinde Avrupa
Şampiyonu oldu. Bu yıldan bahsediyorum.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Aferin Sayın Bakanım!
Bravo!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Tekvando Bayan Millî Takımımız, yine bu yıl yapılan
Avrupa Şampiyonasında yine takım hâlinde şampiyon oldu.
HARUN AKIN (Zonguldak) – Sporcular kendi parasıyla
gidiyor müsabakalara Sayın Bakanım!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Lütfen… Lütfen ya!...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Buna da itiraz etmeyin
ya! Şampiyon olmuşlar, niye itiraz ediyorsunuz?
HARUN
AKIN (Zonguldak) – Söyleyeyim mi? Zonguldak’ta, judocular kendi paralarıyla gidiyorlar.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Lütfen…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, Sayın Bakanı
dinleyelim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakın, ayrı ayrı partilere
mensup olabiliriz, siz muhalefet olabilirsiniz, biz iktidar olabiliriz.
Lütfen ya! Yani, bize saygınız olmayabilir, ama, şu başarıları göstermiş
olan çocuklara saygınız olsun ya!
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – İşe saygıyı karıştırırsan
olmaz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bu çocuklar, bizim çocuklarımız. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bunlar altın madalya kazanmışlar, göğüslerine altın madalyayı
takmışlar, birincilik kürsüsüne çıkmışlar.
ŞEVKET ARZ (Trabzon) – Sen mi kazandın madalyayı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Millî marşımızı çaldırmışlar, ay yıldızlı Bayrağımızı
göndere çektirmişler, siz bunları küçümsüyorsunuz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Bakan,
siz küçümsüyorsunuz..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Size yakışır mı bu ya! Alkışlamanız lazım.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Siz küçümsüyorsunuz
Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Alkışlamanız lazım bu başarıları. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Siz küçümsüyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Niye alkışlamıyorsunuz?
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Bakan
dinleyin, siz, Ödül Yönetmeliğini değiştirmediniz, çocukların
hakkı olan ödülleri vermiyorsunuz, siz küçümsüyorsunuz.
ŞEVKET ARZ (Trabzon) – Madalyayı sen mi kazandın,
Başbakan mı kazandı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Niye alkışlamıyorsunuz? Niye bu çocukların başarılarını
alkışlamıyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın Baloğlu… Sayın Sevigen… Lütfen…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Arkadaşlar, ayrıca, Basketbol Erkek Millî Takımımızın,
dünya şampiyonasında…
BAŞKAN – Saygıdeğer arkadaşlarım…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – … ne harikalar meydana getirdiğini biliyorsunuz
değil mi?
BAŞKAN – Sayın Bakan, ben on saniyenizi rica edeyim.
Saygıdeğer arkadaşlarım, Sayın Bakan baştan beri
burada bütün konuşmacıları dinledi. Şu anda, sadece buradaki
milletvekili arkadaşlarımıza değil, televizyon izleyen milletimize
de açıklamalar yapıyor.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Doğru şeyler
söylemiyor efendim.
BAŞKAN- Lütfen, dinleyin efendim, görüşleriniz
varsa uygun zeminde söylersiniz. (CHP sıralarından gürültüler)
ŞEVKET ARZ (Trabzon) – Çocukların madalyasıyla
senin ne ilgin var?
BAŞKAN – Lütfen, Sayın Bakanın konuşmasına müdahale
etmeyin, böyle bir üslup yok efendim, lütfen… Böyle bir üslup yok,
lütfen buyurun.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan, affedersiniz…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, bu çocuklara, bu sporcularımıza,
iktidar-muhalefet farkı gözetmeksizin sahip çıkalım, onları alkışlayalım.
ŞEVKET ARZ (Trabzon) – Onları alkışlarız. Sana
ne! Madalyayı sen mi kazandın?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bu gençler bizim çocuklarımızdır. Bunlar, dünyada
ve Avrupa’da Türkiye’yi başarıyla temsil ediyorlar. Ben de onların
başarılarından bahsediyorum, onların başarılarını sizlerle
paylaşıyorum. Yapmanız gereken şey itiraz etmek, bağırmak, çağırmak
değil, alkışlamaktır.
ŞEVKET ARZ (Trabzon) – Madalyayı sen mi aldın ki seni
alkışlayalım?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bu gençlerimizi alkışlayın, bu takımlarımızı
alkışlayın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu çocuklar, Türk
millî forması altında bu başarıları yakalıyorlar, hepimizi temsilen
yakalıyorlar.
Değerli arkadaşlar, Türkiye, özellikle, sporla
tanıtım açısından geçtiğimiz dört yıllık süreç içerisinde çok önemli
başarılar yakaladı, çok önemli organizasyonlara ev sahipliği
yapma imkânını yakaladı. Aslında, bu, üstlendiğimiz bazı organizasyonları
başarıyla gerçekleştirmenin sonucudur. Bunların ilki, İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanlığıyla birlikte gerçekleştirdiğimiz Universiad’ın
başarılı şekilde neticelenmiş olması, bu çok ciddi propaganda
malzemesi oldu. Çünkü, İzmir’e, diğer uluslararası federasyonların
başkanları ve yöneticileri de geldiler. Oradaki misafirperverliği,
orada organizasyondaki başarıyı gördüler ve özellikle İzmir halkının
spora verdiği desteği gördüler. Salonlar, statlar tıklım tıklım doldu,
İzmirliler doldurdular. Çünkü, başka bir yerde böylesine bir coşkuyu
o federasyon yetkilileri yakalayamamışlardı. Dediler ki: “Ya
Türkler her türlü spora müthiş destek veriyorlar.” Ve bu inançla, bu
gözlemle geri döndüler ve sonra ne oldu? Bakın, 2007 yılında Türkiye,
Dünya ve Avrupa şampiyonası düzeyinde 10 tane organizasyona ev
sahipliği yapacak şimdi; 5 tanesi Avrupa şampiyonası, 5 tanesi
dünya şampiyonası. Karate, okçuluk, hentbol, bisiklet, briç, eskrim;
bu dallarda Avrupa ve dünya şampiyonalarını Türkiye’de organize
etme imkânına kavuştu. İşte 2008; 2008’de de iki Avrupa, bir Dünya şampiyonasına
Türkiye ev sahipliği yapacak. 2009’da iki Avrupa, bir Dünya şampiyonasına
Türkiye ev sahipliği yapacak. Mesela, Voleybol Avrupa Erkekler
Şampiyonası Türkiye’de yapılacak.
Ve sonra gelelim 2010’a. Biraz önce söyledim, Dünya
Basketbol Şampiyonası finalleri Türkiye’de yapılacak. Badminton
Dünya Şampiyonası… Böyle bir spor dalını duydunuz mu? Türkiye’de daha
yeni örgütleniyor, ama, çok kısa sürede önemli bir mesafe aldı, Avrupa
düzeyinde başarılı sporcular yetiştirdi. Nitekim, işte 2010 Dünya
Şampiyonası da bu nedenle Türkiye’ye verildi. Kolay değil, birçok
ülke bu organizasyonları yapmaya talip. Ama, Türkiye’nin göstermiş
olduğu spordaki başarı, tanıtımdaki başarı bu organizasyonların
Türkiye’ye verilmesini sağlıyor.
2010. Ne dedim? Badminton dedim. Atıcılık Avrupa
Şampiyonası, Karate Dünya Şampiyonası, Basketbol Dünya Şampiyonası,
Eskrim Dünya Kupası, Triatlon Avrupa Final Kupası Türkiye’de olacak.
Ve 2011…
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Sayın Bakanım, diğer kamu
bütçe görüşmeleri de var. Onlardan da bahsedecek misiniz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Siz buraya çıktığınızda istediğiniz gibi konuşuyorsunuz.
İzin verin de, ben de gönlümden geçtiği gibi konuşayım.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Personel, özelleştirme
mağduru.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Zamanınız da kalmadı.
BAŞKAN – Sayın Güler, lütfen efendim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ve tabii, 2011’de Dünya Halter Şampiyonası da Türkiye’de
yapılacak.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin)) – O zaman Futbol Federasyonundan
da bahsedelim, neler oluyor?
BAŞKAN – Efendim, Sayın Bakanın konuşmasını kendisi
takdir edecek, biz takdir edecek değiliz. Lütfen…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ve ayrıca, bunlar aldıklarımız. Bir de, almayı
umut ettiğimiz, müracaat ettiğimiz önemli şampiyonalar var. Bunların
bir tanesini de söyledim, 2013 Akdeniz Oyunları, Mersin. Onun da takipçisiyiz.
Hiçbir partizanca yaklaşım içerisinde olmayız,
o belediye başkanı bizim de belediye başkanımızdır. Biz Hükûmet
olarak da, o belediye başkanımızın Hükûmetiyiz. El birliği hâlinde,
inşallah, onu da başaracağız. Trabzon 2011’i başardık, 2013’ü de, inşallah,
hep birlikte başaracağız, sizlerle de birlikte.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – O zaman, Futbol Federasyonunda
da bazı gelişmeler var, bundan da bahsedelim Sayın Bakanım, neler
oluyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, “sporla ilgili başka neler
yaptınız?” diye bir soru soruldu. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü deyince,
tabii, gençliğin her türlü sorunuyla ilgilenen bir genel müdürlük
akla geliyor. Hâlbuki, Gençlik Hizmetleri Daire Başkanlığı var Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü bünyesinde. Aslında, deminden beri saymış
olduğum tüm tesisler ve hizmetler gençlerimiz için. Ancak, gençlerimizin
birtakım kötü alışkanlıklardan uzak durmasıyla ilgili de Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü, Gençlik Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri
var. Bizim şu anda Türkiye’de 129 yerde gençlik merkezlerimiz var. Bu
gençlik merkezlerimizde, gençlerimize konferanslarla, seminerlerle
kötü alışkanlıklara karşı duyarlı olmaları konusunda bilgiler
veriliyor. Ayrıca bu gençlik merkezlerimizde, değişik spor dallarıyla
ilgili bilgiler verildiği gibi, el becerileri kazandıracak olan
birtakım kurs hizmetleri de veriliyor. Ayrıca, bizim Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü olarak, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde yazın
deniz kenarında veya bir yaylada gençlik kamplarımız oluyor, gençlerimizi
buralara götürüyoruz. Peki nasıl seçiyorsunuz? Okullarda başarılı
olmuş fakir aile çocuklarını tespit ederek buralara götürmeye
özen gösteriyoruz. Sanıyorum geçtiğimiz yıldı, Çeşme’deki yaz kampına
gitmiştim, yemekhanede çocuklarla sıraya girdim, sordum: “Nereden
geldiniz?” Kars’tan gelen vardı, Edirne’den gelen vardı, Hakkâri’den gelen
vardı. Orada bir hafta kalıyorlardı, çocuklarla sohbet ettim. Daha
önce hiç karşılaşmadıkları, Türkiye’nin değişik yerlerinden gelmiş
arkadaşlarıyla, emsalleriyle karşılaştılar, onlarla haşır neşir
oldular, denizden yararlandılar, değişik etkinliklerden yararlandılar.
Biz, bu çocukları evlerinde aldık evlerine teslim ettik, bir tek kuruş
da para almadık. Daha önce, bana arkadaşların verdiği bilgiye göre,
genellikle bunlar farklı şekilde seçilirlermiş, yani, okuldaki başarılarına
göre değil, birtakım kamu görevlilerinin ricaları üzerine onların
çocuklarının gittiği bana ifade edildi. Biz bunu değiştirdik ve üstelik
gidiş-geliş yol paraları da alınıyormuş, biz bunu da kaldırdık ve
böylece, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Gençlik Hizmetleri Daire
Başkanlığı örnek bir faaliyeti başlatmış oldu ve başarıyla da yürütüyor.
Ayrıca, doğa kamplarımız var, Türkiye’nin dört
beş yerinde. Gençlerimiz buralarda da Kızılayın vermiş olduğu çadırlarla
kamplar kuruyorlar, işte, birer hafta süreyle doğa kamplarından da
yararlanıyorlar. Tabii, buralarda da değişik sosyal etkinlikler
yapılıyor.
Tabii, asıl, gençlerimize yönelik hizmetler, değerli
arkadaşlarım, Millî Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere, aslında
tüm bakanlıklarımızın, tüm kamu kurum ve kuruluşlarının gençlikle
ilgili mutlaka bir görevi vardır. Hükûmetlerin görevi vardır, meclislerin
görevi vardır, hepimizin gençlerle ilgili ayrı ayrı görevleri
vardır. Bu görevlerden sadece bir kısmını, pek az bir kısmını Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü Gençlik Hizmetleri Daire Başkanlığı yürütüyor.
Peki, “Ne kadar gencimize bir yıl içerisinde böyle
hizmet veriyorsunuz?” derseniz, bizim gençlik merkezlerimizden
yılda ortalama 40 bin gencimiz yararlanıyor -tabii ki, bu sayı azdır-
ve yaz kamplarımızdan da 10 bine yakın gencimiz yararlanabiliyor.
Ayrıca, geçtiğimiz dönem içerisinde spor adamlarımız
da, artık, dünyada söz sahibi olmaya başladılar. Cumhuriyet tarihinde
ilk defa bir spor adamımız dünya federasyon başkanlığına seçildi.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Sayın Bakan, daha somut
şeyler söyleyin, daha somut.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Dünya Okçuluk Federasyonu Başkanlığına, Türkiye
Okçuluk Federasyonu Başkanı Profesör Doktor Uğur Erdener seçildi.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez oluyor bu. Tabii bu başarılı spor adamlarımızın
da sayısının artmasını diliyoruz. O konuda da kendilerinin en büyük
destekçisi ve yardımcısı olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Sayın Bakan, Danıştayın
yeni binası ne oldu?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, biraz sonra soru-cevap var, orada sorarsınız,
orada cevaplandırırız.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) – Özelleştirme mağdurlarına
gelelim biraz da.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, “Bu kadar spor salonları açtınız,
işte sporla ilgili faaliyetlerde bulunuyorsunuz, bunları da anlattınız,
peki, lisanslı sporcu sayınız ne oldu? Ne kadar artırdınız bunu?”
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Bakanım, yüz defadır
söylüyorsunuz bunu ya! İnsanlar gülüyor böyle şeylere!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, Sayın Sevigen, lisanslı sporcu sayımız,
biz göreve geldiğimizde 278 bindi…
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Bakanım, Genel
Müdürlüğe talimat veriyorsunuz…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – …şu anda 1 milyon 750 bine çıktı. Yeterli mi? Değil
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yeterli mi? Değil.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Bakanım, yanlış
söyleme ne olur ya! Siz çok iyi bir insansınız, bana yanlış
bilgi vermeyin ne olursunuz!
DEVLET
BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Yeterli
mi? Değil, çünkü, bakın, Almanya’da, sanıyorum 80 küsur milyon nüfus
var, 27 milyon lisanslı sporcu var. Almanya’yla kıyasladığımızda
onun çok gerisindeyiz. Dolayısıyla, lisanslı sporcu sayımızı artırmalıyız.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Arkadaşları kandırıyorsunuz, yanlış bilgi
veriyorsunuz, yanlış! Yanlış bilgi veriyorsunuz! Kandırıyorsunuz
insanları!
DEVLET
BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Biz bu dönemde
özellikle gençlerimize yönelik önemli bir faaliyete daha imza attık,
o da Okul Sporları Federasyonunu kurduk.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Ah Sayın Bakanım, hep yanlış bilgiler veriyorsunuz!
Genel Müdürlüğe talimat veriliyor, açıyor telefonlarla…
ABDULLAH
ERDEM CANTİMUR (Kütahya) – Senin söylediğin yanlış!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Okul Sporları Federasyonu kuruldu da ne oldu? Okul
Sporları Federasyonumuz kuruldu, 619 okul spor kulübümüz kuruldu
ve dolayısıyla şimdi okul spor kulüplerimiz kanalıyla okullardaki
gençlerimiz de değişik spor dallarında kendilerini geliştirme,
ileride başarılı olma imkânı elde ediyorlar. Tabii ki bu sayı -federasyon
yeni kuruldu- artacak. Amacımız ne? Her okulumuzu bir spor kulübü
haline getirmek.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Çocuklar ölüyor Sayın
Bakanım!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Bunu getirdiğimiz, yani bunu temin ettiğimiz
takdirde, 18 milyon civarında gencimiz var, bu gençlerin bir bölümünü
aktif sporun içerisine yönlendirsek, inanıyorum ki, her spor dalında
Türk gençlerinin bileğini bükecek dünyada genç bulunmaz.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Söylediklerinize
inanıyor musunuz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Ama bunu temin etmek için, tabii, bu altyapıları
hazırlamanız gerekiyor, bunları yapmanız gerekiyor. İşte, biz,
bu doğrultuda gençlerimize, sporcularımıza, sporumuza hizmet etmenin
kararlılığı içerisindeyiz değerli arkadaşlarım.
HARUN AKIN (Zonguldak) – Biraz da Türk futbolunu
konuşalım mı Sayın Bakanım?
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Futbol Federasyonundan
bahsedelim.
HARUN AKIN (Zonguldak) – Futbol Federasyonundaki
durumları bir konuşalım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Arkadaşlarımızın soruları oluyor ama, tabii, biliyorsunuz,
İç Tüzük’ümüze göre, bu, gruplar konuşulurken, on dakika soru, on dakika
cevap gibi bir bölüm var.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – İşinize gelmiyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Orada arkadaşlarımızın bu doğrultudaki sorularını
alır, orada onları cevaplandırma imkânı buluruz diye düşünüyorum.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Soracağız da, sıra gelmiyor
Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bir de, Devlet Personel
Başkanlığıyla ilgili -dört dakika sürem kaldı- kısa bir bilgi vermek
istiyorum.
Devlet Personel Başkanlığımız, yeni bir projeyi
gerçekleştirme aşamasında. O da, kısa adı PERNET olan bir proje. Kamuda
çalışan tüm personelin bilgilerini bir tek merkezde toplayacak
olan bir proje. Şu anda kamu kurum ve kuruluşları üçer aylık sürelerle
sayısal verilerini Devlet Personel Başkanlığına bildirirler,
biz de Devlet Personel Başkanlığı olarak kamuda ne kadar personel
çalıştığını sayısal olarak biliriz. Ancak, bu personellerimizle
ilgili, yaşı, tahsili, erkekse askerliğini yapmış mı yapmamış mı,
daha önce nerelerde görev yapmış, altmışa yakın farklı bilgiyi de
bu projeyle öğrenmek istiyoruz. Böylece, kamu kuruluşlarıyla irtibatlı
olarak, Devlet Personel Başkanlığında şu anda o mekanik sistem kuruldu,
ciddi bir para harcayarak aldık, 10 tane kurumumuzu da pilot kurum
olarak seçtik. Yani, Devlet Personel Başkanlığı, günlük, bundan sonra
personel hareketlerini takip etme imkânına sahip olacak. Mesela,
burada personelimizin -iyi anlaşılsın diye ifade ediyorum- kan
grupları dahi olacak. Diyelim ki, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
personelinden biri Afyon yolunda -Allah göstermesin- bir kaza geçirdi,
kan aranıyor, Afyon’da Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü personelinden
hangi arkadaşımızın kanı tutar,
bilgisayara girdiğinizde, bu, hemen bulunması, bu arkadaşımızın
kan vermek üzere hastaneye davet edilmesi mümkün hâle gelecek. Böylesine
bir sistem üzerinde, proje üzerinde arkadaşlarımız çalışmalarını
bitirdiler. On tane kurumumuz pilot kurum olarak seçildi. 2007 yılı
sonunda bu projeyi tamamlamak için yoğun bir çalışma var. İnşallah
2007 yılı sonunda bu PERNET dediğimiz Proje tamamlanmış ve hem kurumlarımızın
hem kamu personelinin hizmetine de sunulmuş olacak.
Bu ara, bir de şunu ifade etmek istiyorum; Biliyorsunuz,
kamuya, kamu personeli seçme sınavı yoluyla personel alınıyor. Bu,
1999 yılında yönetmelikte yapılan bir değişiklikle uygulanmaya
başlandı. Biz de Hükûmet olarak, kamu personeli seçme sınavı yoluyla
kamuya personel almayı tercih ettik, bu konuda uygulamamızı aynı
şekilde devam ettiriyoruz. ÖSYM yapıyor bu sınavı. Kamu kurum ve
kuruluşları boşalan kadroları ve açıktan atama izinlerini göz
önünde bulundurarak, yılda birkaç kez yapılan atamalarda taleplerini
ÖSYM’ye bildiriyorlar, öğrenci seçme sınavı da tercihlere göre yüksek
puan alandan… Bunu kamu kurum ve kuruluşlarına gönderiyor.
Dolayısıyla, ne Devlet Personel Başkanlığının
ne benim ne de personel atama talebinde bulunan kamu kurum ve kuruluşunun
o kadrolara atanacak personeli daha önceden bilmesi, öğrenmesi
mümkün değil, çünkü bunlar bilgisayar ortamında yapılıyor. Bunu
biz önemsiyoruz.
Aslında, böyle bir uygulamayı Türkiye’de rahmetli
Ecevit başlattı, onun talimatıyla başlandı. Çok güzel bir proje olduğunu,
bir uygulama olduğunu biz de Hükûmet olarak düşünüyoruz ve bu projeyi
devam ettiriyoruz.
Tabii, bir vesileyle böyle bir hizmete imza atmış
olan Sayın Ecevit’i de rahmetle anmak nasip oldu.
Bunun dışında, değerli arkadaşlarım, on saniyem
var, tabii TÜBİTAK’la ilgili, Türkiye Bilimler Akademisiyle ilgili
de faaliyetler konusunda sizleri kısaca bilgilendirmeyi arzu
ederdim ama, benden önce gruplar adına söz alan arkadaşlarımız bu kurumlarımızın
hangi amaçla kurulduğunu, ne gibi faaliyetlerde bulunduğunu, bütçelerinin
ne olduğunu anlattılar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakanım, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – O nedenle, ben bunları tekrar ederek kıymetli vakitlerinizi
almak istemiyorum.
Özellikle benim Bakanlığıma doğrudan doğruya
bağlı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
ve biraz da Devlet Personel Başkanlığıyla ilgili bilgilerimi, yaptığımız
hizmetleri sizlerle paylaşmak imkânı buldum.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Benim soruma cevap vermediniz
Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Arkadaşlarımızın eleştirileri olmuştu, onlara
elimden geldiği kadar cevap vermeye çalıştım.
Biraz sonra sorular olacak, bu sorularda da,
eğer, eksik kalan bir husus olursa, onları tamamlamaya gayret edeceğim.
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) – Sayın Bakan, Vakıf Gureba
Hastanesine cevap vermediniz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (Devamla) – Hepinizi yeniden sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Kurumlarımızın bütçeleri hayırlı olsun efendim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkanım, affedersiniz..
BAŞKAN – Bütçenin aleyhinde, şahsı adına Çorum
Milletvekili Feridun Ayvazoğlu.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok
az efendim…
BAŞKAN – Hayır efendim, sırasıyla. Yok.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Çok az, bir tek kelime,
yerimden söyleyeceğim.
BAŞKAN – Bir konunuz varsa sayın arkadaşınıza
iletirsiniz, bakın, bütçenin aleyhine söz aldı. Onun için, usule riayet
edeceğiz.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Bir yanlış bilgi verdi
Sayın Bakan da, “Grekoromende şampiyon olduk.” dedi; altın madalya
varsa ben milletvekilliğinden istifa edeceğim.
BAŞKAN – Biraz sonra soru olarak yöneltiniz. Sayın
Sevigen, lütfen efendim.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Yanlış bilgi veriyor
Sayın Başkanım, arkadaşlar yanlış bilgi sahibi olmasınlar diye
söyledim.
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu, buyurun efendim.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2007 merkezî yönetim bütçesinin beşinci turunda
yer alan kamu kuruluşlarının bütçeleriyle ilgili olarak aleyhte
söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçe,
Sayın Unakıtan’ın dediği gibi, mutluluk ve refahtan uçan sanal bir
bütçe mi, yoksa, kamuda, iş âleminde, pazarda, çarşıda, tarlada yaşayan
halkımızın yaşadığı bir bütçe mi denildiğinde, buna, kısaca, elbette,
Sayın Unakıtan’ın tarif ettiği gibi, iyi niyetlerle dolu, sanal bir
bütçe şeklinde cevap vermekten öte başka bir cevap verme olasılığımız
yoktur.
Değerli milletvekilleri, görüşme konuları başlıklarıyla
değerlendirildiğinde şu tespitleri yapmak durumundayız:
Öncelikle gençlik ve spor dediğimizde ilk aklımıza
gelen gençlerimizin -diplomalı olanı, diplomasız olanı- gerçekten
işsizliklerinin üzücü, ürkütücü, endişe, korku ve şiddetle inkâr
edilemez sosyal tehdit boyutlarına ulaştığı bir gerçektir. Yine,
spor denildiğinde ise, bırakalım başarı veya başarısızlıktan söz
etmeyi, akla gelen, yine, maalesef, şiddet, şike ve yolsuzlukların
da benzer boyutlara ulaştığı ve bunlara dört yıllık AKP iktidarlarının
etkin bir çözüm bulamadığı gibi, spor kuruluşlarının seçimlerine
yaptığı siyasi müdahaleleri ise, elbette, görmezden gelemeyiz.
Vakıflar denildiğinde… Elbette, Sayın Bakanın
da söylediği gibi, vakıf eserleriyle ilgili binlerce vakıf eserinin
korunmasına dönük yapılan çalışmaları, biz de, teşekkürle, şükranla
karşılarız. Ancak, ne var ki -akla gelen- geçenlerde çıkarmış olduğumuz
ve yabancılara vakıf cenneti yolu açarak Lozan ve ülke bütünlüğünü
tehlikeye koyan yasanın, Cumhuriyet Halk Partisi olarak uyardığımız,
karşı çıktığımız hâlde, haklı yerden geri dönmesine neden olduğunuzu,
çoğu yasalarda yaptığınız gibi, parlamentoda verilen onca emeği
nasıl heba ettiğinizi inkâr edemezsiniz. İş bununla da kalmadı,
korkarız kalmayacaktır da. Daha üç gün önce Anayasa Mahkemesinden
dönen, yine, Cumhuriyet Halk Partisine rağmen çıkarttığınız Sosyal
Güvenlik Yasası da, sosyal güvensizlik yasası olarak, maalesef, iktidarınızın
kurbanı oldu.
Devlet Personel Başkanlığı diyorsunuz, ama, tek
başına iktidarınızda söz verdiğiniz vaatler, çalışanı ve emeklisiyle
memurun, işçinin, kamu personeli olarak arasındaki gelir uçurumuna,
yoksulluk sınırına ve uygulamadaki eşitsizliğe çare bulamadığınız
gibi, bu konulardaki yoğun şaibeleri ve özellikle yatay geçişlerdeki
kadrolaşma ve cumhuriyeti kuşatma gayretlerinizi de inkâr edemezsiniz.
Değerli milletvekilleri, Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu denildiğinde de, elbette, hepimizin ve tüm kamuoyunun aklına
gelen, kamu ihalelerindeki Hatay, Çorum, Isparta, Karaman gibi çoğu
belediyelerde yapılan yolsuzlukları Ali Dibo adıyla literatüre
yerleştirmekteki maharetinizi, Sayın Başbakanın yanı başındaki
cumhuriyet karşıtı eylem ve söylemleriyle anılan Başbakanlık Müsteşarıyla
birlikte iktidarınızın yasal denetimlerdeki etkisizleştirme
çabalarınızı da inkâr edemeyecek ve halkımıza unutturamayacaksınız.
Yine bu turda yer alan TÜBİTAK ve Türkiye Bilimler
Akademisi adındaki kuruluşlara “bilim olmadan asla” kuralını
bir tarafa bırakıp, siyasi iktidar olarak yaptığınız siyasi müdahalelerinizi
de inkâr edemezsiniz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP İktidarı,
hukuk devleti anlayışından kopmaya maalesef devam etmektedir. Bunlardan
en önemlisi, yüksek yargı kuruluşlarından 1868’den 1924 Anayasası’na
kadar “Şürayı Devlet” adıyla hizmet vermiş ve vermekte olan Danıştayın
bu bütçedeki yerinin ve kendisinin ne kadar önemsenmediğini hele
hele hiç inkâr edemeyeceksiniz.
Dört yıldan beri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal’ın, milletvekilleri olarak bizlerin
yaptığı olumlu uyarılara hiç mi hiç kulak vermediniz, hiç mi hiç itibar
etmediniz. Dikta rejimler de dahil, demokratik rejimlerde de “ilelebet,
sonuna kadar iktidar yoktur” kuralını unuttunuz. Siz, bu kuralı kabul
etmiyor ve görmezden geliyorsunuz. Bu yönde yürütmenin yargısal
denetiminin kendiniz için de teminat olduğunu, olacağını idrak
etmediniz, edemediniz. Bu anlayışta gidiyorsunuz, ama, bunu çok
arayacaksınız.
İktidarınız yaşanan acı örneklerle dolu olup,
Hükûmetinizin de Danıştay kararları üzerine gösterdiği tavır ve
yaptığı açıklamaların bunlara sebep olduğunu inkâr edemezsiniz. Bunlardan
birisi, Sayın Başbakan Erdoğan’ın, Danıştayın hidroelektrik santralleriyle
ilgili verdiği bir kararı üzerine, 6 Nisan 2006 tarihli gazetelerde
yer aldığı şekliyle aynen: “Danıştayda birçok engelle karşı karşıyayız.
Bürokratik oligarşiyle uğraşıyoruz. Ya engelleri aşacağız ya bizi
anlayanla yürüyeceğiz.” şeklindeki yargıya müdahaleci açıklamasıdır.
Nasıl bir tesadüftür ki, bu açıklamadan kırk bir gün sonra, 17 Mayıs
2006’da, maalesef, yargı ve insanlık tarihine kara bir leke olarak
geçen Danıştaya yapılan saldırıyla Türkiye sarsıldı. O kadar olumsuzluklara
rağmen, şerefiyle, namusuyla, vicdanıyla görevlerini yerine getiren
masum yargıçlardan Mustafa Yücel Özbilgin katledilerek şehit edilmiş,
diğer yargıçlar da ağır yaralanmıştır.
Değerli milletvekilleri, AKP, iktidarında, hukuku
içine sindiremediği ve hukuktan uzaklaştığı içindir ki, Danıştayın
yargısal denetimini de bir türlü kabul edememiş ve içine sindirememiştir.
İktidar olarak, keyfî uygulamalarınızla, başta
Millî Eğitim camiası olmak üzere, sürülen, mağdur edilen onca öğretmen
ve müdürlerin, kamu görevlileri ile cumhuriyetin kazanımları
olan iktisadi devlet kuruluşlarının özelleştirilmesine ilişkin
yargı kararlarını uygulamamak için olmadık hileli yollara başvurdunuz,
savsadınız, unuttunuz; ama İsrail’li Ofer’e iş geldiğinde, akıl almaz
peşkeşleri çekmek için de elinizden geleni yapmaktan hiç mi hiç çekinmediniz.
Konumuz olan Danıştayın binasının fiziki durumu
ve korunmasının, güvenliğinin ve de bütçesinin yetersiz olduğu
defalarca dile getirilmesine rağmen, iktidarınızca söz verildiği
hâlde, ciddiyetle ilgilenmediğinizi de inkâr edemezsiniz.
Kısacası, yargıyı -Van, Şemdinli ve Hakkâri’deki
yaşanan müdahaleci anlayış örneklerinde yaptığınız gibi- nasıl
olur da elimizde tutabiliriz anlayışını aklınızdan hiç çıkarmadınız.
Ama şunu biliniz ki, Cumhuriyeti seksen üç yıldır içine sindirmiş,
inanan halkımız da, Hükûmetin, maalesef, o gün Kocatepe Camii’ndeki
kaçış hâlini unutmayacaktır; aynı halkımız, iktidarınızda, tarımı
ve hayvancılığı çökerterek perişan ettiğiniz, vaatlerle kandırdığınız,
ilimiz Çorum’daki ve ülkemizdeki çiftçilerimiz, köylülerimiz ve
kepenklerini kapatan esnaf ve sanatkârlarımız ile yarattığınız işsizler
ordusu da söylediklerinizi unutmayacaktır; AKP’yi aklından ve sandığın
dibinden hiç çıkarmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dört yıllık
anlayışınız, uygulamalarınız ve hünerlerinizle, günahınızla,
sevabınızla, iktidarınıza veda edecek ve gideceksiniz.
Burada bize de düşen bir görev var. Size güle güle
diyoruz, ama, geliniz, siz de, Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal’ın
her zaman haklı çıktığı uyarılarından birisi daha olan erken seçim
uyarısına kulak veriniz, ülkeyi bu gerilimden kurtarınız; gereğini
hep birlikte yapalım.
Yaptığımız bu haklı eleştirilerimiz saklı kalacak
elbette; ama, her şeye rağmen, 2007 bütçesinin, kutlayacağımız yeni
yıl ve Kurban Bayramı’nın ulusumuza barış ile huzur getirmesini diliyor,
yüce Meclisi bir kez daha saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu, teşekkür ediyorum sizlere.
Sayın milletvekilleri, biraz önce, Sayın Bakanın,
konuşması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna atfen söylediği
bir cümle vardı. Şimdi Sayın Anadol o cümleye bir açıklık getirecekler.
Buyurun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Çok teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Bakan, elbette, sorumluluğu içinde icraatlarını
anlatacak bu kürsüden, onun en doğal hakkıdır. Doğru, yanlışta biz,
muhalefet olarak yanıt vereceğiz, soru soracağız. Ancak, muhtemel
bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, Cumhuriyet Halk Partisi
iktidara gelseydi kendinden olmayanlara hizmet etmeyeceğini
adım gibi biliyorum, demesini yadırgadığımı ifade ediyorum. İnşallah,
bir sene sonra yer değiştireceğiz, o zaman CHP iktidarında nasıl
tarafsız davrandığımız ortaya çıkacak; bir.
Bir cümlem kaldı: Üniversiade gerçekten iyi oldu,
hizmetlerinden dolayı da kutluyorum Sayın Bakanı, İzmir’de, İzmir
Milletvekili olarak. Ama, o tarihsel gösteri içinde, eski uygarlıktan
günümüze uzanan tarihsel gösteri içinde Cumhuriyet Dönemi ve Atatürk
olsaydı çok daha memnun olurdum. Bunu da büyük bir noksanlık olarak
kabul ettiğimi arz ediyorum.
Tekrar size teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi
soru-cevap işlemine geçeceğiz.
On dakika süreyle soru, ondan sonra on dakika süreyle
de cevap işlemi olacaktır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sayın Başkanım, ben Sayın
Bakanlığa bir dilekçe arz ettim, bir örneğini de Sayın Bakanıma
arz ettim. Bunun zapta geçmesini istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Ercenk, o konuyla ilgili olarak
herhangi bir şey söyleyemem.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Size de arz ettim efendim
dilekçemi.
BAŞKAN – Sayın Bakan huzurdaydı, Sayın Bakana gelip
konuştunuz. Makamı vardır, makamından randevu alıp konuşursunuz.
Şu anda burada değil.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sayın Bakana dilekçemi arz ettim, size
de arz ettim. Bunun tutanağa geçmesini istiyorum.
BAŞKAN – Yazılı olarak gönderdiniz, aldık.
Soru-cevap işlemini başlatıyorum.
Sayın Kılıç, buyurun efendim.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Sayın Başkan, aracılığınızla
Sayın Bakana birkaç tane sorum olacak.
Sayın Bakan, eski Vakıflar Kanunu ile Medeni Kanun’daki
yeni vakıfları bir arada yeniden düzenlediniz. Ancak, bu düzenleme
Sayın Cumhurbaşkanı tarafından veto edildi. Bireysel anlamda diğer
vatandaşlarımızla eşit haklara sahip olan azınlıklara bu Yasa ile
yeni topluluk hakları veriyordunuz. Azınlık vakıfları, ihtiyaçlarına
bakılmaksızın, Türkiye’nin her yerinde mülk edinebileceklerdi, ticaret
yapabileceklerdi, okul açabileceklerdi, yani bu gibi hakları veriyordunuz
ve denetimsiz, yurt dışından vakıflar yardım alabileceklerdi. Hatta
bu düzenlemeler Lozan Anlaşması’na da ayrılık teşkil ediyordu. Sayın
Cumhurbaşkanımızın veto ettiği bu yasal düzenlemede ısrar edecek
misiniz? Bunu öğrenmek istiyorum Sayın Bakanım; bu bir.
Sayın Bakan, ikinci sorum: Kamuya personel alımlarımda
KPDS sınavı esas alınmakta, bir kısım görevliler için de mülakat yapılmaktadır.
Mülakatta, çoğu zaman, alınacak personelin birkaç katı eleman çağrılarak,
bilgi, birikim, teknik yeterliliğine göre değil, AKP zihniyetinin
vücut dilinden anlayıp anlamadığına göre işe alınmaktadır. Sayın
Bakanım, sorum şu: Mülakat uygulamasındaki, keyfîliğe devam edecek
misiniz?
Üçüncü sorum: Devlet Memurları Kanunu 1965 yılında
yürürlüğe girdi ve kabulünden bu yana da pek çok kez değişikliğe uğradı,
yani deyim yerindeyse, yamalı bohçaya döndü. Hatta yeni yapılacak
düzenlemelerle, eklemelerle, artık, yama tutmaz duruma geldi Sayın
Bakan. “Reformcu Hükûmetiz.” diyorsunuz; bu kadar geniş kesimi düzenleyen
bu Devlet Memurları Yasası’nı yeniden ele almayı düşünüyor musunuz?
Dördüncü sorum Sayın Bakan: Kamuda çalışanlar,
devlet memurları, diğer kamu görevlileri, sözleşmeli personel,
geçici personel, işçiler gibi pek çok değişik statüde çalışmaktalar.
Kamu çalışanları arasında ücret değişikliği de, ücret farklılıkları
büyük adaletsizlikler yaratmaktadır. Aynı iş yerinde aynı işi yapan
kişiler farklı statüde çalışmakta ve farklı ücretler almakta.
Sorum şu Sayın Bakan: Kamuda çalışanlar arasındaki
bu ücret dengesizliğine ne zaman çözüm üreteceksiniz? Kamu görevlilerinin
önemli bölümü yoksulluk sınırı altında, özellikle kamudan emekliler
açlık sınırında ücret almakta. Bu ayıba ne zaman son vereceksiniz
Sayın Bakanım?
Son sorum Sayın Bakan...
BAŞKAN – Sayın Kılıç, şu anda, ekrana bakarsanız,
on dakikadan bu yana, kaç dakikadır…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Son sorum…
BAŞKAN – Son dakika ama, kaç dakikayı kullandığınıza
dikkat ediyorsunuz…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Sayın Başkan, süreyi
siz alıyorsunuz efendim.
BAŞKAN – Milletvekili arkadaşlarımız beni ikaz
ediyor da onun için söyledim.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Efendim, süreyi siz
alıyorsunuz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun, buyurun…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Son soru Sayın Bakan. Geçen
sene bu soruyu Sayın Antalya Milletvekili Osman Kaptan da sormuştu.
SELAMİ UZUN (Sivas) – O zaman niye soruyorsun?
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Malumunuz, Avrupa
Şampiyonluğu için Türkiye-Yunanistan ortak bir başvuruda bulunmuştu.
Bununla ilgili de -spor müsabakalarının yapılmasıyla ilgili- İstanbul,
Ankara, İzmir ve Antalya’da spor tesisleri yapılacaktı Sayın Bakanım.
Demin siz konuşurken Sayın Bakanım, belirttiniz
ki: “Şehir merkezindeki statları şehir dışına çıkartmaya çalışıyoruz.”
dediniz. Ancak, bunun tersi bir uygulamayı Antalya’da görüyoruz.
Antalya’da tam beş yıldızlı otellerin bulunduğu bölgedeki 140 dönümlük
alana, yap-işlet-devret yöntemiyle 120 bin metre kare de ticari kapalı
alan tahsis ederek burayı rant alanına çeviriyorsunuz. Acaba, bu uygulamadan
vazgeçmeyi düşünüyor musunuz?
Antalya’nın tam merkezi noktasındaki bu alana,
bu kadar geniş alanda bir statü yaparsanız, ticari alan yaparsanız,
oranın trafiğini ve düzenini nasıl sağlayacaksınız? Bunu sormak
istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Işık...
AHMET IŞIK (Konya) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Tabii, ben, dört dakika soru sormayacağım. İki tane sorum var Sayın
Başkan, Sayın Bakanımıza.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Tam volelik olsun Sayın
Işık.
AHMET IŞIK (Konya) – Sayın Bakanım, tesisleşmedeki
duyarlılığınızı takdir ediyoruz, Genel Müdürlüğü de aynı şekilde.
Seçim bölgem Konya’yla ilgili sual yöneltmek istiyorum.
Atatürk Spor Stadyumu var, malumunuz. Ama, Konya’nın
tarihî sürecine baktığımız zaman, eskrimden güreşe, bisiklet sporundan
voleybola kadar, gerçekten, Konya çok büyük bir aktivitenin içerisinde
olmuş ve şehir merkezinde 1,5 milyon insan yaşıyor ve futbol, bizim
olmazsa olmazımızdır Sayın Bakan.
ŞEVKET ARZ (Trabzon) – Konya’da…
AHMET IŞIK (Konya) – Fakat, şu an hâlihazır Atatürk
Spor Stadyumu, çağ dışı kalmış, artık fonksiyonlarını yitirmiş bir
hâl almış.
Bizim buradaki arzumuz şudur: Sayın Bakanım, Büyükşehir
Belediyemiz, Stadyumu, Genel Müdürlükten kiraladı, büyük bir projesi
var. Eğer, bu projeyle Bakanlığınıza geldiğimiz zaman bize desteğiniz
ne olur? Böyle bir proje gündeme gelmediği takdirde, özellikle velodrom
pisti, bisiklet pistinin, seyirciyle taraftar arasında, taraftarla
futbolcu arasındaki rabıtayı yok eden, âdeta futbol ambiyansını
yok eden bir gerçekle karşı karşıyayız. Modern hâle dönüştürülmesi
için katkınız ne olacaktır?
Son sorum: ÖSYM tarafından yapılan sınavda, İnternette
sonuçları yayınlandı Sayın Bakanım, daha sonra bu yayın kaldırıldı,
arkasından tekrar bir daha yayınlandı. Şöyle bir istifham oluşabilir:
Memuriyet sınavının sonuçlarına yönelik yayın yapıldığı halde
İnternette, tekrar kaldırılıp tekrar konmasının gerekçesi nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Özdoğan…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
Sayın Bakanımıza birkaç sorum var.
Birinci sorum: Sayın Bakanım, bir süre önce, kamuda
istihdam edilmek üzere 100 bin kişinin alınacağını açıklamıştınız;
ancak, geçtiğimiz hafta içerisinde, Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan,
IMF ile ilişkiler çerçevesinde 2007’de kamuya personel alımının olmayacağını
açıkladı. Kabinenin bu iki sayın bakanının açıklamalarını bir arada nasıl
değerlendirmeliyiz?
İkinci sorum: Sayın Bakanım, Futbol Federasyonu
özerk değil midir? Federasyonda neler oluyor? Federasyon Başkanını
görevden almaya neden çabalıyorsunuz?
Üçüncü sorum: Ata sporu olan ve bu sporun da baba
ocağı olan Erzurum’daki atlı cirit sporcularımız mağdur ve perişan
durumdadırlar. Bunun, gurur kaynağımız olan, Erzurum’daki ve Türkiye’nin
diğer vilayetlerindeki atlı cirit sporcularımızı mağduriyetten
ve maddi sorunlarından ne zaman kurtaracaksınız?
Diğer bir sorum: Dünyanın en uzun ve kaliteli pistlerine
sahip Palandöken kayak tesislerini ne zaman uluslararası standartlara
kavuşturacaksınız ve dünyaya yeterli ölçüde tanıtacaksınız?
Diğer bir sorum: Danıştayın personel ihtiyacı
ve fiziksel olarak bina sorunları vardır. Bu eksiklikleri ne zaman
tamamlayacaksınız?
Son sorum: Danıştaya idari hâkim alınmasında, yazılı
ve sözlü sınavları Adalet Bakanlığı yerine Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun yapması, yargının bağımsızlığı açısından uygun
değil midir? Danıştayı siyasetin etkisinden ne zaman kurtaracaksınız?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bölünmez, buyurun.
SÜLEYMAN BÖLÜNMEZ (Mardin) – Sayın Başkanım, benim
sorum olmayacak. Çünkü, cumartesi günü iki turda birer dakika -tutanaklara
bakılırsa- soru sordum. Ben sorularımı yazılı vereceğim. Hakkımı
beşinci ve altıncı arkadaşlara bırakmak üzere, protesto ediyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ekmekcioğlu.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Az önce, Sayın Bakanımız kürsüde, Korkuteli
Spor Salonu’yla ilgili örnek verdi. Bu konuyu, biz, Sayın Bakanımla,
yaklaşık, inşaat başlamadan yedi ay önce görüşmüştük. Ama, maalesef,
inşaat bir türlü başlamadı, ta ki, Milliyetçi Hareket Partili Belediye
Başkanının AKP’ye transferine kadar. Az önce, Sayın Bakan, kürsüde
konuştu “Biz tarafsızlık yaptık” dedi. Sayın Bakan, kendinizle çeliştiniz.
Ayrıca, sporu siyasete de alet ettiniz.
Sorulara başlıyorum.
Antalya’nın Gazipaşa, Demre, İbradı ve Kaş ilçelerinde
halen kapalı spor salonu yoktur. Bu salonun, il özel idaresi tarafından
yapılması gerekirken, ödenek yetersizlikleri nedeniyle inşaatına
başlanamamıştır. Bakanlığınız tarafından genel bütçeden yeterli
pay ayırarak bu salonların yapımına başlamayı düşünüyor musunuz?
İkinci sorum: Turizmin başkenti olan Antalya’mızda
hâlen olimpik bir yüzme havuzu yoktur. Bu da, gerçekten, turizm adına
utanç verici bir durumdur. Antalya Belediyesi ile Gençlik ve Spor İl
Müdürlüğü arasında yapılan protokolün üzerinden tam yedi ay geçmesine
rağmen bir gelişme olmamıştır. Yapılan protokol gereği süre her geçen
gün azalmaktadır. Bakanlık olarak, bu havuzun bir an önce bitirilip
faaliyete geçmesi konusunda ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?
Üçüncü sorum: Daha önce Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne
bağlı olan 57 federasyonun 54’ü özerkleştirilmiş durumdadır. Bunların
20’si son yedi ayda özerkleştirilmiştir, gidişat çok tehlikelidir.
Özerklik bir süreçtir. Zamanın geçmesi, bu anlayışın
iyice yerleşmesi, en önemlisi sponsorluk ile desteklenmesi şarttır.
Ülkemizde sponsorluk, henüz bütünüyle anlaşılmış ve benimsenmiş
değildir. Özerklik süreci tamamlandıktan, sponsorluk -sporun- sektör
içerisine yerleşip iyice benimsenmeden federasyonları özerk yapmak,
birkaçı hariç, çoğunu aslanların önüne atmak değil midir?
Devlet, Anayasa’da belirtildiği üzere, spora ve
sporcuya her koşulda sahip çıkmak zorundadır. Gerekli bir altyapı
oluşturulmadan, bu kısa süreler içerisinde federasyonların özerk
hale gelmesi sporcularımızı zor durumda bırakmaz mı? Şu anda, 23 özerk federasyon
sponsorlar tarafından desteklenmektedir, kalan 31 federasyonun
sponsoru yoktur.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MUSTAFA EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sponsoru olmayan
bu özerk federasyonlar faaliyetlerini nasıl sürdüreceklerdir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Saygıdeğer arkadaşlarım, şu ana kadar,
sadece, dört milletvekili arkadaşım on dakika içinde soru sordu.
Ben, diğer başkan vekili arkadaşlarımla konuşunca,
belki, şöyle bir uygulama yapabiliriz: Her milletvekiline en iyisi
bir dakikalık süre vermek, burada otomatik olarak ayarlamak, onun
şeyinin de otomatik olarak kesilmesidir. Yoksa, bir arkadaşımız
üç buçuk dakika soru sorarsa veya açıklamalar yaparsa bu olmaz. Tahmin ediyorum, bundan
sonra böylesi bir uygulama daha sağlıklı olacaktır.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – Süreyi uzatalım Sayın
Başkan.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – On dakika çok az Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Evet, şimdi cevap işlemine geçiyoruz.
Buyurun Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkanım çok teşekkür ederim.
Soru soran arkadaşlarımızın sorularına kısaca
cevap vermeye çalışacağım.
Sayın Kılıç, 9 maddesi tekrar görüşülmek üzere
Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilen Vakıflar Kanunu’yla
ilgili bir değerlendirme yaptılar ve bu konuda Hükûmet olarak ne yapacağımızı
sordular. Kuşkusuz, şu anda Adalet Komisyonundadır, Adalet Komisyonunda
geri gönderilen maddeler yeniden görüşülecektir. Geri gönderme
gerekçelerini Vakıflar Genel Müdürlüğü ilgili bürokrat arkadaşlarımız
incelediler, bugün de bana düşüncelerini ifade ettiler. Ancak,
bugün o düşüncelerini ve değerlendirmelerini okuma imkânı bulamadım.
Daha sonraki bir aşamada, gerekirse, bunu sizinle değerlendiririz.
Ancak, tabii ki, Komisyon gündemine aldığında, orada, bu konuyla
ilgili düşüncelerimizi ortaya koyacağız.
“Kamuya personel alımlarında mülakat yapılmakta
ve burada siyasi tercihler rol oynamaktadır.” dediniz. Kamuya personel alınırken bir (A) grubu
kadrolar var, bir (B) grubu kadrolar var. Mülakat yapılan kadrolar,
(A) grubu kadrolardır. Bunlar, kaymakam adaylığı, müfettiş muavinliği
gibi birtakım kadrolar için alımlardır. Bunlar, zaten öteden beri,
yani bizim dönemimizde değil, ayrıca mülakatla personel alan kurumlarımızdır,
çünkü onların personel yönetmeliklerinde ayrıca mülakat yapılacağı
da yazılıdır.
MUHARREM
KILIÇ (
DEVLET
BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Bu konu,
bizim getirmiş olduğumuz bir düzenleme değildir. Ayrıca, (B) grubu
kadrolarla ilgili de herhangi bir mülakat yapılmamaktadır. Biliyorsunuz,
biraz önce kürsüde de ifade etmiştim, (B) grubu kadrolarla ilgili
kamu kurum ve kuruluşları boş kadrolarını ÖSYM’ye bildirmekteler.
Onlar da, aranan vasıflara uygun yüksek puan alandan başlamak
üzere, memur adaylarını kurumlara göndermekteler. Dolayısıyla,
burada herhangi bir siyasi tercihin olması söz konusu değil.
Ayrıca, kamu çalışanları arasında ücret farklılığından
bahsettiniz, bu konuda tabii ki haklısınız. Onunla ilgili, Devlet
Personel Kanunu’nda değişiklik yapan bir taslak, Bakanlığımca Başbakanlığa
sunuldu, Bakanlar Kurulunun gündeminde. Ancak, daha önce, bir soru
üzerine de ifade etmiştim; kamu personelini temsil eden sendika ve
konfederasyonlarımızın da, üstünde, mutabakatı alınmadan, tam
bir mutabakat sağlanmadan Meclise sevk konusunda Sayın Başbakanımızın
bir hassasiyeti var. O nedenle, henüz daha, üzülerek ifade edeyim
ki, Meclise sevk etme imkânı bulamadık. Ancak, bir şey daha söylediniz…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Devlet Memurları Kanunu…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – İşte, ben de ondan bahsediyorum, Devlet Memurları
Kanunu’ndan bahsediyorum. Kamu personelinin, bizim dönemimizde
çok mağdur olduğunu, alım gücünün düştüğünü ifade ediyorsunuz. Ben,
bugün bir hesap yaptırdım. Aslında, gerek memurlarımızın gerekse
emeklilerimizin almış oldukları ücretleri kuşkusuz ki yeterli
görmüyoruz, daha iyisini devlet olarak verebilmeliyiz; ancak, bizim
dönemimizde, hiçbirinin alım gücü düşmemiştir. Bununla ilgili bugün
yaptırmış olduğum bir hesap önümde; ancak, tabii, vakit süratle ilerliyor,
diğer sorulara da cevap vermem lazım.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Memurlar dinliyor Sayın
Bakan!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Yapmış olduğum hesabın bir nüshasını sizlere
takdim edeceğim.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Memurlar çok mu iyi geçiniyor
Sayın Bakan?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Bakın… Dedim ya, yeterli görmüyoruz.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Hepsi yoksulluk sınırının
altında maaş alıyor Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Örneğin, en düşük maaş alan, evli, yani, aile ödeneği
de alan bir memurumuz biz göreve geldiğimizde 392 alıyordu, önümüzdeki
aydan itibaren, bu arkadaşımız 814 YTL alacak, yani…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Açlık sınırına yaklaştı
Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Bakın, yüzde 107,7 gibi bir artış söz konusu.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Beş senede…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Açlık sınırında Sayın
Bakan, açlık sınırında…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Bu dönemdeki enflasyon da 53,3. Demek ki biz, enflasyonun
1 misli üstünde, en düşük maaş alan memurumuza, zam yapmışız, alım
gücü düşmemiş, alım gücünü, hatta, artırmışız. Ortalama memur maaşında
82,1’lik, bizim dönemimizde artış sağlamışız, enflasyon 53,3. Enflasyonun
üstünde zam vermişiz, diğerlerine de böyle yapmışız. Gönlümüz arzu
eder ki, Türkiye’nin imkânları elverdikçe, kamu çalışanlarına, emeklilerimize
bütçeden daha fazla pay ayırabilelim. Ama, hiçbir zaman onları enflasyonun altında tutmamaya -aldıkları
ücret ve maaşı- özen gösterdiğimizi ifade etmek istiyorum.
Sayın Işık, Konya’da Atatürk Şehir Stadı’nın artık
işlevini büyük ölçüde yitirdiğini ve Konya’da sporun, özellikle
futbolun çok sevildiğini, bu konuyla ilgili diğer bazı büyük şehirler
gibi, Konya Büyükşehir Belediyesinin de bir projeyle Ankara’ya
gelmeyi arzu ettiğini ifade ettiniz. Gerçekten, birkaç gün önce
bir münasebetle karşıladığımız Büyükşehir Belediye Başkanımız
Sayın Akyürek de bundan bahsetmişti. O da Şehir Stadı’nın karşılığı
olarak çok modern bir stadı şehrin dışında uygun bir yere yapmayı
planladıklarını ifade etti. Buna karşılık mevcut stadın kendilerine
devredilip edilmeyeceğini sordu. Ben de, buyurun hazırlayın bir
proje, size yardımcı olalım dedik. Tabii burada bir de, gerçekten,
futbolun dışında bisiklet sporu da Konya’da çok sevilir, bununla ilgili,
stadın içinde, bir pist var. Onun mutlaka şehrin dışında, bu sporu sevenler
için uygun bir fiziki mekânın yapılmasında zaruret olduğunu düşünüyorum.
Nitekim öyle bir mekân da var Konya’nın dışında, öyle bir mekân da var. Orayı
daha da mükemmel hâle getirme konusunda, Gençlik ve Spor Genel Müdürümüz
yanımda, ondan da istirham ediyorum, bu konuyu özel olarak takip
ederlerse sevinirim.
Yine bir soru sordunuz “ÖSYM son personel yerleştirmelerini
önce yayınladı bilgisayar ortamında, sonra kaldırdı, sonra tekrar
yayınladı. Bunun bir sebebi var mı?” dediniz. Evet, gerçekten böyle
oldu. Bir teknik hata nedeniyle sonuçlardan bir bölümü yanlış aksetmiş,
sonra bu hatalar düzeltildi. Yani, ÖSYM’nin yapmış olduğu bu sınavlarda,
tamamen bilgisayar ortamında yapıldığı için, belki teknik hatalar
olabilir, ki, o da düzeltildi. Bunun dışında herhangi bir şaibenin
söz konusu olmadığını ifade etmek istiyorum.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Sayın Bakanım, Konya’yı
şehir dışına çıkarmak istiyorsunuz. Antalya’yı şehir içine... Bu
konuda bir şey demediniz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – O soru gelecek sanıyorum şimdi.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Benim sorularımda
vardı efendim, ben sordum.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Var mı, geçti mi? Affedersiniz, affedersiniz Sayın
Kılıç; doğru, öyle bir sorunuz var.
Tabii, biz, belediyelerimizden, eğer şehrin içinde
kalmış, işlevini büyük ölçüde yitirmiş statları bize verin, biz de
bunun yerine Türk gençleri için, spor için daha modern bir stat yapalım
teklifiyle gelirlerse, buna sıcak bakıyoruz, bu konuda yardımcı
oluyoruz, ama, bu stadın nereye yapılacağı konusu tamamen imar
planlarına göre o ildeki büyükşehir belediyesinin ve meclisinindir.
Nereye yapacağı konusuna biz karışmayız, karışamayız. Çünkü,
oradaki yerel yönetimcilerin işidir bu.
Antalya, bunu… Biraz önce Tuncay Bey de ifade etti,
daha uygun yerler var, hatta, şehrin içinde yapılıyor diye bir yazılı
müracaatı da olmuş. Tabii, bu konu tamamen Antalya Büyükşehir Belediye
Meclisinin ve Belediye yönetiminin sorumluluğundadır. Yani, bir an önce, biz
o statların ve salonların yapılmasını istiyoruz. Çünkü, 2010 süratle
geliyor. Basketbol şampiyonası finalleri olacak ve o stada da şiddetle
ihtiyacımız var. Bir an önce yapılmasını istiyoruz. Takdir, tabii
ki, yerel yöneticilerindir.
Sayın Özdoğan “kamuda 100 bin personel alacağız
demiştiniz, sonra Babacan ‘2007’de hiç personel almayacağız’ dedi”
diye bir beyanda bulundu.
Ben, 2006’yla ilgili, 100 bin civarında, kamuya, personel
yerleştireceğimizi söylemiştim. Hem memur statüsünde hem sözleşmeli
statüde hem de geçici statüde ve hem de işçi statüsünde, 2006 yılında,
şu ana kadar 146 bin vatandaşımızı kamu kurum ve kuruluşlarında personel
olarak değerlendirdiğimizi ifade etmek istiyorum.
2007’yle ilgili de, bütçe kanununda kamu kurum ve
kuruluşları 2006 yılında boşalan kadrolarının yüzde 50’siyle ilgili
doğrudan atama imkânına sahip olacaklar, ayrıca, 23 bin de açıktan
atama izni bütçe kanununda öngörüldü. Bu, aşağı yukarı 60 bin yeni
personel demektir. Yani, ortalama, 2007 yılında da biz 60 bin yeni
personel alma imkânına sahip olacağız.
Sayın Babacan’ın “2007’de kamuya hiç personel almayacağız”
şeklinde bir beyanını ben hatırlamıyorum. Zaten, bütçe kanununda
bu var. Ali Babacan bunları biliyor. Böyle bir şey söylemesi bana göre
mümkün değil.
Sürem dolmuş. Sayın Başkanım, siz de işaret etmiyorsunuz.
Ama, izin verirseniz…
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – Yargıda hâkim ve savcıların
alınışıyla ilgili…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkanım, ne emredersiniz?
BAŞKAN – Buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Palandöken kayak pisti dediniz. Önümüzdeki Ocak
ayının 14’ü, 15’inde, İtalya’da Torino kentinde, 2011 Universiade kış
oyunlarının Erzurum’a alınmasıyla ilgili oylama yapılacak. Bendeniz
oradayım, Erzurum Belediye Başkanı, Valisi, Üniversite Rektörü
ve herkes de orada olacak. İnşallah, 2011 Universiade kış oyunlarını
Erzurum’a almayı başarırız. Böylece, Palandöken de, kuşkusuz ki,
ciddi bir kayak merkezi haline gelir. Ben de, bu konunun özel olarak
takipçisi olduğumu ifade etmek istiyorum.
İzin verirseniz diğer sorulara yazılı olarak cevap
vereyim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – Danıştay binasını da
sormuştum.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ
ŞAHİN (İstanbul) – Sürem bitti.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi
tamamlanmıştır.
Şimdi, sırasıyla beşinci turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup
oylarınıza sunacağım.
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî
Yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.14 – GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.– Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 20.518.340
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 124.310
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 185.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık Hizmetleri 1.431.410
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür
ve Din Hizmetleri 325.570.940
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler...
TOPLAM 347.830.000
BAŞKAN–
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
03 Teşebbüs ve Mülkiyet
Gelirleri 9.760.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve
Yardımlar ile Özel Gelirler 331.815.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer Gelirler 4.255.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler...
TOPLAM 345.830.000
BAŞKAN–
Kabul edenler...
Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim bütçesinin bölümleri
Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü 2005
2.– Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2005
BAŞKAN– (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
A – C E T V E L İ
. (YTL)
- Genel Ödenek Toplamı : 420.776.196,23
- Toplam Harcama : 404.070.295,03
- İptal Edilen Ödenek : 16.705.901,20
BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
. (YTL)
- Bütçe tahmini : 269.657.000,00
- Yılı tahsilatı : 389.889.863,23
BAŞKAN– (B) cetvelini
kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2005 mali yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.92 – VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.–Vakıflar Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 11.332.822
BAŞKAN– Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 140.513
BAŞKAN– Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 1.200.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik İşler
ve Hizmetler 410.471
BAŞKAN– Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık Hizmetleri 43.419.355
BAŞKAN– Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür
ve Din Hizmetleri 216.058.997
BAŞKAN– Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal Güvenlik
ve Sosyal Yardım Hizmetleri 121.022.842
BAŞKAN– Kabul edenler...
TOPLAM 393.585.000
BAŞKAN–
Kabul edenler...
(B)
cetvelini okutuyorum:
B
– C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
03 Teşebbüs ve Mülkiyet Gelirleri 379.800.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
05 Diğer Gelirleri 13.775.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
06 Sermaye Gelirleri 10.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
TOPLAM 393.585.000
BAŞKAN–
Kabul edenler...
Vakıflar
Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Vakıflar
Genel Müdürlüğü 2005 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Vakıflar Genel
Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN–
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Vakıflar
Genel Müdürlüğü 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
A – C E T V E L İ
. (YTL)
- Genel Ödenek Toplamı : 206.005.000,00
- Toplam Harcama : 158.861.123,07
- Ödenek Dışı Harcama : 3.719.115,31
- İptal Edilen Ödenek : 50.862.992,24
BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B – C E T V E L İ
. (YTL)
- Bütçe tahmini : 206.000.000,00
- Yılı tahsilatı : 172.109.057,88
BAŞKAN– (B) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 2005 mali yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Devlet Personel Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.78 – DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI
1.– Devlet Personel Başkanlığı
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 10.424.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 45.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 10.469.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet Personel Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.79 – BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU
1.– Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulu 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 10.280.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 75.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 10.355.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Danıştay Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
05 – DANIŞTAY BAŞKANLIĞI
1.– Danıştay Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 5.069.094
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 31.255.776
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim Hizmetleri 102.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 36.426.870
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Danıştay Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Danıştay Başkanlığı 2005 mali yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Danıştay Başkanlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN– (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Danıştay Başkanlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
A – C E T V E L İ
. (YTL)
- Genel Ödenek Toplamı : 19.781.843,00
- Toplam Harcama : 19.153.179,10
- Ödenek Dışı Harcama : 941.273,02
- İptal Edilen Ödenek : 1.569.936,92
BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Danıştay Başkanlığı 2005 mali yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.08- TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI
1.– Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama (YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 899.134.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 1.410.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 400.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık Hizmetleri 359.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
09 Eğitim Hizmetleri 37.032.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 938.335.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
03 Teşebbüs ve Mülkiyet
Gelirleri 119.250.500
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve
Yardımlar ile Özel Gelirler 776.635.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer Gelirler 28.438.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
06 Sermaye Gelirleri 11.500
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 924.335.000
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.09- TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI
1.– Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 6.275.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 6.275.000
BAŞKAN–
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
03 Teşebbüs ve Mülkiyet
Gelirleri 40.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Alınan Bağış ve
Yardımlar ile Özel Gelirler 6.225.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
05 Diğer Gelirler 10.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 6.275.000
BAŞKAN
– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye
Bilimler Akademisi Başkanlığı 2007 yılı merkezî yönetim bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Böylece,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Devlet
Personel Başkanlığı, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Danıştay
Başkanlığı, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı
ile Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığının 2007 yılı bütçeleri
ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Danıştay Başkanlığının 2005 mali yılı
kesinhesapları kabul edilmiştir. Hayırlı olmalarını temenni ediyorum.
Sayın milletvekilleri, beşinci tur görüşmeleri
tamamlanmıştır.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.59
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.17
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 36’ncı Birleşimi’nin Dördüncü Oturumu’nu açıyorum.
Şimdi, altıncı tur üzerinde görüşmelere başlayacağız.
Altıncı turda, Hazine Müsteşarlığı, Avrupa Birliği
Genel Sekreterliği, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı
bütçeleri ile Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığının kesinhesabı
yer almaktadır.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
l.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali
Yılı Genel ve Katma Bütçeye Dahil Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S. Sayısı: 1269, 1270, 1271) (Devam)
H) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI
1.- Hazine Müsteşarlığı 2007
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Hazine Müsteşarlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
İ) AVRUPA BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ
1.- Avrupa Birliği Genel Sekreterliği 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
J) BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
K) SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
L) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.- Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
M) TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince,
tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, yirmi dakika süreyle
soru-cevap işlemi yapacağız. Soru sorma işlemiyle ilgili açıklamaları
daha önceleri de yaptığım için tekrarlamıyorum. Soru sormak isteyen
milletvekilleri, görüşmelerin bitimine kadar yerlerinden soru
sorabilirler.
Soru sorma için arkadaşlarımız mikrofonu açacaklar.
Soru sorma işlemini başlatıyorum ve soru sormayla ilgili olarak,
bu turda, milletvekili arkadaşlarımızın en az 10 tanesinin soru
sorması için, arkadaşlara bir dakikalık süre vereceğim ve bir dakika
sonra da mikrofonları kapanmış olacaktır. Bunu da bilgilerinize
arz ediyorum; çünkü, dört dakikada soru soran arkadaşlar var. Bir
hakkın…
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Bir dakikada soru sorulmaz
ki Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bir dakikada soru sorulur Sayın Çetin. Sorulur
efendim, bir dakikada soru sorulur, soranları göreceksiniz biraz
sonra.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Her gün yeni moda çıkarıyorsunuz!
BAŞKAN – Altıncı turda grupları ve şahısları adına
söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Gruplar: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu; Mehmet
Akif Hamzaçebi, Trabzon Milletvekili, İnal Batu, Hatay Milletvekili;
Feridun Fikret Baloğlu, Antalya Milletvekili; Hüseyin Bayındır,
Kırşehir Milletvekili; Cevdet Selvi, Eskişehir Milletvekili,
AK Parti Grubu: İsmail Ericekli, Çankırı Milletvekili;
Ali Rıza Alaboyun, Aksaray Milletvekili; Eyyüp Sanay, Ankara Milletvekili;
Hacı İbrahim Kabarık, Bartın Milletvekili; Fatih Arıkan, Kahramanmaraş
Milletvekili; Saffet Benli, Mersin Milletvekili.
Anavatan Grubu; Ömer Abuşoğlu, Gaziantep Milletvekili;
Hüseyin Özcan, Mersin Milletvekili; Hüseyin Güler, Mersin Milletvekili;
Mehmet Sait Armağan, Isparta Milletvekili.
Şahısları adına: Lehinde, Alaattin Büyükkaya,
İstanbul Milletvekili; aleyhinde, Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Malatya
Milletvekili.
İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’ye aittir.
Sayın Hamzaçebi, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz, belirlendiği şekilde, on üç dakika.
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine Müsteşarlığı bütçesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere söz aldım. Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Hazine Müsteşarlığı,
uygulanmakta olan ekonomik programın belli konularda yürütülmesinden
ve genel olarak da koordinasyonundan sorumlu bir kuruluşumuzdur.
Bu nedenle, ben, bütçe konuşmamı, bu kuruluşun sorumlusu olduğu
ekonomik programı belli açılardan değerlendirmek suretiyle yapmak
istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün
ekonomi politikalarının amacı, halkın refahını artırmaktır. Vatandaşın
sıkıntısı bugün düne göre daha azsa, azalıyor ise, halkın refahı,
vatandaşın refahı giderek hissedilir ölçüde artıyorsa ve vatandaş
geleceğe umutla bakabiliyorsa ekonomi politikaları doğru yolda
demektir. Eğer aksi bir durum söz konusuysa, bu da politikaların gözden geçirilmesini
gerektirir.
Geçen hafta burada, cuma günü, Sayın Maliye Bakanı
bütçe sunuşunu yaptı. Sayın Maliye Bakanının konuşmasının ardından
siyasi parti grupları bütçeye ilişkin olarak değerlendirmelerini
yaptılar ve onun ardından da Sayın Başbakan Hükûmet adına açıklamalarda
bulundular.
Sayın Başbakan ve Sayın Maliye Bakanı, açıklamalarında
geçmiş dört yılın değerlendirmelerini yaptılar. Tabii ki bu bütçe
Adalet ve Kalkınma Partisinin son bütçesi olması nedeniyle geçmiş
dört yılın değerlendirmesinin yapılması son derece doğal. Sayın
Başbakan, geçmiş dört yılın değerlendirmesini yaparken kullanmış
olduğu bir cümleyle bu dört yılın özeti olarak sayılabilecek bir rakamı
ifade ettiler. Sayın Başbakan şu değerlendirmede bulundu: “2002 yılı
sonunda 183 milyar dolar olarak aldığımız gayrisafi millî hasılaya,
biz, geçen dört yıl içerisinde 210 milyar dolar ilave ettik.”
Değerli arkadaşlar, gerçekten, resmî rakamlara
baktığımızda, dolar cinsinden gayrisafi millî hasıla rakamına
baktığımızda 2002 ile 2006 arasındaki artış oranının yüzde 112 olduğunu
görürüz. 183 milyar dolar 2002 sonudur, 2006 sonunda bu rakamın 390
milyar dolar düzeyinde olacağı tahmin ediliyor. Oranlarsak, millî
gelirde dolar cinsinden yüzde 112 oranında artış olmuş gözüküyor. Kişi
başına millî gelir rakamlarına baktığımızda -ki gayrisafi yurt
içi hasıla rakamları olarak bu da ifade ediliyor- burada da benzer
bir artış söz konusu. 2002 sonunda 2.638 dolar olan kişi başına gayrisafi
yurt içi hasılanın, 2006 yılı sonunda 5.341 dolara ulaşacağı tahmin
ediliyor.
Öte yandan, Sayın Başbakan, konuşmasının bir başka
yerinde, yine dört yıllık iktidar dönemlerinde ortalama memur maaşını
yüzde 72 oranında, ortalama kamu işçi maaşını da yüzde 65 oranında
artırdıklarını söylediler.
Değerli milletvekilleri, şimdi, böyle bir tabloda
Sayın Başbakana sormak gerekir: Dolar cinsinden millî gelir eğer gerçekten
yüzde 112 oranında arttıysa, o zaman neden kamu personeline, kamu
işçisine bu artışın ancak yarısını uygun gördünüz, bu artışın ancak
yarısına denk gelecek bir artışı layık gördünüz?
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Güzel bir soru.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
sorunun esası buradadır. Dolar cinsinden yüzde 112 oranında arttığı
ifade edilen millî gelir, gerçekten bu oranda artmış mıdır?
Ben size yine devletin bir başka rakamını vermek
istiyorum: Bakanlar Kurulunun 1 Kasım 2006 tarihli Resmî Gazete’de
yayımlamış olduğu 2007 yılı programında yer alan ve sabit fiyatlarla
millî gelir rakamlarını gösteren bir tablo. Sabit fiyatların özelliği,
enflasyondan kaynaklanan artışları bir kenara bırakır, para cinsinde
doların değer kaybetmesinden, Türk lirasının değer kazanmasından
kaynaklanan yine değer oynamalarını bir kenara bırakır ve ekonomik
kıyaslamalarda kullanılan budur, sabit fiyatlarla millî gelir rakamıdır.
Bakın, bu da devletin rakamıdır. Sabit fiyatlarla
millî gelir rakamında, ben Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı
devraldığı 2002 yılından dört yıl daha öncesine gidiyorum. 98 yılında
Türkiye’de kişi başına gayrisafi yurt içi hasıla 3.080 dolar değerli
arkadaşlar. Bu rakamın 2006 yılı sonunda 3.688 dolara çıkması öngörülmüş.
Yani, sekiz yılda, Türkiye, millî gelir rakamında ancak yüzde 19,7
oranında bir artış sağlayabilmiş. Durum budur değerli arkadaşlar,
gerçek durum budur. Sayın Başbakanın rakamlarını enflasyondan
arındırırsak, dolardaki değer kaybından arındırırsak, gelmiş olduğumuz
rakam, nokta budur.
Zaten hatırlayacaksınız, geçen mayıs-haziran
ayında bir çalkantı yaşadık. Dolar 1,6 YTL rakamlarına kadar yükseldi.
O zaman -hatırlayın- millî gelir rakamlarının birden nasıl geri gittiğini,
dolar cinsinden hesaplanan rakamların nasıl yeniden hesaplanmak
zorunda kaldığını lütfen hatırlayın. Doların 1,8’e çıkması hâlinde
veya 2 YTL’ye çıkması hâlinde Sayın Başbakanın kullanmış olduğu rakamların
nasıl altüst olacağını bilelim değerli arkadaşlar. Doğru rakam budur.
Bunu söylerken, ekonomide sağlanmış olan birtakım
olumlu gelişmeleri göz ardı etmek istemiyorum. Kamu borç stokunda
nominal olarak artış olmasına rağmen, gayrisafi millî hasılaya
oran olarak bir düşüş olmuştur. Ancak, bunun bir kısmının yine dövizdeki
değer kaybından kaynaklandığını unutmayalım. Kamu sektörü borçlanma
gereğinde bir azalış olduğunu biliyoruz, büyüme rakamlarının
olumlu olduğunu biliyoruz. Ancak, bütün ekonomiyi bu üç göstergeye
dayanarak, buna sığınarak değerlendirmeye çalışırsak, bunlarla
sonuca ulaşmaya çalışırsak yanlış yapmış oluruz değerli arkadaşlar.
Dünyada büyümenin olduğu bir süreç yaşadık. Dört
yıldır dünya ekonomisi yüzde 5’in üzerinde büyüyor. Gelişmekte
olan ülke ekonomileri yüzde 7’nin üzerinde büyüyor. Gelişmekte
olan Asya ekonomileri yüzde 8’in üzerinde büyüyor. Çin yüzde 10’un üzerinde
büyüyor. Hindistan yüzde 8’in üzerinde büyüyor. Böyle bir tabloda,
Türkiye, yüksek faiz politikasıyla dünyadaki sıcak parayı, likiditeyi
Türkiye’ye çekmiş ve kamu, borçlanma ihtiyacını bu kaynaklardan
sağlamıştır değerli arkadaşlar.
Böyle bir süreçte, kamu sektörünün borçlanma gereği
azalırken, borcun millî gelire oranı azalırken, özel sektörün borçluluğundaki
olağanüstü artışı ben dikkatinize sunmak istiyorum. Kamu sektörünün
borcunda, toplam kamu borcunda, 2002-2006 arasındaki artış yüzde 51
düzeyinde iken, aynı dönemde özel sektörün döviz cinsinden yurt dışına
olan borç durumunda, borçluluğundaki artış yüzde 149 oranındadır
değerli milletvekilleri. Döviz cinsinden özel sektörün yüzde 149
oranında borcunda bir artış meydana gelmiş olması, dört yıllık dönemde
bu artışın meydana gelmiş olması, dövizde herhangi bir oynama, herhangi
bir sıçrama, kıpırdama hâlinde reel sektörün nasıl bir riskle karşı
karşıya olduğunun en büyük göstergesidir. 2001 öncesindeki kur rejimi
nedeniyle Merkez Bankasının üzerinde olan risk, şimdi dalgalı kur nedeniyle
artık piyasanın, reel sektörün, şirketlerin üzerindedir ve dövizle
borçlanmış olan vatandaşlarımızın üzerindedir. Bu, ekonominin en
büyük riskidir değerli arkadaşlar.
Yine, bu çerçevede, Merkez Bankasının, Merkez
Bankası Başkanının uyarıda bulunduğu dolarizasyon konusuna değinmek
istiyorum. Dolarizasyon, yani vatandaşın yerli paraya, yeni Türk
lirasına güveninin azalması, yabancı bir parayı hem tasarruf aracı
hem de ekonomide bir ödeme aracı olarak kullanmaya başlaması. Ekonomideki
gelişmeye baktığımızda, dolarizasyon olarak ifade edebileceğimiz
yabancı paraya olan talebin giderek artmakta olduğunu görüyoruz.
Bu mayıs çalkantısına kadar, 2006 Mayıs öncesine kadar yüzde 47 oranına
kadar düşmüş olan yabancı para talebinin… Bu talebi, yabancı para
talebini toplam para arzına oranlıyorum, yüzde 47. Yüzde 47’lik bu
oran, ağustos ayında yüzde 52’ye çıkmış ve kasım ayında da yüzde 55’e
çıkmıştır. Sayın Merkez Bankası Başkanının yapmış olduğu uyarı da
budur. Vatandaş yeniden dövize yöneldi, tasarruf aracı olarak yeniden
dövize yönelmiştir değerli arkadaşlar.
1998-2002 arasında yabancı para cinsinden mevduat
16,7 milyar dolar miktarında artmışken, 2002-2006 dönemindeki artış
22,1 milyar dolardır. Döviz tevdiat hesaplarını söylüyorum. 22,1
milyar dolarlık artışın sadece 10,7 milyar doları son on bir ayda
meydana gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, ekonomik programların arkasında
halkın desteği, halkın güveni yoksa, program sonuçları itibarıyla
halkın refahında bir artışa neden olmuyorsa, programın yürütülmesi
mümkün değildir. Program giderek böyle bir açmaza doğru gitmektedir.
Programın arkasında esasen vatandaşın desteği zaten belirsizdi. Vatandaşın
yabancı para cinsinden talebinin de giderek arttığını dikkate
alırsak, gerçekten, uygulanmakta olan program çok büyük risklerle
karşı karşıyadır.
Ben, cari açık konusunda bir rakam vererek artık
ezberlediğimiz o riski yeniden sizlere söylemekten kaçınıyorum.
Bunu hepimiz biliyoruz. Cari açığın Türk ekonomisi için nasıl olağanüstü
bir risk taşıdığını, 2006 yılı sonunda yüzde 9’lara, millî gelire
oran olarak, gayrisafi millî hasılaya oran olarak yüzde 9’lara ulaşan
bu riskin nasıl artık taşınamaz bir boyuta geldiğini hepimiz biliyoruz.
Ben, sizlere başka bir oran vermek istiyorum: Net uluslararası yatırım
pozisyonu. Yani Türkiye’nin, Türkiye’deki kişilerin, kamu kurumları,
Merkez Bankası, Hazine dâhil, yurt dışından olan alacakları ile yurt
dışına olan borçlarının kıyaslandığı rakam. Bu rakamın net durumu,
2002 yılı sonunda 85 milyar dolar. Net uluslararası yatırım pozisyonunda
Türkiye 2002 yılı sonunda 85 milyar dolar açık vermektedir; bu rakam,
2006 yılının Haziran ayı sonu itibarıyla 157 milyar dolardır değerli
arkadaşlar; açığın artış oranı yüzde 85’tir, bu olağanüstü bir artıştır.
Dövize olan herhangi bir talebin bir anda tetiklenmesi, artması
hâlinde… İç piyasalarda, dış piyasalarda iç ekonomik gelişmeler
neden olabilir, iç siyasi gelişmeler neden olabilir, 2007 yılında
yaşayacağımız seçimler buna neden olabilir; uluslararası konjonktürde
zaten Türkiye çok rahat değil, çok rahat, uluslararası likiditeyi
çekebilme olanağına sahip değil. Böyle bir talepte, net uluslararası
yatırım pozisyonu olarak ifade ettiğim bu açık, Türk ekonomisinin
çok büyük bir sorunu, çok büyük bir riski olarak karşımıza çıkacaktır
değerli arkadaşlar.
Kamu borcunda nispi bir iyileşme olduğunu ifade
ettim; ancak, kamu borcunun yapısına baktığımızda, bu iyileşmeye
de ihtiyatlı yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Toparlıyorum.
Borcun yapısına baktığımızda, faize endeksli
borçlar ile (Değişken faizli borçlar diyoruz buna.) döviz cinsinden
veya dövize endeksli borçların toplam borç stokundaki ağırlığının
önemli ölçüde değişmediğini, hemen hemen hiç değişmediğini görüyoruz.
Yetkililerin, ilgili bakanların “Burada da bir iyileşme vardır.”
dedikleri rakamlar, son derece sembolik rakamlardır. Bakın, toplam
borç stoku içerisinde bu şekilde faize endeksli veya döviz cinsinden
veya dövize endeksli borçların toplamı 2004 yılında yüzde 70 iken,
bu rakam 2006 yılı Ekim ayında yüzde 68’e inmiştir, sadece yüzde 68’e
inmiştir. 2 puanlık bir iyileşmeyi, ben, böyle önemli bir borç stoku
olan bir ülkenin değerlendirmesini yaparken ciddi bir iyileşme olarak
görmüyorum.
Değerli milletvekilleri, 2007 yılı bütçesinin
temel özelliğine baktığımızda, bu riskleri, bir kere…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hamzaçebi, lütfen… Bu son uzatmadır,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Peki, tamamlıyorum
Sayın Başkan.
Enflasyonla mücadele özelliğine sahip bir bütçe
olmadığını söylemeliyim. Nedeni şudur: Bütçenin faiz dışı harcamaları
yüzde 17,8 oranında artmaktadır. 2007 yılında gayrisafi millî hasılanın
nominal artışı yüzde 12,3’tür. Eğer millî geliri yüzde 12,3 oranında
artırmayı planlıyorsanız, bunun üzerinde 17,8 oranında yüksek bir
artışla faiz dışındaki harcamaları artırıyorsanız, bu bütçenin
enflasyonla mücadele bütçesi olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Sayın Merkez Bankası Başkanının veya Merkez Bankası yönetiminin
“Bir yıl içinde faizlerin inmesini beklemiyoruz.” yönündeki mesajı
da esasen bütçeye güvensizliğin ifadesidir. Bu bütçe, bırakın faizleri
indirmeyi, hiç arzu etmiyoruz, hiç istemiyoruz ama, belki faizlerin
artışına bile neden olabilecektir.
Sözlerimi burada bitirirken hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı,
Samsun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Haluk Koç.
Sayın Koç, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği Genel Sekreterliği 2007
bütçesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Dış politika alanında ülkemiz, bildiğiniz gibi,
son derece çalkantılı ve endişe verici bir dönemden geçmektedir. Cumhuriyetimizin
kurulmasından bu yana bütün hükûmetlerin bir millî politika anlayışıyla
yürütmeye çalıştıkları dış ilişkilerimiz, Adalet ve Kalkınma Partisi
Hükûmeti döneminde maalesef -üzülerek bunu söylüyorum- bir parti
politikası hâline dönüşmüştür. Devlet anlayışından kopuk, devlet
geleneklerinden kopuk, devlet tecrübesinden yoksun bir yaklaşımla
yürütülen dış politika, maalesef, bugün çok acı meyvelerini de vermeye
başlamıştır.
Dünyanın en başarılı diplomasilerinden biri
sayılan Türk diplomasisi, şimdi bu iktidarın elinde üst üste başarısızlıklarla,
yenilgilerle -bu kelimeyi de üzülerek söylüyorum, ama bugün yaşadığımız
olaylar karşısında söylemek zorundayım- hatta utanç verici durumlarla
karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum, özellikle Avrupa Birliği ile
ilişkilerimizde gözlenmektedir. Kırk yılı aşkın bir süredir öncelikli
dış politika hedefimiz hâline gelen Avrupa Birliği üyeliğinden,
bu politikalar sonucunda, her zamankinden daha fazla uzaklaşılmıştır,
gelinen nokta budur. Daha da vahimi, Avrupa Birliği üyeliği yolunda
milletimizin, Türk milletinin kabul edemeyeceği birçok taviz verilmiş
ve bunlar, ülkemizin uluslararası ilişkilerindeki itibarını da
ciddi biçimde zedelemiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu kürsüden sık sık belirli
bir kadroyu hedef alarak konuşuyorum. Geçen gün de bir arkadaşımızın
konuşmasına cevap verirken aynı duyarlılığın altını çizmiştim. İçinizdeki
duyarlılığı olan arkadaşlarımı tenzih ederek söylüyorum, kerameti
kendinden menkul bazı özel danışmanların Dışişlerini baypas ederek
yürüttükleri özel temaslarla ilgili haber ve demeçler birer ibret
vesikası olarak Türkiye’nin arşivlerinde durmaktadır. Bunlar bu
dönemde yaşanmıştır değerli arkadaşlarım. Örneğin, bu iktidar işbaşına
gelene kadar Türkiye’nin üyelik süreciyle Kıbrıs meselesi arasında
Avrupa Birliği belgeleriyle tescil edilmiş bir bağ var mıydı, yok
muydu? Lütfen bir düşünün ve 1999 yılına dönelim. Eğer yok diyorsanız,
1999 yılında Finlandiya Başbakanı Sayın Liponnen Ankara’ya kadar
gelmiş ve Sayın Başbakan Bülent Ecevit’e verdiği mektupla, Kıbrıs sorununun
Türkiye’nin AB üyeliği için bir engel teşkil etmeyeceğini, belirtmiştir.
Kıbrıs’ın Türkiye’nin önüne bir ön koşul olarak çıkarılacağının ilk
işaretine ilk defa bu Hükûmet döneminde –tarihi de söyleyelim- 6
Ekim 2004 İlerleme Raporu’ndan sonra aradaki üç ayı boş geçiren bu
Hükûmetin 17 Aralık 2004 zirvesinde tanık olduk. Gerçi Sayın Babacan
yok, ama Sayın Atalay var, canlı imza tanığı olarak Sayın Bakan Hükûmeti
temsil ediyorlar. O zirvede, Türkiye’den, AB’ye üye olacak on yeni üyeye,
Ankara Anlaşması’nın uygulanması için ek protokol imzalanması istenmiştir.
Bu on yeni ülkeden biri, Türkiye’nin gayrimeşru saydığı Kıbrıs Rum
yönetimiydi. Bu protokolü imzalamak konusunda orada bir taahhütte
bulunmak, Güney Kıbrıs’ı Türkiye’nin resmen tanımasının yolunu açacaktı.
Aslında karşımızdakilerin amacı da oydu. Daha önceki genişlemede
üye olan Avusturya, Finlandiya ve İsveç’le böyle bir protokol imzalamamız
istenmemişti. Şimdi niye baskı yapılıyordu Türkiye’ye? Çünkü, Türkiye’nin
üyelik süreci, Kıbrıs’la ilgili olarak yıllardır Türkiye’den istenip
de alınamayan tavizlerin elde edilmesi için bir fırsat oluşturuyordu
Avrupa’lılar için. Türkiye’nin orada bu talebe evet demesi hâlinde
arkası çorap söküğü gibi gelecekti.
Biz bunu gördük o tarihte. Sayın Genel Başkanımız
derhâl bir basın toplantısı düzenleyerek, Sayın Başbakanı, 17 Aralık
2004 zirvesi öncesinde, böyle bir taahhüde girmemesi için uyardı
“Kahveni iç Sayın Başbakan, uçağına bin, dön.” dedi. Ama, ne yazık ki,
dinletemedi. Bu baskılara direnirlerse tam üyelik vaadinin ellerinden
kaçacağından korktu o zaman Hükûmet. Başbakan, bizim, bugün bile
utanç verici bir teslimiyet belgesi olarak gördüğümüz bu taahhütnamenin
imzalanması için Devlet Bakanı Sayın Beşir Atalay’a talimat verdi.
Avrupa Birliğinin Kıbrıs konusundaki siyasi şantajına, Türkiye
Hükûmeti, 17 Aralık 2004 gecesi boyun eğmiştir değerli arkadaşlarım,
bir şantajdır bu. İşte filmin koptuğu an o andır.
Ancak, daha da üzücü olan, bu tavizin verilmesine
karşın tam üyelik yolunda istediğimiz gibi ilerleyemedik. Geçen
günkü konuşmamda söylediğim gibi, ah bu çifte standartlar! Batı’nın
Türkiye’ye ve Türk milletine uyguladığı ve yakın tarih diliminde
örneklerine çok tanık olduğumuz ah bu çifte standartlar yine çıktı,
ama kimin karşısına çıktı bu sefer? Boyun eğen, taviz vermeye açık,
örneklerini yaşayan ve yaşatacak olan Hükûmetin bu tutumu karşısında
çıktı. 17 Aralık zirvesinde şimdiye kadar hiçbir aday ülkeye kabul
ettirilmemiş bir metin bize kabul ettirildi. Buradaki en önemli
ifade, Türkiye’yle müzakerelerin ucunun açık olduğuna dair ifadeydi.
Değerli arkadaşlarım, onlar, daha sonra, Sayın
Hacaloğlu tarafından, Sayın Onur Öymen tarafından, Sayın Baykal tarafından,
o zirveden dönüşte burada ifade edildi. “Yanlış tercüme etmişsiniz.”
diye Sayın Dışişleri Bakanının -ben o günkü sahneyi hatırlamak istemiyorum-
elindeki belgelerle gelip Cumhuriyet Halk Partisi sırasına kadar,
Sayın Genel Başkan Baykal’ın önüne bu kâğıtları attığı sahneye tanık
olduk biz bu Mecliste. Yanlış mı tercüme edilmişti? Ne kadar doğru olduğu
yaşadığımız olaylarla çıktı.
Değerli arkadaşlarım, bitmedi, bundan sonra 29
Temmuz 2005 tarihinde Sayın Dışişleri Bakanı, bu sefer Sayın Atalay’ı
görevlendirmedi bizzat kendisi devreye girdi ve ek protokolü imzaladı.
Böylece Türkiye, Güney Kıbrıs’la ilgili resmen bir taahhüt altına
girdi. Ancak görünen odur ki, kendileri de bunun vahim bir hata olduğunu
fark ettiler ve bir buçuk yıldır
bu protokolü bu Meclise -354 tane iktidar milletvekilinin olduğu
bu Meclise- onaylatmak için getiremiyorlar değerli arkadaşlar. Çünkü
siz onay vermeyeceksiniz, siz onay vermeyeceksiniz, siz benim söylediklerimle
aynı noktadasınız.
Hükûmet ek protokolü Meclise getiremedi, ama Kıbrıs
konusunda yeni girişimlerine devam etti. Ocak 2006’daki eylem planıyla,
KKTC’ye uygulanan izolasyonların kalkması karşılığında liman ve
havaalanlarını Kıbrıs Rum yönetimine açacağını duyurdu. Çok açıkça
ifade etmek gerekir ki, Kıbrıs Rum kesimini fiilen tanımak anlamına
gelir, ancak Hükûmet, dış baskılara dayanamadığı için bunu da yapmaktan
kaçınmadı.
Bugün gelinen nokta nedir değerli milletvekilleri?
Hükûmet, işi daha da ileriye götürerek -hiç diplomaside olmayan bir
iş- tek taraflı taviz verme yolunu seçmiş, üstelik bunu bütün millî
kurumlardan bağımsız bir şekilde yapmıştır. AB’ye şöyle denmiştir:
“Ben bir havalimanını ve bir limanımı Rumlara açayım, bunun karşılığında
da bir yıl içinde Ercan Havaalanı’ndan doğrudan uçuşlara, Magosa Limanı’ndan
da ticarete izin vermenizi bekliyoruz.”
Değerli arkadaşlarım, böyle bir şey olabilir mi
bunu bir düşünün. Böyle bir şey olabilir mi? Bir limanı ve havaalanını
açmakla tüm liman ve havaalanlarını açmak arasında ne fark var?
Zaten AB yetkilileri de bu öneriyi önemli bir taviz
olarak görseler de kabul etmediler ve Türkiye’yle müzakereleri sekiz
başlıkta dondurma kararı aldılar. Dondurulan sadece bu sekiz madde
de değil, geri kalan bütün maddelerde ilerleme sağlanması, yani geçici
kapatma aşamasına da gelinmesi için Türkiye’nin Kıbrıs konusunda
AB’nin istediği tavizleri vermesine bağladılar. Bu, çok ağır bir karardır
sayın milletvekilleri.
Bununla da yetinmiyorlar şimdi, Güney Kıbrıs’ın
tanınmasını, Güney Kıbrıs ile Türkiye’nin
ilişkilerinin normalleştirilmesini öngören 21 Eylül 2005 tarihli
kararlarına da atıfta bulunuyorlar. Bu kadar büyük bir haksızlık
karşısında Türkiye tepkisini ortaya koymalıydı diye düşünüyoruz,
ancak Hükûmet bugüne kadar gerekli tepkiyi vermemiştir, hâlâ bundan,
varsa eğer, nasıl bir yorumla bulunuyorsa, başarı kırıntıları çıkartıp
sunmak zorundalar veya öyle hissediyorlar kendilerini.
Değerli arkadaşlarım, o hâlde, bu Hükûmet, dış politikada,
uluslararası ilişkilerde, AB’yle ilişkilerimizde başarılıdır diyebilir
miyiz? Yıllar boyu az ya da çok ileri doğru yol aldığımız bir alanda
böylesi bir tökezleme, üstelik verilen tek yönlü, tek taraflı tavizlere
rağmen normal midir, değil midir, bunu ben sizlere soruyorum? Biz bunu,
Türk milleti için kabul edilemez bir durum ve AKP Hükûmeti için de, maalesef,
büyük bir hezimet olarak görüyoruz. Bu gelinen noktada AB kadar
Hükûmetin de hatası var, çünkü ek protokolü imzalayarak, Kıbrıs meselesiyle
AB üyeliğinin iç içe girmesine yol açtılar. Tekrar altını çizerek
söylüyorum, bu da AB’ye tam üyelik yolunda yapılmış affedilmez bir
hatadır.
Değerli milletvekilleri, bunlar siyasi boyuttu.
Aslında AB’yle müzakere süreci, bildiğiniz gibi, teknik bir konudur.
Türkiye’nin üyeliğini başka sebeplerden istemeyen ülkeler, işin
içine siyasi faktörler sokarak olayı bulandırmaya çalışıyorlar,
bunu biliyoruz. İşte, olayın teknik boyutunda Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği -ki, Sayın Büyükelçi Oğuz Demiralp’e ben huzurlarınızda
teşekkür ediyorum emekleri için- çok önemli bir görev üstlenmektedir.
Bu kurum, Devlet Planlama Teşkilatı ve Dışişleri Bakanlığı ile…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Koç, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) – …tam bir uyum içinde çalışarak,
müzakerelerin ulusal program çerçevesinde ilerlemesini sağlamakla
görevlidir. Ancak, bu üç kurumumuz arasında koordinasyonun yetersiz
olduğunu görüyoruz. Avrupa Birliği Komisyonu 2006 Türkiye Raporu’nda,
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin artan sorumluluklar ile personel
ve diğer kaynaklarının da arttırılması gerektiğini ve bu konuda
gerekli adımların atılmadığını belirtmektedir. Benzer şekilde
DPT, geçen sene Sayın Dışişleri Bakanının isteği üzerine hazırladığı
Katılım Müzakereleri Raporu’nda, Genel Sekreterliğin kadro ve
altyapı olarak yetersiz olduğunun ve Genel Sekreterliğin bu konudaki
eksikliklerinin altını çizmiştir. Şimdi, bu raporun üzerinden bir
yıldan fazla zaman geçtikten sonra, Sayın Bakan bu konuda ne gibi
tedbirler almıştır merak ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
hâlâ kurulduğu yılın yasasıyla yönetilmektedir. Ancak, 2000 yılından
beri bu kurumun sorumlulukları artmıştır. Bu yüzden yeni bir teşkilat
yasasına ihtiyaç vardır.
Devlet
Bakanı ve Baş Müzakereci… Bu deyimi kullanalım mı kullanmayalım mı? Bence
artık bu askı kararından sonra “boş müzakereci” demek lazım.
ASIM AYKAN (Trabzon) – Çok yanlış.
HALUK KOÇ (Devamla) – Doğru, doğru…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Koç…
Arkadaşlar, lütfen süreye dikkat edelim.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan, yıl sonuna kadar,
Genel Sekreterliğin teşkilat yasa tasarısının çıkarılacağının
sözünü vermiştir, fakat bu henüz gerçekleşmemiştir. Bu yasa çıkarılmadığı
için kurumdaki uzman sayısı artırılamıyor. İletişim, hukuk ve tercüme
büroları kurulamıyor. Binasına daha ruhsat alınamıyor. Tarama
süreci boyunca Brüksel’e giden Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
diplomatlarına günlük 100 euro harcırah verilmektedir, ancak bu,
Brüksel’de bir gün kalmaya yetecek
bir miktar değildir.
Size bir başka rakam vereyim: Bugün Türkiye genelinde
kamu sektöründe 217 bin sadece odacı kadrosunda, hizmetli kadrosunda
arkadaş var. Peki, toplam teknik personelin sayısı kaç? Sadece 105
bin. Yani, bu sayının yarısından az. Avrupa Birliği Genel Sekreterliğindeki
uzman sayısı 60’tır değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, bu manzara, AB’ye girmeye
çalışan 21’inci yüzyıl Türkiye’sine yakışmayan bir manzaradır. Gerekli
yasa olmadan gerekli kalifiye personel olmadan, müzakere sürecinin
yükünü taşıyacak kaynak olmadan kurumlarımızın verimli bir şekilde
çalışmaları mümkün değildir.
Geçen gün altı ayda bir Meclise uğrayıp burada
Cumhuriyet Halk Partisi için söz söyleyen o kendinden menkul danışman
olan arkadaşlara şunu söylemek istiyorum…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Koç, teşekkür ediyorum.
HALUK KOÇ (Devamla) – Teşekkür edeceğim, bir şey
söylemeyeceğim.
BAŞKAN – Hayır, teşekkür edeceksiniz ama…
HALUK KOÇ (Devamla) – Sadece selamlayacağım.
BAŞKAN – Arkadaşlar, bakınız, Grup Başkan Vekilliği
için Sayın Koç’a müsaade ettim. Bundan sonraki hiçbir arkadaşımın
konuşmasını bir dakikadan fazla kesinlikle uzatmayacağım.
Sayın Koç, buyurun, sadece teşekkür cümleniz.
HALUK KOÇ (Devamla) – Peki, teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanın kuyumcu hassasiyetini, duyarlılığını
da saygıyla karşılıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı,
Feridun Fikret Baloğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Baloğlu, süreniz altı dakika.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamaya çalışacağım.
Bütçesini görüştüğümüz Genel Müdürlük temelde
tanıtma işlerini yerine getiriyor. Bunlardan birisi de, ilgili
makamlara doğrudan bilgiler vermek ve onları aydınlatmaya çalışmak.
Bu aydınlatmaya çalıştığı makamlar arasında
Başbakanlık varsa, gerçekten, Genel Müdürlük son derece güç bir iş
yapıyor demektir. Çünkü, Başbakanlık Müsteşarının aydınlanma konusundaki
duyarlılığını hepimiz biliyoruz!
Sayın milletvekilleri, Türkiye’de, her alanda olduğu
gibi, basın özgürlüğü konusunda da ciddi sorunlar yaşanıyor. Bu
bütçe, bu açıdan da önem taşıyor. Bunun birçok değişik nedenleri
var. Bunlardan birincisi, medyanın sermaye yapısıdır. Diğeri, çalışma
ortamından kaynaklanan nedenlerdir. Bir diğeri de, bu iş kolundaki,
yani iletişim iş kolundaki sendikalaşmanın son derece güç koşullarda
gerçekleşmekte oluşudur.
Özellikle belirtmek istediğim şey şudur: Batı
dünyasında sendikalı işçiler öncelikle benimsenir, iş verilir
onlara. Çünkü, sendikalı işçilerin daha disiplinli olduğu düşünülür.
Türkiye’de ise sendikasız çalışanlara rağbetin bu kadar fazla olmasının
nedenini hepimiz çok iyi biliyoruz.
Konu medya ve iletişim olunca, özellikle yerel basının
sorunlarına da kısaca değinmek gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de
yerel basın, halka en yakın olan, halkla ilişkileri en duyarlı olan
medya kesimini oluşturmaktadır; çünkü, genellikle aile işletmeleridir;
bulundukları kentin, küçük alanın, ilçenin sorunlarıyla daha iç
içedirler ve genellikle bunlar, bir aile yapısı içinde, küçük sermayeyle
halka ulaşmaya çalışırlar. Ancak, iktidarın, bu son dört yıllık icraatı
içinde yerel basına yeterli ilgiyi göstermediğini, yerel basını
âdeta dışladığını, yerel basına katkılar sağlamadığını görüyoruz.
Bugünkü konuşmamın süresi içinde yerel basının
tüm sorunlarını anlatmak mümkün değil, ama, Türkiye’de yayınlanan
bini aşkın yerel gazetenin hangi koşullarda yaşam savaşı verdiğini
en iyi biz milletvekilleri biliyoruz kendi seçim bölgelerimizden.
Aslında, basın özgürlüğü konusunda en önemli sorunlardan
birisi de Sayın Başbakanın kendisidir. Hepimiz biliyoruz ki, Sayın
Başbakan, son dört yıllık süreçte neredeyse dava açmadık köşe yazarı
bırakmamıştır.
Geçenlerde bir haber vardı bir gazetede. Sayın
Başbakanın avukatı açıklıyor, diyor ki: “Çok abartıyorsunuz bu konuyu.
Sayın Başbakan fazla dava açmıyor. Yüz tane falan açtı.”
Aslında bu, cumhuriyet döneminde ciddi bir rekordur
ve Sayın Başbakan yeni rekorlar kırmak için her gün yeni davalar açmaktadır.
Bir rakam daha veriliyor. Rakamda şu var: Sayın
Başbakanın kazanılan tazminat davalarındaki toplam tazminat miktarı
250 milyar lira civarında. Neyse ki Yargıtay bunlardan bir bölümünü
bozuyor ve Sayın Başbakana, her eleştirinin hakaret olarak anlaşılmaması
gerektiği konusunda bir hukuk dersi veriyor.
Değerli milletvekilleri, doğal ki…
ASIM AYKAN (Trabzon) – İhtiyacı yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin
Başbakanı.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) – Sayın Başbakanın
ihtiyacı var. Eğitim hukukla ilgilidir ve eğitim konusunda yeterli
olmadığını da hepimiz biliyoruz. Birçok konuda yeterli olmağı
gibi, Sayın Başbakan hukuk konusunda yetersizliğini de bu açtığı
ve kaybedilen davalarla belgeliyor.
ASIM AYKAN (Trabzon) – Size göre öyle.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) – Bana göre öyle
tabii, kendi fikrimi söylüyorum.
Şimdi, tabii, Sayın Başbakan bununla da yetinmiyor,
başka icraatları da var. Beğenmediği bir manşet bir gazetede ortaya
çıktığı zaman Sayın Başbakan şunu söylüyor: “Bizim de kendimize göre
arşivlerimiz var.” Yani şunu söylüyor: Ben sizinle ilgili bilgiler
topladım.
Ben bunu, arkadaşlar, 27 Martta bir soru önergesiyle
Meclis gündemine taşıdım. Aradan dokuz aya yakın bir süre geçti, Sayın
Başbakan bu konuda hiçbir yanıt vermedi. Oysaki sorduklarım çok
açıktı. Şunu sordum: “Siz bu medyayla ilgili arşivinizi hangi imkânlarla
oluşturdunuz? Sayın Başbakan, siz bunu özel imkânlarla mı oluşturdunuz,
devlet imkânlarıyla mı oluşturdunuz? Arşivinizde utanılacak şeyler
varsa, takip edilmesi gereken şeyler varsa medyayla ilgili, bununla
ilgili niye görevinizi yapmıyorsunuz? Bu, görevi ihmal değil midir?”
Yoksa, bunun adını “şantaj” olarak nitelemek gerekiyor, bunu da söylemek
istemiyorum bir başbakan hakkında. Ama, Sayın Başbakan bunu bana
bir türlü açıklamadı. Bu önerge hâlâ bekliyor.
Şunu da sordum: “Arşivlediğiniz hangi medya kuruluşlarıdır?”
Çünkü biliyorum ki, Sayın Başbakanın iktidarının ilk döneminde
medyayla çok iyi ilişkileri vardı, sınırsız bir destek almıştı medya
patronlarından, her gün övülüyordu. Nedense birdenbire tavrı değişti.
Birkaç eleştiri, birkaç eleştiri, çoğalmaya başladı. Sayın Başbakanın
özgürlük kavramı da, medya konusundaki özgürlük kavramı da değişmeye
başladı.
Bir olay daha yaşadık arkadaşlar Güven Hastanesinin
önünde. Sayın Başbakan üzücü bir rahatsızlık geçirdi. O arada foto
muhabirleri resimler çektiler ve o resimler, Sayın Başbakanın sözcüsünün
verdiği talimatla toplatıldı, yayınlanması önlenmeye çalışıldı,
halkın haber alma özgürlüğüne de tecavüzde bulunuldu.
Tabii, bununla da bitmiyor; perşembe günü gazeteciler
Sayın Başbakana soruyorlar, Sayın Başbakan soruya şu yanıtı veriyor:
“Piyasaları etkileyecek sorular sormayın.” Yani, soruların çerçevesini
de çiziyor. Aslında Sayın Başbakan son günlerde çok şeyin çerçevesini
çizmeye başladı, kimin seçim isteyebileceği konusunda kriterler
geliştirdi, iki koyun gütmeyenlerin seçim isteyemeyeceğini söyledi.
Şimdi ben Sayın Başbakana bu aşamada sormak istiyorum
-özgürlükle ilgilidir bu çünkü- Avrupa Birliği ülkelerinde seçim
isteyenlerin kaç koyun güdeceği konusunda bir kriter var mıdır? Ya
da kendisine çok özendiğimiz, demokrasinin geliştiği ülkelerde
bu tür kriterler geçerli midir? Niye koyun? Niye iki? Yani, bu ölçüleri
Sayın Başbakan neye göre belirliyor? Sayın Başbakanın özgürlük anlayışı
da bu doğrultuda gelişiyor, basın özgürlüğü anlayışı da bu doğrultuda
gelişiyor.
Sayın milletvekilleri...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baloğlu, buyurun.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Şimdi
medya özgürlük istiyor, halk özgürlük istiyor. Aslında özgürlük,
medya patronlarının değil sadece, gazete yayınlayanların değil,
bütün halkın özgürlüğüdür ve bu, bizim hepimizin ortak sorunudur.
Eğer bir medya ortamında hepimiz haksızlığa uğruyorsak ve uğradığımızı
sanıyorsak, burada doğru işlemeyen bir şey vardır. Aslında, özgürlük,
iletişim özgürlüğü, bütün halk için olmalıdır, hepimiz için olmalıdır.
Medyanın iktidarınızın sesi ve destekçisi olduğu dönemde gösterdiğiniz
sevgi ve ilgiyi bugün göstermiyorsanız, burada bir paradoks vardır.
Kurallar geçerli olmalıdır, herkes için olmalıdır; medyaya bakışımız,
iletişim özgürlüğüne bakışımız tek bir doğrultuda gelişmelidir.
Bunu unutmamamız gerekiyor. Çünkü, zaman zaman yerleri değişiyor
siyasi partilerin bu salonda. Sanıyorum bir seneye de kalmadan
biz sizinle yer değiştireceğiz. Umut ederim barajı aşar Meclise gelirsiniz,
o zaman söylediklerimizin ne kadar haklı olduğunu sizlere hatırlatma
fırsatı bulurum.
Saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Biz sizin için aynı temennide
bulunmuyoruz. Biz memnunuz, orada kalın.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına dördüncü konuşmacı,
Kırşehir Milletvekili Sayın Hüseyin Bayındır.
Sayın Bayındır, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz altı dakika.
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sizleri ve tüm yoksul insanları
ve televizyonları başında beni izleyen Kırşehirli hemşehrilerimi
de bu vesileyle saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
önce sosyal dayanışmanın ne anlama geldiğini sizinle paylaşmak
istiyorum. Anayasa’nın 2’nci maddesinde anlamını bulan sosyal devlet
ilkesinin ve bunun oluşumunun sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın
olmazsa olmaz koşulu olduğunu söyleyerek sözlerime başlıyorum
ve sosyal dayanışmayla ilgili bugüne kadar yapmaya çalıştığınız,
becermeye çalıştığınız, yani o yoksul insanlara illerde fakir fukara
fonlarıyla vermeye çalıştığınız dağıtımlardan da örnekler vermek
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, sosyal yardımlaşma,
yoksul insanlara, bu yoksul insanların gelirlerine katkı sunmak
için, onların yoksulluğuna çare bulmak ve yaşamlarını idame ettirmek
için kurulan bu fonları, ben, öncelikle yanlış kullandığınızı düşünüyorum
ve bu sosyal yardımlaşma fonlarının mütevelli heyetleri oluşurken,
bir örnek vermek istiyorum İstanbul’la ilgili: İstanbul’da Mütevelli
Heyetinde 66 kişinin bulunması gerekiyor, bu 66 kişinin 44 kişisi
AKP’nin İl Genel Meclisi üyelerinden oluşuyor. Yani, daha burada
sosyal yardımlaşmayı politik hâle getiriyorsunuz.
Ve sizin yoksullukla ilgili bugüne kadar yapmış
olduğunuz programların da hiçbir anlam ifade etmediğini rahatlıkla
söyleyebilirim. Yoksulluk özellikle kadın ve çocukları son derece
olumsuz biçimde etkilemektedir. Bunların hayat standartlarında
ortaya çıkan dengesiz gelişmeler yoksulluğu artırıcı etkiler yapar.
Ülkemizde yoksulluğun en büyük nedeni gelir dağılımı adaletsizliği
ve yolsuzluklardır.
Şimdi, gelir dağılımı adaletsizliğini önce devlet
içerisindeki rakamlarla açıklamak istiyorum. Kamu görevi yapmakta
olan, kamuda çalışan insanlar arasındaki ücretlerden birkaç tanesini
Sayın Bakana hatırlatmak istiyorum.
Sayın Bakan, aynı koşullarda çalışan bir memur
düşünün. Eğer, bu memur Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında çalışıyor
ise, aldığı maaş 1.200 YTL, ama Kültür Bakanlığında çalışıyor ise,
aldığı maaş 650 YTL. Türk Telekom AŞ’nin Genel Müdürünün çıplak maaşı
11 bin YTL, TRT Genel Müdürünün çıplak maaşı 9.500 YTL, BDDK ve Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu Yönetim Kurulu üyelerinin maaşları çıplak
olarak -harcırah hariç- 9 bin
YTL’dir. Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürünün maaşı 3.200 YTL’dir. Ölçü
nerede? Sosyal adaleti, devletin kendi içerisinde, kendi çalışanları
arasında bile sağlayamamışsınız.
Şimdi, yolsuzlukla ilgili bir örnek vermek istiyorum:
Yer Gümüşhane. Sayın milletvekilleri, bunu, özellikle dinlemenizi
istiyorum. Neden mi? Bu, yeni bir Ali Dibo olayı. Ali Dibo Gümüşhane’de!
AKP’li milletvekili Sabri Varan, Gümüşhane’de ikinci bir eczane
açar. Açtığı eczaneye bir mümessil atar ve burada yapılan, ikinci
eczanede yapılan yolsuzlukları… Tabii, şu anda, mahkemede, çok detaylı
bilgi vermek istemiyorum; ama, yalnızca paylaşmak istiyorum; bu eczaneyle
ilgili mümessil Ayşe Hanım tutuklanır, AKP’nin atadığı Gümüşhane
İl Sağlık Müdürü şu anda tutuklu, bir okul müdürü tutuklu, İl Sağlık
Müdür Yardımcısı tutuklu ve bu olayın boyutlarının milyon YTL’lerle
ifade edildiği söylenmektedir. Bunu belgeleriyle birlikte, öncelikle
bilginize sunuyorum.
Yani, niçin insanlar yoksullaşıyor, niçin insanlar
Fakir Fukara Fonundan pay alabilmek için AKP’nin il başkanlarının,
ilçe başkanlarının, il genel meclisi üyelerinin, belediye meclisi
üyelerinin el eteklerini öpüyorlar? İşte, buradan kaynaklanıyor.
Sizin yolsuzluğa vermediğiniz ehemmiyetten kaynaklanıyor ve yolsuzluğun
içerisine gırtlağınıza kadar battınız. Bir yandan Hatay’da çıkar
Ali Dibo, şimdi Gümüşhane’de! Bunlar bilinenler, bilinmeyen Ali Dibolar
henüz nerede, bilemiyorum; ama, onlar da ortaya çıkacak. Bu konuda
özellikle dikkatinizi çekmek istedim.
Şimdi, Ankara’da bir yol yapıldı havaalanından
buraya. O yolu yapan ilginç bir firma var. Bu firma tanıdık bir firma.
Yani, hepimizin bildiği Maliye Bakanımız Sayın Kemal Unakıtan’ın
bacanağı.
AHMET YENİ (Samsun) – Yanlış bilgi.
HÜSEYİN BAYINDIR (Devamla) – Bu firma İstanbul’dan
sonra Ankara’ya geldi, Ankara’da da ihaleler almaya başladı, hem de
davet usulü ihaleler. Firmanın adı Biat firması, Biat AŞ. Bu firmanın
sahibi de, Yönetim Kurulu Başkanı da Kemal Unakıtan’ın bacanağı,
yani, Şerif Enis.
Biat’ı tersinden okursanız ne oluyor biliyor musunuz?
Taib. Taib’e Biat, Biat Taib. Bunu, bilgilerinize sunuyorum.
Türkiye’nin içinde bulunduğu yoksulluğu anlatmanın
yolu ve yönteminin gelir dağılımı adaletsizliği olduğunu ve yolsuzluklarla
mücadele etmediğinizden kaynaklandığını belirtmek istiyorum.
ALİ AYAĞ (Edirne) – Kemal Unakıtan’ın öyle bir bacanağı
yok ki Hüseyin Bey. Edirneli…
HÜSEYİN BAYINDIR (Devamla) – Onu, Sayın Maliye Bakanı herhâlde bilgiyi
verir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bayındır, bütçeye gelemediniz
ama, buyurun, konuşmanızı tamamlayınız.
YAVUZ ALTINORAK (Kırklareli) – Yandan bacanağıdır
Ali Bey.
HÜSEYİN BAYINDIR (Devamla) – Şimdi, dinimizce
de uygun olmayan bir poşet dağıtma metodu geliştirdiniz. Ülkeyi
dört yıldır o kadar kötü idare ettiniz ki, memleketi çadırlara düşürdünüz.
Ramazan aylarında ulu orta herhangi bir yere çadır kuruyorsunuz,
insanlara bir akşam yemeği vermek için. Peki, ramazan ayından sonra,
yani, bu akşam ne yedi o insanlar? Bu akşam ne yedi? Haa, bununla ilgili
görüşünüz yok.
Bakın, ben size söyleyeyim: O çadırları öyle bir
hâle getirdiniz ki, çadırın üzerine Başbakanın resmini astınız,
belediye başkanlarının resmini astınız ve ayıp yaptınız! Çadırın
içerisine protokol masası oluşturdunuz. Oraya gelen iki ayrı insana,
halktan gelen insanlara verdiğiniz yemekle çadırda sizin yediğiniz
yemek farklı oldu ve çadırın dışında kalanlar… Zabıtanın dağıttığı
insanlardan bahsediyorum.
Ben, şunu açıkça söyleyeyim: Bu yoksul insanlara
bugüne kadar umut olamadınız; ne yoksul köylüye ne yoksul esnafa ne
evine ekmek götüremeyen işsizlere çözüm, çare olamadınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bayındır.
HÜSEYİN BAYINDIR (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür
edecektim…
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına beşinci
konuşmacı Sayın Cevdet Selvi.
Sayın Selvi, buyurun.
HÜSEYİN BAYINDIR (Devamla) – Teşekkür edeceğim
Sayın Başkan…
BAŞKAN – Ek sürenizi verdim Sayın Bayındır; buyurun
efendim.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Geri kalan kısmını buradan
konuşursun.
BAŞKAN – Sayın Selvi, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA M. CEVDET SELVİ (Eskişehir) – Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 2007 TİKA ve TÜİK bütçesi üzerinde
görüşlerimizi, düşüncelerimizi söylemek üzere huzurunuzdayım.
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım.
TİKA, bilindiği gibi, Türkiye İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığı. Diğer ülkelere, özellikle Türkçe konuşan ülkelere
yatırım yapmak için, orada yardımcı olmak için, iletişimi ve ilişkiyi
artırmak için kurulan ciddi bir kuruluş; ancak, geçen bütçede de anlattığımız
gibi, bugüne kadar TİKA’nın, yani Türkiye İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanlığının görev ve sorumluluğunu yerine getirmediği
ve amacının dışında, olumlu katkı sağlamak yerine, kaygı ve olumsuz
birtakım gelişmelere neden olduğu herkesçe malum. Tabii ki, onun
ayrıntılı, diğer gerekli, ülkemiz için, işlevleri ve görevlerine
girmek istemiyorum; ama, o ülkede Türkiye’yi olumsuz tanıtan bir kurum
hâline gelmiştir. Bunun nedeni de; pek çok proje yapılmış olmasına
rağmen, pek çok işlere el atılmış olmasına rağmen sonuçlandıramaz
hâle gelmiş, o ülkelerde eleştirilen, başarısız bir ülke olarak örnek
olmuştur. Bunun, mutlak, ülkedeki olumsuzluklar bir yana, uluslararası
alanda kendi elimizle, ayağımızla güvenilirliğimizi, başarısızlığımızı
zorla kanıtlamaya gerek yoktur. Nedenine
gelince: 2003 yılında 19,7 trilyon ayrılmış, ancak 2,1 trilyonu serbest
bırakılmıştır. Pek çok proje yapmak, pek çok güzel söz söylemek yetmiyor.
Projeler uygulanabilir olmalı. Projeye ayrılan para mutlak o ölçüde
olmalı, serbest bırakılan kısmı da o işin bir an önce örnek olarak ortaya
çıkmasını sağlamalı. O nedenle, bu, pek de başarılı olmayan bir kuruluşumuz.
Şikâyetlerse, o ülkelerden, bu işin sorumlularından da açıkça ortaya
çıkmaktadır.
Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK olarak, Türkiye
İstatistik Kurumu olarak ismini değiştirmiştir. Yapması gereken
çok yeni programı vardır. Resmî istatistik programın vardır. İstatistik
standardizasyonuna gitmek, koordine etmek, zamanlamayı tayin etmek
gibi bir görev de yeniden gündeme getirilmiştir. Sayımı da ikamete dayalı
ve sokağa çıkarmadan yapacağı söylenmektedir. 2006’nın sonunda bitecekti.
Ama, 2007’nin ortasına sözler söylenmektedir. Dilerim, onlar biter.
Burada, istatistiklerin standardize edilmesi,
sadece İstatistik Enstitüsünün açıklamasını sağlayacaktır. Diğer
kuruluşların istatistik bilgilerini, yaptıkları istatistikleri
açıklamaması veya aynı zamanda, belirli elden çıkmasını sağlayacaktır.
Bu, olumlu bir konudur. Doğrudur. Her canı isteyenin, ciddi bir konuda,
belirli rakamlar ortaya koyması, elbette kafaları karıştırır. Ancak,
bu Kurumun, yani TÜİK’in inandırıcı olması gereklidir. İşte, şu satırları
veya şu araştırmaları görünce, insan, acaba, bunun sadece TÜİK tarafından
yapılması, daha büyük yaraların açılmasına, daha büyük yanlışların
yapılmasına neden olur mu diye kaygı duymaktadır.
Bakınız “TÜİK’in istatistik rakamları güven vermiyor”
derken, hepinizin huzurunda yaşanmış, medyaya da yansımış olaylar
var. Gayrisafi millî hasıla 2005 yılında yüzde 5 olarak Hükûmet tarafından
programlanmıştır. Beklenen olumlu gitti diye yüzde 6 bir büyüme beklenmektedir.
TÜİK’in araştırması veya istatistiki rakamı yüzde 7,6 olarak çıkmıştır,
herkes buna şaşırmıştır. Yani, hedefimiz bu, iyi gitti, bir iki oynar…
Yüzde 6 olmuş, ama, yüzde 7,6’ya çıkması TÜİK’teki sorumluları bile
şaşırtmıştır. Böyle bir olay, elbette, bu istatistik rakamlarına
ve bu Kuruma inanılmasını zorlaştıran veya da mümkün olmayan hâle
gelmiştir. Bunun nedeni sorulunca da “efendim, yeterli uzmanımız
yok, yeni değişiklikler yaptık” gibi yanlış, ama, güveni sarsıcı
bir Kurum olarak bir kere daha ortaya çıkmıştır.
İkinci rakam, istihdam konusundadır. Avrupa ülkelerinde
iş gücüne katılım yüzde 70 olmasına rağmen, Türkiye’de yüzde 49 olarak
görülmüştür. 2002 yılında yüzde 49,6 ve giderek iş gücüne katılım
yüzde 48,3’e indirilmiştir. Tabii, buradaki amaç, katılımı düşürerek
var olan gerçek işsizliği azaltmak, oranını düşürmektir. Bu sorulduğu
zaman yetkili uzmanlara ve sorumlulara, “2001-2005 yılında tarımdaki
istihdam 1 milyon 276 bin kişi azaldı” denmiştir. Peki, tarımda istihdam
azalırken, nasıl oluyor da iş gücünde veya işsizlerin sayısı da azalıyor?
Buna da cevap, maalesef, bu güvenilmesi gereken Kurumun cevabı şudur:
“Özellikle tarımda çalışan insanların bir kısmı iş aramıyor. Kadınlar iş aramadığı
için –büyük şehirlere gelenler- o nedenle de bu sayı azalıyor.”
İşte, bunlar, nüfusun arttığı, iş gücünün arttığı
dönemlerde ülkemizde işten çıkarılmaların, özelleştirme nedeniyle
işsiz bırakılanların olduğu bir ülkede insanların inanmasını engelleyen,
diğer haklı rakamlara bile güvenmemesini gerektiren sonuçlar veriyor.
“Nedir bu azalma” deyince, “umudunu kesmiş, iş aramıyor” diye bu rakamlar
saptırılıyor. İşsizlik sayısında da, maalesef, TÜİK’in verdiği rakamların
2 katı işsiz, hatta daha fazla işsiz olduğu herkes tarafından görülüyor.
2005 yılında, 2 milyon 520 bin işsiz olarak gösterilmiştir TÜİK tarafından.
Ancak, Türkiye’deki yaşanan işsizlik, ne yazık ki, 10 milyona ulaşmıştır.
Her ailede bir iki işsiz, bunalım yaratacak, bunalım geçirecek şekle
girmiştir; yaşananlar bunlardır.
TÜİK’in ikinci önemli olayı da, açlık ve yoksullukla
ilgili istatistiki rakamlarıdır. 2004 yılında, dört kişilik bir
ailenin, o günkü rakamlarla, açlık sınırı 182 milyon, yoksulluk sınırı
429 milyon olarak tespit edilmiştir ve o gün, sayın bakanların da buna
dayanarak söylediği açlık ve yoksulluk sınırı içinde bulunan yurttaşlarımızın
rakamları şunlardır: Türkiye’de “909 bin açlık sınırı altında yaşayan
yurttaş var” demiştir TÜİK, “yoksulluk sınırı altında yaşayanlar
da 17 milyon 991 kişi” demiştir. Devletin sorumlu birimlerinin rakamlarına
baktığımız zaman, tamamen yanlış, tamamen doğru olmayan, kendisiyle
çelişen rakamlarla karşılaşmaktayız. Bakınız, emeklilerin durumu
belli. Bunun ötesinde devletin rakamlarında şunlar var: 2022 sayılı
Yasa’ya göre, Emekli Sandığından yaşlılık aylığı alan 925.438 kişidir.
Ayda 67 milyon almaktadır bunlar. Genel olarak, özürlülere verilen
para da -229.191 kişidir- bunların aldığı aylık da 135 milyon liradır.
Yeşil kartlı sayısı 13 milyon vatandaşımızı -yoksul, aç, muhtaç, fakir
fukara, garip gurebadır- bunları toplarsanız, TÜİK’in rakamlarının
ne kadar gerçek dışı, TÜİK’in rakamlarının nasıl kaygı ve üzüntü yaratıcı
olduğunu görürsünüz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Selvi, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Hemen tamamlayayım.
Burada, kömür dağıtılan yoksul yurttaşlarımıza,
geçmişe göre 2 katı fazla kömür dağıtılmaktadır. 1 milyon 800 bin
kişiye, övünülerek, kömür dağıtıldığı söylenmektedir ve geçmişin
2 katıdır. Burada bir incelik vardır: Ya yoksullar artmıştır ya da
bunun altında başka bir şey vardır. Gittiğimiz her ilde, ilçede cebimize
kâğıtlar konmaktadır. Bu fakir fukara veya Sosyal Yardımlaşma Vakfından
verilen paraların, ilçe, il örgütleri tarafından yönlendirildiği,
tespit edildiği herkes tarafından bilinmektedir. Bu kadar adaletsizliğin,
bu kadar ayrımcılığın, artık, tabanda, aç insanlar arasında, tahammül
edilemez noktaya geldiği, açıkça ve dikkatle ele alınmalıdır. Valiler,
kaymakamlar, AKP’nin il ve ilçe başkanlığı görevini yapar hâle gelmişlerdir.
Değerli arkadaşlarım, ben bunu, sizin vicdanınıza,
bu sorumluluğu alanların, hatta bu görevi yapan memurların, haber
gönderin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Bittiyse konuşmayacağım...
BAŞKAN – Sayın Selvi, sadece teşekkür cümlenizi
alayım.
M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Selvi.
Altıncı turda, AK Parti Grubu adına ilk konuşmacı,
Çankırı Milletvekili İsmail Ericekli.
Sayın Ericekli, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL ERİCEKLİ (Çankırı) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007 mali yılı Hazine Müsteşarlığı
bütçesi hakkında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye ekonomisi, son dört yıllık dönemde başarılı
bir makroekonomik performans sergilemiştir. Disiplinli ve tutarlı
makroekonomik politika uygulamaları sonucunda ekonomide güven
ortamı oluşmuştur.
Ekonomi yönetiminin en önemli kuruluşlarından
bir tanesi olan Hazine Müsteşarlığı, gerek bütçe yönetimi gerekse
yapısal düzenlemeler anlamında ortamın oluşmasında aktif rol oynamıştır.
Konuşmamda, Türkiye ekonomisindeki temel gelişmeleri
aktarmak, sonrasında Hazine Müsteşarlığının bu süreçte yürüttüğü
faaliyetlere ilişkin bilgi vermek istiyorum.
Türkiye ekonomisinde, son dört yılda yüzde 7’nin
üzerinde bir büyüme gerçekleşmiştir. Bu dönemde büyümenin motoru
özel sektör yatırımları olmuştur. Bu boyutta büyüme, sürdürülebilir,
sağlıklı bir yapı arz etmektedir. 2006 yılında dünya ekonomisinden
kaynaklanan bazı olumsuzluklara karşın, yüksek büyüme performansı
sürdürülmüştür.
Hükûmetimizin göreve geldiği günden bugüne enflasyon
konusunda önemli kazanımlar sağlanmıştır. Yıllar boyunca ülkemiz
ekonomisinde olumsuzluklara neden olan yüksek ve kronik enflasyon
tek haneli rakamlara indirilmiştir. 2006 yılında mayıs ve haziran
aylarında yurt dışı piyasalarında yaşanan olumsuz gelişmelerden
etkilenen enflasyon oranları, hedeflenen seviyelerin üzerine
çıkmıştır. Alınan önlemler sayesinde piyasalardaki belirsizlik
giderilmiş, orta vadeli enflasyon beklentileri gerilemeye başlamıştır.
2006 yılı sonu itibarıyla enflasyonun tek haneli düzeylerde kalması
beklenmektedir. Fiyat istikrarının teminiyle piyasalardaki belirsizliğin
önüne geçilmiş, orta vadeli enflasyon gerilemeye başlamıştır.
Sürdürülebilir büyüme ve fiyat istikrarının
tesisinde kamu maliyesinde sağlanan disiplin önemli rol oynamıştır.
Taviz vermeden sürdürdüğümüz mali disiplin sayesinde kamu açıkları
düşmüş, borç yükü azalmıştır.
Program tanımlı kamu kesimi faiz dışı fazlasının
gayrisafi millî hasılaya oranı 2003-2005 döneminde ortalama 6,53
olmuştur. Söz konusu oranın 2006 yılında 6,5 olarak verilen hedefin
üzerinde gerçekleşeceği beklenmektedir.
Kamu maliyesi alanında sağlanan iyileşme ve ekonominin
bir bütün olarak istikrara kavuşmasıyla faiz oranlarında da çarpıcı
bir düşüş sağlanmış ve faiz harcamalarının gerek bütçe içindeki payı
gerekse millî gelire oranı önemli ölçüde azalmıştır.
2002 yılında toplam kamu kesimi faiz ödemesinin
gayrisafi millî hasılaya oranı 19,7 iken, 2005 yılında 9,7’ye gerilemiştir.
Söz konusu oranın 2006 yılında yüzde 8,5 olması beklenmektedir. Son
dört yılda sürdürülen mali disiplin sayesinde kamu kesimi borçlanma
gereğinin gayrisafi millî hasılaya oranı 2001 yılında yüzde 16,4
iken, 2005 yılında 0,4’lük bir fazlaya dönüşmüştür. 2006 yılında kamu
kesimi fazlasının gayrisafi millî hasılaya oranının daha da artarak
3,1’e ulaşması beklenmektedir.
Bu gelişmeler neticesinde, 2001 yılında yüzde
90,5 olan net kamu borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranı 2005
yılında yüzde 55,3’e kadar gerilemiştir. 2006 yılında net borç stokunun
millî gelire oranının yüzde 50’nin altına düşmesi beklenmektedir.
Makroekonomik göstergelerde sağlanan istikrar
ve iyileşme ticaret hacmine de olumlu yansımış, dış ticaret hacmi
2006 yılı Ocak-Ekim döneminde 2005 yılına göre yüzde 16 oranında artmıştır.
Ülkemizde cari işlemler açığı yüksek seyretmekle
birlikte, bu artışın nedeni ihracatın azalması değil, ithalatın
da hızlı bir şekilde artmasıdır. İthalatın artmasının temelinde,
canlı seyreden üretim hacmi nedeniyle ara malı ve sermaye mallarındaki
artış ve uluslararası piyasalarda hampetrol fiyatlarının yükselmesi
sonucu artan enerji faturasıdır. Öte yandan, makroekonomik koşullarda
sağlanan ilerlemeler neticesinde cari işlemler açığının finansman
kalitesi iyileşmiştir. Uygulanan mali disiplin çerçevesinde bütçe
harcamalarının kontrol altına alınması, cari işlemler açığının
kamu kesimi kaynaklı olmasını engellemiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın
bu bölümünde Hazine Müsteşarlığınca yürütülen faaliyetlere kısaca
değinmek istiyorum.
Etkin borç yönetimi ve makroekonomik istikrar
neticesinde yatırımcıların ekonominin geleceğine olan güveni
artmış ve bunun sonucunda, hem iç hem dış borçlanma ihalelerinde maliyet
düşmüş, vadeler uzamıştır.
2002 yılında 9 ay olarak gerçekleşen nakit iç borçlanmanın
vadesi 2005 yılında 20,7 aya kadar yükselmiş, 2006 yılında Ocak ve Kasım
dönemi itibarıyla 28,3 ay olarak gerçekleşmiştir.
2002 yılında yüzde 62,7 seviyesinde olan TL cinsi
iskontolu ortalama borçlanma maliyeti ise, 2005 yılında yüzde
16,3 oranında düşmüştür.
Faiz oranlarındaki kademeli inişler 2006 yılı
ilk çeyreğinde de devam etmiş, ancak Mayıs 2006’da uluslararası piyasalarda
yaşanan ve diğer tüm gelişmekte olan ekonomileri etkisi altına
alan dalgalanmadan Hazine borçlanma maliyetleri de etkilenmiştir;
YTL cinsi iskontolu faiz oranı 2006 yılı Ocak-Kasım döneminde ortalama
17,9 seviyesinde gerçekleşmektedir.
Hazine Müsteşarlığı, KİT’lerin finansman dengelerine
ilişkin temel ilkeleri belirlemekte ve KİT sisteminin daha etkin
ve verimli çalışması için gerekli tedbirleri almaktadır.
Kamu bankalarına yönelik reform çalışmaları
2006 yılında da devam etmiştir. Halk Bankası 11 Ağustos 2006 tarihi
itibarıyla özelleştirme programına alınmıştır. 2003-2005 döneminde
Ziraat ve Halk Bankası kamu maliyesine 10,1 milyar YTL tutarında
katkı sağlamıştır. Kamu bankalarının mali yapılarındaki iyileşme,
çiftçiler ve esnaf-sanatkârlarımıza kullandırılan kredi miktarlarına
da yansımıştır. 2006 yılı Kasım ayı itibarıyla Halk Bankası tarafından
kullandırılan kredi bakiyesi 2,3 milyar, Ziraat Bankası tarafından
kullandırılan kredi bakiyesi ise 3,2 milyar YTL olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine
Müsteşarlığı, yatırımların önünü açmak için azami çaba sarf etmiştir.
Bu çerçevede, yabancı sermayenin, yabancı yatırımcının Türkiye’ye
yatırım yapmasını zorlaştıran engellerin ortadan kaldırılması
için gerekli düzenlemeler yapılmış ve özellikle orta, uzun vadede
ülkemize yönelik yeni yatırımların gelmesi sağlanmıştır. Yatırım
ortamını iyileştirme reform programı çalışmalarının olumlu sonuçları
yabancı sermaye istatistiklerine de yansımış…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ericekli, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
İSMAİL ERİCEKLİ (Devamla) – Tamam Başkanım.
Son yıllarda, ülkemize önemli miktarda doğrudan
yabancı yatırım girişi olmuştur. 2003 yılından itibaren, kurulan
uluslararası sermayeli şirket sayısı düzenli bir şekilde artmıştır.
Öte yandan, değişen ekonomik koşullar çerçevesinde
teşvik sisteminin etkinliğinin artırılması, piyasanın işleyişine
daha uygun ve pratik bir yapıya kavuşturulması hedefi doğrultusunda
yatırım ve teşvik mevzuatı yenilenmiştir. Yeni mevzuat ile KOBİ yatırımları,
ar-ge, çevre ve kalkınmada öncelikli yöre yatırımlarına bütçe kaynaklarından
kredi tahsisi yerine, faiz iadesi sistemine geçilmiştir. Bu kapsamda,
bölgesel kısıtlamalar kaldırılmış ve sistem sektörel kısıtlamalar
üzerine yapılandırılmıştır.
Buna ilave olarak, yatırım finansmanında asgari
öz kaynak zorunluluğu kaldırılmış ve KOBİ’lere yönelik teşvik uygulamaları
genel sistem içine alınmıştır.
Hazine Müsteşarlığı, ekonomiye yön veren kurumlardan
birisi olarak önümüzdeki dönemlerde de makro istikrar, mali disiplin
ve sürdürülmesi çerçevesinde faaliyetlerine kararlılıkla devam
edecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür cümlenizi alayım.
Buyurun.
İSMAİL ERİCEKLİ (Devamla) – Sözlerime burada
son verirken, 2007 yılı Hazine Müsteşarlığı bütçesinin ülkemiz
için hayırlı olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ericekli’ye teşekkür ediyorum.
AK Parti Grubu adına ikinci konuşmacı, Aksaray
Milletvekili Ali Rıza Alaboyun.
Sayın Alaboyun, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray)
– Değerli Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Avrupa Birliği
Genel Sekreterliği 2007 mali yılı bütçesi üzerinde Grup adına söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliğimizin Değerli
Genel Sekreterimize, bürokratlarına da teşekkür ediyorum, çünkü,
bu süreç içerisinde çok önemli görevler üstlendiler. Onların derin
bilgileri ve kurumsal hafızaları olmasa, herhâlde bu konuda pek başarıya
ulaşamazdık diye düşünüyorum.
Ben, konuşmamı, genelde Avrupa Birliği ve Kıbrıs
üzerine odaklandırmak istiyorum.
Arkadaşlar, bildiğiniz gibi, 1974 Barış Harekâtı’ndan
sonra ilk kapsamlı anlaşma, 1977 yılında Sayın Denktaş ve Makarios
arasında imzalanan Doruk Anlaşmalarıdır. Bu Doruk Anlaşmalarının
temelini, iki bölgeli, iki toplumlu bağımsız Kıbrıs Devleti oluşturur.
Bundan sonraki bütün Birleşmiş Milletler görüşmesi de bu temel üzerine
devam etmiştir. Bu, Türkiye’nin savunduğu en güçlü tezdir ve Rumlar
bu tezi o zaman kabullenmişlerdir.
1983 yılında, biliyorsunuz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
ilan edildi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilan edildiği tarihe
şöyle bir dikkatinizi çekmek istiyorum: O zaman askerî yönetim
var, 12 Eylülün askerî yönetimi ve 6 Kasım 1983’te seçimler yapılmış.
Seçimlerden tam dokuz gün sonra, 15 Kasım 1983’te, askerî yönetim, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurdurmuş, 24 Aralık 1983’te de Özal Hükûmeti
güvenoyu almıştır. Yani, öyle bir şey yapmışlardır ki, sivil otoriteye,
sivil inisiyatife hiçbir şey bırakmadan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
kurdurulmuştur. Belki bu sivil inisiyatife bırakılsaydı, bunun
neler getirip neler götüreceği, uzun vadede neler yapılacağı,
diplomasi alanında ne tür adımlar atılacağı düşünülerek bir karar
verilebilirdi, fakat, o zamanki askerî yönetim bunu sivillere bırakmamıştır.
Böyle bir ortam içerisinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur
ve o günün şartlarına bakarsanız, Sayın rahmetli Özal’ın da buna büyük
tepki gösterdiğini görürsünüz, fakat, millî bir dava olduğu için, o
zamanki atılan bütün imzalara Özal imza atmak durumunda kalmıştır,
fakat, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluş Bildirgesi’nde bir
ifade vardır, der ki: “Bağımsızlık ilanının iki eşit halk arasında ortaklığın bir federasyon
çatısı altında yeniden kurulmasını ve sorunların çözülmesini
engellemeyip kolaylaştıracağını söyler, yani, bir anlamda da Doruk
Anlaşması’na atıfta bulunur, yani, bağımsızlık mantığıyla tezat
teşkil eden bir bildiridir bu ve Rumlar ve Yunanlılar, Türkiye’nin politika
değişikliğini alırlar, bütün dünyada Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türkleri
aleyhine kullanırlar bunu ve orada “Türkler ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
çözümden yana değildir.” diye genel bir kanaat oluşur.
Değerli arkadaşlar, AK Parti iktidara gelene
kadar hiçbir siyasi parti sorumluluk ve yetki üstlenmemiştir Kıbrıs
konusunda. Bunun de en büyük nedeni, ülkemizdeki bazı şahinlerin
siyasetçilerimizi kuşatması, baskı altına almasıdır. Herhangi
bir siyasi lider Kıbrıs konusunda bir adım atacak olsa her zaman ya
vatan hainliğiyle suçlanmıştır ya Kıbrıs’ı satmakla suçlanmıştır
ya da “ver kurtulcu” diye suçlanmıştır.
Maalesef, bu nedenden dolayı siyasetçiler bu ateşten gömleği giymemişler,
konuyu tamamen Denktaş’a ve onun çevresindeki şahin danışmanlarına
bırakmışlardır ve izlenilen politika da tamamen istikrarsız bir
politikadır.
1995 yılında Gümrük Birliği konusunda bir şeyler
aldığımızı savunduk, fakat, bir taraftan da, Gümrük Birliği alırken,
Rumlarla müzakerenin yolunu açıp Londra ve Zürih Anlaşmalarının
içini boşalttılar. O zaman kimler iktidardaydı, gerekli arşivlere
bakmanızı tavsiye ederim.
1999 yılı Helsinki Zirvesi… Arkadaşlar, bu Helsinki
Zirvesi’nde bize adaylık statüsü verildi. Adaylık statüsü aldığımız
için hepimiz sevindik, fakat, hiç kimse Kıbrıs’la ilgili bölüme bakmıyor.
Kıbrıs’la ilgili bölümde şöyle der, der ki: “Müzakerelerin bitimine
kadar, eğer, birleşik Kıbrıs devleti kurulmazsa, Rumlar, tek taraflı
olarak Ada’yı temsilen Avrupa Birliğine alınacaktır.” der ve o zaman
adaylık statüsü almanın sarhoşluğuyla Hükûmetler bu konuları hep
göz ardı etmişlerdir. Bazı millî duygusu olan insanlar bunu ön plana
çıkardığında da ilgili bakanlar ve o zamanın Başbakanı çıkıp demiştir
ki: “Gerekiyorsa ilhaka gideriz, entegrasyona gideriz ha!” demiştir.
İçi boş, altı doldurulmamış birtakım tehditlerle biz bu noktalara
geldik ve 2002 yılında… Daha sonra Avrupa Birliğinde bazı ülkeler
sorunlu bir Kıbrıs’ı bünyesine almak istemediler, Annan çerçevesinde
bir plan hazırlanmasını önerdiler. 2002 yılında başladı bu plan çalışmaları
ve 2002’nin Kasım ayında bu plan ilgili taraflara sunuldu. Eğer, o zaman,
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adına bu planı yürüten kişiler,
şahıslar ve liderler Annan Planı’na “evet” demiş olsalardı -ki, o Annan
Planı 24 Nisan 2004’te Kuzey Kıbrıs Türk halkı tarafından “evet” denilmiş
Annan Planı’ydı- bugün Kıbrıs diye bir sorunumuz olmayacaktı arkadaşlar,
izolasyonlardan bahsetmeyecektik. Bugün, Türkçe, Avrupa Birliğinin
konuşulan dili olacaktı. Kuzey Kıbrıs sorunu çözülmüş olacaktı. Kuzey
Kıbrıs hiç dünyada kimsenin tanımadığı bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden,
bütün dünyanın tanıdığı kurucu Türk devleti statüsü kazanmış olacaktık.
Rumlar bütün Ada’yı temsil ediyordu. Onların elinden de kurucu devlet
statüsüne gerilemiş olacaklardı. Bunlar büyük bir başarıydı. Maalesef,
o zaman, ilgili başkanlık, ilgili kişiler çekilerek Türkiye’yi
çok büyük sıkıntıya soktular.
ASIM AYKAN (Trabzon) – Tarihin en büyük hatası.
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) – Tarihin en büyük hatasıdır,
evet.
Daha sonra Lahey’de aynı hata yapıldı. Buna rağmen,
Avrupa Birliği, Kopenhag 2002 Zirvesi’nde dedi ki: “28 Şubat 2003 tarihine
kadar müzakereler böyle devam ederse, biz yine de Kıbrıs’ı birleşik
olarak alacağız.” dediler. Fakat, yine yanlışı biz yaptık. Rumları,
Avrupa Birliğini suçlamayalım. Onlar, kendileri için yapması gerekeni
yaptı. Biz, yapmadıklarımıza bakalım, hatalarımızı görelim, oradan
ders çıkartalım. Ders çıkartalım ki, Kıbrıs konusunda kurumsal hafızalar
oluşsun siyasi partilerde ve en büyük hatayı orada yaptık.
Gelelim, 24 Nisan 2004’teki referandum… Eğer, Türkiye,
o referandumda “evet” dememiş olsaydı… Arkadaşlar, bakın, ben madde
madde sıraladım burada. Otuz yıldır “evet” demekle neler kazanmışız,
onu vurgulamak istiyorum: Otuz yıldır, ilk defa, dünya kamuoyunda
haklı bir konuma gelmiş Türkiye ve Türk tarafı. Kamuoyu, Rumların
çözümden yana olmadığını görmüş ve anlamış ve bu, diplomatik bir
üstünlüktür. Kırk yedi yıllık Avrupa Birliği projemiz sekteye uğramamış,
uğraması önlenmiş ve müzakerelere başlanabilmiştir. Kuzey Kıbrıs’ta
uygulanan izolasyonların kaldırılması dünya gündemine taşınmıştır.
Annan Planı’nın referandumundan sonra dünya basınında ve kamuoyunda
Kıbrıs’taki…
BAŞKAN – Sayın Alaboyun, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) – Annan Planı’nın referandumundan
sonra, yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kabulünden sonra, dünya
basınında ve kamuoyunda, Kıbrıs’taki Türk askerleri için “işgalci”
ifadeleri artık kullanılmamıştır. Bu, Türk diplomasisinin bir başarısıdır
ve başarıyla da uygulanmıştır.
Gelelim, Haluk Koç’un söylemiş olduğu protokolle
ilgili. Arkadaşlar, biz, 17 Aralık 2004’teki Müzakere Çerçeve Belgesi’ndeki
ifade, 1963 yılında Sayın rahmetli İsmet İnönü’nün imzalamış olduğu
Ankara Anlaşması’nın bir parçasıdır. Biz, o anlaşma gereğiyle yeni
üyelere bu anlaşmayı teşmil etmek durumundayız. Ama, biz, Güney Kıbrıs’ı,
tüm Ada’yı temsilen bağımsız olarak
tanımıyoruz, tanımadığımızı da deklare ettik; o konuda
hiçbir sorun yoktur.
Hepinize teşekkür ediyorum, bütçenin hayırlı
olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Alaboyun, teşekkür ediyoruz açıklamalarınız
için.
AK Parti Grubu adına üçüncü konuşmacı, Ankara
Milletvekili Eyyüp Sanay.
Sayın Sanay, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA EYYÜP SANAY (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğünün 2007 bütçesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Matbaaların kurulması, kitap basımı, gazete ve
dergi çıkarılması hakkında ilk yazılı hukuk kuralı, 4 Ocak 1840 tarihli
189 sayılı Takvimi Vekayi Gazetesi’nde yayınlanan padişah iradesiyle
ilan edilmiştir. Matbaa açma, kitap basma ve gazete yayınlamak için
getirilen çeşitli yazılı kurallar sık sık değiştirilmiş olup, 17
Şubat 1857’de Matbaa Nizamnamesi yürürlüğe konulmuştur.
1831 tarihinden önce ve İmparatorluk topraklarında
birçok matbaa vardı. Pek çok gazete, dergi ve benzeri yayınlar, yabancı
ve azınlık dillerinde, bu matbaalarda basılıyordu. Bu yayınlar,
bir yandan devlet tarafından murakabe ediliyor, bir yandan da doğru
fikir ve haberlerin yayılması ve ülkeyi yabancı kamuoyuna doğru
olarak tanıtmak düşüncesiyle, devlet birçok kuruma da, basın organına
da yardım yapıyordu.
İlk Matbuat Nizamnamesi, 15 Kasım 1864 tarihinde
padişah imzasıyla yürürlüğe girdi. Bugünkü Başbakanlık Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün temeli olan 6 sayılı ve 7 Haziran
1920 tarihli, Atatürk’ün direktifleriyle kurulan, Matbuat ve İstihbarat
Müdüriyeti Umumiyesidir. O zaman bu kuruluş, Türkiye Büyük Millet
Meclisi ve aynı zamanda İcra Heyeti Reisine doğrudan doğru bağlı
olarak kurulmuştur.
Atatürk tarafından kaleme alınan Kanun’un gerekçesi
şöyledir: “Millî çıkarlarımızın savunulmasında son derece etkin
olan siyaset ve fikir teşkilatının öteden beri ihmal edilmiş olması
birçok kötülüklere sebep olmuştur. Avrupa’nın en küçük bir devleti
yoktur ki, bu yolda kabil olduğu kadar geniş bir teşkilatı bulunmasın.
Bir taraftan Avrupa basınında millî ve meşru davamızı savunmaya
yönelik yayınlarda bulunmak, yabancı basını devamlı inceleyerek
fikir akımlarını anlamaya çalışmak, öte yandan içeride zamanın emrettiği
fikir ve ruh birliğini sağlamak için her vasıtadan yararlanarak yayınlarda
bulunmak zarureti vardır.”
Ancak, bu Kanun, 1 Haziran 1931’de çıkarılan Bütçe
Kanunu ile kaldırıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Matbuat Kanunu
8 Ağustos 1931 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
kabul edilmiştir. Bu Kanun çıkana kadar, basın işleri, 16 Temmuz
1909 tarihinde çıkarılan Kanun’la yürütülmüştür. Günümüze kadar
pek çok değişikliklere uğrayan bu Matbuat Kanunu, 1957’de 5680 sayılı
Yasa’nın çıkarılışına kadar yürürlükte kalmıştır. 7 Haziran 1920
tarihinde 6 sayılı Kanun’la kurulan Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti,
son olarak 8 Haziran 1984 tarihinde yayınlanan 231 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü olarak yeniden
düzenlenmiştir.
Bu Kanun Hükmünde Kararname’ye göre Basın-Yayın
ve Enformasyon Genel Müdürlüğü görevleri tek tek sıralanmış, özetle:
Devleti tanıtma, siyasetini tanıtma, kamuoyunu bilgilendirme,
hükûmet faaliyetlerinde yapılan hizmetleri iç ve dış kamuya etkin
bir şekilde duyurma, basınla ilgili münasebetleri düzenleme,
yerli ve yabancı basın yayın organlarının ve mensuplarının çalışmalarına
imkân hazırlama, Türkiye aleyhindeki propagandaları takip etme,
Türkiye’nin dış tanıtma faaliyetlerini sürdürme, yabancı ülkelerde
Türkiye’nin menfaati doğrultusunda yapılan faaliyetlere katkıda
bulunma, enformasyon ve aydınlatma faaliyetlerini Türkiye’nin
dış politikasını destekleyecek şekilde yürütme gibi başlıklarla
bunlar düzenlenmiştir.
Genel Müdürlük, ifade ettiğimiz gibi, kanun hükmünde
kararnamelerin çerçevesi içerisinde ilgili makamlar ve kamuoyuna,
zamanında, doğru, tanıtıcı, aydınlatıcı bilgi akışını sağlamaktadır.
Genel Müdürlük merkezde Ankara, İstanbul, İzmir,
Trabzon, Antalya, Adana ve Erzurum olmak üzere yedi ilde teşkilatlanmıştır.
Yurt dışında ise hizmetlerini yirmi iki basın müşavirliği ve basın
ataşeliği kanalıyla yürütmektedir.
Genel Müdürlük, her gün, Türkçe ve dokuz yabancı
dilde yayın yapan on iki yabancı radyonun yaklaşık kırk bir yayınını dinlemekte, kaydetmekte. Beş
yerli, on sekiz yabancı haber ajansı, büyük elçilikler, basın müşavirlikleri
ve İnternet aracılığıyla elde edilen
haberleri sürekli takip etmektedir. Yabancı televizyonları izlemeye
yönelik çalışmalar da başlatılmıştır.
Genel Müdürlük, günlük, haftalık, aylık ve yıllık
değerlendirme bültenleriyle özel bültenler yayınlamakta ve devlet
makamlarına yıllık ortalama 24 bin ila 25 bin haber iletmektedir. Türkçe
ve İngilizce, süreli ve süresiz yayınlarla ülkemizin tanıtılması
yönünde hizmet etmektedir. Ayrıca, Almanca yayınlara da başlamıştır.
Değişik illerimizde “yerel medya eğitimi seminerleri” adı altında
seminerler yapmakta ve böylece yerel basına, Anadolu basınına da
gerekli hizmetleri götürmeye gayret etmektedir.
Tabii elbette ki, yüzyılımız bir bilgi toplumudur.
Eğer medya olmasaydı bu bilgileri hiçbir yere aktaramazdık ve bu bilgiler çıktığı yerde lokal olarak
kalırdı. Medya aracılığıyla bilgiler anında dünyanın her yerine
ulaştırılabilmektedir. Bu ise ancak güçlü bir kurumla gerçekleştirilebilir.
Bu bakımdan Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü değişik binalarda
hizmet vermektedir. Halbuki bunların bugünkü modern çağa yakışır
bir şekilde bir binaya kavuşmaları hizmetleri yürütebilmeleri
açısından önemlidir.
Yine, yüzyılımız bir iletişim çağıdır. İletişim
ise, çok bilgili, özel olarak yetiştirilmiş elemanlar vasıtasıyla
yürütülebilir. Bu bakımdan da Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünde
çalışan bu kıymetli kişilerin en azından kendi meslektaşlarına yakın
bir ücrete kavuşturulmaları gerekir. Zira, marifet iltifata tabidir,
unutmayalım.
Burada sözlerimi bitirmeden önce, basın konusunda
Türkiye’de özgürlüklerin olmadığı konusu biraz önce ifade edildi.
Oysa, Resmî Gazete 26 Haziran 2004’te yayınlanan Kanun, 5187 sayılı
Kanun, madde 1: “Bu Kanunun amacı, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün
kullanımını düzenlemektir.”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sanay, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun efendim.
EYYÜP SANAY (Devamla) – “Madde 3: Basın özgürdür.
Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma
haklarını içerir.” Ancak, basın, kitlelere ulaştığı için onun sorumluluğunu
üzerinde taşımak da durumundadır. Eğer bu sorumluluğu taşıyamıyor
ise, o zaman pek çok insanın haklarına tecavüz etmiş olur. Bilhassa
kişisel hakların ön planda tutulması gerekir.
Zaman zaman bir basında, yayın organlarında bu
kişi haklarının ihlal edildiğini görüyoruz. Şu anda, bildiğim kadarıyla,
basın suçunda cezaevlerimizde mevkuf bulunan kimse yoktur. Ancak,
basının dışında, basın kanallarını kullanarak işlenen birtakım
suçlar varsa, o, Türk Ceza Kanunu’na göre işlenmiş olan suçlardır.
Ben, bu bütçenin, kurumumuza, ülkemize hayırlı
olmasını diliyor, bir kere daha yüce heyetinizi saygıyla ve muhabbetle
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sanay.
AK Parti Grubu adına, Bartın Milletvekili Hacı
İbrahim Kabarık.
Buyurun Sayın Kabarık. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HACI İBRAHİM KABARIK (Bartın)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı’nın Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğü bölümü üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Konuşmama başlamadan, hepinizi Grubum adına en içten duygularımla
selamlıyorum.
İçinde bulunduğumuz Yoksullarla Dayanışma Haftası
olan 12-18 Aralık tarihi, bize paylaşımın bir mutluluk kaynağı, bir
erdem ve insan olmaktan kaynaklanan bir sorumluluk olduğunu hatırlatmaktadır.
Gönül isterdi ki, ülkemizde yoksulluk hiç olmasın, düşkün kimse olmasın,
herkes varlık, huzur ve rahatlık içerisinde olsun. Fakat, gerçeğin
böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Dünyanın birçok gelişmiş ve
zengin ülkelerinde olduğu kadar bizim ülkemizde de yoksul ve yardıma
muhtaç insanlarımız vardır. Bu gerçeği görmezden gelme ve inkâr etme
yerine bu insanlarımıza nasıl yardım edebileceğimizi konuşmak
ve bu doğrultudaki çalışmalara destek olmak daha gerçekçi bir yaklaşım
olarak değerlendirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, Milton Friedman “bir
ülkenin ekonomisinin kötü olduğu, köşebaşında müşteri bekleyen
hayat kadınlarının sayısından anlaşılır” demişti. Globalleşen
dünyamızdaki krizlere rağmen ülkemizin bu krizlerden diğer ülkeler
kadar etkilenmemesinin temel nedeni ise, şahsi kanaatime göre,
halkımız arasındaki sıcak ilişkiler ve kopmaz bağlardır. Bu bağların
yanı sıra, bu coğrafyada yaşamış olan, zamanlarının en ileri medeniyet
çizgisini yakalamış toplumların bize mirası olarak saymamız gereken
ve Osmanlılar zamanında en yüksek noktasına çıkan imaretler gibi
sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya yönelik faaliyetler, zamanımızda
gerek devlet eliyle gerekse halkımızın kendi arasında oluşturduğu
gruplar olarak oldukça iyi, ama, maalesef yeterli olmayan, daha iyi
olmasını arzu ettiğimiz şekliyle yürütülmektedir. İşte burada,
millet olarak, dünyadaki milletlerin birçoğuna göre çok ileride
bulunduğumuz sosyal yardımlaşma ve dayanışma duygusuna sahip oluşumuz
ön plana çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz, dönüşmekte
olan dünyamızda dönüşümden daha hızlı şekilde değişmek durumundadır.
Bunun sebebi, hem globalleşen dünyayla birlikte hareket etmek hem
de önceden dış dünyayla aramızda oluşan fark veya farklılıkları kapatmak
çabasını göstermek durumundayız. Bu yapılacak işler şu an devlet
tarafından yapılıyor ve belli bir süre de bu şekilde yapılacak gibi
durmaktadır. Ama, zaman içinde, devletin bu kurumları başarıyla işletemediğini
düşünen halkımız tarafından başarıyla yürütülen kurumlar olduğu
gerçeğinde uzlaştığımızda, devletin sadece bu kurumları denetleyen
ve organize eden bir yapıya doğru hareket etmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Ancak, şu çatının altında bulunan bizler, mevcut yoksullukla mücadele
etmeli ve ileride bu eşitsizliğin artmaması için çalışmalar yapmalıyız.
Bu çok yönlü çalışma için, yeni iş alanları açmak, kaliteli nesiller
yetiştirmek, verginin sosyal adaleti sağlayan bir araç olmasını
sağlamak gibi çalışmalar yapmak, elimizdeki kaynakları iyi şekilde
kullanmak, israfı değil verimliliği artırmak gibi ana başlıkların
altında, fedakârca ve çok çalışarak, geleceği şekillendirmek olarak
düşünülecek işleri başarmalıyız.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunları bir ağaç saydığımızda,
toprağımız olan bu vatan ile alakalı diğer sorunları da çözmeliyiz.
Bunların başında, ülkemizin bir iletişim kurmayı başaramadığı
diğer ülke halklarından bahsetmek isterim.
Sayın milletvekilleri, bir ülke düşünün ki, komşuları
ile bile iyi, düzgün ilişkiler kuramamış, halkı ile bile mahkemelik
olmuş. İşte, bizden önceki tablo bu idi ve biz, bu tabloyu birden önümüzde
bulduk. Gelin, yoksulluk ile mücadeleye buradan başlayalım. Öncelikle
iletişim kurmaya ve iletişimimizi zengin kılmaya başlayalım. Böylece,
tüm tarafların aynı masa etrafında konuşması ile sorunları tüm
yönleri ile ele alalım. Bir kucaklaşma ve anlaşma ortamı sağlandıktan
sonra, her şey peşi sıra düzenlenecektir.
Sadece Sosyal Dayanışma Fonu ile her şeyi çözmeye
çalışmak yerine, bunun büyük bir amaca yönelik araçlardan birisi
olduğunu kabul edelim. Bu yolda hep beraber el ele çalışalım.
Yine tekrarlıyorum: Bizi biz yapan değerlere sahip
çıkalım, çünkü, millet olarak bizi biz yapan değerlerden uzaklaştıkça
hem birbirimize yabancılaşıyoruz hem de toplumları, milletleri
ayakta tutan yardımlaşma ve dayanışma duygularını kaybediyoruz.
Sözlerime son verirken, yoksulluğun bir kader olmadığını,
sadece yönetim zaafı olarak ele alınması gerektiğini ve şu anda,
birlikte aynı sıraları paylaşmaktan şeref duyduğum sizlerin bu zaaftan
uzak kişiler olduğunuza dair tam bir inancım olduğunu belirtmek ister,
AK Parti Grubu adına saygılar sunar, 2007 yılı merkezî yönetim bütçemizin
hayırlara vesile olmasını temenni ederim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kabarık.
AK Parti Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili
Fatih Arıkan.
Sayın Arıkan buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
(TİKA)’nın, özellikle son yıllarda yürüttüğü önemli çalışmalara ve
faaliyet alanına giren konularla ilgili Hükûmetimizin yaklaşımlarına
değinmek istiyorum.
Esasen, tarihsel, kültürel ve etnik bağlarla kendilerini
Türkiye’ye yakın gören kardeş ve soydaş ülkelerin talepleri bu coğrafyayla
yakından ilgilenilmesini ve geçmişte olduğu gibi bugün de kendilerine
yardım eli uzatılmasını zorunlu kılmaktadır. Hükûmetimiz, bu anlamda,
ülkemizin yıllardır soydaş, kardeş, akraba devlet ve topluluklara
söz ve kalple verdiği desteği, teknik işbirliği ve somut projelere
dönüştürmeyi öncelikli dış politika hedefi hâline getirmiştir.
TİKA’nın kurulduğu 1992 yılı, ülkemiz için, çevresindeki
gelişmelerden dolayı son derece önemli bir yıldı. Zira, 90’ların başında
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Balkanlarda yaşanan gelişmeler
sonrasında yeni bağımsız devletler kurulmuş, dünya haritası değişmiş,
buna bağlı olarak, bölgede ve uluslararası arenada yeni yapılanmalar
ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, esasen ülkemizin doğal nüfuz alanı
olması ve yeni bağımsız devletlerle Türkiye arasındaki ortak tarih,
kültür, dil ve din bağları, bu ülkelerin Türkiye’den beklentilerinin
artmasına neden olmuştur.
Sayın milletvekilleri, Türkiye, bu ortak değerler
sayesinde, tecrübe ve kapasitelerini dost ve kardeş ülkelere daha
kolay aktarabilme avantajına ve bölge ülkelerini dünyayla bütünleştirmede
potansiyel güce sahiptir. Buna paralel olarak yeni bağımsız devletler
hemen tanınmış ve 92’de zaman geçirilmeksizin ulusal teknik yardım
teşkilatı olarak TİKA kurulmuş ve bu ülkelerin kalkınmalarına
destek olmak amacıyla teknik işbirliği çalışmaları başlatılmıştır.
TİKA, teknik yardım faaliyetlerini yürütmek amacıyla,
Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Etiyopya, Filistin,
Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kosova, Makedonya, Moğolistan,
Moldova, Özbekistan, Sudan, Tacikistan, Türkmenistan ve Ukrayna-Kırım
olmak üzere toplam on sekiz ülkede program koordinasyon ofisi açmış
ve Türkiye’nin dış politikasında üzerine düşen etkin rolü bölge
ofisleri aracılığıyla Balkanlar, Kafkaslar, merkez Asya, Orta Doğu
ve Afrika’da yürüttüğü teknik projelerle sürdürmektedir.
Hükûmetimiz yeni dönemde yaptığı kalkınma yardımlarına
yeni bir içerik ve etkinlik kazandırmak amacıyla TİKA vasıtasıyla
yeni bir yaklaşım getirmektedir. Bu çerçevede, yurt dışına yapılan
teknik yardımların envanterinin tutulması ve uygulamanın koordinasyonu
görevi TİKA Başkanlığına verilmiştir.
2004 ve 2005 yıllarıyla ilgili olarak yapılan çalışmalar
neticesinde, resmî kalkınma yardımlarının tutarı önceki yıllarda
65-75 milyon ABD doları olarak ilan edilirken, uluslararası standartlarda
değerlendirme ve daha yaygın veri toplama sayesinde 2004 yılında
339,14 milyon ABD doları, 2005 yılında da 601,04 milyon ABD doları olduğu
tespit edilmiştir.
Yeni dönemde, ayrıca, görünür ve halka doğrudan
yansıyan projelere ağırlık verilmektedir. Teknik yardım projelerinin
uygulanmasında özel sektör ve sivil toplum örgütleriyle geliştirilen
işbirliğiyle ülkemizin kalkınma yardımlarında sinerji oluşturulması
hedeflenmiştir.
Bugüne kadar talep endeksli proje uygulama anlayışıyla,
ülkemizin göreceli olarak üstünlüğe sahip olduğu sektörlerde
bilgi birikimi, tecrübe ve teknoloji aktarımını sağlayan projeler
uygulanmaktadır. TİKA, faaliyetlerinin büyük bir kısmını kamu kurum
ve kuruluşlarıyla iş birliği içerisinde gerçekleştirmektedir. Bu
sayede ülkemizin kurumları arasında bir sinerji oluşturulmakta
ve teknik yardım faaliyetleri daha az maliyetle ve etkin bir şekilde
yürütülmektedir. Bilindiği gibi birçok gönüllü kuruluşumuz, birçok
alanda önemli çalışmalar yapmaktadır. Devletin gücüne ilave olarak
insani, ticari ve ekonomik amaçlarla çalışan fedakâr kişi ve gönüllü
teşkilatlar ile güç birliğini öngören bir anlayış benimsenmiştir.
Özellikle Doğu Bloku’nun dağılmasından sonra ortaya çıkan ve piyasa
ekonomisine geçiş dönemini yaşayan yeni bağımsız devletlerde piyasa
ekonomisinin temellerini atmak ve dünya ekonomik sistemine entegrasyonlarını
sağlamak TİKA faaliyetlerinin önemli hedeflerinden biridir. Bu
amaçla eğitim, danışmanlık ve müşavirlik hizmetleri de verilmektedir.
Sayın milletvekilleri, yardım faaliyetleri yürütülen
ülkelerde kamu kurum ve kuruluşlarının kapasitesinin geliştirilmesi
amacıyla kamu yönetimi, KOBİ, istatistik, rekabet, sigortacılık,
bankacılık, maliye, gümrük, ulaştırma, dış ticaret, turizm, teşvikler,
hukuk, iç güvenlik, serbest bölgeler, yabancı yatırımlar, menkul
kıymetler, uluslararası ilişkiler, radyo, televizyon gibi alanlarda
personelin yetiştirilmesi, mevzuatın oluşturulması, iş birliğinin
geliştirilmesi, yeni kurumların oluşturulması, var olan kurumların
güçlendirilmesi için eğitim ve danışmanlık hizmetleri sağlanmakta
ve malzeme ve ekipman desteğinde bulunulmaktadır. Özellikle halka
doğrudan ulaşan hizmetler kapsamında ulaşım, içme suyu ve kanalizasyon
altyapılarının iyileştirilmesi gibi projeler uygulanmakta, bu
alanlarda yardım alan ülkelerin ilgili kurum ve kuruluşları yetkilileri
ve uzmanları için danışmanlık hizmeti verilmekte, fizibilite hazırlanmaktadır.
Muhterem milletvekillerimiz, bölge halklarının
sosyal kalkınmalarına katkıda bulunulması ve yaşam standartlarının
iyileştirilmesi amacıyla, konut edindirme, eğitim ve sağlık gibi
önemli konularda proje ve faaliyetler gerçekleştirilmektedir. Bölge
ülkelerinde kadınların ekonomiye katılımının sağlanması, yoksulluğun
azaltılması ve istihdama katkıda bulunulması amacıyla halı dokuma,
trikotaj, nakış, altın ve gümüş işleme gibi konularda eğitim programları
ve kurslar düzenlenmektedir. Yardım götürülen ülkelerle tarihten
kaynaklanan bağımız ve ortak kültür coğrafyasında yer almamız nedeniyle
pek çok tarihi eserin restorasyonu, koruma altına alınması ve tanıtımının
yapılması sağlanmıştır.
Türk dili ve kültürünün yaygınlaştırılması amacıyla
yurt dışında bulunan çeşitli üniversitelerin mevcut Türkoloji bölümleri
desteklenmekte ve yeni Türkoloji bölümleri açılmakta ve Türkçe
eserler kütüphaneleri kurulmaktadır. Proje kapsamında bu üniversitelerin
Türkoloji bölümlerinden her yıl 1.500 civarında öğrenci mezun olmaktadır.
Kültürler arası etkileşimin sağlanmasında önemli rol üstlenen radyo,
televizyon, gazete ve dergiler desteklenmekte ve bu sektörde görev
yapan personelin eğitimi sağlanmaktadır. Ayrıca, çok sayıda kongre,
sempozyum, seminer, kurultay, toplantı, gösteri, konser ve sergi düzenlenmekte
ve desteklenmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arıkan, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
FATİH ARIKAN (Devamla) – Teşekkür ederim.
Bu arada, TİKA’nın, işgal, iç savaş ve dış müdahaleye
maruz kalmış dost ve kardeş Afganistan’ın yeniden imarı konusunda
yapılan işlere temas etmeden geçemeyeceğim. Afganistan’ın yaşadığı
işgal ve iç savaş sonrası yeniden imarı konusunda uluslararası diğer
aktörlerle birlikte ülkemiz de katkı sağlamayı taahhüt etmiş, taahhüt
edilen 100 milyon ABD dolarının TİKA tarafından proje bazlı harcanmasına
karar verilmiş ve iki yıldır çalışmalar yoğun bir şekilde devam etmektedir.
2004 yılından bu yana yoğun bir şekilde yürütülen
proje ve faaliyetlerden bazıları şunlardır: İçme suyu temini, ilköğretim
okulları inşası, gıda ve ilaç yardımı, çeşitli sağlık kuruluşlarının
işletilmesi, Afganistan’da sel ve deprem felaketinden etkilenenlere
yardım yapılmıştır.
TİKA Başkanlığının 2005 yılında tamamladığı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arıkan, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun, teşekkürünüzü alayım.
FATİH ARIKAN (Devamla) – Sayın Başkan ve değerli
milletvekilleri; on dört yıllık tecrübesi ve uyguladığı 3. 500’e
yakın proje ve faaliyetiyle TİKA’nın vizyonu, Türkiye’nin tarihsel
sorumluluk ve misyonuna uygun uluslararası standartlarda hizmet
veren etkin bir teknik yardım kuruluşu olmaktır. Bu anlamda TİKA,
son yıllarda bir yandan yeni hizmet binası satın alınması, ilk defa
sınavla kariyer uzman yardımcısı alınması, program koordinasyon
ofislerinin fiziki durumlarının iyileştirilmesi gibi çabalarla
kurumsallaşmasını tamamlarken, diğer yandan iş birliği ve faaliyet
alanını geliştirerek uluslararası arenada rekabet edebilme çabasını
göstermektedir. Bu nedenle, Hükûmetimiz, TİKA’nın bu büyük misyonunun
gerçekleştirilmesi amacıyla her türlü desteği vermekte ve tüm kamuoyunun
desteğini de yanında görmektedir.
Bu duygu ve düşüncelerle teşekkürlerimi arz ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arıkan.
AK Parti Grubu adına son konuşmacı, Mersin Milletvekili
Saffet Benli.
Sayın Benli, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SAFFET BENLİ (Mersin) – Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye İstatistik Kurumu
2007 yılı bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Pek çok alanda resmî istatistikleri derleyen ve
ülkemizin profili hakkında rakamsal bilgileri kamuoyuna ve kullanıcılara
sunan Türkiye İstatistik Kurumu, kurulduğu 1926 yılından bu yana
görev ve çalışma konularında sürekli değişiklikler yapılan ve
kendini yenileyen bir kurum olma özelliği göstermiştir.
Ülkemizin gelişmişlik oranının yükselmesiyle
birlikte istatistik alanında birtakım yeniliklere gidilmesi gerçeğinden
yola çıkılarak hazırlanan Türkiye İstatistik Kanunu, 10 Kasım
2005 tarihinde Genel Kurulda kabul edilmiştir. Kabul edilen bu yeni
Kanun doğrultusunda Kurumun kapasitesi, bilimsel ve teknik özerkliği
daha da güçlendirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye
İstatistik Kurumunun misyonu gereği yürüttüğü çalışmalar, genel
olarak başlık hâlinde şunlardan oluşmaktadır: Ulusal hesaplar ve ekonomik
göstergeler, gayrisafi millî hasıla hesapları ve analizleri, üretici
fiyatları, tüketici fiyatları, dış ticaret konusunda gerekli istatistiki
bilgiler, sosyal istatistikler (sosyal göstergeler kapsamında nüfus,
demografi, eğitim, kültür, turizm, sağlık, spor, konut, adalet, siyaset
ve sosyal içerikli konularda ihtiyaç duyulan istatistiki bilgiler
derlenmekte, değerlendirilmekte, ilgili göstergeler hesaplanmaktadır)
tarım ve çevre istatistikleri, toprak kullanımı, tarımsal yapı,
üretim ve benzeri bilgiler, sanayi ve iş istatistikleri, imalat sanayisi,
madencilik, enerji, inşaat alanlarında yapılan çalışmalar, yöntem
araştırmaları, dış ilişkiler, strateji geliştirme, basın ve halkla
ilişkiler, eğitim ve araştırma, yayın ve bilgi dağıtım konuları.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye
İstatistik Kurumunun 2006 yılı bütçesi 55 milyon 935 bin YTL olarak
belirlenmişti. 2007 yılı bütçesi ise 159 milyon 474 bin YTL. Yani, bir
önceki seneye göre yüzde 285’lik bir artış sağlanmıştır. Bu artışla,
2007 senesi içinde çok önemli bir görev yüklenmiştir, bu da, adrese
dayalı nüfus kayıt sistemidir.
Bu, yeni, adrese dayalı nüfus kayıt sisteminin
kurulmasından sonra adres ve nüfus kayıtlarının tutulmasında ülkemizde
önemli bir reform gerçekleşmiş olacaktır.
Yine bu çalışma, sadece, bir nüfus ya da konut sayımı
niteliğinde olmayacak, nüfus ve konut değişimini güncel olarak
takip edebileceğimiz modern bir kayıt sistemi olacaktır. Konuya
biraz değinmek ve sizlerin de dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye
İstatistik Kurumunun, en ücra köylerimizden şehir merkezlerimize
kadar ülkemizin her noktasında aynı standartta bir adres kayıt sistemi
oluşturmak için ekim ayı başında tüm personel ve mali imkânlarını ortaya
koyarak ülke genelinde çalışmalara başladığını biliyoruz. Bugüne
kadar on yıllık aralıklarla yapılan nüfus sayımları artık günümüzde
güncel ihtiyaçları karşılamadığından ve hepimizin bildiği gibi,
nüfusun, doğru, güncel tespiti ve sokağa çıkma yasağı gibi konular
ülkemizde her zaman tartışma konusu olmuştur. Bu sistemin uygulanmaya
başlamasıyla birlikte, çağdaş ülke olma profiline yakışır şekilde,
eski nüfus sayımı sistemi de artık, tarih olmuştur.
Bu çalışma sonunda, sorumlu kamu kurumlarının
elinde mahalle ve sokağına kadar nüfus değişimini her an izlemeye
imkân sağlayacak bir sistemin olacağı ve merkez ile yerel yönetimler
bazında, kamusal hizmetlerin çok daha etkin ve planlı biçimde gerçekleştirilebileceğini
görüyoruz.
Bu sistemle, hangi mahallede, hangi yaş grubunda
ne kadar insan yaşadığı kesin olarak bilinecek ve ona göre idari kararlar
alınacaktır. Bunun ne kadar önemli olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
Ayrıca, ülkemizin, bina, insan envanteri, sosyal ve kültürel haritası
her an elimizin altında olacaktır.
Yine, bu yeni sistemle, ülkemizde yaşayan yabancılar
için de ayrı bir veri tabanı oluşturulması, nüfus hareketlerinde
yabancıların durumunu daha kolay bilinir hâle getirilecektir diye
düşünüyorum.
Ayrıca, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın
envanterinin belirlenmesine yönelik bugüne kadar herhangi bir
çalışma yapılamamış olması da önemli bir eksikliğimizdi. Yakın
zamanda, yabancı ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın ikamet durumları
da, yaşadıkları ülke ve il ayrıntısında kayıt altına alınacaktır.
Bu sistem sayesinde, vatandaşımızın, ülkemizin hangi yerinde veya
dünyanın hangi şehrinde yaşadığını bilebileceğiz.
Türkiye İstatistik Kurumu, adrese dayalı nüfus
kayıt sistemini 2007 yılı içinde kurup İçişleri Bakanlığına devredecektir.
İçişleri Bakanlığı da sistemin devamlılığını sağlayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vatandaş
odaklı yönetim anlayışı doğrultusunda kaliteli hizmet sunacak
bir devletin, öncelikle, vatandaşlarının durumuna ilişkin sağlıklı
ve güncel bilgiye sahip olması gerektiği hepimizin malumudur. İşte,
bu yeni sistem, yani, adrese dayalı nüfus kayıt sistemi, bize bu
imkânı daha iyi sağlayacaktır.
Bahsettiğim bu yeni projenin hayata geçirilmesi
ve diğer cari işlemlerin yapılabilmesi için, TÜİK, yani, Türkiye
İstatistik Kurumunun 2007 yılındaki bütçesi 159 milyon 474 bin yeni
Türk lirası olarak önerilmiştir.
Bütçenin, ülkemize, milletimize hayırlı olması
dileğiyle, 2007 yılında ülkemizin ihtiyaç duyduğu verileri üretmek
ve yeni çalışmalarını başarıyla yürütmek için Türkiye İstatistik
Kurumu yönetici ve çalışanlarına başarılar diliyorum.
Hepinizi saygıyla selamlayarak en iyi dileklerimi
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Benli.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime
on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.10
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.33
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 36’ncı Birleşimi’nin Beşinci Oturumu’nu açıyorum.
Altıncı tur üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali
Yılı Genel ve Katma Bütçeye Dahil Daireler ve İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/1252; 1/1236, 3/1139; 1/1237, 3/1140) (S.Sayısı: 1269, 1270, 1271) (Devam)
H) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (Devam)
1.- Hazine Müsteşarlığı 2007
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
2.- Hazine Müsteşarlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
İ) AVRUPA BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ (Devam)
1.- Avrupa Birliği Genel Sekreterliği 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
J) BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
K) SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1.- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
L) TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
M) TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI (Devam)
1.- Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
2.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına
Gaziantep Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Ömer Abuşoğlu’nda.
Sayın Abuşoğlu, buyurun efendim. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; zamanım elverdiği ölçüde,
Hazine Müsteşarlığı bütçesi ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
bütçesi üzerinde Partimin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızda
bulunuyorum.
Öncelikli olarak, Hazine bütçesiyle ilgili birkaç
şeyi söylemek gerekirse, tabii, Hazine Müsteşarlığı, Anglosakson
sisteminde hazine bakanlığının deruhte ettiği görevleri yürüten
bir müsteşarlık. Dolayısıyla, ekonominin ve ekonomi politikalarının
yürütülmesinden, sürdürülmesinden sorumlu bir görev kapsamı var.
Bu bakımdan ekonomi politikalarının bir bütün olarak değerlendirilmesi
gerekir. Hükûmetin uyguladığı politikalar iktidar partisi sözcülerince
-eğer onlara kulak verecek olursanız- oldukça başarılı, sanki, ayı
fethedecek güçte iktisat politikaları, Türkiye’nin tüm dertlerini
çözmüş, hatta, bir noktada da, Türkiye 2002’den önce yokmuş, 2002 var
ve ondan sonra da AK Parti Hükûmeti var. Bu bakış açısı acaba ne ölçüde
doğru? Ortalık, iktidar partisi sözcülerinin belirttiği gibi,
güllük gülistanlık mı, yoksa, dikkat edilmesi gereken ve üzerinde
durulması gereken ciddi problemler mi var Türk ekonomisinde? Bir
nebzecik olsun bunlar üzerinde duracağım.
Tabii, bir ekonomi politikasının başarısı deyince,
işte “enflasyonu düşürdük, büyüme oranını şu seviyelere çıkardık,
kişi başına millî geliri 5 bin doların üzerine taşıdık” gibi, oldukça
zemini kaypak, sağlam hiçbir zemine oturmayan ve bakış açısına göre
farklı görüntü veren konular; gerek fert başına millî gelir gerek büyüme
hızı gerekse enflasyon meselesi. Hükûmetin de zaten bunun dışında
söylediği, başarılı olarak kendi kendini gördüğü başka bir husus
yok.
Enflasyon konusundaki başarısının hemen arkasından
şunu hatırlatmak lazım: Enflasyon tek başına bir gösterge değildir,
acaba reel faizlerle nasıl bir ilinti içerisinde? Buna baktığımız
zaman, bir taraftan “enflasyonu düşürdük” diyen bir Hükûmetin bir taraftan
da reel faizlerin hâlâ çok yüksek boyutlarda, enflasyonun yüzde
100’ü oranında, hatta zaman zaman yüzde 100’ünü aşan bir reel faiz oranıyla
karşı karşıya bulunmaktayız. Dolayısıyla, enflasyonun tek başına
düşmüş olması bir anlam ifade etmiyor, bir başka göstergeyle daha
bunun mukayese edilmesi gerekiyor ki, gerçekten bu bir başarı olabilsin.
Böyle bir başarı, demek ki, söz konusu değil.
Büyüme konusuyla ilgili Hükümetin iddialarına
gelince, çok tartışmalı. Geçen sene de, özellikle yüzde 9’luk büyüme
hızı yakalandığı dönemde de, gerek basın gerek konuyla ilgili
olan birçok çevreler bunun ne anlama geldiğini, ne ifade ettiğini
ifade ettiler, söylediler. Aynı zamanda, Mecliste de bunun geniş
bir çerçevede, geniş boyutta tartışması yapıldı.
Şimdi, bir an için Hükûmetin iddia ettiği bu büyümenin
gerçek bir büyüme olduğunu kabul edelim, sanal bir büyüme olmadığını
varsayalım. Büyüme beraberinde halkta zenginlik getirir. Türk toplumunun
bir bütün olarak -birey birey, fert olarak olmasa dahi, Türk toplumunun
bütün olarak- zenginleşmesi gerekir. Millî gelirin büyümesinin,
millî gelir artışının toplum açısından ifade ettiği bu. Çeşitli toplum
kategorilerine baktığımız zaman, acaba, gerçekte 2002’den bu yana
tüm toplum kesimlerinde ciddi bir gelir artışı, ciddi bir refah artışı,
ciddi bir zenginleşme var mı? İktidar partisi sözcülerine bakarsanız
var, ama, vatandaşa, halka bakarsanız, çiftçi şikâyetçi, küçük esnaf
şikâyetçi, büyük sanayici şikâyetçi. Öyleyse, bunlardan birisi doğruyu
söylemiyor. Ya Hükûmet doğruyu söylemiyor veya halk doğruyu söylemiyor.
Halkın yanlış söylemek gibi, doğruyu gizlemek gibi bir mecburiyeti
yok. Öyleyse, halkın dediğine inanmak durumundayız.
Halkın dediği niçin doğru? Ben size buradan açık
bir delil vermek istiyorum. Büyüme rakamları, dediğimiz gibi, halkın
ve toplumun gelir seviyesinin yükselmesini ifade eder. Gelir seviyesinde
de gerçek bir refah artışı ortaya çıkarabilmesi için, kişinin borcunda
kişinin refah artışına dönüşecek gelir artışının bir başka şekilde
nötrleştirilmemesi lazım. Türkiye’de gerçekten bir gelir artışını
kabul ediyor olsak bile, aynı zamanda, bakıyoruz ki, bundan çok daha
hızlı bir borçlanma var. Nereye karşı borçlanma? Türk ekonomisi bir
bütün olarak borçlanıyor. Sadece kamu kesimi değil, sadece özel kesim
değil, hem kamu kesimi hem özel kesim, ikisi birden borçlanıyor. Âdeta,
borçlanma konusunda yarışa çıkmışlar.
Ben size rakamları vereyim, çok basit rakamlar
vereceğim. 2002 yılında toplam borç stoku 243 milyar YTL iken, 2006’da
350’ye çıkmış. Cumhuriyet tarihi döneminde gerçekleşen toplam borçtan,
toplam borcun yüzde 50’si bu dört yıl içerisinde gerçekleştirilmiş. Bunun
iç borç kısmı 149’dan 250’ye çıkmış. Kamu kesiminin toplam iç borcu
149’dan 250’ye çıkmış. Dış borç ise, 93’ten 98’e. Diyebilirsiniz ki, dış
borçlarda o kadar da fazla da üzerinde durulmayacak ciddi bir artış
söz konusu değil. Evet, ilk başta, ilk bakışta öyle gibi gözüküyor.
Dış borçlarda esas artış özel kesim borçlarında meydana gelmiş. Özel
kesim dışarıdan borçlanıyor. Ne yapıyor bu borçla, dışarıdan aldığı
döviz borcuyla? Eskiden kamu kesimi doğrudan borçlanırken, şimdi
kamu kesimi bankacılık sisteminden borçlanıyor ve bankacılık sistemi
de kamu kesimine açtığı kredi karşılığında dış borca gidiyor. Öyleyse,
özel kesimin borç artışıymış gibi gözüken aslında nedir; kamu kesiminin
borcunun artışıdır. Öyleyse, sadece kamu kesimi borcunu dikkate
alsak bile, ortaya çıktığını iddia ettiğiniz büyümenin halkın refah
artışı şekline dönüşmesini engelleyecek bir mekanizma burada
zaten kendiliğinden oluşuyor. Niçin bu mekanizma burada oluşuyor?
Çünkü, biraz önce de söylediğim gibi, yüksek reel faizler, bu borçların
gerek faizinin ödenmesi gerek anaparasının ödenmesi söz konusu olduğu
zaman, işte halkın sırtından vasıtalı
ve vasıtasız her türlü vergiyle, halkın sırtından, halkın gırtlağından,
tekrar, gerisin geriye çekilip alınıyor.
Geçen, bir uluslararası kuruluşun araştırması
vardı. Buna göre -kuruluşun şu anda ismini hatırlayamıyorum- Türkiye,
dünyada, düşük gelirli gruplardan en yüksek vergiyi alan ülkelerin
başında geliyor. Bu ne demektir? Bu borçlanmayı sürdürebilmek ve
borç yönetimini devam ettirebilmek için zengin-fakir ayrımı yapmadan,
vergiyi ödeme gücü var mı yok mu demeden, devletin veya kamunun, alabildiği
kesimlerden vergi almasıdır. Bildiğiniz gibi, en kolay alınan vergiler
vasıtalı vergilerdir ve bu Hükûmet döneminde de vasıtalı vergiler,
diğer vergilere göre -elde edilen tahsilat açısından- kat be kat artmıştır.
Daha birkaç ay önce burada, biz, bir kanun değişikliği
yaptık, kurumlar vergisini üçte 1 oranında indirdik. Siz, kurumlar
vergisini indiriyorsunuz ama, dar gelirli kesimlerin ödediği vasıtalı
vergilerde -gerek özel tüketim vergisi gerek KDV gibi vergilerde-
bu kesimlerin durumunu iyileştirecek ölçüde herhangi bir iyileşme
yapmıyorsunuz. Ondan sonra da diyorsunuz ki: “Biz, bize güvenip oy
veren kimsesizlerin kimi olacağız.”
Siz, kimsesizlerin kimi olmuyorsunuz. Siz, kimlerin
kimi oluyorsunuz? Devlete yüksek faizlerle borç veren kesimlerin
kimi, hamisi ve koruyucusu ve bu mekanizmanın devamını sağlamaya
yönelik olarak bu kesimlere hizmet eden oluyorsunuz. Bunu, halka
net ve açık şekilde söylemek lazım. Bunu sizlere söylüyoruz, siz anlamıyorsunuz,
duymazlıktan geliyorsunuz, anlamazlıktan geliyorsunuz. Ama, benim
sözüm, buradan, doğrudan doğruya yüce Türk milletine. Bu Hükûmetin
takip ettiği ekonomi politikası, kendisine bel bağlayan, onların
oyuyla iktidara geldiği kesimlerin seçim dönemlerinde yaptığı
taahhüde sadık kalmayarak bunların aleyhine çalışan bir ekonomik
mekanizma oluşturmaktı. Ha, birisi kalkıp diyebilir: “Hükûmet olarak
bizim bunda suçumuz yok. Ne yapalım, IMF politikaları bize böyle
emrediyor.” Siz, o zaman, IMF’ye teslim ettiyseniz kendinizi, niye
ekonomik başarınızdan bahsediyorsunuz. Varsa bir ekonomik başarı
burada IMF’nin başarısı olmak gerekir. Öyleyse sizin hanenize yazılması
gereken herhangi bir sonuç çıkmaz. Belki, olsa olsa, sizin hanenize
çıkacak, kalitesinin ne olduğu, modern Türkiye’ye yakışmayacak
bir duble yok kalır. Onun dışında bir de ne kalır biliyor musunuz? Dağıtılan
erzak torbaları kalır, dağıtılan kömürler kalır. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – 2,5 milyar dolar müteahhitlere
borçlu.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Her sene diyorsunuz ki:
“Dağıttığımız kömür miktarını şu kadar artırdık.” Bu, Türkiye’nin
utanç tablosudur. Bizim arzuladığımız Türkiye, kömür dağıtılan
insanların yaşadığı bir Türkiye değildir, herkesin kömürünü alnının
teriyle kazanabildiği bir Türkiye’dir. Sizin iktidar olarak üzerinize
düşen görev, böyle bir ortamı, böyle bir iktisadi mekanizmayı takip
ettiğiniz politikalarla gerçekleştirmektir, ortaya çıkarmaktır.
Eğer iddia ediyorsanız ki “bizden öncekilerin bize devrettiği miras
buydu.” Beş seneden beri ne yaptınız?
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana) – Evet.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Beş seneden beri ne yaptınız?
OSMAN KILIÇ (Sivas) – Bu ülkeyi bu hâle getiren
sizsiniz.
AYHAN ZEYNEP TEKİP BÖRÜ (Adana) – Duble yollar yaptık.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – İşte, sadece dağıttığınız
kömür miktarıyla övünüyorsunuz. Onun dışında gösterebileceğiniz
fazla bir şey yok.
İşte, borç rakamlarınız meydanda, borç rakamlarınız
ortada.
MEHMET SARI (Osmaniye) – Rantiyeciye vermiyoruz,
halka veriyoruz.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Hele bir cari işlemler
açığı meselesi var, evlere şenlik! İktidara geldiğiniz zaman Türkiye’nin
cari işlemler açığı…
MEHMET SARI (Osmaniye) – Dünden bugünün daha kötü
olduğunu kimse söyleyemez.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Laf konuştun şimdi!
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana) – Duble yolları
siz yapmıyorsunuz.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – …2002 yılında cari işlemler
açığı ne kadarmış biliyor musunuz?
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana) – Dört saatte gidiyoruz
Antep’e.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Cari işlemler açığı
2002 yılında 1,5 milyar dolar.
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana) – Duble yolları
siz yapmıyorsunuz.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Sizin döneminizde kaça
çıkmış?
MUHARREM
DOĞAN (Mardin) – Biz duble yol yapmayız, otoban yaparız otoban.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Muharrem Bey, bir dakika.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Hatibi dinleyelim.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Sizin zamanınızda,
2002 yılındaki 1,5 milyar dolardan cari işlemler açığı, 2005 yılı kesin
rakamları 23 milyar dolar, 2006 rakamları da 35 milyar dolara yaklaşacak.
Yani, 20 kat artmış cari işlemler açığı. Cari işlemler açığı, ekonomik
olarak birtakım anlamlar taşır ve toplum açısından da birtakım anlamlar
taşır. Toplum açısından taşıdığı anlam şudur: Bir ülke, bir toplum,
ürettiğinden daha fazlasını tüketiyorsa, bu, cari işlemler açığı
şeklinde yansır kâğıt üzerine. Kötü bir şey mi ürettiğinden daha fazlasını
tüketebilmek? Elbette iyi bir şeydir. Ama, ürettiğinin daha fazlasını
tüketebilmek, ancak borçlanmayla olur. Başkasının kaynaklarını
kullanırsınız, borçlanırsınız, elde ettiğiniz gelirden daha fazlasını
harcar, ürettiğinizden daha fazlasını tüketebilirsiniz. İşte,
AK Parti İktidarının, beş yıl içerisinde, Türkiye’yi, cari işlemler
açığı açısından, noktasından getirdiği durum.
Geçen sene, burada, sayın ekonomiden sorumlu bakan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Abuşoğlu, konuşmanızı tamamlayınız
lütfen.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
…cari işlemler açığı ile ekonomik büyüme arasında
sanki Amerika’yı yeni keşfediyormuş gibi bir ilişki olduğundan bahsetti.
Cari işlemler açığı veren ülkelerde ekonomik büyüme hızlanır ve
oradaki, sayın bakanın oradaki ifade ettiği, aslında bir eşitlik
falan değildir, bir özdeşliktir teorik açıdan baktığınız zaman, bir
özdeşlikten hareket edilerek öyle bir sonuç ortaya çıkar. Ama, esas
aradaki ilişkinin hareket noktası, çıkış noktası, ekonomik büyümesi
hızlanan ekonomilerde cari işlemler açığının ortaya çıkmasıdır.
Yoksa, cari işlemlerden başlayarak cari işlemleri açık veren bir
ekonominin büyümesi hızlanır gibi bir mantık söz konusu değildir.
Ekonomik büyümenin hızlandığı dönemlerde cari işlemler açığı söz
konusu olur, cari işlemler açığına katlanır ülkeler. Ama, cari işlemler
açığı bu yönüyle de bitmiyor. Arkasından, toplum olarak, topyekûn,
millet olarak, özel sektör olarak, kamu sektörü, kamu kesimi olarak
tümüyle borçlanmak demektir. Cari işlemler açığınız kadar, mutlak
suretle dışarıdan kaynak bulmanız, üstelik de dövize dayalı kaynak
bulmanız gerekir.
2006 yılında ortaya çıkacak 30 milyar doların,
35 milyar dolara yaklaşacak cari işlemler açığının anlamı neymiş
o zaman? Bir kere daha, duymayan duysun: 35 milyar dolarlık dış kaynak
demektir. Bunu, ya borç olarak alacaksınız yahut da birazını borç,
birazını yabancı sermaye olarak alacaksınız. Evet, yabancı sermaye
olarak gelecek, Türkiye’nin sahip olduklarını plasman yoluyla kendisi
uhdesine alacak, kendi portföyüne alacak. Yani, gelen yabancı sermaye
karşılığında, bu cari işlemleri verdiğiniz için, Halk Bankasını
satacaksınız, Halk Bankasını özelleştireceksiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Abuşoğlu, bu, sizin uzmanlık alanınıza giriyor, biliyorum,
saatlerce konuşabilirsiniz, ama, bizim vaktimiz sınırlı.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) – Son cümlem Sayın Başkan, teşekkür edeceğim.
BAŞKAN
– Dolayısıyla, son bir dakika içinde lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) – Halk Bankasını özelleştireceksiniz.
Bugün
gazetede bir haber vardı “Ziraat Bankasının özelleştirilmesi gündemimizde
yok” diye. Fazla değil, altı ay sonra da onu da özelleştirme gündemine
alacaksınız ve Türkiye’nin nesi var nesi yok, tek tek satacaksınız.
Sadece devlet mi? Özel sektör de satıyor. İşte, cari işlemler açığının
anlamı budur.
En
kısa zamanda, Hükûmetin bu konuda kendine bir çekidüzen vermesi gerekir.
Yoksa, Türkiye’nin gidişinde hayır yoktur.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Anavatan
Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Mersin Milletvekili Hüseyin
Özcan.
Sayın
Özcan, buyurun.
Süreniz
on dakika.
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün 2007 bütçesi üzerinde,
Anavatan Grubu adına, söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, öncelikle, bu kurumun kuruluş kanununda kuruma
pek çok görevler yüklenmektedir. Bu kurumda, iç ve dış basına yönelik
gerçekten de çok güzel hizmetler ve yayınlar sunulmaktadır. Türkçe
ve diğer dillerde binlerce yayın, yazılı ve görsel ortamda izlenmekte
ve ilgili kurumlara sevk edilmektedir; dış temsilciliklerimizde
yine ülkemiz adına önemli işler yapmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, medya, hepimizin bildiği gibi, yasama, yürütme
ve yargı erklerinden sonra dördüncü bir kuvvet olarak ortaya çıkmış
ve demokrasinin vazgeçilmez unsuru hâline gelmiştir. Artık, düşünce
özgürlüğü ile medya özgürlüğü eş değer kabul edilmeli. Diğer yandan,
bugün, ülkemizdeki basın özgürlüğü, ne yazık ki, siyasi iktidarların
ve tekelleşme olgusunun tehdidi altındadır. Gerçek mesleği gazetecilik
olmayan bazı holding sahipleri sayesinde tekelleşen basın dünyası,
siyasi iktidara muhalif yazarlara ve görüşlere yer vermemekte
ve hatta, iktidarın yanlışlarının ve birtakım usulsüzlüklerinin
üzerine gitmemektedir. Ülkemiz için de asıl tehlike bunu görüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, gerçek medya gruplarının sektörü terk etmeleri,
başka işlerle uğraşan kesimlerin medyaya yönelmeleriyle, artık,
gazetecilik ruhu zedelenmiştir. Çünkü, yeni siyasi gruplar, siyasi
erke muhtaç hâle gelmiş, iktidarla uzlaşma gibi bir çaba içerisine
girmiştir; girmeyenler ise cezalandırılmaktadırlar. Mesela, bu
düzene karşı gelen ve uzun yıllardır medya yatırımcısı olan holdinglerden
bazılarına sözde ceza verilerek, hizaya getirilmeye çalışılmaktadır.
Bu gibi hususlar, aslında, iktidara, basını kendi amaçları doğrultusunda
yönlendirme imkânı yaratmaktadır. Yani, zaten halk sindirilmiş, bastırılmıştır,
bir de basın sindirilmek istenmektedir.
Şimdi,
manzaraya bakın; Ulusal yayınlarda siyasal İslam’ın egemenliğini
artıracaksın, üstüne muhaliflerin sesini kısacaksın, sonra da
“ben demokratım” diyeceksin. Tabii, AKP İktidarı için her şey amacına
uygun, bunlar yapılabilir, sizlere gayet doğal gelebilir, ama ülkenin
kaderiyle fazla oynamanıza da bu ülkedeki sağduyulu insanlar müsaade
etmez.
Değerli
milletvekilleri, diğer bir sorun ise, özellikle ulusal kanalların
eğitim ve kamuoyunu bilgilendirme işlevinden uzaklaşmasıdır. Artık,
televizyonlarda, halkı bilgilendirici, eğitici, kültürel değerler
taşıyan programlar yok denecek kadar azalmıştır; hele TRT için tam
bir facia dönemi yaşanmaktadır.
Bir
başka konu ise, TRT’nin yayın anlayışında siyasi partilere uyguladığı
ayrımcılık ve iktidarın borazancıbaşı olmaya soyunması gerçekten
çok acıdır. Bakınız, özellikle TRT’nin, diğer yayın kuruluşlarından
farklı olarak, frekanslar dışında, kamusal kaynakları kullanan anayasal
bir kamu kuruluşu olarak toplumun bütünlüğüne yönelik sorumluluk
ve yükümlülükleri olduğu bilinmelidir. TRT’nin yapması gereken
kamusal yayıncılık, devletin eğitim ve sağlık hizmetleri gibi, kâr
amacına yönelmeyen, reyting endişesi gütmeyen, devletin kaynaklarıyla
karşılanan, yansız, özerk ve laik bir hizmet olmalıdır. Kamusal yayıncılık,
medyada tekelciliğin önlenmesini sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.
Değerli
arkadaşlar, işte, başta Meclis TV olmak üzere, TRT’nin hâlâ yanlı yayın
yapması gerçekten çok acıdır. Hâlâ, bugün, bu Hükûmet öyle bir durumda
ki, TRT Genel Müdürünü dahi asaleten atamayarak, ne kadar başarısız
olduğunu göstermiştir.
Değerli
arkadaşlar, TRT’miz, eğer gerçekten halkın sesi olacaksa, muhalifin
ve siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve demokratik kitle
örgütlerinin sesi olmalıdır; çünkü, ortak bir amaç, ortak bir düşünce,
ortak bir anlayış eşit olarak yayılmalıdır.
Değerli
arkadaşlar, yalnız, TRT’nin dışında, Anadolu basınının da sorunları
vardır. Anadolu’da binlerce insan, gerçekten, basın yayınla ilgili
-başta ekonomik olarak- sıkıntı içerisinde olmuştur, yayın hayatını
durdurmuştur, binlerce gazeteci işsiz kalmıştır. Demokrasimizin
kaynağı olan, gerçekten, kılcal damarlarımız olan Anadolu’nun basınına
yardımcı olmak zorundayız. Burada çalışan insanların, gerçekten,
sosyal güvenceleri, yaşam konusunda sıkıntılarının olduğunu
hep birlikte görüyoruz. Özellikle basın yayında çalışan insanların
sigortasız olduklarını, patronun iki dudağı arasında işlerinden
olduklarını görüyoruz. Muhabirlerimizin ve kameramanlarımızın
ne sıkıntı içerisinde olduğunu... Mecliste ve bir olayı takipte
gördüğümüzde, gerçekten, kullanmış oldukları kameraya bakarsan
10 kilo-15 kilo ağırlığında; hâlâ kendisini yenilemeyen bir sürü
yayın kuruluşları vardır. Bunların mağdurları olan, maalesef, muhabirler
ve kameramanlardır. Bunların sendikalaşması konusunda da yasal
sorunların çözülmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Değerli
arkadaşlar, TRT olarak artık yanlı yayından vazgeçmesi gerekmektedir.
Diğer
bir konu ise, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü bütçesi
üzerinde... 1980’den itibaren insanlarımızın artık yavaş yavaş yoksullaştığını,
enflasyonun ve devalüasyonun, gerçekten insan yaşamını tehdit
eder bir durumau getirdiğini görüyoruz. Hâliyle insanlarımızın
yoksulluk içerisinde, perişanlık içerisinde... Biraz önce de on
dört milyona yakın yeşil kart dağıtıldığından örnekler veriliyordu.
Yeşil kartı dururken... Bu insanlar yeşil karta neden bağlandı? Neden
bu insanları -yeşil karta teslim ederek- güvencelerini, geleceklerini,
sanki yeşil karta bağlanmış bir davranış içerisine soktuk? Bunların
onur ve gururlarını, eğer biz istihdam alanı yaratsaydık, bu kadar
rencide edebilir miydik?
Değerli
arkadaşlar, çıkıyorsunuz, kömür dağıttık diyorsunuz, kömürün 2
misline çıktı diyorsunuz. Çıkın, sabahleyin Ankara’nın semalarına
ve diğer şehirlere veyahut da sabahleyin çıkıp gittiğinizde, baktığınızda,
Ankara’yı 1967’lerin kirli Ankara’sı durumuna getirdiniz. Bakın,
eğer inanmıyorsanız, gelin birlikte gidelim. Kömür kokusundan, artık,
Ankara’nın çok yerinde insanlar hava kirliliğiyle karşı karşıya
kalıyor. Siz bunlarla övünüyorsunuz. Bu kömürü eğer… Kaçak kömürleri
getirerek insan sağlığını tehdit edeceğinize doğalgazı götürün,
altyapıyı götürün ve o insanları da, şehirleri de bu kirlilikten
kurtaralım.
Sizler
torbalarla yiyecek dağıttığınızı söylüyorsunuz. Bu insanların
vicdanına ipotek koyarak… Bu torbaların içerisindeki, makarnası
veyahut da tuzu, şekeri, hepimizin ortak malı, AKP’nin kendi kesesinden
çıkardığı ve hatta bu insanlara sunduğu bir yardım ve iaşe değil,
hepimizin ortak malı, alın teri, alın terinden biriktirdiklerini
Sosyal Yardımlaşma kanalıyla insanlara kavuşturduğunu görüyoruz.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Ne yapalım? Gitsin dilensinler mi?
HÜSEYİN
ÖZCAN (Devamla) – Dilenmeyecek. Balık tutmayı öğreteceksin.
BAŞKAN
– Sayın Demirbağ, lütfen…
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Deniz yoksa, göl yoksa nasıl balık tutsun?
BAŞKAN
– Sayın Demirbağ…
HÜSEYİN
ÖZCAN (Devamla) – Balık tutmayı öğretmediğin sürece… O insanları
siyasi iktidarlara bağımlı hâle getirmeye ve o insanların onuruyla
oynamaya hakkınız yok. O insanlar, bizim insanlarımız. Neden fakir
oldu, neden bu durumlara düştüklerinin, geçmiş iktidarların da olduğu
gibi, sizlerin beş yıllık iktidarının da büyük bir vebali vardır.
Değerli
arkadaşlar, eğer biz bu insanları yeşil kartlara ve gelecek torbalara…
Yardım ettik diye övünüyorsanız yazıklar olsun! 20 milyon insan yokluk
sınırında, 2 milyona yakın insan açlık sınırındayken, torba dağıtarak
bu insanlara bana oy ver mantığı içerisinde gittiğinizde, o insanların
duygularıyla oynadığınızın hiç farkında mısınız? Sizler ancak
kendi yandaşlarınızın, kendi arkadaşlarınızın geleceğini düşünüyorsunuz,
ama Türkiye'de milyonlarca insanın, milyonlarca gencin sıkıntı içerisinde
olduğunu görmemezlikten gelmek doğru mudur?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Özcan, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
HÜSEYİN
ÖZCAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu insanlar bizim insanlarımız.
Sizler tutacaksınız… Bu kömürleri kaça alıyorsunuz, kaça veriyorsunuz?
Bundan kimler kâr ediyor? Nereden buldunuz? Bunlara baktığımızda,
belki birine bir ton veriyorsanız yandaşlarınıza iki ton verdiğinizi
herkes görüyor, mahalledeki vatandaş görüyor. Sizin örgütlerin,
artık, vermiş olduğu adreslere göre bu insanlara yardım yapıyorsunuz.
Ayrımcılık yapmayın, bölücülük yapmayın, ülkemizdeki bütün insanların
yoksul olmaması için hep birlikte çalışalım. Yoksa, siz keselere,
kömürlere güvenerek oy alacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz.
Bu insanların geleceğine hep birlikte sahip çıkacağız. Sömüren
ve sömürdüğünü yiyemeyecek olan, o yetim hakkını yiyenlerin, bir
gün gelecek, hesabı sorulacak.
İşte,
Kurban Bayramı geliyor. Kurban Bayramı’nda göreceğiz ki, kurban derilerini
Türk Hava Kurumuna değil, size yakın, belirli…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Özcan, teşekkür ediyorum.
Anavatan
Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı Sayın Hüseyin Güler.
Buyurun
Sayın Güler. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlar; TİKA’nın bütçesi üzerine Anavatan Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet,
TİKA, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi, 1990’lı yıllarda aslında
Türk hayatına ciddi anlamda iz bırakabilecek ve olumlu yönde atılmış
adımlardan bir tanesi. İlk yıllarda yaşanılan sıkıntı, gerek koordinasyon
gerekse proje bazındaki, uluslararası alanlarda ve ülkelerdeki
sürdürülememezliği ve yarı yolda kalması gibi bir anlayışla TİKA’nın
olumsuz imajları vardı, ama son zamanlarda yapılan çalışmalarla,
TİKA gibi bir kuruluşun olumlu çalışmalarına tanık olmaktayız.
Biz de bunlardan mutluluk duyuyoruz ve TİKA’nın bugünkü yapmış olduğu
uluslararası çalışma vesilesiyle, her ne kadar, hâlâ Avrupa Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütünde gözlemci statüsünde bulunsa da,
yapmış olduğu yardım tutarı 100 milyon dolarlık tabanı aştığı için
üyelik için önünde herhangi bir engel kalmamıştır. Bu da, TİKA adına
olumlu ve Hükûmetin de ciddî anlamda bu konuyu sahiplenmesini bekliyoruz.
Şahsi
kanaatim odur ki, bugün yapılan üç yıllık bütçe görüşmeleri üzerinde
bu anlayışla, bu imkânlarla kesinkes TİKA’nın uluslararası alanda
verimliliğini sağlamak mümkün değil. Yetersiz olarak algılıyoruz.
Çünkü, Türkiye’nin son zamanlarda yaşadığı süreci göz önünde bulundurursak,
bugün Avrupa Birliğine mahkûmmuş gibi, maalesef, talihmiş gibi böyle
bir süreç içerisindeki tıkanıklığı da göz önünde bulundurduğumuzda,
dünyanın konjonktürel, dünyanın imaj ve dünyanın yeni yüzlerinin
ve yeni renklerinin olduğunu görmemezlikten gelemeyiz.
TİKA,
bu konuda ciddi, bizim için ciddi anlamda çalışmalara katkıda bulunacak
bir kurumumuz. Gelin, daha verimli olalım, bu kurumla gerek başta
Türki cumhuriyetleri olmak üzere, komşular dâhil olmak üzere, burada,
Balkanlarda veya birçok ülkede, birazdan sayabileceğimiz 18 ülkedeki
çalışmaları mevcut. Ama, gördüğümüz kadarı, bu süreci çok daha verimli
kullanmamız gerekirken, ama, gördüğümüz tek şey var; burada da tıkanıklığın
göstergesi. TİKA’nın kendisinin suçu değil, tam tersine, siyasi
iradenin suçu bu konuda ve bugün 18 ülkede, sayacak olursak, program
koordinasyon ofisleriyle, Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan,
Bosna-Hersek, Etiyopya, sayacağımız 18 ülke... Bunlara baktığımız
zaman, bunların ofislerinin olmadığı yerlerde ise, planlanan projelerin
en yakın program koordinasyon ofisleri, büyükelçiliklerimiz veya
konsolosluklarımız üzerinden bu işin merkez birimlerince koordinasyon
hâlinde uygulanmasını sağlamaktadır.
Bilginin
en büyük güç olduğu ve bu yüzyılda artan önem ve etkinliğe sahip olan
sivil toplum örgütlerinden ve stratejik araştırma kurumlarıyla
birlikte kurdukları sinerjiden azami düzeyde faydalanılmalıdır.
Sadece,
tabii, devlet memuru anlayışıyla bu davanın yürümeyeceğini söyledik.
Bugün, Sayın Başbakanın Amerika yolculuğunda, temennimiz tabii
ki, medeniyetler buluşması gibi sürpriz de olsa, aslında, Türkiye’nin,
çevresiyle; Türkiye’nin, bulunduğu jeopolitik konumuyla, Orta Doğu’suyla,
her gün canlı olan dinamizmiyle, aslında çevresinde yapabileceği
o kadar büyük projeler ve dayanışma var ki, ama, hâlâ bunun farkında
değilsiniz. Biz de üzülüyoruz bu konuda.
Bugün,
2007 yılında bu sayı, açılması düşünülen üç ülkeyle birlikte 21’e
çıkarılmakta. Bugün, önereceğimiz unsur şu: Romanya, Sırbistan ve
Karadağ… Ben de size sormak istiyorum: Romanya komşumuz, bununla
dayanışma içerisine girmeyelim, ama, bunun yanında, Bulgaristan’da,
Türk nüfusunun bu kadar yoğun olduğu bir ülke varken, neden Romanya
tercih edilmekte? Herhâlde, Bakanlık bu konuda bizleri ve kamuoyunu
aydınlatır. Çünkü, atılan her adımın, her değerin çok iyi, verimli şekilde
kullanılması gerekmekte.
TİKA’nın
Eğitim, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığının yapmış olduğu,
ülkemizde bulunan, üniversitenin bilim adamları ve öğrencilerin
aktif olarak katılımı ve işbirliği daha da geliştirmek zaruri bir
ihtiyaç hâlini almıştır. Bugün, tabii ki, aslında, Türkiye’de yapılan,
üniversitelerde, bu çalışmalarda, tabii, bu davet, seyahatten
çok, daha anlamlı ve ülkelerinde saygın ve toplum önderi diyebileceğimiz
kişiler ve bilim adamları düzeyinde geliştiği müddetçe, bundan verimlilik
daha da artacaktır.
Gene,
TİKA’nın, Eğitim, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığının yapmış
olduğu bu çalışmalara baktığımızda, proje esasına dayalı olarak
verilmesi, aslında, ülkemizin çeşitli ülkelere yapılan yardımlarının,
bu, TİKA üzerinden yapılmasında çok daha anlamlı ifade edilmektedir
ve bunun daha verimli kullanılması düşünülmektedir. Bu konuda,
Hükûmetin atacağı her adımla, TİKA’yla organizasyonunu, TİKA’yla koordinasyonundan
asla vazgeçmemeli ve bu konuda, hibe de dâhil olmak üzere -altını
çiziyoruz, hibe de dâhil olmak üzere- TİKA’yla, TİKA üzerinde koordinasyon
sağlanmalı. Ve bugün, biraz önce de, bundan önceki konuşmacı arkadaşlarımız
hep değindi: Türkiye’nin en büyük sorunu üretimsizlik, Türkiye’nin
en büyük sorunu verimsizlik. TİKA gibi böyle bir dünyayla bağ kurabilecek
bir kurumumuz varken, maalesef, sadece ithalata bağımlı ihracat
anlayışıyla, yani kısaca, ihracatınızla övündüğünüz Türkiye’nin
hâli perişan. Sosyal Yardımlaşma Derneği, halk diliyle “Fak Fuk Fonu”
dediğimiz kurumlara başvuran milyonlarca insanımız, sizi bu hâle
düşüren AK Parti İktidarı. Bu, sizin eserinizdir ve yüzde 20’leri
bulan “yoksulluk belgesi” dediğimiz ve hepimizin de, maalesef, üzülerek
adını koyduğumuz “yeşil kart.” Bu da sizin eseriniz. Daha doğrusu,
sizin eseriniz değil, Anavatan döneminde bir anlık çıkarılmış, sosyal
yardımlaşma ruhuna uygun bir kurum, bugün, maalesef, bağımlı, iaşelere
bağımlı kitleler yetiştirdiniz ve her geçen gün sayısı hızla artmakta.
Bu
ülkenin açlığı ve sefaletiyle, kısaca yeşil kartıyla övünecek
hâl yok. Ama, siz sayın bakanlar dâhil olmak üzere, Sayın Başbakan, bizzat,
yeşil kartlılara verilen ayakta sağlık tedavisi de dâhil olmak üzere
ve bununla övünürken, yeşil kartla hiçbir başbakanın övünmemesi gerektiğini
herhalde Sayın Başbakana hatırlatmak gerekiyor. Siz hatırlatmadığınıza
göre, bundan sonra halk hatırlatacaktır. “Bizi bu hâle düşürenlerden
biz hesap soracağız” diyor. Ama, siz AK Parti olarak, halkla bütünleşmeyi,
kucaklaşmayı bırakın bir kenara, gittiğiniz her toplum katmanında
sadece kendi teşkilatlarınız ve kamu birimleriyle birlikte halkla
iç içe olmaktasınız ve gelen vatandaşın da sizden… Sadece talep ediyorsunuz.
Sayın
Vekilim biraz önce laf attı. Diyor ki: “Dilendirecek miydik?” Yeşil
kart nedir arkadaşlar, söyler misiniz? İşin resmî dili sadece. İnsanlara
sosyal hukuk devleti anlayışı içerisinde bir anlık yardıma evet.
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) – Yeşil kart, sosyal devlettir.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Ama, bak, sosyal hukuk devletinin… Bir anlık evet,
ama sürekli olduğu zaman işte “asalak kitleler” dediğimiz iaşeye
bağımlı kitleler. Bu konuda hepinizin dikkat etmesi gereken süreç,
toplumu, üretmek, tüketmek değil ve bu topluma gereken saygıyı göstereceksiniz,
göstermek de zorundasınız.
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) – Vatandaşa “asalak” diyemezsiniz, ne kadar
ayıp.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – İş, aş ve okul, yarınlar. Ama, bu konuda, tabii ki,
AK Parti olarak ne bir sorununuz var ne bir kaygınız var. Toplum açmış,
toplum sorunluymuş, toplum sıkıntılıymış, nasıl olsa biz bunları
ekmek kuyruğundan kurtarmak yerine, kömüre muhtaç etmek yerine,
ne olacak, bir anlık yardımlarla bu işi sürünceme içerisinde çözeriz
diye düşünüyorsunuz, ama, unutmayın ki, bu ülkenin makûs tarihi bu
değildir.
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) – Vatandaş asalak mı? Onu düzelt.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Yani, kısaca, açlık ve sefalet değildir. Bu doğrultuda
toplumun, kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biri hâlindeyken,
her geçen hızla artan bu yoksul kitleye yapmış olduğunuz muamele,
maalesef, içler acısı. Tabii ki, yeşil kartın adını söylememe gerek
yok. Toplumun en büyük sağlık güvencesi. Arkasında ise, günlük iaşe
ihtiyacını karşılayabilecek dâhiden yoksun, yani, yoksulluk sınırının
dahi, açlık sınırının altında olan bir ücrete mahkûm ettiniz ve bu
konudaki çalışmalarınızda da yaptığınız yardım hazırlıkları…
Evet,
2007 yılı bu ülkede seçim yılı olacak ve şimdiden -başta da kamunun
tüm imkânları- ve Sosyal Yardımlaşma Kurumu dâhil olmak üzere ve belediyelerdeki
sosyal yardım kurumları aracılığıyla topluma ciddi anlamda şeyleriniz
hazır, gerek bayramda da dâhil olmak üzere ve bayram sonrası ise paketleriniz
hazır, ama, bu toplum bunları unutmayacak.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Bizim haberimiz yok.
HÜSEYİN
GÜLER ( Devamla) – Sizin haberiniz yok. İzmit’te sorun, Mersin’e gidin
sorun, neler dağıttınız.
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) – Veren el alan elden üstündür.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Bu topluma neler dağıttığınızı bu halk unutmayacak.
Tabii ki, küçük hesaplarınızdan, bu toplum bir gün gelip sizden bunların
hesabını soracak. Niye bizi bu hâle düşürdünüz? Her geçen gün, ülkede,
esnafı, köylüsü, çiftçisi ve bu yoğunluk içerisinde sürekli muhtaç
hâle getirir bir konumda ve toplumun da sorunlarını çözmek yerine,
sürekli bağımlı bir unsur içerisinde, bu toplum…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Sayın Güler, konuşmanızı tamamlayınız, buyurun.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Kısaca,
bu toplum bunu hak etmiyor. Topluma gereken değeri verebilmek için
huzurun ve barışın, yani, kısaca, bu ülkenin insanlarının hayal
kurabileceği bir Türkiye özlemi ve TİKA gibi önemli bir kuruluş
için, elinde varken, dünyayla entegrasyonu sağlayacak bir vizyon olmalı,
ama, AK Parti, maalesef, bundan yoksun. Sadece, verilen süreç içerisinde,
sadece Avrupa Birliğini değil, bu dünyanın tüm diğer ülkeleriyle
beraber, birlikte değerlendirilmesini bekliyor ve bu imkânların
en iyi şekilde değerlendirilmesini istiyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Başkan… Sayın Başkan…
BAŞKAN
– Evet, buyurun.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sayın Başkan, konuşmacı, yeşil kart sahiplerine
“asalak” dedi, onu düzeltsin.
AHMET
YENİ (Samsun) – Düzeltmeyecek mi Sayın Başkan?
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Ne münasebet efendim!
BAŞKAN
– Efendim?
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Yeşil kart sahiplerine “asalak” dedi, onu düzeltsin!
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Ne münasebet!
BAŞKAN
– Anlayamadım.
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) – Yeşil kart sahiplerine…
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Konuşmacı, yeşil kart sahiplerine “asalak” dedi,
onu düzeltsin.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Ne münasebet efendim!
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Ben öyle bir şey demedim. Sayın Başkan, dervişin fikri
neyse zikri de odur.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Tutanağa bak, tutanağa!
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Ben öyle bir şey demedim.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Yahu, tutanağa bak, tutanağa!
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Ben öyle bir şey demedim. İyi oku, ondan sonra konuş!
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Tutanağa bak!
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Ben biliyorum ne dediğini! Sen tutanağa
bir bak!
BAŞKAN
– Anavatan Partisi Grubu adına son konuşmacı Mehmet Sait Armağan,
Isparta Milletvekili.
Buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sen ne karışıyorsun! Başkan bana cevap versin!
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Böyle bir şey demedi, lafı çarptırıyorsun!
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Başkan bana cevap versin! Al tutanağı oku!
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Sen oku ilk önce!
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – İyi oku da ondan sonra anlatma bir daha!
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Bağırmadan konuş!
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Polemik yapma burada!
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sen polemik yapma!
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Densizlik yapma!
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) – Sen polemik yapma!
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA MEHMET SAİT ARMAĞAN (Isparta) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye İstatistik Kurumu 2007 yılı bütçesi
üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimi açıklamak üzere
huzurunuzdayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, siyasetin en önemli amaçlarından biri olan millete
doğru hizmet götürmek için her şeyden önce sağlıklı bilgi ve sağlam
verilere ihtiyaç vardır. Doğru ve güvenilir verilere sahip olmak
devlet yönetiminde son derece önemlidir. Rasyonel kararlar almak
ve bunu verimli sonuçlara dönüştürmek için doğru veriler, tüm kesimlerin
ülke yönetimindeki performanslarını değerlendirmek ve başarısını
ölçmek için çok önemlidir. Bu da bize
istatistiğin, yani Türkiye İstatistik Kurumunun toplumsal yaşamda
ne derece önemli bir fonksiyona sahip olduğunu karşımıza çıkarmaktadır.
TÜİK,
ülkemizin geleceğine yönelik alacağımız kararları şekillendirecek
verileri ortaya koyan bir kurumdur. Bu anlamda, devletin, ülkenin
pusulasıdır. Eğer pusulanız doğru göstermiyorsa, ülkenin nereye,
hangi istikamete gittiğini bilemezsiniz. Avrupa Birliğiyle başlayan
müzakere süreci içerisinde önemli bir başlık olan istatistik sistemimizin
çağdaş düzeye ulaşabilmesi, uluslararası normlara uygun hâle getirilmesi
ve özerk bir yapıya kavuşması amacıyla Devlet İstatistik Enstitüsü
Başkanlığı bildiğiniz üzere Devlet İstatistik Kurumu adı altında
yeniden yapılandırılmıştır.
Türkiye
İstatistik Kurumunun yeniden yapılandırılmasının üzerinden bir
yıla yakın zaman geçmesine rağmen, maalesef, yeniden tanzimden beklenen
sonuç ortaya çıkmadı, değişen hiçbir şey olmadı. Bugün geldiğimiz
noktada kurumun açıkladığı istatistiklerin güvenilirliği yine
tartışılmaktadır. Bunların başlıcaları enflasyon rakamları, istihdam
oranları, açlık ve yoksulluk sınırı, büyüme rakamları gibi temel
konularda benzeri çalışmaları yapan başka sivil toplum örgütleri
ve diğer kurumların çalışmalarıyla TÜİK sürekli çelişmektedir.
Değerli
milletvekilleri, şimdi sizlere basınımızdan konumuzla ilgili
bir örnek sunuyorum: 1999 depreminde büyük bir kayba uğramasına ve
hemen ardından en zengin ilçesi Düzce’nin ayrılmasına rağmen, TÜİK
tarafından Türkiye’nin ikinci zengin ili gösterilen ve bu gösterge
yüzünden düşük gelirli illere verilen teşviklerden yararlanamayan
Bolu’nun TÜİK’le davası devam ediyor.
TÜİK’i
17 Aralık 2004’te mahkemeye veren Bolu Platformunun taraf olduğu davada
bilirkişiler Bolu’nun haklı olduğu yönünde rapor yazdı.
Bolu
mahkemesi tarafından bilirkişi tayin edilen Profesör Erdoğan Alkin,
Profesör Mithat Melen, Profesör Kenan Mortan incelemelerinin sonuçlarını
içeren raporlarını mahkemeye sundu. Her üç raporda da Bolu ili
millî gelirinin TÜİK tarafından yeniden değerlendirilmesi gereği
vurgulandı. Bolu Halk Platformunun temsilcilerinden iş adamı Umut
Oran şöyle diyor: “TÜİK verilerine bakılırsa, 1993-2000 yıllarında
yüzde 1 büyüyen Bolu, depremin hemen ardından 2000 yılında yüzde 23
gibi astronomik bir büyüme gerçekleştirmiş olmalı. TÜİK verilerine
göre; deprem nedeniyle Bolu’da iş yerlerinin yüzde 52’si kapandığı
hâlde bir önceki yılın 2 katı ticari gelir elde ettiği görülüyor.
İl gayrisafi millî hasılası içinde yüzde 42 paya sahip olan Düzce ve
dört ilçe Bolu’dan ayrılmasına rağmen Bolu, nasıl oldu da zenginler
liginin başında yer aldı? Bolu İzzet Baysal Üniversitesinin çalışmasına
göre kişi başına millî gelir 1.865 dolar iken, TÜİK’e göre ise 5.685 dolar
oldu. Bilirkişi raporları kuşkumuzu doğruladı. O veriler nedeniyle
Teşvik Yasası kapsamına alınamayan Bolu kayba uğradı.”
Bir
haber de ANKA Ajansından sunacağım. “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının
başvurusu üzerine, Başbakanlık, Teftiş Kurulunu konuyu incelemek
üzere görevlendirdi. Başbakanlık Başmüfettişleri Mehmet Gürbüz
ve Mehmet Akın’ın tamamladığı ön inceleme raporunda, soruşturma
izni verilmemesi önerilirken, AB Ulusal Hesap Sistemine uyum sürecinin
uzadığına işaret edildi. Raporda bu durum ‘Müfettişliğimizce TCK
kapsamında sorumluluğu gerektirecek bir hususun bulunmadığı;
ancak, yeni hesaplama sistemine geçilmesinin uzatılmasının performans
açısından eleştiri konusu yapılabileceği ve bunun da ancak idari
açıdan değerlendirilebileceği görüşündedir’ denilerek, açıklandı.”
Ayrıca,
raporda “stok hesaplarının aşırı yüksek çıkmasının nedeninin
millî gelir hesaplamasında kullanılan metodoloji olduğu düşünülmektedir”
denilmesi de dikkati çekti.
Bu
ara, TÜİK Başkanı Ömer Demir, eylül ayında yeni millî gelir hesabına
geçmedikleri için, Kurum olarak kamuoyuna ve uluslararası kurumlara
karşı mahcup olduklarını açıkladı.
TÜİK
Başkanı Demir “Bu çalışmayı ilan ettiğimiz tarihte bitiremediğimiz
için, kamuoyuna ve uluslararası kurumlara mahcubuz.” demişti.
Ayrıca,
TÜİK, imalat sanayisinde üretimde çalışan sayısı, çalışılan süre
ve verimlilik endekslerinin sonuçlarını açıklamayı da, eylül
ayında, zamanında yerine getiremeyerek, ertelemek zorunda kaldı.
TÜİK,
istihdam verileri, iş gücüne katılma oranındaki düşüşü de bugüne
kadar açıklamış değildir. İş gücü artıyor, nüfus artıyor, ama iş gücüne
katılım oranı azalıyor. Yani, insanlar çalışmak istemiyorlar mı?
O zaman, bu da açıklanmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, şimdi, TÜİK’in sunduğu büyüme rakamlarıyla ilgili
çelişkiye dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Türkiye tarihinin
en ağır krizini yaşadığımız 2001 yılından bu yana kesintisiz büyüme
gösteriliyor. Bu büyüme, elbette, bizleri mutlu eder; işsiz vatandaşlarımıza
iş olur, çalışanların durumu daha iyiye gider, nihayetinde, sanayicinin
de, esnafın da işleri açılır, dolayısıyla üretim de tüketim de artar.
TÜİK
rakamlarına göre, Türkiye, 2002’de 7,9, 2003’te 5,9, 2004’te 9,9,
2005’te 7,6 büyüdü. Yani, son dört yılda toplam büyüme yüzde 31,3 olarak
gerçekleşmiş, ama, bu orandaki büyüme halka yansımamıştır.
Öte
yandan, emniyet kayıtlarında suç oranları artış göstermiş, bir önceki
yıla göre bu yılın ilk on ayında yüzde 60 suç oranları artmıştır. Daha
önceki yılda ise bu oran yüzde 100 artmıştı. 2005 yılında 54 bin hırsızlık
olayı olmuş, 2006’nın ilk on ayında bu rakam 74 bine çıkmış. Eğer büyüme,
Türkiye İstatistik Kurumunun belirttiği gibi, istikrarlı bir şekilde
devam etseydi, işsizlik sorun olmaktan çıkar, suç oranları düşer,
yoksul sayısı azalırdı.
Değerli
milletvekilleri, bu kurumların, AK Parti İktidarına kadar, rakamları
bu kadar tartışılmazdı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Armağan, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET
SAİT ARMAĞAN (Devamla) – Tamamlıyorum Başkanım.
Kim
iktidarda olursa olsun rakamlarına güvenilen kurumlardı. AK Parti
bu kurumları bile artık güvenilmez hâle getirdi. Bu kurumlara kendilerine
göre formüller buldurup, rakamları kendi talepleri doğrultusunda
değiştiren kurumlar hâline dönüştürdü.
TÜİK
üzerindeki bu baskıların kalkmasını
diler, TÜİK bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını
Yüce Allah’tan temenni eder, hepinizi saygıyla selamlarım. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Armağan.
Gruplar
adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahsı
adına, bütçenin lehinde, İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya.
Sayın
Büyükkaya, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz
on dakika.
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çok değerli üyeleri; 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Tasarısı’nın
altıncı turu üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama
başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu altıncı turdaki kurumlarımız
hakkında, gerek muhalefet gerekse iktidar partisi milletvekilleri
detaylı olarak görüşlerini açıkladılar. Ben burada bunları tekrar
etmeyeceğim, ama, bazı konulardaki görüşlerimi de sizlere sunmak
istiyorum.
Unutmayın,
bundan dört yıl öncesini bir hatırlayalım. Dört yıl önce Türkiye neredeydi,
neydi? Bu ülke, acaba ne olacak, yarın ne yapacağız endişesindeydi;
servetinin yüzde 40’ını kaybetmiş, ekonomik olarak her türlü felaketin
ekmek kuyruğunda olan insanlar yaşıyordu. Şimdi bakalım, şimdi neredeyiz?
Şimdi ise, konut kuyruğu, otomobil kuyruğu, insanlar, demirbaş, her
türlü maddenin alındığı, satıldığı, insanların ihtiyacının giderildiği
kuyruktalar; yani, açlık kuyruğundan varlık kuyruğuna geldik. Şimdi
buradan geldik.
Enflasyona
bakalım. “Şimdi biraz yükseldi” diyorlar. Evet, bu sene birazcık, bir
iki puan yükseldi. Ama yüzde 9’a indik. Kaçtan indik? Üç haneli rakamlardan
indik. Böyle bir şeyi hayal edebilen var mıydı?
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – 29’dan indi Sayın Büyükkaya.
AHMET
YENİ (Samsun) – Dinle, dinle.
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – Böyle bir şeyi hayal edenler var mıydı? Sadece
2002’nin başında 30’un üzerindeydi, unutmayalım.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Sayın Vekilim, tahvile verdiğiniz faiz oranını
söyler misiniz?
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – ...ve paradan altı sıfır attık.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Tahvile verdiğiniz faiz oranını da söyler misiniz?
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – Dinleyin isterseniz.
AHMET
YENİ (Samsun) – Tahammül edemiyorlar.
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – Bizden önceki her iktidar ya bu paradan utanıyor
ve diyordu ki: “Paramızdan sıfır atmalıyız.”
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Sizden önceki hükûmetin aldığı karar.
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – Nasıl atacaksın sıfırı? Eğer enflasyon yüzde
100’se, sıfır da atsan, ne atarsan at, eskiden, aynı duruma tekrar gelirsin.
Eğer enflasyonu biz bu orana getiremeseydik, paramızı yabancı paralar
karşısında istikrara kavuşturmasaydık, mali disiplini sağlamasaydık,
altı sıfır değil, isterseniz sekiz sıfır atsanız da aynı tabloya
gelirdik. Dolayısıyla, bunu yapabilen tek iktidar biz olduk. Paramıza
güven kazandırdık. İnsanlar, artık, yabancı parayla değil, Türk parasıyla
tasarruf ediyorlar. Özlediğimiz bu değil miydi?
Faiz
harcamalarına bakalım. Gene, biz iktidar olduğumuz zaman -sadece
2002’yi söylüyorum- yüzde 64 seviyesindeydi. Şimdi ne kadar? Yüzde
18’lere indi ki, biraz yükseldi mayıs ayındaki o dünya ekonomisinde
meydana gelen kriz sebebiyle. Ama, gene bakıyorum, faiz harcamalarının
bütçede koyduğumuz hedeflere göre -bırakın diğer noktaları, onlara
göre- ki, mesela, 2003’te 65,5 milyar TL faiz ödeyeceğimizi düşünmüşüz
58 milyarda kalmış, 2004’te 66 demişiz 56’da kalmış, 2005’te 56 demişiz
46’da kalmış. Bu sene de gene 46 dedik, muhtemelen biraz daha altında
olacak. Sadece koyduğumuz bütçe hedeflerinden meydana getirdiğimiz
lehte fark 27 milyar YTL’dir.
Şimdi,
bırakın diğer… Eğer, şayet eski oranlar devam etseydi, bu rakamlar
aynen devam etseydi, unutmayın, bu ülke 166 milyar YTL daha fazla
borçlanacaktı. Bu mu yanlış?
Faiz
harcamalarının millî gelire oranına bakalım. Bugün, yüzde 8,5’a inmiş.
Sadece bizim dönemimizde yüzde 20 olduğunu, bizden önceki, başladığımız
dönemde, iktidar olduğumuz dönemde bunun bu kadar olduğunu düşünelim.
Faiz dışı harcamalarda, gene bu ülke en uygun şartları sağlamış.
Tabii, bunları yapınca kamu kesiminin borçlanma ihtiyacı da giderek
azalmış. 2001’de kamu kesiminin borçlanma ihtiyacı yüzde 16,3’ken,
2005’te 0,9’a, bu sene ise fazlaya çıkmış.
Evet,
tabii, bunlar olunca millî gelirimiz de büyümüş. Düşünün, sadece bizim
iktidarımız dönemi içinde, on yedi çeyrekte bu ülke sürekli büyüyor
ve kalkınıyor. 180 milyar dolar millî gelirden 389 milyar dolar millî
gelire. Cumhuriyet tarihinde tamamı 189 milyar dolar olacak, siz
dört yılda bunun fazlasını, 200 milyar dolar bu ülkenin servetine
ekleyeceksiniz. Bu mu bir yanlışlık? Fert başına milli gelir de 5
bin doları, 5.300 doları aşacak!
Cari
açıktan bahsediyorlar. Evet, cari açık iki şekilde bir ülkeyi etkiler.
Bir: Eğer, sizin kontrol edemediğiniz bir işlem varsa, cari açıkta
aleyhte sonuçlar doğar. Eğer, cari açık kontrol edebildiğiniz, yönlendirebildiğiniz
şekilde ise, ekonomik büyümenizi sağlar. Cari açığa bakalım: Sadece,
ben bir rakam söyleyeceğim, diğer rakamları konuşmak istemiyorum.
Enerjinin, biz geldiğimiz zaman 20 dolar olan petrolün varili, şu anda
70 dolarlarda. Bir rakam veriyorum: Bu sene sonunda cari açığı aşağı
yukarı 36 milyar dolar olarak hesaplıyoruz. Sadece, enerjinin ithalattaki
payının 18 milyar dolar olacağını hesaba katmalıyız. Yani, cari
açığın yüzde 50’si enerjiden kaynaklanıyor. Buna rağmen, bu ülkede
enerjideki bütün bu artışa rağmen, halkımıza yansıtmamak için elimizden
geleni yaptık. Acaba -diyebilirsiniz ki- petrol harcamaları miktar
olarak çok mu oldu? Hayır, eskiye göre aşağı yukarı aynı oranlarda
ve başka bir nokta: Sosyal güvenlik açığı.
Bakın,
ben, Anayasa Mahkemesinin kararını dinlediğim zaman da -Plan ve
Bütçede bunu alt komisyonda da çalışmış bir arkadaşınız ve sigortacı
olan bir insan olarak söylüyorum- çok üzüldüm. Bu ülkenin vatandaşı
sadece devlet memurları mıdır? Yoksa, SSK’lı olanlar, Bağ-Kurlu olanlar
başka ülkenin vatandaşı mıdır? Onların hukuku değil de, sadece
onun hukukunu koruyan bir karar almak, acaba adil midir? Bunu hepimiz
düşünmek zorundayız.
Bakın,
bir rakam vereceğim: Bugün, Emekli Sandığına tabi çalışanların
-emekliler de dâhil, hepsi beraber- toplam nüfustaki, sosyal güvenlik
sistemi içindeki payı yüzde 15’tir, açıktaki payı ise yüzde 42. Yüzde
15, açığın yüzde 42’sini teşkil ediyor ve SSK ise, toplam sayının yüzde
59’unu, açığın yüzde 39’unu. Bağ-Kur ise yüzde 26’sını sayının, açığın
ise yüzde 19’unu.
Şimdi,
on bir yıllık bir açığa bakalım. On bir yılda... Sadece, ben, hazine
faiziyle hesapladım. Açığın bu ülkeye getirdiği maliyet, on bir
yılda 350 milyar dolardır. Hepimiz iyi duymalıyız. Kamu görevlilerinin bundaki payı
ise, yaklaşık 150 milyar dolardır. Yüzde 15 aldığı pay.
Ha,
ne dedik biz? Biz dedik ki: “Bu ülkenin vatandaşları hepsi eşittir.
Tek çatı altında herkes eşit şartlarda bir sosyal güvenlik sistemine
kavuşsun.” dedik. Bunun için, cumhuriyet tarihinin en büyük reformu
yapılıyordu. İnşallah, gene bunu gerçekleştireceğiz. Ama, unutmayın
ki, bu açığın sadece millî gelirimizin yüzde 5’ini götürdüğünü de
unutmamalıyız ve bu kadar büyük bir parayı konuşuyoruz ve bu ülkenin
kaynaklarının nasıl, nerelere –tasarruf etmeye uğraşırken- harcandığını
da hep beraber görmeliyiz.
Şimdi,
bazıları bir tartışma yapıyor: Efendim, bu Meclis Cumhurbaşkanını
seçemezmiş.
Şimdi
onu da söylemek istiyorum: Bu millet bize oy verirken, bu seçim olurken,
Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2007 Mayısında olacağını biliyor muydu?
(AK Parti sıralarından “biliyordu” sesleri) Biliyordu. Yani, bu
seçilecek, gelecek kadro, diyordu ki…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN
– Sayın Büyükkaya, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – “Siz, benim seçtiklerim, 2007’de de Cumhurbaşkanını
seçsin.” Yani, bizim kadromuza baktı, liderimize baktı, programımıza
baktı, bizi iktidar yaptı ve “Cumhurbaşkanını da siz seçin” dedi.
Burada ne tartışmalı? (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Hepinize
saygılar sunuyorum, hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum bütçenin.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Büyükkaya.
Altıncı
turda, Hükûmet adına, Devlet Bakanı Sayın Beşir Atalay.
Sayın
Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şu
anda görüşmekte bulunduğumuz altı önemli kuruluşumuzun 2007 bütçesinin
hayırlı olmasını diliyorum.
Burada
bugün bütçesi üzerinde görüşmede bulunduğumuz ve bütün gruplarımızın,
değerli milletvekillerimizin önemli katkılarda bulunduğu, eleştiride
bulunduğu altı kuruluşumuzun bütçesi, Hazine Müsteşarlığı, Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığıdır.
Ben, tabii, uzunca bir sürem var, ama akşamın
bu vakti sizleri de çok yormadan, umuyorum, süremin tamamını kullanmadan,
özellikle değerli milletvekillerimizin burada değindiği konulara
ağırlık vermek üzere sizinle bazı görüşlerimi paylaşacağım.
Önce,
tabii, kurumlarımızın bütçeleriyle ilgili, çalışma konularıyla
ilgili verdiğiniz katkı, eleştiri, tenkit, hepsi için teşekkür ediyoruz,
hepsinden biz faydalanacağız. Kurumlarımızın bütün üst yönetimleri
burada. Hem dinlediler, hem gerekli notları aldılar. Hepimiz, buradaki
konuşmaları önemli görüyoruz ve bunlar üzerinde, bir kısmını şimdi
zaten cevaplamaya çalışacağım, bir kısmıyla ilgili de, yine, daha
sonra sizlere daha detaylı bilgiler gönderilecek.
Tabii,
şunu burada açıkça ifade etmek istiyorum: Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; biz işimizi ciddiye alıyoruz, gerçekten çalışıyoruz,
iyi analizler yapıyoruz ve eğer bir veri sunuyorsak, kurumlarımız,
bir bilgi, bir veri size sunuyorsa, bunları da çok ciddi çalışarak,
çok ince metodoloji kullanarak üretiyoruz. Buradaki konuşmalarda,
bir kısmı, doğrusu, ne bu verileri incelemiş ne çalışma yöntemleriyle
ilgili herhangi bir bilgi almışlar ve genel manada çok genel ifadeler
kullandılar ve çok ileri, çok iddialı ifadeler kullandılar. Doğrusu,
bundan da üzülüyoruz. Yani, bu kurumlarımız, sizlere istediğiniz zaman
bu konularda daha detay bilgileri sunmaya hazır, tereddütler varsa
daima o konularda sizlere destek olmaya hazır. Onu, ben, burada bir
defa daha tekrar etmiş oluyorum.
Hepinizi
tenzih ederim, bazı milletvekillerimizin, sırf eleştirmek için,
sırf muhalefet yapmak için, hiç de gerçek olmayan, gerçekle hiç de ilgisi
olmayan, çok yanlış rakamlarla burada bazı düşünceler ifade etmelerinden
de doğrusu üzülüyorum.
Ben,
önce, dış politikayla ilgili, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğimizin
konusuyla ilgili bir konuya değinerek başlamak istiyorum. Tabii,
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, bu konudaki çalışmaları koordine
eden bir kuruluşumuz. Türkiye müzakere sürecinde ve bu süreçte,
hem Dışişleri Bakanlığı hem Devlet Planlama Teşkilatı hem Başbakanlık
hem de her başlıkla ilgili bütün kuruluşlarımız burada rol alıyor
ve bu çalışma iyi bir koordinasyonla yürütülüyor.
Tabii,
Genel Sekreterliğin kanun tasarısı da çalışılıyor, belli hazırlıklar
yapıldı. Genel Sekreterliğin uzman kadrosu da yine artırılacak,
güçlendirilecek. Ama, şu anda aksayan bir şey yok ve bütün kurumlarımızın
işbirliğiyle, çalışmalarımız gerektiği gibi verimli şekilde yürüyor.
Tabii,
özellikle son günlerdeki gelişmelerle ilgili, burada, ana muhalefet
partimizin Değerli Grup Başkan Vekili bazı ifadelerde bulundular.
Değerli arkadaşlar, şunu açıkça söylüyorum: Biz, AK Parti Hükûmeti
olarak, Türkiye’nin prestijini, değerini, onurunu, bütün vatandaşlarımızın
yurt dışındaki prestijini güçlendirdik. Bunu, bütün samimiyetimle
söylüyorum ve biz, dış politikada hiçbir taviz vermedik, aksine,
en çetin pazarlıkları yaptık.
Yurt
dışına değerli milletvekillerimiz çok gidiyorlar, herkes bunu görür.
Ben o yılları yaşadım. Kendim, doğrusu, özellikle 80 öncesi yıllarda
yurt dışına gittiğimde Türkiye’nin oralardaki algılanmasını ve
bir Türk vatandaşı olarak, oralarda Türkiye’nin, o çok küçük miktarlarda
borç arayan durumunu yaşadım ve şimdi gittiğim yerde Türkiye’nin algılanmasının
ne kadar yüksek olduğunu, sözünün değerinin ne kadar yüksek olduğunu,
şu anda uluslararası arenada ciddi bir aktör olduğunu, her konuda
âdeta görüşleri önemsenen bir ülke durumuna geldiğini görüyoruz.
Onun
için, burada ifade edilen, efendim “utanç verici” gibi, “taviz” gibi
ifadeleri, tabii, kabul etmemiz mümkün değil, Meclisimiz de bunu
kabul etmez. Biz, Avrupa Birliği sürecinde de hiçbir taviz vermedik,
hiçbir taviz vermedik. Bunu, bütün netliğiyle söylüyorum ben. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Ama, biz, pazarlık yaptık, yapıyoruz.
Avrupa Birliği süreci böyle bir süreçtir. Bazı ülkelerin, bazı Avrupa
ülkelerinin o süreçte iki defa veto edildiğini biliyoruz. Avrupa
Birliği süreci sabır isteyen bir yoldur, dayanıklı olmak gerekiyor,
sürekli müzakere edeceksiniz. Avrupa Birliği içindeki üye ülkelerin
pek çoğu da bu zorlukları yaşayarak gelmişlerdir.
Bizim,
tabii, özel bir durumumuz var. Kıbrıs’la ilgili, Kuzey Kıbrıs’la ilgili,
yine açıkça söylüyorum, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle ilgili,
Kuzey Kıbrıs’taki Türklerle ilgili, Hükûmetimiz, en küçük bir taviz
vermemiştir ve vermeyecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bakın,
o protokolün -bunu aslında herkes biliyor- imzalanmasıyla ilgili
süreç… Bir defa Güney Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine üye olma sürecinde
Türkiye ne yaptı? O zamanlar kimlerin, hangi ihmali oldu? O değerlendirilmeden
bugünü değerlendiremeyiz. Eğer biz Avrupa Birliği süreci içinde
mesafe alacaksak, orası yirmi beş ülke olmuş, gümrük birliği var, Ankara
Protokolü var ve o on ülkeyle de protokolü, belli ticari ilişkileri
öngören protokolü, gümrük ilişkilerini öngören protokolü imzalamak
durumundasınız. Ama, biz, o imzayı atarken -ki, şahsım attım o imzayı-
Hükûmet olarak o imzayı atarken, hep şunu açıkladık: Biz, Güney Kıbrıs’ı
siyaseten tanımayacağız, tanımıyoruz, bu imza o anlama gelmiyor.
SÜLEYMAN
SARIBAŞ (Malatya) – Şerh koysaydınız.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Orada zaten “Kıbrıs” lafı falan yoktur,
yeni üye olan on ülke vardır.
BİHLUN
TAMAYLIGİL (İstanbul) – Şerh niye koymadınız?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ama, hem biz açıkladık hem Avrupa Birliğinin
Komisyon Başkanı açıklamıştır, daha o gün Barroso orada açıklamıştır:
Bu, tanıma anlamına gelmiyor.
BİHLUN
TAMAYLIGİL (İstanbul) – Niye şerh koymadınız?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ve zaten o tanıma anlamına gelseydi,
bugün bize bu bastırmaları yapmazlardı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ATİLA
EMEK (Antalya) – O zaman Meclise getirseydiniz de görüşseydik Sayın
Bakan.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Dolayısıyla, yani, hepimizin bildiğimiz…
ATİLA
EMEK (Antalya) – Bizden niye gizlediniz?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Hepimizin
bildiğimiz bu konuyu tekrar burada eleştiri konusu yapmak doğru
değil ve bu…
ATİLA
EMEK (Antalya) – Sayın Bakan, bu hep tartışılacak.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Evet.
ATİLA
EMEK (Antalya) – Keşke Meclise getirseydiniz de, Büyük Millet Meclisinde
görüşseydik.
BAŞKAN
– Sayın Emek, Sayın Emek, lütfen Sayın Bakana müdahale etmeyelim.
Buyurun
Sayın Bakanım.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Gerektiğinde o da getirilir.
ATİLA
EMEK (Antalya) – Var mı öyle şey!
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Şimdi, Rum yönetiminin AB üyeliğinin
yolunu açan AK Parti Hükûmeti değildir. Biz, şimdi, Rum yönetimi Avrupa
Birliğine girmiş, buna rağmen orada mesafe almaya çalışan bir
Hükûmet durumundayız ve de alıyoruz ve de alacağız. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BİHLUN
TAMAYLIGİL (İstanbul) – Hangi tarihte?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ve şunu da ifade edeyim: Tabii, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Avrupa Birliği sürecinde çok büyük bir rol oynamış;
âdeta, şu dört yılda alınan mesafeyi, birlikte yürüdük, birlikte aldık.
Bundan sonra da…
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) – Rum yönetimiyle bizim hiç alakamız yok!
ATİLA
EMEK (Antalya) – İmzayı siz…
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bundan sonra da, biz, bu hassasiyet
içindeyiz…
ATİLA
EMEK (Antalya) – Yazık oldu gitti!
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – ...ve gördüğünüz gibi, hiçbir şeyi
kabul etmiş değiliz ve Kuzey Kıbrıs’ın menfaatlerini koruyarak mesafe
alacağız, bunda da kararlıyız ve bugün -yani, Başbakanımız, burada,
bütçe geneli üzerinde de konuşurken uzunca ifade ettiler- Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, dört sene öncesine göre daha güçlüdür, daha
zengindir, daha sağlam bir yerdedir, uluslararası alanda da daha kabul
edilebilir bir durumdadır. Bunu da hepimiz biliyoruz.
Şimdi,
buradan, istatistikle ilgili bazı konulara geçmek istiyorum. Tabii,
değerli arkadaşlar, burada, istatistiğin bazı çalışmalarıyla
ilgili eleştirilerde bulundu. Tabii bunlar tek cümlelik ifadeler
oluyor. Benim onlara vereceğim açıklamalar çok uzun açıklamalar,
istatistiki verilerle ilgili: Bu veri nasıl üretiliyor, niçin öyle.
Burada, bu vakit yetmez yahut da ben konuşurum ama sizleri çok yorarım.
O konularda geniş bilgi size yine sunacağız. Plan ve Bütçe Komisyonu
üyelerimiz, Komisyonda o konularda zaten bazı eleştirilerde bulundular.
Onlara, ben, uzun açıklamaları, bizzat kendi el yazımla imzaladığım
mektubumla gönderdim, yani kurum da değil, kendim gönderdim, ama buradan
da yine açıklama istenirse, onları gönderirim. Yani, millî gelir,
iş gücü vesaire... Bunlar tabii... İş gücünün, iş gücüne katılımın
niye düşük olduğu... Yani, bunu hepimiz aslında biliyoruz.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Kamuoyu bilsin Sayın Bakan.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bu konuyu bilenler sebebini de biliyor.
Burada dile getirenler, arkadaşlarımızın bazıları sebebini biliyor.
Yani, Türkiye’deki nüfusumuzun yapısı... Yani, Avrupa ülkeleriyle
nasıl mukayese ediyoruz biz? Avrupa ülkelerinde tarımda yaşayan
nüfusun oranı ne kadar arkadaşlar –ben, şimdi, onların listeleri
var burada, verebilirim- Türkiye’de ne kadar? Bizde, bir kısmı, işte
ailenin kendi işinde çalışıyor görünür, tarımda. Efendim, bunlar
kente göçtüğünde, tabii, şartlar değişiyor. Veya Türkiye’de kadınların
iş gücü içindeki, çalışma hayatı içindeki payı. Avrupa ülkeleriyle
biz bunu mukayese edemeyiz ki. Yani, bizde Avrupa ülkelerindekinin
dörtte 1’i, kadınların iş hayatındaki katılım oranı.
BİHLUN
TAMAYLIGİL (İstanbul) – Siz iş hayatında kadın olmama şartı arıyorsunuz
Sayın Bakan!
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Yani, bütün bunlar rakamlarla analiz
edilerek, ancak, iş gücüne katılım niçin düşük, onu o zaman belirleyebiliriz.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Gizli işsizin yer değiştirmesi neyi değiştiriyor
Sayın Bakan?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – ...ve şunu da ifade edeyim: Yani, bunları,
sırf sizleri cevaplamak için de değil, inanın... Bakın, araştırmalara
da iyi bakılırsa, Türkiye İstatistik Kurumunun, mesela iş gücü
araştırması, tamamen uluslararası standartta yapılır, yani Eurostat’la
paralel, aynı yöntemlerle yapılır ve 1988 yılında başlamıştır iş
gücü araştırmaları -ki, o zaman Devlet Planlama Teşkilatındaydım
ve bunu başlatanlardan biriyim- aynı yöntemlerle gider, değişen
bir şey yoktur, uluslararası alanda da büyük bir kabul edilirliği
vardır, çünkü aynı kıstasları kullanıyoruz, aynı metodolojiyi
kullanıyoruz. Sadece... Sadece... Hani, işsizlikle ilgili çok şey
söyleniyor. O rakamlar iyi irdelenirse, bakın, bizim tarım dışı
alanda ürettiğimiz istihdam oranı sayısı çok yüksektir. Yılda âdeta
1 milyon civarında tarım dışı alanda istihdam üretilir. Ama, tarımdaki
kesim daima Türkiye’de sorunludur ve o tarım nüfusu Avrupa ülkeleri
gibi biraz daha yerine oturduğunda, göç artık durduğunda, tarımda
yaşayan nüfusun kesin miktarının belirlendiği ve çalışabilirliği,
istihdam durumu belirlendiğinde bu netleşme biraz daha sağlanacaktır,
ama, sürekli kırdan kente göç oldukça iş gücüne katılım oranları daima
problem olacaktır, onu burada ifade edeyim.
Burada,
tabii, diğer verilerle ilgili… Bakın, istatistik sistemimiz yenileniyor
değerli arkadaşlar, sizin çıkardığınız, Meclisimizin çıkardığı
kanunla. Bugün, planlı istatistik sistemine geçiyoruz. Yani, önümüzdeki
yılbaşından itibaren beş yıllık planlı istatistik. Artık, hangi kurum
hangi istatistiği üretecek, bunları hepimiz bileceğiz ve bunlar
önceden ilan edilecek ve burada, programda belirlenenlerin dışında
da istatistik üretilmeyecek. Dolayısıyla, istatistik sistemimiz,
giderek daha titiz, daha dikkatli, daha uluslararası karşılaştırılabilir
bir özellik arz ediyor.
Adrese
dayalı nüfus kayıt sistemimiz, Türkiye’de istatistikle ilgili
çok büyük bir olaydır. Âdeta sistemi temelden değiştiriyoruz. İçişleri
Bakanlığımızla birlikte yürütüyoruz. İçişleri Bakanlığımız, biliyorsunuz,
Nüfus Kanunu çıkardı ve o sistemi İstatistik Kurumumuz kuracak,
İçişleri Bakanlığımıza devredecek, ondan sonra da süreci İçişleri
Bakanlığımız yürütecek. Bundan
sonra, nüfus sayımı, bir günde nüfus sayımı veya şehirlerimizin
nüfusuyla ilgili tereddütler olmayacak. Artık, ikametgâh ilmühaberi
falan tarihe karışacak. Böyle çağdaş, yepyeni bir sistemi de kuruyoruz.
Burada
sürekli şöyle bir konuya değiniliyor, onunla ilgili sadece kısa
bir açıklama yapmak istiyorum değerli arkadaşlar, değerli milletvekillerimiz.
Yani, yoksulluk oranı, açlık seviyesindeki nüfus miktarı, oranı
vesaire çok karıştırılıyor. Bakın, tekrar burada sizlere bilgi sunuyorum,
daha önce de Yüce Mecliste bu bilgiyi sunmuştum. Türkiye'de, 2003 yılından
önce nüfusumuzun yoksulluk profili diye bir veri elimizde yoktu,
hiç yoktu, resmî bir veri yoktu. İlk defa 2003 yılında “yoksulluk profili”
diye bir çalışmayı yaptırdık, çünkü biz bunu çok önemsedik. Yani,
belli krizlerden geçmiş, yoksulluğun arttığı, işsizliğin arttığı
bir toplum devraldık, bir ülke devraldık. Durumu tespit için ilk defa
bir yoksulluk profili çalışması yaptırdık. Bunları çok önemli görüyorum.
Yani, hani işimizi ciddiye alıyoruz dedim ya, işimizi ciddiye alma
şu: Mevcut durumu çok iyi analiz etme, iyi analiz ederek planlar, programlar
geliştirme. İstatistik dediğimiz buna yarıyor. İstatistik dediğimiz,
bir, mevcut yönetimlerin toplumla ilgili planlarını, stratejilerini
yapmalarına imkân sağlar, bir de uluslararası arenada ülkenizle
ilgili bilgi verir, ülkenizin görüntüsüdür, âdeta aynasıdır. Bu
manada ilk defa yoksulluk profili çıkarıldı ve 2002 verileri üzerine
çıkarıldı bu ve orada gördük ilk defa. Ama, şunu da hep söylüyorum,
Türkiye, insanların açlıktan öldüğü bir ülke değil.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Çok şükür, sürünüyorlar!
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bunu siyasi bir mülahazayla da sadece
söylemiyorum.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sadece sürünüyorlar!
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Türkiye, çok şükür, birçok ülkede
olduğu gibi insanların açlıktan öldüğü bir ülke değil.
Bakın,
açlık sınırı dediğimiz… Uluslararası mukayeselerle söylüyorum,
bunu sadece iktidarımız dönemi değil, öncesi için de söylüyorum.
Uluslararası standartlarda, değerli arkadaşlar, açlık sınırı dediğiniz,
günde gıdaya 1 dolar bile bir birey harcayamıyorsa açlık sınırı
denir. FAO’nun falan rakamı. Biz, araştırmalarımızda bunu yükselttik,
çünkü, Türkiye’nin standardı yüksek. Yine de yüzde 1’in altında, yine
de yüzde 1’in altında, ama, efendim…
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – FAO’nun rakamı 1 dolar değil Sayın Bakan.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Göreli yoksulluk, göreli yoksulluk.
Onu söylüyorum. Biz yükselttik.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Dünya Bankası 1 dolar kullanıyordu, sonra
2 dolar kullanmaya başladı.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – İşte, biz, daha da yükselttik.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Kaç oldu Sayın Bakan?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sizler biliyorsunuz, biz onu daha
da yükselttik. Yani, biz 2 doların da üzerine çıkardık. Çünkü, baktık,
Türkiye’deki standart çok yüksek, öyle Afrika ülkelerindeki gibi
falan 1 dolar alamayız. Buna rağmen, açlık sınırının altında dediğimiz
nüfus bizde çok düşüktür, ama şunu biliyoruz: Göreli yoksul, yani
standardın altında yaşayan, ortalama standart hayatın altında hayat
yaşayan -efendim, bu, konut olabilir, eğitim olabilir, sağlık hizmeti
olabilir, kullandığı eşyalar olabilir- belli bir nüfusumuz var. Ama,
bu, her ülkenin vardır. Ben, geçen hafta, iki hafta önce Afrika’daydım,
Afrika’da ortalama yüzde 60, bu dediğimiz standardın altında yaşayan.
Bizde daha da düşecek. Bizde yüzde 25’lerdedir. Bu, 2002’nin verisidir,
2003’ün verisidir. Yani, tabii, hedef şudur, hedef şudur… Nüfusun bütün
kesimi standart ortalama bir hayatı yaşasın, ama şunu da bilelim:
Her ülkenin, en zengin ülkenin de yoksulları vardır ve yoksulluk politikaları
vardır, yoksullukla mücadele organizasyonları vardır, fonları
vardır, çalışmaları vardır. Yani, bunu da bilmek durumundayız.
Tabii,
sosyal yardımlaşmaya geçiyorum bu konudan, vakti de daha fazla kullanmamak
için.
Değerli
arkadaşlar, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu 86 yılında
kurulmuştur. Size bütün samimiyetimle ve açıkça ifade ediyorum:
Bu döneme kadar, disiplinli, ciddi, envantere dayalı, efendim, yardıma
muhtaç veya yardım alması gerekenin en iyi tespit edildiği bir dönem
olmamıştır. O kadar ince çalışıyoruz ki bu konuda. Yani, bakın, kanunu
burada yeniledik. Şimdi, burada şöyle ifadeler kullanılıyor: Yani,
arkadaşlar, bu konu hassas bir konudur, böyle genel ifadelerden kaçınmak
lazım; efendim, işte “Çadır kurdunuz.” efendim “Poşet dağıtıyorsunuz.”
vesair… Yani, buradan şunu anlıyorum ben: AK Parti Hükûmetinin -ki,
ben sorumluyum- şu anda yürüttüğü sosyal yardım faaliyeti hiçbir
boyutuyla bilinmiyor. Hâlbuki, ben, değerli milletvekillerimizi
bizzat bilgilendiriyorum. Yani, kendi seçim bölgeleriyle ilgili,
hangi formatta yardımlar gidiyor, eğitim yardımı nedir, sağlık yardımı
nedir; efendim, iş edindirme yardımları nelerdir, kooperatif faaliyetleri
nelerdir; efendim, vakıflara gönderilen ne kadardır? Yani, o kadar
dikkatli ve titiz bir sosyal yardım formatı uyguluyoruz ki. Yani,
bunu, siyasetin ötesinde, bir vicdani görev görüyoruz, bizim değerlerimizin
bir emri olarak görüyoruz ve ben, bu işi ne kadar tutarlı yürütürsem,
ondan mutlu oluyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
NAİL
KAMACI (Antalya) – Bunu siyaset olarak yapıyorsunuz Sayın Bakan?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, şöyle bir şey yok, arkadaşlar:
Bir konuşmacı, değerli konuşmacı dedi ki: “İşte şu kadar mütevelli
heyet üyesi var, bunun bu kadarı AK Partili var.”
Değerli
arkadaşlar, elinizde kanun var, Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Genel
Müdürlüğünün ve Fon’un Kanunu; mütevelli heyetin kimlerden oluştuğu
belli. Orada…
NAİL
KAMACI (Antalya) – Sayın Bakan, Antalya’da iki tane…
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Açıklayacağım değerli milletvekilleri.
NAİL
KAMACI (Antalya) – İki tane AKP’li…
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Açıklayacağım. Açıklayacağım değerli
milletvekilim.
Şimdi,
vali, ilçede kaymakam, belediye başkanı, birkaç kamu görevlisi;
bunlar, oradaki il müdürleridir. Efendim, ilk defa, yüce Meclis kanunu
değiştirirken mütevelli heyete muhtarları koyduk, hatırlayın.
Bir mahalle muhtarı, hangi ilse, diyelim -hangi ilse- sizin iliniz,
vali bey merkez mahallelerdeki muhtarları çağırıyor, anlatıyor
konuyu “Aranızdan bir tane temsilci seçin.” diyor mütevelli heyete.
Kaymakamımız, bütün, ilçenin köyleriyle ilgili muhtarları çağırıyor,
bir tane “Mütevelli heyete bir tane
muhtar seçin.” diyor ve ilk defa köylerle irtibatını kurduk sosyal
yardımların. Sizin dediğiniz şu: Bir tane “hayırsever vatandaş” diye
nitelediğimiz, yani o ilçede bu işlerle ilgilenen, sosyal yardım
işini seven, buna katkı verecek birinin belirlenmesi. Bunu da, yüce
Meclisin takdiriyle il genel meclislerinin seçimine bıraktık,
aday olsunlar, onlar seçsin ve onlar seçiyorlar.
Bakın,
bir iki yerde bazı sorunlar oldu, bize geliyor. 931 yerde mütevelli
heyet var arkadaşlar, bütün il ve ilçelerimizde, 81 il, 850 ilçemizde.
Bunun içinde eleştirebileceğiniz uygulamalar olabilir, ama şunu
da ifade edeyim: Eğer örnek bir tane bir şey varsa –daha önce milletvekilimizin
birisi verdi, Balıkesir’in bir ilçesinde, hemen müdahale ettik- o
tür uygulamalar, lütfen verin. Yani, bu sosyal yardım, bunun siyasi
bir şeyi olamaz. Genel ifadeler yerine, bir tane, şurada bu siyasi
tasarruf ediliyor falan, deniliyorsa getirin bize, inceleteyim.
Ama, yani, bu en hayırlı işi, en insani işi, böyle siyasi, ideolojik
vesaire perspektife sokarsak da bundan üzülürüz, çünkü, biz, bu olmasın
diye çaba sarf ediyoruz.
NAİL
KAMACI (Antalya) – Sokuluyor zaten.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bu olmasın diye çaba sarf ediyoruz.
Bakın
değerli milletvekillerimiz, şimdi, yani ilçe, il yönetimleri vesaire,
bunların başkanları valilerimiz, kaymakamlarımızdır ve ben, o mütevelli
heyetlere güveniyorum. Kaldı ki şu: Bütün sosyal yardımlar oradan
geçmiyor. Bakın, “şartlı nakit” diye bir yardım türümüz var. Sosyal
yardımlar uzun bir konu tabii. Şartlı nakit… Hedefi, yoksul ailelerin
çocuklarına hitap etme, yani insan; eğer maddi imkânsızlık sebebiyle
çocuğunu okula gönderemiyorsa, o ailenin annesine belli bir aylık
destek veriliyor. Kız çocuklarda da bu biraz yüksek ve bugün bunun
sayısı ne kadar biliyorsunuz, yaklaşık 1,5 milyon çocuğumuz; biraz
da large tutuluyor; tek okula gitsin de ve bir de sağlık. O durumda ailelere
şunu diyoruz: “Çocuğunuzu doktora götürün, sağlık kuruluşuna.”
Sıfır-altı yaş grubu “Sizden hiçbir tedavi ücreti alınmayacak ve üstelik
anneye belli bir küçük ödeme yapılacak. Yeter ki çocuk, tedaviden,
sağlık kontrolünden uzak kalmasın.” Çünkü, bunlar geleceğimiz bizim.
Hedefimiz de şu: Yoksul ailenin kendi kaderini çocukları paylaşmasın,
sağlıklı ve eğitimli yetişsin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, geçen gün benim gözlerim yaşardı. Güney illerimizden
bir milletvekilimiz -içinizde- bana şunu dedi: “Bankaya gittim,
bankada kadınlar var 8-10 tane. Bunlar öyle görünümlü kadınlar ki,
ömründe belki bankaya hiç uğramamıştır. Ellerinde kartları, şartlı
nakitten dolayı para almaya gelmişler.” Kadın alıyor, ailenin kadını.
Sizler bunun ne demek olduğunu bilirsiniz. Yani, sosyal yardımları
çerçeveliyoruz.
İnanın,
sadece kömür bir görüntü. Kömür de ne? Kendi öz kaynağımız, maliyeti
düşük. Her bölgede kaynağımız var, kömür kaynağımız. TKİ bunları çıkarıyor
ve ülkenin her tarafına, ihtiyacı olana dağıtıyoruz. Ülkemizin
altından çıkan kömür, kendi kurumumuz çıkarıyor, evine kadar para
da verilmeden dağıtılıyor. Bunda ne var?
AHMET
YENİ (Samsun) – Rahatsız oluyorlar?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın, burada şöyle bir şey…
NAİL
KAMACI (Antalya) – O işi yaparsa rahatsız olacak tabii, hava kirliliği
yaratıyor.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Hava kirliliği yapıyor, güneyi mahvettiniz.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakanım, bunların içinde 5.500
dolar alan var mı?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bakın değerli milletvekillerimiz,
şundan da emin olun: Bakın, artık, özellikle küçük yerleşim yerlerinde;
yani, İstanbul, Ankara gibi yerlerde henüz tam bunu yapamadık;
ama… (Gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım, Sayın Bakanı
dinleyelim.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – … küçük yerleşim yerlerinde, bir ortalama
ilimizde, bir ilçemizde gidin bir vakfımıza, orada ciddi bir envanter
bulacaksınız. (Gürültüler)
BAŞKAN
– Sayın Akyüz, Sayın Yeni, lütfen, Sayın Bakanı dinleyelim, istirham
ediyorum, lütfen.
Buyurun
Sayın Bakanım.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Köylerimize
kadar, bakın, gidin ilçelerimizde, kendi seçim bölgenizde lütfen
gidin bu vakıflara, “Hangi ilkelerle çalışıyorsunuz, hangi kriterleri
uyguluyorsunuz?” Gidin o vakıflara, köylere kadar, durumu iyi olmayan,
geçimini sağlayamayan ailelerin tam bir envanteri vardır ve hiçbir
yerde… Bakın, 931 merkezde bu yardım faaliyeti yürütülür, hiçbir
yerde Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Vakfının yardımlarından dolayı
ne bir kuyruk ne vatandaşın rencide edildiği olmamıştır.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Yapma Sayın Bakanım!
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Vakıflarımız poşet falan dağıtmaz,
poşet falan dağıtmaz.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Bilmeden konuşuyorsunuz!
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Vakıflarımızın hiçbirinin çadırı
yoktur, iftar çadırı yoktur, bunlar yerel yönetimlerindir; karıştırılıyor
yani. Ben onun için, yani bizim sosyal yardımlarla ilgili yürüttüklerimiz
biraz daha bilinsin.
Kaldı
ki, vakıflara bizim gönderdiğimiz nedir değerli milletvekillerimiz,
bunu da biraz açıklıkla ifade edeyim: “Periyodik pay” diye her ay vakıflarımıza
belli bir kaynak gönderilir. Bu, bizim görevi devraldığımızda ayda
9 trilyon Türk lirasıydı, şu anda ayda 25 milyon YTL’dir, çünkü paramız
arttı. Vakıflara o il ve ilçenin nüfusuna göre göndeririz bunu.
Kullandığımız kaynağın tamamı ne kadar bilir misiniz? Kullandığımız
kaynağın tamamı şu anda, 2006 gerçekleşmesi olarak tahmin ettiğimiz
1,4 milyar YTL’dir. Bizim devraldığımızda yıllık bu fonun kaynağı
600 trilyon Türk lirasıydı. Yani, şu anda 2004’ten itibaren yılda
1,3-1,4 katrilyon Türk lirasıdır, üçe katlanmıştır.
Vakıflara
gönderdiğimiz ne için? Mütevelli heyetlere diyoruz ki: “Orayı siz
bilirsiniz. Orada kim muhtaç, kimin neye ihtiyacı var, çaresiz vatandaş
var mı? Bu, elektrik parası olabilir, kira olabilir, gıda olabilir,
giyecek olabilir, bu, sizin takdirinizde.” diyoruz ve her vakfımıza
o il ve ilçemizin nüfusuna göre gönderiyoruz. Yoksa, onun dışında
fonun bir kısmı, iş edindirme, çok önemsiyoruz. “Balık tutmayı öğretin.”
diyorlar. Bu, çok bilinen bir laf. İnanın geldiğimiz günden beri en
öne aldığımız bu.
HÜSEYİN
ÖZCAN (Mersin) – Halk bu duruma niye geldi? Balık tutmayı öğretmiyoruz.
NAİL
KAMACI (Antalya) – Balık yok ki! Balık bitmiş Sayın Bakan.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Çok kişiye balık tutmayı öğretiyoruz.
Bundan emin olun.
Bakın,
kırsal kesimde sosyal destek projemizden faydalanan aile sayısı
32 bini buldu, kooperatif sayısı 500’ü geçti, hepinizin ilinde, ilçesinde
var, bunların örneğini biliyorsunuz ve aile sayısı 32 bini geçti.
Yani bunlar geçimini zor sağlayan, yardım alma durumunda olan… Ama
kooperatifçilik süreci içinde onlara bir mekanizma kuruldu, faizsiz
kredilendirmeyle, geri ödemesi müsait ve o aileler şu anda gelir
sahibi. O köyler işletme oldu, işletme.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Sayın Bakanım, Mut’ta icraya düştüler, haberiniz
var mı?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – 44 bin kişi şu anda buradan küçük
krediyle, faizsiz krediyle iş kuran. Bir kısmı yanında insan çalıştırır
oldu. Ama biz bunu teşvik ediyoruz. Şimdi yeni bir atılım da yapacağız,
bireysel kredinin miktarını da artırıyoruz, orada, şehirde ve köydeki
miktarları da artırıyoruz. Hedefimiz odur.
Yani
sosyal yardım dediğimizde şu anlaşılmasın: Vatandaşa poşet dağıtan,
bilmem sadece kömür dağıtan… En az sekiz on formatta sosyal yardım
ulaştırıyoruz ve buna bakın uluslararası standartta kafa yoruyoruz;
Dünya Bankasıyla, UNDP’yle, diğer ülke örnekleriyle. Yani işimizi
ciddiye alıyoruz dediğim bu.
Ben
burada sırf siyaset yapmak için konuşmuyorum, tekrar ediyorum.
Evet, biz tabii bir siyasi partiyiz, ama şunun için: Objektif…Objektif…
Ne yürüttüğümüzü size canı gönülden anlatmak istiyorum. Yani davet
ediyoruz. Kuruluşlarımızdan daha fazla bilgi alınabilir. Gelin,
alın. Ama inanın, ülkemiz adına yürüttüğümüz, tabii, çalışmaların
da daha iyi bilinmesini arzu ediyoruz.
Son
söz, TİKA’yla ilgili birkaç cümle. Çünkü bir iki arkadaşımız TİKA’yı
çok gerçekten “verimsiz” falan diye nitelediler. TİKA, şu anda, kurulduğundan
beri en parlak dönemini yaşıyor.
Biliyorsunuz
teknik yardım kuruluşları ülkelerin dış politikasının en önemli
enstrümanıdır arkadaşlar. Büyük ülkeler bunu kullanmıştır. Türkiye
daha yeni kullanıyor. Sadece Türk cumhuriyetleri değil, yine ağırlığımız
orada, Türk cumhuriyetleri çok önemli; ama, Balkanlarda, Kafkaslarda,
Ortadoğu’da ve şimdi Afrika açılımımız var. Bugün Senegal Dışişleri
Bakanı buradaydı. Senegal’le protokolü yarın sabah imzalayacağız,
orada da açıyoruz. Yani, Türkiye’nin yüz akı, uluslararası alanda
Türkiye’yi iyi temsil eden bir teknik işbirliği kuruluşu. Japonların
JICA’sı gibi, Almanların GTZ’si gibi, başka ülkelerin bu kuruluşları
gibi, artık, o masalarda Türkiye var. Türkiye yoktu.
Şu
anda TİKA, profesyonel, uluslararası standartta çalışıyor. Bütçesini
artırdık; bakın, kendi bütçesini artırdık. Ayrıca, Türkiye’nin
–bir arkadaşımız değiniyordu, değerli bir milletvekilimiz- bütün
hibeleri TİKA kanalıyla proje bazında kullanılıyor. Yani, bugün
Afganistan’da eğitim alanında, sağlık alanında yapılanlar, hepsi
TİKA kanalıyla kullanılıyor. Dolayısıyla, TİKA’nın bütçesi rahat.
Uzman kadrosunu güçlendirdik. Ankara’daki kendi Merkezîni ve bütün
ülkelerdeki koordinasyon ofislerini Türkiye’ye layık hâle getirdik
ve dış politikamız için çok güçlü bir kuruluş haline geliyor. Dışişleri
Bakanlığımızla da yan yana, el ele ciddi işbirliğiyle çalışıyoruz.
Dolayısıyla, TİKA için ben çok umutluyum.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Peki, Bulgaristan’da neden şube kurmadınız?
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bulgaristan’da, Romanya’da bir yerde
şu anda kurulma gibi bir projemiz yok. Romanya’da bir ara gündemdeydi…
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Romanya’da kuruldu, Bulgaristan’da yok.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Kurulsa
bile, biliyorsunuz, biz orada Karadeniz kıyısını düşünüyorduk;
ama, zaten, Avrupa Birliği üyesi ülke durumuna geldikleri için teknik
yardım konusunda biraz zorlanıyoruz. Onun için Yunanistan’da, Bulgaristan’da
yok. Yani, Avrupa Birliği üyesi olacaklar onlar da. Dolayısıyla…
Ama, bizim, Balkanlarda, biliyorsunuz, Arnavutluk’ta var, Makedonya’da
var, Bosna-Hersek’te var, Kosova’da var temsilciliklerimiz. Yalnız,
Bulgaristan’da falan yürüttüğümüz çalışmaları da, oralardaki
ofislerimiz kanalıyla yürütüyoruz.
Son
olarak -Vaktimin tamamını kullanmayacağım dedim; ama, bitmek üzere-
basınla ilgili… Değerli arkadaşlar, Sayın Başkanım; bağışlayın…
Basın özgürlüğünden söz edildi. Bakın, Türkiye’nin en özgür Basın Kanunu’nu
biz çıkardık, beraber yüce Meclis çıkardı 2004 yılında. 1950 yılından
beri yenilenmeyen kanunu birlikte yeniledik ve bütün kesimlerin
mutabakatıyla. Yerel basına destek, deniliyor. Yani, yerel basına
bu dönemde verilen kadar destek verilmedi. İki örnek:
Biliyorsunuz,
2002 yılında bir İhale Kanunu çıkmıştı, yerel basının ihale limitlerini
25 milyar TL ile sınırlamıştı. Yeni İhale Kanunu değişikliğinde
-2003 yılında hemen yapıldı- bu, 10 trilyonun üzerine çıkarıldı,
ihale limitleri. Yerel basın onunla yaşadı, yoksa yerel basın ölüyordu.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Benim de bir kanun teklifim vardı o konuda.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Evet, biliyorum. Siz ve biz, bu Meclis
yeni geldiğinde yerel basının ne kadar büyük şikâyeti vardı, onu birlikte
çözümledik.
Sonra,
Basın Kanunu’nda ilk defa, biz, yerel basın tasnifini getirdik. Değerli
arkadaşlar, Meclis getirdi onu, bölgesel ve yerel. Bunun önemi şurada:
Cezaları küçülttük. Yani, Türkiye geneli basınla bir il bazında
yayın yapan basının cezası aynıydı önce. Yani, basından doğan cezalar.
Bunları yerel basına göre ayarladık ve onlarınki çok küçüldü. Şimdi,
yerel basın bizden çok memnun doğrusu. Tabii, yine sıkıntıları var,
ama bu dönemde epey rahatladıklarını düşünüyorum.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Bakan, Antalya’daki 26 gazetenin
8’i kapandı son bir ay içinde.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ben, bütçelerimize, bu kurumlarımızın bütçelerine verdiğiniz
katkılar için hepinize çok teşekkür ediyorum.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sayın Bakan, ekonomiden hiç bahsetmediniz.
BAŞKAN
– Sayın Ekmekcioğlu, lütfen…
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Ekonomiden niçin bahsetmediniz?
BAŞKAN
– Sayın Ekmekcioğlu, lütfen… Arkadaşlar… Sayın milletvekilleri…
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Vakit kalmadı, vakit…
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Var efendim, altı dakika daha var.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, böyle bir üslup yok. Sayın Ekmekcioğlu…
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Sizleri tutmak istemiyorum. (CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Arkadaşlar, böyle bir üslup yok.
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ekonomiyle ilgili de, gerçekten,
arkadaşların verdiği notlar da var, benim de söyleyeceklerim var,
ama, onlar çokça konuşuluyor zaten burada. Yani, açıklarla ilgili
konular, kamu borçlanması… Ama, yani, şimdi, onlara girersek çok
uzun. Doğrusu, kamu borçlanması 2002 yılından…
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Cari açıktan bahsedin, işsizlikten bahsedin…
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Kamu borçlanması… 2002 yılından mesela
2006’ya alırsak, ne kadar değiştiğini oranların görürüz. Ama, ben şimdi,
ekonomiyle ilgili konular çok görüşülüyor, daha da görüşülecek,
onun için, bu konuları biraz önce almış oldum.
Hepinize
teşekkür ediyorum, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Saygıdeğer
arkadaşlarım, bakanlar kürsüde konuşurken, yani sayın bakanlarımıza
bazı hususları soruyorsunuz ısrarla, onlar da nezaketen cevap veriyorlar.
Ama, böyle bir üslup falan yok, böyle bir usul yok. Biraz sonra soru-cevap
vardır, orada sorarsınız. Yoksa, bir sayın bakan konuştuğu zaman
dört beş kişi birden sayın bakana soru yöneltmeye kalkışır, iktidar
grubu da tekrar cevap verirse konuşma falan olmaz, sayın bakanı da
kimse dinlemez. Lütfen, istirham ediyorum.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, altı dakika varken…
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, o bizim saygımızın gereği.
Dinlediğimizi gösteriyoruz, soru soruyoruz.
BAŞKAN
– Başkanlığa da söz yetiştirmeyelim lütfen. Başkanlığa da söz yetiştirmeyelim
Sayın Baloğlu, oturunuz.
SÜLEYMAN
SARIBAŞ (Malatya) – Bakanların dokunulmazlığı mı var Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Dokunulmazlığı yok. Soru sorulduğu zaman cevap verir de, yerinde
sorulması lazım. Sayın Sarıbaş, yerinde, yerinde…
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Yerinde soruyoruz.
SÜLEYMAN
SARIBAŞ (Malatya) – Soralım, ne var? Soralım cevaplasın.
BAŞKAN
– Her şey yerinde ve zamanında güzeldir.
SÜLEYMAN
SARIBAŞ (Malatya) – Her şey sıcağı sıcağına…
BAŞKAN
– Şimdi son söz, bütçenin aleyhinde, şahsı adına Malatya Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir.
Sayın
Aslanoğlu, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakanım, Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Bakanım “Burada aslı astarı olmayan sözler söylendi.” Diyorsunuz,
ama, lütfen şunu da kabul edin: Türkiye’nin ekonomik politikalarını
belirleyen ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinden sorumlu bir
Bakan yılda bir defa bütçenin görüşüldüğü bir günde eğer burada yoksa,
bu Meclise esas saygısızlık budur. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Esas saygısızlık budur. Yılda bir defa görüşülüyor. Türkiye’nin
ekonomi politikasıyla sorumlu bir Bakan, Avrupa Birliğinde baş
müzakereci bu Beyefendi. Acaba baş müzakereci mi, boş müzakereci
mi? Onu da bilmiyorum. (AK Parti sıralarından “Çok ayıp” sesleri)
AHMET
YENİ (Samsun) – Ayıp oluyor Sayın Aslanoğlu, tanıyorsunuz siz.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Haa, şimdi, beyler, bu Meclise, hepinize
saygısızlıktır bu, Meclisin iradesine saygısızlıktır.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Bravo! Doğru söylüyor.
AHMET
YENİ (Samsun) – Görevi var şu anda.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, çok…
AHMET
YENİ (Samsun) – Sayın Aslanoğlu, çok ayıp ettiniz.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ayıp etmedim efendim ben. Bu saygısızlığı
hiçbirinizin kabul etmemesi lazım.
AHMET
YENİ (Samsun) – Tanıyorsunuz, tanıyorsunuz…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri, konuşmam
çok uzun, onun için çok satır başlarıyla geçeceğim. Ben biraz reel faizden
bahsedeceğim.
Değerli
milletvekilleri, son üç yılda ödediğimiz reel faiz yaklaşık 57 milyar
dolar. Son üç yılda birilerinin cebine, dışarıya ödediğimiz beyler.
(AK Parti sıralarından “Yanlış konuşuyorsun” sesi) Yanlış yapmam
ben kardeşim. Dışarıya ödediğimiz reel faiz, son üç yılda diyorum,
57 milyar dolardan bahsediyorum. 82 milyar YTL reel faiz ödemişiz.
Tüm ödediğimiz faizse son üç yılda -rakamlar burada- 150 milyar YTL
beyler ve birilerinin cebine -son üç yıl diyorum- dışarıdaki yabancıların
cebine 57 milyar dolar koydunuz beyler.
Size
bir şekilde bu fert başına düşen millî gelirin bir hesaplama şeklini
öğreteyim de, belki daha iyi şey yaparsınız. (AK Parti sıralarından
“Öğret, öğret” sesleri)
Beyler,
şimdi “5.300 dolar” diyorsunuz. Bu demektir ki, 5.300 dolar demek,
dört kişilik bir ailede ayda 3 milyar o aileye para girmesi demektir.
MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) – Bu mu?..
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bir dakika Beyefendi… Mustafa Bey,
dinlemesini bil, dinlemesini bil!
FARUK
ANBARCIOĞLU (Bursa) – Siz dinlemediniz ki! Sabahtan beri siz konuşuyorsunuz.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – 5.300 dolar demek, ayda dört kişilik
bir ailenin evine 3 milyar girmesi demektir. Haa... Siz şimdi yeşil
kart... Türkiye’de 12 milyon yeşil kartlı var. 12 milyon yeşil kartlı,
yeşil kart almak için... Sayın Bakanım, söyleyin, ayda 128 milyon geliri
olana yeşil kart verilmiyor. Şimdi 1.200 dolardır yılda, 12 milyon kişiyi
çıkar 15.390 milyar dolardan -yıllık gayrisafi- geriye kalıyor, ne
kalıyor? 370 milyar dolar. Böl 58 milyon kişiye. Beyler, millî gelir
5.300 dolar değil, 7.000 dolar ya, bilmiyorsunuz, 7.000 dolar fert başına
düşen millî gelir.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Bırak onları, akıllarını karıştırma.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bu 7.000 dolar demek ne demek biliyor
musun? Bir ailenin evine ayda 5 milyar girmesi demektir.
Şimdi
soruyorum: Ben, Malatya’da, ayda evine -1 milyon nüfuslu Malatya’da,
1 milyon- 5 milyar para giren 10 bin kişi bul, ben burada konuşmayacağım,
özür dileyeceğim sizden, özür dileyeceğim sizden, özür dileyeceğim
beyler. Ayda evine 5 milyar giren 10 bin kişi bulun, sizden özür dileyeceğim.
Ha,
şimdi bir kere “istihdam” diyoruz. Gittiğiniz yerlere, sorun fabrikalara,
acaba asgari ücretin üstünde işçiye para veren kurum var mı Türkiye’de
Demek ki, Türkiye’de çalışan 7,5 milyon sigortalının yüzde 80’i 350
milyona talim ediyor beyler. Eğer bunlar Türkiye’de işsiz diyorsanız
helal olsun size! Eğer bunlar işçilikten…(AK Parti sıralarından gürültüler)
Beyler, beyler, Türkiye’de çalışan 7,5 milyon sigortalının yüzde
80’i asgari ücrete talim ediyor.
ABDULLAH
ERDEM CANTİMUR (Kütahya) – Yüzde 45’i.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır
efendim, yüzde 80’i.
Şimdi,
bu raporda, 2002 yılından beri döviz kurları aynı çizgide gidiyor.
Bak, burada. Bu ne demektir? “Yüzde 53 enflasyon oldu.” diyorsunuz.
Yüzde 53’ü siz söylüyorsunuz burada. Siz söylediniz değil mi?
Şimdi,
“Yüzde 53 enflasyon oldu.” diyorsunuz, ama, sonra dönüp “Fert başına
düşen millî gelir 5.300 dolar.” diyorsunuz. Vallahi, ya ben hesap bilmiyorum
ya siz bilmiyorsunuz. (AK Parti sıralarından “Siz bilmiyorsunuz”
sesleri) Doğru.
ABDULLAH
ERDEM CANTİMUR (Kütahya) – Doğru, bilmiyorsunuz.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi,
Türkiye’de bir avukat, bir ziraat mühendisi, yükseköğrenim görmüş
insanlar hâlâ 350 milyona iş bulmak için sizin odalarınıza geliyorsa,
bu ülkedeki refah seviyesini ve bu ülkedeki 5.300 doları artık
siz düşünün.
Sayın
Bakanım, bir de söyleyeyim, bir tarafta Hazine bütçesi, bir tarafta
Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Fonu’nun bütçesi. Ben sizin yerinizde
olsam bir daha iki bütçeyi aynı anda konuşmam. Biri halkın büyük bir
aczi, bir tarafta da devletin ekonomik politikalarını yürüten
bir bakanlık. İkisi çok tezat oluyor. Bir daha iki bütçeyi aynı anda
buraya getirmeyin.
AHMET
YENİ (Samsun) – Bir dahaki dönemde öyle yapmayız.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, biraz da yabancı sermayeden söz edeyim.
Beyler,
son beş yılda Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcı dediğiniz… Diyorsunuz
ya “Yabancı yatırımcı…” Bunlar yatırımcı değil, bunlar al kaç!
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Gazozcu!
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Getir,
al, kaç! (AK Parti sıralarından gürültüler) Rakam, bak -bir dakika
beyler- burada.
MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) – Eskiden niye gelmiyorlardı?
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ya eskiden böyle bir şey yoktu. Dövizini
getirecek, dövizini 1.500’den bozduracak, altı ay sonra 1.400’den
transfer edecek, bir de yüzde 22 faizini alacak cebine koyacak. Ohooo…
Nerede? Nerede böyle?
MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) – Gecede 7.500 faiz nerede?
BAŞKAN
– Sayın Akbulut, lütfen… Sayın Akbulut…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Beyler, bakın, okuyorum, aklınızı başınıza
alın…
FARUK
ANBARCIOĞLU (Bursa) – Allah’a şükür hepimizin aklı başında. Sen onlara
söyle.
MEHMET
SEKMEN (İstanbul) – Toprakbanktaki
faizleri de mi dikkate alıyorsun?
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Beş yılda 32,5 milyar…
BAŞKAN
– Sayın Sekmen, lütfen…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Beyefendi, 1996 yılında ayrıldım.
1996 yılında Türk bankacılığını ben bıraktım Beyefendi. Tamam mı!
MEHMET
SEKMEN (İstanbul) – Toprakbank faizlerini dikkate alıyorsun.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, lütfen arkadaşlar, hatibi dinleyelim.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – 1996 yılında… Hisse senedi portföyüne
gelen para 32 milyon, yani şirket alımı ve hisse senedi. Devlet iç
borçlanmasına gelenler 235 milyar dolar, yani, gelen 60 milyar dolar
paranın şeyi burada beyler.
Şimdi,
Türkiye’ye… Hepiniz her ilden geliyorsunuz. Bana bir tane, yabancı
sermaye gelip de, herhangi bir ilinizin ekonomisine katkı yapan
bir tane yabancı sermaye gösterebilir misiniz? Böyle bir yabancı
sermaye varsa… (AK Parti sıralarından “Var… Var…” sesleri)
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Varsa, gösterin.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Böyle bir yabancı sermaye varsa, ben
başımı alayım, hoş geldin diyeyim, şükran duyayım kendisine. Gelip
Türkiye’ye, bir şey üreten, Türkiye’nin üretimine katkı yapan, Türkiye’ye
katma değer yaratan kim varsa… Biz, yabancı sermayeye karşı değiliz,
ama, bu yabancı sermayeye karşıyız beyler.
Beyler,
bir iki ilden bir örnek verebiliriz; ama, Türkiye’ye 60 milyar dolar
gelecek, Türkiye’nin hiçbir üretimine katkısı olmayacak.
Değerli
milletvekilleri…
FARUK
ANBARCIOĞLU (Bursa) – Hem “Yok.” diyorsun hem “Bir iki örnek var.” diyorsun,
karar ver artık!
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Koskoca Türkiye’de iki tane örnek… Yazıklar
olsun size! Yazıklar olsun size!
BAŞKAN
– Sayın Anbarcıoğlu, lütfen.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Türkiye’de
bir Teşvik Kanunu çıkardınız ve bu Bakanlığın bir sorumluluğu da,
Teşvik ve Uygulama Dairesi de Hazine Müsteşarlığında biliyorsunuz.
FİKRET
BADAZLI (Antalya) – Hatibe müdahale etmeyin arkadaşlar!
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi, ne oldu bu Teşvik Kanunu? Bana
vicdanen söyleyin, vicdanınıza söyleyin. Beyler, hangi ilinize
-özellikle kalkınmada öncelikli yöreler dediğimiz- kaç fabrika
yapıldı? Sayın Bakanım, bu Teşvik Kanunu, defalarca söyledim, Türk
sanayicisinin, Türkiye’nin üretiminin bağrına vurulmuş bir hançerdir.
Bu Teşvik Kanunu’yla Türk sanayisi bir yere gidemez. Bu Teşvik Kanunu’yla…
ŞEMSETTİN
MURAT (Elâzığ) – Malatya’ya kaç tane…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Sadece, mesele Malatya meselesi değil.
Bu Teşvik Kanunu’yla Türk ekonomisi
-ulusal sanayiden bahsediyorum, ulusal yatırımcıdan bahsediyorum-
bir yere gidemez. Bu hançeri, bu ülkenin kalbinden çıkarın beyler.
Hep acı söylüyorum size, hep söyleyeceğim. Ama, siz, siyasi olarak
bakıyorsunuz, ülke ekonomisinin şeyinde değilsiniz beyler. Bu
Teşvik Kanunu ülkenin bağrına vurulmuş bir hançerdir. Defalarca
söyleyeceğim.
HÜSEYİN
ÖZCAN (Mersin) – Onların ulusal sanayide şeyleri yok.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, eğer bunu değiştirmezsek,
bu Kanun’u, daha uzun -ister yerli ister yabancı yatırımcı, kim olursa
olsun- daha uzun vadeli, daha planlı, eğer biz bunu, böyle bir Teşvik
Kanunu getirmezsek, ulusal sanayiye hançer vurduk, hançer vurmaya
devam edeceğiz.
Peki,
bir soru soruyorum: Neden bu yabancı yatırımcıların şeyini kaldıramadınız?
Onlara bir vergi getirmiştiniz ya! “Aslan gibi koyarız.” dediniz.
İBRAHİM
KÖŞDERE (Çanakkale) – Aslan olduk…
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Nerede? Niye bu? Nerede bu stopaj? Nerede
bu? Niye sonra bunu…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
SEKMEN (İstanbul) – Yeri geldiği zaman koyarız.
BAŞKAN
– Sayın Aslanoğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, kurumlar vergisini
düşürdünüz.
AHMET
KAMBUR (Tekirdağ) – Fena mı yaptık?
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Kurumlar vergisi, eğer bu ülkede ulusal
yatırımcıya onların yatırım indirimini getirmediğiniz sürece,
yine bir hançerdir. Yatırım indirimini kaldırdınız, ulusal sanayicinin
elindeki silahı aldınız. O insanların tek silahıydı.
MEHMET
SEKMEN (İstanbul) – Vergi indirimi yaptık.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Beyler, beyler… Hayır… Beyler, tabii,
en son bir şey yaptınız, sözünüzde durmuyorsunuz. 35 trilyon, Malatya
kayısısına söz verdiniz, 12 trilyonda çırak çıkardınız. Hükümet
olmak, mertliktir, dürüstlüktür, sözünün erliğidir. Bu da size yakışır.
Saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, altıncı turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi
sorulara geçiyoruz ve oturumun başında da söylediğim gibi, her arkadaşıma
bir dakikalık süre vereceğim ve bir dakika içinde milletvekilleri
sorularını soracaklar; çünkü, diğer arkadaşlara sıra gelsin.
Dört dakikada bir soru sormak yok.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, İç Tüzük’te böyle bir usul var
mı?
BAŞKAN
– Sayın Güler, buyurun.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sizin aracılığınızla
Sayın Bakanıma sorularım var.
Bugün,
imzaladığınız Ek Protokol’ü uygulamamakta ne kadar direneceksiniz?
Avrupa Birliği süreciyle ilgili, Kıbrıs’la ilgili yeni sürpriz
bir önergeniz var mı?
Yerel
medyanın en önemli gelir kaynağı resmî ilanlardır. Buradan alınan
KDV oranı yüzde 18’dir. Bu oranın düşürülmesi için bir çabanız var mıdır?
Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünün, bugüne kadar fonda
ne kadar para toplanmıştır? Biriken paralar nerede, ne amaçla kullanılmıştır?
Bugüne kadar bu fondan kimler, ne ölçüde faydalanmıştır?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Güler.
Sayın
Emek, buyurun.
ATİLA
EMEK (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, siz, 17 Aralıkta imzaladığınız belgeyle Türkiye’yi hangi yükümlülükler
altına soktuğunuzu biliyor muydunuz? Bu belge kamuoyuna açıklandı
mı? Bu taahhüdünüz üzerine Temmuz 2005’te, Abdullah Gül, Sayın Bakan
tarafından Ek Protokol imzalandı. Neden rezerv konulmadı? Tek taraflı
deklarasyon yaptınız, bir saat içinde, dönem başkanı İngilizler
“bir şey ifade etmez” dediler, 21 Eylülde de karşı deklarasyon yayınlandı.
Bu Ek Protokol neden Meclise gelmedi? AB yetkilileri, eğer siz yükümlülük
yaratmadınızsa, neden “imzanızın gereğini yapın” diye dayatıyorlar?
Ve son Avrupa Birliği süreci bu nedenle tıkandı.
Bu
cevapları bekliyorum, saygıyla arz ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Emek.
Sayın
Özcan, buyurun.
OSMAN
ÖZCAN (Antalya) – Sayın Bakanım, Vatandaşlık Kanunu’nda yapılan değişiklikle
nüfus sayımı yapılmaktadır. Bu nüfus sayımı ne zaman tamamlanacaktır?
Yapılan bu nüfus sayımının milletvekili genel seçimlerinde illerin
milletvekili sayısının belirlenmesinde esas alınıp alınmayacağını
soruyorum.
Çiftçi
1 kilogram benzini 2002 yılında kaç kilogram buğdayla alıyordu, şimdi
kaç kilogram buğdayla almaktadır?
Son
beş yılda ödediğiniz reel faiz ne kadardır? Bunun ne kadarı yabancılara
gitmiştir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Özcan.
Ben
de çok teşekkür ederim, çok seri soruluyor sorular; güzel.
Buyurun
Sayın Işık.
AHMET
IŞIK (Konya) – Sayın Başkan, sanayi, hizmetler ve inşaat sektöründe
olmak üzere, 2005 ve 2006 yıllarındaki istihdam rakamları nedir? İşsizlik
oranının belirlenme yöntemleri zaman zaman eleştirilmektedir Sayın
Bakanım. Türkiye İstatistik Kurumunun işsizliği belirleme ölçütleri
nedir? AB ile sistem birliği var mıdır? Avrupa Birliğinin işsizlik
ortalaması kaçtır?
Hükûmetin
KİT’lerden beklentisi nedir? Yeni yatırımlar yapması için KİT’lere
transfer yapılmakta mıdır?
Banka
mevduatlarının garanti limitlerinde değişiklik söz konusu mudur?
Son
olarak, Ekim 2006 tarihî itibarıyla iç ve dış borcumuz ne kadardır?
Bunların gayrisafi millî hasılaya oranları nedir?
Teşekkür
ederim…
BAŞKAN
– Sayın Işık, teşekkür ederim.
Sayın
Özdoğan...
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Erzurum) – Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, gerek merhum Bülent Ecevit’in cenaze töreni, gerek Papanın
Anıtkabir ziyareti esnasında sadece TRT’nin çekimlerine izin verilmiş
ve örneğin, Papanın Anıtkabir’i ziyareti esnasındaki kötü çekimler
nedeniyle, birçok görüntü Türkiye’ye ve dünyaya nakledilememiştir.
Sadece TRT’ye çekim hakkı vermenizin sebebi nedir? Bu, demokratik
bir toplumda olması gereken çok seslilik ve kaynaklılık ilkesiyle
çelişen bir tutum değil midir?
Diğer
bir sorum: Sayın Başbakanın hoşuna gitmeyen tarzda soru soran gazetecilere
Başbakanı takibe imkân veren kartlardan verilmediği doğru mudur?
Doğruysa, bu bir demokrasi toplumunun ölçütleriyle kanaatinizce
nasıl bağdaşmaktadır?
Diğer
bir sorum: Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin çalışmalarını
yürüttüğü binanın altyapı olarak yetersiz olduğu ve hukuk dairesi
gibi gerekli bazı birimlerin ödeneksizlik nedeniyle oluşturulamadığı
bilgisi kamuoyuna intikal etmişti. Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
bu sorunları çözüldü mü?
Diğer
bir sorum…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
–Teşekkür ederim Sayın Özdoğan.
Sayın
Ekmekcioğlu…
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın
Başbakan, her platformda, ekonominin çok iyi yönetildiğinden bahsetmektedir.
Kriz yılı olan 2001’de protesto edilen senet sayısı 638.284’tür. 2006 yılı
Eylül ayı itibarıyla 842.435’tir. Bu rakamlar da gösteriyor ki, vatandaş
kriz yılından daha da kötü durumdadır. Bu durumu nasıl izah ediyorsunuz?
İkinci
sorum: Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfınca muhtaçlığı tespit
edilen vatandaşlarımız, vakıflarca Bakanlığa gönderilen listelere
göre Fakir Fukara Fonundan paralarını günlerce sırada bekleyerek
düzensiz bir şekilde almaktadırlar. Bu parayı almayı hak etmiş kişilerin,
vatandaşlık kimlik numaralarına göre herhangi bir bankaya gönderilip
hesaplarından almaları daha uygun olacaktır. Aksi takdirde, bürokratik
işlerden dolayı, muhtaçlarımız perişan olmaktadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Ekmekcioğlu.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, lütfen… Bitireyim.
BAŞKAN
– Sayın Ekmekcioğlu, benim hiçbir şeyim yok, otomatik olarak kesiyor.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Bir saniye… Sayın Başkan, ben bu
soruyu sormak zorundayım. Lütfen, bir saniye…
BAŞKAN – Hayır, yapacağım hiçbir şey yok, otomatik
kesiyor.
Sayın Özcan…
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Bakanlık olarak
bu ödemeleri periyodik bir sisteme kavuşturup bankalar vasıtasıyla
yapmayı düşünüyor musunuz?
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – Sayın Başkan…
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) – Sayın Bakan,
lütfen iyi araştırınız.
BAŞKAN
– Arkadaşlar, otomatik kesiyor.
Buyurun.
HÜSEYİN
ÖZCAN (
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (
BAŞKAN – Sayın Ekmekcioğlu, lütfen… Sonra…
Sayın Özcan, buyurun siz.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – Yaklaşan Kurban Bayramı
dolayısıyla, kurban derilerinin Türk Hava Kurumuna verilmesi konusunda
bazı cemaatler ve tarikatlar yeni bir oluşum içerisindeler. Sayın
Bakanlığın, bu cemaat ve tarikatların bu derileri toplaması konusunda
herhangi bir tedbiri var mı? Türk Hava Kurumuna sahip çıkacaklar
mı?
AHMET YENİ (Samsun) – Deri kavgası bitti.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özcan.
Sayın Baloğlu…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan kömür dağıtımının çok adil ve doğru
bir şekilde gerçekleştiğini söyledi. Soma’daki kömür tozlarını
pres altında ezerek, geçerli olmayan kömürleri Antalya’da ne zamandan
beri dağıtıyorsunuz? Antalya’daki hava kirliliğinin sorumlusunun
bu kömürler olduğu iddialarına katılıyor musunuz?
İki: Türkiye İstatistik Kurumu tarafından Türkiye’deki
koyun sayısı belirlenmiş midir? Türkiye’de 2’den fazla koyun güdenlerin
sayısı kaçtır? 2’den fazla koyun güdenlerin Türkiye’deki illere göre
dağılımı nedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baloğlu.
Sayın Bulut, buyurun.
MEHMET ALİ BULUT (Kahramanmaraş) – Muhalefet,
Türkiye’nin iç ve dış borcu konusunda çok spekülasyon yapmaktadır,
muhtelif rakamlar vermektedir. Türkiye’nin iç ve dış borcu, biz iktidara
geldiğimiz 3 Kasımda ne kadardı, bugün ne kadar? Hakikaten, muhalefetin
iddia ettiği gibi Türkiye’yi borç batağına mı sapladık? Bunun doğrusunu
ifade ederlerse, hem biz hem muhalefet öğrenmiş olur hem de Türkiye
doğruyu öğrenmiş olur.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bulut.
Sayın Yeni…
AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Bakanım, AK Parti İktidarından
önce Anavatan Partisi, DSP ve MHP iktidardaydı. Anasol-M döneminde
bankaların hortumlandığını biliyoruz. Anavatan Partisi, DSP ve
MHP döneminde kaç banka battı?. Hazineye maliyeti toplam ne kadardır?
Bu konuda bilgi verir misiniz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yeni.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Bir İmar Bankası yapar
mı, onu da bir araştırın.
BAŞKAN – Arkadaşlar, gördüğünüz gibi 10 arkadaşa
söz verdik, söz hakkı bile var şu anda, gördünüz yani.
Bir dakika on iki saniye var. Soru sormak isteyen
ve sisteme giren bir arkadaşımıza söz verebilirim, yoksa Sayın Bakana
geçeceğim.
Sisteme ilk önce kim girerse, buyurun…
NAİL KAMACI (Antalya) – Hüseyin Bey sorusunu soramadı.
BAŞKAN – Arkadaşlar, önce soranlar değil, sormayanlara…
Süre doldu.
Sayın Bakanıma cevap için söz veriyorum.
Buyurun Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Burada, şu anda
cevaplayabileceğim birkaç soruyu hemen cevaplayacağım, bir kısmı
uzun bilgiler gerektiriyor.
Nüfus sayımı ne zaman tamamlanacak? Planımız,
bu adrese dayalı nüfus kayıt sistemini haziran sonuna bitirmektir.
Yani, böylece, her yerleşim birimi bazında ve ülke genelinde daha
sağlıklı bir nüfusa sahip olacağız.
BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen, sükûneti sağlayalım,
Sayın Bakanımız sorulara cevap veriyor, istirham ediyorum.
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Tabii, kanunda
madde var, ama netice olarak, sizin sorduğunuz soruyla ilgili, milletvekili
seçiminde ve illerin milletvekili sayısında kullanılması Yüksek
Seçim Kuruluyla ilgili bir şey; kanun da, bir anlamda, Yüksek Seçim
Kurulunun kararına bırakıyor.
İstihdam rakamları yazılı olarak verilecek.
Papanın ziyareti ve diğer bazı etkinliklerde
niçin…
ATİLA EMEK (Antalya) – Avrupa Birliği sorusu hiç
önemli değil mi Sayın Bakan?
BAŞKAN – Sayın Emek, lütfen efendim.
ATİLA EMEK (Antalya) –Avrupa Birliği sorusu daha
önceydi…
BAŞKAN – Sayın Emek, sorunuzu sordunuz; lütfen…
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Papanın ziyaretiyle
ilgili, cenazeyle ilgili TRT’nin görevlendirilmesi… Bu, tabii,
TRT’nin bir seçimi değil; koordinasyonu yapanların, mesela, Papanın
ziyaretinde Dışişleri Bakanlığımızın tercihidir bu. Biliyorsunuz,
Papanın ziyaretinde, akreditasyonu yaptıran 2.000’in üzerinde gazeteci
vardı. Sadece yurt dışından o konuyla ilgili gelen 1.000 civarı gazeteciydi,
950’nin üzerindeydi. Dolayısıyla, oralarda, bütün gazetecilerin
izlemesi mümkün değil, izdiham olmasın diye, TRT çekimi yapıyor
ve bütün dünya medyasına, bir anlamda, hem de logosuz hizmet sunuyor.
Yani, TRT’ye verilmiş bir görevdir bu. Diğer ülkeler de bunu uygularlar,
bu bir sistemdir. Bunda bir problem
yok.
Efendim, Başbakanlıkta bir akreditasyonla, öyle,
bir, yani, Başbakanlıktaki gazetecilerinki… O görev akreditasyonunu
sağlıyorlar; orada bir ayrıcalık falan bir şey olmuyor.
Burada, tabii Sayın Ekmekcioğlu’yla, doğrusu,
onu ben özel olarak görüşeyim, hangi il, hangi ilçe? Çünkü, biz, sosyal
yardımlarda kuyruk oluşturma, izdiham yahut da herhangi bir vatandaşın
psikolojik yönden rahatsız olmamasını çok önemsiyoruz. Biz sizinle
görüşelim Sayın Ekmekcioğlu. Yani, onu ben alayım; mutlaka ona çözüm…
Hatta, bu sebeple, annelere verilen şartlı nakitte yığılmalar oluyor
diye, banka sayısını artırdık, yani, bütün bankalardan alabilsinler,
rahat olsun diye, Ziraat Bankası dışına da çıkıldı falan. Onu memnuniyetle
görüşelim, çözüm buluruz. Teşekkür ediyorum.
Kurban derisi konusu, biliyorsunuz gündemde
yok, yani yıllardır gündeme gelen bir konu değil.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) – Topluyorlar...
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Sayın Milletvekilimiz
niye bunu, hem orada konuşmasında hem soruda gündeme getirdi, onu
da bilemiyorum.
HÜSEYİN
ÖZCAN (
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (
HÜSEYİN
ÖZCAN (
DEVLET
BAKANI BEŞİR ATALAY (
Kömürle ilgili, tabii, Değerli Milletvekilimiz
Sayın Baloğlu’nun... Yani, valilerle TKİ arasında şöyle bir protokol
var: Kömürler o ile, ilçeye gönderilirken çevre raporları dikkate
alınacak. Eğer alınmıyorsa, valilerin sorumluluğu... Yani, valilerimizle,
ben kendim, birkaç defa -sosyal yardımlar hassas bir konu- bizzat, Ankara’ya
geldiklerinde başka bir toplantı vesilesiyle, ben de, birkaç saat,
İçişleri Bakanımızla şey yaparak zamanlarını aldım, bunları görüştüm.
Özellikle şunu ifade ettik: Kalitesiz kömür geliyor yahut oranın
çevre şartlarına uymayan kömür geliyor, hemen iade edebilirsiniz
dedik valilerimize. TKİ de bunu biliyor. Yani, o ilin ve ilçenin
şartlarına uymayan kirli kömürü, bozuk kömürü, toz hâline gelmiş
kömürü teslim almayacaklar, almasınlar. Çünkü, bizim TKİ’yle protokolümüzde
o var. TKİ’ye belli bir ödeme yapılıyor
ve o da o protokole uygun şekilde kömürleri göndermek durumunda.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – EK Protokol’le ilgili sorular
sorduk. Lütfen, cevap verirseniz...
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) – Ek Protokol’le
ilgili soruya burada değindim ben Değerli Milletvekilimiz, onun
için değinmek istemedim. Yani, o konu üzerinde, tabii konuşulabilir, ama
Meclise gelip gelmemesi, tabii bir çalışma, bir süreç meselesidir;
herhâlde, uygun olduğu zaman getirilir. Ama, diğer boyutlarıyla ilgili,
ben, düşüncelerimi sizinle paylaştım. Esasen Dışişleri Bakanlığımızın
bir konusudur. Yani, o konuya ben kendim müdahil olabildiğim kadarıyla
ve Sayın Genel Sekreterimizin de verdiği bilgiler çerçevesinde,
sizinle bir kısmını paylaşmış oldum.
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum, hepinize
çok teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, şimdi sırasıyla altıncı
turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini
ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Hazine Müsteşarlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.82 – HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI
1.– Hazine Müsteşarlığı 2007
Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 54.413.120.500
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 237.500
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
04 Ekonomik İşler
ve Hizmetler 3.120.100.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
10 Sosyal Güvenlik
ve Sosyal Yardım Hizmetleri 760.000.000
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 58.293.458.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2005 Mali Yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2.– Hazine Müsteşarlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Hazine Müsteşarlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
A – C E T V E L İ
. (YTL)
- Genel Ödenek Toplamı : 60.999.937.011,00
- Toplam Harcama : 49.218.794.981,20
- Ödenek Dışı Harcama : 247.114,94
- İptal Edilen Ödenek : 11.781.389.144,74
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı 2005 Mali Yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.95 – AVRUPA BİRLİĞİ GENEL SEKRETERLİĞİ
1.– Avrupa Birliği Genel Sekreterliği 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 9.619.000
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler...
TOPLAM 9.619.000
BAŞKAN
–
Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin
bölümleri
Basın-Yayın
ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Bölümleri
okutuyorum:
07.77 – BASIN-YAYIN
VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.– Basın-Yayın
ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 2.800.700
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 57.700
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
08 Dinlenme, Kültür
ve Din Hizmetleri 49.955.600
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler...
TOPLAM 52.814.000
BAŞKAN
–
Basın
Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin
bölümleri
Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Bölümleri
okutuyorum:
07.90 – SOSYAL YARDIMLAŞMA
VE DAYANIŞMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1.– Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 392.310
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 250.000
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 Sosyal Güvenlik
ve Sosyal Yardım Hizmetleri 2.902.690
BAŞKAN– Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3.545.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
40.32 – TÜRK İŞBİRLİĞİ VE KALKINMA İDARESİ BAŞKANLIĞI
1.– Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 41.872.000
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler...
TOPLAM 41.872.000
BAŞKAN
–
(B) cetvelini okutuyorum:
B – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
04 Alınan Bağış ve
Yardımlar ile Özel Gelirler 41.872.000
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 41.872.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
07.85 – TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU BAŞKANLIĞI
1.– Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçesi
A – C E T V E L İ
KODU Açıklama
(YTL)
01 Genel Kamu Hizmetleri 158.416.950
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
02 Savunma Hizmetleri 355.050
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
03 Kamu Düzeni ve
Güvenlik Hizmetleri 500.000
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
07 Sağlık Hizmetleri 202.000
BAŞKAN – Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir
TOPLAM 159.474.000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2005 Mali
Yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
2.– Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2005 Mali Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2005 Mali
Yılı Kesinhesabı
A – C E T V E L İ
. (YTL)
- Genel Ödenek Toplamı : 54.249.537,00
- Toplam Harcama : 51.878.965,40
- İptal Edilen Ödenek : 2.171.510,48
- Ertesi Yıla Devreden
Ödenek 199.061,12
BAŞKAN – (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2005 Mali
Yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, böylece,
Hazine Müsteşarlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Basın-Yayın
ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğü, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ve
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığının 2007 yılı bütçeleri ile
Hazine Müsteşarlığı ile Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığının
2005 mali yılı kesinhesapları kabul edilmiştir. Hayırlı olmalarını
temenni ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım, programa göre, kuruluşların
bütçe ve kesin hesaplarını sırasıyla görüşmek için, 19 Aralık 2006
Salı günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Sizlere teşekkür ediyorum. Sizlere ve bizleri
izleyen değerli vatandaşlarımıza hayırlı akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati:
21.52