DÖNEM:
22 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT: 140
33’üncü Birleşim
15 Aralık
2006 Cuma
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1252) (S.Sayısı:1269)
2.- 2005 Mali Yılı
Genel Bütçeye Dahil Dairelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 2005 Mali Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (
1/1236, 3/1139) (S.Sayısı: 1270)
3.- 2005 Mali Yılı
Katma Bütçeye Dahil İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 2004 Mali Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1237, 3/1140) (S.Sayısı: 1271)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.00’te açılarak dört oturum yaptı.
Konya Milletvekili
Remzi Çetin’in, Mevlânâ Yılı münasebetiyle onun düşüncelerine ve
eserlerine; Selçuk Üniversitesi bünyesinde bulunan bazı fakültelerin
“Mevlânâ Üniversitesi” ve “Karatay Teknik Üniversitesi” adı altında
toplanarak eğitim ve öğretime devam etmesine,
Kastamonu Milletvekili
Musa Sıvacıoğlu’nun, yeni Türk lirasına geçişle paramızın değer
kazanmasının olumlu etkilerine ve ekonomik istikrara,
İlişkin gündem
dışı konuşmalarına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif
Şener,
Malatya Milletvekili
Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, vatandaşlarımıza yurt dışı seyahatlerinde
bazı ülkelerce uygulanan vizelere ve karşılaşılan sorunlara
ilişkin gündem dışı konuşmasına Adalet Bakanı Cemil Çiçek,
Cevap verdi.
Siirt Milletvekili
Öner Ergenç ve 40 milletvekilinin, çocuklara yönelik cinsel istismarın
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/406) Genel Kurulun
bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmesinin,
sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının
174’üncü sırasında yer alan 573’e 1’inci ek sıra sayılı Komisyon Raporu’nun,
bu kısmın 5’inci sırasına alınmasına ilişkin CHP Grubu önerisinin,
yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği açıklandı.
İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz, Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk’in, konuşmasında,
Genel Başkanlarına,
Samsun Milletvekili
Haluk Koç, Manisa Milletvekili İsmail Bilen’in, konuşmasında, Partisine,
Sataştığı iddiasıyla açıklamada
bulundular.
Çocuklarda ve gençlerde artan şiddet
eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Genel Kurulun
Başkanlıkça, Komisyonun başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacağı
gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:
1’inci sırasında bulunan, Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi’nin
(2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere
ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2’nci sırasında bulunan, Bazı Kamu
Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3’üncü sırasında bulunan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti
Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının
Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair (1/1115) (S. Sayısı: 1147),
Kanun Tasarılarının görüşmeleri,
ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
4’üncü sırasında bulunan, Kimyasal
Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının
Yasaklanması Hakkında Kanun Tasarısı’nın (1/1111) (S. Sayısı: 1229)
görüşmeleri tamamlanarak,
Alınan karar gereğince
15 Aralık 2006 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime
19.54’te son verildi.
Sadık Yakut |
|
|
Başkan Vekili |
|
|
|
Ahmet Küçük |
Bayram Özçelik |
|
Çanakkale |
Burdur |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
No.: 49
II. - GELEN KÂĞITLAR
15 Aralık 2006 Cuma
Rapor
1.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’nin;
15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası,
Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim
Şirketi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/901) (S. Sayısı: 1278) (Dağıtma
tarihi: 15.12.2006) (GÜNDEME)
15 Aralık 2006 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin
33’üncü Birleşimi’ni açıyorum.
Toplantı yetersayımız vardır, görüşmelere
başlıyoruz.
Gündemimize göre, 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçe
Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlayacağız.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1252) (S.Sayısı:1269) (x)
2.- 2005 Mali Yılı Genel Bütçeye Dahil Dairelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2005 Mali Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/1236, 3/1139) (S.Sayısı: 1270) (x)
3.- 2005 Mali Yılı Katma Bütçeye Dahil İdarelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2004 Mali Yılı Katma Bütçeli
İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1237, 3/1140) (S.Sayısı: 1271) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, komisyon
raporları 1269, 1270 ve 1271 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Şimdi, Bütçe Kanun Tasarılarının
sunuş konuşmasını yapmak üzere Hükûmete söz vereceğim.
Buyurun Sayın
Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (İstanbul) – Değerli Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
17 Ekim 2006 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları
Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle incelenerek son şeklini
almış, bugün de Genel Kurul görüşmeleri başlamaktadır.
Bu vesileyle,
yorucu çalışmalar sonucunda yaptıkları katkılar için Plan ve Bütçe
Komisyonunun Değerli Başkanı ve üyeleriyle görevlilerine ve bu
sürece katkıda bulunan bütün bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin
temsilcilerine huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2007 bütçesi hükûmetlerimiz döneminde hazırlamış
olduğumuz beşinci bütçedir. Buraya özellikle dikkatlerinizi çekmek
istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa beşinci yıl
bütçesi yapılıyor. (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bu, sağladığımız istikrarın bir göstergesidir.
Bütçe kanunlarının
hazırlanması, görüşülmesi, kabulü ve yayımlanması bütçe hakkının
bir gereğidir. Bütçeler, devletin gelirlerinin toplanmasına izin
ve giderlerinin yapılmasına yetki veren kanunlardır.
(x) 1269, 1270, 1271 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri Tutanağa eklidir.
Bütçelerin mali
yönleri yanında ekonomik ve sosyal yönleri de vardır. Aynı zamanda,
hükûmetlerin bir yıl içinde millete sunacağı kamusal hizmetleri,
izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar. Bütçeler,
devletin nerelere ne kadar kaynak ayıracağını ve nerelerden ne kadar
kaynak toplayacağını gösterirler.
Geleceğe ilişkin
öngörüleri içeren bütçeler, ekonomide geleceğe yönelik beklentilerin
de izlerini taşırlar. Bütçeler, ekonomideki ağırlıkları ölçüsünde
ekonominin gidişatını belirler. Bir ülkedeki ekonomik faaliyet
düzeyi, bütçelerle şekillenir.
Güçlü bütçeler,
güçlü ülkelerin işidir. Bir bütçe ne kadar sağlam, öngörülebilir
ve güvenilir ise ülkenin küresel ekonomi içindeki yeri de o derece
güçlü ve sağlamdır.
Küresel rekabet
yarışında ülkemizin layık olduğu yere gelebilmesi, etkin kaynak
kullanımı ve mali disipline bağlıdır. Çünkü rekabet gücü, insan
kaynakları da dâhil olmak üzere etkin bir kaynak kullanımı anlamına
gelir.
Bu nedenle, bütçelerin
iyi idare edilmesi zorunluluğu vardır. Aksi hâlde bu durum ülke riskinin
artmasına neden olur. Bizden önce iyi hazırlanmayan ve idare edilmeyen
bütçeler yüzünden ülkemiz krizlere girdi ve bedelini yüksek faiz
olarak ödedi, ödemeye de devam ediyor. Yüksek bütçe açıkları ve kamu
borç yükü, milletimize sıkıntılar yaşattı, çok çile çektirdi. Toplanan
vergiler, faizlere bile yetmedi. Vergiler, millete sunulacak hizmetlerin
yerine getirilebilmesi için en sağlam finansman kaynağıdır. Eğer
vergiler sadece faiz ödemelerine giderse kamu hizmetleri borç almak
suretiyle yapılabilir. İşte, böyle bir durumda, bütçe milletin
sırtında ağır bir yük olur. Bizim İktidarımızdan önce bütçe milletin
sırtında ağır bir yüktü. Biz, bütçeyi, milletimizin sırtında yük olmaktan
çıkarıp, milletimize hizmet eder hale getirdik.
Göreve geldiğimizde,
yüzde 14,6 düzeyinde olan bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya
oranı bugün yüzde 1’lerin altına düşmüştür. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Borç dinamiklerinde çok süratli iyileşmeler yaşandı. Kamu
net borç stokunun gayrisafi millî hasıla içindeki payı yüzde
90,4’ten 49,6’ya düştü. Hükûmetlerimizden önce, bütçe giderleri daima
hedeflenenin üstünde, bütçe gelirleri ise hedeflerinin altında
gerçekleşti; bütçe açığı hedefleri tutmadı. Meclisten geçen bütçe
ödenekleri yılın yarısında bitiyordu. Hedeflerin çok büyük oranlarda,
yüzde 49’lara varan oranlarda saptığını hepimiz gördük, şahit olduk.
Bu, istikrarsızlığın en önemli işaretidir.
Hükûmetlerimiz
döneminde ise bütçe açıkları daima öngörülerimizden daha iyi gerçekleşti.
Bu bütçe, daha önce hazırladığımız bütçeler gibi istikrarın devamı,
güvenilirliğin artması ve Türkiye’nin kalkınması için hazırlanmış
bir bütçedir. Bu bütçe, milletimizin refah düzeyinin daha da artırılması
anlayışı üzerine hazırlanmış bir bütçedir. Fakire, fukaraya ve özürlüye sahip çıkan bir bütçedir.
Ancak, seçim bütçesi asla değildir. Cumhuriyetimizin kurucusu
Atatürk diyor ki: “Ekonomisi zayıf olan bir millet fakirlik ve yoksulluktan
kurtulamaz, sosyal ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz.”
Bu ifadeler bugün de geçerlidir yarın da geçerli olacaktır. O nedenle,
hedefimiz, gelişmiş ve güçlü bir Türkiye’dir. Güçlü Türkiye’nin güçlü
bir bütçesi olmak zorundadır.
Bu bütçe, mali
disipline riayet eden, popülizme meydan vermeyen bir bütçedir. Türkiye
bugüne kadar ne çektiyse “o ne verdiyse ben daha fazlasını veririm”
diyen zihniyetten çekmiştir. Bu anlayışa kesinlikle geçit vermeyen
bir bütçedir bu bütçe.
2007 bütçesi, mali
disiplin anlayışı içinde hazırlandı. Göreve
geldiğimiz günden bu yana sürdürdüğümüz istikrarlı ve kararlı bütçe
yönetim anlayışımız aynen devam etmektedir.
2007 bütçesi ile ilgili daha geniş
açıklamalara geçmeden önce, dünya ekonomisi ile ilgili bazı hususlara
değinmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
artan emtia fiyatları ile yaşanan doğal afetlere rağmen dünya ekonomisi,
2005 yılında yüzde 4,9 büyüme hızına ulaştı. Büyüme hızı, gelişmiş
ülkelerde yüzde 2,6 olurken, küresel likidite imkânlarından yoğun
bir şekilde faydalanarak, dikkat çekici bir performans sergileyen,
yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 7,4 düzeyinde
gerçekleşti.
Dünya ekonomisinde görülen büyüme
eğilimi sonucunda uluslararası likidite koşulları, yükselen piyasalar
lehine gelişti. Yatırımcıların bu piyasalardaki yatırım araçlarına
olan ilgisi arttı. Bunun sonucunda, bu piyasalara büyük miktarda
sermaye girişi yaşandı.
Küresel piyasalardaki olumlu koşullar
2005 yılı genelinde ve 2006 yılı başlarında da devam etti. Ancak, aynı
dönemde ABD ve Çin’den güçlü talebin gelmesi, buna karşılık kapasite
imkânlarının sınırlı olması, başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarında
artış yaşanmasına neden oldu.
Petrol fiyatları, ağustos ayında
78 dolara kadar ulaştı. Eylül ayı ile birlikte arzla ilgili kaygıların
azalmasının etkisiyle fiyatlar tekrar düşüş eğilimine girdi. Petrolün
varil satış fiyatı 13 Aralık itibarıyla 61,33 dolar seviyesindeydi.
Ancak, şunun altını çizmem gerekir ki, dünya petrol fiyatları, büyük
ölçüde, petrol ihraç eden ülkelerin alacakları arz yönlü kararlara
bağlıdır. Elimizde olmayan sebeplerden dolayı petrol fiyatlarının
artmasının, ekonomimizi de menfi olarak etkilemesi kaçınılmazdır.
Dünya genelinde emtia fiyatlarındaki
yükseliş eğilimi sırasında enflasyonist baskılar kendini göstermeye
başlamıştır.
Diğer yandan, 2006 yılında yükselen
bir seyir izleyen altın fiyatları, nisan ayında bir ons altının 650
dolar seviyesini aşması ile birlikte rekor seviyeye ulaşmıştır.
ABD Merkez Bankasının yaptığı faiz artırımı sonrasında altın fiyatları
geriledi. 13 Aralık itibarıyla bir ons altının fiyatı 628,40 dolar
seviyesinde seyretmektedir.
Tüm bu gelişmeleri, fiyat istikrarı
açısından risk unsuru olarak değerlendiren gelişmiş ülke merkez
bankaları, faiz artırımları yoluyla para politikalarını sıkılaştırmaktadırlar.
Dünya piyasalarına yayılan aşırı
likiditenin çekilmeye başlamasının etkisiyle, mayıs ayının ortalarında
yükselen piyasalardaki menkul kıymet fiyatlarında ve borsa fiyat
endekslerinde ani düşüşler yaşandı.
Ancak, dünya genelinde uygulanan
kredibilitesi yüksek para politikaları neticesinde küresel
enflasyon büyük ölçüde kontrol altına alındı. Mali piyasalar temmuz
ayından itibaren yeniden istikrarlı ve normal bir seyre kavuştu.
2006 yılında dünya ekonomisindeki olumlu görünümün devam etmesi,
büyüme hızının, gelişmiş ekonomiler için yüzde 3,1; yükselen piyasalar
ve gelişmekte olan ekonomiler için yüzde 7,3 ve dünya ekonomisi için
de yüzde 5,1 olması beklenmektedir.
Ancak, 2007 yılı için, küresel ekonomide,
2006 yılındaki olumlu görünümün bir miktar tersine döneceğine dair
işaretler vardır. Bundan sonraki dönemde küresel likidite koşullarının
nasıl bir seyir izleyeceği konusu bütünüyle küresel büyüme sürecine
bağlıdır. AB, Japonya ve Çin gibi ülkelerden gelmesi muhtemel yüksek
büyüme hızları, bu süreci doğrudan etkiler niteliktedir.
Böyle bir gelişme, belli başlı ekonomilerin
enflasyonla mücadele amacıyla sıkı para politikası uygulamasına
neden olabilecektir.
Küresel piyasaların algılamaları
ve risk öngörüsü çok çabuk değişebilmektedir. Küresel ekonomideki
gelişmeleri çok yakından takip etmemiz gerekir. 2007 yılında, ekonomik
büyümenin, gelişmiş ekonomiler için yüzde 2,7; yükselen piyasalar
ve gelişmekte olan ekonomiler için yüzde 7,2 ve dünya ekonomisi için
ise yüzde 4,9 seviyelerinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şimdi de Türkiye ekonomisine ilişkin bazı gelişmelere değinmek
istiyorum:
Dünyanın önemli bir coğrafyasında
stratejik önemi haiz bulunan ülkemizin, sürekli istikrarın sağlandığı
örnek bir ülke konumuna gelmesi son derece elzemdir. Ekonomiden
hukuka toplumsal hayatın her alanında gerçekleştirdiğimiz yapısal
reformlar, istikrarın kalıcı hale getirilmesi doğrultusunda atılan
önemli adımlardır.
Değerli milletvekilleri, istikrar,
içindeyken değerinin çok fazla bilinmediği, ancak kaybedilince
değeri anlaşılan bir kavramdır. Onun için, son dört yıldır yaşadığımız
istikrarın kıymetini bilelim ve onu gözümüz gibi koruyalım. Bu
çok önemlidir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İktidara geldiğimiz günden bugüne
kadar, yüce milletimizin desteğiyle sağladığımız istikrar ortamının
sürdürülebilir olduğunu memnuniyetle gözlemliyoruz. Bugüne kadar
olduğu gibi, bundan sonra da kararlılıkla uyguladığımız politikalarımızdan
asla taviz vermeyeceğimizin altını çizmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Kasım 2002 seçimleriyle birlikte temin edilen güven ortamında, Türkiye
ekonomisi 2005 yılında yüzde 7,6 oranında büyüyerek, öngörülen
yüzde 5’lik büyüme hedefini, 2003 ve 2004 yıllarında olduğu gibi,
aşmıştır. Türkiye ekonomisi, 2003-2005 döneminde yılda ortalama
yüzde 7,8 oranında büyümüştür.
Ekonomide yaşanan bu büyüme trendi,
2006 yılında da, dünya ekonomisinde yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen
devam etmiştir. 2006’nın ilk çeyreğinde yüzde 6,4; ikinci çeyreğinde
yüzde 8,8; üçüncü çeyreğinde yüzde 3 oranında büyüyen ekonomimiz,
böylece, yılın ilk dokuz ayında yüzde 5,7 oranında büyümüştür. Türkiye
ekonomisi, tarihinde ilk kez 19 çeyrek aralıksız büyüyerek bir rekora
daha imza atmıştır.
2006 yıl sonu itibarıyla da yüzde
5’lik büyüme hedefini aşacağız. 2002 yılında 184,5 milyar dolar olan
gayrisafi yurt içi hasıla, 2007 yılında 410,7 milyar dolara ulaşacaktır.
2007 yılında büyümenin temel dinamikleri özel tüketim ve yatırım
harcamaları olacaktır. Bu da gösteriyor ki, üretim, istihdam ve ihracat
artışlarıyla birlikte, ülkemiz ekonomisi sağlam temeller üzerinde
yoluna devam etmektedir.
Bu büyüme performansı kişi başına
düşen millî gelir rakamlarında da kendini göstermektedir. 2002 yılında
2.598 dolar olan kişi başına gelir, 2007 yılında 5.550 dolara ulaşacaktır.
Bu, bir zenginleşmedir. Satın alma gücü paritesine göre ise, kişi
başına millî gelirimiz, 2007 yılında 9.662 dolar seviyesine ulaşacaktır.
Bu rakamlar, milletimizin satın alma gücünün ve refah seviyesinin
arttığını göstermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hükûmetlerimizden önce ülkemizde yaşanan yüksek ve kronik enflasyon,
beklentileri olumsuz yönde etkiledi. Ekonomide kısa vadeli yaklaşımların
hâkim olmasına, yatırım ve üretim kararlarının olumsuz yönde etkilenmesine
yol açtı.
Hükûmetimiz ekonomik ve sosyal istikrarı
sağlarken, öncelikle fiyat istikrarının sağlanması gereğini göz
önünde tutmaktadır.
2002 yılından bugüne, enflasyona
karşı mücadelede önemli bir aşama katedilmiştir. Uygulanan basiretli
politikalar ve tavizsiz sürdürülen mali disiplin sonucunda enflasyon,
2002 yılı başında yüzde 73,2 seviyesinden tek haneli rakamlara inmiştir.
Enflasyonda, 2006 yılının ilk yedi
ayında, arz yönlü unsurlar ve dışsal koşullardan kaynaklanan bir artış
eğilimi gözlenmiştir. Bu dönemde, enflasyonu olumsuz yönde etkileyen
diğer bir unsur, ham petrol fiyatlarında yılın ilk çeyreğinden itibaren
gerçekleşen artışlardır.
Ayrıca, mayıs ve haziran aylarında
mali piyasalarda yaşanan dalgalanma sonucu, ithal malların fiyatlarındaki
artışlar da bu dönemde enflasyonun artmasına yol açmıştır. Ağustos
ayına gelindiğinde bu artış eğilimin tersine döndüğü, kasım ayı
itibarıyla TÜFE’deki yıllık artışın yüzde 9,86 olarak gerçekleştiği
görülmektedir.
Ancak, enflasyona karşı yürütülen
kararlı politikalar devam edecektir. Bunun uzun ve zorlu bir süreç
olduğu unutulmamalıdır. Alınan tedbirler ve son dönemde uluslararası
likidite koşullarındaki olumlu seyir nedeniyle 2007 yılında enflasyondaki
düşüş sürecinin devam etmesi beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2001 yılında yaşanan kriz sonrasında istihdamda düşüş ve işsizlik
oranında artışla ortaya çıkan olumsuz tablo, 2004 yılından itibaren
düzelmeye başlamıştır.
Ayrıca, ülkemiz ekonomisinde
bir yapısal dönüşüm de yaşanmaktadır. Tarım sektörü istihdamının
toplam istihdam içerisindeki payı 2002 yılında 34,9 iken, 2006 yılı
Ağustos ayında 29,2’ye gerilemiştir. Tarım dışındaki sektörlerde
ise istihdam artmakta ve işsizlik gerilemektedir. Yani, tarımdan
diğer sektörlere bir kayma vardır.
2006 yılı Ağustos dönemi itibarıyla
toplam istihdam, geçen yılın aynı dönemine göre, Türkiye genelinde
441 bin kişi artış göstermiştir.
2005 yılı Ağustos döneminde 9,4
olan işsizlik, 2006 yılının aynı döneminde 9,1’e düşmüştür.
Hükûmet olarak, istihdam imkânlarının
artırılabilmesi için istihdamı daha esnek hale getireceğiz ve
istihdam üzerindeki vergi yükünü düşüreceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dış ticaret hacmi, 2006 yılının Ocak-Ekim döneminde, bir önceki yılın
aynı dönemine göre yüzde 15,7 artışla 180 milyar dolara yükselmiştir.
2006 yılı sonu itibarıyla 219,5 milyar dolara ulaşmasını bekliyoruz.
2007 hedefimiz ise 244,7 milyar dolardır.
2006 yılının Ocak-Ekim döneminde
ihracatımız, YTL’nin güçlü konumuna rağmen, verimlilik artışının
da getirdiği rekabet avantajıyla, 2005 yılının aynı dönemine göre
yüzde 12,5 artarak 67,8 milyar dolara yükselmiştir. 2006 yılı sonunda
ihracatımız 84 milyar dolar olacaktır. 2007 yılının sonunda hedefimiz
95 milyar dolardır.
2000 ve 2001 yıllarında yaşanan
krizlerin ardından yakalanan hızlı büyüme sürecinde, özel sektörün
yatırım talebi artmıştır. Yatırım talebindeki bu artış, özel sektörün
2004 yılından itibaren tasarruf açığı vermesine ve takip eden yıllarda
bu açığın artmasına neden olmuştur. Özel sektör yatırım talebi ve
enerji fiyatları paralelinde artan dış ticaret açığı, cari işlemler
açığının artmasındaki temel etken olmuştur. Cari açık, ocak-ekim döneminde
28 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. Enerjinin toplam faturasını
2006 yılı itibarıyla 28 milyar dolar olduğunu düşünecek olursak,
enerjinin fiyat artmasının neticesinde, cari açığa ne kadar etki
ettiğini bir kere daha görmek mümkün olacaktır.
Ancak, bu noktada unutmamamız gereken
önemli bir husus, cari açığın sürdürülebilirliliğinin rakamsal
büyüklüğünden çok daha fazla önem taşıdığıdır. Makroekonomik temellerdeki
sağlamlaşma, mali ve parasal disiplin ile enflasyonla mücadeledeki
kararlılığın sürdürülmesi ve popülist politikalardan uzak durulması
cari açığın sürdürülebilirliliğini artırmıştır. Ancak, dışsal
şoklar karşısında bir emniyet supabı görevi yerine getiren dalgalı
kur rejimi, mayıs ayında yaşanan dalgalanmaya rağmen, sermaye çıkışlarını
yeni girişler ile dengelemiştir. Bu ise, artan güvenin ve ileriye
dönük bekleyişlerin olumlu yönde geliştiğinin önemli bir göstergesidir.
Cari açığın sürdürülebilmesinde
ve risk olarak algılanmamasında finansman kalitesi de çok büyük
öneme sahiptir. Cari açığın finansmanında geçmiş dönemlerde önemli
bir paya sahip olan kısa vadeli portföy yatırımları giderek azalarak
yerini doğrudan yatırımlar ile büyük bir bölümü özel sektörce sağlanan
uzun vadeli kredilere bırakmıştır. Ocak-ekim döneminde 15,8 milyar
dolar doğrudan yatırım girişi ile 37,3 milyar dolar uzun vadeli kredi
kullanımı, ülkemizde cari açığın sağlıklı ve kalıcı bir finansman
yapısına sahip olduğunu göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, burada
bir noktaya temas etmek istiyorum: Şurada, biraz önce açıkladığım,
ekim dönemi itibarıyla -bu ilk defa oluyor- doğrudan yabancı sermaye
girişi Türkiye’ye, 15,8 milyar dolar olmuştur. Bu ne demektir?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Banka
satışları Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Daha önce, hepiniz bilirsiniz, bizim hükûmetlerimizden önce, senede,
giren doğrudan yatırım miktarı senelik on aylıktır, senelik, yani,
ekimden ekime bakarsan 20 milyar dolardır bu.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Hangi yeni
istihdamı yarattınız?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Yani, girmiş olan 20 milyar. Eskiden baktığımızda 1 milyar dolar
değildi bu. Ortalama 1 milyar civarındaydı. “Bu yabancı sermaye
acaba bize niye gelmiyor?” diye çarşaf çarşaf gazetelerde yazılıyordu.
Herkes konuşuyordu “Bu ülkeye acaba bu yabancı sermaye niye gelmiyor,
niye kabul göstermiyor?” diyordu.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Hangi
fabrikayı kurdunuz Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Neden? Çünkü, Türkiye’nin hâli gelmeye müsait değildir.
ALİ ARSLAN (Muğla) – Kıyak çekiyorsunuz,
kıyak!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Bakınız, 1 milyar dolar nerede, 20 milyar dolar nerede. Şimdi, bizim
aramızdaki fark bu. Bizim hükûmetlerimiz zamanında gelen yabancı sermaye
yıllık 20 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu, budur. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Gelen
borsaya yatırılıyor, başka?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Sayın
Bakan, kâğıttan okusan iyi olacak.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin yıllardan beri çok önemli bir problemi
var, yıllardan beri çektiği sermaye birikiminin azlığıdır.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Sayın Bakan,
bir tane fabrika kurdunuz mu?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Sermaye birikiminin azlığına da ancak ve ancak ülkeye yabancı
sermaye çekmek suretiyle sermaye birikiminin azlığına çare bulabilirsiniz.
Bunun için, bütün ülkeler, dünyadaki bütün ülkeler, kendi ülkelerine
yabancı sermaye çekebilmek için her türlü önleme başvuruyorlar,
her türlü rekabete başvuruyorlar, her türlü tedbiri alıyorlar;
ama, her şeyden önce bir ülkeye yabancı sermaye gelebilmesi için o
ülkenin iyileşmesi, o ülkenin ekonomisinin düzelmesi, o ülkenin
istikrara kavuşması, o ülkenin güven sağlaması icap ediyor. Ancak
o zaman o ülkeye yabancı sermaye giriyor. Aksi takdirde, bağırırsın
çağırırsın, ama bir şey gelmez, gelmez... Lafla peynir gemisi yürümez.
Ne yapacaksın? İşte, bizim Hükûmetimizin yaptığı gibi yapacaksın:
Ekonomiyi düzelteceksin, enflasyonu düşüreceksin, güveni sağlayacaksın,
istikrarı sağlayacaksın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ekonominin
düzeldiğinin en güzel işaretidir bu: 1 milyar dolar-20 milyar dolar.
Yani, buna özellikle dikkatinizi çekmek istedim.
Şimdi, burada cari açıkla ilgili
çok konuşulacak, bundan sonra da konuşulacak; fakat, cari açığın
en büyük ilacı bu yabancı sermaye, doğrudan yabancı sermaye. Bunu
ne kadar artırırsanız cari açığınız o derece sürdürülebilir. Ha,
eskiden sıcak para falan… O da azalıyor şimdi. Özel sektörün uzun vadeli
aldığı uzun vadeli kredilere doğru kayıyor. Dolayısıyla, ekonomide
bir iyileşme söz konusu. Fakat, biz Hükûmet olarak, sürekli cari açığı
da düşürebilmenin gayreti içerisinde, alınması gereken her türlü
tedbiri de tekrar alacağımızı burada açıklıkla ifade etmek istiyorum.
Yani, bu kapsamda ne önlemler alacaksınız?
Bunlarla ilgili olarak, mikroekonomik tedbirler başta olmak üzere,
istihdamın daha esnek bir yapıya kavuşturulması… Bilhassa istihdam
üzerindeki vergi yükünü indireceğiz; bunu kesinlikle söylüyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Ar-ge faaliyetlerini destekleyeceğiz.
Üretim yapısının değiştirilerek, yüksek teknolojiye dayalı katma
değeri yüksek ürünlerin teşvik edilmesi, hizmet ihracatının artırılması
dâhil her türlü tedbirleri alacağız.
Kendi üretimimizin maliyetlerini
düşürmek suretiyle, ülkemizin rekabet gücünü artırmaya devam
edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şimdi, çok enteresan bir şeye temas etmek istiyorum, o da şu: Son zamanlarda,
yıllardan beri, bu yabancı sermaye bize niye gelmedi diye hayıflanıp
duruyorduk. Şimdi, ülkenin düzelmesi suretiyle, istikrar ve güvenin
gelmesi suretiyle yabancı sermaye gelmeye başlayınca “Eyvah, bizim
bütün mallarımızı yabancı sermaye almaya başladı. Eyvah, bizim
şirketlerimizi yabancılar alıyor, bankalarımızı yabancılar alıyor.
Efendim, emlakımız satılıyor, yabancılar alıyor, biz ne yapacağız?”
Öyle bir yanlış düşünceye sokuluyor ki…
Değerli arkadaşlar, şunu özellikle
belirtmek istiyorum: Yabancı sermaye geldiği zaman, yabancı sermaye,
eğer, bir yabancı gelir burada bir villa satın alırsa -ki, İspanya’da
iki milyon tane almışlar, yabancılar iki milyon villa satın almış,
gelmiş yerleşmiş. Şimdi biz tabii çok daha azlardayız- gelip aldığı
zaman, o villayı, o evi, o toprağı kimse sırtına yükleyip memleketine
götürmüyor, her şey burada.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Yahu, ne kadar
çarpıtıyorsun!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Fabrikayı alırsa, kimse fabrikayı sırtına alıp götürmüyor. Aksine,
onlar bizim memleketimize güveniyor, o paralarını getirip, kalıcı
olmak suretiyle buraya yatırıyorlar. Bir insan gelip buradan ev
aldığı zaman, düşünün, her sene gelmek mecburiyetinde. Kendi gelemezse,
yakınlarını göndermek mecburiyetinde veyahut da emekli olduysa
gelip burada yaşamak mecburiyetinde. Parasını o memlekette alacak,
gelecek burada harcayacak. Buranın suyunu, buranın elektriğini,
buranın hizmetini tüketecek, buranın meyvesini tüketecek, buranın
yiyeceğini tüketecek, buranın giyeceğini tüketecek. Sürekli
olarak bir gelir kaynağı olacak ülke için. O bakımdan, bunlara lütfen
fazla itibar vermememiz lazım.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Hayret bir
şey ya! Bu söylediklerine kendin inanıyor musun Allah aşkına!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Bakınız şimdi, 2005 yılı verilerine göre İstanbul Sanayi Odasında
kayıtlı 500 büyük sanayi firmasının 136’sı uluslararası sermaye
iştirakidir. Bu firmaların üretimden satış büyüklüğü 49 milyar
YTL ve 500 firma içerisindeki payı yüzde 33. Yani, 500 firmanın üçte
1’i yabancı sermaye, uluslararası sermaye. İhracatı ona göre, istihdamı
ona göre, üretimi ona göre. Bu memlekete faydaları oluyor. Ayrıca
bir de vergi alıyoruz adamlardan. Bundan daha iyisi ne olabilir?
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Zaten üretim
vardı, yeni bir üretim yok; hikâye anlatıyorsun!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Değerli arkadaşlar, ülkemizdeki yatırım ortamının iyileştirilmesi
konusunda bugüne kadar uygulamaya koymuş olduğumuz politikalar
bundan sonra da devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kamu borç stokunun makroekonomik istikrar açısından kırılganlık
oluşturmayacak seviyelere çekilmesi temel önceliklerimiz arasında
yer almaya devam etmektedir.
2001 yılında yaşanan krizin ardından
yüzde 90,4 olan kamu net borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranının
2006 yılı sonu itibarıyla yüzde 49,6’ya düşmesini bekliyoruz.
Öte yandan, merkezî yönetim toplam
borç stoku yapısının YTL lehine yaşanan önemli değişimi 2006 yılında
da devam etmektedir. 2002 yılında borç stokunun yüzde 42’si YTL cinsinden
oluşurken, ekim sonu itibarıyla bu oran yüzde 62,6 seviyesine yükselmiştir.
YTL cinsinden iskontolu devlet iç
borçlanma senetlerinin faiz oranı 2002 yılında yüzde 62,7 iken, 2006
yılının kasım ayında yüzde 17,9’a gerilemiştir. Esasen, bu oran, 2006
yılının ilk çeyreğinde yüzde 14’lere kadar düşmüştü.
Bunun yanında, kamu kesimi borçlanma
gereğinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı da önemli ölçüde azalmıştır.
2002 yılında yüzde 12,6 olan bu oranın, 2006 yılında yüzde eksi 3,7 gerçekleşmesi
beklenmektedir.
Şimdi, bu rakamları söylüyorum
size, işte, eksi şu, eksi bu… Ne demek bu? Bu şu demektir: 2006 yılında,
artık, bizim borçlarımız nominal olarak da azalmaya başlamıştır;
bu, bu demektir. Yani, eskiden, kamu kesimi borçlanma gereği sürekli
olarak artı verirdi; yani, devamlı borçlanmaya ihtiyacı vardı.
2006 yılında -Hükûmetimizin takip ettiği politikalar neticesinde-
artık, bu, eksi veriyor; yani, kamunun borçlanmaya ihtiyacı yok,
mevcut borçları nominal olarak da azaltıyor manasında bu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmamın bu bölümünde, çalışanlarımız ile emeklilerimize,
çiftçilerimize, esnafımıza ve yardıma muhtaç vatandaşlarımız
ile bazı önemli sektörlere yönelik icraatlarımız hakkında bilgiler
vermek istiyorum:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
önce şunu söylemek istiyorum: Son dört yıllık dönemde TÜFE endeksinde
kümülatif değişme yüzde 53,1 olmuştur. Şimdi, yaptığımız her şeyi
buna endeksleyeceksiniz. Eğer bunun üzerinde bir şey yapmışsak, reel
bir artış vardır; altında artış yapmışsak, demek ki, enflasyonun altında
bir artış iyi bir şey değil.
Şimdi, en düşük memur maaşı 2002
Aralık ayında 392 YTL imiş. Bu, 2006 yılında 765 YTL olmuş. Artış oranı
95,2.
Net asgari ücret 2002 Aralık ayında
184 lira, 2006 Kasım ayında 380 YTL’ye çıkmış. Artış yüzde 106,5.
Başında söyledim, 53,5’la bunları
kıyaslayacaksınız.
En düşük SSK emekli aylığı 2002 yılında
257 YTL, 2006 Kasım ayında 477 YTL. Artış yüzde 85,6.
En düşük Bağ-Kur 2002 Aralık ayında
136 YTL, 2006 Kasım ayında 349 YTL’ye çıkmış. Artış oranı yüzde 156,9 olmuş.
En düşük Bağ-Kur çiftçi emekli aylığı
2002 Aralık ayında 69 YTL, 2006 Kasım ayında 232 YTL. Artış yüzde 235.
En düşük memur emekli aylığı 2002
Aralık ayında 357 YTL iken, 2006 Kasım ayında 620 YTL’ye çıkmış. Artış
yüzde 74.
Altmış beş yaş aylığı Aralık
2002’de 24 YTL, kasım ayında 69. Artış yüzde 183.
Muhtar aylığı Aralık 2002’de 97
YTL, Kasım 2006’da 267 YTL. Artış yüzde 174.
Bu oranlar ve bu rakamlar, çalışan,
emekli ve diğer dar gelirli vatandaşlarımızın durumlarının 2002
yılına göre iyileştiğini, gelirlerinde reel artışlar olduğunu
açıkça ortaya koymaktadır. Önümüzdeki dönemlerde de bütçe imkânları
ölçüsünde dar gelirli vatandaşlarımızın durumunu daha da iyileştirmek
temel önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütçeden en yüksek payı eğitime ayırmak bizim iktidarımıza nasip
olmuştur. Çünkü, eğitimi eksik bırakan her türlü yetersizliğin ülkemizin
kalkınmasına sekte vuracağını biliyoruz. Bu nedenle, bütün çocuklarımızın
eğitim alması için kaynaklarımızı seferber etmeliyiz. Eğitim almadan
bir ülkenin aydınlanabilmesi ve müreffeh olabilmesi asla mümkün
değildir.
Hükûmete geldiğimizden beri 100
bin derslik inşa ettik ve çocuklarımızın hizmetine sunduk. Okullarımıza
406 bin yeni bilgisayar gönderdik. Bütün okullarımıza yakında İnternet
erişim imkânı sağlanmış olacaktır.
Hükûmetimizin başlattığı “ilköğretim
öğrencilerine ücretsiz ders kitabı dağıtımı” uygulamasına kararlılıkla
devam ediyoruz. Çocuklarımız öğretim yılına başlar başlamaz, hiçbir
ücret ödemeden kitaplarına anında kavuşmaktadırlar. 2003-2004 eğitim-öğretim
yılında başlayan uygulama kapsamında bugüne kadar toplam 411 milyon
kitap dağıttık. Ayrıca, 2006-2007 eğitim-öğretim yılında ortaöğretim
öğrencileri için 35 milyon 600 bin ücretsiz kitap dağıtımını gerçekleştirdik.
Bu rakamları eskiden bırakın dağıtmayı,
bastırmak bile bir meseleydi ve parasıyla -biz hepimiz biliyoruz-
gidip kitap satan kitapçıların önünde kuyruk oluyorduk sabahtan akşama
ve yine de kitaplarımızı bulamıyorduk. O günleri hepimiz biliyoruz.
Şimdi, bırakın onları dağıtmayı, çocuklarımız hazır masalarında
buluyor bunları. Bu, bu Hükûmetimizin evlatlarımıza bağışladığı
en güzel bir imkândır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Üniversite öğrencilerimize, iktidarımız
döneminde öğrenim kredisi ve burs şeklinde yaptığımız desteklerde
önemli artışlar kaydettik. 2002 yılında 451 bin öğrenci öğrenim kredisi
alırken, 2006 yılında burs ve öğrenim kredisi alan öğrenci sayısı
725 bine ulaşmıştır. Kredi tutarı biz geldiğimizde 45 YTL idi, bugün
bu rakam 150 YTL’ye ulaşmıştır. Artış 3 kattan fazladır. Ödeme gücü
yerinde olmayan öğrencilere de ayrıca burs vermekteyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Hükûmetimizin temel hizmet felsefelerinden birisi olan “önce insan”
anlayışından hareketle, sağlık alanındaki problemlere çözüm getirmek
amacıyla, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı hayata geçirdik. Milletimizin
sağlık düzeyinin yükseltilmesi için koruyucu sağlık hizmetlerine
özel önem veriyoruz. Koruyucu sağlık hizmetinin göstergesi olan
aşı harcamaları, 2002 yılında 10 milyon YTL iken, 2006 yılı sonunda
100 milyon YTL’yi aşmış olacaktır. Sıfır yaş grubunda bulunan bebeklerin
2002 yılında ancak yüzde 78’i aşılanırken, 2006 yılında bu oran yüzde
93’e ulaşmıştır, 2007 yılında ise bu oran yüzde 95 olacaktır.
2003 yılında 5.840 sağlık ocağı bulunurken,
2006 yılında 6.343’e ulaştı. İlave olarak, 7.032 sağlıkeviyle sağlık hizmeti veriyoruz.
Sağlık ocaklarında muayene edilen kişi, 2002 yılında 65 milyon iken,
2006 yılında 115 milyona çıktı. Yani, halkın, ilaca, doktora erişimi
ne kadar kolaylaştı, bunu bir kere daha görmek mümkün.
Yine, Sağlık Bakanlığı ve SSK hastanelerinde,
2002 yılında toplam muayene sayısı 110 milyondu, bugün bu sayı 195
milyon oldu. Neredeyse 2 misli. Yani, halkımızın sağlık hizmetlerinden
eskiye göre ne kadar daha iyi faydalandığının açık rakamları bunlar.
Hepinizin bildiği gibi, yeşil
kart sahipleri, ancak ayakta tedavi için paraları ödeniyordu. Bizim
zamanımızda şimdi, hem onların yatak ücretleri hem ilaç giderleri,
hepsi karşılanıyor.
Değerli arkadaşlar, bir de hepinizin
bildiği çok önemli bir husus var. Eskiden vatandaşımız SSK hastanelerine
gidiyordu. Orada kuyruk bekleniyor. Bir tarafta hastanelerin bazılarında
yatak kapasitesi boş duruyor, bir tarafta kuyruklar. O kuyrukları
bekledikten sonra ancak doktora gidiyor, doktor buna bir reçete yazıyordu.
Reçeteyi aldıktan sonra, haydi bir ilaç kuyruğu… Nerede? Efendim, o
hastanenin dördüncü katındaki bilmem ne odası eczane odası, ilaç
dağıtıyor. Bakıyor, “İlacınız yok, onun yerine şu ilacı verelim…”
Yahut “İlacınız yok, bir hafta sonra gel…” Hasta vatandaş, artık hastalıktan
inim inim inliyor. Bunun ilacını hemen vermek, hemen o vatandaşımızı
şifaya kavuşturmak için gereken her türlü tedbiri almak varken, vatandaşlarımız,
yıllarca, o hastanelerde, o ilaç kuyruklarında inim inim inletilmedi
mi? Bunu hepimiz bilmiyor muyuz? Öyle mi?
Şimdi, yapılamaz denilenleri
yaptı bu Hükûmet. Ne yaptı? O hastaneleri tek çatı altında topladı.
Şimdi artık herkes, ilacını öyle kuyruklarda değil, mahallesindeki
en yakın eczaneden gidip paşa paşa alıyor ve bir an önce de tedavisine
başlıyor. Bu aradaki farkı, vatandaşımıza getirilen bu hizmeti
ancak o vatandaşımız anlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla,
bundan dolayı ben, huzurlarınızda bizim Hükûmetimize teşekkür ediyorum,
Sağlık Bakanımıza teşekkür ediyorum, Başbakanımıza teşekkür ediyorum.
Bu ne kadar önemli bir husus.
İşte, bunu bu Hükûmet başardı, sizler
başardınız. Burada sabahlara kadar çalışarak çıkardığınız kanunlarla
onları başardınız. Sizleri de tebrik etmek istiyorum.
Bakınız, şimdi size çok önemli,
çarpıcı bir rakam vermek istiyorum.
Sağlık harcamaları bir ülkenin en önemli harcamasıdır. Gidin,
bugün Amerika’ya gidin, orada en önemli harcamalardır. Ama, ileri ülkelerde,
insanına değer veren ülkelerde en önemli harcama sağlık harcamalarıdır
ve bütçelerde de en önemli harcamalar olarak yer alır, bütçelerin en
önemli harcama kalemidir.
Şimdi, size çarpıcı bir rakam vereceğim:
Biz geldiğimizde, Hükûmet olarak geldiğimizde, harcanan rakam, sağlık
harcamalarının toplam rakamı 9,9 milyar YTL idi. 2007 yılında bu rakam
25,2 milyar YTL’ye çıkıyor. 9,9 milyar YTL -eski rakamlarla katrilyondu
bunlar- şimdi 9,9’dan 25,2 milyar YTL’ye çıkıyor. İnsanına önem veren
bir Hükûmetin performansıdır bu değerli arkadaşlar. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlar, zaman sebebiyle,
elinizde de yazılı olarak var, bazı yerlerde atlamalar yapıyorum,
onun için hoşgörünüze sığınıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
korunmaya muhtaç çocuklarımız ile özürlü vatandaşlarımızın hayat
koşullarını iyileştirmek amacıyla önemli düzenlemeler yaptık. Yapılan
düzenlemelerde, kurumlarımız arasındaki yakın iş birliği sayesinde,
hizmet götürdüğümüz bakıma muhtaç özürlü sayısı hızla artmış, 2007
yılında 65 bin bakıma muhtaç özürlümüzün bakımını üstleniyoruz.
Daha düne kadar böyle bir hizmetten mahrum kalan bakıma muhtaç özürlü
vatandaşlarımıza insanca yaşama imkânı sağlıyoruz.
Ayrıca, bakım altında bulunan
özürlülerimizin yaşamlarını daha rahat bir ortamda sürdürebilmeleri
amacıyla “Engelsiz Yaşam Merkezi Projesi” geliştirildi. 35 engelsiz
yaşam merkezi inşaatına başlandı. 105 adet engelsiz yaşam merkezleri
yapımıyla proje çalışmaları devam etmektedir.
Korunmaya muhtaç çocuklarımızın
kurum bakımı yerine kendi öz aileleri yanında bakımını sağlamak
amacıyla, ayni ve nakdî yardım yapıyoruz. Bu kapsamda, ailelere yapılacak
nakdî yardım miktarını 2005 yılına göre yüzde 100 arttırdık. Geçmişte
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu yurtlarında kalan 8.044
çocuğumuza, sıcak aile ortamında kalabilmeleri için destek sağladık.
Daha önce Kurum yurtlarında ailelerinden uzakta kalan çocuklarımız,
devletimizin sağladığı ayni ve nakdî destek ile artık, ailelerin
yanında kalabilmektedir.
Ayrıca, yurt ve yuvalarda kalan
çocuklarımızın, koğuş sisteminin getirdiği olumsuzluklara maruz
kalmaması ve bir aile ortamında bulunmaları için “Sevgi Evleri
Projesi”ni başlattık. İlk olarak, valiliklerimiz ve sivil toplum örgütlerimizin
desteği ile 21 sevgi evi açtık, 120 sevgi evini ise açıyoruz.
Bu hizmetleri en iyi ve etkin bir
şekilde yerine getirebilmesi için, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme
Kurumu Genel Müdürlüğüne gerekli kaynaklar tahsis edilmektir. Genel
Müdürlüğün bütçesini 2007 yılında, 2002 yılına göre yaklaşık 5 kat
arttırdık, 792 milyon YTL’ye çıkardık.
Değerli arkadaşlar, Hükûmetimiz,
vatandaşlarımıza, Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Fonu
ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla ayni ve nakdî yardımlar yapmaya
da devam etmektedir. Bugüne kadar yapılan yardımların tutarı 3
milyar YTL’yi aşmıştır.
Hükûmetimiz, ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza
kömür yardımları olarak, 2003 yılında 1,1 milyon aileye 663 bin ton,
2004 yılında 1,5 milyon aileye 1,1 milyon ton, 2005 ve 2006 yıllarında
üst üste 1,8 milyon aileye 1,3 milyon ton ücretsiz kömür dağıttık.
Böylece, yoksul ve dar gelirli kesimlerin rahat bir nefes almalarına
imkân sağlamış olduk.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Hükûmetimiz döneminde, çiftçilerimize, doğrudan gelir desteği,
mazot desteği, gübre desteği, hububat prim desteği gibi önemli destekler
sağlanmış, ayrıca çiftçi borçları ile sulama borçları yeniden yapılandırılmıştır.
“Çiftçiler için, çok, şunu yaptınız, bunu yapmadınız, eskiden böyleydi”
diyenlere bir açık rakam veriyorum şimdi: 2002 yılında yapılan toplam
tarımsal destek, bütün tarımsal desteklerin toplamı 1,868 milyar
YTL, 2007 yılında bu 5 milyar 250 milyon YTL. Yani, bizim Hükûmetimizden
önce “çiftçi, çiftçi” deyip çiftçinin haklarını, işte, çok fazla konuşanların
çiftçilere toplam verdikleri para 1,868; şimdi 2006’da verdiğimiz 5
milyar YTL.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) –
Sayın Bakan, Yıllık Program’da 2,2 milyar YTL.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Onun gerçekleşmesine bakarsanız bu rakamı bulursunuz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) –
İmzanız olan kitapta farklı, 2,2 milyar YTL.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Oradaki ifade ettiği başka, bu başka Sayın Hamzaçebi, sen bilirsin
bu işleri.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) –
İmzanız var burada.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Kitapta
yazan şey niye farklı olsun Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Değerli arkadaşlar, benim verdiğim rakamlara iyi dikkat edin, bu
rakamlar Maliyenin rakamları.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) –
Bu da Bakanlar Kurulunun rakamları Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Bu rakamları bir de okumak lazım tabii.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) –
Bakanlar Kurulunun rakamları Sayın Bakan, rica ediyorum.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Başka yerlerde başka rakamlar var. Birisi, mesela, bir ödenek rakamıdır,
birisi gerçekleşme rakamıdır. Benim verdiğim gerçekleşme rakamlarıdır.
Onun için bu rakamlara iyi dikkat edin.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Gerçekleşmiş
mi Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Birisi, verdiği, 1,868 vermiş çiftçiye, bunu bir daha söylüyorum,
biz verdik 2006 yılında 5 milyar. Al bakalım şimdi, ikisinin arasında…
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Kim çiftçiyi koruyor, kim çiftçiyi
düşünüyor, kim çiftçiden yana? Rakamlar ortada. Lafla değil bunlar,
rakam. Verdin mi parayı, tikoyu, ona bakarsın sen; vermedin mi yok,
verirsen var. Onun dışında… (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP ve
Anavatan Partisi sıralarından gürültüler)
Bak, bir daha söyleyeyim tek tek,
2007 yılında…
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Çiftçilerin
yanına gidelim beraber.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– …1,9 milyar doğrudan gelir desteği, 492 milyon mazot, 363 milyon gübre,
1,7 milyar YTL ürün desteği, 710 milyon YTL hayvancılık olmak üzere,
toplam 5 milyar 250 milyon YTL’dir.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Sen başkasına
verdin galiba çiftçiye verdim diye.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Verdiniz
mi Sayın Bakan bunları?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Burada şimdi benden sonra çok konuşacaklar, çiftçi üzerinden çok
istismar yapmaya çalışacaklar; ama, ben, işte, rakam burada. Bağdat
orada, arşın burada. (AK Parti sıralarından alkışlar)
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) – Pancar fiyatları
ne oldu Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Şimdi, yine, tarım kredilerinde uygulanan faizler, yüzde 59’lardan
yüzde 17,5’lara çekmişiz. Tarımsal sulamadan kaynaklanan elektrik
borçları, faiz yükü düşürülerek yeniden yapılandırılmıştır.
Çiftçilerimizin kredi borcu yarıya indirilirken, kalan borçları
uygun koşullarda vadelendirilmiştir. 2,7 milyar YTL’lik borç faizi
silinmiştir, bunu özellikle söylemek istiyorum. Ziraat Bankası
tarafından çiftçilerimize verilen tarımsal kredi hacmi, 2006 yılı
sonunda, 2002 yılına göre 18 kat artırılmıştır. 200 milyon civarındaydı,
3,5 milyar YTL’ye çıkmış.
Yine, Hükûmetimiz döneminde, ekonomimizin
ve sosyal hayatın temel dinamiği, omurgası olan esnaf ve sanatkârlarımızın
desteklenmesi amacıyla, Hükûmetimiz döneminde esnaf kredilerinin
miktarı artırılırken, faiz oranlarının düşürülmesine öncelik
verilmiştir. 2002 yılından bu yana görülen artış, esnafa verdiğimiz
önemin kayda değer bir örneğidir. 2002 yılında yaklaşık 154 milyon
YTL olan yıllık kredi hacmi, 2006 yılı sonu itibarıyla yıl bazında
2,5 milyar YTL’ye ulaşmıştır. Kredi miktarları artırılırken, uygulanan
faiz oranları da hızla aşağı çekilmiştir. 2002 yılında yüzde 47 olan
faiz oranı, 2005 yılında yüzde 15 ve içinde bulunduğumuz yılda ise
yüzde 13’e kadar gerilemiştir.
Ayrıca, Hükûmetimiz döneminde KOBİ’lere
verilen destek de dikkate değerdir. 2002 yılı itibarıyla 7,3 milyon
YTL tutarında olan KOBİ’lere verilen destek, 350 milyon YTL’ye ulaşmıştır.
Bilgi çağında bir ülke, ürettiği
bilgi, geliştirdiği teknoloji ve bulduğu yenilikler ölçüsünde
dünyada söz sahibi olacaktır.
Bu anlayış çerçevesinde, Hükûmetimiz,
bilim ve araştırmaya büyük önem atfetmiştir. Bu nedenledir ki, bugün
geldiğimiz noktada, araştırma projelerine cumhuriyet tarihinin
en büyük kaynağını ayırma onuru, Hükûmetimizin olmuştur.
Nitekim, 2005 yılı sabit fiyatlarıyla,
2002 yılında araştırma projelerine yapılan toplam kamusal destek
sadece 277 milyon YTL iken, 2003 yılında 543 milyon YTL’ye, 2004 yılında
560 milyon YTL’ye, 2005 yılında 1 milyar 100 milyon YTL’ye, 2006 yılında
ise bu kaynak 1 milyar 281 milyon YTL düzeyine gelmiştir. Bakınız, yani,
277 milyondan 1 milyar 281 milyon YTL’ye getirmişiz. Burada, son dört
yıl içerisinde yaklaşık 5 kat düzeyindeki toplam reel artışa dikkatinizi
çekmek istiyorum. 2010 yılına kadar ar-ge harcamaları bakımından,
gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmak temel hedefimizdir. Bu amaçla,
2007 yılında öngörülen kaynak miktarı, 2006 yılındaki kaynak tutarını
da aşmış olacaktır.
Bilgi toplumu olma yolundaki kararlılığını
ortaya koyan Hükûmetimiz, aktarılan bu kaynaklar sayesinde yapılacak
olan araştırmalara, başta nanoteknoloji olmak üzere hayati derecede
önem vermektedir. Zira, bilim ve teknolojisini kendisi geliştiremeyen
bir ülkenin katma değerini sürekli olarak artırması imkânı bulunmamaktadır.
Bu bağlamda, inovasyon politikalarımızı tespit edeceğiz ve ar-ge
faaliyetlerinin yeni ürünlerin ortaya çıkarılmasındaki katkısını
artıracağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
inovasyon ise, bir ülkede rekabet gücünü, yaşam kalitesini ve refah
düzeyini artıran en önemli faktördür. Bugün, doğru inovasyon politikaları
sayesinde, işsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve bölgesel
dengesizlikler gibi önemli ekonomik ve toplumsal sorunların çözümünün
mümkün olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, inovasyon politikasının
ekonomik ve sosyal kalkınma politikalarımızın merkezine oturtulmasını
teşvik edeceğiz. Bunun için de, inovasyon politikalarımızı acilen
şekillendirip, toplumsal mutabakatla uygulamaya koyacağız.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizin bildiği gibi, trafik yoğunluğundan dolayı kapasitenin
artırılması için, 2002 yılı sonu itibarıyla, bölünmüş yol yapım çalışmalarına
başlanmıştır.
2003 yılı öncesinde ülkemizde
3.859 kilometre devlet yolu, 467 kilometre il yolu, 1.775 kilometre
otoyol olmak üzere, toplam 6.101 kilometre bölünmüş yol mevcut idi.
Karayolları Genel Müdürlüğünce, 2003 yılı başından itibaren 8 bin
kilometre yol güzergâhında çalışma yapılmıştır. Ekim ayı itibarıyla,
otoyollar dâhil olmak üzere, 12.666 kilometre bölünmüş yol hizmete
sunulmuştur.
Bölünmüş yolların dışındaki 2x1
şeritli yollara da ağırlık verilerek, 1.909 kilometre tek yol bitirilmiştir.
Geçmiş yıllarda, devlet ve il yollarında
yılda ortalama 7 bin kilometre asfalt yenileme çalışması yapılırken,
2003 yılında 9.390, 2004’te 14.000, 2005’te 15.986, 2006 yılında 15.343 kilometre
asfalt yenileme çalışması yapılmıştır.
2007 yılında ise ilave 1.500 kilometre
bölünmüş yol ve 300 kilometre tek yolun sathi kaplama seviyesinde
bitirilmesi hedeflenmektedir.
Yine, Hükûmetimiz döneminde uygulamaya
konulan Bölgesel Havacılık Projesi’yle özel sektörün önündeki engeller
kaldırılmış, bu suretle sivil havacılık sektörü âdeta şaha kalkmış
ve ciddi bir atılım yapmıştır.
2002 yılında iç hat yolcu trafiği
8 milyon 500 bin iken, 2005 yılında yüzde 139 artışla 20 milyon 500 bin
yolcuya ulaşmıştır. Sivil hava ulaşımında 2015 için öngörülen yolcu
trafiği hedeflerine, on yıl öncesinden, yani 2005 yılında ulaşılmıştır.
2002 yılında 150 hava aracı varken
bugün 261 hava aracı vardır. Yine, 2006 yılında 38 havaalanına yayılmıştır
bütün yolcu, kargo trafikleri. Sonuç olarak, sivil havacılık sektörü
dünyada ortalama yüzde 5 büyürken ülkemizde bu oran yüzde 30 olmuştur.
Yıllarca hava taşımacılığında
etkin kullanılmayan, Tokat, Uşak, Adıyaman, Siirt, Kahramanmaraş
gibi birçok sayıda havaalanı sivil hava trafiğine açılarak ülke
ekonomisine kazandırılmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2003 yılından önce Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün devam eden
proje sayısı 1.500’ün üzerindeydi. Mevcut kaynaklarla, projeler ancak
yirmi altı yılda tamamlanabiliyordu. Çeyrek asırda tamamlanan tesis
dönemi kapatılarak, açılış tarihi ve saati verilerek tesis bitirme
dönemi başladı.
2003-2006 yıllarında tamamlanarak
hizmete açılan tesis sayısı 366’dır. Bu tesislerle yaklaşık 10 milyar
YTL’lik dev yatırım stoku ülkemize kazandırılmış oldu.
Baraj açılışlarında bir rekor kırıldı:
94 adet baraj ve gölet açıldı. Açılan tesisler 518 bin hektar araziyi
sulu tarıma kavuşturdu. Su sıkıntısı çeken on beş şehrimizde 10
milyon vatandaşımıza kaliteli içme suyu temin edildi. Yarım asırdır
hayali kurulan, ama bir türlü hayata geçirilemeyen Ilısu ve Yusufeli
Barajları ve Hidroelektrik Santralleri ile Bağbaşı Barajı ve Mavi
Tünel gibi dev projelere başlanıldı. Göletlerin balıkçılığa açılması
ile yılda 34 bin ton üretim, millî ekonomiye 166 milyon YTL katkı ve
1.875 kişiye istihdam sağlandı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şimdi de size KÖYDES’ten bahsetmek istiyorum. Köylerimizin altyapısının
desteklenmesi amacıyla, uzun yıllardan beri ihmal edilen köylümüzün
yol, içme suyu, kanalizasyon ve tarımsal
sulama ihtiyaçlarını karşılamak üzere büyük bir seferberlik başlatmış
bulunmaktayız. Uygulamaya koyduğumuz KÖYDES projesi kapsamında,
ilk kez 2005 yılında bu amaçla il özel idareleri ile köylere hizmet götürme
birliklerine 201 milyon kaynak aktarılmıştır. 2006 bütçemizde bu 2
milyar YTL’ye çıkarılmıştır. Bu ödenek, suyu ve yolu olmayan köylerimizin
hizmetlerinde kullanılmaktadır.
KÖYDES projesi kapsamında, 2006 yılının
ilk on ayında 18.492 kilometre köy yolu asfaltlandı. Yine aynı sürede
12.840 kilometre köy yolu stabilize malzemeyle kaplandı, 1.754 kilometre
yolun onarımı yapıldı. Bunlara ilaveten 4.251 adet köprü ve sanat yapısı
yapıldı.
1923 yılından 2005 yılına kadar yapılan
toplam 93.109 kilometre olduğuna göre, 2006 yılının ilk on ayında,
bütün cumhuriyet tarihinde yapılanın yüzde 20’si yapıldı. Cumhuriyet
tarihinde yapılanın yüzde 20’si, 2006 yılının ilk on ayında yapıldı.
2006 yılının Kasım ayı itibarıyla
bitirilen içme suyu projesi 5.568’dir. Yıl sonunda bunu 8.556 olarak
tamamlamayı hedefliyoruz. Yine, ilk on ayda 857 köy veya yerleşim
alanının kanalizasyonu da tamamlandı. Yıl sonuna kadar da 1.197
adet köyün kanalizasyonu tamamlanmış olacak.
Evet, değerli arkadaşlar, bizim
Hükûmetimizin köylümüz hakkındaki görüşü ve politikası şudur: Şehirlerimizde
yaşayan vatandaşlarımız hangi altyapı hizmetlerinden yararlanıyorsa,
köylümüz de aynısına sahip olacaktır. Bu, köylümüzün en tabii hakkıdır.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Ali Dibolardan
da bahset! Köy deyince Ali Diboları söylemeden geçemezsiniz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
lütfen müdahale etmeyelim.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Değerli arkadaşlar, 2007 yılında, şimdi size sunumunu yaptığım
bütçede de, KÖYDES projesi için 2 milyar YTL ödenek ayrılmıştır. Bu
bütçede de 2 milyar YTL ödenek ayrılmış.
Şimdi, ayrıca, bu bütçede, 2007 yılı
bütçesinde, ilk defa nüfusu 10 binin altında olan belediyelerin
su ve yol ihtiyacı için BELDES projesi kapsamında 300 milyon YTL ödenek
öngördük. Bu ödenek, maddi durumu yetersiz olan belediyelerin acil
içme suyu ve yol işlerinin yapılması için kullanılacaktır.
BAŞKAN – Sayın Bakanım, izin verirseniz
bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Bütçe sunuş konuşması bir saatlik
süre tahdidine tabi değil, ancak sayın maliye bakanlarımız bütçeyi
takdim ederken bu süreye yakın bir konuşma yapıyorlar. Sizin yazılı
metnin henüz yarısına geldik. Aynı şekilde devam edersek bir saat
daha konuşmanız gerekecek. Lütfen, kısaltabilirseniz çok iyi
olur.
Çok teşekkür ederim.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Peki Sayın Başkan.
Evet, değerli arkadaşlar, tabii,
bu vakit darlığı benim çok uzun anlatmamdan kaynaklanmıyor. Bu,
Hükûmetimizin yaptığı işlerin fazlalığından kaynaklanıyor. (AK
Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Yani, ben ne yapayım
buna? Sayın Başkan haklı. Şimdiye kadar, hükûmetler bütçelerini anlatırken
bir saatte bitiriyorlarmış, o kadar iş yapıyorlarmış. Bizimki bitmiyor
kardeşim. Anlat, anlat, anlat… (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, buna rağmen, ben Sayın Başkanın
ikazını yerine getirmek üzere, kısaltarak konuşmama devam ediyorum
ve Sayın Başkana teşekkürlerimi sunuyorum.
Bakın, şimdi, gel de anlatma! Toplu
konut diye bir şey var. Hangi hükûmet yaptı bunu? Var mı şimdiye kadar
bir hükûmet? Toplu konut var mı?
Şimdi, 2003-2006 döneminde 542 şantiyede
(Türkiye şantiye hâline geldi.) 203 bin adet konut sayısına ulaşıldı.
Bu kapsamda alt gelir grubu ve yoksullara yönelik daha hâlâ 65 bin de
konut üretiliyor.
Yine, cumhuriyet tarihinde ilk
defa, 110 belediye ile gecekondu dönüşüm protokolleri imzalandı,
60 belediye ile 70 bin konutluk uygulama başlatıldı.
Yine, Tarımköy Projesi kapsamında
da 6.500 konut projelendirildi. 13 köyde 1.726 konut başlatıldı.
Neyse, diğerlerine geçmeyeyim,
peki.
Şimdi, önümüzdeki dönemi de kapsayacak
şekilde 400 bin konutluk program yapıldı. 2007 sonuna kadar 250 bin
konutun inşasına başlanması ve büyük bir kısmının da tamamlanması
hedefleniyor.
Şimdi, ülkemizdeki dar gelirli
vatandaşlarımızın, orta gelirli vatandaşlarımızın bir umut kapısı
bu ve nice anahtar dağıtım merasimlerinde hep görüyoruz; nice vatandaşlarımızın,
nice dar gelirlinin, bir konut umudu hayatı boyunca olmayan kimselerin
konuta ulaştıklarını görüyoruz, kavuştuklarını görüyoruz.
Çok kısa olarak, şimdi, özelleştirme…
Özelleştirme o kadar önemli ki ülkelerde, bir ülkenin içerisinde,
özelleştirmesini tamamlayamamış ülkelere, henüz daha yapısal
reformlarını bitirememiş ülke olarak bakarlar. Bizde de, yirmi seneden
beri özelleştirmeden bahsedilir, ama, yirmi seneden beri özelleştirme
konuşuldu konuşuldu -bizden önce bahsediyorum- 8 milyar dolarlık
özelleştirme yapıldı. Biz geldik, onların yirmi senede 8 milyar,
biz dört senede 18 milyar özelleştirme yaptık. Bunlar, bütün, hem
Hükûmetimizin yaptığı icraatları gösteriyor hem de diğer, kendisinden
önceki dönemlerle farkını açıkça ortaya koyuyor.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Ofer sizinle
gurur duyuyor!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Şimdi, değerli arkadaşlar, biz, aynı zamanda, burada, 2005 yılı
kesin hesap kanununu görüşüyoruz. Kesin hesap kanununda rakamlar…
Ben tek tek rakamları saymayacağım size, fakat, bu, 2005 yılının kesin
hesap kanununun bir özelliği var. Bu özelliği de şu: Şimdi, bizden önceki
yapılan bütçelerde, bütün bütçelerde, ne dediyseler tersine olmuş.
Bu bütçe açığı şu kadar verecek denmiş, daha fazlası verilmiş; gelirler
şu kadar denmiş, daha düşük çıkmış. Yani, hedefler devamlı şaşmış.
Nasıl şaşmış? Aleyhte şaşmış. Şimdi, bizim dönemimizde, biz diyoruz
ki: “Arkadaş, biz şöyle bir bütçe yapıyoruz” diyoruz; o bütçenin sonunda
bakıyoruz, onlardan çok daha iyi bir performans elde ediyoruz.
Şimdi, 2005 yılı bütçesinde bizim
bütçe açığımız 1,7’ye düşmüş. Demişiz ki biz: “Efendim, bu bütçe açığı,
işte, şu kadar tutacak.” Onların çok daha altında bir gerçekleşme
olmuş ve sürekli olarak, dört yıldan beri, sürekli olarak, ne dediysek
daha iyisini gerçekleştirdik; ne dediysek, daha iyi hedeflere ulaştık.
Bunu bu Hükûmet başardı. Bu Hükûmet, ilk defa, dört seneden beri, dediğinden
her zaman daha iyisini gerçekleştirdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
2005 yılı bütçesinin açığını 1,7’ye düşürmek ne demek biliyor musunuz?
Bu bütçe açığı bakımından, bu bütçe, Avrupa ülkelerindeki birçok
ülkelerin bütçesinden daha iyi bir bütçe demektir; çünkü, bütçe, Maastricht
Kriterleri, yüzde 3 olacak açıklar, yüzde 3’ten fazla olmayacak kriterini
getiriyor; bizimki onun çok çok altında olmuştur, çok altında olmuştur.
Yani, Fransa’nın bütçesinden de iyi olmuştur, Almanya’nın da bütçesinden
iyi olmuştur, Belçika’nın da, Yunanistan’ın da, Macaristan’ın da hepsinin
bütçesinden daha iyi, bu açık bakımından, bu bütçeyi elde etmiştir.
Bunu Türk milletine hediye etmiştir.
Değerli arkadaşlar, 2006 yılı bütçe
uygulama sonuçları var, uzun uzun onları da anlatmak istemiyorum.
Yalnız, size şu müjdeyi vermek istiyorum: Bu ülke, hiç “denk bütçe”
lafını duydu mu? Yıllardan beri hiç denk bütçe gördü mü bu ülke? Görmedi.
Şimdi, kasım ayı sonuçlarını aldık biz. Kasım ayı, 2006 yılında Kasım
ayı sonuçları denk bir bütçedir. Fazlası var, eksiği olmayan denk
bir bütçedir. Bunu size müjdelemek istiyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Yani, mali disiplin ne demek, bu nasıl tutuluyor, nasıl
yerine getiriliyor, bunun neticesi, işte bu rakamlardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2007 yılı hedeflerinden bahsetmek istiyorum.
Sağlanan ekonomik ve siyasi istikrarın
sürdürülmesi ana hedefi çerçevesinde belirlenen 2007 yılı makroekonomik
büyüklükleri şudur: Gayrisafi millî hasıla 631,4 milyar YTL, gayrisafi
millî hasıla büyüme hızı yüzde 5, deflatör yüzde 7, TÜFE yıl sonu
yüzde 4, ihracat 95 milyar dolar, ithalat 149,7 milyar dolar. Bu, 2007
yılının makro hedefleri.
Yine, 2007 yılı bütçesinde bütçe
giderleri 205 milyar YTL, bütçe gelirleri 188,2 milyar YTL, bütçe açığı
16,8 milyar YTL, faiz dışı fazla 36,1 milyar YTL olarak öngörülmüştür.
2007 bütçesinde yer alan ödenekler de elinizdeki kitapta liste hâlinde
gösterilmektedir. Ben, zaman kıtlığı sebebiyle onlara temas etmek
istemiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2007 yılında devlet memurlarımızın aylıklarına, düşük maaş alana
daha yüksek, yüksek maaş alana ise daha düşük oranda yansıyacak şekilde,
bütçe imkânları ve enflasyon hedefleri dikkate alınmak suretiyle
artış yapılmıştır.
Yine, hepinizin bildiği gibi, memurlarımıza
2006 yılında verilen zamlara ilave olarak, temmuz ayından itibaren
enflasyon farkı olarak yüzde 2,32 oranında zam yapılmıştır. 2006 yılının
ikinci altı aylık döneminde enflasyonun yüzde 2,5’u aşması hâlinde,
2007 yılı Ocak ayında da enflasyonu telafi edecek şekilde bir artış
oranı memurlarımızın aylık ve ücretlerine yansıtılacaktır.
Diğer taraftan, 2007 yılı Ocak ve
Temmuz aylarında düşük maaş alan devlet memurlarına yüzde 4+4, yüksek
maaş alan devlet memurlarına yüzde 3+3 oranlarında maaş artışı sağlanacaktır.
Sonuç olarak, 2006 yılı Temmuz ayında
aile yardımı ödeneği dâhil en düşük dereceli memurun 748 YTL olan
net maaşı yüzde 13,2 oranında artarak 2007 yılı Temmuz ayında 847
YTL’ye yükselecektir.
Diğer taraftan, memur emeklilerimize,
ocak ve temmuz aylarında yapmış olduğumuz zamlara ilave olarak, ayrıca,
temmuz ayından geçerli olmak üzere yüzde 2,32 oranında enflasyon zammı
verilmiştir. 2007 yılı Ocak ayında memur emeklilerimizin aylıkları
da memurlara yapılacak artış kadar artırılacaktır. Böylece, bugüne
kadar olduğu gibi, 2007 yılında da emeklilerimizin enflasyon karşısında
alım güçlerinin korunması sağlanacaktır.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri;
biz bunları yaparken, bu harcamaları giderek artırarak ülkemize
daha fazla, milletimize daha fazla hizmeti hedef alan harcamalarımızı
artırırken, gelirlerimizi de vergileri artırarak artırmadık,
aksine vergilerimizi indirme yoluna gittik. Vergilerimizi hem
indirdik hem gelirlerimizi artırdık. Bu, bizim Hükûmetimizin en
önemli politikasıydı. Bakınız, şimdi, kurumlar vergisi oranını
yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirdik. Böylece tüzel kişiler üzerindeki
vergi yükünü yüzde 65’ler seviyesinden yüzde 35’lere indirdik.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Yatırım
indirimleri ne oldu?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)
– Benzer şekilde, Gelir Vergisi Kanunu’nda yapılan değişiklikle
gelir vergisi oranları yeniden düzenlendi ve gelir vergisi de yüzde
40’tan yüzde 35’e, en üst dilimi yüzde 35’e indirildi.
Gelir Vergisi Kanunu’nda da ayrıca
bir sadeleşmeye gitme çalışmaları yapıyoruz, sadeleşmeye gidiyoruz,
kurumlar vergisinde olduğu gibi. Kurumlar vergisini düzenledik
ve gelir vergisini de yeniden düzenliyoruz.
2008 yılından itibaren ücretlilere
vergi iadesi yerine, asgari ücretin en az yarısını vergi dışı bırakan,
ücretlinin medeni ve ailevi durumunu dikkate alan “asgari geçim
indirimi” uygulamasını başlatıyoruz. Bu uygulama, istihdam üzerindeki
vergi yükünü önemli ölçüde azaltılıyor. Türkiye, istihdam üzerindeki
vergi yükleri sıralamasında OECD ülkeleri arasında 7 basamak gerilemiş
oluyor.
Hepinizin bildiği gibi “vergi barışı”
projesini getirdik, biliyorsunuz. Vergi barışı projesiyle de bu
ülkede ağır krizler neticesinde inim inim inleyen vatandaşlarımıza
devlet elini uzattı, onları sıkıntıdan kurtardı, onları ekonomiye
yeniden kazandırmak suretiyle, hiç kimsenin tahmin etmediği derecede,
vatandaşımızın da büyük bir teveccüh göstermek suretiyle, vergi
barışı projesinden hem vatandaşlarımızın sıkıntıları giderildi
hem de 4,7 milyar YTL devletin kasasına girdi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bir
noktaya daha temas etmek istiyorum ve huzurlarınızı da fazla işgal
etmek istemiyorum. O da şu: Şimdi, bir de maliye olarak yaptıklarımızı
anlatalım. Şimdiye kadar, vatandaşlarımız, vergi dairelerinin
önünde kuyruklar teşkil ediyordu. Hele vergi ödeme zamanı geldiği
zaman, o son günlerde oraları kuyruklardan geçilmiyordu; bir taraftan
o beyannameleri alan memurlar sıkıntı içerisinde bir taraftan da
vatandaşlarımız sıkıntı içerisinde kalıyor, çektikleri çile yetmiyormuş
gibi, bir sürü de zaman israfı oluyordu.
Şimdi, VEDOP projesi var. Bu VEDOP
projesi, bizden önce başlamış olan bir proje. Dolayısıyla, o zamanda
hizmeti geçenlere ben teşekkür etmek istiyorum; fakat, bu VEDOP
projesini biz devam ettirdik, tamamladık, bitirdik. Şimdi, bütün
vergi dairelerimiz bizim, otomasyona tabi. Artık, hiç kimse vergi
dairelerinin önünde sırada yok, kuyruk yok. Gidin bakın, bilhassa
vergilerin son gün ödemelerinde, gidin, adam yok orada, insan yok. Neden?
Çünkü, herkes, artık, düğmeye basıyor, İnternet ortamında beyannamesini
gönderebiliyor. Bu, Hükûmetimiz zamanında yapılmış olan önemli bir
kolaylıktır mükelleflerimize. Milyonlarla insanımız bundan istifade
ediyor, milyonlarla. Artık, bizim bu şekilde aldığımız beyannameler
40 milyonun üzerinde, milyonları geçti. Dolayısıyla…
Haa, beyannameyi öyle ödüyor, bir
de, ayrıca, biz, yine değişiklikler yaptık, oturduğu yerden de parasını
ödüyor. Basıyor düğmeye, ne kadar borcu var, görüyor, tık, düğmeye
basıyor, bankadan hemen ödemesini yapıyor. Bu önemli kolaylığı bizim
Hükûmetimiz sağlamıştır.
Ayrıca, kayıt dışıyla ilgili olarak
da, fevkalade önemli tedbirler aldık, fevkalade önemli uygulamalara
başladık. Bankalar kanalıyla havaleden tut da, efendim, benzin istasyonlarındaki
yazar kasaya kadar. Değerli arkadaşlar, bunu ilk defa açıklıyorum;
170 bin kişi dört yıl içerisinde… Biz, esasında, 330 bin kişi mükellef
sayımız artmış, ama 170 bin kişiyi, bizim Gelir İdaresi Başkanlığı…
Hiç bunlar vergi dairesine uğramayan adamlar. Vergi dairesinin yolunu
da bilmeyen adamlar. Getirip beyanname verip de, vergi ödeyenler de
değil. Hani kümestekinin dışındakiler diyorlar ya, o 170 bin kişi,
onlardan tek tek, tek tek toplayıp getirmişiz. Yapmış olduğumuz
incelemeler neticesinde, yapmış olduğumuz çalışmalar neticesinde.
Kayıt dışına, yani ne kadar fazla önem verdiğimizin bir göstergesi
olarak sizlere bunu arz etmek istiyorum.
Bir de burada çok konuşulacak vasıtalı
vergiler, vasıtasız vergiler yahut dolaylı vergiler, dolaysız vergiler
ve bunları yaparken de Avrupa’yla devamlı olarak yahut OECD ülkeleriyle
bize misaller getirilerek söyleniyor.
Değerli arkadaşlar, OECD’de veyahut
da Avrupa ülkelerinde hesaplama tarzı biraz daha değişik. Orada
sigorta primlerini de dolaysız vergilere koydukları için oradaki
rakamlar daha değişik gözüküyor. Onları koyarak ben de bir hesap
yaptım, bizdeki dolaysız vergilerin payı yüzde 49’a çıktı ve dolaylı
vergilerin payı da yüzde 51’e düştü. Aynı şekilde OECD’de de zaten dolaylı
vergiler de -zaten onlar maliye literatüründe yavaş yavaş yerini
de kaybediyor, ama giderek dolaylı vergiler mesela, 31’den, 33’e çıkmış-
2000 yılında 31,6 imiş, 2005 yılında 33’e çıkmış OECD’de ve aynı şekilde
Avrupa Birliğinde de aynı rakamlar var.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
maliye politikalarımızda temel önceliğin mali disiplini sağlayarak
borç stokunu makul seviyeye indirmek ve makroekonomik istikrarı
koruyacak faiz dışı fazlayı vermek olduğunu buradan yaptığım bütün
bütçe konuşmalarında üzerine basa basa ifade etmiştim. Bu anlayışımızda
bir değişiklik olmadığını bir kere daha tekrar etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, sonuç konuşmamı
yapıyorum. Türkiye’de bir iktidar ilk defa seçime giderken seçim
bütçesi yapmıyor. Milletin refahını nazarıitibara alıyor. 2007
yılı bütçesi bir seçim bütçesi değildir. İstikrar, büyüme ve refahın
artırılmasını dikkate alan bir bütçedir. Sosyal devlet anlayışını
benimseyen bir bütçedir.
İktidarımız döneminde uygulanan
“mali disiplin” anlayışı ve politikalardaki kararlılık sonucu
hedeflere ulaşıldı. 2007 yılı bütçesi ülke ihtiyaçlarına ve gerçeklerine
uygun olarak hazırlanmış ve huzurunuza getirilmiştir. Bu bütçe,
şeffaf, samimi ve gerçekçidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki: “Siyasi, askerî zaferler
ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa,
husule gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda sönerler.”
Bu, Büyük Atatürk’ün ve Türk milletinin
bize verdiği bir görevdir. Bu hedefe kararlı ve disiplinli adımlarla
ulaşacağız.
Bu yolda bizi her zaman destekleyen
Sayın Başbakanımız başta olmak üzere Hükûmetimiz üyelerine, kamu
idareleri ile bütün vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2007 yılı bütçesi ülkemiz ve milletimize hayırlı olsun. Yapacağınız
yoğun ve yorucu çalışmalar için Hükûmetim ve şahsım adına sizlere
tekrar teşekkür ediyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri
5 Aralık 2006 tarihli 27’nci Birleşim’de alınan karara uygun olarak
bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.
Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki
görüşmelerde, siyasi parti grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda
süre, Hükûmetin sunuş konuşması hariç birer saat -bu süre, birden
fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalarda
onar dakikadır.
Şimdi, bütçenin tümü üzerinde,
grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla
okuyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına,
Genel Başkan ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal, Adalet ve
Kalkınma Partisi Gruba adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nazım
Ekren, Anavatan Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Isparta Milletvekili
Sayın Erkan Mumcu.
Şahısları adına, bütçenin lehinde,
Isparta Milletvekili Sayın Mehmet Emin Murat Bilgiç; şahısları adına,
bütçenin aleyhinde, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Elâzığ Milletvekili
Sayın Mehmet Kemal Ağar.
Şimdi, söz sırası, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Antalya Milletvekili Sayın
Deniz Baykal’ındır.
Sayın Baykal, buyurun efendim.
(CHP sıralarından ayakta alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2007 yılına ilişkin bütçe tasarısının
Genel Kurulumuzdaki görüşmelerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına katılıyorum. Bu vesileyle, Sayın Başkanı ve milletvekillerimizi
içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. Bu bütçenin, milletimize
hayırlı olmasını, yararlı olmasını diliyorum.
Bu bütçe vesilesiyle, Türkiye’mizin
ekonomik durumunun, uluslararası ilişkilerinin, siyasetinin
bir genel değerlendirmesini yapma fırsatını da bulabileceğimizi
umut ediyorum. Bu çerçevede, bu bütçe görüşmelerine iyi dileklerle
başlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe
AKP İktidarının beşinci bütçesidir. Bu bütçe, IMF’yle uzun bir süreden
beri sürdürülmekte olan anlaşmaların ve verilen niyet mektuplarının
uygulanması sadedinde hazırlanmış olan bir bütçedir. Bundan önce,
bu doğrultuda, bu Meclis seçilip göreve başlamadan önce, IMF’yle kurulan
ilişki doğrultusunda bir istikrar programı uygulanmaya çalışılıyordu.
Bu istikrar programının, şimdi AKP İktidarındaki beşinci yıl bütçesine
giriyoruz. AKP İktidarından önce de, gene istikrar programının
iki yıllık bir uygulama dönemi vardır.
Değerli arkadaşlarım, bu istikrar
programının amacı, Türk ekonomisinin enflasyon üreten yapısını,
özelliklerini değiştirmek ve Türk ekonomisini enflasyon sorunundan
çekip çıkarmak, bir mali istikrarı ortaya koymak ve Türk ekonomisinin
dış borçlarını ödeyebilir hâle gelmesini sağlamak, borç üretmeyen
bir ekonomiyi şekillendirmek, sürdürülebilir bir büyümeyi güvence
altına alacak politikaları ve altyapıyı hazırlamak, sürdürülebilir
bu büyüme çerçevesi içinde de Türkiye’de işsizlik sorununun yenilmesine
yardımcı olmak, insanlarımızın iş bulabildiği, refahın arttığı,
enflasyonun emekleri ve tasarrufları tüketmediği, Türkiye’nin
dış dünyaya sürekli ve artan borç bağımlılığının ortadan kaldırılabildiği
bir ekonomik yapıya ulaşmak. Bu doğrultudaki çalışmanın yedinci
yılını geride bırakıyoruz. Yedi yıldır bu böyle sürdürülüyor,
beş yılı da, şimdi, bu Hükûmet tarafından sürdürülmüş olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu uygulamanın
sonucunda geldiğimiz aşamayı, öyle sanıyorum ki, açık bir kafayla,
gerçekçi olarak, doğru bir biçimde değerlendirmemize ihtiyaç vardır.
Ekonomimizin temel sorunu olarak
enflasyon tespit edilmişti. Enflasyonla mücadele doğrultusunda
çarpıcı sonuçların alınmış olduğu bir gerçektir. Gerçekten de, daha
2002 seçimleriyle bu Hükûmet iş başına gelmeden, Türkiye’de yüzde
70’in üzerindeki enflasyon, 2002 yılı sonu itibarıyla yüzde 30 düzeyine
indirilebilmişti. Yani, 2001 yılında alınan tedbirlerle, 2002 yılı
uygulamasıyla, bir yıl içinde enflasyon, daha biz Meclise gelmeden,
bu Hükûmet iş başına gelmeden, yüzde 70’lerin işaretlediği düzeyden
yüzde 30 düzeyine indirilebilmişti. Şimdi, dört yıldır, bu yüzde
30 düzeyindeki enflasyonu indirmeye çalışıyoruz. Şu anda geldiğimiz
nokta, kasım ayı sonuçları itibarıyla ifade ediyorum, yüzde 10’lar
civarıdır. Yüzde 10 civarında bir enflasyon noktasına, dört yılda
yüzde 30’dan yüzde 10’a indirdik, bir yılda, birbuçuk yılda, yüzde
70’ten enflasyon yüzde 30’a indi.
Enflasyon indikçe, daha aşağı indirmek
elbette daha güç olur, kuşku yok, başlangıçta daha kolay iner, ama,
şimdi geldiğimiz noktada, öyle sanıyorum ki, Türkiye’deki ekonomik
durumun verdiği işaretleri doğru değerlendirmemiz lazım. Buna
baktığımız zaman ne görüyoruz? Şimdi, önce, ilk görülen şu: Enflasyon
artık kolayca düşebilir olmaktan çıkmıştır. Geride bıraktığımız
beş yıllık dönem içinde, her yıl enflasyon bir öncekinin altında gerçekleşirken,
ilk kez, şimdi, bu yıl, enflasyon bir önceki yılın altında değil üstünde
gerçekleşmiştir. Yani, 2006 yıl sonu enflasyonu, 2005’in yıl sonu enflasyonunun
üzerindedir. Kasım ayı itibarıyla rakamları bir kez daha hatırlatayım.
Bildiğiniz gibi, üretici fiyatlarıyla enflasyon 11,67 artmıştır,
tüketici fiyatlarıyla 9,86 artmıştır kasım ayı itibarıyla, on iki
aylık süre içinde. Bu rakamlar 2005 yılında gerçekleşen rakamların
üstündedir. 2005 yılında üretici fiyatlarıyla gerçekleşen enflasyon
2,66 idi. Dikkatinizi çekerim, 2,66 idi. Bu yıl 11,67 olmuştur. Tüketici
fiyatlarıyla enflasyon bu yıl 9,86 olmuştur, geçen yıl 7,61 idi. Yani,
üretici fiyatlarıyla enflasyon 9 puanın üzerinde hızlanmıştır, tüketici
fiyatlarıyla enflasyon 2,25 puanlık bir hızlanma sergilemiştir.
Bu enflasyondaki düşme eğiliminin
durması, beş yıldan beri devam eden düşme eğiliminin durması ve tersine
bir artışın ortaya çıkmaya başlaması nereden kaynaklanıyor, bunu
anlamamız lazım. Türkiye’nin enflasyonla mücadele iradesinde bir
zafiyet yok; Hükûmetin alıp izlediği politikaların enflasyonu indirmeye
yönelik niteliğinde bir zafiyet yok. Hükûmet her türlü gelir politikasını,
Hükûmet her türlü yatırım politikasını enflasyonu indirme amacına
göre endekslemiş. Türkiye’de tarımsal ürünlerin fiyatlandırılması,
gelir politikası, işçi ücretleri, memur maaşları, emekli maaşları,
“Enflasyonu indireceğiz,” diye baskı altına alınmış. Türkiye, altıncı
yıl yüzde 6,5’luk bir faiz dışı fazla verme iddiasını sürdürmüş, başarıyla
da gerçekleştirmiş. Faiz dışı fazla ortada, yüzde 6,5. Dünyada rekor.
Bu kadar sürekli gerçekleştirmiş başka bir ülke yok. Tarımsal ürün
fiyatları bastırılmış, emekli maaşları bastırılmış, memur maaşları
bastırılmış, işçi ücretleri bastırılmış, yatırımlar askıya alınmış,
GAP unutulmuş, bu dönemde hiçbir ciddi entegre elektrik enerjisi üretim
tesisinin temeli dahi atılmamış, yatırım bakımından bir hareketlenme
yok, Türkiye’nin bütün gücü enflasyonla mücadele için seferber edilmiş;
fakat, enflasyon geçen yılın üzerinde gerçekleşmiş. Şimdi, bunu görmezlikten
gelmek, bunu ihmal etmek çok yanlış olur diye düşünüyorum. Bu konuya,
bir defa, herkesin dikkatini çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de
enflasyonla mücadelede ihmal yok, fakat, içine girilen bir yeni tıkanıklık
var, bu tıkanıklığı anlamamız lazım. Bakınız, şu görüldü ki, artık,
Türkiye’de enflasyonla mücadele sadece maliye ve para politikalarıyla,
sadece mali tedbirlerle indirilebilir olmanın sınırına gelmiştir.
Türkiye’de enflasyonu belirleyen en temel unsur kur olarak ortaya
çıkmaya başlamıştır. Kur, Türkiye’de enflasyon bakımından en belirleyici
olay olmuştur. Mayıs ayında yaşanan dalgalanma, kuru biraz yukarıya
çekmiştir; o dalgalanma, doğal olarak, enflasyonun aşağıya inmesine
fırsat vermemiştir. Şimdi geldiğimiz noktada kurun, Türk ekonomisine
iki yönlü etkisi işliyor. Bu etkilerden birisi, enflasyonun belirlenmesine
yardımcı olan etkisidir. Eğer biz, Türk lirasını değerlendirirsek,
doları düşürürsek enflasyonu da düşürüyoruz, ama, bunun bir başka
bedeli ortaya çıkıyor. O da, Türkiye’nin dış ticaret dengesini etkilemesi,
cari açığını etkilemesi. Eğer dolar düşük olursa, ithalatı teşvik
ediyorsunuz, dış ticaret açığı tehlikeli biçimde yükseliyor, cari
açık patlıyor. Yani, öyle bir noktaya geldik ki, Türkiye’de, bugün,
kur,enflasyon ve cari açık arasında tersine çalışan bir ilişkinin dayanak
noktası hâline gelmiştir. Bir tarafı olumlu etkiliyor, bir tarafı
olumsuz etkiliyor. Bu açmazın aşılması lazımdır.
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
geldiğimiz noktada nasıl bir tıkanıklıkla karşı karşıyayız: Enflasyonun,
geçen yılın üzerinde bir noktada kronik hâle gelir bir manzara sergilemesi
ve Türkiye’de nominal faizlerin yüzde 22 civarında kendisini göstermesi.
Ne zaman? Enflasyon hedefi daha bu bütçeyle yüzde 4 olarak ilan edilirken.
2007 için enflasyon yüzde 4 ama, faizler yüzde 22. Bu ne demektir? Reel
faizler, en azından, yüzde 13,5’un üzerinde demektir. Yüzde 13,5’luk
reel faiz ve orada tıkanma gerçek bir uyarıdır. Bu yüzde 13,5’luk reel
faizin, faizle, enflasyon hedefi arasındaki bu farkın açılmış mesafenin
anlamı nedir? Bunun anlamı, Türk ekonomisinin geleceğiyle ilgili
güven kaybıdır. Bu ekonominin böyle sürdürülebilir olduğu konusundaki
inancın artık zaafa uğramaya başlamasıdır. Bunun altında yatan temel
gerçek Türkiye’nin dış ticaret rakamlarında kendisi gösteriyor.
Değerli arkadaşlarım, övünüyoruz,
hepimiz dikkatle izliyoruz, gerçekten ihracat rakamlarımız artıyor.
Ama, bu kimseyi yanıltmamalıdır. İhracat rakamlarındaki artış,
ne yazık ki, ithalat rakamlarının çok daha hızlı artmasını zorunlu
kılmaya başlamıştır ve geldiğimiz noktada Türkiye’nin dış ticaret
açığı, on iki aylık esas itibarıyla, 52,5 milyar dolardır. Türkiye,
ilk kez 52,5 milyar dolarlık bir dış ticaret açığı vermiştir. Cari
açık 34 milyar doların üzerine çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu ne demek
oluyor? Bu, kuru, rakamları yorumlayabilmek için nereden nereye
geldiğimizi hatırlatmakta yarar var. 2002 yılında bu Hükûmet göreve
geldiği zaman Türkiye’nin dış ticaret açığı 14 milyar dolar düzeyindeydi,
şimdi, 52,5 milyar dolar düzeyine çıkmıştır. Cari açık 2002 yılında,
bu Hükûmet iş başına geldiği zaman 1,5 milyar dolar düzeyindeydi;
şimdi, 34 milyar dolar düzeyine çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
tam bu noktada söylemeliyim: Gerçekten çok çarpıcı bir manzarayla
karşı karşıyayız. Türkiye’de, cari açığın, ekonomik büyümenin gereği
olduğunu iddia eden çevreler vardır. Ama, öyle bir tabloyla karşı
karşıyayız ki, ekonomik büyüme uzun süredir devam eden, sürekli her
çeyrek yıllık dönemlerde ortaya çıkan ekonomik büyüme, artık kaygı
verici bir noktaya gelmiştir. İlk kez, ekonomik büyümenin en düşük
düzeyini bu yılın üçüncü çeyreğiyle ilgili olarak almış bulunuyoruz,
yüzde 3 düzeyine ilk kez düşmüştür, ama, bu düşme cari açıkta azalmaya
neden olmamıştır. Cari açık, ekonomideki büyüme daralmasına, küçülmesine
rağmen devam etmektedir.
Bakınız, Türkiye’de 1 birimlik
millî gelir büyümesi için her yıl daha fazla cari açık vermek zorunda
kalıyoruz. Öyle bir yapı gelişmiştir ki, bu izlenen politikalarla,
geldiğimiz noktada, 1 birimlik millî gelir artışı için, eskiden
olandan çok daha fazla cari açık vermek zorunda kalıyoruz. Bu cari
açık da, bildiğiniz gibi, sıcak para girişiyle sağlanıyor, özelleştirme
gelirleriyle sağlanıyor ve dış kaynak girişiyle bu gerçek hissedilebilir
olmaktan çıkma şansını elde ediyor, ama o tablo orada, o var olmaya
devam ediyor.
Bakınız, Türkiye’nin millî geliri,
2006 yılında, ilk dokuz aylık dönemde 27,2 milyar dolar artmıştır.
İlk dokuz ayda 27,2 milyar dolar artmıştır, ama bu dönemde cari açık
miktarı, bu dokuz aylık dönemde 25,5 milyar dolar olmuştur. Yani,
millî gelirin her 100 dolarlık büyümesi için, 2006 yılı gerçeğine dayanarak
söylüyorum, yüzde 94’lük bir cari açık verme zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, 2000 yılında,
yani krizin hemen öncesinde dahi bu oran yıllık temelde yüzde 66
idi, şimdi yüzde 94 düzeyine çıkmıştır. 2002’de 100 birimlik ekonomik
büyüme için 4,3’lük bir cari açık verilirken, 2003’ten itibaren çift hanelere
geçilmiştir ve 2003’te yüzde 13,8; 2004’de yüzde 25,9; 2005’de yüzde 37,5
cari açık verilmesi kaçınılmaz olmuştur. 2005’de 100 dolarlık büyüme
artışı için 37,5 dolarlık cari açık verilirken, 2006’nın ilk dokuz
ayında 100 dolarlık bir büyüme için 94 dolarlık bir cari açık verilmesi
kaçınılmaz olmuştur. Böyle bir yüksek platoya bu işin gelmesi Türkiye’de
ilk kez gerçekleşmektedir. 2000 yılını krize götüren ortamında gerçekleşen
oransal ilişkinin dahi 1,5 katına 2006 yılının dokuz ayında ulaşılmış
durumda.
Değerli arkadaşlarım, bu, dikkatle
üstünde durulması gereken bir tabloya dikkati çekiyor. Zaten, faizlerin
bir yerde tıkanıp kalmasının altındaki temel gerçek de işte buydu.
Merkez Bankası Başkanının kısa bir süre önce kamuoyuna yaptığı
“döviz geliri olmayanlar dövizle yatırım yapmasınlar” uyarısının
altında da işte bu tablo yatmaktadır. Yani, böyle bir uyarının anlamı,
Türkiye’deki kurun istikrarının garanti edilemeyeceği konusunda
bir uyarı niteliği vardır. Bunun ifade edilmek ihtiyacının hissedilmiş
olması, durumun ciddiyetini açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de,
bakınız, bu dış ticaret gelişmesi, asıl bütün bu olayların altında
yatan ana olaydır. 2002 yılında, iktidar iş başına geldikten sonra,
Türkiye’de ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 69,9 iken, şimdi,
geldiğimiz noktada, 2006 yılı sonu itibarıyla söylüyorum, yüzde
60,4 olmuştur. Yani, yüzde 60’ın altına inilmesi tehlikesi önümüzde
durmaktadır.
Bu tablo, tabii, Türkiye’deki borç
manzarasını da ciddi şekilde etkilemekte ve yansıtmaktadır. Türkiye’de
maalesef geride bıraktığımız dönemde borçlar azalmamıştır, artmıştır.
Türkiye’de kamu sektörünün iç ve dış borçlarıyla özel sektörün dış
borçları toplandığı zaman 375 milyar dolarlık bir miktar ortaya çıkmaktadır.
Bu iktidarın devraldığı güne bakıldığı zaman, 150 milyar dolarlık
bir artışı işaret etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo
sürdürülebilir bir tablo değildir. Yani, bu tabloyu, biz bu politikaları
biraz daha uygularsak, iki-üç yıl sonra değiştireceğiz diye bir umudu
beslemenin hiçbir haklı dayanağı yoktur. Maalesef, Türkiye, böyle
bir açmazın giderek daha çok dışarıya bağımlı olan, giderek daha
çok cari açık veren, cari açığını giderek daha çok sıcak parayla ve
borçla karşılayan bir ekonomik yapıya doğru sürüklenmektedir.
Türkiye’de ekonomi bir tüketim ve
borçlanma bağlantısına dayalı büyüme anlayışı içinde bugüne kadar
getirmiştir, şimdi büyüme de kendi içinde bir sıkıntının ortaya
çıkmaya başladığını bize göstermektedir. Bu tablo, tabii, sürdürülemez.
Dünyada kalkınan bütün ülkeler dış ticaret açığı vererek değil,
tam tersine dış ticaret fazlası vererek kalkınmışlardır. Biz sürekli
olarak dış ticaret açığı veriyoruz, daha çok dış ticaret açığı veriyoruz,
ama verdiğimiz açığı kapatabiliyoruz. Verdiğimiz açığı borçlanarak
kapatabiliyoruz. Bu bize yapay bir sanal istikrar görüntüsü veriyor,
o istikrarın altında, temelde, Türkiye’nin her geçen gün daha çok yabancı
para girişine mecbur, mahkûm bir hâle dönüştüğü gerçeğini görüyoruz.
Bu tablo sürdürülebilir bir tablo değildir, bu, Türkiye’yi kendi
ayakları üzerinde kalkınmaya taşıyacak bir tablo değildir. Bunun
altında, Türkiye’deki yanlış yatırım politikası, yanlış sanayileşme
yapılanması gerçeği vardır. İzlenen politikalar, maalesef, Türkiye’nin
ekonomik yapısını ve sanayi yapısını daha da olumsuz yönde bozmuşlardır.
Ara malı ithalatı ihtiyacı her geçen gün daha çok artmıştır ve Türk
ekonomisi dışarıya bağımlı bir ekonomi hâline gelmiştir.
Bakınız, yine, çarpıcı olduğunu
düşündüğüm bir rakama dikkatinizi çekmek istiyorum. Daha az yatırım
yapıyoruz, daha az tasarruf ediyoruz, daha çok tüketiyoruz. 2003
yılında, Türkiye’de, toplam gelirin yüzde 26’sı tasarruf ediliyordu,
bugün yüzde 14’ü tasarruf ediliyor; yani, yarı yarıya azalmıştır.
Üç yıllık bir dönemde Türkiye’de tasarruf oranı yüzde 26’dan yüzde
14’e düşmüştür.
Türkiye’de tüketim 2003 yılında
yüzde 74 idi, şimdi yüzde 86’ya çıkmıştır. Bu yüzde 86’lık tüketim düzeyi,
bilmeliyiz ki, İrlanda gibi çok hızlı kalkınan, Japonya gibi çok
hızlı kalkınan, Fransa, Almanya, Amerika gibi ülkelerin tüketim
düzeyinin üzerindedir. Türkiye, daha çok tüketen bir ekonomi hâline
bu dönem içinde dönüştürülmüştür. Bunun yansıması, Türkiye’de kredi
ve borçluluk tablosu -sadece devlet bakımından değil, halk bakımından
da, şirketler bakımından da- kaygı verici bir noktaya bizi getirmiştir.
Türkiye’deki tüketim kredisi kullanımı bu dönem içinde 20 kat artmıştır
ve kredi kartı borçluluk düzeyi de 5 kat artmıştır. Bu, Türkiye’de,
halkın çok ciddi bir borçluluk tablosu içine girmiş olduğunu göstermektedir.
Türkiye’de büyüme var. Büyüme
borç üretiyor, cari açık ihtiyacı doğuruyor, büyüme işsizlik yaratıyor.
Sayın Bakan demin burada işsizlik rakamlarını söyledi. Değerli
arkadaşlarım, kimse kendisini aldatmasın. Bakın, geride bıraktığımız
dönem için söylüyorum: Son üç yılda, son dört yılda, Türkiye’de istihdam
ortamına giren insan sayısı 3,6 milyon olmuştur. Yani, nüfusun doğal
gelişmesi sonucunda on altı yaş üstü istihdam kesiminin içine giren
nüfus sayısı 3,6 milyon olmuştur. Bu dönem içinde yaratılan ek, ilave
iş gücü 446 binden ibaret kalmıştır.
Peki, nasıl oluyor da işsizlik rakamı
düşüyor diye burada konuşmalar yapılıyor? İş gücüne katılım oranı
Türkiye’de düşüyor. Yani, işsizliği içinde arayacağımız havuz değişiyor.
O havuzu küçülttükçe, işsizlik oranı da doğal olarak azalıyor. Bakınız,
Türkiye’de yüzde 52,5 düzeyindeydi iş gücüne katılım oranı. Hiçbir
şey değişmediği hâlde, bu son dönemde iş gücüne katılım oranı yüzde
47,8 düzeyine indirildi. Bu indirilince ne oluyor? İşsizlik oranı
düşüyor. Bunların hepsi kendi kendimizi aldatma niteliğinde düzenlemeler.
Acı gerçek odur ki, Türkiye’de, çok ağır bir işsizlik yaşanmaktadır ve
3 milyon 600 bin kişinin sadece 448 bin kişisi istihdam edilebilmiştir
bu son dönemde. 1 milyon 900 bin kişi tarımdan koparılmış ve sanayide,
hizmetlerde istihdam şartı yaratılamamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo,
bizi, ciddi sosyal sorunlarla da karşı karşıya bırakmaya başlamıştır.
Ülke, giderek daha az yatırım yapmak durumundadır, çünkü izlenen
politikanın talebi odur. Tarıma yönelik destek giderek daha azalmaktadır.
Burada, Sayın Maliye Bakanı birtakım
rakamlar verdi. Yani, o rakamlarla ilgili olarak şunu söylememiz
lazım: 2002 yılında 1 milyar 868 milyon destek yapılıyormuş, 2006 yılında
5 milyar lira yapılmış. Nasıl fiyatlar bunlar? Nominal fiyatlar. Reel
fiyatlara baktığımız zaman ne çıkıyor? 2006 yılı fiyatlarını esas
aldığınız zaman, 2002 yılında yapılan tarım desteği 4 milyar 460
milyon. Yani, ortadaki artışın, millî gelir artışı dikkate alındığı
zaman bir artış ifade etmediği ortada. Nitekim, millî gelirimizin
yüzde 1’ini tarıma destek olarak verme konusunda bir mutabakat sağlandığı
hâlde olamamıştır ve binde 7 düzeyinde ancak bir destek yapılabilmiştir.
Yani, bunlarla kendimizi aldatmanın
hiçbir yararı yoktur. Maalesef, acı gerçek odur ki, Türkiye tarıma
da, enerjiye de, eğitime de daha az kaynak ayırmaktadır.
GAP yatırımı unutulmuştur. Güneydoğu
Anadolu’nun rahatlamasına en çok yardımcı olacak, en temel bu proje,
dış telkinler doğrultusunda maalesef bir kenara itilmiştir ve orada
vatandaşların gelirini ciddi şekilde arttırabilecek sulama yatırımları,
bilinçli bir biçimde ihmal edilmektedir. Bunu, üzüntüyle tespit ettiğimi
söylemeliyim.
Gene, herhangi bir yanlış anlaşılmaya
meydan vermeden, açık ve resmî rakamı size söylüyorum: Mesela, millî
eğitim harcamaları, gayrisafi millî hasıla içinde 2001 yılına göre
2006 yılında azalmıştır. 2001 yılında gayrisafi millî hasılanın
2,9’u düzeyinde bir tahsis yapılırken, şimdi 2,66’ya inmiştir.
Bu çerçevede, gene, Sayın Maliye
Bakanı yabancı sermaye girişinin Türk ekonomisine yönelik bir güven
ifadesi olduğunu belirtiyor ve bunun Türk ekonomisinin kalkınmasına
çok ciddi katkı yapacağı umudunu dile getiriyor. Bunun da içyüzüne
Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve vatandaşlarımın dikkatini çekmek
isterim.
Değerli arkadaşlarım, doğrudur,
Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye rakamları, geride bıraktığımız
dönemde ciddi bir tırmanış göstermiştir ve 2006 yılında 14 milyar dolar
düzeyinde bir yabancı sermaye girişi sağlanmıştır. Ama, bunun ne
olduğuna biraz daha yakından bakınca şunu görüyoruz, size ben kalem
kalem vereyim: Ocak-ekim arasında doğrudan yabancı sermaye girişi:
Vodafone, telekomünikasyon konusundaki Vodafone 4 milyar 550
milyon dolar, Petrol Ofisinin satışı dolayısıyla 1 milyar 54 milyon,
Finansbankın Yunanlılara satışı dolayısıyla 2 milyar 774 milyon,
Başak Sigortanın satışı dolayısıyla 204 milyon, Başak Emekliliğin
satışı dolayısıyla 63 milyon, Denizbankın satışı dolayısıyla 2
milyar 437 milyon, gayrimenkul alımı dolayısıyla 2 milyar 700 milyon,
toplam 13 milyar 782 milyon. Nerede burada doğrudan iş yaratacak,
istihdam yaratacak, Türkiye’nin var olan üretim yapısını ileri götürecek,
Türkiye’de bir zenginleşmeye yardımcı olacak yabancı sermaye yatırımı?
Bu, Türkiye’nin pazarının paylaşılması niteliğinde bir yabancı
sermaye girişidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu, Türkiye’de var olan kuruluşları
geliştirmeye, büyütmeye değil, onların yerini almaya, onların
orta ve uzun dönemde Türkiye pazarı üzerindeki egemenliğini paylaşmaya
yönelik, bu nitelikte girişimlerdir. Maalesef, bizim aradığımız,
beklediğimiz yabancı sermaye, doğrudan yabancı sermaye yatırımı
bu değildir. O nitelikte gelmek üzere olan bir Hyundai yatırımı, maalesef,
kaçırılmıştır, şimdi Çek Cumhuriyeti’ne gitmiştir. Onun gibi yatırımlar,
yeni üretim-yatırım niteliğinde olacak olan, istihdam yaratacak
olan, ihracatı artıracak olan, gayrisafi millî hasılamızın yükselmesine
yardımcı olacak yatırımları bunlardan ayırmak lazımdır.
Aynı şekilde, 2005’tekilere baktığımız
zaman da, gene, Garanti Bankası, Turkcell, Türk Telekom, Dışbank ve
Yapı Kredi Bankası satışlarından elde edilen 6,5 milyar dolarlık
bir kaynağın, 1 milyar 800 milyon dolarlık da gayrimenkul satışının
bulunduğunu böylece görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bunlar, bizi,
içinde bulunduğumuz durumu daha ciddi, daha sorumlu şekilde incelemek,
irdelemek sorumluluğuyla karşı karşıya bırakıyor. Olaya böyle
bakmamız lazımdır. Yoksa, kendimizi aldatmak, birbirimize propaganda
yapmak için gerçekleri saptırmak arayışı içine girersek, bunun kimseye
bir yararı olmayacağını bilmemiz lazımdır.
Bakınız, gene, Sayın Bakan uzun
uzun bize millî eğitimde, okullarda kitapların dağıtılmasıyla sağlanan
kolaylığa dikkatimizi çekti. Bunu Sayın Başbakan da, AKP sözcüleri
de, her vesileyle, gittikleri her yerde belirtiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, evet, kitap
dağıtılıyor. Bu kitap dağıtma işinin gerçeği nedir, ona bir ciddi
bakmak lazım. Buraya baktığımız zaman gördüğümüz şu: Bir değerli
arkadaşımız Millî Eğitim Bakanına sordu ve bu kitap dağıtma dolayısıyla
öğrenci başına yapılan harcamanın ne olduğunu öğrenmek istedi.
Bunun 15 milyon 800 bin liralık bir öğrenci başına katkı olduğunu
Sayın Bakan yazılı cevabıyla ifade etti.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, öğrenciye
15 milyon 800 binlik bir katkı yapılmış. Peki, ne olmuş buna karşılık?
Kayıt parası, katkı parası, silgi, tahta, kalem, ampul parası, sıra
parası, spor parası, karne, takdir, teşekkür, fotokopi ücreti, perde,
masa, örtü, temizlik parası, çalıştırma ücreti, kaloriferci maaşı
gibi çeşitli adlar altında para toplanmıştır.
Bakınız, gene -elimizde resmî belgesi
var- Erzurum’da, Mecidiye Anadolu Lisesinde, 20 Eylül 2006 tarihinde
-daha yeni yani- velilere gönderilen bir yazıda “2005-2006 öğretim
yılından beri, eleman yetersizliğinden dolayı, biri kaloriferci,
diğeri yardımcı hizmetli iki eleman çalıştırmaktayız. Gerek bu iki
elemanın maaşları, gerekse yıl boyunca yapacağımız diğer harcamaların
karşılanması için her velimizden 40 milyon lira bağışta bulunmasını
beklemekteyiz” diye resmî yazı vardır. Bu yazıyı da Sayın Bakan doğrulamıştır.
Değerli arkadaşlarım, eğitimin
manzarası da budur. Eğer bunun ötesinde daha bir aydınlanma istiyorsanız,
size Kars’ta, Iğdır’da, Ardahan’da çocukların kendi evlerinden getirdikleri
tezeklerle okulda ısındıklarını gösteren resimleri bilgilerinize
sunmak istiyorum. Öğrenciler okula geliyorlar. Kitap dağıtıyorsunuz,
ama, okulun sağlaması gereken ısınma ihtiyacını, okulun sağlaması
gereken günlük harcamaları velilerin vermesini bekliyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de
izlenen ekonomi politikasının yarattığı sonuçlara dikkatinizi
çekmek istiyorum. Pek çok alanda, özellikle tarım alanında, sosyal
güvenlik alanında çok ciddi sorunlar ve sıkıntılar kendisini göstermeye
başlamıştır.
Bu çerçevede, gelişmelere baktığımız
zaman, görülen şudur: Maalesef, izlenen politika, Türkiye’de, özellikle
çiftçilerimizi çok büyük sorunlarla, sıkıntılarla karşı karşıya
bırakmıştır.
Bakınız, bu iktidarın iş başına
gelirken en çok üstünde durduğu konulardan birisi bu idi. Çok açık,
somut taahhütler yapılmıştı. İşte mazotun vergilerinin indirilmesi
taahhüdü yapılmıştı, pancar kotalarının, tütün kotalarının kaldırılacağı
taahhütleri yapılmıştı. Bunların hiç birisi gerçekleşmemiştir
ve maalesef, bu dört yıllık dönem, Türk tarımı ve çiftçimiz açısından
bir çöküntü dönemi olarak yaşanmıştır.
Bu dönemde, gayrisafi millî hasılanın
ancak binde 7’si, 8’i civarında bir bütçe ayrılmıştır ve bu da, verimli
bir şekilde maalesef kullanılamamıştır. Kotalar kaldırılmamıştır,
şeker kotası aynen devam etmektedir ve Türkiye’de, bugün, çiftçi, 1
litre mazotu 2002 yılında 4 kilo buğdayla alırken, şimdi 7 kilo buğday
satarak alma durumuna girmiştir. Aynı şekilde, buna, gübre için
baktığımız zaman, traktör için baktığımız zamanda aynı tabloyu net
bir şekilde görmekteyiz. Çeltik, pamuk, ayçiçeği gibi temel ürünlerin
tümünde, çiftçi sıkıntıların içine sürüklenmiştir. 2002 yılında
çiftçi 10 kiloluk buğdayla bir piknik tüpü alabilirken, şimdi, aynı
piknik tüpünü, ancak, 17 kilo buğdayla alabilir haldedir.
Önceki yıl 250 bin lira olan zeytinyağı
primi, geçen yıl bu Hükûmet tarafından 100 bin liraya indirilmiştir.
Bu yıl zeytinyağı fiyatı 6 milyon liradan 3 milyon liraya düşmüştür
ve primi, gene, 110 bin lira olarak belirlenmiştir.
Bütün bunlar, tarıma, çiftçiye yönelik
yanlış, haksız ve adaletsiz uygulamaların somut örnekleridir.
Fiskobirlik’te yaşananları, artık,
herkes çok iyi biliyor, tam bir faciadır ve orada, maalesef, Fiskobirlik’e,
hak ettiği Destekleme Fiyat İstikrar Fonu kredisi verilmemiştir.
Don karşılığında resmen tespit edilen ödeme yapılmamıştır. 250 trilyon,
fındık üreticisinin bu devletten resmî alacağı vardır. Ama, bunların
hiçbirisi verilmemiştir, kredi verilmemiştir ve bugün, maalesef,
7 milyon liraya olan fındık 2 milyon lira civarına inmiştir ve bunun
sonucu olarak da, Türkiye, 1 milyar dolar civarında bir fındık ihracat
gelir kaybına sürüklenmiştir.
Değerli arkadaşlarım, “Refah seviyesi
artıyor mu artıyor mu çiftçinin?” konusunda, hep bu hesapları yapıyoruz,
bunlara dikkatinizi çekiyorum. Ama, bir başka yeni noktaya dikkatinizi
çekmek istiyorum: Bakınız, Türkiye’nin en verimli narenciye bahçelerinin
yer aldığı bölgelerde arazi fiyatları nereden nereye gidiyor, şunu
bir inceleyin. Yani, çiftçinin malı, çiftçinin yatırımı, yatırım
malı, sermayesi, toprağı, arazisi, nasıl bir değer kaybı içine giriyor?
Erzin’de, dört yıl önce bir narenciye bahçesinin dönümü 30-35 milyar
lira idi, şimdi, 7,5 milyar liraya alan yoktur.
Değerli arkadaşlarım, bu, çiftçinin,
narenciye üreticisinin içine girdiği sıkıntının yansımasıdır.
Orada, bahçenin fiyatı yoksa niye düşsün? Artık, kimseyi beslemiyor,
kimseyi zenginleştirmiyor, kimsenin güveneceği önemli bir kaynak
hâline dönüşememiştir.
2002 yılında, 60 dönüm greyfurdu
240 milyar liraya dalında satan adam, beş yıldır, şimdi, üç yıldır, dalında
narenciyesini satamaz hâldedir. “Cebimden para verip toplatarak
dereye döktüm.” diye arkadaşlarımız açıklamalar yapmaktadırlar.
Adana’da, üç yıl önce bahçenin dönümü
25-30 milyar lirayken şu anda 10-15 milyar liraya inmiştir. Finike’de
portakal bahçesinin dönümü 45-50 milyar liraydı, şimdi 30-35 milyara
düşmüştür. Finike portakalının fiyatının yüksek oluşu nedeniyle,
turistik değerinin gayrimenkule yansıması nedeniyle oradaki kayıp
daha düşük düzeyde ortaya çıkmıştır.
Bütün bunlara rağmen, Türkiye’de
çiftçilerin ciddi mali kuşatma, baskı altında olması durumu devam
ediyor. Bundan önceki bir bütçede yine konuşmuştuk, Sayın Başbakanla
tartışmıştık, bu bütçede de bir kez daha dikkatinizi buraya çekmek
istiyorum. Maalesef, çiftçilerimizin, icra takibi altında borçları
katlanarak artmaya devam etmektedir, bu konu hâlâ çözülebilmiş değildir.
Anapara miktarı 74 milyar olan çiftçi borcu 234 milyar liraya çıkmıştır,
74 milyarlık borç 234 milyara çıkmıştır ve icra takibatına maruz
kalmış çiftçilerimizin bütün belgeleri işte buradadır. 2 milyar
215 milyonluk bir borcun 11 milyar 682 milyona çıktığı açıkça burada
da gözükmektedir.
Değerli arkadaşlarım, tarımdaki
manzara bu. Hâlbuki, Acil Eylem Planı’nda bu konuda çok net öneriler
yapılmıştı. “Hayvancılık desteklenecek” denilmişti, ette kilo başına
verilen teşvik primi önce 1 milyondan 500 bine indirildi sonra o
500 bin de kaldırıldı. Türkiye’nin dört bir yanından, hayvancılık yapan
kooperatifçiler feryat ediyorlar.
Değerli arkadaşlarım, girdi fiyatları
olağanüstü bir şekilde yükselmeye devam ediyor. Sadece mazottaki
dört yıllık artış yüzde 84. Bunun “ne yapalım, mazot fiyatları artıyor
ondan dolayı, dünyadaki petrol fiyatları artıyor ondan dolayı bu
artış ortaya çıkıyor” diye değerlendirilmesi doğru değildir. Bu
artışın altında, ÖTV ve KDV konusunda bu Hükûmetin izlediği aşırı
vergilendirme politikası yatmaktadır. Yoksa, gerçek petrol fiyatının
artışının böyle yansıması mümkün değildir. Zaten, onun içindir ki,
dünyada en pahalı mazotu Türkiye’de çiftçi kullanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo
böyle devam ediyor. Ama, maalesef, başka bazı sorunlar, sıkıntılar
da hızla gelişiyor. Bunların başında, hiç kuşku yok, Türkiye’de, kayıt
dışı ekonominin, artık, kayıtlı ekonomiye eşit bir noktaya gelmiş
olması gerçeği yatıyor. Bu, dürüst çalışan iş adamlarını, kayıtlı
çalışan işçileri, çok ciddi şekilde haksız rekabete tabi tutuyor
ve bu doğrultuda, tek başına iktidar olan bir hükûmet olarak, hiçbir
girişimin yapılmamış olmasını anlamak mümkün değildir. Geçenlerde,
Devlet Bakanı samimiyetle itiraf etti “hiçbir şey yapmadık” diye.
Niye yapmadınız? Türkiye’de, bu konuya el atmak için daha neyi bekliyoruz?
En uygun siyasi şartlar elinizde. Derhâl el atılması lazım. Buna el
atmadan, Türkiye’de vergi sorunu çözülmez, sosyal güvenlik sorunu
çözülmez. Bütün sorunların anası bu. Buraya bir ciddi yaklaşım geliştirmek
mecburiyeti vardı. Fakat, maalesef, bu yapılmamıştır.
Şimdi, bu kayıt dışı ekonominin
yanı sıra başka bir olay var, ona dikkatinizi çekmek istiyorum: AKP
İktidarı döneminde, Türkiye’de, bir kaçakçılık sektörü ortaya
çıktı, kaçak ekonomi sektörü ortaya çıktı; kayıt dışını söylemiyorum,
kaçak ekonomi sektörü ortaya çıktı. Gerçekten, fevkalade vahim
bir manzara oluşturuyor. Çok çarpık bir düzen ortaya çıkmıştır. Akaryakıttaki
kaçakçılığa baktığınız zaman -Meclisteki araştırma komisyonumuz
bunun tespitini yapmıştır- 8 milyar dolarlık bir kaçak akaryakıt
sektörü bu iktidar döneminde gelişmiştir. 2,5 milyar dolarlık bir
vergi kaybı demektir. Bu, bu sektörün, bu kaçakçılık olayının, her
türlü ciddi tedbirle bertaraf edilmesi mecburiyetini açıkça ortaya
koymaktadır. Yani, akaryakıta baktığımız zaman bunu görüyoruz.
Bunun dışında, sigaraya baktığımız zaman, aynı şekilde görüyoruz;
içkiye baktığımız zaman, aynı şekilde görüyoruz. Bu Hükûmetin izlediği
politikalar, sigarada ve içkide bir ciddi kaçak sektörün gelişmesine
neden olmuştur.
Tütün Üst Kurulunun resmî verilerine
göre, sektörün yüzde 30’u kaçaktır. Çayda, aynı şekilde kaçak bir
sektör vardır, paralel sektör vardır. Türkiye’de 30 milyon adet cep telefonunun
kayıt dışı olduğu, artık, herkesin bildiği bir gerçek hâline gelmiştir.
Cep telefonu kaçak, petrol kaçak, içkisi, sigarası kaçak, çay kaçak,
şeker kaçak; 10 binlerce ton kaçak şeker Güneydoğu Anadolu’dan Türkiye’ye
geliyor ve 4,5 milyon insan kayıt dışında çalışıyor, sosyal güvenlikleri
yok. Değerli arkadaşlarım, bu, sağlıklı bir manzara değil, bir çözülme
tablosudur bu. Bu çözülme tablosu, Türkiye’yi çok ciddi ekonomik,
sosyal, ahlaki bunalımlarla, sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır.
Bakınız, bu tablo, Türkiye’de kaçak
sektörün yanı sıra bir de YİMPAŞ problemi var. Bu da ekonominin bir
büyük yarası konumundadır. Bu konuda da, maalesef, hiçbir ciddi girişim
yapılmamıştır. Burada, iyi niyetli, temiz, masum vatandaşlarımızın
duyguları, inançları istismar edilerek, en yakışıksız biçimde istismar
edilerek, 10 binlerce insanımızın bir ömür boyu gerçekleştirdikleri
tasarruflar ellerinden alınmış ve 5 milyar euroluk bir birikim açıkça
talan edilmiştir.
Bu konuda, Mecliste, bir araştırma
komisyonu kurulmasını başarabildik, ama, araştırma komisyonunun
ortaya koyduğu önerilerin, maalesef, uygulanmadığını görüyoruz.
Bu konuda gerekenler yapılamamıştır. Yani, bakınız, Sermaye Piyasası
Kurulunca, 2003 yılında, bu konuda hazırlanıp Başbakanlığa gönderilen
yasa tasarısı sümen altı edilmiştir, niçin?
Şimdi, açıkça soruyorum ve yanıt
bekliyorum: Paraları yurt dışında hortumlanan bu vatandaşlar, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı değiller miydi? Bu paraları toplayanlar
arasında AKP milletvekilleri var mıydı yok muydu? Hâlen AKP belediye
başkanlığı yapanlar, AKP il ve ilçe örgütlerinde çalışanlardan para
toplayan kaç kişi vardır? Hâlen bakan olarak görev yapan kaç milletvekilimiz
bu holdinglerde etkinliklere katılıp bu şirketlere destek vermiştir?
Bu destek, söz konusu şirketlerle ilgili olarak dava açılan yıllarda
da devam etmiş midir? Bunların mutlaka cevaplandırılması lazımdır.
“Efendim, bunların AKP’yle ilişkisi yoktur.” diye konuyu geçiştirmek
mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
Sermaye Piyasası Kurulunun gönderdiği yasa teklifi niçin sümen
altına atıldı? Bu holdinglerle ilgili davaların daha kısa sürede
sonuçlandırılması için niçin herhangi bir önlem alınmadı? Türkiye
Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonu raporundaki öneriler niçin
yerine getirilmedi? Bu önlemleri alma konusunda, hangi güç frenlemiştir,
engel yaratmıştır? İmar Bankası olayında, hukuku bile zorlayarak
düzenlemeler yapıldı. Bu olayda mağdur olmuş binlerce insan var, bu
insanların haklarını daha kolay alabilecekleri bir yasal düzenleme,
maalesef, yapılmamıştır ve bunun da çok ağır sorumluluğu vardır.
Değerli arkadaşlarım, ekonomimizin
bu sorunlarının yanı sıra, maalesef, ekonomimizde görmezlikten
gelemeyeceğimiz çok ciddi bir yolsuzluk sektörü de gelişmektedir;
Kaçak sektörünün ötesinde bir yolsuzluk sektörünün de, Türkiye’de,
ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Bu yolsuzluk sektörü, yeni bir
olay değil; bu iktidar iş başına gelmeden önce de vardı, bu iktidardan
sonra da devam etti ve maalesef, hızlanarak devam etti.
Şimdi geldiğimiz noktada, bu konularda
hepimizin aydınlanma ihtiyacı var. Bakınız, bu Hükûmetin iş başında
bulunduğu dönemde bir “Ak Enerji” problemi çıktı, yani, müteahhit-milletvekili-bürokrat
ilişkisinin Türkiye’de ne gibi büyük kayıplara yol açtığı ortaya
çıktı. Resmî rakamlar, bu olayın 2,5 milyar dolarlık bir bedeli olduğunu
ortaya koyuyor. Ne yapıldı bu konuda? Dava devam ediyor. Değerli
arkadaşlarım, bunlar, maalesef, örtbas edilmişlerdir.
Ofer’le ilgili iddialar, TÜPRAŞ’ın
yüzde 14,76’sının şaibeli bir biçimde satılmış olması, bu satıştan
dolayı 700 milyon dolarlık bir kaybın, hazine kaybının ortaya çıkmış
olması ve bu satışın hukuk dışı olduğunun yasal bir kararla, mahkeme
kararıyla kesinleşmiş olması, öyle anlaşılıyor ki, bu iktidarı
hiç ilgilendirmiyor. Bunları, tabii, üzüntüyle tespit ediyoruz.
Şimdi, bunlara ek olarak yeni bir
tablo var, ona dikkatinizi çekmek istiyorum: Bu Parlamento döneminde,
bu çalışma yılı içinde, bir “Ali Dibo”
olayı çıktı. Bu olay, AKP’nin örgüt birimlerinin, devletin ihalelerini
istedikleri biçimde yönlendirmek üzere nasıl iş birlikleri yaptığını
ortaya koyan bir tabloyu önümüze getirdi. Olayın içinde yer alan insanlar,
bir değerli o zamanki AKP milletvekili, AKP ilçe örgütünde görev
yapan insanlar, bunlar, çıktılar, infiallerini, isyanları ortaya
koydular. Dediler ki: Kesinlikle kabul edilemez, çok yakışıksız
bir uygulama yürüyor, buna derhâl el koymalıyız ve bunun üzerine yürümeliyiz.
Bu doğrultuda, bir milletvekili harekete geçti ve önce grubunda
parti yöneticileriyle bu konuyu müzakere etti, onların dikkatini
çekti. “Belge getir.” Dediler, belge getirdi, “işte belgeler.” dedi.
“Bu belgeleri biz yorumlayamayız, hukuk bu konuda konuşsun, yargı
karar alsın.” dediler. Bu konuda Türkiye’nin en yetkili kurumu, İhale
Kurumu, inceledi ve bu yapılmış olan 186 ihalenin 145’inin mevzuata
aykırı olduğunu Türkiye İhale Kurumu tespit etti.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu
tablo karşısında, bu olayı örtbas etmek isteyenler, böyle bir olay
yokmuş gibi davranmayı tercih edenler acaba ne düşünüyorlar, çok merak
ediyorum. Yani, yolsuzluklara karşı mücadele anlayışıyla bu tabloyu
bağdaştırmak imkânı var mı? “Benim yolsuzluk yapan örgütüm benim himayemdedir;
ben, benim örgütümün dışındaki yolsuzluklarla ilgilenirim.” Bu
anlayışla, yolsuzluk mücadelesi başarıya ulaştırılabilir mi?
Bu, içinde bulunduğunuz çelişkiyi ortaya koyuyor, yolsuzluk konusunda
içinde bulunduğunuz tutarsızlığı ortaya koyuyor. Bu, bizim için
şaşırtıcı değil. Niye şaşırtıcı değil? Çünkü, seçime girerken Sayın
Başbakanla birlikte kamuoyu önünde çıktık, söz verdik: “Milletvekili
dokunulmazlığını kaldıracağız.” dedik. Ama, aradan dört yıl geçti,
milletvekili dokunulmazlığını kaldırma niyetinde olmadığınız
ortaya çıktı. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
bu konuyu başka türlü çözmek olanağı yoktur. Yapılması gereken iş
çok açıktır: Derhâl, milletvekili dokunulmazlığı konusunu yeniden
ele alacağız. Bu olmadan, bu konuyu çözmek mümkün değildir. Çünkü,
hepimiz biliyoruz ki, Türkiye’de yolsuzluklar bir sacayağının iş
birliğiyle yapılıyor. Bu sacayağının içinde, hiç kuşku yok, haramzade
iş adamı, aç gözlü bürokrat ve ahlaksız siyasetçi vardır. (CHP sıralarından
“Bravo” sesleri ve alkışlar, Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Hiç kuşku yok. Bu sacayağını kırmadan bir yere gitmek imkânı da yoktur.
Bu sacayağının kırılacağı yer, ahlaksız siyasetçi ayağıdır.
Onun, bir an önce kırılması lazım.
MUSTAFA CUMUR (Trabzon) – Elin öbür
tarafı göstermiyor, niye hep bu tarafı gösteriyor?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu konuda
kararı siz isterseniz alacağız da, onun için. Ne duruyorsunuz, söz
verdiniz, hadi getirelim önergeyi, hep beraber değiştiriverelim
dokunulmazlıkların kaldırılması konusunu. (CHP sıralarından alkışlar,
AK Parti sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
bu konu Türkiye’nin temel konusu olmaya devam ediyor. Maalesef, gelinen
noktada hiçbir ciddi girişim yapılmamıştır. Biz, dokunulmazlıklar,
falan için kalksın, filan için kalkmasın demiyoruz; herkes için kalksın,
hepimiz için kalksın; Başbakan için de kalksın, benim için de kalksın.
Hodri meydan! (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
şimdi yeni tür yolsuzluk gelişmeleri var. Onlara dikkatinizi çekmeye
çalışıyorum. Bu “Ali Dibo” işi öyle. Ali Dibo sadece Hatay’ın işi değil,
her tarafta, her tarafta var.
Şimdi, başka bir şeye dikkatinizi
çekmek istiyorum: İmar yolsuzlukları. Gün geçmiyor ki, İstanbul Belediyesinde
alınan imar kararlarıyla çok büyük rant transferleri bir yerden başka
yere yapılmasın. Bunun arkasında ne var? Bu sadece İstanbul ölçeğinde
ele alınan bir konu mudur? Bunun bir Ankara ayağı var mıdır? Bu kadar
büyük rant transferini yapanlar, İstanbul Belediyesinin Belediye
Meclis üyelerinden mi ibarettir? Onlara bu gücü, bu yetkiyi, bu desteği
veren acaba kimdir? Bunların soruşturulması lazım, ortaya çıkarılması
lazım. Bir karar alınıyor, 7 milyon dolara alınmış olan arazi, Belediye
Meclisinde alınan bir kararla 70 milyon dolara çıkıyor, 25 milyon
dolarlık bir arazi, 300 milyon dolara çıkıyor, 25 milyon dolarlık arazi.
Her geçen gün, gazetelerde bunu görüyorsunuz. Bugün, gene var gazetelerde
böyle olaylar.
Değerli arkadaşlarım, bunlar
utanç verici olaylar, üzüntü verici olaylar. Bilmeliyiz ki, Türkiye’de
insanlarımız çok büyük bir ekonomik sıkıntı içinde dürüst, namuslu
ve şerefli kalmak için büyük bir mücadele veriyorlar. Onlar bu mücadeleyi
verirken, bu kadar büyük haksız rant transferlerinin en arkasından,
perde arkasından yapılması, yapılmasına göz yumulması, yapanlarla
iş birliği içinde olunması Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışmıyor.
Kimseye yakışmıyor. Lütfen, bu konuda bir an önce harekete geçelim.
Derhâl milletvekili dokunulmazlığını kaldıralım. (CHP sıralarından
alkışlar) Herkes hesap verebilir hâle gelsin.
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’de ekonominin gidişatıyla ilgili
bir kaygının, bir olumsuzluğun şekillenmekte olduğunu hep beraber
görüyoruz. Ne yazık ki, bunu yeterince değerlendiremeyen arkadaşlarımın
bulunduğunu görüyorum, ama, bir kez daha, ben, sizin dikkatinize,
bu tablodaki çarpıcı gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bakınız, Sayın Başbakan diyor ki:
“Eğer vatandaşın ekonomik refahı 2002’ye göre daha ileri gitmemişse
bize oy vermesin.” Şimdi, bu tablo nedir? Bunu nasıl ölçeceğiz? Neyle
ölçeceğiz? Kim bunun cevabını verecek? Vatandaş kendisi verecek
tabii de, neye dayanarak ölçeceğiz? Yani, bu konuda size yardımcı
olacak bir bilgiyi dikkatinize sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Merkez Bankasıyla
Türkiye İstatistik Kurumu, belli aralıklarla vatandaşın ekonomik
hissiyatıyla ilgili durum değerlendirmesi yaparlar. 2003 Aralık
ayında vatandaşa soruyorlar bu resmî kurumlar: “Altı ay öncesine
göre satın alma gücün daha mı iyi daha mı kötü?” Aralık 2003’te “daha
iyi” diyenlerin oranı yüzde 24, “daha kötü” diyenlerin oranı da yüzde
27; 2003.
Aynı soru 2006 yılında soruluyor:
“Satın alma gücüm altı ay öncesine göre daha iyi.” diyenlerin oranı
yüzde 24’ten yüzde 12,4’e düşüyor, “daha kötü” diyenlerin oranı ise
yüzde 27’den yüzde 43,4’e çıkıyor. Bu, vatandaşın kendi durumuyla ilgili
devlet resmî makamlarına yaptığı değerlendirme.
Değerli arkadaşlarım, gelecek
altı aylık dönemde satın alma gücüyle ilgili bekleyişini de bilginize
sunayım: Aralık 2003 tarihinde, bu soruya vatandaşların yüzde
32,8’i “daha iyi olacak” diyor, yüzde 19,2’si “daha kötü olacak” diyor.
Eylül 2006’da, “Gelecekte benim satın alma gücüm daha iyi olacak.” diyenin
oranı yüzde 32,8’den yüzde 14,3’e düşüyor, “daha kötü olacak” diyenlerin
oranı yüzde 19,2’den yüzde 38,3’e çıkıyor.
Değerli arkadaşlarım, bu, Türkiye’de
vatandaşın ekonomik durumuyla ilgili hissiyatını çok açık, çok
net bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu tablo, tabii, işsizlik, yoksulluk,
yolsuzluklar manzarasıyla birlikte değerlendirildiği zaman, Türkiye’de
yeni bir anlayışın bir an önce ortaya konulmasına yönelik bir ihtiyaç
kaçınılmaz bir biçimde kendisini gösterir.
Değerli arkadaşlarım, bu ekonomik
tabloyu çerçeveleyen siyasi ortama da dikkat etmek durumundayız.
Yani, bu ekonomik ortamda hangi dinamikler işliyor? Nereden nereye
geliyoruz? Enflasyon nasıl tıkanmaya başladı? Reel faizler nasıl
yukarı bir düzeyde ortaya çıktı? Nasıl, büyüme hızında bir düşme
kendisini gösteriyor? Nasıl, çari açık kaygı verici, taşınamaz
bir düzeye geldi? Nasıl, dış borçlar, iç borçlar, kamu sektörünün ve
özel sektörün borçluluk durumu kaygı verici bir noktaya yükseldi?
Bütün bunları değerlendirirken, Türkiye’de siyaset nereye gidiyor,
nasıl gidiyor ona da bakmamız lazım.
Tabii, bunu söylediğimiz zaman
önümüze gelen konu, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir seçim,
erken seçim tartışması.
Değerli arkadaşlarım, bakınız…
AHMET YENİ (Samsun) – Zamanında
yapacağız onu.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Anlıyorum,
sizi çok iyi anlıyorum.
Buradaki tablo nedir? Hepimiz
bir görev yapıyoruz. Türkiye’nin durumu ve geleceğiyle ilgili hepimiz
tarihe karşı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, affedersiniz,
efendim, bir saatlik süreniz bitti. Konuşmanızı tamamlayabilmeniz
için size on dakika ek süre veriyorum.
Buyurun efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sayın Başkan,
sizi de yormak istemiyorum. Verebileceğiniz azami süreyi verseniz
de, ben, o süre içinde kendimi tanzim etsem.
Sayın Maliye Bakanına bir buçuk
saati…
BAŞKAN – Çok haklısınız, ama, genel
kuraldır.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Anlıyorum.
BAŞKAN – Hükûmetin bütçeyi sunuş konuşması süreye
tabi değil.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Genel Kurul
dinlemek istiyor efendim.
BAŞKAN – Siz lütfen karışmayın
efendim, ben biliyorum işimi.
Danışma Kurulu gereğince, sizin
ve diğer siyasi parti liderlerimizin konuşması bir saat. Ancak,
soruyorum, konuşmanızı tamamlayabilmeniz için ne kadar süreye
ihtiyacınız var?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yani, sizin
bir yarım saati en azından vereceğinize güveniyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN– Size son defa ve tam olarak
yirmi dakika ek süre veriyorum. Lütfen konuşmanızı tamamlayın
efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanlığı
seçiminin Türkiye’de, her zamankinin ötesinde bir ilgi ve heyecan
konusu hâline dönüştüğünü görüyoruz. Bu, niçin böyle oluyor, bunu
anlamaya çalışmamız lazım. Niçin Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı konusu,
her defasından daha farklı olarak, şimdi bir önemli gerilim konusu
hâline dönüşmeye başlamıştır? Bu, sadece, siyasi tartışmanın bir
parçası olarak izah edilebilir bir olay olmaktan ötede bir anlam taşıyor,
bunu doğru anlamamız lazım.
Değerli arkadaşlarım, buradan
baktığımız zaman görülen şudur: Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı, hiç
kuşku yok ki, Anayasa’mızın etkin bir şekilde işletilebilmesi, Anayasa’mızın
inançla sahiplenilebilmesi, savunulabilmesi açısından en önemli
sorumluluk noktasıdır. Yani, Anayasa’mızın zirvesinde bir mercidir
ve oradan, Anayasa’yı sahiplenme, Anayasa’ya inanma, Anayasa’yı kucaklama,
Anayasa’nın öngördüğü şekilde devlet kurumlarını birbiriyle uyum
ve iş birliği içinde çalıştırma görevi vardır.
Şimdi, herkesin tabii, kaygısının
altında yatan ana konu, Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanı adayı olarak,
bu kriter açısından, yani, Anayasa’ya inanma, Anayasa’ya sahip çıkma,
anayasal kurumları uyum ve iş birliği içinde çalıştırma açısından
çok ciddi sorunlar yaratabilecek olduğu gözlemidir. Sorunun altında
yatan temel, ana nokta budur. Bunun haksız ve yanlış bir gözlem olduğunu
iddia etmek mümkündür, ama, toplumun tespiti odur ki, Sayın Başbakanın,
Anayasa’mızın temel ilkeleriyle ilgili ciddi tereddüdü vardır.
(CHP sıralarından alkışlar)
RECEP KORAL (İstanbul) – Hadi canım
sen de!
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu, bizim
şahsi değerlendirmemiz değildir. Bakınız, bu, bizim şahsi değerlendirmemiz
değildir.
RECEP KORAL (İstanbul) – Hiç yakışıyor
mu?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sükûnetle
dinlemenizi rica ediyorum. Önemli olduğunu düşündüğüm şeyler söylüyorum.
Bu, bizim şahsi değerlendirmemiz
değildir. Sayın Başbakanın yaptığı açıklamalar, onun, Anayasa’mızın
özü ve temeliyle ilgili olarak ciddi bir tereddüt içinde bulunan
bir noktada olduğunu açıkça bize göstermiştir. Nedir, neye dayanarak
bunları söylüyorum? Bunun birkaç dayanağı var. Bir: Sayın Başbakanın
siyasi çizgisinin, kimliğinin şekillendiği dönemlerden başlayarak,
yani, kırklı yaşların sonrasında başlayarak Türkiye’nin anayasal
niteliğine, kimliğine yönelik yaptığı değerlendirmeler ortadadır.
Bunları görmezlikten gelmek mümkün değil. Bunlar, gelip geçici, ayaküstü
söylenen sözler değil; bir bakış açısı, bir anlayış, bir ciddi yorum.
Bunları unutmak mümkün değil. Orada Sayın Başbakan demokrasi konusunda
değerlendirme yapıyor. Hepsi elimizde. İlgilenirseniz tümünü
bilginize sunabilirim: “Bize göre, demokrasi ancak bir araçtır.
Hangi sisteme gitmek istiyorsanız bu düzenlerin seçiminde bir
araçtır. Eğer, halk, totaliter bir rejim istiyorsa buna saygı duymalıyız.
Yetmiş yıllık tarihinde Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa
sahip olmuştur. Her konuda tekçi olmuştur ve bu tek olan şeyi de kendisi
seçmiştir. Hukuk, halka sorulmadan bir yerlerden aktarılmış ve zorla
halka dikte ettirilmiştir. Çağdaşlık anlayışı, ahlak anlayışı vesaire.
Hatta, Türkiye, din konusunda da aynı anlayışı seçmiş, kendisine
din olarak Kemalizm’i almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak
kitlelere zorla dikte etmiştir.” Şimdi, Sayın Başbakanın söylediği
sözler bunlar. Yani, bu sözlerle siyasi kimliği ortaya çıkmış olan
bir siyaset adamının Cumhurbaşkanı olarak kendisinden beklenen
Anayasa’yı sahiplenme, anayasal kurumları uyum ve iş birliği içine
sokma görevini yerine getirebileceğini düşünebilir miyiz? Böyle
bir haklı kaygı konusu yok mu? (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
lütfen, müdahale etmeyin Hatibe, efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bu ve bunun devamı niteliğinde çok daha kaygı
verici, devletin üniter niteliğini reddeden, eyalet sisteminin
düşünülebilir olduğunu söyleyen açıklamaları var. Böyle bir cumhurbaşkanı
olabilir mi? Bu, var. Bu, orada. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, şimdi, Tevhidi
Tedrisat Kanunu’na yönelik değerlendirmeler, vesaire bunların
hepsi ortada. Şimdi, Sayın Başbakanın bu tavrını, daha geride bıraktığımız
nisan ayı içinde grupta yaptığı konuşmada herkesi kaygılandıracak
bir biçimde laiklikle ilgili bir tartışma ihtiyacını…
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Allah, Allah!
DENİZ BAYKAL (Devamla) – …ve Anayasa’mızın temel ilkeleri arasında
bir hiyerarşi olmayacağı, var olan hiyerarşinin değiştirilmesi
talebi niteliğindeki değerlendirmelerini hepimiz çok iyi biliyoruz.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Ne alakası
var? Nerede oldu?
AHMET YENİ (Samsun) – Bütçeyle ilgili
bir şey konuşamadınız… (CHP sıralarından
“Sana ne!” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Yeni, müdahale etmeyin
efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bakınız, Sayın Başbakan diyor ki: “Gelecekte
Türkiye’de hiç kimse kürsülere çıkıp bu millete ne yapmaları gerektiğini
dayatamayacak.”
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Doğru.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, dayatılıyor
da, şu anda bir dayatma var, “Gelecekte olmayacak.” diyor. “O Türkiye’de
inandığı değerler için tek bir insanımızın gönlüne keder düşmeyecek.”
(AK Parti sıralarından “Doğru” sesleri) “O Türkiye’de devlet, millet
için var olacak, milletin hizmetinde olacak.” (AK Parti sıralarından
“Doğru” sesleri) “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletin olacak...”
(AK Parti sıralarından “Doğru” sesleri) “…duvarda değil, milletin
kendisinde olacak.” (AK Parti sıralarından “Doğru” sesleri, alkışlar)
“O günün Türkiye’sinde hiç kimse konjonktürel gerekçelere dayanarak,
aslında birbirinin tamamlayıcısı olan anayasal ilkeleri ötekilerin
üstünde ve daha önemli saymayacak.” (AK Parti sıralarından “Doğru”
sesleri, alkışlar) Şimdi, bana söyler misiniz… Şimdi, bana söyler
misiniz, hangi anayasal ilkeler ötekilerin üstündedir? Çok açık.
Anayasa’mızın ilk üç maddesindeki ilkeler ötekilerin üzerindedir.
(CHP sıralarından alkışlar) Bu maddelerin, bu üç maddenin değiştirilmesi
teklif dahi edilemez. Bugüne kadar Türkiye’de iş başına gelmiş olan
hükûmet mensuplarının ya da önde gelen siyasetçilerin hiçbirisi
Anayasa’mızın bu değiştirilemez maddelerinin bu niteliğinin ortadan
kaldırılması, Anayasa maddeleri arasındaki hiyerarşinin ortadan
kaldırılması doğrultusunda bir talep yapmamıştır. Şimdi, ilk kez,
Anayasa’mızın değiştirilemez maddelerinin bu üstün konumuna yönelik
bir şikâyetin dile getirildiğine tanık oluyoruz. (AK Parti sıralarından
“Ne alakası var?” sesleri)
Değerli arkadaşlarım, bunlar ayaküstü
söylenen sözler değil. Sayın Başbakan yazılı metinden okuyor. O yazılı
metin dikkatle hazırlanıyor. O metindeki düşüncenin hangi anlama
geldiğini hepimiz değerlendirebilecek bir konumdayız.
AGÂH KAFKAS (Çorum) – Ama, siz değerlendiremiyorsunuz.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi,
Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimi bu konuda kamuoyunda ciddi tereddüt
yaratan, Anayasa karşısındaki tavrı, çizgisi, Anayasa’nın temel
ilkelerine sahip çıkma iradesi netleşmiş olmayan bir siyasi şahsiyetin
hızla Cumhurbaşkanlığını elde etme arayışıyla sonuçlandırılmak
istenmesi, hiç kuşku yok, Türkiye’de bir tereddüt ve sıkıntı ortamını
yaratıyor.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) – Normal
şartlarda, normal.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bakınız, şimdi, şuna dikkatinizi çekeyim. Kamuoyu
araştırmaları yapılıyor, bugüne kadar AKP’ye oy vermiş olan vatandaşların
dahi Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda tereddüt
ifade etmiş olmalarını bir rastlantı olarak anlamak mümkün değildir.
Bu konuda Türkiye’de bir ciddi sorunun bulunduğu açıkça gözükmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bu konuyu
çözmenin yolu çok açıktır.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Erken
Cumhurbaşkanlığı seçimi…
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bakınız,
şimdi, Türkiye, bu Parlamentosuyla dördüncü yılını tamamladı, beşinci
yılın içine girdi...
AHMET YENİ (Samsun) – Beş, beş…
DENİZ BAYKAL (Devamla) – İlk kez,
Türkiye, beşinci yılını yaşayan bir Parlamento tablosuyla karşı
karşıya. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu Parlamento oluşurken
seçmenlerin oyunun yüzde 34’üyle bir iktidar oluşmuştur.
Evet, şimdi, eğer, önümüzdeki dönemde,
Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı gibi çok önemli bir makamına yapılacak
olan seçimin, halkın en son siyasi tercihlerini yansıtan…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Nerede yazıyor?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – …millî iradeyi
en geçerli şekliyle ortaya koyan bir Parlamento yapısı üzerinde
gerçekleştirilmesini uygun görebiliyorsanız, bu doğrultuda hep
beraber harekete geçebiliriz; ama, diyorsanız ki, yoo, bizim, yeni
bir seçimle böyle bir Parlamento yapısı elde etmek, Cumhurbaşkanını
seçtirmek imkânımız olmayabilir. Bunu görüyoruz. O nedenle, biz,
beş yıl önceki kararla yürüyeceğiz, yeni bir seçim istemiyoruz,
diyorsanız bunun seçimden kaçmak anlamına geldiği, yapacağınız
tercihin millî iradeyi yansıtmayacağı konusunda sizin de bir kabul
içinde olduğunuz görülüyor. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Anayasa…
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, Anayasa, elbette, bir çerçeve veriyor. Anayasa, elbette,
Türkiye’nin, Parlamentomuzun, hepimizin temel dayanak noktasıdır.
Bu konuda hiçbir şüphe yok. Anayasa, ülkeyi yönetenlerin aklıselimle,
sorumlulukla, basiretle davranması ihtiyacını ortadan kaldırmıyor.
Anayasa, bir çerçeve koyuyor. Anayasa’nın koyduğu çerçeveyle, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, istersek toplanır, bir komşu ülkeye savaş açma kararı da
alır. Bu karar da Anayasa’ya uygun olur, ama, doğru olmaz. Yani, Anayasa’ya
her uygun karar, doğru karardır diye düşünmek mümkün değil. [AK Parti
sıralarından alkışlar (!)] Anayasa cevaz verir.
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Kime soracağız
bunu?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Anayasa…
BAŞKAN – Sayın Baykal, bir saniye
izin verir misiniz efendim.
Sayın milletvekilleri, lütfen,
Hatibe müdahale etmeyiniz. Kürsü hürdür. Her hatip düşüncelerini
açıklayabilir. Kaldı ki, biraz sonra AK Parti Grubu adına bir değerli
milletvekilimiz konuşma yapacak, daha sonra Sayın Başbakan da
Hükûmet adına konuşma yapacaklardır. Gerekli görürlerse, yanlış
buldukları konuları değerlendirir ve konuşurlar. Sizin söz atarak
hatibin dikkatini dağıtmanız çok doğru değil.
Sayın Baykal, buyurun efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Yani…
ÜNAL KACIR (İstanbul) – Sayın Başkan,
Anayasa’nın üstündeki merciyi de öğrenelim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Hayır,
Anayasa’nın üstünde bir merci yok, olamaz. Anayasa çerçeve koyuyor.
Anayasa size şunu seçin, bunu seçin diye talimat vermiyor. Kimi seçeceğinizi
kararlaştırmak sizin işinizdir, sizin kararınızdır. O kararı doğru
almak gerekir. Ülke yararına almak gerekir. Alınan kararın doğru
olup olmadığı da yaşanarak ortaya çıkar.
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana) –
Sizi seçelim… Sizi seçelim…
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu konuda
bir tartışma demokrasinin gereğidir. Hepimiz bu konuda düşüncelerimizi
Anayasa’nın verdiği izin çerçevesinde söylüyoruz. Bunu değerlendirirsiniz
değerlendirmezsiniz, takdir sizin, ama, burada yapılan işin yanlış
olabileceğine ilişkin görüşleri ifade etmeyi de sizin çok doğal
karşılamanız lazım. Yani, erken seçim denildi, Sayın Başbakanın
asabı bozuldu. Erken seçim yapalım o parlamento seçsin deyince,
birdenbire Sayın Başbakan müthiş bir gerginlik içine girdi, Başbakanın
asabı bozuldu, fiziği bozuldu, kimyası bozuldu, geometrisi bozuldu
ve ona buna saldırmaya başladı. Yani, Başbakan, Cumhurbaşkanına
sert ifadelerle, yakışıksız ifadelerle cevap vermeye yöneldi, toplumda
ciddi bir tepki çıktı.
EYÜP FATSA (Ordu) – Tepki Cumhurbaşkanına
çıktı.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, anlıyorum…
Anlıyorum… Cumhurbaşkanına yönelik olarak yaptı.
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başbakana
değil, toplumun tepkisi Cumhurbaşkanına oldu.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Onu bilemem…
Onu millet bilir.
BAŞKAN – Sayın Fatsa, lütfen müdahale
etmeyin efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Cumhurbaşkanı
“Bir erken seçim gerekiyor” deyince, Sayın Başbakan iki koyunu güdemeyenlerden
bahsetti, efendim “Aç tavuk kendisini buğday ambarında görür.” dedi.
“Hani demokrasiye bağlıydınız? Hani Anayasaya bağlıydınız?” dedi.
Yani, Cumhurbaşkanının “Erken seçim gerekiyor.” demesi, onun anayasal
yetki ve görevleri içindedir. (AK Parti sıralarından gürültüler)
Bir muhalefet partisinin “Erken seçim gereklidir.” demesi onun yetki
ve sorumluluk çerçevesi içindedir. Bunu çok doğal karşılamak lazım.
(AK Parti sıralarından gürültüler)
Yani…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri
lütfen efendim. Lütfen hatibe müdahale
etmeyin.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sayın Başbakanın
bu tedirginliğini doğrusu anlayamıyorum. Erken seçim onu çok rahatsız
ediyor, çok telaşlandırıyor, bunu anlamak mümkün değil. Yani hepimiz
seçimden çıkarak geliyoruz ve gideceğimiz yer gene seçim. Seçim denilmesinden niye bu kadar telaş
ve tedirginlik içine giriyoruz? Seçim diyenleri, Anayasa’ya ve demokrasiye
ters öneri yapmış gibi suçlama ihtiyacını nereden hissediyoruz?
Bunlar hiç doğru değil. Bunları Sayın Başbakana yakıştıramadım.
Yani, o benzetmeler, o söylem, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına
yakışan söylem değildir. Bunu ben Sayın Başbakanın bu konudaki aşırı
hassasiyetine, bu konudaki telaşına bağlamak istiyorum, ama artık,
bir an önce Sayın Başbakan bu konularda bir yeni üslubun içine girmelidir.
Yoksa bu, geçmeyi düşündüğü makam bakımından da çok ciddi sorun ve
sıkıntı doğurur. Biz, böyle bir Başbakanı içimize sindiremiyoruz,
bu üslupla konuşan bir Cumhurbaşkanını Türkiye… (CHP sıralarından
alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Alışırsınız,
alışırsınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Layık olmadığını
herkesin bilmesini istiyorum.
AHMET YENİ (Samsun) – Alışacaksınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım…
Evet, daha önce de öyle söylenildi,
alışma söylemine dayalı olarak yola çıkanların nereye geldiğini,
ne olduğunu hep beraber yaşadık, biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
son zamanlarda çok ciddi sıkıntılar yaşandı. Bu, Türkiye’nin önümüzdeki
dönemde her türlü güçlüğün içinden demokrasiyle, seçimle, sandıkla
çıkabileceği ilkesi etrafında durum değerlendirmesinin zorunluluğunu
bize hatırlatıyor. Türkiye sorunlarını böyle aşabilir, böyle aşmalıdır
ve biz şimdi bunu önünüze getiriyoruz. Bunu düşünün diyoruz. Bunu
düşünün, bunu dikkate alın, buna Türkiye’nin ihtiyacı var diyoruz.
Bunun takdiri tabii, Meclisindir. Meclis uygun gördüğü gibi kararı
alır, onun sorumluluğunu üstlenir. Türkiye’nin geleceği o karar
doğrultusunda şekillenir. Biz bu konularda uyarı görevimizi, demokratik
muhalefet partisi olarak, size yönelik bir görev anlayışı içinde
ifade ediyoruz. Takdir sizindir. Siz bildiğiniz gibi gereken kararı
alırsınız. Hepsini de hep beraber yaşarız, görürüz.
Değerli arkadaşlarım, kısaca şunu
söyleyeyim: Sayın Başbakan iktidara geldiği zaman diyordu ki: “Üç
yılda düze çıkacak Türkiye.” Üç yıl değil, dört yıl geçti Türkiye’nin
düze çıktığı yok, ama, anlaşılıyor ki, halkın düze çıkıp çıkmaması
Başbakanın kaygısı değil, onun kaygısı halkın düze çıkması değil
kendisinin Çankaya’ya çıkmasıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu
olur mu olmaz mı; bunu yaşayacağız, göreceğiz. Olursa hayırlı olur
mu olmaz mı, onu da hep beraber yaşayacağız, göreceğiz.
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
Türkiye çok önemli dış politika gelişmeleriyle de karşı karşıya.
Türkiye’de ne yazık ki bir süreden beri, AKP İktidarıyla birlikte,
dış politikada yetki ve sorumluluk, bu konunun yetkili kuruluşlarının
dışında ele alınmaya başlanmış ve yetkili kurumlar devre dışına
itilmişlerdir. Devlet sorumluluğu taşımayan danışmanlar ön plana
geçirilmişlerdir. Büyükelçiler Sayın Başbakanın yaptığı toplantılara
alınmamış, danışmanlar Türkiye adına orada bulunmuşlardır. Bu danışmanlardan
birisi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, yirmi dakikalık
son ek süreniz bitti. Teşekkür etmeniz için tekrar mikrofonu açıyorum.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan. Evet, yani, en azından Sayın Maliye Bakanı kadar
konuşma fırsatı vermiş olsaydınız müteşekkir kalırdım, ama, bu takdirinize
saygı gösteriyorum.
Dış politika yanlış yönlendirilmiştir.
Kısa devre çalışmalar yapılmıştır. Başlangıçta yapılan hatalar
bir süre sonra kendisini göstermeye başlamıştır. 2004 yılında, 17
Aralıkta atılan imza, maalesef, şimdi, Türkiye’yi, Kıbrıs konusunda
çok ciddi bir açmazın içine sürüklemiştir.
Bütün bunları, hepimiz yaşadık,
biliyoruz, ama, Hükûmetin, ekonomide, siyasette, ahlakta, toplumsal
dokunun çözülmesinde, asayişsizliğin artmasında, kapkaçın, hırsızlığın
çoğalmasında, izlenen ekonomik politikalarla sorumluluğu olduğu
gibi, dış politikada da maalesef, Hükûmet, çok ciddi sorunlar, sıkıntılar
yaratmıştır. Bunları hep beraber yaşadık. Türkiye’yi mahcup duruma
düşüren bu olumsuz gelişmeleri hepimiz üzüntüyle izledik. Bunların
değerlendirmesini milletimiz elbette yapacaktır. Biz de milletimizin
bu değerlendirmeyi yapmasına elbette katkı vereceğiz. Bu bütçe,
bu tartışmaların kapsamlı bir şekilde yapılmasına fırsat vermemiş
de olsa, Türkiye’nin gidişatıyla ilgili bir sorgulama yapma fırsatımızı
böylece değerlendirmiş oluyoruz.
Sayın Başkan, size ve değerli milletvekilleri
sizlere iyi dileklerimi sunuyorum. Türkiye’miz için her şeyin daha
iyi olması gerektiğini düşünüyorum. Hepinize sevgiler, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar; AK Parti ve Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri, 17.20’de
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 16.58
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.22
BAŞKAN: Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33’üncü Birleşimi’nin İkinci Oturumu’nu
açıyorum.
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının görüşmelerine devam edeceğiz.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1252) (S.Sayısı:1269) (Devam)
2.- 2005 Mali Yılı Genel Bütçeye Dahil Dairelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2005 Mali Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/1236, 3/1139) (S.Sayısı: 1270) (Devam)
3.- 2005 Mali Yılı Katma Bütçeye Dahil İdarelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2004 Mali Yılı Katma Bütçeli
İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1237, 3/1140) (S.Sayısı: 1271) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi,
söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Nazım Ekren’e aittir.
Sayın Ekren buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Ekren, süreniz bir saat. Sanıyorum,
tamamını kullanacaksınız.
NAZIM EKREN (İstanbul) – Evet efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
AK PARTİ GRUBU ADINA NAZIM EKREN
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında AK Parti Grubunun görüşlerini
sizlere açıklamak, birlikte değerlendirmek üzere huzurunuzdayım.
Türkiye Büyük Millet Meclisini ve siz değerli üyelerini sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum.
2007 mali bütçesinin hazırlanmasında
emeği geçen, öncelikle Maliye Bakanımıza, diğer bakanlarımıza,
bürokratlarımıza, ekonomi yönetimimize, katkıda bulunan Plan
ve Bütçe Komisyonu üyelerine ve personeline tekrar teşekkürlerimi
sunuyorum.
Bütçe görüşmelerimizin, özellikle
yeni dönemdeki konjonktürel ve yapısal sorunlarla birlikte içinde
bulunduğumuz dönemden geçtiğimiz hatırlanırsa, Türkiye’nin ihtiyacı
olan açılımlara imkân ve ortam sağlamasını ümit ediyor, yüce Meclisimin
değerli üyelerinin bu süreçte, bu amaçta, buna yönelik katkı ve
eleştirilerini bekliyoruz. Ben de, bu nedenle, konuşmamı büyük ölçüde
ekonomi politik olarak adlandıracağım, 2003’ten 2006’ya kadarki bütçe
müzakerelerinde veya bütçe büyüklüklerinde bütçenin gelişim sürecine
şekil veren, yön veren bazı temel felsefi arka planlarımızı; vakit
kaldığı ölçüde, 2003-2006 makroekonomik gelişmelerin ulaştığı sonuçları;
yine vakit müsaade ettiği ölçüde, bir durum tespiti yaparak, önümüzdeki
dönemde, 2007 ve 2009 arasında bu bütçe müzakerelerini kapsayan dönem
içinde nelere değinmenin uygun olacağını aktaracağım ve yapılması
gerekenler konusunda bazı görüşlerimizi de sizlerle paylaşacağım.
Konuşmamı, özellikle üç tane temel
konu üzerinde odaklamayı planlıyorum: Bunlardan bir tanesi, siyasi
istikrarın, demokrasinin ve yönetişimin makroekonomik performansla
ilişkisini, kendi dönemimizi dikkate alarak değerlendireceğim.
İkincisi, özellikle bizim dönemimizde büyük bir şekilde ortaya çıkan
özel sektör inisiyatifi, 2003-2006 döneminde hangi değişkenlerde,
hangi alanlarda ne tür bir atılım yaptı, bunları sizlerle değerlendireceğim.
Daha sonra, 2003-2006 bütçemize şekil veren, bundan sonraki bütçelere
de özellikle yol gösterecek olan temel bir kriterden, ulusal ekonomik
güvenlik ve ulusal ekonomik savunma kavramından bahsedip, onlarla
ilgili detaylı bilgiler aktarmaya çalışacağım.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
siyasi istikrarın ekonomik performansla ilişkisini vurgulamadan
önce, 1998 yılından itibaren Türkiye’de gerçekleşen bazı olaylarla
siyasi istikrar arasındaki ilişkiyi görüşlerinize arz etmek istiyorum.
1998 yılında, bugün uygulanmakta olan programa benzer bir programla
başlanmıştı, ama, Uzakdoğu krizi ve Rusya krizlerinden sonra, 99 yılındaki
depremlerin de etkisiyle bu program uygulanamadan kaldırılmış oldu.
2000 yılında ise, üç yıllık ilk programlar devreye girdi, dolayısıyla,
bu programda da beklenen sonuçlar, burada bizim gerçekleştirmeye
çalıştığımız sonuçlardı, ama, ne yazık ki, yine 2000 yılında, Kasım
ayında, hatırlarsınız, bir likidite kriziyle bu programın da devam
edemeyeceğinin ilk sinyalleri ortaya çıkmıştı. 2001 yılında ise,
devletimizin üst düzey yöneticilerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıkların
da neden olduğu bir döviz krizinden sonra, hatırlarsınız, bu program
da artık uygulanamaz hâle geldi. İşte, siyasi istikrarın, siyasi
güvenin ve kredibilitenin, bir programın geleceği, uygulanması
ve kurgulanmasında ne kadar önemli olduğunu gösteren bir olay olduğu
için tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu programdan da vazgeçildi
ve 2001 yılında “Ekonomiyi güçlendirme” adı altında bir başka programı
devreye soktu. O program da üç yıllıktı, uygulanması planlanıyordu;
ama, maalesef, 11 Eylül olaylarından sonra bu programın da uygulanamayacağı
sonucuna ulaşıldı. 2002-2005 dönemini kapsayan yeni bir programla
Türkiye ekonomisi karşılaşmış oldu.
Burada şunu vurgulamak istiyorum:
Eğer siyasi istikrar yoksa, kredibilite yoksa ve siyasi güven söz
konusu değilse; her program iyi dizayn edilse, iyi kurgulansa bile,
en ufak bir iç ve dış konjonktürden dolayı derhâl devreden çıkıyor ve
bir başka programın uygulanma zorunluluğu gündeme geliyordu.
2002 yılında AK Parti iktidara
geldikten sonraki tabloyu çok özet ve hızla hatırlarsak, şunu söylememiz
mümkün: Seçimlerden sonraki süreçte Irak krizi, Kıbrıs sorunu, İstanbul’daki
terör saldırıları, bir bankanın mali sıkıntıya düşüp sorun ortaya
çıkartması, yerel seçimler, gelişen piyasalardaki dalgalanmalar,
iç siyaset ve petrol fiyatlarındaki artışlara rağmen programın
kurgusundan fazla bir fedakârlıkta bulunmadan, biraz sonra detayını
anlatacağım o ulusal ekonomik, güvenlik, savunma konsepti çerçevesinde
nasıl firmalarımızı, hane halkımızı ve devletimizin güvenliğini
de garanti altına aldığımızı rakamlarla size kısaca anlatacağım.
Dolayısıyla, bu yakın tarih analizinde
ortaya çıkan sonuç şu: Eğer kredibilite-yönetişim kalitesi-demokrasi
ilişkisi oluşturulmazsa, herhangi bir programın sadece kendi içsel
kurgusu, matematiksel denklemleri nedeniyle başarıya ulaşma şansı
söz konusu olmuyor. Nedir kredibilite? Onun da tabii, tanımı çok basit,
herkes kendi açısından bakıp yorumlayabilir. Kaliteli farklılık
oluşturma, diyalog odaklı bir iletişim, güçlü bir liderlik ve yetkin
bir ekip oluşturabilirseniz hem piyasaların hem de vatandaşların,
dolayısıyla, size oy verenlerin de, sizden beklentisi olanların
da ve kısacası, iktidara geldikten sonra herkesin sizden beklediğini
yerine getirme yetenek ve kapasitesini göstermiş olacaksınız.
Ekonomik kredibilite konusunda
Hükûmetimizin yaptığı olayları saymakla bitiremeyiz. Ama, müsaadenizle
ben üç tane önemli konuyu görüşlerinize arz etmek istiyorum.
Birinci nokta şu: Yetkinlik, saygınlık
ve güvenilirliği tesis ettikten sonra anlaşıldı ki, AK Parti İktidarı
ekonomik kredibilite konusunda gerçekten iyi hazırlanmış.
Bunun dışındaki bir konu da, ulusal
ve global aktörlerin, Türkiye’deki gelişmelerin bu ekip tarafından
yönetebileceği mesajını aldıktan sonra onlar açısından da kredibilite
sorununun bir ölçüde ortadan kalktığını da söyleyebiliriz.
Nihayet sonuncusu: AK Parti İktidarı
ve Hükûmeti, uyguladığı, uygulamaya koyduğu programlarda herhangi
bir revizyon gerektiğinde bunu derhâl yerine getirmiş ve içsel tutarlılığı
olan makul açıklamalarla detayları tekrar gündeme getirmiştir. Dolayısıyla,
dört yıllık süre içinde en önemli performans göstergesi siyasi istikrardır
ve siyasi kredibilitedir.
Bu süreç içinde tartışılması gereken,
belki gözden kaçırılmaması gereken önemli bir başka nokta da, demokratik
kredibilitedir. Özellikle gelişen piyasalarda sorunlar çok fazla
olduğu için, tarihsel bakımdan bir sorunlar stoku devralındığı
için ciddi herhangi bir programı uygulama şansı da olmaz. Böyle bir
ortamda iktidarlar güçlüyse, toplumdan gerekli desteği almışsa
ve kredibl hâle gelmişse, çok net şekilde toplumun kendilerini test
edeceği, kendilerini kritik edeceği, hatta puanlayacağı bir sistemi
de devreye sokabilirler. AK Partimiz de bunu, iktidara geldiği
gün deklare etti. Acil Eylem Planı ile ya da o gün iktidara geldiğindeki
ekonomik göstergeleri toplumla paylaşarak bugünkü değerlerin nereye
ulaştığını herkesin izlemesi gereken bir platform da oluşturmuş oldu.
Ben de konuşmamın ilerleyen bölümlerinde,
2002-2006 döneminde bu gelişmelerin hangi aşamalardan geçtiğini,
gerçekten bu başarıların nasıl sağlandığını sektör sektör sizlerle
paylaşacağım.
Bir başka önemli husus, üzerinde
durulması gereken husus politik olarak: Eğer siyasi istikrar sağlanmışsa,
ekonomik kredibilite de oluşturulmuşsa, o toplumun ekonomik, sosyal,
kültürel ve diğer kaynaklarının ekonomik performansa katkılarından
çok daha fazla katkı sağlamak da mümkün, yani aritmetik bir etkiden
daha fazla geometrik etkinin de sağlandığını görebiliriz. Çünkü,
biz iktidara gelmeden önce de Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel
kaynakları aynıydı, ama biz geldikten sonra aynı kaynaklarla daha
önce oluşturulamayan, başarılamayan birtakım gelişmeleri de,
performansı da artırmış olduk.
Burada üzerinde durmamız gereken
önemli hususlardan bir tanesi de politik özgürlük, politik istikrar
ve politik belirsizliğin, söylemlerde olduğu kadar kolay gerçekleştirilmediği,
gerçekten büyük çabaların, büyük fedakârlıkların söz konusu olmasına
bağlı olarak ortaya çıktığını, geliştiğini söyleyebiliriz.
Bu genel değerlendirmelerden sonra,
elbette ki siyasi partiler kendi ilkelerinde ekonomik refahı artırmada
en önemli kaynaklardır ve güçlerdir. AK Parti olarak bizler de aynı
düşünceyi paylaşıyoruz. Nitekim, şimdi size açıklamaya çalışacağım
siyasi sorumluluğumuz, siyasi bilincimiz, bazı sorumluluklarımızın
da önemli olduğunu, bunu yerine getirmek için büyük çaba sarf ettiğimizi
sizler de biliyorsunuz.
Hatırlatmak açısından söylemek
gerekirse, AK Partinin, AK Parti İktidarının, AK Parti mensuplarının
üç tane temel sorumluluğu var. Bunlardan bir tanesi kurumsal sorumluluk.
Adı üstünde, Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye’de yaşanan değişim
ve dönüşümü adalet ve kalkınma ilkelerine oturtan, bu çerçevede
değişim ve dönüşümü başlatan ve devam eden bir partidir. Eğer ekonomik
programın biraz daha dikkatli, ince detaylarına bakıldığı zaman
ortaya çıkarttığı sonuç şu olacaktı: Enflasyon, fakiri fakir yapan,
fakirin temel sorunu olan bir fenomendir. Dolayısıyla, bunu, bir
toplumun kendi elleriyle kendini tehlikeye atma süreci olarak
ifade edebiliriz. Öyleyse enflasyonu yenmek ya da enflasyonu toplumun
tahammül edilebilir seviyeye indirmek kurumsal sorumluluk bakımından
her partinin yapması gereken bir faktör, bir unsur, bir netice olmasına
rağmen, son dönemlerde, özellikle son yirmi beş yıl içinde bunu başaran
AK Parti İktidarı olmuştur.
İkinci sorumluluğumuz, sosyal sorumluluğumuzdur.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesine, Anayasa’nın ruhuna uygun olarak
bölgesel, etnik ve kültürel farklılıklar gözetmeden, toplumun
imkân ve kaynaklarını her vatandaşımıza eşit ve adil şekilde ve fırsat
eşitliği sağlayacak şekilde dağıtmamız da bizim sosyal sorumluluğumuzu
oluşturmaktadır.
Son sorumluluk, belki de en önemli
sorumluluk da bireysel sorumluluğumuzdur. Yani, parti mensupları
olarak, milletvekilleri olarak bizlerden ne bekleniyor: AK Parti
mensupları, AK Parti milletvekilleri millî, manevi değerlere sahip,
dürüst, namuslu, çalışkan ve yetkin kişilerdir ve kısaca söylemek
gerekirse, bu özelliklerinden dolayı toplumun kendilerinden emin
olduğu insanlar olması gerekir. Az sonra, Sayın Baykal’ın ekonomik
olarak değindiği bazı kavramları ben de bir başka açıdan değerlendireceğim,
görüşlerine arz edeceğim.
İkinci önemli nokta: Bizim dönemimizi
değerlendirirken gözden kaçırılmaması gereken en önemli faktörlerden
bir tanesi de, özel sektör inisiyatifinin rol ve fonksiyonunun arttığıydı.
Bütün ekonomik mukayeselerde, millî gelire oranlarda ya da gayrisafi
yurt içi hasılaya oranlarda gözden kaçırılan en önemli husus, özel
sektörün bu süre içinde millî gelire katkısının artmış olduğu, dolayısıyla
kamuyla ilgili oranların bir millî gelir bütünlüğü içinde kamu-özel
sektör ayırımı yapmadan yapılacak yanlışlıkların söz konusu olabilmesidir.
Özel sektöre sağladığınız inisiyatiflere
gelince, elbette bunlar da çok fazladır ama birkaç tane kritik olanını
söylemek istiyorum: Yatırım ortamının geliştirilmesi, yatırım
destek ofisleri, Türkiye yatırım portalı bunlardan dikkat çekenleri.
Belki de en önemlisi, en kritik olanı da devletin, özel sektörün üretebileceği,
yapabileceği ekonomik faaliyetlerden kendisini çekmesidir. Bu
süreç, biraz sonra kısaca ekonomi politiğini anlatmaya çalışacağım
programla birlikte, özel sektörün, oluşan makro dengelerden sonra
gerçekten cumhuriyet tarihinin belki de en önemli dönemlerinde
hem yatırımlarını hem tasarruflarını hem de teknik kapasitelerini,
önceki dönemlere göre, oldukça fazla şekilde artırdığını rakamlarla
göstereceğim.
Borsa endeksindeki artışlar, kredi
ve menkul kıymetlerin banka sektörü içindeki payları, Türkiye reytinginin
artması, özel sektörün makroekonomik çerçevede sağladığı önemli
faktörlerden bir tanesidir. Bu çerçevede iş dünyasının, dünyadaki
fon kaynaklarına ve dünyadaki temel girdilere eskiden daha kolay
ulaşması, hem girdi maliyetlerini azaltmış hem de kredi kolaylıklarını
daha da fazla artırmıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri, Sayın
Başkanım; bu noktada sizlerle paylaşmayı düşündüğümüz ikinci nokta
da, en çok karıştırılan, yanlışlıklara en fazla düşülen bir konuda
uygulanan programın ekonomi politiğidir. Bu program uygulamaya
konulduğunda, 2002 yılında Türkiye’nin temel sorunu “borcunun
millî gelire oranını düşürmek” şeklindeydi. Sayın Baykal’ın az önce
ifade ettiği enflasyon da bunlardan bir tanesiydi; ama, enflasyon,
borcun millî gelire oranını azaltmak için kullanılan enstrümanlardan
biriydi. Dolayısıyla, borcun millî gelire oranı azaltılmak isteniyorsa,
bu programlarda, programın yan ürünü olan, alınan kararların doğal
bir sonucu olan cari açıkla da karşılaşmak mümkündü. Yine, konuşmamın
daha sonraki bölümlerinde, cari açıkla ilgili yanlış anlaşılan,
karıştırılan bazı konulara da çok net açıklık getirmek istiyorum.
Program bu şekilde kurgulandığında
temel bileşenlerden bir tanesi kredibl bir hükûmet, güven ve istikrarı
sağlamış bir hükûmet birinci koşuldu. Hatırlarsanız, reel kesim güven
endeksleri, tüketici kesimi güven endeksleri, Merkez Bankasının
beklenti anketlerinin tümünde 2003-2006 dönemindeki gelişmeler,
böyle bir tablonun, gerçekten de, borcun millî gelire oranını azaltan
süreçte önemli olduğunu ortaya koyuyordu.
İkinci faktör para arzının kontrolüydü.
Daha önceki dönemlerde enflasyon hedeflemesinin örtülü şekilde
yapıldığı bir dönemde, şu anda, enflasyon hedeflemesine geçilmiş
oldu.
Burada açıklıkla üzerinde durmak
gereken, değerlendirilmesi yapılması gereken bir husus da, Sayın
Baykal’ın enflasyon analizlerinde ihmal ettiği, muhtemelen de gözden
kaçırdığı temel husus, bu tür programlarda likidite ve para miktarından
bağımsız bir makro politikaların uygulanmak zorunda oluşudur.
Bu, şunu ifade ediyor: Merkez Bankaları ya da para otoriteleri, ekonomideki
likidite ve dışarıdan gelen fon girişlerini, ekonominin genel
dengesini bozmadan, özel sektör ve kamunun karşılıklı etkileşim ve
yönetişim kalitesine bağlı olarak sistemi büyütmeyi ve ekonomiyi
artırmayı hedefliyorlardı.
Bunun dışında üzerinde durulması
gereken programla ilgili bir başka değişken de faiz dışı fazlanın
yükseltilmesiydi. Sayın Maliye Bakanımız onu detaylı şekilde aksettirdi,
anlattı sizlere. Faiz dışı fazlanın büyütülmesi demek, kamunun,
özel sektörün yapabileceği alanlardan çekileceği mesajını vermesi
kadar, tasarruflarını artırıp daha önce sorun hâline gelen borcun
millî gelire oranını azaltmayı hedeflemesiydi. Bu da doğal olarak
bir bütçe disiplini şeklinde karşınıza çıkıyordu. Bundan sonraki
bölümlerde bütçe disiplinin de veya bütçe büyüklüklerinin de analizlerinde
rakamsal bakımdan gözden kaçan bazı hususları da sizlerle paylaşacağım.
Bir başka faktör, büyüme oranı artırılırsa
borcun da millî gelire oranı azalacaktı. Zaten, AK Parti İktidarı
19 çeyrek arka arkaya büyüme sağlayarak, başka hiçbir şey yapmamış
olsa bile borcun millî gelire oranı azalacaktı.
Bir diğer faktör faiz oranıdır. Faiz
oranlarının dönem sonu veya ortalamalara bakıldığında yüzde
40’lardan 20’lere kadar düştüğünü hatırlarsanız, faizlerin, borcunun
yeniden fiyatlandırıldığı dönemde, yeniden borçlanıldığı dönemde,
düşük faizle daha düşük bir borç stokunu üretmek de mümkündü.
Yine hatırlayın, borcun Türkiye’de
arttığı yaklaşımı veya arttığı prensibi… 2003, 2004, 2005 ve 2006’yı
ayrı ayrı alarak değerlendirmek lazım. 2004’te ve 2005’te artan borçlar
söz konusuydu, yani borçların artış oranı farklıydı. Onun da nedeni
çok basit: Daha önceki yüksek faizlerden dolayı, alınmış borçlar faizler
düştüğünde yeniden borçlanılacağı için, ancak bu düşen faizin borca
etkisini 2005 yılında görmeye başladık.
Yine, rakamlarla biraz sonra söyleyeceğim,
özellikle nominal olarak da net kamu borcunun mutlak olarak azaldığını,
dolayısıyla büyümenin artığı bir ortamda da bunun millî gelire
oranının azalmasının da kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz.
Bir son faktör de dolar kurundaki
gelişmelerdir. Ortaya çıkan sonuçlardan bir tanesi de, eğer kredibilite
varsa, güven ve istikrar söz konusuysa, biraz sonra cari açık konusunda
da tekrarlayacağım orada, bazı ertelenen tüketim yatırım talepleri,
teknolojik gelişmeler ve beklentilerin düzelmesine bağlı olarak
dolar kuru, Türkiye’ye gelen yabancı para miktarına bağlı olarak
değişmeye başladı. Sonuçta program, borcun millî gelire oranını
azaltmaya odaklanırken, özel sektörün yatırım ve tüketim harcamalarının
da artmasına bir imkân sağladı. Dolayısıyla, programı tartışırken,
ekonomik büyüklüklere bakarken gözden kaçırılan en önemli faktörlerden
bir tanesi, özel sektörün Türkiye’de eskisine oranla millî gelire
katkısının, cari açığa katkısının daha önceki dönemlerden oldukça
farklı olmasıdır. Bu süreç, doğal olarak, özel sektörün büyümesiyle
birlikte, kamunun da disiplin altına girmesiyle birlikte, yeni
bir dönemin, yeni bir yapısal değişimin ilk işaretlerini vermiş,
dolayısıyla cari açık, bu sonucun doğal bir yan ürünü olarak ele alınması
gerekir. Buradan da lütfen şu anlaşılmasın: Cari açık programın yan
ürünü olsa bile -biraz sonra anlatmaya çalışacağım- cari açığı
oluşturan, bunu yöneten kalemlerin kısa, orta vadede, mikro ve makro
olarak neler yapılabileceğini de birlikte tartışacağız.
Sayın Başkan, saygı değer milletvekilleri;
üzerinde durulması gereken, kafa karışıklığına neden olan en önemli
faktörlerden bir tanesi de, enflasyon oranını düşüren dinamiklerin
ne olduğudur. Hatırlarsanız, 2002 yılına kadar kamu sektörünün
ekonomik faaliyetler içindeki payı yüksek olduğu için, enflasyonu
düşüren politikalar, likidite ve para miktarının da çok fazla kullanılmadığı
bir çerçevede, iki faktöre bağlıydı. Borcun millî gelire oranını ne
kadar azaltırsanız, faiz dışı fazlanın da millî gelire oranını ne
kadar fazla artırırsanız, enflasyon da o hızla düşecektir. Bunun
verdiği mesaj çok net. Mali disiplin ve kamu maliyesi, enflasyonu
düşürmek konusunda daha önceki hükûmetlerde hiç görülmeyen bir fedakârlık
yapmış, kendine düşen görevi, enflasyonu indirme konusunda, oldukça
başarılı bir şekilde sergilemiştir.
Bu genel çerçeveden sonra, konuşmamın
üçüncü ve en önemli ayağını, yani ulusal ekonomik güvenlik ve ulusal
ekonomik savunmanın, 2003-2006 yılları arasında bütçe büyüklüklerimize,
politikamıza nasıl yansıdığını ve bundan sonra da nasıl yansıyacağı
konusunda birtakım ipuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ekonomik güvenlik ve savunma, büyüme
ve kalkınmayla birlikte iş yaratma planlarının ortaklaşa dizaynı
sonucunda ortaya çıkan bir kavramdır. Bu kavram, maalesef, gelişmekte
olan ülkelere henüz daha yeni gelmiştir. Özellikle gelişmiş Batı
ülkeleri, hem kendi ekonomik menfaatlerini hem siyasal ve hem de
askerî menfaatlerini ekonomik menfaatlerle birlikte düşündüğü
için böyle bir kavramı geliştirmiş ve her aşamada da uygulamaya başlamıştır.
Nedir bunlar? Bunlardan bir tanesi, ekonomik güvenlik dediğimiz
kavramın piyasa ekonomisi ile sosyal dengelerin birlikte oluşturulmasını;
ikinci olarak da, ülkenin sürdürülebilir ve kalkınma yetkinliğini
sadece makro dengelerle değil, belki de bütün ekonomik birimlerin
veri ve bilgilerini açık şekilde paylaşarak, ekonominin genel tablosunu
ortaya çıkarma şeklinde olacaktı. Ekonomik savunmadan kastettiğimiz
de, ekonomik savunmadan anladığımız da, ekonominin istikrarsızlığa
gidişini engelleyici mekanizmaları kurmak, eğer istikrarsızlığa
giderse, bu mekanizmalarla da durgunluğu engellemek şeklinde olacaktı.
Daha sonraki açıklamalarımda bunun nasıl başarıldığını ve bunun
nasıl gerçekleştirildiğini sizlerle paylaşacağım.
Bu üç kritere bağlı olarak temel
bütçe büyüklüklerinin 2003-2006 yılındaki gelişmelerini alışılmışın
dışında yorumlamak istiyorum. Bunlardan bir tanesi şu: Temel bütçe
büyüklüklerine bakıldığında, 2002 yılında 115,6 milyon YTL olan bütçe
gideri, 2006 yılı sonunda, beklentiler ışığında, 175,2 milyon YTL
olacaktır. Dolayısıyla, kümülatif artış, bu süreçte yüzde 51,5 veya
yüzde 51,52’dir. Aynı dönemde, birikmiş ya da kümülatif enflasyon da
yüzde 56 civarındadır.
Arkadaşlar, sonuç çok net ortada.
Makro olarak bütçe büyüklüğünün dört yıl içindeki değişim oranıyla
enflasyonun değişim oranı arasında bire bir bir ilişki vardır. Bundan
şunu söylemek istiyoruz: Mali politikalar ve mali disiplin, Türkiye’nin
temel sorunu olan enflasyonu yenme konusunda gerçekten son derece
başarılı olmuştur.
Şimdi, ekonomik güvenlik ve sosyal
gruplarla ilgili herhangi bir şey yapılmadığına ilişkin, yine bütçe
büyüklüklerinden bir makro değişken sizlere arz etmek istiyorum:
Faiz dışı giderlerin, yani halk tabiriyle personel harcamalarının,
yatırım harcamalarının ve sosyal harcamaların 2003’e göre 2006 yılındaki
artış oranı yüzde 200’dür. Aynı dönemde vergi gelirlerinin 2003 ve
2006 arasındaki artış oranı da yüzde 231’dir. Bunun verdiği mesaj da
çok net: Mali disiplin sağlanırken bütçe büyüklükleri; mali dengeleri
oluştururken, yatırım, personel ve sosyal harcamalara bunun 4 katı
kadar bir pay ayrılmıştır ve bu yapılırken de en doğru, en sağlıklı
finansman olan vergilerle de finanse edilmiştir.
Aynı çerçevede, temel bütçe büyüklüklerinin
oransal gelişimine bakıldığında, yine gözden kaçırılan, yorumlanması
önem arz eden bir iki noktayı daha sizlere arz etmek istiyorum.
Faiz giderlerinin vergi gelirlerine
oranı 2002 yılında ortalama yüzde 87 iken, 2006 beklenen gerçekleşme
tahminine göre yüzde 34 civarında olacaktır. Bunun da verdiği mesaj,
bütçe büyüklükleri içinde, artık, vatandaşımızdan topladığımız
gelirleri, vergileri, faizden daha çok faiz dışı harcamalara, yani
yatırımlara, sosyal harcamalara, tarıma ve esnafa ya da KÖYDES’e
aktardığımızı gösteriyor.
İkinci önemli bir gösterge, giderlerimizin
gayrisafi millî hasılaya oranıdır. Yani, toplam bütçe giderleri,
toplam bütçe büyüklüklerinin millî gelire oranlarındaki değişimde
2002 gerçekleşmeleri yüzde 42, 2006 beklenen gerçekleşmeler ise yüzde
31 ya da 32 civarında olacaktır. Buradan çıkartılan sonuç da, eğer
bütçe büyüklüğü millî gelir içinde azalıyor ise, özel sektörün payının
artıyor olmasıdır. Millî gelirle aynı oranda büyümüyorsa, millî gelirle
aynı oranda büyümeme politikasını benimsemişse, bunun alternatifi,
özel sektöre kamunun boşalttığı, kamunun tercih etmediği alanlarda
ya da özel sektörün daha etkin çalışacağı alanlarda onlara inisiyatif
sağlamaktır.
Vergi gelirlerindeki bir diğer
önemli husus da, vergi gelirlerinin gayrisafi millî hasılaya oranıdır.
Yine 2002 gerçekleşmesi yüzde 21,68 iken, 2006 gerçekleşme tahmini
yüzde 24,5 ya da yüzde 25’tir. Buradan çıkartılması gereken sonuç,
kamunun, bütçesini küçültürken, topladığı vergilerin millî gelire
oranını artırmasıdır. Oranların çok fazla artırılmadığı, hatta
tersine düşürüldüğü bir ortamda, biraz sonra vereceğim kayıt dışı
rakamların da iyileştiği bir çerçevede bu, büyük ölçüde ve tamamıyla
bir gelir performansının, bir mali performansın da sonucudur. Bunu
da sizlerin takdirlerinize ana hatlarıyla aksettiriyorum.
Bütçenin ödeneklerinin fonksiyonel
ve ekonomik dağılımına bakıldığında, rakamlarla tekrar sizi yormak
istemiyorum ama ortaya çıkan tablo şöyle: Özellikle, Millî Eğitim
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Tarım Bakanlığı,
Millî Savunma, Emniyet Genel Müdürlüğündeki harcamaların bütçe
içindeki paylarının 2003-2006 arasında dikkate değer bir şekilde
artmış olmasıdır. Bunun da en önemli nedeni, bu dört kalemin toplumun
hayat kalitesini ve sosyal yapısını doğrudan ilgilendiren kalemler
olduğu için, buradaki artışların da yine ekonomik, güvenlik, savunma
konsepti çerçevesinde, hane halkımızın, vatandaşlarımızın temel
ihtiyaçlarını gidermeye odaklandığımızı söyleyebiliriz.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
bu genel değerlendirmeden sonra, temel bütçe büyüklüklerindeki
gelişmelerin yine siyasi olarak bizlere verdiği birkaç tane mesajdan
da bahsetmek istiyorum: Bir tanesi, artık, ekonomi yönetimi, maliye
politikaları ya da mali disiplin çerçevesinde, bazı harcamaların
yön ve şekli değiştirilmiştir. Sosyal tesisler, yeni kamu binalarının
alımı engellenmiş, kamu taşıtlarından vazgeçilmiş, hatta daha önce
büyük maliyetlerle başlamış projeler iptal edilmiş, yapılması mümkün
olanlar ise daha kısa sürede ve daha az bir maliyetle yapılmıştır.
Yine bu çerçevede, alternatif maliyetlere uygun harcamalar geliştirilmiştir.
Buralardan tasarruf edilen, buralardan vazgeçilen harcamalar,
sosyal, kültürel ve altyapı yatırımlarına aktarılmıştır.
Bütçeden biraz sonra vereceğim
toplam rakamlar olarak da, aslında kamunun yatırımının tahmin edilen
ya da ifade edilenden farklı olarak arttığı, özel sektörün daha fazla
arttığı, kamunun tasarrufu artarken de özel sektör tasarruflarının
azaldığıdır.
İkinci bir nokta, yine kendi iktidarımız
dönemimizde, yani 2003-2006 yıllarında bütçeleme sürecinin ve tekniğinin
de önemli ölçüde değişmiş olmasıdır. Üç yıllık bütçeler, mali disiplin,
mali kontrol, harcama limitleri, bütçe dengesi prensibi ve hepsinden
önemlisi, Maastricht Kriteri dediğimiz bütçe açığının millî gelire
oranının da birçok Avrupa ülkesinin çok üstünde, çok iyi bir performansla
kapanmış olması, bunun önemli bir göstergesidir.
Makro istikrar konusunda -az önce
söyledim- devlet üzerine düşen, ekonomi yönetimi üzerine düşen,
borcun millî gelire oranıyla faiz dışı fazlanın millî gelire oranlarını
etkin şekilde yöneterek enflasyonu azaltmış ve enflasyon azaldığı
için de, ortaya çıkan yan ve doğrudan tasarruflarla ekonomi daha
iyi bir şekilde yönetilmeye başlanmıştır.
Planlanan yapısal reformlardan
da bahsetmek gerekir. Bu çerçevede, özelleştirme, emeklilik ve yeniden
yapılandırma özel bir önemi haizdir.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
burada üzerinde durulması gereken bir nokta, 2002 yılında devralınan
ekonomik yapının, elbette, ürettiği bazı yan ürünler, bazı stok problemler
de vardı. Dolayısıyla, basiretli, dirayetli ve önünü gören bir ekonomi
yönetimi şu iki tercih arasından ya ikisini birlikte yapmak ya da birini
seçmek zorundaydı: Hem bir restorasyon ve bir rehabilitasyon yapmak
gerekiyordu hem de yeni dönemde, ileriki dönemlerde karşılaşılmamak
üzere yeni inisiyatifler alınmalı ve ona uygun da tedbirler geliştirilmeliydi.
2007 bütçesi, aynı sizlere arz etmeye
çalıştığım 2003-2006 bütçelerine benzer bir mantıkla hazırlanmıştır.
Burada programın temel kurgusunu bozmadan, sosyal yapıları, fiziksel
altyapıları, sosyal harcamaları dengeleyen en önemli bileşenleri
burada görmeniz -ana hatlarıyla- mümkün.
Şimdi, sosyal harcamalar konusunda,
programın sosyal boyutunun olmadığı ya da AK Partinin sosyal içeriğe
sahip herhangi bir yaklaşımının bulunmadığı kanaatini veya algılamasını
sizlere arz edeceğim üç beş rakamla takdirlerinize tekrar sunmak
istiyorum.
2002-2007 ya da 2006 verileri karşılaştırıldığında
-bütçe içindeki paylar olarak söylüyorum- eğitim harcamaları, sağlık
harcamaları, sosyal koruma harcamalarının toplamı 2002’de yüzde
41,2 iken merkezî yönetim bütçesi içinde, 2006 sonunda yüzde 61,9 olmuştur.
Hem makro dengeyi sağlıyorsunuz hem de bütçe içinde gerçekten daha
önceki dönemlerde hiç başarılmayan bir artış oranında sosyal alana,
sosyal yapıya kaynak aktarıyorsunuz. Yine, gayrisafi yurt içi hasıladaki
paylara bakıldığında, aynı dönem itibarıyla yüzde 17, 18, 19 ve
19,3’e geldiğini de söyleyebiliriz.
Üzerinde durulması gereken, belki
de tartışılan en önemli konulardan bir tanesi de, AK Parti döneminde
üretilen ya da yaratılan kaynakların nerelerde kullanıldığı olayıdır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
AK Parti döneminde özelleştirme ve TMSF gelirlerinden sağlanan, dolayısıyla
ilave borç alınmadığı için diğer kaynaklardan sağlanan gelirlerin
nerelerde kullanıldığı, neler yapıldığı, hayati öneme sahip bir
konudur.
Özelleştirme gelirleri 1985-2003
yılı arasında 8,2 milyar dolarken, son üç yılda beklenen özelleştirme
geliri, ulaşılan özelleştirme geliri 18 milyar dolardır. Bunun 13
milyon YTL’lik kısmı nema hesaplarına, 8,3 milyon YTL’lik kısmı imar
ödemelerine ve bir miktar da hazineye nakit desteği, diğer 6,2 milyon
YTL’lik kısmı da kamu kurumlarına, ihtiyacı olan kaynak ve imkânları
temin etsinler diye aktarılmıştır. Merkez Bankası rezervleri de
bu süre içinde 27 milyar dolardan 58-55 milyar dolara kadar yükselmiştir.
Dolayısıyla, kaynakların nereden
sağlandığı, bütçeye aktarılan, gider yazılan kalemlerin de fiziksel
ve sosyal altyapı harcamalarını artırdığını düşünürseniz, yaratılan
ya da üretilen kaynakların etkinlik ve verimlilik prensipleri dışında
bile alternatif maliyetlerine, ortaya çıkartacağı yan ürünlere
çok dikkat edilerek yapıldığını da söyleyebiliriz. Bu süre içinde
kamu borcunun çevrilme oranı ise, 2002’de yüzde 80,9 iken, 2006 yılında
yüzde 76,7’ye düşmüştür.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
şimdi vaktim elverdiği ölçüde, 2003-2006 döneminde ana hatlarıyla
bazı sektörlerde yaşanan gelişmeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle reel sektörle ilgili birkaç tane rakam vereyim. Vereceğim
birinci rakam 2002 rakamı, vereceğim ikinci rakam da 2006’nın ya beklenti
rakamıdır ya da şu andaki kasım sonu itibarıyla ulaşılan sonuçlardır.
Cari fiyatlarla gayrisafi millî
hasıla 275 milyon YTL’den 416 milyon YTL’ye çıkacaktır. (AK Parti sıralarından
“milyar YTL” sesleri”) Ha, milyon YTL…
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – “Milyar
YTL” Hocam.
NAZIM EKREN (Devamla) – 275,1 diyorum.
Gayrisafi millî hasıla, 180 milyar
dolardan 389 milyar dolara çıkacaktır.
Kişi başına düşen gelir 2.598 dolardan
5.200 ya da 5.300 dolara çıkacaktır.
Büyüme oranı, bu sene de her ne kadar
konjonktürel olarak üçüncü çeyrek yüzde 3,0 olarak gerçekleşmiş olsa
bile, beklentiler ışığında 5,7 ya da 6 olacaktır.
Tüketici fiyatları endeksi,
29,7’den 9,86’ya, tek haneliye; işsizlik oranı 10,3’ten, şu andaki durum
9,1; belki de 10,1’e; istihdam oranı yüzde 44’ten yüzde 45’e; özel sabit
sermaye yatırımları
-Sayın Baykal’ın belki de ihmal ettiği,
kullanmadığı bir veri- 30 milyon YTL’den 93 milyon YTL’ye… Şu andaki
durum üçüncü çeyrek olarak, ama, beklenti 105.
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Hocam,
hepsi “milyar YTL”, yanlış söylediniz.
NAZIM EKREN (Devamla) – Kamu sabit
sermaye yatırımları 17 milyar YTL’den 31 milyar YTL’ye -kamuda da artış
var- özel tasarruflar, 70’ten 85’e; kamu tasarrufu ise, eksi 17’den artı
22 milyar YTL’ye çıkmış olacak. Kapasite kullanım oranları ise,
76,2’den 83,2’ye çıkmış olacak.
Dolayısıyla, reel sektörde ortaya
çıkan tablo, hem bir yapısal değişimin söz konusu olduğunu, bunun
kapasite kullanım oranlarına yansıdığını ve özellikle de özel sektör
tasarruf ve yatırımlarıyla finanse edildiğini ve şekillendirildiğini
söylemek gerekir.
Kamu sektörüyle ilgili rakamları, sizlere
az önce bahsettim, aktardım. Ama, önemli olan husus, kamu net borç stokunun
2002’de 215 milyar YTL’den 261 milyar YTL’ye çıkması. Ama, ilginç olan nokta,
2005’te 269 milyar YTL’den 261 YTL’ye düşmesidir. Dolayısıyla, bunun
doğal bir sonucu olarak da kamu net borcunun millî gelire oranları,
2002’de yüzde 78,4’ken, şu anda 48, dönem sonunda da 49,5’i bekliyoruz.
Dış ekonomik sektördeki gelişmelerden
de ana hatlarıyla bahsedeceğim, ama kamu sektöründe unutulmaması
gereken bir başka faktör de devlet iç borçlanma faiz oranlarının,
eğer yıl sonu olarak bakarsanız, 49,8’den 20,85’e, eğer yıl ortalamaları
olarak bakarsanız, 62,7’den de 17,87’ye düşmüş olduğunu söyleyebiliriz.
Finans sektöründe ise olanlar: Bir
tanesi İMKB endeksi. 10,3’ten bugün 40,50’ye çıkmış endeks. Ortaya çıkan
sonuç şu: Özel sektörün ya da kamunun borsada işlem gören faaliyetlerinden
dolayı kıymetleri ya da aktiflerinin değeri 4 kat artmış gözüküyor.
Merkez Bankası rezervleri ana hatlarıyla,
27,1 milyardan 58 ya da 55 milyar dolara, Merkez Bankasının referans
faiz oranları yüzde 44’ten 17,50’ye, hepsinden önemlisi, bankacılık
sektöründe bireysel ve kurumsal krediden oluşan toplam kredi stokunun,
ilk defa, son yıllarda, son beş veya on yılda, menkul kıymetler cüzdanını
geçiyor olmasıdır. Bunun da anlamı şu: Artık, bankalar, kamunun,
demin ifade ettiğim, özel sektöre yer açmasından dolayı, sistem
içindeki ağırlığını azaltmasından dolayı özel sektöre kredilerini
veriyor olmalarıdır.
Çarpıcı gelişmelerin yaşandığı
bir diğer sektör de dış ekonomik sektördür. Dış ekonomik sektörde ihracat
2002’de 36,1’ken 2006 tahminimiz 84 milyar dolardır. İthalat ise 51,5
milyar dolarken, 135 veya 140 milyar dolara çıkacaktır. Burada önemli
olan, özel sektörün yatırım malı ithalatının 2002’de 8,4’ten, 2005’te
20,3’e, 2007’de de 23,4 milyar dolara çıkacağıdır.
Yine, dış ekonomik sektör içinde
üzeride durulması gereken bir başka faktör de doğrudan yatırımlardır.
O da, 2002’de 962 milyon dolarken, 2006 sonu tahminimiz -2006’nın şu andaki
verileri- 15,8 milyar dolar civarındadır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
kısaca ifade etmeye çalıştığım bu verilerin ortaya çıkarttığı
tablo, reel sektörde de finans sektöründe de kamu sektöründe de ve
dış ekonomik sektörde de, göstergelerin, ekonominin 2000’ye göre
2006 yılında gerçekten iyi bir trend göstermiş olduğudur. Bu rakamları,
müsaade ederseniz, 2000’li yıllarla değil, 2002’yle değil, 1980’den sonraki
gelişmelere bakıldığında nasıl bir tablo çıkarttığını da arz etmek
istiyorum.
80’li yıllarda, iktidarların iktidara
geldiği ve ayrıldığı tarihlere baktığınızda, her iktidarın, bütün
bu değişkenleri belli oranda değiştirdiğini söyleyebiliriz. AK
Parti İktidarı, cari açık kısmı hariç -onu biraz sonra anlatacağım-
bütün göstergelerde, 80’li yılların bütün dönemleri için, iktidara
gelme ve ayrılma dönemlerindeki gerçekleştirilen değişim oranları
bakımından birinci sırada yer almaktadır.
İkinci nokta, krizlerden sonraki
canlanmanın otomatik olarak söz konusu olduğu, krizden sonra ekonomilerde
özel bir politika üretmeden bu işin kendiliğinden yapıldığı veya
ortaya çıktığı inancıdır. Yine, eğer, 94 krizi ile 2001 krizini dikkate
aldığınızda, o dönemlerden sonraki yılların canlanma ve değişim
oranlarına baktığınızda, demin söylediğim -Sayın Baykal da onu vurguladı-
cari açıkla ilgili hassasiyet dışındaki bütün göstergeler en önemli
seviyeye gelmiş bulunuyor. Bu olayı gerçekleştirirken dış dünyada
neler oluyordu, hangi koşullarda bu tür performansı gerçekleştirmeye
çalıştık, bir iki tane örnek vermek istiyorum:
2002 yılında, petrol fiyatları ortalama
25,3 dolarken, geçen hafta cuma günü itibarıyla bu 62 dolara kadar
çıkmış. Yine, temel mal ve hizmet fiyatlarının ya da temel emtiaların
göstergesi olan altının onsu 348 dolarken, geçen hafta cuma 633 dolardı.
Yine, Amerikan Merkez Bankasının
2002 yılında uyguladığı faiz oranı 1,25’ken -yine, geçen cuma itibarıyla
söylüyorum- 5,25’e çıkmış. Avrupa Merkez Bankasının faiz oranı
2002’de 2,75’ken, geçen cuma 3,50’ye çıkmış. İngiliz Merkez Bankasınınki
4’ten 5’e çıkmış ve Japon Merkez Bankası uzun yıllardır sıfır ve eksi
faiz uygularken, onun faiz oranı da 0,25’e yükselmiş.
Bunun ortaya çıkarttığı tablo
şu: Elbette, her ekonomi yönetimi karar alırken ve uygulamaya koyarken
alternatif maliyetlerine bakar. Aldığı bir kararın, ister ki, mümkün
olduğu kadar çok düşük bir yan etkisi olsun, çok düşük bir tablo ortaya
çıkartsın, negatif tablo olarak; ama, demin, az önce sizlere ana hatlarıyla
ifade ettiğim gibi, bu tablo, bu program, hem sosyal tarafı güçlü bir
piyasa ekonomisine hem de özel sektörün kendi inisiyatifine bağlı
bir büyüme dinamiğine ve hepsinden önemlisi de, devletin özel sektörle
birlikte -bundan sonra- kurgulamayı planladığımız bir ekonomik güvenlik
ve savunma konsepti çerçevesinde uygulamaya devam edecektir.
Bu genel değerlendirmeden sonra,
çok sık tartışılan, üzerinde çok sık polemik yapılan iki tane önemli
konuda görüşlerimizi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunlardan
bir tanesi cari açık, bir diğeri de işsizlik ve istihdam konusudur.
Cari açığın neden doğduğu konusunda
değişik fikirler olsa da, üzerinde durulması gereken, bizim ülkemiz
açısından da önem arz eden dört tane faktör var. Bunlardan bir tanesi,
harcamaların, yani tüketim ve yatırımların patlaması olayıdır.
İkincisi, güven ortamının ortaya çıkmasıdır. Üçüncüsü de teknolojik
değişim sürecidir. Özellikle, demin kısaca bahsettim; yatırım malı
ithalatının hızla artması ve bunun içinde makine ve araç-gerecin
bulunması, özel sektörde, piyasada, üretim sürecinde gerçekten
ciddi bir yapılanmanın da başladığını gösteriyor. Cari açıkla ilgili
-demin kısaca anlattım, petrol fiyatlarını vermiştim- bir de temel
girdi maliyetlerine ya da petrol fiyatlarındaki artışlara bakıldığında,
cari açık, bu dört faktörden biriyle ya da hepsiyle ortaya çıkabiliyor.
Şimdi, arkadaşlar, eğer harcama
patlamasından rahatsızsak, güven ortamından rahatsızsak, bu, şu
anlama gelir: Uzun süre ertelenmiş, bekletilmiş, güven ortamından
dolayı, kişilerin de beklenen gelirlerindeki artışlardan dolayı
bu ortaya çıkmışsa, üzerinde durulması gereken temel nokta, bunun
doğuş ve gelişimiyle ilgili, yapabiliyorsak, özel bir politika
üretmektir; yoksa, bunu engellemek değildir.
İkincisi, eğer, teknolojik gelişmelerden
kaynaklandığını düşünüyorsak, burada da yapılması gereken temel
bir inisiyatif, bu değişimin söz konusu olmadığı alanlarda -onu da
biraz sonra sizlerle tartışacağız- bir dönüşüm destek programını
-biz de onun üzerinde çalışıyoruz- belki devreye koyup, değişim ve
dönüşümün, globalleşmenin, ekonomimiz ve toplumumuz üzerindeki
etkilerini en aza indirmektir.
Cari dengenin oluşumunu tartışırken,
mali bir denge ile cari denge arasındaki ilişkiyi de karıştırmamak
gerekir. Eğer, mali denge ya da mali dengesizlik doğrudan doğruya
Hükûmetin kararlarıyla ilgiliyken, cari denge ya da dengesizlik
-demin kısaca anlattım- özel sektörün tasarruf ve yatırımı ile kamu
sektörünün tasarruf ve yatırımlarının bir fonksiyonudur. Dolayısıyla,
düşünüldüğü kadar kolay değil ve karmaşık bir olaydır. Ama, bu noktada,
deminki rakamlardan da hatırlarsanız, kamu sektörü tasarruflarını
artırıp, yatırımlarını bununla orantılı şekilde finanse ediyor
ise, cari açık konusunda kamu sektörünün üzerine düşeni yaptığını
kabul edebiliriz. Özel sektörün ise, dünyadaki gelişmelere ayak uydurmak,
teknolojik değişmelerle birlikte üretim süreçlerini de yeniden
yapılandırmak için, ara malı, yatırım malı ithalatına bağlı olarak,
eğer petrol ithalatını çıkarırsak ara mallarından, onun da düşük olduğunu
söyleyebiliriz. Böyle bir süreçte, cari açığın, özel sektörle kamu
sektörünün, yeni süreçte karşılıklı iş birliği içinde sektörel
tercih ve önceliklere bağlı olarak, ekonominin geleceği, güvenliği
ve savunma kavramı çerçevesinde, belki tekrar gözden geçirilmesi
gerekebilir.
Temel büyüklükler olarak bakıldığında,
ortaya çıkan sonuçta, şöyle bir yaklaşım tarzı geliştirilebilir:
Eğer kısa vadede, makroekonomik olarak olaya bakıyorsak, strateji
ve koordinasyon önem kazanırken, katma değer ve istihdamın teşviki,
hem KOBİ’lerde hem de bütün sanayide yeniden vurgulanması gereken
temel nokta olacaktır. Eğer mikroekonomik yaklaşım çerçevesinde
bakıyorsak, firmalarımızın ya da özel sektörümüzün kârlılığını
etkileyen temel unsurları birlikte değerlendirip, kamunun yapabileceklerini
sıralamamız gerekir. Hepsinden önemli olan bir başka faktör de, eğer
yapılabilirse, üzerinde kurgu olarak geliştirilebilirse, belki
de döviz talebinin artmasını sağlayıcı düzenlemeler de önem kazanabilir.
Orta vadede ise sanayi ve ticaret vizyonu ile dış ticaretin yapılandırılması
kaçınılmaz görülürken, mikroekonomik çerçevede, orta vadede,
bir dönüşüm desteği, bir dönüşüp paket programıyla, gümrüklerin denetleme
ve düzenlemesiyle, döviz kazancı ve döviz giderinin dengelenmesi
önem kazanacaktır. AK Parti olarak bunları, hem kısa vadeli hem orta
vadeli, hem mikro hem de makro çerçevede izlediğimizi ve gerekli
adımları attığımızı belirtmek isterim, zaten sizler de bunları izliyorsunuz.
İşsizlik konusuna gelince: İşsizlik,
gerçekten, demin ifade edilen şekilde, rakamlara bakıldığında
farklı tablo ortaya çıkartabilir. Ben de sizlere, müsaadenizle,
2002-2006 dönemi için, TÜİK’in verilerinden kritik olan birkaç tanesini
arz etmek istiyorum: İş gücü dediğimiz, yani emek piyasasını oluşturan
insanların sayısındaki gelişmelere bakıldığında, 2002 yılında
23,8 milyonken, 2006 Ağustos ayında 25,6 milyona çıkmış, yani, fiilen
iş gücüne katılanlarda bir artış olmuş. İstihdam edilenlerde ise,
2002 yılı sonunda, 21,3’ten 23,3’e çıkmış, dolayısıyla istihdam edilenler
de artmış. İşsizlik ise 2,4 milyondan 2,3 milyona inmiş, dolayısıyla
işsizler de azalmış. Öyleyse, burada gözden kaçırılan, tarım dışı
işsizlik oranlarıyla istihdam oranlarını mukayese etmektir. Tarım
dışı işsizlik oranı, yine aynı dönemde 14,5’ten 12’ye gerilerken, demin
ifade ettiğim, özel sektörün yeniden yapılanma sürecinde tarım dışı
sektörlerdeki hızlı gelişmelerin söz konusu olduğunu ve istihdamı
da artıran, işsizliği de azaltan faktörün buradan kaynaklandığını
söyleyebiliriz. İstihdam oranları ise yüzde 44’ten 45’e gelmiş bulunuyor.
Sektörel dağılımlarına baktığımız
zaman -istihdamın ve işsizliğin- 2002 yılında tarımda 7,4 milyon kişi
istihdam edilirken, eylül itibarıyla bu 6,8 milyona düşmüş. Zaten
beklenen bir sonuçtu, az önce ifade ettim. Sanayide ise 3,9’dan
4,5’e; inşaatta 0,9’dan 1,3’e; hizmetlerde ise 9,9’dan 11,9’a çıkan bir
istihdam söz konusu.
Dolayısıyla, ortaya çıkan tablo,
cari açık konusunda düşünülenlerin aksine, bir değişim ve dönüşüm
sürecinin yaşandığı, ama bununla beraber, bir değişim ve dönüşümden
mağdur olan, zarar görebilecek kesimlerin de bulunduğudur. Dolayısıyla,
daha önce söylemiştim, bir değişim ve dönüşüm paket programıyla,
hem sanayinin ivmesini kırmadan, onu aksatmadan, yeni bir istihdam
politikasının da önemi üzerinde duruyoruz.
AB’yle ilgili bir mukayese yapıp,
işsizlik konusundaki kanaatlerimizi de kapatmak istiyorum.
2005 yılında, Türkiye’de tarım dışı sektörde 1 milyon 162 bin kişi istihdam
yaratılmış, AB-15’in toplamı 1 milyon 492 bin. Almanya’da 56 bin kişi
azalmış, Fransa’da 133 bin artış olmuş, İspanya’da 710 bin artış var,
İtalya’da da 71 bin artış olmuş. Bu, Türkiye’nin dinamizmini çok net
şekilde gösteren bir başka faktör. Sanayi sektöründe ise, 2005 yılında
Türkiye’de 295 bin kişi istihdam edilirken, AB-15’te bu 191 bin kişi
olarak azalmış. Bunun ülkelere göre dağılımına bakıldığında, bazı
ülkelerde artarken bazı ülkelerde azalmış.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
şimdi de müsaadelerinizle, ulusal düzeydeki bu başarıların, Türkiye’nin
global ekonomideki pozisyonunu nasıl değiştirdiğini de kısaca
vurgulamak istiyorum.
Yine, 2002-2005 yılları mukayese
edildiğinde, 183 ülke arasında gayrisafi millî hasıla büyüklüğü
bakımından 2002 yılında 24’üncü sıradayken, 2005 yılında 19’uncu sıraya
gelmişiz. Fert başına düşen gelir açısından bakıldığında, 208 ülke
içinde 2002’de 95’inci sıradayken 2005’te de 86’ncı sıraya yükselmişiz.
Yabancı sermaye girişi dünya ortalaması olarak bakıldığında,
217 ülke içinde 53’üncü sıradan 22’nci sıraya çıkılmış. Yabancı sermaye
girişine bu sefer gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında
-bizim gibi ülkelerde; bunlar da 161 ülke- 23’üncü sıradan 10’uncu
sıraya gelinmiş. Sayın Bakanımız da az önce sizlere takdim etti,
bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı olarak bakıldığında,
AB-25 ortalaması olarak 2002’de en yüksek sıradayken 2005’in sonunda
en düşük 4’üncü sıraya gelmişiz.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
ortaya çıkan tablo, Türkiye’de yaşanan sürecin hem kendi içinde ulusal
çerçevede hem 2002-2006 mukayeselerinde hem de yurt dışında gerçekten
yadsınamaz bir olumlu sürecin başladığıdır. Elbette, sorunların
olmadığını, her şeyin tozpembe olduğunu söylemiyoruz, ama, ciddi
bir ivmenin yakalandığını, bu ivmenin siyasi istikrar ve özel sektör
inisiyatifiyle korunması gerektiğini, bu çerçevede hem ekonomimizin
hem firmalarımızın hem de devletimizin ihtiyacı olan ekonomik güvenlik
ve savunma kriterlerini de ihmal etmediğimizi bir kez daha vurgulamak
istiyorum.
Bazı hususları da değerlendirerek,
konuşmamın sonlarına doğru gelmiş bulunuyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, yapılan
değerlendirmelerin bir kısmında rakamların hatalı olduğu, rakamların
her şeyi göstermediği, rakamların dışında bazı şeylerin de bulunduğu
ifadesidir. Bununla beraber, biliyoruz ki, eğer rakamlar doğru derlenip
toparlanıyorsa, düzgün şekilde yorumlanıyorsa gerçekleri olduğu
gibi yansıtır. Buna rağmen, rakamlar her şey değildir elbette. Eğer
bir toplum, geleceği ve onu şekillendirmeyi hayal ediyorsa, hatıraları
veya geçmişi hayal etmiyorsa, bu toplumun dinamikliğinin de arttığını
söyleyebiliriz. İşte, AK Parti döneminde, belki rakamlara yansımayan,
rakamlardan daha fazla bir gelişme süreci başlatan temel faktörlerden
bir tanesi de budur.
İkincisi, finansal hizmetler sektöründe
yabancı sermaye oranlarının artması veya azalmasının herhangi
bir risk ve tehlike olup olmadığı konusudur.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
bu süreci sadece Türkiye olarak değil, bizim gibi gelişmekte olan
ülkelerde, bankaların ya da yabancı sermayenin bu ülkeye geliş nedenleriyle
birlikte düşünmeliyiz. Gelişmiş ülkelerin kendi içindeki sermaye
ve bankacılık sektörü sorunlarından kurtulmak için bütün gelişen
piyasalara yönelen banka ve finans sermayesi, elbette güvenin ve
istikrarın olduğu Türkiye'ye de gelecektir. Bizim burada yapmamız
gereken, finansal otoritelerin uluslararası iş birliği ve koordinasyonunu
artırarak, yabancı sermayenin ülkemize getirdiği tasarrufları,
az önce söylediğim alternatif maliyetleri bozmadan düzgün şekilde
kullanmak olmalıdır.
Üzerinde durmamız gereken bir başka
faktör de özelleştirme konusudur. Özelleştirme, aslında siyasi ve
ekonomik olarak ciddi bir risktir ve ciddi bir problem gibi görülebilir.
Özelleştirme, aynı zamanda sürekli itham edilen kadrolaşma ve yolsuzluklar
konusunda da, AK Partinin ekonomik ve siyasi riski göze alıp ne kadar
fedakârlıkta bulunduğunun da bir göstergesidir.
Bu çerçevede şunu da belirtmemiz
gerekir: Özelleştirme, özel sektöre aktarılan kamu imkân ve kaynaklarının,
toplumun ihtiyacı olan şekilde değerlendirilmesini ifade ettiği
için, özel sektörden de beklediğimiz, bu alanlarda sadece gelir-gider
hesabının dışında, Türkiye'nin, devletin, halkın ve firmaların rekabet
gücünü artıracak bir yaklaşımla, global çerçevede rekabetini koruyacak
ve kollayacak bir yapılanmaya gitmesidir. İşte, bu süreçte, özelleştirme
konusundaki yaklaşıma da paralel olarak, özel sektörle birlikte
bir yönetişim ve bir etkileşim platformunu da başlatmamız gerekiyor.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
önümüzdeki dönemde muhtemel gelişmeler konusunda da son görüşlerimizi
sizlere aktarıp, sözlerime son vermek istiyorum.
Bizim de içinde bulunduğumuz, gelişmekte
olan ülkelerin belirgin bir-iki tane özelliği var. Bunlardan bir tanesi,
bu ülkeler, genellikle, bir istikrarsızlık ve kâr merkezleridir.
Yani, bir dönemde bir tanesinin yıldızı parlar, diğer dönemde diğerinin
yıldızı parlar; ama, sürekli yıldızı parlayan ülkeler de bulunuyor.
İşte, bu ülkeler grubunda Türkiye’nin de, 2025 ve 2050 yılları arasında
global sektörde, global piyasalarda önemli bir oyuncu olacağını
gösteren ipuçlarına rastlayabiliriz.
İkinci olarak, bu ülkeler grubunun
özellikle üzerinde durulması gereken, bizim açımızdan önem arz eden
tarafı, rasyonel göstergelere dayalı beklentiler ve davranışlarla,
finansal psikoloji dediğimiz ya da ekonomi sosyoloji dediğimiz
değişik oyuncuların ve piyasa oyuncularının, devletin ya da ekonomi
yönetiminin dışında farklı bir tavır ve yaklaşım içinde olabilecekleri
olayıdır. Dolayısıyla, kriz ve istikrarsızlığın da bundan kaynaklandığını
unutmamak gerekir.
Makro finansal çerçeveye bakıldığında,
ABD’nin açıkları ve borcu, petrol fiyatları, gelişen piyasalardaki
kargaşalar, Amerika’nın, Avrupa’nın ve Japonya’nın faiz oranlarını
artırması, global likiditenin kısmen azalma ihtimaline girmesi,
her ülkenin kendine has özel menfaatleri, özel kaygıları ve özel beklentileri
olduğu için ülkeler arasında bir kırılganlık yaratması da kaçınılmazdır.
Dolayısıyla, kırılganlıktan korkmak ve çekinmek yerine, kırılganlıkların
ne anlama geldiğini, bu kırılganlıkların hangi sektörlerde veya
göstergelerde söz konusu olabileceğini özellikle izlemek gerekir.
Demin de ifade ettim, ulusal menfaatlerimiz
kadar ulusal ekonomik menfaatlerimiz de global ekonomiyle örtüşmeyebilir
ya da global ekonominin menfaatleri bizimle örtüşmeyebilir. İşte
bu süreçte, ülkelerin kendine has kırılganlıkların tespit edilip
ona göre yönlendirilmesi özen önem kazanmaktadır.
Bu çerçevede, AK Parti olarak, makro
ekonomik istikrarı korumak, teknoloji kullanımını yaygınlaştırmak,
sosyal göstergeleri güçlendirmek, ekonomik çerçeve yatırım oranlarını
artırmak ve siyaset ikliminde siyasi sistemin istikrarını sağlayıp,
bunu sürdürmek en önemli görevlerimizden biri olagelecektir.
Vizyonumuza gelince: Önümüzdeki
dönemde vizyon olarak belirlediğimiz temel göstergelerden bir tanesi,
istikrar içinde büyüyen, gelirini adil dağıtan, paylaşan, küresel
ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve AB’ye üyelik
için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye’dir. Bunun anlamı, muasır
medeniyet seviyesine çıkma arzu ve isteğinin devam ettiği, vatandaşlarımızın
iş ve aş derdinin özellikle dikkate alındığı, rekabet gücünde önemli
bir hamlenin yapılacağı, belki burada üzerinde durulması gereken
-bu ulusal ekonomi, güvenlik ve savunmayla birlikte söylüyorum- savunma
sanayisinin de özel sektöre katkılarının yeniden ele alınmasıdır.
Hatırlarsınız, 2003-2006 yılları arasında, savunma sanayisinde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ekren, süreniz bitti,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
NAZIM EKREN (Devamla) – …yerli, ortak
ya da offset olarak yapılan çalışmalardan sonra, 2,5 milyar dolara
yakın bir paranın Türkiye’de kaldığını biliyoruz. Aynı şekilde,
ar-ge çalışmalarının ya da TÜBİTAK odaklı, üniversitelere yapılan
teknoloji geliştirme projelerinin de önemli kısmının savunma sanayisiyle
ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
Son olarak, demin saydığım o dört
sektördeki gelişmeler ışığında, sadece bu sektörlere yönelik vizyonlarımızı
belirtip, konuşmama son vereceğim.
Reel sektör vizyonumuz: “Şimdi daha
fazla çalışma ve iş yapma zamanı” prensibine göre, reel sektör politikalarını
yenilikler, yatırım ve ihracat olarak belirledik.
Finans sektörü vizyonumuzu ise,
Türkiye’yi, sahip olduğu imkân ve kaynaklarından dolayı önce bölgesel,
sonra global bir finans merkezi olarak oluşturduk.
Kamu sektörü vizyonumuz ise, özel
sektöre önemli inisiyatifler sağlayarak, yeni yüzyıl toplumunun
temellerini atmak, yeni yüzyılın sade, verimli ve etkin bir kamu
sektörü oluşturmak olarak belirledik.
Dış sektör vizyonumuz ise, küreselleşmenin
imkân ve kaynaklarını verimli bir şekilde kullanarak mal ve hizmet
ve yatırım bazında daha fazla aktif dışa açılmayı gerçekleştirmek
olarak belirlemiş bulunuyoruz.
Yeni dönemde üretim, ticaret ve
spekülasyon faaliyetlerinin nispi dağılımını yeniden şekillendireceğiz.
Faktör piyasalarının, özellikle
iş gücü ve enerji piyasalarının evrensel çerçevede oluşmasına
destek vereceğiz.
Piyasa ve kamu ekonomisinin dengesini
kuracağız; yani, piyasa ve özel sektör birlikteliğini tekrar canlandıracağız.
Teşvik yapılarını, kaynak mobilizasyonu
ve kaynak tahsisi yaklaşımlarıyla tekrar şekillendireceğiz.
Türk lirasına istikrar kazandıracak
ve bunu sürdüreceğiz.
Piyasalarda güveni yeniden restore
edecek ve bunun devamını sağlayacağız.
Finansal piyasaların istikrarını
koruyacağız.
Temel ekonomik dengeleri ve göstergeleri
güçlendireceğiz.
Eşitlik ve sosyoekonomik gündemin
korunmasını sağlayacağız ve hepsinden önemlisi, mali disiplini
güçlenecek ve bunu sürdürecek, kamu borç stokunun azaltılmasında
daha fazla inisiyatif alacağız.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
elbette, bütçeler, hükûmetlerin para harcayarak tercih ve önceliklerini
şekillendirdiği alanlardır. Biz de, burada, 2007 bütçesinde ve
2003-2006 bütçelerinde gösterdiğimiz gibi, nerelere para harcadığımızı,
nerelere fon aktardığımızı ve bunların karşılığında neler aldığımızı
sizlere ana hatlarıyla aktarmış oldum.
Türkiye, bir fırsatlar ve beklentiler
ülkesi olacaktır. Elbette, bu beklentileri ve fırsatları yönetmek
için de hem güven verme hem yetkin olma hem de sorumluluk sahibi olmayı
birlikte gerektirmektedir. Türkiye’nin istikrarı ve büyümesine
yönelik riskler her zaman olacaktır. Bu tür risklere karşı, ülkemizin
ulusal ekonomik güvenliğini ve savunmasını güçlendireceğiz. Siyasi
istikrar devam ettikçe, demokratik yapımız güçlendikçe, ekonomik
performansımız daha sağlıklı hâle gelecek ve sürdürülebilir bir
artış sağlanacaktır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
müsaadenizle, Sayın Baykal’ın ana hatlarıyla vurgu yaptığı birkaç
konuya değinip konuşmalarımı bitireceğim.
Kayıt dışılık olgusu konusundaki
bazı rakamları da sizlere aktarmak istiyorum. Sigortalıdaki artış
sayısı, 2004, 2005, 2006’nın altı aylık verileri dikkate alındığında,
506 bin, 737 bin ve 722 bin kişi olmuştur. Dolayısıyla, kayıt dışının,
en azından istihdam sektöründe, azaldığını söyleyebiliriz.
İkinci bir nokta: Yolsuzluklar konusunda
1957 yılında İlk Hedefler Bildirgesi’nde Kamu Etik Kurulunu güçlendirme
hedefi olmuş olsa bile, bu kurulu, Etik Kurulunu elli yıl sonra veya
elli beş yıl sonra AK Parti kurmuştur. Aynı şekilde, uluslararası
saydamlık endekslerine baktığınızda, 2004 yılında 77’nci sırada
olan Türkiye, 2006 yılında 60’ıncı sıraya gelmiştir.
Cumhurbaşkanlığının seçimi konusunda,
seçimleri öne alma tercih ve önceliğinin Anayasa’nın ruhuna aykırı
olduğunu, toplumun ve seçmenlerin tercih ve beklentileriyle uyuşmadığını
söylüyor, saygılar arz ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ekren, çok teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri, şimdi söz
sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Isparta Milletvekili
Sayın Erkan Mumcu’nundur.
Sayın Mumcu, buyurun efendim. (Anavatan
Partisi sıralarından ayakta alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA ERKAN
MUMCU (Isparta) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli
üyeleri; sözlerime başlarken sizleri saygıyla selamlıyorum ve
2007 yılı bütçesinin ülkemiz için, bu bütçenin içinde yaşayacak on
milyonlarca insan için hayırlı uğurlu olmasını şimdiden diliyorum.
Değerli arkadaşlar, bu bütçe, bu
Hükûmetin beşinci bütçesi. Bundan önce dört bütçe daha, bu Hükûmet, bu
Meclise getirdi ve biz, dört kez daha buna benzer konuşmaları, müzakereleri
bu Genel Kurulda yaptık. Bu, bu seçim dönemi için son bütçesi. Yani,
Hükûmet, görev süresinin beşte 4’lük kısmını tamamlamış olarak Genel
Kurulun önünde ve önündeki bütçe kalan kısmının, yani kalan beşte
1’lik kısmına dair neyi tasavvur ettiğini bize apaçık ortaya koyuyor.
Şimdi, biraz önce Hükûmet adına konuşan
ve iktidar grubu adına konuşan arkadaşlarımı dinlerken aklıma güzel
bir söz geldi: “Aslanlar kendi tarihlerini yazıncaya kadar, konuşulacak
tarih, okutulacak tarih, yazılacak tarih avcıların tarihi olacak”
diye bir söz var. Gerçekten de öyle. Başka bir perspektiften bakmayı,
başka parametrelerle konuşmayı yok ederseniz, bir gözlükten bakarsanız,
önünüzde gerçekten pırıl pırıl bir tablo var. Ben merak ediyorum, şimdi
bizi izleyen insanlar, şu ana kadarki konuşmaları izleyen insanlar
çizilen bu parlak tablo karşısında neler hissetiler acaba? Çünkü,
uzunca bir zamandır tekrar edilen bir diskur, anlaşılan, buradan seçime
kadar da devam edecek: “Nereden nereye?” Nereden nereye sorusu sorulurken
her defasında yapılan şey, 2002 yılı rakamları ya da 2001 yılı kriz
rakamları gösterge değer kabul ediliyor ve bu gösterge değerin neresinde
olduğumuz Türkiye’ye gösterilerek, bakın ne kadar yol katetmişiz,
ne kadar mesafe katetmişiz, bu anlatılıyor Türkiye’ye.
BAŞKAN – Sayın Mumcu, bir saniye
efendim.
Sayın milletvekilleri, lütfen
yerlerinize oturun, uğultu var, Sayın Hatibi dinleyemiyoruz. Lütfen
arkadaşlar…
Buyurun efendim.
ERKAN MUMCU (Devamla) – Ben önce
şu soruyu sormak istiyorum: Değerli arkadaşlar, 2001 yılı ya da
2002 yılı rakamları, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ne yazık ki en
kötü istatistiklerine ulaşılan tarihtir. Yani, 1990’lı yılların
biriktirdiği bütün akıl dışılıkların faturası 2001 ve 2002’de Türk
milletinin önüne gelmiştir. “Bu süreç içerisinde kimin sorumluluğu
var” tartışmasının bence bugün bir değeri yok. Niye? Bu tartışma 2002
yılı seçimlerinde yapılmıştır ve bu tartışmanın doğru cevabını
Türkiye Büyük Millet Meclisini bu biçimde yapılandırarak Türk milleti
vermiştir. Dolayısıyla, söyleyeceğim söz önce şu: Bu Hükûmet kurulduğu
yıllarda, yani bundan beş yıl önce ilk bütçe Türkiye Büyük Millet Meclisine
geldiğinde, Türkiye’de gerçekten kaygılı olan çevreler vardı, bir
de çok umutlu ve coşkulu olan çevreler vardı. Türkiye’de imtiyazlı
kesimlerin tamamı kaygılıydılar. Şu ya da bu biçimde, siyasal olarak,
hukuksal olarak korunmuş, imtiyazlı olan kesimler, ekonomik olarak
imtiyazlı olan kesimler, apaçık rantiye kaygılıydı. Kim coşkuluydu?
Yoksullar coşkuluydular, onlar umutluydular, köylüler umutluydu,
esnaf umutluydu, işçiler, emekçiler gerçekten umutluydular, emekliler
umutluydu. Onlar, bu düzenin değişeceğine bel bağlamışlardı, umut
bağlamışlardı. İktidar partisine oy versinler vermesinler, bir
şeylerin değişeceğine inanıyorlardı, herkes bir şeyin değişeceğine
inanıyordu. Sizler de buna inanıyordunuz, bütün Türkiye gibi sizler
de buna inanıyordunuz.
Bu değişimi kaygı verici bir yönde
değişim olarak umanlar, bundan kaygı duyanlar da vardı, biraz önce
söylediğim gibi. Söz gelimi, AK Parti İktidarının yasaklara karşı
tavrının, Türkiye’de statükoyu olumsuz bir biçimde etkileyeceği
yolunda kaygı duyanlar vardı. Ekonomi politikalarında, sözüm
ona, popülist tercihler uygulayacağı, dolayısıyla, toplumu tercih
eden, yani emekliye, işçiye, köylüye, yoksul kesimlere kaynak aktaran
politikalarıyla, belki de ülkedeki var olan dengeleri, yani statükoyu
değiştireceğinden kaygı duyuluyordu.
Beş yıl geçti, ne değişti ne değişmedi,
buna hep beraber bir bakalım. Şu nereden nereye tablosunda 2002’yi
bu ülke için bir kader gibi sunan anlayışınızdan vazgeçin. Bence, gelin, daha gerçekçi ve daha namuslu bir
şey yapalım. Nereden nereye tablosunun daha
gerçekçi bir boyutu var. Elimde bir istatistik var. Bu istatistik diyor
ki: Türkiye’de fert başına düşen millî gelir 1975 yılında, -tarihe
dikkatinizi çekiyorum, 1975 yılında- bugün Avrupa Birliğini kuran
15 ülke ortalamasının yüzde 27’si kadarmış, yani, 15 Avrupa Birliği
ülkesinin fert başına gelir ortalamasının yüzde 27’si kadar. Peki,
bugün ne kadar? Aradan geçen otuz yıldan, otuz beş yıldan sonra, yani,
bir kuşağın ömrü geçtikten sonra ve bu otuz beş yıl zarfında, her yıl
bu kürsülerden, gelen hükûmetler başarı hikâyeleri anlattıktan sonra,
bugün Türkiye’de fert başına gelir, yani, “5.200 dolar” olarak ifade
ettiğiniz o muhteşem fert başına gelir 1975’e göre nerede? Yüzde 1
daha geride. Bugün Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 26’sı düzeyindeyiz.
Bu, son dört yılın iyi icraatı diyorsunuz değil mi? Maalesef değil.
Bu dönem zarfında yüzde 27’lik oranın üstüne çıkan bir tek dönem var.
O dönemin methiyesini düzmek için söylemiyorum, çünkü, toplumun
hayatından, anlaşılan o ki, kalıcı ve radikal bir değişim yapmamış.
O, 1983-89 dönemi. Ondan sonraki dönemlerin tamamında Türkiye kendisini
dünyayla mukayese ettiğinde, gerçekten, dünyanın hep gerisinde
kalmış.
Şimdi, bu 2002’den bugüne kadar baktığınızda
-biraz önce başka rakamlar ifade edildi- cari açık için sevinmemiz
bekleniyor âdeta, dört yıl önce 1,5 milyar dolar olan cari açık, 1,8
milyar dolar olan cari açığın, şimdi 34 milyar dolarla düzeyine çıkmış
olmasını sevinçle karşılamamızı bekliyor bu Hükûmet ve bunun ne kadar
da rasyonel bir izahını yapıyor, ama, doğrusunu isterseniz, Değerli
Hocam Nazım Ekren’i tebrik ediyorum, bunu çok büyük bir nezaketle ve
letafetle gerçekleştirdi.
Şimdi ben okuduğunuz bütün rakamları
-Sevgili Hocam göremiyorum sizi- bir göstergeyle daha yeniden okumayı
teklif ediyorum. Mesela, bu yılın mayıs ayında gerçekleşen kurlarla
bir kez daha okuyalım. O zaman, anlattığınız avcı hikâyelerinin çehresinin
daha bir başka şekle dönüşeceğini hep beraber göreceksiniz. Daha
bu yılın mayıs ayında, bütçenizi yaptıktan beş ay sonra gelip bu kürsüde,
kocaman kocaman şeyler söyledikten, mesela dalgalı kur rejiminin
kerametlerinden bahsettikten beş ay sonra, ülkenin içine girdiği
türbülansta döviz kurları, mesela dolar cinsinden 1 milyon 700 bin
liralara kadar geldiğinde, 1,7’ye kadar geldiğinde, betiniz benziniz atmış ve bütün göstergeler değişmişti.
Fert başına gayrisafi millî hasıla, o zaman, 5 bin dolara gelmiyordu,
birden bire biz 1.500 dolar civarında bir gelir kaybına uğramıştık.
Borçlarımızın dolar cinsinden ifadesi veyahut da gayrisafi millî
hasılamızın toplam olarak dolar cinsinden ifadesi karşısında,
borçların gayrisafi millî hasılaya oranı da bugün burada övündüğünüz
oranlarda ve rakamlarda değildi. Ne oldu? Ne değişti? Efendim, küresel
piyasalarda meydana gelen gelişmeler bizim ekonomimizi etkiledi.
Etkilemeyecek miydi? Yani, kuzey yarım küreye kış gelirken, sizde
bahar mı olacaktı?
Konuşmaya başladığınız zaman
içeriğini çok anlasanız da, anlamasanız da bir küresel ekonomiden,
bir küreselleşmeden sürekli bahsediyorsunuz. Küresel bir dalga vurduğu
zaman niye başkasını nezle ederken sizi yataklara düşürüyor? Niye
bu ülkeyi yataklara düşürüyor? Mayıs türbülansında Türkiye’nin
yaşadığı travmayı yaşayan başka bir ekonomi oldu mu?
Şimdi, mayıs türbülansını bir daha
bir okumamız gerekiyor; çünkü, mayıs türbülansı dediğimiz şey,
esas itibarıyla, ucunu gösteren kriz ya da bir düzeltme iken, sonradan bu ülkeden verilen tavizlerle geciktirilmiş
bir krize dönüştürüldü.
Şimdi, buradan Hükûmete soruyorum,
benden sonra Hükûmet adına konuşacak muhterem zevata soruyorum.
Her ne kadar kendileri ana muhalefet dışında kimsenin sorusuna cevap
vermeyeceklerini söylemişlerse de, ben yine de bir milletvekili
sıfatıyla, millet adına akla gelen, makul olan soruları soruyorum:
Merkez Bankası Başkanı bundan bir ay kadar önce, önümüzdeki bir yıl
içinde Türkiye’de faiz indiriminin gerçekleşmeyeceğini söyledi.
Bu nasıl bir piyasa ekonomisidir ki, Merkez Bankası Başkanı dünyanın
en vahşi, en yüksek değerli, reel olarak ve nominal olarak, faizini
ödeyen bu ülkede, bu ülkesinde bir yıl içinde faizlerin düşmeyeceğini
taahhüt eder? Ne adına, kimin adına?
İşte, yavaş yavaş kimin kaygı duyduğu,
şimdi kimin sevindiği tablosuna doğru geliyoruz. Hani Hükûmet geldiğinde
yoksullar seviniyor, zenginler, rantiye kaygı duyuyordu ya, bugünkü
tablo tamamen şudur: Rantiye coşkuyla alkışlıyor, yoksulun takati
kalmamış, sesi çıkmıyor. Burada övüne övüne anlattığınız tablonun
arkasında yatan gerçek, acı bir sömürüden başka hiçbir şey değildir.
Değiştirmeye talip olduğunuz düzenin ne yazık ki kötü bir eşik bekçisi
oldunuz.
Ben, şimdi bunları size rakamlarla
ispat edeyim, siz gelin bunların yanlış ve yanıltıcı olduğunu söyleyin:
Bu ülke şu anda dünyanın en yüksek oranlı reel faizini ödüyor. Bu ülke
bu dört yıl zarfında toplam borç stokunu yarısı kadar daha artırdı.
Bu ülke özelleştirme adı altında bir varlık satışı furyasında son
derece değerli varlıklarını, hiç de rasyonel olmayan piyasa koşullarında
ne yazık ki sattı. Peşkeş çekti diyeceğim, ama, şimdi, burada ucu
açık tartışmalara girmek istemiyorum. Gelin, sattı diyelim.
Şimdi, burada, bir özelleştirme
edebiyatı, bir yabancı sermaye edebiyatı anlatılıp gidiyor. Dedim
ya, herkes kendi hikâyesini anlatıyor. Maliye Bakanı, biraz önce,
ekim-ekim, 20 milyar dolarlık bir yabancı sermaye girişinden bahsetti.
O hangi ekim, ben bulamadım. Hangi ekimden hangi ekime…
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul)
– Bulursun!
ERKAN MUMCU (Devamla) – Söylerseniz
memnun olurum Sayın Bakan. Ben, bu kürsüden size sorular sordum, siz
de cevaplar verdiniz geçmişte de. Sonra, cevaplarınızın hepsinin
yalan olduğunu tescil ettik. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Yani, bu… Ben sorayım, siz cevabınızı verin.
2002-2006 yılında, yabancıların
Türkiye’ye yaptıkları doğrudan yabancı sermaye yatırımı, 21,7 milyar
dolar. Bu iyi bir rakam, bu takdir edilmesi gereken bir rakam, bu büyük
bir rakam, ama, bu rakamın dağılımına bir bakalım. Nereye gitmiş diye
dağılımına bir baktığımda, sadece 2005’te, 9,6 milyar dolarlık kısmı
gerçekleşen bu yabancı sermaye yatırımının 4 milyar doları banka
satışlarından gelmiş, bu 2005’teki 9,6 milyar doların 4 milyar doları.
3,4 milyar doları, Turkcell ve Türk Telekomun ödemelerinden gelmiş.
1,9 milyar doları gayrimenkul satın almalarından, 1,5 milyar doları
da daha önce yapılan özelleştirme taksitlerinin ödemelerinden
gelmiş. 2006’da, toplam, yaklaşık olarak 11 milyar dolar yabancı sermaye
yatırımının 4,7 milyar doları ulaştırma ve haberleşme sektörüne
yapılmış, 3,5 milyar doları bankacılık ve sigorta sektörüne, 2,6
milyar doları gayrimenkul yatırımlarına yönelmiş ve bunun içinde,
işte, Denizbank ve sair gibi sigorta ve bankacılık şirketlerinin
satılması da var.
Sizin yabancı sermaye girdi, girdi
diye anlattığınız şeyde, eğer bu ülkede istihdam yaratan, bu ülkenin
üretim ve rekabet kapasitelerine ilave kapasite katan herhangi
bir yatırım varsa, 10 milyon dolarlık, 50 milyon dolarlık, 100 milyon
dolarlık, Sayın Bakan, geleceğim, bu kürsüden, sizden özür dileyeceğim.
Gelin, bana bunu anlatın. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Gelip bu kürsüden, sizden özür dileyeceğim. Beş yıllık Hükûmetinizin
yaptığı şey, ülkenin elli yıllık bir birikim içinde yaptığı şeylerin
satılabilmesi. Siz, buna özelleştirme diyorsunuz. Özelleştirme
diye övdüğünüz şeyin arkasında yatan şey özelleştirme filan değil.
Bu, düpedüz bir varlık satışı ve tasarlanmış bir varlık satışı, çünkü,
özelleştirme dediğiniz şeyin arkasında yatan mantık, kamu işletmeciliğinin,
kamu girişimciliğinin verim yaratamayan ataleti karşısında, verim
yaratamaması karşısında, rekabetsiz olması yüzünden verim yaratamaması
karşısında, daha rekabetçi bir yapıya sahip olan özel sektör kuruluşlarına
devredilmesi vardır. Yani, bir ekonomik alanın, bir sektörel alanın
rekabete açılmasıdır özünde özelleştirme. Üçe satma, beşe satma
işi değildir özelleştirme.
Geldiniz, özelleştirmeler yaptınız.
Nereyi rekabete açtınız? Telekomu rekabete açtınız mı? Hayır.
Devlet tekelinden Hariri’nin tekeline teslim ettiniz işi. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar) Bu yetmiyor. Bir yıl sonra yüzde 33
oranında kurumlar vergisi indirimi yapacağınız belli iken, Türkiye’nin
en önemli varlıklarından bir tanesini taksitleri vergi indirimiyle
sağladığınız avantajlardan daha düşük bir rakama gelecek biçimde
sattınız ve milletin karşısına çıkıp diyorsunuz ki, biz özelleştirme
yaptık, biz bu ülkeye yabancı sermaye getirdik. Bizden de sizi takdir
etmemizi bekliyorsunuz. Ben sizi takdir edemem, kusura bakmayın.
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) –
Millet…
ERKAN MUMCU (Devamla) – Milletin
de sizi takdir edeceğini hiç zannetmiyorum. Milletin vekilleri
takdir ediyorlarsa eğer, bunu da sadece hayretle karşılarım.
Değerli arkadaşlar, şu beyanımda
yanlış olan ne var? 1,3 katrilyon lira yıllık vergi ödemesi olan bir kurumun
özelleştirmesinden sonra vergi yükünde yüzde 33’lük bir indirime
giderseniz, yani yılda yaklaşık 500 trilyon lira vergi bağışıklığı
sağlarsanız bu şirkete ve bu şirketi, başında 6,5 milyar dolar gibi
bir rakamla satmışsanız, bunun kârı neresinde, bunun ticareti neresinde,
bu nasıl bir dürüst özelleştirme girişimidir, Allah aşkına, bana
bir anlatır mısınız? Sizin vicdanınıza oturuyor mu bu? Sizin vicdanınız
bunu kabul ediyor mu?
Bizim burada sorduğumuz sorular,
milletin adına, biz milletin vekiliyiz. Milletimiz, velinimetimiz,
bu kürsüde konuşma hürriyetini veren millet, maaşımızı da veren
millet. Milletimiz var olsun. Bunu helal ettirmek için de bir şeyler
soruyoruz. Mesela, ben Sayın Bakana geçen yıl bu kürsüden sordum,
dedim ki: “Sayın Bakanım, siz, bu 14,7’lik satışı, daha önce Kuşadası
Limanı’nı da sattığınız Ofer ailesine, niye blok satışta oluşacak
fiyatı beklemeden sattınız?” Sayın Bakan bu kürsüye çıktı dedi ki:
“Kardeşim -bu kürsünün tutanaklarında var- ben o tarihte özelleştirmeden
sorumlu bakan filan değilim, ne Ofer tanırım ne Kofer tanırım.” Ne
oldu? Burada biz meram anlatmaya çalışırken bir uğultu içinde, bizi
susturmaya çalıştı bir grup arkadaş, gerçeği söyletmemeye çalıştı
bir grup arkadaş. Ne oldu? Danıştay üst üste iki kez karar verdi, bu
14,7’lik satışı iptal etti. Bu 14,7’lik satıştan doğan 750 milyon dolarlık
kamu zararını tespit etti. Şimdi, bu hisselerin geri alınması yolundaki
yargı kararı uygulanamıyor, çünkü, Sayın Bakanın tanımadığını
söylediği, ama tanıdığı daha sonra pek çok belgeyle ortaya çıkan
şahısların, özel uçaklarıyla yolculuklarını yaptığı şahısların,
bunu çoktan dağın öte yanına aşırdığı, götürdüğü bilinen bir gerçekti.
Şimdi ben soruyorum: Bu yetimin hakkı değil mi? Bunun hesabını kim,
kimden soracak? Bunun hesabını kim, kime verecek? Eğer milletin vekilleri
bunun hesabını sormayacaksa, bunun hesabının kim soracak?
Merkez Bankası Başkanı diyor ki:
“Bir sene zarfında düşmeyecek.” Bir sene önce de siz burada diyordunuz
ki: “Dalgalı kur sistemi koruyacak.” Ne oldu dalgalı kur sistemine?
Ekonomiden sorumlu Sayın Bakan gelip bir hesap verirse memnun olacağım,
burada anlatırsa çok memnun olacağım. Ne oldu dalgalı kur sistemine?
Niye mayıs türbülansında döviz satmaya başladınız? Hani kurun yükselme
eğilimine girdiği dönemde, dalgalı kur, sistemi balanse edecekti?
Hani Merkez Bankası, o gün rezerv tutarak aldığı riski işte bu günler
için alıyordu, isteyene yüksek fiyatla satacaktı? Dolayısıyla, o
gün dövizden TL’ye, yani, çok yüksek faiz vaat eden Türk lirasına dönen
hesaplar, aldığı riski biliyorlardı hani? Apar topar gidip New
York’tan taahhütte bulundunuz. Dediniz ki: “Piyasaya müdahale edeceğiz
ve döviz satacağız.” Niye? Çünkü, pozisyon değiştirmek eğilimindeki
sıcak paraya garanti vermezseniz o para orada durmayacaktı. Şimdi
yaptığınız şey, ülkenin bir yıl daha sömürülmesi adına düzeltmenin
ertelenmesinden başka hiçbir şey değil. Kimseyi kandırabilecek
durumda değilsiniz, hiç kimseyi. Ancak kendinizi kandırabilirsiniz.
Şimdi yeniden enflasyonu yüzde 4 olarak öngören bir bütçe yüzde 21
nominal faizden taviz vermiyor. Bu taahhüdü kimin adına veriyorsunuz
arkadaşlar? Bu taahhüdü kim, kimin adına veriyor?
Ben bir soru soracağım. Bu sorunun
cevabını bilen varsa, gelsin bana cevap versin. İşte o zaman aslanların
tarihi anlaşılmış olacak. Sürekli bize, döndürülebilir bir borçlanma
programından, borçlanmanın faziletinden bahsettiler, sürekli bize
bir fiyat istikrarı masalı anlattılar. Siz de o masala uydunuz.
Sorduğum soru şu: 2003 yılı-2006 yılı toplam bütçe açığı 80,3 milyar
YTL. Aynı dönemde Hazinenin borçlandığı rakam 101,3 milyar YTL. Yani,
ihtiyacından yaklaşık yüzde 21 oranında daha fazla borçlanan Hazine,
acaba ihtiyaçtan daha fazla borçlanmasının nedenini gelip burada
bize anlatabilir mi? Çünkü, bu borçlanmanın bir maliyeti var. Çünkü,
bu borçlanmanın bir bedeli var. Acaba Sayın Başbakan, acaba Sayın Maliye
Bakanı, acaba Sayın Hazineden sorumlu Bakan, gelip, buraya, bize,
Merkez Bankası rezervlerini neden 58 milyar dolar düzeyinde tuttuğumuzu
anlatabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin Merkez Bankası, niye 58
milyar dolar rezerv tutar, ne için? Borçlanabilmek için mi? Niye borçlanıyoruz?
Tasarruf açığımız olduğu için, öyle mi? Peki, tasarruf açığımız varsa,
yıllar yılı, neredeyse yüz yıldır bu borçları kim ödüyor? Nereden
ödüyoruz? Kendi tarihi içinde Türkiye hiç defaulta girmiş mi, borç
ödeyememe durumuna girmiş mi? Biz niye borçlanıyoruz? Borçlanmak
için borçlanıyoruz, başka hiçbir şey için değil. Dünya sistemine haraç
vermek için borçlanıyoruz, başka hiçbir şey için değil. Türkiye’nin
tasarruf açığı olduğunu söyleyenler, bana, lütfen Türkiye’nin yıllar
içinde ödediği yüz milyarlarca dolarlık borç faizinin nereden ödendiğini
de söylesinler. Eğer, Türkiye tasarruf edemiyor idiyse, yüz milyarlarca
dolarlık borç faizini Türkiye neyin üzerinden ödedi? Kim ödedi? Bu
milletin ta kendisi ödedi ve ne pahasına
ödedi? Açlık pahasına, yoksulluk pahasına, işsizlik pahasına.
Şimdi, Sayın Başbakanın çok itibar
ettiği bir kaynaktan veriler aktaracağım size, TÜİK. Hani, diyordu
ya Sayın Başbakan: “Sizin basın müşavirinize
mi danışacağız? Onun rakamlarına mı güveneceğiz? Tabii TÜİK’in rakamlarına
güveneceğiz.” Siz ne kadar güvenirsiniz bilmiyorum; bir kişinin
açlık sınırının altında yaşamaması için ihtiyaç duyduğu şey günde
2.100 kalori alabilmesi. Bir ailenin, yani dört kişilik bir ailenin,
günde 2.100 kaloriyle beslenebilmeleri için ihtiyaç duydukları
aylık rakam TÜİK’e göre, Sayın Başbakanın çok itibar ettiği İstatistik
Kurumu TÜİK’e göre 182 YTL. 182 lira ile dört kişilik bir aile, günde
2.100 kalori alacak kadar beslenebilecek. Siz bunu mümkün görüyor
musunuz? Dört kişi!.. Hani şu çok iyi bildiğiniz çay-simit hesabıyla
bile bu mümkün mü? 2.100 kalori mümkün mü? 2.100 kalori mümkünse, fiyat
olarak mümkün mü? Değil…
Aynı TÜİK “Bu 182 YTL’yi kazanamayan
950 bin kişi var -diyor- bu ülkede.” Yani, hane halkı geliri 182
YTL’nin altında olan 950 bin kişi var açlık sınırının altında…
Peki, yoksulluk… Yani, biraz daha
insan gibi, kira, giyinme yani, çıplak dolaşmadan, üstüne bir çul
geçirerek yaşayabilmenin ve başını bir çatının altına sokabilmenin
maliyeti ne? Aşağı yukarı 470 lira. Asgari ücretin yüzde 40’ı kadar
daha yüksek bir rakam, bu da TÜİK rakamı. TÜRK-İŞ’e sorarsanız bu rakam
çok daha yüksek 1 milyar 900 milyon lira; dört kişi için insanca yaşayabilme
maliyeti. TÜİK, mütevazı davranıyor her ne hikmetse. Yani, Mozambik
standartlarını kendi vatandaşına layık gören bir anlayışın ürünüdür
bu. Çünkü, bu araştırmaların finansmanı Dünya Bankası tarafından
yapılıyor. Dünya Bankası tarafından finansmanı yapılan bu araştırmalarda
yer alabilmek adına ne yazık ki, bu ülkenin aydınları kendi insanlarına
ihanet ediyorlar. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) 182
YTL’lik bir standardı kendi milletine layık görüyor. Ama, sadece o
değil. Bu Hükûmet, bu ülkenin coşkuyla, sevinçle karşıladığı, fakir
fukaranın, garip gurebanın Hükûmeti de aynı şeyi reva görüyor! TÜİK
rakamlarına göre bu ülkede yoksulluk sınırının altında yaşayan
insan sayısı 19 milyon. Çok övündüğünüz, “mali disiplin, mali disiplin”
diye övündüğünüz şey bu ülkenin köleleştirildiğinin resmidir. Biraz
önce burada rakamları çarpıtacaksınız… Nasıl çarpıtacağınızı
da bilemediniz, beceremediniz. OECD ülkelerinde de bu oran yüzde
33’müş de, 34’müş… Düpedüz söyleyin: “Doğrudan vergilerin bütçe içindeki
payıyla dolaylıların payı ters yüz edildi” deyin. “Bizde yüzde 73’e
çıktı” deyin. Eğer, milletin karşısında hâlâ söyleyecek yüzünüz varsa
“toplam vergi gelirlerinin yüzde 73’ü dolaylı vergiler, yani milletin
kursağından kesilen vergiler” deyin. “En fakirin en ağır ödediği
vergiler” deyin. “Biz bu ülkede faizden vergi alamıyoruz” deyin.
“Hele yabancı ülkeden geliyorsa, sıcak para olarak geliyorsa, ister
bıyıklı ister bıyıksız, ondan kuruş vergi alacak cesaretimiz yok,
biz onların Hükûmeti değil, biz yoksulların Hükûmetiyiz” deyin, daha
doğrusu “Bizim borumuz yoksullara öter” deyin. Çıkın söyleyin.
Bu bütçede yeni yıldan itibaren
öngördüğünüz gelir kalemlerinden bir tanesi, prim geliri dahi olsa,
emeklilerin ücretlerinden kesintinin yüzde 33’e çıkarılması, yüzde
10’dan yüzde 33’e çıkarılması. Hariri’nin yüzde 33’ten yüzde 10’a indirildiği
bir tabloda, emeklinin ücretinden, geçinemeyen, yaşayamayan emeklinin
ücretinden kesintiyi yüzde 10’dan yüzde 33’e çıkaran Hükûmetsiniz
siz. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Bununla şeref duyun,
bununla şeref duyun! Siz kurulduğunuz zaman bu insanlar umut içindeydiler,
bugün umutsuzluk içinde, bugün çaresizlik içinde, bugün hayal kırıklığı
içinde suskun vaziyetteler.
Çok şeyin değişeceğini söylediniz.
Ben size dünya sıralamasında nerede olduğumuzu söyleyeyim, çünkü
nereden nereye, nereden nereye anlatıp durmayın, buradan nereye
onu anlatın. Ben size söyleyeyim, bunların hepsi Dünya Bankasının
ve World Economic Forum’un rakamlarıdır. Burada benden önceki iktidar
sözcüleri de bu rakamları benzer biçimlerde verdikleri için, seçtiklerini
verdikleri için, onların seçmediklerini de ben burada vereyim.
İnsani gelişme endeksinde 1975
yılında Türkiye 56’ncı sıradaydı, çok beğenmediğiniz 2002’de 88’inci
sırada, bugün 92’nci sıradayız. Tebrik ediyorum ey Hükûmet sizi!
Enflasyonda 94’üncü sıradayız,
tasarruf seviyesinde 74’üncü sırada, faiz farkında 60’ıncı sırada,
kamu borçluluğunda 86’ncı sırada, bütçe açığında 115’inci sırada,
reel efektif kur düzeyinde 117’nci sıradayız. Herhâlde bunlar Hükûmetinizin
iftihar tablosu!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) –
2002 rakamlarını da versene.
ERKAN MUMCU (Devamla) – Tabii, memnuniyetle.
Deminki rakamları da söyleyeyim.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Nereden
nereye olduğumuzu da, hangi, kaç ülkeden kaç ülkeye...
ERKAN MUMCU (Devamla) – Neyi istiyorsunuz,
söyleyelim hay hay, buyurun.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Rakamların
tarihinden bahset.
ERKAN MUMCU (Devamla) – Hoşunuza
ne gidiyorsa, gelin burada söyleyin.
BAŞKAN – Lütfen müdahale etmeyelim
arkadaşlar.
ERKAN MUMCU (Devamla) – Önemli
olan, inanacak kimi bulacaksınız?
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) – Rakamların
tarihinden de bahset.
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Sen
gerçekleri söyle.
BAŞKAN – Lütfen müdahale etmeyin.
ERKAN MUMCU (Devamla) – Önemli
olan, inanacak kimseyi bulacak mısınız bulmayacak mısınız meselesi.
Şimdi, nedir başarı? Başarı diye
anlattığınız şey, işte, bu, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri
içindeki payının yüzde 65’ten yüzde 73-74’ler düzeyine çıkmış olmasıdır.
Yani, sizin hüneriniz mazottan aldığınız vergiyi yükseltmektir,
sizin hüneriniz benzinden aldığınız vergiyi yükseltmektir, sizin
hüneriniz doğal gazdan aldığınız vergiyi, elektrikten aldığınız
vergiyi, ekmekten aldığınız vergiyi, ilaçtan aldığınız vergiyi
yükseltmektir, sizin hüneriniz budur. Bu hünerinizi, takdirle,
bir kez daha karşılıyorum! Sizin hüneriniz esnafın tepesine çöküp,
boğazını, ümüğünü sıkıp -Sayın Bakanın ifadesiyle- onu yolmaktır.
Sizin hüneriniz budur. Bu hüneriniz dolayısıyla sizi tebrik etmek
lazım! Mali disiplinden başka hiçbir hüneriniz yok. Ne bu ülkenin
borç stokunu düşürebildiniz… Bu ülkenin borç stokunu tarihte hiçbir
hükûmetin artırmadığı kadar siz arttırdınız. Yani, çok başarılıyız,
çok başarılıyız dediğiniz dönemde 100 milyar dolardan daha fazla
bir borç artışı gerçekleştirdiniz, üstüne üstlük ülkenin uzun yıllarda
yaptığı, satmadığı şeyleri satıp bunları da gelirler hanesine eklediniz.
Sonuçta, ülkeye ne verdiniz diye sorduğumda, eğer sizin aklınıza
bir şey geliyorsa, gelin lütfen bu kürsüden söyleyin. Benim aklıma
hiçbir şey gelmiyor.
Ne değişti bu beş senede bu ülkede?
Neyi değiştirdiniz bu ülkede beş senede? Ben söyleyeyim size: Değişen
bir tek şey oldu, baştan kaygı duyanlar, sonunda sevinç duyar oldular.
Rantiyenin ekonomiden sebeplenme yüzdesi olağanüstü, güvencesi
olağanüstü arttı. Dolayısıyla, sizin hüneriniz, bu ülkenin rekabet
gücünü ortadan kaldırıp bu ülkeyi pazarlaştırmaktan ibarettir,
bu ülkenin pazar olarak parsellenmesinden ibarettir.
Şimdi, işsizlik rakamlarına bakıyorsunuz,
dört senede gelir artışının yüzde 100 olduğunu ifade ettiğiniz ülkede
işsizlik rakamları aynı, yerinde seyretmiş.
Ben o zaman bir soru soracağım:
Bir ülkede gelirin paylaşımının adaleti nereden ölçülür? İki şeyden
ölçülür: Bir, istihdamın yaygınlaşmasından, işsizlikten ölçülür;
yani, refahtan, çalışan insanların sayısının artması dolayısıyla
insanların yaygın bir biçimde pay aldığı kanaatine varırsınız,
yargısına varırsınız. İki, reel ücretlerdeki artışlardan ölçülür.
Ne olmuş? Türkiye’de işsizlik rakamları
değişmiş mi? Hayır. Tam tersine, Türkiye’de işsizlik, tam tersine daha
da büyümüş. Peki, ne oldu Türkiye’nin büyümesi? Nasıl bir büyüme
bu? Hani 5.100-5.200 dolara çıkmış fert başına gelir işsiz insanlara
mı gitti? Dönüp ücretlerdeki artışlara bakıyorsunuz, hayır, ücretlerde
de böyle bir artış yok, yüzde 100’ü bulan bir artış yok. Peki, nereye
gitti bu artış? Kimin cebinde bu artış? Bu artışın nereye gittiği
belli. Bu artış, ülkeye borç verenlerin cebine gitti. Siz, bu düzeni
değiştirmek noktasında hiçbir girişimde bulunmadıkça, gelip burada,
neyin hikâyesini anlatırsanız anlatın; millet için, bu, inandırıcı
olmayacaktır.
Şimdi, önümüzdeki dönemde, günün
birinde, Merkez Bankasının da kendi web sitesinde de açık biçimde
gösterdiği gibi, olağanın çok üstünde değerlenmiş Türk lirası, artık,
bu kadar yüksek faiz ödeyemez hâle geldiğiniz bir anda, daha doğrusu
Türkiye oraya geldiği noktada, yeniden bir düzeltmeyi zorladığında,
yani, artık, hesaplar doların söz gelimi 2,2 YTL üzerinden hesaplandığı,
2,3 YTL üzerinden hesaplandığı bir düzeyde, o zaman bu rakamların
tamamı bir daha okunacak. O zaman, Türkiye’nin millî gelirinin dövizle
ifadesinin ne kadar olduğuna bir daha bakacağız, fert başına gelirin
ne kadar olduğuna bir daha bakacağız, borçların gayrisafi millî hasılaya
ne kadar olduğuna bir daha bakacağız.
Ne oldu, mayıs ayında hem kur hem faiz
hem enflasyon birden yükseldi? Hani fiyat istikrarını tutturmuştunuz?
Hani tapındığınız, ekonomide tapındığınız fiyat istikrarı her
şey demekti? Ne oldu? İki ay zarfında, hem faiz hem kur hem enflasyon
nasıl birden yükseldi? Nasıl bunlardan biri diğerini tutmadı? Her
kriz döneminde olduğu gibi, her düzeltme döneminde olduğu gibi,
yine aynı şey Türkiye’nin başına gelecektir.
Ne yazık ki, siz, bir düzenek kuruyorsunuz.
Kurulmuş bir düzeneğin zembereğini, biraz daha, biraz daha kuruyorsunuz;
Türkiye’nin yaşayacağı patlama, Türkiye’nin yaşayacağı türbülans,
sizin kurduğunuz kadar yüksek bir gerilimle gerçekleşecektir.
Sonuç itibarıyla, Türkiye’de, ne
vatandaşın devlet karşısında itibarı yükselmiştir ne Türkiye’nin
uluslararası piyasada itibarı yükselmiştir.
Geldiniz, üç şey vadederek, yasaklar,
yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele vadederek. Ben, kendi hayatında
yasakların mağduriyetini yaşayan insanlara soruyorum: Hayatınızda
yasaklar karşısında ne değişti? Bu Hükûmetin dört yıllık icraatı sizin
hayatınızdan hangi yasağı kaldırdı? Ben, bunu soruyorum.
Bu konuda olumlu yanıt verebilecek
tek unsur, belki, Lozan’la azınlık statüsünde sayılanlar olabilir.
Avrupa’nın basıncı karşısında ve bu Hükûmetin içine düştüğü meşruiyet
bunalımı karşısında, onlara verilmiş tavizler dışında, bu ülkede,
yasaklar karşısında bir adım ilerleme gerçekleşmemiştir.
Bu ülkede bir reform girişimi olarak
bir YÖK reformu başlatılmış ve YÖK reformu, ne yazık ki, bir koltuk pazarlığına
kurban edilmiştir. Bunlar, bu hayatın gerçekleridir. Bu gerçeğin
kahramanları da, bugün, burada, bu salonun içindedir, buradadır.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Tarih, bunları, bu tutanaklara
kaydettiği gibi, bunların hesabını da bu pazarlığı yapanlardan
soracaktır.
Bugün, bir cumhurbaşkanlığı vaadiyle
millete, yani değişim bekleyen, bu düzenin değişmesini, bu adaletsiz
düzenin değişmesini bekleyen insanlara karanlıkta göz kırpıyorsunuz.
Oysa, Türkiye’nin önünü açmak gibi bir fırsat var. Türkiye’yi rejim
krizlerinden, rejim bunalımlarından, Türkiye’yi ikide bir içine sürüklendiği
cumhurbaşkanlığı gerilimlerinden kurtarmak gibi bir fırsatınız
var; ama bundan kaçıyorsunuz, tam tersine, halka verilmiş sözünüze
rağmen.
Siz değil miydiniz, halk cumhurbaşkanını
seçmelidir diyen? Siz değil miydiniz, sizin Başbakanınız, sizin Genel
Başkanınız değil miydi? Ne oldu?
ALİM TUNÇ (Uşak) – Bizi halk seçti.
ERKAN MUMCU (Devamla) – Ve burada,
ana muhalefet partisinin Sayın Genel Başkanına da bir kez daha yinelemek
istiyorum çağrımı: Sayın Genel Başkan, gelin, Anayasa değişikliği
için ortaklaşa önerge verelim. İktidar Grubu buna dayanamayacaktır.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi kadar meşru bir talep karşısında
direnen hiçbir iktidar, cumhurbaşkanını seçse bile o cumhurbaşkanını
orada tutamayacaktır. Dolayısıyla, gelin, ayağımızı meşruiyetin
üstüne basalım.
Sayın Başbakanın “hani sizin Anayasa’ya
sadakatiniz, hani sizin demokrasiye sadakatiniz?” siteminde
haklılık payı olduğunun altını çizmek isterim. Hukuk herkes için
hukuktur, demokrasi herkes için demokrasi olmalıdır. Keyfimize
göre hukuk, keyfimize göre demokrasi olmaz. Amma, hukuk kanun demek
değildir, amma, demokrasi sayı demek değildir. Hukuk meşruiyet demektir.
Eğer, sizin, bu ülkenin üçte 2’sini gerçekten temsil ettiğiniz yolunda
bir meşruiyet inancının varsa yolunuz açık olsun. Ama, seçmenin yarısının
Parlamento dışında kaldığı bir parlamentoda seçmenin üçte 1’ini
alarak, üstelik görev sürenizin sonunda ülkeyi yedi yıl yönetecek
cumhurbaşkanını seçmeyi demokratik açıdan meşru telakki ediyorsanız
yolunuz açık olsun. Ama hazmedilmez, ama hazmedilmez! Gelin, meşru
olanı yapın, gelin milletin vicdanına güvenin.
Hani, şu konser sanatçıları yapıyor
ya, siyasetçi öyle olmalı, dönüp arkasını kalabalığa kendisini
bırakıveriyor ya, biliyor halkının kendisini nasıl karşılayacağını.
Gelin, cesaretiniz varsa siz de onu yapın. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Gelin, bu ülkede, iki turlu bir seçimle seçelim cumhurbaşkanını.
Gelin, milletin çoğunluğunu temsil eden bir cumhurbaşkanımız olsun.
Gelin, Türkiye’de rejimi gerçek manada demokratik meşruiyet zeminine
oturtalım. Bunun, bu ülkenin beş yıllık, yedi yıllık geleceğinde değil
elli yıllık geleceğinde çok büyük bir değer ifade ettiğini siz de
vicdanlarınızda biliyorsunuz. Gelin, meseleyi, günübirlik, kişisel
bir mesele olarak görmeyin. Siz bu basireti gösterin. Millet, bu basireti
gösterenleri kucaklayacaktır, korkmayın. Korkmayın, millete güvenin;
dönün arkanızı ve millete bırakın kendinizi. Eğer, gerçekten milletle
manevi bağınızı hâlâ koruduğunuza inanıyorsanız, hâlâ beş yıl önceki
gibi millet sizi coşkuyla karşılayacak diyorsanız, gelin, bunu yapın,
korkmayın ve bu ülkenin millî menfaatlerinden, millî politikalarından
bir meşruiyet bunalımı içinde taviz verip durmaktan artık vazgeçin.
Avrupa Birliği içinde ülkeyi getirdiğiniz
nokta tam bir faciadır. İşte, bugün, Avrupa Birliğinde müzakerelerin
askıya alınması karara alındı. Ne oldu? Gündüz vakti havai fişekler
patlatıyordunuz, Türkiye’yi Avrupa Birliğine getiren kahraman
Hükûmettiniz, ne oldu? Daha o günden -o günün kahramanları burada-
Kıbrıs meselesini, Birleşmiş Milletler yerine Avrupa Birliğiyle
müzakere etmeyi kabul etmenin Türkiye’yi bir çıkmaza sokmak demek
olduğunu söylediğimizde, bu tezimize karşı çıkan değerli zevat
bugün burada “Kıbrıs meselesinin gerçek çözüm platformu Birleşmiş
Milletlerdir.” diyor. Geçmiş olsun! Annan referandumunun oylanmasından
sonra, bu meseleyi Avrupa Birliğiyle konuşmayı kesinlikle donduralım
ve Kıbrıs sorunu kalıcı ve toplam bir biçimde çözülmedikçe müzakerelere
devam etmeyelim dediğimizde, aslında önerdiğimiz Türkiye’nin Avrupa
Birliğinde önünü açmaktı. Eğer bir dirayetli duruş gösterebilseydiniz,
eğer Avrupa Birliğine “hayır” diyebilecek, “önce Kıbrıs meselesini
Birleşmiş Milletlerde halledeceğiz, ondan sonra sizinle müzakere
edeceğiz” diyebilecek bir dirayeti göstermiş olsaydınız, bugün
müzakereler askıya alınmış olmayacaktı.
“Bu müzakerelerin askıya alınmış
olması da bir şey değil bitmedi ki” diyeceksiniz. Hayır, otuz tane
Avrupa ülkesinin kamuoyuna bırakılmış, veto yetkisine bırakılmış,
Rum kesiminin veto yetkisine bırakılmış bir süreçten, siz Avrupa
Birliğini çıkaramazsınız. Ancak ve ancak, Avrupa’nın içine düştüğü
stratejik körlüğü Avrupa’ya göstererek, Türkiye’yi kaybetmenin bedelinin
ne olacağını, onlara, çok sıkı bir biçimde, okunaklı bir sesle anlatırsanız
Avrupa Birliğinde ilerlersiniz. Başka hiçbir ilerleme yolu yoktur.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Ama, siz, Türkiye’de içine düşürüldüğünüz
bir meşuiyet bunalımı içinde, yani, çağdaş, Batılı, modern, laik değerler
karşısında şüpheli zannınız dolayısıyla, şüpheli bırakıldığınız
için, yani, birilerinin sizi kovaladığı yerde, gittiniz, Avrupa
Birliğinin ve Batı’nın kucağına oturdunuz. Çok net…
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) – Başkanım,
bu tabir çok ayıp!
ERKAN MUMCU (Devamla) – Olabilir.
Peki, tabirimi düzeltiyorum. Teşekkür ediyorum Sayın Milletvekili.
Nasıl söyleyelim? Sizin için hazırladıkları pozisyona düştünüz.
Peki, düzeltiyorum. Hükûmet için söylüyorum. (Anavatan partisi sıralarından
alkışlar)
Buradan birileri size dedi ki:
“Siz cumhuriyet düşmanısınız.” Buradan birileri dedi ki size:
“Siz laikliğe karşı iyi niyet beslemiyorsunuz.” Buradan birileri
size bunu söyledikçe, sizin temsil ettiğiniz değerler ve temsil ettiğiniz
kitleler karşısındaki kuşkusunu, biraz da nobran bir dille ifade
ettikçe, siz kendinizi ne kadar da Batıcı, ne kadar da Avrupalı gösteririz
telaşına kapıldınız. Gerçek bu, gerçek bu!.. İçine düştüğünüz meşruiyet
bunalımı bu. Ne temsil ettiğiniz değerler ne temsil ettiğiniz kitlenin
haysiyetini dimdik söyleyemediniz.
Kanıt istiyor musunuz, size kanıtını
söyleyeyim: Siz millî değerlerin, millî duyguların, millî bilincin,
millî şuurun temsilcisi olarak geldiniz bu Meclise ve sonunda geldiğiniz
nokta, Türkiye’nin millî kahramanı, Kıbrıs mücadelesinin millî kahramanı
Rauf Denktaş’ı bu ülkeden kovmak oldu, “Git, kendi halkına anlat” dediniz,
“Git kendi ülkene” dediniz, “Benim ülkeme gelme” dediniz. (AK Parti
sıralarından “doğru” sesleri)
O “doğru” diyen arkadaşın sesini
bir daha duyayım da tutanaklara girsin. Nerede o “doğru” diyen?
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Neyse…
Sözün sahibi Recep Tayyip Erdoğan,
Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı.
Dolayısıyla, siz, bir millî bilinçten
yoksunsunuz. Siz, bir millet idrakinden yoksunsunuz. Hükûmete sesleniyorum:
Siz, milletin yekpare bir bütün olduğundan, siz, vatanın yekpare
bir bütün olduğundan habersizsiniz. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Siz, Kıbrıs’ın, Hristiyan dünyası karşısında son üç yüzyıl
zarfında kazanılmış tek zafer olduğu bilincinden yoksun bir kadrosunuz.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Onun için, siz, kesinlikle,
gayrimillî politikaların girdabında sürüklenen bir Hükûmetsiniz.
Gelin, aklınızı başınıza alın ve
millet adına soracağım şu sorulara lütfen cevap verin; bizim sorularımıza
cevap vermeyeceğinizi söylemişsiniz, şu sorulara bir cevap verin:
Bugünkü gazetelerde okudum “muhalefete söyledim” demiş Cumhurbaşkanlığı
Makamında Sayın Başbakan. Bunun adı, yani, şu hani “İki koyunu güdemezler.”
demişti ya, bu koyunlarla bir takıntısı var Sayın Başbakanın. “İki
koyunu güdemezler.” demişti ya, “İki koyunu güdemeyen adam konuşuyor.”
demişti ya, basın bunu Cumhurbaşkanı diye yorumlamıştı. Bugün, gazetelerde
okuyorum ki, Cumhurbaşkanı “Nedir bu iki koyun meselesi, kim?” diye
sormuş; Yaşar, karakolda söylediğini mahkemede tekrar edememiş.
Demiş ki “Ben muhalefete söylüyorum.” Şimdi “muhalefet” deyince
orada ben de varım. Müsaade ederseniz soruyorum: Bu iki koyun gütmekten
anladığınız nedir? Nedir bu iki koyun kriteri? Ne yapmış olanlar iki
koyun gütme kriterini başarmış olurlar? Mesela, tahsil midir; mesela,
iş hayatı tecrübeleri midir, iş hayatı başarıları mıdır, nedir
yani; mesela, dürüstlük müdür; mesela, temizlik midir; mesela, veremeyecek
hiçbir hesabı olmama, mesela, dokunulmazlık zırhına bürünmeme
midir; mesela, halkına hiç yalan söylememiş olmak olabilir mi? (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar) Mesela, sabahleyin halkına yalan
söyleyenler, akşamüstü yalanlarını itiraf ettiklerinde, Başbakan
sıfatıyla, sadece iki koyun güdebilecek kabiliyetleri olduğu
için Cumhurbaşkanı olmaya layık olurlar mı? (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Mesela, Darüşşafaka’nın, yani yetim çocukların, yetim
çocukların eğitimine tahsis edilmiş varlıkları, birileri, birilerine
imar rantlarıyla peşkeş çekerken, ona seyirci kalanlar, sırf garip
gureba edebiyatını iyi yaptıkları, fakir fukara edebiyatını iyi
yaptıklarını ve ülkesinin milyonlarca yoksulunu iftar sofralarında
teşhir ettikleri için, sadece, iki koyun gütme becerileri dolayısıyla
Cumhurbaşkanı olmaya layık görülebilirler mi?
Mesela, Kısıklı’da, bir orman arazisi
içerisinde ön görünüm yasağı, daha doğrusu, Koruma Kurulunun yasakladığı
bir alan içinde yapılmış 14 villanın 7’sine gayrimeşru yollardan sahip
olanlar, bunlardan sadece bir tanesine 1 milyon doların üstünde,
1,5 milyon doların üstünde tefrişat yapmış olanlar, bunu mal varlıklarında
beyan etme cesaretini gösteremeyenler; mesela, birilerinin
elinden deste deste dolarlarla paralar alıp, sonra, para aldıklarına,
söz gelimi, doğal gaz işinde imtiyaz sağlayanlar, sırf iki koyun güdebildikleri
için her şeye layık mıdırlar; istediği hakareti yapabilirler mi
mesela muhalefete? (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
Benim, iki koyun gütme kabiliyetim
yok. Benim, Kısıklı’da sakladığım villam yok. Benim, değiştirdiğim,
koruma kurullarında mevzuatla değiştirdiğim bir şeyim yok. Benim,
kararlı komutanlarım yok Sayın Bakanım. Benim, Türkiye’nin varlıklarından
haraç veren, haraç verecek kadar ciğersiz bir yüreğim yok. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar) Mesela, demiryolu ihalelerini,
şunlara, haraç niyetine -haraç niyetine- “uluslararası kamuoyunda
bizim lobimizi yapsın, meşruiyet açığımızın arkasında dursun” diye
verecek bir karakterim, meziyetim yok. İki koyun gütmeyi beceremeyenlerden
sayılabilir miyim acaba, merak ediyorum.
ALİ ÖĞÜTEN (Karabük) – Evet, sayılırsın.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Mardin) – Şüphen
olmasın!
ERKAN MUMCU (Devamla) – Ve soracağım
şimdi… Değerli arkadaşlar, bu heyete soracağım son soru, herkes
elini vicdanına koysun: Biz buradan bir Başbakanı Yüce Divana gönderdik,
Mesut Yılmaz. Bu Başbakana atfedilen suç, gece yarısı, ertesi gün
yapılacak bir ihale dolayısıyla, gece yarısı, o ihaleye katılacak
iş adamlarının tamamıyla görüşmüş olmasıydı. Daha önce, bir Genel
Kurul bunu görüşüp reddetmiş olmasına rağmen, bu Genel Kurul, daha
yüksek, kendince daha yüksek bir ahlaki kriter koyarak dedi ki: “Hayır.
Bu, ihaleye fesat karıştırmaktır, dolayısıyla, yargılanmalıdır.”
Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygın iradesidir, saygı duyuyorum.
Ben şimdi size bir soru soracağım,
ben size bir soru soracağım: Peki, aynı Başbakan ya da bir başbakan,
ihale yapacağı günün akşamı, kendisine, ihalede yarışacak şahısları
çağırmak, kendi ayağına çağırmak yerine, ihaleye katılanlardan
birinin mekânına gitse, o mekân geceliği 7.500 euroluk bir villa olsa,
o Başbakan, o şahsa, geceliği 7.500 euro olan villasında misafir olduğu
şahsa o gün “Lara Park” adı altında 3.500 dönümlük bir alanı tahsis etmiş
olsa, bu, acaba, ihaleye fesat karıştırmak sayılır mı sayılmaz mı?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Yüce
Divana gider mi gitmez mi?
ERKAN MUMCU (Devamla) – Bu, bir Yüce
Divanlık suç mudur değil midir?
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Sizin Bakanlığınız
döneminde mi oldu?
ERKAN MUMCU (Devamla) – Hemen, şurada,
iki ay içinde oldu.
Benim Bakanlığım döneminde yaptığım,
bu ülkeye katma değer kazandırsın diye yaptığım bütün projeler, ne
yazık ki, iki şahsın tasavvurlarıyla satıldı, pazarlandı; bir kısmı
Ofer ailesine, bir kısmı da başkalarına.
Ben soruyorum: Değerli arkadaşlar,
bir başbakan, tahsis verilen şahsın -3.500 dönüm Antalya’nın orta yerinde
bir arazinin, şahsın- otelinde bir hafta kalsa, beş gün kalsa -geceliği
7.500 euro olan- sizce, bu, suç sayılır mı sayılmaz mı? Eğer, bu, suç değil
ise daha önceki neden suç sayılmıştı? Önceki tamamlanmamıştı bu
tamamlandı. Bu kriterler kime göre, neye göre? Bu kimin ahlakı, bu
neyin ahlakı?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Koyun
gütme becerisi.
ERKAN MUMCU (Devamla) – Koyun gütme
rejimi geçti arkadaşlar, geçti, koyun gütmenin zamanı geçti. Millet
bunların hesabını sormayacak,
bunlar milletin gözünden kaçıyor zannediyorsanız yanılıyorsunuz.
Milletin gözünden kaçar mı kaçmaz mı bilmem. Çünkü, insanlar, bazen
korkularıyla bazen umutlarıyla oy kullanırlar. Her zaman insanların
vicdanlarıyla oy kullandıkları gibi safiyane bir inanca da sahip
değilim, olabilir. Ama ben içinde vicdan taşıyan bir adamım. İçinde
vicdan taşıyan bir adam olarak, o evrensel teraziyi taşıyan bir adam
olarak ve inançları olan bir adam olarak, “sizin en şerefliniz, insanlarına
en çok hizmet edeninizdir” inancına sahip bir insan olarak diyorum
ki, insanlarının hakkını peşkeş çekenler, çalanlar, insanlarının
şerefini alıp başkalarına sunanlar, kaç koyun güderlerse gütsünler,
onlar bu milletin şereflileri olmayacaklar. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Onlar, bu milletin hayırla yad ettikleri olmayacak ve
eninde sonunda, kurulacak bir mahkemede, ama bu dünyada ama ahirette,
hesap verecekler.
Ben tekrar ediyorum, yüreği olan
dokunulmazlığı kaldırsın. Yüreği olan, önce millete hesap verir,
ondan sonra neyi istiyorsa onu talep eder. Biz burada 20 arkadaşız,
biz burada 20 arkadaşız; yarın, belki 25 belki 15 oluruz, çok önemli
değil. Bizim…
SONER AKSOY (Kütahya) – 14…
ERKAN MUMCU (Devamla) – Canınız
sağ olsun!
Bizim, sizin kudretiniz karşısında,
direnecek gücümüz yok. Gelin, hesap sormaya bizden başlayın. Hesap
sormanın yolu açılsın. Belki bir gün, siz hesap sorduğunuz için, sizden
de hesap soracaklar gelir. Gelin, hesap sormaya bizden başlayın. Hesap
sorulmaya sorulmaya, yetimin hakkı yene yene, bu memlekette kıyamet
kopsun diye bekliyoruz, ama, ne kıyamet kopuyor ne bir şey oluyor.
Hepinize, saygılar, sevgiler sunuyorum.
Sabrınıza çok çok teşekkür ediyorum. Bütçenin, yeniden, hayırlı,
uğurlu olmasını diliyorum. (Anavatan Partisi sıralarından ayakta
alkışlar, CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Mumcu.
Sayın milletvekilleri, gruplar
adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, şahısları adına konuşmalara
geçiyoruz.
Bütçenin lehinde olmak üzere, Isparta
Milletvekili Sayın Mehmet Emin Murat Bilgiç.
Sayın Bilgiç, buyurun.
Süreniz on dakika. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Isparta)
– Sayın Başkan, değerli üyeler; 2007 yılı bütçesinin tümü üzerinde
görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerimin başında,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şüphesiz, çok önemli bir bütçe tasarısı
üzerinde görüşlerimizi bildiriyoruz. Özellikle, Türkiye ekonomisinin
2002’den itibaren 2005’e kadar, yıllık, ortalama yüzde 7,5 büyüdüğü
bir dönemden bahsediyoruz. Bu dönem, Türkiye’nin, hakikaten pek çok
atılıma sahne olmuş bir dönemidir; ulaştırmadan enerjiye, sanayiden
turizme, ticarete kadar, uluslararası ticarete kadar, sağlığa
kadar her alanda çok önemli atılımlar gerçekleştirilmiş bir beş yılı
tamamlamak üzereyiz. İnşallah, bunun meyvelerini ülkemiz gördü,
görmeye de devam edecek.
Özellikle, hem kişi başına millî
gelir açısından, 2.500 dolardan 5.500 dolara yükselen bir millî gelir
hedefinden bahsediyoruz, gerçekleşmesinden bahsediyoruz, aynı
zamanda, 181 milyar dolardan 410 milyar dolara yükselen gayrisafi
millî hasıladan, aynı şekilde 10 bin doları aşan bir millî gelir, kişi
başı millî gelir hedefinden bahsediyoruz.
Bütün bunlar, gerçekten, bu Hükûmetin
son derece başarıyla gerçekleştirdiği işlerdir ve son derece iftihara
layıktır. Türkiye’de, kim ne derse desin, bu Hükûmet, bundan önceki
hükûmetlerin, belki çok partili cumhuriyet dönemine girdiğimizden
beri, son elli beş yıllık dönemin en başarılı hükûmetidir. Bu anlamda,
19 çeyrektir de büyümeyi sürekli sağlayabilmiş bir Hükûmetten bahsediyoruz.
Bize çizilen kötümserlik, karamsarlık tabloları, ne milletimizi
ne bizi kandırabilir. Türkiye’de son derece başarılı, uluslararası
platformlarda kendi saygınlığını ispatlamış, dünyanın itibar ettiği,
saygı gösterdiği bir Hükûmetten bahsediyoruz, bir partiden bahsediyoruz,
vicdanlı insanlardan bahsediyoruz. Bu insanlar, bu ülkenin geleceğine,
millete söz verdikleri gibi sahip çıkacaktır. Bu söze biz sahibiz,
bu sözün gereğini de yerine getiriyoruz.
Türkiye’de, gerçekten, ciddi dönüşümler
yaşanıyor, hem makroekonomik anlamda hem mikroekonomik anlamda.
Türkiye’de cari açık riskine rağmen, pek çok iyi gelişmeler var ve bu
iyi gelişmeler milletimiz tarafında da biliniyor. Özellikle, Türkiye’de
ekonomik programın uygulanması ve Avrupa Birliğiyle müzakere süreci,
büyüme hedefini önemli ölçüde de desteklemiştir. Hükûmetin Avrupa
Birliği lehinde yaptığı tercihler tabii ki doğrudur ve bu anlamda,
devletimizin uzun vadeli politikalarının da bir devamıdır.
Özellikle kamu maliyesi ve faizlerdeki
olumlu gelişmeler, enflasyonun düşüş trendi ve yapısal reformlar,
2007’de de gayrisafi millî hasıla büyümesinin en önemli sebepleri
olacaktır. AK Partinin tek başına iktidarı ve sağladığı istikrar
ortamı, büyümedeki en önemli unsurdur. Türkiye’de bu istikrarla
oynamak isteyenler var, bu istikrarı bu millete çok görenler var.
Bu istikrarın getirdiği bereketi bütün milletimiz biliyor, hissediyor;
istihdamdaki 2 milyona yakın artış milletimiz tarafından biliniyor.
Bütün bunlar, Türkiye’de, özellikle bu Hükûmetin başarılarıdır.
Aynı şekilde, Hükûmetimiz, yolsuzlukların
üzerine gitme anlamında bankaların, özellikle yolsuzluğa bulaşmış
kişiler üzerindeki haklarının geri alınmasını teminen bir kanun
tasarısı sevk etmiş ve Büyük Millet Meclisinin toptan iradesiyle,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna oldukça önemli yetkiler verilmiştir.
Bu anlamda, el konulan bankaların bunlarla ilişkili kişiler üzerindeki
hakları, tekrar geri alınmaya başlanmıştır. Ama, bu sıralarda gördüğümüz
bir önemli husus var: Bazı idari mahkemelerimiz, tereddüt belirterek,
bu kararların uygulamasından imtina etmektedirler, yürütmeyi
durdurma kararları verebilmektedirler. Bu noktada, Türkiye’nin,
yeniden bir Anayasa düzenlemesiyle, kamunun haklarının iadesi
noktasında, hukuk düzeni içerisinde, tereddütlere mahal bırakmayacak
yeni bir düzenleme yapmasına da ihtiyaç vardır. Ben, yolsuzlukların
üzerine gitmek noktasındaki kararlılığımızın bir ispatı olarak,
bu konuda bir teklifin de önümüzdeki günlerde getirilmesi için gayret
sarf edeceğimi de söylemek istiyorum. Çünkü, kamunun, toplumun tümünün
haklarına yapılan tecavüzün hiçbir şekilde affedilmesi mümkün
değildir ve bu anlamdaki kararlılığımızın da pekiştirilmesi gerekmektedir,
tüm Büyük Millet Meclisi olarak.
Gene aynı şekilde, ülkemizin sadece
tarım sektöründe sağladığı ufak başarılardan bir demet sunmak istiyorum:
Özellikle, 2 bin dolayında kooperatif kurulmuştur bizim dönemimizde.
Bu kooperatifler vesilesiyle 914 proje gerçekleştirilmiş, 551
trilyon liralık kaynak, kooperatifleşme ve düzenli hareket için aktarılmıştır.
1.256 proje, gene, hibe bazında 151 trilyonluk kaynak sağlamıştır,
tarımda sanayileşmeyi, yapısal bir dönüşümü desteklemiştir. Gene
tarım sigortası uygulaması başlatılmış ve yüzde 50 destek uygulaması
başlatılmış; 2007’de de bu amaçla 90 trilyonluk bir kaynak bütçemize
konulmuştur.
Ayrıca, özellikle enerji alanında,
Hükûmeti devraldığımızdan bu yana, 31,8 megavat düzeyinde olan kurulu
kapasite, yüzde 28 artışla, 40,2 milyon megavata çıkartılmış. Aynı
şekilde, Türkiye’de tüketilen enerji üretimi, 129 milyar kilovattan,
yüzde 35 artışla, 174 milyar kilovat saate yükselmiştir. Türkiye’de
çok büyük enerji yatırımları gerçekleştirilmiştir, enerji kullanımında
verimlilik sağlanmıştır, yerli kaynaklara çok büyük bir önem verilmiştir.
Türkiye, gene, kendi, bu Hükûmet döneminde,
uluslararası alanda çok önemli başarılar elde etmiş, özellikle İslam
Konferansı Örgütünün Genel Sekreterliği bir Türk tarafından deruhte
edilmeye başlanmış, bütün bir eski Osmanlı coğrafyasında ve Avrasya’da
çok önemli faaliyetler gerçekleştirilmiş, TİKA sadece Avrasya’dan
bütün Osmanlı coğrafyasına kadar faaliyetlerini genişletmiş -Filistin
başta olmak üzere- ve hatta Cezayir hükûmet yetkililerinin bir teklifi
olarak da, yeniden Osmanlı milletler topluluğunun kurulması önerilmiştir.
Bu, bu Hükûmetin başarısıdır, bu Hükûmetin uluslararası alanda sağladığı
başarının bir göstergesidir.
Şüphesiz, Avrupa Birliği Türkiye’ye
bir haksızlık yapmıştır, verdiği sözleri tutmamıştır. Bu sözlerin
tutulmamasının sorumlusu ne Hükûmettir ne Sayın Başbakandır.
Biz, özellikle uluslararası mali
piyasaların sürekli tedirgin olduğu ortamlarda, Türkiye’nin sıcak
para akışının büyük ölçüde sağlandığı ortamlarda, özellikle Cumhurbaşkanlığı
veya erken seçim gibi tartışmaların, yabancıların ekmeklerine
yağ sürmek ve bunlara ekstra faiz ödemekle eş değer olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’de anayasal
düzen içerisinde seçimlerin ne zaman yapılacağı, Cumhurbaşkanını
kimin seçeceği de bellidir. Bu konuda bizim hiçbir tereddüdümüz yok.
AK Parti Grubu, kendi içerisinde kendi adayını belirler ve seçer.
Bizim kimsenin tavsiyesine de ihtiyacımız yok. Ayrıca, bu konuda
Başbakanımızın tercihi ve iradesi de bizim için son derece önemlidir.
Bizim kendisine olan saygımız ve bağlılığımız da son derece büyüktür.
Türkiye’de hiç kimse, bu Başkanımızın sağladığı büyüme, gelişme
ve sosyal adalet anlayışının önünde bir çabayı da gösterememiştir.
Türkiye’de millet hakkında, millet üzerinde istifhamlar yaratacak
provokatör konuşmaların ne ülkemize...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bilgiç, süreniz bitti,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız. Üç dakika ek süre veriyorum.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla)
– Bitiriyorum Sayın Başkan.
Ülkemizde istikrarı bozacak, güven
ortamını sarsacak provokatör, mesnedi olmayan konuşmaların, milletin
gerçeğiyle hiçbir alakası yoktur. Hiç kimse karnından konuşmayacak
bu ülkede, herkes ne söylüyorsa delillendirecek, belgelendirecek.
Milletin kafasını karıştırmaya yönelik anlamsız konuşmalar bu
millet tarafından reddedilmektedir, bu parti tarafından reddedilmektedir.
Bu Meclis, bu tür lüzumsuz konuşmalara da kulaklarını tıkar, anlamsız
konuşmalarla da vakit kaybetmez. Bu ülkenin yapacak çok işi var, bu
Hükûmetin yapacak çok işi var.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – O zaman
seni niye dinliyoruz?
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla)
– Şüphesiz, biz çalıştık, yaptık, başardık. Yaptığımız işler, herkesin
önündedir, herkesin gözü önündedir. Bu millet bunu takdir ediyor.
Hiç kimsenin bu konuda tereddüdü yok. Sadece muhalefet anlamında,
spekülatörlerin ekmeğine yağ sürmek, faiz rantı kazandırmak isteyenler
dışında, bu millet istikrardan yanadır, düzenden yanadır, büyümeden,
refahtan, gelişmeden yanadır. Adalet ve Kalkınma Partisinin icraatlarını
tüm milletimiz benimsemektedir. Bunun aksine bir düşünce, görüş
de milletimizde yoktur. Hiç kimse delillendirmediği, belgelendirmediği
hiçbir şeyle milleti işgal etmemek zorundadır.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) – Sen
de çok işgal ettin.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla)
– Şüphesiz, Türkiye’nin yapması gereken çok önemli işler var. Bu işlerden
bir tanesi de, özellikle cari açığın kapatılması noktasında Hükûmetimizin
başlatmış olduğu ve sadece bu yıl 1.250 milyar YTL veya eski tabirle
1 katrilyon 250 trilyon TL olan
ar-ge bütçesidir. Türkiye’de, bu anlamda, Hükûmetimiz hiçbir
hükûmetin göstermediği bir performansla Türkiye’nin mikroekonomik
yeniden yapılanmasını gerçekleştirmek üzere önemli kaynaklar tahsis
etmiştir ve tahsis etmeye de devam edecektir. Türkiye’nin umudu, geleceği
istikrar ve güvendedir. İstikrar ve güvenin adresi de AK Partidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerimin sonunda yüce heyetinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyor,
2007 yılı mali bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlar, uğurlar
getirmesini diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bilgiç teşekkür ederim.
Söz sırası, bütçenin aleyhinde
söz isteyen Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Elâzığ Milletvekili
Sayın Mehmet Ağar’ındır.
Sayın Ağar, buyurun efendim.
Süreniz on dakika.
MEHMET KEMAL AĞAR (Elâzığ) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol Partimiz adına
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bizden evvel uzun uzun konuşuldu,
rakamlar tartışıldı, rakamlara girerek zamanınızı almayacağım.
İki sebepten: Bir, malum, zamanımız fevkalade kısa, bir diğeri de
Türkiye’nin tablosunu öncelikle değerlendireceğiz. Ancak, bu arada,
iktidar sözcülerinin sürekli olarak bahsettikleri “istikrar” kelimesine
herhâlde bir açıklık getirmemiz gerekiyor.
İstikrar, sadece bir parlamentoda
sayısal çoğunluğa sahip bir partinin tek başına iktidarıyla söz
konusu olsa, mesele kalmayacak, o zaman Türkiye'de hiçbir problem
kalmaz, istikrar da devam ediyor. Zaman zaman da iktidar sözcülerinin
veya Başbakanın söylediği gibi, bazı beyanlar gerilmeyi, germeyin
ortalığı piyasalar bundan etkileniyor… Öncelikle iktidar partisinin
sözcüleri kendilerine dikkat etmeleri lazım, bu konuda eğer bir
endişeleri varsa.
İstikrar ne demektir, bir kere bir
onu kavramak lazım. İstikrar şudur: İstikrar, tek başına bir partinin
sayısal çoğunluğu değildir. İstikrarın üç tane ana unsuru vardır:
Bunlardan bir tanesi yönetişimdir, yani yönetimin paylaşılmasıdır.
Özellikle ekonomide, karar mekanizmalarının içerisine ekonominin
objelerini, özellikle özel sektörün tümüyle, büyük bir varlığıyla
çaba gösterdiği bu süreçte, karar mekanizmalarının içerisine
özel sektör ve ekonominin diğer tarafları -çalışanlar da dâhil olmak
üzere- tümüyle var edilmesidir, ki buna yönetişim deniliyor; Ekonomik
ve Sosyal Konseyi göstermelik olmaktan çıkarıp fonksiyonel hâle getirmekle
olur.
İkinci mesele istikrarda, hesap
verebilirliktir, şeffaflıktır. Bunun olabilmesi için, siyasette
yeniden yapılanmanın gerçekleştirilmesi gerekiyor idi. Bugüne
kadar, dördüncü sene bitmiştir, bunun da gerçekleştirileceğine
dair herhangi bir işaret görülmemektedir ki, bunun için de dokunulmazlıkların
sınırlandırılmasından, siyasetin şeffaflığına kadar, finansmanının
şeffaflığına kadar, ihalelerin usulüne uygun yapılmasına kadar,
denetleme mekanizmasının olmasına kadar ve elbette ki, siyasi
partiler yapısındaki demokratikleşmenin herkesin şikâyetçi olduğu
lider sultalarının kaldırılmasına kadar yeni bir siyaset yapılanmasının
şeffaflık temelinde gerçekleştirilmesi gerekiyor idi.
Üçüncü konu da istikrarda, öngörülebilirliktir.
Biraz evvel konuşmalarda geçtiği gibi, bir ay stopaj vergisi koyup,
üç ay sonra onu kaldırmak öngörülebilirlik ilkesine aykırıdır.
Bugünden, asgari on sene sonrasında ne olacağını yatırımcının
bilmesi gerekir idi.
O bakımdan, meseleyi, sadece bir
“istikrar” kelimesinin arkasına saklanarak, bugünkü iktidarın
sürgit devamının sanki Türkiye’nin bir mecburiyetiymiş gibi takdim
etmenin hiçbir doğru tarafı yoktur. İstikrarın temelinde bu üç kavramın
kuramsal olarak yerleştirilmesi lazımdı. Birçok meselede olduğu
gibi, geçen dört yıllık zaman zarfında bunların hiçbir tanesi gerçekleştirilememiştir.
Yani, 3 Kasım öncesinin milleti etkileyen tablosu bugün ayniyle
vakidir ve o vaki olan sonuçlara göre milletin de ne karar vereceğini
göreceğiz.
İç politika açısından meseleye
baktığımızda, geldiğiniz güne nazaran bugün ülkenin borcu ve açığı
artmıştır hem de kahir ekseriyetin de borcu ve açığı ziyadesiyle
artmıştır. Yani, bu koltuklarda sizi kim oturtmuşsa onların hâlleri
düne göre daha kötüdür. Meselenin temeli budur. Milletin taşıdığı
bu koltuklara gelindikten sonra, üzülerek ifade etmek lazım ki, bu
koltuklara sizi taşıyanlarla bağlarınız kopmuştur.
Şimdi ben soruyorum: Onların isimleri
geçtiğinde acaba bir rahatsızlık var mı yok mu? Çiftçi denildiğinde,
emekli denildiğinde, işçi denildiğinde, küçük esnaf denildiğinde,
KOBİ denildiğinde iktidar partimizin yüzleri ne şekil alıyor, bunu
hep birlikte merak ediyoruz. “Hayır” diyorsanız mesele yok. Benim
bir tek ricam var; o zaman, onların kuruluşlarının genel kurullarına
iştirak etmenizdir. Buyurun, gidin bir emekli derneğinin, cemiyetinin,
büyük kuruluşunun genel kuruluna; buyurun, bir işçi sendikalarının
genel kuruluna gidin; buyurun, KOBİ derneklerinin genel kuruluna
gidin ve buyurun, çiftçi kurultaylarına gidin, hep beraber görelim
veyahut da değerli bakanlarımız, hepsi onların bu tür etkinliklerine
bir gidiversinler, görelim.
Bin yıldır bizim hâkimiyetimizde
olan Anadolu’nun bilinen tarihinde, bu Hükûmet döneminde ilk defa bereket
suçlanmış, ürünün neden bol olduğu sorgulanır hâldedir. Dört yıldan
beri söylüyoruz; şehir şehir, meydan meydan, köy köy geziyoruz, çiftçiye
karşı uygulanan imha politikalarını söylüyoruz, ama, kimsenin
kılı kıpırdamıyor. Sizden önce başlayan bu politikalara merhametsizce
devam ediliyor.
Yüzlerce defa sorulmuştur; seçim
meydanlarında dolaşıp da kaldıracağım dediğiniz, kaldıramadığınız
kotalarınızla, ithal politikalarınızla, çitinden çubuğundan,
yurdundan, toprağından ettiğiniz insanlara, kapkaçın dışında bir
teklifiniz olmamıştır. Ortaya çıkan mecburi göçün kaçınılmaz adresi
kapkaçla nihayetlenmiştir, yegâne teklifiniz bu olmuştur.
Kepengi aziz tutunuz dedik. “Nanıaziz”
dediğimiz ekmek aziz olduğu için, kepengin mutlak şekilde korunması
lazım geldiğini söylediğimizde, kepengin daha çok ekmek olduğunu
maalesef kimse anlamadı. Kaç kepenk indirildi, bundan kimsenin haberi
var mı, indirilen kepenklerin acısı yüreklerde midir, bunu hep birlikte
göreceğiz.
Emeklilerle ilgili olarak yaptığınız
zamlarla ilgili olarak emeklilerin söylediklerini eğer bu kürsüden
nakletmeye kalksak, bunların zapta geçirilmesi söz konusu olamayacağı
için, söylememiz de söz konusu değildir. Duymamış olan veya merak
eden varsa, gazete haberlerine veya bir emekli derneğini ziyaret
ettiklerinde bu konudaki kanaatlerini almakta hiçbir zorlukları
olmayacaktır. Türkiye’nin her köşesinden bereketi fışkırtan, fındığından,
ayçiçeğinden, pamuğundan, şeker pancarına, buğdayına kadar bütün
alanlardaki bu sıkıntılar ağırlıklı olarak devam etmektedir.
Hükûmet yetkililerinin zaman zaman
hayranlıkla ifade ettikleri Çin mucizesinin altının KOBİ’ler olduğunu
biliyoruz. Bizim siyaset geleneğimizin büyük emek sarf ederek ortaya
koyduğu KOBİ’lerin bugünkü hâline bir bakalım. Tarihin bir cilvesi
de şudur: Kadri ve kıymeti bilinmeyen, bu Hükûmeti var eden gücün altındaki
en önemli unsurlardan biri de KOBİ’lerdir. KOBİ’ler, Türkiye’yi yaşatan,
büyüten ve geliştiren vazgeçilmez kurumlarımızdır. Bugün, kredilerden
istifade ettikleri oran sadece yüzde 4’tür. KOBİ’ler, bu Hükûmetten
umudunu kesmiş, hâlâ Hükûmet, dördüncü yılın sonunda yaklaşımların
nasıl olacağının tartışmasına başlamış, seçime kadar da tamamlayıp
tamamlayamayacağı belli değildir, bu arada atı alanlar da Üsküdar’ı
geçmiş durumdadır.
Çalışanlardan bahsetmeyeceğim,
işsizlerden de bahsetmeyeceğim, çünkü, işsizlerin yürekler acısı
hâllerini yeteri derecede söyledik. Onlar için artık çözüm bir başka
meclistedir, bir başka hükûmettedir, bir başka gündemdedir; ne bu Meclisten
ne bu Hükûmetten çözüm konusunda bir beklentileri kalmamıştır. Çalışanlardan
bahsetmeme sebebim de şudur: Bütün sıkıntılarına rağmen sefalet
ücretleriyle de olsa, bir iş sahibi olabilmek bugün Türkiye’de, maalesef,
gıpta edilecek bir durum hâlindedir. Olayın gerçek yüzü tamamıyla
budur.
Peki, diyeceksiniz hiç memnun
olan yok mu? Elbette var. Memnun olanlar vardır; yılbaşı gecelerinde
15 bin euroya lüks otel odalarında eğlence peşinde koşanlar, bu hâl
ve gidişten fevkalade memnunlardır. İçerideki hâlimizin net ve
özet olarak tablosu budur, resim budur.
Dönüp, bir de dışarıya bakalım:
Karnı tok olmayanların acaba başı dik mi? Türk cumhuriyetleri nezdinde
hâlimiz, erken uçak kaldırıp kaçırmakta, bir de, giden işçilerimizin
dövülüp gönderilmesinden ibarettir. Bunun dışında başka bir haber
varsa, hatırlayan varsa, buyurun, dinlemeye hazırız.
Avrupa Birliğini çok konuştuk,
daha da çok konuşacağız. İnşallah Meclisimiz… Madem seçime gitmeme
kararında ısrarlısınız, hiç olmazsa tarımdı, esnaftı, KOBİ’ydi,
emekliydi, Avrupa Birliğiydi, dış politikaydı, terördü…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ağar, söz süreniz
bitti, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.
MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) – Hayhay
Başkanım.
...bu konularda zaman verin Mecliste
açık açık tartışalım.
Avrupa Birliğinde geldiğimiz
nokta şudur: Ne kadar limanı, ne kadar havaalanını, ne kadar zamanda
açacağız; geldiğimiz nokta maalesef budur. Büyük bayram edasında
kutlanan, Sayın Başbakanın da mübarek olmasını dilediği Avrupa
Birliği bayramından ne kalmıştır? Bugün 15 Aralık… İki gün sonra ilan
edilen bu bayramın seneidevriyesinde bu kutlamaları kabul edecek
var mıdır Hükûmette, bunu da meraken bekliyoruz.
Şu soruya da elinizi vicdanınıza
koyarak cevap verin: Bırakın dünyayı, bölge ülkeleri ve bölge liderleri
arasında en itibarlı yapıya sahip olan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
bu pozisyonunu hâlâ muhafaza edebilmekte midir, yoksa geçmişin
şer ekseni etrafında sayılan ülkeleri, bugün bölgenin temel meselelerinin
çözümünde Türkiye’nin birkaç adım önünde midirler?
Hükûmetiniz döneminde cumhuriyet
ilk defa Düyuni Umumiyeyi çağrıştıran bir muameleyle karşı karşıya
kalmıştır. Bu muamele koordinatör atamasıdır. Israrla söyledik,
Osmanlı hangi unsurunu yabancı bir güçle konuşmuşsa kaybetmiştir.
Huyunu suyunu bildiğiniz, kendi nüfus kâğıdını taşıdığınız teröristle
mücadele sizin işinizdir. Hiçbir yere havale edemezsiniz. Kimse
sizin için terörle mücadele içerisine giremez.
Geldiğimiz nokta malumdur. Noktanın
geldiği yer, Başbakanlık içindeki binada oda tartışmasıdır. İnşallah
hâlledilir. İnşallah, Başbakanlık binasında oda meselesini çözemeyen
Hükûmetin, terör meselesini nasıl çözeceğinin cevabı da milletimizce
merak edilmektedir.
Karnını tok, başını dik tutamadığınız
ahalinin asabını da üslupla bozmamaya dikkat etmeniz gerekmektedir.
Bazı makamlarla ilgili konuşma üslubunuz, bazı kurumlarla ilgili
konuşma üslubunuz devletin nezaket ölçülerine uymak durumundadır.
Mesele ahalinin asabını bozmuştur, ancak bunların konuşulma zamanı
vardır. Ancak, milletin hissiyatına tercüman olma bakımından Sayın
Denktaş’la ilgili söylediklerinizin cevabını yüce Meclisin zabıtlarına
geçirmek için söylemek durumundayım.
Rauf Denktaş, Türklüğün büyük ve
mukavim yüreğidir. Dünyanın neresinde Türklük varsa orası Denktaş’ın
memleketidir. Burası önce Sayın Denktaş’ın memleketidir, burada
yaşamasından herkes gibi bizler de şeref duyarız. Sayın Denktaş’a
memleket tarif edip “git” demek kimsenin haddi olmasa gerek. (DYP sıralarından
alkışlar)
Takatini ve mecalini kaybetmiş
bu Meclisin yola nasıl devam edeceği de milletin soruları arasındadır.
Yeni bir Meclis elbette gelecektir. Türkiye’ye dününü aratan bu
Hükûmet gidecek, yepyeni bir hükûmet gelecektir. 780 bin kilometre karede
husumet üretilmesini önleyemeyen bu Hükûmet yerine, 1 milyon kilometreyi
aşkın coğrafyada sevgiyi, kardeşliği, muhabbeti, gücü var edecek
olan bir hükûmet mutlak şekilde gelecektir. Bekleyin, görecektir, duranlar
yürüyeni!/Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez yeni!
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
(DYP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
Ağar.
Sayın milletvekilleri, 20.05’te
toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.53
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.07
BAŞKAN: Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33’üncü Birleşimi’nin Üçüncü Oturumu’nu
açıyorum.
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının görüşmelerine devam edeceğiz.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1252) (S. Sayısı:1269) (Devam)
2.- 2005 Mali Yılı Genel Bütçeye Dahil Dairelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2005 Mali Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/1236, 3/1139) (S. Sayısı: 1270) (Devam)
3.- 2005 Mali Yılı Katma Bütçeye Dahil İdarelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2004 Mali Yılı Katma Bütçeli
İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1237, 3/1140) (S. Sayısı: 1271) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet sıralarında.
Şimdi, söz sırası, Hükûmet adına
Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.
Buyurun Sayın Başbakan. (AK Parti
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri en kalbî duygularla
selamlıyorum, sizlerin şahsında milletimizin değerli fertlerini
en kalbî duygularımla selamlayarak konuşmama başlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 2007 Mali
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2005 Kesinhesap Kanunu
Tasarısı üzerindeki görüşmelerde Hükûmetimin görüşlerini açıklamak
üzere huzurlarınızda bulunuyorum.
2007 bütçesi Komisyondaki aşamalarını
tamamlayarak Genel Kurulumuza geldi. Bütçenin bütünü üzerinde
Maliye Bakanımız sunuşlarını yaptılar, parti temsilcilerimiz
değerlendirmelerini sundular. Yapıcı eleştiri ve uyarılarıyla
bütçenin hazırlanmasında emeği geçen herkese şahsım ve milletim
adına teşekkür ediyorum.
Maliye Bakanlığımıza, Plan ve
Bütçe Komisyonunun değerli üyelerine ve bürokratlarımıza özellikle
teşekkür ediyorum. 2007 yılı bütçesi ülkemize ve milletimize şimdiden
hayırlı olsun.
Ben ayrıntılara girmeden, bütçemizin
ve ekonomik politikamızın ana ilkeleri çerçevesinde değerlendirmelerimi
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
Hükûmet olarak bugüne kadar biz kendimize bir ilkeyi yola çıkarken
belirledik. Bu ilke, millet öncelikli siyaset ilkesiydi. Bugüne
kadar böyle geldik, bundan sonra da aynı şekilde bu yola devam edeceğiz.
Halkın, genciyle, kadınıyla yönetime katılmasının bütün kanallarını
açtık, açmaya da devam edeceğiz.
Bugüne kadar, Türkiye’nin büyüme, adaletle kalkınma hedeflerini
gerçekleştirmesini bütün siyasi mülahazaların üzerinde tuttuk.
Bir hukuk ve adalet ülkesi olmak için bu adımı attık. Devletin toplumla
kucaklaşması için bu adımları attık.
Güven zemininin güçlenmesi için,
ülkemize kazandırdığımız değerleri daha ileri noktalara taşıma
azminde ve kararlılığındayız.
Hükûmetimiz, günübirlik popülist
politikalara, kısa vadeli kazanımlara tenezzül etmeden, Türkiye’nin
gelecek perspektifini planlamaya devam etmektedir.
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına
şimdiden kendimizi odaklamış bulunuyoruz. Bize göre, en temel değerlerimiz
olarak cumhuriyetimiz ve demokrasimiz, halkımızın mutluluğu, huzuru
ve refahıyla birlikte güçlenecektir. Hiçbir zaman halkı zayıf, halkı
güçsüz; ama, yönetimi güçlü bir devlet tasavvurumuz olmayacaktır,
aynı şeyleri söylüyorum. Aksine, bizim yönetim felsefemiz, devletin
toplumla birlikte güçlenmesidir, aynı şeyleri söylüyorum; dün de
bunu söyledim, bugün de söylüyorum, buna inanıyorum, yarın da bunu
söyleyeceğim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu yolda birlikte
düşünmeye, birlikte karar almaya, halkımızı olabildiğince yönetime
katmaya azami özen gösteriyoruz. Bunun için milletvekili seçilme
yaşını yirmi beşe indirme cesaretini bu Parlamento göstermiştir,
biz gösterdik, burası önemli. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunun
için demokratik özgürlük alanlarını genişletmekten korkmadık. Zira,
biz, kendimize güveniyoruz, milletimize güveniyoruz ve birlik,
beraberlik ruhunu güçlendirmek için de, istiyoruz ki, daha genç yaşlarda
Parlamento içerisinde gencimiz, kadınımız yerini alsın.
Türkiye’nin tam bir hukuk devleti
olabilmesi, insan hak ve hürriyetlerinin eksiksiz uygulanması
için büyük hukuk reformları gerçekleştirdik. Bütün başarılarımızı
milletimizin kazanç hanesine hep birlikte kaydettik. Zira, yolun
başında söz verdiğimiz üzre, milletimize, ülkemize, insanımıza
hizmetten daha büyük bir şeref, daha büyük bir rütbe tanımıyoruz.
Bu şerefi, bütün mevkilerin, bütün makamların üzerinde görüyoruz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Milletin rızasını, takdirini bütün
sıfatların üzerinde tutuyoruz.
Şartlar ne olursa olsun, dışarıda
ve içeride hangi gündemler dayatılırsa dayatılsın, Türkiye’yi küçük
düşürmek isteyenler ne derlerse desinler, biz, Hükûmet olarak, AK Parti
İktidarı olarak demokrasi, hukuk, adalet ve kalkınma hedeflerimizden
asla şaşmayacağız. Yasama olarak, yürütme olarak demokrasi, hukuk,
refah ve kalkınma yolunda devasa adımlar attık.
Bu süreçte bütün dünyanın gözleri
Türkiye’nin üzerinde oldu. Dünya, bugüne kadar hiç konuşmadığı kadar
Türkiye’yi konuşmaya başladı. Başarmak için gösterdiğimiz azim ve
irade, bütün dünyada büyük yankılar uyandırdı. Türkiye’nin siyasi
iradesinin sağlamlaştığını, yıllardır tartışılan, ama çözümlenemeyen
yapısal sorunlarımızın süratle bertaraf edildiğini gören dünya
medyası, yakın tarihte hiç konuşmadığı veya yakın tarihe kadar
hiç gündemine almadığı Türkiye’yi, artık, gündemine vazgeçilmezler
arasına koyarak, tartışmaya başladı. Hiç kuşkusuz, bu güçlü iradeyi
kuvveden fiile çıkaran hükûmet, bizim Hükûmetimiz oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
itibarı milletimizin itibarıdır dedik, yola böyle çıktık. İstiklalimizin
sembolü, cumhuriyetimizin ve demokrasimizin beşiği olan Türkiye
Büyük Millet Meclisi cumhuriyetimizin kuruluş yıllarındaki itibarına
yaraşır bir özveriyle çalışmalarını sürdürdü. İktidara gelirken
vadettiğimiz gibi, zayıflayan, itibar kaybeden özellikle temel kurumlarımıza
yeniden itibar, yeniden güç kazandırdık. Bunu sizler yaptınız, sizler
başardınız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
milletim adına sizlere teşekkür ediyorum. Bu reformlar sayesinde
-her ne kadar birileri nereden nereye geldiğimizi hazmedemiyorsa
da, hazmetmeye alışacaklar- bu süreç aynen böyle devam ediyor. Çünkü,
dünya takip ediyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İlk bütçemizi hazırlarken bize
şu soruluyordu: “Kaynak nerede?” Biz diyorduk ki: “Kaynağımız Türkiye.”
İkinci bütçemizi hazırlarken “Refahın, kalkınmanın, büyümenin ön
şartı demokrasidir, toplumun güçlenmesidir.” demiştik. Üçüncü yıl
bütçemizi hazırlarken, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunarken
demiştik ki: “Adalet millî bir meseledir, hukuk devleti millî bir meseledir,
sosyal barışın korunması millî bir meseledir, milletle devletimizin
aynı yöne bakması en büyük millî bir meseledir.” demiştik. Dördüncü
bütçemizi Meclise sunarken “Türkiye kabuğunu kırdı ve küresel
bir aktör oldu.” demiştik.
Evet, şimdi, beşinci yıllık iktidarımızın
son bütçesini sizlere sosyal istikrar ve sosyal koruma bütçesi olarak
takdim ediyoruz. Tabii, bu, bugüne kadar yaşanmamış olan, ilk defa,
evet, beşinci bütçesini hazırlayabilen bir bütçe. Bundan dolayı
sizleri tekrar tebrik ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bütçemiz, Türkiye’nin kaynakları
ve imkânları ölçüsünde toplumun ihtiyaçlarını ve taleplerini önceleyen
bir bütçedir. Zira, biz dört yıllık iktidarımızda, bütün göstergelerde,
evet, rekorları kırdık. Ne yaptık? Bir iddiayla yola çıktık. Dedik
ki: Türkiye’yi dört temel taş üzerinde yükselteceğiz.
Şimdi merak ediyorlar “Ne yaptınız,
ne yapıldı?” diyorlar. Yine söylemek zorundayım: Türkiye’yi iyi takip
etmek, gezmek, izlemek, ne yapıldığını görmeye yeter. Türkiye şu
anda bir şantiye, şu anda devlet olarak yaptıklarımız, kamu olarak
yaptıklarımız, bir de özel sektör olarak yaptıklarımız... Biz şu anda
-dikkat edin- bir şeyi çok önemsiyoruz: Birilerinin ağlayıp, birilerinin
sevindiği değil. Ya?.. Herkesin sevinebileceği bir Türkiye’yi inşa
etmeye çalışıyoruz ve biz istiyoruz ki, bu ülkede faaliyet dışı
gelirlerin yüzde 85-yüzde 90’lara çıktığı bir Türkiye değil. Ya?..
Yatırımlarla bezendiği bir Türkiye. Bunu istiyoruz, şu anda bu yapılıyor
Türkiye’de. Bunu iyi takip edin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Araştıralım, bakalım, acaba şu anda
Türkiye’de biz iktidara gelmeden önce faaliyet dışı gelirler ne durumdaydı,
şimdi ne durumda? Açın da bunu bir araştırın, inceleyin. Yüzde 85-yüzde
90’da faaliyet dışı gelirlerle, yattığı yerde para kazananlar dönemi
bitti. Şimdi alın teriyle, çalışarak, yatırım yaparak para kazanma
dönemi başladı. Şimdi bu var. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ve “dört temel taşın birincisi eğitim”
dedik ve değerli arkadaşlar, biraz insaf, biraz izan olursa, o zaman,
Türkiye’nin dört bir yanında nasıl okullarımızın yükseldiğini hep
beraber görmek imkânı olur ve şu anda 100.280 dersliğe ulaştı eğitim yatırımlarımız.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bu bir rekordur, bunu görün. Bu görmemezlikten
gelmek bir şey kazandırmaz. Bu heyecanı hep beraber yaşayalım.
Geçen, Türkiye’yi çok dolaşan bir
dostum bana şunu söyledi, dedi ki: “Doğu’nun bir köyündeydim. Orada
bir okulu dolaştım, ziyaret ettim ve bu okulu ziyaret ettiğimde
okuldaki öğretmen bana şunu söyledi: ‘Ağabey, ya, yani, bizim okula
ADSL geldi. Bu Hükûmet daha ne yapsın? Ta bu köye, bu köydeki okula ADSL
sistemi bağlanacak. Ne yapsın bu Hükûmet?’ Bana bunu söyledi” dedi.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Hangi köy
efendim?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ben Şemdinli’de kendim bizzat gördüm. Eğer Şemdinli’ye kadar uzanırsanız
siz de görürsünüz. Şemdinli’de gördüm. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şemdinli’de kendim gördüm. Yüksekova’da gördüm. Eğer giderseniz siz
de görürsünüz. Ama, sizin Güneydoğu, Doğu gibi, böyle bir planınız,
bir dolaşmanız yok ki. Ancak gidenler bilir.
Ve hani “ben bütün köyleri dolaşıyorum,
bütün ilçeleri dolaşıyorum, illeri dolaşıyorum” diyenler, kusura
bakmasınlar, en az gittiğim yere, ben, Başbakanlığım dönemi de
dâhil olmak üzere, iki kere gittim.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Yurt
dışına da gittiniz, doğru.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Doğru, yurt dışına da gidiyorum. Yurt dışına da gidiyorum. Gideceğim
tabii.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Yurt
dışını dolaşıyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Türkiye dünyada marka olduysa bununla oldu. Olacak tabii... Olacak…
Olacak… (AK Parti sıralarından alkışlar)
Gitmediğiniz yer sizin değil, gittiğiniz
yer sizindir. Bunu böyle bileceksin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Eğer gittiysen bu olacak, gitmeden bu olmaz. Zaten, ne çektiysek bugüne
kadar, gidilemediği için çektik. Eğer bugün ihracatımızda 36 milyar
dolardan şu anda 85 milyar dolara dayandıysak, bunun sebebi bu dolaşmalardır.
Şahsım, bakan arkadaşlarım, hep birlikte söz verdik, fellik fellik
bütün dünyayı dolaşacağız diye. Dolaşıyoruz ve bütün cumhuriyet
tarihinde 36 milyar dolar ve buyurun, şu dört senede 49 milyar dolar
onun üzerine koymuşuz, dört senede. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Artık bunu görelim, bunu görelim.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – İthalat
ne kadar?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Onu da söyleyeyim size: İthalatta neyi ithal ettiğimizi bir araştıracaksınız.
Acaba geçmişte olduğu gibi lüks tüketim malları mı, yoksa sadece
29 milyar dolar enerji, bunun yanında…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Yüzde
15…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Değerli arkadaşlar, ben sükûnetle hepinizi dinledim. Sizler de
dinlemesini bir öğrenin lütfen.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Siz, bizi
dinlemediniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve 29 milyar dolar sadece enerji girişi. Bunun yanında, değerli
arkadaşlar, makine alımına baktığınız zaman, makine ve teçhizatta
da neredeyse bir o kadar, 19 milyar dolar da oradan giriş var.
Bakın, bunlarla, Türkiye’deki ithalatın
kazandırdığı, ülkemize, farklı bir alan var ve bu farklı alanla sanayide,
teknolojide bir gelişime doğru ülkemiz gidiyor. Ve şu anda, ekim
ayı sonu itibarıyla 15,8 milyar dolar doğrudan yatırım Türkiye’ye
girdiyse, kusura bakmayın, bu rakamlar nereden geldi acaba?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Bankalardan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bu yatırımlar nedir acaba? Bakın, ben sıcak parayı konuşmuyorum.
Ya?.. Ülkede direkt yatırıma giren parayı konuşuyorum sizinle.
Bizden önce, dört seneden önce, bu ülkede 1 milyar doları aşmıyordu;
ama, iktidara geldiğimizden bu yana sürekli tırmanıyor ve şimdi
geldiğimiz nokta ortada. Ve Sayın Baykal, kusura bakmasın, burada
bizim çok çok verimli olan kuruluşlarımızın satılışından bahsetti.
Doğru, onlardan da sattık; ama, özel sektörün satışlarını niye konuşmuyorsunuz?
Bunun büyük bir çoğunluğunu özel sektörün satışları… Nitekim, ifade
ettiniz, yani bu bankalar, özel sektör bankasını satıyorsa, bundan
dolayı biz niye rahatsız oluyoruz? Paramıza, yine, küresel sermaye
geliyor, çok daha farklı bir şekilde girerek, bu ülkede bir katma değer
sağlayacak ve dünya pazarıyla irtibatı çok daha farklı olan bir yapıyı
oluşturuyor ve bundan dolayı, bu para başka yere gitmiyor. Burada,
özel sektörde herhangi bir vatandaşımız sattığı zaman, o dolarlar
bu ülkeye giriyor, başka yere girmiyor…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Kârlar
nereye gidiyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– …ve burada yatırıma dönüşüyor. Bunu göreceğiz. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Kârlar
nereye gidiyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve şunu da bilmemiz lazım: Eğer, bizler, küresel bir dünyada özellikle
bir mücadele sürdüreceksek ve bu mücadele esnasında, biz, dünyada
yerimizi dört dörtlük alacaksak, burada rahat olacağız, onurlu olacağız
ve bu onurlu bir şekilde bu süreci devam ettireceğiz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Evet,
taşeron olacağız!.. Taşeron olacağız!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve eğitimde bu atılan adımlarla, değerli arkadaşlar, biz yolu kesmedik.
Ya?.. Bakın, göreve geldik, bir üniversite öğrencisinin aldığı
burs 45 milyondu. Ama, şimdi, bu bütçeyle birlikte bir üniversite öğrencisinin
alacağı burs 150 milyona çıkıyor, 150 YTL, 150 YTL! (AK Parti sıralarından
alkışlar)
FUAT ÇAY (Hatay) – Kaç kişiye burs
veriyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Yani, cumhuriyet tarihinde 45 YTL’ye çıkmış ve dört senede 105 YTL
bunun üzerine ilave etmiş buradan…
CANAN ARITMAN (İzmir) – Simit parası…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– …ve bu konuda, değerli arkadaşlarım, gelinen nokta çok açık, net,
rakamlarla ortada.
Ayrıca, bakınız, “Haydi Kızlar
Okula Kampanyası”yla, bizler, özellikle ilköğretimde erkek öğrencilere
18 YTL’yi verdik, veriyoruz, kızlara 22. Lisede, erkek öğrencilere
28, kızlara 39; vermeye devam ediyoruz. Annelerin hesabına bu para
giriyor ve bununla, 200 bini aşkın yavrumuz eğitime kazandırıldı
ve bu adım, bu çalışma, aynı hızla devam ediyor. Bunu, şu anda televizyonları
başında izleyenler, zaten, çok çok iyi biliyorlar ve bizzat bunu yaşıyorlar.
Ama, bunu duymak istemeyen veyahut da derdi bu olmayanlar zaten bunu
ne konuşacaklar ne de dillendireceklerdir. Eğitimde biz bununla
kalmadık. Aynı şekilde yurtlar ülkemize dağılıyor. Aynı şekilde
ülkemiz genelinde, yine, özellikle ADSL sistemiyle birlikte, hamdolsun,
600 bin öğretmenimiz bu noktada eğitime alındı ve bu eğitimle birlikte
onlar da ülkemizde yavrularımızın yetişmesine katkıyı sağlayacaklar
ve bununla da uluslararası bilişim teknolojisindeki kuruluşlarla
irtibatımız hâlen devam ediyor ve birlikte de bu süreci güçlendirerek
devam ettireceğiz ve ikinci önemli adım, özellikle, sağlıkta.
Sağlıkta radikal çözümler ürettik.
Bunların en önemlisi, malum, SSK hastaneleriyle devlet hastanelerinin
birleştirilmesiydi. Buna “olmaz” denildi. Ama, oldu, şu anda çalışıyor.
Biz göreve gelmeden önce SSK hastanelerinde doluluk oranı yüzde
130’dur, altı ay, yedi ay sonraya gün veriliyordu; devlet hastanelerinde
yüzde 60-yüzde 65’ti. Ama, şimdi neredeyse bir dengeye doğru geldi.
Yeterli mi? Değil, daha yapılması gereken yatırımlar var. Bununla
da kalmadık, özel sektör hastaneleri, vakıf hastaneleri, bunlar da
devreye girmek suretiyle buralara da, malum, artık, hizmet alımı
yoluyla buralardan da hizmet alınabiliyor.
Bir diğer adım: Malum, SSK hastanelerindeki
ilaç olayı ve ilaçta ciddi sıkıntılar yaşanıyordu. İstediği ilacı
veyahut da doktorun verdiği ilacı alamayan hastalarımız vardı. Dedik
ki, biz, aynen diğerleri nasıl serbest eczanelerden ilacını alıyorsa
SSK’lı da alacak.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Alabiliyor
mu şimdi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Burada kıyamet koptu “Olmaz” dendi. Oldu, şimdi alıyor.
Siz herhâlde eczaneye gitmiyorsunuz,
eczaneyle derdiniz yok. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şu anda SSK’lı, sosyal güvencesi
olan da, aynen, eczanelerden gidip ilacını alabiliyor, her türlü.
Kaldı ki, biz, biliyorsunuz yeşil kartta da bu adımı attık. Yeşil
kartlı ilacını alamıyordu. Şimdi, yeşil kartlı da alıyor. O da ilacını
almaya başladı. Bunların hepsi sağlandı ve bunlar bu dönemde başarıldı
ve daha iyi olacak, çünkü, bu alanda da kararlıyız.
İlaçta KDV düştü mü? Sayın Baykal,
düştü. İlaçta KDV’yi düşürdük.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Aksi
bir şey…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Ben öyle
bir şey söylemedim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Öyle
bir soru sorulmadı Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Yani, konuşurken böyle notlarımı da düştüm de onun için diyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Karıştırıyorsunuz…
Tutanakları getirtiriz. Karıştırıyorsunuz…
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Yanlış not
vermişler Sayın Başbakan.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Yanlış not vermişler size Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Hayır, ben buradaydım, başka yerde değildim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Etrafınızdakilere dikkat edin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bizzat dinledim, notlarımın arasında.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Etrafınızdakilere
dikkat edin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve bunun dışında, yine hastanelerimizde, ülkemiz genelinde bu
yaygınlaştırma çalışmalarını, Doğu, Güneydoğu, bölgesel ayrımlara
tabi tutmadan her yerde yaymaya devam ediyoruz ve koğuş sistemini
kaldırarak, tek yataklı, çift yataklı, evet, hastaneler yaygınlaşıyor
ve bu hastanelerle birlikte de, hamdolsun, insanımıza daha farklı
bir hizmet verme dönemini başlattık.
Tabii, bunun dışında, üzüntüm olan
bir şey var. Bu ülkede ne yapılıyor? Bakın, hep söyledik, yine söyleyeceğim:
Bir, bizler, adalet noktasında, şu ana kadar adalet saraylarıyla, ülkemizin,
hamdolsun, 60’a yakın noktasında adalet saraylarını inşa ettik.
ENGİN ALTAY (Sinop) – Asma kilitli
adliye de var bu ülkede Sayın Başbakan.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
lütfen müdahale etmeyin efendim.
Sayın Başbakan, buyurun efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve son olarak, bu hafta, Afyonkarahisar’da 2 tanesinin daha açılışını
yaptım: Emirdağ Adalet Sarayı ve Sandıklı Adalet Sarayı. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Biz bu açılışlara yetişemiyoruz ve onun
için de toplu açılış törenleri yapıyoruz. Bir hafta öncesinde Kastamonu’da
aynı şekilde açılış yaptık. Kastamonu’daki açılışta da, yine merkezden,
yine orada bir dev barajın -hamdolsun- bir defa, su toplamayla ilgili
bütün şu andaki çalışmaları bitmiş ve su toplamaya başlamış durumda,
ama, başlangıcına bakıyorsunuz, on dört sene önce. Ve bizim dönemimizde,
yoğun bir şekilde yüklenerek, yüzde 60-yüzde 70’lik kısmı bitirildi
ve şu anda su toplamaya başladı ve süratle, inşallah, bundan sonra
sulama kanalları bitirilecek ve bütün bölge, yaklaşık 600 hektar
civarındaki bir alan bununla sulanacak. Bakın, bunlar atılan adımlar
ve bu devam ediyor.
CANAN ARITMAN (İzmir) – GAP ne oldu
Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Orada, yine, okullar olsun, diğer sağlık tesisleri olsun, hepsinin
açılışları o gün yapıldı ve Afyonkarahisar’daki bu hastanelerle
birlikte, 32 tesisin aynı gün açılışını yaptık, bir tanesinin de temelini
attık. Bunların içerisinde, birçok alanda attığımız adımlar var. Yani,
ulaştırmadan tutunuz karayollarına varıncaya kadar, bunun yanında
eğitime varıncaya kadar, toplu konuta varıncaya kadar bütün bu
adımlar atılıyor.
Örneğin, 206 tanesinin orada teslim
törenini yaptık, 500 küsur konutun da temelini attık ve şu anda
-gerçi, Maliye Bakanım da söyledi ama, ben de söylemek durumundayım-
200 bini aşkın, şu anda inşa hâlindeki konut var. 100 bininin anahtarı
bu yıl sonuna kadar teslim edilmiş oluyor (AK Parti sıralarından alkışlar)
100 bininin ve hedef, önümüzdeki yıl sonuna kadar, 2007 sonuna kadar
250 bin konuta ulaşmak. Arkadaşlar, bu bir dünya rekorudur. Ben, HABITAT’la
tanışan, bilişen birisiyim, onlarla da çok görüştüm bu konuları
ve bu rakamları kendisine söylediğimde bana söyledikleri şu olmuştur:
“Bu bir rekordur.” Bugüne kadar bunlar yapılmadı.
Az önce burada yoksulluktan bahsediliyor,
fakirlikten bahsediliyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Yok mu?
Yoksul yok mu Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Arkadaşlar, “yoksul yok” demedim ki, var tabii. Var tabii, bu bizim
derdimiz. Ama, bütün bu konutlar, hepsi, işte bir orta tabaka güçlendirelim
istiyoruz. Aşağıdan şöyle yukarıya doğru vatandaşımızı güçlendirelim
istiyoruz. Onları gecekondulardan buralara doğru taşıyalım istiyoruz.
Kentsel değişim, dönüşüm, bunları yapalım istiyoruz, derdimiz bu.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Ama, gerçekleri de inkâr etmeyelim,
bu gerçekleri lütfen görün! Şu anda, Türkiye’nin 81 vilayetinde bu
konutlar yapılıyor. Nereye giderseniz gidin bunları göreceksiniz;
Hakkâri’de de göreceksiniz, Tunceli’de de göreceksiniz, Batman’da da
göreceksiniz, Siirt’te de göreceksiniz, nereye giderseniz gidin
bunları göreceksiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ama, bunları
yok kabul etmeyin, bunlar her yerde var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – 1 milyon
aç da var, 20 milyon yoksul da var! (AK Parti sıralarından “Sus” sesleri,
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Özyürek…
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana) –
Sayın Baykal konuşurken biz dinledik ama, dikkatle dinledik. Siz bizim
ağabeyimizsiniz, siz de dinleyin!
BAŞKAN – Sayın Özyürek, lütfen müdahale
etmeyin efendim. Sayın milletvekilleri…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Yoksul
memlekette zengin edebiyatını dinlemek zorunda değiliz!
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana) –
O ne anlattı, Sayın Baykal ne anlattı? Biz dinledik saygıyla.
BAŞKAN – Sayın Özyürek, lütfen
efendim, her cümlenin sonunda müdahale ediyorsunuz, lütfen…
Sayın Başbakan, buyurun efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; lütfen hatırlayalım:
Türkiye’nin gelecek vizyonunu kaybettiği günlerden biz bugünlere
geldik. Havası kirlenmiş, siyaseti kirlenmiş, suları bitmiş, çöp
dağlarıyla âdeta yaşanmaz hâle gelmiş günlerden bugünlere geldik.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bugünlere, gazetelerin promosyon
olarak gaz maskesi dağıttığı günlerden geldik. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bir bir bankaları batan, batırılan Türkiye’den bugünlere
geldik.
Değerli arkadaşlar, bizden önceki
dönemde 22 banka Fona devredilmedi mi? O Fona devredilen dönemin
parlamentosundan az da olsa burada bazı arkadaşlarımız var, yaşadılar
o dönemi.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Sizin
partinizde de var!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Hatta iktidarının içerisinde olanlar da var, yaşadılar bu dönemi!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Sizin bakanlarınız arasında olanlar da var Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ama, şu anda Fona devredilen bir banka var mı?
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) – Şimdi
de yabancılara devrediyoruz, Yunanlılara…
CANAN ARITMAN (İzmir) – Yunanlılara
devredilen var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – İmar
Bankası!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– İmar Bankası, hâliyle nasıl bulduysak, aynı şekilde işlemine tabi
olmuştur, bizim dönemimizin Fona devredilen bankası değildir.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Sınırsız
mevduat güvencesi getirdiniz Sayın Başbakan!
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Banka
kalmadı zaten batacak!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve bu dönemde tam aksine finans sektörü güç bulmaya başlamıştır.
Ama, tabii ki sizlerdeki sermaye düşmanlığı, dün de nasıl varsa, bugün
de var, onu görüyorum ben sizde. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Onu görüyorum… Ve o mantığınız, aynen, demek ki devam ediyor. Zaten,
Sayın Genel Başkan, bundan öncekinde de söylemişti “Ben, otuz sene önce neysem bugün de oyum.” demişti,
demek ki hâlen devam ediyor; bu, görünüyor. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
FUAT ÇAY (Hatay) – Ali Dibolara
gel, Ali Dibolara!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve döviz bürolarının önünde bekleyen halkımızın, devalüasyonu,
ekonomik krizi, kahredici bir kaygıyla izlediği günlerden biz bugünlere
geldik.
ALİ ARSLAN (Muğla) – YİMPAŞ… YİMPAŞ…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bir günde Türkiye’nin bütün varlığının yarısını kaybettiği günlerden
bugünlere geldik. Türk parasının pul olduğu günlerden bugünlere
geldik. (AK Parti sıralarından alkışlar) Her Türk vatandaşının cebinde
taşımaktan mahcubiyet duyduğu bol sıfırlı bir paramız vardı -o sıfırları
atan iktidarların içerisinde olanlar da var burada- o günlerden bugüne
geldik ve enflasyon, yüksek faiz ateşinin bütün hesapları yakıp kül
ettiği, bütün muhasebe kayıtlarını anlamsız kıldığı zamanlardan
bugünlere geldik.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Namuslu başbakanlardan
bugünlere geldik!
BAŞKAN – Sayın Çakır…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Sayın Genel Başkan, kadronuz, maşallah, çok çok adaplı hareket ediyor!
Ondan dolayı iftihar edebilirsiniz! (AK Parti sıralarından alkışlar)
İftihar edebilirsiniz!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Dokunulmazlığa
sığınmayan başbakanlardan bugünlere geldik!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Zira, az önce konuşmanızda ifade ettiniz. Konuşmamın bu bölümünde,
ister istemez buna cevap vereceğim. Sayın Cumhurbaşkanının açıklamasıyla
ilgili konuyu, burada, gündeme taşıdınız. Bakınız, Sayın Cumhurbaşkanının
kendi açıklaması, kendinden sâdır olmamıştır, ziyaret eden bir parti
kanalıyla medyaya sızdırılmıştır. Bana bu sorulduğu zaman, ben,
partimin kapısı önünde, girişinde, medyaya, Sayın Cumhurbaşkanımızdan
duymadığım sürece buna inanmam ve cevaplandırmam, dedim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Devamında
ne dediniz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Müsaade edin… Mustafa Bey, lütfen, müsaade edin… Şu adabı artık öğrenin.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Gayet
adaplı konuşuyorum!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve içeride parti teşkilatımla yapmış olduğum toplantıda, erken
seçim değerlendirmesi yaptım. Orada Cumhurbaşkanlığıyla ilgili
değerlendirmelerimi yaptım. Çünkü, örgütüme anlatıyordum ve muhatabım
kimdi? Tabii ki, Türkiye’deki muhalefetti. Yani, erken seçimi konuşan,
Cumhurbaşkanlığını konuşan...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Hayır,
buna da kimse inanmaz Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– İster inan, ister inanma, zaten o yerini bulur! (AK Parti sıralarından
alkışlar) İster inan, ister inanma, yerini bulur!
Bu ülkede Sayın Cumhurbaşkanımızın
şu anda gelip de, Sayın Baykal’ın istediği gibi, partisinde politika
yapma niyeti zaten yok, böyle bir şeyi düşünmesi de mümkün değil. Nereden
çıkardıysa onu çıkardı, bilemiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Böyle bir şeye zaten ihtimal vermek mümkün değil, kargalar bile buna
güler. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ve tabii Sayın Baykal güldürüyor
orada! Nitekim, böyle bir şeyin olmayacağı belli. Fakat, biz bir şey
ortaya koyduk. Nedir o? Bir şeyi öğreneceksiniz: Anayasa’nın amir
hükmü, bu ülkede beş yılda bir seçim yapılır. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Amir hüküm
değil o.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Beş yılda bir seçim yapılır. Eğer beş yılı getiremiyorlarsa, bu
bir aczin ifadesidir, başarısızlığın ifadesidir. (AK Parti sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar) Bunu bir defa öğreneceksiniz. Şu anda
bu kararı verecek olan siyasi iradedir, bu Parlamentodur.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Hukuk
okumadığınız nereden de belli!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bu Parlamentonun vereceği karara, bir defa saygı duymaya mecbursunuz.
Hele hele “ben milletvekiliyim” diyen herkes buna saygı duymaya
mecbur. Demokrasi budur, bunu öğreneceksiniz. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Bir diğer konu, Sayın Cumhurbaşkanlığıyla
ilgili spekülasyonlar. Bu spekülasyonlar yakışmıyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Sizin
hakaretleriniz hiç yakışmıyor! (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Yakışmıyor! Yakışmıyor!
Bakınız değerli arkadaşlar, tabii,
ben, doğrusu bu noktaya gelirken, bir şeyi hatırlatmak istiyorum:
Cumhurbaşkanlığını, özellikle seçimi nasıl yapılır? Bu, Anayasa’mızın
101’inci ve 102’nci maddelerinde çok açık, net var. Ben, bunu tavsiye
ederim, okuyun. Burada ne yazıyorsa ona göre yapacağız. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Ona göre yapacağız. Ama, lütfedip, bir okumakta
fayda var. Okuyun. Burada, aynen, 101’inci maddede, Cumhurbaşkanının
nitelikleri ve tarafsızlığı, 102’nci maddede de seçimini anlatıyor,
nasıl yapılacağını söylüyor.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Tarafsızlığı
derken sizi tarif ediyor!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Orada buna bakarsanız, haa, bunu görürsünüz.
CANAN ARITMAN (İzmir) – 102’nci maddenin
ikinci paragrafını okuyun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Şimdi, burada, değerli arkadaşlarım, Çankaya’ya kim gider, kim
gitmez, hepsinin tanımı var, hepsi burada anlatılmış. Dolayısıyla,
oraya gitme vasfına haiz olanlar gidecek. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Kim haizse, o gidecek. Onun seçimi nasıl yapılırsa, o yapılır.
Bu kişi, Ahmet olur, Mehmet olur. Ahmet olur, Mehmet olur.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Millet iradesini
gasbetmeden, kapkaç yapmadan…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Lütfen, kendinize dikkat edin. Lütfen…
BAŞKAN – Sayın Arıtman, lütfen müdahale
etmeyin efendim.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Milletin
hakkını koruduğum için konuşuyorum.
BAŞKAN – Lütfen, müdahale etmeyin
efendim.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) – Sayın
Baykal konuşurken biz saygıyla dinledik, büyük bir saygıyla dinledik.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Amma saygıyla
dinlediniz!
BAŞKAN – Sayın Başbakan, buyurun
efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve bu tanımda ne varsa, bu kutsal çatının altından o karar çıkacaktır
ve bu kararı burası verecektir.
Germek, germemek… Sayın Baykal,
ben, ayna karşısında çocukken konuşuyordum, öğretmenim öyle tavsiye
etmişti “Oğlum, iyi hatip olmak için ayna karşısında konuşmakta fayda
var.” demişti. Ama, görüyorum ki, sizler de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına
“adam ol, adam” derken ayna karşısındaydınız herhâlde! (AK Parti sıralarından
alkışlar) Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanına “küstah” derken ayna
karşısındaydınız herhâlde! (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Cumhurbaşkanına hakaret ederken neredeydin Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Aksiseda yapan alanlarda konuşmayı ben pek sevmem, ama siz seversiniz,
öyle görünüyor.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Sayın Başbakan…
BAŞKAN – Sayın Kumkumoğlu…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – “Üç koyun
güdemezler” benzetmesini kim yapıyor?
BAŞKAN – Müdahale etmeyin efendim…
Lütfen müdahale etmeyin…
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Koyun güttüğün
kesin ama!
BAŞKAN – Lütfen müdahale etmeyin,
Hatip konuşuyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve bakın, benim kullandığım ifadeler, bütün bu ifadelerden sonraki
süreçte ve deyim olarak, atasözü olarak bizim lügatlerimize geçmiş
olan ifadelerdir, oraya geçmiş ifadelerdir…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Nedir? Hangisi?
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Ne alakası
var?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Aç Türk deyimlerini, orada onu da görürsün. Onu da görürsün!
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – “Ananı
al git” var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve bugüne kadar gelen süreçte…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – “Yan gelip
yatma” var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– O da var, o da! O da var!
CANAN ARITMAN (İzmir) – “Askerlik
yan gelip yatma yeri değildir.” dediniz.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – “Yağmalama”
var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bugüne kadar gelen süreçte bunların hepsini gördük, yaşadık ve
büyümeye, kalkınmaya, demokrasiye, hatta seçimlerin zamanında
yapılmasına bile alışmakta güçlük çekiyorsunuz. Türkiye güç kaybına
uğrasın ki kendileri güç kazansın diye bakıyorlar ve böyle bir şey
olduğu zaman da, inanın zil takıp oynarlar. İşi buraya getirdiler.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Seçim
ne zaman güç kaybı oluyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Türkiye'ye büyük enerji kaybettiren zamanlarda olduğu gibi, yeni
kan uyuşmazlıkları, yeni hayalî koalisyonlar hayal ediyorlar. Bazı
kutsal koalisyonlar oluşturmaya başladılar. Hayırlı olsun. Ne kadar
tutar bilemem. (AK Parti sıralarından alkışlar)
FUAT ÇAY (Hatay) – Kaç milyon işsiz
var? Kaç milyon yoksul var? Bütçe üzerinde konuşuyoruz, bunlardan da
bahseder misin?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Tabii, siyaset şans oyunu değildir. Türkiye, tercihini istikrardan
yana yapmıştır, bunu bilesiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Dört yıl üst üste büyüyen, üst üste güçlenen bir Türkiye var. Bunu
inkâr edemezsiniz. Kimse de, bunları, artık, kusura bakmayın, yutmuyor
ve bizim dönemin başarılarını, rekorlarını mukayese etmekle yetiniyorlar
ve tabii, gölgelemek için de birçok şeyler söylüyorlar. “Ali Dibolar”
diyorlar.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Evet…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ben hemen söyleyeyim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Yalan
mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ben hemen söyleyeyim. Ben, İstanbul Büyükşehir Belediyesini Ali
Dibolardan devraldım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Bırak İstanbul’u!
FUAT ÇAY (Hatay) – Dokunulmazlığı
kaldırın Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Evet, buyurun. Bak, şimdi, en büyük Ali Dibo burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye dokunulmazlığı
kaldırmıyorsun?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– En büyük Ali Dibo burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye kaldırmıyorsun
dokunulmazlığı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Dikkat et, en büyük Ali Dibo burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Niye kaldırmıyorsun
dokunulmazlığı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– …ve şu anda göreve geldiğinden bu yana…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Kaldır dokunulmazlığı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Göreve geldiğinden bu yana… Göreve geldiğinden bu yana…
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Kaldır dokunulmazlığı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Rahatsız olma…
Göreve geldiğinden bu yana…
FUAT ÇAY (Hatay) – Kaldır dokunulmazlığı
Sayın Başbakan. İstanbul Belediyesindeki Ali Diboları görelim
bakalım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Göreve geldiğinden bu yana, bakınız, bugüne kadar söylenen şuydu: “Yuvacık Barajı İstanbul’a
su verecek. Bize bunun sözünü verdiler.” demişti. “Çık bir yazılı
açıklama yap” dediğimiz zaman, böyle bir açıklama yapamadılar.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Sen yap o zaman.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Kaldı ki, şu anda Yuvacık Barajı’nda su yok, su. Su yok. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
FUAT ÇAY (Hatay) – En büyük baraj
dokunulmazlık barajı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve su olsa da su olmasa da, sürekli olarak, ne yazık ki, Hazine, oraya
sürekli olarak parayı ödüyor. Elli tane baraj yapılırdı bu parayla.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hesabını
sormazsan namertsin! Hesabını sormazsan namertsin!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Tamam mı?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Eğer söylediklerine
inanıyorsan hesabını sor.
BAŞKAN – Sayın Başbakan, bir saniye
efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bakın Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Başbakan, bir saniye
efendim.
Sayın milletvekilleri, Sayın Hatip
konuşuyorlar.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Nasıl konuşuyor Sayın Başkan? (AK
Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kumkumoğlu…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Şimdi…
BAŞKAN – Sayın Başbakan, bir saniye
efendim. Sayın Başbakan, bir saniye…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Hatip konuşurken herkese hakaret
ediyor.
BAŞKAN – Bir dakika susar mısınız.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Biz size
bakıyoruz, bir şey yaptığınız yok ki!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Böyle bir şey yok.
BAŞKAN – Bir saniye efendim. Bir saniye
efendim. Ben size sabırla bakıyorum, acaba ne yapacaksınız diye.
Sayın Hatip kürsüde hürdür, konuşmasını
yapar.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Başbakan
gibi konuşursa dinleriz. Hakaret etme hakkı yoktur.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Hakaret edemez.
BAŞKAN – Bir dakika efendim. Ben
Başkan olarak konuşuyorum.
Sayın Ahmet Küçük, Başkanlık Divanı
üyesisiniz, bulunduğunuz yerden her kelimeye müdahale ediyorsunuz.
Sayın Özyürek, Grup Başkan Vekilliği yaptınız, her kelimenin arkasından
müdahale ediyorsunuz. Sayın Kumkumoğlu, Sayın Çay ve diğer arkadaşlarım,
hatip kürsüde hürdür, istediğini söyler.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Hakaret
etmemek kaydıyla.
BAŞKAN – Söyledikleri sözün arkasında,
Partinizi, Grubunuzu, şahsınızı ilgilendiren…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Daha ne olacak Sayın Başkan?
BAŞKAN – Lütfen efendim! Lütfen… Burası
Plan Bütçe Komisyonu değil. Oradaki alışkanlığınızı burada sürdürmeyin.
Beni dinleyin… (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Sayın Genel Başkanınız oturuyor, dinliyor ve nezaket içinde dinliyor.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Ne yapsın yani Sayın Genel Başkan, kürsüye mi insin?
BAŞKAN – Susar mısınız lütfen!
Yanlış bir şey olursa, Grup Başkan
Vekilimiz Sayın Topuz karşımızda, söz ister, Sayın Genel Başkan söz
ister, ilgili bir arkadaşımız varsa burada söz ister, hatibin konuşmasına
karşılık verebilir. Biz bunun için buradayız, ama, her söze, her konuşmaya
-lütfen- müdahale ederseniz, bunun sonunu bulamayız, bu yakışık
almaz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Ama, hatibin
hakaretlerine de müsaade etmemeniz lazım.
BAŞKAN – Sayın Özyürek, bu sizde
bir rahatsızlık. Lütfen, bu rahatsızlığınızdan vazgeçin. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Lütfen… Lütfen… Lütfen efendim. Yani, mazoşistlik
başka bir şey, ama, bu da başka bir şey. Her şeye müdahale ediyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Bana
hakaret edemezsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Lütfen efendim…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Saygılı
olun lütfen.
BAŞKAN – Her kelimeye müdahale
ediyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Hakaret
edemezsiniz!
BAŞKAN – Grup Başkan Vekilliği yaptınız.
Sizi İç Tüzük’e uygun hareket etmeye davet ediyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Olmuyor,
olmuyor!
BAŞKAN – Lütfen…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Başbakana
yaranmak için kuralları çiğnemeyin.
BAŞKAN – Ben bir şey gördüğüm zaman
müdahale edeceğim, İç Tüzük bana bunu veriyor. Ben dikkatle takip
ediyorum. Grup Başkan Vekilimiz orada, Genel Başkanımız orada efendim,
size ne oluyor? Lütfen efendim.
Sayın Başbakan, devam edin efendim,
buyurun.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Hakaret
etmemek kaydıyla…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve tabii, Sayın Genel Başkan “Hesap sormazsanız…”
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Namertsiniz,
evet…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– “…namertsiniz.” diyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Evet.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Hesap sorma makamı biz değiliz.
(CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Dokunulmazlığı
kaldırın o zaman.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Hesap sorma makamı… Hesap sorma makamı…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Kaldırın
dokunulmazlığı.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Hesap sorma makamı yargıdır.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Dokunulmazlığı
kaldırılmadan yargıya nasıl gidecek Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Konuyla ilgili…
CANAN ARITMAN (İzmir) – Yargıya gidemiyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ben sizlere rakamları getiriyorum; diyorum ki, böyle bir baraj
4,5 milyar dolara biter mi?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Şikâyet
ediyorsun, ama, gereğini yapmıyorsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Az önce… Az önce…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Şikâyet
ediyorsunuz, ama, gereğini yapmıyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Az önce, sizler burada bir ifade
kullandınız, kendi ifadenizle çelişkiye düşüyorsunuz. Kaldı ki,
ben sizlere sadece, bu baraj 4,5 milyar dolara nasıl mal olmuş, bunu
soruyorum.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Burada
şikâyet etme, mahkemeye ver. Kaldır dokunulmazlığı, ne duruyorsun?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bakın, bunu soruyorum. Siz siyasetçisiniz…
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Onu engelleyen
sizsiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Partinizin bir elemanı, soruyorum sizlere… (CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Engelliyorsunuz!
Biz dokunulmazlığı kaldıralım diyoruz, siz kaldırmıyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bakın, ben, sizlere bununla ilgili konuşmada bir şey söyledim. Dedim
ki: Burada sadece siyasetçileri hedef almayın, sadece siyasete
yönelik dokunulmazlıkların kaldırılmasını kabul etmiyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Dosya
bazında kaldırın. O dosyada kaldırın.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Onunkini
kaldırın, mahkeme yürüsün.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bakınız, benim partimin programında… (CHP sıralarından gürültüler)
…kuruluşunda, partimin programının içerisinde dokunulmazlıkların
kaldırılmasına yönelik olarak madde vardır ve bu maddede, dokunulmazlıkların…
FUAT ÇAY (Hatay) – Kaldırın, sayınız mı yetmiyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Muhalefet anlayışınız bu. Dinlemesini bilmiyorsunuz. İşte, ülkeyi
kim geriyor belli. Bak, ben Genel Başkanınızı gayet sessiz dinledim
ve sonunda da alkışladım, ama siz dinlemesini bilmiyorsunuz, saygınız
yok. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Hakaret
etmedi ama.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; iç ve dış siyasetimiz
aynı dayanışma içerisinde devam ediyor. Türkiye, içeride gücüne
güç kattıkça uluslararası ilişkilerimizde de elimiz güçleniyor.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Televizyonda
verdiniz namus sözünü Sayın Başbakan, kaldırın dokunulmazlığı
yargılansın.
BAŞKAN – Sayın Sevigen, lütfen müdahale
etmeyin efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Unutmayalım ki, bu aktif dış politikamızın semerelerini ekonomi,
üretim, yatırım başta olmak üzere her alanda aldık, alıyoruz. Ne yaptıysak,
ülkemiz, milletimiz, devletimiz için yaptık. Ülkemiz, hür ve müreffeh vatandaşlarımızın
emniyet ve huzur içinde yaşadığı bir ülke olma yolunda metanetle,
vakarla yürümeye devam ediyor.
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Kapkaçlar
ne oluyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Hiçbir çaba, Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokratik, laik ve sosyal
bir hukuk devleti olma yolundaki evrensel yürüyüşünü durdurmaya
muktedir olamayacaktır.
Yine burada Sayın Baykal, yine
dinlediğimi veyahut da benim söylediklerimi anlamamış veya kendilerine
yanlış iletiliyor. Nisan 2006 tarihli Grup konuşmamda ilgili bölümü
aynen tekrarlıyorum: “Ben burada icraatlardan değil, Türkiye’yi
geleceğin zirvelerine taşıyacağına bütün kalbimle inandığım
bir kavramdan, değişimden söz ediyorum. Nedir o değişim? Anayasa’mızda
devletin görev ve amacı olarak ifade edildiği şekliyle, kişinin temel
hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanımızın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır; cumhuriyeti ve demokrasiyi
birlikte korumaktır; hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla
belirlenmiş hukuk düzeninin dışına çıkmamaktır; laik, demokratik
ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanan cumhuriyetimize bütün
nitelikleriyle birlikte, birinin lehine diğerinden fedakârlık yapılabileceğini
aklımızdan geçirmeden sahip çıkmaktır.” Söylediğim budur. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Kaldı ki, şunu özellikle vurgulamak
istiyorum: Anayasa’mızın değişmez maddeleri noktasında AK Partimizin
herhangi bir endişesi olduğunu, haberini sizlere kim taşıdıysa,
kim getirdiyse, kusura bakmayın, asıl densizliği onlar yapmış. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Demeçler
var.
ALİ ARSLAN (Muğla) – Ömer Dinçer…
Ömer Dinçer...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bir defa, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” Burada kimsenin
hiçbir endişesi yoktur.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Niteliği
nedir?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– “2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
“III. Devletin bütünlüğü, resmî dili,
bayrağı, millî marşı ve başkenti
Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” Bugüne kadar hep bunların
mücadelesini veriyoruz.
“Bayrağı, şekli kanununda belirtilen,
beyaz ay yıldızlı al bayraktır.” (AK Parti sıralarından alkışlar)
“Millî marşı ‘İstiklal Marşı’dır.
Başkenti Ankara’dır.”
Siz, nereden acaba bunların karşıtı
bir şeyi duydunuz da kalkıp burada…
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) –
Başbakanlık Müsteşarından.
ALİ ARSLAN (Muğla) – Ömer Dinçer…
Ömer Dinçer…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– …böyle bir yanlışla, böyle bir zehaba kapılarak maalesef…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Başbakanlık
Müsteşarınızın söylediklerine bakın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– …yani yakıştıramayacağım bir ifadeyi kullanarak bizim huzurumuza
geliyorsunuz.
FUAT ÇAY (Hatay) – Demokrasi tren
mi değil mi Sayın Başbakan?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Başbakanlık
Müsteşarınızın söylediklerine bak sen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Çok çirkin, üzüldüm. Yani sizden bunu duymak istemezdim. Bizim, bir
defa bu üç madde üzerinde herhangi bir, bugüne kadar arkadaşlarımızın
arasında en ufak bir ihtilafımız olmamıştır. Biz bu yola çıkarken
“Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda
ölen varsa vatandır.” diyerek çıktık, böyle çıktık. (AK Parti sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar) Ve demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti
noktasında da, kusura bakmayın, biz onun anlamını gayet iyi biliyoruz
ve laiklikte de bizim tanımımız aynen 1982 Anayasası’nın gerekçesinde
neyse o şekliyle bizim programımızın içerisine girmiş, orada yerini
almıştır…
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Niye tartışmaya
açıyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– …ve uygulaması da budur, uygulaması budur. Biz, bunun uygulamasını
bütün alanlarda herkesten bekliyoruz.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) – Tartışmaya
niye açıyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bakın ne diyoruz dikkat edin: Biz oradakini tartışmaya açmıyoruz,
başka yere taşımak isteyenlere “buraya gelin” diyoruz, “buraya
gelin” diyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ve biz şunu diyoruz:
Hiçbir değeri bir başka değer adına feda etmeyeceğiz. Yani, burada
dört tane özellik var: Demokratik, laik, sosyal ve hukuk. Dört tane
özelliğiyle biz Türkiye Cumhuriyeti devletini tanımlıyoruz. Bunlardan
birini bir diğeri uğruna feda edemeyiz, o zaman eksik olur bu iş. Bizim
söylediğimiz bu. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bizim söylediğimiz
bu; ama, çıkıp, çeşitli televizyon kanallarında, şuralarda, buralarda
kafaları bulandırmaya çalışmayın. Bulandıramayacaksınız; çünkü
biz halkımızla iç içeyiz, el eleyiz, hücrelerimiz bunu konuşuyor,
hücrelerimiz bunu yaşıyor, siz yaşamasanız da. Bunu da böyle söylüyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, tabii, burada
az önce bir şey daha söylendi: Ben, değerlendirmek istemezdim, Sayın
Denktaş’la ilgili. Ben, Sayın Denktaş’ın Türkiye’ye gelip gitmesiyle
ilgili herhangi bir rahatsızlık içinde değilim. Ben, Sayın Denktaş’ın
Türkiye’de siyaset yapmasından rahatsızım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Konuşmasından…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Siyaset yapacağı yer Kuzey Kıbrıs’tır, varsın orada siyasetini
yapsın dedim. Benim, Afyonkarahisar’da söylediğim budur ve kendilerine,
iş başında bulundukları süre içerisinde, Kuzey Kıbrıs’ın tarihinde
görülmemiş desteği Hükûmetimiz vermiştir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bizim dönemimizde sıçrama
yapmaya başlamıştır. Gerek altyapı gerek üstyapı yatırımlarında
bu dönemde sıçrama yapmaya başlamıştır ve bununla ilgili olarak
da millî gelirinde 4 bin dolardan 11 bin dolara yükselmiştir Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşının şu andaki durumu. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Fakat, bazı gerçekleri hâlâ görmemekte direniyorsunuz;
o, tabii bizi ayrıca üzüyor. O da şudur… Yani, orada da ben söyledim,
burada da söylemek durumundayım, o da şudur: Yani, bugün, biz göreve
geldiğimiz ana kadar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin başında gerek
cumhurbaşkanı gerek başbakan gerek hükûmette olanları acaba dünya
ülkeleri nasıl tanıyordu veya tanıyor muydu?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Şimdi
tanıyorlar mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bakınız, şu anda, Pakistan Devlet Başkanı bir resmî ziyaretle kabul
etti. Birçok ülke, Amerika dâhil, hepsi dışişleri bakanları düzeyinde
kabul ettiler, kendileriyle görüştüler.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Başka
tanıyan ülke var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ama, daha önce böyle bir şey olmadı.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Şimdi
tanıyacaklar mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ben şunu söyleyeceğim: Bakınız, değerli arkadaşlar, birbirimizi
aldatmayalım. Şu var…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Tanıyan
bir ülke çıkarsa, şapkamı çıkarırım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Siz çıkamazsınız. Siz o zaman çılgına döneceksiniz. Nasıl bu iş
oldu diyeceksiniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Çok memnun
oluruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti nasıl tanındı diyeceksiniz o
zaman da.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Çok memnun
oluruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ona da bir kılıf uydurmaya çalışacaksınız. Çünkü, rahatsızsınız
bu işlerden. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK Parti İktidarı döneminde
bunlar nasıl oluyor diye rahatsızsınız.
İslam Konferansı Örgütüne Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye değil, Kıbrıs Türk Devleti olarak, gözlemci
üye olarak kabul edildi bu dönemde. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ve şu anda birçok İslam Konferansı Örgütü üyesi ülkelerde artık
temsilcilikler, aynı şekilde bunun dışında birçok ülkede temsilcilikler
açmaya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti başladı. Bunlar bu dönemde
alınan mesafeler. Bunları lütfen görelim.
Ve benim Sayın Denktaş’a olan saygım,
kişisel saygım, orada verdiği mücadelelerle ilgili saygım, bunların
hepsi mahfuzdur. Ama, Kuzey Kıbrıs’ı rahatsız edecek, ülkemi rahatsız
edecek yaklaşımları bir sorumluluk mevkisinde olan insan olarak,
şüphesiz ki açıklamakla zorunlu olduğum bir olaydır. Buna iten bir
sebep de var ki, bu açıklamayı da yapmak durumunda kaldık. Onu da vakti
zamanı geldiğinde açıklarız ayrıca. Ama, biz, bazı şeylerde hassasiyet
taşıyoruz. Onu da özellikle vurgulamam lazım.
Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz;
2007 bütçesinin özellikle sosyal yönü ağırlıklı dedim ve bunun üzerinde
ısrarla duracağız. Özürlü vatandaşlarımızın eğitimi ve bakımı
için ayırdığımız tutar bu dönemde daha da artıyor. Kimsesiz çocuklarımızın
yuvalar ve yurtlardaki bakımı için ayırdığımız ödeneği artırıyoruz.
Çocuklarına bakamayan ailelere ayni, nakdî yardım olarak 48,3 trilyon
Türk lirası, yani 48,3 milyon YTL, yaşlıların Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumunda bakımı için 79 trilyon ödenek koymuş bulunuyoruz.
Ve ücretsiz kömür dağıtımımız devam
ediyor.
Aynı şekilde, kitap dağıtımımız
devam ediyor ve burada, bundan sonra aynen yine devam edeceğiz.
Esnafımıza verilecek düşük faizli
kredilerin finansmanı için Halk Bankasına aktarılan ödeneği,
evet, 172 trilyon liraya yükseltiyoruz, yani 172 milyon YTL.
Sosyal güvenliği olmayanların
sağlık giderleri için ayırdığımız ödeneği, yine, artırıyoruz.
Lütfen… Dikkatlerinize sunacağım
bir başka konu da şu: Özellikle Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi, tüm
bakanlıklar içerisinde en fazla payı alan bakanlık olmuştur ve bu
aynen devam ediyor, devam edecek; çünkü, eğitimdeki açığı kapayacağız.
Bunun yanında, KÖYDES projemiz
sizleri rahatsız etmesin. KÖYDES projemiz çok önemli ve şu anda, Anadolu’nun
köyleri, o yolu olmayan, suyu olmayan köyleri, şimdi, yola, suya
kavuşmaya başladı. İnşallah, 2007 KÖYDES ve BELDES projesiyle, evvel
Allah, artık, yolu olmayan, suyu olmayan köy kalmasın diye hedefimizi
bu denli büyük tuttuk. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ve ben burada teknik bazı bilgilerin
içerisine girmeyeceğim; çünkü, KÖYDES’ten sonra, BELDES’te de, belde
belediyeleri “bizler bazı sorunlarımızı aşamıyoruz, bizi de buna
katın” dediler ve onları da bunun içerisine kattık.
Tabii, burada bir konunun üzerine
gitmem lazım, o da şu: Değerli arkadaşlarım, millî gelirde… Bakınız,
180 milyar dolar idi; ama, şu anda, millî gelirde ulaştığımız rakam ortada.
Ve şu anda ulaştığımız rakamla mukayesesini yaptığımız zaman, bakıyoruz
ki, cumhuriyet tarihinde gelinen nokta 180 milyar dolar; ama, şimdi
ulaştığımız rakama bakınca, üzerine 210 milyar dolar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, süreniz
bitti, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Yirmi dakikayı da tamamladım mı? (AK Parti sıralarından gülüşmeler)
BAŞKAN – Bir saatlik süreniz bitti,
yirmi dakika…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Yirmi dakika da ben istirham ediyorum.
BAŞKAN – Hayhay. Yirmi dakika konuşma
hakkınız var.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve 210 milyar dolar, biz, 180 milyar doların üzerine koyduk bu dönemde,
millî gelirde. Nereden nereye… Burada duracak mıyız? Hayır, aynen
ilerlemeye devam. Koşturacağız…
Tabii, burada bir başka konu daha
var. O da, şu anda, Türkiye, bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya
oranı bakımından, 2002 yılında, 25 Avrupa Birliği ülkesine göre
sıralamanın en üstünde yer alıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Hani bazı rakamlar veriliyor ya, “verin” diyorlar, şimdi ben de veriyorum:
2005 sonunda ise, 25 Avrupa Birliği ülkesi arasında en düşük dördüncü
sıraya yükselmiştir. Fark bu. (AK Parti sıralarından alkışlar) Nereden
nereye…
OECD ülkeleri arasında Türkiye,
ihracatı en çok artan ülke olmuş ve 22’nci en büyük ihracatçı ülke
konumuna yükselmiştir.
Bu verilere de şüpheyle yaklaşanlara
kaynağı da söyleyeyim: Bu veriler, Dünya Bankasının, Birleşmiş Milletlerin,
OECD’nin, Eurostat’ta kaynak olarak var, oradan bunları almaları mümkün.
Sadece bu veriler bile, Türkiye’nin nasıl bir ekonomik dönüşümden
geçtiğini çok açık, net ifade etmektedir.
Tabii, bir başka örnek de burada,
Türkiye’nin son 17 çeyrek üst üste büyümesi. İnkâr edebilir misiniz?
Hayır diyebilir misiniz? Son 17 çeyrek, üst üste büyümeyi göstermiş.
Bütün bunlar, çevremizde Irak Savaşı
olurken, petrol krizi yaşanırken olan olaylar. “Yandık, bittik, battık”
diyenler, şu anda, ne yandık ne bittik ne battık; yolumuza emin adımlarla
devam eden bir Türkiye var. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ve kişi başına millî geliri zaten
arkadaşlarım hep söylediler, ben tekrar onun üzerinde durmayacağım;
ama, şunu söyleyeyim: 2002 yılında
özel sektör yatırımları 31 milyar yeni Türk lirası seviyesindeyken,
2005 yılında tam 75 milyar yeni Türk lirası seviyesine yükselmiştir.
Buna rağmen bütçeden altyapı yatırımlarına ayrılan payı da artırdık.
Bunun dışında… Bakınız, biz bütün
bu adımları atarken kamu olarak değil, daha çok özel sektöre bu işi
göndermek suretiyle bu adımları atıyoruz. Ancak, ben burada bazı
gerçekleri, “Ne yapıldı?” diye soruluyor da, birkaç tane örnek vereyim:
Yine bu dönemde biz kaynakları çok
rasyonel kullandık, verimli kullandık. Kaynağı ayrılmamış yatırımlara
kesinlikle başlamadık, yüzde yüz bitme oranına en uzak olanları durdurduk,
ama, yakın olanları devam ettirdik.
Bakınız, 1977’de başlatılmış olan
-Sayın Genel Başkanın bildiği- Antalya’daki Aşağı Aksu İkinci Merhale
Projesi’ni 2003’te biz bitirdik. Taa 1977’de başlamış, bu döneme kadar
maalesef sürmüş. Bolu Dağı Tüneli’ni inşallah şimdi açıyoruz, son
hazırlıklar yapılıyor. Öyle zannediyorum ki yılbaşından sonra, o
meşhur, bitmeyen, tükenmeyen Bolu Dağı Tüneli artık hizmete açılacak.
Sadece bir gidişatında eksik kalan kısım var. O kısmı da bu süreç
içerisinde bitirip ilkbaharda da onu tamamlamış olacağız.
HALUK KOÇ (Samsun) – Deve kesecek
miyiz deve? (AK Parti sıralarından “Seni keseceğiz” sesleri)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bakû-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nı biz hizmete açtık, yine bu dönem
içerisinde.
Bunlar yıllar önce başlamış projelerdi,
sürüncemedeki projelerdi, temeli atılıp bırakılmış projelerdi.
Bunları tamamladık. Çine Barajı’nda, proje değişikliğiyle, 350
milyon dolar tasarruf sağladık.
Bunlar, az parayla, daha çok, daha
verimli, daha kaliteli iş yaptığımıza dair sadece birkaç örnek.
Tabii, bu arada, biz, yeni kaynaklar
ürettik. Yap-işlet-devret modeliyle attığımız adımlar var. Örneğin,
Esenboğa Havaalanı’nı bu modelle yaptık, şu anda hizmette. Herhâlde
bununla iftihar ediyorsunuzdur. Antalya Havaalanı onbir ayda,
başlandı, bitirildi. İkinci terminal ve ikinci pisti şu anda hizmette
ve Antalya, bu yıl, geçtiğimiz yıl turist noktasında o çektiği sıkıntıları
çekmedi. Dalaman, aynı şekilde, bu dönemde, yine yap-işlet-devretle
bitirilmiş bir havaalanına sahip oldu. İzmir-Adnan Menderes Havaalanı’nı
yine aynı modelle bu dönem içerisinde bitirdik.
Limanlarda; Turgut Reis Limanı’nı
aynı şekilde bitirdik, Muğla’da Güllük’ü aynı şekilde bitirdik, Bodrum’da
aynı şekilde... Bütün bu adımlar atıldı ve bu limanlar yap-işlet-devret
modeliyle bitirilip hizmete giriyor.
Bunlar da, özellikle hiç kaynak aktarmadan
ekonomiye kazandırdığımız hizmetler. İş bilenin, kılıç kuşananın.
Ne demek istediğimi herhâlde anlamışsınızdır. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Tabii, ekonomide bir başka değer
de, özellikle bu ülke yüzde 125 enflasyonları görmüş bir ülke ve hamdolsun
-uzun yıllar boyunca enflasyon iki haneli oranlarda seyretmiş- bizim
görevi devralmamızın hemen öncesinde, Ekim 2002’de, enflasyon yüzde
33,45’ti, ama şimdi, artık, tek haneli rakamda.
Doğru, bir önceki yıla göre, bu mayıs-haziran
krizi sebebiyle bir sıkıntı yaşadık ve enflasyonda böyle bir sıkıntımız
oldu ve bundan dolayı bir geri gidiş söz konusu oldu, ama, yine tek
haneli rakamı yakaladık ve şu anda, inşallah, bu ay alacağımız neticelerle
de tek haneli rakamda enflasyonu noktalamış olacağız.
Ve çalışma hayatının tarafları,
sendikalar, iş dünyası, siyasetçiler, ekonomistler enflasyonu bu
ülkede çok konuştular. Ama, artık o sıkıntıları geride bıraktık.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hemen bu noktada bir konuya özellikle açıklık getirmek istiyorum.
Tabii, bazı olumsuz kampanyalarla, sanki ekonomide bu iyileşmeler,
bu gelişmeler sokağa yansımıyormuş gibi bir hava oluşturulmaya
çalışılıyor. Öncelikle, biz, halkımızla, çiftçimizle, köylümüzle,
sanayicimizle, esnafımızla, sürekli onlarla Anadolu’nun dört bir
yanında beraberiz ve bu süreç içerisinde neler aldıkları, hepsi
orada. Biz, çiftimizin, gayet doğal olarak, gelişmiş ülkelerdeki
çiftçilerin ulaştığı noktalara ulaşmasının takipçisiyiz, onu kovalıyoruz,
bunun olmasını istiyoruz. Aynı şey, esnafımızın aynı standartlara
yükselmesini istiyoruz. Bunlar hedefimiz. Sanayicimizin aynı
şekilde, memurumuzun, işçimizin aynı şekilde buralara ulaşması
tabii ki en büyük hedefimiz. Ama, nasıl bir Türkiye aldık ve şu anda
nereye geldik? Bunun hesabını eğer hassasiyetle yaparsak, o zaman,
bunu, öyle zannediyorum ki, görmek mümkün.
Lütfen şuraya dikkat edelim: 2002
yıl sonundan 2006 Aralık ayına kadar, bu dönemde enflasyon toplam yüzde
52,5 oranında artmıştır. Bakın, bu enflasyona karşın ücretler ne kadar
artmış: Ortalama memur maaşında artış yüzde 72, en düşük memur maaşındaki
artış yüzde 95. Küsurlarını söylemiyorum. 2002 yılında ortalama
kamu işçi maaşı 1.012 YTL, 2006 Temmuzunda ise 1.669 YTL. Artış yüzde
65. Net asgari ücretteki artış yüzde 107. 2002 yılında özürlü aylığı
sadece 51 yeni Türk lirası, 2006 yılında 203 yeni Türk lirası. Artış
oranı yüzde 298. Altmış beş yaş aylığındaki artış yüzde 183. Öğrenim
kredisindeki artış yüzde 189. Emekli maaşlarına özellikle bakın,
yine, enflasyonun çok çok üzerinde bir artış burada da söz konusu.
Tek bir örnek veriyorum: En düşük Bağ-Kur tarım emeklisinin maaşı
2002 yılında 69 yeni Türk lirası idi. 2006 Temmuz ayına kadar bunu kademe
kademe artırdık ve 232 yeni Türk lirasına kadar yükselttik. Artış
oranı tam yüzde 236.
Bakınız, bununla da kalmıyor, ücretler
enflasyonun üzerinde artarken, bir yandan da alım gücü ülkemizde artıyor.
Ve 2002 yılında aylık ortalama asgari ücret 174 yeni Türk lirası.
Bu asgari ücretle 161 litre süt alınıyordu. Bugün, asgari ücret 381
yeni Türk lirası. Bugün asgari ücretle 293 litre süt alınabiliyor.
Alım gücü yüzde 82 oranında artmış. En düşük memur maaşıyla 2002 yılında
421 kilogram ekmek alınabiliyordu. Bugün en düşük memur maaşı 765
yeni Türk lirasına yükselmiş durumda. Bu maaşın alabildiği ekmek
miktarı 671 kilogram. Alım gücündeki artış yüzde 60.
Bir başka örnek: 2002 yılında en düşük
SSK emekli aylığı 257 yeni Türk lirası. Bu ücretle 2.136 adet yumurta
alınabiliyor. 2006 yılına geliyoruz, en düşük SSK emekli aylığı
477 yeni Türk lirası. Bu ücretle 3.975 adet yumurta alınabiliyor. Artış
yüzde 86. Geçmişte maaş artıyor, ama enflasyon karşısında değerini
yitiriyordu. Şimdi, hem enflasyonun üzerinde artış hem de değerinin
artışı… Bunları, artık, çoğaltmamız, artırmamız mümkün; ama, bunlara
vaktim elvermiyor. Onun için, süratle bir başka yere geçeceğim.
O da şudur: Bakınız, 2002 yılı boyunca
Türkiye’de toplam 1 milyon 88 bin adet buzdolabı satılmış. 2005 yılında
bu sayı rekor bir düzeye, 2 milyon 108 bin adet seviyesine ulaşmıştır.
Üstelik, buzdolabı fiyatı da 1.106 YTL’den, bugün 1.092 yeni Türk lirasına
gerilemiş durumda.
2002 yılında 824 bin adet çamaşır
makinesi satılmış. 2005 yılında sayı 1 milyon 830 bine yükselmiştir.
2002’de 940 yeni Türk lirası olan çamaşır makinesi fiyatı, 2006 yılında
695 yeni Türk lirasına düşmüştür.
2002 yılında satılan traktör sayısı
8.100. 2005 yılında satılan traktör sayısı 39.570. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) – Dışarıdan
satın alıyorlar.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– “Çiftçi kan ağlıyor” diyenlere verilecek, herhâlde, en net cevap budur.
Artık, hamdolsun, çiftçim, eliyle, kazmayla, sabanla, filan falan,
bunlarla çalışmıyor. Ya? Artık, traktörüyle, bu işi modern, çağdaş
bir şekilde sürdürüyor. Buna doğru gidiyoruz, daha da hızla devam
edeceğiz.
Ve KOBİ’lere verilen destek noktası:
1990-2002 yılları arasında tam on iki yıl boyunca KOBİ’lere verilen
destek tutarı 20,5 milyon dolar. Bizim dönemimizde, sadece dört yıl
içinde verilen destek 234 milyon dolardır. (AK Parti sıralarından
alkışlar) KOBİ’lere destek… KOBİ’lere destek… Halkımızı lütfen aldatmayın,
doğru konuşalım.
Yine, 1962-2002 yılları arasında
kırk yılda, sadece 65 adet organize sanayi bölgesi açılmışken,
2003-2005 döneminde üç yılda 22 organize sanayi bölgesi açtık ülkemizde
ve kırk yılda 65 adet, dört yılda 36 adet. Fark bu!
Şimdi, Anadolu yaklaşımını gündeme
getiriyoruz. Ama, bundan da rahatsız oldular. Niye Anadolu yaklaşımından
rahatsız oldunuz?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Kim rahatsız
oluyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Hani esnafın yanındaydınız?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Kim rahatsız
oluyor Sayın Başbakan? Hayali düşman icat ediyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Şu anda 40 bin esnafın sıkıntısı var ve 1,2 milyar dolar, bunun yapılandırması
yapıldı ve şimdi bunun adımını atıyoruz. Bundan önce, maalesef, dikkat
edilirse, sadece İstanbul yaklaşımıyla ilgili atılan adım ortadaydı
ve 6 milyar doları yaklaşık 330 kişi için yapılandırmışlardı. Nereden
nereye ve “dar gelirliye, esnafa bakmıyor” denilen Hükûmet bu adımı
atıyor.
FUAT ÇAY (Hatay) – Esnaf kepenk kapatıyor
Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYIP ERDOĞAN (Devamla)
– Bu da herhâlde alması gerekenlere ithaf olunur.
Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz;
tabii, burada bir konunun daha üzerinde durmam gerekiyor, o da şu:
Özellikle, şu anda Anadolu’da fındık olayıyla alakalı yaklaşımınızı
doğru bulmuyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Narenciye…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bakınız, 2 katrilyon Fiskobirlik borcunu bu Hükûmet çizmiştir. (AK
Parti sıralarından alkışlar) 2 katrilyon! Ve karşılıklı protokolle
artık Fiskobirlik kendi başına bu işi sürdüreceğini ifade etmiştir.
Artık, devletle herhangi bir bağı kalmamıştır, bunu protokolle kayıt
altına almıştır. Ama, buna rağmen, Fiskobirlik, maalesef, yönetim
yanlışlarıyla, para yönetimindeki, finans yönetimindeki yanlışlarıyla,
yatırım yanlışlarıyla, kendisine emanet edilen bu birliği başarısız
bir şekilde yönetince çıkmaza girmiştir.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) – Yanlış
konuşuyorsunuz, yanlış.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve bakınız, daha önce 7 milyon olarak açıklanan rakamla, maalesef,
borçlanmış, ama o fındığın bedelini ödeyememiştir ve bizler bu sıkıntılı
döneme girince, biliyorsunuz, bir değişiklik yaptık ve Toprak Mahsulleri
Ofisinin fındık almasına yol açtık ve şu anda Toprak Mahsulleri Ofisi,
şu ana kadar yaklaşık 3,70’ten alıyor.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) – Yanlış…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Kaç liradan
aldı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– 3,70’ten alıyor. Borsa fiyatı 3,30.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) – Yanlış,
yanlış… Yok öyle bir şey.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Eğer Toprak Mahsulleri Ofisi girmemiş olsaydı, herhâlde 1-1,5’a düşerdi.
Ama, Toprak Mahsulleri Ofisinin girişiyle bu noktada olmuştur ve
şu anda, ayrıca, geçen yıldan alacaklı olan vatandaşların borcunun
ödenmesi için de yine, Toprak Mahsulleri Ofisi devreye girmek suretiyle,
rehin ederek, kalkmış, kendilerine bu paranın ödenmesi için de Fiskobirlik’e
gerekli desteği sağlamıştır. Bunu da özellikle burada ifade edeyim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) – Köylü
fındık vermedi.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Eğer birkaç çuval daha fındık varsa, gel Başbakanlığın önüne dök;
hadi!
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) – Dökeceğim,
dökeceğim…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ama, artık o fındığı bulamazsın.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; tabii, bir önemli konu da şu; özellikle enerji noktasında:
Bakınız, biz, Ilısu Barajı’nın temelini attık. Bu arada, Çan’ın açılışını
yaptık; İskenderun’un açılışını yaptık; Afşin-Elbistan B Termik Santrali’nin
açılışını bizzat gittim, yaptım ve şu anda hidroelektrik santrallerde
ufak santraller var ki, 2 Atatürk Barajı’nın ürettiği enerjiyi üretiyor,
şu anda, bunların, süratle çalışmaları devam ediyor. Ve bunların
yanında, Türkiye, enerji üretim ve tüketiminde, daha önce enerji
ithal eden bir ülkeyken, şu anda enerji ithal eden değil enerji ihraç
eden ülke durumuna gelmiştir ve üstelik de enerji tüketimi katbekat
fazlasıyla arttığı hâlde. Bu noktaya geldik.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Ne kadar
doğal gaz ithal ediyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Doğal gaz noktasında, değerli arkadaşlarım, bizler şu anda doğal
gaz noktasında herhangi bir sıkıntının içinde değiliz ve 29 milyar
metreküp doğal gaz tüketiyor şu anda Türkiye. Geldiğimizde 9 ile
doğal gaz verilirken, şimdi 41 ile doğal gaz veriliyor. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Nereden nereye geldik… Ve bizim sadece enerjiye ödediğimiz
para 29 milyar dolar arkadaşlar ve artık, iller, ilçeler doğal gazla
ısınmaya başladı, sanayi ve teknolojide doğal gaz kullanılır hâle
geldi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, son süreniz
de bitti.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Konuşsun
Sayın Başkan, konuşsun.
BAŞKAN – Lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Evet, aslında, konuşacak, tabii çok şeyler var. Fakat, bunları inşallah
gelecekte de konuşacağımız mekânlar, zeminler çok olur.
Fakat, ben, tabii, şunu özellikle
söylüyorum: Türkiye’nin bir dayanışmaya şüphesiz ki ihtiyacı var,
bir beraberliğe ihtiyacı var ve kimin, nasıl, neyi konuştuğu, bunların
takdirini halkımız en iyi şekilde yapacaktır, hiç rahatsız olmaya
gerek yok. Hepimiz halkımızın karşısına gideceğiz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Hep beraber
gidelim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Halkımızın karşısına gittiğimiz zaman en iyi kantar orası ve o
kantar zaten ölçecek, biçecek, hiç merak etmeyin, heyecanlanmaya
gerek yok.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Martta
gidelim, martta…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– O heyecanınızı oraya saklayın. Ama, burada, bu heyecanı farklı
bir dile dönüştürürseniz, bu olmaz. Bilesiniz ki, AK Parti, bu noktada
sizin söylediklerinize aynen cevap vermeyecek, o seviyeye düşmeyeceğiz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu böyle biliniz, düşmeyeceğiz
ve ben, arkadaşlarıma da sürekli bunu söylüyorum; sabırla, kararlılıkla
biz yolumuza devam edeceğiz ve nisan ayı, mayıs ayı, şu çatı, şu kutsal
çatı, tabii ki Cumhurbaşkanlığı için oturacak, değerlendirmelerini
yapacak, kararını da verecektir, bundan önce verdiği gibi. Ve kim,
ne kadar oy almış, efendim, bunun üzerinde bütün halk konsensüs sağlamış
mı, sağlamamış mı… Değerli arkadaşlar, birbirimizi aldatmayalım.
Şu anda Anayasa’nın amir hükmü gereği neyse bunlar yapılacak.
Efendim, millet seçsin… Yeri gelir,
millet de seçer. Bundan da hiç kimsenin endişe etmesine gerek yok.
Onun da, demek ki, henüz vakti gelmedi. Vakti geldiğinde o da olur. Fakat,
ben merak ediyorum: Acaba bugüne kadar iktidara geldiğinizde, ki,
Sayın Baykal birçok iktidar gördü bu ülkede, diğer arkadaşlar da
birçok iktidar gördüler bu ülkede, kendileri iktidarları döneminde
acaba Cumhurbaşkanı seçimini niçin halka götürmediler de şimdi
bunu konuşuyorlar? (AK Parti sıralarından alkışlar) Burası, tabii,
bir soru işareti. Bu çok önemli.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Sayın
Başbakan, bizim öyle bir önerimiz yok!
CANAN ARITMAN (İzmir) – Biz erken
seçim istiyoruz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Onun için, Anayasa’nın amir hükmüyle, bu Parlamento, AK Parti İktidarı,
zamanında seçimi yapma kararlılığındadır ve nisandan önce de, AK
Parti, Grup olarak asla adayını açıklamayacaktır.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Aday
belli, aday belli!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Ayıp mı
yani? Açıklayın…
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Çünkü, üzerinde, işte bu görüldüğü tonda yapılan spekülasyonlara,
bu çirkinliklere, biz, fırsat vermeyiz, vermeyeceğiz. Bunu da böyle
bilesiniz! Ve atacağımız adımı da ona göre atıyoruz.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Aday korkuyor
mu acaba?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Biz, siyasetin içerisinde nelerin nasıl yapıldığını en az sizin
kadar biliriz.
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Aday korkuyor
mu Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Daha öğreneceğin çok şeyler var!
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Korkuyor mu
yoksa aday?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Onları öğreneceksin!
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Neden korkuyor
aday?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Hiç onlardan bizim endişemiz yok, çok rahatız. Şu gördüğünüz grubun
herhangi bir şeyden korkmasına gerek yok, onu siz düşünün! (AK Parti
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne) – Aday korkuyor,
aday!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Onu siz düşünün, onu siz düşünün!
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) – Korkmuyorsanız
nisanda seçime gidelim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Ve kararlılıkla yolumuza gidiyoruz, inşallah, vaktizamanı geldiğinde
de seçimi yapacağız, hiç endişeniz olmasın, telaşa gerek yok.
Bugün de İstanbul Menkul Kıymetler
Borsasında günü 40.225’le kapatmışız, onu da ayrıca haber vereyim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Parası
olanlara hayırlı olsun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Geldiğimizde biliyorsunuz, 10 binlerdeydi; 10 binlerden bakınız
40 binlere geldik; 48 bini de gördük bir ara biliyorsunuz. 10 binlere
geldi…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Parası
olanlara hayırlı olsun Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
– Bunlardan rahatsız olmayın, bunlarla iftihar edin, gurur duyun,
çünkü bunların hepsi insanımıza iş imkânı sağlayan mekânlardır. Bırakın
bu sermaye düşmanlığını, yapılsın yatırımlar bu ülkede, rahatsız
olmayın! (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ben, 2007 bütçemizin ülkemize,
milletimize, tekrar, hayırlı olmasını temenni ediyorum, tüm emeği
geçenleri ve Parlamentomuzu sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, çok teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ümüzün
61’inci maddesi gereğince, son söz milletvekilinindir.
Bütçenin lehinde söz isteyen, Kayseri
Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş’a söz veriyorum.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Elitaş, umarım, çok kısa, bütçenin
lehinde olduğu için de sadece teşekkür konuşması yapacaksınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, yedibuçuk saati aşan
bir sürede, hem Sayın Maliye Bakanımızın bütçeyi sunuş konuşmaları
hem Profesör Nazım Ekren Bey’in, gerçekten, rakamları Türk milletine
yorumlamaları ve arkasından, Değerli Başbakanımızın yaptığı
bir saat yirmi beş dakikalık konuşma, hakikaten, ruhlarımızı çalkaladı.
İnanın, gelecekle ilgili, baktığımız Türkiye’nin, daha iyiye doğru
gittiğini, bir kere daha, tüm millete gösterdi.
CANAN ARITMAN (İzmir) – Büyüklere
masallar onlar, büyüklere masallar!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Sayın
Başbakan, bir saat yirmi beş dakikalık konuşmasında, tam bir saat
beş dakikasını, Türkiye’de yapılan yatırımlarla ilgili ayırdı.
Ben, Sayın Başkanımın önerdiği gibi,
bir dakikalık bir konuşma yapıp, teşekkür edecektim, ama, bir anımı
sizlerle paylaştıktan sonra teşekkür etmek istiyorum. Sene 1995 yılında
milletvekili seçilmiş Kayserili bir arkadaşımız vardı. Bu arkadaşımız
1999 yılına kadar milletvekili oldu. 2002 yılında da, yine, milletvekili
adayı olarak beraber yarıştık. O dönem içerisinde iktidar partisi
milletvekiliydi. “İktidar partisi milletvekiliyken ne yaptınız?”
diye, 2002 yılı seçimlerine girerken sordular. O da, koltuklarını
kabartarak, göğsünü gererek “Kayseri Şehir Stadı’nın ışıklandırmasını
yaptım arkadaş.” diye gezdi.
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana) –
İşte o kadar!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Dört
yıllık milletvekilliği dönemindeki yaptığı en önemli iş buydu ve
o arkadaşımızı burada kınamak, küçümsemek anlamında söylemiyorum.
O arkadaşımızın yapabileceği en önemli şey oydu. Çünkü, iktidar
ancak bunları yapabiliyordu. Şimdi, Sayın Başbakanı, Sayın Maliye
Bakanını dinledikten sonra -bir saat beş dakikalık- Türkiye’de yapılan
şeyleri tartışıyoruz, konuşuyoruz. Bugün bu memlekette yüzer yüzer
temel atıyoruz, yüzer yüzer fabrika açılışları yapıyoruz.
Bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını
temenni ediyorum, emeği geçenlere teşekkürlerimi sunuyorum, saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elitaş.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Topuz, buyurun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkanım,
Sayın Başbakan konuşmasının son bölümünde Grubumuza yönelerek
“Bırakın bu sermaye düşmanlığını!” diyerek ağır bir sataşmada bulunmuştur.
Grubumuza, bu konuya açıklık getirmek için söz vermenizi rica ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Topuz, Sayın Başbakanın
konuşmasını dikkatle takip ettim. Sayın Başbakan, hem bütçesini
takdim etti hem de bütçesine yapılan eleştirilere cevap verdi.
“Sermaye düşmanlığını bırakın!” şeklinde Genel Kurula hitap etmesini
Cumhuriyet Halk Partisine bir sataşma olarak kabul etmiyorum.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan,
kimdir o zaman sermaye düşmanı?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Siz tarafsız
bir Meclis Başkanı değilsiniz. Sizi protesto ediyorum!
BAŞKAN – Şimdi 2007 Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile...
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Yazıklar olsun
size!
BAŞKAN – ... 2005 Mali Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunacağım:
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Neden korkuyorsunuz?
BAŞKAN – 2007 Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2005 Mali Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2005 Mali Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Böylece 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap
Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi, sırasıyla, her üç tasarının
da 1’inci maddelerini okutuyorum:
2007 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir, Finansman ve Denge
Gider
MADDE 1- (1) Bu Kanuna bağlı (A)
işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018
sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 200.902.066.401 Yeni Türk Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde yer alan
özel bütçeli idarelere 12.720.119.000 Yeni Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde yer alan
düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.437.179.058 Yeni Türk Lirası,
ödenek verilmiştir.
2005 MALÎ YILI KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1 – (1) Genel bütçeli dairelerin 2005 Malî Yılı
giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde göste-rildiği üzere,
143.685.760.918,84 Yeni Türk Lirası olarak gerçekleşmiştir.
2005 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİN HESAP KANUNU
TASARISI
Gider bütçesi
MADDE 1- (1) Katma bütçeli idarelerin
2005 Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği
üzere, 14.581.457.259,81 Yeni Türk Lirası olarak gerçekleşmiştir.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Anayasa’mızın 164’üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarısı
ile kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından,
okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2007
merkezî yönetim bütçeleri ile 2005 mali yılı kesin hesaplarının görüşmelerine
yarınki birleşimde başlanacaktır.
Programa göre, kuruluşların bütçe
ve kesin hesaplarını görüşmek için, alınan karar gereğince, 16 Aralık
2006 Cumartesi günü Saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Hepinize iyi akşamlar.